Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

PROF. DR. FARUK SÜMER’İN HAYATI VE ESERLERİ

 


Hazırlayan: FATMA UĞURLU

 

 

Prof. Dr. Faruk SÜMER (1924-1995)

ÖNSÖZ

Tarih her şeyini feda ederek kendi ona verenlerin eseridir. Bunlar kimi zaman bir padişah, kral, sultan, devlet adamı kimi zaman da bir sanatçı, yazar, araştırmacı veya halktan biridir. Bu insanlar sayesinde tarih meydana getirilir ve kaleme alınır. Ancak meydana getirilen bu tarihi olaylar onları yapanlar kadar inceleyen, yorumlayan ve geniş kitlelere sunan ilim adamları sayesinde önem kazanır. Bu görevi yerine getiren tarihçiler sayesinde devletlerin ve milletlerin geçmişi ortaya konur.

Bu insanlar sayesindedir ki; tarih aydınlanmakta, medeniyetler yeni nesillere tanıtılarak milletlerin geçmişiyle bağ kurmaları sağlanmaktadır. İnsanların ve milletlerin varlığını sürdürebilmek için geçmişini ve kültürünü bilmeleri gerekmektedir. Bunu en iyi tarihi araştıran ve ömrünü bu uğurda harcayan insanlar bilir. Ömrünü tarih ilmine ve araştırmalara adayarak, Türk tarihine birbirinden değerli ve önemli eserler veren tarihçilerimizden biri de Prof. Dr. Faruk Sümer’dir. Sümer üzerine düşen tarihimizi araştırma ve yeni nesillere sunma görevini layıkıyla yerine getirerek ebedi hayata intikal etmiştir.

Faruk Sümer, binlerce talebe yetiştirmiş, ilmi sahası ile ilgili eserler vermiş, milletine ve memleketine hizmet yolunda ömrünü vakfetmiş bir bilim adamıdır. Onun ölümü araştırmalarının sonu olsa da meydana getirdiği eserlerinin sonu değildir. Eserleri tarih araştırmacıları tarafından kullanılarak gelecek nesillere aktarılacaktır. Eserleri gün yüzüne çıkarılan alimler, ebediyen yaşamaya devam ederken, ihmal edilenler ise sadece dönemleriyle ve kendilerine yapılan az sayıdaki atıflarla hatırlanacaktır.

Faruk Sümer’in eserleri ile ebediyen yaşaması ve hak ettiği değerin ona verilmesine bir nebze katkı sağlamak amacıyla bu çalışmayı kaleme almış bulunuyoruz. Araştırmamız üç bölümden oluşmaktadır. I. bölümde Faruk Sümer’in ailesini, eğitim hayatını ve ölümünü, II. Bölümde kitapları, makaleleri ve yayınlanmış diğer eserlerini, III. Bölümde ise bir tarihçi olarak Faruk Sümer’in fikirlerini, şahsiyetini, ilmi faaliyetlerini ve aldığı görevlerini inceledik. Çalışmamıza sonuç, bibliyografya, dizin ve ekler bölümünü de dahil ettik.

Faruk Sümer hakkında yaptığımız araştırma yeterli olmasa bile önemli bir araştırma olduğuna inanıyoruz. Pek çok işimizde olduğu gibi Faruk Sümer’i tanıtmakta da geç kalındığının farkındayız. Geç de olsa bu çalışmayı yapmaktan gurur duymaktayız.

Fatma UĞURLU

KONYA - 2005

GİRİŞ

“Hal tercümesi” olarak da bilinen biyografiyi M. Kütükoğlu şu şekilde tanımlar; "Tarihe mal olmuş şahsiyetlerin hayatlarının hikayesi".  Biyografiyi Mustafa Arıkan; "Bir kişinin çalışmalarını, aksiyonlarını anlatarak hayatını hikaye eden yazı" olarak tanımlamakta ve tarih ilminin şubelerinden birisi olarak kabul etmektedir. Arıkan sözlerine şöyle devam etmektedir: Bu nedenle biyografi tarihin; milletler, müesseseler ve hadiselerle değil; fertlerle uğraşan kısmıdır.  Biyografi kelimesi Yunanca olmasına rağmen Klasik Yunan döneminde bu kelimeye rastlanmamaktadır.

Türk tarihinde; Orta Asya’da dikilen kitabelerde, İslam sonrasında ve Osmanlı Devleti’nde 15. yy.a kadar dini karakter taşıyan ve “tezkire” ve “menkıbe” gibi adlar verilen biyografilere rastlamak mümkündür.  Bu dönemden sonra Türk devletlerinde biyografi yazımı gelişerek devam etmiştir.

Biyografi kelimesi Avrupa’da ise ilk defa John Dryden tarafından kullanılmış ve 1721’den sonra Fransızcaya girmiştir.  18. yüzyıldan sonra büyük biyografi sözlükleri, ansiklopedileri düzenlenmiştir. Bizde de Şemseddin Sami’nin "Kamus ül-âlem"inden beri buna benzer ansiklopediler derlenmiştir.  Zamanla Türkiye’de biyografi yazımı çoğalmış ve buna bağlı olarak da yazım teknikleri değiştirilerek yeni biyografi eserleri verilmiştir.

Genel olarak biyografiler konu olan kişinin ölümünden sonra kaleme alınmıştır. Tarih geçmişte olan olayları inceler ve üzerinden belirli bir zamanın geçmesi gerekir, biyografiler de kişilerin “geçmiş”inin anlatımıdır. Bu nedenle Arıkan’ın dediği gibi; “Yaşanılan zaman, doğru ve dengeli hüküm vermeyi önler. Hal, ancak neticelerini sergilediği zaman tarihe konu olacaktır. Bunun için, biyografiler; ancak şahıslar öldükten sonra yazılabilir.”   

Sümer’in hayatını araştırdığımız çalışmamızda bu şekilde yani ölümünden sonra yapılmıştır.

Faruk Sümer, geçmiş zaman üzerine yapılan her çalışmayı desteklemiş ve bunların içeriği kadar bilimselliğine de önem vermiştir. Bu amaçla her fırsatın kullanılması gerektiğini sürekli olarak belirtmiştir. Sümer’in şu sözleri düşüncelerimizi desteklemektedir.

1940 yıllarında maddi ve manevi Türk kültürü birçok hususiyetlerini ve pek çok unsurlarını muhafaza ederek varlığını sürdürüyordu. Bu esnada ülkemizin büyük şehirlerindeki halkevlerinde de muntazam bir şekilde kültür dergileri çıkarılmakta idi. Bu dergilerin başlıca veya biricik gayeleri ait oldukları bölgelerin tarihleri ile kültürlerini incelemek idi. Bunun, şüphesiz, Türk kültürünü incelemek için güzel bir fırsat olduğunu izah etmeye ihtiyaç yoktur. Bununla beraber bu dergilere yazı yazan muhterem zevatın çoğu hangi konuları ele alacakları ve bunları nasıl yapacakları üzerinde bir hazırlığa sahip değillerdi. Onlara bu hususta izahlı bir program da verilmemişti. Bu yüzden bu güzel fırsat layıkıyla kullanılamadı. “At ve meydan bulunmuş” fakat iyi biniciler olmamasından başarılı bir cirit oynanmamış, yani Türk kültürü ile ilgili mühim konular ya hiç ele alınmamış veya istenilen şekilde işlenememişti.8

Faruk Sümer, Türk kültürünün araştırılmasına o kadar çok önem veriyordu ki bunun için her fırsatın değerlendirilmesini istemekteydi. Bu amaçla sürekli çaba harcamakta, her yerde ve her fırsatta araştırma yapmanın önemini yukarıdaki ifadeleri ile dile getirmekte idi.

Sümer, Türk tarihini araştırmanın ve Türk kardeşlerimizle iyi ilişkiler kurulmasının gerekliliğini kavramış bir tarihçi olarak; Rusya’nın parçalanacağını yıllar önce gören M. Kemal’in şu sözlerine sonuna kadar sadık kalmıştır.

“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostluğumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak, dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür...”

“...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye dışındaki Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...” (Türk Ocakları, 29 Ekim 1933)

Türklerin özelliklede Oğuzların (Türkmenler) kurdukları devletler ve siyasi, sosyal, kültürel etkinlikleri üzerinde hususiyetle durmuş olan Sümer tarih literatürüne yeni kavramlar ilave etmiştir.

Dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan Türkler, dünyada geniş bir coğrafyaya yayılmış ve tarihleri boyunca birçok devlet kurmuşlardır. Ancak böyle muazzam bir tarihe sahip olan Türk toplulukları özellikle Oğuzlar (Türkmenler) tam olarak tanıtılamamış ve meçhul birer kahraman olarak kalmıştır. Prof. Dr. Faruk Sümer’in Oğuzları tanıtan muazzam eseri yazılıncaya kadar bu durum devam etmiştir.

Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar her aşamada Türk göçebe kabile yaşantısının incelenmesine tüm ömrünü ayıran Faruk Sümer’in en çok bilinen ve en önemli eseri Oğuzlar (Türkmenler) kitabıdır. Kitabın oluşması ona büyük bir mutluluk vermiş ve bununla ilgili şu ifadelerde bulunmuştur:

“Böylece dünya çapında meydana getirdiği eserleri az çok bilinen, fakat kendisi bilinmeyen büyük yazar (=Oğuzlar) dünyaya tanıtılmış oldu.”

I.    BÖLÜM - HAYATI

AİLESİ

Türkiye'nin yetiştirdiği değerli ilim adamlarından, tanınmış Türk tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer (Demirtaş), Cumhuriyetin ilânından bir yıl kadar sonra, eski Selçuklu başkenti Konya'nın Bozkır ilçesinde doğmuştur  (5 Kasım 1924). Faruk Sümer bu durumu kendi hal tercümesinde şu şekilde anlatır:

“5 Kasım 1924 tarihinde Konya'nın 120 km. güneyinde bulunan Bozkır kasabasında doğdum. Bozkır yörenin adıdır. Bozkır adı XIV. yüzyılda yaşaması muhtemel olan, bir beyden gelmektedir. Bu adın anlamı boz kır (yen ve yoket) olmalıdır. Şunu da ilâve etmeliyim ki bozkır kelimesi Fransızca steppe manasını bu yüzyıldan itibaren taşımaya başlamıştır. Bozkır yöresinin halkı XV. yüzyılda da tamamen yerleşik hayat geçirmekte idi. Anılan yüzyılda da yörede Müslüman olmayan veya Türk olmayan herhangi bir azınlık yoktur.”

Annesi, -ulemâdan Müftü Hüseyin Hilmi Efendi'nin kızı- ev hanımı Zeliha Hanım’dır.  Annesi Zeliha Hanım’ın ilkokulun 3. sınıfına kadar okumuş, fakat yüksek meziyetleri olan bir kadın olduğunu ona özel bir sevgi ve saygı duyduğunu,  Faruk Sümer şu şekilde vurgular: “Annem Zeliha Hanım ilkokulu üçüncü sınıfa kadar okumuş, evlendirildiği için tahsili yarım kalmıştır. Bundan dolayı rahmetli anam daima üzüntüsünü ifade eder; kendisini evlenmeye zorladığı için büyük anneme sitemde bulunurdu. Annem birçok meziyeti nefsinde toplamış, mükemmel bir kadındı. Ailemden en fazla onunla gurur duyduğumu ifade etmeliyim.”  Annemin, benim ve kardeşlerimin yetişmesinde rolü büyüktür. Annem bir müftü kızıydı. Annemin babası Hüseyin Hilmi Efendi, Bozkır'dan İstanbul'a gelmiş, medrese tahsil etmiş. Sonra Selanik'e göndermişler müftü olarak.  Daha sonra kasabamızda müderrislik ve müftülük yapmıştır. Dedem bütün Bozkırlılar tarafından saygı gören erdem sahibi bir zat idi.

Annesi ile ilgili bu bilgileri veren Faruk Sümer, annesine duyduğu hayranlığı şöyle dile getirmektedir:

“Dedem çocuklarını çok iyi yetiştirmişti. Annem ud çalardı. Milli kültüre bağlı, muhafazakâr bir aileydik. Ben de ud çalardım. Annem okumamızı çok isterdi. Babamı okumamız için İstanbul'a gitmeye ikna eden odur. Fakat meslek seçiminde üzerimize gelmemiştir, şu mesleği, bu mesleği seçin diye yönlendirmesi olmamıştır. Önceden de belirttiğim gibi annemin üzerimdeki etkisi büyüktür.”  

Faruk Sümer’in ailesi Türk kültürüne bağlı bir ailedir. Bu bağlılığı şu sözleriyle ifade etmektedir.

“O zamanki ortamda Türk musikisi öğrendik. Yine zamanın icaplarından caz musikisi hakkında bilgimiz oldu. O zamanlar öyleydi, dans ve sinemanın bile yeri vardı gencin hayatında. Bununla beraber ailece şahsiyetimiz biraz kuvvetli olduğu için mahalli kültürümüzü koruduk. İstanbul'a çalışmak için gelen hemşerilerimizle irtibatımızı kesmemiş olmamız da Konya kültürümüzü korumuş olmamıza bir vesiledir. Bugün dahi Konya bölgesine ait türküleri kalbimde daima saklamışımdır. Dünyanın neresine gitsem de o türküler benimle beraber gelir.”

Babası, eski maliye memurlarından ve İstiklal Savaşı gazilerinden Mehmet Zeki Efendi’dir.  Mehmed Zeki Efendi, kasabaya yayan yarım saat uzaklıktaki Akçapınar (Akçamınar) köyündendir. İstanbul'da tahsile başlamış ve subay olmak istemiştir. Fakat ağır bir hastalığa yakalandığı için Kuleli Askeri Lisesi’nden ayrılmak zorunda kalmıştır.  Faruk Sümer’in babası Zeki Bey, milli mücadelede yer almış ve kendisine İstiklal Madalyası verilmiştir. Bu olayı kendisi şöyle anlatır: “Babam, Milli mücadelede üzerine düşen görevleri yerine getirmiştir. İstiklâl Madalyası sonradan bana intikal etti. 82 yaşına kadar yaşadı.”

Faruk Sümer’in ailesi 1931'de Bozkır'dan gelerek İstanbul'a yerleşmiştir.  1934'te çıkan soyadı kanunu üzerine önce "Demirtaş", daha sonra ise, bunu bırakıp "Sümer" soyadını almış lardır.

Faruk Sümer’in, iki kardeşi vardır. Bunlar; Cengiz Sümer ve Güner Sümer’dir. Prof. Dr. Cengiz Sümer, hekim olup, halen ABD’de üniversitede öğretim üyeliği yapmaktadır.  Kız kardeşi Güner Hanım ise, değerli tarihçilerimizden Prof. Dr. Refet Yinanç'la evli olup, ev hanımıdır.

FARUK SÜMER’İN EĞİTİM HAYATI

Ailesi, Faruk Sümer altı yaşındayken 1931 yılında babasının memuriyeti dolayısıyla İstanbul’a yerleşmiş ve Sümer bütün eğitimini İstanbul’da almıştır.

İlkokulu, Alemdar'da 49. İlkokul'da okur.  Sümer, ilkokul sıralarında tarihe karşı özel bir ilgi ve sevgi duymuş, bu sahaya ilişkin yayınları okumuştur. Bu ilgisini kendisi şu şekilde ifade eder:

“İlkokulda 4. ve 5. sınıflarda sosyal derslere ve bilhassa tarihe çok meraklı idim. Bundan dolayı liselerde okutulan üç cildlik tarih kitaplarının hepsini daha o zaman okumuş ve kitaplardaki bilgileri öğrenmiştim. Ortaokulda iken gazete ve mecmualarda yayınlanan tarihi makale ve romanlardan başka bulabildiğim tarih kitaplarını da okurdum. Yaz tatillerinde ricamız üzerine babam beni ve benden iki yaş küçük kardeşimi Bozkır'a gönderirdi. Bazen kasabada, bazen de Akçapınar yaylasında otururduk. Yaylada sık sık bir kaç köyün halkı birleşerek eğlenirlerdi. Erkekler, “Koca Oluk” denilen bir çeşmenin başında toplanır, güreş, arakesti ve diğerleri gibi oyunlar oynanır; sonra müziğe geçilirdi. Bağlama, cura, def, keman, gırnata (klarnet) dan oluşan çalgı takımı hareketli, ahenkli ve neşe verici Konya bölgesi türkülerini çalarlar; sadece delikanlılar değil, yaşlılar da kaşıklarla oynarlardı. Yalnız yaşlılar gençlerin oyunları sür'atli oynamalarını tenkit ederler ve "bu oyun bu kadar sür'atli oynanmaz" derlerdi. Gelin Pınarı'nda toplanan kadınlar da aynı oyunları oynarlardı. Onların çalgıcı olarak sadece defçileri vardı. Fakat kadınların oyunlarını erkekler seyretmezlerdi.

Bozkır ilçesinin güneyindeki Alanya, Gündoğmuş ve Manavgat ilçelerinde Yörükler yaşarlardı. Yörük, yörü- fiilinden -k eki ile yapılmış bir isim olup göçebe demektir. Bu yörüklerin Bozkır köylerinin yaylalarına bitişik yaylaları vardır. Bu Yörükler sadece davar yetiştirmekle yetinmezler, Koçhisar Gölü'nden tuz, Aydın ilinden kuru incir getirerek köylülere satarlar veya buğdayla "değişik" ederlerdi. Yörükler boylu boslu, sağlıklı insanlardı. Kadınları da öyle olup üç etek kıyafetleri ve takıları ile dikkati çekerlerdi. Bunların deve katarları ile birlikte kasabadaki evimizin altından ve yaylamızdan derin bir sessizlik içinde geçişleri bana çok küçük iken tesir etmiş ve bende onları yakından tanımak arzusunu uyandırmıştı. Türk topluluklarını incelemeye girişmemde, şüphesiz, küçük yaşta bu Yörükler'e karşı duymuş olduğum ilginin büyük bir payı vardır.”

Faruk Sümer’in okulda en çok sevdiği ders tarih dersidir ve bu sevgi onu ilerde büyük bir tarih profesörü yapacaktır. Tarihe olan büyük ilgisi lise yıllarında da artarak devam etmiştir.

Liseyi, İstanbul Lisesi’nde okumuştur. 9. sınıfta iken tarihçi olmak için gerekli olan çalışmalara başlamıştır. Bunu kendisi şöyle açıklar:

“Lise IX. sınıfta annemin yardımı ile eski yazıyı öğrendim. İlk okuduğum kitab, Ahmed Refik Bey'in “Bizans Karşısında Türkler” adlı eseri idi. Sonra annem bir hoca tuttu. Bu hoca Kur'ân okumakta ve eski metinleri anlamakta bana geniş ölçüde yardımcı oldu. Gerçekten faziletli bir insan olan hocamdan eski kültürümüz hakkında çok şey öğrendim.  Pek çok eser okumuştum eski yazıda. Fuat Bey'in eserlerini, tarihi mecmuaları, iktisat mecmualarını hep eski yazıda bitirmiştim. Bu arada Fransızcamı da ilerletiyordum. Fransızca eserlerin pek çoğu ile de bu devrede karşılaştım.”

II. Dünya Savaşı'nın sürdüğü lise yıllarında yaz tatillerini, ya memleketi Bozkır'da yayla ve dağlarda doğa gezi ve incelemeleri yaparak veya İstanbul'daki kütüphanelerde kitap okuyarak, çalışarak geçiren Sümer,  o yılları şöyle anlatır:

“O yıllarda II. Cihan Harbi devam ediyor. 1940’larda Almanların şehre hücum edeceği korkusu belirdi. Müzelerimizdeki kıymetli eşyaları, kütüphanelerimizdeki değerli kitapları başka yerlere taşıdık. Halkın bir bölümü memleketine geri döndü. Biz de o sene Toroslar'da yaylaya çıktık. Alaiye taraflarından gelen Yörüklerle tanıştık. O yıllarda onları yakından tanıma fırsatım olmuştu. Ben, kardeşim ve Bozkır'dan bir arkadaş dağa çıkar, tabiat gezileri yapardık. Bu sırada lise öğrencisiyim. Bizim, dağa gezi yaptığımızı gören yaşlılar bu işe bir türlü akıl erdiremez, "ne var dağ taş geziyorsunuz, ırmağın boyunda serinleyin" diye nasihat ederlerdi.”

Faruk Sümer iyi bir lise eğitimi almıştır ve o da bunun farkındadır. Lisedeki eğitimi ile ilgili şunları söylemektedir:

“Okul yıllarımda lise hocalarım oldukça kuvvetliydi. İstanbul Lisesi’nde Orhan Seyfi Orhon vardı. Onun şiirlerini severdik, okurduk, memnun olurdu. Orhan Seyfi o zamanlar Vakit Gazetesi'nde de yazardı. Ondan başka üzerimizde etkili olan bir başka hoca Hakkı Süha Gezgin'dir. Tanınmış bir tarihçi yoktu. Eh ben vardım ya! Şaka bir yana tarihe çok meraklıydım. Lisede tarih bilgi birikimim tamdı. Bu şartlarda Fakülteye kaydolmuştum. Orada da hocalarım benden çok memnundu.”

Faruk Sümer, 1942 yılında liseyi bitirir. Tarih okumak istemektedir. Bir ara tereddüt geçirir. Ama sonunda tarih bölümüne kaydolmak için; gereken asgarî formasyon ve altyapıya fazlasıyla sahip olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'ne kayıt yaptırır.  Sümer, bu tereddüdünü şöyle açıklar:

“1942 yılında liseyi bitirdim. Tarih araştırıcısı olmak istiyordum. Buna lisede iken karar vermiştim. Yalnız İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne kayd olacağım günlerde bir tereddüt meydana geldi. ‘Tıbbiye'ye gitsem daha iyi olmaz mı? Çalışkan bir gencim, iyi bir doktor olur, çok para kazanırım’ diye düşündüm. Fakat tarihten uzaklaşmak, sevgiliden ayrılmak demek olan bu düşünce, beni gittikçe daha fazla rahatsız ettiği için, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne kaydolarak bundan kurtuldum. Hekim olmadığımdan dolayı da katiyen pişmanlık duymadım. Gerçi şimdi hiç bir malım yoktur. Ama eserlerimle milletime ve ilme yapmış olduğum hizmet, bana gerçekten mutluluk vermektedir. Onun için gençlere, yüksek tahsillerini mutlaka alâka duydukları konular üzerinde yapmalarını tavsiye ederim. Bundan asla pişmanlık duymayacakları gibi, milletlerine ve insanlığa da hizmet etmiş olacaklardır. Bu hizmetin verdiği mutluluğu para asla veremez.”

Ailesi onun iyi konuştuğunu söyleyip hukuk okumasını istemektedir. Ancak bu konuda kendisine baskı yapmazlar ve tarih okuma kararını memnuniyetle karşılarlar.

Faruk Sümer, gayret ve çalışkanlığı ile fakültedeki hocalarının da sevgi ve takdirlerini kazanmış, zamanın en tanınmış değerli ilim adamları durumunda bulunan büyük otoritelerinden dersler okumuş, onların özel sohbetlerinde bulunmuş ve kendilerinden geniş ölçüde istifadeye çalışmıştır.

Fakültede ders aldığı ve yararlandığı hocaları hakkında Sümer şu bilgileri vermektedir.

“Fakültedeki hocalarımız değerli ilim adamları idiler. Çok zengin arşivleri dolayısıyla bize çok faydaları dokunmuştur.

Talebeliğimiz esnasında Ortaçağ Türk Tarihi üzerinde araştırmalar yapmakta olan M. F. Köprülü, M. H. Yinanç, A. Z. V. Togan, A. N. Kurat, O. Turan gibi kuvvetli bir kadro vardı. Hepsi de beka diyarına göçmüş olan bu muhterem insanlar birinci sınıf ilim adamları idiler. Çoğunun derslerini dinlediğim gibi, hepsinin eserlerini okudum, sohbetlerinde çok bulundum ve pek faydalandım. Şimdi bu aziz hocalarımı hüzünlü bir özlemle aramaktayım.”

“Osman Turan’ın, eserleriyle Selçuklu Devleti üzerinde yetişmeme katkısı oldu. Ona da Köprülü gibi siyasete girme diye çok yalvarmıştık. Çünkü ilim adamı zor yetişiyor. Ben çok iyi hatırlıyorum. Doçentlik imtihanlarında 4-5 safha vardı, ilk, olmazsa ikinci sene tekrar. Türkçe’den yabancı dile çeviri, kaynak diller Arapça-Farsça, bileceksin. Bunlar olmasa bir sene sonra tekrar gel. 6 ders verilir. Yazın şunu hazırla derler, 45 dakika sürede onu sun.

Ali İnanç derin bir his duyduğum büyük alimdi. Bir bilim adamı hocasıyla yetişir. Nasıl bir usta olmazsa iyi çırak yetişmiyor, iyi hoca olmayınca da talebe yetişmiyor, bu her meslekte böyledir. Bir meraklının iyi bir ustanın yanında yetişmesi lâzımdır.

Ali Kıraç'la Bayazıt'ta yaz mevsiminde sabahı ettiğimiz günler olurdu. Küllük'te oturur bir tarih sohbeti başlatırdık, güneş üstümüze doğardı. Atalarımıza layık olamadığımızı, onların yolundan gidemediğimizi, geri kalmamızın sebebinin bu olduğunu düşünüp hayıflanırdık. Bir gün Ali Kıraç gidelim onlardan özür dileyelim dedi. Kanuni’nin, Yavuz Sultan Selim’in türbesine gittik. Dua ettik, onlardan özür diledik.

Tek şeflikten sonra kültür hayatına kavga girdi. Üniversite son derece itibarlıydı. İlmin sağlam temelleri kurulmuştu. O yıllarda Alman ilim adamları gelmişti. "Haçlılar Tarihi"nin yazarı Stefan Rainsman bize Bizans Tarihi verdi. Mezopotamya Tarihinde Alman tarihçilerinden ders aldık. Avrupa ülkelerinde Dil-Tarih-Coğrafya alanının en büyük otoritelerinden ders alıyorduk. Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Cavit Baysal feyz aldığım hocalarımdı. Usta-çırak ilişkisine inanıyorum. Fuat Köprülü’yü çok iyi okumuştum. Ankara'da asistanken bana hususi imtiyaz ve alâka gösterirdi. Her türlü meseleyi tartışırdık.

Mümtaz Turhan, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Kaplan, İdris Küçükömer ders aldığım, faydalandığım diğer şahsiyetlerdi.”

Sümer, Osmanlı tarihine -özellikle klasik devir- de oldukça ilgi duymakla beraber, o zamanlar Selçuklular ve Beylikler Devri Türk Tarihi pek araştırılmamış, bakir bir saha olduğundan, Ortaçağ Türk tarihini ihtisas alanı olarak seçmiştir.  Bununla ilgili olarak Sümer, bir yandan asıl derslere devam ederken, diğer yandan da ihtisas sahasının kaynak dilleri olan Arapça ve Farsça derslerine devam etmiş ve bunlara hakim olmak için hususî bir gayret sarf etmiştir.

Selçuklular ve Beylikler Tarihi ile ilgili çalışmalarını devam ettirirken fakülte hocalarının ona ilgisini ve çalışmalarını şöyle anlatır:

“Okulda eski gelenek devam ediyordu. İstikbal gördükleri öğrenciyi destekleyip, elinden tutuyorlardı. Kısaca hocaları öğrenciye sahip çıkardı. Ben de gece gündüz çalıştım. Burs almıştım, onu hak etmeye çalışıyordum.”

Fakültede dördüncü sınıftayken Anadolu'daki Türk toplulukları hakkında bilgi toplamak için arşivlerdeki Tahrir Defterleri üzerinde çalışmaya başlamış ve "XVI. Yüzyılda Anadolu'da Türk Oymakları" başlıklı mezuniyet tezi, bu çalışma sonucunda meydana gelmiştir.

Faruk Sümer İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden, "Anadolu Türk Boy ve Oymakları (XVI. ve XVII. Asırlarda)" adlı lisans teziyle (İstanbul 1947, 68 sayfa, basılmamıştır), 1948 Şubatı’nda, Ord. Prof. M. H. Yinanç'ın başında bulunduğu Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'nden "pekiyi" derece ile mezun olmuştur.   

Yüksek öğrenimini başarıyla tamamlayan Faruk Sümer, akademik kariyer yapmak is­temiş, fakat mezun olduğu fakültede kendi ifadesiyle "kadrosuzluk" dolayısıyla buna imkân bulamadığından, Millî Eğitim Bakanlığı'ndan aldığı bir bursla, AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'nde 01. 07. 1948'de Doktora çalışmalarına başlamış ve esas itibariyle lisans tezinin mekân bakımından genişletilmesiyle hazırladığı "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Anadolu-Suriye ve El-Cezire'de Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller" (Ankara 1950, 262 sayfa, basılmamıştır.) adlı tezle, "pekiyi" derece ile 24. 05. 1950'de "Edebiyat Doktoru" unvan ve • • <       .44

payesini kazanmıştır.

Bu durumu kendisi şu şekilde anlatmaktadır. “İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirmeme rağmen, kadrosuzluktan dolayı doktorayı Ankara'da yaptım. Osman Turan'ın yanında asistanlık yaptım. Tarihçi olmamın sebebi araştırma yapmaktı. Türk tarihine, ilmine hizmet etmek istiyordum. Ne para, ne şöhret düşündüğüm şeyler değildi.

Ancak MEB’ndan aldığı burs nedeniyle üniversiteden ayrılmak ve burs karşılığı, kendisine yüklenilen iki yıl yedi ay, yirmibeş günlük zorunlu hizmet mükellefiyeti dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nca, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'ne memur olarak 31. 08. 1950 tarihinde tayin edilmiştir. Burada, dört ay, on gün kadar çalıştıktan sonra, görevinden kişisel nedenler dolayısıyla, 05. 01. 1951 tarihinde istifa etmiştir.

Bu aradan sonra tekrar akademik çalışmalarını devam ettirmek için üniversiteye geçmek istemiştir. 29. 09. 1952'de açılmış olan bir sınavı kazanarak evvelce dışarıdan, MEB adına doktora yaptığı AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'ne iki yıl aradan sonra, asistan olmuş (31. 01. 1953) ve 14. 01. 1951'de asilliği onanarak akademik hayata resmen intisap etmiştir.

1955'de " Karakoyunlular, I. Kabilevî Bünyeleri ve Başlangıçtan Cihanşah'a Kadar Siyasî Tarihleri" (Ankara 1954, 182 sayfa) adlı tezle, doçentlik sınavına girmiş ve "Üniversite Doçenti" unvanını kazandıktan sonra, aynı yıl kurulan Ortaçağ Tarihi Komisyonu'nun 03. 12. 1955 tarihli müspet raporuyla, AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü "Eylemli Doçentliği"ne getirilmiştir (16. 12. 1955).  

Doç. Dr. F. Sümer, eylemli doçent oluşundan altı ay sonra, askerlik görevini yapmak üzere, 1956 yazında silah altına alınmış (01. 06. 1956), ilk altı aylık eğitim devresini Ankara Yedeksubay Ordu Donatım Okulu'nda, geri kalan hizmetini de Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Tetkik Kurulu'nda yerine getirmiştir. Burada terhisine kadar (30. 11. 1957) tamamen mesleğiyle ilgili çalışmalarla görevlendirilen Yd. Ord. Atğm. F. Sümer, öte yandan, 1957 yılı Mart-Haziran ayları arasında haftada iki gün resmî izinli olarak fakültesinde dersler, konferanslar da vermiş, kürsüsünün ilmî faaliyetlerine katılmış, araştırmalarını da sürdürmüştür. Böylece askerliğinde geçen birbuçuk yılın, bir yılını da tamamen bilimsel ve akademik çalışmalar içinde geçirmiştir.

Askerlik dönüşünde, mevzuat gereğince, kurulan komisyonun 26. 11. 1957 tarihli müspet raporuyla, yeniden eski kürsüsüne eylemli doçent olarak atanmış ve görevinin başına dönmüştür.  Bu durumu Sümer şöyle anlatır:

“1.5 yıl süren askerlik görevimi yaptım. Terhis olunca tekrar araştırmalarıma başladım. Araştırmalar kütüphanelerde, arşivlerde ve arazide yapılıyordu. Ayrıca dünyanın her yerinden Finlandiya, Hindistan, Amerika ve Japonya gibi ülkelerden de, bütçemin verdiği imkân nispetinde, kitaplar getirtiyordum.”

1959-1960 yıllarında Ankara Üniversitesi adına misafir öğretim üyesi (doçent) olarak Londra'da bulunmuştur.

Doçentlikteki beş yıllık bekleme süresini doldurmuş ve "Oğuzlar'a Ait Destanı Mahiyette Eserler" (AÜ DTCFD, XVII/3-4, 1959, Ankara 1961, 359-456) adlı takdim teziyle, kurulan bilim komisyonunun 21. 12. 1962 tarihli müspet raporuyla, 15. 02. 1963'de üniversite profesörlüğüne yükseltilmiştir. 01. 04. 1970'te de AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü eylemli profesörlüğüne atanmıştır.

18.    06. 1974'te, Prof. Dr. A. N. Kurat’ın ölümü ile boşalan mezkur kürsünün başkanlığına getirilmiş, 10. 07. 1982'de de uzun yıllar görev yaptığı DTCF'den, araştırmalarına daha fazla zaman ayırmak için, kendi isteğiyle 58 yaşında emekli olmuş ve bundan sonra kendisini tamimiyle ilmî çalışmalara vermiştir.

FARUK SÜMER’İN ÖLÜMÜ

1958'de bir iltihap sonucunda sağ gözünü kaybetmiş, 1977'de de bir mide ameliyatı geçirmiş olmasına rağmen, güçlü bir bünyeye sahipti ve sağlıklı görünüyordu. Son zamanlarında, çalışmalarını evinde büyük bir hızla sürdürmekte ve ilim dünyasına yeni eserler vermekte iken, karaciğer kanserine yakalanmıştı. Bu arada, ne yazık ki, bir trafik kazası sonucunda ikiz oğullarından büyüğü Kutlu'yu da kaybetmişti. Bundan çok müteessir olan ve sarsılan hocamızın hastalığı -belki bunun da etkisiyle- şiddetlenmiştir. Oğullarından birinin erken yaşta vefatı Sümer’in kısa bir süre sonr

a ölümünde büyük rol oynamış    ve kurtulamayarak tedavi gördüğü İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, 21 Ekim 1995 Cumartesi günü, saat 17.15’te  71 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi, 26 Ekim 1995 Perşembe günü Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nda saat 10.00'da düzenlenen bir töreni müteakip, Fâtih Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Kozlu'daki aile mezarlığında defnedilmiştir.   

Prof. Dr. Faruk Sümer, Evli ve dört erkek çocuk babasıdır. İki kez evlenmiştir. Kendisi gibi bir tarihçi olan ilk eşi Prof. Dr. Mine Erol Hanım'dan (şimdi emekli) Selçuk adlı bir, ikinci eşi, ev hanımı Cemile Nilay Sümer Hanım'dan (doğ. 1936)'da, Ali Kutlu (doğ. 1970- ölm. 1995), Cevat Mutlu (doğ. 1970) ve Zeki Gültekin (doğ. 1971) adlarında üç oğlu 59 olmuştur.

İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Prof. Dr. Faruk Sümer'in, tez, kitap, makale, tebliğ, ansiklopedi maddesi, tenkitli metin neşri, çeviri, tenkit, konuşma vb. gibi pek çok eseri mevcuttur.  Bizim tespitlerimize göre, 400'ün üstünde basılmış ve basılmamış eseri ve yayını bulunmaktadır. Yaptığı çalışmalarla, verdiği orijinal eserlerle Türk Tarih ve kültürüne büyük katkılarda bulunmuştur.

II.     BÖLÜM - ESERLERİ

A-TEZLER

Lisans Tezi: İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirme tezi olarak; "Anadolu Türk Boy ve Oymakları (XVI. ve XVII. Asırlarda)" adlı konuyu hazırlamıştır. Fakültede dördüncü sınıftayken Anadolu'daki Türk toplulukları hakkında bilgi toplamak için arşivlerdeki Tahrir Defterleri üzerinde çalışmaya başlamış ve "XVI. Yüzyılda Anadolu'da Türk Oymakları" başlıklı mezuniyet tezi, bu çalışma sonucunda meydana gelmiştir. Tezini 1947 yılında tamamlamış ve mezun olmuştur.

Lisans tezi 68 sayfa olup (basılmamıştır) bugün İÜ Merkez Kütüphanesi, Nr. 1471’de yer almaktadır. Ayrıca bu tez İÜ EF Tarih Seminer Kitaplığı, Nr. 410’da da yer almaktadır.

Doktora Tezi: Yazarımızın doktora tezi; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Anadolu-Suriye ve El-Cezire'de Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller"dir. Lisans tezinin mekan olarak genişletilmiş hali olan bu tezi AÜ DTCF’nde 1950 yılında hazırlamıştır. Tez, 262 sayfadır (basılmamıştır.).

Doktora Tezi, AÜ DTCF Tarih Enstitüsü, Nr. 90’da yer almaktadır. Ayrıca yine AÜ DTCF Kütüphanesi, Nr. 69’da da bir nüshası mevcuttur.

Doçentlik Tezi: "Kara-Koyunlular (Başlangıçtan Cihân-Şah'a Kadar)" adlı doçentlik tezini 1955 yılında tamamlamış ve yapılan imtihanları başarıyla vererek doçentlik ünvanını kazanmıştır. Doçentlik tezi 169 sayfa olup, daha sonra kitap haline getirilmiş ve TTK tarafından 1967 yılında basılmıştır. Doçentlik tezi Kara-Koyunlular kitabının birinci cildi olarak düşünülmüş ancak ikinci cildi yazarımızın ömrü vefa etmediği için yazılamamıştır. Kara-Koyunlular kitabı, 1984 ve 1992 yıllarında TTK tarafından iki defa daha basılmıştır.

Profesörlük Tezi: Profesörlük takdim tezi olarak, "Oğuzlara Ait Destani Mahiyette Eserler" adlı incelemesi ile 1963 yılında profesörlük unvanını almıştır. Bu inceleme AÜ DTCF Dergisi’nde de yayınlanmıştır.  "Oğuzlara Ait Destani Mahiyette Eserler" adlı incelemesi; daha sonra yazdığı ancak ölümünden sonra yayınlanabilen, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları adlı kitabına da kaynaklık etmiştir.

B-KİTAPLAR

Prof. Dr. Faruk Sümer’in bizzat yazmış olduğu kitapları, kaynak yayınları ve çevirileri olmak üzere Türk ve dünya tarihine kazandırdığı yirmi iki tane eser vardır. Bunlardan 19 tanesi hayatta iken veya vefatından sonra basılmıştır. Ancak üç eseri hiçbir şekilde basılamamıştır. Faruk Sümer’in kitaplarını üç bölüm altında incelememiz uygun olur.

1.    Kendisinin Yazdığı Veya Yazılmasına Katkıda Bulunduğu Kitapları: Prof. Dr. Faruk Sümer bu kitapları ya kendisi yazmış ya da yazılmasına katkıda bulunmuştur. Bu kitaplar şunlardır:

Turkısh Archıtecture (Türk Mimarisi): Turkısh Archıtecture orijinal ismiyle İngilizce olarak yayınlanmıştır. Kitabı, Faruk Sümer’in kendisi ile birlikte altı kişi yazmışlardır. Kitabın yazılmasında; Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin, Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Dr. Tahsin Özgüç, Prof. Dr. Neşet Çağatay, Prof. Dr. Faruk Sümer ve Dr. Haluk Karamağaralı yer almıştır. Kitabı Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal tercüme etmiştir. Ankara Üniversitesi Basımevi (İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü Yayını) tarafından 1965’de yayınlanmıştır. Ankara’da basılan kitap 190 sayfadan oluşmaktadır. Kitapta; Anadolu’yu Anadolu yapan ve Türk damgasını Anadolu’nun dört tarafına vuran tarihi eserler ve bu eserlerin mimarisi hakkında bilgi verilmiştir. Türk Mimarisi adlı bu eser yedi başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıklar; 1. Giriş, 2. Camiler, 3. Medreseler, 4. Türbeler, 5. Saray ve köşkler, 6. Kervansaraylar, 7. Plan ve figürler şeklindedir.

Türk Mimarisi adlı kitap, daha önce UNESCO tarafından sermaye sağlanmak suretiyle iki defa daha basılmıştır. 1959 yılında düzenlenen “First International Congress of Turkish

Arts” da bilim dünyasına sunulmuştur. Daha sonra “Turkish Decorative Arts” adıyla ikinci defa basılmıştır. AÜ’nin baskısı kitabın üçüncü baskısıdır.

Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları: Faruk Sümer’in en önemli eseri olan Oğuzlar (Türkmenler), kitabının bizim incelediğimiz 5. baskısı Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1999 yılında İstanbul’da basılmıştır. Kitap 488 sayfa ve eklerden oluşmaktadır.

Sunuş, daha önceki baskıların önsözleri, giriş ve asıl bölümlerden oluşan Oğuzlar kitabı üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Oğuzların tarihi, ikinci bölümde; boy teşkilatı ve boylar, üçüncü bölümde ise; destanlar anlatılmaktadır. Bunları özet bölümü izlemektedir. Özetten sonra Oğuzlarla ilgili bazı ek bilgiler (Oğuz boylarının nüfus ve damgaları) ve haritalar verilmiştir. Bunlar şöyledir:

-     XVI. yüzyılda Anadolu’da Oğuz boylarına ait yer adları

-     Yer adları sayısına göre Oğuz boyları

-     Anadolu ve Suriye’deki Türkmen oymakları ile ilgili listeler

A.      En eski liste (XIV. Yüzyıl)

B.      Halil Zahiri’nin listesi (XV. Yüzyılın birinci yarısı)

C.     Katip Çelebi’nin listesi (XVII. Yüzyıl ortaları)

Ç. Seyyah Niebuhr’un listesi (1764)

D.      V. Langlois’nin Çukurova’daki oymaklara dair listesi (1857 yılı)

E.     Dr. Çakır Oğlu’nun Batı Anadolu’daki Yörük oymaklarına dair listesi (XIX. Yüzyılın ikinci yarısı)

- İran’da yaşayan Türkmen asıllı oymaklar ile ilgili listeler

A.     Dupre’nin listesi

B.     Lady Shell’in listesi

- Hazar-Ötesi Türkmenleri’nin oymak teşkilatı ile ilgili listeler.

Oğuzlar kitabı bu güne kadar beş baskı yapmıştır. Bu baskıların ilki 1967 (468 sayfa) yılında ikincisi ise; 1972 yılında AÜ DTCF tarafından yayınlanmıştır. Üçüncü baskı bazı ilavelerle 1980 yılında Ana Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Dördüncü (1992) ve beşinci (1999) baskıları Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından yapılmıştır. Oğuzlar kitabının ortaya çıkışını Faruk Sümer kendi hal tercümesinde şu şekilde anlatmaktadır:

“1964 yılında benim için en büyük gaye olan "Oğuzlar" adlı kitabımı yazmaya başladım. Konunun tamamına yakın kısmı, 15 yıldan beri bölümler halinde incelenerek yayınlanmıştı. Oğuzlar’ı, umumiyetle, geceleri yazıyordum. Bu şekilde daha fazla bir ilerleme görülüyordu. Yazdıklarımı beğenmez isem, üşenmeden onları yeniden kaleme alıyordum. Eserin yazılması iki yıl, basılması da bir yıl sürdükten sonra 1967 yılında yayınlandı. Böylece dünya çapında meydana getirdiği eserleri az çok bilinen, fakat kendisi bilinmeyen büyük yazar (=Oğuzlar) dünyaya tanıtılmış oldu.”

Eser 1992 yılında “Oğuz Boyları Damgaları” ile haritalar çıkarılarak, Kiril harfleri ile Azeri Türkçe’sine çevrilmiş, (Trc. Ramiz Esger, önsöz. Prof. Dr. Kamil Veliyev), Bakü 1992, 432 sayfa (Azerbaycan Republikası Devlet Matbuat Komitesi).

Faruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) adlı kitabı Türkmenistan Türkçe’sine de çevrilmiştir. Dünya Türkmenleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Muhammet Aydoğduyev tarafından Türkmen Türkçe’sine çevrilen bu kitabın bir örneği, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’na hediye edilmiştir.

Ayrıca yine bu kitabın giriş kısmı, Yeni Türkiye Dergisi, Cilt: III, Sayı: 15, Mayıs- Haziran 1997, s. 251-260 (Türk Dünyası Özel Sayısı)  ‘nda yayınlanmıştır.

Kara-Koyunlular (Başlangıçtan Cihan-Şah’a Kadar): Bu kitap, Türk Tarih Kurumu tarafından Ankara’da 1967 yılında basılmıştır. Kara-Koyunlular kitabı 167 sayfadan oluşmaktadır.

Kara-Koyunlular kitabında, önsöz, kaynaklara dair (Kara-Koyunlu Devleti ile ilgili kaynaklar), Kara-Koyunlular ulusu ve siyasi tarihleri başlıkları yer almaktadır. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm Kara-koyunlu ulusu, ikinci bölüm siyasi tarihleridir.

Kitabın iki ciltten oluşması tasarlanmış ancak bu gerçekleşmemiştir. Yazarımızın ömrü kitabın ikinci cildini yazmaya yetmemiştir. Prof. Dr. Faruk Sümer doçentlik tezini (Kara

Koyunlular-Başlangıçtan Cihan-Şah’a Kadar) geliştirerek Kara-Koyunlular kitabını meydana getirmiştir. Yazarımız bu durumu şu şekilde anlatmaktadır.

“Bu eser "doçentlik tezi" olarak 1954 yılında hazırlanmıştır. Eserin bu zamana değin yayınlanmaması Kara-Koyunlu tarihinin geri kalan kısmını da yazıp tek bir cilt halinde bastırmak istememden ileri gelmişti. Hattâ daha sonraları, bazı bakımlardan beni tatmin etmeyen bu cildi de yeniden kaleme almayı düşünüyordum. Fakat başka konu ve meseleler üzerinde sonu gelmez meşguliyetlerim sebebiyle bu istek bir türlü tahakkuk etmedi. Bunu yakından bilen bazı meslektaşlarım eserin bu hali ile yayınlanması hususunda beni teşvik etmekte idiler. Onlar bu yayının, aynı zamanda, eserin II. cildinin hazırlanmasında da âmil olacağını söylüyorlardı. Zaman geçtikçe bu meslektaşlarımın mütalaalarında ne kadar haklı oldukları anlaşılıyordu.”

Eserin birinci cildinin ilk baskısı bu şekilde 1967 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yapılmıştır. Kitap, sonra iki baskı daha yapmıştır. 1984, 1992 yıllarında yapılan baskılar da Türk Tarih Kurumu yayınıdır.

Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail İle Halefleri ve Anadolu Türkleri): Faruk Sümer’in bu eseri Türk Tarih Kurumu tarafından Ankara’da 1992 yılında basılmıştır. Kitap 265 sayfadır.

Kitap; önsöz, giriş ve dört bölüm ile sonuçlar, Şah İsmail’in şiirlerinden seçmeler ve İngilizce özet bölümlerinden oluşmaktadır.

Önsöz bölümünde eserin yazılış gayesi hakkında bilgi verilmiştir. Giriş bölümünde Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar’ın faaliyetlerinden bahsedildikten sonra, Şah İsmail’in Safevî Devleti’ni kurması anlatılmıştır. Birinci bölümde, Şah İsmail devri, ikinci bölümde, Şah Tahmasb devri, üçüncü bölümde, II. Şah İsmail ve Sultan Muhammed devirleri, dördüncü bölümde ise; Şah Abbas devri anlatılmıştır.

Kitap bugüne kadar iki baskı yapmıştır. Birinci baskı 1976 yılında Ankara’da Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Yayını tarafından; ikinci baskı ise, 1992’de Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır.

Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü adlı kitap, Türk ve dünya tarihi açısından son derece büyük öneme haizdir. Çünkü, “Walter Hinz, Almanların en tanınmış İranistlerinden biridir. Bu bilgin, oldukça genç yaşlarında (30) önemli bir iddia ve tezle “Irans Aufstieg zum Nationalstaat im 15. Jahrhundert, 1936” (15. yüzyılda İran’ın Milli Bir Devlet Haline yükselişi) adlı bir eser yazmıştır. Bizde Tarih Kurumu’nca (Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd) üst başlığı ile yayınlanan bu eserin ana tezi, adından da anlaşılacağı üzere Safevî Devleti’ni milli bir İran devleti olarak göstermesidir. Gerçi Hinz’in bu tezi bazı batılı bilginlerce (Brockelmann, Rypka, Cahen) kısaca tenkit edilmişse de bu tez asıl, bütün belge ve delilleriyle ve açıklığı ile Faruk Sümer’in yukarıda zikredilen eseriyle cerh edilmiştir. Kendisi bu konuda şöyle der: ‘Bu eserle, 1501 yılında Safevî Devleti’ni kuran Türk unsurun, ezici çoğunluğunun Anadolu’dan İran’a göçen Türkler olduğu kesin bir şekilde meydana çıkmış oldu.’  

Türklerde Atçılık ve Binicilik: Türklerde Atçılık ve Binicilik kitabı 1983 yılında TDA tarafından İstanbul’da basılmıştır. 132 sayfa olan bu kitap I. Cilt olarak yazılmıştır.

Kitap, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde binit takımı, ikinci bölümde binit takımı ile ilgili deyimler ve tarihi bilgiler verilmiştir. Ayrıca çeşitli yöre ve şehirlerden alınmış at süs ve eşyalarının resimleri de kitabın sonunda verilmiştir. Faruk Sümer, bu kitabı yazmaktaki gayesini şu şekilde açıklar:

“Zamanımızdaki binit takımının incelenmesi, anlaşılacağı üzere etnografların çalışma sahasına giren bir konudur. Fakat onlar bu vazifelerini yapmadılar. Durum böyle devam ederse -ki bana edecek gibi göründü- bir Türk eğerini, kısa bir zaman sonra, müzelerimizde dahi görmek mümkün olmayacak ve hatta onun kısımlarına ait isimlerin emin bir şekilde tesbit edilememesi tehlikesi ile karşılaşılacaktı. Esasen epeyce bir müddetten beri ülkemizin birçok bölgelerinde Türk eğerinin yerini yabancı asıllı eğerler almış bulunuyorlardı. İşte, bu konuyu ele alıp incelememizin başlıca sebebi budur. Tarihteki Türk atçılığı, biniciliği ve binit takımı ile ilgili meselelerin araştırılması tarihçilerin vazifesi olduğundan bunlara dair kaynaklardaki bilgileri eskiden beri toplamakta idim. Bugünkü binit takımını incelemeye karar vermem bu bilgilerin de işlenip burada neşredilmesine güzel bir vesile teşkil etti. Bundan dolayı daha fazla bir mutluluk hissettiğimi ifade etmek isterim.”

Türklerde Atçılık ve Binicilik adlı kitabın ikinci cildi de düşünülmüş ancak basılamamıştır. Bunu I. cildin önsöz bölümünden öğreniyoruz. Faruk Sümer II. cilt hakkında önsözde şu bilgileri vermiştir:

“II. bahis’te binit takımı ile ilgili deyimlerin tarihi gelişmeleri incelenmiştir. Bundan şu netice de çıkmıştır ki, en eski deyimlerin çoğu Türkiye Türkçesi’nde muhafaza edilmiştir. Binit takımına dair eski kaynaklarda rast gelinen bilgilere de daha çok bu bahiste yer verilmiştir.

Araştırmamızın II. bölümü de kısa bir zaman içinde yayınlanacaktır. Bu bölümde atların beden yapıları, donları ve yürüyüş şekillerine ait isimler üzerinde durulacak, bakımları ve hastalıkları hakkında gerek halkımızdan elde edilen, gerek tarihi kaynaklardan çıkarılan bilgiler anlatılacaktır. Atlar ile ilgili bazı mühim tarihi geleneklerden de bu bölümde söz edilecektir.”

Eski Türklerde Şehircilik: Sümer’in bu kitabı Türk Tarih Kurumu tarafından 1994 yılında Ankara’da basılmış olup 112 sayfadır. Kitap önsöz ve asıl bölümden oluşmaktadır.

Kitapta, Türklerin yerleşik hayata (şehir hayatına) geçişleri hakkında bilgi verilmiştir. Yerleşik hayata geçildikten sonra Türkler tarafından kurulan şehirler anlatılmıştır. Moğol istilası ile bu şehirlerin büyük zarar gördüğü aktarılmaktadır. Eski Türk devletlerinin şehircilik konusunda Çin’den etkilendiği anlatılır. Ayrıca kitapta, Türk kültüründen de bahsedilmektedir.

Kitabın sonunda eski Türk şehirlerinin resmi ile bu şehirleri gösteren harita yer almaktadır. Bu haritayı Faruk Sümer kendisi hazırlamıştır. Bunu şu ifadesinden anlıyoruz. “Epeyce zahmet çekilerek tarafımızca meydana getirilmiş olan bu haritanın, metnin anlaşılmasında yardımcı olacağını umuyorum.”

Yabanlu Pazarı - Selçuklular Devrinde Milletler Arası Büyük Bir Fuar (An Important International Fair During The Saljuk Period): Türk iktisat tarihi açısından önemli bir eser olan bu kitap 1985 yılında İstanbul’da Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından yayınlanmıştır. 132 sayfa olan kitap uzun uğraşlar sonucu kaleme alınmıştır. Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı’nın yerini tespitinde uzun süre çaba harcamıştır. Çünkü bu tarihe kadar Yabanlu Pazarı’nın kurulduğu yer tam olarak bilinmemektedir.

Yabanlu Pazarı hakkında İslam kaynaklarında bilgi vardır. Bu bilgilere göre o dönemde kurulan pazar Faruk Sümer’in ifadesiyle, “dünyanın en büyük milletlerarası fuarı” özelliğini göstermektedir. Bu fuardan Mevlana’nın Mesnevi’sinde de bahsedilmektedir.  

Kitap, önsöz, giriş, Yabanlu Pazarı, İngilizce tercümesi ve iki ekten oluşmaktadır. I. ekte Zamantı Kalesi, II. ekte ise Bey Bars’ın 1277 yılındaki Anadolu seferine dair İbnü’z- Zâhir’in risalesinin tercümesi verilmiştir. Ayrıca eklerin İngilizce tercümesi de verilmiştir. Kitabın sonunda ise Yabanlu Pazarı ve Zamantı Kalesi ile ilgili vesikalar bulunmaktadır.

Eshâbü’l-Kehf (Yedi Uyurlar): Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1989 da İstanbul’da basılan kitap 92 sayfadır. Önsöz ve konuyu takiben kitabın sonunda harita ve resimlere yer verilmiştir.

Kitapta; İslam dünyası için önemli olan Eshâbü’l-Kehf hakkında bilgi verilmektedir. Faruk Sümer bu eseri ile Eshâbü’l-Kehf’in 309 yıl uyuduğu mağaranın Maraş’ın Afşin ilçesinde yer aldığını ileri sürmektedir.

Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri: Faruk Sümer tarafından yazılan bir diğer kitap olan Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Tarih Kurumu tarafından 1998 yılında Ankara’da basılmıştır. Kitap 100 sayfadır.

Kitap; önsöz, Mengücekler, Saltuklular, Ahlat şehri ve Ahlatşahlar bölümlerinden oluşmaktadır.

Önsöz bölümü giriş mahiyetinde olup Selçuklular devrinde Doğu Anadolu hakkında bilgi verilmektedir. I. bölümde, Mengücekliler’in siyasi tarihi, sosyal ve kültürel yapısı hakkında bilgi verilmektedir. Bölümün sonuna Mengücekliler’in soy kütüğü ve Mengücekliler’e ait tarihi eserlerin resimleri konulmuştur. II. bölümde, Saltuklular’ın tarihi ve kültürü hakkında bilgi verilmiştir. Bölümün sonuna Saltuklular’ın soy kütüğü ve Saltuklular’a ait tarihi eserlerin resimleri konulmuştur. III. bölümde ise; Ahlat şehri ve Ahlatşahlar hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümün sonuna da Ahlatşahlar’ın soy kütüğü ve Ahlatşahlar’a ait tarihi eserlerin resimleri konulmuştur.

Faruk Sümer’in, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri adlı kitabı iki baskı yapmış olup, birinci baskı 1990’da, ikinci baskı ise 1998 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yapılmıştır.

Çepniler Anadolu’nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu: Anadolu tarihinde önemli bir yere sahip olan Çepnilerin tarihi anlatılan kitap, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1992 yılında İstanbul’da 144 sayfa olarak basılmıştır.

Bir önsöz ve altı bölümden oluşan kitabın önsözünde, Çepniler’in Anadolu’nun fethinde ve bulundukları bölgelerin korunmasında (özellikle Trabzon Rum İmparatorluğu’na karşı) oynadıkları rol anlatılmıştır. I. bölümde; Türkiye’deki Çepniler hakkında bilgi ve yaşadıkları bölgeler verilmiştir. II. bölümde; Çepnilerin katıldığı dini hareketler (isyanlar) anlatılmıştır. Anadolu’nun dini tarihinde üç önemli hadise görülür. 1. Babai Türkmenleri’nin ayaklanması, 2. İlhanlı Hükümdarı Olcaytu’nun Oniki-imam Şiîliğini kabul etmesi, 3. Safevî Şeyhi Cüneyd’in Anadolu’daki faaliyetleri anlatılmıştır.

111. bölümde; Şehzade Selim (Yavuz) döneminde Anadolu’da Çepniler ve Şiîlik hareketleri anlatılmıştır. Bu dönemde Çepnilere ait defterlerden yerleşim yerleri sayısı vergi askerlik vb durumları aktarılmıştır. Bunlar tablolar halinde rakamlarla gösterilmiştir. Çepni Boyunun Damgası da verilmiştir. IV. bölüm; Trabzon sancağında yerleşmiş olan Çepniler ve yerleşim yerleri hakkındadır. Trabzon’daki Çepni vilayetine bağlı köylerin listesi ve Trabzon Sancağı’nda Çepni Yöresi (Vilayet-i Çepni Der Livâ-i Trabzon) listesi verilmiştir. V. bölüm; Çepni Vilayeti dışında yer alan köyler hakkındadır. Bu köylerin listesi verilmiştir. VI. bölüm ise; Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Çepniler hakkındadır. Bu bölümü takiben bir özet bölümü vardır. Bu bölümde, Tahrir Defterleri’nde Çepnilere dair kayıtlar verilmiş.  

Tirebolu Tarihi: Karadeniz Bölgesi’nin özelliklede bu bölgede bulunan Çepnilerin tarihi hakkında yazılmış olan bu kitap Eskişehir’de (Etam A.Ş. Matbaa Tesisleri) 1992 yılında basılmıştır. Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından yayınlanan kitap 255 sayfadır. Bölgedeki Türklerin özellikle Çepnilerin Trabzon Rum İmparatorluğu ve diğer devletlere karşı mücadelesini Anadolu’ya ilk akınlarından başlayarak anlatmıştır. Kitabın sonunda konu ile ilgili resimler vardır.

Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları: Faruk Sümer’in ölümünden sonra basılabilen kitaplarından biri olan Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları, Ders Kitapları Anonim Şirketi tarafından 1997 yılında İstanbul’da basılmıştır.

Kitapta Türk devletleri ve bu devletleri kuran Türk toplulukları hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca bu devletlere ait ya da devletleri kuran Türk topluluklarına ait destanlara da yer verilmiştir.

Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları I: Prof. Dr. Faruk Sümer bu kitabı sağlığında tamamlamış ancak kitap basılamamıştır. Bu nedenle kitabın sunuş bölümünü Prof. Dr. Turan Yazgan yazmıştır. Ayrıca kitabın basılmadan önceki düzenlemelerini de Turan Yazgan yapmıştır. Kitap, Faruk Sümer vefat ettikten sonra Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından basılmıştır. İstanbul 1999 basımı olan birinci cilt 450 sayfadır.

Eser sunuş ve Türk devletlerinde şahıs adları bölümlerinden oluşmaktadır. I. bölümde Türk devletlerinde ad koyma geleneği hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Birinci ciltte onbeş Türk devleti dönemindeki şahıs adları verilmiştir. Gök Türkler'den Osmanlılar'a kadar Türk devletlerinde kullanılmış olan Türkçe şahıs adları incelenmiştir. Kitapta; bu isimler dolayısıyla, Türk devletinin hususiyetleri, şahıs adlarının manaları, bu adları taşıyanların hal tercümeleri, ilgi çekici birçok gelenek ve görenekler hakkında da bilgi verilmiştir.

Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları II: II. cilt Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından İstanbul’da 1999 yılında basılmıştır. Bu cilt 428 sayfadan oluşmaktadır. Birinci ciltte olduğu gibi II. ciltte de sunuş bölümünü Prof. Dr. Turan Yazgan yazmıştır.

Birinci kitabın devamı olarak devletlerde kullanılan şahıs adları ve unvanları verilerek bunlar açıklanmıştır. II. ciltte sekiz devlet ve bu devletlerde kullanılan şahıs adları verilmiştir.

Faruk Sümer’in yayınlanmış bu kitapları dışında yayına hazırladığı ancak basılamayan kitapları da vardır. Bu kitaplar, İslam Devletleri (Tarihçeleri, Kronoloji ve Soy kütüğü Cetvelleri), Köroğlu’nun Tarihi Şahsiyeti, Menemenci-Oğulları Tarihi’dir.

2.    KAYNAK YAYINLARI: İslam ve Türk tarihi ile ilgili kaynak metinleri toplayıp bir araya getirdiği veya unutulmaya yüz tutmuş tarihi eserleri yeniden ilim dünyasına kazandırdığı çalışmalarıdır.

Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (I. Cüz): Faruk Sümer bu kitabı Necati Lugal ile birlikte düzenleyerek ilim dünyasına kazandırmıştır. Abu Bakr-i Tihranî tarafından yazılan kitabın düzenlenmiş hali Türk Tarih Kurumu tarafından Ankara’da 1993 yılında 309 sayfa olarak basılmıştır.

Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi adlı eser önsöz, giriş ve asıl bölümlerinden oluşmaktadır. Önsöz ve giriş bölümlerini Faruk Sümer yazmıştır. Önsöz bölümünde kitabın (Akkoyunlu ve Karakoyunlu tarihi için) önemi ve basılış serüveni anlatılmıştır. Kitab-i Diyarbakriyya’nın bilinen tek nüshası Bağdat’ta avukat Muhammed Amin’dedir. Bu nüshayı elde etmek ve tahsislerini yapmak hususunda pek çok müşküllerle karşılaşılmıştır.

Giriş bölümü iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, eserin müellifi ve o dönem siyasi olayları hakkında bilgi verilmektedir. Müellif İsfahanlı olup müverrih, münşi (başkatip), müderris ve üç devletin hizmetinde bulunmuş bir devlet adamıdır. İkinci kısımda eser hakkında bilgi verilmektedir. Esere Kitab-i Diyarbakriyya denilmesinin nedeni hem kendi lakabı hem de Hasan Beg’in yurdu olan bölgenin isminin ikinci kelimesi (Cüz’i Sanisi)

Bakr olmasıdır. Giriş bölümünde ayrıca; eserin muhtevası, eserin değeri, eserden faydalanan eski müellifler, eserden faydalanan yeni müellifler, nüshanın tavsifi (tasvir), eserin neşrinde takip edilen usul konuları yer almaktadır.

Akkoyunlu Devleti ile hiçbir resmi vakayinamesi olmayan Karakoyunlular Devleti içinde önemli bir kaynak olan Kitab-i Diyarbakriyya’da yer alan metinler Farsça’dır.

Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (II. Cüz): Kitab-i Diyarbakriyya’nın II. cildi 1993’de TTK tarafından yayınlanmıştır. II. cilt 369 sayfadır.

Prof. Dr. Faruk Sümer, İkinci cüze yazdığı giriş bölümünde eserin ne zaman sona erdiği fikri üzerinde durmuştur. Eser yarımdır ve eserin sona ermesini muhtemelen Otlukbeli Savaşı 878 (1473) olarak düşünmektedir. Bunu bazı delillerle (o dönem olayları) ispatlamaya çalışmıştır. Giriş bölümünde bu delilleri anlatmıştır. Bütün bu mülahazalara dayanarak, kitabın Uzun Hasan’ın Van Gölü kuzeyindeki Aladağ’a varışı ile son bulmuş olması kuvvetle muhtemeldir. II. cüzde Farsça olarak kaleme alınmıştır.

Kitab-i Diyarbakriyya, tek cilt halinde İran’da da yayınlanmıştır. ("Zebân-ı Ferheng-i İran" Yayını, Tahran 1997.)  Eser, Mehmet Demirdağ tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1999).

İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve Çeviriler): Faruk Sümer bu kitabı Prof. Dr. Ali Sevim ile birlikte hazırlamıştır. Türk Tarih Kurumu tarafından 1971’de Ankara’da basılan kitap 148 sayfadır.

İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm; önsöz, ikinci bölüm; giriş ve sonuçlar, üçüncü bölüm; tercümeler, dördüncü bölüm ise; asıl metinlerden oluşmaktadır.

Malazgirt Savaşı ile ilgili Arapça ve Farsça eserlerdeki metinleri bir araya getiren Prof. Dr. Faruk Sümer ve Prof. Dr. Ali Sevim bu metinleri Türkçe’ye tercüme ederek İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı eseri ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca kitaba önsöz ve giriş bölümü de yazmışlardır. Önsöz bölümü kitap ve yazılış amacı hakkındadır. Giriş bölümünde ise; Malazgirt savaşı ile ilgili kaynaklar ve yazarları hakkında bilgi verilmiştir. Sonuçlar bölümünde; bu metinler hakkında bir değerlendirme yapılmıştır.

İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı eser iki baskı yapmıştır. Birinci baskı 1971 yılında, ikinci baskı ise 1989 yılında yapılmıştır. Her iki baskı da Türk Tarih Kurumu yayınıdır.

3.    ÇEVİRİLERİ: Türk tarihi ile ilgi eserlerin çevrilmesinde katkıda bulunduğu eserlerdir. Bunlar bir kitap ve bir makaledir.

The Book Of Dede Korkut a Turkish Epic: Faruk Sümer, A. E. Uysal, W. S. Walker “Dede Korkut Destanı” kitabını İngilizce’ye tercüme etmiştir. Kitap yurt dışında iki defa basılmış olup 235 sayfadır. The Book Of Dede Korkut a Turkish Epic kitabının oluşumu ile ilgili Faruk Sümer kendi hal tercümesinde şu bilgiyi vermektedir.

“Milli destanımız olan Dede Korkut Destanları’nın dünya destan edebiyatları arasında yer alarak tanınmamış olması beni devamlı bir şekilde üzüyordu. Bu kaçınılmaz görevi de yerine getirmek için iki arkadaşımla birlikte destanları İngilizce’ye çevirdikten sonra, ona giriş, notlar ve bibliyografya ilave ettik. Bu tercüme 1972 yılında Amerika’da, Texsas Üniversitesi tarafından yayınlandı. 1992 yılında da The Book Of Dede Korkut’un aynı üniversite tarafından ikinci baskısı yapıldı.”

Avrupa ve Türkler-Osmanlı İmparatorluğu’nun Medeniyeti: Makalenin yazarı Bernard Lewis’tir. Faruk Sümer bu makaleyi eski eşi Prof. Dr. Mine Erol ile birlikte Türkçe’ye çevirmiştir. 7 sayfa olan bu makale Türk Yurdu dergisinde 1954 yılında yayınlanmıştır.

C- YAYINLANMIŞ MAKALELERİ

Oğuzlar:   Oğuzlar ( Türkmenler) tarihinin en büyük uzmanı olarak bilinen Faruk Sümer bu makalede Oğuzlar hakkında geniş bilgiye yer vermiştir. Makalede ele alınan başlıca konular şunlardır;

A)      Oğuzlara dair en eski bilgiler

1.     Oğuz adının menşei

2.     Barlık Irmağı kıyılarında Oğuzlar

3.     Tula boylarında Oğuzlar

Göktürkler idaresinde Oğuzlar

B)      IX-XI. Yüzyıllarda Oğuzlar (Sirderya Oğuzları)

1.     Oğuzların yurtları

2.     Oğuzların yaşayış tarzı

3.     İktisadi hayatları

4.     Dini inanışları

5.     Başka gelenek ve görenekleri

6.     Oğuzların İslamiyet’e girişi

7.     Oğuz Yabgu Devleti

8.     Uzların macerası başlıkları yer almaktadır.

Anadolu’da Oğuz Boylarına Dair Yer Adları: 80   Oğuzlar’ın Anadolu’ya göç etmeleri, bu göçler sonucu Anadolu’da kurulan yeni yerleşim yerleri ve bazı şehirlerin isim değişikliği üzerine yazılmıştır. Sümer, bu makaleyi üç başlık altında toplamıştır.

9.     Kaşgarlı’daki Oğuz boyları

10.  Reşidud-din’e göre Oğuz boyları

11.  Yazıcıoğlu’ndaki Oğuz boyları listesi verilmiştir.

Azerbaycan’ın Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir Bakış:   Makalenin girişinde Azerbaycan ile ilgili yapılan araştırmaları vermiş. Daha sonra Azerbaycan’ın Türkleşmesi tarihini üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde, Selçuklu Devri, ikinci bölümde, Moğol Devri, üçüncü bölümde ise; Moğol devrinden sonra (İkinci Türkmen Devri) Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler Devri anlatılmıştır.

Ağaçeriler:   Ağaçeriler hakkında bilgi verdiği bu makalede, Ağaçerilerin tarihi, sosyal ve kültürel yapısı ile hizmetlerinde bulundukları devletlere faydaları üzerinde durulmuştur.

XIII. - XV. Yüzyıllarda Maraş-Elbistan ve Malatya dolaylarında büyük bir Türkmen topluluğu olan Ağaçeriler hakkında geniş bilgi verilmektedir. Selçuklular döneminde Anadolu’ya gelişleri, Moğollarla mücadeleleri ve daha sonraki yüzyıllarda varlıkları, yaşayışları ve kültürel etkinlikleri hakkında da çeşitli bilgiler verilmiştir.

Bu makale İslam Ansiklopedisi (Diyanet Vakfı)’nde ve Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi’nde de yayınlanmıştır.

Anadolu’ya Yalnız Göçebe Türkler Mi Geldi?:   Türk milleti hakkında genel bir bilgi (yerleşik hayat, madencilik, hayvancılık vb.) verdikten sonra eski Türk devletlerinden bahsetmiştir. Oğuzlar ve diğer Türk boyları hakkında bilgi verilmiştir. Oğuzların Anadolu’ya gelmesinden sonraki sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. Ayrıca Anadolu’ya gelen Türkmenlerin dili, dini, ölü gömme adetleri ve yaşayışları anlatılmıştır.

Eski Türklerde Şehircilik:  Türklerin yerleşik hayata geçişi bunun sonunda kurulan şehirler, şehircilik anlayışının gelişimi ve bazı Türk devletlerinde şehircilik hakkında bilgi verilmiştir.

Kayı Boyu ve Karakeçililer:   Makalede, Kayı boyu ve oymağı olan Karakeçililer hakkında bilgi verilmektedir. Faruk Sümer, Osmanlı Devleti’ni oluşturan Türk boyunun Kayılar olmadığı ihtimali üzerimde durmaktadır. Osmanlı Devleti’ni kuranların başka bir Oğuz boyuna mensup olabileceğini düşünmektedir.

Bu konu ile ilgili Sümer’in; Osmanlıların Mensup Olduğu Boy-Kayılar ve Osmanlı Devrinde Anadolu’da Kayılar adlı makalelerine de bakılabilir.

Türklerde Atçılık ve Binicilik:   Tarihteki Türk atçılığı, biniciliği ve binit takımı ile ilgili meselelerin yer aldığı bu makale giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş, Türklerin tarihteki atçılık ve binicilikleri ile ilgili bilgileri ihtiva etmektedir. Birinci bölümde binit takımı, ikinci bölümde binit takımı ile ilgili deyimler ve tarihi bilgiler verilmiştir.

Bunlar dışında Faruk Sümer’e ait pek çok makale vardır. Bizim tespit edebildiklerimiz şunlardır:

Abbasîler Devrinde Büyük Bir Türk. Tolun-oğulları Devleti'nin Kurucusu Ahmed:  

Abbasiler Tarihinde Orta Asyalı Bir Prens Afşin :  

Afşarlar. İran'da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı:   İngilizce özetle birlikte.

Ağa Muhammed Şah. Kaçar Devleti'nin Kurucusu:  

Ağaç-Eriler ve Akça-koyunlular:   Bu makale İslam Ansiklopedisi (Diyanet Vakfı)’nde de yayınlanmıştır.

Ahlat Şehri ve Ahlatşahlar:   Bu makale İslam Ansiklopedisi (Diyanet Vakfı)’nde de yayınlanmıştır.

Akıllı-Cesur-Faal-Faziletli En Büyük Türk Denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa :  

Akkoyunlular:  

Altay Dağları:  

Anadolu'da Moğollar:  

Anadolu'nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesi:  

Apa Hakkında:  

Arslan Beygu:  

Arslan el-Besâsirî. XI. Yüzyılda Abbasîler Devrinde Bir Türk Kumandanı:  

Arslan Hatun:  


At Çekenler:    

Avşarlar:  

Avşarlar'a Dâir:  

Az Tanınmış Bir Türk Hükümdarı Uzun Hasan Bey:  

Bayatlar:  

Bayındır, Peçenek ve Yüreğirler:  

Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler I:  

Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler II:  

Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler III:  

Belgelerle Köroğlu'nun Tarihî Kişiliği:  

Bilge Kağan, Çok Az Bilinen Büyük Bir Türk Hükümdarı I:  

Bilge Kağan II:  

Bilge Kağan III:  

Bilge Kağan IV:  

Bilge Kağan V:  

Bilge Kağan VI:    

Metin Kutusu: 120
Metin Kutusu: Bozkır:

Bozok Tarihine Dair Araştırmalar I:  

Bozoklu Oğuz Boylarına Dair:  

Metin Kutusu: 123
Metin Kutusu: Boz-Ulus Hakkında:

Breyler Türk: 122   

Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harezmşah:  

Celâli İsyanlarının Sebebi ve Neticeleri:  

Cengiz Han ve Moğollar Türk Müdür?:  

Cengiz Han I:  

Cengiz Han II:  

Ceridler Bir Türk Oymağının Tarihi:  

Çepniler I:  

Çepniler II:  

Çepniler III:  

Çepniler IV:  

Çepniler V:  

Çepniler VI:  

Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın İkinci Yarısına Kadar):  

Dağlar Delisi Süleyman:  

Dede Korkut Kitabına Dair Bazı Mülahazalar:  

Doğu Anadolu’da Moğol ve Türkmen Devirlerine Ait Bazı Tarihi Yapılar Hakkında

Düşünceler :  

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Tarihimizdeki Yeri:  

Döğerler'e Dâir: 141 

Dulkadirlilere Ait Mimarî Eserler:  

El-Hades (Göynük) Şehri:  

Endülüs Devleti'nin Kuruluşu, Yükselişi ve Yıkılışı, I:  

Endülüs Devleti'nin Kuruluşu, Yükselişi ve Yıkılışı, II:  

Eski Türk Devletlerinde Ağa Unvanı:  

Eski Türk Devletlerinde Para:  

Eski Türk Elleri III:  

Eski Türk Elleri Kanklılar:  

Eski Türk Elleri Karluklar I:  

Eski Türk Elleri Karluklar II:  

Eski Türk Elleri Karluklar III:  

Eski Türk Elleri Kıpçaklar I:  

Eski Türk Elleri Kıpçaklar II:  

Eski Türk Elleri Kırgızlar:  

Eski Türk Elleri Kimekler :  

Eski Türk Elleri Uygurlar:  

Eski Türk Erkeklerinde Kıyafet ve Küpe Takma Âdetlerine Dair Notlar:  

Eski Türk Kadınları:  

Eski Türkler'de İsim Koyma Geleneklerinden: Atsız: 160 

Eski Türklerde Musiki ve Oyun :  

Eski Türkler'de Yağmur ve Kar Yağdırma Âdeti:  

Eski Türklerin Millî Yemeği Tutmaç:  

Eyyûbî Hükümdarı El-Melikü'1-Adil ve Komşuları:  

Fatih Sultan Mehmed'in Son Seferi:  

Fâtih Türk Kavimleri:  

Fâtih'in Anadolu Birliğinin Gerçekleştirilmesindeki Mühim ve Büyük Rolü:  

Fâtih'in Kanunnamesi:  

Fâtih'in Şahsiyet ve Karakteri:  

Fâtih'in Türk ve Dünya Tarihindeki Mevkii:  

Fâtih ve Rum Patriği:  

Fâtih'in Vefatı Hadisesi:  

Gagavuzlar'ın Aslı I:  

Gagavuzlar'ın Aslı II:  

Gazneliler Devrinde Büyük Bir Türk Beyi:  

Gök-Türkler'de Adlar:  

Orhun Abideleri Kahramanı Gültekin I:  

Gültekin II:  

Gültekin III:  

Halk Türküleri:  

Hunlar ve Attila:  

Irak Türklerinin Tarihine Kısa Bir Bakış:  

İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar ve Ahmed-i Celâyîr:  

İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kara-Gözlüler:  

İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kaşkaylar:  

İslâm Âleminde Türk Hâkimiyeti:  

Kaçarlar Devrinde Türk Oymakları:  

Kaçarlar Devrinde Türkçe Şahıs Adları :  

Kanunî Süleyman'ın Talihsiz Oğlu Şehzade Bayezit ve Acıklı Sergüzeşti:

Kervanlar ve Kervansaraylar:  

Köroğlu :   Bu makale İslam Ansiklopedisi’nde (TDV) yayınlanmıştır.

Köroğlu, Kizir-oğlu Mustafa ve Demirci-oğlu İle İlgili Vesikalar:  

Krallara Taç Giydiren Osmanlı Veziriazamı:  

Memlükler ve Türk Tarihi I :  

Memlükler ve Türk Tarihi II :  

Memlükler ve Türk Tarihi III :  

Oğuz Adının Menşei: 198


Oğuz Destanı:199



Metin Kutusu: 206Metin Kutusu: 207

Oğuzlar VII:

Oğuzlar VIII:

Oğuzlar IX:                      

Orhun Âbideleri:  

Orta Asya Tarihi Hakkında Araştırmalar I - Barçınlığ Kent. Seyhun Boylarında Bir Türk

Prensesinin Adını Taşıyan Şehir:  

Orta Asya'nın Büyük Kâşifi Dr. Sven Hedin:  

Osman Gazi'nin Silah Arkadaşlarından Mihal Gazi:  

Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu İle İlgili Bazı Meseleler Üzerinde Araştırmalar:  

Osmanlı Devrinde Anadolu'da Derebeyleri:  

Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar (Les Kayı en Anatolie Sous I'Empire Ottoman):  

Osmanlı Devrinde Anadolu'da Oğuz Boyları:  

Osmanlı Devrinde Anadolu'da Yaşayan Bazı Üçoklu Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller:  Osmanlı İmparatorluğu'nda Aslı Türk Olmayan Sadrazamlar: 217  

Osmanlı Padişahlarının Mizaç ve Karakterleri:  

Osmanlı Sarayında Kadın:  

Osmanlı Tarihinde Celâlîlik:  

Osmanlı Türklerinde Spor:  

Osmanlılar ve Türklük:  

Osmanlılarda Kadın ve Aile Hayatı:  

Osmanlıların Kavmi Menşeleri:  

Osmanlıların Mensup Bulunduğu Boy - Kayılar:  

Özel Sayımızdaki Makalelere Dair:  

Özengiler (Stirrups):  

Ramazan-oğlu Mahmud Bey:  

Ramazan-oğullarına Dair Bazı Yeni Bilgiler:  

Rodos'un Fethi:  

Saltuklular:  

Selçuk İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve Tuğrul Bey:  

Selçuklular Devrinde Ticaret:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, I. Uvak-oğlu Atsız:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, II. Harizmşâh Atsız:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri III: 236  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri IV:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri V:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, VI. Abak, Alpkuş:  

Selçuklular Devrinde Türk Beyleri VII:  

Selçuklular Devrinde Türkiye'de Madenler:  

Selçuklular ve Alp Arslan:  

Tahtacılar:  

Tarihimizde Bilinmeyen Şahsiyetlerden Ahi Ahmed-Ahiçuk, Abdal Beğ ve Aba :  

Tarihte Büyük Roller Oynamış Türk Kavimleri:  

Tarihte Kullanılmış Başlıca Takvimler:  

Tarihte Türkmen Asıllı Hanedanlar:  

Türk Adıyla Tarih Sahnesine Çıkan Türkler:  

Türk Cumhuriyetleri Hangi Ellerden Geliyor?:  

Türk Çadırları:  

Türk Destanları I:  

Türk Destanları II:  

Türk Destanları III:  

Türk Destanları IV Ergenekon Destanı:  

Türk Destanları V:  

Türk Destanları VI:  

Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları I:  

Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları II:  

Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları III:  

Türk Destanları VIII Köroğlu Destanı:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış I:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış II:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış III:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış IV:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış V:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VI:  

Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VII:  

Türk Tarihinde Atçılık ve Binicilik:  

Türk-İslâm Devletlerinde Türk Kültürü:  

Türk-İslâm Tarihinde İşçi-İşveren İlişkileri:  

Türkiye Kültür Tarihine Umûmî Bir Bakış:  

Türkiye Türklerinin Ataları Oğuzlar:  

Türkiye Türklerinin Ataları Olan Oğuzlar (Türkmenler)’ın Yüz Şekli:  

Türkiye'nin Doğuşu:  

Türklerde Avcılık:  

Türkler'de Bayrak ve Tuğ:  

Türklerde Tarih Boyunca Aşık:  

Türklerin İslamiyet’e Girmeleri :  

Türkmen Kadınları Hakkında Notlar :  

Türkmenistan Türkiye Türklerinin Orta Asya'daki En Yakın Kardeşidir:  

Türkmenistan:  

Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ I:  

Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ II:  

Türkmenler:  

X.     Asırda Dedelerimiz Oğuz Türklerinin Hayatı:  

XI.   Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler I:  

XII. Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler II:  

XIII.       Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler III:  

XIV.      Yüzyılda Oğuzlar:  

XV.  Yüzyıldaki Türk Aleminden Müşahadeler:  

XVI.   Yüzyılın Ortalarında Bağdad'da Yapılan Bir Şenlik:  

XVII.   Yüzyılın En Büyük Ahilerinden Ahi Ahmed Şah :  

XVIII. Yüzyılda Türkiye:  

XIX.   Asırdan İtibaren Anadolu'dan İran'a Vuku Bulan Göçler:  

XV.     Yüzyılda Türk Âleminde Millî Şuurun Canlanması: 295  

XVI.     Asırda Anadolu, Suriye ve Irak'ta Yaşayan Türk Aşiretlerine Umûmî Bir Bakış:  

Yabanlu Pazarı. Selçuklular Devrinde Anadolu'da Kurulan Milletlerarası Bir Fuar (Yabanlu

Pazarı an International Foir in Anatolia During The Seljuk Period):  

Yıva Oğuz Boyuna Dair:

Yörükler:  

Yunus Emre Devrinde Türkiye'nin Sosyal Durumu:  

Yürük Kızı Türküsü:  

Yürük ve Türkmen Güzelleri:  

Ç- TEBLİĞLER

Ağaç-eriler:   Bu tebliği Belleten’de yayınlanmıştır.

Azerbaycan'ın Türkleşmesi Tarihi'ne Umûmî Bir Bakış:   Bu tebliği Belleten’de yayınlanmıştır.

Dede Korkut Destanlarında Bazı Hayvanlara Dair:  

Dede Korkut Destanlarındaki Bazı Kuşlar Hakkında:  

Diyarbakır Şehri Yönetimi ve Yöresinde İnal-oğulları Beyliği:  

Erzurum'da Tepsi Minare (Saat Kulesi)'nin Banii Kimdir?:  

İspanyol Elçisi R.G. Glavijo'nun Türkiye İle İlgili Müşahedeleri:  

Kaçarlar Devrinde Türkçe Şahıs Adları:  

Karamanoğulları-Venedik Münasebetleri: 311  

Kayı Boyu ve Karakeçililer:   Bu tebliği TDTD’de yayınlanmıştır.

Köroğlu'nun Tarihî Şahsiyeti Hakkında Bazı Vesikalar:   Bu tebliği SAD’de yayınlanmıştır.

Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beğleri:  

Maraş ve Maraşlılar Hakkında:  

Mevlânâ ve Oğullarının Türkmen Beyleri ile Münasebetleri:  

Muazzam Muzaffereddin Gök Börü:  

Müverrih Hâfız-ı Ebrû'nun Eserleri Hakkında:  

Safevî Devleti'ni Kuran Topluluğun Etnik ve Coğrafi Menşei:  

Selçuklu Devrine Ait Vakfiyelerin Mahiyeti ve Bunların Yayınlanması:  

Selçuklular Devrinde Türkçe Unvanlar:  

The Igdish in The History of The Saldjukide of Turkey:   Bu tebliği TDA’da yayınlanmıştır.

The Seljuk Turbehs and The Tradition of Embalming:  

The Turks in Eastern Asia Minor in The Eleventh Century:  

Türk Seyyahı Mehmed Emin'e Göre 1877'de Türkmenistan ve Hive Hanlığı:  

Türkmenistan Türkmenlerinin Mensup Bulundukları Oğuz Boyları:  

Anadolu'daki Türk Halıcılığına Dair En Eski Tarihî Kayıtlar:   Bu tebliği, İngilizce özetle birlikte TDA dergisinde yayınlanmıştır.

XIII. Yüzyılda Türkiye'nin İçtimâi Durumu:  

XIX. Yüzyılda Çukurova'da İçtimaî Hayat:   Bu tebliği, TDA dergisinde yayınlanmıştır.

Yavuz Selim Halifeliği Devr Aldı mı?:   Bu tebliği, TDTD ve genişletilmiş olarak Belleten’de yayınlanmıştır.

Yunus Emre Çağında Türkiye'nin Siyasal, Sosyal ve Kültürel Tarihine Genel Bir Bakış:  

D- NEKROLOJİ

Bahaeddin Hoca:  

Hocamızın Hayatı ve Eserleri:  

Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç:  

Prof. Necati Lugal:  

E-KONUŞMALAR

İslâm Tarihinde Denizcilik (El Milahatü'I-Bahriyetü fi Tarihi'l-İslâm/Navigation in The

History of İslam):  

Prof. Dr. Osman Turan:  

Tarihte İlk uluslararası Fuar (Yabanlu Pazarı Üzerine Bir Konuşma):  

F-MÜLAKATLAR

"Fâtih Devri Mimarî ve Şehircilik Anlayışı" Hakkında E. H. Ayverdi ve F. Sümer'le Yapılan

Bir Konuşma:  

"Oğuzlar'da Yaprak Dökümü (Prof. Dr. F. Sümer'le Yapılan Son Görüşme)":  

G- TENKİD-TASHİH VE İLAVELER

Bertold Spuler, İran Moğolları Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri, 1220-1350", 1939'da Leipzig'te basılmış olan nüshadan dilimize çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1957 (19872), (Türk Tarih Kurumu Yayını). "Düzeltmeler ve Ekler" (Kısmını Hazırlayan): F. Sümer, s. 535-572. Düzeltmeler ve Ekler: Eser, ancak basıldıktan sonra F. Sümer tarafından incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda aşağıdaki cetvelleri yapmıştır:341      

-     "I- Tercümeye Ait Düzeltmeler" (s. 537-545): Burada çeviriye ait düzeltmeler yer almıştır.

-     "II- Kitapta geçen kişi, yer, eser adları ve deyimlerin Türkçe'deki şekilleri cetveli" (s. 547­550): Eserin asıl Almanca metninde, yazarın kullandığı transkripsiyon sistemindeki kişi, yer ve eser adları ile deyimlerin pek çoğu çeviride de aynen korunmuştur. Bu hususun, özellikle meslekten olmayan okurların eserden layıkı ile yararlanmalarını güçleştireceği sebebiyle, bu cetvelde kişi, yer ve eser adları ile deyimlerin Türkçe şekilleri gösterilmiştir.

-     "III- Eserdeki bazı bilgiler hakkında" (s. 551-561): Bu cetvelde, özellikle Türkiye tarihi ile ilgili olarak, eserde verilen bazı bilgiler hakkındaki F. Sümer'in tenkitleri bulunmaktadır. Bu cetvele, ayrıca Türkiye'de çeşitli görevlerde bulunmuş olan Moğol askerî ricaline dair yine Sümer tarafından yapılmış bir liste eklenmiştir ("Türkiye'de Muhtelif Memuriyetlerde Bulunan Moğol Askerî Ricalinin Listesi" (s. 563-572).

H- ANSİKLOPEDİLERDE YER ALAN MADDELERİ

Diyanet İslam Ansiklopedisi:

Metin Kutusu: 343
Metin Kutusu: Abaka:
Metin Kutusu: 344
Metin Kutusu: Abbas:

Abbas I:  

Abbas II:  

Abbas b. Ahmed b. Tolun:  

Abdurrahman b. Togayürek:  

Abiş Hatun:  


Afşin:


350


Agaci:


351


Ağa:


352


 

 

 


Ağa Muhammed Şah: 349        

Ağaçeriler:    

Metin Kutusu: 355
Metin Kutusu: Ahlat:


Ahlatşahlar:  

Ahmed Celayir:  

Akkoyunlular:  

Aksungur El-Ahmedîli:  

Alâeddin Bey:  

Argun*:

Argun (İlhanlı Hükümdarı):  

Arslan Argun:  

Arslanşah b. Tuğrul:  

Atsız b. Muhammed:  

Avşar:  

Avşarlılar:    

Metin Kutusu: 368
Metin Kutusu: Bayat:

Bayındır:  

Büğdüz:  


Çavuldur: 370    



Dihkan:  

Dodurga:  

Dokuz Oğuzlar:  

Döğer:  

Eymir:  

Has Bey:  

İğdir:  

İğdiş:  

Kaçarlar:  

Karaevli:  

Karakeçili:  

Karakoyunlular:  

Karamanoğulları:    

Metin Kutusu: 386
Metin Kutusu: Karkın:


Kasım Paşa, Güzelce:  

Kaşkay:    


Kayı:


389


 


Keykâvus I:  

Keykâvus II:  

Keykubad I: 391  

Keykubad II:  

Keykubad III:  

Kılıçarslan IV:    

Metin Kutusu: 396
Metin Kutusu: Kınık:


Kızık:  

Kızılarslan:  

Kimek:  

Kitab-ı Diyarbekriyye:  

Köroğlu:  

Kösedağ Savaşı:  

Kutalmış:  

MEB İslam Ansiklopedisi:

Karakoyunlular:    

Metin Kutusu: 405
Metin Kutusu: Kayı:


Kasım Paşa, Güzelce:  

Kızılarslan (Osman Muzaffer Al-Din):    

Metin Kutusu: 408
Metin Kutusu: Kimek:

Mengücekler:  

Mesud (Masud b. Muhammed Tapar):  

Oğuzlar: 411

Pehlivan (Nusreddin Ebu Cafer Muhammed Cihan Pehlivan): 412

Ramazanoğulları: 413

Tatar (Orta Şarkta Tatarlar): 414

Teke veya Tekke: 415

Teküder (Tekuder): 416

Tokuz (Dokuz) Oğuzlar: 417 418 419


Tuğrul Şah:

Turgut Alp:


418


419


 

 


Turguteli: 420

Turgutlular: 421 422

Türk Ansiklopedisi:

Metin Kutusu: 422
Metin Kutusu: Begdili:


Boğa veya Buka Han: 423 424 425

Metin Kutusu: 424
Metin Kutusu: Boy:
Metin Kutusu: 425
Metin Kutusu: Bozkır:


Bozulus: 426 427

Metin Kutusu: 427
Metin Kutusu: Bozok:


Cavidaniye: 428

Cemel Vakası: 429 430


Cihangir:


430


 


Çaşnigir:    

Metin Kutusu: 432
Metin Kutusu: Çavlı:


Çormağun ya da Çormağan Noyan:  

Çökürmiş:    

The Encyclopaedia Of Islam (New Edıtıon):

Metin Kutusu: 435
Metin Kutusu: Bayat:


Bayındır:          

Metin Kutusu: 440
Metin Kutusu: Eymir:


Kadjar (Kaşkay):  

Karagözlü:  

Karakoyunlu:  

Karamanoğulları:  

Kasım Paşa:    


Kayı:


446


 


Khass Beg or Aslan Beg b. Balangırı:  


III. BÖLÜM - FİKİRLERİ VE ŞAHSİYETİ

BİR TARİHÇİ OLARAK FARUK SÜMER

Faruk Sümer, tarihçi olmaya daha lise yıllarında karar vermiş ve lise bittiğinde İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü tercih etmiştir. Büyük bir sevgiyle kendisini tarih ilmine veren Sümer, bu sevgi sayesinde dünyaca ünlü bir tarihçi olmayı başarmıştır. Bir ilim adamı olarak çevresine ışık tutmuş ve insanları kendi kültürünü araştırmaya sevk etmiştir.

İlkokul sıralarında iken tarihe karşı büyük bir ilgi duyan Sümer bu durumu kendisi şöyle anlatır.

“Daha ilkokuldayken içtimai ilimlere karşı, özellikle de tarihe karşı son derece büyük bir ilgim vardı. İlkokuldayken lise tarih kitaplarını ezberlemiştim. Sahaflarda o kitapları bulabilirsiniz. Atatürk’le devri kitapları, kalın ve Atatürk tarihe meraklı olduğu için milli ruhla yazılmış kapsamlı kitaplardı. Ortaokula geçince onlar beni tatmin etmemeye başladı. Araştırmaya, okumaya devam ettim. Ben eski yazıyı annemden öğrendim. İlk okuduğum eseri hatırlarım merhum Ahmet Refik'in "Bizans Karşısında Türkler." Ondan sonra Beyazıt'taki Umumi Kütüphaneye gider eski yazı tarih kitaplarını okurdum. O yıllarda yaz tatilimde sabahtan öğleye kadar kütüphanede çalışır, öğleden sonra denize giderdik.”

Üniversite eğitimi sırasında okuldaki hocalarının takdirini toplamış ve onların desteğini almıştır. Bunu kendisi şu şekilde anlatmaktadır:

“Okulda eski gelenek devam ediyordu. İstikbal gördükleri öğrenciyi destekleyip, elinden tutuyorlardı. Kısaca hocaları öğrenciye sahip çıkardı. Ben de gece gündüz çalıştım. Burs almıştım, onu hak etmeye çalışıyordum.”

Üniversite eğitimi boyunca tarih bilgisini arttırmaya çalışmış ve kendisini bu alanda yetiştirmiştir. Sümer üniversiteye intisap etmeyi düşünmüş ancak bazı nedenlerden dolayı bu isteği mezun olduğu İstanbul Üniversitesi’nde değil Ankara Üniversitesi’nde gerçekleşmiştir. Sümer üniversiteye girdikten sonra sürekli çalışarak kendisini geliştirmiş ve kısa sürede yükselerek profesör olmuştur.

Sümer, çalışma düzeni hakkında şu bilgiyi vermektedir. “Benim çalışma düzenim gece üzerine kurulmuştur. Gece çalışır, gündüz gider çalışmalarımı veririm.”

Ömrünü Türk tarihinin araştırılmasına adamış ve çalışmalarına maddi bir karşılık beklemeden devam etmiştir. Sümer, kendi ifadesi ile bu durumu açıklar. “Kimse çalışmanız için ne para veriyor, ne de maaşınıza zam yapıyor.” Yine çalışmalarına bıkmadan usanmadan devam etmiş ve şu ifadeyi kullanmıştır. “Allah bana ne kadar müsaade ederse ben de çalışmaya, yazmaya devam edeceğim.”  Öyle de olmuştur.

Faruk Sümer, Türk kültürünün öğrenilmesine, araştırılmasına ve korunmasına büyük önem vermiştir. Bu durumu İsmail Hakkı Bey şu şekilde anlatır:

“Türk milleti için en temel eserlerin sahibi, ömrünün en son faslında dahi Türklük için eserler yazmaktan kendisini sorumlu hisseden hocam merhum Faruk Sümer, dünya Türklüğünün ve özellikle Müslüman Oğuz Türkleri (Türkmenler)'nin ışığıdır. Merhumun sağlığında kendisine birçok defalar araştırma, aydınlanma için başvurduğumda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan değerlerimizin sağlıklı, doğru ve ayrıntılı bir şekilde en hızlı bir çalışma yöntemiyle belgelenmesi için görev ve sorumluluk aşılamıştır. Türk tarihinin, kültür ve medeniyetinin hiç zaman kaybetmeden ortaya çıkarılmasıyla yetinmeyip, ömrü boyunca Türkmenlerin içinde bir aile ferdi gibi sevilmiş, sayılmıştır. 1975-76 yıllarında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda Türk Kültürü ve İnkılâp Tarihi derslerini veren Sümer, sanatçı, pek zarif ve sıcacık alâkasıyla biz öğrencilerini adeta büyülemiş, öğrenciler ve konservatuarın her hafta yolunu gözlediği bir şahsiyet olmuştur. Derslerimizde ‘Arkadaşlar eski Türkler ve bilhassa Türk kızları ata binerler ve her sabah süt içerlerdi. Onun için zarif, ince yapılı ve kilosuz idiler’ diyerek bizlere yüce soyumuzu tanıtırdı.”

Bu ifadeler Sümer’in eski Türk kültürünü araştırma ve gelecek nesillere aktarma çabası içinde olduğunu ve Türk olmaktan gurur duyduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Sümer’in şu ifadeleri de bu fikrimizi güçlendirmektedir.

“Merak, medeniyetin yükselmesinde en büyük âmildir. İnsan merak edecek ki araştırma yapsın. Avrupalıların ilerlemesinin tek sebebi meraklı olmalarındandır. Bizde bu merak biraz zayıf. Köylüye sorarsın "şu kuşun adı nedir?", "Bir kuş", der. Okumuşlar da onlardan farklı değil. Okulunu bitirir, çoluk çocuğa karışır, tamam. Adam kasılıp duruyor dahiliye mütahasısı oldu diye. Ama elinde okuduğu bir kitap yok. Doktor olmuş ya tamam kitaplar rafa.”

Faruk Sümer’in araştırmaya verdiği önemi Prof. Dr. Turan Yazgan şu şekilde ifade eder:

“Türkiye Dil ve Tarih alanlarında, Atatürk'ün ölümünden sonra, sür'atle boşluğa düşürülmüştür. 250 milyonluk bir milletin tarih ve dil sahasında yeterli ilim üretecek yeterli sayıda elemanları yetiştirememiş olması gerçekten üzüntü vericidir. Peş peşe kaybettiği büyük âlimlerinin yerlerini dolduracak gençler vasıf itibariyle yeterli olsalar da miktar itibariyle maalesef yeterli olmaktan çok uzaktırlar. Bir taraftan 57 üniversitenin öğretim üyesi ihtiyacı, diğer taraftan bütün Türk dünyasında yeniden yazılması şart olan tarih ve dil kitaplarının ortaya çıkardığı ihtiyacı karşılamaktan çok uzağız. Türk şivelerini bilen her ülke ve toplulukta görev alacak normal elemanlardan da tamamen mahrumuz.

Faruk Sümer Hoca bu boşluğa daima işaret etmiştir. Kendisi insan üstü bir gayretle, son nefesine kadar, üzerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalışmıştır. Gerek Türk Dünyası Tarih Dergimizin her sayısına, gerek Türk Dünyası Araştırmaları Dergimizin her sayısına muntazam olarak orijinal araştırma ve incelemeleriyle kıymet kazandırmıştır.”

Akyoloğlu ise, Faruk Sümer’in tarihimizin araştırılmasına verdiği önemi şu şekilde anlatır:

“1984 yılında ilk kez yapılan Milletlerarası Türk Halıcılık Kongresi’nde kendileri tarafından temin olunan bir Osmanlı Eyeri'ni Atatürk Kültür Merkezinde sergilemişler, eyerin üzerine de "Cella Turcica" yazdırmışlardı. Cella Turcica, Türkçe'den Latin ve tıp diline geçen tek Türkçe sözcük olup, kafatası içinde hipofiz bezini barındıran bir kemiğin adıdır. Burası tüm hormonların hakimi olan orkestra şefi diye adlandırılan bir yer. İşte kültür tarihimizin en can alıcı öğelerini Sümer hocamızdan öğrenerek milletimiz hakkında kıymetli bilgilere ulaştık.

Kendisiyle birlikte yaptığımız araştırmalarda, yeni yetişen çocuklarımıza İslâm menkıbelerini, din büyüklerinin örnek davranışlarını ve dinî hikâyeleri anlatmak gerektiğini, bunların en güzel ve en öğretici yol olduğunu söylemiştir. İstiklâl savaşı gazilerimizin birer birer göçtüklerini duyduğunda çok üzüldüğünü, bunların hatıralarının derlenmediğini söyler, ilgisizlikten pek şikâyetçi olurdu. Bu uyarılarıyla birlikte çevremde rastladığım birkaç gazinin hatıralarını alabildiğimi söylediğimde, bundan büyük sevinç duyardı.”

Faruk Sümer, tarihimizin            araştırılmasından    duyduğu memnuniyeti şöyle

anlatmaktadır:

“1993 yılında Türkmenistan Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı beni aradı. Kendisi tarihine ve kültürüne oldukça, bağlı birisi. Ekim ayındaki bağımsızlığın 2. yılı törenlerine katılmak üzere beni de davet etti. Büyük bir resmi geçit düzenlendi. Büyükelçilerin bulunduğu kısımda oturuyordum. Bizim Mehteran Bölüğü geçerken elçiler, 'Türk imparatorluğunun uzun yıllar dünyayı nasıl idare ettiğini şimdi daha iyi anlıyoruz’ dediler.

Bu törenlerden sonra Türkmenbaşı beni "Türkmen alimler Akademisi Üyeliği" ile onurlandırdı. Geçen mayıs ayında tekrar davet ettiler. Mahdum Kulu şenlikleri dolayısıyla ödül verdiler. Aşkabat'ta çalışan Türk mühendislere ve bana madalya taktılar. Çadır Park, Mahdum Kulu Parkı’nda konuşma yaptım. Bana Türkmenistan vatandaşlığı ve bir pasaport verildi. Böylece çifte vatandaş oldum.”

Sümer tarih araştırmacılığına yeni bir boyut getirmiş ve masa başı tarihçiliği yerine mekan tarihçiliğine önem vermiştir. Yaptığı çalışmaların pek çoğunda araştırdığı konunun geçtiği mekanı inceleyerek o coğrafyada yaşayan insanlarla görüşme yoluna gitmiştir. Bu şekilde daha sağlıklı bilgi edinen Sümer’in bu tür çalışmalarından bir kaçını zikretmemiz yerinde olacaktır.

Ünlü destan kahramanı Köroğlu hakkında bilgi toplarken; Köroğlu’nun yaşadığı coğrafyayı karış karış gezmiştir. Bunu Akyoloğlu şöyle anlatır:

“Sümer, memleketimin en büyük destan kahramanı Köroğlu'yu da en gerçekçi bilgi ve belgelere dayanarak ortaya çıkarmayı başarmıştır. Köroğlu hakkında yaşadığı çevre olan Bolu, Gerede, Dörtdivan ve Kıbrısçık'la yetinmemiş, Anadolu'da Sivas, Tokat, Kayseri illerinin köylerinde de araştırmalar yapmıştır.”

Faruk Sümer’in tarihi araştırmalarda mekâna verdiği önemi ve bu uğurdaki çabasını Prof. Dr. Turan Yazgan da şu şekilde anlatır:

“Yabanlu Pazarı, Türklerde Atçılık ve Binicilik, Türklerde Şehircilik gibi kitaplarının hazırlanmasında daima yanında bulundum, ilgili yerlerde karış karış dolaştık. Etekleri karla dolu olduğu bir zamanda Zamantı Kalesine eşek sırtında çıktığını ve saatlerce inceleme yaptığını gördüğüm zaman ilim adamında bulunması gereken çilekeşliğin ne olduğunu anladım. Atların "Yorga" yürüyüşünün nasıl olduğunu tespit edebilmek için Uludağ tepesindeki köylerde veya Konya Aksaray civarındaki, Kayseri Pınarhisar civarındaki köylerde nasıl dolaştığını ve nasıl teferruatlı incelemeler yaptığını takip etmekte bile kendim güçlük çektim.”

Faruk Sümer; toplumsal ve tarihi konulara karşı çok duyarlı bir tarihçidir. Bunu hayatının her aşamasında göstermiştir. Bu durumu kendisiyle yapılan bir röportajda da görmemiz mümkündür. Güngül Gülay, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 1995’de yaptığı röportajda Faruk Sümer’e güncel konularla ilgili bazı sorular yöneltmiştir. Bu sorulara Faruk Sümer’in verdiği cevaplar bize kendisinin ne kadar duyarlı bir vatandaş olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Şimdi bu röportajdan bazı bölümleri aktaralım.

Türk Edebiyatı: Hocam o yıllarda şimdikilerden farlı olarak aileler çocuklarına nasıl bir kültür, terbiye veriyorlardı?

Faruk Sümer: O zamanki ortamda Türk musikisi öğrendik. Yine zamanın icaplarından caz musikisi hakkında bilgimiz oldu. O zamanlar öyleydi, dans ve sinemanın bile yeri vardı gencin hayatında. Bununla beraber ailece şahsiyetimiz biraz kuvvetli olduğu için mahalli kültürümüzü koruduk. İstanbul'a çalışmak için gelen hemşerilerimizle irtibatımızı kesmemiş olmamız da Konya kültürümüzü korumuş olmamıza bir vesiledir. Bugün dahi Konya bölgesine ait türküleri kalbimde daima saklamışımdır. Dünyanın neresine gitsem da o türküler benimle beraber gelir.

Ayrıca bizim Türk musikimiz, saz eserlerimiz başlı başına birer şaheserdir. Onları dinlemekten sonsuz zevk alırım. Musiki de Arapları, İranlıları geçtiğimizi onlar da kabul eder. Bir tarihte Nevzat Atlığ'ın Klâsik Türk Musikisi Korosu Kâhire'de Mehmet Ali Paşa Cami’nin yanında bir konser verdi. Mısırlılar hem hayran kaldılar, hem de kıskançlıktan çatladılar. Sonra Türk dostu, Mısırlı bir arkadaşla sohbet ederken onun söylediği sözler oldukça ilginçti. O "Mısırlılar kendilerini şark musikisinin en değerli milleti sayarlar, kimseyi tanımazlar bu yüzden hasetliklerini mazur görün" dedi. Ben bunları her zaman bünyemde muhafaza ettim. Gerçekten milli musikinin kulak ardı edilmesini kabul edemiyorum. Bütün bunlar ailemin çocukluğumda verdiği terbiyenin bende ortaya çıkmış halidir.

Bir tarihte Konya'daki hemşerilerimin yoğun şikayetlerinden bunalınca Radyo idaresine mektup yazmıştı. Çünkü hemşerilerim radyoda Konya türkülerinin az çalındığından şikayet ediyorlardı. Radyodan bana gelen cevapta uzun da bir radyo programı göndermişler, en fazla Orta Anadolu Türküleri çalıyoruz diye. Fakat ne yazık ki, benim de gözlemlerim sonucunda gördüğüm "Yurttan Sesler" denilince akla sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu türküleri geliyor. Çünkü sadece onları söyletiyorlar, ihmalci bir yönetim.

Bu arada insanlar da yazmaktan çekinmemeli, şikayetlerini dile getirmeli. Köylü şikayetini sadece bana iletiyor. Fakat niçin yazmıyor, niçin hakkını aramıyor? Ailemin küçük yaşta bize verdiği terbiyeyle biz hak-hukuk aramayı öğrendik.

Bu ifadelerde göstermektedir ki Sümer, Milli kültür konusunda son derece hassas düşünmekte ve insanlarında böyle düşünmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu amaçla gerekli çalışmalarında yağılması taraftarıdır. Yine Sümer’in güncel konulardaki hassasiyetini göstermesi bakımından aşağıdaki soruya verdiği cevap önemlidir.

Türk Edebiyatı: Hocam bir ara art niyetli kişiler tarafından basında bir "Kültür Mozayiği" lafı ileri sürüldü. Gerçi bu pek rağbet görmedi ama bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

Faruk Sümer: Bu konuyu Cumhurbaşkanına da yazdım. Adamlar ellerine almış bir harita bu kadar Tahtacı, bu kadar Yörük, bu kadar Çerkez, bu kadar Laz. Bunlar o kadar cahil ki, bizim yerli Abdal, Tahtacı, Yörükleri etnik unsur gibi gösteriyorlar. Bu farklılıkları rakama, hesaba gelmez. Yörük, Türkmen, Laz, Tahtacı, Alevi, Manav etnik deyim değildir. Hepsi Oğuz'dur. Bunlar iktisadi, mahalli isimdir. Bunları kasten alıyorlar. Cehalet içinde sergiliyorlar. İnananlar da cehaletten inanıyor. Bu insanların şekli şemali bizden daha Türk. Adamın dağıttığı broşüre bakıyorsun Ermeni 5 milyon, Alevi 15 milyon, Kürt 20 milyon. Bunu neye dayandırıyorsun? Elinde hangi istatistik bilgi var? Biri kalkıp da bu soruları sormuyor. Bu oyunlar Türkiye'yi zayıflatmak için bilerek oynanıyor.

Turan Yazgan'ın yayınladığı diğer haritayı ve istatistik bilgileri Tarih Mecmuası’nda yayınladım. Turan Yazgan bunu mebusların çoğuna da vermiştir.

Bu konularda duyarlı olmalıyız. Sustuğumuz müddetçe üstümüze gelirler. "Böyle böyle söylüyorlar" demek mazeret değildir. Onlar söylediğinde şaşıp kalıyoruz. Ya da sadece kızarak tepki gösteriyoruz. Bunlar yetmez. Kendini Türk hissedenlerin okuyup kendini yetiştirmesi gerekir. Türkün en büyük düşmanı cehalettir. Ondan kurtulmadıkça hiçbir adımımız yerine ulaşmaz.

Altınoluk tarafından Akçay-Ören civarında Aynalı köyde bir öğretmen arkadaş Türkmen müzesi kurmuş, oraya gelen yerli yabancı müzeyi geziyor. Adamcağız bunu kendi çabası ile gerçekleştirmiş. Orada Türkmenlerin kılık kıyafet, yaşayış incelikleri vs. sergileniyor. Tabi ayrı bir hava katmış oraya. Bu da meseleye, herkes kendi çapında sahip çıktığında nelerin gerçekleşebileceğini gösteriyor.

Güncel konulara özellikle Türkiye ile ilgili konulara karşı son derece duyarlı olan Sümer, bu konularla ilgili gerekli çalışmaları ilmi araştırmalar ve yayınlar ile yapmaktadır.

Ayrıca halkımızın da bu konulara karşı duyarlı olmasını istemekte ve Türk’ün kendi tarihini öğrendiği taktirde Türkiye üzerinde böyle oyunların etkisiz kalacağını söylemektedir.

Osmanlı Devleti hakkında geniş bir bilgiye sahip olan Sümer, Osmanlı Devleti’nin pek çok unsurdan oluşmasına rağmen iyi bir yönetim ile ayakta durmayı başardığını ifade eder. Osmanlı mevcut halkların kültürüne saygı duymuş ancak devlet kademelerinde ve resmi işlerde Türkçe’nin kullanılmasını mecburi kılmıştır. Osmanlı bünyesindeki milletleri memnun etmesini bilmiş ve uzun süre bu milletler üzerinde egemen olmuştur. Türkleri ilgilendiren konularda Türkçe’nin kullanılmasını isteyen Sümer, özellikle ülkemizde yapılan ilmi faaliyetlerde sıkça kullanılan yabancı dillerin yerini Türkçe’nin almasını istemektedir. Sümer, bunu kendisine yöneltilen soruya verdiği cevapta şöyle açıklar.

Türk Edebiyatı: Hocam Osmanlı, bu toplulukları yıllarca nasıl idare etmişti?

Faruk Sümer: Osmanlı her türlü dilin konuşulmasına izin veriyordu. Çerkezce, Boşnakça, Arapça, Türkçe, Rumca. Fakat Devlet-i Aliye'de çalışanların Türkçe bilmeleri şarttı. 1876'daki anayasada Divanda Türkçe konuşulması kanunla belirtilmişti.

Sadrazam ister Sırp, ister Arnavut olsun, ama Türkçe bilecek, davranışlarını ayazlayacak ki kendisiyle alay edilmesin, küçük düşmesin. Çünkü Devlet-i Aliye'nin dili Türkçe’dir, Millet-i hâkim Türk’tür. Arap memleketlerinde dahi Türkçe okulları açılmıştır. Yemen'de lise, Musul'da, Halep'te, Şam'da askeri ve sivil meslek mektepleri. Türkçe tedrisat ile faaliyet gösteriyor. Ayrıca oralarda devlet dairelerinde de Türkçe işlem görülüyor. Bayrak tek, lisan tek.

Yavuz'dan itibaren yazışma Türkçe. Kanuni İspanya'ya, Fransa'ya, İngiltere'ye kadar Türkçe yazıyor.

Geçen yıllarda "Türk Sanat Tarihi Kongresi" düzenlendi. Kongrenin dili İngilizce’ydi. Kardeşim Türk Sanat tarihiyle ilgili bir kongre düzenliyorsunuz, gelenlerin Türkçe’ye ve Türk sanatına bir yakınlık duymaları lâzım. Daha doğrusu bu dili çat pat da olsa bilmeleri lazım. Siz ne demeye kongreyi İngilizce düzenlersiniz.

Bunlar bizim ruhumuza ters davranışlardır. Osmanlı batarken bile Türklüğünü

4                 4     461

unutmamıştır.

Kültürüne bu kadar bağlı olan ve sahip çıkan Faruk Sümer her fırsatta ve her yerde Türk tarihini anlatmaya çalışmıştır. Bu amaçla kendisiyle tanışmaya gelen insanlara Türk boyları, devletleri ve Türk Milliyetçiliği hakkında bıkmadan, usanmadan bilgi veren bir tarihçimizdir. Buna en güzel örneklerden biri şudur:

“1992 yılı içinde Faruk Sümer Hoca’nın Oğuzlar kitabının 4. baskısı çıkmıştı ve Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Süleymaniye Kültür Merkezi'nde imza günü tertiplenmişti. Faruk Sümer Hoca ile tanışma imkânı aradığımdan dolayı hemen vakfa gittim ve kalabalık içinde fırsat bulup Hoca'ya:

"Basın Yayın Yüksekokulu’nda yüksek lisans yapıyorum. Aslen Avşar olup Kayseri Özlüce (Taf)’lıyım. Tez konusu olarak da "Avşarlar" konusunu aldım" deyince; hoca bana bakıp;

"En büyük Avşarlar, yaşasın Avşarlar" diye bağırdı. Etraftaki insanların garip garip bakması üzerine Hoca açıklama yaptı:

"Avşar Türkmenleri diğer Oğuz-Türkmen boyları içinde halen boy şuuruna sahip tek Türkmen boyudur" diyerek etraftakilere Avşarlar hakkında bilgiler verdi.

Prof. Dr. Faruk Sümer'in bana söylediği ve bütün Türkmenleri içine alan en önemli şey ise; Avşar değil, Avşar Türkmeni olduğumuz konusudur.

"Sizler Avşar Türkmenlerisiniz. Her boy kendi boyunun aynı zamanda Türkmen olduğunu da bilmelidir. Bu sayede birlik bozulmayacaktır. Bütün Türkmenler ancak Türkmenlik şuuru ile Türk Milliyetçisi olabilecektir. Avşarlar ise Türkiye Türkmenleri içinde boy şuuruna sahip belki de tek boydur ve dolayısıyla Türk Milliyetçiliği'nde diğer Oğuz- Türkmen boylarına nazaran daha şuurludur. Fakat bu da yetmemektedir ve diğer Türkmen boylarının da bu şuurda olması gerekmektedir. Bu da ancak sizlerin vasıtası ile olabilecektir." diyerek Türk Milleti'nin birliğini sağlamanın en güzel yolunun Oğuz-Türkmen boylarının,

461 Güngül., a.g.m., s. 36. boy şuuru yanında Türkmenlik ve Türk Milliyetçiliği şuuruna da sahip olması gerektiğinin izahını uzunca yapıyordu.”

Faruk Sümer, tarihimizi anlatması kadar tarihimizle ilgilenenlere de çok değer veren bir kişidir. Bu nedenle özellikle Türk tarihiyle ilgilenen insanlarla bir arada olmuş ve onlara çoğu zaman yol göstericilik yapmıştır. Bu durumu gösteren birçok örnek vardır. Bu örneklerden birini Turgut Akpınar şu şekilde anlatır:

“Bu değerli tarihçimizle uzun yıllar önce sahaflarda tanışmıştım. Türk tarihinin hemen bütün meselelerine duyduğum ilgi nedeni ile olmalı, çabucak dostluğunu kazanmıştım ki, bununla gurur duyuyorum. Görebildiğim kadarıyla o, tarihimizle ilgilenen herkesi kendine yakın hissederdi. 1994 yılında, çevirisini yaptığım, İletişim Yayınları arasında "Türkler ve Tatarlar Arasında" ismiyle yayınlanan ve büyük bir ilgi gören Schiltberger'in Anılarını, orijinal dili Almanca'dan Türkçe'ye çevirmemi benden isteyen hocam Faruk Sümer oldu. O bu konuda bıkmadan beni teşvik etmişti. Yani eserin manevi babası rahmetli Faruk Sümer ol­muştur. Bunu yazmaktaki amacım, hizmeti olabilecek herkesi nasıl teşvik ve sonunda takdir ederek, sadece kendi yazdıkları ile değil, teşvikleriyle de tarihimize hizmetten geri kalmadığına küçük bir örnek vermekti.”

Faruk Sümer’in, Türkmenistan’da gördüğü ilgiye karşılık kendi ülkesinde araştırmalarına yeterince değer verilmemesinden de şikayetçi olduğunu Memduh Yağmur şu sözleriyle ifade etmektedir:

Hoca, Türkmenistan’da çok fazla önem gördüğü halde, Türkiye'de fazla değer göremediğinden de şikâyetçi olmaktaydı.

Ülkemizde bilimsel çalışmalara ve bilim adamlarına çok az değer verilmesi Sümer’i üzmektedir. Ancak o kendi vatanında Türk tarihine hizmet etmek istediği için böyle olumsuzlukları dikkate almamış ve araştırmalarına devam etmiştir. Sümer, bir tarihçi olarak kendisine belirlediği hedeften hiçbir zaman sapmamış ve çizgisini değiştirmemiştir. Tarih ilminin tarafsızlığına sadık kalmıştır. Bu durumu Turgut Akpınar şu sözleriyle anlatmaktadır:

“Şu anda, onun sık sık Orhun Anıtlarının, yazılı bir belge olarak kültür tarihimiz açısından son derece büyük olan rolünü nasıl heyecanla vurguladığını da, hatırladım.

Faruk Sümer halis bir Türk idi ve Türklüğü ile de öğünen ve bunu hiç unutmayan, fakat ilmin gereklerine ve metotlarına, milletini seven bir insan için mümkün olabileceği ölçüde sadık kalabilmiş bir tarihçimiz idi.”

Sümer tarih ilminin kurallarına sadık kalmış ve doğru bildiği fikirlerinden hiçbir zaman taviz vermemiştir. Tarihi insanların ve devletlerin ideolojilerine göre değil olması gerektiği gibi yazmıştır. Bu fikrimizi 12 Eylül döneminde kendisine verilen bir görevi reddedişinde görmemiz mümkündür.

Faruk Sümer, Kürtlerin Türklüğü hakkında bir eser yazması hususundaki teklifi reddetmiş, Türk Ansiklopedisi'nde "Türkler" maddesini yazması için o zamanki askeri idarenin yaptığı teklifi daha doğrusu verdiği "emri", "Ben emir eri değilim" diye reddedecek medeni cesareti gösterebilmiştir.

Türk tarihi bilgini, Oğuz boylarına dair araştırmalarıyla tanınmış olan Prof. Dr. Faruk Sümer tüm dünyada tanınan önemli bir tarihçimizdir. Onu dünya tarihçisi yapan eserlerinin başında Oğuzlar gelir. Oğuzlar kitabının yazılış serüveni şu şekildedir.

Bozkır güneydeki Alanya, Gündoğmuş ve Manavgat ilçeleri ile sınır komşusu olup bu bölgede birçok Yörük yaşar. Bunların yaylaları ile Bozkır köylerinin yaylaları bitişiktir. Yörükler, davar beslemenin yanında, tuz ve buğday ticareti de yaparlar ve zaman zaman renkli kilimleri ve giysileri ile yörüklerin deve katarları, masal figürleri gibi, derin bir sessizlik içinde gelir geçerler. Bu manzara okulda tarih meraklısı olan gencin üzerinde derin bir etki bırakır. Yörüklere, Türkmenlere duyduğu ilgi böyle başlar. Onun bu insanlara beslediği içten sevgi, yıllar sonra bize Türkmenler isimli 700 sahifelik dev eseri armağan edecektir.

Yukarıdaki kısa açıklamadan anlaşıldığı gibi onun ilmi faaliyetinin ağırlık merkezini Oğuzlar (Türkmenler) teşkil etmiştir. "Bozkır" yaylalarında rastladığı Yörüklere duyduğu ilgi ve sevgi bir ömür boyunca sürmüş ve bize pek çok kitap ve araştırma kazandırmıştır.

Almanların tabiriyle "Lebenswerk" (Hayatının Büyük Eseri) Oğuzlar-(Türkmenler)- Tarihleri-Boy teşkilatı-Destanları idi. Bir çok defa basılan bu eseri için kendisi: 'Benim için en büyük gaye olan Oğuzlar adlı kitabımı 1964 yılında yazmaya başladım' diyor. 15 yıldan fazla süren ön çalışmalara rağmen bu büyük eserin kaleme alınışı iki yıl sürer. Bir yıl da basımı için geçer. Yine kendi ifadesiyle 'Böylece dünya çapında meydana getirdiği eserleri az çok bilinen, fakat kendileri bilinmeyen Oğuzlar dünyaya tanıtılmış oldu.' ”   

Faruk Sümer'in, Dünya Tarihçiliği bakımından önemli diğer bir eseri Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri'nin Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri, Ankara, 1976) başlıklı kitabıdır. Bu araştırmanın önemi şuradan gelmektedir. Walter Hinz, Almanların en tanınmış İranistlerinden biridir. Bu bilgin, oldukça genç yaşlarında (30) önemli bir iddia ve tezle "Irans Aufstieg zum Nationalstaat im 15. Jahrhundert, 1936" (15. yüzyılda İran'ın Millî Bir Devlet Haline Yükselişi) diye bir eser ... 4 470 yazmıştır.

Bizde Tarih Kurumu'nca (Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd) üst başlığı ile yayınlanan bu eserin ana tezi, adından da anlaşılacağı üzere Safevi Devleti'ni Millî Bir İran Devleti olarak göstermesidir. Gerçi Hinz'in bu tezi bazı Batılı bilginlerce (Brockelmann, Rypka, Cahen) kısaca tenkit edilmişse de bu tez asıl, bütün belge ve delilleriyle ve açıklığı ile Faruk Sümer hocamızın yukarıda zikredilen eseriyle cerh edilmiştir. Kendisi bu konuda şöyle der: "Bu eserle, İran'da 1501 yılında Safevî Devleti’ni kuran Türk unsurunun, ezici çoğunluğunun Anadolu'dan İran'a göçen Türkler olduğu kesin bir şekilde meydana çıkmış oldu."

Faruk Sümer’in önemli eserlerinden bir diğeri Yabanlu Pazarı’dır. Eser Türk iktisat tarihi açısından önemlidir. Yabanlu Pazarı hakkında İslam kaynaklarında bilgi verilmesine rağmen tam olarak yeri bilinmemektedir. Faruk Sümer bu kitabı ile yeri bilinmeyen Yabanlu Pazarı’nın yerini belirlemiş ve tarih ilmine önemli bir eser kazandırmıştır. Bu bilgilere göre o dönemde kurulan Pazar Kayser’i sınırları içinde Zamantı Kalesi yakınlarındadır. Faruk Sümer’in ifadesiyle, “dünyanın en büyük milletlerarası fuarı” özelliğini gösteren bu pazar hakkında Mevlana’nın Mesnevi’sinde de bahsedilmektedir. Bu durum eserin önemini bir kez daha göstermektedir.

Kitabı Diyarbakriyya, Akkoyunlu Devleti’nin yanı sıra, hiçbir resmi vakayinamesi olmayan Karakoyunlu Devleti içinde önemli bir kaynak olduğu gibi Şâhruh’un ölümünden Hüseyin Baykara’nın ölümüne kadar gelen Timurlular tarihi ve İran tarihi hakkında değerli bir kaynaktır. Eserden Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin askeri ve mülki müesseseleri, adı geçen devletlerin dayandıkları Türkmen illerinin (ulus) teşkilatları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun siyasi ve etnik durumu hakkında da önemli bilgiler edinilmektedir.

Bu eser Tahranda tek cilt olarak neşredilmiş ve Mehmet Demirdağ tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul-1999).

Burada Sümer’in ilmi fikirlerine, ilim dünyasına kazandırdıklarına ve bazı tarihçilerle farklı düştüğü konulara örnekler vermek yerinde olacaktır.

Faruk Sümer, Osmanlıların Oğuzların Kayı boyundan geldiği iddiasına temkinli yaklaşmaktadır. Ona göre Osmanlıların Kayı boyu dışında başka bir boya mensup olabileceğini savunmaktadır. Bu durum senelerce bütün ilim dünyasınca kabul görmüş bir konunun reddidir. Faruk Sümer bu fikri ortaya atarken çeşitli deliller sıralamaktadır. Bu delilleri bizzat Osmanlı tarihinden alır. En büyük delil olarak da II. Murad dönemine kadar Osmanlıların Kayı boyuna mensup olduklarını ispatlayacak bir delil bulunmadığını ileri sürmektedir. Konuyla ilgili bir başka delilde Osmanlı tarihçisi Yazıcıoğlu Ali’nin kitabına istinaden vermektedir. Yazıcıoğlu’nun tarih yazıcılığında tarafsız olmadığını söyler bunlara ilave olarak II. Abdülhamid dönemine kadar Osmanlı padişahlarının resmen bunu kabul etmemesi ve Kayı damgasının kullanılmamasını da delil olarak gösterir. Sümer Oğuzlar adlı kitabında bu konu ile ilgili şöyle demektedir.

“Osmanlı hanedanının Kayı boyundan olduğunu ilk defa söyleyen müellif, eserini II. Murad devrinde yazmış olan Yazıcı-Oğlu Ali'dir. Ancak biz Yazıcı Oğlu'nu tercüme ettiği eserlere kavmî duygularının tesiri ile ilâveler yapan bir müellif olarak tanıyoruz. Kayı boyu ise, görüldüğü gibi, Oğuz elinin en asil, en şerefli boyu idi. Bu sebeble, Osmanlı hanedanı ile Kayı boyu arasındaki münasebet bize oldukça şüpheli görünmekle beraber bu, imkânsız değildir3, Gerçi Yazıcı-Oğlu, Osman Beğ'e:

"Osman/ Ertuğrul oğlusun/ Oğuz Kara-Han neslisin/ Hakkın bir kemter kulusun/ İs­tanbul'u aç gülzâr yap"

Şiirini söyletirse de hanedan arasında Oğuzlar’a ve bu boya mensup sayılmaya ancak II. Murad’ın (1421-1451) ehemmiyet verdiği görülür. Şimdiki bilgilerimize göre, Kâyı damgası ilk ve son defa olarak onun bazı paralarında bulunuyor; halefleri zamanında silahlara Kayı boyunun damgası daha bir müddet konulmakta devam etmiştir. Fakat hanedanın, mensu­biyetini iddia ettiği Kayı boyunun, Türkiye'de henüz göçebe yaşayışını sürdüren oymaklarına yakın bir ilgi gösterdiği ve onlara imtiyazlı bir muamelede bulunduğuna dâir bir delile sahip değiliz. Hattâ Türkiye'nin fetih ve iskân tarihinde birinci derecede rol oynadığını gördüğümüz bu boyun XV. ve XVI. yüzyıllardaki mensupları da, diğer oymaklar gibi belki vergi memurları, sipahi ve diğerleri tarafından baskılara maruz kalmışlardır, XV. ve XVI. yüzyılda kendisini, lafta da olsa, Oğuz elinden ve Kayı boyundan sayan hanedanın daha sonraları bunu da unuttuğu görülüyor.

Başlangıcını kafi bir şekilde tespit edemediğimiz bir zamandan beri Eski-Şehir bölgesinde yaşayan Kara-Keçili oymağı, her yıl Söğüt’deki Ertuğrul Beğ'in türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili olarak şenlikler yapmakta idi. Kavmî şuura sahip olan II. Abdul- Hamid, Kara-Keçililer’in bu ziyaretine resmî bir mahiyet verdirdi; öz oymağı saydığı Kara­Keçili gençlerinin bulunduğu bir alay meydana getirdi ve ona Ertuğrul alayı adını verdi. Ayrıca yine onun devrinde veya daha sonra: "Ertuğrul'un ocağında uyandık, şehitlerin kanlarıyla boyandık" beyti ile başlayan bir marş da bestelendi. Abdul-Hamid Kara-Keçili oymağı mensuplarını Alman imparatoruna kendi akrabaları olarak tanıtmıştı. Söylemek mümkün olabilir ki, yüzyıllardan beri ilk defa bir Osmanlı hükümdarı asırlarca yalnız ve yardımsız bırakılmış milletine karşı manen sıcak bir alâka duymuştur.”

Sümer pek çok tarihçiden farklı olarak bazı konuları açıklarken eski Türk geleneklerini kullanmayı tercih etmektedir. Türklerin örf, adet ve gelenekleri hakkında yaptığı çalışmalar neticesinde bazı olayları açıklamakta, bu bilgilerini kullanmaktadır.

Alp Arslan, Tuğrul Bey’in Abbasi halifesinin kızı ile evlenmesinden 6-7 ay sonra ölmesini bir uğursuzluk olarak telakki etmiş ve Selçuklu sultanları bu olaydan sonra Abbasi hanedanına mensup kişilerle evlenmemişlerdir. Sümer bu olayı şöyle anlatmaktadır.

“Alp-Arslan amcasının evlendiği Abbasi seyyidesini armağanlar ile birlikte Bağdat’a gönderdi. Onun bu seyyide ile evlenmemesinin ve kendisinden sonra gelen Selçuklu hükümdarlarının de halifelerden kız istememelerinin bir sebebi olmalıdır. Bu sebep de Tuğrul Beğ’in izdivaçtan 6-7 ay gibi kısa bir zaman sonra ölmesinden, halifelerden baskı ile “kız almanın uğurlu olmadığı” şeklindeki kuvvetli bir inanç meydana gelmesi ile ilgili olmalıdır.”

Kırgızların aslen Türk olmayıp Türkleşmiş bir kavim oldukları iddiasını Sümer kabul etmemektedir. Sümer bu iddiaya katılmadığı gibi yanlışlığını ortaya koymaktadır. Bunu yaparken de antropolojik yapılarını ve coğrafi bakımdan yaşadıkları yerin böyle bir değişime müsaade etmeyeceğini aktarır. Sümer, İslam müelliflerinin açıklamalarını da kullanarak bu durumu şu şekilde açıklamaktadır.

“İslam müelliflerinden Gerdizi Kırgızların beyaz tenli ve kızıl saçlı olduklarını, bunun da Saklablar (=Slavlar) ile karışmaktan ileri geldiğini yazar. Bazı Türklük bilgisi bilginleri bu ifadelere bakarak, Kırgızların Türkleşmiş bir kavim olduklarını ortaya atmışlardır.

Fakat bu iddiaya katılmaya, bu görüşü ciddi olarak karşılamaya imkan yoktur. Türk aleminin merkezinden uzakta ve buradan sıra dağlar, sık ormanlar ile ayrılmış bir yerde yaşayan Kırgızlar nasıl Türkleştiler? Bu iddianın kabul edilmesi, ancak bu hususun (yani onların nasıl Türkleştiklerinin) izahı ve ispat edilmesi ile mümkün olabilir. İkinci olarak bu Türleşme ve karışmanın izleri, hafif bir şekilde de olsa, Kırgızlar’ın antropolojik yapılarında görülürdü. Sonra yine İslam Müelliflerinden el-İstahrî ile Kaşgarlı Mahmud, Kırgızları öz Türk kavimleri arasında sayarlar.”

Sümer, milli duyguları ağır basan bir tarihçimizdir. Bu durumu bazı konulara yaklaşımında görmemiz mümkündür. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin zaman zaman birbirleriyle mücadele etmesi konusuna yaklaşımı dikkat çekicidir. Her iki devletinde Türkmen olmaları münasebetiyle muharebeden vazgeçmeleri ve kavmiyet duygularının ön plana çıktığını açıklaması önemlidir. Sümer bu konu ile ilgili şu bilgileri vermektedir.

“Göçebe Karakoyunlu ve Akkoyunlular arasında birçok savaşlar olduğu halde beyleri bazen “her ikimizde Türkmen olduğumuzdan artık birbirimizle muharebe yapmayalım ve düşmanlarımıza dönelim” düşüncesi ile kavmiyet veya milliyet duygularına bağlı bulunduklarını gösteriyorlardı.”

Araştırmayı ve ilim dünyasına yeni eserler kazandırmayı kendine şiar edinmiş olan Sümer, bu amaçla var gücüyle bilgi ve belge toplamaktadır. Bu çaba sonucundadır ki pek çok ilmi eseri tarih araştırmacılarına sunmuştur. Bunlardan bir tanesi Sümer’in "Hısn Keyfâ Vekayinâmesi" olarak takdim ettiği kitaptır. Karakoyunlularla ilgili olan ve Arapça olarak yazılmış kitabın bilinen tek nüshası vardır. Bu kitabı Türkiye’de ilk defa Faruk Sümer kullanmış ve Türk tarihçilerine tanıtmıştır. Böylesi nadir ve Türkiye’de ilkim çevreleri tarafından tanınmayan bu kitabı Sümer titiz araştırmaları sonucu bulmuştur. Bu konu ile ilgili Burhan Zengin şu bilgiyi vermektedir.

Hasankeyf Eyyubilerine ait kaynaklar ise ne yazık ki çok azdır. Şüphesiz bu dönemin en önemli ve tek kaynağı Hısn Keyfâ Vekayinâmesi’dir. Her halde bu eser olmasaydı Hasankaye Eyyubilerine ait birçok nokta karanlıkta kalacaktı.

Bu eser Türkiye’de ilk defa Prof. Dr. Faruk Sümer tarafından kullanıldı. (Karakoyunlular kitabında) Arapça olup dünyada tek nüsha olan eser, halen Viyana Milli Kütüphanesi’nde (Mxt. 355) bulunmaktadır. Müellifi meçhul 111 varaktan ibaret olan eser 821\1418 senesinde tamamlanmış ve Hasankeyf Eyyubi hükümdarı el-Melik el-Adil Fahruddin Süleyman’a ithaf edilmiştir. Ancak eldeki tek nüsha 778\1376-77 yılında sona ermektedir. Kırk senelik hadiseleri ihtiva eden ikinci bölümü ise henüz tespit edilememiştir.

Prof. Dr. Faruk Sümer, eseri Hısn Keyfâ Vekayinâmesi olarak takdim eder. Vekayinâme’yi tanıtma amacıyla Claude Cahen tarafından yazılan ve sayın Sümer’in istifade ettiği makalede muhtevasından dolayı verilen bir isimdir. Halbuki eserin çeşitli yerlerindeki ifadelerden anlaşıldığına göre ismi, Nüzhetü’n - Nâzır ve Râhetu’l - Hâtır olmalıdır.

Türk tarihi için önemli araştırmalara imza atan Sümer, bazı konularda meslektaşlarından faklı düşünmektedir. Tuğrul ve Çağrı Bey’in, Arslan Yabgu’nun baskısı sonucu Buğra Han’a sığınmasını ve Mavera-ün Nehr’den çok az bir kuvvetle (30 atlı) çıkarak İran’ı baştan sona geçmesini ve Bizans sınırında gaza yapmasını menkıbevi bir olay olarak görmekte ve bu konuda CL. Cahen gibi düşünerek İ. Kafesoğlu’nu ve M. A. Köymen’i tenkit etmektedir. Bu durumu oğuzlar adlı kitabında şu şekilde anlatır.

Melik-nâme’de daha Arslan Yabgu’nun sağlığında Mâveraun-nehr hükümdarının (İlig) kendisinin hakimiyeti için tehlikeli gördüğü Çağrı ve Tuğrul beylerin de üzerine yürüyerek onları kavim ve kabileleri ile birlikte Buğra Han’a sığınmaya mecbur ettiği yazılıdır. Bazı tetkikçiler tarafından bu münasebetle Çağrı ve Tuğrul beylerin bir müddet Talas vadisinde yaşamış oldukları fikri ileri sürülmüş ise de bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü anlatılan hadise her hali ile menkıbevi bir mahiyet taşımaktadır. Bunun gibi hadiseden sonra Çağrı Beğ’in Mavera-un nehr’den 30 atlı ile çıkarak baştan başa İran’ı geçip Bizans sınırında bir müddet gazada bulunduktan sonra tekrar Mavera-un nehr’e döndüğüne dair anlatılan şeylerin doğru olması CL. Cahen’in de dediği gibi (Melik-nâme s.51.) pek şüphelidir. Hatta bunun tamamen bir masal olduğunu söylemek bile mümkündür. Çünkü menkıbevi yahut destani bir vasıf taşıyan bu olayda diğer kaynaklarca ve diğer eserler tarafından teyid edilmemektedir. Hatta, Ahbar-ud-devlet-is-Selçukiyye ve İbn ul-Esir bu olaydan bahsetmezler. Bu husus pek muhtemel olarak, bu hadisenin Melik-nâme’nin faydalandıkları nüshasında bulunmaması ile ilgilidir. Diğer tarafta Irak Türkmenleri’nden önce Bizans sınırında Türkmenlerin bulunduklarına dair kesin bilgimiz yoktur ve olması da muhtemel değildir. Böyle olduğu halde, bazı tetikçiler, bu hadisenin doğruluğundan şüphe etmemişler, onu ayrı bir makale konusu yapmışlar (İbrahim Kafesoğlu, Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi Ehemmiyeti, Köprülü Armağanı, Ankara 1953, s. 259-274.) veya araştırmalarında ona mühim bir yer vermişlerdir (M. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Kuruluşu, I, s. 170-178.) Menkıbevî mahiyette bir eser olan Meliknâme, XI. Yüzyıl Selçuklu tarihinin güvenilir bir kaynağı sayılmaz.

F. Sümer, Türklerin İslamiyet’e girmesi hususunda O. Turan ve F. Köprülü’den farklı düşünmektedir.

Turan Türklerin İslamiyet’e girmesi konusunda şu bilgiyi vermektedir. “İslamiyet’in Oğuzlar ve Karluklar arasında yayılması Türk tarihinde olduğu gibi, İslam ve dünya tarihinde de büyük neticeler doğurmuştur.”

Köprülü ise; “Hicri 350 senesinde Şaş ve Farap arasında tahkim edilmiş sınırın beri tarafındaki arazide Müslümanların hakimiyetini tanımaksızın yaşayan Karluklar, Oğuzlar ve garp Türkleri kalıntılarından 200.000 çadır halkı İslamiyet’i kabul etmişlerdir.”

Oğuzlar üzerinde derin bir araştırma yapan F. Sümer ise ilk Müslüman olan Türk toplulukları içinde Oğuzları zikretmez. Ona göre; “Bu Türk halkının Karahanlı hanedanının hakim bulunduğu yerdeki Türk kavimleri, Yağma Karluk, Çiğil ve Tuhsi olduğunda şüphe edilmemelidir.”

Osman Turan ile Faruk Sümer arasında bazı konularda ihtilaf vardır. Daha ziyade O. Turan’ın kaleme aldığı, Sümer’in herhangi bir karşılık vermediği ve polemik olmaktan uzak birkaç atıf vardır. O. Turan, Sümer’i bazı yanlışlar yapmakla hatta kendisine ait bazı fikirleri küçük değişikliklerle kullanmakla suçlamaktadır. Bu konuda Sümer sessiz kalmayı yeğlemiştir. Turan’ın iddiası şöyledir.

“Faruk Sümer’in Oğuz etnolojisi üzerinde yaptığı araştırmalar, umumi görüşlere sahip bulunmamakla ve mühim meselelere uzak kalmakla beraber, Selçuk tarihi için kıymetli bir çalışma mahsulüdür.”  Bu ifadelerin dipnotunda ise Turan şu ifadeleri kullanmaktadır.

“Anadolu’ya Oğuz boylarına aid arşiv malzemesini toplayan bu çalışmalardan sonra X. asırda Oğuzların hayatları, Oğuzlara aid destani eserler ve nihayet Oğuzlara dair umumi bir makale (İA) başlıca çalışmalardır. Müellif Oğuzların menşei, muhaceretelri, içtimai ve kültürel durumları gibi meselelere girişmemiştir. Değerli ve çalışkan tarihçi bu araştırmalarını şimdi bir kitap halinde neşretmiştir. Lakin o burada Gök-Türklerin Oğuzlardan olduğunu anlayamamış veya W. Barthold’un hatalarını tekrarladığı gibi bize ait bazı fikirleri kendisine mal ederken yaptığı yanlışlar ile de, daha küçük bir ölçüde, Kafesoğlu’nun durumuna düşmüş olup bu husus başka bir yerde gösterilecektir. Onun N. Lugal ile birlikte Tarih-i Diyarbakriyye’yi (Ankara, 1964) neşre başlamaları da kayda şayandır.”

Turan’ın, Sümer’i ithafı bunlarla kalmamış ve bazı konuların anlatımında hata yaptığını söylemektedir. Bu konulardan biri Doğu Anadolu’da kurulan Mengücekliler Devleti ile ilgilidir. Turan’ın iddiası şudur.

“Şarki Anadolu tarihi üzerinde bugüne değin yapılmış neşriyatın bir kısmı mahalli tarih vücûda getirmek mahiyetini almıştır. Bu eğerlerin sahipleri, çok defa, tarihi araştırma hazırlığına ve metotlarına hakim bulunmadığı, mevcut neşriyat ve kaynaklara vâkıf olmadığı iyin, onların bu himmetleri kitabe, vakfiye ve başka malzeme verdikleri nispette çalışmalarına değer kazandırabilmişlerdir. Nitekim aydınlatılması güç olan bu bölge ve beyliklerin tarihi için ara sıra başvurulan İbn ül-Esir gibi bir iki İslâm tarihini görmekten ileri gidememiş ve işaret ettiğimiz ana-kaynaklar görülmemiştir. Bu durumda beyliklerin, iktisadi, kültürel, ilmi ve dini hayatları şöyle dursun, siyasi tarihlerini imkan nispetinde aydınlatmak da mümkün değildi. Şarkî Anadolu beyliklerine aid âbideler, kitabeler ve meskukât hakkında Th. Hoııtsma, Van Berchem, Halil Edhem, İsmail Galip, Ahmed Tevhid, A. Gabriel ve J. Sauvget tarafından husûsî mevzular üzerinde yapılan araştırmalar mühim olup bunları, şüphesiz, diğerlerinden istisna etmek gerekir. Bunlardan başka İslâm Ansiklopedisinde M.H Yınac'ın Erzurum ve Diyarbekir, V. Minorsky'nin Mardin ve Honigman'ın Meyyâfârkin maddeleri bu beylikler tarihi için de değerlerini muhafaza eder. F. Köprülü Artuklular maddesini çok kısa yazmakla beraber bu beyliğin siyasi tarihine iktisadi, içtimai ve fikri hayatını da eklemiş; kullanılan mahdûd kaynak ve tetkiklerin verdiği imkân nispetinde bu hususlarda bir aydınlık göstermiştir. Cl. Cahen İbn ul-Azrak'da Artukluların şeceresine ait bilgileri toplamış ise de bunu bitirmemiş; Hısn Keyfâ'da XIV. asırda kaleme alınmış yeni bir yazmanın muhtevasını da tercüme ederek neşretmiştir. Faruk Sümer tarafından kaleme alman Mengücükler maddesi de yapılmış araştırmaların bir hulâsası olarak, bazı ilâvelerle, yeniden telif edilmiştir.

Bu araştırmalar ciddi olmakla beraber hem tetkiklerin mahiyeti ve hem de işaret ettiğimiz kaynaklardan çoğunun görülmemiş veya tetkik edilmemiş bulunması yalnız medeniyet değil siyasî tarihin bile karanlıklar içinde kalmasına sebep olmuştur. Bu durumda kaynakların daha etraflı bir şekilde aranması ve toplanması suretiyle «Doğu Anadolu Türk devletleri tarihi» adını alan bu eser vücûda getirilmiş; başlıca dört beyliğin tarihini aydınlatmağa çalışılmıştır. Bu kitap Selçuklular zamanında Türkiye adlı eser ile birlikte artık Ortaçağ Türk Anadolu’sunun siyasi tarihini tamamlamış oluyor. Selçukluklar devrinde te­şekkül eden Anadolu beyliklerinin başlangıçlarını aydınlatmakla beraber asıl varlıkları Selçuklulardan sonra devam ettiği için onlar nasıl mevzu dışı bırakılmış ise Şarki Anadolu beyliklerinden sonra kurulan Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri de öylece sahamıza dahil edilmemiştir ”485

Turan’a göre Sümer bu makaleyi yazarken mevcut kaynakların pek çoğunu görmemiş ve bazı tarihçilerin hatasına düşmüştür.

Sümer bu tür ilmi polemiklere girmek yerine araştırmalarına devam ederek, yeni eserler meydana getirmeye çalışmıştır. Bunda muvaffak olduğunda hiç şüphe yoktur.

PROF. DR. FARUK SÜMER’İN İLMİ FAALİYETLERİ ve YAPTIĞI GÖREVLER

Prof. Dr. Faruk Sümer tarihi araştırmaları kadar yurt içinde ve yurt dışında verdiği ders, katıldığı sempozyum, panel, konferans gibi etkinliklerle de Türk tarihine katkıda bulunmuştur. Bu konuyu iki başlık altında inceleyebiliriz:

A. Faruk Sümer’in Faaliyetleri

Bu başlığı üç bölümde inceleyebiliriz.

1.    Yurt içindeki faaliyetleri

2.     Yurt dışındaki faaliyetleri

3.     Türkmenistan’daki faaliyetleri

1.     Yurt içindeki Faaliyetleri:

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Oğuz Türklerinin Gök Türkler ve Seyhun boylarındaki tarihleri, Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşu, Anadolu'daki Türk   yerleşmesi, Selçuklular ve Beylikler devri, Karakoyunlular ve Akkoyunlular tarihi konularında dersler vermiştir.

Fakültesi dışında, Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde (1974-75), MEB’na bağlı İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu ile Adapazarı Türk Musikîsi Devlet Konservatuarında (1975-76)  , 1975-76 yıllarında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda Türk Kültürü ve İnkılâp Tarihi derslerini veren Sümer,  İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi'nde Türk Kültür ve Medeniyetleri Tarihi ile İnkılâp Tarihi  derslerini vermiştir.

Sümer, ilmi araştırmalarına daha rahat devam edebilmek üzere, resmi emekliliğine daha on yıldan fazla süre varken 58 yaşında kendi isteği ile 1982 yılında emekli olur. Ve İstanbul'a taşınır.    Çalışmalarına burada devam eden Sümer, dergilere sayısız makale yazar. Bu arada uzun yıllar üzerinde araştırma yaptığı konuları genişleterek pek çok kitap yazmıştır.

2.    Yurt dışındaki Faaliyetleri:

Prof. Dr. Faruk Sümer, 1964’te İran, 1959-60, 1966-67, 1970, 1973, 1977-78'de İngiltere, 1968, 1970'te Fransa, 1969-70, 1974-75'te Almanya ve 1979'da ABD'de alanı ile ilgili çeşitli bilimsel inceleme ve araştırmalarda bulunmuş, 12-21 Mayıs 1968’de, NATO’nun daveti üzerine, bu kuruluşun düzenlediği dokuz günlük Avrupa gezisi ile ilmî ve kültürel konferanslarına, 4 Nisan-30 Haziran 1979'da ABD'nin daveti üzerine de, bu ülkenin St. Louis kentinde "Historical Club"un Türkiye kültür tarihine dair düzenlediği konferanslara < . <     .491

katılmıştır.

Avrupa üniversitelerinde; 1970 Londra Üniversitesi, Asya ve Afrika Araştırmaları Okulu, 1974 Frankfurt Üniversitesi Goethe Enstitüsü’nde konuk profesör sıfatıyla, Türk- İslam Tarihi ve Medeniyeti, Türk Dili vb gibi dersler okutmuş, ayrıca bazı Avrupa (1970 İngiltere), Ortadoğu (1968, İran ve Pakistan) ve Asya (1994 Türkmenistan) ülke ve şehirlerinde konuşmalar yapmış, konferanslar vermiştir. Derin bilgisi ve ciddî çalışmalarıyla dışarıda da dikkatleri çekmiş büyük ilgi ve itibar görmüş tür. Bu arada dünya tarih bilimcileri arasında büyük ilgi ve saygı görmüş ve bunun sonucunda da çeşitli ülkelerden ve üniversitelerden kendileriyle çalışma teklifi almıştır.

Sümer, bu münasebetle 1971'de, ABD California Berkley Üniversitesi'nden, Türkoloji Bölümü Başkanı olması için cazip bir öneri almış, fakat uzun süre vatanından ve milletinden ayrı yaşayamayacağı gerekçesiyle bunu kabul etmemiştir.  Kendisi bunu şöyle anlatır:

“1971 yılında Kaliforniya Üniversitesi Türkoloji Bölümü başkanı olmam için yapılan câzib teklifi, kabul edemedim. Çünkü uzun yıllar yurdumdan ve milletimden uzakta yaşayamayacaktım...”

İçeride olduğu gibi, dışarıda da çoğu tebliğle olmak üzere, kongre, sempozyum vb gibi pek çok uluslararası bilimsel toplantıya katılmış, Türkiye ile Türk tarihçiliğini başarı ile temsil etmiştir. Başlıcaları kronolojik sırasıyla şunlardır:  

II.      Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi (26-29 Eylül 1963, Venedik/İtalya),

XII.      Tarihî İlimler Kongresi (29 Ağustos-2 Eylül 1965, Viyana/Avusturya),

XIII.      Uluslararası Bizans Tetkikleri Kongresi (5-10 Eylül 1996, Oxford/İngiltere),

XIV.      Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi (24-29 Temmuz 1967, Cambridge/İngiltere),

XXVII. Milletlerarası Müsteşarlıklar Kongresi (Ağustos 1967, Michigan-Ann Arbor/ABD),

V. Uluslararası İran Sanatı ve Arkeolojisi Kongresi (10-18 Nisan 1968, Tahran/İran),

I.       Uluslararası Venedik Tarih ve Medeniyeti Kongresi (1-5 Haziran 1968, Venedik/İtalya),

IV.     Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi (10-15 Eylül 1971, Aix-En-Provence/Fransa),

Uluslararası Orta Asya Medeniyetleri Kongresi (26 Eylül-5 Ekim 1972, Aşkabad/SSCB-Türkmenistan),

VII. Uluslararası Arabistik ve İslâmî İlimler Kongresi (15-22 Ağustos 1974, Göttingen/Batı Almanya),

Osmanlı öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi II. Uluslararası Sempozyumu (24-26 Eylül 1974, Napoli/İtalya),

V.     Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi (21-27 Eylül 1975, Budapeşte/Macaristan),

İslamic Council of Europe'un İslam Alemi Festivali Münasebetiyle düzenlediği Uluslararası Kongre (1976, Londra/İngiltere),

Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi III. Uluslararası Sempozyumu (5-10 Eylül 1976, Hamburg/Batı Almanya),

Pakistan'ın kurucusu M. A. Cinnah'ın 100. Doğum yılı dolayısıyla Kaid-i Azam Üniversitesi'nin düzenlediği Uluslar arası Kongre (19-25 Aralık 1976, İslamabad/Pakistan),

Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi IV. Uluslar Sempozyumu (1978, Saraybosna/ Yugoslavya),

VI.     Milletler arası Türk Sanatı Kongresi (3-7 Eylül 1979, Münih/Batı Almanya),

II.    Milletlerarası Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi (1-5 Temmuz 1980, Strasbourg/Fransa),

Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi V. Uluslararası Sempozyumu (30 Haziran-4 Temmuz 1981, Madrid/İspanya),

XXIX. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi (16-22 Temmuz 1973, Paris/Fransa).

3. Türkmenistan’daki Faaliyetleri:

Oğuzlar (Türkmenler) adlı eseri sayesinde Türkmenistan’da büyük bir ilgi görmüştür. Ömrünü adadığı Türkmen (Oğuz)lerin tarih ve kültürünün ortaya çıkartılması hususunda yaptığı çalışmalar dolayısıyla, 1993'de Türkmenistan İlimler Akademisi üyeliğine seçilmiş, ertesi yıl da, bir madalya ile onurlandırılarak, bu ülkenin vatandaşlığına kabul edilmişti. Bu ise, şüphesiz onun için, hayatının en anlamlı ve en büyük manevî mükafatı olmuştur.  Bu durumu kendisi şu şekilde anlatmaktadır:

“1993 yılında Türkmenistan Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı beni aradı. Kendisi tarihine ve kültürüne oldukça, bağlı birisi. Ekim ayındaki bağımsızlığın 2. yılı törenlerine katılmak üzere beni de davet etti. Büyük bir resmi geçit düzenlendi. Büyükelçilerin bulunduğu kısımda oturuyordum. Bizim Mehteran Bölüğü geçerken elçiler, "Türk imparatorluğunun uzun yıllar dünyayı nasıl idare ettiğini şimdi daha iyi anlıyoruz" dediler.

Bu törenlerden sonra Türkmenbaşı beni "Türkmen Alimler Akademisi Üyeliği" ile onurlandırdı. Geçen mayıs ayında tekrar davet ettiler. Mahdum Kulu şenlikleri dolayısıyla ödül verdiler. Aşkabat'ta çalışan Türk mühendislere ve bana madalya taktılar. Çadır Park, Mahdum Kulu parkın da konuşma yaptım. Bana Türkmenistan vatandaşlığı ve bir pasaport verildi. Böylece çifte vatandaş oldum.”

Faruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) adlı kitabı Türkmenistan Türkçe’sine çevrilmiştir. Dünya Türkmenleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Muhammet Aydoğduyev tarafından Türkmen Türkçe’sine çevrilen bu kitabın bir örneği, Türkmenistan cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’na hediye edilmiştir.

B. Faruk Sümer’in Yaptığı Görevler

Sümer, birçok tanınmış yerli-yabancı kurum ve kuruluşun aslî üyeliklerine seçilmiş, çeşitli idarî, bilimsel-akademik görevlerde bulunmuştur. Başlıcaları şunlardır:

AÜ DTCF'de: Yönetim Kurulu (1961) ile Tarih Enstitüsü üyelikleri,

Ortaçağ Tarihi Kürsüsü Başkanlığı (1974-81),

AÜ İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü üyeliği,

1966'da kurulan Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü'nde: kurucu aslî üyeliği, genel muhasipliği,

Enstitü yayın organı Selçuklu Araştırmaları Dergisi'nin sorumlu yazı işleri müdürlüğü,

Orta Anadolu Araştırma Merkezi Başkanlığı,

12 Eylül 1981 'den sonra yeniden yapılanan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na bağlı Türk Tarih Kurumu'nda: aslî üyelik (Yüksek Kurul'ca seçilmesi: 1983),

Ortaçağ Tarihi Bilim ve Uygulama Kolu üyeliği,

Genel Türk Tarihi Bilim ve Uygulama Kolu Başkanlığı,

Konya SÜ Selçuklu Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyeliği,

Kültür Müsteşarlığı ve Bakanlığı'nda: 1000 Temel Eser Danışma Kurulu ile mezkur bakanlığın yayın organı Millî Kültür Dergisi'nin yazı kurulu üyelikleri,

Society for The Promotion of Byzantine Studies,

Comite International d'Etudes Pre-Ottomanes et Ottomanes (Seçilmesi: 1972), Türkmen (istan) İlimler Akademisi (seçilmesi 1993) üyelikleri.

Yurt içinde ve dışında yaptığı çalışmalar ve aldığı görevlerde başarılı olan Sümer; Türk milletini dünyaya tanıtan pek çok esere imza atarak tarih bilimine büyük katkıda bulunmuştur.

Faruk Sümer, bilimin tarafsızlığını hiçbir zaman unutmamış ve önüne hiçbir değeri geçirmemiş tarafsız, dürüst ve bilimsel tarih yazıcılığından vazgeçmemiştir. Ayrıca gördüğü her türlü aksaklığı da gerekli mercilere iletmekten çekinmeyen bir insandır. Bu yönünü Prof. Dr. Turan Yazgan şu sözleriyle ifade eder.

“Faruk Sümer, ilim dışında hiç bir şeyle uğraşmamış, nâdir ilim adamlarımızdan biridir. Milli mes'elelere karşı son derece hassas olmuştur. Mücadelesini şahsi olarak, ilgililere yazdığı mektuplarla yürütmüştür.”

SONUÇ

Türk milletinin yüce değerlerini, kültür ve medeniyetinin ortaya çıkardığı millî kahramanlarını, Türk'ün her türlü kültürel değerlerini en acılı günlerinde bile yılmadan, bıkmadan gün ışığına çıkarmak için çalışan Sümer, sağlığında dilinden hiç düşürmediği Türkmen Yunus Emre'nin şu dörtlüğündeki gibi sevdiklerinden sessizce ayrılarak ebedî dünyasına, yüce Allah'a yürüdü:

"Bir garip öldü diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin"

Faruk Sümer’de maalesef ülkemizde ilimle uğraşanların hepsine yapılan ilgisizlik içinde sessizce hayata gözlerini yummuştur. Akyoloğlu bu durumu güzel bir şekilde ifade etmiştir.

“1980'li yıllarda Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'i ziyarete gittiğimde Sümer'in öğrencisi olduğumu duyunca "Faruk Sümer gibi bir ilim adamı ikiyüzelli yılda bir gelir" diyerek bizleri uyarmıştı. Ne yazık ki, ünü kıtalararasında yaşayan bu iki alimin aramızdan sessizce ayrılışları yalnızca onların değerlerini bilenler tarafından anlaşılmış, aynı tarihlerde ölen bir söz yazarı, şarkıcı için başsağlığı dileyen hükümet ve devlet adamlarımız tüm dünyanın tanıdığı bu iki büyük alim için hiç bir kelime söylememişlerdir. Üniversitelerimiz ve ilgili birimleri böylesine yüksek değerlerimizi hiç olmazsa senede bir defa olsun hatırlayarak anlamlarına ve ilimlerine yakışır ilmi toplantılar düzenlemelidirler. Merhum Sümer hocamla en son görüştüğümde, Türkçe'yi anadil olarak, bilim dili olarak yetersiz bulanlar için İngilizlerin "Kötü işçiler kabahatlerini daima aletlerinde bulurlar" atasözünü söylemişti.”

Bu sözlere sonuna kadar katılıyor ve Türk tarihi ve dünyasına büyük katkıları olan Prof. Dr. Faruk Sümer’i bir kez daha şükranla anıyoruz.

BİBLİYOGRAFYA

I. FARUK SÜMER’İN ESERLERİ

A. Kitapları

Abü Bakr-i Tihranî, Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (I. Cüz), Çev.: Faruk Sümer- Necati Lugal, TTK, Ankara 1993.

___________ Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (II. Cüz), TTK, Ankara 1993.

Lewis, Bernard, Avrupa ve Türkler-Osmanlı İmparatorluğu’nun Medeniyeti, Çev.: Faruk Sümer-Mine Erol,

Sevim, Ali., Sümer Faruk, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve Çeviriler), TTK, Ankara 1971.

Sümer, Faruk., Yetkin, S. K., Ülken, H. Z., Özgüç, T., Çağatay, N., Karamağaralı H., Turkısh Archıtecture (Türk Mimarisi), İngilizce Terc.: A. E. Uysal, AÜ İF Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü Yay., 3. baskı, Ankara 1965.

___________  Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, TDAV, 5. baskı, İstanbul 1999.

___________ Kara-Koyunlular (Başlangıçtan Cihan-Şah’a Kadar), TTK, Ankara 1967.

___________ Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü ( Şah İsmail İle Halefleri ve Anadolu Türkleri ), TTK, 2. baskı, Ankara 1992.

___________ Türklerde Atçılık ve Binicilik, TDA, İstanbul 1983.

___________ Eski Türklerde Şehircilik, TTK, Ankara 1994.

___________  Yabanlu Pazarı - Selçuklular Devrinde Milletler Arası Büyük Bir Fuar (An Important International Fair During The Saljuk Period), TDAV, İstanbul 1985.

___________ Eshâbü’l-Kehf (Yedi Uyurlar), TDAV, İstanbul 1989.

___________ Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, TTK, 2. baskı, Ankara 1998.

___________ Çepniler Anadolu’nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu, TDAV, İstanbul 1992.

___________ Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, ETAM AŞ. Matbaa Tesisi, Eskişehir 1992.

___________  Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları, Ders Kitapları Anonim Şirketi Yay., İstanbul 1997.

___________ Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları I, TDAV, İstanbul 1999.

___________ Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları II, TDAV, İstanbul 1999.

The Book Of Dede Korkut a Turkish Epic, İngilizce Çev.: Faruk Sümer, A.

E. Uysal, W. S. Walker. Texsas Üni.

B. Makaleleri ve Diğer Yayınları

Faruk Sümer, “Abbasîler Devrinde Büyük Bir Türk. Tolun-oğulları Devleti'nin Kurucusu Ahmed”, TDA, Sayı: 52 (Şubat 1988), s. 9-18.

___________ “Abbasiler Tarihinde Orta Asyalı Bir Prens Afşin”, Belleten, Cilt: LI, Sayı: 200, Ağustos 1987, s. 651-665.

___________ “Afşarlar. İran'da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı”, TDA, Sayı: 41 (Mayıs 1986), s. 125-133.

___________ “Ağa Muhammed Şah. Kaçar Devleti'nin Kurucusu”, TDA, Sayı: 47 (1987), s. 9-22.

___________ “Ağaçeriler”, Belleten, Cilt: 24 (XXIV), Sayı: 96 (Ekim), Ankara 1960, s. 521­528.

___________ “Ağaç-Eriler ve Akça-koyunlular”, TDA, Sayı: 60 (1989), s. 36-39.

___________  “Ahlat Şehri ve Ahlatşahlar”, Belleten, Cilt: L, Sayı: 197, Ağustos 1986, s. 447-494.

___________  “Akıllı-Cesur-Faal-Faziletli En Büyük Türk Denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa”, TDTD, Sayı: 21, Eylül 1988, s. 3-7.

___________ “Akkoyunlular”, TDA, Sayı: 40 (Şubat 1986), s. 1-38.

___________ “Altay Dağları”, TDTD, Sayı:1, Ocak 1987, s. 31-34.

___________  “Anadolu 'da Moğollar", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Cilt: I. 1969, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü yay., Ankara, 1970 s. 1-147.

___________ “Anadolu’da Oğuz Boylarına Dair Yer Adları”, Türkler, Cilt:6, s. 335-357.

___________ “Anadolu’daki Türk Halıcılığına Dair En Eski Tarihi Kaynaklar”, TDA, Türk Halıları Özel Sayısı, Sayı: 32, Ekim 1984, s. 44-54.

___________ “Anadolu'nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesi”, TE, Sayı: 130 (Ağustos 1984), s. 12-14.

___________ “Anadolu'ya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?”, Belleten, Cilt: XXVI, Sayı: 96 (Ekim 1960), s. 567-594.

___________  “Apa Hakkında”, TDA, Sayı: 65 (Nisan 1990, Prof. Dr. Bahattin Ögel'e Armağan), s. 77-81.

___________ “Arslan Beygu”, TDA, Sayı: 39 (Aralık 1985), s. 1-9.

___________  “Arslan el-Besâsirî. XI. Yüzyılda Abbasîler Devrinde Bir Türk Kumandanı”, TDA, Sayı: 42 (1986), s. 101-114.

___________ “Arslan Hatun”, TDA, Sayı: 44 (Ekim 1986), s. 8-13.

___________ “Arslan Şah”, TDTD, Sayı: 45, Eylül 1990, s. 3-7.

___________ “At Çekenler”, TDTD, Sayı: 80 (Ağustos 1993), s. 5-12.

___________ “Avşarlar”, TDA, Sayı: 62 (1989), s. 119-139.

___________ “Avşarlar'a Dâir”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 453-478.

___________ “Az Tanınmış Bir Türk Hükümdarı Uzun Hasan Bey”, TDTD, Sayı: 19, Temmuz 1988, s. 14-21.

___________  “Azerbaycan’ın Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir Bakış”, Belleten, Cilt: 21 (XXI), Sayı: 83 (Temmuz), Ankara 1957, s. 429- 443.

___________ “Bayındır, Peçenek ve Yüreğirler”, AÜ DTCFD, Cilt: XI, Sayı: 2-4 (Haziran- Aralık 1953), s. 317-344.

___________ “Belgelerle Köroğlu'nun Tarihî Kişiliği”, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 163 (19 Aralık. 1975).

___________ “Bilge Kağan Çok az Bilinen Büyük Bir Türk Hükümdarı I”, TDTD, Sayı: 25, Ocak1989, s. 18-25.

___________ “Bilge Kağan II”, TDTD, Sayı: 26, Şubat 1989, s. 4-11.

___________ “Bilge Kağan III”, TDTD, Sayı:27, Mart 1989, s. 22-28.

___________ “Bilge Kağan IV”, TDTD, Sayı: 28, Nisan 1989, s. 5-11.

___________ “Bilge Kağan V”, TDTD, Sayı: 29, Mayıs 1989, s. 4-9.

___________ “Bilge Kağan VI”, TDTD, Sayı: 30, Haziran 1989, s. 4-10.

___________ “Bozkır”, TDTD, IX (1995). s. 3-9.

___________ “Bozok Tarihine Dair Araştırmalar I”, AÜ DTCF Cumhuriyetin 50.

Yıldönümünü Anma Kitabı, Ankara 1974, s. 309-381.

___________ “Bozoklu Oğuz Boylarına Dair”, AÜ DTCFD, Cilt: XI, Sayı: I (Mart 1953), s.65-103.

___________ “Boz-Ulus Hakkında”, AÜ DTCFD, Cilt: VII, Sayı: I (Mart 1949), s. 29-60.

___________ “Breyler Türk”, TDTD, Sayı: 106, (Ekim 1995), s. 9-11.

___________ “Ceridler BirTürk Oymağının Tarihi”, TDTD, Sayı: 24, Aralık 1988, s. 3-9.

___________ “Çepniler I”, TDTD, Sayı: 55 (Temmuz 1991), s. 3-11.

___________ “Çepniler I I”, TDTD, Sayı: 56 (Ağustos 1991), s. 3-10.

___________ “Çepniler I II”, TDTD, Sayı: 57 (Eylül 1991), s. 5-18.

___________ “Çepniler IV”, TDTD, Sayı: 58 (Ekim 1991), s. 4-25.

___________ “Çepniler V”, TDTD, Sayı: 59 (Kasım 1991), s. 4-28.

___________ “Çepniler VI”, TDTD, Sayı: 60 (Aralık 1991), s. 4-17.

___________ “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın İkinci Yarısına
Kadar)”, AÜ DTCF TAD, Cilt: l, Sayı: l (1963), 1964, s. 1-108.

___________ “Doğu Anadolu’da Moğol ve Türkmen Devirlerine Ait Bazı Tarihi Yapılar Hakkında Düşünceler (Remarks on Sorne Mongol and Turkmen Buildings in Eastern Anatolia)”, Belleten, Cilt: LIV, Sayı: 210, Ağustos 1990, s. 631-639.

___________ “Döğerler'e Dâir”, TM, Cilt: X (1951-53), 1953, s. 139-158.

___________ “El-Hades (Göynük) Şehri”, TDTD, 81 (Eylül 1993), s. 4-8.

___________ “Eski Türk Devletlerinde Ağa Unvanı”, TDA, Sayı: 38 (Ekim 1985), s. 58-66

___________ “Eski Türk Elleri III”, TDTD, Sayı: 94 (Ekim 1994), s. 10-18.

___________ “Eski Türk Elleri Kanklılar”, TDTD, Sayı: 93 (Eylül 1994), s. 16-19.

___________ “Eski Türk Elleri Karluklar I”, TDTD, Sayı: 87 (Mart 1994). S12-19.

___________ “Eski Türk Elleri Karluklar II”, TDTD, Sayı: 88 (Nisan 1994). s. 10-14.

___________ “Eski Türk Elleri Karluklar III”, TDTD, Sayı: 89 (Mayıs 1994), s. 17-22.

___________ “Eski Türk Elleri Kıpçaklar I”, TDTD, Sayı: 92 (Ağustos 1994), s. 7-10.

___________ “Eski Türk Elleri Kıpçaklar II”, TDTD, Sayı: 93 (Eylül 1994), s. 12-15.

___________ “Eski Türk Elleri Kırgızlar”, TDTD, Sayı: 96 (Aralık 1994), s. 6-13.

___________ “Eski Türk Elleri Kimekler ”, TDTD, Sayı: 91 (Temmuz 1994), s. 13-16.

___________ “Eski Türk Elleri Uygurlar”, TDTD, Sayı: 98 (Şubat 1995). s. 7.

___________ “Eski Türkler'de İsim Koyma Geleneklerinden: Atsız”, Milli Kültür, Sayı: 47 (Aralık 1984), s. 4-5.

___________ “ Eski Türklerde Musiki ve Oyun”, TDTD, Sayı: 30 (Haziran 1989), s. 11-21.

___________ “Eski Türkler'de Şehircilik” TDA, Sayı: 31, (Ağustos 1984). s. 1-103.

___________ “Eski Türklerin Millî Yemeği Tutmaç”, TDTD, Sayı: 90 (Haziran 1994), s. 11­15.

___________  “Eyyûbî Hükümdarı El-Melikü'1-Adil ve Komşuları”, TDA, Sayı: 72 (Şubat 1991), s. 11-24

___________ “Gagavuzlar'ın Aslı I”, TDTD, Sayı: 52 (Nisan 1991), s. 9-12.

___________ “Gagavuzlar'ın Aslı II”, TDTD, Sayı: 53 (Mayıs 1991). s. 8-12.

___________  “Gazneliler Devrinde Büyük Bir Türk Beyi”, TDA, Sayı: 50 (1987), s. 109­115.

___________ “Gök-Türkler'de Adlar”, TDA, Sayı: 68 (Ekim 1990), s. 9-17.

___________ “ Orhun Abideleri Kahramanı Gültegin I”, TDTD, Sayı: 31 (Temmuz 1989), s. 32-33.

___________ “ Gültegin II”, TDTD, Sayı: 32 (Ağustos 1989), s. 4-12.

___________ “Gültegin III”, TDTD, Sayı: 33, Eylül 1989, s. 4-10.

___________ “Halk Türküleri”, Folklor Postası, Cilt: I, Sayı: 1 (Ekim 1944), s. 12.

___________ “Hunlar ve Attila”, RTM, Cilt: II, Sayı: 19 (1951), s. 809.

___________ “Irak Türklerinin Tarihine Kısa Bir Bakış”, TY, Cilt: 1, Sayı: 5 (275) (Temmuz 1959), s. 9-11.

___________  “İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar ve Ahmed-i Celâyîr”, Belleten, Cilt: LIII, Sayı: 206 (Nisan 1989), s. 175-197.

___________  “İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kara-Gözlüler”, TK, Cilt: XI, Sayı: 122 (Aralık 1972), s. 102-103.

“İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kaşkaylar”, TK, Cilt: X, Sayı: 120 (Ekim 1972), s. 1238-1241.

___________ “Kaçarlar Devrinde Türk Oymakları”, SAD, Cilt: V-VI (Ankara 1981). s. 3080­3087.

___________ “Kaçarlar Devrinde Türkçe Şahıs Adları”, TDTD, Sayı: 38, Ocak 1990, s. 4-9.

___________ “Kayı Boyu ve Karakeçililer”, TDTD, Sayı:34, Ekim 1989, s.4-8.

___________ “Köroğlu”, TDTD, Sayı: 2, Şubat 1987, s. 2-7.

___________  “Köroğlu, Kizir-oğlu Mustafa ve Demirci-oğlu ile İlgili Vesikalar”, TDA,

Sayı:47 (1987), s. 9-46.

___________ “Memlükler ve Türk Tarihi I”, TDTD, Sayı: 46, Ekim 1990, s. 3-6.

___________ “Memlükler ve Türk Tarihi II”, TDTD, Sayı: 47, Kasım 1990, s. 3-5.

___________ “Memlükler ve Türk Tarihi III”, TDTD, Sayı: 48, Aralık 1990, s. 3-6.

___________  "Mevlânâ ve Oğullarının Türkmen Beyleri İle Münasebetleri”, Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslar arası Mevlânâ Semineri (15-17 Aralık 1973, Ankara) Bildirileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1973, s. 42-54.

___________ “Oğuz Adının Menşei”, TK, Cilt: XIV, Sayı: 158 (Aralık 1975), s. 80.

___________ “Oğuzlar”, Türkler, Cilt:2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 289-315.

___________ “Oğuzlar I”, TDTD, Sayı:3, Mart 1987, s. 30-34.

___________ “Oğuzlar II”, TDTD, Sayı:4, Nisan 1987, s. 4-7.

___________ “Oğuzlar III”, TDTD, Sayı:5, Mayıs 1987, s. 41-44.

___________ “Oğuzlar IV”, TDTD, Sayı:6, Haziran 1987, s. 5-9.

___________ “Oğuzlar V”, TDTD, Sayı:7, Temmuz 1987, s. 13-16.

___________ “Oğuzlar VI”, TDTD, Sayı:8, Ağustos 1987, s. 21-23.

___________ “Oğuzlar VII”, TDTD, Sayı:9, Eylül 1987, s. 22-27.

___________ “Oğuzlar VIII”, TDTD, Sayı:10, Ekim 1987, s. 2-6.

___________ “Oğuzlar IX”, TDTD, Sayı:11, Kasım 1987, s. 2-7.

___________ “Orhun Âbideleri”, TY, Cilt: I, Sayı: 239 (Aralık 1954), s. 444-449.

___________ “Prensesinin Adını Taşıyan Şehir”, TDTD, Sayı: 79 (Temmuz 1993), s. 5-9.

___________ “Osman Gazi'nin Silah Arkadaşlarından Mihal Gazi”, TDTD, Sayı: 50 (Şubat 1991), s. 3-8.

___________ “Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu İle İlgili Bazı Meseleler Üzerinde Araştırmalar”, TDTD, Sayı: 51 (Mart 1991), s. 3-9.

___________  “Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar (Les Kayı en Anatolie Sous I'Empire Ottoman)”, Belleten, Cilt: XII, Sayı: 47 (1948), s. 575-614, 614-615

___________  “Osmanlı Padişahlarının Mizaç ve Karakterleri”, RTM, Cilt: VII, Sayı: 80 (Ağustos 1956), s. 482-485.

___________ “Osmanlılar ve Türklük”, TDTD, Sayı: 75 (Mart 1993), s. 14-30.

___________  “Osmanlılarda Kadın ve Aile Hayatı”, RTM, Cilt: VI, Sayı: 67 (Temmuz 1955), s. 3934-3936-3939.

 “Osmanlıların Mensup Bulunduğu Boy - Kayılar”, TK, Cilt: X, Sayı: 118 (Ağustos 1972), s. 1048-1049.

___________  “Özel Sayımızdaki Makalelere Dair”, SAD, Cilt: III (1971, Malazgirt Zaferi Özel Sayısı, 900. Yıl), s. IX-XI.

___________ “Ramazan-oğlu Mahmud Bey”, TDA, Sayı: 63 (1990), s. 149-153.

___________ “Ramazan-oğullarına Dair Bazı Yeni Bilgiler”, TDA, Sayı: 33 (Aralık 1984), s.1-10.

___________ “Saltuklular”, SAD, Cilt: III (1971), s. 391-432.

___________ “Selçuklular Devrinde Ticaret”, TDA, Sayı: 83 (1994), s. 11-16.

___________  “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, I. Uvak-oğlu Atsız”, TDA, Sayı: 43 (Ağustos 1986), s. 133-134.

___________  “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, II. Harizmşâh Atsız”, TDA, Sayı: 44 (Ekim 1986), s. 1-7.

___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri III”, TDA, Sayı: 49 (1987), s. 11-16.

___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri IV”, TDA, Sayı: 51 (1989), s. 43-52.

___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri V”, TDA, Sayı: 61 (1989), s. 9-25.

___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, VI. Abak, Alpkuş”, TDA, Sayı: 71 (Nisan 1991), s. 9-16.

___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri VII”, TDA, Sayı: 73 (Ağustos 1991), s. 19.

___________ “Selçuklular Devrinde Türkiye'de Madenler”, MÜ FEF, Türklük Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4 (1988), s. 159-164.

___________ “Tahtacılar”, TDTD, Sayı: 82 (Ekim 1993), s. 8-12.

___________  “Tarihimizde Bilinmeyen Şahsiyetlerden Ahi Ahmed-Ahiçuk, Abdal Beğ ve Aba”, TDTD, Sayı: 44, Ağustos 1990, s. 11-16.

___________ “Tarihte Türkmen Asıllı Hanedanlar”, TDTD, Sayı: 83 (Kasım 1993), s. 7-16.

___________ “The Igdish in The History of The Seljukide of Türkey”, TDA, Sayı: 35, Nisan 1985, s. 9-23.

___________  “Türk Cumhuriyetleri Hangi Ellerden Geliyor”, TDTD, Sayı: 90 (Haziran 1994). s. 16-22.

___________ “Türk Destanları I”, TDTD, Sayı: 61 (Ocak 1992). s. 7-18.

___________ “Türk Destanları II”, TDTD, Sayı: 62 (Şubat 1992). s. 6-22.

___________ “Türk Destanları III”, TDTD, Sayı: 63 (Mart 1992). s. 4-17.

___________ “Türk Destanları IV Ergenekon Destanı”, TDTD, Sayı: 64 (Nisan 1992), s. 7­23.

___________ “Türk Destanları V”, TDTD, Sayı: 65 (Mayıs 1992), s. 5-15.

___________ “Türk Destanları VI”, TDTD, Sayı: 66 (Haziran 1992), s. 4-10.

___________  “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları I”, TDTD, Sayı: 67 (Temmuz 1992). s. 5-14.

___________  “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları II”, TDTD, Sayı: 68 (Ağustos 1992), s. 5-16.

___________  “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları III”, TDTD, Sayı: 69 (Eylül 1992), s. 4-11.

___________ “Türk Destanları VIII Köroğlu Destanı”, TDTD, Sayı: 70 (Ekim 1992), s. 4-13. ________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış I”, TDTD, Sayı: 71 (Kasım 1992), s. 4-10. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış II”, TDTD, Sayı: 72 (Aralık 1992), s. 4-9. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış III”, TDTD, Sayı: 73 (Ocak 1993), s. 4-10. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış IV”, TDTD, Sayı: 74 (Şubat 1993), s. 4-13.

___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış V”, TDTD, Sayı: 75 (Mart 1993), s. 6-13.

___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VI”, TDTD, Sayı: 76 (Nisan 1993), s. 10-16. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VII”, TDTD, Sayı: 77 (Mayıs 1993), s. 5-16. ___________ “Türk-İslâm Devletlerinde Türk Kültürü”, TE, Sayı:123 (Ocak 1984), s.62-63. ___________  “Türkiye Türklerinin Ataları Olan Oğuzlar (Türkmenler)’ın Yüz Şekli”, TDTD, Sayı: 78 (Haziran 1993), s. 13-17.

___________ “Türkiye'nin Doğuşu”, TDA, Sayı: 60 (1989), s. 1-10.

___________ “Türkler'de Atçılık ve Binicilik”, TDA, Sayı: 24 (Haziran 1983), s. 1-120.

___________ “Türklerde Tarih Boyunca Aşık”, TDA, Sayı: 76 (Şubat 1992), s. 41-49.

___________ “Türklerin İslamiyet’e Girmeleri”, TDTD, Sayı: 42, Haziran 1990, s. 5-9.

___________ “Türkmen Kadınları Hakkında Notlar”, TDTD, Sayı:31, Temmuz 1989, s.4-13.

___________  “Türkmenistan Türkiye Türklerinin Orta Asya'daki En Yakın Kardeşidir”, Ortadoğu Gazetesi, Cilt: XXIX, Sayı: 8845 (19 Aralık 1993), s. 4-5.

___________ “Türkmenistan”, TDTD, Sayı: 83 (Aralık 1993), s. 7-14.

___________ “Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ I”, TDTD, Sayı: 91 (Temmuz 1994), s. 17-22.

___________  “Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ II”, TDTD, Sayı: 92 (Ağustos 1994), s.11-16.

___________ “Türkmenler”, TDTD, Sayı: 86 (Şubat 1994), s. 8-13.

___________ “X. Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler I”, TDTD, Sayı:1, Ocak 1987, s.13-14.

___________ “X. Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler II”, TDTD, Sayı: 5, Mayıs 1987, s. 7-8.

___________  “X. Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler III”, TDTD, Sayı: 12, Aralık 1987, s. 2-4.

___________  “XII. Yüzyılın Ortalarında Bağdad'da Yapılan Bir Şenlik”, TDA, Sayı: 84 (Haziran 1993), s. 2-5.

___________  “XIII. Yüzyılın En Büyük Ahilerinden Ahi Ahmed Şah”, TDTD, Sayı: 43, Temmuz 1990, s.3-6.

___________ “XIX. Yüzyılda Çukurova’da İçtimaî Hayat”, TDA, Sayı:48 (1987), s. 9-12.

___________  “Yabanlu Pazarı. Selçuklular Devrinde Anadolu'da Kurulan Milletlerarası Bir Fuar (Yabanlu Pazarı an International Foir in Anatolia During The Seljuk Period)”, TDA, Sayı: 37 (Ağustos 1985), s. 1-99.

___________ “Yavuz Selim Halifeliği Devr Aldı Mı?”, Belleten, Cilt: LVI, Sayı: 217, Aralık 1992, s. 675-701.

___________ “Yörükler”, TDTD, Sayı: 85 (Ocak 1994), s. 7-15.

___________ “Yunus Emre Devrinde Türkiye'nin Sosyal Durumu”, TDTD, Sayı: 52 (Nisan 1991), s. 3-8.


II. GENEL BİBLİYOGRAFYA

AKPINAR, Turgut, “Bir Tarihçinin Ardından Faruk Sümer'in Sessiz Ölümü”, Tarih ve Toplum, Aralık 1995, Sayı: 144.

AKYOLOĞLU, İsmail Hakkı, “Türkmenlerin Işığı Prof. Dr. Faruk Sümer”, TDA, Şubat 1996, Sayı: 100.

ARIK, Feda Şamil, “Prof. Dr. Faruk Sümer Hayatı ve Eserleri (Ölümünün 3. Yıldönümü Dolayısıyla)”, Belleten, Cilt: LXII, Sayı: 235, Aralık 1998, TTK, Ankara 1999.

ARIKAN, Mustafa, Hamdi Ragıp Atademir (Hayatı Şahsiyeti ve Fikirleri), Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul 1998.

BAYKARA, Tuncer, Zeki Velidi Togan, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1989.

DEMİRCİ, Nurdan, Prof. Dr. Osman Turan’ın Hayatı ve Eserleri, Boğaziçi Yay., tarihsiz.

GÜNGÜL, Gülay, “Oğuzlarda Yaprak Dökümü”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 1995, Sayı: 266.

KİTAPÇI, Zekeriya, İlk Müslüman Türk Hükümdar ve Hakanları, ‘. Baskı, Konya 1995.

KÖPRÜLÜ, Orhan F, Fuad Köprülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat S, Tarih Araştırmalarında Usûl, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001.

MEMİŞ, Ekrem, Tarih Metodolojisi, Öz Eğitim Yay., İstanbul 1996.

PALABIYIK, Hanefi M., Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü İlmi Hayatı ve Tarihçiliği, Atatürk Üni. İla. F. Yay., Erzurum 2003.

SÜMER, Faruk, “Kendi Kaleminden Prof. Dr. Faruk Sümer’in Hal Tercümesi”, TDAD, Şubat 1996, Sayı: 100.

TURAN, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993.

___________ ,Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi,Cilt: 1, Boğaziçi Yay., İstanbul 2000.

_____________ , Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., İstanbul 1998.

Türk Ansiklopedisi, Faruk Sümer Maddesi, Cilt: XXX, Ankara 1981.

YAĞMUR, Memduh, “Prof. Dr. Faruk Sümer’in Gözüyle Avşarlar”, TDTD, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İkbal Ofset, Kasım 1996, Sayı: 119, s. 18-20.

YAZGAN, Turan, “Faruk Sümer Hocamız”, Türk Dünyası Araştırmaları, Şubat 1996, Sayı: 100.

ZENGİN, Burhan, Hasankeyf Tarihi ve Tarihi Eserler, Samaha Turizm Endüstri ve Dış Ticaret Ltd. Şirketi, İstanbul 2001.

 

















 

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to