Dr. Ali İhsan YİTİK
Karma ve tenasüh inancını
yanlışlardan ve keyfî anlayış ve yorumlardan kısmen olsun kurtarmak ve konuyu
dedikodu malzemesi olmaktan çıkarmak amacıyla, özellikle tenasühün REENKARNASYON
olmadığını, tenasühü incelemiş bir bilenin ifadeleriyle anlatabilmek amacıyla
Ali İhsan YİTİK'in bu çalışmasını yayınlamayı doğru bulduk.
Yazar bütün objektifliği ve
bilimsellik gayreti ile, hemen hemen ilk kez ülkemizde bu konuyu işleme liyakatini
göstermiştir. Kendisini tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
ÖNSÖZ.................................................................................. 9
GİRİŞ .................................................................................... 13
A- Kaynaklar ve
Araştırmalar............................................
13
8-
Hint Kökenli Dinlerin Ortaya Çıkışı...................... 17
C- Hint Kökenli
Dinlerin Ortak İnançları........................ 34
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE
İLİŞKİSİ........................................................ 40
A- Karmanın
Anlamı ve Mahiyeti..................................... 40
1-
Kavram Olarak Karma........................................ 40
2-
Fiil Olarak Karma................................................. 44
3-
İnanç Olarak Karma............................................ 51
8-
Tenasühün Anlamı ve Mahiyeti............................ 68
1-
Tenasüh İnancının Anlamı ve
Değerlendirilmesi 68
2-
Tenasüh İnancının Ortaya Çıkışı ve
Tarihsel Gelişimi 74
3-
Tenasüh İnancının Dayandığı Temel
Varsayımlar 81
C- Karma ve
Tenasüh İnançlarının Birbiriyle İlişkisi...
86
HİNDUİZMDE
KARMA-TENASÜH İNANCI............
89
A- Hindu Kutsal
Literatüründe Karma-Tenasüh İnancı
89
4-
Upanişadlara Göre Karrna-Tenasüh
İnancı.... 89
2-
Ramayana ve Mahabharata Destanlarında
Karma-Tenasüh İnancı 96
3-
Dharmasâstralarda Karma-Tenasüh
İnancı... 104
8-
Hindu Düşünce Sistemlerinde
Karma-Tenasüh İnancı 114
C- Sihizmde
Karma-Tenasüh İnancı............................... 120
BUDİZMDE
KARMA-TENASÜH İNANCI............... 123
A- Budizmin
Kozmoloji ve Ahiret Anlayışı................... 123
1-
Kozmoloji Anlayışı............................................ 123
2-
Ahiret Anlayışı................................................... 128
8-
Budist Karma-Tenasüh İnancının Anlamı
ve Mahiyeti 132
1-
Budizme Göre Karma ve Oluşumu................. 132
2-
Karmanın Tasnifi............................................... 135
3-
Budizmde Karma-Sonuç İlişkisi...................... 140
4-
Budizmde Karma-Yeniden Doğum İlişkisi.... 144
5-
Budizmde Karma-Nirvana İlişkisi.................. 148
CAYNİZMDE
KARMA-TENASÜH İNANCI............ 153
A- Caynizmde
Karma-Tenasüh İnancına Giriş............. 153
1-
Caynist Kozmoloji Anlayışı.............................. 153
2-
Caynist Ontoloji Anlayışı.................................. 156
8-
Caynizmde Karma Anlayışı.................................. 160
C- Caynizmde
Tenasüh..................................................... 170
KARŞILAŞTIRMA............................................................ 176
A- Hint Kökenli
Dinlerde Karma-Tenasüh İnancı........ 176
9-
Karma-Tenasüh İnancımn İslâm Dini
Açısından
Durumu ve Bazı
İslâm İnançlanyla Mukayesesi........... 180
1-
Bazı İslâm Mezheplerinde Tenasüh
Anlayışı 181
2-
İslâmın Ahiret Anlayışı ve
Karma-Tenasüh İnancı ... 185
3-
İslâmdaki Kaza-Kader Anlayışı ve
Karma-Tenasüh İnancı... 195
SONUÇ.................................................................................. 198
BİBLİYOGRAFYA.......................................................... 204
BU KONUDA
YARARLANABİLECEĞİNİZ DİĞER YAYINLARIMIZ 219
Karma inancı, bütün Hint kökenli
dinlerin ortak inançlarından biridir ve bu dinlerin her biri için merkezî öneme
sahiptir. Kelime anlamı itibarıyla, Sanskritçe kri (yapmak, etmek)
kökünden türeyen bir isim olan karma kavramı bedenî, kavlî ve zihnî
her türlü fiil, amel, iş anlamına gelir. Terim veya inanç olarak ise
karma, iradî yolla icra edilen böyle fiillerin, gözle görülebilen somut
sonuçlarının yanı sıra, zorunlu olarak ahlâkî nitelikleriyle doğru orantılı,
gözle görülemez, metafizik sonuçlar ortaya çıkarmasını ifade eder. Buna
göre, yapılan her iradî işin sonucunda ortaya çıkan potansiyel mahiyetteki bu
etkiler, hemen veya belli bir süre sonra eylem hâline dönüşür ve kendilerinin
nedeni olan fiillerin cezası veya mükâfatı olarak ortaya çıkarlar. Semere
olarak bilfiil ortaya çıkmadıkça, bu karmik birikimlerin yok olmaları söz
konusu değildir. Potansiyel mahiyetteki karmik etkilerin bu özelliği,
Hintliler tarafından bir borca karşılık verilen senede benzetilir. Nasıl
ki, karşılığında alman mal veya para harcansa, yok olsa bile senedin değeri
borç ödeninceye kadar devam ederse, potansiyel enerji hâlindeki birikimler de
bilfiil ortaya çıkıp semerelerini vermedikçe yok olmazlar.
Üstelik, karmik birikimlerin
semerelerini vermeleri sadece içinde yaşadığımız hayatla da sınırlı değildir.
Onlar, ölümden sonra da enerji ve varlıklarını muhafaza ederek, nitelik ve
nicelikleri bakımından yeni varoluşları tayin ve tespit eder. Şu anda içinde
yaşadığımız şartlar ve bu varo-luş sürecinde yaşayacağımız ömür, karma
kanununun bir gereği olarak, önceki hayatlarımızda işlenilen amellerin karmik
birikimleriyle belirlendiği gibi, gelecekteki varoluşlarımızla ilgili
ayrıntılar da bu hayatta işleyeceğimiz amellerin sonuçlanna göre
belirlenecektir.
Böylece karma inancı,
Radhakrishna'nın da haklı olarak işaret ettiği gibi, insanı hem geçmişe, hem
de geleceğe bağlayan bir bağdır. Dolayısıyla o böylece, Hint kökenli dinlerin
diğer bir ortak inancı samsara (ruh göçü, tenasüh) anlayışını da ihtiva
etmektedir. Karma inancının genelllik- le karma-tenasüh inancı şeklinde
tek bir inanç veya anlayış olarak ele alınıp değerlendirilmesi de onun samsara
inancıyla olan bu yakın ilişkisine dayanır.
Nitekim söz konusu inanç bu şekliyle
Hintliler tarafından âlemdeki mevcut adaletsizlik ve eşitsizliklere getirilen
makul bir izah tarzı olarak öne sürülür. Zaten âlemde böyle eşitsizlik ve
farklılıkların mevcudiyeti de onun varlığının ve gerçekliğinin apaçık
delilidir.
Karma inancının tenasüh inancıyla
olan bu yakın ilişkisinin yanı sıra, onun, Hint kökenli dinlerin diğer iki ortak
inancı maya ve nirvana ile de çok yakın bir münasebet içerisinde
olduğu görülür. Zira söz konusu bu iki inançtan maya, bilhassa kötü
fiiller ve onların faili kayıtlayıcı nitelikteki karmik birikimlerinin ortaya
çıkmasının temel nedeni kabul edilen inançtır. Bundan dolayı maya, karmayı meydana
getiren temel unsurdur denilebilir. Diğer taraftan nirvana/mokşa ise,
insanların, bütün karmik birikimlerin kayıtlama ve tesirlerinden tamamen
kurtularak mutlak aydınlanmaya kavuşmasını ifade eden bir inançtır. Bütün
bunlar göz önüne alındığında, karma inancının Hint kökenli dinlerde arz ettiği
merkezî önemin mahiyeti ve anlamı sanırım daha iyi anlaşılabilir.
M.Ö. 6. veya 7. asırdan beri Hint
dinî hayatında önemli bir yeri olan karma-tenasüh inancının İslâm dünya- 10sına
girişi, İslâmın doğuş ve gelişme asrı olarak nitelendirilebilecek M.S. 7. asrın
sonlarına kadar uzanır. Bununla birlikte söz konusu inancın tarih içerisinde
İslâm dünyası üzerindeki tesiri yok denecek kadar azdır. İslâma nispet edilen,
fakat ana Müslüman kitle tarafından sapık mezhepler (fırak-ı dalle) olarak
nitelendirilen bazı topluluklar bir yana bırakılacak olursa, Müslümanların bu
doktrinlere hiç itibar etmedikleri bile söylenebilir.
Buna rağmen özellikle son zamanlarda,
Hint kökenli bu inançların gerek televizyon programlarında gerekse yazılı
basında daha fazla yer almaya başladığı dikkati çekmektedir. Tabiatıyla bu
durum birçok kişiyi etkilemektedir, nitekim bir kısım Müslümanların bile,
tıpkı Hint kökenli dinlere mensup kimseler gibi karma-tenasühü dinî bir inanç
olarak görmelerinin ötesinde, önceden birçok hayatlar yaşadığını ileri
sürenlerine rastlanmakta; diğer bazılarının da bu kabil inançları Kur'an'a
dayandırma gayreti içerisinde oldukları görülmektedir. Öyle görünüyor ki, çağımızın
iletişim alanındaki başdöndürücü gelişmelerine paralel olarak, bu tür yabancı
inanç ve düşüncelerin insanımız üzerindeki tesiri günden güne artacaktır.
İşte bizim bu çalışmamızın hedefi,
aslında Hint kökenli dinler için bir inanç konusu olan, ancak her geçen gün
biraz daha artan bir şekilde Türk insanının hayatına giren karma-tenasüh
inancmı ayrıntılı bir şekilde ele alıp incelemektir. Böyle bir çalışma, mümkün
olduğu ölçüde tarafsız kalınarak ve bilhassa söz konusu dinlerin kutsal
metinlerine dayanılarak yapılmaya gayret gösterilmiştir.
"Hint Kökenli Dinlerde
Karma-Tenasüh İnancı" başlığını taşıyan bu araştırma, "Giriş"
kısmının dışında beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, araştırma yapılan
alanın okuyucuya tanıtılması hedeflenmiştir. Bu nedenle, Hint kökenli dinlerin
ortaya çıkışı ve genel özellikleri kısaca verildikten sonra, bütün bu dinlerin
ortak özelliklerine
temas edilmiştir. Karma ve
Tenasühün Mahiyeti ve Birbiriyle İlişkisi adlı bölümde, araştırma konumuz
olan karma ve tenasüh inançlarının genel özellikleri ve birbiriyle olan
münasebeti üzerinde durulmuştur. Bunu takip eden diğer üç bölümde ise,
sırasıyla, karma-tenasüh inancının Hinduizm, Budizm ve Caynizm dinlerindeki
yeri ve önemi belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak Sihizm de burada sözü geçen
diğer dinler gibi aynı bölgede ortaya çıkan ve zamanla ayrı l bir hüviyet
kazanan bir dinî sistem olmasına rağmen, onun / için ayrı bir bölüm
açılmamıştır. Bu dinî sistemdeki karma- tenasüh anlayışı, büyük ölçüde Ramânuja
ekolünün görüşlerinden etkilendiği göz önüne alınarak, Hinduizmde Kar-
ma-Tenasüh İnancı başlıklı bölümde incelenmiştir.
Karşılaştırma bölümünde ise,
ilk olarak, Hint kökenli dinlerin Karma-Tenasüh anlayışları arasındaki
benzerlik ve farklılıklar üzerinde durulmuş, daha sonra de Hint karma-tenasüh
inancının ilgili İslâm inançlarıyla olan benzerlik ve farklılıkları tespit
edilmeye çalışılmıştır.
Sonuç bölümünde ise
Hint karma-tenasüh inancı ile ilgili bazı problemlere temas edilerek çalışma
tamamlanmıştır.
Çalışmalarım esnasında kıymetli
mesailerini ayırarak bana yol gösteren merhum hocam Prof. Dr. Günay TÜ- MER'e;
gerek tez konusunun seçiminde, gerekse dil ve kaynak problemlerinin
halledilmesi için yurt dışına çıkmamda yakın ilgi ve desteklerini gördüğüm çok
değerli hocalarım Prof. Dr. E. Ruhi FIĞLALI ve Prof. Dr. Mehmet AYDIN'a;
Sanskritçe ile ilgili problemleri çözmede ve ihtiyaç duyduğum kaynakları temin
etmede yardımlarını esirgemeyen kıymetli Prof. Dr. İnci MACUN'a; son olarak,
çalışmamız süresince hiçbir yardımını esirgemeyen Dr. O. Seyfi YUCETURK ve
diğer arkadaşlarıma teşekkür ederim.
İzmir 1992 Ali
İhsan YİTİK
Araştırma konumuz "Hint
Kökenli Dinlerde Karma-Te- nasüh İnancı" olduğu için, Hint dinlerine
ait bütün kutsal metinler tabiî olarak temel kaynaklarımızı teşkil etmektedir.
Ancak çoğu Sanskritçe olarak kaleme alınmış, irili ufaklı yüzlerce kitaptan
oluşan bu kutsal metinler koleksiyondan Rig-Veda İlâhileri, temel
Upanişadlar, Manu Kanunnamesi, Ramayana ve Mahabharata destanları, Milin-
dapanha, Jaina Sutraları ve Sri Guru Grant Sahib konumuz açısından özellikle
zikredilmeye değer mahiyettedir.1 Bunların dışındaki diğer kutsal
metinlere de araştırmamız boyunca zaman zaman müracaat edilmişse de, yukarıda
zikrettiğimiz kutsal metinler karma-tenasüh konusunda vazgeçilemez nitelikte
temel kaynaklar olarak dikkati çekmektedir.
Bilindiği gibi Rig-Veda Samhita Hinduizmin
en önemli kutsal metinlerinden birisi olmanın ötesinde, aynı zamanda Hint
kültürünün ilk yazılı eseri olma özelliğini de taşımaktadır. Bundan dolayı o,
gerek karma-tenasüh inancının, gerekse onunla ilgili diğer inançların Upanişadlar
öncesi Hint dinî düşüncesindeki yerini ve durumunu belirleme açısından son
derece önemli bir kaynaktır.
1-
Biz, büyük çoğunluğu Sanskritçe olmak
üzere, Pali, Prakiti ve Pencâbi gibi çok çeşitli dillerde yazılmış olan kutsal
metinlerin İngilizce çevirilerini kullanmak zorunda kaldık. (Bu metinlerin
İngilizce çevirilerinin baskı tarihi, baskı yeri ve benzeri bilgiler
Bibliyografya'da verilmiştir. )Ancak araştırmamız açısından büyük önem arz
eden bazı ibare ve kavramları uzmanlarıyla tartışarak mümkün olduğu ölçüde
doğru anlamaya gayret gösterdik.
Öte yandan temel Upanişadlar arasında
yer alan ve Hint dinî düşüncesinin Upanişadlar dönemi olarak bilinen ikinci
devresinde kompoze edildikleri kabul edilen Katha, Briharanyaka, Chandogya,
Mundaka ve İsa Upanişadlar ise, araştırma konumuzun ilk olarak açık seçik
ifade edildiği kutsal metinlerdir. Her ne kadar zikredilen bu kutsal
metinlerde ifadesini bulan karma-tenasüh inancı, daha sonraki dönemlerde Manu
Kanunnamesi veya Caynist literatürdeki kadar ayrıntılı değilse bile, bu
inancın Hint dinî düşüncesinde yer aldığı ilk kutsal metinler olmaları
itibarıyla araştırmamız açısından ayrı bir önem taşırlar.
Ramayana ve Mahabharata
destanları ise, kompoze edildikleri dönemin halk inançları ve dinî
inançların halk üzerindeki tezahürlerini yansıtan eserler olarak dikkati çeker.
Dolayısıyla Hint kökenli dinlerin her biri için inanç konusu olarak kabul
edilen karma-tenasüh inancının tarih içerisinde toplum üzerindeki etkilerini ve
onun toplum hayatında arz ettiği önemi tespit edebilmek bu destanlar olmaksızın
neredeyse imkânsızdır.
Aynı şekilde Manu Kanunnamesi, araştırma
konumuzun Dharmasastralardaki şeklinin ortaya konulması ve böylece onun Hindu
hukukundaki yerinin belirlenebilmesi açısından zikredilmeye değer bir başka
kutsal metindir. Dharmasastralar adıyla tanınan kutsal literatürü meydana
getiren diğer bazı sutralarda da konuyla ilgili ayrıntılı ifadelere rastlamak
mümkün olmakla beraber, Manu Kanunnamesi hemen hemen diğer bütün
sutralara kaynaklık etmesi itibarıyla bizim açımızdan ayrı bir öneme sahiptir.
Hinduizmdeki karma-tenasüh inancını
belirlerken istifade ettiğimiz bu kutsal kaynakların yanı sıra, Milinda-
panha, Budizmdeki karma-tenasüh inancı ve onunla ilgili problemleri
çözmede; Jaina Sutralar da -özellikle Utta- râdhyayana bölümü-
Caynist karma-tenasüh inancının
mahiyetini belirlemede; Sri Guru
Grant Sahib ise, Sihizm- deki söz konusu inancı ortaya koymada
faydalandığımız diğer kutsal metinler olmuştur.
Hint dinî düşüncesinin önemli
özelliklerinden biri olan karma-tenasüh inancı, Hintli ve Avrupah birçok araştırmacının
da ilgi duyduğu konulardan biridir. Onun hakkında kaleme alınmış bütün
araştırma ve incelemeler burada sayılamayacak kadar çoktur. Bununla birlikte,
çalışmamız süresince kendilerinden çok istifade ettiğimiz bazı araştırma ve
incelemeler ise şunlardır:
2-
Karma and Rebirth in Classical Indian
Traditions, Ed. Wendy Doniger O'Flahtery, Delhi, 1984. 25-27 Mart, 1977 ve 26-29
Ocak 1978 yıllarında Amerika'da yapılan iki ayrı Karmavâda konferansına sunulan
tebliğlerden on ikisini ihtiva'eâen bu eser, araştırmamızın her safhasında yararlandığımız
önemli bir çalışmadır.
3-
Indian Philosophy (The Concept of
Karma), Ke- wal Krishna Anand, Delhi, 1982. Kendisi Hindu dinine
mensup bir akademisyen olan Anand bu araştırmasında, karma-tenasüh anlayışının
Hint dinî düşüncesindeki yerini belirlemeye ve ortaya çıkardığı problemleri
çözmeye gayret göstermiştir. Dolayısıyla bu eser, hem konuyla ilgili
problemleri hem de bu problemlere Hindular tarafından getirilen çözüm
önerilerini öğrenmemizde yararlı olmuş; bize yol göstermiştir.
4-
Karma and Reincarnation in Hindu
Religion and Philosophy, Paul Yevtic, Londra, 1927. Yaklaşık
70 yıl önce bir doktora çalışması olarak meydana getirilen bu eser, bilhassa
karma -tenasüh inancının Hint dinî düşüncesinde gösterdiği gelişme seyrini
tespit ederken, oldukça faydalandığımız bir araştırma olarak dikkati çeker.
5-
Theory of Karma in Indian Thought, Koshelya Walli, Varanasi, 1977.
Yukarıda zikrettiğimiz K.K. Anand
ve eseri gibi, Koshelya Walli'nin bu
çalışması da, araştırma konumuzla doğrudan ilgilidir. Ayrıca bir Hindu akademisyen
tarafından yapılmış bir inceleme olduğundan bizim için ayrı bir önem
taşımaktadır.
6-
Law of Karma as Perceived by M.
Gandhi, Sri Au- robindho, S. Vivekanand, S. Radhakrishnan, Nirmala Jha,
Yeni Delhi, 1985. Hint düşüncesinde dört ayrı geleneğin temsilcileri
durumundaki çağdaş dört düşünürün karma-tenasüh inancı konusundaki görüşlerini
ele alıp değerlendiren bu araştırma, konumuzun, Upanişadlardan bugüne
geçirdiği değişiklikleri tespit edebilmemiz açısından oldukça yararlıdır.
7-
Development in Early Buddhist Concept
of Kar- ma/Kamma, Paul James McDermott, Yeni Delhi,
1984. Hi- nayana Budizmindeki karma-tenasüh anlayışını ele alıp tartışan bu
değerli çalışma, bizim de aynı konuyu ele alırken karşılaştığımız çeşitli
problemlerin çözümünde kendisinden epeyce yararlandığımız bir eser olmuştur.
8-
The Doctrine of Karman in Jaina
Philosophy, Hel- muth von Glasenapp, (Almancadan İngilizceye
çeviren G.Barry Gifford) Bombay, 1942. Başlığından da kolayca anlaşılabileceği
gibi, bu eser Caynizmdeki karma-tenasüh anlayışı ve onunla ilgili diğer
inançları incelemektedir. Çalışmamızda Caynist karma-tenasüh inancını
araştırırken her bakımdan istifade ettiğimiz araştırmalardan biri olmuştur.
Zaten 1930 yıllarında yapılan bu çalışma, o tarihten sonra aynı konuyla, hatta
Caynizmle ilgili bütün araştırmalarda mutlaka başvurulan klâsik bir
eser'hüviyeti kazanmıştır.
Araştırma konumuzla doğrudan alâkalı
bu araştırmaların yanı sıra Nathmal Tatia'nın Studies in Jaina Philosophy2
isimli çalışması, Harbans Singh'in The Mes- sage of Sikhism'i3, Arthur
L. Hermanin The Problem of
2-
Nathmal Tatia, Studies in
Jaina Philosophy, Varanasi, 1951
3-
Harbans Singh, The Message of
Sikhism, Delhi, 1968
Evil and Indian Thought'u[1]
ve B.N. Tripathi'nin Indian View of Spiritual Bondage[2]
isimli eserleri çalışmamızda kendilerinden oldukça faydalandığımız
araştırmalar arasında yer almıştır.
B - HİNT KÖKENLİ DİNLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Hint veya Hindistan, Asya'nın
güneyinde, tabanı kuzeydeki Himalaya sıradağları olan ve güneye doğru uzanan,
üçgen şeklindeki geniş yarımadaya verilen bir isimdir. Mısır ve Mezopotamya
bölgeleri gibi dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan bu yarımada,
coğrafî konumu nedeniyle Mısır ve Mezopotamya'ya göre daha az yabancı
istilasına maruz kalmıştır. Bölgenin kuzeyinde bir baştan bir başa uzanan
Himalaya sıradağları, onu dünyanın diğer bölgelerinden ayıran tabiî bir
engeldir. Nitekim tarih içerisinde bölgenin dışarıyla münasebeti ve bölgeye
yabancı orduların girişi, büyük oranda, ancak bu dağ silsilesinde yer alan
Hayber, Bolan, Kavak ve Bamyan geçitleri sayesinde mümkün olmuştur.[3]
Dolayısıyla dünyadaki diğer klâsik kültürlerden önemli farklılıklar gösteren
Hint kültür ve medeniyetinin gelişmesi ve uzunca süre orijinalliğini muhafaza
etmesinde bölgenin bu coğrafî özelliğinin önemli katkısı olduğunu söylemek
mümkündür.
Biz bu çalışmamızda, Hint kökenli
dinler ifadesiyle bu bölgede doğan, gelişen Hinduizm, Budizm, Caynizm ve
Sihizmi kastediyoruz. Şüphesiz, tarih boyunca Hint yarımadasındaki dinî
sistemler sadece bunlarla sınırlı değildir. Bunların yanı sıra, Âjîvika inancı
gibi yine Hindis-
tan'da ortaya çıkan ancak bugün ne
mensubu olan ne de kutsal metinleri bize kadar ulaşan Hint menşeli dinî sistemler
olduğu gibi, dünyanın başka bölgelerinde ortaya çıkmış ve zamanla bu bölgede de
yayılmış İslâm, Hristi- yanlık, Parsilik gibi dinler de vardır. Ancak biz
çalışmamızda, sadece bu bölgede ortaya çıkan, dolayısıyla önemli benzerlikler
gösteren ve günümüzde hâlâ varlıklarını sürdüren dinî sistemleri ele aldık.
Bu dinî sistemler arasında tarih
itibarıyla en köklü geleneğe sahip olan din şüphesiz Hinduizmdir. Kendi mensupları
tarafından "Sanatana Dharma" (ezelî-ebedî şeriat) veya sadece
"Dharma" olarak anılan7 bu dinî sistemin, aynı bölgede
ortaya çıkan diğer dinî sistemlerle münasebeti, bazı araştırmacılar tarafından
Yahudiliğin Hristiyanlık ve İslâm gibi diğer semitik dinlerle ilişkisine
benzetilir.8 Bu benzetmenin nedeni, söz konusu bu iki dinî
geleneğin, günümüz dünyasının en eski dinî sistemleri olmalarının ötesinde,
her ikisinin de etnik kökenli millî dinler olmaları ve misyonerliğe yer
vermemeleridir.
Bununla birlikte Hinduizmi Yahudilik
ve diğer dinlerden ayıran en önemli özellik, onun, belli bir kurucusu ve
amentüsünün bulunmayışıdır. K.M. Sen'in ifadesiyle o, büyük bir mimar
tarafından belirli bir zamanda özenle inşa edilmiş bir yapı, sistem değil,
tedricen gelişen ve zamanla bir orman hâline gelen bir ağaç gibidir.[4]
Başlangıç tarihini tam olarak tespit
etme imkânı bulunmamakla birlikte Hinduizmin bilinen tarihi, yaklaşık otuz beş
asırdan daha uzun bir zaman dilimini kapsar.
7-
S.E.Bose, A Catechism of Hindu
Dharma, Yeni Delhi, 1978, s.l S.Radhakrishnan, Indian Religions, Delhi, 1982,
s.73; H.Singh-L.M. Moni, An Introduction to Indian Religions, Patiala, 1973,
s.13
8-
A.L.Basham, "Hinduism", The Concise Encyclopedia
of Living Faiths, Ed.R.C.Zaehner, İngiltere, 1977, s.217
Mevcut kaynaklara göre, en geç M.Ö. 2
bin yılın ortalarında Doğu Avrupa steplerinden gelen Arîler önce kuzey-batı
Hindistan'ı, daha sonra da bütün Kuzey Hindistan'ı istila eder. Onların Hint
yarımadasını yavaş yavaş istila ettikleri bu dönem, aynı zamanda iki ayrı
kültürün birbiriyle karşılaştığı ve kaynaştığı bir devredir. Hinduizm, işte bu
dönemde Arî dinî inanç ve gelenekleri ile yerli Dravidyen inanç ve
geleneklerinin birbiriyle karışımı sonucu ortaya çıkan yeni dinî sistemin
adıdır.[5]
Bununla beraber, ilk dönemlerle ilgili yazılı kaynak ve belgelerin yokluğundan
ötürü, Hinduizmin ihtiva ettiği unsurlardan hangisinin yerli Hint kültürüne
ait, hangisinin de Arî katkısı olduğunu tespit etmek, en azından bugün için
mümkün değildir. Belki 1921 yılından bu yana Mohenje-daro ve Harappa höyüklerinde
yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Arîler öncesi Indus Vadisi
medeniyetine ait hiyerogliflerin çözümlenmesiyle, bu konuda kesin şeyler
söyleme imkânı doğabilir. Fakat bugün bu konuda söylenecek her şey bir varsayım
veya tahminin ötesinde bir anlam taşımayacaktır.[6]
Hinduizmin o günden bugüne gösterdiği
gelişme seyrini, Klâsik Hinduizm, Ortaçağ Hinduizmi ve Modern Hinduizm olmak
üzere üç ana bölümde inceleyebiliriz.[7]
Klâsik Hinduizm dönemi, dinin teşekkülünden M.S. 9. asırdaki Advaita
hareketinin ortaya çıkışına kadar olan devreyi kapsar. Bu dönemin en önemli
özelliği, söz konu-
su din içerisinde meydana gelen
değişme ve gelişmelerin başka bir dinin tesiriyle değil, tamamen kendi
içerisinde ortaya çıkmasıdır. Ortaçağ Hinduizmi adını verdiğimiz ikinci dönem
ise, Bhakti hareketinin13 hızla yayıldığı; söz konusu dinin İslâm
ile karşılaştığı ve buna bağlı olarak din içerisinde ortaya çıkan gelişmeler ve
değişmelerin büyük ölçüde ondan etkilendiği bir devre olarak dikkati çeker.
Modern Hinduizm ise, dindeki değişikliklerin, 19. yüzyılda ortaya çıkan Râm
Mohan Roy'un Brahma Samaj hareketindeki gibi, daha ziyade Hristiyanlık
tesiriyle meydana geldiği dönemdir. Bu devre 1830 yıllarından günümüze kadar
olan dönemi içine alır.
Söz konusu bu ana devreleri biraz
daha yakından ele aldığımızda, Klâsik Hinduizm döneminin kendi içerisinde şu
beş alt devreye ayrıldığını görürüz:
1-
Vedalar Dönemi (tahminen M.Ö.
2000 veya 1500- M.Ö. 400). Vedalar, Brahmanalar, Aranyakalar ve temel
Upanişadlar adıyla anılan Hindu kutsal metinlerinin kompoze edildiği ve yazıya
geçirildiği dönemdir.
2-
Sutralar Dönemi (M.Ö. 500 veya
400- M.Ö. 200). Bu dönem, Hinduizm içerisinde kurban törenlerinin giderek büyük
önem kazanmaya başladığı ve zamanla karmaşık hâle geldiği bir devredir. O, aynı
zamanda kurban törenlerinin el kitabı niteliğindeki Kalpa Sutraların kompoze
edildiği bir dönem olarak da dikkati çeker. Ayrıca ilk olarak Hinduizm
içerisinde birer reform hareketi şeklinde ortaya çıkan Mahavira ve Buda hareketlerinin
müstakil birer din hüviyeti kazanmaları da yine bu döneme rastlamaktadır.
3-
Destanlar Dönemi (M.Ö. 200- M.S.
300). Bu dönem
1.3- Bhakti; kelime olarak "kendini adama veya kendini
verme" anlamına gelir. ^r™ °laraK 10. asırda ilk
olarak güney Hindistan'da ortaya çıkan ve zamanla bütün Hint alt kıtasında
yayılan dinî hareketin adıdır. Onun temel karakteristiği, fert için nihaî
kurtuluşun, ancak ihlâs ve sevgi ile yapılacak ibadet sayesinde mümkün
olduğunu savunmasıdır. Geniş bilgi için bkz., B.N. Tripathi, Indian View of
Spiritual Bondage, Varanasi, 1987, s. 292-294; A Dictionary of Comparative Religion (DCR), Ed. S.G.F.Brandon, New York, 1970,
s.138
de tıpkı Vedalar dönemi gibi.,
Ramayana ve Malıabharata destanları, Yacnavalkya ve Manu Kanunnameleri ve Bha-
gavad Purana gibi Hinduizm açısından büyük öneme sahip kutsal literatürün
teşekkül ve kompoze edildiği, dolayısıyla Hinduizmin bugün mevcut bütün
inançlarının tamamlandığı bir devre olarak dikkati çeker. Aynı dönemin diğer
bir özelliği ise, Hinduizmin din adamlarının tekelinden kurtulup, halka mal
olmasıdır, denilebilir. Teknik bir ifadeyle, bu devre, söz konusu dindeki
Brahmanizm devresinin sona erdiği ve dinin gerçek anlamda Hinduların dini
hâline geldiği bir dönemdir.14
4-
Puranalar Dönemi (M S. 300- 750). Bu
dönemin bilhassa ilk iki asrı, Hinduizmin yayılması açısından altın çağlar
olarak kabul edilir. Çünkü Hinduizm bu dönemde, bütün Hint yarımadasında hâkim
duruma gelmiştir. O, yine aynı dönem içerisinde halka mal olma ve sistemleşme
sürecini de devam ettirmiştir. Ayrıca Puranalar adıyla anılan kutsal literatür
ve Hint felsefî sistemlerinin klâsik metinlerinin tamamlanması da bu dönemde
meydana gelen diğer önemli gelişmeler arasında sayılabilir.
5-
Son Darsana Dönemi (M.S. 750-1000).
İki büyük Hint filozofu Kumarila ve Şankara'nın Advaita sistemini tesis
ettikleri bir devredir. Başka bir deyişle, bu dönem, monizmin Hinduizm
içerisinde bütün dinî sisteme hâkim olduğu bir dönem olarak da karakterize
edilebilir.
Ortaçağ Hinduizmi adını verdiğimiz,
10. asırdan 17. asra kadar süren, dinin ikinci ana devresinde ise, iki önemli
gelişme dikkatimizi çeker. Bunlardan birincisi, güney Hindistan'da ortaya çıkan
bhakti düşüncesinin, karma-yo- ga ve jnana-yoganın yanında üçüncü bir kurtuluş
yolu olarak bütün Hindistan’a yayılmasıdır. Ferdin ancak "kendini
muhabbetle Tanrı'ya vermesi, adaması"15 sayesinde kurtu-
14-
Bkz., D.S. Sharma, a.g.m., s.34
15-
DCR, s. 138; N. Smart, The VVorld's
Keligions, Cambridge, 1989, s.85
luşa ulaşabileceğini savunan Bhakti
düşüncesi, ilk olarak Ramanuja (0.1137) tarafından ortaya atılan Visisthâdvaita
düşüncesinde yer almış ve zaman içerisinde bütün Hint yarımadasına yayılmıştır.
Ramanuja, Sankara'dan (Ö.820) farklı olarak, Tanrı sevgisini, O'na ulaşmada
bilgiden daha üstün tutmuş; ve Tanrı'ya muhabbetle teslimiyetin nihaî kurtuluş
için en kısa yol olduğunu savunmuştur.16
Aynı dönemde ortaya çıkan diğer
önemli gelişme ise, Kabir (M.S.1440- 1518) ve Guru Nanak (M.S.1469-1538) tarafından
15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılın başlarında ortaya atılan ve zamanla ayrı
bir din hüviyeti kazanan Sih hareketidir. Bu hareket, bilhassa başlangıcı
itibarıyla Hinduizm ile İslâmî uzlaştırmayı hedefleyen sinkretistik bir
harekettir. Bu nedenle, söz konusu harekette her iki dinden de unsurların yan yana
bulundukları göze çarpar. Meselâ, gurdwaralarda hiçbir put, resim veya heykelin yer
almaması ve açık seçik bir monoteizmi savunarak Hindu avatar doktrinini
reddetmelerinde şüphesiz İslâmın etkisi büyüktür. Bunun yanı sıra Hinduizmdeki
karma ve tenasüh anlayışı gibi bir kısım doktrinleri aynen kabul ettikleri
görülür.17
Modern Hinduizm döneminde de aynı
şekilde zikredilmeye değer iki gelişme vardır. Bunlardan birincisi, 1830
yıllarında Ram Mohan Roy'un önderliğinde başlayan, Hinduizmi politeistik inanç
ve uygulamalardan kurtararak onu aslî formuna yeniden döndürmeyi amaçlayan
Brahmo Samaj hareketidir. İkinci gelişme ise, Ramakrishna (1834- 1886)
tarafından başlatılan mistik harekettir.[8]
Bu kısa tarihçeden de anlaşılacağı
gibi, bugün yakla-
16-
D.S. Sharma, a.g.m., s. 39-40
17-
N.Smart, The Religious Experience of Mankind, Londra-Glasgow, 1971 s.179 °
şık 600 milyon mensubuyla dünyanın
büyük dinleri arasında yer alan Hinduizm, aynı zamanda dünyanın en eski dinî
geleneklerinden birisidir. Bu geniş tarihî süreçte, söz konusu din içerisinde
çok değişik mezhepler, hatta dinler ortaya çıkmıştır. Sadece bugün yaşayan
Hinduizmin üç temel mezhebinden Vaisnava mezhebinin (Vişnuistler) 20, Saiva
mezhebinin (Şivaistler) 10, Sakta/ Sakti mezhebinin 5 ve bunların dışında da
irili ufaklı yaklaşık 15 mezhebin ^ha bulunduğu gözönüne alınacak olursa,
Hinduizmdeki çeşitliliğin boyutları daha iyi anlaşılabilir.19 Bu
çeşitlilik ve farklılığın yanı sıra bütün bu mezhepleri Hinduizm çatısı altında
toplamamıza imkân veren ortak özellikler de mevcuttur. Bu müşterek unsurlar
genel olarak dört grupta toplanabilir:
1-
Ortak Kutsal Metinler: Bütün Hindu
mezhepleri Veda İlâhîleri başta olmak üzere, Chandogya, Katha, İsa, Mandukya,
Brihadaranyaka, Mundaka gibi temel Upani- şadları, Kaushitaki, Taittiriya ve
Satapatha Brahmana'yı, Brihadaranyaka, Taittiriya, Aitteraya ve Kausitaki
Aranya- ka'yı, Mahabharata ve Ramayana destanları ve Bhagavata Purana'nın
kutsiyetini kabul etmektedir.20
2-
Ortak Olarak İbadet lîdilen ve Hürmet
Gösterilen Tanrılar: Her ne kadar yukarıda zikredilen
ortak kutsal metinlerde bahsi geçen bütün tanrılara Hindular tarafından hürmet
ve saygı gösterilmekte ise de, değişik nedenlerle bunlardan bazıları
diğerlerinden ön plâna çıkmıştır. Meselâ, Vaisnava mezhebinde Vişnu, Saiva
mezhebi için Şiva, Sakti mezhebi için Durga ve Krishna'nın yüce tanrı olarak
görülmeleri böyledir. Ancak Hinduizmde tanrı inancı söz konusu olduğunda
Rig-Veda'nın şu ifadesinin daima göz önünde tutulması gerekir: Aslında
hakikat birdir,
19-
D.S.Sharma, a.g.m., s. 6
20-
D.S.Sharma, a.g.m., s. 7-9
ancak azizler ondan değişik isimlerle
bahsetmişlerdir^ Bu nedenle denilebilir ki, her ne kadar pratikte
farklı isimlerdeki tanrılara ibadet ediliyorsa da, aslında bütün Hinduların
ibadet ettiği Tanrı birdir, hatta aynı tanrıdır.
3-
Ortak Ahlâkî ve Manevî İdealler: Bunlar;
a-Zihnin ve kalbin manevî olarak temizlenmesi, b-İbadet ve oruç ile nefsin
kontrol altına alınması, c-Az ile yetinme, d-Fani ve geçici olanla yetinmeyip,
bunların ardındaki gerçeği, hakikati Öğrenme isteği ve sevgisi, e-Hiçbir
canlıyı öldürmeme, yaralamamadır (ahimsa).
4-
Diğer Ortak İnançlar: Bunları da,
a-Alemin oluşumu ve yapı ile ilgili inançlar, b-Toplumsal organizasyonla
ilgili inançlar, c-Bireyin ruhî gelişimiyle ilgili inançlar, d- Hayatın
gayesiyle ilgili inançlar, e-Karma ve yeniden doğuş inancı olmak üzere beş ana
grupta ele alabiliriz.
a- Alemle İlgili İnançlar: Upanişadlara
göre, âlemin gelişme seyri, madde ile başlar; ve sırasıyla hayat, şuurluluk,
akıl ve yetkinlik basamaklarıyla devam eder. Bu sürecin bir ucunda, hemen
hemen hiç ruhî veçhesi bulunmayan saf madde, diğer ucunda ise, maddî yönü
neredeyse hiç olmayan saf ruh bulunur. Bu iki uç arasında da kısmen madde,
kısmen de ruh olmak üzere iki temel unsurdan oluşan varlıklar sıralanır. Bu varlıklar
da kendi aralarında cansız nesneler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar şeklinde
kategorilere ayrılır. Ayrıca onların Mutlak Ruha benzerlik oranı, insanlar
kategorisinden aşağıya doğru inildikçe azalır. Buna göre, Mutlak Ruha en fazla
benzeyen varlıklar, insanlar kategorisinde yer alanlardır. Ancak bu kategori
içerisinde yer alan bütün varlıklar da aynı özellikte değildir. Meselâ,
sıradan bir kimseyle mukayese edildiğinde, bir sadhuhun (Hindu azizi) Mutlak
Ruha benzerlik derece-
21-
The Hymns of Rig-Veda (Rig-veda),
İng. çev. Ralph T.G. Griffith, Delhi, 1973,1, s. 169
si daha fazladır. İşte bu varlık anlayışı bütün
Hinduları birleştiren müşterek inançlardan biridir.22
Bunun yanı sıra âlemin Brahma'dan
sudur ederek oluştuğu bütün Hindu dini mensuplarını birleştiren bir diğer
inançtır. Başlangıçta sadece Brahma vardı; O'nun dışındaki her şey O'ndan
sudur ederek varlık sahasına çıkmıştır. Ancak bu oluşumun ne zaman ve niçin
meydana geldiği belli değildir. Çünkü o ezelîdir, dolayısıyla zaman sürecinin
dışındadır.23
b - Bütün Hindu mezheplerini
birleştiren sosyal organizasyonla ilgili inanç ise, günümüzde
Hinduizmin en belirgin karakteristiği hâline gelen kast anlayışıdır. Buna göre,
toplum brahmanlar (din adamları), kşatriyalar (yöneticiler ve askerler),
vaisyalar (tüccar, esnaf ve çiftçiler) ve sudralar (hizmetçiler) sınıfı olmak
üzere dört kategoriye ayrılır. Bunların dışında, başta mensup olduğu kastın kurallarını
çiğnemek olmak üzere değişik nedenlerle kast dışına itilmiş ve bugün sayıları
yüz milyonlara varan "paryalar" (dokunulmazlar) sınıfı da mevcuttur.
Böyle bir anlayışın kaynağı
meselesine gelince; onun, Hindistan'ın etnik yapısından kaynaklanan bir zaruret
olduğu ve Arîlerin bu bölgeyi istilasından sonra ortaya çıkan basit
"toplumsal işbölümü" anlayışından kaynaklandığı şeklinde değişik
görüşler24 ileri sürülmekle birlikte, Hindu- lara göre kast yapısı
dinî bir inançtır ve Rig-Veda’ya dayanır. Bu inanca göre, kastlar tamı
Brahma'nın insan şeklinde tasavvur edilen vücudunun çeşitli kısımlarından
yaratıl-
22-
D.S.Sharma, a.g.m., s.15
23-Bu konuda ayrıntılı bilgi için
bkz, Rig-veda, 1,164, 20; X, 90, 121, 129; Mundaka Up. 1. 7; Brh. Up. 1.4; H.
Jacobi," Cosmogony and Cosnıology (Indian)", Encyc. of Rel. and
Ethics (ERE), IV/156-161
24-
Kast sisteminin menşei konusunda
bkz., J.Eggeling, Satapatha B rahmana (1), SBE; 12, s.VII v.d.; Max Weber, The Religion
of India, New York, 1968,
s.55-133; P.L.Bhargava, Fundamentals of Hinduism, s. 88-93; K.M.Sen, Hinduism,
Londra, 1978, s.25-31; D.S.Sharma, a.g.m,, s.16-17
mıştır.25 Buna göre,
brahmanlar Brahma'nın ağzından, kşatriyalar kollarından, vaisyalar midesinden,
sudralar da ayaklarından yaratılmışlardır. Muhtemelen bu menşe farklılığından
dolayıdır ki, gerek psikoloji gerekse yapı itibarıyla insanlar farklı işleri
yapmaya mütemayildir. Bundan dolayı herkesin her şeyden önce, kendi kastının
gereklerini yerine getirmesi gerekir.
Bu sistem içerisinde, ferdin şu
andaki hayatında çalışarak kastını değiştirmesi mümkün değildir. Daha üst
kastlardan birine mensup olarak yeniden dünyaya gelmek ise, ancak şu anda
içinde yaşadığımız kastın gereklerinin eksiksiz yerine getirilmesine bağlı
olarak ölümden sonra gerçekleşebilir.26
c - Hinduları birleştirici
nitelikteki bir başka inanç da, ideal bir insan hayatının dört devreye
ayrılması anlamına gelen Ashrama-dharma inancıdır. Buna göre, ferdin
ruhî tekâmülünün sürekli ve düzenli olabilmesi, ömrünün şu dört safhaya
bölünmesine bağlıdır:
ca - Brahmacarin (öğrencilik
dönemi): Genellikle 10- 25 yaşları arasında, kişinin evini terk ederek bir
brahmin- den kutsal metinleri okuyarak dinini öğrendiği ve hayata hazırlandığı
dönemdir. Bu ferdin kendini tamamıyla öğrenmeye adadığı bir devre olarak
karakterize edilebilir. O bu dönemde dinî emirleri öğrenmekle yükümlüdür, bunların
icrasından sorumlu' değildir.
cb - Grhasthya (evlilik
dönemi): Ferdin birinci safhada öğrendiği bilgileri uygulamaya koymakla
yükümlü olduğu ikinci devredir. Ayrıca o, ferdin içinde yaşadığı topluma ve
ülkesine karşı sorumluluklarını yerine getirmek durumunda olduğu tek devre
olarak da dikkati çeker.
cc - Vânaprastha (ibadet ve
oruç): Kişinin evini ve ai-
25-
Rig-veda, X, 90,12; G.Tümer-A. Küçük,
Dinler Tarihi, Ankara, 1988, s.65
26-
Bkz. Max Weber, The Religion
of India, s.121
leşini terk ederek, mümkün olduğu
kadar beşerî hayatın problemlerinden uzak bir şekilde ormanda veya bir ash-
ramda tefekkür ve zikretme temrinlerine başladığı dönemdir.
cd - Sannyâsa (gezgincilik ve
dilencilik dönemi): Kişinin ailesiyle bütün bağlarını kopararak, kendini
tamamen din yoluna adadığı son devredir. Kişi bu dönemde sadece dilenerek
topladığı yiyecek ve giyeceklerle hayatını devam ettirmek zorundadır. Böyle bir
hayat sürdüren kimselere sannyasin denir.[9]
d- Dördüncü ortak
inanç, hayatın dört temel gayesi olarak dharma, artha, kama ve mokşanın
kabul edilmesidir. Bunları da kısaca açıklamak gerekirse, dharma, dinî ve
ahlâkî kurallarla benimsenen bir hayat sürdürmeyi; artha, ferdin en azından
kendine ve ailesine yetecek kadar mal- mülk sahibi olmasını; kama, cinsel arzu
ve isteklerini meşru olarak yerine getirmesini; ınokşa ise, onun yukarıdaki
amaçları bir yana bırakarak, samsara çarkından kurtulup, mutlak kurtuluşa
ulaşmayı gaye edinmesi ve buna ulaşması anlamına gelir.[10]
5 - Bütün
Hindularca benimsenen son inanç ise, karma ve tenasüh inancıdır. Bu da,
kısaca ferdin bu hayatındaki yapıp etmelerine bağlı olarak, ölümden sonra yine
bu dünyada yeniden bedenleşmesi anlamına gelir. Bu yeniden bedenleşmelerin
insan formunda meydana gelmeleri mümkün olduğu gibi, bitki, hayvan veya geçici
bir süre de olsa cansız varlık formunda olmaları da mümkündür. Bu ortak inanç,
ilerideki sayfalarda ayrıntılı şekilde ele alınıp incelenmeye çalışılmıştır.
"Hint kökenli dinler"
kategorisinde yer alan diğer iki din, Caynizm ve Budizmin ortaya çıkışına gelince;
bu dinî sistemlerin her ikisi de, M.O. 6. asrın sonları ile 7. asrın
başlarında, ilk olarak Hinduizm içerisinde birer reform hareketi şeklinde
ortaya çıkmış ve zamanla ayrı birer din hüviyeti kazanmıştır. Bize göre, söz
konusu bu iki hareketin ortaya çıkışında, geleneksel Hindu dini içerisindeki şu
iki hareketin önemli rolü olduğu görülür: Birincisi, Hindu dinî âyin ve
törenlerinin, bilhassa Asvamedha ve Agnihot- ra gibi kurban törenlerinin,
başlangıçtaki "sade ve herkes tarafından kolaylıkla icra edilebilir"
özelliğini kaybederek, akıl almaz derecede karmaşık ve sadece brahmanlar tarafından
icra edilebilir hâle gelmesidir. Diğer bir ifadeyle, dinî törenler önceden
olduğu gibi, "Tanrının lütfuna ulaşmak veya onun gazabından emin
olmak" gayesi için yapılan birer araç olmaktan çıkmış, kendileri bizatihi
gaye hâline gelmiştir. Netice itibarıyla bu durum, dini, geniş halk
kitlelerinin benimsediği bir sistem olmaktan çıkarmış, ve onun tam anlamıyla
brahmanların tekeline girmesine yol açmıştır. Artık böyle bir sistem içerisinde
bir dindarın içinden geldiği şekilde Tanrıya yalvarıp yakararak kurtuluş
dilemesi, onun adına kurban kesmesi veya hediyeler sunması imkânsız hâle
gelmiştir. Bütün dinî ibadetleri insanlar adına icra etme yetkisi ancak
brahmanlara aittir.29
Üstelik onların tekeli sadece dinî
ibadetlerle de sınırlı kalmamıştır. Öyle ki yine aynı dönemde, kutsal
metinlerin klâsik dili olan Sanskritçenin halk tarafından öğrenilmesi ve
konuşulmasının yasaklandığını görüyoruz.30
ikinci neden ise, böyle bir din
anlayışına bağlı olarak gelişen kast anlayışıdır. Biraz önce de işaret
ettiğimiz gibi,
29-Bool Chand, Lord Mahavira,
Varanasi, 1987, s. 2-3; S.Radhakrishnan, Indian Religions, Delhi, 1985, s. 27
30-Bkz., Abidin İtil, Sanskrit
Kılavuzu, Ankara, s. 5
her ne kadar bu sistemin temelleri
Rig-Veda'ya kadar uzanıyorsa da, onun sosyal hayatta tam olarak uygulanmaya
başlaması yine bu döneme rastlamaktadır.31
İşte böyle bir çevrede dünyaya gelen
Mahavira (M.Ö. 599-527) ve Buda (M.Ö. 563-481), her ikisi de Hindu geleneklerine
göre yetişmiş ve kşatriya kastına mensup kimselerdi. Yine her ikisinin de
çocukluk dönemleri refah ve mutluluk içerisinde geçmişti. Dinî törenlerin
giderek mekanikleştiğini ve dindar insanların brahmanların hegemonyası
altında ezildiğini gören bu iki prens, birbirinden habersiz ve farklı
zamanlarda, yeniden ilk ve saf Hinduizme dönmek ve böylece bütün insanlığı acı
ve ıstıraptan kurtararak mutluluğa kavuşturmak gayesiyle yola çıkmıştır.32
IBu iki liderden birisi olan
Mahavira'nın sistemleştirdiği ve bugün için sadece Hindistan'da iki milyon
civarında mensubu bulunan Caynizm, ibadet ve oruç hayatına aşırı önem veren bir
dindir. Bu dinin gayesi, insanı, Tanrı veya tanrıların yardım ve inayetini
beklemeden katı ibadet ve oruç hayatı yaşatarak, içinde bulunduğu acı ve
ıstırap çemberinden kurtarmaktır. Diğer bir ifadeyle, kişiyi, hareketin
kurucusu Parsva, sistemleştiricisi Mahavira ve diğer Tirt- hankaralar (köprüyü
geçenler) gibi, "samsara" okyanusunu geçerek kevalajnana veya
jivanmukti denilen kutsal sahile ulaştırmaktır. Zaten dinin isminin kaynağı
"jain" veya "ci- na" terimleri "muzaffer, fatih"
anlamına gelir ki, burada kazanılan zafer dışarıdaki bir düşmana karşı değil,
nefsin ar-
31-J.Eggeling, Satapatha Brahmana (I)'ya yazdığı Önsöz'dcn,
SBE: 12, s.XII- XIII; B.
Chand, Lord Mahavira, s. 3; E.R.Pike, Encyc. of Rel. and Religions, London,
1951, s. 84; Brandon, DCR, s.176
32-
Görüldüğü gibi gerek ortaya
çıktıkları dönemin şartları, gerekse din adamlarının bu dönemdeki tutumları
itibarıyla Mahavira ve Huda'nın ortaya çıkışı i- le, Hrıstiyanlıkta XVI.
yüzyılda M. Luther'in başlattığı reform hareketi arasında önemli benzerlikler
vardır. Bkz.,D.S. Sharma, a.g.m., s.32; G.Tümer- A.Küçük, Dinler Tarihi, s.71
zu ve isteklerine karşı kazanılan bir
zaferdir. Bütün Tjrt- hankaralar bu konuda başarı sağlamış oldukları için
"cay- nalar" olarak isimlendirilmektedir.[11]^
Önerdiği katı ibadet ve oruç
hayatıyla dikkati çeken bu sistemin ikinci önemli karakteristiği de
Zahimsa" anlayı- şıdır. Caynizm için ahimsa, tek hücreli canlıdan
insana varıncaya kadar hiçbir canlıyı öldürmeme, yaralamama, hatta incitmeme
anlamına gelir. Bilhassa Caynist rahipler bu kuralı ihlâl etmemek için, nefes
alıp verirken veya yürürken en küçük böceğin ölümüne meydan vermeme endişesiyle
ağızlarından sürekli bir örtüyü, ellerinden de süpürgeyi eksik etmezler.
Ayrıca bütün Caynistlerin çiftçilik, kasaplık ve alkol alım satımı gibi başka
canlıların zarar görmesine yol açacak mesleklerde çalışmaları yasaklanmıştır,)
Tarih içerisinde bu dinî sistem, M.Ö.
3. asırda Etigam- bara (hava giyinen) ve Svetambara (beyaz giyinen) olmhk üzere
iki mezhebe ayrılmıştır. Ancak bu bölünmenin teorik temellere dayanmaktan
ziyade, öngörülen reçeteyi uygulama aşamasında elbise giyip giymeme tartışmasından
ortaya çıktığı kabul edilir .^Bununla birlikte, 15. yüzyılda Svetambara
mezhebi içerisinde ortaya çıkan Stahanakavasi ekolü ise, muhtemelen Islâmın
etkisiyle, ibadet anında herhangi bir heykel veya put üzerine tefekkür
edilmesine karşı çıkmıştır. Bu nedenle o, Caynizm içerisinde teorik ve pratik
görüş ayrılıklarından ortaya çıkan ilk ve tek mezhep olarak görülebilir.^
Buda tarafından kurulan diğer dinî
sistem ise, bilindiği gibi, kurucusuna nispetle Budizm adıyla anılır. Budizm,
hemen hemen aynı dönemde sistemleştirilen Caynizmin aksine, kısa zamanda Hint
Yarımadası dışına çıkmış ve evrensel bir din hâline gelmiştir. Günümüzde o,
Çin, Tay-
land, Birmanya, Kore, Moğolistan ve
Sri Lanka başta olmak üzere bütün doğu ve güneydoğu Asya'nın hâkim dini
durumundadır. Bunun yanı sıra Avrupa ve Amerika kıtalarında da azımsanmayacak
sayıda Budist vardır. Ayrıca Budizm, bugün dünyada en hızlı yayılan dinlerin
başında gelir.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi,
Hinduizmdeki katı kast anlayışına, mekanikleşen dinî törenlere ve Brahmanla-
rın dindarlar üzerindeki giderek artan baskısına bir reaksiyon olarak ortaya
çıkan Buda, Tanrı, ahir et, kozmoloji, ontoloji gibi metafizik konulara hiç
temas etmemiştir. O, insanların böyle problemler yerine, "dört temel hakikat"
adını verdiği gerçekler üzerinde düşünmelerini telkin etmiştir.[12]
Bilindiği gibi bu dört temel hakikat, a) ıstırabın varlığı, b) onun bir
kaynağının bulunduğu, c) bu ıstırabın giderilerek iç huzurun elde edilmesinin
imkânı, d) ıstırapları giderme yolunun ne olduğuduı.
Buda bu hakikatlerden ilk üçünün
varlığını idrak ettikten sonra, dördüncünün, yani ıstırabı dindirmenin çaresinin
ne olduğunu araştırmaya koyulur. Bu aşamada, sıra-
sıyla iki aşırılık adını verdiği, her
türlü maddî imkâna sahip bulunduğu saray hayatı ile katı bir nefis kontrolü ve
çile hayatı yaşadıktan sonra, kendisinin orta yol adını verdiği nihaî
kurtuluş yolunu keşfeder. Bu yol, a) doğru söz, b) doğru davranış, c)
doğru geçim, d) doğru muhakeme, e) doğru murakabe, f) doğru anlayış, g) doğru
düşünce, h) doğru niyet basamaklarından oluşur.
Buda, nirvanaya ulaşmasından ölümüne
kadar geçen yaklaşık kırk beş yıllık zaman içerisinde keşfettiği bu hakikatleri
diğer insanlara anlatarak, onları acı ve ıstırap çemberinden kurtarmaya çalışmıştır.
Onun ölümünden sonra bu tebliğ görevinin, öğrencileri tarafından günümüze kadar
başarı ile yerine getirildiği de bir gerçektir.[13]
Son olarak, "Hint kökenli
dinler" grubunda ele alınan ve 16. yüzyılda Guru Nanak (M.S.1469-1538)
tarafından sistemleştirilen dördüncü dinî gelenek, Sihizme temas etmek
istiyoruz. Yine Hinduizm içerisinde ortaya çıkan bu yeni dinî sistemin
temelinde de başlıca iki önemli olayın etkili olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan
birincisi, İslâmın bilhassa Hindistan'ın kuzeybatı» bölgelerinde yayılması ve
bunun sonucunda ortaya çıkan İslâm ve Hinduizmi uzlaştırma gayretleridir. Bu
açıdan bakıldığında Sihizm, bilhassa başlangıcı itibarıyla uzlaştırmacı bir
hareket olarak görülebilir. Nanak, Hinduizmin örf, âdet ve kültürünü tasfiye
etmek, politeizmi, putçuluğu ve kast sistemini ortadan kaldırıp İslâm ile
Hinduizm arasında orta bir yol bulmak istemiştir.[14]
Bilhassa Guru Nanak tarafından
öğretilen dindarlık
35-Budizmle ilgili bu bilgiler şu
kaynaklardan özetlenmiştir: W. S. Rahula, What the Buddha Taught, s. 1-15; E.W. Hopkins, The
Religions of India, New Delhi, 1970 s. 298-347; G.Tümer -A.Küçük, a.g.e.,
s.91-97; DCR, s.157-161
disiplini ve kurtuluş yolu dikkatlice
incelendiğinde görüleceği gibi, Sih hareketinin ortaya çıkışındaki ikinci
neden, 11. asırdan beri Hindistan'da hızla yayılmakta olan Bhakti geleneğidir.
Nitekim Sihizm de, tıpkı Bhakti geleneği gibi, ısrarla nihaî kurtuluşun ancak
kişinin Tanrı'yı severek, kendini O'na adamasıyla mümkün olabileceğini savunmuştur.[15]
Kabîr ve Guru Nanak'ın çalışmalarıyla
başlayan, bunlardan sonra gelen dokuz gurunun çalışmalarıyla sistemleşen ve
müstakil bir din hüviyeti kazanan Sihizmin günümüzde, çoğunluğu Hindistan'da
olmak üzere 15-20 milyon civarında mensubu bulunmaktadır.[16]
Sihizmin en önemli özelliklerinden
biri, şüphesiz, savunduğu tek Tanrı inancıdır. Maya, samsara ve mokşa gibi
bazı Hindu inançlarına kendi sistemi içerisinde yer vermiş olmasının yanı sıra
o, Tanrı konusundaki tutumuyla bu dinden önemli ölçüde ayrılır. Adi Grant'da
Sat, Ram, Mo- han, Hari, Hûda, Gobind gibi çok değişik isim ve sıfatlarla
anılan Tanrı, her şeyin kendisinden sudur ettiği yegâne Hakikattir. O'nun
varlığı ve birliği hissedilebilir, ancak kelimelerle ifade edilemez. O hiçbir
şekilde tanımlanamaz; yani o nirgunadır. O'nun değişik özelliklerini ifade
etmek için kullanılan antropomorfik vasıflamalar, O'nu tam olarak anlatmaktan
uzaktır. Kısacası O, her şeye gücü yeten, her şeyin kendisinden sudur ettiği,
âlemde olup bitenden haberdar, ancak kelimelerle ifade edilemeyen bir Haki-
kat'tir, yüce Kudret'tir.[17]
C - HİNT KÖKENLİ DİNLERİN ORTAK
İNANÇLARI
Tanrı ve varlık konusunda nispeten
farklı anlayışlara sahip Hint kökenli dinlerin, hayata ve insana bakış açılarında
ise şaşırtıcı bir benzerlik göze çarpar. Nitekim yukarıda zikredilen dört dinî
sistemin her biri için de, varoluş -ister yeryüzünde isterse başka bir
metafizik ortamda olsun- acı ve kederden ibarettir. Bu nedenle, insanoğlu
hangi varoluş basamağında bulunursa bulunsun, nihaî kurtuluşa ulaşamadığı sürece
acı ve kederle dolu bu hayatı tekrar tekrar yaşamak durumundadır.
Hint kökenli dinlerde, ferdin böyle
sıkıntılı bir varoluş girdabına düşmesinin temel nedeni, bu varoluşun mahiyeti
ve ondan kurtuluşun imkânı konusundaki ortak görüşleri yaygın olarak maya,
karma, samsara ve mokşa (nirva- na) öğretileriyle ifade edilir.
Şimdi biz bu ortak inançlar üzerinde biraz daha durmak gerektiğini düşünüyoruz.
a - Maya veya^vidyâ inancı: Maya kelime
olarak, yanılgı, illüzyon ve gerçekliği olmayan bir şeyin hakikat olarak
algılanması demektir. Hint kökenli dinlerde ise o, kişinin gerçeği
kavrayarak nihaî kurtuluşa ulaşmasını engelleyen unsur anlamını ifade eder.
Ancak gerek Rig-Veda ve Briha- ranyaka Upanişad Hindu kutsal metinlerinde,
gerekse Si- hizmin kutsal kitabı Adi Grant'da maya teriminin, genellikle
"Tanrı'nın yaratıcı ve değiştirici kudreti; veya bu kudretin eseri olarak
yarattığı tabiat" anlamında kullanıldığını görüyoruz.[18] Bu
nedenle, söz konusu terimin delâlet ettiği illüzyon veya yanılgı mânâsının mutlak
değil; ferdin, fenomenler âlemindeki varlıkların varlığı ve mahiyetiyle ilgili
yanılgısı şeklinde anlaşılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Çünkü
fert, tabiattaki varlıkların mahiyetini id-
rak edemediği için, tek ve yegâne
hakikat olan Tanrı'yı unutur ve sadece bu varlıklara yönelir. İşte bu fani
şeylere karşı gösterilen aşırı arzu ve istek, onun hem varoluşunun hem de
burada maruz kaldığı acı ve ıstırabın temel nedenidir.
Muhtemelen bu nedenledir ki, maya terimi
birçok araştırmacı tarafından avidyâ terimiyle aynı anlamda kullanılmıştır.
Nitekim Hinduizm -Sankhya ve Carvaka ekolleri hariç- ve Sihizme göre avidyâ
terimi de, fenomenler âlemindeki varlıkların çokluk ve çeşitliliğine kapılarak
aslında tek olan Hakikat'in idrak edilememesidir. Sankhya ekolüne göre ise
avidyâ, fenomenler dünyasının temelindeki iki temel prensip Prakriti ve
Purusa'nm varlığının farkına varamamaktır. Carvaka ise, materyalist bir sistem
olduğu için eşyanın hakikati ve onun ardındaki gerçeğin araştırılması gibi bir
problemle ilgilenmez.^
Budizme göre avidyâ, gerçekte
nedensellik çemberine bağlı olarak sürekli değişen varlıkların, mutlak hakikat
ve değişmez zannedilmesidir. Avidyâ aynı zamanda, 12 halkadan oluşan Budist
nedensellik çemberinin ilk halkasını ve âlemdeki her türlü kötülüğün üç temel
nedeninden birisini de teşkil eder.41 Hatta bu nedenlerden diğer
ikisi lobha (açgözlülük) ve dosanın (nefret) da, eşyanın gerçek mahiyetini
kavrayamamaktamÇaynaklandığı göz önüne alındığında, avidyâ, tıpkı Hinduizm ve
Sihizmdeki gibi Budizme göre de, âlemdeki kötülüğün tek ve yegâne sebebi olduğu
iddia edilebilir.
y_ Caynizm açısından bakıldığında da,
avidyâ, jiva atomunun ilk hareketinin, dolayısıyla varoluşun temel nedenidir.
Çünkü Caynist düşünceye göre, fenomenler âleminin oluşumu, jiva atomlarının
böyle bir hareketi sonucu etrafındaki pudgala atomlarının onunla temasa
geçmesi ve
41-
B.N.Tripathi, Indian View of
Spiritual Bondage, s. 141
bu ilişki sonrasında jivanın
tekâmülüyle devam eden bir süreç sonucundadır. Böyle bir varoluş sürecinin
hiçbir basamağında Tanrı veya benzeri bir yüce Kudret'in müdahalesi söz
konusu değildir. Sistemin bu özelliği de dikkate alınınca, avidyânın, gerek
varoluş âleminin oluşumu, gerekse bu âlemdeki acı ve sıkıntının mevcudiyetinde
ne kadar önemli bir faktör olduğu daha iyi anlaşılabilecektir. ^
Sonuç itibarıyla maya veya avidyâ,
bütün Hint kökenli dinlere göre ferdin maruz kaldığı her türlü acı ve ıstırabın
nihaî sebebi olan ezelî prensiptir. Bunun da ötesinde o, Budizm ve Caynizme göre
acı ve sıkıntılı varoluşun temel nedenidir.
b - Samsara ve Karma İnancı: Samsara dünyevî
hayattaki doğum-ölüm-yeniden doğuş döngüsünü ifade eder. Karma ise, ruhun bu
fasit dairedeki hareketini düzenleyen prensibin adıdır.
Samsara inancı, dilimizde daha ziyade
tenasüh kavramıyla ifade edilir. El-Birûnî et-Tahkik isimli eserinde
Hindu tenasüh anlayışı konusunda şöyle diyor:" Şehadet kelimesi İslâm,
teslis Hristiyanlık, cumartesi gününe saygı da Yahudilik için ne derece önemli
ise, tenasüh de Hindular için aynı derecede önemlidir. Bundan dolayı tenasühe
inanmayan bir Hindu düşünülemez; zaten söz konusu din mensupları da böyle bir
kimseyi Hindu kabul etmezler."[19]
(fine el-Birûnî'den öğrendiğimize
göre, Hinduların tenasühe inanmalarının nedeni, ruhun nihaî kurtuluşunu temin
edecek mutlak bilginin, ancak böyle silsile hâlindeki varoluşlar süresinde
cüzlerin tek tek tecrübe edilmesiyle elde edilebileceğine inanmalarıdır. Çünkü
tek bir varoluş müddetince böyle bir tecrübenin tamamlanabilmesi mümkün
değildir^3
Gerçekten, Birûnî'nin de açıkça ifade
ettiği gibi, tenasüh ve onun düzenleyicisi karma inancı Hinduizmin temel
özelliklerindendir. Üstelik onun, bu din içerisinde birer reform hareketi
şeklinde ortaya çıkan ve zamanla ayrı dinler hâline gelen Caynizm, Budizm ve
Sihizm tarafından da benimsendiği görülür. Tarihî Hindu tenasüh anlayışının
yanı sıra, ondan nispeten farklı özellikler gösteren Budist ve Caynistlerin bu
konudaki inançları önümüzdeki sayfalarda ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Sihizm ise, Hindu tenasüh anlayışını aynen benimsediği için onun ayrıca
incelenmesine gerek görülmemiştir.
c - Mokşa veya Nirvana İnancı: Hint kökenli
dinlerin üçüncü ortak özelliği, avidyâ ve samsara çarkından kurtuluş imkânının
kabul edilmesidir. Söz konusu dinlere ait kutsal literatürde böyle bir
kurtuluşu ifade etmek için mokşa, mukti, nirvana (nibbana) ve apayarga
gibi pek çok terimin kullanıldığı görülür. Ancak bütün bu terimlerden,
bilhassa günümüz literatüründe, mokşa ve nirvana- nın diğerlerinden daha sık kullanıldığını
görüyoruz. Bu iki terim, kelime olarak, "mutlak sükûnet, aydınlanma, kayıtsız
şartsız özgürlük ve en yüksek mutluluk" anlamlarına gelir.
Nirvana/Mokşa'nın terim anlamı ise, kişinin doğum- ölüm girdabından,
dolayısıyla bunun neden olduğu her türlü acı ve kederden kurtulup mutlak
aydınlanmaya kavuşması demektir.44
Teistik dinler olması dolayısıyla
Hinduizm ve Sihizm için böyle bir kurtuluş/aydınlanma, fenomenler dünyasının
temelindeki tek ve yüce Hcikikatin idrak edilmesidir.45 Bu arada
Upanişadlar ve ona dayanan Advaita Vedanta ekolüne göre ise, nihaî kurtuluş,
ferdî ruhun (atman) ev-
44-
Bu konuda bkz., C.A.F, Rhys
Davids," Moksa ", ERE, VI1I/770; E.M. Esnoul," Moksa ", ER,
X/28-29; L.de la Vallee
Poussin," Nirvana ", ERE, IX/376; T.P. Kasulis," Nirvana ",
ER, X/448-456
45-
B.N. Singh, Dictionary, s.176-177;
Cok-Sambhi, The Sikhs, s.85
rensel ruhla (Brahman) özdeşliğini
idrak etmesidir. Nitekim Mundaka Upanişad'da nihaî kurtuluşun mahiyeti ve
onunla birlikte ortaya çıkan özellikler şöyle tasvir edilmektedir: "Ferdî
ben'in Yüce Brahman'la özdeşliği idrak edilerek, hakikatin aslında tek ve bir
olduğu kavranılınca, kalbin bütün düğümleri çözülür, bütün şüpheler ortadan
kalkar ve arzu-istekten kaynaklanan her türlü karma da sona erer."46
Budizm ve Caynizme göre mutlak
aydınlanma/nihaî kurtuluş, Tanrı veya benzeri bir Yüce Kudret'in idrak edilmesi
değil, sadece eşyanın aslının kavranılmasıdır. Budizm açısından bunun anlamı,
eşyanın hiçliğinin, faniliğinin idrak edilerek içimizdeki varoluş arzusunun sona
ermesidir. Caynizm için ise, jivanın her türlü karmik birikim ve maddî unsurdan
arınarak yeniden aslî formunu kazanmasıdır. Bu da cehaletin, her türlü
arzu-isteğin ve bunun sonucunda ortaya çıkan sıkıntıların sona ermesi anlamına
gelir.47
C-Son olarak, burada sözü edilen mutlak
aydınlanma hâlinin, ancak ölümle birlikte gerçekleşecek bir durum olmadığına
da işaret etmek gerekir. O, kişinin henüz yaşarken ulaşacağı bir mertebedir.
Nitekim böyle kimselere ji- vanmukti adı verilir^8 Kişinin bu
noktadan ölümüne kadar geçen zaman süresince icra edeceği her türlü fiil ise,
şahsî arzu-isteklerden kaynaklanmadıkları için, fert açısından kayıtlayıcı
nitelik taşımaz. Bu tür karma, Hint düşüncesinde kavrulmuş tohum örneğiyle
ifade edilir. Nasıl ki kavrulmuş tohumların filiz vermesi tasavvur edilemezse,
aynı şekilde jivanmuktinin amellerinin onu kayıtlaması
46-Mundaka Up., II.2.8
47-B.N.Singh, Dictionary, s.166-167;
L.De la Vallee Poussin," Nirvana ", ERE, IX/376-377
söz konusu değildir.[20]
Buraya kadar sayılan ortak inançlara
ilâve olarak, bütün Hint kökenli dinlerin, ferdin böyle bir nihaî kurtuluşa
ulaşabilmesi için önerdikleri reçetelerdeki benzerliğe de işaret etmek
istiyorum. Her ne kadar her bir dinî sistemin reçetesi ayrıntıları yönünden
farklı ise de, hepsi oruç hayatı ve yoga egzersizlerini böyle bir gayenin
tahakkuku için zorunlu görmektedir. Bu da onların bir diğer ortak inancı veya
uygulaması olarak telâkki edilebilir.
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ
ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ
A- KARMANIN ANLAMI ve MAHİYETİ
Karma terimi Batı dünyasına ilk defa, teozofistlerin1
18. yüzyıl sonrasındaki çalışmaları sonucunda Hint düşüncesiyle ilgili
teknik bir terim olarak girmiş; zaman içerisinde günlük dilde kullanılmaya
başlanmıştır. Ülkemize de onun. Batı dünyasında ortaya çıkan bu yöndeki
gelişmelerin bir yansıması olarak Hint sübjektif düşüncesi ile çağdaş Batı
teknolojisini uzlaştırdıklarını iddia eden yarı mistik bazı dernek ve
kuruluşların[21]
yazılı ve sözlü faaliyetleri sonucunda girdiği söylenebilir. Bu terim, aynen
Batı'da olduğu gibi bizde de önceleri sadece Hint düşüncesine ait eserlerde,
bu düşünceye ait teknik bir terim olarak kullanılmıştır. Bugün ise,
"karma" veya "karmik birikim" gibi ifadele- 1-Teosophy veya
Theosophical Society:(J870 yıllarında ilk olarak Hindistan’da Madras
yakınlarındaki Adyar'da Bayan Helena Blavatsky ve Colonei Olcott
tarafından kurulan mistik organizasyon. Hint düşüncesinin diğer
düşüncelerden daha üstün olduğunu ve Tanrı'nın ancak sezgisel olarak mistik
yolla idrak edilebileceğini savunan bu düşünce kısa sürede genişlemiş ve Hint
düşüncesi- n!n Şatj’d[22]
yayılması ve tanınmasında önemli rolü olmuştur.Bu konuda geniş bilgi için bkz.
Basham, A.L., "Hinduism", The Concise Encyc. of
Living haiths Ed. R.C.Zaehner, Great Britain, 1977, s. 217-254KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ rin konuşma dilinde ve
bilgisayar oyunlarında yer almaya başladığı görülmektedir. Öyle görünüyor ki,
muhtelif kültürlere özgü bu ve benzeri terimlerin kullanım alanları, iletişim
alanındaki baş döndürücü gelişmelerle birlikte hızla gelişecek ve
genişleyecektir.
ÇHint dinî düşüncesinin dört temel
kavramından biri olan karma terimi, kelime anlamı itibarıyla Sanskritçe
"yapmak, hareket etmek, ortaya koymak" anlamlarına gelen Kri kökünden
türeyen bir isimdir.3 Pali dilinde kam- ma, Tibetçede las,
Çincede yeh veya yin-kou, Japoncada ise go ve inga terimleriyle
ifade edilen karmanın sözlük anlamı, "yapılan şey" veya "fiil"
demektir.4)
Bunun yanı sıra onun, bilhassa Hint
dinî literatüründe başlıca şu üç anlamda kullanıldığını görüyoruz:
1-
Karma, belirli bir istek ve arzu
sonucunda ortaya çıkan dinî ve dünyevî karakterli her türlü fiildir, eylemdir,
iştir.5 Nitekim o, Veda İlâhileri ve Brahmanalar'dâ, sadece dinî ve
ahlâkî öneme sahip kurban töreni, adak, kefaret ve riyazet temrinleri anlamında
kullanılmıştır. Bundan dolayı, Brahmanalar'da ferdi nihaî kurtuluşa götüren bu
yola "karma marga", yani dinî ayin ve törenleri tam olarak yerine
getirerek kurtuluşa ulaşma yolu adı verildiğini görüyoruz.6
Aynı kavram Upanişadlar ve Gita’da
ise, çoğunlukla kişinin manevî bakımdan gelişmesine yardımcı her türlü
3-
W. Mohany,"Karman: Hindu and Jain
Concepts”, Encyclopedia of Religion (ER) (I-XVI),VIII/262; L. De la Vallee
Pousin, "Karma", Encyclopedia of Religion and Ethics (ERE) (I-XVI), VII/673-674;
M. Hiriyana, Outlines of Indian Philosophy, London, 1967,s.H8
4-
ER, VIII/262; ERE, VII/673-674;
5-
S.C.Bose, A Catechism of Hindu
Dharma, New Delhi, 1978,
s.39; R.Paudya, Indian Studies in Philosophy, s.208; KXAnand, Indian
Philosophy, Delhi, 1982, s. 12
P.V.Kane, History of Dharınasastras
(I-V), Poona, 1977, V/Il, s. 1532-1533. Kane, Karma teriminin söz konusu
literatürde bu anlamda kullanıldığını göstermek için Rig-Veda, 1,22,12;
61,13;62,6;101,4; X,54,4;131,4 ve daha birçok beytini delil olarak gösterir;
M.Hiriyana, Outlines of Indian Philosophy, s.118dinî ibadet
anlamında kullanılmış7 ve ferdin geleceğini belirleyen ve samsara
çarkını döndüren yegâne âmil8 olarak nitelendirilmiştir.
Onun Hint kutsal literatüründe daha
ziyade "dinî bakımdan önemli eylem veya kurban töreni" anlamında kullanılması,
bazı dilcilerin onu, İngilizce "ceremony" kelimesinin eşanlamlısı
gibi düşünmelerine de yol açmıştır. Zira bilindiği gibi, ceremony terimi
İngilizcede, "belirlenmiş kurallara göre icra edilen hareketler
kombinezonu" anlamını ifade eder ki, bu anlam da karma teriminde
saklıdır.9 Ancak karma ve ceremony terimleri, ilk
bakışta eşanlamlı iki terim gibi görünüyorsa da, karma terimi bu anlamın
ötesinde Hint düşüncesinde bir inancı da ifade etmektedir. Bu nedenle onun
anlamının, ceremony teriminin İngilizcede delâlet ettiği anlamdan daha
şumullü olduğu söylenebilir.
2- Karma ikinci olarak, birinci şıkta
anlatılan iradî fiiller ve davranışlar sonucunda ortaya çıkan mistik güç veya
bunların ruhta bıraktıkları manevî etkiyi ifade eder.10 Birinci
anlamına nispetle daha az kullanılan bu İkincisini en bariz şekilde Gita'nın şu
ibaresinde görüyoruz: Savaş arabası sürücüsü formundaki Krişna, Arjuna'ya şöyle
sesleniyor: " ...Herkes çaresiz bir şekilde kendi karmasına bağlı hareketlere
sürüklenir."[23]
Burada karma terimiyle kastedilen, dinî veya dünyevî mahiyetteki
herhangi bir eylem değil, aksine ferdin şu ana kadar işlediği böyle eylemler
sonucu oluşan ve ferdi, şu anda içinde bulunduğu, kötü
6-
ERE, VII/677; Örnek
için bkz. Brihadarayaka Upanişad (Brh.Up.) 1,4,15; Mundaka Upanişad (Mun.Up.)
11,2-8; Bhagavad-gita (Gita), III/5, V/7-8
7-
Brh.Up.IV .4 .5-6; Chandogya Up. V.10;
Katho Up.XI.5.7; Gita,11.47,49
8-
ER, VIII/262
9-
B.N.Singh,Dictionary of Indian
Philosophy (Dictionary), s.132; R.Das, "The Theory of Karma and Its
Difficulties” Quest 22 (1959),15-18,s.18; R.
Paudya, Ind. Studies in Philosophy,
s. 208KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ durumlara iten,
gözle görülemez nitelikteki etkilerdir.
Yine mahiyeti itibarıyla biraz farklı
olmakla birlikte, karma teriminin Caynizmde delâlet ettiği anlam da buna çok
yakındır. Nitekim bu dinî sistemde karma, Tanrı'ya bile gerek olmaksızın,
bilfiil ortaya çıkma ve ferdin kaderini belirleyebilme kudretine sahip gizli
güç şeklinde yorumlanır.
3 - Üçüncü olarak karma, iradî
fiiller ile sonuçları arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve âlemdeki adaleti temin
eden bir prensip veya doktrin anlamında kullanılmaktadır. Buna göre iyi
veya kötü her iradî fiil, zorunlu olarak mahiyetine uygun bir sonuç ortaya
çıkaracaktır. Faili ka- yıtlayıcı nitelikteki bu sonuç belli bir süre kuvve
hâlinde kaldıktan sonra, bilfiil ortaya çıkar, yani fail üzerinde açıkça
etkisini gösterir. Karma, işte böyle bir sonucun zorunluluğunu ifade
eden bir prensibe verilen isimdir. Bu anlamı itibarıyla o, fizikteki sebeplilik
ilkesinin ahlâkî alandaki uzantısı olarak veya determinizm şeklinde
anlaşılabilir.12 Nitekim W.Mohany, karmayı bir kimsenin
mevcut statüsünü, onun geçmişteki fiilleri ve psişik özelliklerince ekilen
tohumların bir semeresi, geleceği de bugün sahip olduğumuz kişisel
özelliklerin ve sergilediğimiz davranışların zorunlu bir sonucu olarak gören;
fert ve toplum hayatı üzerinde belirleyici özelliğe sahip bir sistem şeklinde
tarif ederken13, böyle bir anlayıştan yola çıkmaktadır.
Diğer taraftan karma teriminin,
Hindistan'ın dinî ve kültürel hayatında daha ziyade reenkarnasyon veya yeniden
doğuş kavramlarıyla birlikte kullanıldığı gözönüne alındığında, onun bu şekilde
anlaşılmasının diğer iki anlamından daha yaygın olduğu söylenebilir. Ayrıca karma
12-ERE, VII/674; ER, VIII/262; S.D.
Clıatterjee-D.Datta, Introduction to Philosophy, Calcutta,l984, s.15; R.
Paudya, a.g.e., s.208; B.C. Sinha, Hinduism and Symbol Worship, Delhi, 1983,
s.lCı
13- ER, VIII/262; Ayrıca bkz.
Chandogya Up.V,10.7; S. Radhakrishnan, Idealistic View of Life, London, 1947,
s.275;başlığını taşıyan bir kısım makale ve kitaplarda sadece karmanın
bu anlamı üzerinde durulması da, bizim bu görüşümüzün ne kadar isabetli ve
onun bu anlamının ne kadar yaygın olduğunu gösteren bir başka delil olarak
zikredilebilir.[24]
Biz, bir sistem veya inanç olarak
karmayı önümüzdeki sayfalarda ayrıntılı bir biçimde ele alıp incelemeyi düşünüyoruz.
Ancak bundan daha önce, iradî fiil anlamındaki karmanın ortaya çıkışı ve
çeşitleri üzerinde durmanın, onun Hint dinî düşüncesindeki yerini ve anlamını
kavramaya yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
a- Karmanın Meydana Gelişi
Bilindiği gibi, zahirî bir fiil veya eylem ya bir
görev duygusuyla veya karşılaşılan bir durum sebebiyle iradî olarak ya da bir
refleks şeklinde otomatik olarak ortaya çıkar.[25]
İşte karma terimi genellikle bu iki tür hareketten birincisine, yani iradî
olarak icra edilen fiil veya eylem anlamına gelir. Hint düşüncesine göre,
fizikî anlamdaki böyle bir karmanın oluşumu ise en azından üç merhaleyi içerir.
Birinci merhale, hazırlık dönemi olarak da isimlendirebi- leceğimiz
"prayoga"dır. Prayoga; niyet, yapılacak işi zihinde tasarlama
ve onun için gereklî~cTığer bütün ön hazırlıkları yapma gibi fiilin
tahakkukuna kadar geçen zaman içerisinde olup biten her türlü zihnî ve bedenî
faaliyetleri kapsar. Söz gelimi, hırsızlık yapmak isteyen bir kimseninKARMA
ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ onu düşünmesi, plânlaması,
gireceği ev veya işyeri hakkında bilgi toplaması, oraya nasıl ve ne zaman
gireceğini tasarlaması gibi bütün ön hazırlıklara prayoga denir.16
Prayoga aşaması,
bilhassa karmanın ahlâkî açıdan değerlendirilmesinde büyük öneme sahiptir.
Çünkü Hint düşüncesine göre, dinî veya seküler nitelikteki her türlü karmanın
iyi veya kötü olarak nitelendirilmesi, İslâmda olduğu gibi, tamamıyla bu dönem
içinde yer alan ve karmanın oluşum sürecinin başlangıcı sayılabilecek niyete
bağlıdır.17
Karmanın oluşumundaki ikinci merhale,
Sanskritçede maula karmapatha diye isimlendirilen, onun bilfiil gerçekleşme
aşamasıdır.[26]
Yukarıdaki misalimize devam edecek olursak bu aşama, zaman açısından hırsızın
eve girmesiyle başlayan ve evden çıkışıyla son bulan süreci içine alır. Bu
aşama, karmanın ahlâkî niteliğinin belirlenmesi açısından birinciye göre çok
önemli olmamakla birlikte, onun tamamlanması ve oluşabilmesi için zorunlu bir
merhaledir.
Üçüncü ve son merhale ise, Hint dinî
ve felsefî düşüncesinde karma vipaka ve karma phala gibi değişik
isimlerle anılan, hatta bazen sadece karma terimiyle ifade edilen sonuçtur.
Başka bir ifadeyle, karmanın ilk iki safhasının gerçekleştirilmesiyle ortaya
çıkan sonuçtur. Prstha olarak da anılan bu sonuç, karmanın
tamamlanmasından hemen sonra yeni bir karma veya en azından böyle bir karmanın
prayoga aşamasının bir parçası şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, ruhta veya
egoda uzun süre kuvve hâlinde kalarak, daha sonra semeresin;; veren bir sonuç
da olabilir. Yukarıda örnek olarak verilen hırsızlık olayındaki sonuç,
16-
K.K. Anand, Indian Philosophy, s.7-8;
J.P. McDermott," Karma and Rebirth in Early Buddhism",
Karma and Rebirth .in Classical Indian Traditions, Ed. W.D. O'Flahtery,
Delhi, 1983, s.188
17-
Niyetin Hint dinî düşüncesi ve
karmanın ahlâkî açıdan tasnifi hakkında bkz., Ebu Reyhan el-Birûnî, Alberuni's India, s.62; F.
Edgerton,The Begin- nings of Indian Phisophy, London, 1965, s. 33v.d.
hırsızın hemen yakalanıp adalet önüne
çıkarılarak cezasını çekmesi şekliyle olabilir yahut onun karşılığının
gelecekteki yeni varoluşlarda değişik şekillerde görülmesi de muhtemeldir.
Karmanın sonucunun hemen veya gecikmeli olarak semeresini vermesinde en önemli
faktör, onun gerçekleşmesine neden olan arzunun şiddeti olmakla birlikte, icra
edilen karmanın, Hint kökenli dinlerce büyük günah sayılan fiillerden olup
olmaması da oldukça önemlidir. Şiddetli arzudan kaynaklanan veya büyük günah
sayılan karmalar hemen veya kısa bir zaman sonra tesirini gösterirken,
bunların dışındaki karmalar uzun süre olgunlaşmak için bekler ve daha sonra
semeresini verir. Hinduizm ve Cay- nizme göre, söz konusu bu potansiyel
tesirlerin ruhta uzun süre saklanmaları sesin teyp kasetinde saklanması gibidir.19
Sonucu ister derhal isterse gecikmeli
olsun, böylece tamamlanmış bir karmanın, ferdin geleceğini olumlu veya olumsuz
olarak etkilemesi kaçınılmazdır. Nitekim Gita'ya göre, nefret, şehvet ve
muhabbet gibi arzulardan kaynaklanan karmalar ferdi, doğum-ölüm çemberine
(samsara) sürükler. Buna karşılık temelinde böyle bir arzunun bulunmadığı,
sonucu gözönüne alınmaksızın icra edilen sattvika türü karmalar ise, yine aynı
kutsal metin tarafından, kişiyi mokşaya (nihaî kurtuluş) kavuşturan üç yoldan
biri olarak kabul edilir ve karma-marga olarak isimlendirilir.20
Upanişadlara göre ise, bu sattvika türü
karmalar mokşa için yeterli görülmemekle birlikte, kişinin manevî açıdan
tasfiyesinde büyük rol oynar.21 Çünkü ferdi, yegâne kurtuluş yolu
olarak öne sürülen jnana-margaya hazırlayan karma-margadır. Yani ferdin bilgi
ve tefekkür yolu
19-
J.P. McDermott, aynı yer
20-Gita, III/19; XI/55
Brh.Up.I.4.17; Mundaka Up. 11,2-8KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ olan
jnan_a-margaya girebilmesi için, karma-marga basamağından geçmesi zorunludur.
Bundan dolayı karma, Upanişadlara göre mokşa için zorunlu sebeptir,
ancak yeter sebep değildir, denilebilir.
b - Karmanın Çeşitli Tasnifleri
Karma teriminin, birbiriyle ilgili
olmakla birlikte yukarıda sözü edilen üç ayrı anlamda kullanılması, tabiî olarak
onun çeşitli tasniflerinin yapılmasına da yol açmıştır. Karmanın Hint dinî ve
felsefî düşüncesindeki yerinin ve ifade ettiği anlamların daha iyi
anlaşılabilmesine yardımcı olacağı düşüncesiyle bu tasniflerden bazıları burada
ele alınacaktır.
1
- S.C.Bose, Hindu dinî inançlarıyla
ilgili eserinde karmayı, "belli bir istek sonucu iradî olarak yapılan
fiil" şeklinde tarif ettikten sonra onu, nitya karma, naimiftika karma ve
kamyajcarma olmak üzere üç kategoriye ayırdığı görülmektedir.22
Söz konusu bu ifadelerin sırasıyla, Hindu dinince her gün yapılması zorunlu beş
ibadet (nitya); doğum, ölüm ve evlenme gibi özel durumlarda yapılması gereken
dinsel törenler (naimittika) ve belirli bir isteğin gerçekleşmesi için yapılan
dinî tören^kâmya) anlamlarına geldikleri gözönüne alınınca,23
Bose'un, karma terimiyle daha ziyade dinî öneme sahip iradî fiilleri kastettiği
kolayca anlaşılabilir.
2
- Karmanın diğer bir tasnifi srauta
karma, smarta karma ve pauranika karma şeklindedir.24 İlk
bakışta he-
21-
S.C.Bose, A Catechism of Hindu
Dharma, s.37; K.K.Anand'm benzeri bir karma tasnifinde dördüncü grup
olarak,"kutsal metinlerce yapılması yasaklanan fiiller anlamındaki
nisidha karmayı" ilâve ettiğini görüyoruz.
Bkz.K.K.Anand, a.g.e., s.316.
23-S.C.Bose, a.g.e. s.37,49;
K.K.Anand, a.g.e., s.315-316
24-
K.K.Anand, a.g.e., s.315
men görüleceği gibi, karma terimi
burada sritu, smriti ve Puranalar adı verilen kutsal literatürde yer alanüinî
emir ve yasaklar anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla zikredilen tasnif de
dinî emir ve yasakların yer aldığı kutsal metinlere göre yapılmıştır.
3
- Karmayla ilgili üçüncü tasnif de
şöyledir: a - kayi- ka karma^bedenî fiiller); b - vacika karmadjşözlü fiiller);
c - manasika karma^zihnî fiiller).25 Bu tasnifte ise, bizim açımızdan
dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. Birincisi, burada karma terimine yüklenen
anlam, yukarıdaki anlamlarından daha geniştir; zira ilk iki tasnifte sözü
edilen karma terimi, sadece dinî öneme sahip fiillere işaret ederken, burada
o, dünyevî karakterli fiilleri de kapsamaktadır. İkincisi, bu tasnif karmanın
menşeine göre yapıldığı için onun ahlâkî değeri konusunda bize hiçbir bilgi
vermez. Üstelik sadece ahlâka ait fiiller kastedilmediği için, burada sadece
iradî fiillerin söz konusu edildiğini söylemek de mümkün değildir.
4
- Yoga ekolünde kabul edilen şu karma
tasnifinde ise, onun ahlâkî niteliğinin esas alındığını görüyoruz. Buna göre
karma yine üç grupta ele alınabilir: a pusula karma (iyi fiiller); b -
kusala karma (kötü fiiller); c-avyakrita karma (ne iyi ne de kötü
fiiller).26 Bunun yanında karmanın ahlâkî niteliği esas alınarak
yapılan bir başka tasnif de puny^apunya ve aninnya şeklindedir.27
Bu kavramların ifade ettikleri anlamlar ise, sırasıyla akusala, kusala ve av-
yakrita ile aynıdır.
Hint düşüncesine göre, bir karmanın
iyi veya kötü olarak değerlendirilişindeki en önemli kriter, biraz önce de
belirttiğimiz gibi, onun ortaya çıkışına neden olan arzu ve
25-
K.K.Anand, a.g.e., s.312
26-
K.K.Anand, a.g.e., s.117-118;
S.N.Dasgupta, Yoga Philosophy, Delhi, 1979, s. 320
27-
K.K.Anand, a.g.e.,Sİ17-118
isteğin mahiyetidir. Buna göre, bencilliği
ön plânda tutan ve kaynağında nefret, şehvet ve muhabbet gibi arzuların
bulunduğu karmalar kötü, bencilce bir gaye taşımayan, daha açık bir ifadeyle,
getireceği menfaat gözönüne alınmaksızın icra edilen karmalar da iyi olarak
telâkki edilir.
Öte yandan karmanın ahlâkî niteliğini
tespitle ilgili bir başka kriter ise, onun kutsal metinlere uygun olup olmamasıdır.
Buna göre, eğer karma kutsal metinler tarafından emredilen bir fiil ise iyi,
aksine bir emir veya yasağın çiğnenmesi şeklinde ise kötü olarak kabul edilir.
Buna karşılık esnemek, yürümek, kolumuzu kaldırmak vb. gibi tabiî olarak icra
edilen iradî veya gayri iradî fiiller de av- yakrita veya aninnya diye
isimlendirilen üçüncü gruba giren fiillerdir.
5
- Sankhya ekolüne göre yapılan karma
tasnifi de şöyledir: a - sattvika karma„b-racasika karma, c - tamasi-
ka karma. Bu tasnifin tam olarak anlaşılabilmesiyse, büyük ölçüde bu
sistemin varlık anlayışının kavranmasına bağlıdır.
Bilindiği gibi Sankhya düalist bir
varlık anlayışına sahiptir. Sankhya'ya göre topyekûn varlık âlemi manevî cevher
puruşanın, avidya nedeniyle maddî cevher prakriti ile ilişkiye geçmesi ve
böylece meydana gelen tekâmül sonucunda oluşmuştur. Böyle bir ilişki
prakritinin sattva, rajas ve tamas adı verilen üç
temel niteliği arasındaki mevcut dengeyi bozar ve bunlar arasında şiddetli bir
mücadele başlamasına neden olur. Bu mücadelenin sonunda nesneler oluşmuştur.
Bu nedenle âlemdeki her varlık özünde bu üç temel özelliği taşır. Sattvika,
racasika ve tamasika olarak isimlendirilen bu özelliklerden hangisi fiilin
ortaya çıkışı esnasında hâkimse, fiil de o isimle anılır. Buna göre, sattvika
karma mahiyeti itibarıyla iyi olmakla birlikte, belli bir arzu-istek sonucu
meydana gelmedikleri için fail açısındanKAKMA İNANCININ TENASÜH İNANCIKLA
İLİŞKİSİ kayıtlayıcı bir özellik taşımayan karmalardır. Mokşa veya
nirvanaya ulaşmış bir arahatın fiilleri bu kategoriye girer. Racasika karmalar
ise, belirli arzu-istek sonucunda ortaya çıktıkları için iyi veya kötü karakter
taşıyan ve faili kayıtla- yıcı fiillerdir. Tamasika ve tamas olarak anılan
karmalar ise, avidya veya maya nedeniyle ortaya çıktıkları için mutlak olarak
kötü ve yine kayıtlayıcı nitelikteki karmalardır. Bu son iki karma nevi de
sonuçları itibarıyla kişiyi sürekli olarak samsara çarkına iten karmalar
oldukları kabul edilir.28
6
- Karmanın burada zikredilmeye değer
son bir tasnif şekli de prarabdha-karma, sancita-karma yçukriyamana veya
agamin-karmadır. Hemen belirtmek gerekir ki, burada kullanılankarma terimi
"genel veya dinî öneme sahip iradî fiiller sonucu meydana gelen
tesir" anlamını ifade etmektedir. Söz konusu bu tesirlerin, hemen veya
uzunca bir süre sonra, failin mevcut varoluş sürecinde veya gelecekteki
varoluş basamaklarında değişik şekillerde semeresini verebileceklerine biraz
önce işaret etmiştik. İşte bu tasnif de karmik birikimlerin semerelerini
verecekleri zaman gö- zönüne alınarak yapılmıştır.
Prarabdha karma, önceki
varoluşlarımız süresince icra edilen karmalar sonucunda oluşan ve şu anda
bilfiil ortaya çıkmakta veya çıkmak üzere olan sonuçlarıdır. Çok yaygın olarak
kullanılan bir misalle açıklamak gerekirse, bu karmalar halihazırda yaydan
çıkmış ve havada ilerlemekte olan bir ok gibidir. Yaydan çıkan okun önünü almak
ve hedefine ulaşmasını engellemek mümkün olmadığı gibi, prarabdha karmalar da
mevcut varoluş süresince mutlaka bilfiil ortaya çıkacaklar; yani semeresini
vereceklerdir. Hint düşüncesine göre böyle karmaların bilfiil tahakkukunun
önlenmesi mümkün değildir. Zira prarabdha karmaların bir kısmı zaten mevcut
bedenimizi, duyu organlarımızı, bu
28-
K.K.Anand, a.g.e., s.316; B.N.Şingh,
Dictionary, s.100
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ bedenle varoluş süremizi yani
Ömrümüzü ve bu ömür süresince tecrübe edilecek olayları belirleyen karmalardır.29
Sancita karmalar da, tıpkı birinciler gibi
önceki varoluşlarımızda işlediğimiz fiillerin sonuçları olmakla birlikte,
onlardan farklı olarak, potansiyel hâldeki bu sonuçların kefaret, tövbe ve
benzeri yollarla bilfiil tahakkuk edişlerinin önlenebilmesi mümkündür.30
Üstelik yine birincilerin aksine sancita karmaların semerelerini ne zaman
verecekleri de kesin olarak belli değildir. Halbuki prarabdha-kar- manın bu
varoluş süresinde ortaya çıkmaları ve gerçekleşmeleri kaçınılmazdır.31
Agamin veya kriyamana karma ise, bu
varoluş süresince işlenecek ve semereleri gelecek varoluşlarda ortaya çıkacak
karmalardır. Başka bir ifadeyle, bunlar henüz potansiyel olarak bile mevcut
olmayan sonuçlardır.32
a - Karma İnancının33 Anlamı ve Mahiyeti
Türkçedeki "ne ekersen onu
biçersin" atasözüyle tanımlanabilecek karma inancı, bazı anlayış
farklılıkları olmakla birlikte, bütün Hint kökenli dinlerce benimsenen or-
29-
P.V.Kane, History of Dharmashastras,
V/II,s.l574; B.N. Singh, Dictionary, s.132; S.Chatterjee, a.g.e., s.16; K.K.
Anand, a.g.e., s.314
30-
The Vedânta Sutras with
Sankârâcar/a's Commentary (II), Trans, by G. Thibaut, SBE; 38, s.357-358
31-
K.K. Anand, a.g.e., s.118
32-
P.V.Kane, a.g.e.,V/II,s.1574;
B.N.Singh, Dictionary, s.132; S.Chatterjee, a.g.e., s.16
İnanç olarak karmayı ifade etmek için
kaynaklarda karma inancı, karma prensibi, karma doktrini, karma teorisi ve
karma kanunu gibi çeşitli isimler kullanılmıştır. Ancak bu kavramların delâlet
ettikleri anlamlar arasında fark olmaması ve karmanın, her şeyden önce Hint
kökenli dinler için bir inanç konusu olması münasebetiyle biz bu çalışmamızda
yukarıdaki isimler arasından mümkün olduğunca karma inancı terkibini kullanmaya
gayret gösterdik ise zaman zaman diğerlerini de kullanmak zorunda kaldık.tak bir inançtır.
O, varlık âlemindeki canlı cansız her şeye dünyevî varoluş ve yeniden aslî
formlarına dönme imkânı veren, hem ahlâkî hem de kozmolojik öneme sahip bir
prensip veya inanç olarak da tanımlanabilir. Genel anlamda bu inanç, fert
tarafından işlenen her fiilin -ister dinî bir ibadet, isterse sıradan ahlâkî
bir davranış olsun- zorunlu olarak mahiyetine uygun iyi veya kötü sonuçlar
doğurmasını ifade eder.34 Hintlilere göre böyle bir prensibin
varlığı ve doğruluğu, hiçbir delile ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Her ne
kadar biz mevcut durumumuz itibarıyla onun doğruluğunu sınayacak durumda
değilsek bile, karmanın âlemdeki varlığı sruti adı verilen kutsal metinlerce
bildirilmiş ve bu kutsal bilgi aydınlanmaya kavuşmuş yüzlerce aziz tarafından
tasdik edilmiştir.35
Ayrıca nesneler dünyasındaki her
olayın sebeplilik kanuna göre cereyan etmesi gibi, ahlâk alanında olup biten
her şey de belli bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde meydana gelir. Kişi
tarafından işlenen her fiil, ilk anda gözle görüle- mese bile mutlaka bir sonuç
ortaya çıkarır. Belli bir süre kuvve hâlinde kalan bu sonuç, olgunlaşarak bir
süre sonra semeresini verir^Karma inancına göre failin, nihaî kurtuluşa
ulaşamadığı sürece yaptığı fiillerin sonuçlarından azade olması mümkün
değildir. Dahası ruhta veya egoda potansiyel hâlde bulunan karmik birikimlerin
bilfiil ortaya çıkmadıkça yok olmaları veya ortaya çıkışlarının engellenmesi
söz konusu olamaz.^
Karma inancına göre, içerisinde
yaşadığımız sosyal çevre ve sahip olduğumuz sosyal statü geçmiş hayatları-
33-
Kane, P.V., a.g.e., V/II, s.1573;
Edgerton, Franklin," Dominant Ideas in the Formation of Indian Culture", Traditional India, Ed. O.L. Chavarria, U.S.A., 1964,
s. 32; S.D.Chatterjee-D.Datta, An Introduction to Indian Philosophy, s.15;
Cultural Heritage of India (I-V), Ed.S.Bhattacharya, II. Baskı, Calcutta, 1970,1/537;
S.Radhakrishnan, Indian Philosophy (I-II), London, 1966,1/113
34-
T.G. Kalgati, Karma and Rebirth,
Ahmedabad, 1972, s. 17
ERE, VII/674; P.V.Kane,
a.g.e., V/II,s. 1561; B.N.Tripathi, Indian View of Spiritual Bondage, s. 62-63KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ mızdaki
karmalarımız sonucunda belirlendiği gibi, gelecekteki varoluşlarımız da,
şimdiki hayatımız süresince işlediğimiz karmalarla tayin ve tespit edilir.
Buna göre karma, geçmiş, şimdi ve geleceğe birbirine bağlayan bir bağ olarak
düşünülebilir.37
Bununla birlikte biraz önce de ifade
ettiğimiz gibi karma prensibi, Hintlilerin çoğu tarafından ispata bile gerek
duyulmayacak kadar aşikâr bir hakikat olarak kabul edilip benimsenmesine
rağmen, o, empirik (deneysel) yolla elde edilmiş ve her an doğrulanabilir
tecrübî bir anlayış değildir. P.V. Kane ve daha birçok araştırmacının
belirttiği gibi her şeyden önce o, içinde yaşanılan şartların ortaya çıkardığı
ahlâkî bir zorunluluktur.38 Çünkü, eğer böyle bir prensip kabul
edilmeyecek olursa, fenomenler dünyasındaki kötülük ve insanların içerisinde
yaşadıkları şartlar ve durumlar arasındaki farklılıkları izah edebilmek
güçleşir ve hatta mümkün olmaz. Halbuki karma inancı kabul edildiğinde âlemdeki
bu ve benzeri bütün problemleri izah edebilmek oldukça kolaylaşacaktır. Eğer
bugün bir kimse servet sahibi ve mutlu bir hayat sürdüğü hâlde, başka biri hem
ekonomik sıkıntı çekiyor hem de dermansız bir hastalığın pençesinde inliyorsa,
karma inancına göre böyle bir eşitsizliğin sebebi söz konusu kişilerin geçmiş
varoluşlarında ektikleri tohumların farklı oluşudur. Birinci şahış geçmişte
yaptığı iyi fiillerin tabiî bir sonucu olarak şu andaki hayatında mutlu bir
hayat sürerken, ikinci şahıs da yine geçmiş varoluşlarında işlediği kötü
fiillerin zorunlu sonucu olarak bugünkü sıkıntıları çekmektedir. Kısacası, her
iki insan da lâyık oldukları şekilde yaşamaktadır ve görünüşte adaletsizlik
gibi görünen durum aslında adaletin bir gereğidir.
35-
R.E. Hume, Thirteen Principal
Upanishads, I. Baskı, Delhi, 1983, ş. 55-56; S.Radhakrishnan, An Idealistic
View of Life, s.274-275
P.V. Kane, a.g.e.,V/II, s. 1561;
T.G.Kalgati, Karınan and Rebirlh, s. 4; Chatterjee-Datta, a.g.e., s.16Dolayısıyla ortada
adaletsizlik veya herhangi bir haksızlık söz konusu olmadığı gibi âlemde şansa
ve keyfîliğe de yer yoktur.
Böylece bütün teist dinlerin izahta
güçlük çektiği kötülük problemine, karma inancı sayesinde, ilk bakışta oldukça
makul bir çözüm önerilmesi, Hintliler kadar birçok Batılı araştırmacıyı da
etkilemiş görünmektedir. Örneğin Max Weber, karma doktrini hakkında şöyle
demektedir: "Karma doktrini dünyayı: tam anlamıyla rasyonel ve ahlâken
sıkıca belirlenmiş bir sisteme, bir düzene dönüştürmüştür; o, tarih boyunca
şimdiye kadar ortaya konulmuş en tutarlı teodiseyi temsil eder."39
Aynı şekilde Arthur L. Herman da
karma inancını kötülük problemi açısından değerlendirirken şöyle diyor:
^"Eğer Batı dünyası, kötülük problemine makul, mantıklı ve tatmin edici
bir çözüm getirmek istiyorsa, Hinduizm ve Budizmdeki karma inancı ile ruhun bir
bedenden diğerine geçmesi anlamına gelen tenasüh fikrini kendi düşünce sistemine
kazandırmak zorundadır.^40
Aynı araştırmacı, kısaca
karma-tenasüh inancı şeklinde de ifade edebileceğimiz bu anlayışın, kötülük
problemi için makul ve tatmin edici bir çözüm oluşunun sebebini ise, bu
doktrinin ihtiva ettiği ruh anlayışının bütün varlık sahalarını içine alması ve
yeterliliğin üç kriteri olan uygunluk, tamlık ve sağduyuya uygunluk
şartlarına sahip olması olarak zikretmektedir.41
M.Weber ve
A.L.Herman'ın yanı sıra Christmas Humphreys42 ve John David Frodsham43
da, aynı şekilde
36-
Max Weber, The Religion of India, s.121
37-
Arthur L. Herman, The Problem of Evil
and Indian Thought, Delhi, 1976, s. 139 .
38-
A.L.Herman, a.g.e., s. 287-88
39-
Christmas Humphreys, Buddhism,
London, 1975, s. 100-101
John D. Frodsham, "Karma and the
Problem of Rebirth: The Hindu Contribution to the Christian Theodicy",
Assembly of World Religions (Nov. 15-21,1985), New Jersey sunulan
tebliğin ayrı basımı.KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ bu konuyla ilgili araştırmalarında,
karma inancıyla kötülük problemine getirilen izahın makul ve tatmin edici nitelikte
olduğunu ifade etmekten geri kalmamışlardır.
Karma inancı, hakikaten Hintlilerin
ve Hint düşüncesi konusunda araştırma yapan birçok araştırmacının düşündükleri
gibi, kötülük problemine makul ve tatmin edici bir izah mıdır? Başka bir
ifadeyle, insanlar arasında görülen adaletsizlik ve dengesizliklere karma ile
nihaî bir çözüm getirilebilir mi? Bu soruya olumlu veya olumsuz bir cevap
vermeden önce, karma anlayışı sayesinde probleme nasıl bir izah getirildiğini
bir defa daha yakından ele almak gerektiğini düşünüyorum.
Yukarıda da ifade olunduğu gibi karma
inancına göre fertler veya toplumlar arasındaki farklılıkları ve adaletsizlik
gibi görülen durumları, fertlerin veya toplumların önceki varoluşlarında
taşıdıkları ferdî ve kolektif karmaların tabiî bir sonucu olarak görülmektedir.
Dolayısıyla tek tek fertler veya toplumlar, şu anda, geçmişte yine kendileri tarafından,
hür iradeleriyle belirledikleri bir hayatı yaşamaktadır. Bu nedenle gerçekte
adaletsizlik ve eşitsizlik diye bir şey söz konusu değildir, âlemdeki her şey
lâyık olduğu yerde ve durumdadır.
Ancak bize göre, görünüşte makul ve
tatmin edici olan böyle bir izah tarzı, başlangıçtaki eşitsizliği açıklayamadığı
sürece, kötülük problemine nihaî bir çözüm olmak şöyle dursun, onu daha fazla
bir belirsizliğin içine sürüklemektedir. Eğer, karma inancının öngördüğü gibi,
varoluş sürecinde yer alan her varlık halkasındaki formlar, içinde yaşanılan
sosyal şartlar vb. ondan daha önceki varoluş formlarında belirleniyorsa, ilk.
varlık formu neye göre ve nasıl belirlenmiştir? Şu anda değişik formlarda ve statülerde
bulunan varlıklar ilk formları ve statüleri itibarıyla ilk anda eşit durumda
mıydılar? Eğer böyle ise, bu varlıklararasındaki eşitlik niçin ve nasıl
bozuldu? Görebildiğimiz kadarıyla bu ve benzeri soruları, ne Hint kozmoloji
anlayışıyla ne de buna bağlı olarak ortaya atılan karma inancıyla
cevaplayabilmek mümkündür. Çünkü Hint kökenli dinlerde, semitik dinlerde
olduğu gibi, âlem yaratılmış değil, ezelîdir. Ayrıca onun işleyişine yön veren
karma inancı da ezelîdir, yani başlangıçı ve sonu yoktur.44 Hatta
bir kısım Hindu ve Budist araştırmacılarca âlemdeki doğum-ölüm çarkının
ezelîliğinin kabul edilmesi gerektiği ve karma yasasının başlangıcını
araştırmanın gereksiz, hatta saçma olarak görüldüğüne şahit oluyoruz.C Nitekim
çağdaş Budist araştırmacı W. Sri Rahula, âlemdeki ezelî samsara ve karma prensiplerinin
başlangıcını araştırmayı, Samî kökenli dinlerdeki Allah'ı kim yarattı sorusunu
sormak kadar gereksiz ve anlamsız bulmaktadır)45
Bu durumda sonuç olarak denilebilir
ki, karmik izah, varlıklar arasındaki farklılıkların nasıl başladığını açıklayamadığı
sürece, iddia edildiği gibi, kötülük problemine nihaî bir çözüm olarak teklif
edilemez.
Bunun yanı sıra karma inancı,
bilhassa popüler Hinduizmde katı bir determinizm şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim
Gita'da yer alan ve yukarıda aktardığımız ifadede sözü edilen karma inancı bir
çeşit deteminizmden farklı bir anlam taşımaz. Hatırlanacağı gibi burada Tanrı
Krişna, savaşmaktan vazgeçmek için çırpınan Arjuna'yı, "...Herkes çaresiz
bir şekilde geçmiş karmalarına bağlı hareketlerine sürüklenir." diye
uyarıyordu.46 Yani Krişna Arjuna'ya, ne yaparsa yapsın, geçmişte
işlediği fiillerin zorunlu sonucu olarak savaşmak mecburiyetinde olduğunu
hatırlatıyordu. Gerçekten de savaş bütün karşı çabalara rağmen vuku bul-
40-
P.L.Bhargara, Fundamentals of
Hinduisın, s. 52-53. Ayrıca Hint kozmoloji anlayışı konusunda bkz. Rig-Veda, X,
90,121,129
41-
Walpola Sri Rahula, What the Buddha Taught,
s.27
Gita, 1II/5 ; Ayrıca benzeri
anlayışlar için bkz. Gita, XVIII/59-60KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ muştur. Aynı şekilde Mahabharata'nm
diğer bölümlerinde ve Ramayana destanında da, kişinin geçmiş karmalarının esiri
olduğu şeklinde bir anlayışın hâkim olduğu ve destan kahramanlarının
karşılaştıkları birtakım olayları bu anlayışa göre değerlendirdiği dikkati
çekmektedir.47
Karmanın fatalistik veya
deterministik bir inanç olarak görülmesi anlayışı, daha sonraki dönemlerde de
devam etmiştir. Hatta yerinde yaptığımız müşahedeler sonucunda gördük ki,
karma inancı, günümüz Hindularının neredeyse tamamı tarafından, insanın elini
kolunu bağlayan, onu, içinde bulunduğu şartlar bağlamında hayatını sürdürmeye
mecbur eden bir inanç olarak anlaşılmaya devam etmektedir. Böyle sıkı bir
determinizm şeklinde yorumlanarak, ferde irade hürriyeti bile tanımayan bir
inanç biçiminde anlaşılan karma inancının, kötülük problemine nihaî bir çözüm
getirdiğini iddia etmek gülünç olacaktır. Eğer bizimle ilgili her şey (varoluş
formu, sosyal statü, ferdî kabiliyetler, ömür vb.) önceden belirlenmiş ve biz
şu anda böyle bir programa göre hareket etmek zorunda isek; bütün bunlar ezelî
olarak devam edip gidiyorsa herkesin kendi iradesiyle belirlediği ve lâyık
olduğu yerde ve formda olduğunu iddia etmek son derece anlamsızdır. Zira olup
biten her şey kişinin bireysel herhangi bir müdahalesi söz konusu olmaksızın
sebep-sonuç zinciri içerisinde devam edip gitmektedir.[27]
Son olarak, gerçek ve yegâne fail
olarak ferdi gören ve 47- Mahabharata, Anupurva, 6, 8; 6,49 (G.M. Ram, Bible of Hinduisın, New Delhi, 1985,
s. 177'den naklen); Ramayana, XV, s. 65,; XXII, 95-96ferdî
sorumluluğa önem veren karma anlayışı, kanaatimizce sonucu birden fazla kişiyi
ilgilendiren olayları yorumlamakta da yetersiz kalmaktadır. Sözgelimi, on
yaşındaki oğullarını elim bir trafik kazası sonucu kaybeden bir aileyi göz
önüne getirelim. Böyle bir olay anne veya babadan herhangi birinin veya
ikisinin birden müştereken geçmişte işledikleri kötü bir fiilin karmik
birikiminin tabiî bir sonucu mudur? Yoksa o, kazada ölen çocuğun kendi karmik
birikimlerinin bir sonucu olarak mı meydana gelmiştir? Karma anlayışına göre
bu hazin olayın, çocuğun karmik birikimlerinin tabiî bir sonucu olması
gerekir. Zira kişilerin ömürlerini belirleyen kendi karmik birikimleridir.
Ancak unutmamak gerekir ki böyle bir olay en az çocuk kadar, hatta daha da
fazla ana babayı etkilemiştir. Karmik izaha göre onların bu olaydan ötürü
duydukları acı ve ıstırabın sebebini açıklamak epeyce güçtür. Bunu yine
ana-babanın karmalarına bağladığımızda ise, trafik kazasının sebebini tayin
etmek mümkün olamaz. Sonuç itibarıyla, karma, öyle iddia edildiği gibi her
olayı izah edebilen sihirli bir formül veya inanç değildir.
b - Karma İnancının Kaynağı
Hint kutsal literatüründe karma
inancının ilk olarak, M.Ö. 800-400 yılları arasında kompoze edildikleri kabul
edilen temel Upanişadlar arasındaki Chandogya, Brihadaranyaka ve Kanda
Upanişadlarda açık seçik ifade edildiğini görüyoruz. Tarih itibarıyla
Upanişadlardan daha önce kompoze edilen Veda İlâhileri ve Brahmanalarda ise,
karma inancına açık şekilde rastlanmaz.49 Tabiatıyla bu durum söz
konusu inancın kaynağı ile ilgili bazı tartışmaları
49-
R.E. Hume , Thirteen..., s.55-56; G.
Parrinder, Upanishads, Gita and Bible, London, 1962, s.59
da beraberinde getirmiştir. Karma inancı
Hint kültürüne ait yerli bir inanç mı, yoksa bu kültüre bir Ari katkısı mıdır?
Eğer karma inancı Hindistan'a ait yerli bir inanç ise, niçin Upanişadlardan
önceki kutsal metinlerde yer almamıştır? Rig-Vedik, Upanişadik ve tarihî
süreçte oluşum teorileri diye isimlendirebileceğimiz, karmanın kaynağı ile
ilgili teorilerde hem bu sorular cevaplandırılmakta, hem de onun başlangıcıyla
ilgili görüşlere yer verilmektedir. Bu nedenle söz konusu teorileri biraz daha
yakından ele almak gerekmektedir.
ba - Karma inancını Rig-Veda'ya
dayandıran görüş: Bu görüşe göre karma inancı, öyle
zannedildiği gibi, Upa- nişadlarda anîden ortaya çıkan yeni bir inanç değildir.
Aksine, ismen zikredilmemiş olsa bile, onun ihtiva ettiği bütün inançlar Hint
kültürünün ilk yazılı kaynağı olarak kabul edilen Rig-Veda İlâhilerinde yer
alır. Her şeyden önce, Rig-Veda İlâhilerindeki tanrıların nitelendirildiği bazı
ifadelerde Asvin için Suphaspatih50 (iyi amellerin koruyucusu),
İndra ve Marut için de yine aynı anlama gelen Dhiyaspatî51, Agni
için Vicarsani52 veya Visvacarsani (iyi vekötü fiilleri gören) ve
son olarak İndra için Vjsvaşya Karmnodhartta53 (bütün fiillerin
kaynağı) gibi sıfatların luTilanılması, K.K.Anand ve N. Jha'nın da belirttiği
gibi, söz konusu tanrıların insan dilleriyle ilişkisini göstermesinin
ötesinde, karma inancındaki gibi herkesin kendi amelinden sorumlu olduğunu ve
tanrılar tarafından verilecek ceza ve mükâfatların da feıdin fiillerine bağlı
olduğunu gösterir.54
'sâ’- Rig A'^.....................
51-
Rig -Veda, 1.23.3
52-
Rig -Veda, II. 22.3; V.6.3
53-
Rig -Veda, 1.2.4
54-
K.K.Anand, a.g.e., s. 26; N. Jha, Law
of Karma, Delhi, 1985, s. 125-126
Ayrıca Rig-Veda'nın 1.164.20 ve
III.38.2 numaralı mıs- ralarındaki "Apracyutâni Vratani" ifadesinin,
kişinin geçmişteki amellerinin ortaya çıkardığı birikimler anlamına geldiğine
dikkat çekilerek, bunun karma inancı içerisinde yer alan sancita ve prarabdha
karmalara delâlet ettiği ileri sürülmüştür.55
Bunlardan başka RV.VII.86.6'da
Vamadeva'nın geçmişte Manu, Surya gibi çeşitli formlarda yaşadığı ifade
edilirken, diğer bazı İlâhilerde de ruhun ölümden sonra çeşitli hayvan
bedenlerine veya ağaç, çalı vb. hareketsiz varlıklara geçtiği
zikredilmektedir.56 Bu da karmanın ikiz doktrini olarak kabul edilen
tenasüh inancının Veda İlâhilerinde yer aldığına delâlet eder. Sonuç olarak,
eğer tenasüh inancı Vedalarda mevcut ise, tenasüh çarkını döndüren bir dinamo
niteliğindeki karma inancının orada yer almadığını düşünmek mümkün değildir.
Bunların yanı sıra, yine Rig-Veda'da
karma inancıyla büyük benzerlikler gösteren rta anlayışının mevcut olduğu
görülmektedir. Vedalara göre âlemde olup biten her şey ezelî ve değişmez
nitelikteki rta kanununa göre cereyan eder. Mevsimlerin düzenli olarak
birbirini takip etmesi, gece ve gündüzün arka arkaya gelişi, bütün ırmakların
okyanuslara boşaldıkları hâlde onların hiç dolmamaları gibi çeşitli tabiat
olaylarındaki düzen ve intizam işte bu kanun sebebiyledir. Agni, Mitra ve Varuna gibi
Veda tanrıları da rta kanununun koruyucuları olarak, âlemdeki olayların düzen
ve ahenk içerisinde cereyan etmesini temin eden tanrılar olarak kabul
edilirler.57
Bu durumda âlemdeki top yekûn ahengi
sağlayan rta kanununun, daha ziyade ahlâkî uyum ve ahenk yasası ola-
55-
K.K.Anand, a.g.e., aynı yer; N. Jha,
a.g.e., s.126
56-
Rig-Veda,VII.9.3; 101.6; 102.2
57-
Rig-Veda, 1.1,8; 123, 9;124, 3; II.
23,15; IV.23,15; Vl.75,10
rak nitelendirilebilecek karma
anlayışını hariçte bıraktığını düşünmek mümkün değildir. Üstelik rta teriminin,
olumsuzu anrta kavramıyla birlikte "doğru-yanlış veya iyi-kötü
davranış" anlamlarında kullanılması da58, karma anlayışının
Vedalar döneminde rta anlayışı içerisinde saklı olabileceğine dair görüşü
destekleyen başka bir delil olarak ortaya atılmaktadır ki, bütün bunlar, karma
inancının ihtiva ettiği sebep-sonuç arasındaki ahlâkî uyum, ferdî sorumluluk
gibi bazı özelliklerin aynı başlık altında olmasa bile Vedalar döneminde de
mevcut olduğunu gösterir. Bu da, karma inancının Arîlere özgü, Rig-Veda'ya
dayanan bir inanç olduğu görüşünü büyüle oranda haklı çıkarır. Ayrıca bazı araştırmacıların
karmayı, evrensel ahenk yasası59 şeklinde tanımlamaları da gözönüne
alınacak olursa, en azından bir kısım araştırmacılara göre karma inancını
Vedalar dönemindeki rta anlayışının bir devamı olarak görmek bile pekâla mümkün
olabilir.
bb - Karma inancının yerli Hint
kültürüne ait bir inanç olduğunu savunan görüş: Buna göre karma
inancı, yukarıda iddia edildiği gibi Rig-Veda'ya dayanan Arî kökenli bir inanç
değildir. Aksine o, Dravidyen asıllı Hint yerlilerine ait bir inançtır. M.Ö.
2000-1500 yıllarında, ilk olarak Hint yarımadasının kuzeybatısında yer alan Indus Vadisi'ni işgal
eden ve daha sonra Hindistan’ın bütün kuzey ve orta bölgelerini ele geçiren
Arîler, istilâ ettikleri bu topraklarda yaşayan ve büyük oranda tarımla uğraşan
yerlilere ait bir inanç, karma inancını benimsemiş ve böylece onlar tarafından
kompoze edilen kutsal literatüre geçmiş-
58-
Rig-Veda, 1.124, 4; IV. 23,8; Chandogya Up. VIII. 3,2;
P.V.Kane, a.g.e., V/3; Paul Yevtic, a.g.e., s.7
59-
Meselâ, Virginia Hanson’un
editörlüğünde hazırlanan eserin başlığı bile, Karma: Evrensel Ahenk Kanunu
şeklindedir. Sadece bu bile bize karma kanunun Rta ile aynı nitelikte olduğunu
gösterir. Kaldı ki gerek bu eserde gerekse benzeri diğer eserlerde bu konuda
pek çok delil bulmak mümkündür. Geniş bilgi için bkz., Karma: Universal Law of
Harmony, Ed.Virginia Hanson,;
Annie Besant, Karma, s.3 v.d.
tir; Arîlerin burada zikredilen bütün bölgeleri ele
geçirme süreci ancak M.Ö.VIII-VII asırlarda tamamlandığı içindir ki, karma
anlayışı ilk olarak Upanişadlarda yer almıştır.60 Nitekim, onu
açıklamak için Sanskritçe phala (meyve), bi- ca (tohum) gibi
terimlerin kullanılması da söz konusu inancın kaynağı konusunda ipucu olarak
görülebilir. Zira bu ifadeler, göçebe topluluklara nazaran, tarımla uğraşan
yerleşik toplulukların daha sık kullandıkları terimlerdir. Bu itibarla onun
kaynağını göçebe bir topluluk olan Arîlerin kültüründe aramak yerine, onların
egemenliğine girmiş, ancak kültür itibarıyla onlardan daha köklü kültüre sahip
ve geçimleri büyük oranda tarıma dayalı toplumlar- da aramak daha doğru bir
görüş olarak görülmektedir.61
Nitekim Gananath Obeyesekere ve W. Mohany gibi iki
çağdaş Hindolog da bu düşünceden yola çıkarak, karma inancının Hindistan'ın
kuzey bölgelerinde yaşayan yerli kabilelere ait bir inanç olduğunu ileri
sürmüştür.
Peki, bu anlayışa göre, karma
inancının Rig Vedik kökenli olması niçin mümkün değildir? Biraz önce de
belirttiğimiz gibi, karma inancına benzeyen birtakım inançlar Rig-Veda
İlâhilerinde yer almaktadır. Dahası onun ihtiva ettiği özellikleri
Rig-Veda'daki çeşitli inançlar içerisinde bulabilmek mümkündür. Ancak bütün bu
deliller karma inancının Veda İlâhilerinden kaynaklandığını söyleyebilmek için
yeterli değildir. Çünkü Rig Vedik eskatolojiye göre, ölümle birlikte bedenden
ayrılan ruhlar yeryüzünde değil, svarga veya naraka-loka olarak
bilinen ve sırasıyla cennet ve cehennem olarak tarif edebileceğimiz metafizik
mekânlarda varlıklarını ezelî olarak sürdürecek ve bir da-
60-
F. Edgerton, The Beginnings of Indian
Philosophy, s.28-30; ER, VIII/262; Parrinder, G., Üpanishads, Gita and Bible, s.59-60
Geniş bilgi için bkz. ER, VIII/262;
Gananath Obeyesekere," Rebirth Eschatalogy and Its Transformations”, Karma
and Rebirth in Classical Indian Thought, Ed.W.D. O'Flahtery, s.138KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ ha yeryüzüne
dönmeyecektir.62 Görüldüğü gibi böyle bir anlayış, karmik
eskatolojinin öngördüğü, "ölümle birlikte bedenlerinden ayrılan ruhların,
nihaî kurtuluşa ulaşıncaya kadar varlıklarını yeryüzünde devam ettirirler"
anlayışından farklı ve tamamen ayrı bir anlayıştır. Zira ruhun ölümden
sonraki akıbeti konusunda bugüne kadar ortaya atılan görüşler başlıca üç grupta
ele alınabilir. Bunlar, a - Bedenle birlikte yok olma; b - Cennet veya cehennem
gibi farklı isimlerle anılan metafizik mekânlarda varlığını sürdürme; c -
Yeniden bedenleşerek varlığını yeryüzünde sürdürmedir.63 Bu durumda
Rig Vedik eskatoloji ile karmik eskato- lojinin birbirinden farklı olduğu bir
kere daha ortaya çıkmaktadır.
Üstelik bu konuda ileri sürülen
deliller de tatmin edici olmaktan oldukça uzaktır. Meselâ, Vamadeva'nın geçmiş
hayatlarının söz konusu edildiği mısralar, karma inancının ikizi olarak kabul
edilen tenasüh anlayışına delil olarak ileri sürülür. Halbuki bu mısralarda
ifade edilen, bilinen tenasüh anlayışı değildir. Aksine, bu mısralarda
anlatılan husus, âlemdeki bütün varlıkların Vamadeva'dan yayılması ve bu
nedenle onun her şeyin kaynağı olarak düşünülmesidir. Çünkü Vamadeva, Tanrı
Şiva için kullanılan bir isimdir.64
Bunlardan başka, Vedalarda en yüksek
gaye olarak, "svarga"ya_ (cennete) ulaşmak kabul edildiği hâlde,
Upanişadlar a göre cennet arzusu kişinin nihaî kurtuluşunu engelleyen bir
istek olarak düşünülür. Ayrıca Vedalar ve Brahmanalar'ca, kutsal âyin ve
törenlerin kusursuz şekilde icra edilmesi en yüksek gayeye ulaşabilmek için
yeterli sebep olarak görüldüğü hâlde, Upanişadlara göre, dinî tö- ■fâ-Bkz/RİgVeda
î.'35 5; II. 29. 6; IV. 5. 5; VII. 104. 3,17
63-
Kane, P.V., a.g.e., V/II, s.1550-51
64-
John Dowson, A Classical
Dictionary of Hindu Mythology, Delhi, 1987, s.
334; K.K.Anand, a.g.e., s.28renlerin icrası
aynı gaye için gerekli ancak yeterli şart değildir.65
Üstelik, yukarıda da belirttiğimiz
gibi, karma terimi, Vedalar ve Brahmanalarda "dinî tören, fiil"
anlamlarında kullanılırken, Upanişadlarda ise daha ziyade birbirini takip eden
varoluşlar arasındaki ilişkiyi sağlayan bağ, rabıta veya prensip anlamında
kullanılmıştır. En azından onun bu ikinci anlamına Vedalar ve Brahmanalarda
rastlamak söz konusu değildir.
bc - Karma inancının kaynağı
konusunda burada zikredeceğimiz üçüncü ve son görüş ise, yukarıdaki iki
anlayışı uzlaştırıcı mahiyetteki anlayıştır. Buna göre, karma
inancı, Arî kültürü ile yerli Hint kültürünün kaynaşması sonucu ortaya çıkan
yeni bir inançtır.66 Ancak hemen hatırlatmak gerekir ki, o anîden
veya tesadüfi olarak ortaya çıkmış, her yönüyle tamamen yeni bir inanç
değildir. Onun ihtiva ettiği özelliklerin hemen hepsi -ferdî sorumluluk, ruhun
ölümsüzlüğü ve istikbaldeki ceza veya mükâfatın ferdin işlediği fiillere göre
meydana gelişi vb.- Upanişadlardan önce kompoze edilen kutsal literatürün
değişik anlayışları içerisinde yer alır. Bu nedenle, bilhassa Vedalar ve
Brahmanalar döneminde yaygın olan yajna ve rta anlayışları ile
Vedalara göre ahiret anlayışı konularının daha ayrıntılı biçimde ele alınması
yararlı olacaktır.
1
- Rta Kanunu: Biraz önce de
belirtildiği gibi rta, Rig- Veda'nın birçok İlâhisinde söz konusu edilen
ve kâinattaki top yekûn düzeni, ahengi ifade eden, değişmez nitelikteki
evrensel ve ezelî bir kanundur.67 Böyle genel bir kanunun,
65-
K.K.Anand, a.g.e., s.28
66-
Paul Yevtic, a.g.e., s.6;The Cultural
Heritage of India, 1/537
Kane'ye göre, rta bu anlamının yanı
sıra bilhassa Rig-Veda'da şu anlamlarda da kullanılmıştır: 1- Dinî törenlerle
ilgili olarak kullanıldığında, onların belirtilen kurallara uygun olarak icra
edilmesi anlamını ifade eder. 2- Ferdin ahlâkî davranışı anlamına gelir. 3-
Yine o, RV. 1.75.5 ve X.66.4 İlâhilerinde ise tapınılan, ibadet edilen bir İlah anlamında
kullanılmıştır. Krş., Kane, a.g.e., V/I, s.3KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ ahlâk ve diğer
sosyal sahalardaki uyumu ve ahengi dışında bıraktığını düşünmek doğru
değildir. Dolayısıyla karma inancının sadece ahlâk sahasına ait bir inanç
olduğunu düşünsek bile, onun Vedalar döneminde Rta kanunu içerisinde saklı
olduğunu düşünmemiz pek de yanlış olmayacaktır. Diğer taraftan, eğer karma,
bazı araştırmacıların savunduğu gibi, evrendeki top yekûn ahengi temin
eden kozmolojik bir kanun olarak kabul edilecek olursa, zaten bu durumda karma
inancının rta anlayışından farkı muhteva itibarıyla değil, sadece isim
itibarıyla olacaktır. Ayrıca kozmik düzeni ifade etmek için Zerdüştlükte asha,
Eski Mısır dininde de maat prensiplerinin kabul edildiği ve böyle bir
anlayışın Vedalar dönemi Hindu inancında rta kanunu şeklinde mevcut
olduğu göz önüne alınırsa, karma anlayışının da bu anlayışların Upanişadlar
dönemindeki devamı veya çeşidi olarak görülmesi ve buna göre değerlendirilmesi
kanaatimizce daha doğru olabilir.68
2 - Yajna (Kurban Törenleri): Kurban
törenleri, Veda İlâhileri tarafîndan öngörülen dinî hayatta merkezî bir yer
tutar. Öyle ki hemen hemen bütün Veda İlâhileri ve Brah- manaların konusu,
çeşitli sebeplerle Tanrılar adına yapılan kurban törenleri ve bu esnada yapılan
dua ve yakarışlardır. Bu törenler hem şu andaki hem de ölümden sonraki
kaderimiz açısından büyük öneme sahiptir. Kişinin ruhî tekâmülünü
tamamlayabilmesi ve tanrıların inayetine kavuşabilmesi ancak kurban
törenlerinin tam ve eksiksiz olarak icrasıyla mümkündür. Hatta kâinatın
yaratılışı ve varlığını devam ettirebilmesinin bile kurban törenleri sayesinde
mümkün olduğu yine söz konusu kutsal metinlerde ifade edilmektedir.
Diğer taraftan Agnihotra,
Asvamedha gibi çok çeşitli şekilleri bulunan ve günlük, haftalık,
mevsimlik ve yıllık ol- 68- A.B.Keith, The Philosophy of the Veda and
Upanishads (I-II), I. Baskı, Oxford, 1920; 1/454-455; DCR., s.547mak üzere
değişik zaman dilimlerinde tekrar edilen bu törenlerin, Tanrıların, tanrılık
mertebesine yükselişlerini temin eden yegâne âmiller oldukları kabul edilir.69
Dahası ilk kurban törenlerinin, tanrıların bizzat kendileri tarafından icra
edildiği ve bunun yeryüzündekilere örnek teşkil ettiği de Hindu dindarlar
arasında tam kabul görmüş bir anlayıştır.70 Yeryüzünde insanlar
tarafından icra edilmekte olan kurban törenleri ise, ya servetin artması, erkek
evlât sahibi olmak, yağmurların vaktinde ve gerektiği ölçüde yağması... gibi
dünyevî gayelerle ya da ölüm sonrası hayatta acı ve ıstırap çekmeden mutlu bir
hayata kavuşmak gibi ölüm ötesi amaçlarla icra ediliyordu.
Yine aynı dönemde, kurallara uygun
şekilde icra edilen törenlerin, insanların arzuladıkları şeylere kavuşmasına
yardımcı olan veya tanrılara ulaştıran gemiler olarak tasvir edildikleri dikkati
çeker.
Başlangıçta son derece basit bir
şekilde icra edilmekte olan dinî törenler zamanla çok kompleks hâle geldikleri
gibi, fert açısından arz ettikleri anlam da önemli ölçüde değişikliğe
uğramıştır. Önceleri insanların çeşitli arzularının tanrılar tarafından
gerçekleştirilmesi için sadece araç olarak görülen kurban törenleri, zaman
içerisinde ortaya çıkardıkları sonuçlarla, tanrılara bile gerek olmaksızın,
arzulanan gayeleri gerçekleştiren yegâne âmil olarak görülmeye başlanmıştır.
Bunun Upanişadlar döneminde karma
tarafından yerine getirildiği göz önüne alındığında, Vedalar dönemi yaj- na
anlayışıyla karma anlayışı arasındaki ilişki açık olarak ortaya çıkmış olur.
JAynı şekilde Vedalar dönemindeki sradha
ve ıstapıır- ta törenleri de, karma inancının temel özelliklerinden
olan, fiillerin sonucunda ortaya çıkan iyi veya kötü neticelerin
69-
S.N.Dasgupta, History of Indian
Philosophy (1-V), 1/22
Geniş bilgi için bkz. S.N.Dasgupta,
a.g.e., aynı yerKARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ ölümden sonraki varoluşlara veya
başka kimselere intikal edebilirliği özelliğini ihtiva ettiği için burada
zikredilmeye değer niteliktedir. Sradha, ölen bir kimsenin ardından oğulları,
eğer oğlu yoksa erkek yakınları tarafından belirli günlerde icra edilen
törenlere verilen isimdir. Böyle bir törenin yapılmasından amaç ise, ölen
kimsenin ruhunun, "preta" formundan daha kısa sürede
kurtularak, hızla pitryana veya devayana'ya ulaşmasının temin
edilmesidir.[28]}
İstapurta ise, tanrılar
adına kesilen kurban törenleri (İsta) ile bunları icra eden Brahmine verilen
hediyeyi (pur- taTbirlikte ifade eden bir kavramdır. Böyle bir tören sonucunda
ortaya çıkan sonuçların, icra eden bir kimseyi ölümden sonraki hayatta
koruyucu bir melek gibi beklediği kabul edilir.[29] Bu
törenlerin bizi ilgilendiren yönü ise, Ista- purta töreni sonunda ortaya çıkan
sonucun, aynen karma inancında kabul edildiği gibi ölüm sonrasındaki başka
âlemlere taşınabilirliğinin kabul edilmesidir.
3 - Vedalara Göre Ölüm Sonrası Hayat:
Rig-Veda'ya göre insan hayatı sadece içinde yaşadığımız
hayatla sınırlı değildir. Dolayısıyla hayat ölümle birlikte son bulmaz. Cesedin
yakılmasıyla birlikte bedenden ayrılan ruh, ya sınırsız iyilik ve mutluluk
diyarı candradoka veya svargaya ya da sınırsız acı ve ıstırap yeri
olannaraka-lokaya gider.[30]
Ruhun, her ikisi de ezelî ve ebedî[31]
mahiyetteki bu diyarlardan hangisine gideceği, onun bu dünyada iken yaptığı
iyi veya kötü fiillere göre belirlenir. Rig-Veda ve Brah- manalarda telkin
edilen çeşitli törenlerin eksiksiz icra edil-
KARMA İNANCININ TEN AS ÜH İNANCIYLA
İLİŞKİSİ mesi ruhun candra-loka'ya ulaşması için gerekli ve
yeterli şart olarak görülürken, hırsızlık, soygun, dinî törenlerin icrasındaki
kusur ve benzeri davranışlar ise, onun, "karanlık veya dipsiz çukur"/5
olarak da tasvir edilen naraka-loka'ya düşmesinin belli başlı sebepleri
arasında sayılır. Bu arada gerçek bilgiye ulaşan iyi kimselerin ise, yine
candra-lo- ka'da ancak Vayu, Brhaspati ve Brahma gibi tanrılarla birlikte
olacakları kabul edilir.76
Böylece herkesin dünyada iken yaptığı
iyi veya kötü amellere göre candra-loka veya naraka-loka'da ceza ve mükâfat
göreceği kabul edilmiş oluyordu.
Sonuç itibarıyla, Vedalarca kabul
edilen böyle bir anlayış ile Upanişadlarda açık seçik ifade edilen karma inancı
arasında şu ortak noktaların bulunduğu söylenebilir: Birincisi, her iki inanç
için de "ruhun ölümsüzlüğü" temel aksiyom olarak kabul edilmiştir.
Bunun dışında yine her iki inanç açısından, fert tarafından icra edilen
fiillerin gerçek faili ve onların sonuçlarından olumlu ya da olumsuz olarak
etkilenecek olan ruhtur. İkincisi, ferdî sorumluluk fikri söz konusu iki
anlayışta da ortaktır. Yani herkes, işlediği iyi ve kötü fiillerin
sonuçlarından sorumludur. Üçüncü ve son olarak ise, zaman itibarıyla fiillerin
ortaya çıkardığı sonuçların faili etkilemesi sadece söz konusu fiillerin
ortaya konduğu hayatla sınırlı değildir.
B - TENASÜHÜN ANLAMI ve MAHİYETİ
1
- Tenasüh İnancının Anlamı ve
Değerlendirilmesi
Hint samsara
anlayışı Türkçede genellikle tenasüh ve reenkarnasyon kavramlarıyla ifade
edilir. Kelime anlamı itibarıyla tenasüh, Arapça N S H fiilinden türeyen
bir mas- ' 75-JÜgVe^ 3; X.132.4; 152.4
76-
B.N. Tripathi, Spiritual Bondage,
s.87-89; K.K.Anand, a.g.e., s.28
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ fardır ve lügatta, "birbirini
izale ile müteakip olmak"77, yani bir şeyin başka bir şeyi
ortadan kaldırarak, onun yerine geçmesi anlamına gelir. Terim olarak ise,
ruletin bir bedenden diğerine geçmesini ifade eder/8 Başka bir
deyişle terim olarak tenasüh, insan şahsiyetinin bir bölümünü oluşturduğu
kabul edilen ve gözle görülmeyen manevî unsurun, ölümden sonra tekrar bu
âlemde, yeniden kendine uygun canlı veya cansız başka bir bedene geçmesi
olayını ifade eden bir kavramdır.79
Bilindiği gibi, insan ruhunun
ölümsüzlüğü ve ölümden sonra onun yeniden bu dünyada veya başka âlemlerde
varlığını sürdüreceği inancı, yeryüzünün geçmiş veya çağdaş hemen hemen bütün
dinlerinde bulunan yaygın bir inançtır. İşte ruhun ölümden hemen veya belli bir
süre sonra yeniden yeryüzüne dönerek, başka bedenlerde varlığını sürdürmesini
ifade eden tenasüh anlayışı da böyle yaygın bir inancın bir çeşidi olarak
görülebilir. Onun da kökleri tarih öncesi dönemlere uzanır. Ayrıca gerek Doğu
gerekse Batı dillerinde bu olayı ifade etmek için kullanılan terimlerin
çokluğu, bir anlamda, onun ne kadar yaygın bir kavram olduğunun bir delili
olarak görülebilir.80
77-
İbni Manzur, LisânüT-Arab (I-XX), Bulak,
Tarihsiz, IV/29; Asım Efendi, Kamus Tercümesi (I-IV), İstanbul, 1304,1/1054
78-
Kısacası, ruh göçü demek olan
tenasühün dört derecesi vardır. Bunlar, a- nash; İnsan ruhunun ölümden sonra
yeniden başka bir insan bedenine geçme- sinîTb-fash; İnsan ruhunun ölümden
sonra cansız cisimlere geçmesini, c^jçash; onun hayvîn bedenine geçmesini, d-raşh
ise, ruhun bitkilere geçmesini ifade e- der. Bkz, B. Carra de Vaux,
"Tenasülîyis.Ans, XII/I, s.158-159
79-
A.L.Herman, a.g.e., s.146; "Transmigration",
ER, XV/21 8ü/Kaynaklarda
tenasüh olayını ifade etmek için kullanılan terimlerden bazıları şunlardır:
Lâtince kökenli İngilizce terimler, Rebirth (yeniden doğuş), Rein- carnation ve
Reeml^^iment (yeniden bedenlenme), Transmigration (ruh göçü). Grekçe terimler
ise, Metempsychosis (yeniden canlanma), Palingenesıs . (yeniden oluş),
Metemsomatosis (yeniden bedenlenme) ve Metaggismosdur
(yeniden canlanma). Süryanicede ise,
ruhun bir bedenden başka BeSene intikalini ifade etmek için sadece
"Taspikha" veya " taspikha denafshatha" kullanırken,
Yahudi dinine ait Kabbalist metinlerde "sodha-ibbuf veya
"gilgul" terimleri kulanılmıştır) Geniş bilgi için bkz. C.J.Ducasse,
The Belief in a Life After Death, U.S.A., 1961, s.207; 'Transmigration", ER, XV/21Türkçemizde ruh
göçü, tekrardoğuş, yeniden doğuş, reenkarnasyon gibi muhtelif terimlerle de
ifade edilen tenasüh anlayışı, Eski Mısır, Yunan, Roma ve Kelt dinleri gibi
tarihî dinlerce benimsenmiş bir inanç olmanın ötesinde, bugün yaşayan bir kısım
dinî sistemlerce hâlâ geçerliliği olan bir inançtır. Tenasüh fikrini bir inanç
konusu olarak benimseyen günümüz inanç sistemleri arasında, bütün Hint kökenli
dinler, bazı yerli Afrika dinleri, Yahudi Kabalist geleneği ve İslâma nispet
edilen Nusayriye, İsmailiyye, Dürzîlik ve Yezidîlik gibi mezhepler sayılabilir.
Tahminî olarak, bu din veya mezheplere mensup kimselerin toplam sayısının
yaklaşık bir milyar olduğu gözönüne alınırsa, günümüz dünyasındaki en az altı
kişiden birinin tenasühe inandığı söylenebilir.81
Temelde ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü
anlayışlarına dayanan böyle bir inancın ortaya çıkış sebepleri konusuna
gelince; tenasüh olayına inanan herkes, bu anlayışını haklı çıkarabilmek için
değişik gerekçeler ileri sürmüş ve birbirinden farklı izah tarzları
geliştirmiştir. Ancak onu rasyo- nalize etmek için ileri sürülen gerekçeler
arasında, karma konusunda da belirttiğimiz gibi, genelde, kötülük problemine
akla yatkın bir cevap bulma ve ruhun kimliğini koruma endişesinin, özelde ise,
kişilerin ahlâkî özellikleriyle içinde bulundukları şartlar arasındaki
çelişkiyi izah etme zorunluluğunun en önemli faktörler olduğu söylenebilir.82
Tenasüh öğretisi, bilinç ve hatırayı
taşıyan, koruyan bir benin, bir bedenden başka birine geçtiği varsayımına
dayanır. Ayrıca söz konusu bu benin intikal edeceği yeni bedenlerin formları ve
mahiyetlerinin, onun önceki bedenlerde iken işlediği amellere göre
belirleneceği varsayımı 8İ- Geniş biİgi içinbkz. R.Ğarbe, " Transmigration
(Indian)", ERE, XII/425 v.d., "
Tenasüh", Is. Ans., XII/I, s.158-159; C.J.Ducasse, a.g.e., s. 207-220
ERE, XII/429; C.J.Ducasse,
a.g.e., s.209KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ da, bu
öğretinin dayandığı temel görüşlerden bir diğeridir. Böylece her yeni var olma
bir öncekine bağlı olarak oluştuğu için âlemde bir keyfilik veya tesadüfiliğe
yer kalmaz. Ayrıca insanların kaderlerindeki eşitsizlik veya adaletsizlikten
de söz edilemez. Çünkü her şey belli bir sebep-sonuç zincirine göre devam edip
gitmektedir.83
Söz gelimi, X olarak
isimlendirdiğimiz bir ben'in, tenasüh öğretisine göre A,B,C gibi birbirini
takip eden muhtelif bedenlere geçtiğini farz edelim. Bu durumda X, A bedeninde
iken yaptığı amellerin sonucunda B bedenine, orada yaptığı fiiller sonucunda
da C bedenine intikal etmiştir ve bu olay Z'ye kadar bu şekilde devam edip
gidecektir. Dolayısıyla hiçbir bedenleşme rastgele değil, aksine, belli bir
sebep-sonuç ilişkisine göre oluşmaktadır. İlk bakışta hemen fark edileceği
gibi, tenasüh öğretisiyle getirilen bu izah, ancak A'dan sonraki bedenleşmeler
için geçerlidir. Ancak aynı anlayışı sürdürerek söz konusu benin niçin bir
başka bedeni değil de A'yı seçtiğini ve bu seçimin nasıl yapıldığı
açıklanamamaktadır. İşte bu, bize göre tenasüh öğretisinin zayıf noktalarından
biridir.
Öte yandan değişik bedenlerde
dolaştığı kabul edilen benlerin özdeşliği konusunda da bir belirsizlik söz konusudur.
Halbuki, tenasüh öğretisiyle insanlar arasındaki eşitsizliklere akla yatkın
bir çözüm bulabilmek mümkündür diyebilmemiz, her şeyden önce böyle bir
özdeşliğin kesin olarak ortaya konulmasına ve söz konusu benin de bunun
idrakinde olmasına bağlıdır. Aksi takdirde, önceki amellerinin ceza veya
mükâfat olarak karşılığını gören ben, bu tecrübeleri niçin yaşadığının farkında
olmayacaktır. Böyle bir durumda ise, her yeniden bedenleşmenin ruhun
tekâmülüne yardımcı olduğunu ileri sürmek anlam- sızlaşacaktır.
ERE, XÎİ/435; John Hick,The
Philosophy of Religion, New Delhi, 1987, s.136Çünkü muhtelif bedenlerde dolaşan
benlerin özdeş olduğunu söyleyebilmemiz için, John Hick'in de işaret ettiği
gibi, iki cisim arasındaki ayniyeti belirleyen hatıra bütünlüğü, bedensel
(maddî) süreklilik ve psikolojik özelliklerde benzerlik gibi bazı
şartların mevcut olması gerekir.84 Tenasüh veya reenkarnasyon söz
konusu olduğunda ise, sayılan bu şartlardan, ilk olarak, bedensel veya maddî
bir süreklilikten söz etmek mümkün değildir. Çünkü tenasüh öğretisinde hiçbir
zaman bedensel süreklilikten söz edilmez. Bu öğretiye göre bir ruhun veya
benin, amellerine bağlı olarak insan, hayvan, böcek veya cansız herhangi bir
nesne formunu alması aynı ölçüde muhtemeldir.
ikinci olarak hatıra bütünlüğüne
gelince, gerek bugün gerekse geçmişte bir kısım kimselerin, geçmiş hayatlarından
bazı anları veya onlardan bazılarının tamamını hatırladıklarına dair iddiaları
birçoklarımız duymuştur. Hatta dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan böyle
kimselerin durumları ve ortaya attıkları iddialar lan Stevenson ve Hemandra
Banerjee gibi araştırmacıların başlıca ilgi konusu olmuş ve böyle
iddiaları ihtiva eden eserler kaleme alınmıştır.85 Ancak söz konusu
bu iddialardan ancak çok az bir bölümü ispat edilebilmiş, geriye kalan büyük
çoğunluğu ise, ispat edilemeyen ve ispat edilmesi de mümkün görünmeyen
sübjektif iddialar durumunda kalmıştır. Hiç şüphesiz bizim bu görüşümüze,
bugün 30-40 yaşlarındaki birçok kimsenin bile, çocuklukları veya gençlikleriyle
ilgili pek çok detayı hatırlayamadığı, dolayısıyla bunun, onların ay- nı’beni
veya ruhu taşımadıkları şeklinde yorumlanamaya- cağı ve aynı şeyin
reenkarnasyon ve tenasüh olayları için
82-
j.Hick, 'a.g.’^ ....
Ian Stevenson'un
bu konudaki çalışmaları ilk olarak değişik dergilerde müstakil makaleler
hâlinde yayınlanmış, daha sonra onun bu konudaki bütün çalışmaları dört ciltlik
bir eser hâlinde toplanmıştır. Bkz. lan Stevenson, Cases of
Reincarnation Type (I,IV), Charlottesville, University of Virginia Press,KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ de pekâlâ
mümkün olabileceği şeklinde bir itiraz yöneltile- bilir. Böyle bir itiraza şu
şekilde cevap verilebilir: Bu kişilerin aynen tenasüh ve reenkarnasyon
olaylarındaki gibi, çocukluk ve gençlikleriyle ilgili pek çok teferruatı
hatırlayamadıkları doğrudur; ancak burada bedensel devamlılık söz konusu
olduğu için onun tenasüh veya reenkarnasyon durumlarıyla mukayese edilmesi
doğru değildir. Hatta hatıra bütünlüğü olmasa bile, bedensel bütünlüğün söz konusu
olduğu bir yerde onların aynı beni taşıyıp taşımadıkları konusundaki bir
tartışma gereksizdir. Halbuki tenasüh veya reenkarnasyon olaylarında hatıra
bütünlüğü olmadığı gibi, bedensel bir devamlılık da söz konusu değildir.86
Sonuç itibarıyla bu durumda iki ben
arasındaki benzerlik veya ayniyetin ortaya konulması, sadece kişisel karakterler
ve psikolojik özellikler arasındaki benzerlikle sınırlı kalmaktadır. Bu ise
bizi, sahip oldukları kişilik özellikleri itibarıyla birbirine benzeyen pek
çok kimsenin birbiriyle özdeş olduklarını iddia etmeye götürür ki, kanaatimce
bu son derece hatalı bir sonuçtur. Meselâ, acımasız ve gururlu bir kişiliğe
sahip Mohan'ın öldüğünü farz edelim. Onun ölümünden sonra dünyaya gelen ve
aynen Mohan gibi acımasız ve gururlu kişilik özellikleri sergileyen onlarca,
hatta yüzlerce kimsenin hepsinin, benzer özellikler gösterdikleri için
Mohan'ın reenkarnasyonu olarak görülmesi mümkün hâle gelir. Bu durumda onlarca
kişi arasından, eğer varsa hangisinin, Mohan'ın gerçek reenkarnasyonu olduğunu
belirleyebilmek imkânı ortadan kalkar. Ayrıca tenasüh öğretisine göre, insan
olarak ölen bir kimsenin mutlaka insan formunda yeniden bedenlenmesi de şart değildir.
Onun insan formunda yeniden bedenlenme ihtimali ne ise, hayvan, bitki formunda
yeniden bedenleşme ihtimali en az onun kadar, hatta ondan daha fazladır. Bu
ne-
86-J.Hick, a.g.e., s. 136-137
KARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA
İLİŞKİSİ denle sadece kişisel psikolojik özellikler arasındaki
benzerliklere dayanarak tenasüh veya reenkarnasyon olaylarını ispat
edebileceğini iddia etmek, bize göre makul bir düşünce olamaz.87
Öyleyse sonuç olarak diyebiliriz ki,
tenasüh öğretisi mantıksal, metafizik ve empirik (deneysel) yollardan ispat
edilemez. Buna rağmen, yeryüzündeki milyonlarca kimse onu dinî bir inanç olarak
benimsemekte ve ispat etme ihtiyacı bile hissetmeden onu devam ettirmektedir.
2 - Tenasüh İnancının Ortaya Çıkışı
ve Tarihsel Gelişimi
a - Hindistan Dışındaki Kültürlerde
Tenasüh Anlayışı
Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi
tenasüh anlayışı, farklı şekillerde bile olsa, tarih öncesi çağlardan beri insanoğlunun
kabul edegeldiği bir inançtır. Dün olduğu gibi bugün de ihsanlar aynı inancı
sürdürmektedir. Tenasüh inancının, ilk olarak ne zaman ve nerede ortaya
çıktığı, geliştiği konusu, bu alanda yapılan birçok araştırmanın odak
noktalarından biri olmuştur. Onunla ilgili temel problemlerden birisi,
dünyanın birbirinden uzak, değişik bölgelerinde yaşayan çok sayıda kimse
tarafından benimsenen bu inancın ilk olarak ortaya çıktığı bölge problemidir.
Başka bir deyişle, tenasüh anlayışı dünyanın değişik bölgelerine belli bir
bölgeden mi yayılmıştır? Yoksa sözünü ettiğimiz bu inanç, temel psikolojik
özellikleri ve aslî ihtiyaçları itibarıyla birbirine benzeyen insanoğlunun
ortak olarak ulaştığı bir inanç mıdır?
?7- J Hjck, a.g.e., s.136-137; Koç,
Turan, Ölümsüzlük Açısından Ruh-Beden ilişkisi (Basılmamış doktora tezi),
İzmir, 1990, s. 94-95Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu
inanç, tarihin çok eski çağlarından bu yana Eski Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma
ve Hindistan gibi dünyanın ilk yerleşim bölgelerinden birçoğunda kabul
edilmiş, günümüzde ise, başta Hindistan olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde
benimsenmeye devam etmekte olan bir inançtır.88
Yunan düşüncesindeki tenasühle ilgili
ilk fikirler, M.Ö. 450 yıllarında yaşadığı kabul edilen ve Örfizm'le ilgili
bir tarikat kurduğu rivayet edilen Fisagor'un düşünce sisteminde yer ahr.89^Rivayete
göre Fisagor, dövülen bir köpeğin çıkardığı çığlıkların ölen bir arkadaşının
sesine benzemesinden hareketle, arkadaşının ruhunun köpekte yeniden bedenleşmiş
olduğu iddiasını ortaya atar) Bu örneğin dışında Fisagor'un, ruhun her zaman
değilse bile, bazen değişik hayvan bedenlerine geçebileceğine inandığına dair
bilgiler kaynaklarda zikredilmiş90 ve onun tenasühle ilgili bu
görüşleri çağdaşı Empedokles tarafından da benimsenmiştir. Ancak ne Fisagor ne
de Empedokles'in tenasüh görüşlerinin mahiyetiyle ilgili ayrıntılı malûmata
kaynaklarda rastlamak mümkündür.
Eski Yunan’daki tenasüh anlayışıyla
ilgili en detaylı bilgiler Eflâtun'un diyaloglarında yer alır. Phaedros'ta, insan
ruhunun hakikati kavrayabilme derecesine bağlı olarak, ölümden sonra
uygun bedenlerde yeniden cisimleneceği görüşü yer alır. Buna göre, gerçeği
birinci derecede kavrayabilen insan ruhları, ölümden sonra filozof, sanatkâr
veya müzisyen bedenlerinden birinde yeniden be- 88- Geniş bilgi için bkz."
Transmigratiorı", ERE, XII/425-440; C.J.Ducasse, a.g.e., s.211
89-4ier ne kadar bazı kaynaklarda ,
Yunandaki tenasüh düşüncesinin ilk defa, M.Ö.VI. yüzyılda yaşadığı sanılan,
Fisagor'un hocası Pherecydes'in düşüncelerinde yer aldığı iddia ediliyorsa da,
ona atfedilen eserlerin bugüne ulaşmamış olmasından ötürü bu iddiaları
doğrulayabilme veya yalanlayabilme imkânı aynı şekilde mümkün değildir)Bkz.
"Transmigration", ERE, C.XII/432; Walther Kranz, Antik
Felsefe (Metinler ve Açıklamalar), Çev.Suat Y. Baydur, İstanbul, 1976, s. 32
90- ERE, XII/432; C.J.Ducasse,
a.g.e., s. 211; W.Kranz, a.g.e., s.32
denleşecektir. ikinci derecede
hakikati kavrayabilen ruhlar âdil bir kral, kahraman bir savaşçı veya efendi
olarak; üçüncü derecede kavrayabilenler ise, politikacı veya tüccar olarak
yeniden bedenleşecektir.... Eflâtun ruhları bu şekilde dokuz kategoriye
ayırır. Hakikati en düşük düzeyde kavrayabilen ruhların ise zalim bir hükümdar
veya despot olarak dünyaya geleceklerini ileri sürer.91 Eflâtun, hakikatten
tamamıyla habersiz ruhların ise, statü itibarıyla daha aşağı varlık
kategorileri olarak kabul ettiği hayvan, böcek veya sürüngen bedenlerinde
yeniden cisimleneceklerine inamr.92
Görüldüğü gibi Yunan düşüncesinde
Fisagor'la görülmeye başlayan tenasüh düşüncesi Eflâtun'da daha detaylı ve
sistematik bir hâle gelmiştir. Başka bir ifadeyle, Yunan düşüncesindeki tenasüh
anlayışının, bütün ayrıntılarıyla ancak Eflâtun un Phaedo, Phaedros ve Cumhuriyet
diyaloglarında ortaya konulduğu söylenebilir.
Eflâtun'un Upanişadlarda ifadesini
bulan Hint tenasüh anlayışıyla büyük benzerlikler gösteren tenasühle ilgili bu
düşünceleri daha sonra Roma İmparatorluğu içerisinde ve Avrupa'nın diğer
bölgelerine yayılmıştır. Hatta onun, Eski Mısır düşüncesine de buradan intikal
ettiği iddiaları bazı kaynaklarda yer almakla birlikte tartışmalı bir konudur.
Söz gelimi, Herodot, tenasüh anlayışının Yunan'a Mısır'dan geldiğini ve Yunanlıların
onu kendi orijinal düşünceleriymiş gibi takdim edişlerinden şikâyet eder.93
Öte yan-
91-
Phaedros, The Dialogues of Plato
(I-II), Translated by Beniamin Jowett, London, 1970,11/265, 7 J
92-
Phaedros, 11/266; Phaedo, 1/457-459
Eski Mısır'da cesetlerin mumyalanarak
muhafaza edilmesi, ve bunun âdeta bir endüstri hâline gelmesi, ruhun cesede bu
dünyada geri döneceği inancına bağlanabilir. Ayrıca bu Mısır'daki reenkarnasyon
anlayışının ilk aşaması olarak kabul edilebilir. Bu konudaki değerlendirmeler
için bkz. Ali Sayı, Kur'an'da Hz. Musa. (yayınlanmamış
doktora tezi), İzmir, 1990, s. 89-93. Yine Mısır'daki ruh göçü inancı hakkında
bkz. Herodotus, Herodot
Tarihi, (Türkçeye çev. Müntekim Okmen), Neş. haz. Azra Erhat, İstanbul, 1983,
s. 129; C.J.Ducasse, a.g.e., s.216KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ dan; W. Kranz da,
Fisagor'un Hindistan’a kadar uzanan Doğu seyahatinden sonra, tenasüh fikrinin
onun düşünce sisteminde yer almaya başladığına işaret eder.[32]
Öyleyse sonuç olarak diyebiliriz ki, tenasüh anlayışı Eski Yunan düşüncesine
nereden geldiği kesin olmamakla birlikte o, bu düşüncenin orijinal bir fikri
değil, buraya dışarıdan gelmiş ve zamanla yerleşmiş bir düşüncedir.
Diğer taraftan Flinders Petrei, Ölüler
Kitabı ve Eski Mısır kültürüne ait hiyerogliflerdeki bazı resimlere
dayanarak, Eski Mısır düşüncesindeki tenasüh fikrinin ise, en geç M.Ö. 5. yy'a
giden bir tarihe sahip olduğunu ileri sürer.[33] O,
Mısır dinî düşüncesindeki bu inancın, büyük ihtimalle İran’ın M.Ö. 5. yy'daki
istilâsı döneminde İran'dan Mısır'a geçmiş olabileceği düşüncesindedir.[34]
Aynı şekilde Yahudi Kabala ve
Hasidizm ekollerince benimsenen tenasüh anlayışının da Ortodoks Yahudiler tarafından,
söz konusu ekollerdeki diğer pek çok düşünce gibi, Hint, İran veya Mezopotamya
düşüncelerinden Yahudiliğe sokulmuş sapık inançlar olarak görüldüğü dikkati
çekmektedir.[35]
Buna göre sonuç olarak, en azından
burada sözü edilen kültürlerdeki tenasüh fikrinin, onların kendilerine ait
orijinal anlayışlar olmadığı, aksine İran kanalıyla bu kültürlere geçtiği
söylenebilir. Ancak gerek klâsik gerekse çağdaş İran kültüründe, Hint
kültüründeki gibi yaygın bir tenasüh anlayışına rastlanmaz. Bu nedenle onun,
Hint kültüründen sözü edilen bu kültürlere geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
b - Hint Kültüründe Tenasüh İnancı ve
Tarihî Gelişimi
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
ruhun ölümden sonra başka bedenlerde yeniden cisimlenerek varlığını devam
ettirdiği düşüncesi Hint dinî düşüncesinde samsara terimiyle ifade
edilir. Tıpkı karma anlayışı gibi, Carvaka mezhebi dışında bütün Hint dinî ve
felsefî mekteplerince kabul edilen samsara anlayışı, eldeki mevcut kaynaklara
göre Veda İlâhilerinde mevcut değildir. Çünkü bunlarda ortaya konan ahiret
anlayışına göre, ruh ölümsüzdür; ancak ölümle birlikte bedenden ayrılan ruh,
samsara anlayışınca öngörüldüğü gibi, hemen veya belirli bir zaman sonra yeniden
yeryüzünde bedenleşerek yarlığını sürdürmez. Veda ahiret anlayışına göre, ruhun
ölümden sonraki yolculuğu ya iyilikler diyarı svarga'ya ya da işkence ve eziyet
diyarı naraka-loka'yadır. Ruhlar, her ikisi de ezelî mahiyetteki bu âlemlerde,
dünyada iken yaptıkları iyilik ve kötülüklere bağlı olarak ya mutlu bir hayat
sürecek ya da işkence çekecektir.98
Ruhun, ölümden sonraki kaderiyle
ilgili bu anlayışın, Hint dinî düşüncesinin ikinci devresine ait Upanişadlar ve
Brahmanalar döneminde samsara anlayışına dönüştüğünü söylenebilir. Daha açık
bir ifadeyle, Upanişadlar devresinde artık önceki eskatolojik anlayış terk
edilmiş, onun yerine, svarga ve narakanın varlığı yine de kabul edilmekle
birlikte, ruhların tekâmüllerini tamamlayabilmeleri için yeniden yeryüzüne
dönüşlerine imkân veren samsara anlayışı gelmiştir.
Bununla
birlikte samsara inancının tam anlamıyla Rig-Veda düşüncesinde yer aldığını
iddia eden araştırmacılar da vardır. Bunun yanı sıra A. L. Herman gibi bir kı-
'98-İUî^ XII/434; Paul Yevtic, Karma and
Reincarnation, London,1927, s.l
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ sim çağdaş araştırmacılar ise,
samsara anlayışını, kökü Ve- dalara dayanan, tarihî süreç içerisinde gelişen ve
Gita'da son şekline ulaşan bir inanç olarak görürler. Onlar bu ge- lişmeci
görüşlerini, samsara inancının ihtiva ettiği varsayımlardan hareket ederek
temellendirmeye çalışırlar: Buna göre, samsara inancının içerdiği temel
varsayımlar şunlardır:
1
- Ruh vardır; ve o, beraber bulunduğu
maddî bedenle hiçbir şekilde özdeşleştirilemez.
2
- Ruh bir bedeni terk ederek, çok
değişik mahiyetteki başka bedenlere girebilme ve bu bedenlerde yeniden be-
denleşebilme özelliğine sahiptir.
3
- Ruhun yeniden bedenleşme için
hareketi yeryüzüne doğrudur.
4
- Ruhun gideceği âlem ve gireceği
beden, onun henüz veya daha önceden terk ettiği bedenlerde iken işlediği
amellerin ahlâkî niteliğine göre değişir."
Herman'a göre, samsara anlayışını meydana
getiren bu varsayımlardan ilk ikisi Veda İlâhilerinde, üçüncüsü Brahmanalarda,
dördüncüsü ise Upanişadlar döneminde ortaya çıkmıştır. Herman bu düşüncesini
şöyle açıklar: Rig-Veda'nın ahiret görüşünü hatırlayacak olursak, ilk iki şıkta
zikredilen ruhun ölümsüzlüğü ve hareketliliği ilkelerinin bu anlayış
içerisinde bulunduğu hemen anlaşılabilir. Nitekim RV.I.35.6'da, ölümle
birlikte, bedenden ayrılan ruhların gideceği farklı mekânlardan söz edilir.
Aynı şekilde RV.X.14. İlâhide ise, bir kısım ruhların henüz sona eren varoluş
süresince, Tanrılara gösterdikleri saygı ve onlara sundukları kurbanlar
sebebiyle, ölümden sonra mutlu bir hayat süreceklerinden bahsedilir.
Dahası Rig-Veda'nın şu ifadelerinde
de ruhların gittikleri bu mekânlarda yeniden bedenlendikleri düşüncesi-
Kane, P.V., a.g.e., V/II, s.1537;
A.L.Herman, a.g.e., s.148-152nin mevcut olduğu görülür.
RV.X.14.8'de ruha hitaben şöyle deniliyor;
"Yama ve Ata ruhlarıyla
bütünleş! Yapmış olduğun her türlü dinî ibadetin karşılığını En Yüksek Sema'da
gör...
Günah ve kötülüğü bırak, bundan
sonraki mekânın enerjiyle dolu bedene gir..."
Yine diğer bir İlâhide, Ata
ruhlarının iyi ruhlar için şöyle dua ettikleri zikrediliyor:
"Ateşe atılan, fakat onun
yakamadığı ruhlar, gökyüzünde kendilerine sunulan nimetlerden dolayı büyük haz
ve mutluluk içerisindedir.
Ey Hükümran Tanrı! Onlara hayat veren
ve hoşlarına giden yeni bedenler ihsan et!"100
Görüldüğü gibi Rig-Veda'nın bu
cümlelerinde, ruhun varlığı, ölümsüzlüğü ve hareket edici özelliğinin yam sıra,
onun, ölümden sonra yeni bedenlere girebileceği söz konusu edilmektedir.101
Ancak bu yeniden bedenlenmesinin mekânı, samsara anlayışındaki gibi yeryüzü
değildir. Eğer böyle anlaşılacak olursa, bu anlayış, Rig-Veda'nın ruhların
ikametgâhları olan svarga ve naraka-loka'da ezelî olarak kalacaklarını bildiren
diğer ifadeleriyle çelişki teşkil eder.
Bununla birlikte Herman, Satapatha
Brahmana'nın aşağıdaki ifadesinde, ruhun ölümden sonraki yeniden be-
denleşmesinin yeryüzünde olacağının açıkça beyan edildiğini ve böylece
samsaranın üçüncü temel özelliğinin de ortaya çıktığını ileri sürer. Onun
delil kabul ettiği ifade şöyle- dir: "İlkbahar mevsiminin tekrar
gelişinin, yeni bir kış mevsiminin geçmesine bağlı olduğu gibi, bir kimsenin yeniden
doğuşu da mevcut varoluşunun sona ermesine bağlıdır. Bu hakikati idrak eden
herkes bu dünyada yeniden doğar."102
99-
Rig-Veda, X, 15,14
100-
A.L.Herman, a.g.e., s. 148
Satapatha Brahmana, 1.53.14 (SBE
Serisi, c.XII, s.148)Netice olarak,
gelişmeci teoriye göre, ferdin, amellerinin ahlâkî niteliğine bağlı olarak
yeniden bedenleşeceğini öngören Hint samsara anlayışı Rig-Veda'dan başlayarak
Upanişadlarda nihaî şeklini almıştır. Upanişadların samsara ile ilgili
görüşleri ileride ayrıntılı şekilde ele alıp inceleneceği için, Upanişadların
samsara anlayışı ile ilgili detaya burada girmiyoruz.
3
- Tenasüh İnancının Dayandığı Temel Varsayımlar
Kısaca, ruhun ölümden sonra içinde
yaşadığı bedeni terk ederek, çoğunlukla aynı türden başka bedenlere geçmesi
olarak tanımlanan tenasüh olayının başlıca şu varsayımlara dayandığı
söylenebilir:
1
- Ruh vardır ve içinde yaşadığı
bedenle özdeş değildir.
2
- Ruhun değişik sebeplerden dolayı,
umumiyetle ceza olarak yaşamaya mahkûm olduğu, beden olarak bilinen bir mekân
vardır. Ruhun her türlü fiili icra edebilmesi, onun bir bedene sahip olmasına
bağlıdır.
3
- Ruh hareketli bir cevherdir. Sahip
olduğu arızî özellikler nedeniyle ruh değişik bedenlere girebilir.
4
- Ruhun değişik bedenlere geçişini
belirleyen temel kriter, onun, çeşitli bedenlerde iken işlemiş olduğu fiillerdir.103
Şimdi tenasühün dayandığı bu temel
varsayımları biraz daha yakından ele alalım:
a - Ruhun Varlığı: İnsanın maddî
ve manevî iki unsurdan mürekkep olduğu fikri, Hint düşüncesinde kökü
101-
Bkz. A.L.Herman, a.g.e.,s.155-156;
P.V. Kane'ye göre ise bu inancın dayandığı temel varsayımlar şunlardır: 1-
İnsanoğlu fizikî bedenden ayrı, ezelî bir ruha sahiptir. 2- İnsandan başka
hayvanlar, bitkiler hatta cansız nesnelerin de ruhları vardır. 3- İnsanlar ve
ona göre daha aşağı varlık derecesinde bulunan varlıkların ruhları birbirine
intikal edebilir. 4- Fiillerin gerçek faili ve onların ortaya çıkardığı
sonuçlardan etkilenen ruhtur. Bkz., Kane, P.V., a.g.e., V/II, s.1532
çok eskilere dayanan bir anlayıştır.
Jiva, Atman, purus a, pudgala ve suksma-sarira gibi kavramlarla ifade edilen
manevî unsur, insanın ve diğer bütün varlıkların aslını, özünü oluşturan bir
cevherdir.104 Prakriti veya maddî beden olarak bilinen unsur,
ölümle birlikte dağılıp yok olduğu hâlde, ruh varlığını devam ettirir.
Gita'nın ifadesiyle o, ne suda ıslanır ne de rüzgârda ve güneşte kurur; bedenimiz
yok olsa da o, varlığını devam ettirir.105
Mahiyeti konusunda görüş ayrılıkları
olsa bile, ruhun varlığı, Carvaka dışındaki bütün Hint felsefe ekolleri ve
dinlerince kabul edilmiştir.106 Hayat veren öz, her türlü kusur ve
noksanlıktan uzak, saf cevher şeklinde tasvir edilen ruhun mahiyetiyle ilgili
görüşleri başlıca iki kategoride toplayabiliriz:
1
- Ruh, kendi başına ayrı bir
ferdiyeti olmayan ve ;■■ Tanrı'yla özdeş bir cevherdir. Bu anlayışa göre,
tenasüh 1 olayında değişik bedenlere geçtiği kabul edilen şey nihaî ,
i anlamda Tanrı'dır. Bu durumda tenasüh
hadisesi de Tan-
F ! rı'nın kendi bilgisinin, belli bir
zaman sürecindeki tezahü-
. , ründen başka bir şey
olmayacaktır. Ancak unutmamak gerekir ki Tanrı'nın tek hakikat oluşu
transandantal anlam- Ş dadır. Empirik anlamda ise âlemdeki birçok fenomen gibi,
birçok hakikatin varlığı söz konusudur.107
2
- Ruh, birincinin aksine bizatihi
ferdiyeti olan, saf, i, basit ve
ezelî bir cevherdir. Eflâtun'un "psyche"si gibi, böy-
j le bir
ruh geçmişte yaptığı fiilleri hatırlayabilme, kendisi-
ı nin gelecekteki statüsüyle
ilgili isteklerde bulunabilme ve
bunları önceden
kestirebilme özelliklerine sahiptir. Ayrıca ; o,
algılama, düşünme, hatırlama ve bilme gibi faaliyetlerin
| 104-
" Soul (Indian Concepts)”, ER, XV/438-439
I 105-
Gita, II, 20-25
106-
S.N.Dasgupta, a.g.e., 1/75;
A.L.Herman, a.g.e., s.167
107-
K.K.Anand, a.g.e., s.191-192
KARMA ve TENASÜHÜN MAHİYETİ ve
BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ merkezi ve bedene hayat veren bir
cevher olmasının yanı sıra, tenasüh veya reenkarnasyon olayında değişik bedenlere
giren ve bedenle birlikte işlediği amellere bağlı olarak ceza veya mükâfat
gören de odur.[36]
b - Ruhun Mekâna İhtiyacı: Hint
düşüncesinde, ruhun mahiyeti itibarıyla farklı özelliklerde olsa bile, mutlaka
bir mekânının bulunduğu kabul edilmiştir. Onun mekânı, bazen bir insan veya
başka herhangi bir canlı bedeni olabildiği gibi, cansız bir nesne veya insan
üstü bir varlık da olabilir. Üstelik ruhun tenasühe konu olabilmesi de tamamen
buna bağlıdır.
Ezelî, saf bir cevher olan ruhun
bedenle ilk münasebeti, avidya sebebiyledir. Ruh kendisi gibi ezelî
mahiyetteki avidya nedeniyle empirik dünyanın cazibesine kapılır ve böyle bir
arzu sonucunda muhtelif bedenlerde varlığını sürdürmeye başlar. Onun empirik
âlemdeki serüveni, yeniden aslî formunu kazanmasına kadar devam eder. Upa-
nişadlar ve Gita'da, insan bedeni, dokuz[37]
veya on bir kapılı[38]
bir kaleye, ruh da böyle bir kaleye hapsedilmiş, bir an önce özgürlüğüne
kavuşmayı bekleyen bir mahkûma benzetilmektedir. Buna göre, ezelî bir cevher
olan ruhun maddî bedenle birleşmesinin, ruh açısından hiç de arzulanan bir
olay olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü ruh bedenle olan münasebetinden sonra
kirlenir ve bir kısım aslî özelliklerini kaybeder.
Yine Gita'nın bir başka ifadesinde,
ruh-beden ilişkisinin elbise-vücut analojisiyle ifade edildiğini görüyoruz.
Buna göre, beden giydiğimiz elbiseye benzer. Nasıl ki, elbiselerimizi
eskiyinceye kadar giyip, daha sonra yenileri ile değiştiriyorsak, ruh da aynı
bedende çocukluk, gençlik
ve ihtiyarlık hâllerini idrak
ettikten sonra varlığını başka bedenlerde devam ettirir.111
Az önce de belirttiğimiz gibi, ruhun,
samsara çarkı olarak isimlendirilen bu doğum-ölüm çemberinden kurtuluşu, onun
aslî formuna yeniden kavuşmasına kadar devam eder. Nihaî kurtuluştan sonra
ise, ruh, Vedanta dışındaki diğer bütün düşünce sistemlerine göre, Tanrı formuna
girecektir. Vedanta'ya göre ise, yegâne hakikat olan Tanrı'ya katılacaktır.
Dolayısıyla o, her iki durumda da tenasühe konu olmaktan çıkacaktır.
'^ Bu statik ruh anlayışı ve ona
bağlı olarak gelişen ruh- beden ilişkisi anlayışının yanı sıra, günümüz Hint
felsefesinde Sri Aurobindo tarafından temsil edilen ve ondan yaklaşık on asır
önce yaşamış Biruni'nin de et-Tahkik isimli eserinde haber verdiği ayrı
bir "gelişmeci ruh" anlayışı da mevcuttur^Bu anlayışa göre ruh,
tekâmülünü tamamlayabilmek için yeniden bedenleşmelere muhtaçtır. Gelişmeci
ruh teorisine göre, ruhun mekânı olan çeşitli bedenler, birer hapishane değil,
aksine onun sürekli olarak gelişmesine yardım eden vasıtalar konumundadır.
Çünkü, her yeniden bedenleşme ruha, daha fazla fenomeni tanıma ve tecrübe etme
imkânı vererek, bir an önce mutlak aydınlanmayı getirecek küllî bilgiye
ulaşmasına yardımcı olmaktadır.112
Ancak böyle bir anlayış, tenasüh
olayını anlamlı kılması açısından yararlı olmakla birlikte, gerek Upanişadla-
rın gerekse Gita'nın yukarıda örneklerini verdiğimiz anlayışla çelişki arz
etmekte, dolayısıyla orijinal Hint düşüncesiyle uzlaşması mümkün
görünmemektedir.113
c - Ruhun
Hareketlilik Özelliği: Yukarıda çeşitli vesilelerle
tanımlamaya çalıştığımız tenasüh olayının gerçekle- İİİ- Gita, İÇ 18,22
112-
Ebu Reyhan Muh. b. Ahmed el-Birunî,
Alberuni's India,
New Delhi, 1964, s. 45,50-51; A.L. Herman, a.g.e., s.196-180;
Krş. Katha Upanishad, V.I; Gita, V.13KARMA ve
TENASÜHÜN MAHİYETİ ve BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ şebilmesi için
ruh mutlaka hareket edici nitelikte olmalıdır. Aksi takdirde, ruhun değişik
bedenlerde dolaşmasına dayanan tenasüh olayının gerçekleşmesi imkânı ortadan
kalkar ve tenasüh anlayışı saçma hâle gelir. Böyle bir sonuca mahal vermemek
için Hint düşüncesinde ruh, ister kendi başına ferdiyeti olan bir cevher olsun,
isterse Brahma olarak kabul edilsin mutlaka hareket özelliği olan bir unsur
olarak kabul edilmiştir. Ayrıca onun hareket alanı sadece fenomenler dünyasıyla
da sınırlı değildir. O, fenomenler dünyasmın ötesindeki svarga-loka,
naraka-loka gibi mahiyetleri itibarıyla oldukça farklı âlemlere de gidip
gelebilme özelliklerine de sahiptir.114
d - Ruhun Hareketlerinde Karma'ya
İhtiyacı: Hint düşüncesine göre, tenasüh ve reenkarnasyon olayında, ruhun bir
bedeni ne zaman ve nasıl terk edeceği, söz konusu bedenden sonra alternatif
yollardan hangisini izleyeceği ve bu süreç sonunda şayet yeryüzüne geri
dönecekse hangi bedene veya forma gireceği hemen hemen tamamıyla ferdî
karmalara göre belirlenir. Kısacası karma, bu düşünce geleneğine göre tenasüh
tekerleğini döndüren yegâne faktördür, denilebilir.[39]
Hint düşüncesinde yaratıcı Tanrı fikrini kabul etmeyen Budist ve Caynist
ekollerin yanı sıra Ortodoks sistemler içerisinde yer alan Sankhya ve Mimamsa
ekolleri için de karma, bütün varoluşu belirleyebilirle gücüne sahiptir. Yani
yeni varlıkların yaratılması, ruhların değişik formlara girip çıkışları vb. her
şey başka herhangi insanüstü bir kudretin müdahalesi olmaksızın, tamamen
karmanın mistik kudreti sayesinde meydana gelir. Hatta Caynist ve Budist
mekteplerine göre, karma, tanrıların tanrılık formunu kazanmalarının sebebi
olduğu gibi, onların
113-
Ruhun fenomenler âlemi ötesindeki
hareket alanları hakkında bkz. Rm- Veda, I.XXV. 7-10; IV.V.5; Brh.Up. JV.5; Mund.
Up.LII.7/10; Katha Up., I.I1İ.6-9; Gita, II,22,IV.41-42; VIII.16,21; XIII.21,23; XVI. 19-20
KARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA
İLİŞKİSİ geleceğini de belirleyen yegâne âmildir.116
C - KARMA ve TENASÜH İNANÇLARININ
BİRBİRİYLE
İLİŞKİSİ
Buraya kadar verdiğimiz
açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, karma ve tenasüh Hint kökenli dinlerin
müştereken paylaştıkları iki ayrı inançtır. Yine hatırlanacağı gibi, bunlardan
birincisi, karma," fert tarafından icra edilen her türlü iradî fiilin,
zorunlu olarak ahlâkî niteliğine uygun sonuçlar ortaya çıkarmasını";
tenasüh inancı ise, ölümle birlikte bedenden ayrılan ruhun yeniden başka
bedenlere geçmesini ifade eder. Ayrıca tenasüh fikri, Hindistan'ın dışında Eski
Yunan, Eski Mısır gibi klâsik düşünce sistemlerinde kabul edilmiş bir inanç
olmasının yanı sıra, Yahudi Kabala ve Hasidizm geleneği, Nusayriyye,
Ismailiyye, Yezidîlik gibi İslâm fırkalarınca da hâlâ benimsenmekte olan bir
inançtır. Ancak Hint tenasüh anlayışını diğerlerinden ayıran en önemli fark,
onun, sürekli olarak "karma" inancıyla birlikte sanki tek bir
inançmış gibi "karma-tenasüh inancı" şeklinde ele alınmasıdır.117
Nitekim bu husus, söz konusu
inançların ele alındığı Upanişadların şu ifadelerinde açıkça görülür:
"Burada iyi, güzel amel işleyen
kimseler, bir brahma- na, ksatriya ve vaisya rahmine girerek, iyi bir rahme
girecektir. Buna karşılık, kötü amel işleyenler ise bir köpek, sürüngen veya
paryanın rahmine girerek, kötü bir rahme girmiş olacaklardır."[40]
"Cisimlenmiş ruh, amellerine
bağlı olarak sürekli iyi ve kötü pek çok formlara girer. O, bu formları kendi
nite-
Bkz. N.Tatia, Studies in Jaina
Philosophy, Varanasi, 1951, s. 221 117-S.Radhakrishnan, The Principal
Upanishads, London, 1953, s.114; M.Weber, The Religion of India, s.119İlklerine göre
seçer. Onun formlarla birlikteliği, işlediği ameller ve kendi niteliğinin bir
sonucudur."119
"Mevcut durumu itibarıyla ben,
şu veya bu bedenle bütünleşmiş durumdadır. O, şu anda nasıl davranır veya
hareket ederse, müteakip hayatları ona göre şekillenecektir. Yani iyi amel
işleyen iyi, kötü amel işleyen ise kötü bir durumda yeniden bedenleşir. İyi,
güzel davranışların sonucu iyi, kötü davranışların sonucu ise kötüdür."120
Karma-tenasüh arasındaki bu ilişki
Sri Aurobindo tarafından şöyle ifade edilmiştir: "Karma ve yeniden doğuş
arasındaki bu yakın ilişki tesadüfi veya arızî nitelikte bir ilişki değildir.
Aksine bu, tamam olabilmek için birbirine muhtaç ilgili iki hakikatin
birlikteliğidir. Bu ikisi, bir ve aynı kozmik sistemin maddî ve ruhî
yanlarıdır. Zira karma olmaksızın yeniden doğuş anlamsızdır, yani
ahlâkî bir nitelik taşımaz. Buna karşılık karma, eğer ruhun daimî tecrübesinin
düzeni ve ahengi için bir vasıta değilse, zorunlu başlangıcı olan bir kaynaktan
yoksun kalır; ahlâkî ve rasyonel açıdan varlığının bir anlamı kalmaz. Ancak
biz, ruhun tekrar tekrar yeniden doğduğunu kabul ederek, bu varoluş
halkalarını birbirine bağlayan bir bağ bulunduğunu; önceki varolüşların
sonrakiler üzerinde bir etkisinin bulunduğunu kabul ettiğimizde karma yasası
için manevî bir temel kabul etmiş oluruz."121
L.H.Leslie, N.K.Devaraja gibi bazı
çağdaş araştırmacılar tarafından temsil edilen diğer anlayış ise, tenasüh inancının,
karmanın zorunlu bir sonucu olduğu şeklindedir. Yani karma, tenasühü zorunlu
kılan güçtür, kudrettir. Çünkü, belli bir ömür süresince işlenen bütün
fiillerin se-
119-Svetasvatara Up.,V.ll-12
120-Brh.Up. 3.2.14
121-Sri Aurobindo, The Problem of Rebirth, s.98. Söz konusu
ilişki konusunda benzer anlayış hemen hemen aynı ifadelerle T.G.Kalghathi
tarafından da dile getirilmiştir. Bkz. T.G.Kalghathi, Karma and Rebirth, s.1-2
meresi o ömür içerisinde ortaya
çıkmamaktadır. Öte yandan karma yasasına göre ise, her amelin mutlaka bir semeresi
vardır. İşte tenasüh inancı böyle bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkmıştır.122
Ancak biz, iki inanç arasındaki ilişkinin bu şekilde izah edilmesinin doğru
olmadığı düşüncesindeyiz. Çünkü Hint düşüncesine göre, potansiyel hâldeki
karmik birikimlerin semerelerini mutlaka yeryüzünde vermeleri zorunlu
değildir. Nitekim Upanişadlar ve Gita'da ifadesini bulan eskatolojik anlayışa
göre, karmik birikimler başka âlemlerde de semeresini verebilirler. Ayrıca
semerelerin olgunlaşarak ortaya çıkabilmeleri için be- denleşme zorunlu bir
şart değildir.
Dolayısıyla sonuç olarak denilebilir
ki, karma ve tenasüh inançları arasındaki yakın ilişki, her şeyden önce her
iki inanç açısından da ahlâkî bir zorunluluk arz eder. Bu inançların, yukarıda
belirtildiği gibi kötülük problemine çözüm olarak önerilebilmeleri de ancak
böyle sıkı bir ilişkinin mevcudiyetine bağlıdır. Onlar birbiriyle hiçbir
ilişkisi olmayan inançlar olarak düşünüldüğünde ise, karma inancının mükemmelliği
ve ahlakiliğini, tenasüh inancının da ahlakiliğini iddia etmek mümkün
olmayacaktır. Öyleyse, Aurobindo'nun dediği gibi, söz konusu iki inancı, ayrı
inançlar olarak görmek yerine, aynı inancın iki tarafı olarak ele almak daha
isabetli bir yaklaşım tarzı olacaktır.
122-L.H.Leslie," Karma and Reincarnation", Karma,
Law of Harmony, Ed.V.Hanson-R.Stewart, s. 53; N.K.Devaraja, Hinduism and
Christianity, s. 16
HİNDUİZMDE
KARMA-TENASÜH İNANCI
A - HİNDU KUTSAL LİTERATÜRÜNDE
KARMA-TENASÜH İNANCI
1
- Upanişadlara Göre Karma-Tenasüh
İnancı
Upanişadlara göre, her iradî fiil
mutlaka iyi veya kötü bir semere verecek, tenasüh çarkı da buna göre düzenlenecektir.1
Ancak Manu Kanunnamesi'nde yer aldığı gibi, Upanişadların hiç birisinde
fiillerin ortaya çıkaracağı semereler ayrıntılı olarak- ifade edilmemiştir. Bu
literatürde yer alan karma anlayışının en önemli özelliği, yukarıda da
belirtildiği gibi, onun, tenasüh anlayışıyla birlikte tek bir inanç şeklinde
ele alınmasıdır. Bilindiği gibi, karma yasasına göre ferdin mevcut varoluşu
süresince işlediği dinî veya dünyevî nitelikteki her türlü iradî fiil onun şu
andaki hayatını ve gelecekteki varoluşlarını etkileyecektir. Ancak
Upanişadlarda, karmanın şu andaki hayat üzerindeki etkilerinden hemen hemen
hiç söz edilmeyerek, daha ziyade onun ölümden sonraki varoluş; serüvenine
tesirleri üzerinde durulur. Hatta bundan dolayı denilebilir ki, Upanişadlara
göre karma inancı, ahlâkî yönü itibarıyla değil, daha ziyade eskatolojik
bakımdan dikkati çeken bir inançtır.
Mundaka ve Katha Upanişadlarda
yeniden doğumun nedenleri olarak adî karmaya düşkünlük, yani kurban
1-
Brihadaranyaka Up., IV. 4. 5
törenleri ve riyazet temrinlerine
aşın önem verilmesi, bencillik, maddî şeylere karşı gösterilen hırs, yeniden
doğma ihtirası ve dikkatsizlik gibi hususlar gösterilir. Bu özelliklere sahip
kimseler, kurtuluşa ulaşamayacaklarından, nihaî kurtuluş gerçekleşinceye kadar
tekrar tekrar yeryüzünde yeniden bedenlenmeye mahkûmdurlar.2
Vedalarda pek rastlanmayan tenasüh
anlayışının Upanişadlarda iki farklı şekilde ifade edilmeye başladığını
görüyoruz. Birinci ifade ediliş şekline göre, ölümle birlikte maddî bedenden
ayrılan ruhun önünde üç yol vardır. Ancak ruhun bunlardan hangisini
izleyeceği, henüz sona eren hayatında veya daha önceki hayatlarında yaptığı
fiillerin neticelerine bağlı olarak önceden belirlendiği için, ruh bunlardan
kendi özelliklerine uygun olan yolu takip etmek mecburiyetindedir.3
Bunlardan birincisi, Devayana'ya (Tanrılar âlemi) giden yoldur.
Chandogya Upanişad'a göre, hayatın doğuş evreleri olan beş merhaleyi (gökyüzü,
yağmur, yeryüzü, erkek ve kadın) müdrik olanların -isterse ev reisliği
döneminde bulunsunlar-, ormanlarda riyazet ve mücahede nefsi yenme çalışması
hayatı yaşayarak, Brahma'ya ibadet eden zahitlerin ruhlarının ölümden sonra
Devayana'ya ulaştıran yolu izleyecekleri kabul edilir.4 Söz konusu
bu yol; ışık, gündüz, ayın karanlık yarısı, güneşin kuzey kutbunda
bulunduğu altı aylık zaman dilimi, yıl, güneş, ay ve şimşek
basamaklarından oluşur.[41]
2- Mundaka Upanişad, İ.2.7.İÖ; Katha Upanişad, 1.3.6-9;
3-
Bri.Up.,VI.II.2-4
4-
Chandogya Upanişad, V.10.1;
Brihadaranyaka Up., VI.2.15; Şankara bu yolu, Brahma'yı idrak eden ruhların
rotası olarak tanımlamaktadır. Krş. Ene. of Indian Philosophies (I-IV), Ed.Karl
Potter, Delhi, 1981 (Halen basımı devam ediyor.), 11/24
Şimşek basamağına ulaşan ruhlar artık
tanrılık vasfını kazanmış oldukları için bir daha geri dönmezler. Dolayısıyla
bu mertebeye ulaşan ruhlar için artık tenasüh olayı söz konusu değildir.6
Pitryana (Atalar diyarı) adı verilen ikinci
yola gelince; bu, taşrada yaşayan ve emredilen dinî âyin ve törenlere katılan,
halk için yararlı işler yapan ve yoksullara yardım edenlerin takip edecekleri
yoldur.7 Şankara'ya göre Pitrya- na, dinî ibadetleri yapan ancak
tanrının bilgisine sahip olmayan ruhların ölümden sonra izleyecekleri yoldur.8
Ruhları ölümden sonra Ata Ruhlarına götüren bu yol duman, gece, ayın
karanlık yarısı, güneşin güney kutbunda bulunduğu altı aylık dönem basamaklarından
oluşur. Bu basamaklardan geçen ruhlar Atalar dünyasına ulaşırlar. Buradan
Esir basamağına, oradan da Ay diyarına geçerler. Ay âlemi, Tanrı Soma'nın hâkim
olduğu alandır. Buraya ulaşan ruhlar, tanrılarla birlikte mutlu bir hayat
sürerler. Onların ay âleminde kalış süreleri, henüz sona eren hayatlarında
işlemiş oldukları iyi amellerin miktarına bağlıdır. Ruhlar yaptıkları iyi
amellerin karşılıklarını burada gördükten sonra yeniden yeryüzüne dönerler.
Onlar esir, hava, duman, sis, bulut ve yağmur basamaklarından oluşan
yolu takip ederek yeryüzüne dönerler.9
Chandogya Upanişad'a göre, yeryüzüne
ulaşan ruhun bundan sonra izleyeceği rota yine onun karmik birikimleriyle
belirlenir. Eğer bu karmik birikimler ahlâkî açıdan iyi ise, ruh üç üst sınıf
kasttan birine mensup olarak yeniden bedenleşir. Karmik birikimler ahlâkî
açıdan kötü ise ruh, derhal köpek ve domuz bedeninde yeniden cisimlenir. 10
6-
Aynı yer
7-
Chandogya Up., V. 10, 3; Bri. Up.,
VI. 2. 16
8-
Ene. of Indian Philosophies, Ed.Karl
I’otter, II/24'den
naklen.
9-
Chandogya Up., V. 10. 3-6; Krş. Bri.
Up., VI. 2.16
10-
Chandogya Up., V. 10. 7
Brihadaranyaka ve Katha Upanişadlarda ise, yeryüzüne
ulaşan ruhların yiyecek, erkek ve kadın basamaklarından sonra yeniden
bedenleşecekleri ifade edilerek, bir bakıma Chandogya'nın yukarıdaki ifadeleri
açıklanmakta- dır.11 Yani yağmur damlalarıyla yeryüzüne inen iyi
karmik birikime sahip ruhlar, yağmur sularının bitkiler tarafından absorbe edilmesiyle
meyve ve sebzelere, oradan da bunları tüketen kimselere geçer. Yeniden
bedenleşmeyi bekleyen böyle ruhlar bilhassa yiyecekler vasıtasıyla erkeğe
geçer, oradan cinsî münasebet yoluyla da kadına intikal eder. Kadına intikal
etmiş olan bu ruhlar belli bir süre sonra bir bebek şeklinde yeniden
bedenlenmiş olurlar. Buna karşılık, kötü karmik birikime sahip ruhlar ise, yine
yağmur damlalarının muhtelif hayvanlar tarafından tüketilmesi sonucunda
hayvana intikal ettikten sonra, biraz önce açıklanan prosedüre uygun şekilde
herhangi bir hayvan şeklinde cis- maniyet kazanırlar.
Son olarak, bedenden ayrılan
ruhlardan henüz sona eren hayatı süresince dine hiç inanmamış, dolasıyla emredilen
dinî ibadetlerden tamamıyla habersiz olan üçüncü sınıf ruhlar ise,
Pitryan^'ya gitmeksizin ölümden hemen sonra böcek, kuş veya sürüngen formunda
yeniden teces- süm etmektedir.12 Ancak ölümden sonra hemen meydana
geleceği zikredilen böyle bir yeniden bedenleşmenin mahiyeti konusuna
kaynaklarda ayrıntılı bilgi verilmemiştir.
Upanişadlarda ifade edilen ikinci tür
tenasüh anlayışına göre ise, ruhlarda varoluş arzusu bulunduğu ve mokşa- ya
ulaşmadıkları sürece, iyi amelleri bile olsa, bunların karşılığını görmek için
başka âlemlere gitmeksizin doğrudan yeryüzünde yeniden bedenleşeceklerdir.
Böyle bir tenasüh anlayışı Brihadaranyaka Upanişad'da şöyle ifade
11-
Bri. Up., IV. 4. 6; VI. 2.16; Katha
Up., II. 5.7
12-
Bri. Up.,VI. 2. 16; Chandogya Up., V. 10, 8
edilmektedir: "Kişi zayıflayarak
bilinçsiz bir duruma düşünce, bütün duyu özellikleri ruhunda toplanır. Bundan
sonra o, bütün bu özelliklerle donanmış vaziyette kalbe yerleşir. İnsanlar,
ölüm döşeğindeki böyle bir kimsenin gözlerini yumduğunda artık rengi
algılayamadığı, sesi duyamadığı, kokuyu ve tadı alamadığı, konuşamadığı ve dokunamadığını
düşünür. Çünkü onun bütün duyu organları ruhla bütünleşmiş ve bir hâle
gelmiştir. O kimsenin kalbinin hareketiyle veya parlamasıyla ruh dışarı çıkar.
Göz, burun veya bedenin herhangi bir organından dışarı çıkan ruhla birlikte
prana (canlılığı veren şey), bilinçlilik, bilgi ve karmik birikimler de dışarı
çıkar. Tırtılın bir ekin yaprağının sonuna kadar ilerledikten sonra ayrı bir
hareketle başka ekin yaprağına geçmesi veya bir sarrafın bir altın parçasına
yeni ve daha güzel bir şekil vermesi gibi, ruh da bedenin tahrip olması ve
cehaletin ortadan kalkmasından sonra başka bir bedene yaklaşır ve aynen
tırtılın hareketi gibi kendisini ona doğru çeker. Böylece Pitr, Gandharva,
melek veya başka herhangi bir varlık şeklindeki yeni ve farklı bir forma girer.
Kişinin söz konusu bu formlardan hangisini kazanacağı ise, onun amel ve
davranışları sonucunda otomatik olarak belirlenir. Kişi aızularla dolu olduğu
sürece bu böyle sürecektir. Çünkü arzu istek sonucunda bir şeyi irade etme,
bunun sonucunda da fiil ortaya çıkar. Fiil karmik birikimi, o da zorunlu
olarak semereyi ortaya çıkaracaktır.13
Upanişadların karma-tenasüh inancını
ifade eden bu ifadeleri detaylıca incelendiğinde, burada tasvir edilen ruh göçü
olayının anlaşılması güç bazı yönlerinin bulunduğu hemen görülecektir. Şimdi
ilk olarak, birinci nevi karma- tenasüh anlayışıyla ilgili güçlüklere işaret
edelim: Bu anlayışla ilgili olarak tespit edebildiğimiz birinci güçlük, gerek
’i:UBri7up^ KARMA İNANCININ
TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ devayana'yı gerekse pitryana'yı oluşturan
basamakların mahiyetiyle ilgilidir. Bunlar gerçekten ruhun ölüm ötesi
yolculuğunda geçtiği manevî basamaklar mıdır, yoksa Şankara'nın dediği gibi,
ona belirli mekânlarda yardım eden, ona yol gösteren Tanrıların metaforik
isimleri midir?14 Upanişadların kendi ifadelerinden bunu
belirleyebilmek mümkün değildir.
Bu konudaki ikinci güçlük, pitryana'yı
izleyerek ay âlemine ulaşan ruhların yeniden doğumlarının nasıl olacağı ve
bunun neye göre belirleneceğiyle alâkalıdır. Eğer bir ruh bütün karmik
birikimlerinin karşılığını ay âleminde görmüş ise, onun yeniden cisimlenmesi
neye göre ve nasıl olacaktır? Kari Potter bu problemi şöylece çözmeye çalışır:
Pitryana'yı izleyerek "Ay" âlemine ulaşan ruhlar, karmik
birikimlerinin çok az bir kısmı kalıncaya kadar orada kaldıktan sonra
yeniden bedenleşme için yeryüzüne dönerler. Ruhların gerek ay âleminden yeryüzüne
dönüşlerinde izleyecekleri yolun durumu ve yolculuk müddeti, gerekse yeniden
bedenleşecekleri formla ilgili bütün teferruat arta kalan bu karmik
birikimlere göre belirlenir.15 Ancak bu izah da şu iki sebepten
dolayı problemi gerçekte çözememekte fakat onu çözer görünmektedir: Birincisi,
ruhun karmik birikimlerinden az bir kısmının dünyadaki yeniden bedenleşme
için saklandığı fikri, tespit edebildiğimiz kadarıyla temel Upanişadlarda yer
almaz. İkincisi, böyle bir açıklama mümkün olsa bile, yeryüzündeki yeniden
bedenleşme için gerekli karmik birikim miktarı ve mahiyeti nasıl belirlenecektir?
Şüphesiz bu problem, Caynist karma anlayışında olduğu gibi her karmanın veya
karmik birikimin farklı fonksiyonlar icra ettiği kabul edildiğinde kolaylıkla
çözülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, Upanişadlarda karmik 14- Ene. oif
Indian Philo., 11/25
15-
Ene. of Indian Philo., 11/26
HİNDUİZMDE KARMA-TENASÜH İNANCI birikimlerin
mahiyeti ve tasnifi ile ilgili ayrıntılar hiçbir şekilde yer almaz.
Bu konudaki üçüncü güçlük ise, yine
"ay âlemi"ne giden ruhların yeryüzüne dönüş serüveniyle ilgilidir.
Yukarıda zikredilen Upanişadların ifadelerinden anladığımıza göre, karmik
birikimlerinin el verdiği zaman sürecinde ay âleminde kalan ruhlar, esir, hava,
duman, sis, bulut ve yağmur basamaklarından oluşan dönüş yolunu izleyerek
yeryüzüne ulaşırlar. Upanişadlardaki rivayete göre, yağmur damlası içerisinde
toprağa düşen bu ruhlar, yağmur damlalarının bitkiler tarafından absorbe edilmesiyle
bitkilere, buradan da ya doğrudan doğruya ya da hayvanlar vasıtasıyla
insanlara intikal eden bu ruhlar, böylece dönüş güzergâhını tamamlayarak
yeniden yeryüzünde bedenle- şirler. Ancak bu konudaki Upanişad ifadeleri
üzerinde biraz düşünecek olursak, ruhun yeniden bedenleşmesinin büyük ölçüde
tesadüflerin sonucunda gerçekleştiği anlaşılır. Çünkü ay âleminden yeryüzüne
dönen ruhları taşıyan yağmur damlasının münbit bir toprağa düşme ihtimali ne
ise, onun bir ırmak, göl veya bir okyanusa düşerek buharlaşması ve bu olayın
pek çok kereler tekrarlanma ihtimali de en az onun kadar, belki de ondan daha
fazladır. Ayrıca bir çöl veya taşlık bir zemine düşen yağmur damlasında gizli
ruhun da hemen bedenlenme ihtimali yok denecek kadar azdır. Bunun gibi daha
başka ihtimaller de düşünülebilir. Bu durumda ay âleminden gelen bir ruhun
yeryüzündeki yeniden bedenlenme süresini tayin etmek mümkün olamaz. Hatta bu
konuda bir şey söylemenin imkânsızlığı ve yeniden bedenleşmelerin şans eseri
olduğu bile iddia edilebilir. Böyle bir iddia veya tespit de âlemdeki varoluşun
keyfî ve şans eseri değil, belirli bir sistem ve nizama göre meydana geldiği
hipotezine dayanan karma-tenasüh inancıyla açık bir çelişki teşkil eder.
2 - Ramayana ve Mahabharata
Destanlarında Karma-Tenasüh İnancı
a - Ramayana Destanında Karma-Tenasüh İnancı
Ramayana ve Mahabharata, destan
tarzında kompoze edilmiş olmakla birlikte, kompoze edildikleri dönemin/
dönemlerin Hindu halk inançlarını ihtiva etmeleri bakımından Hint dinî
düşüncesinde önemli yeri olan iki destandır. Söz konusu bu destanların ne
zaman kompoze edildikleri ve bugünkü şekle nasıl ve kimin tarafından getirildiği
problemi Hindoloji araştırmacıları arasında hâlâ tartışılan bir konudur.
Araştırma konumuzla doğrudan alâkalı olmadığı için biz burada bu konuyla ilgili
tartışmalara yer vermiyoruz.16 Biz burada, çoğunluk tarafından kabul
edilen bir görüş olarak düşündüğümüz, Ramayana destanının diğerinden önce
kompoze edildiği görüşüne17 uygun olarak, önce Ramayana destanında
ifadesini bulan karma-tenasüh anlayışını, bilahare Mahabharata destanında
ortaya konan karma- tenasüh anlayışını ortaya koymaya çalışaca- Sız'
Rsi Valmiki tarafından M.Ö. V-IV.
yüzyılları arasında kompoze edilen Ramayana destanında, karma anlayışının hemen
ilk satırlardan itibaren katı bir determinizm şeklinde anlaşıldığı göze
çarpmaktadır. Destan kahramanları bilhassa karşılaştıkları musibetleri önceki
fiillerinin tabiî bir sonucu olarak görmekte ve olayları böyle yorumlayarak bir
bakıma psikolojik tatmin aramaktadırlar. Örneğin, destan kahramanı Dasaratha,
oğlu Rama'nın tahta çıkışı öncesinde başına gelen musibetleri bu şekilde
yorumlamaktadır. Dasaratha, kendisini son derece üzen bu olayları, geçiş- Bu
konudaki tartışmalar için bkz., M. Winternitz, A History of Indian Literatüre,
s.327; John Dowson, A Classical
Dictionary, s.260 v.d.
17-John Dowson, a.g.e., s. 261
inişte işlediği bir hatanın sonucu
olarak görmekte ve bu hatanın cezasının sevgili oğlu Rama'dan ayrılmak zorunda
kalmak şeklinde ortaya çıkmasından son derece üzüntü duymaktadır. Nitekim, onun
üzüntüsünü şu ifadelerle dile getirdiğine şahit oluyoruz: "... gençliğimde
bir Aziz'in oğlunu öldürerek, ebeveynine büyük acı ve ıstırap vermiştim.
Benim bu günahım sevgili oğlumu kaybetmenin acısından başka bir şeyle tazmin
edilemez miydi? 18
Dasaratha, destanın başka bir yerinde
hata sonucu bir zahidi öldürmesini de aynı şekilde, önceki hayatlarında bilinçsizce
yaptığı fiillerin kaçınılamaz bir sonucu olarak değerlendirmektedir. 19
Bunlardan başka yine destanda
zikredilen Sita'nın Ra- vana tarafından Lanka'ya kaçırılması olayında, Rava-
na'nın, Sita'ya söylediği şu sözlerde de karma prensibinin aynı şekilde
anlaşıldığı görülmektedir: "Bugüne kadar geçmişteki kötü karmalarınızın
sonucu olarak çok sıkıntı çektiniz. Artık bundan böyle, iyi amellerinizin
karşılığı olarak benim sarayımda zevk ve sefa içerisinde yaşayacaksınız."20
Verilen bu örneklerden de kolayca
anlaşılacağı gibi, destan yazarı Valmiki'ye göre karma inancı ahlâkî bir nedensellik
kanunudur. Buna göre, iyi amellerin iyi, kötülerin de kötü netice vermesi
kaçınılmazdır. Kişinin kendi amellerinin etkilerinden kurtulabilmesi söz konusu
değildir. Karmik tesirler bir gölge gibi faili izleyecek ve buzağının
binlerce sığır arasında anasını tanıması gibi sahibini tanıyacaktır.
Ramayana destanına göre, bir fiilin
iyi veya kötü olarak nitelendirilmesinde en önemli kriter failin niyetidir.
Destanın Sundarakanda ve Yuddhakanda bölümlerinde bunun, açık seçik şu şekilde
ortaya konulduğuna şahit olu-
18-
Ramayana, XV, s.65; XXII, s.95-97
19-
Ramayana, Aranyakanda, XXII, s.97
20-, Ramayana, XXXVII, s.165
yoruz. Bu bölümlerden birincisinde,
maymun tanrı olarak tanınan Hanuman, Lanka'da Sita'yı ararken Ravana'nın sarayında
çıplak kadınlarla karşılaşır ve onlar tarafından zinaya mecbur edilir.21
Diğer bölümde ise Rama, karısı Si- ta'nın uzun süre Ravana'nın hareminde mahpus
kalmasına rağmen onu yeniden geri alır.22 Anlatılan bu olayların her
ikisinde de Hanuman ve Sita'nın bu kötü fiilleri zorlama sonucunda istek dışı
icra ettikleri için herhangi kötü bir sonuçla karşılaşmalarının söz konusu
olmadığı vurgulanmıştır. Halbuki o dönemin geçerli Hindu ahlâk yasalarına göre,
kendi arzusuyla zina etmiş bir kimsenin yeniden eş olarak geri kabul edilmesi
mümkün değildir. Ama Rama her ne kadar başlangıçta tereddütlü davranmışsa bile,
sonunda, kendine eş olarak kabul ettiğine göre bunun anlamı, fiillerin ahlâkî
ve dinî açıdan değerlendirilmelerinde gözö- nünde tutulan en önemli kriterin,
fiilin ortaya çıkışında asıl olanın niyet olduğu meydana çıkar. Buna göre eğer
işlenen fiil iradî değilse, o, görünüşte kötü olarak görülse bile hakikatte
kötü değildir.
Karmik birikimlerin semeresini verme
süresiyle ilgili olarak Valmiki, sonuçları itibarıyla fiilleri laukika ve
para- laukika olmak üzere iki gruba ayırır. Laukika adı verilen fiiller,
sonuçları şöhret kazanmak, servet veyamfkek çocuk sahibi olmak gibi şu andaki
varoluş süresinde ortaya çıkan fiillerdir. Paralaukika diye isimlendirilen
fiillerin semereleri ise, ölüm sonrası Svarga denilen iyilikler diyarına veya
Naraka denilen eziyet ve işkence diyarına ulaşmak şeklindedir.23
Ancak hangi fiillerin laukika, hangi fiillerin ise paralaukika oldukları
destanda ayrıntılı olarak yer almamıştır.
21-
Ramayana, Suııdarakanda, 11. 40-42
22-
Ramayana, Lankakanda, 118. 24; 119. 8-9
23-
H.G.Narahari, ” The Doctrine of Karma
in Popular Hinduism ", The Aryan Patlı, February, 1972, s.54; K.K.Anand,
a.g.e.,s.237-238
Öte yandan yine destandan anlaşıldığına göre, svarga
veya narakaya giden ruhlar, tıpkı Upanişadlarda ifade edildiği gibi,
bu mekânlarda sürekli değil sadece amellerinin karşılığına göre söz konusu bu
mekânlarda kalacak ve daha sonra yeryüzüne dönerek yeniden bedenleşecekler-
dir.24 Dolayısıyla bu durumda Valmiki'nin öte dünya ile ilgili bu
görüşlerinin Vedaların Svarga ve Naraka ile ilgili görüşlerinden epeyce farklı
olduğu hemen görülecektir. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi Vedalara göre,
ruhun ölümden sonra bu mekânlarda kalışı devamlıdır. Bu anlayış aynı şekilde,
Upanişadların eskatolojik anlayışından da farklıdır. Yeryüzündeki yeniden
bedenlenmelerin mahiyeti konusunda, destanda ayrıntılı malûmata rastlamak mümkün
değilse de, verilen bazı örneklerden, Dharmasastralar- da tasvir edilen yeniden
bedenleşmeye benzer anlayışın Valmiki tarafından benimsendiğini çıkarmak pekâlâ
mümkündür. Destanda Dasaratha, yaşlı bir arkadaşının işlediği bir suç
sebebiyle "akbaba" 25 şekline, bir gandharva’nın da büyü
nedeniyle "yırtıcı bir hayvan" 26 şekline dönüştüğünden
söz etmektedir. Her ne kadar bu örneklerde sözü edilen şekil değiştirmelerin
mahiyeti belli değilse de, bunların belirli kusurların sonucu olarak meydana
geldikleri ve bu örneklerin önümüzdeki sayfalarda ifade edilecek Dharma-
sastralardaki örneklerle büyük benzerlikler gösterdiği göz önüne alındığında,
Valmiki'nin, Upanişadlardan itibaren Hint düşüncesinde yaygın olarak benimsenen
karma-tenasüh görüşünü benimsediğini söyleyebiliriz.
Ramayana'da yer alan karma-tenasüh
anlayışının en önemli özelliklerinden biri, sosyal karma anlayışıdır. Yani
yapılan bir fiilin sadece faili değil, kimsenin içerisinde ya-
24-
Ramayana, Ayodyakanda, 13.1;
K.K.Anand, a.g.e., s. 235-236
25-
Ramayana, XXXI, s.135
26-
Ramayana, XXIX, s. 129
şadığı toplumun diğer bireylerini de
etkilemesidir. Bu anlayışı en açık şekilde, destanın Yudhakanda adı verilen ve
Sita'nın Lanka kralı Ravana'nın elinden kurtarılışını hikâye eden bölümünde
görüyoruz. Söz konusu bu bölümde, Ra- vana'nın kötü fiili sebebiyle bütün
adanın tahrip olduğu ve böylece Ravana'nın yanı sıra bütün Lanka halkının da
acı ve ıstırap çektikleri anlatılmaktadır. Destan'a göre bu insanların büyük
acı ve üzüntüye maruz kalmalarının nedeni bizzat kendi fiilleri değil,
kralları Ravana'nın gerek Si- ta'ya gerekse kocası Ramaya yaptığı zulümlerdir.27
Ayrıca yine destanın diğer bir bölümünde Marica, Ravana'yı kötü düşüncelerinden
vazgeçirmeye çabalarken ona, yapılan kötülüklerin sadece faili değil, onun
üyesi olduğu toplumun tümünü etkileyeceğini hatırlatmaktadır.28 Bu
örneklerin ortaya koyduğu gerçek şudur ki, Ramayana destanında,
Upanişadlardaki karma anlayışından farklı olarak karma inancının sosyal
veçhesi üzerinde durulmuştur.
Ramayana'daki karma-tenasüh görüşüyle
ilgili olarak belirtilmesi gereken son husus ise, Veda İlâhilerinde olduğu
gibi, bilhassa iyi fiiller sonucu elde edilen sevabın başkalarına da
intikalinin imkânıdır. Nitekim destanın değişik bölümlerinde riyazet ve
mücahede sonunda elde edilen sevapların destan kahramanları tarafından başka
kimselere hediye edildiği görülmektedir.29
b - Mahabharata Destanına Göre
Karma-Tenasüh İnancı
Mahabharata destanında karmanın,
zaman ve Tan- rı'nın yanı sıra insan kaderini belirleyen temel faktörlerden
biri olarak sayılması araştırma konumuz açısından çök 27- Bkz., Ramayana,
Yudhakanda, 10.25
28-
Bkz., Ramayana, Aranyakanda,
38.26;39.l
29-
Bkz., Ramayana, Aranyakanda, 5. 31;
6.14; 7.12-13
önemlidir. Destanın efsanevî ve
didaktik tarzdaki birçok bölümünde, kişinin önceki hayatlarında yapmış olduğu
her fiilin mutlaka semeresini göreceği ve karşılaşacağı çeşitli durumların da
onun karmik birikimlerinin sonucu olarak meydana geleceği ifade edilmektedir.
Meselâ, destanın yazarı kabul edilen Vyasa'nın, eserin bir yerinde şöyle dediğini
görüyoruz: "Önceki varoluşlar süresince yapılan fiiller, o canlının
peşini hiç bırakmaz... ve kişi, karmanın sürekli kontrolünde olduğu için
dengesini devam ettirme ve kötü fiillerden kaçınmada son derece dikkatli
olmalıdır."30
Yine destanın Uttarayati bölümünde
ise, destan kahramanlarından Devayani, içine düştüğü derin kuyudaki mutlak
ölümden Kral Yayati tarafından kurtarıldıktan sonra, babası Sukra tarafından
şu şekilde uyarılmaktadır: "İnsanların acı çekmeleri veya mutlu olmaları,
tamamen onların kendi amelleri sebebiyledir. Dolayısıyla görünen odur ki,
karşılaştığınız bu olay da işlediğiniz bir hata sonucu meydana gelmiş olmalıdır."31
Bilge Sukra, bundan başka Kaca’yı öldüren Vrsparvanaya da şöyle nasihat
etmektedir: "Ey Kral! Bilesin ki, yapılan her kötü fiil hemen semeresini
vermez. İneğin yedikleri ancak hazmedildikten sonra süte dönüştüğü gibi, kötü
fiiller de belli bir süre sonra sonuçlarını verir. Bu sonuçlar sizin
tarafınızdan görülmese bile, mutlaka oğullarınız veya torunlarınız tarafından
görülecektir." 32
Aynı şekilde zalim bir çiftçi ile
sadhu Gautami arasında, birincinin oğlunun yılan sokması sonucu ölmesi üzerine
aralarında geçen bir konuşmada çocuğun muhtelif ölüm sebepleri üzerinde
durulur; sonuçta yılan ve zaman gibi değişik faktörler muhtemel ölüm sebepleri
olarak suçlanır. Ancak Gautami derin bir tefekkür sonucu, çocuğun
30-
Mahabharata, 3. 207. 19-20
31-
Mahabharata, 1.73.79
Mahabharata, 1. 75.2KARMA
İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ gerçek ölüm
nedeninin, çocuğun geçmişte yaptığı bir hata olduğunu idrak eder.33
Zikredilen bu misaller karma
inancının, Mahabharata destanında da ahlâkî bir nedensellik yasası şeklinde
anlaşıldığını göstermeye yeter kanaatindeyim. Ayrıca burada verilen misaller
dikkatlice incelenecek olursa, destandaki karma inancının, karmik birikimlerin
sonuçlarının sadece ortaya çıktıkları varoluş süreciyle sınırlı olmadığı;
istikbaldeki varoluş halkalarında da semeresini verebileceği; ve failin
dışında onun yakınlarını da etkileyeceği değişik özellikleri ihtiva ettiği
görülecektir.
Bundan başka karmik birikimlerin
neden olduğu tenasüh olayının mahiyeti ve ayrıntıları destanın bir bölümünü
oluşturan ve yaygın olarak Bhagavad-Gita olarak bilinen Bhisma Parvan (25-42)
bölümünde de yer alır. Gi- ta'ya göre insan, beden ve ruhtan oluşmuş bir
varlıktır. Bunlardan birincisi ölümle birlikte dağılıp yok olduğu hâlde,
İkincisi yok olmayan, ezelî-ebedî bir cevherdir. Krişna Gita'da onu şöyle
nitelemektedir: "Ruh doğmamıştır, hiçbir zaman yok olmayacaktır da... O
bir kere var oldu mu, ikinci kere bir defa daha var olmaz. O doğmamış,
ezelî-ebedî, ilk varlıktır... Bir kimsenin eskiyen elbiselerini çıkarıp,
yenilerini giymesi gibi, ruh da bir bedeni bıraktığında hemen diğerine geçer.
Ona silâh işlemez, ateş yakmaz, su ıslatmaz, rüzgâr kurutmaz. O hiçbir okun
yarala- yamadığı, yanmayan, ıslanmayan ve kurumayan ezelî bir cevherdir.34
Gita'ya göre ölümle birlikte bedenden
ayrılan insan ruhları genel olarak iki gruba ayrılır:
1
- Tanrının hakîkî bilgisine
ulaştıkları ve bu bilgi sayesinde eşyanın özüne vakıf oldukları için tenasüh
çemberinden kurtularak aslî hüviyetlerine kavuşan ruhlar. Ay- 33- Bkz.,
Mahabharata, 1. 86. 7
34- Ruhun özellikleri konusunda
detaylı bilgi için bkz. Gita, II. 20-25nen Upaniş adlardaki gibi Gita'ya
göre de böyle ruhlar için artık yeniden bedenlenme, dolayısıyla yeryüzüne dönüş
söz konusu değildir.35 Böyle ruhlar, "aydınlık yol" olarak
isimlendirilen ve aşağıdan yukarı sırasıyla Ateş, Alev, Gündüz, Aydınlık On Beş
Gün ve Kuzey Yolu basamaklarından oluşan yolu izleyerek Brahma’ya kavuşacak ve
bir daha geri dönmeyeceklerdir.3’’
2 /Henüz tekâmülünü tamamlayamamış
beşerî ruhlar ise, kutsal metinlerce emredilen bir kısım dinî törenleri icra
etmiş olsalar bile, taşıdıkları muhtelif arzu-istekler sebebiyle
"karanlık yol" olarak nitelendirilen37 ve Duman, Gece,
Karanlık On Beş Gün ve Güney Yolu basamaklarından meydana gelen yolu izleyerek
faziletli kimselere ait mekânlara, Ay âlemine ulaşırlar.38 İyi
amellerinin semeresini görünceye kadar burada kalan ruhlar yeniden yeryüzüne
dönerler. Ruhların Ay âleminden yeryüzüne dönüşlerinde hangi yolu izledikleri
Gita’da zikredilmez) Ancak Ay âlemine gidecek ruhların, gerek temel özellikleri
gerekse Ay âlemindeki kalış sürelerinin ruhun karmik birikimleriyle
belirlenmesi konusundaki benzerliklerden hareketle, Upanişadların bu konudaki
görüşlerinin Gita tarafından da benimsendiğini iddia etmek sanırım hatalı
olmaz. Dolayısıyla burada söz konusu edilen basamakların da ruha bu alanlarda
rehberlik eden insanüstü varlıkların isimlerinden mecaz olması mümkündür.
Yeryüzüne dönen bu ruhlar ya kutsal
ve zengin bir ailenin ferdi olarak ya da yogi formunda yeniden bedenleşir-
ler. Ancak yogi formunda yeniden bedenleşmek, diğerine göre oldukça zordur.
Ruhlar bu şekilde bedenleştikten sonra, önceki varoluşlarda edindikleri
tecrübelerin yardı- 35- Gita, Vİl. 28-30; Krş., Gita, SBE, C.VIII, s.
81
36-Gita, VIII, 24
37-
Gita, VIII, 25; SBE, VIII/81
38-
Gita, VI, 41; SBE, VIII/81
mıyla nihaî kurtuluş yolunda büyük
bir hızla mesafe alırlar. Upanişadlardan farklı olarak Gita'ya göre, Ay âleminden
dönerek yeryüzünde bedenleşen bu ruhların daima mükemmelliğe doğru
tırmanacakları ve birçok ruh için bu bedenlenmenin son bedenleşme olacağı kabul
edilir.39
Bununla birlikte, arzu ve isteklerin
esiri olarak yaşayan ve dinî emir ve yasaklardan habersiz ruhların ise,
ölümden sonraki durumları konusunda Gita'da hiç bilgi verilmez.
3 - Dharmasâstralarda Karma- Tenasüh İnancı
Dharmasâstra, Hindu diniyle ilgili
ahlâkî ve hukukî kuralları ihtiva eden kutsal metinlerin her biri için kullanılan
bir terimdir. Bu nitelikteki eserlerin oluşturduğu kutsal kitap koleksiyonuna
Hindu dininde Dharmasâstralar adı verilir. Bilindiği gibi Hindu toplumu kast
sistemine göre çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Toplumu oluşturan her sınıfın
kendine ait belirli imtiyaz ve sorumlulukları vardır. İşte Dharmasâstralar
olarak isimlendirilen bu literatürde, toplumdaki muhtelif gruplara ait
imtiyazlar ve onların ahlâkî ve hukukî sorumlulukları zikredilmiştir.
Dharmasâstralar içerisinde en popüler olanı Manu Kanunnamesidir. Bundan başka
Yajnavalkya Kanunnamesi, Vishnu Sutra, Nârada ve Brihaspati Sutra, Apastamba,
Gautama, Vasist- ha ve Baudhâyâna'nın sutraları Dharmasâstraları oluşturan
diğer eserler arasında sayılabilir.40
39-
Gita, VI, 40-46; SBE'vİÎİ/72-73
40-
Ludo Rocher," Sâstra Literatüre
", ER, c.XIII/80-81. Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz., The Laws of
Manu, Trs. by Geoge Buhler, SBE serisi, c.XXV, Introduction. s. XI-XVIII; The Sacred Law
of Aryas (I-II), (Apastamba, Gautama, Vasistha ve Baudhâyanâ’nın sutralarını
ihtiva eder.), Trs. by G.Buhler, SBE, c.II,XIV. Her sutra için yazılan
Introduction bölümleri;The Institutes of Vishnu (Nandapandita'nın Vishnu
Sutrası), Trs. by Julius Jolly, SBE, c.VII, Introduction bölümü; The Minor Law Books (Narada
ve Brihaspati Sutra), Trs. by J.Jolly, SBE, c. XXXIII,
Introduction bölümü
Biz burada, Dharmasâstralara göre
karma-tenasüh inancını belirlemeye çalışırken, hem tarih itibarıyla diğer
sutralardan önce kompoze edilmiş olması ve bu konudaki diğer eserlere kaynak
oluşu, hem de araştırma konumuzun ayrıntılı şekilde ele alınmış olmasını göz
önüne alarak Manu Kanunnamesini esas aldık. Bu arada, eğer varsa diğer
sastralardaki farklılıkları belirtmek suretiyle Dharmasâst- ralardaki
karma-tenasüh inancını belirlemeye çalıştık.
CManu Kanunnamesinin "Ruh
göçü" başlığını taşıyan XII. bölümü tamamıyla Hint düşüncesindeki
karma-tenasüh anlayışına hasredilmiştir. Bu bölümde karma-tenasüh- le ilgili
genel bilgi ve analizden ziyade, her şeyden önce bir kanun kitabı olmasından
ötürü, genellikle çeşitli nitelikteki fiillerin sebep olduğu yeniden varoluş
formları belirtilmiştir. Bunun yanı sıra karma-tenasüh inancıyla ilgili bazı
genel ifadelere de rastlamak mümkündüriSÖz gelimi, bölümün daha üçüncü
maddesinde; insandan sadır olan fiiller başlıca zihinsel, sözel ve bedensel
olmak üzere üç temel gruba ayrılmakta ve her çeşit fiilin mutlaka iyi veya kötü
bir sonuç ortaya çıkaracağı belirtildikten sonra, insanların aşağı, orta ve
yüksek sınıflarda yer almalarının, onların işlediği fiillerin çeşitliliğinden
kaynaklandığı ifade edilmektedir.[42]
Aynı bölümün 52. maddesinde ise, eşyaya aşırı bağlılık, dinî vazifelerin ihmal
edilmesi ve kefaretlerin yerine getirilmemesi kişilerin aşağı derecelerde
yeniden be- denlenmelerinin sebebi olarak zikredilir.[43]
Manu'ya göre, fiillerin sonuçları ya
mevcut varoluşumuz süresinde ortaya çıkan acı veya haz şeklinde, ya mahiyetleri
itibarıyla içinde yaşadığımız âlemden farklı cennet (heaven) veya cehennemdeki
acı ve ıstırap şeklinde ya da istikbâldeki yeni varoluşlarda karşılaşılacak acı
veya sı-
KARMA
İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ kıntı şeklinde
ortaya çıkacaktır.43
Manu, Hint karma-tenasüh inancını
böylece beyan ettikten sonra, söz konusu bölümün diğer maddelerinde çeşitli
fiillere bağlı olarak meydana gelecek yeniden varoluş formlarını zikreder.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, samsara çarkındaki ruhların, burada
zikredilen formlarda yeniden bedenleşmeleri, aynen Upanişadlar ve Gita'da ifade
edildiği gibi, ölüm olayının vuku bulmasından hemen sonra değildir. Manu'ya
göre, iyi amelleri fazla kötü amelleri az olan ruhlar şeffaf bir bedenle
donanmış olarak cennette belli bir süre mutlu bir hayat sürdükten44;
kötü amelleri iyi amellerinden fazla olan ruhlar ise, ancak Yama'nın hâkim
olduğu çeşitli cehennemlerde belli bir süre acı ve işkence çektikten sonra
yeryüzünde yeniden bedenleşirler.45
Şimdi Manu Kanunnamesi'nde değişik
türdeki yeniden varoluşların nedeni olarak ileri sürülen fiiller ile bunların
neticesinde meydana gelen yeniden bedenleşmeleri, Ludo Rocher'in tasnifine46
bir ilâve yaparak altı kategoride ele alabiliriz.
A - Yeniden varoluşların, yapılan
fiillerin menşeine göre belirlenmesi: Manu Kanunnamesinde fiillerin men-
şe'lerine göre zihinsel, sözel ve bedensel olmak üzere üç temel kategoriye
ayrıldıklarını biraz önce belirtmiştik.[44] Bu
kategorilere giren bazı fiiller ve bunların neden oldukları 43-Manu,VL~
44-
Manu, XII, 20
45-
Manu, XII, 21; Muhtelif cehennemler
için ayrıca bkz., Apastamba, 2. 1. 2. 2; ■ Gautama, 11. 29-30
46-
Ludo Rocher "Karma and Rebirth
in the Dharmasâstras" isimli makalesinde, Dharmasâstralarm karma ve
samsara ile ilgili düşüncelerini beş sisteme a- yırarak incelemiştir. Biz de
çalışmamızın bu bölümünde onun bu tasniflerini kullandık. Ludo Rocher,
"Karma and Rebirth in the Dharmasâstras", s.61-90, Karma and Rebirth
in Classical Indian Traditions, Ed. W.D.O'flahtery, Delhi, 1980
yeniden, varoluş kategorileri
Kanunname'de şöyle ifade edilmektedir:
a - Başkasına ait bir şeyi kıskanmak (Hasetlik)
b - Başkaları hakkında kötü zanda bulunmak.
c - Yanlış inanç ve fikirlere bağlanmak.
a - Küfretmek.
b - Yalan söylemek.
c - Düşünmeden konuşmak.
d - Nankörlük etmek.
a - Hırsızlık
b - Zina
c - Başkasını yaralama
Kanunname'nin sekizinci maddesinde,
bir kimsenin iyi veya kötü zihinsel fiillerin karşılığını zihninde, sözel fiillerin
karşılığını konuşmasında, bedensel fiillerin karşılığını da bedeninde göreceği
zikredildikten sonra, müteakip maddede bedeniyle günah işleyenlerin yeni
varoluşlarında cansız olarak, diliyle günah işleyen ve kötülük yapanların kuş
veya böcek olarak, fikrî düzeyde günah işleyen ve kötülük yapanların ise aşağı
sınıf kast mensubu olarak yeniden bedenleşecekleri beyan edilir.51
B - Maddenin özündeki üç temel
özelliğin birbiriyle münasebetine dayalı olarak fiillerin ve yeniden varoluşların
değerlendirilmesi: Manu'nun XII.24 ve bunu izleyen sonraki maddelerinde,
eşyanın özünü oluşturan üç temel nitelik sattva (iyilik)/ racas (hareketlilik)
ve tamas .(cehalet
48-Manu, XII, 5
49-
Manu, XII, 6
50-
Manu, XII,7
51-
Manu, XII, 8,9
veya kötülük) olarak belirtildikten
sonra bu unsurların her birinin mahiyetleri konusunda ayrıntılı bilgi verilir.[45]
Bundan sonra 39. maddeden itibaren, bu temel unsurlardan herhangi birinin
diğerlerine hâkim olduğu zaman, söz konusu unsurun rengini alarak bilfiil
ortaya çıkan fiillerin belirledikleri yeniden varoluş kategorileri ise şöyle
açıklanır:
1
- Sattvik nitelikli fiillerin meydana
getirdiği yeniden varoluş formları: Bunlar Manu Kanunnamesi'nde birinci, ikinci
ve üçüncü derecedeki sattvik fiillerin belirlediği formlar olmak üzere üç alt
kategoriye ayrılır. Buna göre,
a - Birinci derecedeki sattvik
fiiller: Bu nitelikteki fiiller sahibini asıl formuna döndürerek onu samsara
çarkından ebediyen kurtarır. Böyle ruhlar En Yüce, Yegâne Hakikat gibi
sıfatlarla nitelenen Brahma'ya kavuşarak ebedî sükûnete ulaşır ve bir daha
yeryüzüne dönmezler.[46]
b - İkinci derecede sattvik nitelikli
fiiller: Manu'ya göre böyle fiiller de, Takdime Sunucular, Azizler, Melekler,
Vedaların Koruyucu Tanrıları, Semavî Işıklar, Ata Ruhları ve Sadhyalar şeklinde
yeni bir varoluşa yol açarlar.[47]
c - Üçüncü derecede sattvik
karakterli fiiller. Bunların ise, zahit, derviş, brahmin veya benzeri bir
formda yeniden varoluşa neden olduklan kabul edilir.[48]
2
- Racas nitelikli
fiiller: Bunların sonucunda ortaya çıkan varoluş formları ise şöyledir:
a - Birinci derecede racas karakterli
fiillerin sebep olduğu yeniden varoluş formları Gandharva, Guhyaka, Tan-
rıların Hizmetçileri ve Apsaralardır.56
b - ikinci derecede racas karakterli
fiillerin ortaya çıkardıkları yeniden varoluş kategorilerinden bazıları ise
şunlardır: Kral, asil, saraydaki din danışmanı, kahraman bir asker veya bilgili
bir din adamı.57
c - Üçüncü derecede racas karakterli
fiiller. Bunların ise, Ghal^, Malla, Nata, hayatını değersiz işlerde çalışarak
kazanan kimse, kumarbaz veya ayyaş bir kimse formunda yeniden bedenlenmeye
neden oldukları zikredilir.58
3
- Eşyanın üçüncü temel niteliği olan tamas karakterli
fiillerin neden oldukları yeniden varoluş formları ise şunlardır:
( a - Birinci derecede tamas karakterli
fiillerin neden oldukları varoluş formları; Karana, Suparna, Râkhasa ve Pi-
saka.59
b - İkinci derecede tamas karakterli
fiiller, fil, at, sudra veya ârslan, kaplan ve ayı gibi yırtıcı bir hayvan
formunda yeniden bedenlenmeye neden olurlar.60
c -(Üçüncü derecede tamas karakterli
fiiller ise, herhangi cansız bir varlık veya böcek, balık, kaplumbağa ve
yabanî herhangi bir hayvan gibi canlı formunda yeniden bedenlenmeye neden
olurlar}61
C - Dört büyük günaha göre yeniden
varoluşların belirlenmesi: Söz konusu Kanunname'nin XI. 55 maddesinde
56-
Manu, XII, 47; Gandharva, Apsara, Guhyaka;
Hint kozmolojisine göre, Tanrılardan daha aşağı"seviyede, ancak özeflıHeri
itibarıyla insandan üstün kabul edilen semavî varlıklara verilen isimlerdir.
Bkz., J. Dowson, A Classical
Dictionary, s.19-20,115,105-106; H, Jacobi, "Brahmanism", ERE,
11/809-810; E. Sarıkçıoğlu, Dinler Tarihi, s.,141
57-
Manu, XII, 46
58-
Manu, XII, 45
59-
Manu, XII, 44; Burada zikredilen ve
karana, suparna, rakkasa ve pisaka adlarıyla anılan varlıklar âlemdeki
kötü ruhlara verilen isimlerdir. Bkz./j~ Dowson, A Classical Dictionary, s.234-235,
254-255, 309
60-
Manu, XII, 43
61-
Manu, XII, 42
bir brahmanın katledilmesi, sura adı
verilen içkinin içilmesi, brahmanlara ait bir eşyanın çalınması, Guru'nun hanımıyla
zina edilmesi ve bunları yapan kimselerle işbirliği yapılması ölüm cezasını
gerektiren günahlar ve İslâmî terminolojiyle ifade etmek gerekirse günah-ı
kebâir (mahâpâ- fahe) olarak zikredilmektedir. XII. 54'te ise, bu fiillerden
herhangi birini işleyen kimselerin uzun yıllar cehennemlerde acı ve işkence
gördükten sonra, samsara çarkına girecekleri bildirilir. Aynı bölümün 55-58.
maddelerinde bu ölümcül günahlardan herhangi birini işlemiş olan kimselerin
muhtemel yeniden doğum formları ise, şöyle ifade edilir:
a - Bir brahmanı katleden kimse
müteakip varoluşunda köpek, domuz, eşek, deve, keçi, koyun, inek, kuş veya
ceylan vb. bir hayvan formunda yeniden bedenleşecektir.62
b - Sura olarak bilinen alkollü
içkiyi içen bir brahman ise yeniden varoluşunda, böcek, solucan, fare, yırtıcı hayvan
vb. formlardan birinde yeniden bedenleşecektir.63
c - Başka bir brahmanın eşyasını
çalan brahman ise, yeniden varoluşlarında binlerce defa örümcek, yılan, kertenkele,
suda yaşayan herhangi bir canlı veya Pîsaka formunda yeniden bedenleşecektir.64
d -^Guru'nun yatağını kirleten bir
kimse ise, yüzlerce defa ayrık otu, çalı, sarmaşık gibi bitkiler formunda ya da
zehirli bir böcek formunda yeniden dünyaya gelecektir.65^
D - Hırsızlığın neden olduğu yeniden
varoluş formları: Manu Kanunnamesi'nin XII. 61-69 maddelerinde, hırsızlık yapan
kimselerin gelecek varoluşlarında alacağı formların ayrıntılı şekilde tasvir
edildiğini görüyoruz. Burada otuzdan fazla eşyayı çalan kimsenin yeni
varoluşunda alacağı formlar şöylece ifade edilmektedir:
62-
Manu, XII, 55
63-
Manu, XII, 56
64-
Manu, XII, 57
65-
Manu, XII, 58
Çeşitli Hırsızlık Olaylarının Sebep Olduğu Varoluş Formlarını
Gösterir TABLO*
ÇALINAN EŞYA |
SEBEP OLDUĞU YENİDEN VAROLUŞ FORMU |
||
Manu |
Yacnavalkya |
Vişnu |
|
Tahıl |
Fare |
Fare |
Fare |
Altın |
Kaz |
|
Fare |
Su |
Su kuşu |
Su kuşu |
Su kuşu |
Bal |
İğneli böcek |
İğneli böcek |
İğneli böcek |
Süt |
Karga |
Karga |
Karga |
Meyve |
Köpek |
Köpek |
Köpek |
Tereyağı |
Tırtır |
- |
Tırtır |
Et |
Akbaba |
|
Akbaba |
iç yağı |
Martı |
Akbaba |
- |
Domuz veya |
|
|
|
domuz yağı |
- |
- |
Martı |
Caz yağı |
Yağ içen kuş |
- |
Yağ içen kuş |
Tuz |
Cırcır böceği |
Cırcır böceği |
Cırcır böceği |
Yoğurt |
Turna kuşu |
- |
Turna kuşu |
İpek |
Keklik |
- |
Keklik |
Keten bezi |
Kurbağa |
- |
Kurbağa |
Sığır |
Yılan ebesi |
Yılan ebesi |
Yılan ebesi |
Pamuk |
Balıkçıl |
- |
Balıkçıl |
Marmelat |
Tilki |
- |
Tilki |
Parfüm |
Fare suratlı canlı |
Fare suratlı canlı |
Fare suratlı canlı |
Sebze |
Tavus kuşu |
Tavus kuşu |
Tavus kuşu |
Yemek |
Kirpi |
- |
Kirpi |
Ateş |
Turna kuşu |
Turna kuşu |
Turna kuşu |
Ev araç-gereci |
Eşek arısı |
Eşek arısı |
Eşek arısı |
Boyalı kumaş |
Kirpi |
- |
Kirpi |
Ceylan veya fil |
Kurt |
- |
- |
Fil |
- |
- |
Kaplumbağa |
At |
Arslan |
- |
Arslan |
Meyve kökü |
Maymun |
- |
- |
Meyve |
- |
Maymun |
- |
Meyve veya çiçek |
|
- |
- |
Kadın |
Ayı |
- |
- |
İçme suyu |
Saksağan |
- |
|
Davar |
Keçi |
- |
Keçi |
Elbise |
- |
Cüzzamlı |
- |
* Bu tablo, Manu Kanunnamesi, XII,
61-69, Vişnu Kanunnamesi (The Institu- tes of Vishnu, Trans, by Julius Jolly, SBE,
VII), s. 144-146 ve Ludo Rocher'in "Karma and Rebirth in the
Dlıarmasastras", Karma and Rebirth, Ed. W .D. O'Flahtery,
s.72-73 eserlerinden yararlanılarak çizilmiştir.
Hırsızlığın neden olduğu yeniden
varoluş formlarını konu alan bölüm, başkasının malını gasp eden veya kendine
sunulmamış kutsal bir yiyeceği yiyen kimselerin herhangi bir hayvan formunda
bedenleşeceğini; yukarıda sayılan eşyaları çalanın kadın olması durumunda ise,
yine yukarıda belirtilen formların dişisi şekline gireceğini bildiren şu
ifadelerle sona ermektedir: "Başkasına ait bir şeyi zorla alıp götüren
veya kendisine sunulmamış kutsal bir yiyeceği yiyen bir kimse kaçınılmaz olarak
hayvan hâline gelir. Hırsızlığı kadının yapması durumunda, o da cezalandırılacaktır.
Ancak onun, bu fiili nedeniyle kazanacağı form yukarıda sayılanların dişisi
şeklinde olacaktır.66
E - Ferdin,
mensup olduğu kasta ait sorumlulukları yerine getirmemesi nedeniyle maruz
kaldığı yeniden doğuş formları: Yukarıda işaret edildiği gibi, değişik
kastlara mensup olmak, ferde birtakım imtiyazlar verdiği gibi, ona bazı
sorumluluklar da yükler. Manu Kanunnamesi'nin 70. maddesinde, herhangi bir
zorunluluk olmaksızın sorumluluklarını yerine getirmeyen kast mensuplarına ait
ruhların, aşağı derecedeki istenmeyen bedenlerde bir süre dolaştıktan sonra
Dasyuların67 hizmetçisi olacakları zikredilir.[49]
Kanunnamenin aynı bölümünün 71 ve 72. maddelerinde i- se, dört temel
kasttan her birine mensup olanların sorumluluklarını ihmal etmeleri hâlinde
maruz kalacakları yeni varoluş formları şu şekilde belirtilmiştir:
"Sorumluluğunu yerine getirmeyen bir Brahman, kusmukla beslenen bir
ulkâmukha preta hâline; bir Kşatriya ise, leş ve mundar şeylerle beslenen bir
kataputana preta hâline dönüşür. Aynı şekilde görev ve sorumluluklarından
habersiz bir Vais- ya pislikle beslenen bir canlı, maitrâksajyotika preta
şekli- 66- Manu, Xİt 68-69
67-
Dasyu: Vedalara göre Tanrılar ve
insanların düşmanı olan kötü varlıklara verilen isim. Bkz. J. Dowson, A Classical
Dictionary, s.84
ne, sudra kastına mensup aynı
durumdaki bir kimse ise, fare veya bitle beslenen bir canlı, yani calisâsaka
preta hâline gelir."69
Apastamba'da ise değişik
kastlara mensup kimselerin kasta ait sorumluluklarını tam olarak yerine
getirmeleri durumunda, ölümden sonra bir üst kast mensubu olarak, yerine
getirmedikleri zaman ise bir alt sınıfın mensubu olarak yeniden bedenleşeceği
beyan edilir ki, görüldüğü gibi bu da Manu'nun yukarıdaki beyanlarından oldukça
farklıdır.70
F - Yukarıdaki beş gruba girmeyen
karma-tenasühle ilgili kurallardan bazıları: Gerek Manu Kanunnamesi'nin gerekse
benzeri diğer eserlerde zikredilen ve ancak yukarıda anlatılan beş grup
içerisine girmeyen, karma-tenasühle ilgili kurallardan bazıları da şöyledir:
XII. 59'a göre, başkalarına eziyet etmekten zevk alan kimseler et yiyen
yırtıcı bir hayvan formunda, haram yiyecekleri yiyenler solucan formunda, aşağı
sınıflara mensup kadınlarla zina eden kimseler Preta formunda, hırsızlar ise
kendi türünün canlılarını yiyerek beslenen bir canlı varlık formunda yeniden
bedenleşecektir. 60. maddeye göre ise, kast dışı (Parya) kimselerle ilişki
kuran, başka kimselerin kadınlarına sarkıntılık eden ve brahmanlara ait bir
eşyayı çalan kimseler Brahmarâkshasa71 olarak yeniden
bedenleşecektir.72
Bundan başka, sudra kastına mensup
birisinden yardım dilenen bir brahman ölümünden sonra Kandâla73;
başkalarının Tanrılara takdime gayesiyle kendisine emanet verdiği herhangi bir
eşyayı bu amaçla kullanmayan bir "’69-Manu,Xn7
70-Bkz., Apastamba, 2. 5.11.10-11
71-
Brahmarâkshasa: Kötü ruh veya böyle
ruha sahip kimse anlamına gelir. Bkz., Manu, s.497, 60 no'lu dipnotta.
72-
Manu, XII, 59-60
73-
Manu, XI, 24; Ayrıca krş. The
Institutes of Vishnu, LIX,11
brahman ise, ölümünden sonra yüzlerce
kere akbaba veya karga74; açgözlülük ve kıskançlık nedeniyle
tanrılara veya brahmanlara sunulan yiyecek, eşya vb. hediyeleri gasp e- den
günahkâr kimseler ise akbaba ve benzeri yırtıcı hayvanların artıklarıyla
beslenen canlılar75 formunda bedenle- şeceklerdir. Yine kadınların
kocalarına karşı vazifelerinin söz konusu edildiği maddelerden bazıları konumuz
açısından ilginçtir. Söz konusu maddelerden birisinde kocasına itaat eden
kadınların ölümden sonra da kocasıyla birlikte semavî mekânlarda huzurlu ve
mutlu bir hayat sürecekleri ifade edilirken, diğer maddede ise kocasına
isyankâr kadınların hayatlarında çeşitli hastalıklara maruz kalmanın ötesinde
ölümden sonra çakal formunda bedenleşecekleri belirtilmiştir.76
B - HİNDU DÜŞÜNCE SİSTEMLERİNDE KARMA-TENASÜH İNANCI
(.Hindu düşünce sistemleri klâsik
olarak âstika (orto- doks) ve nâstika olmak üzere iki temel gruba
ayrılır. Asti- ka sınıfına giren sistemler Mimamsa, Vedanta, Sankhya, Yoga,
Nyaya ve Vaisesikadır. Bunların âstika olarak isim- lendirilmelerinin nedeni,
söz konusu bu sistemlerin, Hindu dininin en eski kaynağı ve kutsal kitabı olan
Vedaların otoritesini kabul ettikleri içindir. Nâstika adı verilen sistemler
ise, birincilerin aksine Vedaların otoritesini ve kutsallığını tanımamanın
ötesinde, yaratıcı ve müteal bir tanrının varlığını da kabul etmeyen Carvaka,
Cayna ve Budist ekolleridir.^Bu üç sistemden son ikisi, zaman içerisinde
Hinduizmin yanı başında müstakil birer din hâline geldik- 74- Manu, XI, 25;
Krş., Vişnu, LIX,12; Yajnavalkya, 1.127 (L.Rocher, a.g.m., s.76'dan naklen)
75-
Manu, XI, 26
76-
Manu, V, 165-166; IX, 29-30
leri hâlde, Hint materyalizmi olarak
niteleyebileceğimiz Carvaka ekolü gerek kaynakları gerekse mensupları itibarıyla
günümüze kadar ulaşmamıştır.77
Biz burada âstika kategorisine giren
sistemlerin karma-tenasüh anlayışıyla ilgili görüşlerine yer vereceğiz.
Nâstika sistemlerden Caynizm ve Budizm ise, sırasıyla ü- çüncü ve dördüncü
bölümlerde müstakil olarak ele alınacaktır. Diğer nâstika sistem Carvaka ise,
karma kanununun sadece mevcut hayatta geçerli olduğunu ileri sürerek onun
metafizik ve eskatolojik boyutlarını inkâr etmesi ve bunun da tabiî olarak
tenasüh veya reenkarnasyon olayını inkâr anlamına gelmesi dolayısıyla konumuzla
doğrudan ilgili olmadığı için araştırılmaya değer görülmemiştir.
Theos Bernard, Hindu felsefesi ile
ilgili bir eserinde genel olarak Hindu düşüncesinin gayesini şöyle ifade etmektedir:
Hindu felsefe sistemlerinin hepsi, felsefenin gayesinin acı ve ıstırabın yok
edilmesi olduğunu ve bu gayenin de ancak eşyanın hakikî bilgisinin elde
edilerek, ıstıra- bm kaynağı olan "avidya"nın giderilmesiyle
gerçekleşebileceğini belirtmekte hemfikirdir.78 Hint düşünce
sistemlerinin amacı ile ilgili olarak ileri sürülen bu veya benzeri görüşlere,
onu konu edinen hemen her eserde rastlamak mümkündür. Ancak, bizim burada ilgimizi
çeken nokta, aynı düşünce sistemlerinde kişinin acı ve ıstırap çemberine düşüş
nedeni ile, onu bu acı ve ıstıraptan kurtaracak ve nihaî aydınlanmaya götürecek
yolun aynı, yani karma oluşudur. Başka bir deyişle, karma -ister geçmiş
varoluş halkalarında isterse şu andaki varoluşumuz süresince icra edilmiş
olsun- bütün sistemlerce acı ve ıstıraba neden olan avidyanın en önemli âmili
olarak değerlendirilirken, aynı zamanda da kişiyi acı ve ıstıraptan, yani
doğum-ölüm 77- Datta-Chatterjee, Introduction..., s.6-7; S.N.Dasgupta, A
History of..., 1/67-68 78- Theos Bernard, Hindu Philosophy, Delhi, s.2
çemberinden kurtaracak yeterli veya
zorunlu faktör olarak görülmektedir. Aşağıdaki satırlarda, bütün sistemlerce bu
derece önem verilen ve üzerinde durulan karma anlayışı mahiyeti, sonuçları ve
karma- tenasüh ilişkisi açısından ele alınmıştır.
Astika sistemlerin karmanın tanımı ve
tasnifi ile ilgili görüşleri başlıca iki grupta toplanabilir. Sankhya-Yoga79
ve Nyaya-Vaisesika[50]
tarafından benimsenen birinci anlayışa göre karma, ferdin, belli bir arzu-istek
sonucunda icra ettiği dinî veya seküler nitelikteki her türlü zihinsel, sözel
ve bedensel faaliyettir. Sankhya-Yoga'ya göre, eğer böyle bir fiil cehalet,
aşırı muhabbet, nefret veya öfke gibi duygular sonucu meydana gelmişse, onun
meydana getireceği tesir elemdir. Dolayısıyla böyle duygulardan kaynaklanan karmalar
"kötü karma" olarak nitelendirilir. Diğer taraftan bir fiil hoşgörü,
merhamet, şefkat, sevecenlik, yardımseverlik vb. duygular sonucunda ortaya
çıkmış ise, ortaya çıkaracağı tesir haz veya mutluluk şeklinde olacaktır.
Sankhya-Yo-
79-
Aslında Sankhya ve Yoga ekolleri Hint
düşüncesi içerisinde farklı zamanlarda ortaya çıkmış iki ayrı sistemdir. Ancak
Yoga ekolü, kendisinden daha önce ortaya çıkmış olan Sankhya sistemince
benimsenen kozmolojik doktrinleri aynen kabul eder. İki sistem arasındaki
yegâne fark, Sankhya sistemi tabiatın evrensel durumu ile ilgilenirken, Yoga
sistemi tabiatın ferdî durumuyla ilgilenmesidir. Her iki sistemin dayandıkları
temel varsayım da aynıdır: Hiçbir şey yoktan var olmaz, eğer bir gölge söz
konusu ise, mutlaka ona neden olan bir varlık olmalıdır. Bu nedenle Sankhya
ekolü, âlemin oluşumunu iki ezelî cevher, purusa (manevî cevher) ile prakriti'nin
(maddî cevher) birbiriyle ilişkisine dayandırırken, Yoga sistemi de beden ve
ruhtan müteşekkil bir bütün olarak kabul eder. Sankhya ile Yoga arasındaki
ilişki bazen de teori-pratik ilişkisi şeklinde telâkki e- dilir ve bu
münasebetle de, söz konusu bu iki sistem tek bir sistem gibi Sankhya- Yoga
sistemi olarak anılır. Bkz.,T.Bernard, Hindu Philosophy, s.89; K.K.Anand,
a.g.e., s.128
ga'ya göre bu şekilde haz veya
mutluluk ortaya çıkaran fiillere "iyi karma" adı verilir.81
Nyâya-Vaisesika'ya göre ise, karmaların
ortaya çıkaracağı tesirlerin punya mı yoksa papa mı olacağı, aynen
Sankhya-Yoga sistemindeki gibi fiilin ortaya çıkışındaki temel duygunun
niteliğine bağlıdır. Eğer fiilin ortaya çıkış nedeni, yine aşırı sevgi,
kıskançlık ve nefret gibi duygular ise, onun fail üzerinde bırakacağı tesir
olumsuz, aksine, ahlâkî bakımdan iyi olarak nitelenen duygular sonucunda ortaya
çıkan fiillerin faile tesiri ise olumlu yönde olacak ve onun daha iyi şartlar
ve imkânlar içerisinde yeniden doğuşunu temin edilebilecektir.82
Mimamsa ve Vedânta sistemlerince
benimsenen ikinci anlayışa göre ise, karma terimi, "Hindu kutsal
literatürün- ce (Vedalar, Upanişadlar ve Brahmanalar) emredilen âyin ve
törenlerin icra edilmesi" şeklinde ve birinciye nazaran daha dar bir anlamda
kullanılmıştır. Yani, Mimamsa ve Vedânta ekollerinde karma teriminin ifade
ettiği anlam sadece dinî özellik taşıyan fiillerle sınırlandırılmıştır. İlk bakışta
hemen görüleceği gibi, dinî bakımdan yerine getirilmesi gerekli kurallar
anlamındaki bir karma terimi, dhar- ma ile aynı anlamı ifade eder. Karmanın
böyle daha özel bir anlamda kullanılması, tabiatıyla onun ahlâkî tasnifinde
gözönüne alınan kriteri de etkilemiştir. Artık bundan böyle fiillerin ahlâkî
bakımdan nitelendirilmelerinde gözönüne alınan kriter, onların kutsal
literatüre uygun olup olmadıklarıdır. Buna göre, kutsal literatürce benimsenen
kurallara uygun fiiller "iyi", bunlara uygun olmayan fiiller ise
"kötü" olarak nitelendirilir.83
Karmanın ortaya çıkardığı sonuçlar
söz konusu oldu-
81-
K.K.Anand, Indian Philosophy, s.
134-140
82-
K.Walli, Theory of Karınan..., s.168
83-
K.K.Anand, a.g.e., s.134,140;
Bernard, a.g.e., s.102
ğunda ise, bütün âstika sistemler,
dinî veya seküler karakter taşıyan bir karmanın ahlâkî niteliğine bağlı olarak
iyi veya kötü bir sonuç ortaya çıkaracağını; ve gözle görülemeyen bu sonucun
fiilin icrasından hemen veya belli bir süre sonra semeresini vereceğini kabul
ederler. Böyle bir semerenin ortaya çıkışı, Sankhya-Yoga ve Nyâya-Vaisesika
ekollerine göre mantıkî bir zorunluluk arz ettiği hâlde,84 Mimamsa
ve Vedânta ekollerince bu, her şeyden önce dinî bir zorunluluktur.85
Çünkü gerek Vedalar gerekse Brahma- nalarda yer alan ifadelere göre, insanların
nihaî kurtuluşa ulaşmaları veya mutluluğu elde etmeleri her şeyden önce bir kısım
dinî törenlerin fert tarafından icra edilmesi şartına bağlıdır. Bunun anlamı,
icra edilecek dinî törenlerin ya mevcut varoluşumuzda yaşanılan bir mutluluk ya
da nihaî kurtuluşa ulaşma şeklinde mutlaka bir semere vermesi demektir. Zira
doğruluğunda hiçbir şüphe olmadığı kabul edilen kutsal literatürde böyle beyan
edilmektedir. Eğer biz, ferdin icra ettiği fiillerin hiçbir sonuç vermediğini
farz edecek olursak, gerek Vedaların gerekse Brahmanaların bu beyanları
anlamsız kalacaktır.
Karmaların ortaya çıkardığı
sonuçların geleceğe intikali ve karmik birikimin bilfiil semeresini vermesi
konusuna gelince; Sankhya-Yoga ve Mimamsa ekollerine göre karmik birikimler,
Tanrı veya benzeri bir varlığın müdahalesine gerek olmaksızın, zaman
içerisinde kendiliğinden olgunlaşacak ve semeresini verecektir.86
Nyâya-Vaisesi- ka'ya göre ise, karmik birikimlerin semerelerini verebilmesi
için Tanrı'nın varlığını her zaman için zorunlu bir şart olarak kabul edilir.
Vedanta sistemine gelince; Badaraya- na'nın Brahmasutra'sına göre, tıpkı
Nyâya-Vaisesika'da ol- 84- k.K.Ânand, a.g.e., 134,140,170-171
85-
Ganganath Jha, Purva Mimamsa in Its
Sources, s.226-227; K.K.Anand, a.g.e., s.158-159
86-Chatterjee-Datta, Introduction,
s.16
duğu gibi, Tanrının varlığı, karmik
birikimlerin semeresini verme aşamasında zorunlu şart olarak görülmektedir. Ancak
Şankara'nın Advaita Vedanta'sına geldiğimizde, böyle bir görüşün maya hâlinde
bir anlamı olsa bile, mutlak mânâda bir anlamı ve değeri yoktur. Çünkü arızî
olan bu hâlin izalesinden sonra âlemde tek bir hakikat var olduğu ve onun da
Tanrı'nın kendisi olduğu idrak edilecektir.87 Zaten bu noktadan
sonra karma yasası artık işlememektedir.
Peki, bilinç ve hareketten yoksun
karmik birikimlerin kendi başlarına bilfiil olarak ortaya çıkmaları mümkün müdür?
Sankhya-Yoga ve Mimamsa için, karmik birikimlerin niteliği, ruhta kalma
süreleri, bilfiil ortaya çıkma anları vb. özellikler, bu karmik birikimin
nedeni olan karmanın hazırlık safhasındaki arzu-isteğin şiddeti ve ferdî
özelliklerle belirlenmektedir.88 Bu nedenle vasana, apurva ve adr-
şta gibi değişik isimlerle anılan karmik birikim, önceden belirlendiği şekilde
belli bir süre şeffaf beden veya jiyada potansiyel olarak kaldıktan sonra
kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Biraz önce de belirttiğimiz gibi bu süreçte
Tanrı veya benzeri Yüce bir Kudretin yardımına veya müdahalesine gerek yoktur.
Diğer taraftan, Nyâya-Vaisesika ve Ve- danta ekolleri gibi, karmik birikimin
bilfiil semere hâline dönüşmesinde Tanrı'nın aracılığını zorunlu görsek bile,
Tanrı buradaki yaratma fiilinde mevcut karmik birikimlere bağlıdır. Yani
onların gerektirdiği bir sonucu yaratmak zorundadır. Yoksa kendi başına isteği
bir sonucu yaratamaz. Böylece her iki durumda da karmik birikimlerin insan kaderini
belirlemede son derece önemli oldukları ortaya çıkmaktadır.89
87-
N.Tatia, Studies in Jaina Philosophy,
s.221; S.D. Sharma, A Critical Survey of Indian Philosophy, Delhi, 1987, s.185;
Chatterjee-Datta, a.g.e., s.16
88-
Aynı yer
89-
OTlahtery, W .D., Karma and
Rebirth..., s.l6;K.K.Anand, a.g.e., s.160-61, 189,193
C - SİHİZMDE KARMA-TENASÜH İNANCI
Karma-tenasüh inancı, her ne kadar
Sihizmde birinci derecede önemli bir inanç değilse bile. Adi Grant'ta yer alan
şu ifadeler onun, söz konusu bu dinî sistem tarafından da benimsendiğini açık
seçik ortaya koymaktadır:
"Kişi karma tarlasına ne
ekmişse, onu biçer."90
"Ancak ektiğinizin meyvesini
toplarsınız."91
Genel anlamda bir karma inancının
kabul edildiğini gösteren bu örneklerin yanı sıra, aşağıdaki ifadeler de, insanların
maruz kaldığı bilhassa kötü ve arzu edilmeyen durumların, Sihler tarafından da
insanların kendi fiilleri sebebiyle başlarına geldiğinin kabul edildiğini
göstermektedir:
î "Vay akılsız başım! Herkes
sadece kendi amellerine göre cezalandırıldığı hâlde niçin hâlinden şikâyet
eder, sızlanırsın?" 92
" Eğer şu anda ayağın topalsa,
iyi bil ki kendi amellerin sebebiyledir." 93
Sihizmde Tanrı'nın, her şeyin
kendisinden sudur ettiği, âlemdeki her şeyin yaratıcısı, yaşatıcısı ve
hâkimFola- fak kabul edildiği göz önüne alınırsa, âlemdeki karma yasasının
da, yine O'nun tarafından konulmuş bir ahlâk kanunu olduğu söylenebilir.)
Nitekim Kapur Singh, "Sihizmin
Esasları" isimli makalesinde, Sih karma-tenasüh inancının özelliklerini
şöyle beyan etmektedir: "Sih karma-tenasüh doktrini, Hristiyan kelâmındaki
kaza-kader anlayışının aynısı değildir. Eler ne kadar o, bugünkü hayatımızın
sınırlarının geçmiş hayatla- 90- Guru V, Jaitsri Rag (Harbans Singh, The
Message of Sikhism, Delhi, 1968, s.88'den naklen)
91-
Guru I, Japji (H.Singh, Tire Message,
s.88'den naklen)
92-
Guru V, Gauri Rag (H. Singh,
The Message, s. 88'den naklen)
93-
Guru I, Asa Rag (H. Singh, The
Message, s.88'den naklen)
rımızdan intikal eden karmik
birikimlerle belirlendiğini kabul ettiği için bir çeşit kaza-kader inancı gibi
görünüyorsa da, karma-tenasüh inancına göre insan hürdür. Zira söz konusu bu
inanca göre, bizler kendi kaderimizi oluşturuyor ve gelecekteki statü ve
durumlarımızı kendimiz belirliyoruz. Sihizm tarafından yorumlanan
karma-tenasüh doktrini bize, bu hayatımızda karşılaştığımız haz, mutluluk veya
sıkıntılı durumların, geçmiş hayatlarımızda kendi hür seçimlerimizle icra
ettiğimiz ameller sebebiyle başımıza geldiğini; gelecekteki varoluşlarımız ve
karşılaşacağımız durumların da bugünkü amellerimiz sonucunda ortaya çıkacağını
öğretir."94
tl Karma-tenasüh ilişkisi konusunda
ise, Sihizmin,JRa- manuja ekolünün bu konudaki görüşlerini aynen kabul et-
tigTğoîüIuOîtekim her iki sisteme göre, ruhun tenasüh çarkına düşüşünün nedeni
karmadır.95 Ancak aynı sistemlere göre, iyi karmaların hayatı
anlamlı kıldığı96, ve ruhun yeniden aslî ıjıahiyetini kazanarak
nihaî kurtuluşa ulaşmasında önemli fonksiyonu olduğu göz önüne alınırsa, burada
söz konusu edilen karmanın, nefret, şehvet, öfke ve tamah gibi itici
motivlerden kaynaklanan karmalar olduğu kolayca anlaşılabilir. Nitekim Adi
Grant'tan aktarılan şu ifadelerin de bizim bu konudaki kanaatimizi
pekiştirdiğini düşünüyorum.
"Yeryüzürideki hiçbir şey amel
olmaksızın elde edile- n 97
mez.
"İlâhî bilgi, ancak iyi ve güzel amellerle olgunlaşır."98
94-
Bkz. Kaptır Singh " Essentials
of Sikliism ", Sri Guru Grant Sahib (Eng. Version), (I-IV), İng. çev.
Gopal Singh, Delhi, İ960, II/XII
95-
Guru I, Japji; Guru IH, Majh Rag (H.
Singh, The Message, s.89'dan naklen); Krş. B.N. Tripathi, Spiritual Bondage,
s.290
96-
Guru I, Sri Rag (H.Singh, The
Message, s.89'dan naklen)
97-
Guru I, Japji (H. Singh, The Message,
s.90'dan naklen)
98-
Guru 1, Majh Ragh, (H. Singh, The
Message, s. 90Uan naklen)
"Kalplerinde açgözlülük ve
şehvet gibi duygular bulunan kimseler sayısız doğum-ölüm çarkından geçmeye
mahkûmdur."99
Fiiller sonucunda ortaya çıkan karmik
birikimlerin gelecekteki varoluşlara taşınması konusunda ise Sihizm, böyle bir
taşınmanın cesedin ölümüyle birlikte ölmeyen ve tahrip olmayan ruh sayesinde
gerçekleştiğini savunur.100
Ote yandan Sihizme göre, karmik
birikimlerin aktüel hâle dönüşerek semerelerini vermelerinde ise, tıpkı Rama-
nuja ekolünde kabul edildiği gibi Tanrı'nın aracılığı, yardımı zarurîdir.
Böyle bir yardım olmaksızın, bilinçten yoksun karmik birikimlerin kendi
başlarına semerelerini ortaya çıkarmaları söz konusu değildir.101
Son olarak Sihizm, ruhun içine
düştüğü tenasüh çemberinden kurtuluşun da ancak Tanrının inayeti ve lütfü sayesinde
mümkün olabileceğini savunur. Ancak Tanrı'nın yardımının temin edilebilmesi
için kulun da ona lâyık hâle gelmesi gerekir. Böyle bir hâl ise, ancak iyi
karmalar, Tan- rı'nın adının sürekli zikredilmesi, O'nun büyüklüğünün,
azametinin düşünülerek O'nun ayağına kapanmakla gerçekleşir.102
Kısacası Sihizm, tenasüh çemberinden kurtuluş konusunda da Ramanuja'nm
görüşlerini aynen kabul eder.[51]
99-
Guru III, Gujri Ragh, (H. Singh, The
Message, s.86'dan naklen); Ayrıca bkz., W.L. Macleod, Guru Nanak and The Sikh
Religion, Delhi, 1968, s. 184
100-
Guru V, Gauri Ragh; Guru V,
Gond Ragh (H. Singh, The Message, s. 87'den naklen)
101-
Guru I, Japji, (H. Singh, The
Message, s.6'dan naklen)
102-
Kabirji, Asa Ragh (H. Singh, The
Message, s.86'dan naklen); Guru II, Maih
Ragh (H.Singh, The Message,
s.86-87'den naklen)
KARMA-TENASÜH
İNANCI
Bu bölümde ele almayı düşündüğümüz
Budist karma-tenasüh inancının tam olarak anlaşılabilmesi için, söz konusu
dinin kozmoloji ve ahiret anlayışlarının öncelikle ele alınması gerekecektir.
Zira karmik birikimlerin fert üzerindeki tesiri sadece ortaya çıktıkları varoluşla
sınırlı değildir. Bunun yanı sıra karmik birikimler ölümden sonra meydana
gelecek yeniden varoluşları de etkileyerek, onların keyfiyetini
belirlemektedir. Ayrıca tenasüh olayı da tamamıyla ölüm sonrası meydana gelen
bir olay özelliği taşımaktadır.
A - BUDİZMİN KOZMOLOJİ ve AHİRET
ANLAYIŞI
Üzerinde yaşadığımız dünyayı yaratan,
onu koruyup gözeten ve varlığını sürdürmesini temin eden şahsî bir Tanrı fikri
Budizmde yer almaz. Bu nedenle Budizm, bir- çök araştırmacı tarafından
ateist (tanrıtanımaz) bir din ola- rak kabul edilir. Ancak ateist
teriminin Tanrı'nın yanı sıra, ruh, ahiret gibi ruhî ve manevî hakikatlerin
varlığını topyekûn inkâr eden kimseler için kullanıldığı gözönüne alınacak
olursa, onun bir din olarak Budizm veya bu dine
mensup kimseler1 için
kullanılması kanaatimce uygun değildir. Her ne kadar kaynaklarda, Buda'nın
âlemi yaratan bir Tanrının varlığından hiç söz etmediği belirtilmekte ise de,
Budist kutsal literatürünü oluşturan Suttalarda Sakka ve Brahma gibi
tanrıların "beşeriyetin ve tanrıların üstadı” Buda'nın tarafına geçtikleri
için övgüyle zikredilmeleri dikkat çekicidir.2 Bu durum bize,
semitik kökenli dinlerdeki gibi yaratıcı, koruyucu vb. sıfatlara sahip bir
Tanrı anlayışı kabul edilmiyorsa bile, Tanrılık fikrinin Budizmde en azından
bir varoluş kategorisi olarak kabul edildiğini düşündürmektedir.
Öte yandan W. Sri Rahula, E.W. Hopkins gibi
çağdaş bazı araştırmacılarca, Buda tarafından üzerinde hiç durul- madığı iddia
edilmiş3 ve Budist Madhyamika ekolünce hiç yer verilmemiş bile olsa,
Thera vadin,
Sarvastivadin ve Yo- gacara gibi diğer Budist düşünce ekollerince benimsenen
Budist kozmoloji anlayışına göre kâinat, sadece üzerinde yaşadığımız yeryüzü ve
burada yaşayan varlıklar toplamından ibaret değildir. Onun ötesinde başka
âlemler ve buralarda yaşayan ve mahiyetleri itibarıyla yeryüzündeki- lerden
oldukça farklı varlıkların mevcudiyeti söz konusudur.4 Dahası,
Budist eskatolojik inancına göre yeryüzünde yaşayan bir kimsenin sahip olduğu
karmaların bir sonucu olarak söz konusu bu âlemlerde yeniden bedenlenmesi de
her zaman mümkündür. Dolayısıyla bu inançları benimsemiş bir kimseyi ateist
olarak nitelendirmek, mensup olduğu dini de ateizmle özdeş saymak bize göre
mümkün görünmektedir.
1-
S.H. Bolay, Felsefî Doktrinler
Sözlüğü, Ankara, 1990, s.39-40
2-
Bkz., A.Coomaraswamy, Buddha and the
Gospel of Buddhisın, Delhi 1974 s.101; DCR, s.101 '
3-
W.S.Rahula, What the Buddha Taught, s.41
4-
ER, IV/114;DCR,s.21O
Ana hatları itibarıyla£Budist kozmoloji anlayışı,
kâinatın, merkezî noktasında yüce Meru dağının bulunduğu ve onun dört bir
yanında ise dört büyük kral tarafından yönetilen dört büyük bölgenin var olduğu
ve her biri temel özellikleri yönünden içüaxU-yaşadı|ümı^â.lemeAıenz^^
sayısız âlemlerden meydana geldiğini savunan klâsik Hint kozmöîoıTanlayîşını
paylaşır. Ancak topyekün kozmo~sun NÎeru dağını merkez alan tek bir
kozmolojik yapıdan mı, yoksa böyle sayısız âlemlerden mi oluştuğu Budizmde hâlâ
tartışılan bir problemdir.5 Bununla birlikte, ister tek- âlem
sistemi isterse sayısız-âlemler sistemi kabul edilmiş olsun, âlemin yapısı ve
mahiyeti ile ilgili görüşlerde farklılık söz konusu değildir. Buna göre, her
bir âlem üç ana bölgeye (dhâtu, loka) ayrılır: Bunlar aşağıdan yukarıya doğru,
duyular âlemi (kâma-dhatu), şeffaf varlıklar âlemi (rupa- dhatu)
ve mutlak şekilsizlik âlemi (immaterial, arupa- dhatu) şeklinde
sıralanır.6*^
^Ayrıca âlemi oluşturan bu ana bölümlerden her birinin
kendi içerisinde pek çok alt katmanlara ayrıldığını da unutmamak gerekir.
Meselâ, böyle bir tasnifte en alt bölge olarak zikredilen duyular âlemi, yine
kendi içerisinde aşağıdan yukarıya doğru lânetlimmiş varlıklar, hayvanlar,
insanlar, asuralar ve melekler veya adlarına takdime sunulan tanrılar âlemi olmak
üzere beş alt bölgeye ayrılır.) Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, son olarak
zikredilen melekler veya tanrılar âleminin de yine kendi içerisinde ayrıca
altı alt bölgesi mevcuttur. Duyular dünyasının burada zikredilen muhtelif
katmanlarında yaşayan varhk-
5-
Bu konudaki tartışmalar için bkz., A.Coomaraswamy, Buddha..., s.l
02-103;
ER, IV/114-118; DCR, s.210
6-
ER, IV/115; DCR, s.210. Bazı
araştırmalarda âleminin duyular ve Brahma olmak üzere önce iki bölgeye
ayrıldığı, daha sonra ise Brahma âleminin şekil ve şekilsizlik âlemleri olmak
üzere kendi içerisinde iki alt bölgeye ayrıldığını da burada işaret etmek
istiyoruz. Bu konuda bkz., A.Coomaraswamy, a.g.e., s.l 02
ların hepsi görme, işitme, koklama,
dokunma, tatma ve idrak etme (mentaKmpression) özelliklerine sahiptir. Bir nevi
cehennem olarak da nitelendirebileceğimiz lanetlenmişler âlemindeki varlıklar
ise, işledikleri kusur veya kötülüklerin sonucu olarak bu katmanda bulunmakta
ve yapmış oldukları zulüm ve acımasızlıklarla orantılı biçimde burada
cezalarını çekmektedirler. Cezanın bitmesiyle birlikte bu varlıklar, hayvanlar
ve insanların yaşadığı yeryüzüne ve geri dönecekler burada yeniden
bedenleşeceklerdir.
Yeryüzü ise, insanların ve
hayvanların yaşadıkları bölgedir. Onun daha üst bölgelerinde de kısmen dünyevî,
kısmen de semavî niteliklere sahip varlıklar olarak tasvir edilen asuraların
(cinler) yaşadığı kabul edilir.[52]
Yine aynı kozmoloji anlayışına göre,
evrenin en üst bölgesinde, insanların çeşitli arzu isteklerini yerine getirmeleri
için dua ettikleri Devaların yaşadıkları farz edilir. Devalara ait olan bu
bölgede 33 cennet veya semavî bölge vardır. Topyekûn devalar alanı olarak
bilinen bu alanın araştırma konumuz açısından en önemli hususiyetlerinden biri,
bu bölgedeki yeniden varoluşların sadece erkek formunda meydana gelmesidir.
Yani Budist kozmolojisine göre, dişi formunda bedenlenme sadece duyular
âleminin ilk dört alt basamağında söz konusudur.[53]
Kozmosun ikinci katmanı
Rupa-dhatu'nun bazı temel özellikleri ise şunlardır:
a-Burada yaşayan varlıklar, tıpkı
duyular âleminde yaşayan varlıklar gibi belli bir forma sahiptir ve form onların
varoluşlarının ayrılmaz bir parçasıdır.
b-Rupa-dhatu'da yaşayan varlıkların,
duyular âlemin- dekilerden farklı olarak sadece görme, işitme ve idrak (mental
impression) duyularına sahiptir.
c-Kozmosun bu alanı, Theravada ekolüne
göre 16, Va- subandhu'ya göre 17, Yogacara sistemine göre ise 18 alt-
bölgeden oluşmuştur. *
d-Rupa-dhatu'nun bütün bu basamakları
tefekkürün çeşitli dereceleriyle geçilebilir.[54]
Kozmosun burada zikredilen şekil
âlemlerinin ötesindeki üçüncü bölgesi, arupa-dhatu diye isimlendirilen mutlak
şekilsizlik bölgesidir. Bu alana ulaşabilen varlıklar için artık herhangi bir
şekil veya form söz konusu değildir. Üstelik burada yaşayan varlıkların sahip
oldukları yegâne duyu organı idrak veya bilinçliliktir. Varlıkların bu bölgede
yeniden bedenleşebilmeleri için her türlü arzu-istekten uzak olmaları ve Brahma-vihara
adıyla bilinen dört evrensel fazilete sahip, yani sevecert, merhametli,
elci ve itidalli olmaları gerekir.[55]
CBudizmin iki önemli kolu Hinayana ve
Mahayana mezheplerinin kozmoloji ile ilgili görüşleri bu noktaya kadar hemen
hemen aynıdır. Ancak Mahayana mezhebi kâma, rupa ve arupa alanlarının
ötesinde buda-ksetras (Budalar alanı veya alanları) diye isimlendirilen
dördüncü bir bölgenin- daha doğrusu bölgelerin- varlığını kabul ederek
Hinayana mezhebinden ayrılıp Mahayanistlere göre, bu bölgeyi oluşturan
alanların her biri mutlak aydınlanmaya kavuşmuş Budaların hâkim oldukları
alanlardır. Maha- yanistler için bu Budaların her biri bütün insanlığı kendi
bölgesine ulaştırabilecek kudrete sahiptir.[56]
Budist Kozmolojisine Göre Âlemin
Yapısını Gösterir TABLO*
Ana Bölgeler |
Alt Bölgeler |
|
IV.. Buda-ksetras III. Arupadhâtu (Mutlak Şekilsizlik Alanı) |
|
(Sadece Mahayana |
4.Ne bilinçlilik ne de bilinçsizlik 3.Hiçlik alanı 2.Sınırsız Bilinçlilik 1. Sınırsız Mekân 4.Meditasyon veya Algılanamayan Tanrılar Alanı |
ekolünce kabul edilir.) (Meditasyonun derecesine bağlı ola- |
|
11. Kûpadhatu (Şeffaf Varlıklar |
3.Meditasyon veya Parlak Tanrılar |
rak elde edileceği |
Alanı |
varsayılan bu dört |
|
Alanı) |
2.Meditasyon ve Abhasvara Tanrılar Alanı 1 .Meditasyon veya Brahma Alanı 5.İnananların arzu ve isteklerini yerine getiren
Tanrılar Alanı 4.Hayaletler Alanı |
alanın da toplam 17 alt bölgesi mevcuttur.) (Burada Tusita, Yama... vb. isimleriyle |
I. Kâmadhâtu |
anılan altı alt böl- |
|
(Duyular Alanı) |
3.İnsanlık Alanı 2.Hayvanlar Alanı l.Lânetleıuniş Varlıklar Alanı Bereketli Toprak Siferi Su Siferi Rüzgâr Siferi Uzay |
geden oluşur.) |
E.W.Hopkins, Budizmin öte
dünya anlayışını şu şekilde ifade eder: Hatırdan çıkarılmaması gereken önemli
bir husus şudur ki, Buda'nın kurmuş olduğu sistemin mantığı onu, bu
dünyadaJmutT^^^ olabi-
leceğTKaşka bir âlemin varlığını kesin inkâra götürmüştür.
O, sadece öteki dünyayı inkâr eden görüşünde ısrar etmek- le
kâlmâmiş; bunun ötesinde öğrencilerini ve araştırmacı- iân, kişinin
ölümden sonraki kaderini araştırmaktan ve bu kömTda~söı^ö]^
* Bu tablo şu kaynaklara dayanarak çizilmiştir: W.Randolph Kloetzli,
Buddhist Cosmology,
New Delhi, 1989, s.34-35; Edward J.Thomas, The History of Buddhist
Thought, s.111-112; A.Coomaraswamy, a.g.e., s.102
tir. Buda nirvanaya ulaşmanın
varlığın yok oluşuna yol_ag- tığma^îüınmiy^ bir varlık fikrini
beriîmlîelnemıştTiüTlnun^^
herkesin karina ve yeniden doğuş
doktrinlerini tam anlamıyla kabul ederek, mümkün olduğu kadar çabuk, içinde
bulunduğu bu sıkıntılı doğum-ölüm çemberinden bir an önce kurtulmaya gayret
göstermesidir. Bunun için de ahit değil, uyanık, aydın ve iyi bir mümin olmak başarının
temel şartıdır." [57]
Başka bir çağdaş Budist araştırmacı W.Sri Rahula da, What
the Buddha Taught isimli eserinde tıpkı Hopkins gibi, ölümden sonraki
hayat konusunun Budizmde ce- vaplandırılamayan sorular (avyâkrta) kategorisine
girdiğini belirttikten sonra şöyle devam ediyor: "Buda bile bu konuda
konuştuğunda, bir Arahat'a ölümden sonra ne olduğunu tasvir edecek bir
kelimenin dilimizde bulunmadığını belirtti. Vaccha isimli müridinin bu konudaki
bir sorusuna verdiği cevapta Buda, doğmak, doğmamak vb. sözlerin
Arahatın durumunu açıklamak için uygun kelimeler olmadığını; çünkü madde,
duyum, algılama, zihnî aktiviteler, bilinçlilik gibi dünyevî varoluşla ilgili
bütün özellikler, Arahatlık derecesindeki bir kimse için tamamen tahrip edilmiş
ve yok olmuş özelliklerdir. Bunlar Arahatın ölümünden sonra artık hiçbir zaman
yeniden ortaya çıkmayacaklardır." [58]
Hopkins ve Rahula'nın bu ifadelerine dayanarak, Bu-
da'ya göre, kişinin, kendini içinde bulunduğu sıkıntılı doğum-ölüm çemberinden
kurtaracak orta yolun gereklerini ifa etmek yerine, geçmiş ve gelecek durumunu
araştırması, hatta şu andaki varlığının mahiyetiyle ilgili kafasında ürettiği
problemlere çözümler önermesi hayal ormanında do-KARMA İNANCININ. TENASÜH
İNANCIYLA İLİŞKİSİ laşmak olarak kabul edildiğini; ve hâkim kimselerin
ise, böyle boş şeylerle uğraşmak yerine, dört temel hakikat üzerinde
düşünmelerinin önerildiğini söyleyebiliriz.14
Rahula biraz önce zikredilen
eserinde, Budizme göre metafizik konularla uğraşmayı, savaşta yaralanan ve
hızla kan kaybetmekte olan bir yaralının, kendisine saplanan oku çıkararak, bir
an önce kanı dindirmeye çalışan sağlık personeline oku kimin attığı, kaç
metreden atıldığı, okun uzunluğu, geliş hızı gibi soruların cevabını
öğreninceye kadar, onların oku çıkarmalarına izin vermemesine benzetir.
Yaralının takındığı bu tavrın kendisine ve başkalarına bir yararı olmadığı
gibi; Budizme göre, diyor Rahula, metafizik problemlerle uğraşmak ve onlara
çözümler üretmek kişiye hiçbir yarar sağlamaz, hatta vaktini böyle boş şeylerle
harcadığı için zararlıdır. Şu anda yapılması gereken husus, bütün insanlığın
mustarip olduğu acı-ıstırap ve onun nedenleri üzerinde düşünmek ve bir an önce
bu doğum- ölüm çemberinden kurtulmaya gayret göstermektir.15
Buda’nın ahiretle ilgili ve metafizik
konularda agnostik bir tavır takındığını gösteren bu ve benzeri görüşlerin
yanı sıra, Suttalarda çok fazla olmasa bile ölüm sonrası hayatla ilgili olarak
Buda'ya atfedilen bazı ifadelere de rastlıyoruz. Nitekim Mahâparinibbana
Sutta'da Buda, Pataligâma öğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmada,
iyilik yapan kimselerin ölümden sonra cennette mutlu bir durumda yeniden
doğacağını; kötülük yapanların ise, amellerine uygun bir cehennemde yeniden
doğarak, burada iıakettikleri cezayı çekeceklerini belirtmektedir.16
Diğer bazı Budist kaynaklarda da ölüm
sonrası hayat-
14-
Bkz., E.W.Hopkins, a.g.e., s.335;
W.S.Rahula, a.g.e., s.12; T.W.Rhys Davids, Buddha
Suttas, SBE,XI/293 (Sabbâvasa Sutta'ya yazılan önsözden)
15-
Rahula, a.g.e,, s.14
Krş., T.W.Rhys Davids, Buddist
Suttas, SBE, XI/16-17 (I. nolu dipnot); Ayrıca bkz., E.W. Hopkins,
a.g.e., s.347la ilgili olarak şu malûmatın verildiğini görüyoruz: Yeniden
doğum, ister cennette isterse cehennemin muhtelif katmanlarından birinde
gerçekleşmiş olsun, söz konusu bu mekânlardaki varoluşlar aynen yeryüzündekiler
gibi geçicidir, ebedî değildir. Ferdin bu mekânlardaki kalış süresi,
Hinduizmde olduğu gibi, onun yeryüzünde iken yaptığı iyilik ve kötülüğün
miktarına bağlıdır. Belirlenen sürenin tamamlanmasından sonra yeniden yeryüzüne
dönülecek ve ferdin varoluş serüveni, bir bakıma burada yeniden başlayacaktır.
Buna göre, varoluş katmanları olan cennet veya cehennem yeni şeyler kazanma
yeri olmayıp, sadece ferdin yeryüzündeki fiillerinin karşılığını gördüğü geçici
varoluş katmanlarından başka bir şey değildir.17
Görüldüğü gibi, Suttalarda yer alan
Budist ahiret hayatıyla ilgili bu fikirler ile Rahula, Hopkins ve daha birçok
araştırmacının yine aynı kaynaklara dayanarak ileri sürdükleri bu konudaki
görüşler arasındaki açık çelişki dikkati çekmektedir. Eğer Buda, Rahula,
Hopkins ve Kloetzli'nin iddia ettikleri gibi, ahiret hayatıyla ilgili sorular
karşısında susmuş, hiçbir cevap vermemiş ise, Sabbavâsa Sutta ve Milindapafiha
gibi, yine Budist, kutsal litaretürü içerisinde önemli yere sahip dinî
metinlerde yer alan cennet-cehen- nemle ilgili ifadelerin kaynağı nedir? Mevcut
bilgimiz ve kaynaklarımız ışığında bu soruya kesin bir cevap bulabilmemiz
mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte, öyle görünüyor ki, tasavvur edilen
cennet veya cehennemlerdeki kalış sürelerinin tıpkı Hindu eskatolojisindeki
gibi sınırlı oluşu ve ferdin dünyevî fiilleriyle belirlenişi, hatta değişik
cehennemlere verilen isimlerdeki benzerlik18 vb. noktalar gözönüne
alındığında Budizmin bilhassa eskatoloji ve koz-
16-
Bkz., Buddist Suttas, SBE, XI/ 16-17;The QUestions of King
Milinda (I-II), 11/151; Coomaraswamy, a.g.e., s.101-105; Linda M.Tober-F.S.Lusby,
"Heaven and Hell (Buddhism)", ER, Vl/241-42
17-
Krş., E.W.Hopkins, a.g.e., s.253
KARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA
İLİŞKİSİ moloji ile ilgili görüşlerinin köklü Hindu
geleneğinden aynen alındığını söylemek pekâlâ mümkün görünmektedir. Veya Buda,
Rhys Davids'in de işaret ettiği gibi, kendi yeni şarabını eski küplere koymaya
ve bu şekilde insanlığa sunmaya çalışmıştır.19
Ayrıca buradaki çelişki şu şekilde de
çözümlenebilir: Buda ve arkadaşları, insanların son derece önemli problemleri
bir yana iterek, mesailerinin büyük bölümünü dünyanın sonu, ölümden sonraki
durum gibi spekülatif problemlere ayırmalarından rahatsızlık duymuş ve onları
mümkün olduğunca böyle beyhude tartışmalardan alıkoymak istemiştir. Bununla
birlikte, yeni bir din ihdas etmek değil, mevcut dini ıslah etmek isteyen bir
iddia ile ortaya çıkan bu kimseler klâsik eskatoloji ve kozmoloji anlayışını
muhtemelen aynen benimsemişlerdir. Birinci derecede önem verdikleri konular
ahlâk ve amel olduğu için bu konularda görüş beyan etmekten kaçınmış
olabilirler.
B - BUDİST KARMA-TENASÜH İNANCININ
ANLAMI ve MAHİYETİ
1
- Budizme Göre Karma ve Oluşumu
Çalışmamızın ilk bölümünde de ifade
ettiğimiz gibi karma terimi Sanskritçe "yapmak, etmek"
anlamındaki Kri kökünden türeyen ve "aksiyon, fiil, yapıp etme
vb." anlamları ifade eden bir isimdir. Budist kutsal literatürünün dili,
Pali dilinde ise bu kavram Kamma şeklindedir ve sözlük anlam itibarıyla karma
ile aynı anlamı ifade eder. Bununla birlikte, onun terim olarak Budist
sistem içerisinde delâlet ettiği anlam, Hinduizmde ifade ettiği anlama nazaran
daha sınırlıdır. Zira karma veya kamma terimi, Budist dü-
18-
Rhys Davids, T.W., Indian
Buddhism, s.91 -92
şünce sistemi içerisinde, sadece
belirli bir istek ve arzu sonucu iradî olarak icra edilen ve ahlâkî öneme
sahip fizikî ve zihnî fiilleri ifade eder. Ayrıca onun bazen, böyle fiillerin
meydana getirdiği tesir veya fiil ile sonucu arasındaki doğru orantıyı
düzenleyen prensip anlamında kullanıldığı da görülmektedir.[59]
Bunların yanı sıra Angutlara Nikâya' nın şu ibaresinde ise, karmanın
irade etme ile özdeşleştiğini görüyoruz: "Ey Rahipler! İrade
etme_(yolition) kamma- dır. Çünkü insan ancak irade ettikten sonra düşünür, konuşur
ve yapar."[60]
Bu nedenle, ferdin iradesi dışında cereyan eden saçın veya tırnağın uzaması,
yiyeceklerin midede hazmedilmesi vb. fiiller, görünüşte birer eylem olmalarına
rağmen ahlâkî öneme sahip değillerdir ve karma olarak nitelendirilemezler.
Budizmde karma, geleneksel Hindu
sisteminde olduğu gibi başlıca üç kısımdan oluşur. Bazı araştırmacılar tarafından
karmanın temel unsurları olarak isimlendirilen bu basamaklar şunlardır:[61]
a - Cetâna:/Cetâna, bir kişiyi eyleme iten, içindeki
gizli güç, arzu-istek veya faili o fiili icra etmeye sevk eden sebep demektir.
Başka bir deyişle, herhangi bir eylemin bilfiil ortaya çıkmasından önceki
hazırlık dönemi ve bu devrede kişiyi eyleme yönelten arzu ve istek cetâna
olarak ifade edilir. S.N.Dasgupta, Budizme göre kişiyi eyleme sevk e- den
sebepleri avidyâ (cehalet), asmitâ (egoizm), râga (muhabbet),
dvesha (nefret) ve abhinivesa (inatçılık) olmak üzere başlıca beş
gruba ayırır. Bütün bu nedenler, diyor Dasgupta, tamamen yok edilmeden kişinin
karma ve onunKARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ ortaya
çıkaracağı sonuçlardan kurtulabilmesi mümkün değildir.2^
Cetâna, failin fiile yöneliş nedenini
ve o fiilin icra ediliş amacını ihtiva etmesi açısından fiilin ahlâkî
tasnifinde son derece önemli bir yer tutar.[62]
b - Samudâcara veya vijnapti
karma: Eylemin bilfiil ortaya çıktığı andır. Yani karmanın başkaları tarafından
gözlemlenebildiği yegâne safhadır.
c - Vâsana veya samskara: Bir eylemin
sonucunda ortaya çıkan ve failinden bundan sonra sadır olacak fiili be-
lirleyebilme kudretindeki etkidir. Budizm ruh, ego, atman gibi değişik
isimlerle anılan sürekli bir cevherin varlığını kabul etmediği için, fiilin
ortaya çıkardığı vâsana hemen yeni bir karma şeklinde semeresini verir. Aynı
şekilde bir kimsenin ömrünün son anında icra ettiği bir fiilin ortaya çıkardığı
vâsana da onun yeniden varoluş formunu ve statüsünü belirler. Fertlerin son
andaki karmaları farklı olduğu için toplumu oluşturan fertler arasında sosyal
ve ekonomik farklılıklar söz konusudur. Nitekim Nagasena, Kral Milinda'nın bu
konudaki bir sorusunu şöyle cevaplıyor: "Nasıl ki, değişik meyvelerin
tatlarının birbirinden farklı oluşu, onların tohumlarının farklılığından
kaynaklanıyorsa, insanlar arasındaki sosyal statü farklılıklarının ve eşitsizliklerin
nedenleri de, meyveler gibi onların tohumlardan meydana gelmeleri, yani bu
insanların karmalarının farklı oluşu nedeniyledir. Çünkü Buda'nın şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Ey Brahminler! Şunu bilin ki, herkes kendi karmasına
sahiptir ve herkes kendi karmasının mirasçısıdır. İşte insanları aşağı ve
yukarı tabakalara ayıran dakarmadır." 25
Görüldüğü gibi Nagasena'ya göre,
insanların iradî fiillerinin ortaya çıkardığı karmik birikimler, onların yeni
varoluşlarının meydana gelmesi ve şekillenmesinde bir çekirdek rolü
görmektedir. Ayrıca bu birikimler, onların gerek bu dünyada gerekse narakada
maruz kaldığı acı ve sıkıntıların asıl sebebidir.
Ancak böyle bir anlayış, tabiattaki
her şeyin sürekli bir değişme üzere bulunduğunu ve devamlılık taşıyan hiçbir
şeyin bulunmadığını savunan Budist düşünce açısından birtakım problemleri de
beraberinde getirmiştir.26 Eğer biz, âlemin sürekli değişim ve akış
hâlinde olduğunu savunuyorsak, bu durumda karmayı icra eden fail ile onun sonuçlarından
etkilenen kimsenin özdeşliğini nasıl açıklayabiliriz? Öte yandan böyle bir
özdeşlik kurulamadığı sürece, kişinin kendi karmalarının mirasçısı olma hâli
nasıl izah edilebilir? Bu konuda ortaya çıkan bu ve benzeri soruları ileride
"karma-sonuç ilişkisi" başlığı altında tartışacağımız için burada,
sadece işaret ederek geçiyoruz.
Buraya kadar çeşitli vesilelerle
ifade etmeye çalıştığımız gibi, karma terimi daha başka anlamlarda kullanılmış
olsa bile, daha ziyade iradî insan fiilleri anlamında kullanılmış;
karma ile ilgili olarak yapılan tasniflerde de genellikle onun bu anlamı
gözönünde tutulmuştur. Bunun Budist düşünce sistemine göre yapılan karma
tasnifleri için de geçerli olduğu söylenebilir Şimdi bu konudaki bazı tasniflere
yer vereceğiz.
25-
The Questions of King
Milinda (Part: I), Ed. Rhys David, SBE, XXXV/ 100- 101
26-
T.R.V.Murti, The Central Philosophy
of Buddhism, s. 31-32; K.Walli, Theory of Karman, s.229
A - Budizmdeki en
yaygın karma tasniflerinden biri, onun ahlâkî niteliği gözönüne alınarak
yapılan tasniftir. Buna göre fiiller akusala, kusala ve avyakrita olmak
üzere üç temel gruba ayrılır. Akusala olarak nitelendirilen ve sonucunda
kötülük ortaya çıkan on fiil şunlardır:27
1
- Prânatipada; Herhangi bir canlı
varlığı incitmek veya öldürmek.
2
- Adannâdâna; Hırsızlık yapmak.
3
- Kâmasus miccâcâraa; Zina yapmak.
4
- Musâvâda; Yalan söylemek.
5
- Pisunâvâca; Gıybet etmek, dedikodu
yapmak.
6
- Parusâvaca; Küfretmek.
7
- Samphalâpa; Boş veya lüzumsuz konuşmak.
8
- Abhijjâ; Açgözlülük.
9
- Vyâpada; Başkası hakkında kötü zan
beslemek.
10
- Micchâ Ditthi; Yanlış veya hatalı
görüş sahibi olmak.
Kusala davranışlar olarak
isimlendirilen ve "iyi sonuç, fazilet" ortaya çıkardıkları kabul
edilen on temel davranış ise, yukarıda sayılan on fiilin olumsuzlarıdır.28
Avyakrita fiiller ise kanaatimce, şu andaki varoluşlarında nirvanaya kavuşmuş
budhaların, nirvanaya ulaşma anından parinir- vana olarak kabul edilen
ölümlerine kadar geçen zaman dilimi içerisinde icra etmiş oldukları fiillere
verilen isimdir. Çünkü böyle kimselerin karmik birikimlerinin oluşturduğu
varoluş çekirdeği, kavrulmuş kahve veya pirinç tanesi şeklinde telâkki edildiği
için, iyi veya kötü mahiyete sahip yeni bir fiil ortaya çıkarmazlar.
B - Budizmdeki
ikinci karma tasnifi, fiilin kaynağına göredir. Buna göre ise fiiller, kaya
karma (bedenî fiil), vâci karma (sözel fiil) ve mano karma (zihnî
fiil) olmak üzere
27-
M.Kogen, a.g.mad., ER, VIII/267;
K.K.Anand, a.g.e., s.117
28-
Aynı yer
yine üç gruba ayrılır. Örnek olarak
biraz önce sözü edilen fiilleri bu açıdan sınıflandırdığımızda, ilk üçünün
bedensel fiil, bundan sonraki dört fiilin sözlü fiil; son üçünün ise zihinsel
fiil kategorisine girdiğini görürüz.29
C - Budizmde
fiillerin bir başka tasnifi, ortaya çıkardıkları sonuçların kayıtlayıcı
nitelikte olup olmamasına göredir. Buna göre fiiller, sâsraya ve anâsrava
karmalar olmak üzere iki kategoriye ayrılır. Sâsrava Karma adı verilen
fiiller, dünyevî bir arzu-istek sonucu icra edildikleri için ortaya
çıkardıkları sonuç görünüşte iyi görünse bile, faili doğum-ölüm çarkına
bağlayıcı nitelikte olmasından ötürü nihaî noktada kötüdür. Bu nedenle, sâsrava
grubuna giren fiiller, hiçbir şekilde saf, temiz fiiller olarak değerlendirilemez.
Anâsrava karmalar ise, düzenli meditasyon sonucunda aydınlanmaya kavuşan
kimselerin, aydınlanmadan ölümlerine kadar geçen süre içerisinde yaptıkları
fiillerdir.30
D - Budist düşünce
sisteminde rastladığımız bir başka tasnif, yukarıdaki birinci tasnifte olduğu
gibi fiillerin ortaya çıkardıkları sonuçların ahlâkî niteliğine göre yapılan
tasniftir. Ancak burada ilk tasniften farklı olarak, ahlâkî niteliğin yanı
sıra fiillerin ortaya çıkardıkları sonucun bilfiil ortaya çıkma süresi de göz
önüne alınmıştır. Buna göre fiillerin aşağıdaki kategorilere ayrıldığı
görülmektedir:
a - Semeresini anında veren en kötü
beş fiil (panca anantarya karmâni) şunlardır: Bunlar ana katli, baba
katli, bir^Ahahafin öldürülmesi
veya yaralanması ve Samgha (Budist rahip cemaati) içerisinde hizipçilik
yapılmasıdır.31 Bu eylemlerden herhangi birini yapan kimsenin o ana
ka- darki karmik birikimi ne olursa olsun, bu eylemin sonucu onların önüne
geçecek ve derhal semeresini verecektir.
29-
Aynı yer. Ayrıca bkz.,
A.Buddharakkhita, a.g.m., s.103
30-
M.Kogen, a.g.mad., ER, VIII/267;
Datta-Chatterjee, a.g.e., s.124-125
31-
Bkz., Kullavagga, SBE, XX/246
b - Krsna-karma: Neticeleri mutlak
anlamda kötü olan fiiller.
c - Sukla-karma: Neticeleri mutlak
anlamda iyi nitelikte olan fiiller.
d - Hem iyi hem de kötü netice veren
fiiller. S.N.Das- gupta'ya göre bunlar, görünürler âleminde icra edildikleri
için iyi olarak isimlendirilseler bile, mutlaka başka canlılara zarar söz
konusu olması münasebetiyle suklakrsna karma olarak isimlendirilir. Böyle
fiillere örnek olarak, bir kimsenin ailesinin nafakasını temin etmek için
çiftçilik yapması verilebilir. Böyle bir davranış, kişinin ailesine karşı
sorumluluğunu yerine getirmesi açısından iyi, gözle görülmeyen pek çok
canlının yok edilmesine neden olduğu için de kötüdür. Görüldüğü gibi fiilin
ahlâkî niteliği bakış açısına göre değişmektedir.[63]
e - iyi veya kötü hiçbir sonuç
vermeyen fiiller. Aydınlanmaya ulaşmış oldukları için, icra ettikleri fiiller
herhangi dünyevî bir arzu-istek sonucu oluşmayan azizlerin eylemleri bu gruba
girer.[64]
E - Budizme göre fiillerin beşinci
tasnif şekli, onların, semerelerini verdikleri zaman dilimi açısındandır. Buna
göre fiiller;
1
- Semeresi şu andaki varoluş
süresinde ortaya çıkacak fiiller,
2
- Bir sonraki varoluş aşamasında
semeresini verecek olan fiiller,
3
- Bundan sonraki ikinci varoluş
aşamasında semeresini verecek fiiller,
4
- Semeresini ne zaman vereceği belli
olmayan fiiller.[65]
F - Burada zikredilmesi gereken son
karma tasnifi, fiilin ve onun ortaya çıkaracağı sonucun etkili olduğu, alana
göredir. Buna göre fiiller ferdî ve kolektif karma olmak üzere iki sınıfa
ayrılır.[66]
Ancak hemen işaret etmek gerekir ki, kolektif karma anlayışını Budizmin,"
Fert, kendi fiillerinin mimarıdır."[67]
veya " Ne Brahma ne de Marâ'nın, kişinin geleceği konusunda bir rolü
vardır."[68]
gibi muhtelif biçimlerde ifade edilen ferdiyetçi anlayışıyla uzlaştırabilmek
pek mümkün değildir. Eğer herkes kendi çizdiği rotada ilerliyor ve sadece kendi
yaptığı fiillerden sorumlu tutuluyorsa, kolektif karmanın fonksiyonu nedir?
Ayrıca ferdiyetçiliğe büyük önem veren bir sistem içerisinde kolektif karmadan
söz edilebilir rni? Nitekim McDermott'un, Khuddaka Patha'dan yaptığı bir
iktibas aynen şöyledir: "Faziletli fiiller ve onların doğurduğu neticeler
kişinin başkalarıyla paylaşamayacağı bir hazinedir."[69]
Görüldüğü gibi böyle bir anlayışın hâkim olduğu bir sistemde, söz geli- mi A
şahsının işlediği bir fiilin sonucunun failin dışında başka kimseleri
etkilediğini söylemek pek mümkün görün- memektedir^Bu nedenle biz, kolektif
karma ve buna bağlı olarak faziletin başka kimselere transferi anlayışlarının,
en azından Pali literatürüne göre, Budist düşünce sistemine yabancı olduğunu
düşünüyoruz. Bize göre bu ve benzeri anlayışlar, geleneksel Hint düşünce
sisteminin Budist düşünceye etkisi olarak yorumlanabilir. Çünkü yukarıda çeşitli
vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, gerek kolektif karma gerekse karmik
sonuçların başkasına intikali Hindu karma inancının özelliklerindendir?, t
3 - Budizmde Karma-Sonuç İlişkisi
Budizmde karma-sonuç söz konusu
olduğunda, insan fiillerini başlıca iki kategoride ele alabiliriz:
1
- Önceden yapılan bir eylemin zorunlu
sonucu olarak ortaya çıkan fiiller.
2
- Belirli bir arzu istek sonucu,
iradî olarak icra edilen fiiller.
Birinci gruptaki fiiller, otomatik
karakterde olduğu ve ortaya çıkışlarında ferdin herhangi bir müdahalesi bulunmadığı
için ahlâkî bakımdan önem arz etmezler.39 Dolayısıyla böyle
fiillerin ferdin istikbaline olumlu veya olumsuz yönde etki etmesi söz konusu
değildir. İkinci gruptaki iradî fiillere gelince; bunların, ahlâki
özellikleriyle doğru orantılı olarak, faili olumlu veya olumsuz yönde mutlaka
etkileyeceklerinin kabul edildiğini görüyoruz. Nitekim Budist ahlâkî
doktrinlerinin kaynağı Dhammapada’da, kişilerin şu anda içinde yaşadıkları
sosyal çevre ve sahip oldukları sosyal statünün geçmişteki amellere göre
belirlendiği ifade edilerek, insanların bir daha benzer acı ve sıkıntılı
durumlara düşmemeleri için, geleceklerini olumsuz yönde etkileyecek kötü
amellerden şiddetle kaçınılması öğütlen- mektedir.40 Aynı anlayışı
neredeyse aynı sözlerle, Budist düşünce sistemiyle ilgili diğer bir klâsik eser
Milindapan- ha'da yer alır.41
Her iradî fiilin mutlaka bir semere
vereceği fikri, bütün Budist düşünce sistemlerinin ittifakla kabul ettikleri
bir husus olmakla birlikte, fiil sonucunda meydana gelecek tesirin, türü, ne
zaman ve nasıl olgunlaşacağı tam anlamıyla belirlenebilmiş değildir. Bununla
birlikte anne veya ba-
39-K.K.Anand, a.g.e.,s.109-110
40-
Dhammapada, SBE, X/20-21, 34,45
41-
The Questions of King
Milinda (I-II), SBE, XXXVI/ 101
ba katli, bir arabalın öldürülmesi ve
Budist cemaatı arasında hizipçilik yapılması en kötü dört
fiil olarak kabul edilmiş ve bunlardan herhangi birinin işlenmesi durumunda
tesirinin, her türlü karmik birikimin önüne geçerek sonucunu hemen vereceği
kabul edilmiştir.42 Ayrıca bu fiillerin işlenmesi hâlinde, kefaret
veya tövbe ile tazmin edilebilmeleri mümkün değildir. Ancak bunların dışındaki
kötü nitelikli fiillerin kişideki karmik etkilerinin ise, yapılacak tövbe
veya kefaret töreni, günahkârın oğlu veya kızının rahip veya rahibe olması ve
kişinin ölümünden sonra yapılması lâzım gelen cenaze törenlerinin tam
anlamıyla icra edilmesi gibi fiillerle azaltılabileceği, hatta tamamen yok
edilebileceği kabul edilir. Ayrıca ferdin ölüm anındaki son durumunun da, o
kişinin potansiyel karmik birikimleri üzerinde olumlu veya olumsuz yönde önemli
tesir icra ettiğine inanılır. Bütün bu nedenlerden dolayı Budizme göre, benzer
fiillerin, failin önceki veya o fiilden sonraki karmik birikimlerine bağlı
olarak değişik şahıslar için farklı sonuçlar ortaya çıkarabileceği kabul
edilir.43
Böyle bir anlayışın tabiî sonucu
olarak denilebilir ki, Budizme göre, Manu Kanunnamesi'nde belirtildiği gibi her
fiilin belirli bir tek sonucu olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü A
şahsının icra ettiği F fiilinin sonucu E, sadece F'nin doğrudan bir sonu cu
değil, onun yanı sıra failin halihazırdaki karmik birikeni, ölüm anındaki
durumu gibi daha pek çok faktörün ortak bir sonucudur. Dolayısıyla Buda'nın
91. varoluşunda bir kişiyi öldürmesinin ayağına batan bir dikenle tazmin
edildiğini ifade etmesi gözönüne alınarak, bütün öldürme olaylarının katilin
ayağına diken batarak tazmin edileceğini söylemek doğru değildir.44
42-
Kullavaga, SBE, XX/246; M.Kogen,a.g.mad.,
ER, VIII/267
43-
Bu konudaki örnekler için bkz.,
K.K.Anand, a.g.e., s.112; M.Kogen, aynı yer
44-
K.K.Anand, a.g.e., s.111-112
Öte yandan Budizmdeki karma-tenasüh
ilişkisiyle ilgili en önemli problem, ruh, ego, atma gibi herhangi sürekli
bir cevherin varlığını kabul etmeksizin, h anında yapılan bir F fiilinin ortaya
çıkaracağı karmik birikimin t2 anına nasıl taşındığıdır. Başka bir
deyişle, karma-tenasüh doktrinini kabul eden diğer bütün sistemlerce karmik
birikimin taşıyıcısı olarak kabul edilen ve ruh, ego, atma, şeffaf beden gibi
çeşitli isimlerle anılan sürekli bir cevher Budist düşünce sisteminde kabul
edilmediğine göre, karmaların ortaya çıkardığı tesirin, ortaya çıktığı andan
çok uzaklara taşınması nasıl mümkün olmaktadır? Ayrıca her şey sürekli bir
değişim üzere ise, fail ile fiilin semeresini gören kimse arasındaki özdeşlik
nasıl kurulabilir? Halbuki böyle bir özdeşlik kurulamadığı sürece
karma-tenasüh inancının, hemen hemen bütün Budist düşünürler ve
araştırmacıların iddia ettiği gibi, evrensel bir ahlâk ^asası olduğunu söylemek
mümkün olamayacaktır.
Nagasena, hemen hemen bizimle aynı
kaygıları taşıyan Kral Milinda'nın karma inancı ile anâtma inancının
birbiriyle nasıl uzlaştırılabileceğine dair sorusunu değişik misaller vererek
cevaplandırmaya çalışır. Bu konuda verdiği ilk misal şöyledir:
-
Ey Kral! Düşününüz ki, bir mango
bahçesinden mango çaldığı için bahçe sahibi tarafından yakalanarak, hâkim
huzuruna getirilen bir hırsız ona şöyle diyor: "Efendim, benim aldığım
mangolar, bu adamın toprağa koyduğu mangolardan farklıdır. Onun için ben cezayı
haketmedim." Öyleyse, bu hırsız suçlu değil midir?
-
Kesinlikle, efendim. O
cezalandırılmaya lâyıktır.
-
Peki, o niçin suçludur?
-
Çünkü o ne derse desin, onun almış
olduğu mango, bahçıvanın ektiği mangoların bir sonucu olduğu için o suçludur,
-
İşte böyle Aziz Kral... Hırsızın
çaldığı meyve, bahçe sahi-
binin toprağa ektiği mangonun bir
meyvesi olmasından ötürü, bu olayda bahçıvanın haklı olması gibi, insanların bu
isim ve formla yaptığı fiiller, başka yeni bir isim ve formun ortaya çıkmasına
neden olur. Dolayısıyla bu yeni isim-ve-formun öncekinin fiillerinin
sonuçlarından kurtulabilmesi mümkün değildir.45
Nagasena, Kral'ın verdiği bu örnekten
tatmin olmaması ve konunun biraz daha aydınlatılması konusundaki ısrarı
üzerine aynı konuyla ilgili şu misali de verir:
...Veya soğuk bir mevsimde, ısınmak
isteyen bir kimsenin kendi tarlasında ateş yaktığını düşünelim. Bu kimse, bir
süre yaktığı ateşte ısındıktan sonra ocağı söndürmeden bırakır gider. Yanar
hâlde bırakılan ateş komşunun arazisine sıçrar ve oradaki mahsûlün yanmasına
neden olur. Şimdi mahsûlü yanan kimse, ateşi yakan kimseyi, suçlu olduğunu
ileri sürerek, yakalayıp kral önüne getiriyor. Komşusunun mahsûlünü yakmakla
itham edilen bu kimse kendini şu şekilde savunmaya çalışıyor: "Efendimiz!
Ben bu adamın mahsûlünü yakmadım. Benim yanar hâlde bıraktığım ateş, bu adamın
tarlasını yakan ateşten farklıydı. Ben suçlu değilim. ”
Aziz Kral, size göre bu kimsenin
savunması doğru mudur?
-
Kesinlikle değil, efendim.
-
Peki, niçin?
-
Çünkü, o ne derse desin, adamın
tarlasına sıçrayan ateş, onun yaktığı ateşin bir sonucu olması dolayısıyla
itham edilen kimse suçludur.
-
İşte aynen böyle Ulu Kral...Bu isim
ve form (varoluş) tarafından icra edilen iyi veya kötü ameller yeni bir isim
ve form ortaya çıkarır. Söz konusu bu ikinci isim ve form birincinin sonucu
olmasından ötürü, onun karmik birikimlerinin etkisinden azade kalması söz
konusu değildir.46
Kral Milinda bu misalle de tam olarak
tatmin olmamış olmalı ki, ısrarla Nagasena'nın konuyu biraz daha açması-
45-
The Questions of King
Milinda (I), SBE, XXXV/72
46-
The Questions of King
Milinda (I), SBE, XXXV/73
nı ister. Bunun üzerine Nagasena'nm,
benzeri mahiyette üç misal daha vererek konuyu aydınlatmaya uğraştığını görüyoruz.47
Bütün verilen bu örneklerdeki ortak nokta, olaylar arasında doğrudan, gözle
görülebilir bir ilişki söz konusu değilse bile, mutlaka bir sebep-sonuç
ilişkisinin mevcut oluşudur. Karma-tenasüh ilişkisinde de böyle bir sebep-sonuç
münasebeti vardır. Bu nedenle fail ile semeresini gören arasında bir ayniyet
olmasa bile, arada sebep-sonuç bağı bulunmasından dolayı, söz gelimi A'nın
işlediği bir suç sebebiyle B'nin ceza veya mükâfat görmesi Budizme göre normal
kabul edilmiştir.
4 - Budizmde Karma-Yeniden Doğum İlişkisi
Buraya kadar verdiğimiz malûmattan
anlaşılacağı üzre, Budizm, ortaya çıktığı bölgenin diğer felsefî ve dinî
sistemleri gibi tenasüh anlayışını benimsemiş, ve samsara çarkındaki her
canlının, en yüksek gaye olarak kabul edilen Nibbana'ya ulaşıncaya kadar,
işlediği fiillerin ahlâkî niteliğine bağlı olarak, değişik varlık
kategorilerinde varlığını devam ettirdiğine inanmıştır. Bu anlayış, Pali
literatürü içerisinde yer alan Majjhima-Nikaya'da şöyle ifade edilmektedir:
"Aydınlanmaya kavuşan kimse (Buda), kendisindeki İlâhî, saf ve insanüstü
özellikler vasıtasıyla yok olan ve yeniden doğan her varlığı görebilir. Yine o,
bütün varlıkların, amellerinin ahlâkî niteliğine bağlı olarak aziz veya aşağı
sınıflara mensup birer kimse olduklarını, güzel, çirkin, hastalıklı veya
sağlıklı bünyeye sahip bulunduklarını idrak eder."48
Nibbana'ya ulaşan kimselerin eşyanın hakikatine vakıf oldukları düşüncesinin
ışığında bu ifadeleri 47- Bu örnekler için bkz.,The Questions of King Milinda
(I), SBE, XXXV/73-75
48- Majjhima-Nikaya, I. 23,183, 482; II. 31; III.99 (J.MacDermott,
a.g.m., s.l65'ten naklen); Ayrıca benzeri görüşler için bkz.,A.Buddharakkhita;
Law of Karma and Rebirth: A Buddhist Perspective, s.95-120, in Buddhism-
Jainism,1976, India, s.98-99; Suzuki B. Lane, a.g.e.,s. 18,20BUDİZMDE
KARMA-TENASÜH İNANCI değerlendirecek olursak, mevcut varoluşumuzla
idrak edemesek bile, karma-tenasüh prensibinin bütün âleme hâkim olan ve
buradaki ahengi düzenleyen bir prensip olduğuna kesin bir inancın mevcudiyeti
ortaya çıkar. J.MacDermott bunu, insanları kendi karmalarının mirasçısı kılan
bir prensip olarak değerlendirmektedir.49
Şimdi de insanların hangi anlamda
kendi fiillerinin vârisi olduğunu anlayabilmek için Budizmin insan anlayışını
kısaca gözden geçirelim. Bilhassa Budizmin ilk dönemlerinde benimsenen insan
anlayışına göre, insan maddî beden, duyular, algılama, psikolojik özellikler ve
bilinçlilik olmak üzere beş unsurdan (khanda) müteşekkil bir varlıktır. Bu
unsurların her biri sürekli değişim içerisinde bulunduğu için onların toplamı
olan insan da sürekli değil, anlık bir bileşimdir ve devamlı olarak değişir. Bu
unsurlar toplamı veya onlardan herhangi biri hiçbir şekilde ego, ben veya ruh
gibi sürekli bir cevher değildir. Çünkü sürekli ve değişmez bir cevherin
varlığını kabul etmek, tekâmül veya sürekli gelişim fikriyle uzlaşmaz.50
insanda sabit ve sürekli bir cevherin
kabul edilmemesi, A.L.Herman ve onun gibi düşünen bazı araştırmacıları,
Budizmdeki yeniden varoluş olayını ifade etmek için transmigrasyon (ruh göçü)
terimininin yerine, reenkarnasyon (yeniden bedenlenme) ifadesini kullanmaya
sevk ettiğini görüyoruz.[70]
Aynı şekilde T.W.Rhys Davids, eğer
Budist düşünce sistemi içerisindeki yeniden varoluş veya yeniden doğum için
mutlaka transmigrasyon ifadesi kullanılmak gerekiyorsa, bunun karakterin
transferi (transmigration of cha-
49-
J.MacDermott, a.g.m., s.165
50-
Bkz., T.R.V.Murti, The Central
Philosophy of Buddhism, London, 1980, s. 31-32; J.McDermott, a.g.m., s.166
KARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA
İLİŞKİSİ racter) şeklinde olması gerektiğini savunur. Ayrıca o,
Budist sistemin ayrılmaz bir parçası kabul edilen ruh göçü anlayışının, hiçbir
şekilde Buda tarafından öğretilmiş olamayacağı ve onun bu düşünce sistemine
intikalinin Bu- da'nın ölümünden çok sonralara rastladığı kanaatindedir.52
Peki, insanı oluşturan temel
unsurlardan herhangi biri veya bunların oluşturduğu bileşim devamlı olarak
değişiyorsa, kişi geçmişteki kendi fiillerine nasıl varis olabilecektir?
Biraz önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi bu problem Milindapanha'da ele
alınmış ve çözülmeye çalışmıştır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Nagasena
gibi büyük bir Budist kelâmcısı bile bu soruyu tam olarak açıklayamamıştır.
Çünkü o, birbirini takip eden varoluşlar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi
bulunduğunu göstermek için arka arkaya beş misal vermiş, ancak soruyu soran
Milinda'yı bu konuda ikna edememiştir.53 Tespit edebildiğimiz
kadarıyla, konu bunun dışındaki başka klâsik dinî literatürde de yer almış
değildir. Buna karşılık konunun Budist düşünce sistemlerinde farklı şekillerde
ele alındığını ve çözümlenmeye çalışıldığını görüyoruz.
Söz gelimi, Pudgalavada ekolü, böyle
bir ilişkiyi izah edebilmek için, Pudgalaldiiyla anılan, temel nitelikleri itibarıyla
ise maddî bedeni oluşturan beş unsurun ne aynı ne de gayri ve sözle ifade
edilemeyen sürekli bir varlığın mevcudiyetini kabul eder. Karmik birikimler bu
sürekli varlık sayesinde yeni varoluşlara taşınmakta ve böylece ortaya
çıktıkları andan çok sonraları semerelerini verebilmektedir.[71]
52-
T.W.Rhys Davids, Indian Buddhism, s.91-92
Nagasena'nm bu konudaki misalleri ve
açıklamaları için bkz., The Questions of King Milinda (I),.SBE,XXXV/72-75Diğer taraftan
4. yüzyılın sonları ve 5. yüzyılın başlarında yaşayan Budaghosa ise, ölüm ve
yeniden doğum arasındaki ilişkiyi sağlayan bir bilinçlilik hâlinden söz e- der.55
Buna göre, sona ermek üzere olan hayatın son anındaki sadece kalbin
atışlarıyla hissedilen bilinçlilik hâli, yani cuti vinâna, cehalet ve
varoluş arzusuyla birlikte müteakip varoluş bilinçliliğinin ilk hareketini
herhangi bir ana rahminde ortaya çıkarır.56 Patisandhi vinânad adı
verilen bu bilinçlilik hâli cuti vihâna'nm bir devamı olmayıp, o anda ortaya
çıkan yeni bir bilinçlilik hâlidir. Başka bir ifadeyle, burada bir bilinçlilik
göçü veya geçişi söz konusu olmayıp, aksine, birbirine sebeplilik bağıyla
bağlı, fakat birbirinden ayrı anlık bilinçliliklerin oluşturduğu bir varoluş
zinciri söz konusudur.
(Vasubandhu ise, ölüm ve yeniden
doğum arasındaki ilişkiyi, henüz sona eren varlık ile yeniden doğan varlık
arasında "aracı bir varlı^J?ntarâ bhava) bulunduğunu ileri sürerek
sağlamaya ve bu şekilde iki varlık arasındaki kopukluğu gidermeye çalışırJ
Antarâ bhava henüz sona eren veya ortaya çıkacak yeniden varoluş gibi, mevcut
kamma- ya göre teşekkül etmiş, yeni varoluşun bir prototipi, hiçbir beşer
tarafından görülemeyen ve sadece kendi sınıfındaki İlâhî gözün görebildiği
farklı bir varlıktır. O, zaman itibarıyla ölümden hemen sonra oıtaya çıkan ve
rahimde yeni varoluşun oluşmasıyla varlığı sona eren; mekân olarak ise, beş
varoluş kulvarı (meratib-i vücud) dışında hayatiyetini sürdüren bir ara dönem
varlığıdır.57
55-
J.P.McDermott, a.g.m.,s. 169
56-
Ana rahminde burada tasvir edilen
biı: bilinç hâlinin oluşabilmesi için cuti vinâna'nın yanı sıra şu üç şartın
daha birarada bulunması gerekir: Bunlar ana- baba arasında cinsel ilişkinin
olması, anarım döllenme döneminde bulunması ve gandhaba adı verilen, varolmaya
hazır, ve kammanın sürüklediği bir varlığın mevcut olmasıdır. Budaghosa böyle
bir varlığın "bir geçiş anı varlığı" olarak anlaşılmasının yanlış
olduğunu ileri sürer. Bkz., J.P.McDermott; a.g.m., s. 169-170
57-J.P.McDermott, a.g.m., s. 170-171
Vasubandhu'nun ortaya attığı bu aracı
varlık, sahip olduğu karmik birikimin itici gücü sayesinde yeniden doğumun
meydana geleceği mekân ne kadar uzak olursa olsun görür ve hemen o noktaya
ulaşabilir. Cinsel birleşim anında da rahime girer ve böylece yeniden doğum
için ilk adım atılmış olur. O, burada belli bir süre kaldıktan sonra, kendi
karmik birikimlerince belirlenmiş, duyabilir varlıklar için muhtemel beş varlık
alanından58 herhangi birinde doğarak, varoluşunu sürdürür.[72]
Bütün bu açıklamalardan sonra sonuç
olarak diyebiliriz ki, Budizmde, iki varoluş arasındaki ilişki farklı şekillerde
izah edilmekle birlikte, yeniden varoluşla ilgili her şeyin geçmiş karmalar ile
belirlendiği konusunda açık bir görüş birliği dikkati çekmektedir. Daha açık
bir ifadeyle, Budizme göre A, B, C gibi birbirini izleyen varoluş
halkalarındaki her yeni varlığın mahiyetiyle ilgili her şey bir önceki veya
daha önceki varoluş halkalarında işlenen fiillerle; daha doğrusu, onların
ortaya çıkardığı karmik birikimlerle belirlenir. Bu aşamada bazı Hindu düşünce
sistemlerinde kabul edildiği gibi, Budizme göre de Tanrı veya benzeri bir
varlığın dıştan müdahalesi söz konusu değildir. Dolayısıyla Budizme göre, kişi
sadece kendi karmalarının mirasçısıdır ve karşılaştığı iyi veya kötü her
durumun yegâne sorumlusu yine kendisidir.
5 - Budizmde Karma-Nirvana İlişkisi
Bilindiği gibi Nirvana, Budizme göre
en yüksek iyi
58-
Pali Kanunları ve Vasubandhu
tarafından kabul edilen duyusal varlık alanları şunlardır: 1- Niraya
(Cehennem), 2 - Tiracchânayoni (Hayvanlar Âlemi), 3 - Pettivisaya (Cinler veya
Hayaletler Âlemi), 4 - Manussâ (insanlar Âlemi), 5 - Devalar (Tanrılar, Semavî
Varlıklar Âlemi). Bazen bu beş varoluş alanına Manussâ ile Pettivisaya arasında
Asûras âleminin de ilâve edildiği görülür. Geniş bilgi için bkz., McDermott,
a.g.m., Sİ72-173
veya mutlak kurtuluşu ifade eden bir
terimdir. Bir Budist için en yüksek gaye, içinde bulunduğu sıkıntılı varoluş
çemberinden kurtularak, bir an önce Nirvana adı verilen bu mutlak kurtuluş
düzeyine yükselmektir. Onun bu hedefe ulaşabilmesi için halis iman, halis
irade, doğru konuşma, doğru hareket, doğru çalışma, doğru fikir ve doğru
düşünme basamaklarından oluşan sekiz dilimli yolu izlemesi ve onu
katetmesi gerekir.60 Görüldüğü gibi, ferdin doğum-ölüm çemberinden
kurtulabilmesi için tavsiye edilen bu yolun en azından doğru konuşma, doğru
hareket, doğru yaşama ve doğru çalışma basamakları zaten doğrudan
doğruya karma teriminin muhtevası içine girmektedir. Bu nedenle, Budizme göre,
karmanın nihaî gayeye ulaşmada önemli faktör olarak kabul etmek, sanırım
yanlış olmayacaktır.
Zaten Budist kutsal literatürünü
oluşturan metinlerde de ısrarla, her türlü dünyevî mutluluğun yanı sıra, en yüksek
gaye kabul edilen Nirvana'nın da ancak faziletli ameller neticesinde elde
edilebileceği vurgulanır. Meselâ, Khuddakapâtha'nın Nidhikanda
Sutta'sında, Nirvana'ya ulaşmada faziletli fiillerinin rolünün ifade edildiği
bölüm, ihtiyaç duyduğu anda kullanmak üzere, sahip olduğu hâzineyi toprağa
gömen bir kimsenin tasviriyle başlamaktadır. Daha sonra bu şekilde :oprağa
gömülen hâzinenin unutulması veya çalınması imkânlarının mevcut olduğu
hatırlatılarak, onu arzu edildiği zaman kullanabilme ihtimalinin çok az olduğu
ifade edilir. Buna karşılık, faziletli amellerle elde edilecek manevî hâzinenin
ise sahibine sağlayacağı yararlar şöyle dile getirilir:
Her erkek veya kadının sahip olduğu öyle
tür hazine vardır ki, o, hürriyet, fazilet, ölçülülük ve soğukkanlılık
içerisinde çok
60-
Sri Rahula, What tire Buddha Taughl ,
s. 45; E.A.Burtt, The Teachings of the Compassionate Buddha, New York,1955, s.
28-30
iyi muhafaza edilir.
O, muhteşem bir binada, samghada,
fertte, yabancılar arasında, ana-babada ve ilk doğan çocuklarda saklıdır.
İşte bu çok iyi muhafaza edilen ve
korunması zor hazine, ölümle birlikte her şeyin onu terk ettiği bir anda
sahibine arkadaşlık eder.
O, hiçbir hırsızın çalamayacağı, başkalarıyla
paylaşılama- yacak bir hazinedir. Öyleyse bütün hâkimler iyi ameller işlesin.
Çünkü ölümden sonra sahibini yalnız bırakmayacak hazine işte budar.
O tanrılar ve insanlara haz ve
mutluluk veren bir hazinedir. Onlar, arzu ettikleri her şeyi onun sayesinde
elde edebilecektir.
Beşerî olgunluk ve semavî
dünyalardaki her çeşit hazzı yakalama, Nibbana'ya ulaşma (nibbânasampatti) da
bu hâzineyle mümkündür. ”
Hakimane bir tavırla bilgi, kurtuluş
ve üstünlüğü kendisine arkadaş edinmek isteyen kimse de bütün bu isteklerini
söz konusu hazine sayesinde elde edebilir.
Ayrıca kılı kırk yaran feraset, her
türlü kurtuluş, müridin kemâle ermesi, zahidane aydınlanma ve Budalığın
temelleri yine bu hazine sayesinde elde edilebilir.
işte faziletli, iyi fiiller ve
bunların ortaya çıkardığı karmik birikim, böyle büyük bir potansiyel oluşturur.
Bu nedenle iyi ameller icra etmek hâkim ve aydın kişilerce takdir edilirH
Yapılan bu uzunca alıntıdan da
anlaşıldığı gibi, Khuddakapâtha’ya göre, ahlâken iyi karmalar hem dünyevî
varoluş ve bu esnada tecrübe edilen hazlar, hem de mutlak kurtuluş ve
aydınlanmanın elde edilmesinde tek sebep olarak kabul edilmektedir.
Milindapanha'da ise, iyi fiillerin
ortaya çıkardıkları
61-
Khuddakapâtha, VIII.6-10 ve 13-14,
Ed.R.C.Childers (J.P.MacDermott, "Nibbana as a Reward for Karma",
J.A.O.S. 93.3.1973.S. 345’ten naklen)
sonuçla pazar analojisiyle
anlatılmıştır. Burada ilk olarak, kişinin ihtiyaç duyduğu her şeyi rahatlıkla
bulup, satın alabileceği bir pazar tasvir edilir.[73]
Daha sonra, burada sözü edilen ticarî eşyanın sadece faziletli kimselerin
fazilet şehrinde elde edebileceği haz ve mutluluklar için bir mecaz olduğu ve
iyi karmalar sayesinde bütün bunların satın alınabileceği vurgulandıktan sonra
Nagasena'nın şu ifadelerine yer verilir:
"Uzun ömür, sağlık, güzellik,
semavî âlemde yeniden doğuş, asilzade veya üst kastlardan birine mensup olarak
tekrar doğma, Nirvâna - ki bütün bunlar o pazarda satışa arz olunmuştur.
Buda'nın pazarındaki bütün bu eşyalar, az veya çok karma ile satın alınabilir.
Ey kardeşler! İmanını ücret olarak göster ve hoşuna giden bu malları satın
al."[74]
Gerek Khuddakhapatha'nın gerekse
Nagasena'nın zikredilen görüşlerine dayanarak, Budist düşünce sisteminde
karmaya, bilhassa en yüksek gayenin elde edilmesinde, geleneksel Hindu
düşüncesinden daha farklı bir fonksiyon yüklendiği söylenebilir. Zira yukarıda
da belirttiğimiz gibi, karma geleneksel Hindu düşünce sistemlerine göre, en
yüksek gayenin elde edilmesinde zorunlu şart olarak kabul edilmekte, ancak
yeterli şart olarak görülmemekteydi. Yukarıda yaptığımız alıntıların da açık
seçik ortaya koyduğu gibi, Budizmde ise o, en yüce gaye nirvana'ya ulaşmanın
hem zorunlu hem de yeterli sebep olarak görülmeye başlamıştır.
Diğer taraftan, böyle bir
karma-nirvana ilişkisi, yine Budist inanç sistemi içerisinde yaygın biçimde
benimsenen, "Nirvana'ya ancak her türlü karmanın terk edilmesi ve yoga
egzersizlerinin sıkıca uygulanmasıyla ulaşılabilir"
anlayışıyla bir
çelişki arz etmektedir. Ancak böyle bir anlayışın Budizmin orijinal bir
anlayışı olmaktan ziyade, Hindu dini içerisinde bu sistemin savunucusu
konumundaki Advaita Vedanta sisteminden ona geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Çünkü \Buda, insanların
tabiatın kuytu köşelerinde inzivaya çekilerek değil, halk içerisinde kalınarak
ve kendisi tarafından gösterilen sekiz dilimli yolun izlenmesiyle kurtuluşa
ulaşabileceklerini söylemiştir'.^ Onun ortaya attığı yeni prensibe "orta
yol" prensibi denmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Çünkü o,
aşırı riyazet ve mücahedenin de, sadece zenginlik veya maddî servet gibi
insanların nihaî mutluluğu yakalamalarına yeterli olmadığını bilfiil tecrübe
ile idrak etmiştir. Böyle bir tecrübeden sonra onun, sadece yoga
egzersizleriyle nihaî mutluluk olarak da izah edilen Nirvana’ya ulaşılabileceğini
söylediğini düşünmek bize göre pek sağlıklı görünmemektedir.CAYNİZMDE
KARMA-TENASÜH
İNANCI
A - CAYNİZMDE KARMA-TENASÜH İNANCINA
GİRİŞ
Caynizmde karma inancı ve karmanın
mahiyetinin tam olarak anlaşılabilmesi için öncelikle Caynist ontoloji
anlayışının; aynı dinî sistemdeki tenasüh inancının tam anlamıyla
kavranılabilmesi için de söz konusu sistemdeki kozmoloji anlayışının ele
alınması gerekmektedir.
1
- Caynist Kozmoloji Anlayışı
Caynizm ve Budizmin bilhassa
kozmoloji konusunda hemen hemen aynı görüşleri paylaştıkları dikkati çeker.
Nitekim Caynizm de, tıpkı Budizm gibi, âlemi belirli bir zamanda, Tanrı veya
benzeri insanüstü bir varlık tarafından yaratılmış bir yapı şeklinde değil,
ezelî nitelikteki kompleks bir yapı olarak görür. Onun bir başlangıcı olmadığı
gibi, bir sonu da yoktur. Âlemde olup biten her şey âlemin kendi kanunlarına
göre veya onu oluşturan temel unsurların tabiî Özelliklerine göre meydana
gelmektedir. Âlemin kendi oluşumunda okluğu gibi, onun ihtiva ettiği
fenomenlerin oluşmasında da Tanrı veya benzeri bir Yüce kudretin müdahalesi söz
konusu değildir.
Caynist düşünce sistemine göre, söz
konusu bu âlem
başlıca dört katmandan oluşur.
Aşağıdan yukarıya doğru bu katmanlar şöyledir:
1-
Aşağı Alem (Adhi-loka, Naraki): ^Bu âlemin Ratnaprabhâ,
Sarkarâprabhâ, Vâlukâprabhâ, Panikaprab- hâ, Dhumâprabhâ, Tamahprabhâ,
Mahatamahprabhâ olarak isimlendirilen yedi alt bölgesi vardır.1^ Bu
bölgelerin karanlık dereceleri yukarıdan aşağıya doğru inildikçe artar.
Adhi-loka, genel olarak günahkâr ruhların, yaptıkları kötü fiiller sonucu
geçici olarak kaldıkları bir mekândır. Ancak bir kısım araştırmacılar, mutlak
aydınlanmaya kavuşmuş ruhların Siddha-loka'da sürekli olarak kalacakları
inancını göz önüne alarak, kötü fiilleri nedeniyle aşırı derecede kirlenmiş
ruhların da Adhi-loka'da sürekli kalmalarının söz konusu olduğunu iddia eder.2
2-
Yeryüzü (Madhya-loka): Merkez
noktaları Jambud- yipa olan çok sayıdaki dairevî bölgelerden müteşekkildir,
insanoğlu için hayat ancak merkezden dışarıya doğru açılan ilk üç bölgede
mümkündür. Burada insanın dışındaki mevcut diğer canlı türleri ise, hayvanlar
ve bitkilerdir. Hayvanlar da duyu özellikleri gözönüne alınarak, beş temel
kategoriye ayrılır.3
Karma-tenasüh inancı açısından bu
âlemin en önemli özelliği, ruhun gelişmesine ve onun daha üst varoluş basamaklarında
yeniden bedenlenmesine imkân veren karmanın sadece bu âlemde mümkün oluşudur.
Başka bir deyişle, kişinin iradesini serbestçe kullanabildiği, dolayısıyla
ferdî hürriyetin mümkün olduğu yegâne âlem burasıdır.
1-
H.Jacobi, " Cosmogony and
Cosmology (Indian)", ERE, IV/161. O, aynı zamanda diğer bazı kaynaklarda
bu alt bölgelerin Dharmâ, Vamsâ,Saila, Anjana, Aristâ, Mâdhavyâ ve Madhavi
şeklinde isimlendirildiklerini zikreder.
2-
Bkz., Jaina Sutras (I-II), 11/279-280;
Padmanabh S. Jaini, "Karma and The Problem of Rebirth in Jainism",
Karma and Rebirth in Classical Indian Traditions, Ed. W.D. O'Flahtery, s.
223-25,236-37; N.Tatia, "Jaina Philosophy", Jainism, s.16-17; ERE, IV/ 160-161; ER,
IV/111; K.K.Anand, a.g.e, s.64-65
3-
Aynı kaynaklar
Öyle görünüyor ki kişinin, bu
katmanın altında veya üstünde yer alan öteki katmanlarda yeniden bedenlenmesi
ve böylece ceza veya mükâfat görmesi tamamen yeryüzünde icra ettiği fiillere
göre cereyan edecektir. Ayrıca kişinin yeryüzündeki varoluş serüveni, yine
onun, burada icra ettiği iyi ameller sonucu aydınlanmaya kavuşmasıyla sona
erecektir.
3
- Tanrılar Âlemi (Urdha-loka):
Burası, Katpâtita ve Kalpopapanna adı verilen iki ana bölüm ve bunların toplam
30 alt bölgesinden oluşur. Tanrılar âleminin bu katmanlarından herhangi birine
yükselebilen ruhlar, Hinduizmdeki Pitryanaya yükselen ruhlar gibi, sahip
oldukları iyi karmik birikimlerin karşılığını görünceye kadar bu alanlarda
kalır ve karmaların belirlediği sürenin tamamlanmasıyla birlikte yeniden
yeryüzüne dönerek, burada yeniden bedenleşirler. Görüldüğü gibi, ruhların
Tanrılar âlemindeki kalışı sürekli olmadığı gibi, Caynist düşünce sistemine
göre Tanrılık, ancak karmalarla kazanılabilen bir mertebedir. Bu noktaya
ulaşabilmek için, Cayn dini tarafından emredilen katı riyazet ve mücahede
temrinlerinin yapılması yeterlidir.[75]
4
- Siddha-loka: Caynist
kozmoloji anlayışına göre kozmosun bu katmanı, mutlak aydınlanmaya kavuşmuş
ruhların sürekli olarak kaldıkları bir bölgedir. Kaynaklarda bu âlemin açık bir
şemsiye formunda olduğu ve dışarıdan bakıldığında hilâl şeklinde görüldüğü
kaydedilir.[76]
Bu âlemdeki ruhlar, kozmosun diğer katmanlarındaki ruhlar gibi, belli bir forma
sahiptir. Âncak onları kuşatan form çok şeffaf olduğu için, gözle görülemez.
Siddha-loka'dan sonra, üç katmanlı
bir atmosfer tabakası, bunun ötesinde hiçbir fenomenin bulunmadığı şekil-KARMA
İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ
siz bir boşluk âlemi (Alokâ-akâsa) vardır.6
Caynist Kozmolojiye Göre Evrenin Katmanlarını Gösterir TABLO
Aloka-akâsa (Mutlak Şekilsizlik Alanı) |
Aloka-akâsa (Mutlak Şekilsizlik Alanı) Atmosfer Katmanları |
|
Loka-akâsa (Şekil Âlemi) |
Siddha Loka (Mutlak Aydınlanmaya Kavuşan Ruhların Yeri) Urtha-Ioka (Tanrılar Âlemi) Madhya-loka (Yeryüzü) |
Kalpatita-14 alt katmana ayrılır. Kalpopapanna-16 alt katmana ayrılır. İnsan ve hayvanların yaşadığı yerdir. Ortak
merkezleri Jambudvipa olan sayısız dairevî alanlardan oluşur. İnsan türü
merkezden dışa doğru açılan ilk üç alanda yaşayabilir. |
|
Adhi-loka veya Nâraki (Aşağı âlem) |
Yedi alt katmana ayrılır. Katmanlar aşağıya doğru
inildikçe karanlıkları artar. |
Caynizme göre varlık dünyasının
oluşumu, ezelî ve yokolmaz özellikteki beş temel unsura dayanır. Bu bölümün
başlangıç cümlelerinde ifade ettiğimiz gibi, burada olup biten her şey bu ana
unsurların, kendi kanunlarına göre birbiriyle değişik şekillerde ilişkiye
girmeleri sonucu meydana gelir. Bu aşamada Tanrıya ihtiyaç yoktur. Varlık
âlemini oluşturan beş unsur ve onların genel özellikleri ise, kısaca şöyledir:
a- Akâsa (Mekân): Sonsuz sayıdaki akâsa
atomlarının oluşturduğu devasa bir yapıdır. O, bütün varoluşu ihata eder.
Varlık alanına çıkışı da bütün varlıklardan öncedir. Alemde mevcut diğer bütün
varlıkların varoluşu ona bağlı 6- ERE,' İV/ 160, Vlİİ/468; K.K.Am a.g.e., s.65 156olduğu hâlde o,
hiçbir şeye muhtaç değildir.7
b- Dharma (Hareket): Varlık
dünyasındaki eşyanın hareket etmesine aracılık eden ve akâsa gibi sonsuz atomlardan
oluşan bir unsurdur. Dharma varoluşun yeterli bir şartı olmamakla beraber onun
zorunlu şartıdır. Bunu ba- lık-deniz ilişkisiyle şöyle ifade edebiliriz: Bir
balığın hareket edebilmesi için, suyun bulunmasının zorunlu olduğu gibi,
varlık âleminde herhangi bir hareketin mümkün olabilmesi için de dharma
zorunlu bir unsur olarak kabul edilir.8
c- Adharma (Sükûnet): Akâsa ve dharma
gibi atomik bir yapıdaki Adharma, hareket hâlindeki varlıkların durabilmesi,
sükûnete kavüşabilmesi için zorunlu bir unsurdur. Dharmanın âlemdeki hareketin
zorunlu şartı olması gibi, adharma da yine aynı âlemdeki durma ve dinlenme
eylemleri için zorunlu şarttır.9
d- Pudgala (Madde): Anu adı
verilen sonsuz sayıdaki madde atomları, dışarıdan herhangi bir müdahale söz konusu
olmaksızın, kendi kanunlarına göre kendi aralarında veya diğer atomlarla
birleşerek toprak, su, ateş, hava hâline gelebilir. Her bir madde atomu koku,
tat, dokunma ve renk gibi özelliklere sahiptir. Madde genel olarak iki kısma
ayrılır:
1-
Kaba (gross) madde: Fenomenler
âlemindeki görünür nesnelerin ana maddesidir.
2-
Şeffaf (subtle) madde: Siddha-loka ve
Urdha-lo- ka'daki nesneleri oluşturan ve insan olarak bizlerin mevcut
duyularımızla algılayamadığımız şeffaf nitelikteki maddedir.
7-
H.Von Glasenapp, The Doctrine of
Karma in Jaina Philosophy, Almanca- dan İngilizceye çev. G.Barry Gifford,
Bombay, 1942, s. 1; ERE, VIII/468;
S.N.Dasgupta, History of Indian
Philosophy, I/ 198
8-
Glasenapp, a.g.e., s. 1;
S.N.Dasgupta, History, İ/197;ERE, VIII/468
9-
Glasenapp, a.g.e., s. 2;
S.N.Dasgupta, History of Ind. Phil., 1/197; ERE, VIII/468
Loka-akâsadaki her türlü nesne, nihaî
noktada bu iki tür madde atomlarının bileşiminden meydana gelmiştir. Bu nedenle
Caynist ontoloji anlayışına göre Pudgala, her türlü varoluşun maddî sebebidir,
denilebilir.10
e- Jiva (Ruh): Jiva, âlemi oluşturan beş
temel unsur arasında bilinçlilik ve akledebilme (intelligence) özelliklerine
sahip yegâne unsur olmak itibarıyla burada kadar zikrettiğimiz diğer dört
temel unsurdan ayrılır. Jiva atomları ayrıca, kendi başına hareket edebilme,
genişleme ve büzülme gibi daha pek çok özelliklere sahiptir. Sahip oldukları
bu özellikler nedeniyle jiva atomları hiçbir dış faktörün etkisi olmaksızın
bile kendi başlarına, kendi aralarında veya diğer ana unsurlarla birleşerek
fenomenler dünyasındaki çok değişik nesneleri meydana getirebilirler.
Orijinal hâlleri itibarıyla her biri
sınırsız bilgi, sınırsız muhakeme gücü, sınırsız mutluluk, ezelilik, mutlak
şekilsizlik, mutlak eşitlik ve dinî hakikatin mutlak bilgisi gibi çok zengin
özelliklere sahip jiva atomları, âlemdeki diğer unsurlarla ilişkiye girmeleri
sonucunda sahip oldukları bu aslî özelliklerin büyük çoğunluğunu yitirir. Bu
nedenle, varlık âleminde aslî karakterini muhafaza edebilen çok az sayıda jiva
atomu vardır. Onların büyük çoğunluğu madde ile birleşik hâlde bulunmaları
sebebiyle tabiî karakterlerini kaybetmiş, sonsuz veya mutlak sözleriyle
nitelenen özellikleri artık sınırlı veya sonlu sıfatlarıyla nitelenmeye
başlamıştır. Jiva atomlarının hiç biri yok olmaz, ancak madde tarafından
örtülmüş ve üzerleri kapanmış olduğu için fark edilmezler.11
Madde atomları tarafından sarılmış
oldukları için aslî niteliklerini kaybetmiş jiva atomları sahip oldukları
sınırlı
10-
Glasenapp, a.g.e., s. 2;
S.N.Dasgupta, History, 1/195-196; ERE, VIII/468
11-
Glasenapp, a.g.e., s. 2-3; Nathmial Tatia," Jaina
Philosophy", Jainism, s.17; Studies in Jaina Phiİosophy, s. 222-223; ERE,
VIII/468
bilgi ve sınırlı enerji nedeniyle
yanlış metafizik doktrinlere bağlanır ve doğru ahlâkî ve metafizik kuralları
ihmal ederler. Böylece samsara çarkındaki sayısız doğum-ölümler nedeniyle her
türlü acı ve hazzı tecrübe etmek, fani varoluşa sahip olmak ve tabiî
özellikleriyle çelişen yeni özellikler kazanmak ruh veya jivalar için sıradan
hâle gelir. Çünkü ferdin fiillerinin gerçek faili bedenleşmiş durumdaki ruhtur.12
Bir dinî sistem olarak Caynizmin en
önemli gayesi, kendi sistemini kabul etmiş ruhları, bir an önce içinde bulundukları
sıkıntılı durumdan kurtararak mukta düzeyine ulaştırmak ve böylece onlara
orijinal saflık durumlarını kazandırmaktır.
Jiva ile pudgala, daha doğrusu madde
ile ruh arasındaki ilişki nasıl başlamıştır? Caynizm, mahiyetleri itibarıyla
farklı özellikler sergileyen bu iki unsur arasındaki ilişkinin ezelî olduğuna
inanır.13 Başlangıçta her nasılsa hareket eden ruh, bu hareketi sebebiyle
etrafında ona nüfuz etmek için bekleyen madde atomlarım cezbeder.14
Böyle bir etkileşim sonucu madde atomlarının jivaya girmesiyle, onun tabiî
özellikleri önemli oranda kaybolur. Ruhun bu aşamadan sonra yapacağı her türlü
eylemin sebebi, madde atomlarının jivaya nüfuzu sonunda, onda oluşan yanlış
görüş
12-Glasenapp, a.g.e., s.3
13-
Ancak buradaki "ezelî"
teriminin mutlak anlamda ezelilik yerine, "başlangıcı vardır, ancak bunu
bizim tespit edemeyeceğimiz kadar uzaktadır" anlamında anlaşılması daha doğru
olacaktır. Aksi hâlde bu hâlin ortadan kalkmasıyla gerçekleşeceği kabul edilen
mukti bir hayalden ibaret kalacaktır. Çünkü ezelî olan aynı zamanda ebedîdir.
Bkz., Kamala Joshi," Beginning of Bandha with Special Reference to Jaina
Philosophy ", Jain Journal, c.XXV,sa.,l (July 1990), s. 37-38
14-
Bazı kaynaklarda ruhun başlangıçtaki
i'k hareketinin, onun mahiyeti gereği olduğunu ileri sürmektedir. (Bkz.
Glasenapp, a.g.e., s.3) Ancak burada şunu i- fade etmek gerekir ki, Hint
düşüncesine göre, arzu istekten kaynaklanmayan hiçbir faaliyet veya karma
failin kayıtlanmasına neden olamayacağı için ruhun bu hareketinin, onun tabiî
bir hareketi olmak yerine herhangi bir arzu istekten doğan bir hareket olması
bize daha makul görünmektedir. Krş., Padmanabh S.Jaini. a.g.m., s.221
(mithyâ-darsana), yanlış bilgi (mithyâ-jnana)
ve yanlış davranıştır.15 Cayn dininde madde atomlarının
jivaya doğru akışına "âsrava”, böyle bir hareket sonunda ruhun madde
atomlarıyla sarılması veya örtülmesi olayına da "band- ha" veya
esaret adı verilir.16
Cayn düşünce sisteminde karma terimi,
şimdiye kadar ifade etmeye çalıştığımız diğer Hint düşünce sistemlerindeki
gibi, "iradî fiil veya böyle bir fiil sonucunda oluşan ve faili kayıtlayan
gözle görülemeyen mistik güç (adrsta)" anlamlarını değil, jivanın hareketi
sonucunda onun cazibesine kapılarak, jivaya nüfuz eden ve onun aslî
özelliklerini kirleten, duyu organlarıyla algılanamayan şeffaf maddeler bütünü17
veya G.Parrinder'in ifadesiyle, ruha nüfuz ederek onu zehirleyen bir nevi zehir
anlamını ifade eder.[77]
Başka bir deyişle karma, jivanın hareketi ve cazibesi sonucu ona nüfuz ederek,
onun aslî özelliklerini tamamen veya kısmen örten ezelî ve maddî bir cevher
olup, diğer sistemlerin iddia ettiği gibi, fiilin icrasıyla ortaya çıkan yeni
çıkan bir nesne değildir.
Daha başka bir ifadeyle, yukarıda
varlık âleminin yegâne maddî unsuru olarak zikredilen pudgala atomları jivaya,
yani ruha nüfuz ettikten sonra karma olarak isimlendirilir. Jiva ile pudgala
arasındaki bu birleşmenin süt-su veya demir-ateş kaynaşmasından daha sıkı
olduğu kabul
15-
Glasenapp, a.g.e., s.62-63; B.N.
Tripathi, Spiritual Bondage, s.120; Datta- Chatterjee, Introduction, s.101; Rai
Ashwini Kumar,
"Jaina Yoga and Mysticism", Jainism, sl80
16-
Tripathi, B.N., Spiritual Bondage,
s.118-119; ERE, VIII/467-468 17-Glasenapp, a.g.e., s.3; M.L. Mehta, Jaina
Philosophy, Varanasi, 1971, s.189; N.L. Jain, "The Jaina Theory of Karma
and...", Jain Journal Vol.XXII, April-88 , No: 122
edilir. Jivayla bu derece bütünleşmiş
karma atomları ve onların ayrışımından ortaya çıkan karma-prakritilerin sayısı
ve karakterleri, jivanın hareketine sebep olan arzu-iste- ğin mahiyeti ve
şiddetine göre değişir. Eğer harekete neden olan arzu-istek, fazilet kabul
edilen duyulardan kaynaklanıyorsa bunun sonucunda jivaya giren karma iyi, değilse
kötü karakter arz eder.19
Pudgala atomları jivaya bir kere
nüfuz edip, bu manevî unsurun tabiî özelliklerini bozarak, onun safiyetini
gidermenin ötesinde, ihtiva ettikleri enerji sayesinde, hiçbir dış gücün
etkisi olmaksızın, jivada yeni arzu-istekler meydana getirerek ona yeni karmik
akımların yönelmesine yol açarlar. Böylece jivanın bütün tabiî özellikleri
zaman içerisinde kaybolur ve bunların yerine, bu tabiî özelliklerin karşıtları
geçer. Biraz önce de belirttiğimiz gibi, geçmişte her nasılsa başlamış olan bu
jiva-pudgala (ruh-madde) ilişkisi, birincinin öfke, nefret, açgözlülük gibi
temel arzular veya mayadan (bilgisizlikten ortaya çıkan yanılgı) kaynaklanan
hareketleri sebebiyle devam edip gitmektedir. Bu durum Caynizmin önerdiği
riyazet ve mücahede egzersizlerinin tamamen yapılıp, asrava adı verilen bu
karma akışının önüne geçilmesi ve böylece jivanın aslî karakterini yeniden
kazanarak nihaî kurtuluşa ulaşmasıyla son bulacaktır.[78]
Caynizmde jivaya girerek karma adını
alan madde atomlarının; mahiyetleri, jivada birleşik olarak kalma süreleri,
şiddetleri ve nicelikleri yönünden olmak üzere dört açıdan ele alınıp
incelendiğini görüyoruz.
A - Mahiyetleri itibarıyla karma veya
onun cüzleri olan karma-prakriti temelde sekiz ana kategoriye ayrılır.
19-
Glasenapp, a.g.e., s.3; B.N.
Tripathi, Spiritual Bondage, s.118-120;
K.K.Anand, a.g.e., s. 68
Bu kategoriler ve onların alt
tasnifleri şöyledir:21
1
- Jfiânavaraniya karma: Jivadaki,
daha açık bir ifadeyle ruhtaki sınırsız bilgi özelliğini örten karma demektir.
Bunun şu beş alt türü vardır:
a- Mati-jhânavaraniya karma: Duyu
organları ve zihin vasıtasıyla elde edilen bilgiyi engelleyen veya örten karma.
b- Sruta-jnanavaraniya karma: Kutsal
metinlerin okunması veya dinlenmesi sayesinde elde edilen bilgi veya hakikati
örten, engelleyen karma.
c- Avadhi-jnânavaraniya karma: Maddî
nesnelerin özü ve hakikatiyle ilgili aşkın bilgiyi engelleyen, örten karma.
d- Manahparyâya-jnânavaraniya karma:
Başkalarının düşünceleri konusundaki aşkın bilgiyi engelleyen örten karma.
e- Kevala-jnânavaraniya karma:
Jivanın aşkın bilgi (omniscience) edinme özelliğini ortadan kaldıran karma.
2
- Darsanâvaraniya karma: Buradaki darsana
lafzı, bir nesnenin farkında olma veya bir şey hakkında genel bilgi, önsezi
anlamını ifade eder. Dolayısıyla buradaki darsanâvaraniya karma ifadesi, ruhta
varolan önsezi veya sezgi kabiliyetinin engellenmesi veya örtülmesi anlamına
gelir. Bu karma türünün de dokuz alt türü vardır:
a- Caksurdarsanavaraniya karma: Göze
bağlı sezgi veya önsezi melekesini örten, kirleten karma.
b- Acaksurdarsanavaraniya.karma: Göz
dışındaki diğer duyu organları ve zihinden kaynaklanan sezgi veya önsezi
melekesini örten, kirleten karma.,
c- Avadhidarsanavaraniya karma: Maddî
nesnelerle ilgili sezgi veya önsezi melekesini engelleyen, örten karma.
21-
Bprada zikredilen tasnifler H.Jacobi
tarafından tercüme edilen ve SBE serisi içerisinde yayımlanan Jaina Sutras
(Uttarâdhyayana bölümü) ile H.von Glasenapp ve Mohan Lal Mehta'nın bu konudaki
çalışmalarından özetlenmiştir. Bkz., Jaina Sutras (II), İng. çev. Hermann Jacobi, SBE, XLV/192-196; Glasenapp,
a.g.e., s. 5-30; M.L. Mehta, a.g.e., 190-203
d- Kevaladarsanavaraniya karma:
Jivanm mutlak sezgi, önsezi melekesini örten, engelleyen karma.
e- Nidrâ-karma: Rahat bir uyku hâli
ortaya çıkararak jivadaki önsezi veya sezgi melekesini kısmen de olsa engelleyen,
örten karma.
f- Nidranidraka
karma: Sebep olduğu derin uyku hâli nedeniyle, jivadaki önsezi yeteneğini
önemli ölçüde ortadan kaldıran karma.
g- Pracala karma: Otururken veya
ayakta iken uyku hâli meydana getirerek, bu durumlarda bile ruhun önsezi
yeteneğini engelleyen, örten karma.
h- Pracalâpracalykarma: Yürürken bile
ortaya çıkardığı uykulu durum nedeniyle, bu durumdaki bir jivanm bile önsezi,
sezgi yeteneğini engelleyen karma.
1-
Styânagraddhi-karma: Sebep olduğu
uyurgezerlik hâlinden ötürü, her durumda jivanm önsezi melekesini engelleyen
karma.
3-
Vedanîya karma: Bu nevi karmalar da
haz veya elem ortaya çıkaran karmalar olmak üzere şu iki temel gruba ayrılır:
a- Sâta-vedanîya karma: Haz veya
mutluluk ortaya çıkaran karma.
b- Asâta-vedanîya karma: Acı veya
elem ortaya çıkaran karma.
4-
Mohanîya-karma: Hakikî imanı örten ve
böylece doğru davranışı engelleyen karma. Bunun da Vedaniya karma gibi iki alt
bölümü vardır.
a- Darsana mohaniye karma: Tabiî
olarak jivada bulunan dinî gerçekliğin bilgisinde karışıklığa neden olan karmadır.
Söz konusu bu karışık!) lığın mutlak veya kısmî oluşuna göre bunun da üç alt
sınıfı mevcuttur.
aa- Mithyâtva-mohanîya
karma: Kişinin doğru ve gerçek imanı tamamen terk ederek onun sapık inançlara
bağ-KARMA İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ lanmasma neden
olan karma.
ab- Samyaktva-mohanîya karma: Doğru
inancı zayıflatan, azaltan karma. Jivada bu tür karma mevcut olduğu sürece
imanın mükemmellik derecesine ulaşması söz konusu değildir. Kâmil iman ancak
böyle karmaların jivadan atılmasıyla elde edilebilir.
ac- Misra-mohanîya karma: İnanç
konusundaki istikrarı ortadan kaldıran karma. Bu nevi karma faaliyette bulunduğu
sürece, fert doğru ile yanlış inançlar arasında gider gelir ve hiçbir zaman
doğru inanç üzerinde sebat mümkün değildir.
b- Câritra-mohaniye karma: Jivadaki
tabiî doğru davranış melekesini örten, engelleyen karmadır. O, ferdin dinî
emir ve yasaklara uygun davranışını engeller. Söz konusu bu engelleme, jivada
ortaya çıkan 4 temel arzu ve 9 yarı- arzu nedeniyle doğar.
Jivadaki tabiî doğru davranış
özelliğinin ortadan kalkmasına neden olan bu dört temel arzu ise şunlardır: a
- Öfke (Krodha), b - Gurur (Mâna), c - Aldanma, yanılgı (Maya), d -
Açgözlülük (Lobha).
Yine bu temel arzulardan her biri,
tezahürlerinin süresi gözönüne alınarak şu alt bölümlere ayrılır:
ba- Anantanubandhin: Bir ömür boyunca
devam eden ve böylece ferdi doğru inanç ve davranıştan alıkoyan karma arzu.
bb- Apratyâkhyânavarana: Doğru inanca
herhangi bir zarar vermemekle birlikte, Caynist düşünce sistemine göre mutlak
kurtuluş için zarurî riyazet ve mücahede hayatını kısmen engelleyen ve bir yıl
devam ettiği varsayılan karma.
bc- Pratyâkhyâhavarana: Riyazet ve
mücahede hayatına başlamayı tamamen engelleyen ve dört ay devam eden arzu.bd-
Sanjvalana: Mükemmel doğru davranışı engelleyen ve on beş yıl devam ettiği
kabul edilen arzu.
Öte yandan No-kasâya adı verilen yarı
arzular ise şunlardır: 1 - Hâsya (Gülmek ve şaka yapmak); 2 - Rati (Belli bir
nesneye karşı önyargılı olarak muhabbet duymak); 3 - Arati (Belli bir
nesneye karşı gösterilen önyargılı nefret duygusu); 4 - Soka (Acı, elem); 5 -
Bhaya (Korku); 6 - Jugupsâ (Tiksinti); 7 - Purusa-veda (Kadına karşı duyulan
cinsî istek); 8 - Stri-veda (Erkeğe karşı gösterilen cinsî istek); 9 -
Napumsaka-veda (Hem erkek hem de kadına karşı duyulan cinsî istek).
5-
Âyus-karma: Bir varlığın
içinde bulunduğu varoluş basamağında kalış süresini belirleyen karmadır. Başka
bir deyişle, canlının ömrünü tayin eden karmadır. Ayus karmanın varoluş
katmanlarına bağlı olarak şu dört alt bölüme ayrıldığını görüyoruz:
a- Deva-âyus: Varlığın tanrılar
âlemindeki kalış süresini tayin e3en karma.
b- Manusya-âyus: Canlının yeryüzünde
beşer formunda kalış süresini belirleyen karma.
c- Tiryag-âyus: Canlının yeryüzünde
hayvan formunda kalış süresini belirleyen karma.
d- Naraka-âyus: Canlının, ceza görme
yeri olarak kabul edilen Naraka âleminde kalış süresini tayin eden karma.
6-
Nâma-karma: Jiva atomları
arasındaki ferdî ve fizikî farklılıkları ortaya çıkaran karma. Caynizmde dört
ana grupta incelenen namâ-karmanın toplam 103_geşidi vardır.22
Bunlar, jivanın değişik âlemlerdeki varoluş formunu ve ferdiyetini belirleyen
karmalardır.
7-
Gotra-karma: Canlının
dünyaya geleceği aileyi ve
Biz burada gereksiz olduğu
düşüncesiyle namâ-karmanın alt kategorilerine yer vermiyoruz. Bunlar hakkında
geniş bilgi için bkz., Glasenapp, a.g.e,.s. 11- 18; M.L. Mehta, a.g.e. s.KARMA
İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ doğumla sahip
olacağı sosyal statüyü belirleyen karmadır. Bunun da başlıca şu iki türü
vardır:
a- Uccai-gotra karma: Asil bir ailede
dünyaya gelmeyi temin eden karma.
b- Niccai-gotra karma: Sudra veya
Parya gibi aşağı kastlardan birinin mensubu olarak dünyaya gelmeye yol açan
karma.
8-
Antarâya- karma: Jivanın
hareketi sonucu ona nüfuz etmiş olan antarâya-karmaların, aşağıdaki beş tarzda
jivanın iyi ve doğru fiiller icra etmesini engelledikleri kabul edilir.
a- Pâna-antâraya karma: Ferdin
başkalarına yardım etmesini engelleyen karma.
b- Lâbha-antaraya karma: Ferdin
arkadaşları veya dostları tarafından kendine verilen hediyeleri almasını engelleyen
karma.
c- Bhoga-antarâya karma: Bir meyvenin
yenmesi veya bir bardak suyun içilmesi gibi sadece bir defada tüketilebi- len
zevk almayı engelleyen karma.
d- Upabhoga-antâraya karma: Elbise ve
ayakkabı gibi birden fazla kullanılabilen eşyalardan hoşlanmayı, zevk almayı
engelleyen karma.
e- Vîrya-antarâya karma: Jivadaki
irade gücünü engelleyen karma.
Caynist düşünce sisteminin karma
anlayışını böylece özetledikten sonra, sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Caynizmde
karma, olayların akışını belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Bunun da
ötesinde o, bütün varlıkların fenomenler âlemine çıkışını ve varoluşun A'dan
Z'ye her şeyini belirleyen yegâne unsur olduğu gözönüne alınacak olursa,
Caynist sisteme göre onun, topyekûn varoluş âleminin yegâne sebebi ve prensibi
olduğu bile söylenebilir.
Peki, böyle bir ontoloji anlayışına
sahip olması nede-
CAYNİZMDE KARMA-TENASÜH İNANCI niyle^aynizm
materyalist bir sistem olarak kabul edilebilir mi? Jivanın objektivasyonunda
şeffaf madde atomları veya karmanın yegâne etken olarak kabul edilmesi ve se-
mitik dinlerdeki gibi Tanrı veya benzeri insanüstü bir gü- cün varlığını
kabul etmemesi gibi nedenlerle Caynizm, görünüşte bir^eşırmâteryalizm olarak
değerlencTirilebifir. Ancînrâj^sTstemînTvâf^^ maddî
cevhe
rin yanı sıra manevî bir cevher kabul
etmesi ve bunu varoluş için zorunlu görmesi, Yaratıcı bir Tanrı fikrini kabul
etmemekle birlikte Tanrılığın imkânına inanması ve ölüm ö- tesi hayatı kabul
etmesi gibi sebeplerden ötürü bütün sistemin bir çeşit materyalizm olarak
telâkki edilmesi söz konusu olamaz.23 )
B- Karmaların jivada kalma süreleri: Caynist kaynaklarda
karma atomlarının jivada kalış süreleriyle ilgili bilgilerin tam olarak
anlaşılabilmesi için, her şeyden önce Caynist zaman anlayışı hakkında bilgi
vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.
^ Caynist
düşünceye göre en küçük zaman dilimi sama- yadır. Sonsuz sayıdaki
samayalar bir âvalikayypluşturur. 16 777_216 âvalika ise, bir mûhıırtadır.
Bir_mûhurta, bugün kullandığımız zaman ölçülerine göre 48 dakikaya tekabül
ederTBühâ göîeyCâ'^^^ gün
yaklaşık (ahorâtra) 30
mûhurtadır. Ay, gün ve yıl
hesaplanmaları da aynı şekilde mûhurtaya göredir. Ama yıllar ancak 77. silere
kadar kelimelerle ifade edilebilir. Bundan ötesi asafikhyeya, yani sayılamaz
ve kelimelerle ifade edilemez. Bununla birlikte yine kaynaklarda, sonsuz
sayıdaki yıllar toplamına bir pal- yopama; 10 kotâkotiJmilyon) palyopama
sâgaropama (840000019) denildiğine de şahit oluyoruz. Bundan
başka 10
22-
Bazı kaynaklarda, Caynist düşünce
sisteminde karmanın ifade ettiği anlamın, diğer düşünce sistemlerinin
yaratılış teorilerinde yer alan Tanrı- Tabiat veya Zaman gibi varoluşu
belirleyen en yüksek unsura tekabül ettiğinin ileri' sürüldüğünü görüyoruz.
Bkz., N. Tatia, a.g.e., s.220
kotâkoti sâgaropama bir utsarpini'yi (zamanın yükseliş
süresini), yine aynı sayıdaki sâgaropama da bir avasarpinîyi (zamanın düşüş
süresi) oluşturur. Sonsuz sayıdaki utsarpinî ve avasarpinî ise bir
pudgalaparâvartayı meydana getirir.24 ))
Caynizmin bu zaman anlayışına bağlı
olarak, değişik karmaların jivaya bitişik durumda maksimum ve minimum kalış
süreleri şu şekilde tespit edilmiştir:
KARMANIN TÜRÜ |
SÜRESİ |
|
|
Maksimum |
Minimum |
I- Jnanavaraniya karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
1 Mûhurta'dan az |
II- Darsanavaraniya karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
1 Mûhurta'dan az |
III- Vedaniye karma |
30 «kotâkoti sâgaropama |
12 Mûlıurta |
IV- Mohaniye karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
1 Mûhurta |
V- Ayus-karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
1 Mûhurta |
VI- Nama-karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
8 Mûhurta |
VII-Gotra-karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
8 Mûhurta |
VIII-Antarâya-karma |
30 kotâkoti sâgaropama |
1 Mûhurta |
Bu tabloda verilen rakamlar ilk
bakışta değişik türdeki karmaların jivada kalış sürelerinin Caynist düşünce
sisteminde, kesin olarak tespit edildiği izlenimi vermektedir. Ancak aynı
sistemin biraz önce özetlemeye çalıştığımız zaman ölçü birimlerindeki
belirsizlik gözönüne alınacak olursa, burada yer alan rakamların çokluk ifade
etmenin ötesinde, belirli bir zaman dilimini ifade etmedikleri hemen
anlaşılabilecektir. Çünkü şu ana kadar Caynist zaman anlayışıyla ilgili olarak
verilen bilgileri göz önüne aldığımızda, burada zikredilen zaman ölçü
birimlerinden gerek âvalika, gerekse palyopama'nın içine aldığı zaman dilimini
belirlemenin mümkün olmadığı anlaşılır. Söz konusu birimlerden âvalika
"sonsuz sayıdaki samayalardan oluşan
23-
Glasenapp, a.g.e., s.21-22; M.L.
Mehta, Jaina Philosophy, s.203
zaman dilimi"; palyopama ise,
aynı şekilde "sonsuz sayıdaki yıllardan oluşan zaman dilimi"
şeklinde muğlak olarak tarif edilmektedir. Bilhassa âvalika gibi küçük bir
zaman diliminin tarifindeki belirsizlik, tabiî olarak buna bağlı olarak
yapılan diğer zaman dilimlerinin tanımlarında da belirsizliklere neden
olmaktadır. Dolayısıyla, Caynist zaman ölçü birimlerinin, belirli bir zamanı
göstermekten ziyade, sadece sürenin azlığı veya çokluğu konusunda fikir veren ifadeler
olarak anlaşılması daha yerinde olacaktır.
C- Jiva ile bütünleşmiş hâldeki
karmaların şiddet ve yoğunluklarına gelince: Karmanın
şiddeti, onun, jivaya nüfuzuna neden olan arzunun güçlü veya zayıf oluşuna
bağlıdır. Ahlâkî bakımdan kötü karmalar söz konusu olduğunda arzunun güçlülüğü
ile karmanın şiddeti arasında doğru bir orantı vardır. Yani şiddetli arzular
sonucunda jivaya giren karmalar, zayıf arzuların sebep olduğu karmalara
nazaran daha kısa zamanda semeresini verir. Buna karşılık iyi karmalarda ise,
arzu-isteğin şiddeti ile karmanın şiddeti arasında ters orantı vardır; arzu
şiddetli ise, karmanın şiddeti azalır, dolayısıyla semeresini verme süre- cı
uzar.
Kaynaklarda Caynist düşünce
sistemindeki bu arzu- istek ile karma arasındaki ilişki aşağıdaki çizelgede
gösterilmiştir:
24-
Glasenapp, a.g.e., s.24; M.L. Mehta,
Jaina Philosophy, s.204; K.K.Anand, a.g.e., s.84-85
Arzunun Türü |
Neden Olduğu Karmanın Şiddet
Derecesi |
||
|
|
Kötü Karma |
İyi Karma |
I- Sanjvalana kasâyas (En zayıf arzular) II- Pratyâkhyânâvarana kasâyas (Zayıf arzular) III- Apratyâkhyânâvaran kasâyas (Güçlü arzular) IV- Anantânubondhi kasâyas (En güçlü arzular) |
I. derecede şiddetli II. derecede şiddetli III. derecede şiddetli IV. derecede şiddetli |
IV. derece şid. III. derece şid. 11. derece şid. IV. derece şid. |
D - Pudgala (madde) atomlarının
biraraya gelmesiyle oluşan atom kümeleri, atom sayılarına bağlı olarak
"vargana" adı verilen kategorilere ayrılır. Bu kategoriler
bir, iki, üç ve dört atomlu kümeler şeklinde sonsuza kadar uzanır. İşte jivanm
hareketi veya diğer sebepler sonucu ona nüfuz eden ve onunla bütünleşen bu
madde atomları, alınan bir gıdanın hazmedilerek kan, et, ve benzeri değişik
maddeler hâline dönüşmesi gibi, biraz önce detaylıca ifade etmeye çalıştığımız
sekiz temel karma hâline dönüşür. Kaynaklarda ifade edildiğine göre, bu dönüşüm
esnasında en büyük payı vedâniye karma almaktadır. Bunu sırasıyla mohaniye, her
ikisi de eşit oranda olmak üzere jnana- âvarana ve darsana-âvarana, antarâya,
yine eşit seviyede olmak üzere nâman ve gotra karma takip eder. Jivaya nüfuz
eden karmalar arasında en az payı alan karma türü ise, âyuskâ karmadır.[79]
Caynistler de Hindu ve Budistler gibi
tenasühe inanır. Buna göre ölümle birlikte bedenden ayrılan ruh, nihaî kur-
tuluşa ulaşamadığı sürece, ihtiva
ettiği karmik birikime bağlı olarak yeryüzündeki bedenlenmelerini
sürdürecektir. Başka bir deyişle, ruh samsara çarkından kurtulamadıkça,27
bu düşünce sistemince kabul edilen dört varoluş kategorisinden birinde sürekli
olarak yeniden doğmaya mahkûmdur.28 Biraz önce de belirttiğimiz
gibi bu varoluş sahaları aşağıdan yukarıya doğru Adhiloka veya Naraki,29
Tir- yanca,30 İnsanlar âlemi ve Upanişadlardaki
"pitryana" ile özdeşleştirilebilecek Urdha-loka (tanrılar âlemi)
şeklinde sıralanır. Her türlü karmik birikimden kurtularak yeniden aslî
hüviyetini kazanmış ruhlar (siddha), burada zikredilen basamakların ötesine
yükselir, ve böylece doğum-ölüm çemberinden ebediyen kurtulur. Buna karşılık,
karmik birikime sahip ruhlar ise, önce Naraki, Tiryanca veya Urdha- loka'da
yeniden bedenleşerek taşıdıkları karmik birikimlerin niteliğine göre ceza veya
mükâfat görecektir; böyle ruhlar ancak bundan sonra yeryüzüne dönecek ve daha
üst varoluş katmanlarında yeniden dünyaya gelebilmek için mücadelelerini
sürdüreceklerdir. Ruhun bu serüveni, biraz önce de belirttiğimiz gibi,
siddhahood adı verilen en yüksek noktaya ulaşıncaya kadar sürer.
Jiva, geçmişte her nasılsa başlayan
hareketi ve bunun sonucunda kendine nüfuz eden karmalar nedeniyle hem orijinal
formunu hem de aslî hüviyetini kaybetmiştir. Ayrıca bu karmalar sebebiyle
değişik varoluş basamaklarında
27-
Jaina Sutras (II), SBE, XLV/20
28-
Jaina Sutras (II), SBE, XLV/484; ERE, IV/484
29-
Kutsal sutralarda,. insanların kötü
amellerine karşılık bir azap ve işkence yeri olması itibarıyla İslâm dinindeki
cehennem anlayışına tekabül ettiğini düşündüğümüz NarakTnin yedi alt katmanın
bulunduğundan söz edilir. Yapılan amelin kötülük derecesine bağlı olarak ruh bu
katmanlardan birisinde yeniden bedenleşecek ve cezasını çekecektir.Bu konuda
geniş bilgi için bkz., Jaina Sutras (II), SBE, XLV/278-286
30-
Tiryanca, yeryüzünde insanların
dışındaki diğer canh-cansız bütün varlıkların yaşadığı alana verilen isimdir.
Geniş bilgi için bkz., P.S., Jaini a.g.m., s.223-226; Glasenapp, a.g.e.,
s.51-57
muhtelif şekiller almış ve almaya da
devam etmektedir. Tanınmış caynolog Hermann Jacobi, ruhun bu hareketini
okyanustaki bir su kabağı veya çantanın durumuna benzetir. Bilindiği gibi, söz
konusu bu maddeler boş olduklarında su yüzeyinde kalabildikleri hâlde,
içlerine kum veya taş konulması durumunda, okyanusun yüzeyinden daha derinlere
hatta dibine batarlar. Aynı şekilde tabiî hâli itibarıyla kozmosun en üst
noktalarına tırmanabilen ve buralarda sürekli kalabilen ruh, kendine karma
nüfuz ettikten sonra samsara okyanusu olarak tanımlanabilecek varlık âleminin
daha aşağı safhalarında varlığını sürdürmektedir. Onun okyanus yüzeyine yeniden
yükselebilmesi, ancak karmik unsurlardan temizlenmesine bağlıdır.[80]
^ Caynizme göre, ölümle birlikte
bedenden ayrılan ruhun yeniden bedenleşmesi anlık bir olaydır.[81]
Ayrıca klâsik Hint düşüncesinde olduğu gibi, ruhun yeniden bedenlenme
sürecinin daha başlangıcında , "preta-loka" diye bilinen ruhlar
âleminde herhangi bir bedenden mahrum olarak, en azından öz oğlu veya -eğer
yoksa- diğer yakınları tarafından icra edilecek sradha törenlerini
beklemesi Caynist düşünce sisteminde söz konusu değildir.[82]
Çünkü her şeyden önce Caynizme göre, gerek fiillerin icrası aşamasında gerekse
onların karşılıklarının görülmesi safhasında ferdilik esastır. Herkes ancak
kendi fiillerinden sorumludur ve sadece kendi karmik birikimlerine göre ceza
veya mükâfat görecektir. Bu durumda ne oğulun bizim için yaptığı fiillerin ne
de Tanrılık vasfını kazanmış bir âcaryanın şefaati söz konusu olabilir.3^
Diğer taraftan, yine Caynist anlayışa
göre, bir ruhun
her varoluş basamağındaki hareketi,
burada alacağı form, kalış süresi vs. önceden belirlenmiştir. Zira yukarıda
işaret etmiş olduğumuz gibi âyus karma sayesinde ruhun herhangi bir varoluş
safhasındaki kalış süresi, yani ömrü, nâma karma ile alacağı form veya bedenler
otomatik olarak belirlenmektedir.35 Hemen görüleceği gibi, böyle
bir mekanizma içerisinde zaten başka birinin müdahalesine de lüzum yoktur.
Bununla birlikte, şu hususun da açık
olarak belirtilmesi gerekir ki, ruhun yeniden bedenleşme aşamalarındaki
hareketi kendi karmik birikimlerinin zorlaması olmayıp, kendi tabiî bir
özelliğidir. Daha açık bir deyişle, ruhtaki hareketlilik özelliği, onun, karma
sayesinde kazandığı arızi bir nitelik değil, onun aslî özelliklerindendir.
Karmanın ruhun hareketiyle ilgisi ise, onu yönlendirmesi sebebiyledir. Onun bu
süreçteki fonksiyonu, suyun istenilen noktaya ulaşmasını sağlayan bir su arkına
benzetilebilir.
Bu durumda ruh veya jiva, ölüm
gerçekleşir gerçekleşmez, hemen kendisi için belirlenen yeni beden ve âleme
sıçramaktadır. Jacobi'nin biraz önce yer alan analojisine göre ifade edecek
olursak; keyfiyeti ve kemiyeti itibarıyla farklı karmik birikimleri taşıyan
ruhlar, taşıdıkları unsurların ağırlığına göre samsara okyanusunun değişik
bölgelerine inecek veya çıkacaktır.
Yine Caynist düşünceye göre, ruhun
bizim burada samsara okyanusu olarak nitelendirdiğimiz şekil âleminin
(Loka-akâsanın) herhangi bir bölgesindeki varoluşunun, bir an bile olsa,
bedensiz olarak varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü olup biten her
şeyin gerçek öznesi ruh kabul edilmekle birlikte, onun gerek fiillerin icrası
gerekse bunların ortaya çıkaracağı haz veya elemlerin tecrübe edilmesi -
tecrübe edilecek mekân ister Naraki, isterse
35-
P.S. Jaini, a.g.m., s.231-233
Urdha-loka olsun- aşamasında mutlaka bedenle birlikte
olacağı kabul edilmiştir. Kısacası, Caynist inancına göre ruh şekil âleminde
bulunduğu sürece hiçbir zaman bedenden azade kalamaz.36
Hem Urdha-loka'ya yükselerek kısmen
tanrılık vasfını kazanmış ruhlar, hem de Naraki'ye inerek cehennemi varlık
statüsündeki varlıkların sahip oldukları karmik birikimler haz veya elem
şeklinde meyvesini verdikten sonra mutlaka yeryüzüne yeniden döneceklerdir.37
Yani ruhun yer altı ve yer üstü âlemlerindeki hayatı sürekli değildir.
Dolayısıyla bütün bu âlemler, sadece ruhun yeniden aslî formunu kazanması
sürecindeki geçici basamaklardır.
Caynizmde, Loka-akâsanın değişik
basamaklarında yer alan hemen hemen bütün canlı türleri karma ve tenasüh
prensiplerine göre varoluşlarını sürdürmektedir. Bu nedenle, herhangi bir
canlının bulunduğu varoluş formunda ebedî olarak kaldığını düşünmek mümkün
değildir. Söz konusu canlının herhangi bir varoluş basamağındaki ömrü ne kadar
uzun olursa olsun mutlaka bir sonu vardır. Ruh, mahiyeti gereği olarak karmik
birikimlerinin açtığı çığırda sürekli hareket hâlindedir. Bu, hem ruhun aslî
safiyetini kazanabilmesi için gerekli, hem de tenasüh anlayışının bir
gereğidir.38
C Son olarak, Caynist tenasüh
anlayışıyla ilgili problemli bif hususu daha işaret ederek bu konuyu bitirmek
istiyorum. Bir kısım Caynistlerce, tiryanca'nın en alt basamaklarında yaşayan
ve ekendriya olarak bilinen tek hücreli can-
36-
Çaynizme göre
berjerdin, yeryüzünde sahip-olduğu. Audârika adıyla anılan maddî bedenin dışında
4 ayrıbedeni daha vardır. Bunlara- Kârmana (karmik beden)7B - laıgasa Wş
atomlarından oluşmuş ve muhtemelen ruhun Naraki’ de bulunduğıTsürece sahip
olacağı beden), c - Ahâraka (Ruhla birlikte çok uzaklara gidebilme özelliğini
haiz şeffaf beden), dj/aikriya (İstenildiğinde değiştirilebilen şeffaf beden).
Bkz., Jacobi, Herman, Jaina Sutras (II), SBE, XLV/406 (3 no'lu
dipnot); Glasenapp, a.g.e., s.12
37-
Glasenapp, a.g.e., s.58,61
38-
P.S.Jaini, a.g.m., s.225-228
lıların tenasüh çarkının dışında
oldukları kabul edilir? Oldukça fazla sayıdaki bu canlılar, aynen Sida
(kurtuluşa ulaşmış) ruhlar sürekli olarak aynı form ve kategoride hayatiyetlerini
devam ettirir. Jaini'ye göre, tenasüh anlayışıyla açık bir çelişki arz eden bu
görüş, Caynizmin orijinal anlayışı olmayıp, aşağı yukarı bu düşünce sistemiyle
ortaya çıkmış olan Âjivika mezhebinden Çaynizme geçmiş bir anlayıştır. Bize
öyle görünüyor ki, böyle bir anlayış muhtemelen, tenasüh inancına pek sık
olarak yöneltilen"Bugüne kadar pek çok ruh kurtuluşa ulaştığı hâlde, niçin
Loka- akâsa'daki varlıkların sayısında bir azalma olmuyor?" şeklindeki
bir soruya cevap verebilmek için ortaya atılmıştır. Çünkü bu anlayışı kabul
edenlere göre, kurtuluşa ulaşarak Loka-akâsa'nın dışına çıkan ruhların yerine
ekendriyalar arasından bazıları fenomenler dünyasına girmekte ve bu nedenle de
fenomenler dünyasındaki ruhların sayısında bir azalma olmamaktadır.[83]
Görüldüğü gibi karma-tenasüh, Hint
kökenli bütün dinlerin ortak bir inancıdır. Geçen son üç bölümde biz, söz
konusu bu inancın Hinduizm, Budizm ve Caynizm açısından ifade ettiği anlamı
belirlemeye çalıştık. Bu bölümde ise, ilk olarak, bu dînî sistemlerin
karma-tenasüh anlayışlarındaki farklı ve benzer noktalar üzerinde durularak,
Hint karma-tenasüh düşüncesinin genel özellikleri tayin ve tespit etmeye
çalışılacaktır, ikinci olarak da, böyle bir çalışmanın Müslüman bir
araştırmacı tarafından bir İslâm ülkesinde yapılması göz önüne alınarak, İslâm
dini açısından karma-tenasüh inancını değerlendirilmeye ve bu arada onun bazı
İslâm inançlarıyla olan ilişkisine işaret etmeye gayret gösterilecektir.
A- HİNT KÖKENLİ
DİNLERDE KARMA-TENASÜH İNANCI
Geçen bölümlerde de zaman zaman
işaret etmeye çalıştığımız gibi, Hinduizm, Budizm, Caynizm ve Sihizm tarafından
müştereken kabul edilen karma-tenasüh inancı konusundaki başlıca benzerlik ve
farklılıklar şunlardır:
1-
"Karma" teriminin anlamı ve
mahiyeti ile ilgili olarak; Vedalar ve Brahmanalar gibi klâsik
Hindu kutsal literatüründe "karma" terimi, genellikle, "dînî ve
ahlâkî öneme sahip iradî fiil" veya "kutsal literatürce yerine geti-
rilmesi zorunlu dinî ibadetler"
anlamında kullanılmıştır. Upanişadlar dönemine gelinceye kadar onun, bu anlamlarına
ilâveten "ahlâkî nedensellik yasası" olarak anlaşılması söz konusu
değildir. Onun, hem "insanın iradî olarak icra ettiği sözel, bedensel ve
zihinsel her türlü fiil, amel", hem de böyle bir fiilin, zorunlu olarak,
mahiyeti ve ahlâkî niteliğine uygun sonuçlar ortaya çıkarmasını öngören, bir
sebep-sonuç yasası anlamında kullanılması ise, ancak Upanişadlar ve bunlardan
sonra düzenlenen sonraki Hint kutsal literatürü dönemine rastlar.
Budizmde ise karma, kelime olarak
"insandan sadır olan her türlü iradî fiil" anlamına gelir. Bununla
birlikte, onun bu dinî sistemde ifade ettiği anlamın, daha ziyade, iradî fiili
ortaya çıkaran "irade etme, istek" olarak anlaşılması daha doğrudur.
Çünkü Buda'ya atfedilen ve konuyla ilgili literatürde sık sık tekrar edilen bir
ifade-şöyledir: t” Kar ma cetanadır^yani bir şeyi murat etmek, onu arzula- maKnTTdoIaylsiyla karma
terimininTTûdTzmclüT^ anlam, dinî veya dünyevî her türlü fiili içine alması
itibarıyla Hinduizmdeki anlamından daha geniş, sadece iradî fiillere delâlet
etmesi bakımından ise ondan daha sınırlıdır.^
Karma, Caynizmde ise, Jivanm herhangi
bir hareketi sonucu ona nüfuz ederek, onun sahip olduğu bütün aslî özellikleri
örten, kirleten ezelî pudgala atomlarına, jivayla temasları sonrasında verilen
isimdir. Bundan dolayı onun bu dinî sistemde ifade ettiği anlam diğer iki sistemden
nispeten farklıdır. Her şeyden cince Caynizmde karma, Hinduizm ve budizmdeki
gibi bedii bir eylemin sonucunda ortaya çıkan hadis bir şey değil, aksine,
fiilin icrasından çok önce âlemde mevcut ezelî bir maddedir.
2-
Karma, bir kanun veya inanç olarak
anlaşıldığında ise, onun her üç dinî sistemde de ifade ettiği anlam hemen hemen
aynıdır. Buna göre o, iradî olarak icra edilen fiilin.
-ister dinî veya ahlâkî, isterse
dünyevî karakterli bir fiil olsun- mutlaka ahlâkî niteliği ve mahiyetiyle doğru
orantılı bir sonuç ortaya çıkarmasını ifade eden bir kanun veya
prensibin adıdır. Bu kanuna göre, fiiller sonucunda ortaya çıkan, gözle
görülemez nitelikteki sonuçlar hemen veya bir süre sonra semeresini verecektir,
fail için bundan kurtuluş yoktur. Söz konusu her üç sisteme göre, bu sonuçlar
ya aynı varoluş süresinde, veya ölümden sonra narâka-loka, svarga, pitryana
gibi metafizik âlemlerde, veyahut ruhun yeniden bedenleşmesinden sonra yine yeryüzünde
mutlaka semeresini verecektir. Ancak icra edilen bütün fiillerin sonuçlarının
kesin olarak ne zaman ortaya çıkacağını önceden belirlemek mümkün değildir.
Üstelik bu özelliği sebebiyle karma
inancı, her üç sistem için de ahlâkî bir sebep-sonuç yasası olmanın ötesinde
aynı zamanda eskatolojik yam da bulunan bir inanç olarak dikkati çeker. Onun
tenasüh anlayışıyla birlikte ele alınarak, karma-tenasüh inancı şeklinde tek
bir inanç şeklinde görülmesinin nedeni de budur.
3-
Karma inancına göre, her yeni varoluş
bir öncekinin kefaretidir. Bu cümleden olarak, şu andaki varoluşumuz önceki
varoluşlarımızın bir kefareti olduğu gibi, gelecek varoluşumuz da bugünkünün
bir kefareti olacaktır. Bu nedenle Hint kökenli dinlere göre dünyevî varoluş,
sıradan bir olay değil, karmik birikimlerin ortaya çıkardığı bir
zorunluluktur. Nitekim o, bu özelliği dolayısıyla Hristi- yanlıktaki "aslî
günah" inancına benzetilebilir. Çünkü her iki inanç için de dünyevî
varoluş, işlenen bir hata veya hataların sonucudur. Ancak böyle bir suç,
Hristiyanlıkta insanlığın atası Hz. Adem tarafından işlenmiş iken, Hint tarafında
bizzat ferdin kendi tarafından işlenmiştir. Bu da onları ayıran en önemli
özelliktir.
4-
Yine her üç dinî sistem açısından da
karma-tenasüh
inancı, insanlar veya dünyadaki
değişik varlık kategorileri arasındaki sosyo-kültürel ve statü farklılıkları
izah ve temin eden ahlâkî bir ahenk yasasıdır^Buna göre, âlemde bizim
adaletsizlik şeklinde algıladığımız her şey, aslında adaletin bir gereğidir.
Hatta onun, bilhassa Hinduizmin ilk dönemlerinde evrendeki topyekûn ahengi
temin eden kozmik bir yasa olarak anlaşılması bile söz konusudur. Bu şekliyle
o, Vedalar dönemi rta anlayışının bir devamı olarak görülüp, Eski Mısır
dinindeki maat ve Zerdüştîlikteki asha prensipleriyle mukayese
edilebilir, j
T^Karma-tenasüh inancına göre, icra
edilen fiillerin ortaya çıkardığı karmik birikimlerin geleceğe taşınmaları
konusuna gelince; bu konuda zikredilen üç dinî sistemin de farklı anlayışlara
sahip oldukları görülür. Hinduizm ve Caynizme göre karmik sonuçlar, ruh, atman,
şeffaf beden veya jiva gibi değişik isimlerle anılan manevî cevher vasıtasıyla
geleceğe taşınır. Bu karşılık, âlemdeki her şeyin sürekli değiştiğini savunan,
dolayısıyla böyle sürekli, manevî bir unsurun varlığını da tanımayan Budizmde
ise, karmik birikimlerin geleceğe intikali sebep-sonuç zinciri içerisinde
cereyan eder. Yukarıda ilgili bölümde de belirttiğimiz gibi bu olay, Nagasena
tarafından süt-yoğurt, bebek-genç kız ve meyve-bitki gibi değişik analojilerle
izah edilmeye çalışılmıştır.
6-
Aynı şekilde mevcut karmik
birikimlerin yok edilip nihaî kurtuluşun elde edilmesi hususunda da Budizm, bütün
karmik birikimlerin bir anlık tefekkür ile izale edilebileceğini savunurken,
diğer iki sistem, Hinduizm ve Cay- nizm ise, bunun ancak uzun riyazet ve
mücahede hayatı sonucunda mümkün olabileceğini savunur.
7-
Sankhya-yoga, Mimamsa gibi Hindu
sistemlerinin yanı sıra, Caynizm ve Budizme göre karmik birikimler Tanrı veya
benzeri insanüstü bir kudretin yardımı olmak-
sızın semeresini verebilir. Hatta
Caynizm ve Budizme göre Tanrı veya tanrılar bile böyle bir kanuna tâbidir.
Ancak bütün Vedanta sistemleri ve Nyaya-Vaisesika ekolüne göre ise, bilinçten
yoksun karmik birikimlerin Tanrı inayeti olmaksızın semeresini veremez. Bunun
için Tanrı'nın varlığı ve inayeti zorunludur.
8-
Son olarak, karma-tenasüh inancı
Caynizmde insana bıkkınlık verecek derecede ayrıntılı bir şekilde ele alınıp
incelendiği hâlde, Manu Kanunnamesi'nde verilen bilgiler bir yana bırakılacak
olursa, aynı inanç Hindu ve Budist kutsal literatüründe daha genel bir tarzda
ele alınmıştır. Hatta Caynist literatür incelenmeden, Hint karma-tenasüh
inancını tam anlamıyla kavramak imkânsızdır, bile denilebilir.
9-
KARMA-TENASÜH İNANCININ İSLÂM DİNİ
AÇISINDAN DURUMU VE BAZI İSLÂM İNANÇLARIYLA MUKAYESESİ
Hint karma-tenasüh inancı, İslâm dini
açısından ele alındığında konunun üç ana başlıkta incelenmesi yerinde
olacaktır. Birincisi, böyle bir inanç İslâmda var mıdır? Müslümanların büyük
çoğunluğu tarafından böyle bir inancın İslâm dinindeki varlığı kabul
edilmemektedir. Bununla birlikte, bazı İslâm fırkalarında tenasüh inancının
kabul edildiğini de hepimiz biliyoruz. Öyleyse, ilk olarak söz konusu
fırkaların tenasüh anlayışına kısaca temas etmek yerinde olacaktır. İkinci
olarak, karma-tenasüh inancı eskatolojik bir inanç olduğu için, onun İslâmın
ahiret anlayışı ve özellikle de bu inanç içerisinde yer alan yeniden dirilme
inancı ile, tenasüh anlayışınca öngörülen yeniden bedenleşme veya dirilme
arasındaki benzer ve farklı noktalar üzerinde durmak gerekecektir. Son olarak
ise, yine karma-
tenasüh inancı içerisindeki
prarabdha-karma anlayışı ile İslâm dinindeki kader anlayışı arasındaki
benzerlik ve farklılıklara işaret edilmesi yararlı olacaktır.
1-
Bazı İslâm Mezheplerinde Tenasüh
Anlayışı
İbn Hazm (ö.385h./ 990m.), Kitabu'l-
Baskında Müs- lümanlardan da bazı fırkaların tenasüh inancına inandığını
belirttikten sonra onları iki grupta değerlendirir:
a- Ölümden sonra ruhların,
ayrıldıkları bedenlerden başka bedenlere intikal ettiğine inananlar: Muhammed
b. Zekeriyya er-Râzi ve Mûtezile mezhebinden Ahmed b. Hâbıt ile
Ahmed b. Bânuş tarafından temsil edilen bu anlayışa göre tenasüh, her
şeyden önce bir ceza veya mükâfattır^ Buna göre, fâsıkların ruhları öldürülmüş,
kokuşmuş, büyülenmiş ve pis hayvanların cesetlerine geçeceği farz edilirken,
inkarcı ve kötü kimselerin ruhlarının şeytanlara, iyi kimselerin ruhlarının
ise önce cennete, orada da meleklere intikal edeceği kabul edilir^
İbn Hazm, bu anlayışı savunanlardan
Muhammed b. Zekeriyya er-Râzi’nin görüşlerini felsefî ve rasyonel temellere
dayandırdığı hâlde, diğer iki Mûtezilî düşünürün görüşlerini Kur'anı Kerim’in
şu iki ayetine dayandırdıklarını zikreder.[84]
"Ey insanoğlu! Seni yaratıp,
sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip
eden, çok cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir?"[85]
"Göklerin ve yerin yaratanı
size, kendi nefsinizden eşler, çift çift hayvanlar yaratmış ve bu suretle
çoğalmanızı
sağlamıştır." 4
b^Dehriyyûn tarafından
temsil edilen diğer tenasüh anlayışına göre ise, ruhlar ancak ayrıldıkları
cesetlerin cinsinden cesetlere girebilir. Bunlar da görüşlerini dinî nasslara
değil, felsefî temellere dayandırır.5^
İbn Hazm, Müslümanlardan tenasüh
akidesine inananları böylece zikrettikten sonra, onun, İslâm dinindeki yeri
konusunda ise şu değerlendirmede bulunur:
"Bütün ehl-i İslâm tarafından
hem bu grupların hem de bu görüşleri savunanların kâfirlikle suçlanmış olması,
bizim de onları kâfirlikle suçlanmamız için yeterlidir. Üstelik Hz. Muhammed
bu konuda hiçbir şey söylememiştir. Ayrıca bütün Müslümanlar, amellerin
karşılığının ruhlar bedenden ayrıldıktan sonra; kıyamet gününden önce ceza veya
nimet verme şeklinde, daha sonra da ruhlar önceki cesetleriyle birlikte
biraraya toplandığında, cennet veya cehennem şeklinde olacağına
inanırlar."[86]
Bu konuda Mûtezile mezhebine mensup
Ahmed b. Hâbıt ve Ahmed b. Bânûş tarafından delil olarak ileri sürülen
ayetlerle ilgili olarak ise, o, şunları söylemektedir: " Bütün ehl-i
İslâmın tenasühün yokluğu konusunda söz birliğinin bulunması, söz konusu bu
iki ayette murat edilen mânânın, bu dinsizlerin anladıkları ve yorumladıkları
şekilde olmadığını, bilâkis onların anlayışlarının hilâfına olduğunun kabulü
ve bu iki ayet-i kerimenin de aynı konuda delil olarak kullanılamayacağının
açık göstergesidir. Allah Tealâ'nın "fi eyyi suretin...(Dilediği
surette...)" ifadesiyle asıl muradı, insanları uzun-kısa, güzel-çirkin,
beyaz-si- yah ve benzeri... istediği şekilde yaratmasıdır. Yoksa onları hayvan
suretinde yaratması değildir.
4-
Şûra (42), 11
5-
Bıı grubun delilleri ve İbn Hazm'ın
onlara tenkidi hakkında bkz. İbn Hazm, a.g.e., İ/91
Öte yandan delil olarak sunulan diğer
ayette ise, Allah, nefsimizden eşler ve kendilerinden istifade ettiğimiz
hayvanlar yaratarak bizlere ihsanda bulunduğunu; ve bunların yaratılmasında
bizim menfaatimiz olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla Yüce Allah bu ayet-i
kerimeyle, bize şunları haber vermektedir: Eşlerimiz, nefislerimizden bizim
için yaratılmıştır. Daha sonra ise, hem onlarla hem de hayvanlarla aramız
ayrılmıştır. Ancak bizi doğuran anaların bizim dışımızdan olmalarına imkân
yoktur.
Öyleyse tenasüh fikri, delilsiz bir
iddia ve hurafeden başka bir şey değildir. Müslümanlar arasındaki bu konudaki
mevcut anlayışlar ise, nassların yanlış yorumlanmasıyla ortaya atılan
faraziyelerdir. Delillendirilemeyen her faraziye, ise batıldır. Nitekim enbiya
ve onlara inanan müminlerden hiç biri böyle bir şeyin varlığından haber
vermemiştir." 7
^ Bağdadî (öl.429 h./1037) ise, el-Fark
Beyne'l-Firak isimli ünlü eserinde, Beyâniyye, Cenâhiyye, Hattâbiyye ve
Râfızîlerden Râvendiye ile Mûtezilî mezhebinden Ahmed b. Hâbıt ve Ahmed b.
Eyyub b. Bânuş'un tenasüh akidesine inandıklarını zikreder.8 ))
Yine onun verdiği bilgiye göre,
Sebeiyye, Beyâniyye ve Cenâhiyye tüm insanlık için geçerli genel bir tenasüh
anlayışından ziyade, Allah’ın ruhunun bazı insanlara geçtiğine, yani hulûle
inanır. Bunun yanı sıra Mûtezile'den Ahmed b. Hâbıt ve Ahmed b. Eyyub'un
görüşleri konusundaki değerlendirmesi ise özetle şöyledir: Yüce Allah yaratıklarını,
bugün içinde bulundukları dünyadan başka bir dünyada, kalp saflığı, günahtan
emin ve kâmil olarak yaratmıştır. Onların akıllarını kemâle erdirmiş; onlarda,
kendi marifet ve ilmini yaratmış; onlara nimetini eksiksiz vermiştir. Daha
sonra da onlara "teklif" yükleyerek imtihan et-
7-
İbn Hazm, a.g.e., aynı yer
8-
Bkz. Ebu Mansur Abdülkaahir
el-Bağdâdî, Mezhebler Arası Farklar (el-Fark Beyne'1-Fırak), Prof. Dr. Ethem
Ruhi Fığlalı tercümesi, Ankara, 1991, s.209-210
miştir. Başlangıçları itibarıyla aynı
olan bu varlıklardan bir kısmı, Allah'ın emirlerine eksiksiz uyduğu hâlde,
diğer bir kısmı onlara hiç kulak asmamıştır. Üçüncü bir grup ise, bir kısım
emirlere uyarken, bir kısmına uymamıştır. Bunun sonucunda birinci grup orada
bırakılırken, İkinciler cehenneme gönderilmek suretiyle, üçüncü grup ruhlar da
yeryüzüne gönderilerek cezalandırılmıştır. İşte yeryüzüne gönderilen bu
ruhlar, günahlarının ağırlığına göre insan veya hayvan bedenlerine
girmişlerdir. Onlar günahlarından tamamen temizleninceye kadar bedenden bedene
intikal edecek, tam anlamıyla temizlendikten sonra da yeniden aslî
vatanlarına döneceklerdir.9
İbn Hazm ve Bağdadî'nin zikrettiği bu
fırkalara ilâveten, Ismailîler, Nusayrîler, Yezidîler ve Dürziler gibi yine
İslâma nispet edilen bazı mezheplerin de tenasüh akidesini savunduklarını
görüyoruz. Bunlardan İsmailîler; ruhun hayvan vücutlarına geçtiğine inanmaz,
fakat onların "imam"ı tanıyıncaya kadar doğum-ölüm arasında gidip
geldiğine inanırlar. İmamı tanıyan ruhlar ise, nur âlemine yükselir ve bir daha
tenasüh girdabına düşmezler.10 Kısacası İsmailîlere göre tenasüh,
sadece imamı tanımayan ruhlar için bir cezadır^
Nusayrîler ise, Nusayri akidesini
benimseyen günahkâr kimselerin ruhlarının ölümden sonra Yahudi, Sünni Müslüman
ve Hristiyan olarak yeniden dünyaya döneceğine inanır. İmam Ali'ye iman
etmeyen ruhların ise, deve, katır, eşek, köpek veya benzeri bir hayvan şeklinde
yeniden bedenleşeceğine inanırları Onlara göre, tenasühün yedi basamağı vardır.
Bu yedi basamağı geçen ruhlar, ilk geldikleri âleme, yani yıldızlar âlemine yükselecek
ve bir
9-
Mûtezilî mezhebine mensup bu
kimselerin tenasüh görüşleri konusunda geniş bilgi için bkz. el-Bağdadî,
a.g.e., s. 210-211. Ayrıca krş. eş- Şehristâni, Âbdülkerim, el- Milel
vem-Nihal, neşr. Ahmed Seyyid Keylânî, 1/61-63
10-
B.Carra de Vaux, "Tenasüh",
İs. Ans., C.X1I/1, s.159
daha geri dönmeyeceklerdir.y
Dürziler dez tıpkı Nusayrîler
gibi, Ali'yi tanımayan ve ona düşman kimselerin ruhlarının, köpek,
domuz veya maymüTrtOTnrcnTdTyehnîi^d^
i s eTBûkirnTÎlîlânî^ e- d
enTenîTde~do^
Sonuç itibarıyla, tenasüh fikri
İslâmda genel olarak kabul edilen bir inanç olmamakla birlikte, bu inanç bazı
İslâm fırkalarında rastlanmaktadır. O, bütün bu fırkalarca, işlenilen günahlara
karşılık, ruhun maruz kaldığı bir ceza olarak algılanır. Ayrıca tenasüh
çemberinden kurtulan ruhların nur âlemi, yıldızlar âlemi gibi mekânlarda ebedî
olarak kalacağı varsayılır. Hatırlanacağı gibi bu özellikler, aynı zamanda Hint
tenasüh nazariyesinin nitelikleridir. Dolayısıyla bu fırkalarca benimsenen
tenasüh anlayışının diğerinden, yani Hint tenasüh anlayışından yegâne farkının,
sadece ona sonradan nüfuz eden kültür unsurları olduğu söylenebilir.
2-
İslâmın Ahiret Anlayışı ve
Karma-Tenasüh İnancı
Bilindiği gibi âhirete iman, İslâm'ın
temel prensiplerinden biridir. Kur'an-ı Kerim'de bu husus, birçok ayette ele
alınmakta ve üzerinde durulmaktadır.[87] Bu
ayetlerden anladığımıza göre, dünya hayatı nasıl gerçek ise, ölüm, kıyamet,
öldükten sonra yeniden dirilme, mizan, sırat, cennet, cehennem ve likaullah da
aynı şekilde hak ve gerçek
tir. A.H. Akseki bunu şöyle ifade
etmektedir: "Haşr ve neşr, sual ve hesap, amellerin tartılması, sırat,
sevap-ceza, cennet ve cehennem, bütün bunlar haktır ve hepsi olacaktır.
Cennete girenler orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatır ve
hayale gelmeyen, bitmez-tükenmez nimetlere, ebedî saadete kavuşacaklardır.
Buna böylece iman etmek ve bunda hiçbir şekilde şüphe ve tereddüte düşmemek
lâzımdır."14
Islâmda üzerinde bu derece önemle
vurgulanan ahiret hayatı ölümle başlar. İslâma göre ölüm, insan ve diğer canlılar
için Allah tarafından tayin ve tespit edilen hayat müddetinin sona ermesi,
başka bir ifadeyle ruhun cesetten ayrılmasıdır. Ölümün bütün canlılar için
kaçınılmaz bir sonuç olduğu, "Her nefis ölümü tadacaktır"15
ve "Sizden her biriniz ölüme ulaşacaksınız, bu Rabbiniz tarafından verilmiş
bir hükümdür" 16 ve benzeri ayetlerle Kur'an'da açıkça beyan
edilmiştir.
Sünni Islâmın en büyük
kelâmcılarından olan Gazâli ise ölümü, bir hâl değiştirme olarak tasvir eder ve
bu konuda şunları söyler: "Ruh cesetten ayrıldıktan sonra azap veya
nimete kavuşmak üzere bâki kalır. Bu ehl-i sünnetin görüşüdür. Ruhun cesetten
ayrılmasının anlamı ise, cesedin ona itaatten çıkması sebebiyle, onun ceset
üzerindeki tasarrufunun sona ermesidir. Zira vücudun organları ruhun
âletleridir. Ruh el ile dokunur, kulak ile işitir ve gözle görür... Ruhun
sıfatı olan her şey, ruh cesetten ayrıldıktan sonra bâkidir. Ancak ruh için
vasıta olan bütün bu organlar, cesedin ölümünden onun kıyamette yeniden ruha
iadesine kadar kullanılmaz."17
14-
Mevlâna Muhammed Ali, İslâm Dini,
Türkçeye çev. Naciye Hamdi Akseki, İstanbul, 1946, s. 282'deki A.H.Akseki'nin
dipnotundan.
15-
Al-i İmran (3), 185
16-
Meryem (19), 71
17-
Gazali, İhya' Ulûmiddin (I-V),
Kahire, 1378, IV/613
İslâmdaki genel anlayışa göre,
Gazâli'nin burada söz konusu ettiği yeniden dirilme olayının meydana gelmesine
kadar, ruhlar, kabirde kalacaktır. Nitekim kabir, bir hadiste "ahiret
menzillerinden bir menzil" 19 olarak tasvir edilmiştir. Kabir
hayatının mahiyeti ve niteliği ise, bütün insanlar için aynı değildir. Yine
başka bir hadisin ifadesiyle o, "ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da
cehennem çukurlarından bir çukur" olacaktır. Kabrin, bu niteliklerden
herhangi birine bürünmesi, ruhun bu dünyadaki amellerine bağlıdır. İyi kimselerce
o, bir bahçe gibi rahat ve huzur veren bir mekân, kötü kimseler için ise acı ve
ıstırap veren bir çukur olarak algılanacaktır.
Berzah âlemi olarak da isimlendirilen
kabir hayatı, kıyametin kopmâsTvFrîîinânîî^^^
sona erecektir. Bunu ruhların yapıp ettiklerinin
ahlâkî niteliklerinin belirleneceği mizan safhası, onu da bu belirlemeye
bağlı olarak ruhların sevk edilecekleri, iyiler için cennet, kötüler için ise
cehennem hayatı izleyecektir.19
Görüldüğü gibi, burada ana
İratlarıyla izaha çalıştığımız İslâm ahiret anlayışına, karma-tenasüh inancı
açısından bakıldığında şu iki hususun bizi daha yakından ilgilendirdiği göze
çarpar. Bunlardan birincisi, tenasüh inancında öngörüldüğü gibi, İslâm ahiret
anlayışında da yeniden dirilmenin söz konusu olmasıdır. İkincisi ise, ruhun
ahiret hayatında karşılaşacağı durumların, gerek yeniden dirilmeden önce,
gerekse ondan sonra, ferdin amellerine göre farklılık arz etmesi; bunun da
karma inancıyla büyük benzerlik göstermesidir. Bu nedenle söz konusu iki hususun
biraz daha yakından ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.
18-Ahmed b. Hanbel,Müsned, I/63-64; Tirmîzî, Zühd, 5; İbni Mâce ,
Zühd, 32 19- İslâmın ahiret anlayışı ile ilgili bu bilgiler şu kaynaklardan
özetlenerek alınmıştır. Gazali, İhya, IV/217; Mehmet Aydın, "Al-Ghazâli's
Idea of Death", A. Ü. İ.F.Der., XXVI, s.225-226; Bekir Topaloğlu,"
Ahiret ",T.D.V. Is. Ans. , 1/546- 547
a- İslâm Dininde Yeniden Dirilme
Kur'an-ı Kerim'deki yeniden dirilme
ile ilgili ayetleri, genel olarak iki kategoriye ayırabiliriz. Birinci grup
ayetler, biraz önce sözünü ettiğimiz, ölümden sonra kıyamette vuku bulacak
yeniden dirilmeyle ilgilidir ki bunların sayıları burada zikredilmeyecek kadar
çoktur. Bu nevi ayetlere ve onlarda söz konusu edilen yeniden dirilmenin
mahiyetine biraz sonra temas edeceğiz. Ancak daha önce, yeryüzünde meydana
gelen bazı yeniden dirilme olaylarının tasvir edildiği ve bir kısım yazarlarca20
tenasüh akidesinin Kur'an-ı Kerim tarafından benimsendiğine dair delil olarak
gösterilen ikinci tür ayetleri incelemenin daha yararlı olacağını düşünüyorum.
Kur'an'da bu çeşit yeniden dirilme,
tespitlerimize göre, Bakara (2),55-56, 72-73, 243, 259, 260, Al-i İmran (3),
149 ve Kehf (18), 19. ayetlerinde zikredilmektedir. Bunlardan, Bakara suresinin
55 ve 56. ayetlerinde, Hz. Musa'nın uyarılarına kulak tıkayan ve onunla
tartışmayı sürdüren Israilo- ğullarının başına gelen bir şimşek çarpması ve bu
olay nedeniyle onların belli bir süre korkudan baygınlık geçirdikten sonra
ayılmalarından söz edilmektedir.21 Dolayısıyla ayette zikredilen ölme
ve dirilme, gerçek anlamda bir ölme ve dirilmeyi ifade etmenin
ötesinde, korku veya benzeri bir sebebe bağlı olarak meydana gelen bayılma ve
belli bir süre sonra ayılma anlamlarından kinayedir.
Aynı surenin 72 ve 73. ayetlerinde
ise, faili meçhul bir cinayet .olayında, maktul'un Allah tarafından
diriltilerek, kendini öldüren kimseyi haber verme mucizesi hikâye 20- Meselâ,
Sadi Çaycı, Ruhçuluğa Göre Kur'an Öğretisi, İstanbul, 1986,. s.86- 87; E.
Konyalıoğlu- C.Aksoylu, Kader, Karma ve Tekrardoğuş, İstanbul, 1987, s.120-123
bu konuda örnek olarak verilebilir. (Her iki kitap da Ruh ve Madde Yayınlarınca
çıkarılmıştır.)
21-
Bkz. Süleyman Ateş, Çağdaş Tefsir,
1/166; T.Koçyiğit-LCerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, 1/128
edilmektedir. Ayetler anlatılan konu
bağlamında ayrıntılı biçimde incelendiğinde görülecektir ki, burada vurgulanmak
istenen husus, bunun sıradan bir olay olmadığı,22 ancak inanmak
istemeyenlere böyle mucizelerin bile bir fayda vermeyeceğidir.23
Dolayısıyla burada zikredilen yeniden dirilme olayının da basit bir tenasüh
vak'ası gibi görülerek, yeniden doğuş düşüncesine delil olması söz konusu
değildir. Çünkü tenasüh, sadece belirli kişilere ait bir imtiyaz olmayıp,
samsara çarkından kurtulamamış herkes için sıradan bir olaydır.
Aynı şekilde 243. ayette ise, Kitab-ı
Mukaddes'in He- zekiel (37/6) bölümünde de zikredilen bir olaya işaret edilerek,
"Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin
mi? Allah onlara "ölün" dedi, sonra onları diriltti. Allah insanlara
bol nimet verir, fakat onlar şükretmezler." denilmektedir. Müfessirler
burada zikredilen ölmenin ve dirilmenin de, aynı surenin 55 ve 56. ayetlerindeki
ölme ve dirilme gibi mecazî olduğu görüşündedir. Örneğin, günümüz müfessirlerden
Prof. Dr. Ateş, bu ayetin tefsiriyle ilgili şunları söylemektedir: Korkaklık
göstererek, savaştan kaçan topluluklar millet olarak varlıklarını sürdüremezler.
Ancak yaşamak için ölmeyi bilenler yaşamaya lâyıktır. Çünkü Kur'an'a göre,
bağımsızlık ve hürriyet bir millet için hayat, esaret ise ölüm demektir.
Nitekim En'a.m suresinin 122. ayetinde, peygamberlerin uyarılarıyla uyanıp
cehalet karanlığından, zillet ve hakaretten kurtulmak da "hayat"
olarak tasvir edilmiştir. Dolayısıyla bu ayette de geri kalmış, esarete düşmüş
bir milletin uyanıp silkinmesi, esaret zincirlerini kırıp atması söz konusu
ölümden sonra dirilme olarak zikredilmiş olabilir.24
Bu nedenle, söz konusu ayetin
topyekûn bir tenasüh
22-
Bkz., Elmalık M. Haindi Yazır, Hak
Dini Kur'an Dili (I-IX), 1/387
23-
Bkz. Ateş, Çağdaş Tefsir, 1/183
Bkz. Ateş, Çağdaş Tefsir, 1/431-432KARMA
İNANCININ TENASÜH İNANCIYLA İLİŞKİSİ olayı olarak
görülmesine imkân yoktur.
Bakara suresindeki, dünyada yeniden
dirilişin söz konusu edildiği 259 ve 260. ayetlerine gelince: Burada iki ayrı
olay zikredilmekle birlikte, her iki olayın da ölümden sonraki dirilme
konusundaki inançlarını pekiştirmek isteyen kimseler için mucize olarak meydana
geldiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Yüce Allah'ın kudretinin bir göstergesi
olan bir mucizedeki dirilme olayının, insanın amellerinin zorunlu bir sonucu
olarak meydana geleceği varsayılan tenasüh anlayışına delilmiş gibi görülmesi,
doğru bir akıl yürütme değildir. Zaten görebildiğimiz kadarıyla hiçbir müfessir
de zikredilen bu ayetleri böyle anlamamıştır.25
Bunlardan başka, bize göre, Al-i
İmran suresi 49. ayetinde söz konusu edilen yeniden diriltme ile Kehf suresinde
hikâye edilen uzun süre mağarada uyuyan kimselerin tekrar uyandırılması
olaylarının da aynı şekilde birer tenasüh veya reenkarnasyon şeklinde
değerlendirilmelerine imkân yoktur. Zira bunlardan birincisinde, Allah tarafından
Hz. İsa'ya "ölüleri diriltme kudreti'nin verilmesinden söz edilmektedir.
Dolayısıyla bütün bunlar ile tenasüh/re- enkarnasyon olayları arasında şeklî bir
benzerliğin ötesinde başka bir ortak nokta yoktur.
Aynı şekilde, Kehf suresinde
zikredilen uyandırılma hadisesinin de iki bakımdan yine tenasühe delil olarak
ileri sürülmesi söz konusu olamaz.26 İlk olarak, bu olayın anlatıldığı
ayetlerden hemen sonraki 21. ayette, "böylece, Allah'ın sözünün gerçek
olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için,
insanların onları bulmalarını sağladık" denilerek olayın sebebi
anlatılmaktadır. Buna göre yeryüzünde meydana gelen böyle bir dirilme olayı,
herkesin karşılaşabileceği sıradan bir olay değil-
24-
Örnek olarak bkz, M.H.Yazır, Hak Dini,
11/883-894; Ateş, Çağdaş Tefsir, 1/454-461
Kehf (18),1-20dir. İkincisi/
yine ilgili ayetlerden anladığımıza göre, böyle bir hadisenin kahramanları iyi
ve mümin kimselerdir ve onların uzunca süre mağarada kalmalarının nedeni, Yüce
Allah'ın onları düşmanlardan korumak istemesidir. Halbuki tenasüh inancına
göre, Ashab-ı Kehf gibi iyi ve imanda kemâl mertebesine ulaşmış olanlar mokşaya
ulaştıkları için, tenasüh girdabına düşüş daha ziyade kötü kimseler için söz
konusudur. Üstelik bu olayda, kişilerin önceki bedenlerini aynen muhafaza
ettikleri hâlde, tenasühte bedenlerin değişmesi esastır.27
Öyleyse sonuç olarak denilebilir ki,
Kur'an'da yeryü- zündeki yeniden dirilmenin söz konusu edildiği bu ayetlerden
hiç biri, tenasüh akidesinin Kur'an tarafından benimsendiğine dair delil
olarak ileri sürülemez. Üstelik şu ayetler, İslâm dinindeki yeniden dirilmenin,
Hint tenasüh anlayışınca öngörüldüğü gibi yeryüzünde olamayacağının açık
delilleridir:
"Onlardan her birine ölüm
gelince; "Rabbim! Beni geri çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar,
iyi iş işlerim' der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lâfıdır. Tekrar dirilti-
lecekleri güne kadar arkalarında geri dönmekten onları alıkoyan bir engel
vardır."[88]
Burada zikredilen yeniden dirilme de,
kıyamette meydana gelecek topyekûn bir dirilmedir. Bu nedenle İslama göre,
ölümden sonra yeryüzünde yeniden dirilmenin imkânsız olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Öte yandan kıyamet gününde meydana
geleceği haber verilen yeniden dirilme'ye gelince, bu, kıyametin kop-
25-
Burada zikredilen ve yeryüzünde
meydana gelen bazı dirilme olaylarının i- fade edildiği bu ayetlerden hiç
birinin tenasühe delil olamayacağı konusunda bkz.. Celâl Kırca," İslâm
Dini'ne Göre Reenkarnasyon", E.Ü. İlahiyat Fak. Der. sa. 3, s. 223-242
masından sonra meydana gelecek bir
olay olup, her Müs- lümanın inanması zorunlu bir inançtır. Kur'an'ın birçok
ayetinde, muhtemelen gaybî bir mesele olması ve bu nedenle insanların
inanmakta güçlük çekmelerinden dolayı, öldükten sonra dirilmenin üzerinde
ısrarla durulduğunu görüyoruz.29 Nitekim bir peygamber olmasına
rağmen Hz. İbrahim'in bile, bu konudaki imanının pekiştirilmesi için Allah'tan
delil, örnek istemesi de, hem ona inanmanın hem de mahiyetini kavramanın epeyce
güç olduğunu göstermesi bakımından iyi bir örnektir.30
Yine böyle bir dirilmenin, sadece
ruhen mi, yoksa hem bedenen hem de ruhen mi meydana geleceği İslâm düşünürleri
arasında tartışmalara yol açmıştır. Bilindiği gibi Gazali, İslâm filozoflarını
"cesetler haşrolunmaz, sevap ve azap görecek sadece ruhlardır"
dedikleri için kâfirlikle suçlamıştır. Çünkü, diyor Gazali, ruhların azap
göreceklerini kabul etmelerinde isabet etmişlerdir. Zira onlar da azap görecektir;
fakat cesetlerin tekrar dirileceğini inkâr etmekle hata etmişler ve bundan
dolayı şeriat nazarında küfre girmişlerdir.31
Filozofları bu şekilde tenkit eden
Gazali, yeniden dirilme ile ilgili kendi görüşlerini ise, İhyâ'da şöyle dile
getirmektedir: Belli bir süre kabirde kalınarak buradaki süre ta-
mamlamnca, dağılmış olan parçalar biraraya toplanır ve ölümden o ana kadar,
arş-ı diadaki yeşil kuşların kanatlarına asılmış vaziyette duran ve imanın yeri
olan ruh da önceki cesedine geri döner. Böylece yeniden dirilme gerçekleşir ve
ahiret hayatının mizan, sırat, cennet-cehennem gibi yeni safhaları başlar ?^
29-
Bu konudaki ayetlere örnek olarak
bkz., Bakara (2), 28, 73, 260; Nisa (4), 55- 56; Nahl (16), 38-39; İsrâ (17),
49-51; Taha (20), 55.
30-
Bakara (2), 260
31-
Bkz. Gazâli, el-Munkızu mine'd-Dalâl
(Dalâletten Hidâyete), Türkçeye çev.A. Suphi Fırat, İst., 1978, s.55
32-
Gazâli, İhyâ,IV/217
Gazâli'nin ahiret hayatının yeniden
dirilme ve bunu takip eden diğer safhalarına dair bu görüşleri, aynı zamanda
ehl-i sünnetin genel görüşü olarak da değerlendirebilir. Ancak unutmamak
gerekir ki, Kur'an’a göre, burada söz konusu edilen yeniden dirilme ferdî
değil, topyekûn bir yeniden dirilmedir. Yani kıyametin kopmasıyla birlikte
herkes kabirlerinden kalkacak ve diriltilecektir. Konunun şu ayetlerde açık
seçik beyan edildiğini görüyoruz:
"Ahiretin azabından korkanlara,
bunda hiç şüphesiz ibret vardır. Bu insanların toplanacağı bir gündür; bu, görülecek
bir gündür."33
"Onların hepsini bir gün
toplarız..."34
Görüldüğü gibi İslâm dinince kabul
edilen öldükten sonra dirilme ile, tenasüh akidesinin ihtiva ettiği yeniden
dirilme arasında şu farklılıklar vardır: İlk olarak, İslâmda- ki yeniden
dirilme, herkes için aynı anda söz konusu olan topyekûn bir dirilmedir. Halbuki
tenasühteki yeniden dirilmeler ise ferdîdir. İkinci olarak, Hint tenasüh
akidesine göre, ölümden sonraki yeniden dirilmeler bu dünyada meydana geleceği
hâlde, İslâmdaki yeniden dirilme, bu dünyadan ayrı bir mekânda olacaktır. Çünkü
kıyametle ilgili ayetlerde, o gün mevcut kozmik düzenin bozulacağından söz
edilmektedir^Son olarak, Hint tenasühü genellikle karmanın, yani insanın karmik
birikimlerinin zorunlu bir sonucu olarak telâkki edildiği hâlde, İslâmdaki
dirilme tamamen Allah'ın iradesine göre cereyan eden bir olaydır. Her ne kadar
insanın dünyadaki amellerinin kişinin ahiret- te karşılaşacağı durumlarda
önemli rolü olsa bile, yeniden dirilmeyi sadece onların bir sonucu olarak görme
imkânı yoktur.^
33-Hud (11), 103
34-
Yunus (10), 28. Yine aynı konuda
bkz., Lokman (31), 28; Mü’minûn (23), 16;
Casiye (45), 24-26; En'am (6), 38
b- İslâmın Ahiret Anlayışı ve İnsan
Fiilleri
İslâm ahiret anlayışındaki hâkim
fikirlerden biri dez herkesin, ahiret hayatında öncelikle bu
dünyadaki amellerinin karşılığını göreceği anlayışıdır. Fertlerin burada karşılaşacağı
haz veya elem tamamen onların dünyadaki amellerine bağlıdır. Buna göre, iyi
kimseler için mutluluk dolu bir hayat söz konusu olduğu hâlde, kötüler için acı
ve elemli bir hayat vadedilmiştir. Nitekim bu husus, şu ayetlerde açıkça beyan
edilmektedir:
"Eğer iyilik ederseniz,
kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendi
aleyhinizedir."35
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa
onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür."36
"insan ancak çalıştığına erişir.
Şüphesiz onun çalışması görülecek; sonra da karşılığı verilecektir."37
Üstelik, Kur'an'ın insan fiilleri
konusundaki tutumu ile Gita'da ifade edilen ve bugün Hinduların büyük çoğun-
luğunca kabul edilen karma doktrini arasında, özellikle her ikisinin, insanın
bu dünyada başına gelen pek çok olayın, kendi amelleri sebebiyle meydana
geldiği konusundaki görüşlerinde büyük benzerlik dikkati çekmektedir. Çünkü
hem Kur'an hem de Gita'ya göreninsanların bu dünyada izleyecekleri
hayat çizgisi, amellerine bağlı olarak Tanrı tarafından belirlenir.
Bütün bunlar tabiî olarak, geçen
bölümlerde ifade etmeye çalıştığımız Hint karma inancı, acaba İslâm dini tarafından
da benimsenmekte midir, sorusunu akla getirmektedir. Ancak işaret edilen bu
benzerliklerin yanı sıra İslâmın konuya bakışında farklılıklar da vardır.
Nitekim 35-İsra(17)?7
36-
Zilzâl (99), 7-8
37-
Necm (53), 39-41. Ayrıca aynı konuda
bkz., En'am (6), 132; Nisa (4), 40;
Mü’minûn (23), 52; Şâra (42), 30
İslâm anlayışında, ferdin fiillerine
bağlı olarak, onların sonuçlarını yaratacak olan Allah'tır; O'nun müdahalesi
olmadan ne fiilin ne de semeresinin ortaya çıkması mümkündür. Halbuki Hint
karma anlayışında, bilhassa Upanişadlar ve onlara birinci derecede önem veren
mezhepleri ile Caynizm ve Budizme göre karmik birikimler, Tanrı'nın hiçbir
müdahalesi olmadan kendi etkilerini, semerelerini verebilir. Hatta Caynizm ve
Budizme göre, Tanrılık mertebesinin kazanılması veya kaybedilmesi tamamen
karmaya göre belirlenir. Bundan dolayı İslâm dininde de Hint dinlerindeki gibi
bir karma anlayışından söz edilemez. Ancak bu, hiçbir şekilde İslâm dinine
göre, insanın fiillerinin onun kaderi konusunda etkisi olmadığı anlamına da
gelmez.
3-
İslâmdaki Kaza-Kader Anlayışı ve
Karma-Tenasüh İnancı
İslâmdaki kaza-kader inancı ile Hint
karma-tenasüh anlayışı arasındaki ortak ve farklı noktalar ise şunlardır:
1-
Her iki inanca göre de, yeryüzündeki
bütün canlı varlıkların eceli önceden belirlenmiştir. Yani yeni doğan bir
bebeğin kaç yıl yaşayacağı, ne zaman öleceği daha onun ilk doğduğu günden,
halta ondan daha önceden bellidir. Ancak karma-tenasüh inancına göre böyle bir
belirleme, Hinduizme göre prarabdha-karma38, Caynizmde ayus- karma39,
Budizmde ise, o ana kadar olan karmik birikimlerle gerçekleşir40.
İslâm dininde ise, her şey Allah'ın takdiriyle belirlendiği için, ecel de
O'nun tarafından tayin ve tespit edilmiştir.41
38-Bkz. K. Walli, The Theory of
Karma in Indian Thought, s.180-181
39- N. Tatia, Studies in
Jaina Philosophy, s.232-233
40-N. Tatia, a.g.e., s.250
41- A’raf (7), 34; Miinâfikûn (63), 11; Nuh (71), 7; Yunus (10), 49, Nahl
(16), 61;
Hicr (15), 5
2-
Söz konusu iki düşünce sisteminin
insan hürriyeti ve irade hürriyeti konusuna bakışlarında da benzerlik vardır.
Her şeyden önce, onların kendi içlerinde bile, ferdin fiillerini kendi hür
iradesiyle mi, yoksa haricî birtakım şartların zorunlu sonucunda mı icra
ettiği konusunda bir fikir birliği yoktur. Bilindiği gibi, İslâmda Cebriyye,
ferdin de- terministik bir zorunluluk içerisinde fiillerini icra ettiğini
savunurken, Mûtezîle, kulun kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu, yani onları
kendi hür iradesiyle icra ettiğini ileri sürer. Ehl-i sünnet ise, fiillerin,
failin hür iradesiyle icra edildiğini, ancak bunun Mûtezile'nin iddia ettiği
şekilde olmadığını söyleyerek orta bir yol izler. Aynı şekilde karma-tenasüh
inancı açısından insan fiilleri ele alındığında da, Hint düşüncesinde de
benzeri üç anlayışın varlığı göze çarpar. Zira aynen İslâm dünyasında olduğu
gibi Hint düşüncesinde de insan fiilleri, bazen deterministik bir zorunluluk
bazen de tamamen hür iradenin eseri olarak kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra
bilhassa çağdaş Hindu kelâmcıları arasında ise bu iki ucu birleştirme
çabalarının arttığı görülmektedir. Bu nispeten çağdaş anlayışa göre, bugün icra
ettiğimiz fiiller, geçmişteki karmik birikimlerimizle belirlenmiş bir tarlaya
ekilen tohumlar gibidir. Her ne kadar ziraat yapacağımız toprak belirlenmiş ise
de şu anda ona ekilecek tohumlar konusunda biz tam bir hürriyete sahibiz. Bu
nedenle insan fiillerinde mutlak anlamda değilse bile, önemli oranda hürdür.
3-
Fert tarafından icra edilen fiiller,
ister kendi hür iradesiyle icra edilsin, isterse deterministik bir zorunluluk
sonucunda icra ediliyor olsun, her iki durumda da faildeki belli bir kudret ve
güç sonucunda gerçekleşmektedir. Hem İslama hem de karma-tenasüh inancına göre
ise, böyle bir kudret veya istitaat fiilin icrasından önce failde mevcuttur.
Ancak Islâma göre o, Allah'ın failde yarattığı bir şey, kar-
ma-tenasüh inancına göre ise o kudret
veya güç, failin önceki varoluşlarındaki karmik birikimleriyle belirlenmiş bir
güçtür.
Son olarak,
tıpkı İslâm dünyasındaki kader anlayışı gibi, Hindistan'da da karma-tenasüh
inancı, daha ziyade insanların maruz kaldığı tabiî âfet, salgın hastalık vb.
gibi istenmeyen durumlarla karşılaştıklarında sığındıkları, teselli buldukları
bir inanç görüntüsü vermektedir.SONUÇ
Karma, birbirinden oldukça farklı
görüş ve anlayışları savunan, Carvaka ekolü hariç bütün Hint düşünce ve
dinî sistemlerince kabul edilen ortak bir inancın adıdır. O, söz konusu bu
sistemler tarafından bazen kozmik düzeni ifade eden bir prensip, çoğu zaman da
ahlâkî eskatolojik bir inanç olarak görülmüştür. "Karma", kozmik
düzeni ifade eden bir yasa olarak düşünüldüğünde, Vedalar dönemi rta
anlayışının Upanişadlar ve daha sonraki Hint düşüncesinde yer alan bir devamı
veya uzantısı olarak görülebilir. O ahlâkî ve eskatolojik öneme sahip bir inanç
olarak ele alındığında ise, fert tarafından iradî olarak icra edilen bedensel,
sözel ve zihinsel her fiilin mutlaka ahlâkî niteliğine uygun bir sonuç ortaya
çıkarmasını; ve böyle bir sonucun faili kayıtlayıcı nitelikte bir sonuç
olacağını ifade eden bir inançtır. İradî fiillerin sonucunda ortaya çıkan,
gözle görülemez nitelikteki böyle bir sonuç, fiilin tamamlanmasından hemen
sonra veya mevcut varoluş süresinde daha sonra etkisini gösterebileceği gibi,
ölümden sonra ruhun gideceği âlemler olarak tasvir edilen svarga, pitryana,
devayana ve naraka gibi metafizik mekânlarda haz veya elem şeklinde
de semeresini verebilir. Veyahut da ruhun yeniden yeryüzünde bedenleşmesinden
sonra, başka varoluşta tesirini gösterir.
Karmik sonuçların etkisinin sadece
içinde yaşadığımız varoluş süresiyle sınırlı kalmayıp, ölüm ötesi başka
âlemlere veya yeni varoluşlara
taşınabilmesinin mümkün oluşu dolayısıyladır ki, Hint karma inancı gerek kutsal
literatürde gerekse bu kutsal literatüre dayanan felsefî sistemlerde sürekli
olarak tenasüh inancı ile birlikte ele alınmış ve söz konusu bu iki inanç bir
madalyonun iki yüzü şeklinde düşünülerek karma-tenasüh inancı şeklinde şöhret
bulmuştur.
t Karma-tenasüh
inancı Hint düşüncesinde ilk olarak, açık seçik bir tarzda Upanişadlarda ortaya
çıkmıştır. Her ne kadar Vedalar ve Brahmanalarda yer alan yajna, sradha
ve istapurta törenleri ve rta kamunu gibi bazı inançlarda
karma-tenasüh inancının özelliklerinden bir kısmını bulabilmek mümkün ise de,
söz konusu bu inançlardan herhangi birini veya tamamını bu inançla
özdeşleştirebilmek mümkün değildir. Biraz önce de ifade edildiği gibi karma-
tenasüh inancı, Upanişadlardan sonra hem Hinduizm içerisinde ortaya çıkan
hemen hemen bütün felsefî ve dinî mezheplerce, hem de Caynizm, Budizm ve Sihizm
gibi yine aynı bölgede ortaya çıkan ve gelişen ayrı dinî sistemler tarafından
benimsenmiştir^^Hatta bu dinî sistemlerden Caynizmde karma-tenasüh inancı
öylesine ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmiştir ki, Upanişadlarda ve
Bhagavad-gi- ta'da ifade edilen aynı anlayışla ilgili birçok problem ancak
Caynistlerin bu çalışmaları sayesinde çözümlenmiş ve anlaşılabilmiştir.')
Hintlilere göre karma-tenasüh inancı,
ahlâkî bir nedensellik kanunu olmanın ötesinde, kişiyi hem geçmişe hem de
geleceğe bağlayan bir bağdır, rabıtadır. O, geçmişle olan ilişkisi göz önüne
alındığında, insanı önemli ölçüde kayıtlayan, bağımsız olarak iş yapmasını
engelleyen bir bağ olarak görülebilir. Muhtemelen o, kendi mensupları ve diğer
bir kısım araştırmacılar tarafından bu özelliğinden ötürü, gerek insanlar
arasındaki sosyo-kültürel ve ekono-
mik farklılıkları, gerekse değişik
varlık kategorileri arasındaki bariz farklılıkları izah eden bir inanç olarak
telâkki edilmektedir. Çünkü^ karma-tenasüh anlayışına göre, bireyin içinde
yaşadığı sosyo-kültürel çevre, varoluş formu ve kategorisi, sahip olduğu
kabiliyet ve diğer psikolojik özellikler onun prarabdha-karma adı da
verilen geçmiş karmik birikimleriyle belirlenir. Bundan dolayı söz konusu
karmik birikimler ferdin yeni varoluşları için bir tohum veya çekirdek
mesabesindedir} Bugün yeryüzünde yaşayan her bir varlığın önceki karmik
birikimleri farklı olduğu içindir ki, onların mevcut statüleri, sosyo-kültürel
ve ekonomik durumları arasında açık farklılıklar vardır. Hatta, kardeşler
arasında görülen psikolojik ve diğer kişilik farklılıklarının sebebi de yine
prarabdha-karma'dır. Dolayısıyla bu durumda varlıklar arasındaki farklılıklar,
bir adaletsizlik değil, aksine adaletin bir gereği şeklinde değerlendirilebilir.
Yine bu özelliği nedeniyle
karma-tenasüh inancı, bir kısım Batılı araştırmacılarca kötülük problemine
kesin çözüm gibi görülmüştür. Ancak bize göre onun, şu iki soruyu
cevaplandıramadığı sürece kötülük problemine nihaî çözüm gibi görülmesi söz
konusu olamaz.
1
- Genel olarak yeryüzündeki tüm
varlıklar, özel olarak ise, insanlar arasındaki farklılıklar onların önceki hayatlarındaki
karmik birikimlerine dayanıyorsa, söz konusu farklılıklar ilk olarak nasıl
ortaya çıkmıştır? Başka bir ifadeyle, bugün yeryüzündeki varlıklar arasındaki
farklılıkların kaynağı nedir?
2
- Bugün değişik varlık
kategorilerinde yer alan varlıklar niçin orada bulunduklarının farkında mıdır?
Başka bir deyişle, eğer onlar bugün, acı ve ıstırap çekiyorlarsa buna,
geçmişteki hangi amellerinden ötürü maruz kaldıklarının idrakinde midirler?
Eğer değillerse, - ki Hint dü-
şüncesine göre ancak mutlak
aydınlanmaya kavuşmuş kimseler böyle bir melekeye sahiptir- bunun, ferdin ruhen
gelişmesine tesiri ne olacaktır?
Bütün gayretimize rağmen, genel Hint
dini ve felsefî sistemi içerisinde bu soruların her ikisine de olumlu cevap
bulabilmiş değiliz. Yukarıdaki birinci soruya karşılık, varlıklar arasındaki
farklılıkların ezelî, yani başlangıcı olmadığı söylenirken, İkincisi için de,
onların, neredeyse tamamının hangi karmik birikimleri sebebiyle acı-ıstırap
çektiğinin farkında olmadığı ifade edilmektedir. Hâl böyle iken, karma-tenasüh
inancının kötülük problemine nihaî çözüm olarak düşünülmesi bize göre uygun
değildir. Olsa olsa o, problemi çözmekten ziyade bilinmeyen bir belirsizliğe ertelemektedir,
denilebilir.
Diğer taraftan, karma-tenasüh
inancının gelecekle olan bağlantısından ötürü, herkese kendi geleceğini belirleme
imkânı veren bir inanç veya ahlâk yasası şeklinde anlaşıldığı da dikkati
çekmektedir. Çünkü kişinin gelecekteki varoluş şekli ve onunla ilgili diğer
detaylar, onun bugünkü amellerine göre belirlenecektir. Buna göre, eğer kişi
mevcut varoluşu süresince daha çok iyi amellere yönelir kötü olanlardan
kaçınırsa, istikbalde daha iyi bir durumda yeniden dünyaya gelebilir. Aksine
bir tutum sergilendiğinde ise, şu andaki durumundan daha aşağı statü ve
sosyo-eko- nomik şartlarda dünyaya gelecektir. Öyleyse karma-tenasüh inancına
göre, kişi istediği takdirde daha iyi durumlarda yeniden bedenleşebilme imkân
ve hürriyetine sahiptir. O, elindeki bu imkânı istediği gibi kullanabilir.
Ancak konu daha yakından ele alındığında görülecektir ki, burada iddia
edildiği gibi kişi kendi geleceğini belirlemede mutlak anlamda hür değildir.
Diğer bir ifadeyle, karma-tenasüh inancı ona hür olarak kendi geleceğini
belirleme imkânı vermez. Çünkü, bu inanca göre kişinin, geçmiş karmik bi-
rikimlerinin kayıtlaması ve
sınırlaması altındadır. Böyle bir durumda da onun hür iradesiyle kendi
geleceğini belirleyebileceğini söylemek imkânı yoktur. Nitekim, onun şu anda
içinde yaşadığı sosyo-kültürel çevrenin yanı sıra, mensup olduğu kast, biyolojik
ve psikolojik özellikleri pra- rabdha-karma sayesinde belirlenmiştir.-
Dolayısıyla onun bugün yapabileceği her şey, ancak bu şartların imkân verdiği
ölçüde olacaktır. Söz gelimi, eğer o kimse mevcut durumu itibarıyla bir sudra
veya parya olarak yeniden be- denleşmiş ise, hiçbir şekilde bir brahman veya
kşatriyanın sahip olduğu imkânları elde edemeyecektir. Yine böyle bir
kimsenin brahman, kşatriya hatta vaisya kastına mensup biri gibi
kutsal literatürce emredilen ve insanın ruhen gelişmesine yardımcı olacağı
kabul edilen her türlü âyin ve töreni icra etmesi söz konusu olmadığı gibi,
böyle törenlerin yapıldığı mahallere girmesi de mümkün değildir. Çünkü onun,
ne kutsal metinleri eline alıp okuması ne de dinî törenlere iştirak etmesi
mümkündür. Böyle bir durumda ise, onun ne kendi geleceğini hür iradesiyle
belirlediğini ne de karma-tenasüh inancının ona bu konuda tam bir hürriyet
bahşettiğini söylemenin bir anlamı vardır. Üstelik, bu açıdan bakıldığında söz
konusu inancın, Hristiyanlıktaki aslî günah doktrini gibi kişileri daha
doğuştan birer suçlu olarak gördüğü bile söylenebilir.
Bütün bunlardan başka ferdiyete ve
ferdî sorumluluğa birinci derecede önem veren karma-tenasüh inancının, sonucu
failin dışında başka kimseleri de etkileyen fiilleri izah etmekte güçlük
çektiği görülür. Meselâ, bir ordu komutanı veya devlet başkanının yapacağı bir
hatanın sonucu sadece kendini değil, kendisinden daha çok idaresi altındaki
kimseleri etkileyecektir. Eğer karma yasasına göre herkes ancak kendi
yaptığının karşılığını görecekse, bu İkincilerin karşılaştığı acı ve keder
neyin sonucudur? Bu
SONUÇ insanlar niçin
başka birinin hatasının sonucuna katlanmak zorunda kalmıştır?
Her ne kadar karma inancıyla ilgili
olarak ortaya çıkan bu tür problemlerin çözümü için Mahabharata Des- tanı'ndan
itibaren aile karması, millet karması, ülke karması, kolektif karma gibi
yeni birtakım anlayışlar ortaya atılmış ise de, bunlardan hiç birine Upanişad
metinlerinde rastlamak mümkün değildir. Üstelik bu anlayışlar ferdî sorumluluğa
birinci derecede önem veren karma doktriniyle de çelişki arz eder mahiyettedir.
Öyleyse, sonuç
olarak diyebiliriz ki, Hindu, Budist, Caynist ve Sililer tarafından fizikteki
nedensellik kanununun ahlâkî alandaki bir uzantısı olarak kabul edilen karma
inancı, günlük hayatta karşılaşılan ve insanları huzursuz eden birtakım
problemlere verdiği pratik izahlarla onları psikolojik açıdan tatmin eder ve
böylece sosyal barışın devamında etkili olan bir inanç olarak görülebilir.
Ancak, onun, kötülük problemi gibi felsefeyi ve teistik dinleri asırlardır
uğraştıran ve bir türlü çözümlenemeyen bir probleme makul ve rasyonel
nitelikli nihaî bir çözüm olarak görülmesi yanlıştır. Ayrıca o, bu konuda
karşılaşılan her güçlüğün üstesinden gelen sihirli bir formül de değildir.BİBLİYOGRAFYA
A - Kutsal Metinler ve Tercümeleri
Kur'an-ı Kerim
The Bhagavadgîtâ with Sanatsujâtîya and Anugîtâ,
Trans, by Kashinâth Trimbak Telang, SBE;8, Delhi,1983
Buddhist Mâhayânâ Textsz
Trans, by E.B.Cowellz F.M. Müller, J.
Takakusu, SBE;49Z Delhi,
1983
Buddhist Suttas, Trans, by T.W. Rhys Davids,
SBE;7, Delhi, 1980
The Dhammapada, Trans, by F.Max Müller, SBE;10;
Delhi, 1981
The Grihya Sutras (I-II), Trans, by
Hermann Oldenberg - F. Max Müller, SBE;29,30, Delhi, 1980
Hymns of the Atharva-veda, Trans, by
M. Bloomfield, SBE;42, Delhi, 1987
The Hymns of Rgveda, İng. çev. Ralph
T.G. Griffith, Ed. J.L.
Shastri, Delhi, 1973
The Institutes of Vishnu, Trans, by Julius Jolly, SBE;7, Delhi, 1986
Hindu Scriptures (İng. çev., R.C.Zaehner ), London,
1988
Jaina Sutras (I-II), Trans, by Hermann Jacobi,
SBE;22,45, Delhi, 1987
Kitab-ı Mukaddes (Tevrat, Zebur,
İncil), İstanbul, 1981
The Laws of Manu, Trans, by Hermann Oldenberg - F. Max
Müller, SBE; 25, Delhi, 1981
Mahabharata, Neşr. C.
Rajagopalachari, Bombay, 1986
The Minor La w Books,Trans, by
Julius Jolly, SBE;33,
Delhi, 1987
The Principal Upanishads, Trans, by S. Radhakrishnan,
George Allen-Unwin Ltd., London,
1953
The Questions of King Milinda (l-II), Trans, by T.W. Rhys Davids,
SBE; 35,36, Delhi, 1982
Ramayana, Neşr. C. Rajagopalachari, Bombay, 1985
The Satapatha Brâhmana (I-V), Trans, by Julius Eggeling, SBE;
12,
26, 41, 43, 44, Delhi, 1988
The Sacred Laws of the Aryas (I-II), Trans, by George
Buhler, SBE; 2,14, Delhi, 1987
Sri Gurû Granth Sahib (I-IV), (English Version),
Trans, and Annotated by Dr. Gopal Singh, I. Baskı, Delhi, 1960
Sri Isopanisad, Trans, by A.C. Bhaktivedanta, New York, 1976
Srîmad-Bhagvadgîtâ (Neşr ve İng. çev., S.K.
Belvarkar), Varanasi, 1959
The Thirteen Principal Uphanishads, Trans, by Robert
Ernest Hume, I. ed. 1983,
Delhi
The Upanhishads (I-II), Trans, by F.Max Müller, SBE;
1,15, Delhi, 1981
The Vedânta Sutras with Râmanuja's Srîbhâsya, Trans,
by G.Thibaut, SBE; 48, Delhi, 1984
The Vedânta Sutras with Sankârâcarya's
Commentary (I-Il), Trans, by George Thibaut, SBE; 35, 38, Delhi, 1988
The Vedic Hymns (I-II), Trans, by F.Max Müller - H.
Oldenberg, SBE; 32,46, Delhi, 1988
Vinaya Texts (I-III), Trans, by T.W. Rhys Davids -
Hermann Oldenberg, SBE;13,17,20, Delhi, 1987
VYASA, Devaipayana, Mahabharata of Krishna (I-XI), (İng. çev.:
Pratap Chandra ROY), Datta Bosex Company, Calcutta
B - Kitaplar ve Makaleler
AGRAWAL, Padma, "Jainism: Mahavira As Man-God", New ERA Conference (December 29,1986- January 3,1987 ),
Coronado, California ( Ayrı Basım )
AHIR, D.C., Buddhism in Modern India, New Delhi, 1972
ALLEN, J., "Maya", Encyclopedia of Religion and Ethics (ERE) (I- XVI),
Ed. James Hastings, Edinburg, 1908-1926, c.VIII, s.503- 505
AN AND, K.K., Indian Philosophy (The Concept of
Karma), Bharatiya Vidya Prakasama, Delhi, 1982
ARUNACHALAM, M. "Prarabdha Karma and Grace",
SAIVA SIDDHANTA, 3 (1968):s. 132-136
ANURUDDHA, R.P., An Introduction Into Lamaism, The
Mystical Buddhism of Tibet, Hoshiapur, 1975
ARYA, Usharbudh, "Hindu Contradiction of the
Doctrine of Karma", EAST and WEST (Roma), 22 (1972), s.93-100
ASIM. EFENDİ, Kamus Tercümesi (I-IV), İstanbul, 1304
ATEŞ, Süleyman, Kur'an-ı Kerim'in Çağdaş Tefsiri (I-XI), Ankara,
1982-1991
AYDIN, Mehmet, "al-Ghazali's Idea of Death and
His Classification of Men in the World to Come", Ankara Üniversitesi,
İlahiyat Fak. Der., c. XXVI, s.223-240, Ankara, 1983
AYDIN, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir, 1987, s.184-207
BARGAVA, P.L., Fundamentals of Hinduism (A Rational
Analysis), New Delhi, 1982
BASHAM, Arthur L., History and Doctrines of the
Ajivikas, London,1951
BHATTACHARYA, Haridass," The Doctrines of
Karma" Visvabharati
Quarterly 3 (1925-26), s. 257-268. Also in Philosophica! Quarterly (Amalner)
3,1927: 226-257 el-BİRUNİ, Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed, Alberuni's
India, Neşr ve İng. Çev.; Edward C. Sachou, New Delhi, 1964
BOHLILI, Mahâraja of, "There is no
Modification in the Karma Doctrine", Journal of the Royal Asiatic Society
(JRAS), sa.39. (1907): s.397-401
BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefî Doktrinler Sözlüğü,
Ankara, 1990
BOSE, S.C., A Catechism of Hindu Dharma, New Delhi, 1978 BOUQET, A.C., Comparative Religion, Great
Britain, 1962 BUDDHARAKKHİTA, Acharya, "Law of Karma and Rebirth
(Buddhist Perspective)”, Buddhism and Jainism, Neş.
Council of Cultural
Growth and Cultural Relations, Orissa, 1976, s. 95- 120
CAILLAT, Collette, "Jainism", Encyclopedia
of Religion (ER) (I- XVI), Ed. Mircea Eliade, New York,
1986-1987, c.VII, s.507-514
CARUS, Paul, "Karma and Nirvana" Are the Buddhist
Doctrines Nihilistle?, Monist 4/1893-94)
CHAKRAVARTI, Buddhindu Clıandra, "Tire Doctrine
of Karma and Fatalism", Probuddha Bharasta 72 (1967), s.328-344
CHAKRAVARTI, Pulinbihari, Origin and Development of
the Sankya System of Thought, New Delhi, 1975
CHATTERJEE, Satichandra- D ATT A, Dhirendramohan, An
Introduction to Indian Philosophy, Calcutta, 1984
COLE, W. Owen- SAMBHI, Piara Singh, The Sikhs, Their Religious Beliefs and Practices, New Delhi, 1978
COLLİNS, Steven, "Soul: Indian Concepts",
ER, c.XIII, s. 438-447
COOMARASWAMY, Ananda K, Buddha and tire Gospel of Buddhism,
Munishram Manoharlal Ltd., Delhi, 1974
CROOKE, W., "Death and Disposal of
Dead" (Indian, Non-Ar- yans), ERE, c.IV, s.479-484
Cultural Heritage of India (I-V), Ed.H.
Bhattacharya, Calcutta, Il.ed. 1970
ÇAĞDAŞ, Kemal, Bhagavadgita'da Upanishadların İzleri
(Basıl- ■ mamış Doktora Tezi), Ankara, 1955
ÇAĞDAŞ, Kemal, Hint Eski Çağ Kültür Tarihine Giriş,
AÜDTCF Yay., Ankara 1974
ÇELEBİ, Asaf Halet, Pali Metinlerine Göre Gotama
Buddha, İstanbul, 1946
D AS, Rasvihary, "The Theory of Karma and its
Difficulties" Quest22 (1959): s.15-18
DASGUPTA, S.B. "Divine Grace and the Law of Karma",
Probuddha Bhavata, 66 (1961); s.104-113
DASGUPTA, Surrendra Nath, A History of Indian
Philosophy, Delhi, 1975
DASGUPTA, Surrendra Nath, Philosophical Essays, Calcutta,
1941
DASGUPTA, Surrendra Nath, Yoga Philosophy in Relation
to Other System of Indian Thought, India, 1979
DATTA, S, "Personal Identity and the Law of
Karma", Allahabad University Studies (Philosophy), 1955, s.1-8
DAVID-Neil, Alexandra, Buddhism, Its Doctrines and Its
Methods, London, 1977
DAVIS, Lawrence H., Theory of Aetion, New Jersey, 1979.
DEUSSEN, Prof. Dr. Paul, The System of the Vedanta
(Trans, by Charles Johnson) New Delhi, 1987
DEVARAJA, N.K., Hinduism and Christianity, Asia
Publishing
DOWSON, John, A Classical Dictionary of Hindu Mythology and Religion,
Geography, History and Literatüre, Delhi, 1987
DUTT, Nalinaksha, Mahayana Buddhism, New Delhi, 1978
DHAMMARATNA, 4, "Kammic Ascent and Descent of
Man"
Mahabodhi 63 (1955): s. 44-46
A Dictionary of Comparative Religion, Ed. S.G.F. Brandon, New York, 1970
Ebu Muhammed Ahmed b. Hazm, Kitabu'1-Fasl fi'l- Milel
ve'l- Ehvai ve'n-Nihal (I-IV ), Beyrut, 1975
EDGERTON, Franklin, The Beginnings of Indian
Philosophy, London, 1965
EDGERTON, Franklin, "The Hour of Death: Its important for man's future fate in Hindu and Western Religions",
Annuals of the Bhandarkar Oriental Research Int. 8, (1926), s.219-249
ELIADE, Mircea, Patterns in Comparative Religion, Sheed and Word Stagbooks,
Great Britain, III ed., 1976
ELIADE, Mircea, Yoga: Immortality and Freedom, Princeton, 1973
ELIOT, Sir Charles, Hinduism and Buddhism: An
Historical Sketch (I-III), New York, 1971
Encyclopedia of Indian Philosophies (I-IV), Ed. Kari
H.Potter, New Delhi, 1981
ESNOUL, E.M.," Moksa ", ER, c.X, s.28-29
FARQHAR, J.N. "Karma: Its Value as a Doctrine of Life",
Hibbert Journal 20 (1921-22): s.20-34
FRODSMAN, John David, "Karma and the Problem of
Evil: The Hindu and Buddhist Contribution to a Christian Theodicy; Assembly of World Religions (November 15-21,1985), Mc
Afee, New Jersey
el-GAZÂLİ, Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyâ'
Ulumiddin (I-V), Kahire, 1378
el-GAZÂLÎ, el-Munkızu mine'd-Dalâl (Dalâletten
Hidayete), Türkçeye çev. A.Suphi Fırat, İstanbul, 1978
GLASENAPP, Helmuth von, The Doctrine of Karman in
Jaina Philosophy,(Almancadan İngilizceye çev.; G. Barry Gifford), Bombay, 1942
GLASENAPP, Helmuth von, Immortality and Salva tion in
Indian Religions, (Alın. İng. çev. E. F. J. Payne),
Calcutta, 1963
GNANEWARANANDA, "Karma- Its Many Aspects", Vedanta Kesari
53, (1966-67): s. 203-219
GRANT, Joan - KELSEY, Denys, Many Life Times, London,
1974
GOMEZ, Louis O, "Some Aspects of the Free-will Question in the
Nikâyas", Philosophy East - West 25 (1975), s. 81-90
GOMBRICH, Richard. "Merit Transference in
Sinhalese Buddhism: A Case of Study of the Interaction Between Doctrine and
Practice", History of Religions 11 (November- 1971):s. 203-219
GOPALAN, S., Outlines of Jainism, New Delhi, 1973
GRISWOLD, H.B., The Religion of The Rig-Veda, Delhi, 1971
GUPTA, Sanjukta, "Jivanmukti", ER, c.VHI,
s.92-94
GÜNGÖREN, İlhan, Zen Budizm, Bir Yaşama Sanatı, II.
Baskı, İstanbul, 1982
GÜNGÖREN, İlhan, Buda ve Öğretisi, II.Baskı, İstanbul,
1988 HERODOTUS, Herodot Tarihi,
Türkçeye çev. Müntekim Ökmen, Neşre haz. Azra Erhat, İstanbul, 1983
HERMAN, Arthur L., The Problem of Evil and Indian
Thought, Delhi, 1976
HICK, John, Philosophy of Religion, New Delhi, 1987
HILLEBRANT, A., "Death and Disposal of Dead
(Hindu)", ERE, c.IV, s. 475-479
HİRİYANA M., Outlines of Indian Philosophy, London,
1967
HOPKİNS, E. Washburn, "Modifications of the Doctrine
of Karma", Journal of Royal Asiatic Society (JRAS), 1906, s. 581- 594;
1907, s.665-672
HOPKİNS, E. Washburn, The Religions of India, New Delhi, 1970.
HUMPHREYS, Christmas, Buddhism, Penguin Books, London,
1975
İBN MÂCE, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî,
Sünen (I-II), (Fuad Abdülbâki Neşri), Kahire, 1372-1373/1952- 1953
İBN MANZUR, Lisânü'l-Arab (I-XX ), Bulak,
tarihsiz
IYER, V.A. Ramaswami, "Purva Mimamsa", History of
Philosophy Eastern and Western, Ed. S. Radhakrishnan, London, 1952
JACOBI, Hermann, "Cosmogony and Cosmology"
(Indian), ERE, c. IV, s.155-161
JACOBI, Hermann, "Death and Disposal of Dead
(Jain)", ERE, c.IV, s.484-485
JACOBI, Hermann, "Jainism", ERE, c.VII, s.465-474
JAIN, N.L.," The Jaina Theory of Karma and Current Şcientific Views ", Jain
Journal, c.XXII, sa.4
(April-1988), s.121-139
Jainism, Ed. by Gurbachan Sing h Talib, Patiala, 1986
JAYATILLEKE, K.N. "The Case for the Buddhist
Theory of Survival and Karma, V.", Mahabuddhi 78 (1970): s.350-355
JHA, Nirmala, Law of Karma as Perceived by Mahatma
Gandhi, Aurobindo,
Swami Vivekanad, S. Radlıakrishnan, Delhi, 1985 JOSHİ, Kamala,
"Beginning of the Bandha with Special Reference to Jaina Philosophy",
Jain Journal, c.XXV, sa.l (July-1990), s.36-39
KALGATHI, T.G., Karma and Rebirth, Ahmedabad, 1972
KANE, Pandurang Vaman, History of Dharmasastra
(Ancient and Medieval Religious and Civil Law) (I-V), Poona, 1977
Karma and Rebirth in Classical Indian Traditions, Ed. Wendy Doniger
O'Flahtery, India, 1983
Karma, The Universal Law of Harmony, Ed. Virginia Hanson- Rosemarie Stewart, Illinois (USA),
1981
KASULİS, Thomas P.," Nirvana ", ER, c.X,
s.448-456
KEITH, A. Barriedale, A History of Sanskrit
Literatüre, I. Ed., Oxford, 1920
KEITH, A. Barriedale, The Religion and Philosophy of
the Veda and Upanishads (I-II), Delhi, 1989
KESHAVADASJİ, Sri Sad Guru, The Doctrine of
Reincarnation and Liberation, Banglore, Tarihsiz
KIRCA, Celâl," İslâm Dinine Göre Reenkarnasyon
", E.Ü.
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sağı: 3, Kayseri, 1986
KLOETZLI, W. Randolph, Buddhist Cosmology, Delhi,
1988 KLOETZLI, W. Randolph, "Cosmology: Buddhist Cosmology ", ER, c. IV, s. 113-119
KLOETZLI, W. Randolph, "Cosmology: Hindu and
Jain Cosmologies ", ER, c.IV, s.107-113
KOÇ, Turan, Ölümsüzlük Açısından Ruh-Beden İlişkisi,
Basılmamış Doktora Tezi, İzmir, 1990
KOÇYİĞİT, Talât- Cerrahoğlu İsmail, Kur'âıT Kerim Meal
ve Tefsiri (I), Ankara, 1984
KOGEN, Mizuno," Karman: Buddhist Concepts ",
ER, c.VTII, s. 267-268
KONYALIOĞLU, E.- AKSOYLU, C., Kader, Karma ve
Tekrardo- ğuş, İstanbul, 1987
KUNHAN RAJA, C., Some Fundamental Problems in
Indian Philosophy, Delhi, 1974
MACDONELL, Arthur, A History of Sanskrit Literatüre,
London,1900
MacDERMOTT, James P. "Nibbana as a Reward for Kamma",
Journal of the American Oriental Society 93, (1973), s.344-347.
MALALASEKARA, G.P. "Transference of Merit in
Sinhalese Buddhism", Philosophy East and West 17 (1967):
s.85-90.
MALKANI, G.R., "The Rational of the Law of Karma”, Philosophical Quarterly (Amalner) 37
(1964), s.257-266.
MALKANI, G.R., "Some Criticism of the Karma Law by Professor Warrey E.Stein Kraus Answered”, Philosophical Quarterly (Amalner) 38
(1965), s.55-162
MALKANI, G.R. - STEINKRAUS, Warren E., A
Discussion on the Law of Karma, The Indian Institute of Philosophy, Amalner, Maharasti
MAZUMDAR, A.K., The Hindu History (BC.3000-1200 AD)
IILed. 1934
McDERMOTT, James Paul, Development in the Early
Buddhist Concept of Kamma/Karma, New Delhi, 1984
McLEOD, W. H., Gurû Nânak and The Sikh Religion,
New Delhi, 1968
McTAGGART, John- McTAGGART, Ellis, Some Dogmas of
Religion, New York, 1968
MEHTA, Mohan Lal, Jaina Philosophy, Varanasi, 1971
Mevlâna Muhammed Ali, İslâm Dini, Türkçeye çev. Naciye
Hamdi Akseki, İstanbul, 1946
MOHANTA, Dilip Kumar," Jaina View of Soul: An Introduction", Jain Journal, c.XXH, sa.2 ( October 1987 ), s.53-56
MOHANY, William," Karman: Hindu and Jain
Concepts ", ER, c.VIII, s.261-266
Munsif b. Abdilcelil," Felsefetü't-Tenasüh
Inde'n-Nusayriyye min Hilal Kitab " Heftü'ş-Şerif"
li'l-Mufaddali'l-Ca'fî", IBLA 1989, sa.163, s.107-127; 1989, sa.164,
s.303-318
MURTI, T.R.V., The Central Philosophy of Buddhism, London, 1980
MÜLLER, FMax, Introduction to the Science of Religion,
Yaranası, 1972
NAKAMURA, Hajime, A History of Early Vedanta
Philosophy, Delhi, 1983
NARAHARI, H.G., "The Doctrine of Karma in Popular
Hinduism", Adyar Library Bulletin 25 (1961): s.360-367
NARAHARI, H.G., "The Doctrine of Karma in Popular
Hinduism", Aryan Patlı 43, (1972): s. 53-58
New Essays in the Bhagavad Gita, Compiled by: Arvind Sharms, New Delhi, 1987
PANDEY, R.C., Indian Studies in Philosophy, İndia,
1977
PARRINDER, Geoffery, The Handbook of Living Religions,
London,1967
PARRINDER, Geoffery, Upanishads, Gita and Bible, London, 1962
PARRINDER, Geoffery, The Indestructible Soul (The Nature of May and Life
Af ter Death in Indian Thought)
PARRINDER, Geoffery, Asian Religions, Delhi, 1977
The Dialogues of Plato, Benjamin Jowelfin İng. tercümesi,
London, 1970
PİKE, E. Royston, Encyclopedia of Religion and Religions,
Bristol, 1951
POTTER, Kari H., "The Naturalistic Principle of
Karma", Philosophy East and West.14 (1964): s.39-50
POTTER, Kari Fİ., "Naturalism and Karma: A Reply
", Philosophy East and West, 18 (1968): 82-84
POTTER, Kari H., Pre-suppositions of Indian
Philosophy, New Delhi, 1965
PRABHAVANANDA, Swami, Vedic Religion and Philosophy,
Madras, 1983
RADHAKRISHNAN, Sirvapella, An idealist View of Life,
London, 1947
RADHAKRISHNAN, Sirvapella, Eastern Religions and Western Thought, Delhi,
1982
RADHAKRISHNAN, Sirvapella, Indian Religions, Delhi,
1985
RADHAKRISHNAN, Sirvapella, Indian Philosophy (I-II),
George Ailen- Unwin Ltd., London, 1966
Rahula, Wolpala Sri, What the Buddha Taught, London,
1978
RAM, G.M., The Bible of Hinduism, New Delhi, 1985
ROCHER, Ludo," Sastra Literatüre ", ER, XII/80-81
RHYS DAVIDS, T.W., Lectures on Some Points in the
History of Indian Buddhism ( The Hibbert Lectures ), Delhi, 1988
RHYS DAVIDS, C.A.F., " Moksa ", ERE, c.VIII,
s.770-774
SADDHATISSA, H., "Process of Rebirth in Buddhism
", The
Quest 13 (1921-22), s.303-322
SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler
Tarihi, İstanbul, 1983
SAYI, Ali, Kur'an'da Hz. Musa, Basılmamış Doktora
Tezi, İzmir, 1990
SMART, Ninian, The Religious Experience of Mankind,
London- Glasgow, 1971
SMART, Ninian, The World's Religions, Old Traditions
and Modern Transformations, London, 1989
SEN, K.M., Hinduism, London, 1978
SEKHAR, B. Vincent, "Jaina Conception of
Person", Jain Journal, c. XXV, sa.3 (January 1991), s.100-119
SERGI, G., "Death and Disposal of Dead (Buddhist)",
ERE, c. IV, s.447-449
SHARMA, Arvind, "New Religious Movements in India", New Religious
Movements and Rapid Social Changes, Ed. James A.B. Backford, Great Britain,
1986
SHARMA, Chandrahar, A Critical Survey of Indian
Philosophy, Delhi, 1987
SİNGH, B.N., Dictionary of Indian Philosophical
Concepts, Varanasi, 1988
SİNGH, Harbans, The Message of Sikhism, Delhi, 1968
SİNGH, Harbans- JOSHI, Lal Mani, An Introduction to
Indian Religions, Patiala, 1973
SİNGH, Kapur, "The Essentials of Sikhism",
s. I-XVI, Sri Guru Granth
Sahib (Eng. Version), II. Cilde önsöz olarak konulmuş.
SINHA, Binod Chander, Hinduism and Symbol Worship, Delhi, 1983
STEVENSON, lan, "Characteristics Cases of the
Reincarnation Type Among the Igbo of Nigeria", Journal of African and
Asian Studies (JAAS),
c.XXI, sa. 3-4 (July-October, 1986), s.204-216
STEVENSON, lan, "The Belief in Reincarnation
Among the Igbo of Nigeria ", JAAS, c.XX, sa.1-2, (1985), s.13-30
STEVENSON, lan, "Characteristics of Cases of
Reincarnation Type in Turkey and Their Comparison with Cases Two Other
Cultures ", International Journal of Comparative Sociology, c.XI, 1970, s.1-17
STEINER, Rudolf, "Destiny of Karma" Trans,
by Harry Collison, London, 1931
STEINKRAW, Warren E. "Some Problems in
Karma", Philosophical Quarterly (Amalner) 38 (1965): s.145-154
Studies in Indian Thought (The collected papers of
Prof.
T.R.V.Murti), Ed. Harold Couv/ard, New Delhi (M.B.),
1983
SURIYABONGS, Laung "Controversial Questions About Karma and
Rebirth", The Light of Buddha 5, no.4 (1960-April), s.12- 17
eş-ŞEHRİSTANİ, Abdiilkerim, el-Milel ve'n-Nihâl
(I-II), Neşr. Muhammed Seyyid Keylâni, Kahire, 1968
TATIA, Nathmial, Studies in Jaina Philosophy, Varanasi, 1951
TIWARİ, Kedar Nath, Comparative Religion,
Delhi, 1990
THAKUR, Sviesh Chandra, Christianity and Hindu Ethics,
London, 1969
THERA, Narada Maha, The Buddha and His Teachings, Kandy, 1980
THOMAS, Edward J., The History of Buddhist Thought, London, 1971
et-Tirmîzî, Ebu İsâ Muhammed b. İsâ,
Sünen (bi-Şerhi İbni'l-
Arabi el- Mâliki), (I-XIII), 1350-1352/1931-1934
Traditional India, Ed. O.L.
Chavarria- Augiler, U.S.A, 1964
TRIPATHI, Banhista Narain, Indian View of Spiritual
Bondage, Aradhana Prakashan, Varanasi, 1987
TOPALOĞLU, Bekir, "Ahiret" Mad., T.D.V. İs.
Ansiklopedisi, İstanbul, c.1/443-448
TRIPHATHI, R.K., Problems of Philosophy and Religion,
Varanasi, 1971
TURAN, Ahmet, Güneydoğu Anadolu Yezidîleri (
Tarihçeleri, Coğrafi Dağılımları, İnançları, Örf ve Adetleri), Samsun, 1987,
(yayınlanmamış araştırma)
TURNER, R.L., "Karma-Marga",
ERE, c.VII, s.676-678
TÜMER, Günay- KÜÇÜK, Abdurrahman, Dinler Tarihi,
Ankara, 1988
TÜMER, Günay, Biruni'ye Göre Dinler ve İslâm Dini,
Ankara, 1975
la VALLEE POUSSIN, L. De, "Karma", ERE,
c.VIII, s.673-676
la VALLEE POUSSIN, L. De, "Nirvana", ERE,
c.IX, s.376-379
VARADACHARI, K.C. "Freedom and Karma",
Probuddha
Bharata 42 (1952): s.446-451
VAUX, Carra de, "Tenasüh", İslâm Ansiklopedisi, c. XII/I, İstanbul, 1974
VERMA, Rajendra, Comparative Religion:
Concepts and Experience, New Delhi, 1984
WADIA, A.R. "Philosophical Implications of the Doctrine of
Karma ", Philosophy East and West, 15 (1965), s.145-152
WALHOUTZ Donaldz "A
Critical Note on Potter's Interpretation of Karma"z Philosophy
East and West, 16 (1966), s.
235-238
W ALLI, Koshelya, Theory of Karman in Indian Thought, Varanasi,
1977
WEATHER, Leslie D., The
Case for Reincarnation, , 1978
WEBER, Max, The Religion of India, New York, 1968
WILKINS, W.J., Hindu Mythology, New Delhi, 1986
WILKINS, W.J., Modern Hinduism, Delhi- Bombay, 1975
WILLIAMS, Sir Monier, A Sanskrit-English Dictionary, Oxford, 1899.
WINTERNITZ, Maurice, A History of Indian Literatüre,
Calcutta, 1933
YAZIR, Elmalılı Haindi, Hak Dini Kur'an Dili Yeni
Meâlli Türkçe Tefsir (I-IX ), II.Baskı, İstanbul, 1960-1962
YEVTİC, Paul, Karma and Reincarnation in Hindu
Religion and Philosophy, London, 1927
ZAEHNER, R.C., The Concise Encyclopedia of
Living Faiths, Great Britain, 1977
Yayınlanmamış araştırma), s. 106-107
[1] Arthur L. Herman, The Problem of Evil and Indian Thought, Delhi,
1976
[2] Banhista Narain Tripathi, Indian View of
Spiritual Bondage, Varanasi, .1987
[3] Y.Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi (I-III), Ankara, 1987,1/2
[4] K.M. Sen, Hinduism, Londra, 1978, s.14-15
[5] Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İst.,
1988, s.135
[6] S.N.Dasgupta, History of Indian Philosophy (I-V), Delhi,
1975,1/10 v.d.
[7] Kaynaklarda Hinduizmin gelişme devreleri konusunda çeşitli
tasniflere rastlamak mümkündür. Ancak biz Hinduizmin gelişme seyrini genel
özellikleri itibarıyla daha iyi yansıttığını düşünüp Vedizm, Brahmanizm ve
Hinduizm konusundaki tartışmaları da bir yana bırakarak D.S. Sharma'nın
tasnifini tercih ettik. Bkz., D.C.Sharma," The Nature and
History of Hinduism ", The Religion of Hindus, Ed. Kenneth Morgan,
Delhi,1987, s.27-28. Ayrıca krş. S.
Radhakrishnan-
C.A.Moore," History ol Indian Thought", Traditional India, Ed. O.L. Chavarria- Aguliar, New Jersey,
1964, s. 39-4Î3; Ninian Smart, The Religious Experience of
Mankind, London, 1971, s. 82
[8] N.Smart, The Religious Exp. of Mankin4 s.181-182
[9] İnsan hayatındaki basamaklarla ilgili bu bilgiler şu kaynaklardan
özetlenmiştir: D.S.Sharma, a.g.m., s.19-21; K.N. Tiwari,
Comparative Religion, Delhi, 1990, s. 32-33
[10] Ayrıntılı bilgi için bkz. B.N.Tripathi, Indian View of Spiritual
Bondage, s.
64; D.S. Sharma,
a.g.m., s, 21-22
[11] B.Chand, a.g.e., s.46-47; H.Singh-L.M. Joshi, a.g.e., s.77
[12] Kaynaklarda, Buda'nm şu sorulara olumlu veya olumsuz bir cevap
vermek- temsrarla kaçındığı zikredilmektedir:
a- Alem ve nefs
ezelî-ebedî midir? b- Yoksa ezelî-ebedî değiller midir? c- Hem "
ezelî-ebedî" hem de " ezelî-ebedî değil" midirler? d- Ne "
ezelî-ebedî” ne de " ezelî-ebedî değil" midirler? e - Alem ve nefs
sonlu mudur?
f - Yoksa onlar
sonsuz mudur?
g - Hem sonlu hem
sonsuz mudur?
h - Ne sonlu ne de
sonsuz mudur?
ı - Tathâgata
(nirvanaya kavuşmuş kimse) ölümden sonra yaşamaya devam e- der mi?
i - Yoksa devam
etmez mi?
k - Hem devam eder
hem de etmez mi?
1 - Ne devam eder
ne de devam etmez mi? m - Canlılık veren prensip bedenle aynı mıdır? n - Yoksa
ondan farklı mıdır?
Bkz. Randolph
Kloetzli, Buddhist Cosmology, Delhi, 1988, s. 1-2; L. de la Vallee Poussin,
"Agnosticism " (Buddhist)", ERE, 1/220-225
[14] Abdurrahman Küçük," Sihizm ", A.Ü. İlahiyat Fak.
Dergisi, c.XXVIII/397- 417, s.414-415; Harbans Singh,
The Message of Sikhism, Delhi, 1968, s.87;
G.Tümör-A.Küçük,
a.g.e, s.74-75
[15] A.Küçük," Sihizm ", a.g.e., s. 414; H. Singh, a.g.e.,
s. 87
[16] W. Owen Cole-S.S. Sambhi, The Sikhs, Their
Religious Beliefs and Practices, New Delhi, 1978.
[17] Bkz., W. Owen Cole-P. S. Sambhi, The Sikhs, s.64_
82; W.H. McLeod, Guru Nanak and The Sikli Religion, New Delhi, 1968, s. 163-176
[18] B.N. Singh, Dictionary of Indian Fhilosophical Concepts,
Varanasi, 1988, s.162-164; Cole-Sambhi, The Sikhs, s. 82-83
[19] Ebu Reyhan el-Birûnî, Alberuni's India, New Delhi,
1964, s. 50
43-Alberuni's India, s.50
[20] B.N. Singh, Dictionary, s. 181; L. De la Vallee Poussin,"
Nirvana ", ERE, IX/378
[21] Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği (Ruh ve Madde
Yayınları),
Maharishi
Birleşik Alan Teknolojisi Derneği (Transandantal Meditasyon Merkezleri),
Dostluk Derneği ve benzeri kuruluşlar.
[23] Gita,III/5; XVIII/60
[24] Örnek olarak bkz. Karma: The Universal Law of Harmony, Ed. Virginia Hanson-Rosemarie Stewart,A Quest Book,
Illinous (USA), 1981; Annie Besant, Karma, Theosophical Publication Society,
1985; Christmas Humphreys, Karma and Rebirth, London,1959
[25] Lawrence H. Davis, Theory of Aetion, New Jersey, 1977, s.15
[26] J.P. McDermott, a.g.m., s.188
[27] Böyle bir karma anlayışının bütün Hindu kutsal literatürünü
anlamsız kılacağını anlayan, Hindu bazı çağdaş araştırmacılar onu kısmî
determinizm olarak nitelendirebileceğimiz bir tarzda açıklamışlardır. Buna
göre, kişinin karakteri ve sahip olduğu kişisel özellikleri ve organlarının
mevcut durumu önceki hayatındaki karmik birikimleri sonucunda belirlenir.
Ancak bütün bu özelliklerin iyi veya kötü yolda kullanılması konusunda kişi
tamamıyla hürdür. Onları iyi yolda kullanarak daha yüksek varoluş
basamaklarına tırmanabileceği gibi, kötü yolda kullandığında aşağı basamaklara
inebilir. Bu konuda bkz. G.M.Ram, a.g.e., s.177; B.N.Tripathı, Indian View of
Spiritual Bondage, 63-64,72
[28] VV.D.O’Flahtery," Karma and Rebirth in the Vedas and
Puranas", Karma and Rebirth in Classical Indian Thonght Ed.
VV.D.O’Flahtery, s. 10; M. Hiriyana, a.g.e., s.80; Sanskrit-English Dictionary,
s.1097
[29] M.Hiriyana, a.g.e.,s.80
[30] Rig-Veda,I. 35. 5-6; 154. 5; 11.29. 6; IV, 5.5; VII. 104. 3,17
[31] Rig-Veda, IX. 113.1,10; Ayrıca bkz. B.N.Tripathi, Spiritual
Bondage, s.87
[32] Herodot Tarihi, Türkçeye çev. Müntekim Ökmen, Neşr. Azra Erhat,
İstanbul, 1983, s.129; W.Kranz, a.g.e.,
s.3
[33] Bkz. W.M.Hindcrs Petrei," Transmigration
(Egyptian)", ERE, XII/431 -432
[34] Aynı yer.
[35] Bkz. Reincarnation, Ed. Joseph He.ıd- S.L.Cranston, New York,1979, s. 126- 134
[36] A.L.Herman, a.g.e., s. 164
[37] Gita V,13
[38] Katha Upanishad, V. 1
[39] F.Edgerton, The Beginnings of Indian Philosophy, s. 30
[40] Chandogya Up. ,V.10.7
[41] Chandogya Up., IV.15.5-6; V.9.1-2; V.10.1-2; Brihadaranyaka
Upanişad VI.2.15'te, ruhları tanrılar âlemine götüren basamakların
sıralanışında Chandogya Upanişad'a göre bir farklılık görülür. Buradaki yükseliş
basamakları şöyledir: İşık, gündüz, ayın artan yarısı, güneşin kuzey kutbunda
bulunduğu altı ay, Devaloka, güneş, şimşek. Bu noktadan sonra bir ruh onlara
yaklaşır ve sınırlı Brahmana yükselmeleri için onlara kılavuzluk eder.
Görüldüğü gibi, dördüncü basamaktan sonraki basamaklar en azından isim
itibarıyla farklılık arz etmektedir.
[42] The Laws of Manu (Manu), XII, 3
[43] Manu, XII, 52
[44] Manu, XII, 3
[45] Eşyanın üç temel niteliğinin mahiyeti konusunda bkz., Manu, XII,
24-38
[46] Bkz., Manu, XII, 50
^ Manu, XII, 49; Burada isimleri zikredilen varlıklar, Hint
kozmolojisine göre yeryüzü ile gökyüzü arasında yaşayan semavî varlıklardır.
Bunlar sahip oldukları birtakım özellikler itibarıyla Tanrılara benzer. Ancak
hiçbir zaman Tanrı değildirler. Bu konuda geniş bilgi için bkz. John Dowson, A Classical Dictionary, s.271; H. Jacobi,
"Brahmanism", ERE, 11/809
[48] Manu, XII, 48
[49] Manu, XII, 70
[50] Nyâyave Vaisesikada farklı zamanlarda ortaya çıkmış iki felsefe
sistemidir. Nyâya ekolü daha ziyade mantık ve epistemolojik problemlerle
uğraşırken, Vaisesika ekolü de daha ziyade ontolojik ve metafizik problemleri
ele alır. Bu nedenle Nyâya daha ziyade bir mantık ve metodoloji sistemi olarak
karşımıza çıkarken, Vaisesika ise metafizikle uğraşan bir sistem olarak
tanınır. Ancak Nyâya, Vaisesika'nın metafizikle ilgili görüşlerini aynen kabul
etmesi ve Vaisesika'nın da Nyâya ekolünün mantık ve epistemoloji ile ilgili
görüşlerini aynen kabul etmesinden ötürü iki sistem birlikte, Nyâya-Vaisesika
Ekolü olarak tanınır. Bkz., K.K.Anand, a.g.e., s.170
[51] Krş. B.N. Tripathi, Spiritual Bondage, 294-295
[52] Coomaraswamy, Buddha..., s.lO2;DCR, s.210;
ER, IV/ 113-117
[53] Aynı yer
[54] Aynı yer
[55] Aynı yer
[56] DCR, s.211
[57] E.W.Hopkins, The Religions of India, s.319
[58] Bkz.,W.Sri Rahula, What the
Buddha Taught, s.41
[59] Mizuno Kogen, "Karman: Buddhist Concepts", ER,
VIII/266; B.N.Singh, Dictionary, s. 133-134
[60] Angutlara Nikaya, III, s.415 (B.N.Singh, a.g.e., s.134’ten
naklen)
[61] M.Kogen, a.g.m., ER, VIII/266; J.P.McDermott," Karma and
Rebirth...”, Karma and Rebirth, Ed.W.D.OTlahtery, S.188;
Acharya Buddharakkhita, a.g.m., s.103
[62] ®^? F.Edgerton, The Beginn.in.gs of
Indian Philosophy, s.33. Ayrıca fiillerin bağlayıcı bir sonuç ortaya çıkarıp
çıkarmamaları da Cetâna safhasındaki motive edici isteğe bağlıdır. Bkz., Chatterjee-Datta,
Introduction, s.124,125
[63] S.N.Dasgupta, Yoga Philosophy, s.320; M.Kogen, a.g.mad., ER,
VIII/267
[64] M. Kogen, a.g.mad., aynı yer
[65] Geniş bilgi için bkz., A.Buddharakkhita, a.g.m., s.105; M.Kogen,
a.g.mad., ER, VIII/267; K.K.Anand, a.g.e„ s.l 16
[66] M.Kogen. a.g.mad, ER, VIII/267
[67] Samyutta-Nikaya, 3.42 vd.(J.MacDermott,
a.g.m.,s.l90’dan naklen.)
[68] Angutlara Nikâya, 1.172. (J.MacDc-mott, a.g.m., s,190'dan
naklen.)
[69] J.MacDermott, a.g. m., s.190
[70] A.L.Herman, The Problem of Evil and Indian Thought, s.159,164
[71] J.P.McDermott, a.g.m., s.l68/Pudgala fikrinin M.Ö. 3. asırda
yaşayan ve önceleri Hindu iken bilahare Budizme gelenVatsiputrana tarafından
ortaya atıl- drğı gözönüne alınacak olursa, böyle bir anlayışın diğer birtakım
anlayışlar gibi Hinduizmden Budizme intikal etmiş olabileceğini düşünmek de
sanırım yanlış olmayacaktı^ Bkz., DCR, s. 517
[72] J.P.McDermott, a.g.m., s.l72-173
[73] The Questions of King Milinda (II), s.229-230
[74] The Questions of King Milinda (II), s.230;
Ayrıca krş.,J .McDermott, a.g.m., s.346
[75] ERE, IV/161; ER, IV/112; K.K.Anand, ı.g.e., s.645
[76] Padmanabh S.Jaini, a.g.m., s.236-237; ERE, IV/ 161; ER, IV/112
[77] G. Parrinder, Asian Religions, s.42
[78] Glasenapp, a.g.e., s.3-4; M.L. Mehta, a.g.e., s.189; N.L. Jain,
a.g.m., s.129-130; K.K.Anand, a.g.e., s.70-71
[79] Glasenapp, a.g.e., s.25-26; M.L. Mehta, Jaina Philosophy, s.
204-205; K.K.Anand, a.g.e., s.85; S.N. Dasgupta, The History ..., 1/196
[80] " Death and Disposal of Death ", ERE, IV/484
[81] P.S. Jaini, a.g.m., s.221,229; ERE, IV/484
[82] P.S. Jaini, aynı yer
[83] P.S. Jaini, a.g.m., s.228
[84] İbn Hazm, a.g.e., aynı yer
[85] İnfitâr (82), 6
[86] İbn Hazm, a.g.e., 1/90
[87] Örnek olarak bkz., Bakara (2), 28,56, 259-260; Nîsa (4), 55-56;
İsra (17), 49- 50,98-99; Meryem (19), 66-67
[88] Mü'minûn (23), 99-100. Bu ve bundan sonra iktibas edilen Kur'an
ayetlerinin tercümelerinde, Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Meâl), Müt.
Hüseyin Atay-Yaşar Kutluay, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 1983 isimli
mealden yararlanılmıştır.