EMANUEL SWEDENBORG
ÖNSÖZ NOTU
Bu küçük broşür, Emanuel Swedenborg'un “Cennet ve
Harikaları ve Cehennem” başlıklı büyük çalışmasından derlenmiştir.
Derleme, bir sakatın, Swedenborg'un çok açık bir
şekilde ortaya koyduğu diğer Dünya hakkındaki gerçekleri daha kolay tanımasına
yardımcı olmak için başlatıldı. Bu gerçeklere aşina olanların onları
burada gördüklerinde onları daha çok seveceklerine ve yeni oldukları
diğerlerinin daha büyük çalışma hakkında daha fazla şey öğrenmek
isteyebileceklerine inanarak, şimdi kalıcı bir biçimde
sunulmaktadır. Çeviri, Amerikan Swedenborg Printing & Publishing
Society tarafından yayınlanan John Curtis Ager'ın çevirisidir. Ortalama
bir okuyucunun, vücudun ölümünden sonraki yaşamla ilgili birçok sorusuna yanıt
bulacağı bölümler seçilmiştir. Çevirmen, daha büyük çalışma için şu yorumu
yapar:
“Bu çalışmanın başlığından, sadece manevi dünyanın
fenomenleri ve onun üç farklı bölgesi ile ilgili olduğu çıkarılabilir. Ancak,
daha derin anlam ve amacı içinde, insan ile insan arasındaki gerçek ilişkileri
ve düzensiz ilişkileri ya da insan deneyiminde her yerde sergilendiği şekliyle
semavi hayat ve cehennem hayatı ortaya koyduğu görülecektir.”
Her paragrafın sonundaki rakamlar, daha büyük
çalışmanın paragraf numaralarını gösterir.
EAH
ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM
İnsanın ölümden sonra yaşadığı ve dünyadaki yaşamına
göre cennet ya da cehenneme girdiğinin açıklığa kavuşturulması için,
insanın ölümden sonraki durumu hakkında bana birçok şey ifşa edildi,
bunlar bana Ahirette sırası ile sunulacaktır. sonraki sayfalar (317).
İNSANIN ÖLÜDEN DİRİLMESİ VE SONSUZ HAYATA GİRİŞİ
Beden, ruhun ruhsal dünyadan edindiği, ruhun
düşüncelerine ve duygularına karşılık gelen doğal dünyadaki bedensel işlevleri
artık yerine getiremediğinde, insanın öldüğü söylenir. Bu, akciğerlerin
solunumu ve kalbin atışları durduğunda gerçekleşir. Ama adam
ölmez; insan kendisi yaşamaya devam ederken, sadece dünyada kendisine
faydalı olan bedensel kısımdan ayrılmıştır. İnsan vücudundan dolayı değil,
ruhundan dolayı insan olduğu için insanın kendisinin yaşamaya devam ettiği
söylenir, çünkü insanda düşünen ruhtur ve insanı oluşturan duygu ile
düşüncedir. Açıktır ki, insanın ölümü yalnızca onun bir dünyadan diğerine
geçişidir. İşte bu nedenle, Söz'de içsel anlamda “ölüm” yeniden diriliş ve
yaşamın devamı anlamına gelir (445).
Ayrılıktan sonra insanın ruhu bedende kısa bir süre
devam eder, ancak kalbin eylemi tamamen
durana kadar. Bu hareket biter bitmez adam yeniden canlandırılır; ama
bu sadece Rab tarafından yapılır. Canlandırma, ruhun bedenden çıkarılması
ve manevi dünyaya tanıtılması anlamına gelir; buna genellikle diriliş
denir (447).
İnsan ruhunun, vücuttan ayrıldığı zaman, hala bir
insan ve benzer bir formda olduğu, uzun yılların günlük tecrübesiyle bana
kanıtlandı; Çünkü ben böylelerini gördüm ve binlerce defa dinledim (456).
ÖLÜM SONRASI İNSAN TAM BİR İNSAN FORMUNDADIR
Meleklerin insan formları ya da insanlar olduğu, benim
tarafımdan binlerce kez görülmüştür. Onlarla adem adam gibi konuştum,
bazen bir, bazen bir çok insanla; ve ben onların biçiminde insan
biçiminden farklı hiçbir şey görmedim; ve onları böyle bulduklarına sık
sık şaşırmışlardır. Ve bunun bir kuruntu ya da hayal ürünü olduğu
söylenemez, melekleri tamamen uyanıkken ya da tüm bedensel duyularıma sahipken
ve açık bir algı halindeyken görmeme izin verildi
(74).
Uzun yıllara dayanan tüm deneyimlerime dayanarak,
meleklerin yüzleri, gözleri, kulakları, bedenleri, kolları, elleri ve ayakları
olan tamamen insan olduğunu söyleyebilirim; birbirlerini görüp
işittiklerini ve birlikte konuştuklarını ve tek kelimeyle, maddi bedenlere
bürünmemeleri dışında insanlara ait olan hiçbir şeyden yoksun olmadıklarını. Onları, dünyanın öğle ışığını birçok derece aşan
kendi ışıklarında gördüm ve bu ışıkta tüm özellikleri, insanların yüzlerinden
yeryüzünde görülenden daha belirgin ve net bir şekilde görülebiliyordu. Bana,
en içteki cennetin bir meleğini görmem de nasip oldu. Aşağı göklerin
meleklerinden daha parlak ve ışıltılı bir yüze sahipti. Onu dikkatle
gözlemledim ve tam anlamıyla bir insan formuna sahipti
(75).
Bu mesele hakkında konuştuğum iyi ruhlar, kilisede
cennetin, ruhların ve meleklerin durumu hakkında böyle bir cehalet nedeniyle
derinden üzüldüler; ve hoşnutsuzlukları içinde benden onların biçimsiz
zihinler ya da eterik nefesler olmadıklarını, tam anlamıyla formda insanlar
olduklarını ve bu dünyadakiler kadar tam olarak gördükleri, işittikleri ve
hissettiklerini kesin olarak beyan etmemi istediler
( 77). _
İnsanın iç yapısı bakımından bir ruh olduğu, bedenden
ayrıldıktan sonra, yani öldükten sonra, eskisi gibi yaşamaya devam etmesinden
anlaşılır. Buna ikna olabilmem için, bedenlerinde tanıdığım hemen hemen
her insanla konuşmama izin verildi; kiminle saatlerce, kiminle haftalarca
ve aylarla, kiminle yıllarca ve bu esasen ondan emin olayım ve ona şahitlik
edeyim (437).
Her insanın, ilahi hakikatleri içsel olarak daha çok
sevip onlara göre yaşaması oranında, öldükten sonra insan suretinin daha güzel
olduğunu bilmek önemlidir; her insanın içi sevgisine ve yaşamına göre hem
açılmış hem de biçimlenmiş; bu nedenle duygu ne kadar içsel olursa, o
kadar cennete benzer ve sonuç olarak yüz o kadar güzel olur. Bu yüzden en
içteki göklerdeki melekler en güzelleridir, çünkü onlar semavi aşkın
suretleridir (459).
ÖLÜMDEN
SONRA İNSAN DÜNYADA SAHİP OLDUĞU TÜM DUYULARINA, TÜM HATIRLATMALARINA,
DÜŞÜNCELERİNE VE HUZURLARINA SAHİPTİR, DÜNYASI BEDENİNDEN BAŞKA HİÇBİR ŞEY
BIRAKMAYACAKTIR.
Bana çok çeşitli deneyimler -A ile- kanıtlandı ki,
insan, öldüğünde olduğu gibi, doğal dünyadan maneviyata geçtiğinde, tüm mal
varlığını, yani bir insan olarak kendisine ait olan her şeyi yanında taşır.
onun dünyevi bedeni hariç. Zira insan, manevî dünyaya veya ölümden sonraki
hayata girdiğinde, dünyada olduğu gibi bir bedendedir ve hiçbir fark görmez,
fark görmez ve hissetmez. Ancak bedeni o zaman ruhsaldır ve böylece
dünyevi olan her şeyden ayrılmış veya saflaştırılmıştır; ve ruhsal olanın
ruhsal olana dokunması ya da onu görmesi, doğal olanın doğal olana dokunması ya
da onu görmesiyle aynıdır. Yani bir insan ruh haline geldiğinde
öldüğünü bilmez, dünyada sahip olduğu bedenle aynı bedende olduğuna inanır.
Ayrıca, bir insanın ruhu, dünyada sahip olduğu hem dış
hem de iç duyulardan yararlanır; eskisi gibi görür, işitir ve eskisi gibi
konuşur, koklar ve [12] tat alır ve dokunulduğunda dokunuşu eskisi gibi
hisseder; o da özler, arzular, can atar, düşünür, düşünür, heyecanlanır,
sever, ister, eskisi gibi; ve çalışmaktan zevk alan, eskisi gibi okuyup
yazan biri. Tek kelimeyle, bir insan bir hayattan diğerine veya bir
dünyadan diğerine geçtiğinde, bir insan olarak kendi içinde sahip olduğu her
şeyi yanında taşıyarak bir yerden diğerine geçmek gibidir; öyle ki,
yalnızca dünyevi bedenin ölümü olan ölümle, insanın gerçekten kendisine ait
olan hiçbir şeyi kaybettiği söylenemez.
Ayrıca, bebeklik döneminden yaşamın sonuna kadar
dünyada duyduğu, gördüğü, okuduğu, öğrendiği veya düşündüğü her şeyi saklayarak
doğal belleğini de yanında taşır (461).
Bir insan dünyayı terk ettiğinde, tüm hatırasını
birçok yönden bana gösterdiğini ve gördüğüm ve işittiğim şeylerin birçoğunun
anılmaya değer olduğunu, bazılarını sırasıyla anlatacağım. Dünyada
işledikleri suçları ve kötülükleri inkar edenler oldu; ve bunun sonucunda,
masum olduklarına inanılmasınlar diye, tüm amelleri, ilk yıllarından son
yıllarına kadar sırayla hafızalarından anlatılmış ve gözden
geçirilmiştir. Kötü sanatlarla başkalarını aldatan ve hırsızlık yapanlar
vardı. Bunların hileleri ve hırsızlıkları da ayrıntılı bir şekilde
sıralandı ve bunların çoğu, dünyada kendileri dışında neredeyse hiç kimse
tarafından bilinmiyordu. Bu eylemleri itiraf ettiler, çünkü o sırada
zihinlerini meşgul eden her düşünce, niyet, zevk ve korku ile açıkça ortaya
kondular.
Rüşvet alan ve rüşvet veren hükümler veren başkaları
da vardı, benzer şekilde hafızalarından keşfedildi ve görevlerinin başından
sonuna kadar yaptıkları her şey gözden geçirildi. Neyi, ne kadar
aldıklarını, zamanlarını, ruh hallerini ve niyetlerini her detayıyla akıllarına
getirdiler. . . . Ayrıca, melekler tarafından görüldüğü ve
incelendiği bir insanın hafızasından, bir ay boyunca, bir gün, birbiri ardına
düşüncelerinin neler olduğunu öğrendim ve bu hatasız, düşünceler tıpkı günden
güne ortaya çıktıkları gibi geri çağrıldı. gün.
Bu örneklerden, insanın tüm hafızasını yanında
taşıdığı ve dünyada hiçbir şeyin Rab'bin sözlerine göre birçok kişinin
huzurunda yapılan ölümden sonra açığa çıkmayacak kadar dikkatle gizlenemeyeceği
görülebilir. :
Ölümden sonra bir insana yaptığı işleri anlatırken,
arama görevi verilen melekler onun yüzüne bakarlar. ... Tüm bunların
kulağa bir paradoks gibi geldiğini ve inanması güç olduğunu biliyorum; ama
yine de doğrudur. O halde, bir insanın kendi içinde düşündüğü veya gizlice
yaptığı, ölümden sonra gizlenebilecek bir şey olduğuna kimse
inanmasın; ama o zaman her şeyin ve her şeyin gün gibi açık olduğuna
inansın (463).
Rab'be âşık olan ve komşuya karşı sadaka veren
insanlar, dünyadaki yaşamları boyunca yanlarında ve içlerinde meleksel zeka ve
bilgelik taşırlar, ancak daha sonra içsel hafızanın en içlerinde
depolanır; ve cismani şeyleri erteleyene kadar bunun hiç bilincinde
olmazlar. Daha sonra doğal hafıza uykuya dalar ve içsel hafızalarına
uyanırlar ve sonra yavaş yavaş meleksel hafızanın kendisine (467) ulaşırlar.
Yine de, insanın manevi dünyadaki hayatı ile doğal
dünyadaki hayatı arasında, hem dış duyuları ve duyguları hem de iç duyuları ve
sevgileri bakımından büyük bir fark vardır. Cennette olanlar, dünyada
olduklarından daha hassas duyulara, yani daha keskin görme ve işitmeye sahiptir
ve ayrıca daha akıllıca düşünürler; çünkü onlar dünyanın ışığını birçok
derece aşan göğün ışığında görürler (462).
Benden ölmediklerini, eskisi gibi insan gibi
yaşadıklarını, bir dünyadan diğerine göç ettiklerini ve bir bedenleri ve
duyuları olduğu için hiçbir şey kaybettiklerinin farkında olmadıklarını
söylememi istediler. tıpkı daha önce olduğu gibi, aynı zamanda daha önce olduğu
gibi, dünyada sahip oldukları gibi, düşünceler ve sevgiler, duyumlar ve
arzularla anlayış ve irade.
Yakın zamanda ölenlerin çoğu, kendilerini eskisi gibi
yaşayan insanlar olarak ve benzer bir durumda gördüklerinde (çünkü ölümden
sonra herkesin yaşam durumu ilk başta dünyadaki gibidir, ancak kademeli bir
değişim vardır). ya cennete ya da cehenneme), hayatta olmanın yeni sevincinden
etkilendiler ve böyle olacağına inanmadıklarını söylediler. Ölümden
sonraki yaşamlarının durumu hakkında böyle bir cehalet ve körlük içinde
yaşamaları gerektiğine çok şaşırdılar. . . . Sonra o
körlüğün ve cehaletin sebebini, yani dünya ve bedenle ilgili dış şeylerin,
göklerin nuruna yükseltilemeyecek kadar zihinlerini meşgul edip doldurduğunu
görmeye başladılar (312).
ÖLÜM SONRASI İNSAN DÜNYADAKİ HAYATI GİBİDİR
Her insanın yaşamının öldükten sonra da aynı
şekilde devam ettiğini Söz'den bilir; çünkü birçok pasajda insanın
yaptıklarına ve yaptıklarına göre yargılanacağı ve ödüllendirileceği
söylenir; ve iyiden ve haktan düşünen hiç kimse, iyi yaşayanın cennete,
kötü yaşayanın ise cehenneme gittiğini görmeden edemez. Fakat kötü adam,
ölümden sonraki durumunun dünyadaki hayatına göre olduğuna inanmak
istemez; bilhassa hasta olduğu zaman, cennetin herkese, hayatı ne olursa
olsun, saf bir rahmetle verildiğini ve bunun, hayattan ayırdığı inancına göre
yapıldığını düşünür.
Adamın yaptıklarına ve yaptıklarına göre yargılanacağı
ve ödüllendirileceği, Söz'ün birçok pasajında bildirilir, bunlardan
bazılarını burada aktaracağım:
Rab, son yargıyı önceden bildirirken, iyi işler
yapanların sonsuz yaşama gireceklerini öğreterek, yalnızca işlerden söz
eder. ... Amellerin ve amellerin insanın zahirî hayatını teşkil ettiği ve
iç hayatının niteliğinin onlarda ortaya çıktığı açıktır (470, 471).
Ancak işler ve işler ile burada, onların dış
görünüşleri değil, içsel olarak ne oldukları kastedilmektedir; çünkü
herkes bilir ki, her iş ve iş, insanın iradesinden ve düşüncesinden
doğar; aksi takdirde, bir otomatın veya görüntününki gibi bir hareketten
başka bir şey olmazdı. Sonuç olarak, kendinde görülen bir edim veya eser,
fiilen irade ve düşünceden başka bir şey olmadığı ve dolayısıyla zahiri surette
irade ve düşünce olduğu ölçüde, ruhunu ve hayatını irade ve düşünceden alan bir
sonuçtur.
Bundan, bir eylemin veya çalışmanın, onu üreten irade
ve düşünce ile nitelik olarak aynı olduğu sonucu çıkar. Düşünce ve irade
güzel ise amel ve işler güzeldir; fakat düşünce ve irade kötü ise, işler
ve işler dış görünüşte aynı olsalar da kötüdür. Bin kişi aynı şekilde
hareket edebilir, yani, görünüşte neredeyse ayırt edilemeyecek kadar benzer
işler yapabilir ve yine de her biri farklı bir iradeden dolayı kendi içinde
farklı olarak kabul edilebilir.
Örneğin, bir kimse bir arkadaşına karşı dürüst ve adil
davrandığında, bunu kendisine ve kendi namusuna karşı dürüst ve adil görünmek
amacıyla yapabilir; dünya ve kazanç açısından bir başkası; ödül ve
liyakat açısından üçte biri; dördüncüsü dostluk açısından; beşte biri
yasa korkusundan ve itibar veya istihdam kaybından (472).
RUHLAR DÜNYASI NEDİR
Ruhlar dünyası cennet ya da cehennem değildir, ancak
ikisi arasındaki ara yer veya durumdur; çünkü ölümden sonra insanın ilk
girdiği yerdir; ve ondan, uygun bir süre sonra, dünyada edindiği cana göre
ya cennete yükseltilir ya da cehenneme atılır.
Ruhlar dünyası hem cennet ile cehennem arasında bir
ara yer hem de insanın ölümden sonraki orta halidir. Bana bunun sadece altında cehennemler ve
üstünde cennetler bulunan bir ara yer olduğu değil, aynı zamanda bir ara durum
olduğu, çünkü insan içinde olduğu sürece henüz cennette olmadığı gösterildi. ya
da cehennemde. İnsandaki cennet durumu, onda iyi ve gerçeğin
birleşimidir; Cehennem hali ise onda şer ile batılın buluşmasıdır. Ne
zaman bir insan-ruhunda iyilik gerçeğe bağlansa, o cennete gelir, çünkü bu
birleşme, az önce söylendiği gibi, onun içindeki cennettir; ama ne zaman
bir insan-ruhunun içindeki kötülük sahtelikle birleşse cehenneme girer, çünkü
bu birleşim onun içinde cehennemdir. Bu birleşme, ruhlar dünyasında
gerçekleşir, o zaman insan bir ara haldedir (421, 422).
Ruhlar dünyasında çok sayıda insan vardır, çünkü
hepsinin ilk buluşması oradadır ve hepsi orada keşfedilmiş ve
hazırlanmıştır. O dünyada kalış süreleri sabit
değildir. . . . İnsanın o dünyada bir halden başka bir hâle
nasıl götürüldüğü ve nasıl hazırlandığı şimdi anlatılacaktır.
İnsanlar ölümden sonra ruhlar dünyasına girer girmez,
Rab açıkça aralarında ayrım yapar; ve kötülük, dünyada [18] iken egemen
aşklarıyla birleştikleri cehennem toplumuna hemen bağlanır; ve iyiler,
sevgileri, hayırseverlikleri ve inançları ile dünyadayken birleştikleri semavi
topluma hemen bağlıdırlar. Fakat bu şekilde bölünmüş olmalarına rağmen,
beden hayatında dost ve tanıdık olan herkes, özellikle eşler ve kocalar ve
erkek ve kız kardeşler, istedikleri zaman buluşup sohbet ederler. Tanıdığı
altı oğluyla konuşan bir baba gördüm ve akrabaları ve arkadaşlarıyla daha
birçoklarını gördüm (426, 427).
İnsan ruhunun dünyadaki hayatını hemen takip eden
durumu böyle olunca, arkadaşları ve dünyada tanıdıkları tarafından
tanınır; çünkü bu, ruhların sadece yüz ve konuşmalarından değil,
yaklaştıklarında yaşam alanından da algıladıkları bir şeydir. Öteki
hayatta herhangi biri bir başkasını düşündüğünde, düşüncesinde yüzünü ve aynı
zamanda hayatındaki birçok şeyi önüne getirir; ve bunu yaptığında diğeri,
sanki kendisi için gönderilmiş veya çağrılmış gibi hazır hale
gelir. Manevi dünyada bu böyledir, çünkü orada düşünceler paylaşılır ve
orada doğal dünyadaki gibi bir alan yoktur. Böylece herkes diğer hayata
girer girmez arkadaşları, akrabaları ve herhangi bir şekilde tanıdıkları
tarafından tanınır; birbirleriyle konuşurlar ve daha sonra dünyadaki
dostluklarına göre arkadaşlık ederler. Sık sık, dünyadan gelenlerin
arkadaşlarını tekrar görmekten mutlu olduklarını ve arkadaşlarının da
geldiklerine sevindiklerini duydum. Çok sık olarak karı koca bir araya
gelir ve birbirlerini tebrik eder ve birlikte devam eder ve bu, dünyada
birlikte yaşamanın zevkine göre daha uzun veya daha kısa bir süre için. Eğer
gerçek bir evlilik aşkıyla, yani semavi aşkla akılların birleşmesi ile
birleşmemiş olsalardı, bir süre birlikte kaldıktan sonra ayrılırlar (494).
İNSANIN ÖLÜMDEN SONRAKİ İLK DURUMU
İnsanın
öldükten sonra cennete veya cehenneme girmeden önce geçtiği üç durum vardır. Birinci hali, dışının hali, ikinci hali içinin
hali, üçüncü hali ise hazırlık halidir. Bu haller insanın ruhlar âleminde
geçtiği hallerdir.
Dışların durumu olan birinci duruma gelince, insanın ölümden hemen sonra geldiği durumdur. Her
insanın ruhuna göre dış ve iç tarafları vardır. Ruhun dış görünüşleri,
insanın dünyadaki bedenini, özellikle de yüzünü, konuşmasını ve hareketlerini
başkalarıyla paydaşlığa uyarlamanın araçlarıdır; ruhun içleri kendi
iradesine ve düşüncesine aitken; ve bunlar nadiren yüz, konuşma ve
hareketle kendini gösterir. Çünkü insan, çocukluktan itibaren bir dostluk,
iyilik ve samimiyet görünümüne sahip olmaya ve kendi iradesinin düşüncelerini
gizlemeye, böylece içsel olarak ne olursa olsun dışsal olarak ahlaki ve medeni
bir hayatı alışkanlıktan yaşamaya alışmıştır.
İnsanın ölümden sonraki ilk durumu, dünyadaki durumuna
benzer, çünkü o zaman aynı şekilde dışsaldır, benzer bir yüze, konuşmaya ve
benzer bir yapıya, dolayısıyla benzer bir ahlaki ve sivil hayata
sahiptir. . . . Böylece bir yaşam diğerine devam eder ve
ölüm yalnızca birinden diğerine geçiştir (491-493).
Son zamanlarda dünyadan gelen ruhların yaşamı önceki
yaşamlarından farklı olmadığı için ve ölümden sonraki yaşam durumu hakkında
hiçbir şey bilmedikleri ve cennet ve cehennem hakkında Sözün harfi ve vaaz
anlamında öğrendikleri dışında hiçbir şey bilmedikleri için. ondan, kendilerini
dünyada sahip oldukları bir bedende ve her anlamda bulmalarına ve aynı şeyleri
görmelerine önce şaşırırlar; ve cennetin ne olduğunu, cehennemin ne olduğunu
ve nerede olduklarını bilmek için can atıyorlar. Bu nedenle dostları
onlara ebedî hayatın şartlarını anlatırlar ve onları çeşitli yerlere, çeşitli
topluluklara, bazen şehirlere, bahçelere ve parklara götürürler ve onlara
başlıca dış duyuları ve melekeleri sevindirmek gibi muhteşem şeyleri
gösterirler. sonra aktiftir.
Neredeyse hepsi cennete gidip gitmeyeceklerini merak
ediyor. Çoğunluğu, dünyada ahlâklı ve medeni bir hayat yaşadıklarından
dolayı, kötü ile iyinin zahirde aynı hayatı asla düşünmeden, başkalarına iyilik
yapmak, toplu ibadetlere katılmak, vaazlar dinlemek ve dua etmek; ve
dışsal amellerin ve dışsal ibâdetlerin bir işe yaramadığını, sadece dışsalların
meydana geldiği iç amellerin fayda sağladığından tamamen
habersizdirler. İçsellerin ne olduğunu ve insanın cenneti ve kiliseyi
onlarda bulması gerektiğini bilen binlerce kişiden biri pek
yoktur. Hâlihazırda zâhirî fiillerin, niyetler ve düşünceler gibi olduğu
ve bunların kaynaklandığı sevgi ve imanın olduğu daha az bilinir (495).
İnsanın ölümden sonraki bu ilk hali, kimisinde
günlerce, kimisinde aylarca, kimisinde bir yıl devam eder. ... Manevi
dünyada hiç kimsenin bir şekilde düşünmesine ve istemesine, başka bir şekilde
konuşmasına ve hareket etmesine izin verilmez (498).
İNSANIN ÖLÜMDEN SONRA İKİNCİ HALİNDE
İnsanın ölümden sonraki ikinci durumuna, içsel durumu
denir, çünkü o zaman zihninin, yani iradesinin ve düşüncesinin içlerine
bırakılır; ilk hali boyunca içinde bulunduğu dış görünüşü uykuya
dalmışken. Kim insanın hayatını, sözünü ve eylemini biraz düşünürse,
herkesin dış ve iç, yani dış ve iç düşünce ve niyetleri olduğunu
görebilir. Bu, toplumda başkalarını, ilişki ya da konuşma yoluyla
duydukları ve onlardan öğrendiklerine göre düşünmesi gerçeğiyle
gösterilir; ama onlarla kendi düşüncesine göre konuşmaz; ve eğer
kötülerse, yine de onlara nezaketle davranır. Bunun böyle olduğu,
özellikle tek bir şekilde konuşup hareket eden ve tamamen farklı bir şekilde
düşünen ve irade eden iltifat edenlerin ve dalkavukların durumunda
görülür; Aynı zamanda, kalplerinde başka türlü inansalar ve sadece
kendilerini sevseler de, Tanrı'dan ve cennetten ve ruhların kurtuluşundan ve
kilisenin gerçeklerinden ve ülkelerinin iyiliğinden ve komşularından sanki
inanç ve sevgiden bahseden ikiyüzlüler için de geçerlidir.
Bütün bunlar, biri dış diğeri iç olmak üzere iki tür
düşünce olduğunu açıkça ortaya koymaktadır; ve iç düşünceden başka
duygulara sahipken, dış düşünceden konuşanların var olduğunu ve bu iki tür
düşüncenin ayrı tutulduğunu ve içerinin dışarıya akıp herhangi bir şekilde tezahür
etmesinin özenle engellendiğini. Bütün bunların, her insanın iç
düşüncesine ve dış düşüncesine sahip olduğunu ve bunların birbirinden farklı
olduğunu bildirdiği söylenmiştir (499).
Önceki bölümde ele alınan dışsalların durumu olan
birinci durumdan geçildiğinde, insan-ruh kendi içsel durumuna veya içsel
iradesinin ve düşüncesinin durumuna alınır. , özgürce ve kısıtlama olmadan
düşünmek için kendi başına bırakıldığında dünyada bulunduğu (502).
Bu durumda ruh, kendi isteğinden, dolayısıyla
sevgisinden veya sevgisinden düşünür: ve düşündü ve sonra bir tane yapar (503).
İstisnasız tüm insanlar ölümden sonra bu duruma
girerler, çünkü bu onların ruhlarının kendi durumudur. Önceki durum,
insanın birlikteyken ruhuyla ilgili olduğu gibidir; ve bu onun kendi durumu
değil (504). .
Dünyada güzel bir hayat sürmüş ve vicdanla hareket
etmiş, İlâhî olanı kabul etmiş ve İlâhî hakikatleri sevmiş kimseler, bilhassa
bu hakikatleri hayata tatbik edenler, kendilerini Allah'ın kulu haline
bıraktıklarında kendilerine öyle görünürler. içleri, uykudan uyanmış gibi, veya
karanlıktan aydınlığa çıkmış gibi. Sonra semavi nurdan, böylece bir iç
hikmetten düşünürler ve hayırdan, dolayısıyla bir iç muhabbetten hareket
ederler (506).
Kötü ruhlar bu ikinci haldeyken, her türlü kötülüğe
koştukları için sık ve çetin cezalara maruz kalırlar. Ruhlar dünyasında
pek çok ceza türü vardır; ve dünyada kral da olsa hizmetçi de olsa insana
saygı yoktur. Her kötülük cezasını da yanında taşır, ikisi bir
olur; bu nedenle kim kötülük içindeyse, o da kötülüğün cezası
içindedir. Ve yine de öteki dünyada hiç kimse bu dünyada yaptığı
kötülüklerden ötürü ceza görmez, sadece o zaman yaptığı kötülükler yüzünden
cezalandırılır; İnsanların dünyadaki kötülüklerinden dolayı cezaya
çarptırıldıklarını veya diğer hayatta yaptıkları kötülüklerden dolayı ceza
çektiklerini söyleseler de, ölümden sonra herkes geri döndüğü için aynı ve aynı
şeydir. kendi hayatına ve dolayısıyla benzer kötülüklere.
İnsanlar, bu durumda kötülükleri bastırmanın tek
yolunun ceza korkusu olduğu için cezalandırılır. Herkes kendi doğasına
göre hareket ettiğinden, nasihat artık hiçbir işe yaramaz, ne talimat ne de
yasadan ve itibar kaybından korkmak; ve bu doğa ancak cezalarla
kısıtlanabilir ve kırılabilir. Ama iyi ruhlar, dünyada kötülükler yapmış olmalarına
rağmen cezalandırılmazlar çünkü kötülükleri geri gelmez. Ayrıca,
yaptıkları kötülüklerin, ana-babalarından miras olarak aldıklarından farklı bir
tür ve nitelikte olduğunu, bilerek gerçeğe aykırı olarak veya herhangi bir kalb
kötülüğünden yapılmadığını öğrendim. içlerinden ayrı olarak dışta olduklarında
buna kör bir zevkle katlandılar (509).
Bu ikinci durumda, kötü ruhların iyi ruhlardan
ayrılması gerçekleşir. Birinci halde birliktedirler, çünkü bir ruh kendi
dış görünüşündeyken, o dünyada olduğu gibidir, dolayısıyla kötü iyiyle, iyi
kötüyle birliktedir; ancak kendi içine getirilip kendi tabiatına veya
iradesine bırakıldığında durum başkadır (511).
İNSANIN ÖLÜMDEN SONRA ÜÇÜNCÜ HAL, CENNETE GİRENLER
İÇİN BİR TALİMAT HALKI
İnsanın ölümden sonraki üçüncü durumu, yani ruhunun
bir eğitim durumudur. . . . Çünkü insan, ancak iyi ve
doğrunun bilgisiyle, yani ancak eğitim yoluyla cennete hazırlanabilir, çünkü
kişi ancak manevi iyiliğin ve gerçeğin ve bunların zıddı olan kötülük ve batıllığın
ne olduğunu bilebilir. öğretilerek. Adalet ve dürüstlük denen medeni ve
ahlâkî iyinin ve hakikatin ne olduğunu dünyadan öğrenebiliriz, çünkü dünyada
neyin adil olduğunu öğreten medeni kanunlar vardır ve başkalarıyla ilişki
vardır ki bu sayede insan, ona göre yaşamayı öğrenir. hepsi dürüst ve doğru
olanla ilgili olan ahlaki yasalar. Ancak ruhsal iyilik ve hakikat,
dünyadan değil, cennetten öğrenilir.
Göklerdeki talimat, dünyadaki talimattan farklıdır,
çünkü bilgiler hafızaya değil, hayata bağlıdır; çünkü ruhların hatırası
hayatlarındadır, çünkü onlar hayatlarıyla uyumlu olan her şeyi alır ve emerler
ve onunla uyumsuz olanı almazlar, daha da azını emerler; çünkü ruhlar
duygulanımlardır ve bu nedenle duygulanımlarıyla uyumlu bir insan biçimindedir
(517).
BAZILARININ İNANDIĞI GİBİ CENNETE GİDEN HAYATI
YAŞAMAK O KADAR ZOR DEĞİL
Ruhsal hayat denilen cennete giden hayatı yaşamanın
zor olduğuna inananlar vardır, çünkü onlara insanın dünyadan vazgeçmesi, kendini
bedenin şehvetleri denilen şehvetlerden ve şehvetlerden kurtarması gerektiği
söylenmiştir. et ve ruhsal yaşamalıdır; ve bunu, esas olarak zenginlik ve
şereflerden oluşan dünyevi şeyleri bir kenara atmaları gerektiği anlamına
geldiğini anlarlar; sürekli olarak Tanrı, kurtuluş ve sonsuz yaşam üzerine
dindar bir meditasyon içinde yürümeleri gerektiğini; ve hayatlarını
dualarla ve Sözü ve dindar kitapları okuyarak geçirmelidir. Dünyadan
feragat etme ve bedende değil, ruhta yaşama fikirleri böyledir. . . .
Aksine, cennet hayatını almak için bir insan dünyada
yaşamalı ve onun iş ve işleriyle meşgul olmalı ve orada ahlaki ve medeni bir
hayat vasıtasıyla manevi hayatı almalıdır (528).
Cennete götüren hayatı yaşamanın bazılarının inandığı
kadar zor olmadığı şimdi gösterilecektir. Herkes medeni ve ahlaki bir
hayat yaşayabilir; çünkü herkes çocukluğundan bu hayata inisiye olur ve bu
hayatın ne olduğunu dünyada yaşayarak öğrenir. Üstelik iyi ya da kötü
herkes o hayatı yaşar; çünkü kim dürüst olarak anılmak istemez ve kim adil
olarak anılmak istemez ki? Hemen hemen her insan, dürüst ve içtenmiş gibi
göründüğü ya da gerçek dürüstlük ve adaletle hareket ediyormuş gibi göründüğü
sürece, dıştan dürüstlük ve adalet uygular. Manevi adam gibi yaşamalı [26]
Manevi insanın İlahi Olan'a inandığı ve dürüst ve adil
davrandığı şu farkla, doğal insanın yapabileceği kadar kolay bir şekilde
yapabilir ve bunu yalnızca medeni ve ahlaki yasalara uygun olduğu için değil,
aynı zamanda Ayrıca ilahi yasalara uygun olduğu için. . . . Onun
adaleti ve dürüstlüğü, görünüşte, doğal insanların ve hatta kötü ve cehennemi
insanların adalet ve dürüstlüğüyle tamamen aynı görünür; ama içsel biçimde
tamamen farklılar. Çünkü kötü adamlar sadece kendileri ve dünya için adil
ve dürüst davranırlar; ve bu nedenle, kanunlardan ve cezalardan,
itibarlarını, şereflerini, kazançlarını ve hayatlarını kaybetmekten
korkmazlarsa, ne Allah'tan ne de herhangi bir ilahi kanundan korkmadıkları için
her konuda dürüst ve haksız hareket ederler (530) .
Herkes, düşüncelerin niyetlere göre, yani niyetlendiği
yönlere göre yönlendirildiğini veya yöneldiğini bilebilir; çünkü düşünce
insanın iç görüşüdür ve bu yönüyle dış görüşü andırır, hangi noktaya
yönlendirilir veya yönlendirilirse yönlendirilsin, oraya döner ve orada durur. Dolayısıyla
içsel görüş veya düşünce dünyaya yönelip orada durduğunda, sonuç olarak düşünce
dünyevi olur; nefse ve nefsine yönelince cismani olur; ama göğe
döndürüldüğünde semavi olur.
İnsanın sevgisi, niyetini oluşturan ve onun
nesnelerine yönelik içsel görüşünü veya düşüncesini belirleyen
şeydir; böylece benlik sevgisi onu benliğe ve nesnelerine, dünya sevgisi
dünyevi nesnelere ve cennet sevgisi semavi nesnelere sabitlenir.
İnsanın iç görüşünün veya düşüncesinin belirlendiği
niyeti, onun iradesidir; Çünkü insan dilerse niyet eder ve niyet ettiğini
düşünür.
Bu nedenle, niyeti göğe olduğunda, düşüncesi göğe
doğru belirlenir ve onunla birlikte tüm zihni, böylece cennettedir (532).
Bazılarının şimdi inandığı gibi cennet hayatını
yaşamanın o kadar zor olmadığı, bundan da anlaşılacağı gibi, dürüst olmayan ve
adaletsiz olduğunu bildiği, ancak eğilimli olduğu bir adama herhangi bir şey
kendini gösterdiğinde, sadece İlâhi hükümlere aykırı olduğu için yapılmaması
gerektiğini düşünmesi gerekir. Bir insan kendini böyle düşünmeye
alıştırırsa ve böyle yaparak böyle düşünmeyi alışkanlık haline getirirse, yavaş
yavaş cennete kavuşur. Ve insan bir başlangıç yaptığında, Rab onda iyi
olan her şeyi hızlandırır ve onun sadece kötüleri kötü olarak görmesine değil,
aynı zamanda onları istemekten kaçınmasına ve sonunda onlardan yüz çevirmesine
neden olur.
Ancak şunu da anlamak gerekir ki, insan iradesi
dışında kötülükler yaptıkça böyle düşünmenin ve kötülüklere karşı koymanın
zorluğu artar (533).
Bütün bunların, cennete giden hayatın dünyadan
çekilmiş bir hayat değil, dünyadaki bir hayat olduğunun bilinmesini sağlamak
için söylenmiştir; ve ancak dünyada mümkün olan hayır işlerinden ayrılmış
bir takva hayatının cennete götürmediğini; ama hayırsever bir hayat
yapar; ve hayır hayatı, her işte, her işte ve her işte içten, yani semavi
bir saikle dürüst ve adil davranmaktan ibarettir; ve bu güdü, insan dürüst
ve adil davrandığında o yaşamdadır, çünkü bunu yapmak İlahi yasalara
uygundur. Böyle bir hayat olmaz zor. Ama hayırsever bir hayattan ayrı
bir takva hayatı zordur; ve böyle bir hayatın cennete doğru gittiğine
inanıldığı kadar, cennetten uzaklaştığına da inanılır (535).
KİMSE RAB TARAFINDAN CEHENNEME
ATILMAZ; BU RUHUN KENDİSİ TARAFINDAN YAPILIR
Allah'ın insandan yüzünü çevirdiği, insanı Kendinden
uzaklaştırdığı ve onu cehenneme attığı ve yaptığı kötülüklerden ötürü
öfkelendiği yönünde bir görüş bazılarına hakim olmuştur; ve bazıları da
Tanrı'nın insanı cezalandırdığına ve ona kötülük yaptığına inanır. Bu
görüşe göre, bu tür şeylerin bildirildiği Kelam'ın harfinin anlamı ile
kendilerini kurarlar, kelimenin anlamını açıklığa kavuşturan Kelam'ın manevi
anlamının tamamen farklı olduğunu bilmeden; ve sonuç olarak, Sözün manevi
anlamından gelen kilisenin gerçek doktrini, aksini öğretir, yani, Tanrı asla
Yüzünü insandan çevirmez ve insanı Kendinden asla uzaklaştırmaz, O hiç kimseyi
cehenneme atmaz. ve kimseye kızgın değildir.
Üstelik zihni aydınlanmış olan herkes, Tanrı'nın
kendisi iyi, kendini sev ve merhametin kendisi olduğu basit gerçeğinden, Sözü
okuduğunda bunun doğru olduğunu algılar; ve bu iyiliğin kendisi kimseye
kötülük yapamaz ve sevginin kendisi ve merhametin kendisi insanı kendinden uzaklaştıramaz,
çünkü bu, merhametin ve sevginin özüne, dolayısıyla İlahi olanın kendisine
aykırıdır. Bu nedenle, aydınlanmış bir zihinle düşünenler, [29] ayeti
okuduklarında açıkça anlarlar.
Tanrı'nın kendisini asla insandan uzaklaştırmadığı
sözü; Ondan asla yüz çevirmediği için de ona hayırdan, sevgiden ve
merhametten murad eder, yani ona hayır diler, onu sever ve ona merhamet eder
(545).
BENLİK VE DÜNYA SEVGİSİ
Bana cennetten söylendi ve bu iki sevginin, nefs
sevgisinin ve dünya sevgisinin cehennemlerde hüküm sürdüğünü ve cehennemleri
oluşturduğunu çokça tecrübeyle bana kanıtladı; Rab'be sevgi ve komşuya
sevgi olarak göklerde hüküm sürer ve gökleri oluşturur; ayrıca cehennem
aşkları olan iki aşk ile cennet aşkları olan iki aşk birbirine taban tabana zıttır
(554).
İlk başta benlik sevgisi ve dünya sevgisi nasıl bu
kadar şeytani olabilir ve bu aşkların içinde olanlar görünüşte nasıl böyle
canavarlar olabilir diye düşündüm; çünkü dünyada nefs sevgisi üzerine pek
düşünülmez, sadece dış meselelerde kibir denilen o coşkulu ruh hali üzerine
düşünülür ve sadece bu kadar aşikar olduğu için nefs sevgisi olarak kabul
edilir (555).
Benlik sevgisi, yalnızca kendine ve başkalarına,
yalnızca benlik uğruna, hatta kiliseye, kişinin ülkesine veya herhangi bir
insan topluluğuna iyilik dilemektir. Ayrıca, tüm bunlara yalnızca kişinin
kendi itibarı, onuru ve şanı için iyilik yapması; ve başkaları adına
yaptığı kullanımlarda bunlar görülmedikçe, kalbinden “Bu beni nasıl
ilgilendiriyor?” der.
Neden bunu yapmalıyım? Ondan ne alacağım? ve
bu yüzden yapmıyor. Açıktır ki, kendini seven kişi, kiliseyi, ülkesini
veya toplumu sevmez, herhangi bir yararı da sevmez, yalnızca kendisini
sever. Onun sevinci, yalnızca benlik sevgisinin sevincidir; ve
insanın yaşamını oluşturan sevgisinden kaynaklanan haz olduğu için, yaşamı
bencil bir yaşamdır; ve nefsin hayatı, insana ait olandan bir hayattır ve
insanın kendisine ait olan, kendi başına bakıldığında kötülükten başka bir şey
değildir (556).
Nefs sevgisinin ne olduğu, onu semavi aşkla
kıyaslayarak görülebilir. Göksel sevgi, insan tarafından kilise, ülkesi,
insan toplumu ve bir hemşehrisi adına yapılan kullanımlar için sevgi dolu
kullanımlardan veya mallar için mallardan oluşur; çünkü bu, Tanrı'yı
sevmek ve komşuyu sevmektir, çünkü tüm kullanımlar ve tüm mallar
Tanrı'dandır ve sevilmesi gereken komşudur. Ama bunları kendisi için
seven, onları yalnızca hizmetkar olarak sever, çünkü bunlar kendisine hizmet
eder; sonuç olarak, kilisenin, ülkesinin, insan topluluklarının ve
yurttaşlarının kendisine değil, kendisine hizmet etmesi kendini seven birinin
iradesidir (557).
Dünya sevgisine gelince: Nefs sevgisinden daha az
derecede semavi aşka karşı olan bir aşktır, çünkü onda gizli olan şerler daha
az şerdir. Dünya sevgisi, kişinin her türlü hile ile başkalarının
servetini kendine güvence altına almayı istemesi ve kalbini zenginliklere
bağlaması ve dünyanın onu kendisine çekmesine ve onu manevi sevgiden
uzaklaştırmasına izin vermesidir. komşuya ve dolayısıyla cennetten ve İlahi
olandan sevgi. Ama bu aşk çok yönlüdür. Bunlar yalnızken, yücelmek
için servet sevgisi vardır[31]
Servetin artması için şeref ve haysiyet sevgisi
vardır. Dünyada neşe veren çeşitli kullanımlar uğruna bir zenginlik
sevgisi vardır. Sırf zenginlik uğruna bir zenginlik sevgisi vardır ki bu
cimri bir sevgidir; ve benzeri. Zenginlik uğruna aranan amaca, onun
kullanımı denir (565).
Ayrıca, herhangi bir kimse, kilise, ülke, insan
toplumu ve bir kişinin hemcinsleri uğruna yaparken sevgi dolu kullanımlar ve
malların kalp zevkiyle hareket ettirilmesinden oluşan göksel aşkta olduğu
sürece, o kadar çok tarafından yönlendirilir. Rab, çünkü bu sevgi, Rab'bin
olduğu ve O'ndan olan sevgidir. Ancak herhangi bir kimse, kendisi için
yararlar ve mallar yapmaktan ibaret olan kendine aşık olduğu sürece, o kadar ki
kendisi tarafından yönetilir; ve herhangi biri kendi başına yönetildiği
sürece, Rab tarafından yönetilmez. Ve bundan da şu sonuç çıkar ki, kendini
seven kişi kendini İlahi Olan'dan, dolayısıyla cennetten de ayırır (558).
Nefs sevgisinin komşu sevgisinin zıddı olduğu her
ikisinin de kökeninden ve özünden anlaşılmaktadır. Kendini sevenin
komşusunun sevgisi kendinden başlar, çünkü herkesin kendisine komşu olduğunu
iddia eder; ve onunla bir yapan herkese merkez olarak ondan çıkar ve
onunla sevgi yoluyla bağlantılarının derecesine göre azalır. Bu çemberin
dışındakilerin tümü' hiçbir hesaba katılmaz; ve çevredekilere ve onların
kötülüklerine karşı olanlar, karakterleri ne olursa olsun, ne kadar akıllı,
dürüst, dürüst veya adil olursa olsun, düşman olarak kabul edilir. Ancak
komşuya yönelik manevi sevgi Rab ile başlar ve sevgi ve inançlarıyla O'na
bağlanan herkese merkez olarak O'ndan çıkar, sevgilerinin ve inançlarının
niteliğine göre ilerler.
Açıktır ki, başlangıcı insanda olan komşu sevgisi,
Rab'de başlayan komşu sevgisinin tam tersidir (558).
CENNETİ YAPAN İLAHİ RABBİNDİR
Toplu olarak alınan meleklere cennet denir, çünkü
onlar cenneti oluştururlar; ve yine de genel olarak ve özel olarak cenneti
yaratan, Rab'den akan, meleklere akan ve onlar tarafından kabul edilen İlahi
Olan'dır. Ve Rab'den çıkan İlah, sevginin iyiliği ve imanın gerçeği olduğu
için, melekler meleklerdir ve Rab'den iyiliğin ve gerçeğin alıcıları oldukları
ölçüde cennetlerdir.
Göklerde bulunan herkes, kendisinden hiçbir hayır
istemediğini, hiçbir şey yapmadığını, hakikate kendisinden değil, ancak
İlâhi'den, dolayısıyla Rab'den düşünmediğini ve inanmadığını bilir, inanır ve
hatta idrak eder; ayrıca kendisinden gelen iyinin iyi olmadığı ve
kendisinden gelen gerçeğin de gerçek olmadığı, çünkü bunlarda İlahi Olan'dan
yaşam yoktur. Dahası, en içteki semânın melekleri akını açıkça algılar ve
hissederler ve ne kadar çok alırlarsa kendilerini o kadar cennette sanırlar,
çünkü onlar aşkta ve imanda, akıl ve hikmet ışığında ne kadar çokturlar? , ve
ondan göksel sevinç içinde; ve tüm bunlar ortaya çıktığı için
Rab'bin İlâhi'dir ve bunlarda meleklerin cennetleri
vardır, cenneti yaratanın melekler veya kendilerine ait herhangi bir şey değil,
Rab'bin İlâhi olduğu açıktır.
Rab, gökte ve kilisede olanların Rab'de olduğunu ve
Rab'bin onların içinde olduğunu öğrettiğinde, şunları söyler:
Bütün bunlardan, Rab'bin kendisine ait olanda göğün
meleklerinde oturduğu ve böylece Rab'bin gökteki her şeyde her şey olduğu
görülebilir; ve bu, Rab'den gelen iyiliğin meleklerde Rab olması
nedeniyle, çünkü Rab'den olan Rab'dir; dolayısıyla meleklere cennet
Rab'den iyidir ve kendilerine ait bir şey değildir (7, 8, U, 12).
CENNETTE RABBİN İLAHİ ONA SEVGİDİR VE KOMŞULARA
KARŞI HAYATA
Rab'den çıkan İlahi, şimdi ortaya çıkacak bir nedenden
dolayı cennette İlahi hakikat olarak adlandırılır. Bu İlahi gerçek,
Rab'bin İlahi sevgisinden cennete akar. İlâhî aşk ve ondan İlâhî hak,
güneşin ateşi ve ondan dünyadaki nur, aşk güneşin ateşine benzemesi ve ondan
hakikat güneşten gelen nur gibi birbiriyle ilintilidir. Ayrıca, karşılık
olarak ateş, sevgiyi ve sevgiden çıkan hafif gerçeği ifade eder.
Bundan, Rab'bin sevgisinden kaynaklanan İlahi gerçeğin
ne olduğu açıktır - özünde İlahi hakikate bağlı İlahi iyiliktir ve bu kadar
birleşik olduğu için cennetteki her şeyi canlandırır; Tıpkı dünyada olduğu
gibi, güneşin ısısı ışıkla birleştiğinde, ilkbahar ve yaz aylarında meydana
gelen dünyadaki her şeyi verimli kılar. Isı ve ışık bir araya
gelmediğinde, yani ışık soğuk olduğunda durum farklıdır; o zaman her şey
uyuşuk hale gelir ve ölü bir şekilde yalan söyler. Meleklerde sıcağa
benzetilen bu İlâhî iyilik, sevginin iyiliğidir; ve ışığa benzetilen İlahi
gerçek, sevginin iyiliğinin içinden geldiği şeydir.
Cenneti cennet yapan ilahi aşktır, çünkü aşk ruhsal
birleşmedir. Melekleri Rab'be birleştirir ve onları birbirine bağlar,
onları öyle birleştirir ki, Rab'bin katında hepsi birdir. Üstelik aşk, her
insanın hayatının özüdür (esse); sonuç olarak hem melekler hem de erkekler
aşktan hayatlarını alırlar. Düşünen herkes bilir ki, insanın en derin
canlılığı sevgidendir, çünkü sevginin varlığından ısınır ve yokluğundan soğur
ve ondan yoksun kalınca ölür. Ancak, sevgisinin kalitesinin, her birinin
yaşam kalitesini belirleyen şey olduğu unutulmamalıdır.
Gökte iki ayrı sevgi vardır, Rab'be sevgi ve komşuya
sevgi, en içte veya üçüncü gökte Rab'be, ikinci veya orta gökte [35]
komşuya cennet aşkı. İkisi de Rab'den çıkar ve
ikisi de cenneti yaratır. Bu iki aşkın nasıl ayrı oldukları ve nasıl
birleştikleri gökte apaçık ışıkta görülür, ama dünyada sadece
belirsizdir. Cennette Rab'bi sevmek, O'nu kişiliğine göre sevmek değil,
O'ndan gelen iyiliği sevmektir; ve iyiyi sevmek, onu sevgiden istemek ve
yapmaktır; ve komşuyu sevmek, arkadaşını şahsına göre sevmek değil,
Söz'den gelen hakikati sevmektir; ve gerçeği sevmek, onu istemek ve
yapmaktır. Bu, bu iki sevginin iyi olarak ayrı olduğunu ve hakikatin ayrı
olduğunu ve iyinin hakikatle birleştiği gibi birleştiklerini açıkça ortaya
koymaktadır. Ama sevginin ne olduğu, iyiliğin ne olduğu ve komşunun ne
olduğu bilinmedikçe insanlar bunu pek anlayamaz (13, 14,15).
Rab'bin cennetteki İlahı sevgidir, çünkü sevgi, barış,
zeka, bilgelik ve mutluluk gibi cennetteki her şeyi kabul eder. Çünkü aşk,
kendisiyle uyumlu olan her şeyi ve her şeyi kabul eder; onları özlüyor,
onları arıyor ve onları sanki kendiliğinden içiyor, çünkü onlar tarafından
durmadan zenginleşmeyi ve yetkinleşmeyi arzuluyor. Bunu da insan çok iyi
bilir, çünkü aşk onunla birlikte belleğinin depolarını arar ve kendisiyle
uyumlu olan her şeyi dışarı çeker, onları kendi içinde ve altında toplar ve
düzenler - kendi içinde onlar onun olsunlar. kendi ve kendi altında, onun
hizmetkarları olsunlar; ve ona uymayan diğer şeyleri atar ve dışarı atar.
Aşkta, hakikatleri kendisiyle uyum içinde almak için
her kapasitenin mevcut olduğu ve onları kendi kendine birleştirme arzusunun
mevcut olduğu, dünyada saf fikirli olan bazı kişilerin cennete alınmış olması
gerçeğiyle açıkça ortaya konmuştur. ve onlar meleklerle birlikte olduklarında
meleksel bilgeliğe ve semavi kutsamaya geldiler ve iyiyi ve doğru olanı kendisi
için sevip onu hayatlarına yerleştirdikleri için ve böylece alma yeteneği
haline geldiler. orada tarifsiz olan her şeyle cennet. Ama kendini ve
dünyayı sevenlerin iyi ve doğru olanı alma kapasitesi yoktur; ondan
iğrenirler ve reddederler ve ilk dokunuşunda ve girişinde kaçarlar ve
kendilerini cehennemde kendileri gibi aşık olanlarla birleştirirler.
Göksel sevgide böyle yetenekler olduğundan şüphe duyan
ve bunun doğru olup olmadığını merak eden ruhlar vardı; bunun üzerine
onlar, o zamana karşı ne olursa olsun, semavi bir aşk durumuna bırakıldılar ve
meleksel bir cennetin olduğu bir mesafeye getirildiler ve oradan benimle
konuştular, daha fazla içsel bir mutluluk algıladıklarını söylediler.
muhtemelen kelimelerle ifade edebilirlerdi ve eski durumlarına geri dönmeleri
gerektiğine çok üzüldüler. Diğerleri cennete alındı; ve içsel olarak
ne kadar yüksek veya ne kadar yüceldilerse, o kadar çok akıl ve bilgeliğe kabul
edildiler, böylece daha önce kendileri için anlaşılmaz olanı algılamalarını
sağladılar. Bundan, Rab'den gelen sevginin cenneti ve içindeki her şeyi
kabul ettiği açıktır.
Rab'be duyulan sevginin ve komşuya olan sevginin tüm
İlahi gerçekleri içerdiği, Rab'bin Kendisinin bu iki sevgi hakkında
söylediklerinden açıkça anlaşılmaktadır:
“Kanun ve peygamberler” Sözün tamamıdır,
dolayısıyla tüm İlahi hakikattir (,18, 19).
TEMSİLCİLER VE GÖRÜNÜMLER CENNETTE
Sadece doğal ışıkla düşünen insan, cennette dünyada
olduğu gibi bir şey olduğunu idrak edemez; ve daha önce doğal ışıktan yola
çıkarak meleklerin zihinlerden başka bir şey olmadığı ve zihinlerin eterik
nefesler olduğu, insanlarınki gibi duyuları olmadığı, dolayısıyla gözleri
olmadığı fikrine yerleştiği ve gözler görme nesnesi yok; ve yine de bir
melek, bir insanın sahip olduğu tüm duyulara ve çok daha hassas duyulara
sahiptir; ve meleklerin gördüğü ışık, insanın gördüğü ışıktan çok daha
parlaktır (170).
Cennette meleklerin gördüğü nesnelerin mahiyeti birkaç
kelime ile anlatılamaz. Çoğunlukla yeryüzündeki şeyler gibidirler, ancak
formda çok daha mükemmel ve sayıca daha boldur (171).
Meleklerle birlikte olmama izin verildiğinde, benimle
ilgili şeyler dünyadakilerle tamamen aynı görünüyordu; ve o kadar açık ki,
dünyada ve bir kralın sarayında olmadığımı bilemezdim. İnsanla insan gibi
meleklerle de konuştum (174).
Yazışmalara göre meleklere görünen şeylerin neler
olduğunu göstermek için, örnek olması açısından burada bir tanesinden
bahsedeceğim. Akıllı olanlar tarafından her çeşit ağaç ve çiçeklerle dolu
bahçeler ve parklar görülür. Ağaçlar, kelimelerin tarif edebileceğinden
çok daha güzel, kemerli yaklaşımlar ve çevre yürüyüşleri ile çardaklar
oluşturmak için en güzel bir sırayla dikilir. Orada akıllılar yürür ve
çiçek toplar ve küçük çocukları süsledikleri çelenkler örerler. Kaldı ki
orada yeryüzünde hiç görülmemiş ve bulunamayacak türde ağaç ve çiçekler vardır
(176).
Hıristiyan dünyasından bilginlerin çoğu, ölümden sonra
kendilerini dünyada olduğu gibi bir bedende, giysilerde ve evlerde
bulduklarında şaşırırlar. Ve ölümden sonraki hayat, can, ruhlar, cennet ve
cehennem hakkında ne düşündüklerini hatırladıklarında, utanırlar ve aptalca düşündüklerini,
imanda basitlerin kendilerinden çok daha akıllı düşündüklerini itiraf ederler
(313).
MELEKLERİN GÖRÜNDÜĞÜ GİYSİLER
Melekler insan olduklarından ve insanlar yeryüzünde
olduğu gibi birlikte yaşadıklarından, onların elbiseleri, meskenleri ve diğer
benzer şeyleri vardır, ancak şu farkla ki, onlar daha mükemmel bir durumda
olduklarından, yanlarındaki her şey daha mükemmel bir durumdadır. Çünkü
meleklerin bilgeliği, insan bilgeliğini tarifsiz denecek derecede aştığı gibi,
melekler tarafından algılanan ve görülen her şey için de öyledir, çünkü onlar
tarafından algılanan ve görülen her şey onların bilgeliğine karşılık gelir
(177).
Meleklerin giydirildikleri elbiseler, diğer her şey
gibi onlara karşılık gelir; ve karşılık geldikleri için gerçek varoluşları
vardır. Giysileri akıllarına tekabül eder ve bu nedenle gökteki herkes
kendi zekasına uygun giyinmiş görünür; ve biri diğerinden daha zeki olduğu
için birinin giysileri diğerininkinden daha üstündür. En zekilerin
bazılarının alevle parlayan giysileri, diğerlerinin ise ışıkla parlayan
giysileri vardır; daha az zeki olanlar, parıldayan beyaz veya ışıltısız
beyaz giysilere sahiptir; ve daha az zeki olanlar çeşitli renklerde
giysilere sahiptir (178).
Gökte melekler giysilerle giyinmiş oldukları gibi,
dünyada görüldüklerinde, peygamberler tarafından görülenler ve Rab'bin kabrinde
görülenler ve gökte Yuhanna tarafından görülenler gibi, dünyada görüldüklerinde
giysilere bürünmüş olarak göründüler. Sadece giysi olarak görünmekle kalmaz,
gerçek giysilerdir, meleklerin onları hem görüp hem de hissettiklerinden, çok
sayıda giysiye sahip olduklarından ve onları giyip çıkardıklarından, onları
önemsedikleri gerçeğinden açıkça anlaşılmaktadır. kullanmayın ve ihtiyaç
duyduklarında tekrar takın. Birçok kez gördüğüm çeşitli giysilerle
giyinmişler. Giysilerini nereden aldıklarını sorduğumda, Rab'den onları
hediye olarak aldıklarını, bazen de farkında olmadan giydiklerini
söylediler. Ayrıca kıyafetlerinin hal değişikliklerine göre
değiştirildiğini, birinci ve ikinci halde kıyafetlerinin parlak ve parlak beyaz
olduğunu, üçüncü ve dördüncü halde ise biraz daha az parlak olduğunu söylediler
(181).
MELEKLERİN İKAMET YERLERİ VE KONUTLARI
Cennette topluluklar olduğu ve meleklerin insan olarak
yaşadığı gibi, onların da mesken yerleri vardır ve bunlar her birinin yaşam
durumuna göre farklılık gösterir. Daha yüksek itibarlı olanlar için
muhteşemler ve daha düşük durumda olanlar için daha az
muhteşemler. Meleklerle sık sık cennetteki mesken yerleri hakkında
konuştum ve günümüzde pek kimsenin onların meskenleri ve meskenleri olduğuna
inanmayacağını söyledim; kimisi onları görmedikleri için, kimisi
meleklerin insan olduğunu bilmedikleri için, kimileri de meleklerin göğünün
etraflarındaki gözlerle görülen cennet olduğuna inandıkları ve burası boş
göründüğü için meleklerin melekler olduğunu zannettikleri için. eterik
formlardır, eterde yaşadıkları sonucuna varırlar. Ayrıca, manevi dünyada
olduğu gibi manevi dünyada da böyle şeylerin nasıl olabileceğini anlamıyorlar,
çünkü manevi hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.
Melekler, bu gün dünyada böyle bir cehaletin hüküm
sürdüğünü bildiklerini söylediler. . . . Ayrıca, görülenler
insan olarak görüldüğünden, meleklerin insan olduğunun Söz'den bilinebileceğini
söylediler; ve tüm İnsanını yanına alan Rab, aynı şekilde
göründü. Meleklerin insan oldukları için meskenleri ve mesken yerleri
olduğu ve havada uçmadıkları da bilinebilir. . . . Çünkü
herkesin, meleklerin insan suretinde olduğu ve cennetin köşkleri denilen,
ihtişamı bakımından dünyevi meskenleri aşan evleri olduğu konusunda genel bir
fikri vardır (183).
Ancak deneyim kanıtını sunmak daha
iyidir. Meleklerle ne zaman yüz yüze konuşsam, onların meskenlerinde
bulundum. Bu meskenler tam olarak ev dediğimiz yeryüzündeki meskenler
gibidir ama daha güzeldir. İçlerinde çok sayıda oda, salon ve yatak odası
vardır; Ayrıca avlular, bahçeler, çiçek tarhları ve etrafta çimenler
var. Bir arada yaşadıkları yerlerde evleri birbirine yakın, bir şehir
şeklinde, caddeleri, sokakları ve meydanları ile yan yana dizilmiş, tıpkı
dünyadaki şehirler gibi. Onlardan geçmeme, her tarafa bakmama ve bazen eve
girmeme izin verildi (184).
Cennette anlatılamayacak kadar ihtişamlı saraylar
gördüm. Üstleri saf altından yapılmış gibi parıldıyor, altları ise değerli
taşlardan yapılmış gibi, bazıları diğerlerinden daha görkemliydi. İçinde
aynıydı. Odaları süsleyen süslemeleri anlatmak için hem kelimeler hem de
bilgiler yetersizdir. Güneye bakan tarafında parklar vardı, burada da her
şey parlıyordu, yer yer gümüşten yapılmış gibi parıldayan yapraklar, altından
yapılmış gibi meyveler; yataklarındaki çiçekler ise renkleriyle gökkuşağı
oluşturuyordu. Sınırların ötesinde, görünümün sona erdiği yerde başka
saraylar görüldü (185).
Meleklerin oturduğu evler, dünyadaki evler gibi inşa
edilmez, onlara Rab tarafından, herkese, iyi ve doğru algısına göre karşılıksız
olarak verilir. . . . Meleklerin sahip oldukları her şeyi
Rab'den aldıkları gibi tutarlar; ve ihtiyaçları olan her şey kendilerine
verilmiştir (190).
MELEKLERİN KONUŞMASI.
Melekler, tıpkı insanların dünyada yaptığı gibi
birbirleriyle ve çeşitli konularda, ev içi meselelerde ve medeni, ahlaki ve
manevi hayat meselelerinde konuşurlar. Ve konuşmalarının erkeklerinkinden
daha zeki olması dışında hiçbir fark yoktur, çünkü bu daha çok içsel düşünceden
kaynaklanmaktadır. Onlarla sık sık görüşmeme ve onlarla arkadaş gibi,
arkadaş gibi, bazen de yabancı olarak yabancı olarak konuşmama izin
verildi; ve o zamanlar onlarınki gibi bir durumda olduğum için,
yeryüzündeki erkeklerle konuştuğumdan başka bir şey bilmiyordum.
Melek konuşmasında, insan konuşmasında olduğu gibi,
belirgin sözcükler vardır; ayrıca işitilebilir bir şekilde söylenir ve
duyulur; çünkü meleklerin de insanlar gibi ağızları, dilleri ve kulakları
vardır ve ruhani olan meleklere uyarlanmış ruhani bir atmosfer olmasına rağmen,
konuşmalarının sesinin telaffuz edildiği bir atmosfere sahiptir. Bu
atmosferde melekler, insanların atmosferlerinde yaptığı gibi nefes alır ve
nefesleriyle sözler söylerler.
Bütün cennette hepsi aynı dile sahiptir ve yakın veya
uzak hangi topluma ait olurlarsa olsunlar hepsi birbirini anlar. Orada dil
öğrenilmez, herkes için içgüdüseldir, çünkü onların duygulanımlarından ve
düşüncelerinden, konuşmalarının duygulanımlarına karşılık gelen ses tonlarından
ve duygulanımlardan doğan düşünce fikirlerine karşılık gelen sözcükler olan ses
artikülasyonlarından kaynaklanır. ; ve bu yazışmadan dolayı konuşmanın
kendisi ruhanidir, çünkü o sevgi sesi ve düşünce konuşmasıdır (234-235).
CENNETTE İLAHİ İBADET
Göklerdeki İLAHİ ibadet, yerdeki ilâhî ibadetten
farklı değildir, fakat içte farklıdır. Yeryüzünde olduğu gibi göklerde de
öğretiler, vaazlar ve kilise yapıları vardır. Özünde doktrinler her yerde
aynıdır; ama yüksek göklerde, alt göklerdekinden daha fazla içsel bilgelik
içerirler. Vaazlar doktrinlerle uyumludur; ve evleri ve sarayları (n.
183-190) olduğu gibi, içinde vaazın olduğu kilise yapıları da vardır. Bu
tür şeyler cennette vardır, çünkü melekler bilgelik ve sevgide sürekli olarak
yetkinleşirler. Çünkü onlar, insanların sahip olduğu gibi, anlayışa ve
iradeye sahiptirler; ve hem anlayışları hem de iradeleri sürekli olarak
yetkinleştirilmeye muktedirdir, anlayış akıl hakikatleri vasıtasıyla, irade ise
sevgi nimetleri vasıtasıyla (221).
Ancak göklerdeki temel İlahi ibadet, kiliseye gitmek
ve vaazları dinlemek değil, doktrine göre sevgi, hayırseverlik ve inançla dolu
bir yaşamdır; Kiliselerdeki vaazlar sadece hayat meselelerinde bir eğitim
aracı olarak hizmet eder* Bu konuda meleklerle konuştum ve onlara dünyada ilahi
ibadetin sadece kiliseye gitmekten, vaazı dinlemekten, vaazı dinlemekten,
şeriatı yerine getirmekten ibaret olduğuna inanıldığını söyledim. Yılda üç veya
dört kez Akşam Yemeği'nin kutsal kılınması ve kilise tarafından öngörülen diğer
ibadetlerin yerine getirilmesi; ayrıca özel vakitleri namaza ayırmak ve
böyle zamanlarda ihlaslı davranmak. Melekler, bunların yapılması gereken
dışsal eylemler olduğunu, ancak doktrinin öğrettiği ilkelerle uyumlu bir yaşam
olan içsel bir yaşam olmadıkça hiçbir işe yaramayacaklarını söylediler (222).
MELEKLERİN CENNETTE İSTİHDAMLARI
A'daki görevleri sıralamak mümkün değildir, onları
ayrıntılı olarak tarif etmek daha da azdır, ancak genel bir şekilde onlar
hakkında bir şeyler söylenebilir; çünkü onlar
sayısızdır. . . . Orada her biri bir kullanım
gerçekleştirir, çünkü Rab'bin krallığı bir kullanımlar krallığıdır (387).
Yeryüzünde olduğu gibi göklerde de hizmetin birçok
şekli vardır, çünkü dini işler vardır, sivil işler vardır ve ev işleri
vardır. İlâhi ibadetin işlendiği, yukarıda anlatılan ve gösterilenlerde,
dini meselelere atıfta bulunulur; cennetteki hükümetlerin işlendiği sivil
işler ve meleklerin konutlarının ve evlerinin işlendiği ev işleri: bunların
hepsi, her semavi toplumda birçok iş ve hizmet olduğunu gösterir (388).
Dünyada Söz'ü seven ve onda gerçekler için hevesle
arayan, onur ya da kazanç için değil, yaşamın hem kendileri hem de başkaları
için yararları olan cennetteki kilise işleriyle
ilgilenenler. Cennettekiler, nur ve hikmet nurundadırlar, aşkları ve
kullanım arzuları ölçüsünde; ve bu bilgeliği, dünyadaki gibi doğal bir
Söz* olmayan, ancak ruhsal bir Söz olan gökteki Söz'den alırlar (bkz. yukarı,
n. 259). Bu bakanlar vaaz ofisinde; ve İlâhi düzene göre,
aydınlanmadan başkalarını hikmette üstün tutanlar, daha yüksek
mevkilerdedirler.
Dünyada ülkesini seven ve onun genel iyiliğini kendi
iyiliğinden daha çok seven ve adil ve doğru olanı sevmekten adil ve doğru olanı
yapanlar sivil işlerle ilgilenirler. Bunlar, sevgi şevkinden uzak, adalet
yasalarını araştırdıkları ve böylece akıllı hale geldikleri sürece, cennette bu
tür işlevleri yerine getirme yeteneğine sahiptirler.
Ayrıca cennette sayılabilecekten çok daha fazla işlev,
hizmet ve meslek vardır; dünyada kıyaslandığında çok az varken. Ancak
bu kadar çalışan ne kadar çok olursa olsun, hepsi işlerinin ve emeklerinin
zevkinden, kullanım sevgisindendir ve hiç kimse, benlik ya da kazanç
sevgisinden; ve hayatın tüm ihtiyaçları onlara karşılıksız olarak
verildiğinden, geçim için kazanma sevgisi yoktur. Karşılıksız
barındırılıyorlar, karşılıksız giydiriliyorlar ve karşılıksız
besleniyorlar. O halde, kendini ve dünyayı kullanmaktan çok sevenlerin
cennette pek bir şeyleri olmadığı açıktır; çünkü sevgisi ya da sevgisi
dünyadaki yaşamından sonra herkeste kalır (393).
Cennette herkes kendi işine gelir [46] yazışmalara
uygun olarak ve yazışmalar mesleğe göre değil, her bir mesleğin kullanımına
göre; çünkü her şeyin bir karşılığı vardır. Cennette, kullanımına
karşılık gelen işe veya mesleğe giren kişi, dünyada olduğu gibi aynı yaşam
koşulundadır; çünkü manevi olan ve doğal olan, yazışmalarla
birleştirir; yine de şu fark vardır ki, o zaman içsel bir hazza gelir,
çünkü içsel bir yaşam olan ruhsal yaşama girer ve bu nedenle göksel kutsamayı
daha fazla kabul eder (394).
CENNETTE ZENGİNLER
Cennete kabul hakkında çeşitli görüşler
vardır. Bazıları fakirlerin alınıp zenginlerin alınmadığı
görüşündedir; bazıları zengin ve fakirin eşit olarak
alındığını; bazıları zenginlerin ancak servetlerinden vazgeçerek ve fakirler
gibi davranarak elde edilebileceğini; ve tüm bu görüşlerin delilleri bu
Söz'de bulunur. Ama cennetle ilgili olarak zengin ile fakir arasında ayrım
yapanlar Sözü anlamazlar. Söz, kendi içinde ruhanidir, ancak mektupta
doğaldır; sonuç olarak, Söz'de herhangi bir ruhsal anlamı değil de
yalnızca gerçek anlamını görenler, birçok bakımdan, özellikle zenginler ve
yoksullar hakkında yanılıyorlar; örneğin zenginin cennete girmesi devenin
iğne deliğinden geçmesi kadar zordur; ve fakir oldukları için fakirlere
kolaydır, denildiği için [47]
Ancak, Söz'ün ruhsal anlamı hakkında herhangi bir şey
bilenler bunun aksini düşünürler; cennetin zengin ya da fakir, inanç ve
sevgi dolu bir hayat yaşayan herkes için olduğunu bilirler. Ancak, Söz'de
“zenginler” ile kimlerin kastedildiği ve “fakirlerin” kimler tarafından
kastedildiği aşağıda anlatılacaktır. Meleklerle çokça sohbet ve
muhabbetten, zenginlerin de fakirler kadar kolay cennete girdiklerini ve hiç
kimsenin servetinden dolayı cennetten çıkarılmadığını veya cennete alınmadığı
için kesinlikle bildiğimi öğrendim. onun yoksulluğu. Zengin de fakir de
cennettedir (357). ...
Başlamak için söylenmelidir ki, bir adam, fırsat
verildiği sürece zenginlik elde edebilir ve servet biriktirebilir, eğer bu
zanaat veya sahtekarlıkla yapılmadıysa; canını orada vermediği takdirde,
yiyecek ve içeceklerin lezzetlerinden zevk alabilmesi için; durumuna göre
saray gibi bir meskene sahip olabilsin, benzer durumda olan başkalarıyla ilişki
kurabilsin, sık sık eğlence yerlerinde bulunabilsin, dünya meseleleri hakkında
konuşabilsin ve tek kelimeyle, dıştan tam olarak bir erkek gibi yaşayabilsin.
Dünya; ve bütün bunlar, kendi içinde Tanrı hakkında olması gerektiği gibi
düşünmesi ve komşusuna karşı dürüst ve adil davranması koşuluyla, cennete girmesine
engel olmayacaktır.
Bütün bunlar, insanın dışsallığının hiçbir şey
başarmadığını, yalnızca dışsalın kaynağı olan içsel olduğunu
gösterir. Örneğin: Bir adam dürüst davranırsa ve yalnızca kanunlardan ve
itibarın ve dolayısıyla onur veya kazanç kaybından korktuğu için sahtekarlıktan
kaçınırsa ve bu korku onu dizginlemezse, elinden geldiğince başkalarını
dolandıracaksa; Böyle bir adamın işleri dışarıdan dürüst görünse de,
düşünce ve iradesi sahtekarlıktır; ve içten dürüst olmayan [48] ve sahtekar
olduğu için kendi içinde cehennemi vardır. Ama Allah'a ve komşusuna karşı
olduğu için dürüst davranan ve sahtekarlıktan kaçınan kişi, elinden gelse başka
birini dolandırmak istemez;' düşüncesi ve iradesi vicdandır ve kendi
içinde cenneti vardır. Bu ikisinin işleri dış görünüşte birbirine
benziyor, ama içlerinde tamamen farklılar (358).
Çünkü insan, başkaları gibi zâhirî olarak
yaşayabildiği, zenginleşebildiği, bol sofra kurabildiği, şık bir evde
oturabildiği, durumuna ve işlevine göre güzel elbiseler giyebildiği, zevk ve
zevkleri tadabildiği ve dünya işlerine girebildiği için. Tanrı'yı içsel
olarak kabul etmesi ve komşusuna iyilik dilemesi koşuluyla, mesleği ve işi ve
hem zihnin hem de bedenin yaşamı için, cennete giden yola girmenin birçok
kişinin inandığı kadar zor olmadığı açıktır. Tek zorluk, nefs ve dünya
sevgisine karşı koyabilmek ve onların hâkim hale gelmesini
engellemektir; çünkü bütün kötülüklerin kaynağı budur. Bunun
inanıldığı kadar zor olmadığı, Rab'bin bu sözleriyle kastedilmektedir,
Rab'bin boyunduruğu kolaydır ve O'nun yükü hafiftir,
çünkü bir adam kendini ve dünyayı sevmekten kaynaklanan kötülüklere direndiği
ölçüde benlik tarafından değil, Rab tarafından yönetilir; ve çünkü Rab
insandaki bu kötülüklere direnir ve onları ortadan kaldırır (359). .
Yoksullar cennete yoksulluklarından dolayı değil,
hayatlarından dolayı gelirler. İster zengin ister fakir olsun, herkesin
hayatı onu takip eder. Birinin diğerine tercihinde özel bir merhamet
yoktur; İyi yaşamış olan kabul edilir, iyi yaşamayan ise reddedilir. Ayrıca,
zenginlik kadar yoksulluk da insanı cennetten uzaklaştırır ve
uzaklaştırır. Fakirler arasında, kaderine razı olmayan, çok şey için cihad
eden, zenginliğin nimet olduğuna inanan niceleri
vardır; kazanamadıklarında ise çok tahrik olurlar ve ilahi takdir hakkında
kötü düşünceler beslerler; aynı zamanda sahip oldukları güzellikleri
başkalarına da kıskanırlar ve fırsat buldukça başkalarını dolandırmaya, pis
zevklere dalmaya herkes kadar hazırdırlar. Fakat bu, talihinden memnun,
işinde dikkatli ve gayretli, çalışmayı tembellikten daha çok seven, samimi ve
sadakatle hareket eden ve aynı zamanda Hıristiyan bir hayat yaşayan fakirler
için geçerli değildir (364). .
Bütün bunlar, zenginlerin de fakirlerin de, biri
diğeri kadar kolay cennete geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Fakirin
kolayca cennete, zenginin zorlukla gireceği inancı, zenginin ve fakirin
zikredildiği Söz'ün yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Söz'de, iyi
ve hakikate ilişkin bol miktarda bilgiye sahip olanlar, dolayısıyla Söz'ün
bulunduğu kilisede bulunanlar, ruhsal anlamda "bu bilgilerden yoksun olan
ve yine de onları arzulayan zenginler" ile kastedilmektedir. kilisenin
dışında ve Sözün olmadığı yerde, "fakir" (365) ile kastedilmektedir.
CENNETTE BİLGE VE BASİT
Bilgenin cennette basit olandan daha fazla görkem ve
saygınlığa sahip olacağına inanılır, çünkü Daniel'de şöyle denilir:
Ancak “akıllı” ve “birçoklarını doğruluğa çeviren”
kişilerle kastedilenin kim olduğunu çok az kişi biliyor. Yaygın inanç,
onların başarılı ve bilgili olarak adlandırılanlar, özellikle de kilisede
öğretmişler ve edinimlerde ve vaaz vermede diğerlerini geride bırakmış olanlar
ve daha da fazlası, aralarında birçoklarını imana çevirmiş olanlar olduğu
yönündedir. Dünyada bunların hepsi zeki olarak kabul edilir; yine de,
zekaları göksel zeka olmadıkça, bu sözlerde bahsedilenler cennetteki akıllılar
değildir. Bunun ne olduğu şimdi söylenecek (346).
Göksel zeka, bir amaç olarak dünyadaki herhangi bir
görkemle ya da cennetteki herhangi bir ihtişamla değil, ancak gerçeğin kendisinin
bir amaç olarak, içten bir şekilde etkilendikleri ve çoğunlukla etkilendikleri
gerçeğe duyulan sevgiden kaynaklanan içsel zekadır. sevindi (347). ... .
Dünyada akıl ve hikmet sahibi olan herkes, cennete
alınır ve her biri aklının ve hikmetinin niteliğine ve derecesine göre melek
olurlar. Çünkü insan dünyada kazandığı her şey kalıcıdır ve öldükten sonra
onu yanına alır (349). Gerçeği ve iyiyi, gerçek ve iyi uğruna seven herkes
cennete alınır; bu nedenle çok sevenlere bilge, az sevenlere basit denir. Gökte
bilgeler çok ışıkta, basitler daha az ışıkta, herkes iyiye ve gerçeğe olan
sevgisinin derecesine göredir (350).
Dünyada, ister kilisenin ve Sözün öğretileri ister
bilimlerin bilgisi olsun, çok fazla bilgiye sahip olanların, diğerlerinden daha
içsel ve keskin bir hakikat vizyonuna sahip olduklarına, yani, daha fazla
bilgiye sahip olduklarına inanılmaktadır. akıllı ve bilge; ve bu tür
kendileri hakkında bu görüşe sahipler. Ama gerçek akıl ve bilgeliğin ne
olduğu, sahte ve sahte akıl ve bilgeliğin ne olduğu şimdi aşağıda
anlatılacaktır.
Gerçek akıl ve bilgelik, doğruyu ve iyiyi görmek ve
sezmektir (351).
CENNETİN MUTLULUĞU
RAB'bin göğünün enginliği bununla da gösterilir ,
kilisenin içinde veya dışında doğmuş tüm çocuklar Rab tarafından evlat
edinilir ve melek olurlar; ve bunların sayısı dünyadaki tüm
insan ırkının dörtte veya beşte biri kadardır. İster kilise içinde
ister kilise dışında, ister dindar ister dinsiz ana babadan olsun, nerede
doğmuş olursa olsun, her çocuk öldüğünde Rab tarafından kabul edilir
ve cennette büyütülür ve iyiliğe yönelik sevgilerle öğretilir ve
aşılanır ve Bunlar aracılığıyla , ilahi düzene uygun olarak, hakikat
bilgileriyle, [52]
ve akılda kemale erdikçe ve hikmet göğe getirilip
melek olunca, yukarıda görülmektedir (n. 329-345). Bütün bunlardan, ilk
yaratılıştan günümüze kadar sadece bu kaynaktan türetilen cennetin meleklerinin
çokluğu hakkında bir sonuç çıkarılabilir (416).
Yine, Rab'bin göğünün ne kadar muazzam olduğu, güneş
sistemimizde gözle görülebilen tüm gezegenlerin dünya olduğu ve ayrıca bunların
tüm evrende sayısız ve hepsinin sakinleriyle dolu olduğu
anlaşılmaktadır. Bunlar, özellikle bu topraklarda (417) küçük bir çalışmada
ele alınmıştır.
CENNETTE KÜÇÜK ÇOCUKLAR
Sadece kilisede doğan çocukların cennete
gittiğine ve kiliseden doğanların cennete gitmediğine ve
bu nedenle kilisedeki çocukların vaftiz edilip vaftiz yoluyla
cennete inisiye edildiğine bazılarının inancıdır. kilisenin
inancı. Bunlar, hiç kimsenin vaftiz yoluyla cenneti veya imanı
almadığının farkında değildir ; çünkü vaftiz sadece insanın yeniden
doğması gerektiğine ve kilisede doğanların yeniden yaratılabileceğine dair
bir işaret ve anma içindir, çünkü Söz oradadır ve Söz'de yenilenmenin
gerçekleştirildiği İlahi gerçekler vardır ve orada yenileyen
Rab bilinir. Bu nedenle bilsinler ki, ister kilisede ister kilisenin
dışında, ister dindar anne babadan ister dinsizlerden olsun , nerede doğmuş
olursa olsun , her çocuk Rab tarafından kabul edilir ve cennette
yetiştirilir ve İlahi düzene göre öğretilir.
, [53]
ve iyi olana karşı sevgiyle ve bunlar aracılığıyla
doğru olanın bilgisiyle dolu; sonra da akıl ve hikmet eril olunca cennete
girer ve melek olur. Akılla düşünen herkes, herkesin cennet için
doğduğundan, kimsenin cehennem için doğduğundan emin olabilir ve insan
cehenneme girerse, kendisi suçludur; ama küçük çocuklar sorumlu tutulamaz
(329).
Çocuklar öldüklerinde, benzer bir çocuksu zihne,
cehalette benzer bir masumiyete ve her şeyde benzer bir şefkate sahip olarak,
diğer yaşamda hala çocukturlar. Onlar sadece melek olma kapasitesinin ilk
adımlarındadırlar, çünkü çocuklar melek değil, melek olurlar. Bu dünyadan
göçüp giden her biri diğerine aynı yaşam halinde girer, küçük bir çocuk küçücük
bir çocuk halinde, bir erkek çocuk erkek bir halde, bir genç, bir erkek, bir
yaşlı adam, bir devlet içinde. bir gencin, bir erkeğin veya yaşlı bir
adamın; ama daha sonra her birinin durumu değişir. Küçük çocukların
durumu, masumiyet içinde olmaları bakımından diğerlerinin durumunu aşar ve
kötülük henüz gerçek yaşam tarafından onlarda kök salmamıştır (330).
Çocukların öbür dünyadaki durumu, dünyadaki
durumlarını çok aşar, çünkü onlar dünyevi bir bedenle değil, meleklerin sahip
olduğu gibi bir bedenle giyinirler. Dünyevi beden kendi içinde maddedir ve
ilk duyumlarını ve ilk hareketlerini içsel ya da ruhsal dünyadan değil, dış ya
da doğal dünyadan alır; ve sonuç olarak bu dünyada çocuklara yürümeyi,
hareketlerini yönlendirmeyi ve konuşmayı öğretmek gerekir; ve hatta
duyuları, görme ve işitme gibi olmalı mı? kullanılarak
açılabilir. Diğer hayattaki çocuklar için durum böyle değil. Ruhlar
oldukları için, hemen içlerine göre hareket ederler, pratik yapmadan yürürler
ve ayrıca konuşurlar, ancak ilk başta henüz düşünce fikirlerine ayrılmamış
genel duygulanımlardan (331).
Ölümden hemen sonra gerçekleşen küçük çocuklar
diriltilir edilmez, cennete alınırlar ve beden hayatında çocukları şefkatle
seven ve aynı zamanda Tanrı'yı seven melek kadınlara emanet
edilirler. Bunlar, dünyadaki yaşamları boyunca tüm çocukları bir tür anne
şefkatiyle sevdikleri için, onları kendi çocukları gibi alırlar; çocuklar
ise, aşılanmış bir içgüdüyle onları kendi anneleri gibi severler (332).
Çocuklara cennette nasıl öğretildiği kısaca
anlatılacaktır. Hemşirelerinden konuşmayı öğreniyorlar. İlk
konuşmaları sadece bir sevgi sesidir; bu, düşünce fikirleri girdikçe
kademeli olarak daha belirgin hale gelir; çünkü duygulanımlardan gelen
düşünce fikirleri, tüm melek konuşmalarını oluşturur. Hepsi masumiyetten
kaynaklanan sevgilerine, önce gözlerinin önüne gelen ve zevk veren şeyler
aşılanır; ve bu şeyler ruhsal bir kökenden geldiği için, cennete ait
şeyler bir anda onların içine akar ve bu cennetsel şeyler vasıtasıyla onların
içleri açılır ve böylece her gün mükemmelleştirilirler. Bu ilk çağ
tamamlandığında başka bir cennete transfer edilirler ve orada ustalar
tarafından eğitilirler; ve benzeri (334).
Çocuklara öncelikle kapasitelerine uygun temsilciler
tarafından eğitim verilir. Bunlar güzeldir ve tüm inançların ötesinde,
içten gelen bilgeliklerle doludur. Bu şekilde, ruhunu iyiden alan bir akıl
onlara yavaş yavaş aktarılır. Orada, çocukların zihinlerine uyarlanmış
oyunlarda olduğu gibi, hakikatin bilgisine ve iyilik için sevgiye
yönlendirildikleri başka temsiller de vardır (335).
MUTLULUK
Hiçbir zaman şu anda cennetin ne olduğunu veya
cennetsel sevincin ne olduğunu bilmiyor. Bu konuyla ilgili herhangi bir
düşünceye sahip olanlar, bu konuda o kadar genel ve o kadar kaba bir fikre
sahiptiler ki, neredeyse hiçbir şey ifade etmiyor (395).
Bütün zevkler aşktan doğar, çünkü insan sevdiğini
zevkli bulur. Hiç kimse başka bir kaynaktan zevk almaz. Bundan, aşk
böyledir, zevk de böyledir. Bedenin ya da ten nurlarının tümü, benlik
sevgisinden ve dünya sevgisinden kaynaklanır; sonuç olarak bunlar şehvet
ve zevkleridir; ruhun ya da ruhun zevklerinin tümü sevgiden Rab'be ve
sevgiden komşuya doğru akarken, sonuç olarak bunlar iyiye, gerçeğe ve içsel tatminlere
yönelik sevgilerdir (396).
Cennetin kendisi o kadar zevklerle doludur ki, kendi
içinde mutluluk ve zevkten başka bir şey değildir; çünkü Rabbin İlahi
sevgisinden akan İlahi iyilik, genel olarak ve özel olarak oradaki herkes için
cenneti yaratan şeydir ve İlahi aşk, herkesin kurtuluşu ve herkesin mutluluğu
için bir özlemdir (397).
Cennetin zevkleri hem tarifsiz hem de
sayısızdır; ama sadece bedenin ya da etin zevki içinde olan kişi, bu
sayısız zevklerin tek bir tanesine dair hiçbir bilgiye veya inanca sahip olamaz
(398).
Cennetin lezzetinin ne kadar büyük olması gerektiği,
cennetteki herkesin zevklerini ve nimetlerini başkalarıyla paylaşmanın sevinci
olduğu gerçeğinden görülebilir; ve göklerdeki her şeyin karakteri böyle
olduğu için, cennetin zevkinin ne kadar ölçülemez olduğu açıktır. Göklerde
her şeyin herkesle ve herkesin herkesle bir payı olduğu yukarıda
gösterilmiştir. Böyle bir paylaşım, söylendiği gibi, Rab'be sevgi ve
komşuya karşı sevgi olan cennetin iki sevgisinden kaynaklanır; ve onların zevklerini
paylaşmak bu aşkların doğasında vardır. Rab sevgisi böyledir, çünkü
herkesin mutluluğunu istediği için sahip olduğu her şeyi herkesle paylaşma
sevgisidir. Rab'bi sevenlerin her birinde benzer bir sevgi vardır, çünkü
Rab onlardadır; ve bundan meleklerin zevklerinin karşılıklı olarak
paylaşılması gelir. Aşağıda göreceğimiz gibi, komşuya olan sevgi
aynıdır. Bütün bunlar gösteriyor ki, bu aşkların doğasında zevklerini
paylaşmak vardır.
Nefs ve dünya sevgilerinde durum başkadır. Benlik
sevgisi, başkalarından alır ve diğerlerinin tüm zevklerini çalar ve onu kendine
yönlendirir, çünkü o yalnızca kendi iyiliğini ister; dünya sevgisi ise
komşuya ait olana sahip olmak ister. Bu nedenle bu aşklar başkalarının
zevklerini yok eder; ya da paylaşma eğilimi varsa, bu başkaları için
değil, kendileri içindir (399).
Dünyada benimsenen bir görüşe göre, ilahi mutluluğun
başkaları tarafından kendilerine hizmet edilecek boş bir hayattan ibaret
olduğuna inanan bazı ruhlar vardı; ama onlara mutluluğun asla işten uzak
durmak ve bundan doyum almaktan ibaret olmadığı söylendi (403).
Kendilerinin diğerlerinden daha iyi eğitildiğini
düşünen ve cennetteki sevincin yalnızca Tanrı'yı övmek ve yüceltmekten ibaret olacağına ve bu
onların aktif yaşamları olacağına dünyaya inandıklarını söyleyen bazı ruhlar
vardı. Bunlara, Allah'ı övmenin ve övmenin tam anlamıyla faal bir hayat
olmadığı, bunun yerine Allah'ın dilemesinin faydalar yerine getirdikleri ve
dolayısıyla hayır işleri denilen iyi işlerin yapıldığı söylendi. Ancak melekler
bu sevincin en özgür olduğunu, çünkü bunun içsel bir sevgiden geldiğini ve
tarif edilemez bir zevkle birleştiğini ifade etseler de, onlar hayır işleriyle
göksel neşe hakkında herhangi bir fikri ilişkilendiremediler, sadece kulluk
hakkındaydılar (404).
Öteki hayata giren pek kimse, semavi saadet ve
mutluluğun ne olduğunu bilmez, çünkü içsel neşenin ne olduğunu bilmezler, onun
algısını yalnızca bedensel ve dünyevi mutluluk ve sevinçten türetirler; ve
sonuç olarak, aslında bedensel ve dünyevi sevinçlerin hiçbir değeri olmadığı
halde, bilmedikleri şeyleri bir hiç sayarlar (412).
Ama cennetin ve göksel sevincin doğasını öğrenebilmem
için, Rab tarafından göksel sevinçlerin zevklerini algılamama sık sık ve uzun
bir süre izin verildi; ama onların ne olduğunu yaşayarak bilmeme olanak
sağlanmış olsa da, onları hiç tanımlayamıyorum.
Sevinç ve tatminin de kalpten geldiğini
anladım. ... Tüm zevkimi bir başkasına aktarmak istediğimde, yerine daha
içsel ve daha dolu bir zevkin aktığını ve bunu ne kadar çok istersem, o kadar
çok içeri aktığını fark ettim; ve anladım ki, bu Rab'dendi (413).
Cennette olanlar, binlerce yıl yaşadıkça, daha neşeli
ve mutlu bir bahara doğru daha büyük bir ilerlemeyle, yaşamın baharına doğru
sürekli olarak ilerlemektedir; ve bu, sevgilerinin, sadakalarının ve
imanlarının büyümesine ve derecesine göre artacak şekilde, ebediyete
kadardır. Yaşlılıktan yıpranmış ve yaşlılıktan yıpranmış kadınlar, eğer
Rab'be imanla, komşuya iyilik yaparak ve bir kocayla mutlu bir evlilik sevgisi
içinde yaşadılarsa, yıllar geçtikçe gençliğin çiçeğine doğru ilerlerler. ve
erken kadınlık ve yeryüzünde görülen herhangi bir güzellik anlayışını aşan bir
güzelliğe ulaşır. ... Tek kelimeyle cennette yaşlanmak
gençleşiyor. Bu tür biçimler ya da bu tür güzellikler, Rab'be sevgiyle ve
komşuya karşı iyilik içinde yaşayanlar diğer yaşamda olurlar (414).
CENNETTE EVLİLİKLER
Cennet insan soyundan olduğu ve dolayısıyla melekler
her iki cinsiyetten olduğu ve yaratılıştan itibaren kadın erkek ve erkek kadın
için olduğu için, biri diğerine ait olduğu ve bu sevgi her ikisinde de doğuştan
olduğu için, bundan şu sonuç çıkar: Yeryüzünde olduğu gibi gökte de
evlilikler. Bu nedenle gökteki evliliklerin ne olduğu, yeryüzündeki
evliliklerden nasıl farklı oldukları ve neye benzedikleri şimdi söylenecektir
(366).
Cennette evlilik, ikisinin bir akılda
birleşmesidir. Önce bu bağlacın ne olduğu açıklanmalıdır. Akıl, biri
anlayış, diğeri ise irade olarak adlandırılan iki bölümden oluşur. Bu iki
parça bir bütün olarak hareket ettiğinde, bunlara tek zihin denir. Bunda
anlayış denen kısım koca gibi, irade denen kısım da kadın olarak hareket eder.
İnsanın iç dünyasına ait olan bu kavuşma, bedene ait
alt kısımlara geldiğinde aşk olarak algılanır ve hissedilir ve bu aşk evlilik
aşkıdır. Bu, evlilik aşkının kökeninin iki kişinin bir akılda
birleşmesinden geldiğini gösterir. Buna cennette birlikte yaşama
denir; ve iki' iki değil bir olarak adlandırılır. Böylece cennette
evli bir çiftten iki değil, bir melek olarak bahsedilir (367).
Dahası, zihinlerinin derinliklerinde karı kocanın
böyle bir birlikteliği onların yaratılışından gelir; çünkü erkek
entelektüel olmak, yani onun anlayışından düşünmek için, kadın ise şefkatli
olmak, yani kendi iradesinden düşünmek için doğar; ve bu, her birinin
eğiliminden veya doğal eğiliminden, ayrıca biçiminden de
bellidir; mizaçtan, bunda erkek akılla, kadın sevgiyle hareket
eder; adamın daha sert ve daha az güzel bir yüze, daha derin bir sese ve
daha sert bir vücuda sahip olduğu formdan; kadın daha pürüzsüz ve güzel
bir yüze, daha yumuşak bir sese ve daha yumuşak bir vücuda
sahipken. Anlama ile irade arasında veya düşünce ile duygulanma arasında
benzer bir fark vardır (368).
Erkek olsun kadın olsun herkes bir anlayışa ve iradeye
sahiptir; ama erkekte anlayış baskındır ve kadında irade baskındır ve
karakter baskın olan tarafından belirlenir. Yine de göksel evliliklerde
üstünlük yoktur; Çünkü kadının iradesi aynı zamanda kocanın iradesidir ve
kocanın anlayışı da kadının anlayışıdır, çünkü her birinin sevgisi diğeri gibi,
yani karşılıklı ve karşılıklı olarak istemek ve düşünmektir. Böylece bire
birleşmişlerdir. Bu birleşme, fiili birleşmedir, çünkü kadının iradesi
kocanın [60] çetesinin anlayışına ve kocanın anlayışı da karının iradesine
girer ve bu özellikle birbirlerinin yüzlerine baktıklarında; çünkü
yukarıda defalarca söylendiği gibi, özellikle karı koca arasında, birbirlerini
sevdikleri için göklerde bir düşünce ve sevgi paylaşımı vardır. Bu,
evliliği yapan ve cennette evlilik sevgisini yaratan zihinlerin birleşiminin ne
olduğunu, yani kişinin kendisine ait olan her şeyin başkaları olmasını
istemesini ve bunun karşılıklı olarak ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır
(369).
Bana melekler tarafından, evli bir çiftin çok yapışık
oldukları sürece evlilik aşkı içinde oldukları söylendi (370).
Birinin diğerine hakim olma aşkı, evlilik aşkını ve
onun ilahi zevkini tamamen ortadan kaldırır, çünkü yukarıda söylendiği gibi,
evlilik aşkı ve hazzı, karşılıklı ve karşılıklı olarak birinin diğerinin
iradesinde bulunmasından ibarettir. Bu, evlilikte egemenlik sevgisi
tarafından yok edilir, çünkü egemen olan kişi, yalnızca kendi iradesinin
diğerinde olmasını ve diğerinin iradesinin hiçbirinin karşılıklı olarak
kendisinde olmasını istemez.
Biri istediğinde ya da sevdiğinde, diğerinin
istediğini ya da sevdiğini, her birinin özgürlüğü vardır, çünkü tüm özgürlük
sevgidendir; ama egemenliğin olduğu yerde kimsenin özgürlüğü
yoktur; biri kuldur, diğeri de kuldur, çünkü hükmetme şehvetiyle kul
olarak yönetilir (380). '
En içteki cennette gerçek evlilik sevgisi vardır,
çünkü oradaki melekler iyi ile gerçeğin evliliğinde ve ayrıca masumiyettedir.
Cennetteki meleklerin tüm güzelliklerini evlilik
aşkından aldığı söylenir (382).
Cennetteki evlilikler, dünyadaki evliliklerden, çocuk
doğurma, dünyadaki evliliklerin amaçlarından biri olduğu, ancak cennetteki
evliliklerin değil, çünkü cennette iyiliğin ve gerçeğin üremesi, çocukların
üremesinin yerini aldığı için farklıdır.
Bütün bunlar, gökteki evliliklerin yeryüzündeki
evlilikler gibi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Cennette evlilikler
ruhsaldır ve tam anlamıyla evlilikler olarak adlandırılamazlar, ancak iyi ile
gerçeğin birleşiminden oluşan zihinlerin birleşimi olarak
adlandırılabilirler. Ama yeryüzünde evlilikler vardır, çünkü bunlar
yalnızca ruhtan değil, aynı zamanda bedendendir. Ve cennette evlilik
olmadığı için, oradaki eşlere karı-koca denmez; ancak iki zihnin bir
zihinde birleştirilmesine ilişkin meleksel fikirden, her bir eş, diğerini,
karşılıklı ve karşılıklı olarak, kendi adını ifade eden bir adla belirtir. Bu,
Rab'bin evlenme ve evlilik verme konusundaki sözlerinin (Luka xx. 35, 36) nasıl
anlaşılması gerektiğini gösterir (382).
CENNETTE IŞIK
İfşaat vardır göklerde ışık vardır, yalnız doğadan
düşünenler anlayamaz; ve yine de göklerdeki ışık öyledir ki, dünyanın
öğlen ışığını birçok derece aşar. Akşamları ve geceleri bile sık sık
gördüğüm o ışık. İlk başta, meleklerin bu dünyanın ışığının, cennetin
ışığına kıyasla bir gölgeden biraz daha fazla olduğunu söylediklerini
duyduğumda merak ettim; ama onu gördükten sonra bunun böyle olduğuna
tanıklık edebilirim. Gök nurunun nuru ve nuru anlatılamayacak kadar
çoktur. Göklerde gördüğüm her şey o ışıkta görüldü, dolayısıyla bu
dünyadaki şeylerden daha açık ve seçik.
Göğün ışığı, dünyanın ışığı gibi doğal bir ışık değil,
ruhsal bir ışıktır, çünkü bir güneş olarak Rab'dendir ve o güneş İlahi Sevgidir
(126, 127).
CENNETTE UZAY.
Cennetteki tüm şeyler tıpkı dünyadaki gibi, yerinde ve
boşlukta görünürler, ancak meleklerin yer ve mekan hakkında hiçbir fikri veya
fikri yoktur. Bunun bir paradoks gibi görünmesi gerektiğinden, büyük önem
taşıdığı için konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışacağım.
Manevi dünyadaki tüm yer değişiklikleri, iç mekanların
durum değişikliklerinden etkilenir, bu da yer değişikliğinin durum
değişikliğinden başka bir şey olmadığı anlamına gelir.
Aynı nedenle, gökler de birbirinden farklıdır, ayrıca
her cennetin toplumları ve her toplumdaki bireyler; ayrıca cehennemler tam
tersi durumda oldukları için cennetten tamamen ayrılmıştır.
Yine aynı nedenle, manevi dünyada bir başkasının
mevcudiyetini yoğun bir şekilde arzulayan herhangi biri, onun huzuruna gelir,
çünkü onu düşüncede görür ve kendini onun durumuna sokar; ve tersine, kişi
ondan hoşlanmadığı ölçüde diğerinden ayrılır. Ve her türlü tiksinti, sevginin
zıtlığından ve düşünce anlaşmazlığından kaynaklandığı için, o dünyada ne zaman
birkaç kişi bir yerde bir araya gelseler, anlaştıkları sürece [birbirlerine]
görünürler, ancak anlaşamadıkları anda ortadan kaybolurlar.
Yine, bir kimse bir yerden başka bir yere, ister kendi
şehrinde, ister mahkemelerde veya bahçelerde, isterse de kendi toplumu dışında
başka bir yere gittiğinde, canı gönülden istediğinde daha çabuk varır,
istediğinde daha çabuk ulaşır. aynı kalsa da, yolun kendisi arzuya göre uzar ve
kısalır. Bunu sık sık hayretle gördüm. Bütün bunlar, mesafelerin ve
dolayısıyla uzayların, meleklerin iç durumlarıyla nasıl tamamen uyum içinde
olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır; ve böyle olunca da, dünyadaki
kadar boşluklar olsa da, hiçbir mekan kavramı veya fikri onların düşüncelerine
giremez (191-195).
Bu çalışmada cennet, ruhlar dünyası ve cehennem
hakkında söylenenler, ruhsal gerçekleri öğrenmeye ilgisi olmayanlar için
anlaşılmaz olacak, ancak böyle bir ilgisi olanlar ve özellikle de olanlar için
açık olacaktır. hakikat uğruna hakikate sevgi duyanlar, yani hakikati hakikat
olduğu için sevenler; çünkü o zaman sevilen her şey zihnin düşüncesine
ışıkla girer, özellikle sevilen hakikat, çünkü tüm hakikat ışıktadır (603).
LIFE AFTER DEATH
BY
EMANUEL SWEDENBORG
PREFATORY
NOTE
THIS
little brochure is compiled from Emanuel Swedenborg’s great work entitled
“Heaven and Its Wonders and Hell.”
The
compilation was started to help an invalid recognize more easily the truths
about the other World which Swedenborg so clearly sets forth. It is now
presented in permanent form, believing that those to whom these truths are
familiar will love them even better on seeing them here, and that others to
whom they are new may wish to learn more about the larger work. The translation
is that of John Curtis Ager as published by the American Swedenborg Printing
& Publishing Society. Those portions have been selected which the average
reader will find responding to his many questions concerning life after the
death of the body. Of the larger work the Translator makes this comment:
“It
might be inferred from the title of this work that it deals simply with the
phenomena of the spiritual world and its three distinct regions. But it will be
seen that in its deeper meaning and purpose it sets forth the true relations
and the disordered relations between man and man, or the heavenly life and the
infernal life as exhibited in human experience everywhere.”
The
numerals at the close of each paragraph indicate the paragraph numbers of the
larger work.
E.
A. H.
LIFE
AFTER DEATH
THAT
it might be made clear that man lives after
death and enters in accordance with his life in the world either heaven
or hell, many things have been disclosed to me about the state of man after
death, which will be presented in due order in the following pages (317).
THE
RESUSCITATION OF MAN FROM THE DEAD AND HIS ENTRANCE INTO ETERNAL LIFE
WHEN
the body is no longer able to perform ’ ’ the bodily functions in the natural
world that correspond to the spirit’s thoughts and affections, which the spirit
has from the spiritual world, man is said to die. This takes place when the
respiration of the lungs and the beatings of the heart cease. But the man does
not die; he is merely separated from the bodily part that was of use to him in
the world, while the man himself continues to live. It is said that the man
himself continues to live since man is not a man because of his body but
because of his spirit, for it is the spirit that thinks in man, and thought
with affection is what constitutes man. Evidently, then, the death of man is
merely his passing from one world into another. And this is why in the Word in its
internal sense “death” signifies resurrection and continuation of life (445).
After
the separation the spirit of man continues in the body for a short time, but
only until the heart’s action has wholly ceased. As soon as this motion ceases
the man is resuscitated; but this is done by the Lord alone. Resuscitation
means the drawing forth of the spirit from the body, and its introduction into
the spiritual world; this is commonly called the resurrection (447).
That
the spirit of man, when it has been loosed from the body, is still a man and in
a like form, has been proved to me by the daily experience of many years; for I
have seen such and have listened to them a thousand times (456).
MAN
AFTER DEATH IS IN A COMPLETE HUMAN FORM
THAT
angels are human forms, or men, has been seen by me a thousand times. I have
talked with them as man with man, sometimes with one, sometimes with many
together; and I have seen nothing whatever in their form different from the
human form; and have frequently been surprised to find them such. And that this
might not be said to be a delusion or a vision of fancy, I have been permitted
to see angels when fully awake or in possession of all my bodily senses, and in
a state of clear perception (74).
From
all my experience, which is now of many years, I am able to state that angels
are wholly men in form, haying faces, eyes, ears, bodies, arms, hands, and
feet; that they see and hear one another, and talk together, and in a word lack
nothing whatever that belongs to men except that they are not clothed in
material bodies. I have seen them in their own light, which exceeds by many
degrees the noonday light of the world, and in that light all their features
could be seen more distinctly and clearly than the faces of men are seen on the
earth. It has also been granted me to see an angel of the inmost heaven. He had
a more radiant and resplendent face than the angels of the lower heavens. I
observed him attentively, and he had a human form in all completeness (75).
Good
spirits, with whom I have spoken about this matter, have been deeply grieved at
such ignorance in the church about the condition of heaven and of spirits and
angels; and in their displeasure they charged me to declare positively that
they are not formless minds nor ethereal breaths, but are men in very form, and
see, hear, and feel as fully as those who are in this world ( 77). _
That
in respect to his interiors man is a spirit can be seen from the fact that
after his separation from the body, which takes place when he dies, man goes on
living just as before. That I might be convinced of this I have been permitted
to talk with nearly every one I had ever known in their life in the body; with
some for hours, with some for weeks and months, and with some for years, and
this chiefly that I might be sure of it and might testify to it (437).
It
is a matter of importance to know that every one’s human form after death is
the more beautiful in proportion as he has more interiorly loved Divine truths
and lived according to them; for every one’s interiors jire both opened and
formed in accordance with his love and life; therefore the more interior the
affection is the more like heaven it is, and in consequence the more beautiful
the face is. This is why the angels in the inmost heaven are the most
beautiful, for they are forms of celestial love (459).
AFTER
DEATH MAN IS POSSESSED OF EVERY SENSE, AND OF ALL THE MEMORY, THOUGHT, AND
AFFECTION, THAT HE HAD IN THE WORLD, LEAVING NOTHING BEHIND EXCEPT HIS EARTHLY
BODY
IT
has been proved to me by manifold experience A that when man passes from the
natural world into the spiritual, as he does when he dies, he carries with him
all his possessions, that is, every thing that belongs to him as a man, except
his earthly body. For when man enters the spiritual world or the life after
death, he is in a body as he was in the world, with no apparent difference,
since he neither sees nor feels any difference. But his body is then spiritual,
and thus separated or purified from all that is earthly; and when what is
spiritual touches or sees what is spiritual, it is just the same as when what
is natural touches or sees what is natural. So when a man has become a spirit
he does not know that he has died, but believes that he is in the same body
that he had in the world.
Moreover,
a man’s spirit enjoys every sense, both outer and inner, that he enjoyed in the
world; he sees as before, he hears and speaks as before, smells and [12]
tastes, and when touched, he feels the touch as before; he also longs, desires,
craves, thinks, reflects, is stirred, loves, wills, as before; and one who
takes delight in studies, reads and writes as before. In a word, when a man
passes from one life into the other, or from one world into the other, it is
like passing from one place into another, carrying with him all things that he
had possessed in himself as a man; so that by death, which is only the death of
the earthly body, man cannot be said to have lost any thing really his own.
Furthermore,
he carries with him his natural memory, retaining every thing that he has
heard, seen, read, learned, or thought, in the world from earliest infancy even
to the end of life (461).
That
when a man leaves the world he takes with him all his memory has been shown to
me in many ways, and many of the things I have seen and heard are worthy of
mention, some of which I will relate in order. There were some who denied their
crimes and villanies which they had perpetrated in the world; and in
consequence, that they might not be believed innocent, all their deeds were
disclosed and reviewed from their memory in order, from their earliest to their
latest years. There were some who had deceived others by wicked arts and had
committed thefts. The deceits and thefts of these were also enumerated in
detail, many of which were known to scarcely any in the world except
themselves. These deeds they confessed, because they were plainly set forth,
with every thought, intention, pleasure, and fear which occupied their minds at
the time.
There
were others who had accepted bribes, and had rendered venal judgments, who were
similarly explored from their memory, and from it every thing they had done
from the beginning to the end of their office was reviewed. Every detail in
regard to what and how much they had received, as well as the time, and their
state of mind and intention, were brought to their recollection. . . .
Moreover, I have learned from a man’s memory, when it was seen and inspected by
angels, what his thoughts had been for a month, one day, after another, and
this without mistake, the thoughts being recalled just as they arose from day
to day.
From
these examples it can be seen that man carries with him all of his memory, and
that nothing can be so carefully concealed in the world as not to be disclosed
after death, which is done in the presence of many, according to the Lord’s
words:
In
disclosing his acts to a man after death, the angels to whom the office of
searching is assigned look into his face. ... I know that all this sounds like
a paradox, and is difficult to believe; but still it is true. Let no one
believe, then, that there is any thing that a man has ever thought in himself
or done in secret that can be concealed after death; but let him believe that
all things and each single thing are then made as clear as day (463).
Men
that are in love to the Lord and charity toward the neighbor have with them and
in them during their life in the world angelic intelligence and wisdom, but it
is then stored up in the inmosts of the inner memory; and they are not at all
conscious of it until they put off corporeal things. Then the natural memory is
laid asleep and they awake into their inner memory, and then gradually into
angelic memory itself (467).
And
yet there is a great difference between man’s life in the spiritual world and
his life in the natural world, in regard both to his outer senses and their
affections and his inner senses and their affections. Those that are in heaven
have more exquisite senses, that is, a keener sight and hearing, and also think
more wisely, than when they were in the world; for they see in the light of
heaven, which surpasses by many degrees the light of the world (462).
They
wished me to say that they were not dead, but were living as men the same as
before, and had merely migrated from one world into the other, and were not
aware of having lost any thing, since they had a body and its senses just as
before, also understanding and will just as before, with thoughts and
affections, sensations and desires, like those they had in the world.
Most
of those who had recently died, when they saw themselves to be living men as
before, and in a like state (for after death every one’s state of life is at
first such as it was in the world, but there is a gradual change in it either
into heaven or into hell), were moved by new joy at being alive, saying that
they had not believed that it would be so. They greatly wondered that they should
have lived in such ignorance and blindness about the state of their life after
death. . . . Then they began to see the cause of that blindness and ignorance,
which is, that external things relating to the world and the body had so
occupied and filled their minds that they could not be raised into the light of
heaven (312).
MAN
AFTER DEATH IS SUCH AS HIS LIFE HAD BEEN IN THE WORLD
EVERY
Christian knows from the Word that every ' one’s life continues the same after
death; for it is there said in many passages that man will be judged and
rewarded according to his deeds and works; and no one who thinks from good and
from real truth can help seeing that he who lives well goes to heaven and that
he who lives wickedly goes to hell. But the evil man is unwilling to believe
that his state after death is according to his life in the world; he thinks
instead, especially when he is sick, that heaven is granted to every one out of
pure mercy, whatever his life may have been, and that this is done in accord
with his faith, which he separates from life.
That
man will be judged and rewarded according to his deeds and works is declared in
many passages in the Word, some of which I will here quote:
In
foretelling the last judgment the Lord recounts nothing but works, teaching
that those that have done good works will enter into eternal life. ... It is
clear that works and deeds constitute the outward life of man, and that the
quality of his inward life is made evident in them (470, 471).
But
by deeds and works, what they are inwardly is here meant, and not the way they
outwardly appear; for every one knows that every deed and work goes forth from
the man’s will and thought; otherwise it would be nothing but a movement like
that of an automaton or image. Consequently, a deed or work viewed in itself is
merely an effect that derives its soul and life from will and thought, even to
the extent that it is nothing but will and thought in effect, and thus is will
and thought in outward form.
From
this it follows that a deed or work is the same in quality as the will and
thought that produce it. If the thought and will are good the deeds and works
are good; but if the thought and will are evil the deeds and works are evil,
although in outward appearance they are the same. A thousand men may act in the
same way, that is, may do like deeds, so alike in outward form as to be almost
indistinguishable, and yet each one regarded in itself be different, because
from a different will.
For
example, when one acts honestly and justly with a companion, one person may do
it for the purpose of appearing to be honest and just out of regard to himself
and his own honor; another out of regard to the world and gain; a third out of
regard to reward and merit; a fourth out of regard to friendship; a fifth from
fear of the law and the loss of reputation or employment (472).
WHAT
THE WORLD OF SPIRITS IS
THE
world of spirits is not heaven, nor is it hell, but it is the intermediate
place or state between the two; for it is the place that man first enters after
death; and from which after a suitable time he is either raised up into heaven
or cast down into hell in accord with his life acquired in the world.
The
world of spirits is both an intermediate place between heaven and hell and an
intermediate state of the man after death. It has been shown to me not only
that it is an intermediate place, having the hells below it and the heavens
above it, but also that it is an intermediate state, since so long as man is in
it he is not yet either in heaven or in hell. The state of heaven in man is the
conjunction of good and truth in him; and the state of hell is the conjunction
of evil and falsity in him. Whenever good in a man-spirit is conjoined to truth
he comes into heaven, because that conjunction, as just said, is heaven in him;
but whenever evil in a man-spirit is conjoined with falsity he comes into hell,
because that conjunction is hell in him. That conjunction is effected in the
world of spirits, man then being in an intermediate state (421, 422).
In
the world of spirits there are vast numbers, because the first meeting of all
is there, and all are there explored and prepared. The time of their stay in
that world is not fixed. . . . How man is led in that world from one state into
another and prepared shall now be told.
As
soon as men after death enter the world of spirits the Lord clearly
discriminates between them; and the evil are at once attached to the infernal
society with which they were united by their ruling love while in [18] the
world; and the good are at once attached to the heavenly society with which
they were united while in the world by their love, charity, and faith. But
although they are thus divided, all that have been friends and acquaintances in
the life of the body, especially wives and husbands, and brothers and sisters,
meet and converse together whenever they so desire. I have seen a father
talking with six sons, whom he had recognized, and have seen many others with
their relatives and friends (426, 427).
The
state of man’s spirit that immediately follows his life in the world being
such, he is then recognized by his friends and by those he had known in the
world; for this is something that spirits perceive not only from one’s face and
speech but also from the sphere of his life when they draw near. Whenever any
one in the other life thinks about another he brings his face before him in
thought, and at the same time many things of his life; and when he does this
the other becomes present, as if he had been sent for or called. This is so in
the spiritual world because thoughts there are shared, and there is no such
space there as in the natural world. So all, as soon as they enter the other
life, are recognized by their friends, their relatives, and those in any way
known to them; and they talk with one another, and afterward associate in
accordance with their friendships in the world. I have often heard that those
that have come from the world were rejoiced at seeing their friends again, and
that their friends in turn were rejoiced that they had come. Very commonly
husband and wife come together and congratulate each other, and continue
together, and this for a longer or shorter time in accord with their delight in
living together in the world. If they had not been united by a true marriage love,
which is a conjunction of minds by heavenly love, after remaining together for
a while they separate (494).
THE
FIRST STATE OF MAN AFTER DEATH
THERE
are three states that man passes through after death before he enters either
heaven or hell. The first state is the state of his exteriors, the second state
the state of his interiors, and the third his state of preparation. These
states man passes through in the world of spirits.
In
regard to the first state, which is the state of the exteriors, it is that which
man comes into immediately after death. Every man, as regards his spirit, has
exteriors and interiors. The exteriors of the spirit are the means by which it
adapts the man’s body in the world, especially the face, speech, and movements,
to fellowship with others; while the interiors of the spirit are what belong to
its own will and thought; and these are rarely manifested in face, speech, and
movement. For man is accustomed from childhood to maintain a semblance of
friendship, benevolence, and sincerity, and to conceal the thoughts of his own
will, thereby living from habit a moral and civil life in externals, whatever
he may be internally.
The
first state of man after death resembles his state in the world, for he is then
likewise in externals, having a like face, like speech, and a like disposition,
thus a like moral and civil life. . . . Thus is one life continued into the
other, and death is merely the passing from one to the other (491-493).
As
the life of spirits recently from the world is not unlike their former life,
and as they know nothing about the state of life after death and nothing about
heaven and hell except what they have learned from the sense of the letter of
the Word and preaching from it, they are at first surprised to find themselves
in a body and in every sense that they had in the world, and seeing the same
things; and they become eager to know what heaven is, what hell is, and where
they are. Therefore their friends tell them about the conditions of eternal
life, and take them about to various places and into various companies, and
sometimes into cities, and into gardens and parks, showing them chiefly such
magnificent things as delight the external senses and faculties, which are then
active.
Nearly
all are anxious to know whether they will get to heaven. Most of them believe
that they will, because of their having lived in the world a moral and civil
life, never considering that the bad and the good live a like life outwardly,
alike doing good to others, attending public worship, hearing sermons, and
praying; and wholly ignorant that external deeds and external acts of worship
are of no avail, but only the internals from which the externals proceed. There
is hardly one out of thousands who knows what internals are, and that it is in
them that man must find heaven and the church. Still less is it known that
outward acts are such as the intentions and thoughts are, and the love and
faith in these from which they spring (495).
This
first state of man after death continues with some for days, with some for
months, and with some for a year. ... In the spiritual world no one is
permitted to think and will in one way and speak and act in another (498).
THE
SECOND STATE OF MAN AFTER DEATH
THE
second state of man after death is called the state of his interiors, because
he is then let into the interiors of his mind, that is, of his will and
thought; while his exteriors, which he has been in during his first state, are
laid asleep. Whoever gives any thought to man’s life and speech and action can
see that every one has exteriors and interiors, that is, exterior and interior
thoughts and intentions. This is shown by the fact that in society one thinks
about others in accordance with what he has heard and learned of them by
intercourse or conversation; but he does not talk with them in accordance with
his thought; and if they are evil he nevertheless treats them with civility.
That this is so is seen especially in the case of pretenders and flatterers,
who speak and act in one way and think and will in a wholly different way; also
in the case of hypocrites, who talk about God and heaven and the salvation of
souls and the truths of the church and their country’s good and their neighbor
as if from faith and love, although in heart they believe otherwise and love
themselves alone.
All
this makes clear that there are two kinds of thought, one exterior and the
other interior; and that there are those who speak from exterior thought, while
from their interior thought they have other sentiments, and that these two
kinds of thought are kept separate, and the interior is carefully prevented
from flowing into the exterior and becoming manifest in any way. All this has
been said to make known that every man has interior thought and exterior
thought, and that these are distinct from each other (499).
When
the first state, which is the state of the ex-teriors treated of in the
preceding chapter, has been passed through, the man-spirit is let into the
state of his interiors, or into the state of his interior will and its thought,
in which he had been in the world when left to himself to think freely and
without restraint (502).
In
this state the spirit thinks from his very will, thus from his very affection, or
from his very love: and thought and will then make one (503).
All
men without exception are let into this state after death, because it is their
spirit’s own state. The former state is such as the man was in regard to his
spirit when in company; and that is not his own state (504). .
All
that have lived a good life in the world and have acted from conscience, who
are such as have acknowledged the Divine and have loved Divine truths,
especially such as have applied those truths to life, seem to themselves, when
let into the state of their interiors, like one aroused from sleep into full
wakefulness, or like one passing from darkness into light. They then think from
the light of heaven, thus from an interior wisdom, and they act from good, thus
from an interior affection (506).
When
evil spirits are in this second state, as they rush into evils of every kind
they are subjected to frequent and grievous punishments. In the world of
spirits there are many kinds of punishment; and there is no regard for person, whether
one had been in the world a king or a servant. Every evil carries its
punishment with it, the two making one; therefore whoever is in evil is also in
the punishment of evil. And yet no one in the other world suffers punishment on account of the evils that he had done in this
world, but only on account of the evils that he then does; although it amounts
to the same and is the same thing whether it be said that men suffer punishment
on account of their evils in the world or that they suffer punishment on
account of the evils they do in the other life, since every one after death
returns into his own life and thus into like evils.
Men
are punished for the reason that the fear of punishment is the sole means of
subduing evils in this state. Exhortation is no longer of any avail, neither is
instruction or fear of the law and of the loss of reputation, since every one
then acts from his nature; and that nature can be restrained and broken only by
punishments. But good spirits, although they had done evils in the world, are
not punished, because their evils do not return. Moreover, I have learned that
the evils they did were of a different kind or nature, not being done purposely
in opposition to the truth, or from any other badness of heart than that which they
received by inheritance from their parents, and that they were borne into this
by a blind delight when they were in externals separate from internals (509).
In
this second state the separation of evil spirits from good spirits takes place.
In the first state they are together, for while a spirit is in his exteriors he
is as he was in the world, thus the evil with the good and the good with the
evil; but it is otherwise when he has been brought into his interiors and left
to his own nature or will (511).
THIRD
STATE OF MAN AFTER DEATH, WHICH IS A STATE OF INSTRUCTION FOR THOSE WHO ENTER
HEAVEN
THE
third state of man after death, that is, of his spirit, is a state of
instruction. . . . For one can be prepared for heaven only by means of
knowledges of good and truth, that is, only by means of instruction, since one
can know what spiritual good and truth are, and what evil and falsity are,
which are their opposites, only by being taught. One can learn from the world
what civil and moral good and truth are, which are called justice and honesty,
because there are civil laws in the world that teach what is just, and there is
intercourse with others whereby man learns to live in accordance with moral
laws, all of which have relation to what is honest and right. But spiritual
good and truth are learned from heaven, not from the world. They can be learned
from the Word and from the doctrine of the church that is drawn from the Word
(512)- . . . . .
Instruction
in the heavens differs from instruction on earth in that knowledges are not
committed to memory, but to life; for the memory of spirits is in their life,
for they receive and imbibe everything that is in harmony with their life, and
do not receive, still less imbibe, what is not in harmony with it; for spirits are
affections, and are therefore in a human form that is in accord with their
affections (517).
IT
IS NOT SO DIFFICULT TO LIVE THE LIFE THAT LEADS TO HEAVEN AS SOME BELIEVE
THERE
are some who believe that to live the life that leads to heaven, which is called
the spiritual life, is difficult, because they have been told that man must
renounce the world, must divest himself of the lusts called the lusts of the
body and the flesh, and must live spiritually; and they understand this to mean
that they must discard worldly things, which consist chiefly in riches and
honors; that they must walk continually in pious meditation on God, salvation,
and eternal life; and must spend their life in prayers and in reading the Word
and pious books. Such is their idea of renouncing the world, and living in the
spirit and not in the flesh. . . .
On
the contrary, to receive the life of heaven a man must live in the world and
engage in its business and employments, and by means of a moral and civil life
there receive the spiritual life (528).
That
it is not so difficult as some believe to live the life that leads to heaven
will now be shown. Any one can live a civil and moral life; for every one from
his childhood is initiated into that life, and learns what it is by living in the
world. Moreover, every one, whether evil or good, lives that life; for who does
not wish to be called honest, and who does not wish to be called just? Almost
every one practices honesty and justice outwardly, so far as to seem to be
honest and just at heart, or to seem to act from real honesty and justice. The
spiritual man ought to live in like [26]
manner,
and can do so as easily as the natural man can, with this difference only, that
the spiritual man believes in the Divine, and acts honestly and justly, not
solely because to so act is in accord with civil and moral laws, but also
because it is in accord with Divine laws. . . . His justice and honesty appear
outwardly precisely the same as the justice and honesty of natural men and even
of evil and infernal men; but in inward form they are wholly unlike. For evil
men act justly and honestly solely for the sake of themselves and the world;
and therefore if they had no fear of laws and penalties, or the loss of
reputation, of honor, of gain, and of life, they would act in every respect
dishonestly and unjustly, since they neither fear God nor any Divine law (530).
Every
one may know that thoughts are led or tend in accord with the intentions, that
is, in the same directions that one intends; for thought is man’s in-ternal
sight, and resembles the external sight in this, that to whatever point it is
directed or aimed, thither it turns and there it rests. Therefore when the
internal sight or the thought is turned towards the world and rests there, the
thought in consequence becomes worldly; when it turns to self and self-honor it
be-comes corporeal; but when it is turned heavenwards it becomes heavenly.
Man’s
love is what constitutes his intention and determines his internal sight or
thought to its objects; thus the love of self fixes it upon self and its
objects, the love of the world upon worldly objects, and the love of heaven
upon heavenly objects.
Man’s
intention, by which his internal sight or thought is determined, is his will;
for what a man wills he intends, and what he intends he thinks.
Therefore
when his intention is heavenward his thought is determined heavenward, and with
it his whole mind, which is thus in heaven (532).
That
it is not so difficult to live the life of heaven as some believe can now be
seen from this, that when any thing presents itself to a man that he knows to
be dishonest and unjust, but to which he is inclined, it is simply necessary
for him to think that it ought not to be done because it is opposed to the
Divine precepts. If a man accustoms himself so to think, and from so doing
establishes a habit of so thinking, he is gradually conjoined to heaven. And
when man has made a beginning the Lord quickens all that is good in him, and
causes him not only to see evils to be evils, but also to refrain from willing
them, and finally to turn away from them. This is meant by the Lord’s words,
“My
yoke is easy and My burden is light” (Matt. xi. 30).
But
it must be understood that the difficulty of so thinking and of resisting evils
increases so far as man from his will does evils (533).
All
this has been said to make known that the life that leads to heaven is not a
life withdrawn from the world, but a life in the world; and that a life of
piety separated from a life of charity, which is possible only in the world,
does not lead to heaven; but a life of charity does; and a life of charity
consists in acting honestly and justly in every employment, in every business,
and in every work, from an interior, that is, from a heavenly, motive; and this
motive is in that life whenever man acts honestly and justly because doing so
is in accord with the Divine laws. Such a life is not
difficult.
But a life of piety separate from a life of charity is difficult; and as much
as such a life is be-lieved to lead towards heaven so much it leads away from
heaven (535).
NO
ONE IS CAST INTO HELL BY THE LORD ; THIS IS DONE BY THE SPIRIT HIMSELF
AN
opinion has prevailed with some that God turns away His face from man, casts
man away from Himself, and casts him into hell, and is angry on ac-count of his
evil; and some believe also that God punishes man and does evil to him. In this
opinion they establish themselves by the sense of the letter of the Word, where
such things are declared, not knowing that the spiritual sense of the Word, by
which the sense of the letter is made clear, is wholly different; and
consequently that the genuine doctrine of the church, which is from the
spiritual sense of the Word, teaches otherwise, namely, that God never turns
away His face from man, and never casts man away from Himself, that He casts no
one into hell and is angry with no one.
Every
one, moreover, whose mind is enlightened perceives this to be true when he
reads the Word, from the simple truth that God is good itself, love itself, and
mercy itself; and that good itself cannot do evil to any one, and love itself
and mercy itself cannot cast man away from itself, because this is contrary to
the very essence of mercy and love, thus contrary to the Divine itself.
Therefore those who think from an enlightened mind clearly perceive, when they
read the [29]
Word,
that God never turns Himself away from man; and as He never turns Himself away
from him He deals with him from goodness, love, and mercy, that is, wills good
to him, loves him, and is merciful to him (545).
THE
LOVE OF SELF AND OF THE WORLD
I
HAVE been told from heaven, and it has been proved to me by much experience,
that these two loves, the love of self and the love of the world, rule in the
hells and constitute the hells; as love to the Lord and love towards the
neighbor rule in the heavens and constitute the heavens; also that the two
loves that are the loves of hell and the two loves that are the loves of heaven
are diametrically opposite to each other (554).
At
first I wondered how love of self and love of the world could be so diabolical,
and how those who are in these loves could be such monsters in appearance; for
in the world not much thought is given to love of self, but only to that elated
state of mind in external matters which is called haughtiness, and that alone,
being so apparent, is regarded as love of self (555).
The
love of self is wishing well to oneself alone, and to others only for the sake
of self, even to the church, one’s country, or any human society. It consists
also in doing good to all these solely for the sake of one’s own reputation,
honor, and glory; and unless these are seen in the uses he performs in behalf
of others he says in his heart, How does it concern me?
Why
should I do this? What shall I get from it? and therefore he does not do it.
Evidently, then, he who is in the love of self does not love the church or his
country or society, nor any use, but himself alone. His delight is solely the
delight of the love of self; and as the delight that comes forth from his love
is what constitutes the life of man, his life is a life of self; and a life of
self is a life from what is man’s own, and what is man’s own, regarded in
itself, is nothing but evil (556).
What
love of self is can be seen by comparing it with heavenly love. Heavenly love
consists in loving uses for the sake of uses, or goods for the sake of goods,
which are done by man in behalf of the church, his country, human society, and
a fellow-citizen; for this is loving God and loving the neighbor, since all
uses and all goods are from God, and are the neighbor who is to be loved. But
he who loves these for the sake of himself loves them merely as servants,
because they are serviceable to him; consequently it is the will of one who is
in self-love that the church, his country, human societies, and his
fellow-citizens, should serve him, and not he them (557).
In
respect to the love of the world: it is a love opposed to heavenly love in a
less degree than love of self, because the evils hidden within it are lesser
evils. The love of the world consists in one’s desiring to secure to himself,
by any kind of artifice, the wealth of others, and in setting his heart upon
riches, and permitting the world to draw him and lead him away from spiritual
love, which is love towards the neighbor, and thus from heaven and from the
Divine. But this love is manifold. There is a love of wealth for the sake of
being exalted to honors, when these alone [31]
are
loved. There is a love of honors and dignities with a view to the increase of
wealth. There is a love of wealth for the sake of various uses that give
de-light in the world. There is a love of wealth merely for the sake of wealth,
which is a miserly love; and so on. The end for the sake of which wealth is
sought is called its use (565).
Furthermore,
so far as any one is in heavenly love, which consists in loving uses and goods
being moved by delight of heart when doing them for the sake of the church,
country, human society, and one’s fellowcitizens, he is so far led by the Lord,
because that love is the love in which the Lord is, and which is from Him. But
so far as any one is in love of self, which consists in performing uses and
goods for the sake of himself, so far he is led by himself; and so far as any
one is led by himself he is not led by the Lord. And from this it also follows
that so far as any one loves himself he separates himself from the Divine, thus
also from heaven (558).
That
the love of self is the opposite of love to the neighbor can be seen from the
origin and essence of both. The love of the neighbor of one who is in the love
of self begins with oneself, for he claims that every one is neighbor to
himself ; and it goes forth from him as its centre to all who make one with
him, diminishing in accordance with the degree of their conjunction with him by
love. All outside of this circle’ are regarded as of no account; and those who
are opposed to those in the circle and to their evils are accounted as enemies,
whatever their character may be, however wise, upright, honest, or just. But
spiritual love to the neighbor begins with the Lord, and goes forth from Him as
its centre to all who are conjoined to Him by love and faith, going forth in
accordance with the quality of their love and faith.
Evidently,
then, the love of the neighbor that has its beginning in man is the opposite of
the love to the neighbor that has its beginning in the Lord (558).
IT
IS THE DIVINE OF THE LORD THAT MAKES HEAVEN
THE
angels taken collectively are called heaven, for they constitute heaven; and
yet that which makes heaven in general and in particular is the Divine that
flows forth from the Lord flowing into the angels and- being received by them.
And as the Divine that goes forth from the Lord is the good of love and the
truth of faith, the angels are angels and are heaven in the measure in which
they become recipients of good and truth from the Lord.
Every
one in the heavens knows and believes and even perceives that he wills and does
nothing of good from himself, and that he thinks and believes nothing of truth
from himself, but only from the Divine, thus from the Lord; also that the good
from himself is not good, and the truth from himself is not truth, because
these have in them no life from the Divine. Moreover, the angels of the inmost
heaven clearly perceive and feel the influx, and the more of it they receive
the more they seem to themselves to be in heaven, because the more are they in
love and faith and in the light of intelligence and wisdom, and in heavenly joy
therefrom; and since all these go forth from the
Divine
of the Lord, and in these the angels have their heaven, it is clear that it is
the Divine of the Lord, and not the angels or anything properly their own that
makes heaven.
The
Lord teaches that those that are in heaven and in the church are in the Lord
and the Lord is in them, when He says:
From
all this it can now be seen that the Lord dwells in the angels of heaven in
what is His own, and thus that the Lord is the all in all things of heaven; and
this for the reason that good from the Lord is the Lord in angels, for what is
from the Lord is the Lord; consequently heaven to the angels is good from the
Lord, and not anything of their own (7, 8, U, 12).
IN
HEAVEN THE DIVINE OF THE LORD IS LOVE TO HIM AND CHARITY TOWARDS THE NEIGHBOR
THE
Divine that goes forth from the Lord is called in heaven Divine truth, for a
reason that will presently appear. This Divine truth flows into heaven from the
Lord from His Divine love. The Divine love and the Divine truth therefrom are
related to each other as the fire of the sun and the light therefrom in the
world, love resembling the fire of the sun, and truth therefrom light from the
sun. Moreover, by correspondence fire signifies love, and light truth going
forth from love.
From
this it is clear what the Divine truth that goes forth from the Lord’s love
is—that in its essence it is Divine good joined to Divine truth, and being so
conjoined it vivifies all things of heaven; just as in the world when the sun’s
heat is joined to light it makes all things of the earth fruitful, which takes
place in spring and summer. It is otherwise when the heat and light are not
joined, that is, when the light is cold; then all things become torpid and lie
dead. With the angels this Divine good, which is compared to heat, is the good
of love; and Divine truth, which is compared to light, is that through which
and out of which good of love comes.
The
Divine in heaven which makes heaven is love, because love is spiritual
conjunction. It conjoins an-gels to the Lord and conjoins them to one another,
so conjoining them that in the Lord’s sight they are all one. Moreover, love is
the very being (esse) of every one’s life; consequently from love both angels
and men have their life. Every one who reflects can know that the inmost
vitality of man is from love, since he grows warm from the presence of love and
cold from its absence, and when deprived of it he dies. But it is to be
remembered that the quality of his love is what determines the quality of each
one’s life.
In
heaven there are two distinct loves, love to the Lord and love towards the
neighbor, in the inmost or third heaven 1ove to the Lord, in the second or
middle [35]
heaven
love towards the neighbor. They both go forth from the Lord, and they both make
heaven. How these two loves are distinct and how they are conjoined is seen in
heaven in clear light, but in the world only obscurely. In heaven loving the
Lord does not mean loving Him in respect to His person, but it means loving the
good that is from Him; and to love good is to will and do it from love; and to
love the neighbor does not mean loving a companion in respect to his person,
but loving the truth that is from the Word; and to love truth is to will and do
it. This makes clear that these two loves are distinct as good and truth are
distinct, and that they are con-joined as good is conjoined with truth. But
this can scarcely be comprehended by men unless it is known what love is, what
good is, and what the neighbor.is (13, 14,15).
The
Divine of the Lord in heaven is love, for the reason that love is receptive of
all things of heaven, such as peace, intelligence, wisdom, and happiness. For
love is receptive of each and all things that are in harmony with it; it longs
for them, seeks them, and drinks them in as it were spontaneously, for it
desires unceasingly to be enriched and perfected by them. This, too, man well
knows, for with him love searches as it were the stores of his memory and draws
forth all things .that are in accord with itself, collecting and arranging them
in and under itself—in itself that they may be its own, and under itself that
they may be its servants; and other things not in accord with it it discards
and expels.
That
there is present in love every capacity for receiving truths in harmony with
itself, and a long-ing to conjoin them to itself, has been made clear by the
fact that some who were simple-minded in the world were taken up into heaven,
and when they were with the angels they came into angelic wisdom and heavenly
blessedness, and for the reason that they had loved what is good and true for
its own,sake, and had implanted it in their life, and had thereby become
capacities for receiving heaven with all that is ineffable there. But those who
are in love of self and of the world have no capacity for receiving what is
good and true; they loathe and reject it, and at its first touch and entrance
they flee away and associate themselves with those in hell who are in loves
like their own.
There
were spirits who had doubts about there being such capacities in heavenly love,
and who were anxious to know whether it were true; whereupon they were let into
a state of heavenly love, whatever opposed being for the time removed, and were
brought forward some distance, where there was an angelic heaven, and from it
they talked with me, saying that they perceived a more interior happiness than
they could possibly express in words, and they lamented greatly that they must
return into their former state. Others were taken up into heaven; and the
higher or more interiorly they were exalted the more of intelligence and wisdom
were they admitted into, such as enabled them to perceive what had before been
incomprehensible to them. From this it is clear that the love that goes forth
from the Lord is receptive of heaven and all things therein.
That
love to the Lord and love towards the neighbor include in themselves all Divine
truths is made evident by what the Lord Himself said of these two loves:
“The law and the prophets” are the whole Word,
thus all Divine truth (,18, 19).
REPRESENTATIVES
AND APPEARANCES
IN
HEAVEN
THE
man who thinks from natural light alone is unable to comprehend that there is
any thing in heaven like what is in the world; and for the reason that from
natural light he has previously thought, and established himself in the idea,
that angels are nothing but minds, and that minds are like ethereal breaths,
having no senses like those of men, thus no eyes, and if no eyes no objects of
sight; and yet an angel has every sense that a man has, and far more exquisite
senses; and the light by which angels see is far brighter than the light by
which man sees (170).
The
nature of the objects that are visible to angels in heaven cannot be described
in a few words. For the most part they are like things on earth, but in form
far more perfect, and in number more abundant (171).
When
I have been permitted to be in company with angels, the things about me
appeared precisely the same as those in the world; and so plainly that I would
not have known that I was not in the world and in a king’s palace. I also
talked with the angels as man with man (174).
To
show what the things are that appear to the angels in accordance with
correspondences, I will here mention one for the sake of illustration. By those
who are intelligent gardens and parks full of trees and flowers of every kind
are seen. The trees are planted in a most beautiful order combined to form
arbors with arched approaches and encircling walks, all more beautiful than
words can describe. There the intelligent walk and gather flowers and weave
garlands with which they adorn little children. Moreover, there are kinds of
trees and flowers there that are never seen and cannot exist on earth (176).
Very
many of the learned from the Christian world are astonished when they find
themselves after death in a body, in garments, and in houses, as in the world.
And when they recall what they have thought about the life after death, the
soul, spirits, and heaven and hell, they are ashamed and confess that they
thought foolishly, and that the simple in faith thought much more wisely than
they (313).
THE
GARMENTS WITH WHICH ANGELS APPEAR CLOTHED
SINCE
angels are men, and live together as men do on the earth, they have garments
and dwellings and other such things, with the difference, however, that as they
are in a more perfect state all things with them are in greater perfection. For
as angelic wisdom surpasses human wisdom to such a degree as to be called
ineffable, so is it with all things that are perceived and seen by angels,
inasmuch as all things perceived and seen by them correspond to their wisdom
(177).
The
garments with which angels are clothed, like all other things with them,
correspond; and they have real existence because they correspond. Their
gar-ments correspond to their intelligence, and therefore every one in the
heavens appears clothed in agreement with his intelligence; and as one is more
intelligent than another so the garments of one surpass those of another. Some
of the most intelligent have garments that blaze as if with flame, others have
garments that glisten as if with light; the less intelligent have garments that
are glistening white or white without the effulgence; and the still less
intelligent have garments of various colors (178).
As
in heaven the angels are clothed with garments, so when seen in the world they
have appeared clothed with garments, as those seen by the prophets and those
seen at the Lord’s sepulchre, and those seen in heaven by John, That the
garments of angels do not merely appear as garments, but are real garments, is
evident from the fact that angels both see them and feel them, that they have
many garments, and that they put them on and put them off, that they care for
those that are not in use, and put them on again when they need them. That they
are clothed with a variety of garments I have seen many times. When I asked
where they got their garments, they said from the Lord, and that they receive
them as gifts, and sometimes they are clothed with them unconsciously. They
said also that their garments are changed in accordance with their changes of
state, that in the first and second state their garments are shining and
glistening white, and in the third and fourth state a little less bright (181).
THE
PLACES OF ABODE AND DWELLINGS OF ANGELS
AS
there are societies in heaven and the angels live as men they have also places
of abode, and these differ in accordance with each one’s state of life. They
are magnificent for those in higher dignity, and less magnificent for those in
lower condition. I have fre-quently talked with angels about the places of
abode in heaven, saying that scarcely any one will believe at the present day
that they have places of abode and dwellings; some because they do not see
them, some because they do not know that angels are men, and some because they
believe that the angelic heaven is the heaven that is seen with their eyes
around them, and as this appears empty and they suppose that angels are
ethereal forms, they conclude that they live in ether. Moreover, they do not
comprehend how there can be such things in the spiritual world as there are in
the natural world, because they know nothing about the spiritual.
The
angels replied that they are aware that such ignorance prevails at this day in
the world. . . . They said also that it might be known from the Word that
angels are men, since those that have been seen have been seen as men; and the
Lord, who took all His Human with Him, appeared in like manner. It might be
known also that as angels are men they have dwellings and places of abode, and
do not fly about in air. . . . For every one has a general idea that angels are
in the human form, and have homes which are called the mansions of heaven,
which surpass in magnificence earthly dwellings (183).
But
it is better to present the evidence of experience. Whenever I have talked with
angels face to face, I have been with them in their abodes. These abodes are
precisely like abodes on the earth which we call houses, but more beautiful. In
them there are cham-bers, parlors, and bedrooms in great number; there are also
courts, and there are gardens and flower-beds and lawns round about. Where they
live together their houses are near each other, arranged one next to the other
in the form of a city, with avenues, streets, and public squares, exactly like
cities on the earth. I have been permitted to pass through them, looking about
on every side, and sometimes entering the house (184).
I
have seen palaces in heaven of such magnificence as cannot be described. Above
they glittered as if made of pure gold, and below as if made of precious
stones, some more splendid than others. It was the same within. Both words and
knowledge are inade-quate to describe the decorations that adorned the rooms.
On the side looking to the south there were parks, where, too, every thing
shone, in some places the leaves glistening as if made of silver, and fruit as
if made of gold; while the flowers in their beds formed rainbows with their
colors. Beyond the borders, where the view terminated, were seen other palaces
(185).
The
houses in which angels dwell are not erected, as houses in the world are, but
are given to them gratuitously by the Lord, to every one in accordance with his
perception of good and truth. . . . Every thing whatsoever that the angels
possess they hold as received from the Lord; and every thing they have need of
is given them (190).
THE
SPEECH OF ANGELS.
ANGELS
talk with each other just as men do in the world, and on various subjects, as
on domestic matters, and on matters of civil, moral, and spiritual life. And
there is no difference except that their talk is more intelligent than that of
men, because it is from more interior thought. I have been permitted to
associate with them frequently, and to talk with them as friend with friend,
and sometimes as stranger with stranger; and as I was then in a state like
theirs I knew no otherwise than that I was talking with men on the earth.
Angelic
speech, the same as human speech, has dis-tinct words; it is also audibly
uttered and heard; for angels, like men, have mouth, tongue, and ears, and an
atmosphere in which the sound of their speech is articulated, although it is a
spiritual atmosphere adapted to angels, who are spiritual. In this atmo-sphere
angels breathe and utter words by means of their breath, as men do in their
atmosphere.
In
the entire heaven all have the same language, and they all understand one
another, to whatever society near or remote, they belong. Language there is not
learned but is instinctive with every one, for it flows from their very
affection and thought, the tones of their speech corresponding to their
affections, and the vocal articulations which are words corresponding to the
ideas of thought that spring from the affections; and because of this
correspondence the speech itself is spiritual, for it is affection sounding and
thought speaking (234-235).
DIVINE
WORSHIP IN HEAVEN
DIVINE
worship in the heavens is not unlike in externals Divine worship on the earth,
but in internals it is different. In the heavens, as on the earth, there are
doctrines, preachings, and church edifices. In essentials the doctrines there
are everywhere the same; but in the higher heavens they contain more interior
wisdom than in the lower. The preachings are in harmony with the doctrines; and
as they have houses and palaces (n. 183-190), so they have church edifices, in
which there is preaching. Such things exist in heaven because the angels are
being perfected continually in wisdom and love. For they possess, as men do,
understanding and will; and both their understanding and their will are capable
of being continually perfected, the understanding by means of truths of
intelligence, and the will by means of the goods of love (221).
But
essential Divine worship in the heavens does not consist in going to church and
hearing preaching, but in a life of love, charity, and faith, in accordance
with doctrine; preachings in churches serve solely as means of instruction in
matters of life* I have talked with angels on this subject, and have told them
that it is believed in the world that Divine worship consists solely in
attending church, listening to the preaching, observing the sacrament of the
Supper three or four times a year, and performing other acts of worship
prescribed by the church; also devoting special times to prayers, and at such
times behaving devoutly. The angels said that these are outward acts that ought
to be done, but are of no avail unless there is an internal from which they
proceed, which is a life in harmony with the precepts that doctrine teaches
(222).
THE
EMPLOYMENTS OF ANGELS IN HEAVEN
IT
is impossible to enumerate the employments in A the heavens, still less to
describe them in detail, but something may be said about them in a general way;
for they are numberless. . . . Every one there performs a use, for the Lord’s
kingdom is a kingdom of uses (387).
In
the heavens as on earth there are many forms of service, for there are
ecclesiastical affairs, there are civil affairs, and there are domestic
affairs. Ecclesi-astical affairs are referred to in what has been said and
shown above, where Divine worship is treated of; civil affairs where governments
in heaven are treated of, and domestic affairs where the dwellings and homes of
angels are treated of: all of which show that in every heavenly society there
are many employments and services (388).
Those
are concerned with ecclesiastical affairs in heaven who in the world loved the
Word and eagerly sought in it for truths, not with honor or gain as an end, but
uses of life both for themselves and for others. These in heaven are in
enlightenment and the light of wisdom in the measure of their love and desire
for use; and this wisdom they receive from the Word in heaven, which is not a*
natural Word, as it is in the world, but a spiritual Word (see above, n. 259).
These minister in the preaching office; and in accordance with Divine order
those are in higher positions who from enlightenment excel others in wisdom.
Those
are concerned with civil affairs who in the world loved their country, and
loved its general good more than their own, and did what is just and right from
a love for what is just and right. So far as these from the eagerness of love
have investigated the laws of justice and have thereby become intelligent, they
have the ability to perform such functions in heaven.
Furthermore,
there are in heaven more functions and services and occupations than can be
enumerated; while in the world there are few in comparison. But however many
there may be that are so employed, they are all in the delight of their work
and labor from a love of use, and no one from a love of self or of gain; and as
all the necessaries of life are furnished them gratuitously they have no love
of gain for the sake of a living. They are housed gratuitously, clothed
gratuitously, and fed gratuitously. Evidently, then, those that have loved
themselves and the world more than use have no lot in heaven; for his love or
affection remains with every one after his life in the world (393).
In
heaven every one comes into his own occupation [46]
in
accordance with correspondence, and the corre-spondence is not with the
occupation but with the use of each occupation; for there is a correspondence
of every thing. He that in heaven comes into the em-ployment or occupation
corresponding to his use is in just the same condition of life as when he was
in the world; since what is spiritual and what is natural make one by
correspondences; yet there is this differ-ence, that he then comes into an
interior delight, be-cause into spiritual life, which is an interior life, and
therefore more receptive of heavenly blessedness (394).
THE
RICH AND THE POOR IN HEAVEN
THERE
are various opinions about reception into heaven. Some are of the opinion that
the poor are received and the rich are not; some that the rich and the poor are
equally received; some that the rich can be received only by giving up their wealth
and becoming like the poor; and proofs are found in th£ Word for all of these
opinions. But those who make a distinction in regard to heaven between the rich
and the poor do not understand the Word. In its interiors the Word is
spiritual, but in the letter it is natural; consequently those who see in the
Word only its literal sense, and not any spiritual sense, err in many respects,
especially about the rich and the poor; for example, that it is as difficult
for the rich to enter into heaven as for a camel to pass through the eye of a
needle; and that it is easy for the poor because they are poor, since it is
said, [47]
But
those who know anything of the spiritual sense of the Word think otherwise;
they know that heaven is for all who live a life of faith and love, whether
rich or poor. But who are meant in the Word by “the rich” and who by “the poor”
will be told in what fol-lows. From much conversation and intercourse with
angels it has been granted me to know with certainty that the rich enter heaven
just as easily as the poor, and that no man is shut out of heaven on account of
his wealth, or received into heaven on account of his poverty. Both the rich
and the poor are in heaven (357). ...
It
should be said to begin with that a man may ac-quire riches and aecumulate
wealth as far as oppor-tunity is given, if it is not done by craft or fraud;
that he may enjoy the delicacies of food and drink if he does not place his
life therein; that he may have a palatial dwelling in accord with his
condition, have intercourse with others in like condition, frequent places of
amusement, talk about the affairs of the world, and in a word, he may live
outwardly pre-cisely like a man of the world; and all this will be no obstacle
to his entering heaven, provided that inwardly in himself he thinks about God
as he ought, and acts sincerely and justly in respect to his neighbor.
All
this shows that man’s external accomplishes nothing, but only his internal,
which is the source of the external. For example: If a man acts honestly and
refrains from fraud solely because he fears the laws and the loss of reputation
and thereby of honor or gain, and if that fear did not restrain him would
defraud others whenever he could; although such a man’s deeds outwardly appear
honest, his thought and will are fraud; and because he is inwardly dishonest
[48] and fraudulent he has hell in himself. But he who acts honestly and
refrains from fraud because it is against God and against his neighbor would
have no wish to defraud another if he could;' his thought and will are
conscience, and he has heaven in himself. The deeds of these two appear alike
in outward form, but inwardly they are wholly unlike (358).
Since
a man can live outwardly as others do, can grow rich, keep a plentiful table,
dwell in an elegant house and wear fine clothing according to his condition and
function, can enjoy delights and gratifications, and engage in worldly affairs
for the sake of his occupation and business and for the life both of the mind
and body, provided he inwardly acknowledges the Divine and wishes well to' his
neighbor, it is evident that to enter upon the way to heaven is not so
difficult as many believe. The sole difficulty lies in being able to resist the
love of self and the world, and to prevent their becoming dominant; for this is
the source of all evils. That this is not so difficult as is believed is meant
by these words of the Lord,
The
Lord’s yoke is easy and His burden light because a man is led by the Lord and
not by self just to the extent that he resists the evils that flow forth from
love of self and of the world; and because the Lord then resists these evils in
man and removes them (359). .
The
poor come into heaven not on account of their poverty but because of their
life. Every one’s life follows him, whether he be rich or poor. There is no
peculiar mercy for one in preference to another; he that has lived well is
received, while he that has not lived well is rejected. Moreover, poverty leads
and draws man away from heaven just as much as wealth does. There are many
among the poor who are not content with their lot, who strive after many
things, and believe riches to be blessings; and when they do not gain them are
much provoked and harbor ill thoughts about the Divine providence; they also envy
others the good things they possess, and are as ready as any one to defraud
others whenever they have opportunity, and to indulge in filthy pleasures. But
this is not true of the poor who are content with their lot, and are careful
and diligent in their work, who love labor better than idleness, and act
sincerely and faithfully, and at the same time live a Christian life (364). .
All
this makes clear that the rich and the poor alike come into heaven, the one as
easily as the other. The belief that the poor enter heaven easily and the rich
with difficulty comes from a wrong understanding of the Word where the rich and
the poor are mentioned. In the Word those that have an abundance of knowledges
of good and truth, thus who are within the church where the Word is, are meant
in the spiritual sense by the “richwhile those who lack these knowledges, and
yet desire them, thus who are outside of the church and where there is no Word,
are meant by the "poor” (365).
THE
WISE AND THE SIMPLE IN HEAVEN
IT
is believed that in heaven the wise will have more ~ glory and eminence than
the simple, because it is said in Daniel,
But
few know who are meant by the “intelligent” and by those that “turn many to
righteousness.” The common belief is that they are such as are called the
accomplished and learned, especially such as have taught in the church and have
surpassed others in acquirements and in preaching, and still more such among
them as have converted many to the faith. In the world all such are regarded as
the intelligent; nevertheless such are not the intelligent in heaven that are
spoken of in these words, unless their intelligence is heavenly intelligence.
What this is will now be told (346).
Heavenly
intelligence is interior intelligence, arising from a love for truth, not with
any glory in the world nor any glory in heaven as an end, but with the truth
itself as an end, by which they are inmostly affected and with which they are
inmostly delighted (347). ... .
All
whot have acquired intelligence and wisdom in the world are received in heaven
and become angels, each in accord with the quality and degree of his
intelligence and wisdom. For whatever a man acquires in the world abides, and
he takes it with him after death (349). All are received into heaven who have loved
truth and good for the sake of truth and good; therefore those that have loved
much are called the wise, and those that have loved little are called the
simple. The wise in heaven are in much light, the simple in less light, every
one in accord with the degree of his love for good and truth (350).
It
is believed in the world that those who have much knowledge, whether it be
knowledge of the teachings of the church and the Word or of the sci-ences, have
a more interior and keen vision of truth than others, that is, are more
intelligent and wise; and such have this opinion of themselves. But what true
intelligence and wisdom are, and what spurious and false intelligence and
wisdom are, shall be told in what now follows.
True
intelligence and wisdom is seeing and per-ceiving what is true and good (351).
THE
IMMENSITY OF HEAVEN
THE
immensity of the heaven of the Lord is shown
also by this, that all children, whether born within the church or out of it, are adopted by the
Lord and become angels; and the number
of these amounts to a fourth or fifth
part of the whole human race on the
earth. That every child, wherever born, whether within the church or out of it, whether of
pious or impious parents, is received by
the Lord when it dies, and is brought up
in heaven, and is taught and imbued with
affections for good, and through these with
knowledges of truth, in accordance with Divine order, [52]
and
as he becomes perfected in intelligence and wis-dom is brought into heaven and
becomes an angel, can be seen above (n. 329-345). From all this a con-clusion
may be formed of the multitude of angels of heaven, derived from this source
alone, from the first creation to the present time (416).
Again,
how immense the heaven of the Lord is can be seen from this, that all the
planets visible to the eye in our solar system are earths, and that these,
moreover, in the whole universe are innumerable, and all full of inhabitants.
These have been treated of particularly in a small work on those earths (417).
LITTLE
CHILDREN IN HEAVEN
IT
is a belief of some that only such children as are born within the church go to heaven, and
that those born out of the church do
not, and for the reason that the
children within the church are baptised and
by baptism are initiated into the faith of the church. Such are not aware that no one receives
heaven or faith through baptism; for
baptism is merely for a sign and
memorial that man should be regenerated,
and that those born within the church can be regen- erated because the Word is there, and in the
Word are the Divine truths by means of
which regeneration is effected, and
there the Lord who regenerates is known.
Let them know therefore that every child,
wherever he is born, whether within the church or outside of it, whether of pious parents or
impious, is received when he dies by the
Lord and trained up in heaven, and
taught in accordance with Divine order,
[53]
and
imbued with affections for what is good, and through these with a knowledge of
what is true; and afterwards as he is perfected in intelligence and wis-dom is
introduced into heaven and becomes an angel. Every one who thinks from reason
can be sure that all are born for heaven and no one for hell, and if man comes
into hell he himself is culpable; but little children cannot be held culpable
(329).
When
children die they are still children in the other life, having a like infantile
mind, a like innocence in ignorance, and a like tenderness in all things. They
are merely in the rudiments of a capacity to become angels, for children are
not angels, but become angels. Every one passing out of this world enters the
other in the same state of life, a little child in the state of a little child,
a boy in the state of a boy, a youth, a man, an old man, in the state of a
youth, a man, or an old man; but subsequently each one’s state is changed. The
state of little children surpasses the state of all others in that they are in
innocence, and evil has not yet been rooted in them by actual life (330).
The
state of children in the other life far surpasses their state in the world, for
they are not clothed with an earthly body, but with such a body as the angels
have. The earthly body is in itself gross, and receives its first sensations
and first motions not from the in-ner or spiritual world, but from the outer or
natural world; and in consequence in this world children must be taught to
walk, to guide their motions, and to speak; and even their senses, as seeing
and hearing, must? be opened by use. It is not so with children in the other
life. As they are spirits they act at once in accordance with their interiors,
walking without practice, and also talking, but at first from general
affections not yet distinguished into ideas of thought (331).
As
soon as little children are resuscitated, which takes place immediately after
death, they are taken into heaven and confided to angel women who in the life
of the body tenderly loved children and at the same time loved God. Because
these during their life in the world loved all children with a kind of motherly
tenderness, they receive them as their own; while the children, from an
implanted instinct, love them as their own mothers (332).
How
children are taught in heaven shall be briefly told. From their nurses they
learn to talk. Their earliest speech is simply a sound of affection; this by
degrees becomes more distinct as ideas of thought enter; for ideas of thought
from affections constitute all angelic speech. Into their affections, all of
which proceed from innocence, such things as appear before their eyes and cause
delight are first instilled; and as these things are from a spiritual origin
the things of heaven at once flow into them, and by means of these heavenly
things their interiors are opened, and they are thereby daily perfected. When
this first age is completed they are transferred to another heaven, where they
are taught by masters; and so on (334).
Children
are taught chiefly by representatives suited to their capacity. These are
beautiful and full of wisdom from within, beyond all belief. In this way an
intelligence that derives its soul from good is gradually imparted to them.
Other representations are there given, whereby, as by plays adapted to the
minds of children, they are guided into knowledges of truth and affections for
good (335).
HEAVENLY
JOY AND HAPPINESS.
HARDLY
any one at present knows what heaven is or what heavenly joy is. Those who have
given any thought to this subject have had so general and so gross an idea
about it as scarcely to amount to anything (395).
All
delights flow forth from love, for that which a man loves he feels to be
delightful. No one has any delight from any other source. From this it follows
that such as the love is such is the delight. The de-lights of the body or of
the flesh all flow forth from the love of self and love of the world;
consequently they are lusts and their pleasures; while the delights of the soul
or spirit all flow forth from love to the Lord and love towards the neighbor,
consequently they are affections for good and truth and interior satisfactions
(396).
Heaven
in itself is so full of delights that viewed in itself it is nothing else than
blessedness and delight; for the Divine good that flows forth from the Lord’s
Divine love is what makes heaven in general and in particular with every one
there, and the Divine love is a longing for the salvation of all and the
happiness of all (397).
The
delights of heaven are both ineffable and in-numerable; but he that is in the
mere delight of the body or of the flesh can have no knowledge of or belief in
a single one of these innumerable delights (398).
One
can see how great the delight of heaven must be from the fact that it is the
delight of every one in heaven to share his delights and blessings with others;
and as such is the character of all that are in the heavens it is clear how
immeasurable is the delight of heaven. It has been shown above that in the
heavens there is a sharing of all with each and of each with all. Such sharing
goes forth from the two loves of heaven, which are, as has been said, love to
the Lord and love towards the neighbor; and to share their delights is the very
nature of these loves. Love to the Lord is such because it is a love of sharing
every thing it has with all, since it wills the happiness of all. There is a
like love in every one of those who love the Lord, because the Lord is'in them;
and from this comes the mutual sharing of the delights of angels with one
another. Love towards the neighbor is the same, as will be seen in what
follows. All this shows that it is the nature of these loves to share their
delights.
It
is otherwise with the loves of self and of the world. The love of self takes
away from others and robs others of all delight, and directs it to itself, for
it wishes well to itself alone; while the love of the world wishes to have as
its own what belongs to the neighbor. Therefore these loves are destructive of
the delights of others; or if there is any disposition to share, it is for the
sake of themselves and not others (399).
There
were some spirits who believed from an opinion adopted in the world that
heavenly happiness consists in an idle life in which they would be served by
others; but they were told that happiness never consists in abstaining from
work and getting satisfaction therefrom (403).
There
were some spirits who thought themselves better instructed than others, and who
said that they had believed in the world that heavenly joy would consist solely
in praising and giving glory to God, and that this would be their active life.
These were told that praising and giving glory to God is not a proper active
life, also that it is His will instead that they should perform uses, and thus
the good works that are called deeds of charity. But they were unable to
associate with works of charity any idea of heavenly joy, but only of
servitude, although the angels testified that this joy is most free because it
comes from an interior affection and is conjoined with ineffable delight (404).
Scarcely
any who enter the other life know what heavenly blessedness and happiness are,
because they do not know what internal joy is, deriving their perception of it
solely from bodily and worldly gladness and joy; and in consequence what they
are ignorant of they suppose to be nothing, when in fact bodily and worldly
joys are of no account in comparison (412).
But
that I might learn the nature of heaven and heavenly joy I have frequently and
for a long time been permitted by the Lord to perceive the delights of heavenly
joys; but while I have been enabled to know by living experience what they are
I am not at all able to describe them.
I
perceived also that the joy and satisfaction came as from the heart. ... I have
noticed that when I wished to transfer all my delight to another, a more
interior and fuller delight continually flowed in in its place, and the more I
wished this, the more it flowed in; and this, I perceived, was from the Lord
(413).
Those
that are in heaven are continually advancing towards the spring of life, with a
greater advance towards a more joyful and happy spring the more thousands of
years they live; and this to eternity, with increase according to the growth
and degree of their love, charity, and faith. Women who have died old and worn
out with age, if they have lived in faith in the Lord, in charity to the
neighbor, and in happy marriage love with a husband, advance with the
succession of years more and more into the flower of youth and early womanhood,
and attain to a beauty that transcends every conception of any such beauty as
is seen on the earth. ... In a word, growing old in heaven is growing young.
Such forms or such beauties do those become in the other life who have lived in
love to the Lord and in charity towards the neighbor (414).
MARRIAGES
IN HEAVEN
AS
heaven is from the human race, and thus angels are of both sexes, and from
creation woman is for man and man is for woman, thus the one belongs to the
other, and this love is innate in both, it follows that there are marriages in
heaven as well as on the earth. Therefore what marriages in heaven are, and how
they differ from marriages on the earth, and wherein they are like them, shall
now be told (366).
Marriage
in heaven is a conjunction of two into one mind. It must first be explained
what this conjunction is. The mind consists of two parts, one called the
understanding and the other the will. When these two parts act as a one they
are called one mind. In this the part called the understanding acts as the
husband, and the part called the will acts as the wife.
When
this conjunction, which belongs to man’s in-teriors, comes into the lower parts
pertaining to the body, it is perceived and felt as love, and this love is
marriage love. This shows that marriage love has its origin in the conjunction
of two into one mind. This in heaven is called cohabitation; and the two' are
not called two but one. So in heaven a married pair is spoken of, not as two,
but as one angel (367).
Moreover,
such a conjunction of husband and wife in the inmosts of their minds comes from
their very creation; for man is born to be intellectual, that is, to think from
his understanding, while woman is born to be affectional, that is, to think
from her will; and this is evident from the inclination or natural dis-position
of each, also from their form; from the dis-position, in that man acts from
reason and woman from affection; from the form in that man has a rougher and
less beautiful face, a deeper voice and a harder body; while woman has a
smoother and more beautiful face, a softer voice, and a more tender body. There
is a like difference between understanding and will, or between thought and
affection (368).
Every
one, whether man or woman, possesses un-derstanding and will; but with the man
the under-standing predominates, and wi,th the woman the will predominates, and
the character is determined by that which predominates. Yet in heavenly
marriages there is no predominance; for the will of the wife is also the
husband’s will, and the understanding of the husband is also the wife’s understanding,
since the love of each is to will and to think like the other, that is,
mutually and reciprocally. Thus are they conjoined into one. This conjunction
is actual conjunction, for the will of the wife enters into the understanding
of the hus- [60] band, and the understanding of the husband into the will of
the wife, and this especially when they look into one another’s faces; for, as
has been repeatedly said above, there is in the heavens a sharing of thoughts
and affections, especially with husband and wife, because they love each other.
This makes clear what the conjunction of minds is that makes marriage and
produces marriage love in the heavens, namely, that one wishes all that is his
own to be the others, and this reciprocally (369).
I
have been told by the angels that so far as a mar-ried pair are so conjoined
they are in marriage love (370).
The
love of dominion of one over the other entirely takes away marriage love and
its heavenly delight, for as has been said above, marriage love and its delight
consists in the will of the one being that of the other, mutually and
reciprocally. This is destroyed by love of dominion in marriage, since he that
domineers wishes his will alone to be in the other, and nothing of the other’s
will to be reciprocally in himself.
When
one wills or loves what the other wills or loves each has freedom, since all
freedom is from love; but where there is dominion no one has freedom ; one is a
servant, and the other who rules is also a’ servant, for he is led as a servant
by the lust of ruling (380). '
In
the inmost heaven there is genuine marriage love because the angels there are
in the marriage of good and truth, and also in innocence.
It
is said that the angels in heaven have all their beauty from marriage love
(382).
Marriages
in heaven differ from marriages on the earth in that the procreation of
offspring is one of the ends of marriages on the earth, but not of marriages in
heaven, since in heaven the procreation of good and truth takes the place of
procreation of offspring.
All
this makes clear that marriages in heaven are not like marriages on earth. In
heaven marryings are spiritual, and cannot properly be called marryings, but
conjunctions of minds from the conjunction of good and truth. But on earth
there are marryings, because these are not of the spirit alone but also of the
flesh. And as there are no marryings in heaven, consorts there are not called
husband and wife; but from the angelic idea of the joining of two minds into
one, each consort designates the other by a name signifying one’s own, mutually
and reciprocally. This shows how the Lord’s words in regard to marrying and
giving in marriage (Luke xx. 35, 36), are to be understood (382).
LIGHT
IN HEAVEN
IpHAT
there is light in the heavens those who think from nature alone cannot
comprehend; and yet such is the light in the heavens that it exceeds by many
degrees the noonday light of the world. That light I have often seen, even
during the evening and night. At first I wondered when I heard the angels say that
the light of this world is little more than a shadow in comparison with the
light of heaven; but having seen it I can testify that it is so. The brightness
and splen-dor of the light of heaven are such as cannot be de-scribed. All
things that I have seen in the heavens have been seen in that light, thus more
clearly and distinctly than things in this world.
The
light of heaven is not a natural light, like the light of the world, but a
spiritual light, because it is from the Lord as a sun, and that sun is the
Divine Love (126, 127).
SPACE
IN HEAVEN.
ALL
things in heaven appear just as in the world, to be in place and in space and
yet the angels have no notion or idea of place and space. As this must needs
sound like a paradox, I will endeavor to make the matter clear, as it is of
great importance.
All
changes of place in the spiritual world are ef-fected by changes of state of
the interiors, which means that change of place is nothing else than change of
state.
For
the same reason the heavens are distinct from each other, also the societies of
each heaven and the individuals in each society; and furthermore, the hells are
entirely separated from the heavens because they are in a contrary state.
For
the same reason, again, any one in the spiritual world who intensely desires
the presence of another comes into his presence, for he thereby sees him in
thought, and puts himself in his state; and conversely, one is separated from
another so far as he is averse to him. And since all aversion comes from
contrariety of affection and from disagreement of thought, whenever in that
world several are together in one place they are visible [to one another] so
long as they agree, but vanish as soon as they disagree.
Again,
when any one goes from one place to another, whether it be in his own city, or
in courts or in gardens, or to others out of his own society, he arrives more
quickly when he eagerly desires it, and less quickly when he does not, the way
itself being lengthened and shortened in accordance with the de-sire, although
it remains the same. This I have often seen to my surprise. All this again
makes clear how distances, and consequently spaces, are wholly in ac-cord with
states of the interiors of the angels; and this being so, no notion or idea of
space can enter their thought, although there are spaces with them equally as
in the world (191-195).
WHAT
has been said in this work about heaven, the world of spirits, and hell, will
be obscure to those who have no interest in learning about spiritual truths,
but will be clear to those who' have such an interest, and especially to those
who have an affection for truth for the sake of truth, that is, who love truth
because it is truth ; for whatever is then loved enters with light into the
mind’s thought, especially truth that is loved, because all truth is in light
(603).