Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Aşılar Tamam da...Osmanlı Bunu da Yapmışsa

 
Dua konusu dikkate de alınmalı...

Hazırlayan: MESUT AYAR;

OSMANLI DEVLETİ’NDE KOLERA SALGINI: İSTANBUL ÖRNEĞİ (1892 - 1895)

2.1.    Kolera ve Din

Dünyanın pek çok yerinde kolera, Tanrı’nın taktirinden doğan kötü ve etkileyici şartlar ile ilişkilendirilmiştir. Din, sadece dini festivallerdeki kalabalık yığınlarıyla özdeşleştirilen Hindistan’da değil, dünyanın her yerinde kolera tarihi boyunca ilginç bir rol oynamıştır[1]. Örneğin, XIX. yüzyılda Fransızlardan bir kısmı kolerayı, dünyanın sonunu tehdit eden ilahi memnuniyetsizliğe mal ederek, bu kutsal memnuniyetsizliğin sebebinin de Fransa’nın haklı hükümdarının tahttan kovulması olduğunu düşünmekteydi. Yine bunun gibi, salgın hastalıklara karşı İrlanda’da tezek parçaları yakılırken, Tanrı ve Aziz John adına üç selam duası ve bir amentünün diğer azizlere sunulmasıyla salgının duracağına inanılıyordu[2]. 1851 yılında Paris’te Tanrı’nın koleralı hastalara yardım etmesi için bir anıt dahi dikilmişti[3]. Kısacası, kolera gibi felaketlerin takdir-i ilahinin bir sonucu olduğuna dair, Doğu toplumlarında olduğu gibi Avrupa’da da dindar ve samimi bir inanç vardı. Avrupa’nın çoğu yerinde otoriteler, Tanrı tarafından gönderilen bu korkunç bela karşısında günahlarını telafi için ibadet ve oruç günleri ilan ettiler. Fakat 1850 ve 1860’lardan itibaren, ilahi merhamet için bu açık yalvarma, daha laik karakterli sıhhi reform politikalarının altında kaldı[4] ve doktor toplumsal değerlerin sorumlusu olarak rahibin yerini aldı[5].

Aslında din temelli bu düşünce tarzının, Doğu toplumlarında -en azından Türk insanları arasında- bugünlere kadar süregeldiği halen müşahede edilebilmektedir[6]. Toplum üyelerinin kendilerini ahlâken düzeltmeye çalışmaları ve fertler arasında dini duyguların canlanıp gelişmesi, bugün olduğu gibi geçmişte de afetlerin görülen sonuçlarından olmuş; bu nedenle din, çağlar boyunca afetlerden hep karlı çıkmıştır.

Kolera salgınlarının çıkışıyla ilgili olarak Avrupa’da da beslenen bu inanç, XIX. yüzyılın ortalarından sonra terk edilirken, Osmanlı toplumu bu değişimin çok uzağındaydı. Yaratıcının insanlara yüklediği sağlık kurallarının varlığı, Osmanlı makamlarınca gazetelerde verilen ilanlarla daima vurgulandı[7]. İslamiyet’in her şeyden önce temizliğe dikkati emretmesi öne çıkarılarak, kişisel temizlik hususundaki ayet ve hadislerden de yararlanılıp, halkın buna riayet etmesi istendi. Belki de koleranın, bunlara uyulmamasından dolayı, Tanrı’nın topluma verdiği bir ceza olduğu, ahalinin bilinç altına yerleştirilmeye çalışıldı.

Osmanlı Devleti’nde kolerayla mücadele edilirken, bizzat padişahın emriyle hem Müslüman ve hem de diğer dinlere mensup din görevlilerinden, salgından kurtulmak amacıyla Tanrı’ya yakarmalarının emredilmesi, Osmanlı idaresinin de bu hususta halktan farklı düşünmediğini ispat etti. Osmanlı Hükümeti tarafından İstanbul’da sağlık ve koleradan korunma kaidelerine ait tedbirleri almakla Şehremaneti görevlendirmiş ise de manevi yönden de hastalıktan korunmanın gerekli olduğu düşünülmekteydi. Bu nedenle bütün cami, mescit ve tekkelerde, müezzinlerin veya takva sahibi insanlardan birisinin, belirtilen yerlerde beş vakit namaza duran insanlara Ahkaf Suresini okuması; aynı Cuma Namazının farzının kılınmasından sonra olduğu gibi, her vakit namazın farzından sonra da cemaat tarafından tevbe-i istiğfar edilmesi ve salât-ı selam getirilmesi için, müezzinlere uyarıda bulunulmasına dair, padişah tarafından emir verildi[8]. Hatta dindarlığı ile bilinen II. Abdülhamid bizzat sarayında bir dua heyeti oluşturdu. Koleraya karşı manevi tesiri tecrübe olunmak hasebiyle ve selamet-i umumiye maksadıyla Yıldız Sarayı içinde tahsis edilen bir dairede, İstanbul’un önde gelen din alimlerinden ve huzur-ı hümayun derslerine katılan bazı hocalar tarafından, üç gün boyunca Buhârî-i şerif tilavet edilmiş, hatim duasının sonunda da Şifa-i şerif ve Mevlid-i şerif okunarak[9], yaratıcıdan koleradan muzdarip kullarına yardımlarını esirgememesi istenmiştir.

Salgın sırasında Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi aynı hususta ayinler tertip etmişler; salgın söndürülünceye kadar, her akşam kiliselerde Baraklitilus ve Kanun isimli duaların, İstanbul ahalisinin sıhhatinin muhafazası ve gece gündüz halkı için uğraşan padişah için okunması, Patrikhane tarafından bir genelge ile kilise yönetimlerine emredilmiştir[10]. Bunun gibi, salgının sonlarında Tanrı’ya şükür için, Yedikule yakınlarındaki Rum Hastanesindeki kolera bitip kordon kaldırıldıktan sonra, Balıklı Ayazması Metropolitinin önderliğinde bir dini tören yapılmıştır. Ayos Haralamyos Kilisesinde yapılan ayine rahipler, Rum hastane ve yetimhanesi yönetici ve doktorları ile, 150 kadar yetim Rum çocuğu katılmıştır. Döksülükya duasının okunduğu tören, padişah için şükür ve hayır duaları edilerek son bulmuştur[11].

Kolera, en çok zayıf ve fakirlerle beraber cahiller arasında tahribat ve istila yapan bir hastalıktı[12]. Genç ve aydın sınıf hariç, koleraya inanmadıkları için hiçbir sıhhi önleme lüzum görmeyen diğer büyük kitle, hastalık için en uygun şartları taşımaktaydı. Gerçi bütün milletlerde koleraya inanmayan bir sınıf halk görülmüşse de Osmanlı toplumunda olduğu gibi bu inanmama meselesi elit tabakaya kadar yayılmamıştı[13]. Bunun başlıca nedeni ecel ve kader meselesiydi. Bu, dini bir mesele gibi addedildiğinden çok güçlü ve karşı konulması imkansız bir soruna dönüşmüştü. Hakikaten Osmanlı halkının büyük kısmı için ecel ve kader meselesi “gayr-ı kabil-i itiraz” idi. “İnsan eceli geldiği zaman ölür; o halde her türlü sıhhi ve korunmayla ilgili önlem lüzumsuzdur”, düşüncesini yıkmak imkansızdı. Vade tamam olmadıkça, hava, su ve gıda tükenmedikçe, en büyük hastalık ve salgınlar bile tesirsizdi. “Müddet, ezelden muayyen ve mukarrer”[14] idi ve boşuna çırpınmanın hiçbir manası yoktu.

Kolera, İstanbul Hıristiyanlarının bazı dini kutlamalarına kısıtlama getirmişti. Örneğin, Haç Atma Günü, Belgrat köyünün Hıristiyan ahalisi tarafından, Belgrat Bendinin yakınındaki derede; Kemerburgaz’da da bu ayinin Kağıthane deresinde yapılması planlanırken, suların kirleneceği düşüncesiyle, çıkarılan bir irade ile kutlamalar yasaklanmıştır[15].

Müslüman cenazeleri hakkında, yukarıda da bahsedildiği üzere bir hayli söylenti çıkmasına sebep olan -kestirme- uygulamalar gibi, 1893-94 salgınının başlarından itibaren, İstanbul’un Hıristiyan ahalisi arasında koleradan ölenlerin, şehrin içindeki kiliselerde cenaze merasimlerinin yapılması yasaklandı. Buna göre cesetler tabutlarının üzeri kapalı olarak mezarlıklarda bulunan kiliselere nakledilerek, oralarda gereken tören yapılmak suretiyle defnedilmekteydi[16]. Bu uygulamayla, törenler yoluyla salgının yayılmasının önüne geçilmek istenmiştir. Avrupa’daki benzer yasaklar, toplumda huzursuzluklara yol açmıştı. İstanbul Hıristiyanları da bu uygulamaya karşı mutlaka içten içe bir hoşnutsuzluk duyuyor olmalıydı; fakat, bu konuda resmi belgelere veya gazetelere yansıyan hiçbir olay meydana gelmedi.



[1] Briggs, a.g.m., s. 81.

[2] Briggs, a.g.m., s. 82.

[3] Cem Ermence, “Alınan Koruyucu Önlemler ve İstanbul’da Kolera Salgını (1893-1894)”, Tarih ve Toplum, s. 51, dn. 29.

[4] Kearns, “Cholera”, s. 124.

[5] Nurşen Özçelik Adak, Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, İstanbul 2002, s. 79.

[6] En son 1999 Marmara Depremi’nden sonra İstanbul halkı arasında, bu felaketin sebebinin dinden uzaklaşmak olduğu çokça konuşulmuş, buna bir hayli insanın gönülden inandığı gözlemlenmiştir.

[7] Bu hususta örnek teşkil eden bir ilan için bk. Sabah, 1975, s. 1 (11.Ş.1312/07.02.1895).

[8] Sabah, 1486, s. 1 (24.Ra.1311/04.10.1893).

[9] Sabah, 1528, s. 1 (6.Ca.1311/15.11.1893). İstanbul’da olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin diğer topraklarında ortaya çıkan kolera salgınlarında da benzer uygulamalar göze çarpmaktadır. Örneğin 1893 kışında Edirne’de görülen salgında yine gerekli sağlık önlemleri alınırken; diğer taraftan, camilerde Hatm-ı şerif ve Mevlid-i şerif okutulmuş, hastalığın önlenmesi için dualar edilmiş, vaizler de kolerayla ilgili vaazlar vermişlerdir. bk. Nilüfer Gökçe, a.g.m., s. 57.

[10] Sabah, 1494, s. 1 (2.R.1311/12.10.1893).

[11] Sabah, 1601, s. 1 (19.B.1311/26.01.1894).

[12] İsmail Subhi, a.g.e., s. 4.

[13] İsmail Subhi, a.g.e., s. 5.

[14] İsmail Subhi, a.g.e., s. 6.

[15] BOA, Y.A-HUS. 289/22.

[16] Cemaatlerini bu hususta gereği gibi davranmaya sevk etmeleri için, patrikhaneler Hükümet tarafından ikaz edilmiştir. bk. BOA, İ.ŞE. C-1311/2; BEO. Ayniyât Defteri, nr. 1686, s. 447.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to