Hazırlayan: FATMA UĞURLU
Prof. Dr. Faruk SÜMER (1924-1995)
Tarih her
şeyini feda ederek kendi ona verenlerin eseridir. Bunlar kimi zaman bir
padişah, kral, sultan, devlet adamı kimi zaman da bir sanatçı, yazar, araştırmacı
veya halktan biridir. Bu insanlar sayesinde tarih meydana getirilir ve kaleme
alınır. Ancak meydana getirilen bu tarihi olaylar onları yapanlar kadar
inceleyen, yorumlayan ve geniş kitlelere sunan ilim adamları sayesinde önem
kazanır. Bu görevi yerine getiren tarihçiler sayesinde devletlerin ve
milletlerin geçmişi ortaya konur.
Bu insanlar
sayesindedir ki; tarih aydınlanmakta, medeniyetler yeni nesillere tanıtılarak
milletlerin geçmişiyle bağ kurmaları sağlanmaktadır. İnsanların ve milletlerin
varlığını sürdürebilmek için geçmişini ve kültürünü bilmeleri gerekmektedir.
Bunu en iyi tarihi araştıran ve ömrünü bu uğurda harcayan insanlar bilir.
Ömrünü tarih ilmine ve araştırmalara adayarak, Türk tarihine birbirinden
değerli ve önemli eserler veren tarihçilerimizden biri de Prof. Dr. Faruk
Sümer’dir. Sümer üzerine düşen tarihimizi araştırma ve yeni nesillere sunma
görevini layıkıyla yerine getirerek ebedi hayata intikal etmiştir.
Faruk
Sümer, binlerce talebe yetiştirmiş, ilmi sahası ile ilgili eserler vermiş,
milletine ve memleketine hizmet yolunda ömrünü vakfetmiş bir bilim adamıdır.
Onun ölümü araştırmalarının sonu olsa da meydana getirdiği eserlerinin sonu
değildir. Eserleri tarih araştırmacıları tarafından kullanılarak gelecek
nesillere aktarılacaktır. Eserleri gün yüzüne çıkarılan alimler, ebediyen
yaşamaya devam ederken, ihmal edilenler ise sadece dönemleriyle ve kendilerine
yapılan az sayıdaki atıflarla hatırlanacaktır.
Faruk
Sümer’in eserleri ile ebediyen yaşaması ve hak ettiği değerin ona verilmesine
bir nebze katkı sağlamak amacıyla bu çalışmayı kaleme almış bulunuyoruz.
Araştırmamız üç bölümden oluşmaktadır. I. bölümde Faruk Sümer’in ailesini,
eğitim hayatını ve ölümünü, II. Bölümde kitapları, makaleleri ve yayınlanmış
diğer eserlerini, III. Bölümde ise bir tarihçi olarak Faruk Sümer’in
fikirlerini, şahsiyetini, ilmi faaliyetlerini ve aldığı görevlerini inceledik.
Çalışmamıza sonuç, bibliyografya, dizin ve ekler bölümünü de dahil ettik.
Faruk Sümer
hakkında yaptığımız araştırma yeterli olmasa bile önemli bir araştırma olduğuna
inanıyoruz. Pek çok işimizde olduğu gibi Faruk Sümer’i tanıtmakta da geç
kalındığının farkındayız. Geç de olsa bu çalışmayı yapmaktan gurur duymaktayız.
Fatma UĞURLU
KONYA - 2005
“Hal
tercümesi” olarak da bilinen biyografiyi M. Kütükoğlu şu şekilde tanımlar;
"Tarihe mal olmuş şahsiyetlerin hayatlarının hikayesi". Biyografiyi Mustafa Arıkan;
"Bir kişinin çalışmalarını, aksiyonlarını anlatarak hayatını hikaye eden
yazı" olarak tanımlamakta ve tarih ilminin şubelerinden birisi olarak
kabul etmektedir. Arıkan sözlerine şöyle devam etmektedir: Bu nedenle biyografi
tarihin; milletler, müesseseler ve hadiselerle değil; fertlerle uğraşan
kısmıdır. Biyografi kelimesi Yunanca olmasına rağmen
Klasik Yunan döneminde bu kelimeye rastlanmamaktadır.
Türk
tarihinde; Orta Asya’da dikilen kitabelerde, İslam sonrasında ve Osmanlı
Devleti’nde 15. yy.a kadar dini karakter taşıyan ve “tezkire” ve “menkıbe” gibi
adlar verilen biyografilere rastlamak mümkündür. Bu dönemden sonra Türk devletlerinde biyografi
yazımı gelişerek devam etmiştir.
Biyografi
kelimesi Avrupa’da ise ilk defa John Dryden tarafından kullanılmış ve 1721’den
sonra Fransızcaya girmiştir. 18. yüzyıldan sonra büyük
biyografi sözlükleri, ansiklopedileri düzenlenmiştir. Bizde de Şemseddin
Sami’nin "Kamus ül-âlem"inden beri buna benzer ansiklopediler
derlenmiştir. Zamanla Türkiye’de biyografi yazımı çoğalmış
ve buna bağlı olarak da yazım teknikleri değiştirilerek yeni biyografi eserleri
verilmiştir.
Genel
olarak biyografiler konu olan kişinin ölümünden sonra kaleme alınmıştır. Tarih
geçmişte olan olayları inceler ve üzerinden belirli bir zamanın geçmesi
gerekir, biyografiler de kişilerin “geçmiş”inin anlatımıdır. Bu nedenle
Arıkan’ın dediği gibi; “Yaşanılan zaman, doğru ve dengeli hüküm vermeyi önler.
Hal, ancak neticelerini sergilediği zaman tarihe konu olacaktır. Bunun için,
biyografiler; ancak şahıslar öldükten sonra yazılabilir.”
Sümer’in
hayatını araştırdığımız çalışmamızda bu şekilde yani ölümünden sonra
yapılmıştır.
Faruk
Sümer, geçmiş zaman üzerine yapılan her çalışmayı desteklemiş ve bunların
içeriği kadar bilimselliğine de önem vermiştir. Bu amaçla her fırsatın
kullanılması gerektiğini sürekli olarak belirtmiştir. Sümer’in şu sözleri
düşüncelerimizi desteklemektedir.
1940
yıllarında maddi ve manevi Türk kültürü birçok hususiyetlerini ve pek çok
unsurlarını muhafaza ederek varlığını sürdürüyordu. Bu esnada ülkemizin büyük
şehirlerindeki halkevlerinde de muntazam bir şekilde kültür dergileri
çıkarılmakta idi. Bu dergilerin başlıca veya biricik gayeleri ait oldukları
bölgelerin tarihleri ile kültürlerini incelemek idi. Bunun, şüphesiz, Türk
kültürünü incelemek için güzel bir fırsat olduğunu izah etmeye ihtiyaç yoktur.
Bununla beraber bu dergilere yazı yazan muhterem zevatın çoğu hangi konuları
ele alacakları ve bunları nasıl yapacakları üzerinde bir hazırlığa sahip
değillerdi. Onlara bu hususta izahlı bir program da verilmemişti. Bu yüzden bu
güzel fırsat layıkıyla kullanılamadı. “At ve meydan bulunmuş” fakat iyi
biniciler olmamasından başarılı bir cirit oynanmamış, yani Türk kültürü ile
ilgili mühim konular ya hiç ele alınmamış veya istenilen şekilde işlenememişti.8
Faruk
Sümer, Türk kültürünün araştırılmasına o kadar çok önem veriyordu ki bunun için
her fırsatın değerlendirilmesini istemekteydi. Bu amaçla sürekli çaba
harcamakta, her yerde ve her fırsatta araştırma yapmanın önemini yukarıdaki
ifadeleri ile dile getirmekte idi.
Sümer, Türk
tarihini araştırmanın ve Türk kardeşlerimizle iyi ilişkiler kurulmasının
gerekliliğini kavramış bir tarihçi olarak; Rusya’nın parçalanacağını yıllar
önce gören M. Kemal’in şu sözlerine sonuna kadar sadık kalmıştır.
“Bugün
Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa
ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı
Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.
Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni
bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim
bu dostluğumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek
değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi
köprülerini sağlam tutarak, dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir
köprüdür...”
“...Köklerimize
inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye
dışındaki Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız
gerekli...” (Türk Ocakları, 29 Ekim 1933)
Türklerin
özelliklede Oğuzların (Türkmenler) kurdukları devletler ve siyasi, sosyal,
kültürel etkinlikleri üzerinde hususiyetle durmuş olan Sümer tarih literatürüne
yeni kavramlar ilave etmiştir.
Dünya
tarihinde önemli bir yere sahip olan Türkler, dünyada geniş bir coğrafyaya
yayılmış ve tarihleri boyunca birçok devlet kurmuşlardır. Ancak böyle muazzam
bir tarihe sahip olan Türk toplulukları özellikle Oğuzlar (Türkmenler) tam
olarak tanıtılamamış ve meçhul birer kahraman olarak kalmıştır. Prof. Dr. Faruk
Sümer’in Oğuzları tanıtan muazzam eseri yazılıncaya kadar bu durum devam
etmiştir.
Orta
Asya’dan Anadolu’ya kadar her aşamada Türk göçebe kabile yaşantısının
incelenmesine tüm ömrünü ayıran Faruk Sümer’in en çok bilinen ve en önemli
eseri Oğuzlar (Türkmenler) kitabıdır. Kitabın oluşması ona büyük bir mutluluk
vermiş ve bununla ilgili şu ifadelerde bulunmuştur:
“Böylece
dünya çapında meydana getirdiği eserleri az çok bilinen, fakat kendisi
bilinmeyen büyük yazar (=Oğuzlar) dünyaya tanıtılmış oldu.”
AİLESİ
Türkiye'nin
yetiştirdiği değerli ilim adamlarından, tanınmış Türk tarihçisi Prof. Dr. Faruk
Sümer (Demirtaş), Cumhuriyetin ilânından bir yıl kadar sonra, eski Selçuklu
başkenti Konya'nın Bozkır ilçesinde doğmuştur (5 Kasım 1924). Faruk Sümer bu durumu kendi
hal tercümesinde şu şekilde anlatır:
“5 Kasım
1924 tarihinde Konya'nın 120 km. güneyinde bulunan Bozkır kasabasında doğdum.
Bozkır yörenin adıdır. Bozkır adı XIV. yüzyılda yaşaması muhtemel olan, bir
beyden gelmektedir. Bu adın anlamı boz kır (yen ve yoket) olmalıdır. Şunu da
ilâve etmeliyim ki bozkır kelimesi Fransızca steppe manasını bu yüzyıldan
itibaren taşımaya başlamıştır. Bozkır yöresinin halkı XV. yüzyılda da tamamen
yerleşik hayat geçirmekte idi. Anılan yüzyılda da yörede Müslüman olmayan veya
Türk olmayan herhangi bir azınlık yoktur.”
Annesi,
-ulemâdan Müftü Hüseyin Hilmi Efendi'nin kızı- ev hanımı Zeliha Hanım’dır. Annesi Zeliha Hanım’ın ilkokulun 3. sınıfına
kadar okumuş, fakat yüksek meziyetleri olan bir kadın olduğunu ona özel bir
sevgi ve saygı duyduğunu, Faruk Sümer şu şekilde vurgular: “Annem Zeliha
Hanım ilkokulu üçüncü sınıfa kadar okumuş, evlendirildiği için tahsili yarım
kalmıştır. Bundan dolayı rahmetli anam daima üzüntüsünü ifade eder; kendisini
evlenmeye zorladığı için büyük anneme sitemde bulunurdu. Annem birçok meziyeti
nefsinde toplamış, mükemmel bir kadındı. Ailemden en fazla onunla gurur
duyduğumu ifade etmeliyim.” Annemin, benim ve kardeşlerimin yetişmesinde
rolü büyüktür. Annem bir müftü kızıydı. Annemin babası Hüseyin Hilmi Efendi,
Bozkır'dan İstanbul'a gelmiş, medrese tahsil etmiş. Sonra Selanik'e
göndermişler müftü olarak. Daha sonra kasabamızda müderrislik ve müftülük
yapmıştır. Dedem bütün Bozkırlılar tarafından saygı gören erdem sahibi bir zat
idi.
Annesi ile
ilgili bu bilgileri veren Faruk Sümer, annesine duyduğu hayranlığı şöyle dile
getirmektedir:
“Dedem
çocuklarını çok iyi yetiştirmişti. Annem ud çalardı. Milli kültüre bağlı,
muhafazakâr bir aileydik. Ben de ud çalardım. Annem okumamızı çok isterdi.
Babamı okumamız için İstanbul'a gitmeye ikna eden odur. Fakat meslek seçiminde
üzerimize gelmemiştir, şu mesleği, bu mesleği seçin diye yönlendirmesi
olmamıştır. Önceden de belirttiğim gibi annemin üzerimdeki etkisi büyüktür.”
Faruk
Sümer’in ailesi Türk kültürüne bağlı bir ailedir. Bu bağlılığı şu sözleriyle
ifade etmektedir.
“O zamanki
ortamda Türk musikisi öğrendik. Yine zamanın icaplarından caz musikisi hakkında
bilgimiz oldu. O zamanlar öyleydi, dans ve sinemanın bile yeri vardı gencin
hayatında. Bununla beraber ailece şahsiyetimiz biraz kuvvetli olduğu için
mahalli kültürümüzü koruduk. İstanbul'a çalışmak için gelen hemşerilerimizle
irtibatımızı kesmemiş olmamız da Konya kültürümüzü korumuş olmamıza bir
vesiledir. Bugün dahi Konya bölgesine ait türküleri kalbimde daima
saklamışımdır. Dünyanın neresine gitsem de o türküler benimle beraber gelir.”
Babası,
eski maliye memurlarından ve İstiklal Savaşı gazilerinden Mehmet Zeki
Efendi’dir. Mehmed Zeki Efendi, kasabaya yayan yarım saat
uzaklıktaki Akçapınar (Akçamınar) köyündendir. İstanbul'da tahsile başlamış ve
subay olmak istemiştir. Fakat ağır bir hastalığa yakalandığı için Kuleli Askeri
Lisesi’nden ayrılmak zorunda kalmıştır. Faruk Sümer’in babası Zeki Bey, milli
mücadelede yer almış ve kendisine İstiklal Madalyası verilmiştir. Bu olayı
kendisi şöyle anlatır: “Babam, Milli mücadelede üzerine düşen görevleri yerine
getirmiştir. İstiklâl Madalyası sonradan bana intikal etti. 82 yaşına kadar
yaşadı.”
Faruk
Sümer’in ailesi 1931'de Bozkır'dan gelerek İstanbul'a yerleşmiştir. 1934'te çıkan soyadı kanunu üzerine önce
"Demirtaş", daha sonra ise, bunu bırakıp "Sümer" soyadını
almış lardır.
Faruk
Sümer’in, iki kardeşi vardır. Bunlar; Cengiz Sümer ve Güner Sümer’dir. Prof.
Dr. Cengiz Sümer, hekim olup, halen ABD’de üniversitede öğretim üyeliği
yapmaktadır. Kız kardeşi Güner Hanım ise, değerli
tarihçilerimizden Prof. Dr. Refet Yinanç'la evli olup, ev hanımıdır.
Ailesi,
Faruk Sümer altı yaşındayken 1931 yılında babasının memuriyeti dolayısıyla
İstanbul’a yerleşmiş ve Sümer bütün eğitimini İstanbul’da almıştır.
İlkokulu,
Alemdar'da 49. İlkokul'da okur. Sümer, ilkokul sıralarında tarihe karşı özel
bir ilgi ve sevgi duymuş, bu sahaya ilişkin yayınları okumuştur. Bu ilgisini
kendisi şu şekilde ifade eder:
“İlkokulda
4. ve 5. sınıflarda sosyal derslere ve bilhassa tarihe çok meraklı idim. Bundan
dolayı liselerde okutulan üç cildlik tarih kitaplarının hepsini daha o zaman
okumuş ve kitaplardaki bilgileri öğrenmiştim. Ortaokulda iken gazete ve
mecmualarda yayınlanan tarihi makale ve romanlardan başka bulabildiğim tarih
kitaplarını da okurdum. Yaz tatillerinde ricamız üzerine babam beni ve benden
iki yaş küçük kardeşimi Bozkır'a gönderirdi. Bazen kasabada, bazen de Akçapınar
yaylasında otururduk. Yaylada sık sık bir kaç köyün halkı birleşerek
eğlenirlerdi. Erkekler, “Koca Oluk” denilen bir çeşmenin başında toplanır,
güreş, arakesti ve diğerleri gibi oyunlar oynanır; sonra müziğe geçilirdi.
Bağlama, cura, def, keman, gırnata (klarnet) dan oluşan çalgı takımı hareketli,
ahenkli ve neşe verici Konya bölgesi türkülerini çalarlar; sadece delikanlılar
değil, yaşlılar da kaşıklarla oynarlardı. Yalnız yaşlılar gençlerin oyunları
sür'atli oynamalarını tenkit ederler ve "bu oyun bu kadar sür'atli
oynanmaz" derlerdi. Gelin Pınarı'nda toplanan kadınlar da aynı oyunları
oynarlardı. Onların çalgıcı olarak sadece defçileri vardı. Fakat kadınların
oyunlarını erkekler seyretmezlerdi.
Bozkır
ilçesinin güneyindeki Alanya, Gündoğmuş ve Manavgat ilçelerinde Yörükler
yaşarlardı. Yörük, yörü- fiilinden -k eki ile yapılmış bir isim olup göçebe
demektir. Bu yörüklerin Bozkır köylerinin yaylalarına bitişik yaylaları vardır.
Bu Yörükler sadece davar yetiştirmekle yetinmezler, Koçhisar Gölü'nden tuz,
Aydın ilinden kuru incir getirerek köylülere satarlar veya buğdayla
"değişik" ederlerdi. Yörükler boylu boslu, sağlıklı insanlardı.
Kadınları da öyle olup üç etek kıyafetleri ve takıları ile dikkati çekerlerdi.
Bunların deve katarları ile birlikte kasabadaki evimizin altından ve
yaylamızdan derin bir sessizlik içinde geçişleri bana çok küçük iken tesir
etmiş ve bende onları yakından tanımak arzusunu uyandırmıştı. Türk
topluluklarını incelemeye girişmemde, şüphesiz, küçük yaşta bu Yörükler'e karşı
duymuş olduğum ilginin büyük bir payı vardır.”
Faruk
Sümer’in okulda en çok sevdiği ders tarih dersidir ve bu sevgi onu ilerde büyük
bir tarih profesörü yapacaktır. Tarihe olan büyük ilgisi lise yıllarında da
artarak devam etmiştir.
Liseyi,
İstanbul Lisesi’nde okumuştur. 9. sınıfta iken tarihçi olmak için gerekli olan
çalışmalara başlamıştır. Bunu kendisi şöyle açıklar:
“Lise IX.
sınıfta annemin yardımı ile eski yazıyı öğrendim. İlk okuduğum kitab, Ahmed
Refik Bey'in “Bizans Karşısında Türkler” adlı eseri idi. Sonra annem bir hoca
tuttu. Bu hoca Kur'ân okumakta ve eski metinleri anlamakta bana geniş ölçüde
yardımcı oldu. Gerçekten faziletli bir insan olan hocamdan eski kültürümüz
hakkında çok şey öğrendim. Pek çok eser okumuştum eski yazıda. Fuat
Bey'in eserlerini, tarihi mecmuaları, iktisat mecmualarını hep eski yazıda
bitirmiştim. Bu arada Fransızcamı da ilerletiyordum. Fransızca eserlerin pek
çoğu ile de bu devrede karşılaştım.”
II. Dünya
Savaşı'nın sürdüğü lise yıllarında yaz tatillerini, ya memleketi Bozkır'da
yayla ve dağlarda doğa gezi ve incelemeleri yaparak veya İstanbul'daki
kütüphanelerde kitap okuyarak, çalışarak geçiren Sümer, o yılları şöyle anlatır:
“O yıllarda
II. Cihan Harbi devam ediyor. 1940’larda Almanların şehre hücum edeceği korkusu
belirdi. Müzelerimizdeki kıymetli eşyaları, kütüphanelerimizdeki değerli
kitapları başka yerlere taşıdık. Halkın bir bölümü memleketine geri döndü. Biz
de o sene Toroslar'da yaylaya çıktık. Alaiye taraflarından gelen Yörüklerle
tanıştık. O yıllarda onları yakından tanıma fırsatım olmuştu. Ben, kardeşim ve
Bozkır'dan bir arkadaş dağa çıkar, tabiat gezileri yapardık. Bu sırada lise
öğrencisiyim. Bizim, dağa gezi yaptığımızı gören yaşlılar bu işe bir türlü akıl
erdiremez, "ne var dağ taş geziyorsunuz, ırmağın boyunda serinleyin"
diye nasihat ederlerdi.”
Faruk Sümer
iyi bir lise eğitimi almıştır ve o da bunun farkındadır. Lisedeki eğitimi ile
ilgili şunları söylemektedir:
“Okul
yıllarımda lise hocalarım oldukça kuvvetliydi. İstanbul Lisesi’nde Orhan Seyfi
Orhon vardı. Onun şiirlerini severdik, okurduk, memnun olurdu. Orhan Seyfi o
zamanlar Vakit Gazetesi'nde de yazardı. Ondan başka üzerimizde etkili olan bir
başka hoca Hakkı Süha Gezgin'dir. Tanınmış bir tarihçi yoktu. Eh ben vardım ya!
Şaka bir yana tarihe çok meraklıydım. Lisede tarih bilgi birikimim tamdı. Bu
şartlarda Fakülteye kaydolmuştum. Orada da hocalarım benden çok memnundu.”
Faruk
Sümer, 1942 yılında liseyi bitirir. Tarih okumak istemektedir. Bir ara tereddüt
geçirir. Ama sonunda tarih bölümüne kaydolmak için; gereken asgarî formasyon ve
altyapıya fazlasıyla sahip olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü'ne kayıt yaptırır. Sümer, bu tereddüdünü şöyle açıklar:
“1942
yılında liseyi bitirdim. Tarih araştırıcısı olmak istiyordum. Buna lisede iken
karar vermiştim. Yalnız İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’ne kayd olacağım günlerde bir tereddüt meydana geldi. ‘Tıbbiye'ye gitsem
daha iyi olmaz mı? Çalışkan bir gencim, iyi bir doktor olur, çok para
kazanırım’ diye düşündüm. Fakat tarihten uzaklaşmak, sevgiliden ayrılmak demek
olan bu düşünce, beni gittikçe daha fazla rahatsız ettiği için, Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü’ne kaydolarak bundan kurtuldum. Hekim olmadığımdan dolayı da
katiyen pişmanlık duymadım. Gerçi şimdi hiç bir malım yoktur. Ama eserlerimle
milletime ve ilme yapmış olduğum hizmet, bana gerçekten mutluluk vermektedir.
Onun için gençlere, yüksek tahsillerini mutlaka alâka duydukları konular
üzerinde yapmalarını tavsiye ederim. Bundan asla pişmanlık duymayacakları gibi,
milletlerine ve insanlığa da hizmet etmiş olacaklardır. Bu hizmetin verdiği
mutluluğu para asla veremez.”
Ailesi onun
iyi konuştuğunu söyleyip hukuk okumasını istemektedir. Ancak bu konuda
kendisine baskı yapmazlar ve tarih okuma kararını memnuniyetle karşılarlar.
Faruk
Sümer, gayret ve çalışkanlığı ile fakültedeki hocalarının da sevgi ve
takdirlerini kazanmış, zamanın en tanınmış değerli ilim adamları durumunda
bulunan büyük otoritelerinden dersler okumuş, onların özel sohbetlerinde
bulunmuş ve kendilerinden geniş ölçüde istifadeye çalışmıştır.
Fakültede
ders aldığı ve yararlandığı hocaları hakkında Sümer şu bilgileri vermektedir.
“Fakültedeki
hocalarımız değerli ilim adamları idiler. Çok zengin arşivleri dolayısıyla bize
çok faydaları dokunmuştur.
Talebeliğimiz
esnasında Ortaçağ Türk Tarihi üzerinde araştırmalar yapmakta olan M. F.
Köprülü, M. H. Yinanç, A. Z. V. Togan, A. N. Kurat, O. Turan gibi kuvvetli bir
kadro vardı. Hepsi de beka diyarına göçmüş olan bu muhterem insanlar birinci
sınıf ilim adamları idiler. Çoğunun derslerini dinlediğim gibi, hepsinin
eserlerini okudum, sohbetlerinde çok bulundum ve pek faydalandım. Şimdi bu aziz
hocalarımı hüzünlü bir özlemle aramaktayım.”
“Osman
Turan’ın, eserleriyle Selçuklu Devleti üzerinde yetişmeme katkısı oldu. Ona da
Köprülü gibi siyasete girme diye çok yalvarmıştık. Çünkü ilim adamı zor
yetişiyor. Ben çok iyi hatırlıyorum. Doçentlik imtihanlarında 4-5 safha vardı,
ilk, olmazsa ikinci sene tekrar. Türkçe’den yabancı dile çeviri, kaynak diller
Arapça-Farsça, bileceksin. Bunlar olmasa bir sene sonra tekrar gel. 6 ders
verilir. Yazın şunu hazırla derler, 45 dakika sürede onu sun.
Ali İnanç
derin bir his duyduğum büyük alimdi. Bir bilim adamı hocasıyla yetişir. Nasıl
bir usta olmazsa iyi çırak yetişmiyor, iyi hoca olmayınca da talebe yetişmiyor,
bu her meslekte böyledir. Bir meraklının iyi bir ustanın yanında yetişmesi
lâzımdır.
Ali
Kıraç'la Bayazıt'ta yaz mevsiminde sabahı ettiğimiz günler olurdu. Küllük'te
oturur bir tarih sohbeti başlatırdık, güneş üstümüze doğardı. Atalarımıza layık
olamadığımızı, onların yolundan gidemediğimizi, geri kalmamızın sebebinin bu
olduğunu düşünüp hayıflanırdık. Bir gün Ali Kıraç gidelim onlardan özür
dileyelim dedi. Kanuni’nin, Yavuz Sultan Selim’in türbesine gittik. Dua ettik,
onlardan özür diledik.
Tek
şeflikten sonra kültür hayatına kavga girdi. Üniversite son derece itibarlıydı.
İlmin sağlam temelleri kurulmuştu. O yıllarda Alman ilim adamları gelmişti.
"Haçlılar Tarihi"nin yazarı Stefan Rainsman bize Bizans Tarihi verdi.
Mezopotamya Tarihinde Alman tarihçilerinden ders aldık. Avrupa ülkelerinde
Dil-Tarih-Coğrafya alanının en büyük otoritelerinden ders alıyorduk. Fuat
Köprülü, Zeki Velidi Togan, Cavit Baysal feyz aldığım hocalarımdı. Usta-çırak
ilişkisine inanıyorum. Fuat Köprülü’yü çok iyi okumuştum. Ankara'da asistanken
bana hususi imtiyaz ve alâka gösterirdi. Her türlü meseleyi tartışırdık.
Mümtaz
Turhan, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Kaplan, İdris Küçükömer ders aldığım,
faydalandığım diğer şahsiyetlerdi.”
Sümer,
Osmanlı tarihine -özellikle klasik devir- de oldukça ilgi duymakla beraber, o
zamanlar Selçuklular ve Beylikler Devri Türk Tarihi pek araştırılmamış, bakir
bir saha olduğundan, Ortaçağ Türk tarihini ihtisas alanı olarak seçmiştir. Bununla ilgili olarak Sümer, bir yandan asıl
derslere devam ederken, diğer yandan da ihtisas sahasının kaynak dilleri olan
Arapça ve Farsça derslerine devam etmiş ve bunlara hakim olmak için hususî bir
gayret sarf etmiştir.
Selçuklular
ve Beylikler Tarihi ile ilgili çalışmalarını devam ettirirken fakülte
hocalarının ona ilgisini ve çalışmalarını şöyle anlatır:
“Okulda
eski gelenek devam ediyordu. İstikbal gördükleri öğrenciyi destekleyip, elinden
tutuyorlardı. Kısaca hocaları öğrenciye sahip çıkardı. Ben de gece gündüz
çalıştım. Burs almıştım, onu hak etmeye çalışıyordum.”
Fakültede
dördüncü sınıftayken Anadolu'daki Türk toplulukları hakkında bilgi toplamak
için arşivlerdeki Tahrir Defterleri üzerinde çalışmaya başlamış ve "XVI.
Yüzyılda Anadolu'da Türk Oymakları" başlıklı mezuniyet tezi, bu çalışma
sonucunda meydana gelmiştir.
Faruk Sümer
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden, "Anadolu Türk Boy ve Oymakları
(XVI. ve XVII. Asırlarda)" adlı lisans teziyle (İstanbul 1947, 68 sayfa,
basılmamıştır), 1948 Şubatı’nda, Ord. Prof. M. H. Yinanç'ın başında bulunduğu
Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'nden "pekiyi" derece ile mezun olmuştur.
Yüksek öğrenimini başarıyla tamamlayan Faruk Sümer, akademik kariyer
yapmak istemiş, fakat mezun olduğu fakültede kendi ifadesiyle
"kadrosuzluk" dolayısıyla buna imkân bulamadığından, Millî Eğitim
Bakanlığı'ndan aldığı bir bursla, AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'nde 01. 07.
1948'de Doktora çalışmalarına başlamış ve esas itibariyle lisans tezinin mekân
bakımından genişletilmesiyle hazırladığı "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda
Anadolu-Suriye ve El-Cezire'de Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller" (Ankara
1950, 262 sayfa, basılmamıştır.) adlı tezle, "pekiyi" derece ile 24.
05. 1950'de "Edebiyat Doktoru" unvan ve • • < .44
payesini
kazanmıştır.
Bu durumu
kendisi şu şekilde anlatmaktadır. “İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü
bitirmeme rağmen, kadrosuzluktan dolayı doktorayı Ankara'da yaptım. Osman
Turan'ın yanında asistanlık yaptım. Tarihçi olmamın sebebi araştırma yapmaktı.
Türk tarihine, ilmine hizmet etmek istiyordum. Ne para, ne şöhret düşündüğüm
şeyler değildi.
Ancak
MEB’ndan aldığı burs nedeniyle üniversiteden ayrılmak ve burs karşılığı,
kendisine yüklenilen iki yıl yedi ay, yirmibeş günlük zorunlu hizmet
mükellefiyeti dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nca, İstanbul Süleymaniye
Kütüphanesi'ne memur olarak 31. 08. 1950 tarihinde tayin edilmiştir. Burada,
dört ay, on gün kadar çalıştıktan sonra, görevinden kişisel nedenler
dolayısıyla, 05. 01. 1951 tarihinde istifa etmiştir.
Bu aradan
sonra tekrar akademik çalışmalarını devam ettirmek için üniversiteye geçmek
istemiştir. 29. 09. 1952'de açılmış olan bir sınavı kazanarak evvelce
dışarıdan, MEB adına doktora yaptığı AÜ DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'ne iki yıl
aradan sonra, asistan olmuş (31. 01. 1953) ve 14. 01. 1951'de asilliği onanarak
akademik hayata resmen intisap etmiştir.
1955'de
" Karakoyunlular, I. Kabilevî Bünyeleri ve Başlangıçtan Cihanşah'a Kadar
Siyasî Tarihleri" (Ankara 1954, 182 sayfa) adlı tezle, doçentlik sınavına
girmiş ve "Üniversite Doçenti" unvanını kazandıktan sonra, aynı yıl
kurulan Ortaçağ Tarihi Komisyonu'nun 03. 12. 1955 tarihli müspet raporuyla, AÜ
DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü "Eylemli Doçentliği"ne getirilmiştir (16.
12. 1955).
Doç. Dr. F.
Sümer, eylemli doçent oluşundan altı ay sonra, askerlik görevini yapmak üzere,
1956 yazında silah altına alınmış (01. 06. 1956), ilk altı aylık eğitim
devresini Ankara Yedeksubay Ordu Donatım Okulu'nda, geri kalan hizmetini de
Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Tetkik Kurulu'nda yerine
getirmiştir. Burada terhisine kadar (30. 11. 1957) tamamen mesleğiyle ilgili
çalışmalarla görevlendirilen Yd. Ord. Atğm. F. Sümer, öte yandan, 1957 yılı
Mart-Haziran ayları arasında haftada iki gün resmî izinli olarak fakültesinde
dersler, konferanslar da vermiş, kürsüsünün ilmî faaliyetlerine katılmış,
araştırmalarını da sürdürmüştür. Böylece askerliğinde geçen birbuçuk yılın, bir
yılını da tamamen bilimsel ve akademik çalışmalar içinde geçirmiştir.
Askerlik
dönüşünde, mevzuat gereğince, kurulan komisyonun 26. 11. 1957 tarihli müspet
raporuyla, yeniden eski kürsüsüne eylemli doçent olarak atanmış ve görevinin
başına dönmüştür. Bu durumu Sümer şöyle anlatır:
“1.5 yıl
süren askerlik görevimi yaptım. Terhis olunca tekrar araştırmalarıma başladım.
Araştırmalar kütüphanelerde, arşivlerde ve arazide yapılıyordu. Ayrıca dünyanın
her yerinden Finlandiya, Hindistan, Amerika ve Japonya gibi ülkelerden de,
bütçemin verdiği imkân nispetinde, kitaplar getirtiyordum.”
1959-1960
yıllarında Ankara Üniversitesi adına misafir öğretim üyesi (doçent) olarak
Londra'da bulunmuştur.
Doçentlikteki
beş yıllık bekleme süresini doldurmuş ve "Oğuzlar'a Ait Destanı Mahiyette
Eserler" (AÜ DTCFD, XVII/3-4, 1959, Ankara 1961, 359-456) adlı takdim
teziyle, kurulan bilim komisyonunun 21. 12. 1962 tarihli müspet raporuyla, 15.
02. 1963'de üniversite profesörlüğüne yükseltilmiştir. 01. 04. 1970'te de AÜ
DTCF Ortaçağ Tarihi Kürsüsü eylemli profesörlüğüne atanmıştır.
18.
06. 1974'te, Prof. Dr. A.
N. Kurat’ın ölümü ile boşalan mezkur kürsünün başkanlığına getirilmiş, 10. 07.
1982'de de uzun yıllar görev yaptığı DTCF'den, araştırmalarına daha fazla zaman
ayırmak için, kendi isteğiyle 58 yaşında emekli olmuş ve bundan sonra kendisini
tamimiyle ilmî çalışmalara vermiştir.
1958'de bir
iltihap sonucunda sağ gözünü kaybetmiş, 1977'de de bir mide ameliyatı geçirmiş
olmasına rağmen, güçlü bir bünyeye sahipti ve sağlıklı görünüyordu. Son
zamanlarında, çalışmalarını evinde büyük bir hızla sürdürmekte ve ilim
dünyasına yeni eserler vermekte iken, karaciğer kanserine yakalanmıştı. Bu
arada, ne yazık ki, bir trafik kazası sonucunda ikiz oğullarından büyüğü
Kutlu'yu da kaybetmişti. Bundan çok müteessir olan ve sarsılan hocamızın
hastalığı -belki bunun da etkisiyle- şiddetlenmiştir. Oğullarından birinin erken yaşta vefatı
Sümer’in kısa bir süre sonr
a ölümünde
büyük rol oynamış ve kurtulamayarak tedavi gördüğü İÜ Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, 21 Ekim 1995 Cumartesi günü, saat 17.15’te 71 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Cenazesi, 26 Ekim 1995 Perşembe günü Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nda saat
10.00'da düzenlenen bir töreni müteakip, Fâtih Camii’nde kılınan öğle namazının
ardından Kozlu'daki aile mezarlığında defnedilmiştir.
Prof. Dr.
Faruk Sümer, Evli ve dört erkek çocuk babasıdır. İki kez evlenmiştir. Kendisi
gibi bir tarihçi olan ilk eşi Prof. Dr. Mine Erol Hanım'dan (şimdi emekli)
Selçuk adlı bir, ikinci eşi, ev hanımı Cemile Nilay Sümer Hanım'dan (doğ.
1936)'da, Ali Kutlu (doğ. 1970- ölm. 1995), Cevat Mutlu (doğ. 1970) ve Zeki
Gültekin (doğ. 1971) adlarında üç oğlu 59 olmuştur.
İngilizce,
Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Prof. Dr. Faruk Sümer'in, tez, kitap, makale,
tebliğ, ansiklopedi maddesi, tenkitli metin neşri, çeviri, tenkit, konuşma vb.
gibi pek çok eseri mevcuttur. Bizim tespitlerimize göre, 400'ün üstünde
basılmış ve basılmamış eseri ve yayını bulunmaktadır. Yaptığı çalışmalarla,
verdiği orijinal eserlerle Türk Tarih ve kültürüne büyük katkılarda
bulunmuştur.
II.
BÖLÜM - ESERLERİ
Lisans
Tezi: İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirme tezi olarak;
"Anadolu Türk Boy ve Oymakları (XVI. ve XVII. Asırlarda)" adlı konuyu
hazırlamıştır. Fakültede dördüncü sınıftayken Anadolu'daki Türk toplulukları
hakkında bilgi toplamak için arşivlerdeki Tahrir Defterleri üzerinde çalışmaya
başlamış ve "XVI. Yüzyılda Anadolu'da Türk Oymakları" başlıklı
mezuniyet tezi, bu çalışma sonucunda meydana gelmiştir. Tezini 1947 yılında
tamamlamış ve mezun olmuştur.
Lisans tezi
68 sayfa olup (basılmamıştır) bugün İÜ Merkez Kütüphanesi, Nr. 1471’de yer
almaktadır. Ayrıca bu tez İÜ EF Tarih Seminer Kitaplığı, Nr. 410’da da yer
almaktadır.
Doktora
Tezi: Yazarımızın doktora tezi; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda
Anadolu-Suriye ve El-Cezire'de Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller"dir.
Lisans tezinin mekan olarak genişletilmiş hali olan bu tezi AÜ DTCF’nde 1950
yılında hazırlamıştır. Tez, 262 sayfadır (basılmamıştır.).
Doktora
Tezi, AÜ DTCF Tarih Enstitüsü, Nr. 90’da yer almaktadır. Ayrıca yine AÜ DTCF
Kütüphanesi, Nr. 69’da da bir nüshası mevcuttur.
Doçentlik
Tezi: "Kara-Koyunlular (Başlangıçtan Cihân-Şah'a Kadar)" adlı
doçentlik tezini 1955 yılında tamamlamış ve yapılan imtihanları başarıyla
vererek doçentlik ünvanını kazanmıştır. Doçentlik tezi 169 sayfa olup, daha
sonra kitap haline getirilmiş ve TTK tarafından 1967 yılında basılmıştır.
Doçentlik tezi Kara-Koyunlular kitabının birinci cildi olarak düşünülmüş ancak
ikinci cildi yazarımızın ömrü vefa etmediği için yazılamamıştır.
Kara-Koyunlular kitabı, 1984 ve 1992 yıllarında TTK tarafından iki defa daha
basılmıştır.
Profesörlük
Tezi: Profesörlük takdim tezi olarak, "Oğuzlara Ait Destani Mahiyette
Eserler" adlı incelemesi ile 1963 yılında profesörlük unvanını almıştır.
Bu inceleme AÜ DTCF Dergisi’nde de yayınlanmıştır. "Oğuzlara Ait Destani Mahiyette
Eserler" adlı incelemesi; daha sonra yazdığı ancak ölümünden sonra
yayınlanabilen, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları
adlı kitabına da kaynaklık etmiştir.
Prof. Dr.
Faruk Sümer’in bizzat yazmış olduğu kitapları, kaynak yayınları ve çevirileri
olmak üzere Türk ve dünya tarihine kazandırdığı yirmi iki tane eser vardır.
Bunlardan 19 tanesi hayatta iken veya vefatından sonra basılmıştır. Ancak üç
eseri hiçbir şekilde basılamamıştır. Faruk Sümer’in kitaplarını üç bölüm
altında incelememiz uygun olur.
1.
Kendisinin Yazdığı
Veya Yazılmasına Katkıda Bulunduğu Kitapları: Prof. Dr. Faruk Sümer bu
kitapları ya kendisi yazmış ya da yazılmasına katkıda bulunmuştur. Bu kitaplar
şunlardır:
Turkısh
Archıtecture (Türk Mimarisi): Turkısh Archıtecture orijinal ismiyle
İngilizce olarak yayınlanmıştır. Kitabı, Faruk Sümer’in kendisi ile birlikte
altı kişi yazmışlardır. Kitabın yazılmasında; Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin,
Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Dr. Tahsin Özgüç, Prof. Dr. Neşet Çağatay,
Prof. Dr. Faruk Sümer ve Dr. Haluk Karamağaralı yer almıştır. Kitabı Prof. Dr.
Ahmet Edip Uysal tercüme etmiştir. Ankara Üniversitesi Basımevi (İlahiyat Fakültesi
Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü Yayını) tarafından 1965’de yayınlanmıştır.
Ankara’da basılan kitap 190 sayfadan oluşmaktadır. Kitapta; Anadolu’yu Anadolu
yapan ve Türk damgasını Anadolu’nun dört tarafına vuran tarihi eserler ve bu
eserlerin mimarisi hakkında bilgi verilmiştir. Türk Mimarisi adlı bu eser yedi
başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıklar; 1. Giriş, 2. Camiler, 3. Medreseler, 4.
Türbeler, 5. Saray ve köşkler, 6. Kervansaraylar, 7. Plan ve figürler
şeklindedir.
Türk
Mimarisi adlı kitap, daha önce UNESCO tarafından sermaye sağlanmak suretiyle
iki defa daha basılmıştır. 1959 yılında düzenlenen “First International
Congress of Turkish
Arts” da bilim
dünyasına sunulmuştur. Daha sonra “Turkish Decorative Arts” adıyla ikinci defa
basılmıştır. AÜ’nin baskısı kitabın üçüncü baskısıdır.
Oğuzlar
(Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları: Faruk Sümer’in en önemli
eseri olan Oğuzlar (Türkmenler), kitabının bizim incelediğimiz 5. baskısı Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1999 yılında İstanbul’da basılmıştır.
Kitap 488 sayfa ve eklerden oluşmaktadır.
Sunuş, daha
önceki baskıların önsözleri, giriş ve asıl bölümlerden oluşan Oğuzlar kitabı üç
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Oğuzların tarihi, ikinci bölümde; boy
teşkilatı ve boylar, üçüncü bölümde ise; destanlar anlatılmaktadır. Bunları
özet bölümü izlemektedir. Özetten sonra Oğuzlarla ilgili bazı ek bilgiler (Oğuz
boylarının nüfus ve damgaları) ve haritalar verilmiştir. Bunlar şöyledir:
-
XVI. yüzyılda Anadolu’da
Oğuz boylarına ait yer adları
-
Yer adları sayısına göre
Oğuz boyları
-
Anadolu ve Suriye’deki
Türkmen oymakları ile ilgili listeler
A.
En eski liste (XIV. Yüzyıl)
B.
Halil Zahiri’nin listesi
(XV. Yüzyılın birinci yarısı)
C.
Katip Çelebi’nin listesi
(XVII. Yüzyıl ortaları)
Ç. Seyyah Niebuhr’un listesi (1764)
D.
V. Langlois’nin
Çukurova’daki oymaklara dair listesi (1857 yılı)
E.
Dr. Çakır Oğlu’nun Batı
Anadolu’daki Yörük oymaklarına dair listesi (XIX. Yüzyılın ikinci yarısı)
- İran’da
yaşayan Türkmen asıllı oymaklar ile ilgili listeler
A.
Dupre’nin listesi
B.
Lady Shell’in listesi
-
Hazar-Ötesi Türkmenleri’nin oymak teşkilatı ile ilgili listeler.
Oğuzlar
kitabı bu güne kadar beş baskı yapmıştır. Bu baskıların ilki 1967 (468 sayfa)
yılında ikincisi ise; 1972 yılında AÜ DTCF tarafından yayınlanmıştır. Üçüncü
baskı bazı ilavelerle 1980 yılında Ana Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Dördüncü (1992) ve beşinci (1999) baskıları Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
tarafından yapılmıştır. Oğuzlar kitabının ortaya çıkışını Faruk Sümer kendi hal
tercümesinde şu şekilde anlatmaktadır:
“1964
yılında benim için en büyük gaye olan "Oğuzlar" adlı kitabımı yazmaya
başladım. Konunun tamamına yakın kısmı, 15 yıldan beri bölümler halinde
incelenerek yayınlanmıştı. Oğuzlar’ı, umumiyetle, geceleri yazıyordum. Bu
şekilde daha fazla bir ilerleme görülüyordu. Yazdıklarımı beğenmez isem,
üşenmeden onları yeniden kaleme alıyordum. Eserin yazılması iki yıl, basılması
da bir yıl sürdükten sonra 1967 yılında yayınlandı. Böylece dünya çapında
meydana getirdiği eserleri az çok bilinen, fakat kendisi bilinmeyen büyük yazar
(=Oğuzlar) dünyaya tanıtılmış oldu.”
Eser 1992
yılında “Oğuz Boyları Damgaları” ile haritalar çıkarılarak, Kiril harfleri ile
Azeri Türkçe’sine çevrilmiş, (Trc. Ramiz Esger, önsöz. Prof. Dr. Kamil
Veliyev), Bakü 1992, 432 sayfa (Azerbaycan Republikası Devlet Matbuat
Komitesi).
Faruk
Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) adlı kitabı Türkmenistan Türkçe’sine de
çevrilmiştir. Dünya Türkmenleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Muhammet Aydoğduyev
tarafından Türkmen Türkçe’sine çevrilen bu kitabın bir örneği, Türkmenistan
Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’na hediye edilmiştir.
Ayrıca yine
bu kitabın giriş kısmı, Yeni Türkiye Dergisi, Cilt: III, Sayı: 15, Mayıs-
Haziran 1997, s. 251-260 (Türk Dünyası Özel Sayısı) ‘nda yayınlanmıştır.
Kara-Koyunlular
(Başlangıçtan Cihan-Şah’a Kadar): Bu kitap, Türk Tarih Kurumu tarafından
Ankara’da 1967 yılında basılmıştır. Kara-Koyunlular kitabı 167 sayfadan
oluşmaktadır.
Kara-Koyunlular
kitabında, önsöz, kaynaklara dair (Kara-Koyunlu Devleti ile ilgili kaynaklar),
Kara-Koyunlular ulusu ve siyasi tarihleri başlıkları yer almaktadır. Kitap iki
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm Kara-koyunlu ulusu, ikinci bölüm siyasi
tarihleridir.
Kitabın iki
ciltten oluşması tasarlanmış ancak bu gerçekleşmemiştir. Yazarımızın ömrü
kitabın ikinci cildini yazmaya yetmemiştir. Prof. Dr. Faruk Sümer doçentlik
tezini (Kara
Koyunlular-Başlangıçtan
Cihan-Şah’a Kadar) geliştirerek Kara-Koyunlular kitabını meydana getirmiştir.
Yazarımız bu durumu şu şekilde anlatmaktadır.
“Bu eser
"doçentlik tezi" olarak 1954 yılında hazırlanmıştır. Eserin bu zamana
değin yayınlanmaması Kara-Koyunlu tarihinin geri kalan kısmını da yazıp tek bir
cilt halinde bastırmak istememden ileri gelmişti. Hattâ daha sonraları, bazı
bakımlardan beni tatmin etmeyen bu cildi de yeniden kaleme almayı düşünüyordum.
Fakat başka konu ve meseleler üzerinde sonu gelmez meşguliyetlerim sebebiyle bu
istek bir türlü tahakkuk etmedi. Bunu yakından bilen bazı meslektaşlarım eserin
bu hali ile yayınlanması hususunda beni teşvik etmekte idiler. Onlar bu
yayının, aynı zamanda, eserin II. cildinin hazırlanmasında da âmil olacağını
söylüyorlardı. Zaman geçtikçe bu meslektaşlarımın mütalaalarında ne kadar haklı
oldukları anlaşılıyordu.”
Eserin
birinci cildinin ilk baskısı bu şekilde 1967 yılında Türk Tarih Kurumu
tarafından yapılmıştır. Kitap, sonra iki baskı daha yapmıştır. 1984, 1992
yıllarında yapılan baskılar da Türk Tarih Kurumu yayınıdır.
Safevî
Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail İle
Halefleri ve Anadolu Türkleri): Faruk Sümer’in bu eseri Türk Tarih Kurumu
tarafından Ankara’da 1992 yılında basılmıştır. Kitap 265 sayfadır.
Kitap;
önsöz, giriş ve dört bölüm ile sonuçlar, Şah İsmail’in şiirlerinden seçmeler ve
İngilizce özet bölümlerinden oluşmaktadır.
Önsöz
bölümünde eserin yazılış gayesi hakkında bilgi verilmiştir. Giriş bölümünde
Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar’ın faaliyetlerinden bahsedildikten sonra, Şah
İsmail’in Safevî Devleti’ni kurması anlatılmıştır. Birinci bölümde, Şah İsmail
devri, ikinci bölümde, Şah Tahmasb devri, üçüncü bölümde, II. Şah İsmail ve
Sultan Muhammed devirleri, dördüncü bölümde ise; Şah Abbas devri anlatılmıştır.
Kitap
bugüne kadar iki baskı yapmıştır. Birinci baskı 1976 yılında Ankara’da Selçuklu
Tarih ve Medeniyeti Yayını tarafından; ikinci baskı ise, 1992’de Türk Tarih
Kurumu tarafından yayınlanmıştır.
Safevî
Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü adlı kitap, Türk
ve dünya tarihi açısından son derece büyük öneme haizdir. Çünkü, “Walter Hinz,
Almanların en tanınmış İranistlerinden biridir. Bu bilgin, oldukça genç
yaşlarında (30) önemli bir iddia ve tezle “Irans Aufstieg zum Nationalstaat im
15. Jahrhundert, 1936” (15. yüzyılda İran’ın Milli Bir Devlet Haline yükselişi)
adlı bir eser yazmıştır. Bizde Tarih Kurumu’nca (Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd) üst
başlığı ile yayınlanan bu eserin ana tezi, adından da anlaşılacağı üzere Safevî
Devleti’ni milli bir İran devleti olarak göstermesidir. Gerçi Hinz’in bu tezi
bazı batılı bilginlerce (Brockelmann, Rypka, Cahen) kısaca tenkit edilmişse de
bu tez asıl, bütün belge ve delilleriyle ve açıklığı ile Faruk Sümer’in
yukarıda zikredilen eseriyle cerh edilmiştir. Kendisi bu konuda şöyle der: ‘Bu
eserle, 1501 yılında Safevî Devleti’ni kuran Türk unsurun, ezici çoğunluğunun
Anadolu’dan İran’a göçen Türkler olduğu kesin bir şekilde meydana çıkmış oldu.’
Türklerde
Atçılık ve Binicilik: Türklerde Atçılık ve Binicilik kitabı 1983 yılında
TDA tarafından İstanbul’da basılmıştır. 132 sayfa olan bu kitap I. Cilt olarak
yazılmıştır.
Kitap,
giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde binit takımı, ikinci
bölümde binit takımı ile ilgili deyimler ve tarihi bilgiler verilmiştir. Ayrıca
çeşitli yöre ve şehirlerden alınmış at süs ve eşyalarının resimleri de kitabın
sonunda verilmiştir. Faruk Sümer, bu kitabı yazmaktaki gayesini şu şekilde
açıklar:
“Zamanımızdaki
binit takımının incelenmesi, anlaşılacağı üzere etnografların çalışma sahasına
giren bir konudur. Fakat onlar bu vazifelerini yapmadılar. Durum böyle devam
ederse -ki bana edecek gibi göründü- bir Türk eğerini, kısa bir zaman sonra,
müzelerimizde dahi görmek mümkün olmayacak ve hatta onun kısımlarına ait
isimlerin emin bir şekilde tesbit edilememesi tehlikesi ile karşılaşılacaktı.
Esasen epeyce bir müddetten beri ülkemizin birçok bölgelerinde Türk eğerinin
yerini yabancı asıllı eğerler almış bulunuyorlardı. İşte, bu konuyu ele alıp
incelememizin başlıca sebebi budur. Tarihteki Türk atçılığı, biniciliği ve
binit takımı ile ilgili meselelerin araştırılması tarihçilerin vazifesi
olduğundan bunlara dair kaynaklardaki bilgileri eskiden beri toplamakta idim.
Bugünkü binit takımını incelemeye karar vermem bu bilgilerin de işlenip burada
neşredilmesine güzel bir vesile teşkil etti. Bundan dolayı daha fazla bir
mutluluk hissettiğimi ifade etmek isterim.”
Türklerde
Atçılık ve Binicilik adlı kitabın ikinci cildi de düşünülmüş ancak
basılamamıştır. Bunu I. cildin önsöz bölümünden öğreniyoruz. Faruk Sümer II.
cilt hakkında önsözde şu bilgileri vermiştir:
“II.
bahis’te binit takımı ile ilgili deyimlerin tarihi gelişmeleri incelenmiştir.
Bundan şu netice de çıkmıştır ki, en eski deyimlerin çoğu Türkiye Türkçesi’nde
muhafaza edilmiştir. Binit takımına dair eski kaynaklarda rast gelinen
bilgilere de daha çok bu bahiste yer verilmiştir.
Araştırmamızın
II. bölümü de kısa bir zaman içinde yayınlanacaktır. Bu bölümde atların beden
yapıları, donları ve yürüyüş şekillerine ait isimler üzerinde durulacak,
bakımları ve hastalıkları hakkında gerek halkımızdan elde edilen, gerek tarihi
kaynaklardan çıkarılan bilgiler anlatılacaktır. Atlar ile ilgili bazı mühim
tarihi geleneklerden de bu bölümde söz edilecektir.”
Eski
Türklerde Şehircilik: Sümer’in bu kitabı Türk Tarih Kurumu tarafından 1994
yılında Ankara’da basılmış olup 112 sayfadır. Kitap önsöz ve asıl bölümden
oluşmaktadır.
Kitapta,
Türklerin yerleşik hayata (şehir hayatına) geçişleri hakkında bilgi
verilmiştir. Yerleşik hayata geçildikten sonra Türkler tarafından kurulan
şehirler anlatılmıştır. Moğol istilası ile bu şehirlerin büyük zarar gördüğü
aktarılmaktadır. Eski Türk devletlerinin şehircilik konusunda Çin’den etkilendiği
anlatılır. Ayrıca kitapta, Türk kültüründen de bahsedilmektedir.
Kitabın
sonunda eski Türk şehirlerinin resmi ile bu şehirleri gösteren harita yer
almaktadır. Bu haritayı Faruk Sümer kendisi hazırlamıştır. Bunu şu ifadesinden
anlıyoruz. “Epeyce zahmet çekilerek tarafımızca meydana getirilmiş olan bu
haritanın, metnin anlaşılmasında yardımcı olacağını umuyorum.”
Yabanlu
Pazarı - Selçuklular Devrinde Milletler Arası Büyük Bir Fuar (An Important
International Fair During The Saljuk Period): Türk iktisat tarihi açısından
önemli bir eser olan bu kitap 1985 yılında İstanbul’da Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı tarafından yayınlanmıştır. 132 sayfa olan kitap uzun
uğraşlar sonucu kaleme alınmıştır. Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı’nın yerini
tespitinde uzun süre çaba harcamıştır. Çünkü bu tarihe kadar Yabanlu Pazarı’nın
kurulduğu yer tam olarak bilinmemektedir.
Yabanlu
Pazarı hakkında İslam kaynaklarında bilgi vardır. Bu bilgilere göre o dönemde
kurulan pazar Faruk Sümer’in ifadesiyle, “dünyanın en büyük milletlerarası
fuarı” özelliğini göstermektedir. Bu fuardan Mevlana’nın Mesnevi’sinde de
bahsedilmektedir.
Kitap,
önsöz, giriş, Yabanlu Pazarı, İngilizce tercümesi ve iki ekten oluşmaktadır. I.
ekte Zamantı Kalesi, II. ekte ise Bey Bars’ın 1277 yılındaki Anadolu seferine
dair İbnü’z- Zâhir’in risalesinin tercümesi verilmiştir. Ayrıca eklerin
İngilizce tercümesi de verilmiştir. Kitabın sonunda ise Yabanlu Pazarı ve
Zamantı Kalesi ile ilgili vesikalar bulunmaktadır.
Eshâbü’l-Kehf
(Yedi Uyurlar): Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1989 da
İstanbul’da basılan kitap 92 sayfadır. Önsöz ve konuyu takiben kitabın sonunda
harita ve resimlere yer verilmiştir.
Kitapta;
İslam dünyası için önemli olan Eshâbü’l-Kehf hakkında bilgi verilmektedir.
Faruk Sümer bu eseri ile Eshâbü’l-Kehf’in 309 yıl uyuduğu mağaranın Maraş’ın
Afşin ilçesinde yer aldığını ileri sürmektedir.
Selçuklular
Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri: Faruk Sümer tarafından yazılan
bir diğer kitap olan Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk
Tarih Kurumu tarafından 1998 yılında Ankara’da basılmıştır. Kitap 100 sayfadır.
Kitap;
önsöz, Mengücekler, Saltuklular, Ahlat şehri ve Ahlatşahlar bölümlerinden
oluşmaktadır.
Önsöz
bölümü giriş mahiyetinde olup Selçuklular devrinde Doğu Anadolu hakkında bilgi
verilmektedir. I. bölümde, Mengücekliler’in siyasi tarihi, sosyal ve kültürel
yapısı hakkında bilgi verilmektedir. Bölümün sonuna Mengücekliler’in soy kütüğü
ve Mengücekliler’e ait tarihi eserlerin resimleri konulmuştur. II. bölümde,
Saltuklular’ın tarihi ve kültürü hakkında bilgi verilmiştir. Bölümün sonuna
Saltuklular’ın soy kütüğü ve Saltuklular’a ait tarihi eserlerin resimleri
konulmuştur. III. bölümde ise; Ahlat şehri ve Ahlatşahlar hakkında bilgi
verilmiştir. Bu bölümün sonuna da Ahlatşahlar’ın soy kütüğü ve Ahlatşahlar’a
ait tarihi eserlerin resimleri konulmuştur.
Faruk
Sümer’in, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri adlı kitabı iki
baskı yapmış olup, birinci baskı 1990’da, ikinci baskı ise 1998 yılında Türk
Tarih Kurumu tarafından yapılmıştır.
Çepniler
Anadolu’nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu: Anadolu
tarihinde önemli bir yere sahip olan Çepnilerin tarihi anlatılan kitap, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1992 yılında İstanbul’da 144 sayfa
olarak basılmıştır.
Bir önsöz
ve altı bölümden oluşan kitabın önsözünde, Çepniler’in Anadolu’nun fethinde ve
bulundukları bölgelerin korunmasında (özellikle Trabzon Rum İmparatorluğu’na
karşı) oynadıkları rol anlatılmıştır. I. bölümde; Türkiye’deki Çepniler
hakkında bilgi ve yaşadıkları bölgeler verilmiştir. II. bölümde; Çepnilerin
katıldığı dini hareketler (isyanlar) anlatılmıştır. Anadolu’nun dini tarihinde
üç önemli hadise görülür. 1. Babai Türkmenleri’nin ayaklanması, 2. İlhanlı
Hükümdarı Olcaytu’nun Oniki-imam Şiîliğini kabul etmesi, 3. Safevî Şeyhi
Cüneyd’in Anadolu’daki faaliyetleri anlatılmıştır.
111.
bölümde; Şehzade Selim
(Yavuz) döneminde Anadolu’da Çepniler ve Şiîlik hareketleri anlatılmıştır. Bu
dönemde Çepnilere ait defterlerden yerleşim yerleri sayısı vergi askerlik vb
durumları aktarılmıştır. Bunlar tablolar halinde rakamlarla gösterilmiştir.
Çepni Boyunun Damgası da verilmiştir. IV. bölüm; Trabzon sancağında yerleşmiş
olan Çepniler ve yerleşim yerleri hakkındadır. Trabzon’daki Çepni vilayetine
bağlı köylerin listesi ve Trabzon Sancağı’nda Çepni Yöresi (Vilayet-i Çepni Der
Livâ-i Trabzon) listesi verilmiştir. V. bölüm; Çepni Vilayeti dışında yer alan
köyler hakkındadır. Bu köylerin listesi verilmiştir. VI. bölüm ise; Türkiye’nin
diğer bölgelerinde yaşayan Çepniler hakkındadır. Bu bölümü takiben bir özet
bölümü vardır. Bu bölümde, Tahrir Defterleri’nde Çepnilere dair kayıtlar
verilmiş.
Tirebolu
Tarihi: Karadeniz Bölgesi’nin özelliklede bu bölgede bulunan Çepnilerin
tarihi hakkında yazılmış olan bu kitap Eskişehir’de (Etam A.Ş. Matbaa
Tesisleri) 1992 yılında basılmıştır. Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği
tarafından yayınlanan kitap 255 sayfadır. Bölgedeki Türklerin özellikle
Çepnilerin Trabzon Rum İmparatorluğu ve diğer devletlere karşı mücadelesini
Anadolu’ya ilk akınlarından başlayarak anlatmıştır. Kitabın sonunda konu ile ilgili
resimler vardır.
Türk
Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları: Faruk Sümer’in
ölümünden sonra basılabilen kitaplarından biri olan Türk Cumhuriyetlerini
Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları, Ders Kitapları Anonim Şirketi
tarafından 1997 yılında İstanbul’da basılmıştır.
Kitapta
Türk devletleri ve bu devletleri kuran Türk toplulukları hakkında bilgi
verilmiştir. Ayrıca bu devletlere ait ya da devletleri kuran Türk
topluluklarına ait destanlara da yer verilmiştir.
Türk
Devletleri Tarihinde Şahıs Adları I: Prof. Dr. Faruk Sümer bu kitabı
sağlığında tamamlamış ancak kitap basılamamıştır. Bu nedenle kitabın sunuş
bölümünü Prof. Dr. Turan Yazgan yazmıştır. Ayrıca kitabın basılmadan önceki
düzenlemelerini de Turan Yazgan yapmıştır. Kitap, Faruk Sümer vefat ettikten
sonra Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından basılmıştır. İstanbul 1999
basımı olan birinci cilt 450 sayfadır.
Eser sunuş
ve Türk devletlerinde şahıs adları bölümlerinden oluşmaktadır. I. bölümde Türk
devletlerinde ad koyma geleneği hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Birinci
ciltte onbeş Türk devleti dönemindeki şahıs adları verilmiştir. Gök Türkler'den
Osmanlılar'a kadar Türk devletlerinde kullanılmış olan Türkçe şahıs adları
incelenmiştir. Kitapta; bu isimler dolayısıyla, Türk devletinin hususiyetleri,
şahıs adlarının manaları, bu adları taşıyanların hal tercümeleri, ilgi çekici
birçok gelenek ve görenekler hakkında da bilgi verilmiştir.
Türk
Devletleri Tarihinde Şahıs Adları II: II. cilt Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı tarafından İstanbul’da 1999 yılında basılmıştır. Bu cilt 428 sayfadan
oluşmaktadır. Birinci ciltte olduğu gibi II. ciltte de sunuş bölümünü Prof. Dr.
Turan Yazgan yazmıştır.
Birinci
kitabın devamı olarak devletlerde kullanılan şahıs adları ve unvanları
verilerek bunlar açıklanmıştır. II. ciltte sekiz devlet ve bu devletlerde
kullanılan şahıs adları verilmiştir.
Faruk
Sümer’in yayınlanmış bu kitapları dışında yayına hazırladığı ancak basılamayan
kitapları da vardır. Bu kitaplar, İslam Devletleri (Tarihçeleri, Kronoloji ve
Soy kütüğü Cetvelleri), Köroğlu’nun Tarihi Şahsiyeti, Menemenci-Oğulları
Tarihi’dir.
2.
KAYNAK YAYINLARI: İslam
ve Türk tarihi ile ilgili kaynak metinleri toplayıp bir araya getirdiği veya
unutulmaya yüz tutmuş tarihi eserleri yeniden ilim dünyasına kazandırdığı
çalışmalarıdır.
Kitab-i
Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (I. Cüz): Faruk Sümer bu kitabı Necati
Lugal ile birlikte düzenleyerek ilim dünyasına kazandırmıştır. Abu Bakr-i
Tihranî tarafından yazılan kitabın düzenlenmiş hali Türk Tarih Kurumu
tarafından Ankara’da 1993 yılında 309 sayfa olarak basılmıştır.
Kitab-i
Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi adlı eser önsöz, giriş ve asıl bölümlerinden
oluşmaktadır. Önsöz ve giriş bölümlerini Faruk Sümer yazmıştır. Önsöz bölümünde
kitabın (Akkoyunlu ve Karakoyunlu tarihi için) önemi ve basılış serüveni
anlatılmıştır. Kitab-i Diyarbakriyya’nın bilinen tek nüshası Bağdat’ta avukat
Muhammed Amin’dedir. Bu nüshayı elde etmek ve tahsislerini yapmak hususunda pek
çok müşküllerle karşılaşılmıştır.
Giriş
bölümü iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, eserin müellifi ve o dönem
siyasi olayları hakkında bilgi verilmektedir. Müellif İsfahanlı olup müverrih,
münşi (başkatip), müderris ve üç devletin hizmetinde bulunmuş bir devlet
adamıdır. İkinci kısımda eser hakkında bilgi verilmektedir. Esere Kitab-i
Diyarbakriyya denilmesinin nedeni hem kendi lakabı hem de Hasan Beg’in yurdu
olan bölgenin isminin ikinci kelimesi (Cüz’i Sanisi)
Bakr
olmasıdır. Giriş bölümünde ayrıca; eserin muhtevası, eserin değeri, eserden
faydalanan eski müellifler, eserden faydalanan yeni müellifler, nüshanın
tavsifi (tasvir), eserin neşrinde takip edilen usul konuları yer almaktadır.
Akkoyunlu
Devleti ile hiçbir resmi vakayinamesi olmayan Karakoyunlular Devleti içinde
önemli bir kaynak olan Kitab-i Diyarbakriyya’da yer alan metinler Farsça’dır.
Kitab-i
Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (II. Cüz): Kitab-i Diyarbakriyya’nın II.
cildi 1993’de TTK tarafından yayınlanmıştır. II. cilt 369 sayfadır.
Prof. Dr.
Faruk Sümer, İkinci cüze yazdığı giriş bölümünde eserin ne zaman sona erdiği
fikri üzerinde durmuştur. Eser yarımdır ve eserin sona ermesini muhtemelen
Otlukbeli Savaşı 878 (1473) olarak düşünmektedir. Bunu bazı delillerle (o dönem
olayları) ispatlamaya çalışmıştır. Giriş bölümünde bu delilleri anlatmıştır.
Bütün bu mülahazalara dayanarak, kitabın Uzun Hasan’ın Van Gölü kuzeyindeki
Aladağ’a varışı ile son bulmuş olması kuvvetle muhtemeldir. II. cüzde Farsça
olarak kaleme alınmıştır.
Kitab-i
Diyarbakriyya, tek cilt halinde İran’da da yayınlanmıştır. ("Zebân-ı
Ferheng-i İran" Yayını, Tahran 1997.) Eser, Mehmet Demirdağ tarafından Türkçe’ye
çevrilmiştir (İstanbul 1999).
İslam
Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve Çeviriler): Faruk Sümer bu
kitabı Prof. Dr. Ali Sevim ile birlikte hazırlamıştır. Türk Tarih Kurumu
tarafından 1971’de Ankara’da basılan kitap 148 sayfadır.
İslam
Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı kitap dört bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölüm; önsöz, ikinci bölüm; giriş ve sonuçlar, üçüncü bölüm;
tercümeler, dördüncü bölüm ise; asıl metinlerden oluşmaktadır.
Malazgirt
Savaşı ile ilgili Arapça ve Farsça eserlerdeki metinleri bir araya getiren
Prof. Dr. Faruk Sümer ve Prof. Dr. Ali Sevim bu metinleri Türkçe’ye tercüme
ederek İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı eseri ortaya
çıkarmışlardır. Ayrıca kitaba önsöz ve giriş bölümü de yazmışlardır. Önsöz
bölümü kitap ve yazılış amacı hakkındadır. Giriş bölümünde ise; Malazgirt
savaşı ile ilgili kaynaklar ve yazarları hakkında bilgi verilmiştir. Sonuçlar
bölümünde; bu metinler hakkında bir değerlendirme yapılmıştır.
İslam
Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı adlı eser iki baskı yapmıştır. Birinci baskı
1971 yılında, ikinci baskı ise 1989 yılında yapılmıştır. Her iki baskı da Türk
Tarih Kurumu yayınıdır.
3.
ÇEVİRİLERİ: Türk
tarihi ile ilgi eserlerin çevrilmesinde katkıda bulunduğu eserlerdir. Bunlar
bir kitap ve bir makaledir.
The Book Of
Dede Korkut a Turkish Epic: Faruk Sümer, A. E. Uysal, W. S. Walker “Dede
Korkut Destanı” kitabını İngilizce’ye tercüme etmiştir. Kitap yurt dışında iki
defa basılmış olup 235 sayfadır. The Book Of Dede Korkut a Turkish Epic
kitabının oluşumu ile ilgili Faruk Sümer kendi hal tercümesinde şu bilgiyi
vermektedir.
“Milli
destanımız olan Dede Korkut Destanları’nın dünya destan edebiyatları arasında
yer alarak tanınmamış olması beni devamlı bir şekilde üzüyordu. Bu kaçınılmaz
görevi de yerine getirmek için iki arkadaşımla birlikte destanları İngilizce’ye
çevirdikten sonra, ona giriş, notlar ve bibliyografya ilave ettik. Bu tercüme
1972 yılında Amerika’da, Texsas Üniversitesi tarafından yayınlandı. 1992
yılında da The Book Of Dede Korkut’un aynı üniversite tarafından ikinci baskısı
yapıldı.”
Avrupa ve
Türkler-Osmanlı İmparatorluğu’nun Medeniyeti: Makalenin yazarı Bernard
Lewis’tir. Faruk Sümer bu makaleyi eski eşi Prof. Dr. Mine Erol ile birlikte Türkçe’ye
çevirmiştir. 7 sayfa olan bu makale Türk Yurdu dergisinde 1954 yılında
yayınlanmıştır.
Oğuzlar: Oğuzlar
( Türkmenler) tarihinin en büyük uzmanı olarak bilinen Faruk Sümer bu makalede
Oğuzlar hakkında geniş bilgiye yer vermiştir. Makalede ele alınan başlıca
konular şunlardır;
A)
Oğuzlara dair en eski
bilgiler
1.
Oğuz adının menşei
2.
Barlık Irmağı kıyılarında
Oğuzlar
3.
Tula boylarında Oğuzlar
Göktürkler
idaresinde Oğuzlar
B)
IX-XI. Yüzyıllarda Oğuzlar
(Sirderya Oğuzları)
1.
Oğuzların yurtları
2.
Oğuzların yaşayış tarzı
3.
İktisadi hayatları
4.
Dini inanışları
5.
Başka gelenek ve
görenekleri
6.
Oğuzların İslamiyet’e
girişi
7.
Oğuz Yabgu Devleti
8.
Uzların macerası başlıkları
yer almaktadır.
Anadolu’da
Oğuz Boylarına Dair Yer Adları: 80 Oğuzlar’ın Anadolu’ya göç etmeleri, bu göçler
sonucu Anadolu’da kurulan yeni yerleşim yerleri ve bazı şehirlerin isim
değişikliği üzerine yazılmıştır. Sümer, bu makaleyi üç başlık altında
toplamıştır.
9.
Kaşgarlı’daki Oğuz boyları
10.
Reşidud-din’e göre Oğuz
boyları
11.
Yazıcıoğlu’ndaki Oğuz
boyları listesi verilmiştir.
Azerbaycan’ın
Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir Bakış: Makalenin girişinde Azerbaycan ile ilgili
yapılan araştırmaları vermiş. Daha sonra Azerbaycan’ın Türkleşmesi tarihini üç
bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde, Selçuklu Devri, ikinci bölümde, Moğol
Devri, üçüncü bölümde ise; Moğol devrinden sonra (İkinci Türkmen Devri)
Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler Devri anlatılmıştır.
Ağaçeriler: Ağaçeriler hakkında bilgi verdiği bu makalede,
Ağaçerilerin tarihi, sosyal ve kültürel yapısı ile hizmetlerinde bulundukları
devletlere faydaları üzerinde durulmuştur.
XIII. - XV.
Yüzyıllarda Maraş-Elbistan ve Malatya dolaylarında büyük bir Türkmen topluluğu
olan Ağaçeriler hakkında geniş bilgi verilmektedir. Selçuklular döneminde
Anadolu’ya gelişleri, Moğollarla mücadeleleri ve daha sonraki yüzyıllarda
varlıkları, yaşayışları ve kültürel etkinlikleri hakkında da çeşitli bilgiler
verilmiştir.
Bu makale
İslam Ansiklopedisi (Diyanet Vakfı)’nde ve Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi’nde de yayınlanmıştır.
Anadolu’ya
Yalnız Göçebe Türkler Mi Geldi?: Türk milleti hakkında genel bir bilgi
(yerleşik hayat, madencilik, hayvancılık vb.) verdikten sonra eski Türk
devletlerinden bahsetmiştir. Oğuzlar ve diğer Türk boyları hakkında bilgi
verilmiştir. Oğuzların Anadolu’ya gelmesinden sonraki sosyal, ekonomik ve
kültürel faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. Ayrıca Anadolu’ya gelen
Türkmenlerin dili, dini, ölü gömme adetleri ve yaşayışları anlatılmıştır.
Eski
Türklerde Şehircilik: Türklerin yerleşik hayata geçişi bunun sonunda
kurulan şehirler, şehircilik anlayışının gelişimi ve bazı Türk devletlerinde
şehircilik hakkında bilgi verilmiştir.
Kayı
Boyu ve Karakeçililer: Makalede, Kayı boyu ve oymağı olan
Karakeçililer hakkında bilgi verilmektedir. Faruk Sümer, Osmanlı Devleti’ni
oluşturan Türk boyunun Kayılar olmadığı ihtimali üzerimde durmaktadır. Osmanlı
Devleti’ni kuranların başka bir Oğuz boyuna mensup olabileceğini düşünmektedir.
Bu konu ile
ilgili Sümer’in; Osmanlıların Mensup Olduğu Boy-Kayılar ve Osmanlı Devrinde
Anadolu’da Kayılar adlı makalelerine de bakılabilir.
Türklerde
Atçılık ve Binicilik: Tarihteki Türk atçılığı, biniciliği ve binit
takımı ile ilgili meselelerin yer aldığı bu makale giriş ve iki bölümden
oluşmaktadır. Giriş, Türklerin tarihteki atçılık ve binicilikleri ile ilgili
bilgileri ihtiva etmektedir. Birinci bölümde binit takımı, ikinci bölümde binit
takımı ile ilgili deyimler ve tarihi bilgiler verilmiştir.
Bunlar dışında Faruk Sümer’e ait pek çok makale vardır.
Bizim tespit edebildiklerimiz şunlardır:
Abbasîler Devrinde Büyük Bir Türk. Tolun-oğulları Devleti'nin
Kurucusu Ahmed:
Abbasiler Tarihinde Orta Asyalı Bir Prens Afşin :
Afşarlar. İran'da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı: İngilizce özetle birlikte.
Ağa Muhammed Şah. Kaçar Devleti'nin Kurucusu:
Ağaç-Eriler ve Akça-koyunlular: Bu makale İslam Ansiklopedisi (Diyanet
Vakfı)’nde de yayınlanmıştır.
Ahlat Şehri ve Ahlatşahlar: Bu makale İslam Ansiklopedisi (Diyanet
Vakfı)’nde de yayınlanmıştır.
Akıllı-Cesur-Faal-Faziletli En Büyük Türk Denizcisi Barbaros
Hayrettin Paşa :
Anadolu'nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesi:
Arslan el-Besâsirî. XI. Yüzyılda Abbasîler Devrinde Bir Türk
Kumandanı:
Az Tanınmış Bir Türk Hükümdarı Uzun Hasan Bey:
Bayındır, Peçenek ve Yüreğirler:
Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler I:
Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler II:
Bazı Kelime ve Yer Adları Hakkında Düşünceler III:
Belgelerle Köroğlu'nun Tarihî Kişiliği:
Bilge Kağan, Çok Az Bilinen Büyük Bir Türk Hükümdarı I:
Bozok Tarihine Dair Araştırmalar I:
Breyler Türk: 122
Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harezmşah:
Celâli İsyanlarının Sebebi ve Neticeleri:
Cengiz Han ve Moğollar Türk Müdür?:
Ceridler Bir Türk Oymağının Tarihi:
Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın
İkinci Yarısına Kadar):
Dede Korkut Kitabına Dair Bazı Mülahazalar:
Doğu Anadolu’da Moğol ve Türkmen Devirlerine Ait Bazı Tarihi
Yapılar Hakkında
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Tarihimizdeki
Yeri:
Döğerler'e Dâir: 141
Dulkadirlilere Ait Mimarî Eserler:
Endülüs Devleti'nin Kuruluşu, Yükselişi ve Yıkılışı, I:
Endülüs Devleti'nin Kuruluşu, Yükselişi ve Yıkılışı, II:
Eski Türk Devletlerinde Ağa Unvanı:
Eski Türk Elleri Karluklar II:
Eski Türk Elleri Karluklar III:
Eski Türk Elleri Kıpçaklar II:
Eski Türk Erkeklerinde Kıyafet ve Küpe Takma Âdetlerine Dair
Notlar:
Eski Türkler'de İsim Koyma Geleneklerinden: Atsız: 160
Eski Türklerde Musiki ve Oyun :
Eski Türkler'de Yağmur ve Kar Yağdırma Âdeti:
Eski Türklerin Millî Yemeği Tutmaç:
Eyyûbî Hükümdarı El-Melikü'1-Adil ve Komşuları:
Fatih Sultan Mehmed'in Son Seferi:
Fâtih'in Anadolu Birliğinin Gerçekleştirilmesindeki Mühim ve
Büyük Rolü:
Fâtih'in Şahsiyet ve Karakteri:
Fâtih'in Türk ve Dünya Tarihindeki Mevkii:
Gazneliler Devrinde Büyük Bir Türk Beyi:
Orhun Abideleri Kahramanı Gültekin I:
Irak Türklerinin Tarihine Kısa Bir Bakış:
İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar ve Ahmed-i
Celâyîr:
İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kara-Gözlüler:
İran'da Yaşayan Türk Oymakları - Kaşkaylar:
İslâm Âleminde Türk Hâkimiyeti:
Kaçarlar Devrinde Türk Oymakları:
Kaçarlar Devrinde Türkçe Şahıs Adları :
Kanunî Süleyman'ın Talihsiz Oğlu Şehzade Bayezit ve Acıklı
Sergüzeşti:
Köroğlu : Bu makale İslam Ansiklopedisi’nde (TDV)
yayınlanmıştır.
Köroğlu, Kizir-oğlu Mustafa ve Demirci-oğlu İle İlgili
Vesikalar:
Krallara Taç Giydiren Osmanlı Veziriazamı:
Memlükler ve Türk Tarihi III :
Oğuz Adının Menşei: 198
Oğuz Destanı:199
Oğuzlar VII:
Oğuzlar VIII:
Orta Asya Tarihi Hakkında Araştırmalar I - Barçınlığ Kent.
Seyhun Boylarında Bir Türk
Prensesinin Adını Taşıyan Şehir:
Orta Asya'nın Büyük Kâşifi Dr. Sven Hedin:
Osman Gazi'nin Silah Arkadaşlarından Mihal Gazi:
Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu İle İlgili Bazı Meseleler
Üzerinde Araştırmalar:
Osmanlı Devrinde Anadolu'da Derebeyleri:
Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar (Les Kayı en Anatolie Sous
I'Empire Ottoman):
Osmanlı Devrinde Anadolu'da Oğuz Boyları:
Osmanlı Devrinde Anadolu'da Yaşayan Bazı
Üçoklu Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller: Osmanlı
İmparatorluğu'nda Aslı Türk Olmayan Sadrazamlar: 217
Osmanlı Padişahlarının Mizaç ve Karakterleri:
Osmanlılarda Kadın ve Aile Hayatı:
Osmanlıların Mensup Bulunduğu Boy - Kayılar:
Özel Sayımızdaki Makalelere Dair:
Ramazan-oğullarına Dair Bazı Yeni Bilgiler:
Selçuk İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve Tuğrul Bey:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, I. Uvak-oğlu Atsız:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, II. Harizmşâh Atsız:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri III: 236
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri IV:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri V:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, VI. Abak, Alpkuş:
Selçuklular Devrinde Türk Beyleri VII:
Selçuklular Devrinde Türkiye'de Madenler:
Tarihimizde Bilinmeyen Şahsiyetlerden Ahi Ahmed-Ahiçuk, Abdal
Beğ ve Aba :
Tarihte Büyük Roller Oynamış Türk Kavimleri:
Tarihte Kullanılmış Başlıca Takvimler:
Tarihte Türkmen Asıllı Hanedanlar:
Türk Adıyla Tarih Sahnesine Çıkan Türkler:
Türk Cumhuriyetleri Hangi Ellerden Geliyor?:
Türk Destanları IV Ergenekon Destanı:
Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları I:
Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları II:
Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları III:
Türk Destanları VIII Köroğlu Destanı:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış I:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış II:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış III:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış IV:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış V:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VI:
Türk Kültürüne Genel Bir Bakış VII:
Türk Tarihinde Atçılık ve Binicilik:
Türk-İslâm Devletlerinde Türk Kültürü:
Türk-İslâm Tarihinde İşçi-İşveren İlişkileri:
Türkiye Kültür Tarihine Umûmî Bir Bakış:
Türkiye Türklerinin Ataları Oğuzlar:
Türkiye Türklerinin Ataları Olan Oğuzlar (Türkmenler)’ın Yüz
Şekli:
Türklerin İslamiyet’e Girmeleri :
Türkmen Kadınları Hakkında Notlar :
Türkmenistan Türkiye Türklerinin Orta Asya'daki En Yakın
Kardeşidir:
Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ I:
Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ II:
X.
Asırda Dedelerimiz Oğuz
Türklerinin Hayatı:
XI.
Yüzyılda İslam
Kaynaklarından Haberler I:
XII.
Yüzyılda İslam
Kaynaklarından Haberler II:
XIII.
Yüzyılda İslam
Kaynaklarından Haberler III:
XV.
Yüzyıldaki Türk Aleminden
Müşahadeler:
XVI.
Yüzyılın Ortalarında
Bağdad'da Yapılan Bir Şenlik:
XVII.
Yüzyılın En Büyük
Ahilerinden Ahi Ahmed Şah :
XIX.
Asırdan İtibaren
Anadolu'dan İran'a Vuku Bulan Göçler:
XV.
Yüzyılda Türk Âleminde
Millî Şuurun Canlanması: 295
XVI.
Asırda Anadolu, Suriye ve
Irak'ta Yaşayan Türk Aşiretlerine Umûmî Bir Bakış:
Yabanlu Pazarı. Selçuklular Devrinde Anadolu'da Kurulan
Milletlerarası Bir Fuar (Yabanlu
Pazarı an International Foir in Anatolia During The Seljuk
Period):
Yunus Emre Devrinde Türkiye'nin Sosyal Durumu:
Ağaç-eriler: Bu tebliği Belleten’de yayınlanmıştır.
Azerbaycan'ın Türkleşmesi Tarihi'ne Umûmî Bir Bakış: Bu tebliği Belleten’de yayınlanmıştır.
Dede Korkut Destanlarında Bazı Hayvanlara Dair:
Dede Korkut Destanlarındaki Bazı Kuşlar Hakkında:
Diyarbakır Şehri Yönetimi ve Yöresinde İnal-oğulları Beyliği:
Erzurum'da Tepsi Minare (Saat Kulesi)'nin Banii Kimdir?:
İspanyol Elçisi R.G. Glavijo'nun Türkiye İle İlgili
Müşahedeleri:
Kaçarlar Devrinde Türkçe Şahıs Adları:
Karamanoğulları-Venedik Münasebetleri: 311
Kayı Boyu ve Karakeçililer: Bu tebliği TDTD’de yayınlanmıştır.
Köroğlu'nun Tarihî Şahsiyeti Hakkında Bazı Vesikalar: Bu tebliği SAD’de yayınlanmıştır.
Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beğleri:
Mevlânâ ve Oğullarının Türkmen Beyleri ile Münasebetleri:
Muazzam Muzaffereddin Gök Börü:
Müverrih Hâfız-ı Ebrû'nun Eserleri Hakkında:
Safevî Devleti'ni Kuran Topluluğun Etnik ve Coğrafi Menşei:
Selçuklu Devrine Ait Vakfiyelerin Mahiyeti ve Bunların
Yayınlanması:
Selçuklular Devrinde Türkçe Unvanlar:
The Igdish in The History of The Saldjukide of Turkey: Bu tebliği TDA’da yayınlanmıştır.
The Seljuk Turbehs and The Tradition of Embalming:
The Turks in Eastern Asia Minor in The Eleventh Century:
Türk Seyyahı Mehmed Emin'e Göre 1877'de Türkmenistan ve Hive
Hanlığı:
Türkmenistan Türkmenlerinin Mensup Bulundukları Oğuz Boyları:
Anadolu'daki Türk Halıcılığına Dair En Eski Tarihî Kayıtlar: Bu tebliği, İngilizce özetle birlikte TDA
dergisinde yayınlanmıştır.
XIII. Yüzyılda Türkiye'nin İçtimâi Durumu:
XIX. Yüzyılda Çukurova'da İçtimaî Hayat: Bu tebliği, TDA dergisinde yayınlanmıştır.
Yavuz Selim Halifeliği Devr Aldı mı?: Bu tebliği, TDTD ve genişletilmiş olarak
Belleten’de yayınlanmıştır.
Yunus Emre Çağında Türkiye'nin Siyasal, Sosyal ve Kültürel
Tarihine Genel Bir Bakış:
Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç:
İslâm Tarihinde Denizcilik (El Milahatü'I-Bahriyetü fi
Tarihi'l-İslâm/Navigation in The
Tarihte İlk uluslararası Fuar (Yabanlu Pazarı Üzerine Bir
Konuşma):
"Fâtih Devri Mimarî ve Şehircilik Anlayışı" Hakkında
E. H. Ayverdi ve F. Sümer'le Yapılan
"Oğuzlar'da Yaprak Dökümü (Prof. Dr. F. Sümer'le Yapılan
Son Görüşme)":
Bertold
Spuler, İran Moğolları Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri,
1220-1350", 1939'da Leipzig'te basılmış olan nüshadan dilimize çeviren:
Cemal Köprülü, Ankara 1957 (19872), (Türk Tarih Kurumu Yayını).
"Düzeltmeler ve Ekler" (Kısmını Hazırlayan): F. Sümer, s. 535-572.
Düzeltmeler ve Ekler: Eser, ancak basıldıktan sonra F. Sümer tarafından
incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda aşağıdaki cetvelleri yapmıştır:341
-
"I- Tercümeye Ait
Düzeltmeler" (s. 537-545): Burada çeviriye ait düzeltmeler yer almıştır.
-
"II- Kitapta geçen
kişi, yer, eser adları ve deyimlerin Türkçe'deki şekilleri cetveli" (s.
547550): Eserin asıl Almanca metninde, yazarın kullandığı transkripsiyon
sistemindeki kişi, yer ve eser adları ile deyimlerin pek çoğu çeviride de aynen
korunmuştur. Bu hususun, özellikle meslekten olmayan okurların eserden layıkı
ile yararlanmalarını güçleştireceği sebebiyle, bu cetvelde kişi, yer ve eser
adları ile deyimlerin Türkçe şekilleri gösterilmiştir.
-
"III- Eserdeki bazı
bilgiler hakkında" (s. 551-561): Bu cetvelde, özellikle Türkiye tarihi ile
ilgili olarak, eserde verilen bazı bilgiler hakkındaki F. Sümer'in tenkitleri
bulunmaktadır. Bu cetvele, ayrıca Türkiye'de çeşitli görevlerde bulunmuş olan
Moğol askerî ricaline dair yine Sümer tarafından yapılmış bir liste eklenmiştir
("Türkiye'de Muhtelif Memuriyetlerde Bulunan Moğol Askerî Ricalinin
Listesi" (s. 563-572).
H- ANSİKLOPEDİLERDE YER ALAN MADDELERİ
Kızılarslan (Osman Muzaffer Al-Din):
Mesud (Masud b. Muhammed Tapar):
Oğuzlar: 411
Pehlivan (Nusreddin Ebu Cafer Muhammed Cihan Pehlivan): 412
Ramazanoğulları: 413
Tatar (Orta Şarkta Tatarlar): 414
Teke veya Tekke: 415
Teküder (Tekuder): 416
Tokuz (Dokuz) Oğuzlar: 417 418 419
Tuğrul Şah: Turgut Alp: |
418 |
419 |
Boğa veya Buka Han: 423 424 425
Bozulus: 426 427
Cavidaniye: 428
Cemel Vakası: 429 430
Cihangir: |
430 |
III.
BÖLÜM - FİKİRLERİ VE ŞAHSİYETİ
BİR TARİHÇİ OLARAK FARUK
SÜMER
Faruk
Sümer, tarihçi olmaya daha lise yıllarında karar vermiş ve lise bittiğinde
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü tercih etmiştir. Büyük bir sevgiyle
kendisini tarih ilmine veren Sümer, bu sevgi sayesinde dünyaca ünlü bir tarihçi
olmayı başarmıştır. Bir ilim adamı olarak çevresine ışık tutmuş ve insanları
kendi kültürünü araştırmaya sevk etmiştir.
İlkokul
sıralarında iken tarihe karşı büyük bir ilgi duyan Sümer bu durumu kendisi
şöyle anlatır.
“Daha
ilkokuldayken içtimai ilimlere karşı, özellikle de tarihe karşı son derece
büyük bir ilgim vardı. İlkokuldayken lise tarih kitaplarını ezberlemiştim.
Sahaflarda o kitapları bulabilirsiniz. Atatürk’le devri kitapları, kalın ve
Atatürk tarihe meraklı olduğu için milli ruhla yazılmış kapsamlı kitaplardı.
Ortaokula geçince onlar beni tatmin etmemeye başladı. Araştırmaya, okumaya
devam ettim. Ben eski yazıyı annemden öğrendim. İlk okuduğum eseri hatırlarım
merhum Ahmet Refik'in "Bizans Karşısında Türkler." Ondan sonra
Beyazıt'taki Umumi Kütüphaneye gider eski yazı tarih kitaplarını okurdum. O
yıllarda yaz tatilimde sabahtan öğleye kadar kütüphanede çalışır, öğleden sonra
denize giderdik.”
Üniversite
eğitimi sırasında okuldaki hocalarının takdirini toplamış ve onların desteğini
almıştır. Bunu kendisi şu şekilde anlatmaktadır:
“Okulda
eski gelenek devam ediyordu. İstikbal gördükleri öğrenciyi destekleyip, elinden
tutuyorlardı. Kısaca hocaları öğrenciye sahip çıkardı. Ben de gece gündüz çalıştım.
Burs almıştım, onu hak etmeye çalışıyordum.”
Üniversite
eğitimi boyunca tarih bilgisini arttırmaya çalışmış ve kendisini bu alanda
yetiştirmiştir. Sümer üniversiteye intisap etmeyi düşünmüş ancak bazı
nedenlerden dolayı bu isteği mezun olduğu İstanbul Üniversitesi’nde değil
Ankara Üniversitesi’nde gerçekleşmiştir. Sümer üniversiteye girdikten sonra
sürekli çalışarak kendisini geliştirmiş ve kısa sürede yükselerek profesör
olmuştur.
Sümer, çalışma
düzeni hakkında şu bilgiyi vermektedir. “Benim çalışma düzenim gece üzerine
kurulmuştur. Gece çalışır, gündüz gider çalışmalarımı veririm.”
Ömrünü Türk
tarihinin araştırılmasına adamış ve çalışmalarına maddi bir karşılık beklemeden
devam etmiştir. Sümer, kendi ifadesi ile bu durumu açıklar. “Kimse çalışmanız
için ne para veriyor, ne de maaşınıza zam yapıyor.” Yine çalışmalarına bıkmadan
usanmadan devam etmiş ve şu ifadeyi kullanmıştır. “Allah bana ne kadar müsaade
ederse ben de çalışmaya, yazmaya devam edeceğim.” Öyle de olmuştur.
Faruk
Sümer, Türk kültürünün öğrenilmesine, araştırılmasına ve korunmasına büyük önem
vermiştir. Bu durumu İsmail Hakkı Bey şu şekilde anlatır:
“Türk
milleti için en temel eserlerin sahibi, ömrünün en son faslında dahi Türklük
için eserler yazmaktan kendisini sorumlu hisseden hocam merhum Faruk Sümer,
dünya Türklüğünün ve özellikle Müslüman Oğuz Türkleri (Türkmenler)'nin
ışığıdır. Merhumun sağlığında kendisine birçok defalar araştırma, aydınlanma
için başvurduğumda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan değerlerimizin
sağlıklı, doğru ve ayrıntılı bir şekilde en hızlı bir çalışma yöntemiyle
belgelenmesi için görev ve sorumluluk aşılamıştır. Türk tarihinin, kültür ve
medeniyetinin hiç zaman kaybetmeden ortaya çıkarılmasıyla yetinmeyip, ömrü
boyunca Türkmenlerin içinde bir aile ferdi gibi sevilmiş, sayılmıştır. 1975-76
yıllarında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda Türk Kültürü ve
İnkılâp Tarihi derslerini veren Sümer, sanatçı, pek zarif ve sıcacık alâkasıyla
biz öğrencilerini adeta büyülemiş, öğrenciler ve konservatuarın her hafta
yolunu gözlediği bir şahsiyet olmuştur. Derslerimizde ‘Arkadaşlar eski Türkler
ve bilhassa Türk kızları ata binerler ve her sabah süt içerlerdi. Onun için
zarif, ince yapılı ve kilosuz idiler’ diyerek bizlere yüce soyumuzu tanıtırdı.”
Bu ifadeler
Sümer’in eski Türk kültürünü araştırma ve gelecek nesillere aktarma çabası
içinde olduğunu ve Türk olmaktan gurur duyduğunu göstermesi bakımından
önemlidir. Sümer’in şu ifadeleri de bu fikrimizi güçlendirmektedir.
“Merak,
medeniyetin yükselmesinde en büyük âmildir. İnsan merak edecek ki araştırma
yapsın. Avrupalıların ilerlemesinin tek sebebi meraklı olmalarındandır. Bizde
bu merak biraz zayıf. Köylüye sorarsın "şu kuşun adı nedir?",
"Bir kuş", der. Okumuşlar da onlardan farklı değil. Okulunu bitirir,
çoluk çocuğa karışır, tamam. Adam kasılıp duruyor dahiliye mütahasısı oldu
diye. Ama elinde okuduğu bir kitap yok. Doktor olmuş ya tamam kitaplar rafa.”
Faruk
Sümer’in araştırmaya verdiği önemi Prof. Dr. Turan Yazgan şu şekilde ifade
eder:
“Türkiye
Dil ve Tarih alanlarında, Atatürk'ün ölümünden sonra, sür'atle boşluğa
düşürülmüştür. 250 milyonluk bir milletin tarih ve dil sahasında yeterli ilim
üretecek yeterli sayıda elemanları yetiştirememiş olması gerçekten üzüntü
vericidir. Peş peşe kaybettiği büyük âlimlerinin yerlerini dolduracak gençler
vasıf itibariyle yeterli olsalar da miktar itibariyle maalesef yeterli olmaktan
çok uzaktırlar. Bir taraftan 57 üniversitenin öğretim üyesi ihtiyacı, diğer
taraftan bütün Türk dünyasında yeniden yazılması şart olan tarih ve dil
kitaplarının ortaya çıkardığı ihtiyacı karşılamaktan çok uzağız. Türk
şivelerini bilen her ülke ve toplulukta görev alacak normal elemanlardan da
tamamen mahrumuz.
Faruk Sümer
Hoca bu boşluğa daima işaret etmiştir. Kendisi insan üstü bir gayretle, son
nefesine kadar, üzerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalışmıştır. Gerek Türk
Dünyası Tarih Dergimizin her sayısına, gerek Türk Dünyası Araştırmaları
Dergimizin her sayısına muntazam olarak orijinal araştırma ve incelemeleriyle kıymet
kazandırmıştır.”
Akyoloğlu
ise, Faruk Sümer’in tarihimizin araştırılmasına verdiği önemi şu şekilde
anlatır:
“1984
yılında ilk kez yapılan Milletlerarası Türk Halıcılık Kongresi’nde kendileri tarafından
temin olunan bir Osmanlı Eyeri'ni Atatürk Kültür Merkezinde sergilemişler,
eyerin üzerine de "Cella Turcica" yazdırmışlardı. Cella Turcica,
Türkçe'den Latin ve tıp diline geçen tek Türkçe sözcük olup, kafatası içinde
hipofiz bezini barındıran bir kemiğin adıdır. Burası tüm hormonların hakimi
olan orkestra şefi diye adlandırılan bir yer. İşte kültür tarihimizin en can
alıcı öğelerini Sümer hocamızdan öğrenerek milletimiz hakkında kıymetli
bilgilere ulaştık.
Kendisiyle
birlikte yaptığımız araştırmalarda, yeni yetişen çocuklarımıza İslâm
menkıbelerini, din büyüklerinin örnek davranışlarını ve dinî hikâyeleri
anlatmak gerektiğini, bunların en güzel ve en öğretici yol olduğunu
söylemiştir. İstiklâl savaşı gazilerimizin birer birer göçtüklerini duyduğunda
çok üzüldüğünü, bunların hatıralarının derlenmediğini söyler, ilgisizlikten pek
şikâyetçi olurdu. Bu uyarılarıyla birlikte çevremde rastladığım birkaç gazinin
hatıralarını alabildiğimi söylediğimde, bundan büyük sevinç duyardı.”
Faruk Sümer, tarihimizin araştırılmasından duyduğu memnuniyeti şöyle
anlatmaktadır:
“1993
yılında Türkmenistan Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı beni aradı. Kendisi tarihine ve
kültürüne oldukça, bağlı birisi. Ekim ayındaki bağımsızlığın 2. yılı
törenlerine katılmak üzere beni de davet etti. Büyük bir resmi geçit
düzenlendi. Büyükelçilerin bulunduğu kısımda oturuyordum. Bizim Mehteran Bölüğü
geçerken elçiler, 'Türk imparatorluğunun uzun yıllar dünyayı nasıl idare
ettiğini şimdi daha iyi anlıyoruz’ dediler.
Bu
törenlerden sonra Türkmenbaşı beni "Türkmen alimler Akademisi
Üyeliği" ile onurlandırdı. Geçen mayıs ayında tekrar davet ettiler. Mahdum
Kulu şenlikleri dolayısıyla ödül verdiler. Aşkabat'ta çalışan Türk mühendislere
ve bana madalya taktılar. Çadır Park, Mahdum Kulu Parkı’nda konuşma yaptım.
Bana Türkmenistan vatandaşlığı ve bir pasaport verildi. Böylece çifte vatandaş
oldum.”
Sümer tarih
araştırmacılığına yeni bir boyut getirmiş ve masa başı tarihçiliği yerine mekan
tarihçiliğine önem vermiştir. Yaptığı çalışmaların pek çoğunda araştırdığı
konunun geçtiği mekanı inceleyerek o coğrafyada yaşayan insanlarla görüşme
yoluna gitmiştir. Bu şekilde daha sağlıklı bilgi edinen Sümer’in bu tür
çalışmalarından bir kaçını zikretmemiz yerinde olacaktır.
Ünlü destan
kahramanı Köroğlu hakkında bilgi toplarken; Köroğlu’nun yaşadığı coğrafyayı
karış karış gezmiştir. Bunu Akyoloğlu şöyle anlatır:
“Sümer,
memleketimin en büyük destan kahramanı Köroğlu'yu da en gerçekçi bilgi ve
belgelere dayanarak ortaya çıkarmayı başarmıştır. Köroğlu hakkında yaşadığı
çevre olan Bolu, Gerede, Dörtdivan ve Kıbrısçık'la yetinmemiş, Anadolu'da
Sivas, Tokat, Kayseri illerinin köylerinde de araştırmalar yapmıştır.”
Faruk
Sümer’in tarihi araştırmalarda mekâna verdiği önemi ve bu uğurdaki çabasını
Prof. Dr. Turan Yazgan da şu şekilde anlatır:
“Yabanlu
Pazarı, Türklerde Atçılık ve Binicilik, Türklerde Şehircilik gibi kitaplarının
hazırlanmasında daima yanında bulundum, ilgili yerlerde karış karış dolaştık.
Etekleri karla dolu olduğu bir zamanda Zamantı Kalesine eşek sırtında çıktığını
ve saatlerce inceleme yaptığını gördüğüm zaman ilim adamında bulunması gereken çilekeşliğin
ne olduğunu anladım. Atların "Yorga" yürüyüşünün nasıl olduğunu
tespit edebilmek için Uludağ tepesindeki köylerde veya Konya Aksaray
civarındaki, Kayseri Pınarhisar civarındaki köylerde nasıl dolaştığını ve nasıl
teferruatlı incelemeler yaptığını takip etmekte bile kendim güçlük çektim.”
Faruk
Sümer; toplumsal ve tarihi konulara karşı çok duyarlı bir tarihçidir. Bunu
hayatının her aşamasında göstermiştir. Bu durumu kendisiyle yapılan bir röportajda
da görmemiz mümkündür. Güngül Gülay, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 1995’de
yaptığı röportajda Faruk Sümer’e güncel konularla ilgili bazı sorular
yöneltmiştir. Bu sorulara Faruk Sümer’in verdiği cevaplar bize kendisinin ne
kadar duyarlı bir vatandaş olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Şimdi bu
röportajdan bazı bölümleri aktaralım.
Türk
Edebiyatı: Hocam o yıllarda şimdikilerden farlı olarak aileler çocuklarına
nasıl bir kültür, terbiye veriyorlardı?
Faruk
Sümer: O zamanki ortamda Türk musikisi öğrendik. Yine zamanın icaplarından
caz musikisi hakkında bilgimiz oldu. O zamanlar öyleydi, dans ve sinemanın bile
yeri vardı gencin hayatında. Bununla beraber ailece şahsiyetimiz biraz kuvvetli
olduğu için mahalli kültürümüzü koruduk. İstanbul'a çalışmak için gelen
hemşerilerimizle irtibatımızı kesmemiş olmamız da Konya kültürümüzü korumuş
olmamıza bir vesiledir. Bugün dahi Konya bölgesine ait türküleri kalbimde daima
saklamışımdır. Dünyanın neresine gitsem da o türküler benimle beraber gelir.
Ayrıca bizim
Türk musikimiz, saz eserlerimiz başlı başına birer şaheserdir. Onları
dinlemekten sonsuz zevk alırım. Musiki de Arapları, İranlıları geçtiğimizi
onlar da kabul eder. Bir tarihte Nevzat Atlığ'ın Klâsik Türk Musikisi Korosu
Kâhire'de Mehmet Ali Paşa Cami’nin yanında bir konser verdi. Mısırlılar hem
hayran kaldılar, hem de kıskançlıktan çatladılar. Sonra Türk dostu, Mısırlı bir
arkadaşla sohbet ederken onun söylediği sözler oldukça ilginçti. O
"Mısırlılar kendilerini şark musikisinin en değerli milleti sayarlar,
kimseyi tanımazlar bu yüzden hasetliklerini mazur görün" dedi. Ben bunları
her zaman bünyemde muhafaza ettim. Gerçekten milli musikinin kulak ardı
edilmesini kabul edemiyorum. Bütün bunlar ailemin çocukluğumda verdiği
terbiyenin bende ortaya çıkmış halidir.
Bir tarihte
Konya'daki hemşerilerimin yoğun şikayetlerinden bunalınca Radyo idaresine
mektup yazmıştı. Çünkü hemşerilerim radyoda Konya türkülerinin az çalındığından
şikayet ediyorlardı. Radyodan bana gelen cevapta uzun da bir radyo programı
göndermişler, en fazla Orta Anadolu Türküleri çalıyoruz diye. Fakat ne yazık
ki, benim de gözlemlerim sonucunda gördüğüm "Yurttan Sesler"
denilince akla sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu türküleri geliyor. Çünkü sadece
onları söyletiyorlar, ihmalci bir yönetim.
Bu arada
insanlar da yazmaktan çekinmemeli, şikayetlerini dile getirmeli. Köylü
şikayetini sadece bana iletiyor. Fakat niçin yazmıyor, niçin hakkını aramıyor?
Ailemin küçük yaşta bize verdiği terbiyeyle biz hak-hukuk aramayı öğrendik.
Bu
ifadelerde göstermektedir ki Sümer, Milli kültür konusunda son derece hassas
düşünmekte ve insanlarında böyle düşünmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu amaçla
gerekli çalışmalarında yağılması taraftarıdır. Yine Sümer’in güncel konulardaki
hassasiyetini göstermesi bakımından aşağıdaki soruya verdiği cevap önemlidir.
Türk
Edebiyatı: Hocam bir ara art niyetli kişiler tarafından basında bir
"Kültür Mozayiği" lafı ileri sürüldü. Gerçi bu pek rağbet görmedi ama
bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?
Faruk
Sümer: Bu konuyu Cumhurbaşkanına da yazdım. Adamlar ellerine almış bir
harita bu kadar Tahtacı, bu kadar Yörük, bu kadar Çerkez, bu kadar Laz. Bunlar
o kadar cahil ki, bizim yerli Abdal, Tahtacı, Yörükleri etnik unsur gibi gösteriyorlar.
Bu farklılıkları rakama, hesaba gelmez. Yörük, Türkmen, Laz, Tahtacı, Alevi,
Manav etnik deyim değildir. Hepsi Oğuz'dur. Bunlar iktisadi, mahalli isimdir.
Bunları kasten alıyorlar. Cehalet içinde sergiliyorlar. İnananlar da cehaletten
inanıyor. Bu insanların şekli şemali bizden daha Türk. Adamın dağıttığı broşüre
bakıyorsun Ermeni 5 milyon, Alevi 15 milyon, Kürt 20 milyon. Bunu neye
dayandırıyorsun? Elinde hangi istatistik bilgi var? Biri kalkıp da bu soruları
sormuyor. Bu oyunlar Türkiye'yi zayıflatmak için bilerek oynanıyor.
Turan
Yazgan'ın yayınladığı diğer haritayı ve istatistik bilgileri Tarih Mecmuası’nda
yayınladım. Turan Yazgan bunu mebusların çoğuna da vermiştir.
Bu
konularda duyarlı olmalıyız. Sustuğumuz müddetçe üstümüze gelirler. "Böyle
böyle söylüyorlar" demek mazeret değildir. Onlar söylediğinde şaşıp
kalıyoruz. Ya da sadece kızarak tepki gösteriyoruz. Bunlar yetmez. Kendini Türk
hissedenlerin okuyup kendini yetiştirmesi gerekir. Türkün en büyük düşmanı
cehalettir. Ondan kurtulmadıkça hiçbir adımımız yerine ulaşmaz.
Altınoluk
tarafından Akçay-Ören civarında Aynalı köyde bir öğretmen arkadaş Türkmen
müzesi kurmuş, oraya gelen yerli yabancı müzeyi geziyor. Adamcağız bunu kendi
çabası ile gerçekleştirmiş. Orada Türkmenlerin kılık kıyafet, yaşayış
incelikleri vs. sergileniyor. Tabi ayrı bir hava katmış oraya. Bu da meseleye,
herkes kendi çapında sahip çıktığında nelerin gerçekleşebileceğini gösteriyor.
Güncel
konulara özellikle Türkiye ile ilgili konulara karşı son derece duyarlı olan
Sümer, bu konularla ilgili gerekli çalışmaları ilmi araştırmalar ve yayınlar
ile yapmaktadır.
Ayrıca
halkımızın da bu konulara karşı duyarlı olmasını istemekte ve Türk’ün kendi
tarihini öğrendiği taktirde Türkiye üzerinde böyle oyunların etkisiz kalacağını
söylemektedir.
Osmanlı
Devleti hakkında geniş bir bilgiye sahip olan Sümer, Osmanlı Devleti’nin pek
çok unsurdan oluşmasına rağmen iyi bir yönetim ile ayakta durmayı başardığını
ifade eder. Osmanlı mevcut halkların kültürüne saygı duymuş ancak devlet
kademelerinde ve resmi işlerde Türkçe’nin kullanılmasını mecburi kılmıştır.
Osmanlı bünyesindeki milletleri memnun etmesini bilmiş ve uzun süre bu
milletler üzerinde egemen olmuştur. Türkleri ilgilendiren konularda Türkçe’nin
kullanılmasını isteyen Sümer, özellikle ülkemizde yapılan ilmi faaliyetlerde
sıkça kullanılan yabancı dillerin yerini Türkçe’nin almasını istemektedir.
Sümer, bunu kendisine yöneltilen soruya verdiği cevapta şöyle açıklar.
Türk
Edebiyatı: Hocam Osmanlı, bu toplulukları yıllarca nasıl idare etmişti?
Faruk
Sümer: Osmanlı her türlü dilin konuşulmasına izin veriyordu. Çerkezce,
Boşnakça, Arapça, Türkçe, Rumca. Fakat Devlet-i Aliye'de çalışanların Türkçe
bilmeleri şarttı. 1876'daki anayasada Divanda Türkçe konuşulması kanunla
belirtilmişti.
Sadrazam
ister Sırp, ister Arnavut olsun, ama Türkçe bilecek, davranışlarını ayazlayacak
ki kendisiyle alay edilmesin, küçük düşmesin. Çünkü Devlet-i Aliye'nin dili
Türkçe’dir, Millet-i hâkim Türk’tür. Arap memleketlerinde dahi Türkçe okulları
açılmıştır. Yemen'de lise, Musul'da, Halep'te, Şam'da askeri ve sivil meslek
mektepleri. Türkçe tedrisat ile faaliyet gösteriyor. Ayrıca oralarda devlet
dairelerinde de Türkçe işlem görülüyor. Bayrak tek, lisan tek.
Yavuz'dan
itibaren yazışma Türkçe. Kanuni İspanya'ya, Fransa'ya, İngiltere'ye kadar
Türkçe yazıyor.
Geçen
yıllarda "Türk Sanat Tarihi Kongresi" düzenlendi. Kongrenin dili
İngilizce’ydi. Kardeşim Türk Sanat tarihiyle ilgili bir kongre düzenliyorsunuz,
gelenlerin Türkçe’ye ve Türk sanatına bir yakınlık duymaları lâzım. Daha
doğrusu bu dili çat pat da olsa bilmeleri lazım. Siz ne demeye kongreyi
İngilizce düzenlersiniz.
Bunlar
bizim ruhumuza ters davranışlardır. Osmanlı batarken bile Türklüğünü
4 4 461
unutmamıştır.
Kültürüne
bu kadar bağlı olan ve sahip çıkan Faruk Sümer her fırsatta ve her yerde Türk
tarihini anlatmaya çalışmıştır. Bu amaçla kendisiyle tanışmaya gelen insanlara
Türk boyları, devletleri ve Türk Milliyetçiliği hakkında bıkmadan, usanmadan
bilgi veren bir tarihçimizdir. Buna en güzel örneklerden biri şudur:
“1992 yılı
içinde Faruk Sümer Hoca’nın Oğuzlar kitabının 4. baskısı çıkmıştı ve Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, Süleymaniye Kültür Merkezi'nde imza günü
tertiplenmişti. Faruk Sümer Hoca ile tanışma imkânı aradığımdan dolayı hemen
vakfa gittim ve kalabalık içinde fırsat bulup Hoca'ya:
"Basın
Yayın Yüksekokulu’nda yüksek lisans yapıyorum. Aslen Avşar olup Kayseri Özlüce
(Taf)’lıyım. Tez konusu olarak da "Avşarlar" konusunu aldım"
deyince; hoca bana bakıp;
"En
büyük Avşarlar, yaşasın Avşarlar" diye bağırdı. Etraftaki insanların garip
garip bakması üzerine Hoca açıklama yaptı:
"Avşar
Türkmenleri diğer Oğuz-Türkmen boyları içinde halen boy şuuruna sahip tek
Türkmen boyudur" diyerek etraftakilere Avşarlar hakkında bilgiler verdi.
Prof. Dr.
Faruk Sümer'in bana söylediği ve bütün Türkmenleri içine alan en önemli şey
ise; Avşar değil, Avşar Türkmeni olduğumuz konusudur.
"Sizler
Avşar Türkmenlerisiniz. Her boy kendi boyunun aynı zamanda Türkmen olduğunu da
bilmelidir. Bu sayede birlik bozulmayacaktır. Bütün Türkmenler ancak Türkmenlik
şuuru ile Türk Milliyetçisi olabilecektir. Avşarlar ise Türkiye Türkmenleri
içinde boy şuuruna sahip belki de tek boydur ve dolayısıyla Türk
Milliyetçiliği'nde diğer Oğuz- Türkmen boylarına nazaran daha şuurludur. Fakat
bu da yetmemektedir ve diğer Türkmen boylarının da bu şuurda olması
gerekmektedir. Bu da ancak sizlerin vasıtası ile olabilecektir." diyerek
Türk Milleti'nin birliğini sağlamanın en güzel yolunun Oğuz-Türkmen boylarının,
461 Güngül., a.g.m., s.
36. boy şuuru yanında Türkmenlik ve Türk
Milliyetçiliği şuuruna da sahip olması gerektiğinin izahını uzunca yapıyordu.”
Faruk
Sümer, tarihimizi anlatması kadar tarihimizle ilgilenenlere de çok değer veren
bir kişidir. Bu nedenle özellikle Türk tarihiyle ilgilenen insanlarla bir arada
olmuş ve onlara çoğu zaman yol göstericilik yapmıştır. Bu durumu gösteren
birçok örnek vardır. Bu örneklerden birini Turgut Akpınar şu şekilde anlatır:
“Bu değerli
tarihçimizle uzun yıllar önce sahaflarda tanışmıştım. Türk tarihinin hemen
bütün meselelerine duyduğum ilgi nedeni ile olmalı, çabucak dostluğunu
kazanmıştım ki, bununla gurur duyuyorum. Görebildiğim kadarıyla o, tarihimizle
ilgilenen herkesi kendine yakın hissederdi. 1994 yılında, çevirisini yaptığım,
İletişim Yayınları arasında "Türkler ve Tatarlar Arasında" ismiyle
yayınlanan ve büyük bir ilgi gören Schiltberger'in Anılarını, orijinal dili
Almanca'dan Türkçe'ye çevirmemi benden isteyen hocam Faruk Sümer oldu. O bu
konuda bıkmadan beni teşvik etmişti. Yani eserin manevi babası rahmetli Faruk
Sümer olmuştur. Bunu yazmaktaki amacım, hizmeti olabilecek herkesi nasıl
teşvik ve sonunda takdir ederek, sadece kendi yazdıkları ile değil,
teşvikleriyle de tarihimize hizmetten geri kalmadığına küçük bir örnek
vermekti.”
Faruk
Sümer’in, Türkmenistan’da gördüğü ilgiye karşılık kendi ülkesinde
araştırmalarına yeterince değer verilmemesinden de şikayetçi olduğunu Memduh
Yağmur şu sözleriyle ifade etmektedir:
Hoca,
Türkmenistan’da çok fazla önem gördüğü halde, Türkiye'de fazla değer
göremediğinden de şikâyetçi olmaktaydı.
Ülkemizde
bilimsel çalışmalara ve bilim adamlarına çok az değer verilmesi Sümer’i
üzmektedir. Ancak o kendi vatanında Türk tarihine hizmet etmek istediği için
böyle olumsuzlukları dikkate almamış ve araştırmalarına devam etmiştir. Sümer,
bir tarihçi olarak kendisine belirlediği hedeften hiçbir zaman sapmamış ve
çizgisini değiştirmemiştir. Tarih ilminin tarafsızlığına sadık kalmıştır. Bu
durumu Turgut Akpınar şu sözleriyle anlatmaktadır:
“Şu anda,
onun sık sık Orhun Anıtlarının, yazılı bir belge olarak kültür tarihimiz
açısından son derece büyük olan rolünü nasıl heyecanla vurguladığını da,
hatırladım.
Faruk Sümer
halis bir Türk idi ve Türklüğü ile de öğünen ve bunu hiç unutmayan, fakat ilmin
gereklerine ve metotlarına, milletini seven bir insan için mümkün olabileceği
ölçüde sadık kalabilmiş bir tarihçimiz idi.”
Sümer tarih
ilminin kurallarına sadık kalmış ve doğru bildiği fikirlerinden hiçbir zaman
taviz vermemiştir. Tarihi insanların ve devletlerin ideolojilerine göre değil
olması gerektiği gibi yazmıştır. Bu fikrimizi 12 Eylül döneminde kendisine
verilen bir görevi reddedişinde görmemiz mümkündür.
Faruk
Sümer, Kürtlerin Türklüğü hakkında bir eser yazması hususundaki teklifi
reddetmiş, Türk Ansiklopedisi'nde "Türkler" maddesini yazması için o
zamanki askeri idarenin yaptığı teklifi daha doğrusu verdiği "emri",
"Ben emir eri değilim" diye reddedecek medeni cesareti gösterebilmiştir.
Türk tarihi
bilgini, Oğuz boylarına dair araştırmalarıyla tanınmış olan Prof. Dr. Faruk
Sümer tüm dünyada tanınan önemli bir tarihçimizdir. Onu dünya tarihçisi yapan
eserlerinin başında Oğuzlar gelir. Oğuzlar kitabının yazılış serüveni şu
şekildedir.
Bozkır
güneydeki Alanya, Gündoğmuş ve Manavgat ilçeleri ile sınır komşusu olup bu
bölgede birçok Yörük yaşar. Bunların yaylaları ile Bozkır köylerinin yaylaları
bitişiktir. Yörükler, davar beslemenin yanında, tuz ve buğday ticareti de
yaparlar ve zaman zaman renkli kilimleri ve giysileri ile yörüklerin deve
katarları, masal figürleri gibi, derin bir sessizlik içinde gelir geçerler. Bu
manzara okulda tarih meraklısı olan gencin üzerinde derin bir etki bırakır.
Yörüklere, Türkmenlere duyduğu ilgi böyle başlar. Onun bu insanlara beslediği
içten sevgi, yıllar sonra bize Türkmenler isimli 700 sahifelik dev eseri
armağan edecektir.
Yukarıdaki
kısa açıklamadan anlaşıldığı gibi onun ilmi faaliyetinin ağırlık merkezini
Oğuzlar (Türkmenler) teşkil etmiştir. "Bozkır" yaylalarında
rastladığı Yörüklere duyduğu ilgi ve sevgi bir ömür boyunca sürmüş ve bize pek
çok kitap ve araştırma kazandırmıştır.
Almanların
tabiriyle "Lebenswerk" (Hayatının Büyük Eseri) Oğuzlar-(Türkmenler)-
Tarihleri-Boy teşkilatı-Destanları idi. Bir çok defa basılan bu eseri için
kendisi: 'Benim için en büyük gaye olan Oğuzlar adlı kitabımı 1964 yılında
yazmaya başladım' diyor. 15 yıldan fazla süren ön çalışmalara rağmen bu büyük
eserin kaleme alınışı iki yıl sürer. Bir yıl da basımı için geçer. Yine kendi
ifadesiyle 'Böylece dünya çapında meydana getirdiği eserleri az çok bilinen,
fakat kendileri bilinmeyen Oğuzlar dünyaya tanıtılmış oldu.' ”
Faruk
Sümer'in, Dünya Tarihçiliği bakımından önemli diğer bir eseri Safevî
Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri'nin Rolü (Şah İsmail ile
Halefleri ve Anadolu Türkleri, Ankara, 1976) başlıklı kitabıdır. Bu
araştırmanın önemi şuradan gelmektedir. Walter Hinz, Almanların en tanınmış
İranistlerinden biridir. Bu bilgin, oldukça genç yaşlarında (30) önemli bir
iddia ve tezle "Irans Aufstieg zum Nationalstaat im 15. Jahrhundert,
1936" (15. yüzyılda İran'ın Millî Bir Devlet Haline Yükselişi) diye bir
eser ... 4 470 yazmıştır.
Bizde Tarih
Kurumu'nca (Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd) üst başlığı ile yayınlanan bu eserin ana
tezi, adından da anlaşılacağı üzere Safevi Devleti'ni Millî Bir İran Devleti
olarak göstermesidir. Gerçi Hinz'in bu tezi bazı Batılı bilginlerce
(Brockelmann, Rypka, Cahen) kısaca tenkit edilmişse de bu tez asıl, bütün belge
ve delilleriyle ve açıklığı ile Faruk Sümer hocamızın yukarıda zikredilen
eseriyle cerh edilmiştir. Kendisi bu konuda şöyle der: "Bu eserle, İran'da
1501 yılında Safevî Devleti’ni kuran Türk unsurunun, ezici çoğunluğunun
Anadolu'dan İran'a göçen Türkler olduğu kesin bir şekilde meydana çıkmış
oldu."
Faruk
Sümer’in önemli eserlerinden bir diğeri Yabanlu Pazarı’dır. Eser Türk iktisat
tarihi açısından önemlidir. Yabanlu Pazarı hakkında İslam kaynaklarında bilgi
verilmesine rağmen tam olarak yeri bilinmemektedir. Faruk Sümer bu kitabı ile
yeri bilinmeyen Yabanlu Pazarı’nın yerini belirlemiş ve tarih ilmine önemli bir
eser kazandırmıştır. Bu bilgilere göre o dönemde kurulan Pazar Kayser’i
sınırları içinde Zamantı Kalesi yakınlarındadır. Faruk Sümer’in ifadesiyle,
“dünyanın en büyük milletlerarası fuarı” özelliğini gösteren bu pazar hakkında
Mevlana’nın Mesnevi’sinde de bahsedilmektedir. Bu durum eserin önemini bir kez
daha göstermektedir.
Kitabı
Diyarbakriyya, Akkoyunlu Devleti’nin yanı sıra, hiçbir resmi vakayinamesi
olmayan Karakoyunlu Devleti içinde önemli bir kaynak olduğu gibi Şâhruh’un
ölümünden Hüseyin Baykara’nın ölümüne kadar gelen Timurlular tarihi ve İran
tarihi hakkında değerli bir kaynaktır. Eserden Akkoyunlu ve Karakoyunlu
devletlerinin askeri ve mülki müesseseleri, adı geçen devletlerin dayandıkları
Türkmen illerinin (ulus) teşkilatları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun siyasi ve
etnik durumu hakkında da önemli bilgiler edinilmektedir.
Bu eser
Tahranda tek cilt olarak neşredilmiş ve Mehmet Demirdağ tarafından Türkçe’ye
çevrilmiştir (İstanbul-1999).
Burada
Sümer’in ilmi fikirlerine, ilim dünyasına kazandırdıklarına ve bazı
tarihçilerle farklı düştüğü konulara örnekler vermek yerinde olacaktır.
Faruk
Sümer, Osmanlıların Oğuzların Kayı boyundan geldiği iddiasına temkinli
yaklaşmaktadır. Ona göre Osmanlıların Kayı boyu dışında başka bir boya mensup
olabileceğini savunmaktadır. Bu durum senelerce bütün ilim dünyasınca kabul
görmüş bir konunun reddidir. Faruk Sümer bu fikri ortaya atarken çeşitli
deliller sıralamaktadır. Bu delilleri bizzat Osmanlı tarihinden alır. En büyük
delil olarak da II. Murad dönemine kadar Osmanlıların Kayı boyuna mensup
olduklarını ispatlayacak bir delil bulunmadığını ileri sürmektedir. Konuyla
ilgili bir başka delilde Osmanlı tarihçisi Yazıcıoğlu Ali’nin kitabına
istinaden vermektedir. Yazıcıoğlu’nun tarih yazıcılığında tarafsız olmadığını söyler
bunlara ilave olarak II. Abdülhamid dönemine kadar Osmanlı padişahlarının
resmen bunu kabul etmemesi ve Kayı damgasının kullanılmamasını da delil olarak
gösterir. Sümer Oğuzlar adlı kitabında bu konu ile ilgili şöyle demektedir.
“Osmanlı
hanedanının Kayı boyundan olduğunu ilk defa söyleyen müellif, eserini II. Murad
devrinde yazmış olan Yazıcı-Oğlu Ali'dir. Ancak biz Yazıcı Oğlu'nu tercüme
ettiği eserlere kavmî duygularının tesiri ile ilâveler yapan bir müellif olarak
tanıyoruz. Kayı boyu ise, görüldüğü gibi, Oğuz elinin en asil, en şerefli boyu
idi. Bu sebeble, Osmanlı hanedanı ile Kayı boyu arasındaki münasebet bize
oldukça şüpheli görünmekle beraber bu, imkânsız değildir3, Gerçi
Yazıcı-Oğlu, Osman Beğ'e:
"Osman/
Ertuğrul oğlusun/ Oğuz Kara-Han neslisin/ Hakkın bir kemter kulusun/ İstanbul'u
aç gülzâr yap"
Şiirini
söyletirse de hanedan arasında Oğuzlar’a ve bu boya mensup sayılmaya ancak II.
Murad’ın (1421-1451) ehemmiyet verdiği görülür. Şimdiki bilgilerimize göre,
Kâyı damgası ilk ve son defa olarak onun bazı paralarında bulunuyor; halefleri
zamanında silahlara Kayı boyunun damgası daha bir müddet konulmakta devam
etmiştir. Fakat hanedanın, mensubiyetini iddia ettiği Kayı boyunun, Türkiye'de
henüz göçebe yaşayışını sürdüren oymaklarına yakın bir ilgi gösterdiği ve
onlara imtiyazlı bir muamelede bulunduğuna dâir bir delile sahip değiliz. Hattâ
Türkiye'nin fetih ve iskân tarihinde birinci derecede rol oynadığını gördüğümüz
bu boyun XV. ve XVI. yüzyıllardaki mensupları da, diğer oymaklar gibi belki vergi
memurları, sipahi ve diğerleri tarafından baskılara maruz kalmışlardır, XV. ve
XVI. yüzyılda kendisini, lafta da olsa, Oğuz elinden ve Kayı boyundan sayan
hanedanın daha sonraları bunu da unuttuğu görülüyor.
Başlangıcını
kafi bir şekilde tespit edemediğimiz bir zamandan beri Eski-Şehir bölgesinde
yaşayan Kara-Keçili oymağı, her yıl Söğüt’deki Ertuğrul Beğ'in türbesini
ziyaret etmekte ve bununla ilgili olarak şenlikler yapmakta idi. Kavmî şuura
sahip olan II. Abdul- Hamid, Kara-Keçililer’in bu ziyaretine resmî bir mahiyet
verdirdi; öz oymağı saydığı KaraKeçili gençlerinin bulunduğu bir alay meydana
getirdi ve ona Ertuğrul alayı adını verdi. Ayrıca yine onun devrinde veya daha
sonra: "Ertuğrul'un ocağında uyandık, şehitlerin kanlarıyla boyandık"
beyti ile başlayan bir marş da bestelendi. Abdul-Hamid Kara-Keçili oymağı
mensuplarını Alman imparatoruna kendi akrabaları olarak tanıtmıştı. Söylemek
mümkün olabilir ki, yüzyıllardan beri ilk defa bir Osmanlı hükümdarı asırlarca
yalnız ve yardımsız bırakılmış milletine karşı manen sıcak bir alâka
duymuştur.”
Sümer pek
çok tarihçiden farklı olarak bazı konuları açıklarken eski Türk geleneklerini
kullanmayı tercih etmektedir. Türklerin örf, adet ve gelenekleri hakkında
yaptığı çalışmalar neticesinde bazı olayları açıklamakta, bu bilgilerini
kullanmaktadır.
Alp Arslan,
Tuğrul Bey’in Abbasi halifesinin kızı ile evlenmesinden 6-7 ay sonra ölmesini
bir uğursuzluk olarak telakki etmiş ve Selçuklu sultanları bu olaydan sonra
Abbasi hanedanına mensup kişilerle evlenmemişlerdir. Sümer bu olayı şöyle
anlatmaktadır.
“Alp-Arslan
amcasının evlendiği Abbasi seyyidesini armağanlar ile birlikte Bağdat’a
gönderdi. Onun bu seyyide ile evlenmemesinin ve kendisinden sonra gelen Selçuklu
hükümdarlarının de halifelerden kız istememelerinin bir sebebi olmalıdır. Bu
sebep de Tuğrul Beğ’in izdivaçtan 6-7 ay gibi kısa bir zaman sonra ölmesinden,
halifelerden baskı ile “kız almanın uğurlu olmadığı” şeklindeki kuvvetli bir
inanç meydana gelmesi ile ilgili olmalıdır.”
Kırgızların
aslen Türk olmayıp Türkleşmiş bir kavim oldukları iddiasını Sümer kabul
etmemektedir. Sümer bu iddiaya katılmadığı gibi yanlışlığını ortaya
koymaktadır. Bunu yaparken de antropolojik yapılarını ve coğrafi bakımdan
yaşadıkları yerin böyle bir değişime müsaade etmeyeceğini aktarır. Sümer, İslam
müelliflerinin açıklamalarını da kullanarak bu durumu şu şekilde
açıklamaktadır.
“İslam
müelliflerinden Gerdizi Kırgızların beyaz tenli ve kızıl saçlı olduklarını,
bunun da Saklablar (=Slavlar) ile karışmaktan ileri geldiğini yazar. Bazı
Türklük bilgisi bilginleri bu ifadelere bakarak, Kırgızların Türkleşmiş bir
kavim olduklarını ortaya atmışlardır.
Fakat bu
iddiaya katılmaya, bu görüşü ciddi olarak karşılamaya imkan yoktur. Türk
aleminin merkezinden uzakta ve buradan sıra dağlar, sık ormanlar ile ayrılmış
bir yerde yaşayan Kırgızlar nasıl Türkleştiler? Bu iddianın kabul edilmesi,
ancak bu hususun (yani onların nasıl Türkleştiklerinin) izahı ve ispat edilmesi
ile mümkün olabilir. İkinci olarak bu Türleşme ve karışmanın izleri, hafif bir
şekilde de olsa, Kırgızlar’ın antropolojik yapılarında görülürdü. Sonra yine
İslam Müelliflerinden el-İstahrî ile Kaşgarlı Mahmud, Kırgızları öz Türk
kavimleri arasında sayarlar.”
Sümer,
milli duyguları ağır basan bir tarihçimizdir. Bu durumu bazı konulara
yaklaşımında görmemiz mümkündür. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin zaman
zaman birbirleriyle mücadele etmesi konusuna yaklaşımı dikkat çekicidir. Her
iki devletinde Türkmen olmaları münasebetiyle muharebeden vazgeçmeleri ve
kavmiyet duygularının ön plana çıktığını açıklaması önemlidir. Sümer bu konu
ile ilgili şu bilgileri vermektedir.
“Göçebe
Karakoyunlu ve Akkoyunlular arasında birçok savaşlar olduğu halde beyleri bazen
“her ikimizde Türkmen olduğumuzdan artık birbirimizle muharebe yapmayalım ve
düşmanlarımıza dönelim” düşüncesi ile kavmiyet veya milliyet duygularına bağlı
bulunduklarını gösteriyorlardı.”
Araştırmayı
ve ilim dünyasına yeni eserler kazandırmayı kendine şiar edinmiş olan Sümer, bu
amaçla var gücüyle bilgi ve belge toplamaktadır. Bu çaba sonucundadır ki pek
çok ilmi eseri tarih araştırmacılarına sunmuştur. Bunlardan bir tanesi Sümer’in
"Hısn Keyfâ Vekayinâmesi" olarak takdim ettiği kitaptır.
Karakoyunlularla ilgili olan ve Arapça olarak yazılmış kitabın bilinen tek
nüshası vardır. Bu kitabı Türkiye’de ilk defa Faruk Sümer kullanmış ve Türk
tarihçilerine tanıtmıştır. Böylesi nadir ve Türkiye’de ilkim çevreleri
tarafından tanınmayan bu kitabı Sümer titiz araştırmaları sonucu bulmuştur. Bu
konu ile ilgili Burhan Zengin şu bilgiyi vermektedir.
Hasankeyf
Eyyubilerine ait kaynaklar ise ne yazık ki çok azdır. Şüphesiz bu dönemin en
önemli ve tek kaynağı Hısn Keyfâ Vekayinâmesi’dir. Her halde bu eser olmasaydı
Hasankaye Eyyubilerine ait birçok nokta karanlıkta kalacaktı.
Bu eser
Türkiye’de ilk defa Prof. Dr. Faruk Sümer tarafından kullanıldı.
(Karakoyunlular kitabında) Arapça olup dünyada tek nüsha olan eser, halen
Viyana Milli Kütüphanesi’nde (Mxt. 355) bulunmaktadır. Müellifi meçhul 111
varaktan ibaret olan eser 821\1418 senesinde tamamlanmış ve Hasankeyf Eyyubi
hükümdarı el-Melik el-Adil Fahruddin Süleyman’a ithaf edilmiştir. Ancak eldeki
tek nüsha 778\1376-77 yılında sona ermektedir. Kırk senelik hadiseleri ihtiva
eden ikinci bölümü ise henüz tespit edilememiştir.
Prof. Dr.
Faruk Sümer, eseri Hısn Keyfâ Vekayinâmesi olarak takdim eder. Vekayinâme’yi
tanıtma amacıyla Claude Cahen tarafından yazılan ve sayın Sümer’in istifade
ettiği makalede muhtevasından dolayı verilen bir isimdir. Halbuki eserin
çeşitli yerlerindeki ifadelerden anlaşıldığına göre ismi, Nüzhetü’n - Nâzır ve
Râhetu’l - Hâtır olmalıdır.
Türk tarihi
için önemli araştırmalara imza atan Sümer, bazı konularda meslektaşlarından
faklı düşünmektedir. Tuğrul ve Çağrı Bey’in, Arslan Yabgu’nun baskısı sonucu
Buğra Han’a sığınmasını ve Mavera-ün Nehr’den çok az bir kuvvetle (30 atlı)
çıkarak İran’ı baştan sona geçmesini ve Bizans sınırında gaza yapmasını
menkıbevi bir olay olarak görmekte ve bu konuda CL. Cahen gibi düşünerek İ.
Kafesoğlu’nu ve M. A. Köymen’i tenkit etmektedir. Bu durumu oğuzlar adlı
kitabında şu şekilde anlatır.
Melik-nâme’de
daha Arslan Yabgu’nun sağlığında Mâveraun-nehr hükümdarının (İlig) kendisinin
hakimiyeti için tehlikeli gördüğü Çağrı ve Tuğrul beylerin de üzerine yürüyerek
onları kavim ve kabileleri ile birlikte Buğra Han’a sığınmaya mecbur ettiği
yazılıdır. Bazı tetkikçiler tarafından bu münasebetle Çağrı ve Tuğrul beylerin
bir müddet Talas vadisinde yaşamış oldukları fikri ileri sürülmüş ise de bunu
kabul etmek mümkün değildir. Çünkü anlatılan hadise her hali ile menkıbevi bir
mahiyet taşımaktadır. Bunun gibi hadiseden sonra Çağrı Beğ’in Mavera-un
nehr’den 30 atlı ile çıkarak baştan başa İran’ı geçip Bizans sınırında bir
müddet gazada bulunduktan sonra tekrar Mavera-un nehr’e döndüğüne dair anlatılan
şeylerin doğru olması CL. Cahen’in de dediği gibi (Melik-nâme s.51.) pek
şüphelidir. Hatta bunun tamamen bir masal olduğunu söylemek bile mümkündür.
Çünkü menkıbevi yahut destani bir vasıf taşıyan bu olayda diğer kaynaklarca ve
diğer eserler tarafından teyid edilmemektedir. Hatta,
Ahbar-ud-devlet-is-Selçukiyye ve İbn ul-Esir bu olaydan bahsetmezler. Bu husus
pek muhtemel olarak, bu hadisenin Melik-nâme’nin faydalandıkları nüshasında
bulunmaması ile ilgilidir. Diğer tarafta Irak Türkmenleri’nden önce Bizans
sınırında Türkmenlerin bulunduklarına dair kesin bilgimiz yoktur ve olması da
muhtemel değildir. Böyle olduğu halde, bazı tetikçiler, bu hadisenin
doğruluğundan şüphe etmemişler, onu ayrı bir makale konusu yapmışlar (İbrahim
Kafesoğlu, Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi Ehemmiyeti, Köprülü
Armağanı, Ankara 1953, s. 259-274.) veya araştırmalarında ona mühim bir yer
vermişlerdir (M. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Kuruluşu, I, s.
170-178.) Menkıbevî mahiyette bir eser olan Meliknâme, XI. Yüzyıl Selçuklu
tarihinin güvenilir bir kaynağı sayılmaz.
F. Sümer,
Türklerin İslamiyet’e girmesi hususunda O. Turan ve F. Köprülü’den farklı
düşünmektedir.
Turan
Türklerin İslamiyet’e girmesi konusunda şu bilgiyi vermektedir. “İslamiyet’in
Oğuzlar ve Karluklar arasında yayılması Türk tarihinde olduğu gibi, İslam ve
dünya tarihinde de büyük neticeler doğurmuştur.”
Köprülü
ise; “Hicri 350 senesinde Şaş ve Farap arasında tahkim edilmiş sınırın beri
tarafındaki arazide Müslümanların hakimiyetini tanımaksızın yaşayan Karluklar,
Oğuzlar ve garp Türkleri kalıntılarından 200.000 çadır halkı İslamiyet’i kabul
etmişlerdir.”
Oğuzlar
üzerinde derin bir araştırma yapan F. Sümer ise ilk Müslüman olan Türk
toplulukları içinde Oğuzları zikretmez. Ona göre; “Bu Türk halkının Karahanlı
hanedanının hakim bulunduğu yerdeki Türk kavimleri, Yağma Karluk, Çiğil ve
Tuhsi olduğunda şüphe edilmemelidir.”
Osman Turan
ile Faruk Sümer arasında bazı konularda ihtilaf vardır. Daha ziyade O. Turan’ın
kaleme aldığı, Sümer’in herhangi bir karşılık vermediği ve polemik olmaktan
uzak birkaç atıf vardır. O. Turan, Sümer’i bazı yanlışlar yapmakla hatta
kendisine ait bazı fikirleri küçük değişikliklerle kullanmakla suçlamaktadır.
Bu konuda Sümer sessiz kalmayı yeğlemiştir. Turan’ın iddiası şöyledir.
“Faruk
Sümer’in Oğuz etnolojisi üzerinde yaptığı araştırmalar, umumi görüşlere sahip
bulunmamakla ve mühim meselelere uzak kalmakla beraber, Selçuk tarihi için
kıymetli bir çalışma mahsulüdür.” Bu ifadelerin dipnotunda ise Turan şu
ifadeleri kullanmaktadır.
“Anadolu’ya
Oğuz boylarına aid arşiv malzemesini toplayan bu çalışmalardan sonra X. asırda
Oğuzların hayatları, Oğuzlara aid destani eserler ve nihayet Oğuzlara dair
umumi bir makale (İA) başlıca çalışmalardır. Müellif Oğuzların menşei,
muhaceretelri, içtimai ve kültürel durumları gibi meselelere girişmemiştir.
Değerli ve çalışkan tarihçi bu araştırmalarını şimdi bir kitap halinde
neşretmiştir. Lakin o burada Gök-Türklerin Oğuzlardan olduğunu anlayamamış veya
W. Barthold’un hatalarını tekrarladığı gibi bize ait bazı fikirleri kendisine
mal ederken yaptığı yanlışlar ile de, daha küçük bir ölçüde, Kafesoğlu’nun
durumuna düşmüş olup bu husus başka bir yerde gösterilecektir. Onun N. Lugal
ile birlikte Tarih-i Diyarbakriyye’yi (Ankara, 1964) neşre başlamaları da kayda
şayandır.”
Turan’ın,
Sümer’i ithafı bunlarla kalmamış ve bazı konuların anlatımında hata yaptığını
söylemektedir. Bu konulardan biri Doğu Anadolu’da kurulan Mengücekliler Devleti
ile ilgilidir. Turan’ın iddiası şudur.
“Şarki
Anadolu tarihi üzerinde bugüne değin yapılmış neşriyatın bir kısmı mahalli
tarih vücûda getirmek mahiyetini almıştır. Bu eğerlerin sahipleri, çok defa,
tarihi araştırma hazırlığına ve metotlarına hakim bulunmadığı, mevcut neşriyat
ve kaynaklara vâkıf olmadığı iyin, onların bu himmetleri kitabe, vakfiye ve
başka malzeme verdikleri nispette çalışmalarına değer kazandırabilmişlerdir.
Nitekim aydınlatılması güç olan bu bölge ve beyliklerin tarihi için ara sıra
başvurulan İbn ül-Esir gibi bir iki İslâm tarihini görmekten ileri gidememiş ve
işaret ettiğimiz ana-kaynaklar görülmemiştir. Bu durumda beyliklerin, iktisadi,
kültürel, ilmi ve dini hayatları şöyle dursun, siyasi tarihlerini imkan nispetinde
aydınlatmak da mümkün değildi. Şarkî Anadolu beyliklerine aid âbideler,
kitabeler ve meskukât hakkında Th. Hoııtsma, Van Berchem, Halil Edhem, İsmail
Galip, Ahmed Tevhid, A. Gabriel ve J. Sauvget tarafından husûsî mevzular
üzerinde yapılan araştırmalar mühim olup bunları, şüphesiz, diğerlerinden
istisna etmek gerekir. Bunlardan başka İslâm Ansiklopedisinde M.H Yınac'ın
Erzurum ve Diyarbekir, V. Minorsky'nin Mardin ve Honigman'ın Meyyâfârkin
maddeleri bu beylikler tarihi için de değerlerini muhafaza eder. F. Köprülü
Artuklular maddesini çok kısa yazmakla beraber bu beyliğin siyasi tarihine
iktisadi, içtimai ve fikri hayatını da eklemiş; kullanılan mahdûd kaynak ve
tetkiklerin verdiği imkân nispetinde bu hususlarda bir aydınlık göstermiştir.
Cl. Cahen İbn ul-Azrak'da Artukluların şeceresine ait bilgileri toplamış ise de
bunu bitirmemiş; Hısn Keyfâ'da XIV. asırda kaleme alınmış yeni bir yazmanın
muhtevasını da tercüme ederek neşretmiştir. Faruk Sümer tarafından kaleme alman
Mengücükler maddesi de yapılmış araştırmaların bir hulâsası olarak, bazı
ilâvelerle, yeniden telif edilmiştir.
Bu
araştırmalar ciddi olmakla beraber hem tetkiklerin mahiyeti ve hem de işaret
ettiğimiz kaynaklardan çoğunun görülmemiş veya tetkik edilmemiş bulunması
yalnız medeniyet değil siyasî tarihin bile karanlıklar içinde kalmasına sebep
olmuştur. Bu durumda kaynakların daha etraflı bir şekilde aranması ve
toplanması suretiyle «Doğu Anadolu Türk devletleri tarihi» adını alan bu eser
vücûda getirilmiş; başlıca dört beyliğin tarihini aydınlatmağa çalışılmıştır.
Bu kitap Selçuklular zamanında Türkiye adlı eser ile birlikte artık Ortaçağ
Türk Anadolu’sunun siyasi tarihini tamamlamış oluyor. Selçukluklar devrinde teşekkül
eden Anadolu beyliklerinin başlangıçlarını aydınlatmakla beraber asıl
varlıkları Selçuklulardan sonra devam ettiği için onlar nasıl mevzu dışı
bırakılmış ise Şarki Anadolu beyliklerinden sonra kurulan Karakoyunlu ve
Akkoyunlu devletleri de öylece sahamıza dahil edilmemiştir ”485
Turan’a
göre Sümer bu makaleyi yazarken mevcut kaynakların pek çoğunu görmemiş ve bazı
tarihçilerin hatasına düşmüştür.
Sümer bu
tür ilmi polemiklere girmek yerine araştırmalarına devam ederek, yeni eserler
meydana getirmeye çalışmıştır. Bunda muvaffak olduğunda hiç şüphe yoktur.
PROF.
DR. FARUK SÜMER’İN İLMİ FAALİYETLERİ ve YAPTIĞI GÖREVLER
Prof. Dr.
Faruk Sümer tarihi araştırmaları kadar yurt içinde ve yurt dışında verdiği
ders, katıldığı sempozyum, panel, konferans gibi etkinliklerle de Türk tarihine
katkıda bulunmuştur. Bu konuyu iki başlık altında inceleyebiliriz:
A. Faruk Sümer’in
Faaliyetleri
Bu başlığı
üç bölümde inceleyebiliriz.
1.
Yurt içindeki faaliyetleri
2.
Yurt dışındaki faaliyetleri
3.
Türkmenistan’daki
faaliyetleri
1.
Yurt içindeki Faaliyetleri:
Ankara
Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Oğuz Türklerinin Gök Türkler ve
Seyhun boylarındaki tarihleri, Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşu, Anadolu'daki
Türk yerleşmesi, Selçuklular ve Beylikler devri,
Karakoyunlular ve Akkoyunlular tarihi konularında dersler vermiştir.
Fakültesi
dışında, Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde
(1974-75), MEB’na bağlı İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu ile Adapazarı Türk Musikîsi
Devlet Konservatuarında (1975-76) ,
1975-76 yıllarında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda Türk Kültürü
ve İnkılâp Tarihi derslerini veren Sümer, İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi'nde Türk
Kültür ve Medeniyetleri Tarihi ile İnkılâp Tarihi derslerini vermiştir.
Sümer, ilmi
araştırmalarına daha rahat devam edebilmek üzere, resmi emekliliğine daha on
yıldan fazla süre varken 58 yaşında kendi isteği ile 1982 yılında emekli olur.
Ve İstanbul'a taşınır. Çalışmalarına burada devam eden Sümer,
dergilere sayısız makale yazar. Bu arada uzun yıllar üzerinde araştırma yaptığı
konuları genişleterek pek çok kitap yazmıştır.
2.
Yurt dışındaki
Faaliyetleri:
Prof. Dr. Faruk Sümer, 1964’te İran, 1959-60, 1966-67, 1970, 1973,
1977-78'de İngiltere, 1968, 1970'te Fransa, 1969-70, 1974-75'te Almanya ve
1979'da ABD'de alanı ile ilgili çeşitli bilimsel inceleme ve araştırmalarda
bulunmuş, 12-21 Mayıs 1968’de, NATO’nun daveti üzerine, bu kuruluşun
düzenlediği dokuz günlük Avrupa gezisi ile ilmî ve kültürel konferanslarına, 4
Nisan-30 Haziran 1979'da ABD'nin daveti üzerine de, bu ülkenin St. Louis
kentinde "Historical Club"un Türkiye kültür tarihine dair düzenlediği
konferanslara < . < .491
katılmıştır.
Avrupa
üniversitelerinde; 1970 Londra Üniversitesi, Asya ve Afrika Araştırmaları
Okulu, 1974 Frankfurt Üniversitesi Goethe Enstitüsü’nde konuk profesör
sıfatıyla, Türk- İslam Tarihi ve Medeniyeti, Türk Dili vb gibi dersler okutmuş,
ayrıca bazı Avrupa (1970 İngiltere), Ortadoğu (1968, İran ve Pakistan) ve Asya
(1994 Türkmenistan) ülke ve şehirlerinde konuşmalar yapmış, konferanslar
vermiştir. Derin bilgisi ve ciddî çalışmalarıyla dışarıda da dikkatleri çekmiş
büyük ilgi ve itibar görmüş tür.
Bu arada dünya tarih bilimcileri arasında büyük ilgi ve saygı görmüş ve bunun
sonucunda da çeşitli ülkelerden ve üniversitelerden kendileriyle çalışma
teklifi almıştır.
Sümer, bu
münasebetle 1971'de, ABD California Berkley Üniversitesi'nden, Türkoloji Bölümü
Başkanı olması için cazip bir öneri almış, fakat uzun süre vatanından ve
milletinden ayrı yaşayamayacağı gerekçesiyle bunu kabul etmemiştir. Kendisi bunu şöyle anlatır:
“1971
yılında Kaliforniya Üniversitesi Türkoloji Bölümü başkanı olmam için yapılan
câzib teklifi, kabul edemedim. Çünkü uzun yıllar yurdumdan ve milletimden
uzakta yaşayamayacaktım...”
İçeride
olduğu gibi, dışarıda da çoğu tebliğle olmak üzere, kongre, sempozyum vb gibi
pek çok uluslararası bilimsel toplantıya katılmış, Türkiye ile Türk
tarihçiliğini başarı ile temsil etmiştir. Başlıcaları kronolojik sırasıyla
şunlardır:
II.
Milletlerarası Türk Sanatı
Kongresi (26-29 Eylül 1963, Venedik/İtalya),
XII.
Tarihî İlimler Kongresi (29
Ağustos-2 Eylül 1965, Viyana/Avusturya),
XIII.
Uluslararası Bizans
Tetkikleri Kongresi (5-10 Eylül 1996, Oxford/İngiltere),
XIV.
Milletlerarası Türk Sanatı
Kongresi (24-29 Temmuz 1967, Cambridge/İngiltere),
XXVII.
Milletlerarası Müsteşarlıklar Kongresi (Ağustos 1967, Michigan-Ann Arbor/ABD),
V.
Uluslararası İran Sanatı ve Arkeolojisi Kongresi (10-18 Nisan 1968,
Tahran/İran),
I.
Uluslararası Venedik Tarih
ve Medeniyeti Kongresi (1-5 Haziran 1968, Venedik/İtalya),
IV.
Milletlerarası Türk Sanatı
Kongresi (10-15 Eylül 1971, Aix-En-Provence/Fransa),
Uluslararası
Orta Asya Medeniyetleri Kongresi (26 Eylül-5 Ekim 1972,
Aşkabad/SSCB-Türkmenistan),
VII.
Uluslararası Arabistik ve İslâmî İlimler Kongresi (15-22 Ağustos 1974,
Göttingen/Batı Almanya),
Osmanlı
öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi II. Uluslararası
Sempozyumu (24-26 Eylül 1974, Napoli/İtalya),
V.
Milletlerarası Türk Sanatı
Kongresi (21-27 Eylül 1975, Budapeşte/Macaristan),
İslamic
Council of Europe'un İslam Alemi Festivali Münasebetiyle düzenlediği
Uluslararası Kongre (1976, Londra/İngiltere),
Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi III. Uluslararası
Sempozyumu (5-10 Eylül 1976, Hamburg/Batı Almanya),
Pakistan'ın
kurucusu M. A. Cinnah'ın 100. Doğum yılı dolayısıyla Kaid-i Azam
Üniversitesi'nin düzenlediği Uluslar arası Kongre (19-25 Aralık 1976,
İslamabad/Pakistan),
Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi IV. Uluslar Sempozyumu
(1978, Saraybosna/ Yugoslavya),
VI.
Milletler arası Türk Sanatı
Kongresi (3-7 Eylül 1979, Münih/Batı Almanya),
II.
Milletlerarası Türkiye'nin
Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi (1-5 Temmuz 1980, Strasbourg/Fransa),
Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi V. Uluslararası
Sempozyumu (30 Haziran-4 Temmuz 1981, Madrid/İspanya),
XXIX.
Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi (16-22 Temmuz 1973, Paris/Fransa).
3. Türkmenistan’daki
Faaliyetleri:
Oğuzlar
(Türkmenler) adlı eseri sayesinde Türkmenistan’da büyük bir ilgi görmüştür.
Ömrünü adadığı Türkmen (Oğuz)lerin tarih ve kültürünün ortaya çıkartılması
hususunda yaptığı çalışmalar dolayısıyla, 1993'de Türkmenistan İlimler
Akademisi üyeliğine seçilmiş, ertesi yıl da, bir madalya ile onurlandırılarak,
bu ülkenin vatandaşlığına kabul edilmişti. Bu ise, şüphesiz onun için,
hayatının en anlamlı ve en büyük manevî mükafatı olmuştur. Bu durumu kendisi şu şekilde anlatmaktadır:
“1993
yılında Türkmenistan Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı beni aradı. Kendisi tarihine ve
kültürüne oldukça, bağlı birisi. Ekim ayındaki bağımsızlığın 2. yılı
törenlerine katılmak üzere beni de davet etti. Büyük bir resmi geçit
düzenlendi. Büyükelçilerin bulunduğu kısımda oturuyordum. Bizim Mehteran Bölüğü
geçerken elçiler, "Türk imparatorluğunun uzun yıllar dünyayı nasıl idare
ettiğini şimdi daha iyi anlıyoruz" dediler.
Bu
törenlerden sonra Türkmenbaşı beni "Türkmen Alimler Akademisi
Üyeliği" ile onurlandırdı. Geçen mayıs ayında tekrar davet ettiler. Mahdum
Kulu şenlikleri dolayısıyla ödül verdiler. Aşkabat'ta çalışan Türk mühendislere
ve bana madalya taktılar. Çadır Park, Mahdum Kulu parkın da konuşma yaptım.
Bana Türkmenistan vatandaşlığı ve bir pasaport verildi. Böylece çifte vatandaş
oldum.”
Faruk
Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) adlı kitabı Türkmenistan Türkçe’sine
çevrilmiştir. Dünya Türkmenleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Muhammet Aydoğduyev
tarafından Türkmen Türkçe’sine çevrilen bu kitabın bir örneği, Türkmenistan
cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’na hediye edilmiştir.
B. Faruk
Sümer’in Yaptığı Görevler
Sümer, birçok
tanınmış yerli-yabancı kurum ve kuruluşun aslî üyeliklerine seçilmiş, çeşitli
idarî, bilimsel-akademik görevlerde bulunmuştur. Başlıcaları şunlardır:
AÜ DTCF'de:
Yönetim Kurulu (1961) ile Tarih Enstitüsü üyelikleri,
Ortaçağ
Tarihi Kürsüsü Başkanlığı (1974-81),
AÜ İlahiyat
Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü üyeliği,
1966'da
kurulan Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü'nde: kurucu aslî üyeliği, genel
muhasipliği,
Enstitü
yayın organı Selçuklu Araştırmaları Dergisi'nin sorumlu yazı işleri müdürlüğü,
Orta
Anadolu Araştırma Merkezi Başkanlığı,
12 Eylül
1981 'den sonra yeniden yapılanan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na
bağlı Türk Tarih Kurumu'nda: aslî üyelik (Yüksek Kurul'ca seçilmesi: 1983),
Ortaçağ
Tarihi Bilim ve Uygulama Kolu üyeliği,
Genel Türk
Tarihi Bilim ve Uygulama Kolu Başkanlığı,
Konya SÜ
Selçuklu Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyeliği,
Kültür
Müsteşarlığı ve Bakanlığı'nda: 1000 Temel Eser Danışma Kurulu ile mezkur
bakanlığın yayın organı Millî Kültür Dergisi'nin yazı kurulu üyelikleri,
Society for
The Promotion of Byzantine Studies,
Comite International d'Etudes Pre-Ottomanes et Ottomanes (Seçilmesi:
1972), Türkmen (istan) İlimler Akademisi (seçilmesi 1993) üyelikleri.
Yurt içinde
ve dışında yaptığı çalışmalar ve aldığı görevlerde başarılı olan Sümer; Türk
milletini dünyaya tanıtan pek çok esere imza atarak tarih bilimine büyük
katkıda bulunmuştur.
Faruk
Sümer, bilimin tarafsızlığını hiçbir zaman unutmamış ve önüne hiçbir değeri
geçirmemiş tarafsız, dürüst ve bilimsel tarih yazıcılığından vazgeçmemiştir.
Ayrıca gördüğü her türlü aksaklığı da gerekli mercilere iletmekten çekinmeyen
bir insandır. Bu yönünü Prof. Dr. Turan Yazgan şu sözleriyle ifade eder.
“Faruk Sümer,
ilim dışında hiç bir şeyle uğraşmamış, nâdir ilim adamlarımızdan biridir. Milli
mes'elelere karşı son derece hassas olmuştur. Mücadelesini şahsi olarak,
ilgililere yazdığı mektuplarla yürütmüştür.”
Türk
milletinin yüce değerlerini, kültür ve medeniyetinin ortaya çıkardığı millî
kahramanlarını, Türk'ün her türlü kültürel değerlerini en acılı günlerinde bile
yılmadan, bıkmadan gün ışığına çıkarmak için çalışan Sümer, sağlığında dilinden
hiç düşürmediği Türkmen Yunus Emre'nin şu dörtlüğündeki gibi sevdiklerinden
sessizce ayrılarak ebedî dünyasına, yüce Allah'a yürüdü:
"Bir
garip öldü diyeler
Üç günden
sonra duyalar
Soğuk su
ile yuyalar
Faruk
Sümer’de maalesef ülkemizde ilimle uğraşanların hepsine yapılan ilgisizlik
içinde sessizce hayata gözlerini yummuştur. Akyoloğlu bu durumu güzel bir
şekilde ifade etmiştir.
“1980'li
yıllarda Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'i ziyarete gittiğimde Sümer'in öğrencisi
olduğumu duyunca "Faruk Sümer gibi bir ilim adamı ikiyüzelli yılda bir
gelir" diyerek bizleri uyarmıştı. Ne yazık ki, ünü kıtalararasında yaşayan
bu iki alimin aramızdan sessizce ayrılışları yalnızca onların değerlerini
bilenler tarafından anlaşılmış, aynı tarihlerde ölen bir söz yazarı, şarkıcı
için başsağlığı dileyen hükümet ve devlet adamlarımız tüm dünyanın tanıdığı bu
iki büyük alim için hiç bir kelime söylememişlerdir. Üniversitelerimiz ve
ilgili birimleri böylesine yüksek değerlerimizi hiç olmazsa senede bir defa
olsun hatırlayarak anlamlarına ve ilimlerine yakışır ilmi toplantılar
düzenlemelidirler. Merhum Sümer hocamla en son görüştüğümde, Türkçe'yi anadil
olarak, bilim dili olarak yetersiz bulanlar için İngilizlerin "Kötü
işçiler kabahatlerini daima aletlerinde bulurlar" atasözünü söylemişti.”
Bu sözlere
sonuna kadar katılıyor ve Türk tarihi ve dünyasına büyük katkıları olan Prof.
Dr. Faruk Sümer’i bir kez daha şükranla anıyoruz.
I. FARUK SÜMER’İN ESERLERİ
A. Kitapları
Abü Bakr-i Tihranî, Kitab-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi (I.
Cüz), Çev.: Faruk Sümer- Necati Lugal, TTK, Ankara 1993.
___________ Kitab-i Diyarbakriyya
Akkoyunlular Tarihi (II. Cüz), TTK, Ankara 1993.
Lewis, Bernard, Avrupa ve Türkler-Osmanlı İmparatorluğu’nun
Medeniyeti, Çev.: Faruk Sümer-Mine Erol,
Sevim, Ali., Sümer Faruk, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı
(Metinler ve Çeviriler), TTK, Ankara 1971.
Sümer, Faruk., Yetkin, S. K., Ülken, H. Z., Özgüç, T., Çağatay, N.,
Karamağaralı H., Turkısh Archıtecture (Türk Mimarisi), İngilizce Terc.: A. E.
Uysal, AÜ İF Türk ve İslam Sanatları Enstitüsü Yay., 3. baskı, Ankara 1965.
___________ Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy
Teşkilatı-Destanları, TDAV, 5. baskı, İstanbul 1999.
___________ Kara-Koyunlular (Başlangıçtan
Cihan-Şah’a Kadar), TTK, Ankara 1967.
___________ Safevî
Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü ( Şah İsmail İle
Halefleri ve Anadolu Türkleri ), TTK, 2. baskı, Ankara 1992.
___________ Türklerde Atçılık ve
Binicilik, TDA, İstanbul 1983.
___________ Eski Türklerde Şehircilik,
TTK, Ankara 1994.
___________ Yabanlu Pazarı - Selçuklular Devrinde
Milletler Arası Büyük Bir Fuar (An Important International Fair During The
Saljuk Period), TDAV, İstanbul 1985.
___________ Eshâbü’l-Kehf (Yedi Uyurlar),
TDAV, İstanbul 1989.
___________ Selçuklular
Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, TTK, 2. baskı, Ankara 1998.
___________ Çepniler
Anadolu’nun Bir Türk Yurdu Haline Gelmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu,
TDAV, İstanbul 1992.
___________ Tirebolu
Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, ETAM AŞ. Matbaa Tesisi,
Eskişehir 1992.
___________ Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve
Türk Destanları, Ders Kitapları Anonim Şirketi Yay., İstanbul 1997.
___________ Türk
Devletleri Tarihinde Şahıs Adları I, TDAV, İstanbul 1999.
___________ Türk
Devletleri Tarihinde Şahıs Adları II, TDAV, İstanbul 1999.
The Book Of Dede Korkut a Turkish Epic, İngilizce Çev.:
Faruk Sümer, A.
E. Uysal, W. S. Walker. Texsas Üni.
B.
Makaleleri ve Diğer Yayınları
Faruk Sümer, “Abbasîler Devrinde Büyük Bir Türk. Tolun-oğulları Devleti'nin
Kurucusu Ahmed”, TDA, Sayı: 52 (Şubat 1988), s. 9-18.
___________ “Abbasiler
Tarihinde Orta Asyalı Bir Prens Afşin”, Belleten, Cilt: LI, Sayı: 200,
Ağustos 1987, s. 651-665.
___________ “Afşarlar.
İran'da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı”, TDA, Sayı: 41 (Mayıs 1986), s. 125-133.
___________ “Ağa
Muhammed Şah. Kaçar Devleti'nin Kurucusu”, TDA, Sayı: 47 (1987), s.
9-22.
___________ “Ağaçeriler”,
Belleten, Cilt: 24 (XXIV), Sayı: 96 (Ekim), Ankara 1960, s. 521528.
___________ “Ağaç-Eriler
ve Akça-koyunlular”, TDA, Sayı: 60 (1989), s. 36-39.
___________ “Ahlat Şehri ve Ahlatşahlar”, Belleten, Cilt:
L, Sayı: 197, Ağustos 1986, s. 447-494.
___________ “Akıllı-Cesur-Faal-Faziletli En Büyük Türk
Denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa”, TDTD, Sayı: 21, Eylül 1988, s. 3-7.
___________ “Akkoyunlular”,
TDA, Sayı: 40 (Şubat 1986), s. 1-38.
___________ “Altay
Dağları”, TDTD, Sayı:1, Ocak 1987, s. 31-34.
___________ “Anadolu 'da Moğollar", Selçuklu
Araştırmaları Dergisi, Cilt: I. 1969, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti
Enstitüsü yay., Ankara, 1970 s. 1-147.
___________ “Anadolu’da
Oğuz Boylarına Dair Yer Adları”, Türkler, Cilt:6, s. 335-357.
___________ “Anadolu’daki Türk
Halıcılığına Dair En Eski Tarihi Kaynaklar”, TDA, Türk Halıları Özel
Sayısı, Sayı: 32, Ekim 1984, s. 44-54.
___________ “Anadolu'nun Bir Türk Yurdu
Haline Gelmesi”, TE, Sayı: 130 (Ağustos 1984), s. 12-14.
___________ “Anadolu'ya Yalnız Göçebe
Türkler mi Geldi?”, Belleten, Cilt: XXVI, Sayı: 96 (Ekim 1960), s.
567-594.
___________ “Apa Hakkında”, TDA, Sayı: 65 (Nisan
1990, Prof. Dr. Bahattin Ögel'e Armağan), s. 77-81.
___________ “Arslan
Beygu”, TDA, Sayı: 39 (Aralık 1985), s. 1-9.
___________ “Arslan el-Besâsirî. XI. Yüzyılda Abbasîler
Devrinde Bir Türk Kumandanı”, TDA, Sayı: 42 (1986), s. 101-114.
___________ “Arslan
Hatun”, TDA, Sayı: 44 (Ekim 1986), s. 8-13.
___________ “Arslan
Şah”, TDTD, Sayı: 45, Eylül 1990, s. 3-7.
___________ “At
Çekenler”, TDTD, Sayı: 80 (Ağustos 1993), s. 5-12.
___________ “Avşarlar”,
TDA, Sayı: 62 (1989), s. 119-139.
___________ “Avşarlar'a Dâir”, 60.
Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 453-478.
___________ “Az Tanınmış Bir Türk
Hükümdarı Uzun Hasan Bey”, TDTD, Sayı: 19, Temmuz 1988, s. 14-21.
___________ “Azerbaycan’ın Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir
Bakış”, Belleten, Cilt: 21 (XXI), Sayı: 83 (Temmuz), Ankara 1957, s.
429- 443.
___________ “Bayındır, Peçenek ve
Yüreğirler”, AÜ DTCFD, Cilt: XI, Sayı: 2-4 (Haziran- Aralık 1953), s.
317-344.
___________ “Belgelerle Köroğlu'nun Tarihî
Kişiliği”, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 163 (19 Aralık. 1975).
___________ “Bilge Kağan Çok az Bilinen
Büyük Bir Türk Hükümdarı I”, TDTD, Sayı: 25, Ocak1989, s. 18-25.
___________ “Bilge
Kağan II”, TDTD, Sayı: 26, Şubat 1989, s. 4-11.
___________ “Bilge
Kağan III”, TDTD, Sayı:27, Mart 1989, s. 22-28.
___________ “Bilge
Kağan IV”, TDTD, Sayı: 28, Nisan 1989, s. 5-11.
___________ “Bilge
Kağan V”, TDTD, Sayı: 29, Mayıs 1989, s. 4-9.
___________ “Bilge
Kağan VI”, TDTD, Sayı: 30, Haziran 1989, s. 4-10.
___________ “Bozkır”,
TDTD, IX (1995). s. 3-9.
___________ “Bozok
Tarihine Dair Araştırmalar I”, AÜ DTCF Cumhuriyetin 50.
Yıldönümünü Anma Kitabı, Ankara
1974, s. 309-381.
___________ “Bozoklu Oğuz Boylarına Dair”,
AÜ DTCFD, Cilt: XI, Sayı: I (Mart 1953), s.65-103.
___________ “Boz-Ulus Hakkında”, AÜ
DTCFD, Cilt: VII, Sayı: I (Mart 1949), s. 29-60.
___________ “Breyler Türk”, TDTD, Sayı:
106, (Ekim 1995), s. 9-11.
___________ “Ceridler BirTürk Oymağının
Tarihi”, TDTD, Sayı: 24, Aralık 1988, s. 3-9.
___________ “Çepniler I”, TDTD, Sayı:
55 (Temmuz 1991), s. 3-11.
___________ “Çepniler I I”, TDTD, Sayı:
56 (Ağustos 1991), s. 3-10.
___________ “Çepniler I II”, TDTD, Sayı:
57 (Eylül 1991), s. 5-18.
___________ “Çepniler IV”, TDTD, Sayı:
58 (Ekim 1991), s. 4-25.
___________ “Çepniler V”, TDTD, Sayı:
59 (Kasım 1991), s. 4-28.
___________ “Çepniler VI”, TDTD, Sayı:
60 (Aralık 1991), s. 4-17.
___________ “Çukurova Tarihine Dair
Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın İkinci Yarısına
Kadar)”, AÜ DTCF TAD, Cilt: l, Sayı: l (1963), 1964, s. 1-108.
___________ “Doğu
Anadolu’da Moğol ve Türkmen Devirlerine Ait Bazı Tarihi Yapılar Hakkında
Düşünceler (Remarks on Sorne Mongol and Turkmen Buildings in Eastern
Anatolia)”, Belleten, Cilt: LIV, Sayı: 210, Ağustos 1990, s. 631-639.
___________ “Döğerler'e
Dâir”, TM, Cilt: X (1951-53), 1953, s. 139-158.
___________ “El-Hades
(Göynük) Şehri”, TDTD, 81 (Eylül 1993), s. 4-8.
___________ “Eski
Türk Devletlerinde Ağa Unvanı”, TDA, Sayı: 38 (Ekim 1985), s. 58-66
___________ “Eski
Türk Elleri III”, TDTD, Sayı: 94 (Ekim 1994), s. 10-18.
___________ “Eski
Türk Elleri Kanklılar”, TDTD, Sayı: 93 (Eylül 1994), s. 16-19.
___________ “Eski
Türk Elleri Karluklar I”, TDTD, Sayı: 87 (Mart 1994). S12-19.
___________ “Eski
Türk Elleri Karluklar II”, TDTD, Sayı: 88 (Nisan 1994). s. 10-14.
___________ “Eski
Türk Elleri Karluklar III”, TDTD, Sayı: 89 (Mayıs 1994), s. 17-22.
___________ “Eski
Türk Elleri Kıpçaklar I”, TDTD, Sayı: 92 (Ağustos 1994), s. 7-10.
___________ “Eski
Türk Elleri Kıpçaklar II”, TDTD, Sayı: 93 (Eylül 1994), s. 12-15.
___________ “Eski
Türk Elleri Kırgızlar”, TDTD, Sayı: 96 (Aralık 1994), s. 6-13.
___________ “Eski
Türk Elleri Kimekler ”, TDTD, Sayı: 91 (Temmuz 1994), s. 13-16.
___________ “Eski
Türk Elleri Uygurlar”, TDTD, Sayı: 98 (Şubat 1995). s. 7.
___________ “Eski Türkler'de İsim Koyma
Geleneklerinden: Atsız”, Milli Kültür, Sayı: 47 (Aralık 1984), s. 4-5.
___________ “
Eski Türklerde Musiki ve Oyun”, TDTD, Sayı: 30 (Haziran 1989), s. 11-21.
___________ “Eski
Türkler'de Şehircilik” TDA, Sayı: 31, (Ağustos 1984). s. 1-103.
___________ “Eski Türklerin Millî Yemeği
Tutmaç”, TDTD, Sayı: 90 (Haziran 1994), s. 1115.
___________ “Eyyûbî Hükümdarı El-Melikü'1-Adil ve
Komşuları”, TDA, Sayı: 72 (Şubat 1991), s. 11-24
___________ “Gagavuzlar'ın
Aslı I”, TDTD, Sayı: 52 (Nisan 1991), s. 9-12.
___________ “Gagavuzlar'ın
Aslı II”, TDTD, Sayı: 53 (Mayıs 1991). s. 8-12.
___________ “Gazneliler Devrinde Büyük Bir Türk Beyi”, TDA,
Sayı: 50 (1987), s. 109115.
___________ “Gök-Türkler'de
Adlar”, TDA, Sayı: 68 (Ekim 1990), s. 9-17.
___________ “ Orhun Abideleri Kahramanı
Gültegin I”, TDTD, Sayı: 31 (Temmuz 1989), s. 32-33.
___________ “
Gültegin II”, TDTD, Sayı: 32 (Ağustos 1989), s. 4-12.
___________ “Gültegin
III”, TDTD, Sayı: 33, Eylül 1989, s. 4-10.
___________ “Halk
Türküleri”, Folklor Postası, Cilt: I, Sayı: 1 (Ekim 1944), s. 12.
___________ “Hunlar
ve Attila”, RTM, Cilt: II, Sayı: 19 (1951), s. 809.
___________ “Irak Türklerinin Tarihine
Kısa Bir Bakış”, TY, Cilt: 1, Sayı: 5 (275) (Temmuz 1959), s. 9-11.
___________ “İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar
ve Ahmed-i Celâyîr”, Belleten, Cilt: LIII, Sayı: 206 (Nisan 1989), s.
175-197.
___________ “İran'da Yaşayan Türk Oymakları -
Kara-Gözlüler”, TK, Cilt: XI, Sayı: 122 (Aralık 1972), s. 102-103.
“İran'da Yaşayan Türk Oymakları -
Kaşkaylar”, TK, Cilt: X, Sayı: 120 (Ekim 1972), s. 1238-1241.
___________ “Kaçarlar Devrinde Türk
Oymakları”, SAD, Cilt: V-VI (Ankara 1981). s. 30803087.
___________ “Kaçarlar Devrinde Türkçe
Şahıs Adları”, TDTD, Sayı: 38, Ocak 1990, s. 4-9.
___________ “Kayı Boyu ve Karakeçililer”, TDTD,
Sayı:34, Ekim 1989, s.4-8.
___________ “Köroğlu”, TDTD, Sayı:
2, Şubat 1987, s. 2-7.
___________ “Köroğlu, Kizir-oğlu Mustafa ve Demirci-oğlu
ile İlgili Vesikalar”, TDA,
Sayı:47 (1987), s. 9-46.
___________ “Memlükler
ve Türk Tarihi I”, TDTD, Sayı: 46, Ekim 1990, s. 3-6.
___________ “Memlükler
ve Türk Tarihi II”, TDTD, Sayı: 47, Kasım 1990, s. 3-5.
___________ “Memlükler
ve Türk Tarihi III”, TDTD, Sayı: 48, Aralık 1990, s. 3-6.
___________ "Mevlânâ ve Oğullarının Türkmen Beyleri
İle Münasebetleri”, Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslar arası
Mevlânâ Semineri (15-17 Aralık 1973, Ankara) Bildirileri, Türkiye İş Bankası
Kültür Yay., Ankara 1973, s. 42-54.
___________ “Oğuz Adının Menşei”, TK, Cilt:
XIV, Sayı: 158 (Aralık 1975), s. 80.
___________ “Oğuzlar”, Türkler, Cilt:2,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 289-315.
___________ “Oğuzlar I”, TDTD, Sayı:3,
Mart 1987, s. 30-34.
___________ “Oğuzlar II”, TDTD, Sayı:4,
Nisan 1987, s. 4-7.
___________ “Oğuzlar III”, TDTD, Sayı:5,
Mayıs 1987, s. 41-44.
___________ “Oğuzlar IV”, TDTD, Sayı:6,
Haziran 1987, s. 5-9.
___________ “Oğuzlar V”, TDTD, Sayı:7,
Temmuz 1987, s. 13-16.
___________ “Oğuzlar VI”, TDTD, Sayı:8,
Ağustos 1987, s. 21-23.
___________ “Oğuzlar VII”, TDTD, Sayı:9,
Eylül 1987, s. 22-27.
___________ “Oğuzlar VIII”, TDTD, Sayı:10,
Ekim 1987, s. 2-6.
___________ “Oğuzlar IX”, TDTD, Sayı:11,
Kasım 1987, s. 2-7.
___________ “Orhun Âbideleri”, TY, Cilt:
I, Sayı: 239 (Aralık 1954), s. 444-449.
___________ “Prensesinin Adını Taşıyan
Şehir”, TDTD, Sayı: 79 (Temmuz 1993), s. 5-9.
___________ “Osman
Gazi'nin Silah Arkadaşlarından Mihal Gazi”, TDTD, Sayı: 50 (Şubat 1991),
s. 3-8.
___________ “Osmanlı
Devleti'nin Kuruluşu İle İlgili Bazı Meseleler Üzerinde Araştırmalar”, TDTD,
Sayı: 51 (Mart 1991), s. 3-9.
___________ “Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar (Les Kayı
en Anatolie Sous I'Empire Ottoman)”, Belleten, Cilt: XII, Sayı: 47
(1948), s. 575-614, 614-615
___________ “Osmanlı Padişahlarının Mizaç ve
Karakterleri”, RTM, Cilt: VII, Sayı: 80 (Ağustos 1956), s. 482-485.
___________ “Osmanlılar ve Türklük”, TDTD,
Sayı: 75 (Mart 1993), s. 14-30.
___________ “Osmanlılarda Kadın ve Aile Hayatı”, RTM, Cilt:
VI, Sayı: 67 (Temmuz 1955), s. 3934-3936-3939.
“Osmanlıların Mensup Bulunduğu
Boy - Kayılar”, TK, Cilt: X, Sayı: 118 (Ağustos 1972), s. 1048-1049.
___________ “Özel Sayımızdaki Makalelere Dair”, SAD, Cilt:
III (1971, Malazgirt Zaferi Özel Sayısı, 900. Yıl), s. IX-XI.
___________ “Ramazan-oğlu Mahmud Bey”, TDA,
Sayı: 63 (1990), s. 149-153.
___________ “Ramazan-oğullarına Dair Bazı
Yeni Bilgiler”, TDA, Sayı: 33 (Aralık 1984), s.1-10.
___________ “Saltuklular”,
SAD, Cilt: III (1971), s. 391-432.
___________ “Selçuklular
Devrinde Ticaret”, TDA, Sayı: 83 (1994), s. 11-16.
___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, I.
Uvak-oğlu Atsız”, TDA, Sayı: 43 (Ağustos 1986), s. 133-134.
___________ “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri, II.
Harizmşâh Atsız”, TDA, Sayı: 44 (Ekim 1986), s. 1-7.
___________ “Selçuklular
Devrinde Türk Beyleri III”, TDA, Sayı: 49 (1987), s. 11-16.
___________ “Selçuklular
Devrinde Türk Beyleri IV”, TDA, Sayı: 51 (1989), s. 43-52.
___________ “Selçuklular
Devrinde Türk Beyleri V”, TDA, Sayı: 61 (1989), s. 9-25.
___________ “Selçuklular Devrinde Türk
Beyleri, VI. Abak, Alpkuş”, TDA, Sayı: 71 (Nisan 1991), s. 9-16.
___________ “Selçuklular Devrinde Türk
Beyleri VII”, TDA, Sayı: 73 (Ağustos 1991), s. 19.
___________ “Selçuklular Devrinde
Türkiye'de Madenler”, MÜ FEF, Türklük Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4
(1988), s. 159-164.
___________ “Tahtacılar”,
TDTD, Sayı: 82 (Ekim 1993), s. 8-12.
___________ “Tarihimizde Bilinmeyen Şahsiyetlerden Ahi
Ahmed-Ahiçuk, Abdal Beğ ve Aba”, TDTD, Sayı: 44, Ağustos 1990, s. 11-16.
___________ “Tarihte
Türkmen Asıllı Hanedanlar”, TDTD, Sayı: 83 (Kasım 1993), s. 7-16.
___________ “The Igdish in The History of
The Seljukide of Türkey”, TDA, Sayı: 35, Nisan 1985, s. 9-23.
___________ “Türk Cumhuriyetleri Hangi Ellerden Geliyor”, TDTD,
Sayı: 90 (Haziran 1994). s. 16-22.
___________ “Türk
Destanları I”, TDTD, Sayı: 61 (Ocak 1992). s. 7-18.
___________ “Türk
Destanları II”, TDTD, Sayı: 62 (Şubat 1992). s. 6-22.
___________ “Türk
Destanları III”, TDTD, Sayı: 63 (Mart 1992). s. 4-17.
___________ “Türk Destanları IV Ergenekon
Destanı”, TDTD, Sayı: 64 (Nisan 1992), s. 723.
___________ “Türk
Destanları V”, TDTD, Sayı: 65 (Mayıs 1992), s. 5-15.
___________ “Türk
Destanları VI”, TDTD, Sayı: 66 (Haziran 1992), s. 4-10.
___________ “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları
I”, TDTD, Sayı: 67 (Temmuz 1992). s. 5-14.
___________ “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları
II”, TDTD, Sayı: 68 (Ağustos 1992), s. 5-16.
___________ “Türk Destanları VII Dede Korkut Destanları
III”, TDTD, Sayı: 69 (Eylül 1992), s. 4-11.
___________ “Türk Destanları VIII Köroğlu
Destanı”, TDTD, Sayı: 70 (Ekim 1992), s. 4-13. ________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış I”, TDTD, Sayı:
71 (Kasım 1992), s. 4-10. ___________ “Türk
Kültürüne Genel Bir Bakış II”, TDTD, Sayı: 72 (Aralık 1992), s. 4-9. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir
Bakış III”, TDTD, Sayı: 73 (Ocak 1993), s. 4-10. ___________ “Türk Kültürüne Genel Bir Bakış IV”, TDTD, Sayı:
74 (Şubat 1993), s. 4-13.
___________ “Türk
Kültürüne Genel Bir Bakış V”, TDTD, Sayı: 75 (Mart 1993), s. 6-13.
___________ “Türk Kültürüne Genel Bir
Bakış VI”, TDTD, Sayı: 76 (Nisan 1993), s. 10-16. ___________ “Türk
Kültürüne Genel Bir Bakış VII”, TDTD, Sayı: 77 (Mayıs 1993), s. 5-16. ___________ “Türk-İslâm Devletlerinde Türk
Kültürü”, TE, Sayı:123 (Ocak 1984), s.62-63. ___________ “Türkiye
Türklerinin Ataları Olan Oğuzlar (Türkmenler)’ın Yüz Şekli”, TDTD, Sayı:
78 (Haziran 1993), s. 13-17.
___________ “Türkiye'nin Doğuşu”, TDA, Sayı:
60 (1989), s. 1-10.
___________ “Türkler'de Atçılık ve
Binicilik”, TDA, Sayı: 24 (Haziran 1983), s. 1-120.
___________ “Türklerde Tarih Boyunca
Aşık”, TDA, Sayı: 76 (Şubat 1992), s. 41-49.
___________ “Türklerin İslamiyet’e
Girmeleri”, TDTD, Sayı: 42, Haziran 1990, s. 5-9.
___________ “Türkmen Kadınları Hakkında
Notlar”, TDTD, Sayı:31, Temmuz 1989, s.4-13.
___________ “Türkmenistan Türkiye Türklerinin Orta
Asya'daki En Yakın Kardeşidir”, Ortadoğu Gazetesi, Cilt: XXIX, Sayı:
8845 (19 Aralık 1993), s. 4-5.
___________ “Türkmenistan”,
TDTD, Sayı: 83 (Aralık 1993), s. 7-14.
___________ “Türkmenistan'da Tarihî
Şehirler: Nesâ I”, TDTD, Sayı: 91 (Temmuz 1994), s. 17-22.
___________ “Türkmenistan'da Tarihî Şehirler: Nesâ II”, TDTD,
Sayı: 92 (Ağustos 1994), s.11-16.
___________ “Türkmenler”,
TDTD, Sayı: 86 (Şubat 1994), s. 8-13.
___________ “X. Yüzyılda İslam
Kaynaklarından Haberler I”, TDTD, Sayı:1, Ocak 1987, s.13-14.
___________ “X. Yüzyılda İslam
Kaynaklarından Haberler II”, TDTD, Sayı: 5, Mayıs 1987, s. 7-8.
___________ “X. Yüzyılda İslam Kaynaklarından Haberler
III”, TDTD, Sayı: 12, Aralık 1987, s. 2-4.
___________ “XII. Yüzyılın Ortalarında Bağdad'da Yapılan
Bir Şenlik”, TDA, Sayı: 84 (Haziran 1993), s. 2-5.
___________ “XIII. Yüzyılın En Büyük Ahilerinden Ahi Ahmed
Şah”, TDTD, Sayı: 43, Temmuz 1990, s.3-6.
___________ “XIX. Yüzyılda Çukurova’da
İçtimaî Hayat”, TDA, Sayı:48 (1987), s. 9-12.
___________ “Yabanlu Pazarı. Selçuklular Devrinde
Anadolu'da Kurulan Milletlerarası Bir Fuar (Yabanlu Pazarı an International
Foir in Anatolia During The Seljuk Period)”, TDA, Sayı: 37 (Ağustos
1985), s. 1-99.
___________ “Yavuz Selim Halifeliği Devr
Aldı Mı?”, Belleten, Cilt: LVI, Sayı: 217, Aralık 1992, s. 675-701.
___________ “Yörükler”, TDTD, Sayı:
85 (Ocak 1994), s. 7-15.
___________ “Yunus Emre Devrinde
Türkiye'nin Sosyal Durumu”, TDTD, Sayı: 52 (Nisan 1991), s. 3-8.
AKPINAR, Turgut, “Bir Tarihçinin Ardından Faruk Sümer'in Sessiz
Ölümü”, Tarih ve Toplum, Aralık 1995, Sayı: 144.
AKYOLOĞLU, İsmail Hakkı, “Türkmenlerin Işığı Prof. Dr. Faruk Sümer”, TDA,
Şubat 1996, Sayı: 100.
ARIK, Feda Şamil, “Prof. Dr. Faruk Sümer Hayatı ve Eserleri (Ölümünün
3. Yıldönümü Dolayısıyla)”, Belleten, Cilt: LXII, Sayı: 235, Aralık
1998, TTK, Ankara 1999.
ARIKAN, Mustafa, Hamdi Ragıp Atademir (Hayatı Şahsiyeti ve Fikirleri),
Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul 1998.
BAYKARA,
Tuncer, Zeki Velidi Togan, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1989.
DEMİRCİ,
Nurdan, Prof. Dr. Osman Turan’ın Hayatı ve Eserleri, Boğaziçi Yay., tarihsiz.
GÜNGÜL, Gülay, “Oğuzlarda Yaprak Dökümü”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık
1995, Sayı: 266.
KİTAPÇI,
Zekeriya, İlk Müslüman Türk Hükümdar ve Hakanları, ‘. Baskı, Konya 1995.
KÖPRÜLÜ, Orhan
F, Fuad Köprülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987.
KÜTÜKOĞLU,
Mübahat S, Tarih Araştırmalarında Usûl, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001.
MEMİŞ, Ekrem,
Tarih Metodolojisi, Öz Eğitim Yay., İstanbul 1996.
PALABIYIK, Hanefi M., Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü İlmi Hayatı
ve Tarihçiliği, Atatürk Üni. İla. F. Yay., Erzurum 2003.
SÜMER, Faruk, “Kendi Kaleminden Prof. Dr. Faruk Sümer’in Hal
Tercümesi”, TDAD, Şubat 1996, Sayı: 100.
TURAN, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Boğaziçi
Yay., İstanbul 1993.
___________ ,Türk Cihân Hâkimiyeti
Mefkûresi Târihi,Cilt: 1, Boğaziçi Yay., İstanbul 2000.
_____________ , Selçuklular Tarihi ve Türk
İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., İstanbul 1998.
Türk Ansiklopedisi, Faruk Sümer Maddesi, Cilt: XXX,
Ankara 1981.
YAĞMUR, Memduh, “Prof. Dr. Faruk
Sümer’in Gözüyle Avşarlar”, TDTD, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,
İkbal Ofset, Kasım 1996, Sayı: 119, s. 18-20.
YAZGAN, Turan, “Faruk Sümer Hocamız”, Türk
Dünyası Araştırmaları, Şubat 1996, Sayı: 100.
ZENGİN, Burhan, Hasankeyf Tarihi ve
Tarihi Eserler, Samaha Turizm Endüstri ve Dış Ticaret Ltd. Şirketi, İstanbul
2001.