MUHAMMED HİLMİ EFENDİ MÎZÂNÜŞŞERÎAT VE BÜRHÂNÜTTARÎKAT
Hazırlayan: Yaşar ALPARSLAN
TAKDİM
Türkiye’de Darendeliler deyince
bir âile anlaşılır. Maraş’ta ise Darendeliler deyince iki âile anlaşılır. Bir
Somuncu Baba nesli Daren- deliler. Ya’nî son dönem Hulusî Efendi’nin yeniden
gündeme getirdiği, şöhrete kavuşturduğu Darendeliler. Bir de Maraş’ta tutunmuş,
bir tarîkatın temsilcisi, müntesipleri bulunan, Maraş’a Malatya’nın Darende
ilçesinin Yenice nâhiyesinden gelmiş ama yine benzer özellikler taşıyan
Dârendeliler.
Bu bakımdan önce bütün
Türkiye’nin bildiği Somuncu Baba nesli Darendelilerden bir miktar bahsedelim.
Somuncu Baba nesli alperendir.
Ortaasya’dan Anadolu’ya gelir. Çünkü uzun asırlar Anadolu Alperenlerin cihad
sahnesidir. Alanıdır. Gelirler burada sınır beklerler. Toprak fethine
katılırlar. Cihad yaparlar. Yurt yuva tutarlar. Sevap da kazanırlar.
Somuncu Baba’nın âilesi önce
Kayseri’ye yerleşir. Somuncu Baba burada doğar. Babasının adı Şeyh Şemseddin
Mûsa’dır. Doğum tarihi tahmini 730 / 1331’dir.
Somuncu Baba ilk tarîkât neşesini
babası Musâ’dan alır. Sühreverdiye’nin Ebheriye koluna intisab eder. İlim
tahsilini Kayse- ri’de yapar. Muhtemelen hocalarından biri Davûdu Kayserî’dir.
Şam’a da gider. Orda da okur. Tarîkat bilgisini ilerletir. Erdebil’e gider.
Mürşidlik için icâzetin iznin buradan alır. İzin aldığı halifesi olduğu Şeyh
Sadreddin Erdebîlî’dir.
Somuncu Baba Anadolu’ya
döndüğünde Darende Kayseri ve Aksaray’a (751 / 1350) uğrar. Sonra da Bursa’ya
varır. Eğleşir (760 / 1358).
Somuncu Baba Bursa’da iken
zamanın kutbudur. Fakat onun Bursa’da beri benzer insan tuttuğu bu makamı
bilmez. Zâten o da giz- 7
ler. Fırıncılık
yapar. Somun yapar. Satar. Kazanç elde eder. İnancına göre hem kazancından yer,
hem dağıtır. Somun sattığı yer Bursa Ulu Câmii civarıdır.
Devir Yıldırım Beyazıt zamanıdır.
Yıldırım Beyazıt Bursa Ulu Câmiini yaptırır. Hutbeyi de Emir Sultan okusun
ister. Fakat Somuncu Baba’nın varlığın bilen, makâmını hisseden, ilminden
haberdar olan Emir Sultan, Yıldırım Beyazıt’tan hutbeyi Somuncu Baba’ya okutsun
ister. Onu konuya vâkıf kılar. O da kabûl eder. Somuncu Baba teklifi kabûl
eder. Hutbe okur. Fâtiha üstüne va’z verir.
Fakat gel görelim Somuncu
baba’nın sırrı faş olur. Bunun üzerine o da somunculuğu bırakır. Dervişliğe
döner. Mürid tutar. Mürid yetiştirir. İcâzet verir.
Vakıf kurar. Talebe yetiştirir.
Somuncu Baba kalan ömrün başka
yerlerde geçirir. Bursa’yı bırakır. Bir rivâyet Aksaray’a yerleşir, orada
vefat eder. Zâten târihen bir oğlu Yusuf burada eğleşir, yaşar, ölür.
Bir rivâyet de zâten önceden
bildiği Darende’ye gider. Yerleşir. Ölür (815 / 1412) Son yapılan çalışmalar
ömrünün son demini Darende’de geçirip öldüğü tarzındadır. Zira onun burada
türbesi vardır. Ondan çoğalan bir nesil bugüne kadar ulaşmıştır. Oğlu Halil
Baba (Taybî)’nin burada yaşayıp çoğaldığı muhakkaktır.
Buna göre âilenin Aksaray ve
Dârende kolu mevcuttur. Vakıfları, şecereleri vardır.
Âilenin bu gün gün yüzüne çıkanı,
görüneni, tanınanı Darendedekilerdir. Dünden bugüne vakıflarıyla gelen âile son
dönem Hulûsi Efendi ile atılım yapmıştır. Hulûsi Efendi âlimdir. Şâirdir. Mutasavvıftır.
Eserleri vardır. Hatırı sayılır sayıda müridleri vardır. Kurduğu vakıflar
çeşitli alanlarda hizmet vermede, hizmetleri ile göz doldurmaktadır. Darende
bugün onun sâyesinde ilim irfan yuvasıdır. Kütüphâneler yurdudur.
Aile Seyyid’dir. Beratları,
şecereleri vardır. Ailenin karakteri Seyyid olmaya müsâiddir. Seyyid dense
layıktır. Sezâdır. Çünkü genelde zararsız insanlarla, alimlerle, vera’ takvâ
sâhibi insanlarla doludur. Din ğayreti olan insanları eksik olmamaktadır.
Câzibe kaynağıdır. İnsanları kendine çekmektedir.
Gelelim Maraş’takine;
Maraş’takinin hikâyesî Muhammed
Hilmi Efendi ile başlar.
İçerde hayat hikâyesini
vereceğiz. Ancak burada farklı taraflarıyla biraz daha bahsedelim.
Hilmi Efendi Malatya’nın Darende
ilçesinin Yenice nâhiyesi veya köyündendir. 19. yy sonlarında doğar. Doğum
târihi belirsizdir.
Dönemi devletin eğitime para
ayıramadığı, para ve insan kaynaklarını vatan müdafâasına sarfettiği zamandır.
Böyle olunca da sefâlet ve yoksulluk diz boyudur. Doğan sokak çocuğu
olmaktadır. Karakter kazanamamaktadır. Birbirini yemektedir. Aileler, nesiller
bozulmaktadır. Örfler, âdetler kaybolmaktadır. Hilmi Efendi İstanbul’a gider.
İlim öğrenir. İcâzet alır. Mevlâna Halid-i Bağdâdî’nin ekolundan, halifesinin
halifesi Gümüşhânevî’yi tanır. Tarikatına girer. Şahsına intisâb eder. Erbaîn
çıkarır.
Velhasıl Hilmi Efendi İstanbul’da
yetişir. Ama tam yetişir. İlimde tasavvufta mesâfe alır. Yurduna avdette yolu
üstünde olan Sivas’ta yine Nakşî olan Nalçacızâde Ahmed Efendi’den istifâde
eder, icâzet alır. Dostluk kurar. Yakındır, gider gelir münasebeti kesmez.
Dostluğunu sürdürür. Kemâlde kemâlâtı yakalar.
Ancak yurduna avdette yurdundaki
havayı sevmez. Şartlar onu rahatsız eder. Zira eğitimsizlik Anadolu’yu vahşet
yuvası yapmaktadır. Medeniyetten deniyyete sürüklemektedir.
Çare ya yurdu ıslahtır. Ya
terktir. Yurdu ıslah mümkün değildir. Boyunu aşan olaydır. O halde tek yol
terktir. Yoksa nesli kurtarmak pek mümkün değildir.
Hilmi Efendi âilenin bir kısmının
aklına girer. Onları önce geldikleri yer Medine’ye götürmek ister. Fakat
mallarını satamazlar. Gitmeleri kalır. Bu defa güneye Şam’a yerleşmek için
yola çıkarır. Aileden kalanlar peşine düşse de âileden kopanlar Maraş’a ulaşır.
Geç dönem Dulkadirli ailesinden
bir zâtın yaptırdığı Duraklı câmiini bulur. Burada Darendeli başka âileler de
vardır. Kokularına buraya yerleşir. Câminin kubbesi yıkılmıştır. Yaptırılır.
Ta’mir ettirilir. İki yıl burada kalınır. Bir sebeple Antep’e geçilir. On yıl
burada kalınır. Avdet edilir. Aynı yerde mekan tutulur. Câmî yeniden i’mar,
ta’mir ettirilir. Cami ismi Darende’den gelen bu âile ile anılır olur.
O zaman Maraş hocalarının çoğu
tarikat hâricidir. Çok dışında değilse içinde de değildir. Muhalifi çok vardır.
Muvâfıkı azdır. O bakımdan âile şüphe ile karşılanır.
Öyle ya âileyi getiren âlimdir.
Mutasavvıftır. Maraş’ı Nakşiliğin Hâlidî koluyla tanıştırmıştır. Ondan evvel bu
kol Maraş’ta yoktur. O gün için durum budur. Bu demek değildir ki Maraş’ta
tarikat kültürü hiç olmamıştır. Tam tersine olmuştur. Bu topraktan da nice büyük
mutasavvıflar yetişmiştir. Eserler yazmıştır.
Meselâ; Huzeyfetûlmaraşî gibi..
Hilmi Efendi suyu gözünden içer.
İlk şeyhi Gümüşhanevî 19. asrın en büyük meşâyıhlarındandır. Devrinde
İstanbul’un en büyük kütüphanesine sâhiptir. Hadiste, tasavvufta vs. deniz
deryâdır. Çok sayıda eser sâhibidir.
Hilmi Efendi nice yüzler âlim
gibi onun mürîdidir. O dahil dört şeyhe mürid olmuştur. İstifâde etmiştir.
İcâzet almıştır. Yüreği kazandır. Allah peygamber aşkı kaynayanıdır.
Aile Maraş’a döner. Artık
Maraşlıdır. Bir yere gitmez. Her âile nasıl yaşarsa o da burada öyle yaşar.
Dediğimiz gibi Hilmi Efendi önce
şüphe ile karşılanır. Acep dîni istismar mı ediyor denir. Fakat süratle kendini
kabul ettirir. Âile Ma- raş’ın gözde âilesi olur. Her biri birer din iman
hizmetkârı olur. Din hizmeti yapar. Çocuk okutur. İmamlık yapar. Ma’nevî
mimarlık yapar.
Ancak Hilmi Efendi bunların
içinden âile ve şehir içinde çok öne çıkar. Aile içinden ve dışından
talebeleri, müridleri olur. Bunlar da onun sağlığında ve ölümünden sonra hizmet
eder, ses getirir. Nakşîliğin Hâlidî kolunu yayar, yaşatır.
Hilmi Efendi 1900 yılında câminin
çatısını tamir ederken çatıdan düşer. Yürüyemez olur. Câmi hizmetlerini oğlu
Nedim Efendi yapar. O da 1916’da vefat eder.
Hilmi Efendi Maraş’ta çok saygı
görür. Sahip olduğu ma’neviyyat dillere destan olur. Ailesi Maraş’ın gözde
âilelerinden olur. Millet kız alıp vermede şeref duyar. Alanlar, verenler aldık
verdik diye övünür. Çocuklarına adlarını verir.
Hilmi Efendi mürid sâhibi olur.
Mürid yetiştirir. Bunlardan bazılarına icâzet verir. Veya Hatm-ı hace
okutmaları, ders vermeleri için izin verir. Bu icâzet verdikleri; kendi ölür
onlar şahsen âilecek Maraş’ta irşad faaliyetlerini devam ettirir. Milleti
aydınlatır.
Kardeşinin oğlu Vehbi Efendi
Antep-Adana tarafında çalışır. İrşadda bulunur. İnsan yetiştirir. Hilmi
Efendi’nin kendine verdiği gibi o da Antepli Mustafa Eralp Efendiye icâzet
verir. (Öl. 1971) Hatta o da ölmeden Birecikli Mahmut Konar’a icâzet verir (öl.
2003). Bugün An- tep’te Abdullah Tayşî Efendi yolunu devam ettirmektedir.
Vehbi Efendi’nin bir oğlu vardır.
Adı Fazlı. Fakat o, âlim fâzıl biri olmakla berâber babasının yoluna
girmemiştir.
Ancak kızı Fatma’dan olma İbrahim
Efendi, Vehbi Efendi’nin icâzet verdiği Mustafa Efendi’ye devam etmiş, sonra da
onun icâzet verdiği Mahmut Efendi’ye intisap etmiştir.
Fatma’dan olma Ali Efendi ise son
döneminde Darendeli Hulusi Efendi ile gönül bağı içine girmiştir.
Hilmi Efendi’nin izin, icâzet
verdiğinden biri oğlu Mahmut Nedim Efendidir.
Mahmut Nedim Efendi şerî
ilimlerde mütebahhir. Okumuş, okutmuş. Çok sayıda âlim, fâzıl insan
yetiştirmiş. Hatta Hoca Efendi bunun için “yaşarsa yerimi tutar” demiş. Nedim
Efendi oğlu Abdullah Efendi’nin de hocası olmuş. Oğlu da ne aldıysa ondan
almış. Yıllarınan Hoca Efendinin yerini doldurmuş.
Fakat Nedim Efendi babası Hilmi
Efendi’den iki yıl sonra ölmüş. Yeri boş kalmış. Ama oğlu Abdullah Efendi ve
aileden olan hanımı yıllarınan hizmet etmiş. Ma’nevî hizmette boşluk doldurmuş.
Yakın târihe kadar gelini kadınlar için bir ma’neviyat merkezi olmuş. Ruhlarındaki
duygu seli onları başka mecrâlara sürüklememiş.
Hoca Efendi’nin en cerbezeli
müridi ise Abid Efendi. Cumhuriyet dönemi tarikat temsilciliğinde en öne çıkan
isim bu olmuş. En fazla bu zat insan toplamış. Halka oluşturmuş. Hayranlık
doğurmuş.
Yanına gelenin duygusuna âniden
cevap vermiş. Yanına gelenler bu zâtın kalp atışını duymuş. Cerbezesine şâhid
olmuş.
Yanî bu zât hayâtı hep vecd ve
istiğrak içinde yaşamış. Maraş harbinde şehirden kaçanlara;
-Korkmayın, yerinizde durun.
Düşman şu gün kaçacak, demiş. Düşman da o gün kaçmış.
Bu zâtın etrafında târikat
neşvesi olan insan halkası hiç eksik olmamış. Kanadıkırık terzi Mehmet Efendi
gibi..
1860’da doğup Evliyâzâdelerden
olan Abid Efendi sonradan Hilmi Efendi’ye intisap etmiş. Kerâmetlerine şâhid
olunmuş.
Abid Efendi şeyhinin kendine
verdiği izni icâzeti etrafında olan mürîdandan Ahmet Tevfik Paksu’ya vermiş.
Başka da kimseye vermemiş.
Abid Efendi evine yakın yerde
bulunan Hacı Şâkir Câmiinde imamlık yapmış. Evinde ve câmide gizli saklı hatm-i
hace (Nakşilerin zikir adı) yaptırmış. Zamanında çok sıkıştırılmış. Baskın
yaşamış. Karakollara düşmüş. Hesaba çekilmiş.
Câmisi eski cezâ evinden sanat
mektebine doğru giderken Çuha- darlıların ev hizasında imiş. Yola bakarmış. 200
metre ilerisi şimdiki sanat mektebi olurmuş. 1935’de devlet fazla görmüş.
Satmış. Yıkmış ev yapmışlar. Alana hayretmemiş.
Abid Efendi için Seyyid dense de
biraz zor. Zira Abid Efendi eğer Evliyâzadelerdense; Evliyâzadeler Dulkadir ve
aşiret. Aileyi kuran tek başına güneyden Maraş’a gelmiş. Dervişmiş. Maraş’a
yerleştirmişler. Tekkesin kurmuş. Türemiş. Evliyâzâdeler böyle ortaya çıkmış.
Muhtemelen Cerid aşiretinden olan
âile Maraş’ta çok büyük âlimler, devlet ricâli çıkarmış. Yetiştirmiş. Maraş
harbinde kahramanları, kahramanlıkları olmuş.
Abid Efendi 1943 yılında ölmüş. (1363 / 1943 Şaban 18)
Şeyhadile, Şehitler Abidesi’nin
doğusuna gömülmüş.
Abid Efendi’nin izin icâzet
verdiği Ahmet Tevfik Paksu Maraş’ta doğmuş. (1905) Önceleri Sandaloğlu Hoca
Efendi dahil birçok kişiden okumuş. Medreseler lağvedildiğinden bulduğundan
okumuş. Sağlıklı okuyamamış. Medrese tahsilin tamamlıyamamış.
Askere gitmiş. Gelmiş. Devlet
dâiresine girmiş. İşine gelmemiş. Ayrılmış. Önceleri terzilik yapmış. Sonra
manifaturacı olmuş. Manifaturacılıkla da ömrünü tamamlamış.
1930’larda Abid Efendi’yi
tanımış. Onda yetişmiş. Ondan izin icâzetle bu işi ölünceye kadar götürmüş.
Dervîşanı etrâfında toplamış. Hatta her çeşit dervişan dostluk halkasında
bulunmuş. Mihver olmuş.
Bu gelip gidenleri sayacak
olursak; Berber Mustafa Arabacı, Halil Yazgülü, Berber Celil Usta, Kanadıkırık
Mehmet Efendi, İbrâhim Şirikçi, Dörtyol’dan H.Hamdi Sayıl vs. Bunlar hep
tarîkat ehli insanlar.
Sağlam bir karaktere sahipmiş.
Olanı olacağı hissedermiş. Başta âilesi ve çocukları olmak üzere çevresinden
hürmet görmüş. Saygı görmüş. Eşraf kabûl edilmiş. Ziyâretçisi eksik olmamış.
Ahmet Tevfik Paksu âilesine
Maraş’ta Nuh Efendiler denir. Elbistan’dan gelmişler. İçlerinden âlimler
çıkarmışlar. Maraş’ın köklü âileleri arasına girmişler. Kız almışlar kız
vermişler.
Ahmet Tevfik Paksu çocuklarının
anlattığına göre bir gün bir öğle yemeğinde çocukların toplamış. Yenilmiş,
içilmiş. Helallaşılmış. 5 Nisan 1971. Sonra bir öteye rihlet etmiş. Önden
gidenlerden olmuş. Gerçekte terbiye insanıymış. Allah rahmet eylesin.
Ahmet Tevfik Efendi kendinden
sonra kimseye el, icâzet, izin vermemiş. Kendinin ölümüyle berâber bir devir
kapanmış.
Zâten asır tüketim asrı olunca
insanlar içe değil dışa yöneliyor- muş. Tâlib olmayınca meta, meşreb, sünnet,
âdet vs. yok olmuş.
Bir hatıra:
Rahmetli Halil Büyükkoz’dan
dinlerdim. O anlatırdı. Derdi;
Maraş’ta güçlü bir Rüfâî gurubu
vardı. Ben de Rufâî idim. Tarîkatlar yasaklandı. Cemiyetimiz dağıldı. Sağa sola
savrulduk. Cemiyet olmaktan çıktık.
Bu bağlamda Ahmet Tevfik
Paksu’nun da içinde bulunduğu bir hatıra anlatalım.
Ahmet Tevfik Paksu’nun her çeşit
dervişandan bir gurup ahbabı vardır. Bunlardan biri de Rufâi dervişi Sabri
Baba’dır. Hafız Ali Efen- di’nin de bu gurupla tek tek dostluğu vardır.
Gurubdan haberdardır.
Hafız Ali Efendi bunlara haber
salar. Bir gün toplanın, kırsala çıkalım, şu Sabri Baba ma’rifetini göstersin,
der. Toplanırlar, kırsala çıkarlar. Hafız Ali Efendi de gelmiştir. Aralarına
girmiştir.
Her neyse bir yer bulurlar.
Otururlar. Sıra Sabri Baba’nın ma’rifetini göstermesine gelir. Sabri Baba bir
zeytinin dibine oturur. Kendini hazırlar. Okuyacağını okur. Döşünü açar.
Parmağını ağzına götürür. “Bismillah” der. Islar. Göğsüne çalar. Demir göğsüne
çakılır. Fakat bilinmez. Fazlaca çakılır. Demirin ucu Sabri Baba’nın gövdesinden
çıkar, varır ağaca saplanır.
Derken sıra çıkartmaya gelir.
Fakat demir çekilir. Çıkmaz. Uğraşılır. Çıkmaz. Çıkar amma nice çabadan sonra.
Ama bu arada Sabri Baba hiç olandan müteessir olmaz. Sakin sakin olanı seyreder.
Demir çıkar. Sabri Baba yine
parmağını ıslatır. Bismillah der yaraya sürer. Yara kapanır.
Vakit saat dolar. Şehre dönülür.
Ama bir heyecanlı hal, bir macera da yaşanır.
Darendeli Hilmi Efendi’nin bir
başka seçkin müridi Mağaralı mahallesinden Muhammed Ali Maraşî. Diğer adı Duruş
Efendi (Durmuş).
Duruş Efendi 1865’de Maraş’ta
doğar. Aslen Dağistanlı bir âile çocuğudur. Babasının adı Abdullah’dır.
Duruş Efendi önce Maraş’ta okur.
Bir hocası Dayızâde Emin Efendi’dir. Yaşı 18’ken Darendeli Hilmi Efendi’ye
intisab eder. Yetişir. Mesâfe alır. Hoca Efendisi onu sever. Ondaki tekâmüle,
kemâle hayran kalır. Onu şerî ilimlerde de kemâle erişsin diye Şam’a gönderir.
Yol arkadaşlarından biri Berberzâdelerden Sıdkı Özcan’dır. Orada on sene gibi
okur. Hocalarından biri muhaddis, müderris olan Şeyh Bedreddin’dir. Okuduğu
medresenin adı Şa’bânî’dir.
Döner. Mağaralı Câmiine imam
olur. Baştan sona burada hizmet eder. Tarikatta pirdir. Hem Maraş hem çevrede
hizmet yürütür.
Zâhirî, Bâtınî ilimlerde hizmet
götürür. İnsan yetiştirir. Talebe yetiştirir. Emek verdiklerinden biri meşhur
Ahmet Tâhir Efendi’dir. Ömer ve Muhittin Efendi diğerleridir.
Duruş Efendi tarikatda
mahallesinde ve memleketinde merkez muhit gibi olur. Câzibe merkezi olur.
İnsanlar hizmet, himmet için ona koşar. Bir gören, bir tanıyan bir daha ondan
kopmaz. Mahallesi kamilen ona bağlıdır. Sever. Hürmet eder. Ma’nevî ağırlığını
hisseder.
Onun çok büyük ahlak ve makam
sahibi olduğunu söyler.
Evli, altı çocuk sâhibi olan
Duruş Efendi’nin bir de Maraşlılarca çok sevilen oğlu vardır. Dr. Remzi İnce. O
da babası gibi kibar, nâzik, oturaklı bir insandır.
Duruş Efendi 1939 yılında ölür.
Şeyhadil mezarlığına gömülür. Mezarı 1 nolu kapıdan kırk metre ilerde sağdadır.
Duruş Efendi’nin evi câmisi her
zaman câzibe merkezidir. Kadın erkek kum gibi kaynar. Sağlığında böyledir.
Öldükten sonra da böyle- dir. Sanki rûhâniyeti insanları yurduna yuvasına
çeker. İnsanlar hiç olmazsa bu mekanların havasını tatmak için buralara gelir.
Havasını tadar. Hasret giderir. Rahatlar huzur bulur.
Kadına sorarsın,
-Nereye gidiyorsun, dersin.
Heyecanla;
-Duruş Efendi gile, der.
Duruş Efendi’nin kitapları
vardır. Dağılmıştır. İki kitabı da bize düşmüştür. Sağlam olanı evde teberrüken
tutulmaktadır.
Bir Darendeli Abdullah Efendi’nin
evi bir de Duruş Efendi’nin evi hasseten Maraşlı kadınlar için sanki ocaktır.
Buralara bağlılık şereftir. Buraya bağlılar konuşurken gözleri ışıldar,
keyiflenir, heyecanlanır. Burada öğrendiklerini anlatır. Yeni inmiş âyet gibi
onu aklında tutar. Hayâtına sokar. Çünkü bura insanlarının ihlas ve
samimiyetine inanır.
Darendeli Hilmi Efendi’nin izin
verdiği icâzet verdiği insanlardan biri de Berberzâde Mehmet Nefî Efendi’dir.
Mehmet Efendi adliyede
başkatipmiş. Emekli olmuş. Selvili câmiinde fahrî imamlık yapmış. Duruş Efendi
ile aynı zamanda yaşayıp Hilmi Efendi’den icâzet almış. (1859-1936)
Kalp gözü açıkmış. Kerâmet sâhibi
imiş. Alimmiş. Şâirmiş. Nefesi açıkmış. Okur iyi olur imiş. Memleket hürmet
eder imiş.
Bir birinden kıymetli üç evlat
yetiştirmiş.
1-Ahmet Tahir Özcan (Memişi Tahir
Efendi)
Türkiye çapında büyük bir isim.
Alim, mutasavvıf. Halvetiyye şeyhi. Kütüphaneci, hafız-ı kütüp. Kadı. Arapça,
Farsça, Fransızca bilir. Maraşlılar için en büyük isim. (1886-1954)
2-Bekir Sıtkı. Hoca (1888-1972).
3-Ömer Özcan. Bektûtiye Câmi imam
hatibi (1902-1980).
Maraşlılar bu zâtlardan daha çok
Ömer Özcan’ı bilir. Çevreli, dindar, mütedeyyin, hilim sâhibi mutasavvıf bir
insandır.
Darendeli Hilmi Efendi’nin izin
icâzet verdiği insanlardan biri de Mustafa Kırmacı Hocaefendi.
Kırmacızâdeler Medine’den Maraş’a
gelmiş bir âile. Artık köklerin Allah bilir.
Hoca Efendi 1889’da Maraş’ta
doğmuş. Babası erken öldüğü, annesinin tek bakanı kaldığı için askere
alınmamış. İki kez evlenmiş. Çok sayıda çocuğu olmuş. Kendi Sâlih olduğu gibi
onları da sâlih büyütmüş.
Hoca Efendi ilk olarak Abid
Efendi’den okumuş. Sonra Dayızâde Emin Efendi, Müderris Ali Efendi ve hasseten
Hafız Ali Efendi gibi zâtlardan okumuş. Bu hocalardan hasseten Hafız Ali
Efendi’yi sevmiş. Hafız Ali Efendi ölünceye kadar emrinden dışarı çıkmamış.
Hizmetinde bulunmuş. Evini beklemiş. İbâre okumuş. Son anında bütün görevleri o
yapmış.
Hoca Efendi okumak için Maraş
dışına hiç çıkmamış. Ne okumuşsa burada okumuş. Ne öğrenmişse burada öğrenmiş.
İyi de bir kütüphane kurmuş. Şimdi kitaplarının bir kısmı rahmetli Yazgülü’nün
çocuklarında. Bir kısmı damadı Bekir Hocada. Hoca Efendi 16 yaşında imam olmuş.
65 yıl kesintisiz imamlığını devam ettirmiş. Bu zaman zarfında bir kere
sakalına bıçak vurmuş. Onda da utanmış evine çekilmiş. Evden zor çıkarmışlar.
Hoca Efendi Darendeli Hilmi
Efendi’ye intisap etmiş. Müridi olmuş. Hatm-ı hace okutmak için izin almış.
Okutmuş. Bununla berâber Abid Efendi ile alâkasını kesmemiş. Onunla arasında
bir bağ her zaman olmuş.
Hoca Efendi Nakşiliğin yanında
Kadiri de imiş. Bu tarîkatda da izni varmış.
Güzel zikir yapar, güzel de zikir
yaptırır, zikir esnasında da kendisinden geçermiş.
Hoca Efendi tam bir ehl-i kâmil
insanmış. Hiç dünyâya iltifat etmezmiş. Toplumdan kabûl görürmüş. Kişiliğine
saygı gösterilirmiş.
Hoca Efendi hiç boş durmazmış.
Okur, okutur, bu işler bitti aba dokur, götürür satar, çocuklarının geçimini
kolaylaştırırmış. Güzel sesli imiş. Güzel giyinirmiş.
1980 yılında ölmüş. Güzel
yaşamış. Güzel anılmış. Allah rahmet eylesin.
Pek az hayatını bildiğimiz
Darendeli Hoca Efendi’nin müridlerinden, izin almışlarından biri de Çuhadarzâde
İlyas Efendi (1878-1961).
Çuhadarzâde İlyas Efendi mektep
medrese görmüş biri imiş. İlmiyle âmilmiş. Takva sahibi imiş. Darendeli Hoca
Efendiye bağlı imiş. Ayrıca Darendelilerden Vehbi Efendi’nin oğlu Fazlı hocanın
kızı ile evli imiş.
Velhâsıl özetlersek bizim
kulağımıza gelen bildiğimiz Hilmi Efendi Maraş’a geldiğinde Maraş ağırlıklı
tasavvuf aleyhdarı imiş. Mutasavvıflar, müridleri ağır ithamlar altında tutulurmuş.
Hakâretler edilirmiş. Hani şimdi diyorlar potansiyel suçlu görülürmüş. Zâten
klasik Nakşilik unutulmuş. Yenisi de yânî Nakşîliğin Halidî kolu hâla Maraş’a
girmemişmiş. Hilmi Efendi gelmiş. Millet ona cephe almaya kalkışmış. Dikbalan
olmuş.
Fakat Hoca Efendi süalli cepheyi
yıkmış. İlmiyle maneviyatı ile dikkat çekmiş. Yerini yurdunu yapmış. Kendini
gelmesi lâzım gelen yere getirmiş. Varlığını kabul ettirmiş.
Millet de kendine yönelmiş.
Çocuklarını okumaya göndermiş. İntisap etmiş. Mürid olmuş. İcâzet alan olmuş.
Olanlarını da çok güzel yetişmiş. Onlar da toplumun yüz akı olmuş. Kabûl
görmüş. Mesleğine, meşrebine laf getirmemiş. İnsan yetiştirmiş. Kalp
aydınlatmış. Kalplerin keşfin yapmış. Atlasın çıkarmış. İçinde karanlık nokta
bırakmamış. Kişilere kendini tanıtmış.
Cezbe toplumu ortaya çıkarmış.
İstiğrakı bilen kitleler yaratmış. Bu doğan kitle bu yolları kullanarak ötelere
geçmiş. Çok çeşit fizikte metafizik yaşamış. Gördüklerine hayran kalmış. Zevk-i
rûhânî yaşamış. İmanı güçlenmiş. Allah aşığı, peygamber sevdalısı olmuş. Burada
kalan dünyayı nasıl kullanması gerekiyorsa öyle kullanmış. Hayâtını ifrattan ,
tefritten arındırmış.
Maraşlı kökü kömeci olmıyanın
yüzüne bakmaz. Kız almaz, kız vermez. Sonradan görme der. Kenarın dilberi der.
Noldum delisi der vs.
Onun kız alıp vereceği zâde,
asılzâde, eşraf, kökü kömeci belli vs olacak.
Vasat şerâit bu iken Maraşlı bu
âileyi süratle kabullenmiş. En eski âileler bile bu garip âileden kız alıp
vermiş. Alıp vermeyi şeref kabul etmiş. Siz de kim oluyorsunuz dememiş. Dağdan
geldiniz dememiş. Kenarın dilberi ne olacak dememiş.
Mevlana Halid-i Bağdadî’nin
geliştirdiği yeni yapı Nakşilik buraya girmiş. Tutunmuş. Ehil insanlarını
bulmuş. Çevre çerçive oluşturmuş.
Ama bir iki nesil sonra inkıtâa
uğramış. Zor zamanda yaşamış. Kolay zamanda göğe çekilmiş. Ehillerini,
ehliyetlilerini çıkarmaz olmuş. Nesilsiz kalmış.
Şimdi genelde doğu asıllı
şahıslara bağlı Nakşiler var. Varlığı iyi. Ancak yerlide bu kültürün olmaması
hoş değil. Hatta inhitat, inhizam. Gerileme.
Ben Darendeli Hilmi efendi’nin
kitabından haberdar idim. Fakat görmemiştim.
Serdar YAKAR Bey’le Durdu Mehmet
YİĞİTALP arkadaşımı, hocayı bir sebeble ziyarete gittiğimizde kitabı gördüm.
Aklıma yazdım.
Bu kitap işi geliştikçe aklıma
düşer oldu. Maraşlılara âid kitapları gün yüzüne çıkarıp bastıkça kalbimi daha
çok meşğul eder oldu.
Bundan beş altı ay önceydi. İş
olsun havası Bilal SAYLAK Bey’le konuşurken kitabın konusu açıldı. Varlığı
konuşuldu. Yeri duyuruldu.
Bilal Bey’in hanımı
Darendelilerden. Bilal Bey hemen atıldı. “Hocam şunu hazırla. Her masrafı
benden. Bir değer ortaya çıksın. Bu zâtın rûhaniyeti memnun edilsin” dedi. Biz
de hemen olur dedik. Zâten bizim aradığımız da bu tür işlerdi.
Ancak bu bahar şu bağ işi bitsin,
yazın yapalım dedik. Fakat bağ işi çok sürdü. Ancak Ramazan da yavaş yavaş
başladık. Sonra da hızlandırdık. Ancak bitti.
Biz yapalım derken kitabın Lâtin
yazısıyla aktarılmışının olduğunu bilmiyorduk. O da ortaya çıktı. Fotokopisini
aldık. Elimizde biri el yazmadan biri baskıdan iki fotokopi olmuş oldu.
Başladık. Osmanlıcası ve yeni
harf basımını ortaya koyduk. Ona baktık, ona baktık. İlk muhtırada çok bozukluk
çıktı.
En iyisi mi şunu kapayalım, hiç
görmiyelim dedik. Kapadık.
Başladık Osmanlıcasından okumaya.
Az az, ağır kelimeleri kaldırarak, fakat olmadı. Ses uslup tek kelime bile
kaldırsak bozuldu. Kalbimizi tahriş etti. Vicdanımızı sızlattı. Ve bizi
yaşadığımız yaptığımızdan vazgeçirdi. Olduğu gibi olanına dönderdi. Belki de
böyle istemişlerdi. Kalbimizi buna yatırmışlardı. Çünkü onlar seyyâliyeti olan
saf ruhlardı.
Doğrusu
da buydu çünkü. Böyle olursa;
1-Onun ilminin ve rûhaniyetinin
malı olan eser bozulmazdı. Malı tecâvüzden masûn kalırdı. İçinde ne varmış,
dışı ne katmış belli olurdu.
2-Benim hasseten istediğim olan
20. asır başlarında Maraşlı bir âlim nasıl bir ilim dili kullanıyor o belli
olurdu.
Bunun ne kadarı yerel, ne kadarı
klişelenmiş laf, lafız ortaya çıkardı. Halk dili ve emâreleri görünürdü. O gün
yaşıyan bugün ölen o gün bir şekil, bugün başka bir şekil kullanılan kelimeler
belli olurdu. Ve kitap Türkçemizin dilde şevâhid kitabı olurdu.
Maksad hasıl oldu. Oldu da şükür.
3-Kitap yayınlandığında Maraş’ın
da bu ilmin torbasında bir tuzu olduğu, olabileceği belli olurdu. Bu çok
önemli. Şehir medeniyet demek. Şehir de eser de medeniyete ulaşmanın, medenî
yaşamanın ürünü, işâreti, îcâbı demek.
Kitap aynen bırakıldı. Ancak
boşluğu gidermek için;
1-Lügat hazırlandı, sona konuldu.
2-İçerdeki Arapça metinler modern
yazımla aynen kondu. Bunu sağ olsun Doç Dr. M.Akif ÖZDOĞAN Bey yaptı.
3-Eğer âyet ve hadise içerde
ma’na verildiyse aynen bırakıldı. Yok verilmedi ise ma’nası aşağıya dipnot
olarak kondu.
Kitapla alakalı tartışma
yaratmamak için onun hadis dediğine hadis dendi. Söz dendiyse söz dendi.
Bunların tahlil ve tenkidine girilmedi. O böyle değerlendirmiş böyle kalsın
dendi.
Çünkü mutasavvıfın bir dünyâsı
vardır. O dünya da çok bu dünyâ değildir. Veya onun en iyisinin dünyâsı iki
ayak üstüne oturur. Biri maksadıdır. Adı hakîkatdır. Diğeri yaşadığımız
dünyâdır. O çok değerli değildir. Kifâyet miktarı yeterlidir. Hayal de deseniz
olur.
Onun için orada duyduğuna,
gördüğüne çok önem verir. Onu da malzeme olarak kullanır. Yerine göre “bana
peygamber şöyle dedi” der. Ona da hadis muamelesi yapar. Veya buranın
malzemesini oraya göre kullanır. Yorumlar. Tutarsız tevil eder.
Bu da bir kültür. Döndüğünde
burada da Sâlih yaşarsa diyecek bir şey yok. Yasaklamakla ortadan kalkacak bir
şey değil. Zâten yasaklanmış da kalkmış değildir.
Hoca Efendi de diyor. “Sekir
hâlinde söylenenleri ma’kul karşılan.”
Bir bakıma mutasavvıf vecd ve
istiğrak çizgisinde yaşayan insan. Esmâ vurgunu. Esmâ çılgını. Hak âşığı. Çok
gözü görmeyen insan. Gözünde dünyâ gölgeler hâlinde olan insan. O da o
şartların sarhoşu. Dünyânın düzenini bozmadıkça bir şey demek doğru değil.
Bizim burada maksadımız bir
kitabı tenkit değil. Bir kitabı memleket kültürüne kazandırmak. Ben veya
başkası tenkidini altına üstüne yapacağına yeni kendine özgü yazsın daha iyi.
Keşke bu işleri kurum ortaya
çıkarabilib o şartlarda yapsak, ya- pabilsek de daha ileri götürüp daha başka
Maraşlıların yazdığı tasavvuf kitaplarını da yayınlayabilsek. Yok mu böyle
kitaplar. Var.
Biz bu kitabı okurken şükür
zorluk çekmedik. Beşon kere bizdeki silik çıkmışsa önceden çevrilmişine baktık.
Şüphemizi giderdi. Çok az da daha önce kullanımını görmediğimiz kelime ile
karşılaştık. Onları da yakıştırdık, yazdık. Mana çıkaracak şekilde bıraktık.
Kitaba Hoca Efendi’nin
şiirlerinden örnekler koyduk. Bunları bize Hoca Efendi neslinden Durdu Mehmet
YİĞİTALP hoca getirdi. Biz de olanı metin halinde koyduk. Birazının da
Türkçesini koyduk.
Bunlar kendi yazısı değil. Herkes
yazarak, istinsah yaparak almış. O bakımdan yazım hataları var. Her şiirde
birkaç yeri nasıl okuyacağını şaşıyorsun. Dolayısıyla yakıştırıp yazıyorsun.
Müdahale de edemiyorsun. Olduğu gibi bırakıyorsun.
Hoca Efendi’nin kitapları kime
geçti bilinmez. Ailede Abdullah ve Fazlı Hoca’nın yarı ölü kitapları var.
Bunlar mirasçılarda duruyor.
Sorduk. Fazlı hocanın kitapları
arasından bir tane “Delâil-i hayrat” çıktı. Gittik. Gördük.
Hoca Efendi bu kitabı şu sebeble
yazmış. Biri çıkmış, “Küfür Torbası” diye bir kitap yazmış. Adını yazmamış.
Adam kitapta tarikata atmış tutmuş. Hakaretler etmiş. Tekfirde bulunmuş.
Çıkışını yanlış îzâh etmiş.
Muhtemelen müfrîd şîi imiş.
Revâfız imiş. Hurûfî imiş. Kaynakları istediği gibi kullanmış. İşine geleni
almış. İşine gelmeyeni almamış. Daha arkası var şikâyetlerin. Kitap çıkmış.
Kimse cevap vermemiş. Bu da Hoca Efendi’nin zoruna gitmiş. Hoca Efendi
kitaptaki ithamlara cevap vermeyi, yanlışları tashihi kendine vazife addetmiş,
bilmiş. Almış eline kalemi ve yazmış.
Hemen söyliyeyim. Ben bu kitabı
duymadım. Şöhretini duymadım. Tasavvuf târihinde münâkaşa yarattığını, ses
getirdiğini yazılı görmedim. Elime geçmedi. Birinin kütüphanesinde raslamadım.
Ancak Hilmi Hocaefendi görmüş.
Önemli bulmuş. Vazife telakki etmiş. Yazılanlar zoruna gitmiş. Cevaplamış.
Çünkü kimse cevaplamamış. Cevaplanmadığı da zoruna gitmiş, eserini kaleme
almış.
Hoca Efendi eserinde birinci
derecede kaynakları kullanmış. Ulema tarikatı Nakşîlik. Bu tarîkata mensup
âlimlerin kitaplarını kullanmış. Hem müteşerri’ hem mutasavvıf Şa’ranî gibi
alimlerin kitaplarını kullanmış. Rahatlıkla bir nice Arapça eserden istifâde
etmiş. Kaynak olarak kullanmış. Yazacağını yazmış. Bu ara Torbacı’ya cevap
verirken o günkü toplumda çok münâkaşa edilen bazı konularda açıklamalar
getirmiş.
Dârendeli Hilmi Hocaefendi
anlatımda zorlanmamış. Anlatacağını çok rahat anlatmış. Anlattıklarını bilen
yaşayan biri gibi anlatmış. İşin içinde olduğunu hissettirmiş. Gerçekte de işin
içindeymiş.
Netice muhterem diş doktoru Bilal
SAYLAK Bey sebep oldu biz yaptık Darendeli Hilmi Efendi’nin tarikatla alakalı
eserini yayınlıyoruz. Ona böyle bir hayra vesîle olduğu için memleket namına
teşekkür ediyoruz. Allah râzı olsun diyoruz. Kazancına bereket diliyoruz.
Okumuş varlıklıların hasseten bu tür hizmetlere tâlip olmasını istiyoruz.
İnsan yetiştirmek için kültürel
mirâs çok önemli. Bunun çalışılıp ortaya çıkarılması gerek. İnsanımıza sunulması
tanıtılması gerek. Ki insanımız bu sâyede millî ma’nevî değer sâhibi olsun.
Kendine güven duysun. Vasıf kemal kazansın. Daha bir iştahla geleceğe yürüsün.
Dirilsin. Ayağa kalksın. 21. asırda söz sâhibi olsun. Yeni bir medeniyet
kursun. Onu deniyyete sürükleyenlerden hesap sorsun. Tefrikaya düşürenlerin
karşısına çıksın.
Bu eserin ortaya çıkışında sağ
kolumuz Serdar YAKAR Bey’in emeği çok oldu. İşin bütün teknik yönünü üstlendi.
Omuzladı. Yüklendi. Götürdü. Teşekkür ediyoruz.
Bizi bu işlere vesile kılan
Allaha şükrediyoruz.
Bizi yalnız
bırakmasın diyoruz. Yola devam ediyoruz.
MARAŞ’TA DARENDELİLER
Kahramanmaraş’ta mukîm
Darendeliler âilesi Malatya’nın Dârende ilçesi Yenice nâhiyesinden. Aileyi o
gün için temsil eden şahıs Hacı Yusuf Ağa. Hakkında pek bilgi yok. Bilinen
Sâlih biri olduğu. İleriki yıllarda Hicaza gittiği, haccettiği, Medine’de de
öldüğü...
Hacı Yusuf Ağa önce Ümmü Hâtunla
evlenmiş. Bundan üç kız bir oğlu olmuş. Oğlunun adı da Yusuf. Bu oğul tüccar.
Tokat’ta ikâmet ediyor, ticaretle geçim yapıyorken rüyâsında Hz. Peygamberi
görmüş. Hz. Peygamber onu toprağına çağırmış. O da şeyhine sormuş. O dahî
gitmen lazım demiş. Biz de gelecek yıl geleceğiz demiş eklemiş.
O baba bir üvey kardeş Mustafa’yı
dükkanına koymuş. Devir teslim etmiş, oğlu Vehbi ile âilesini babasına emanet
bırakmış yollara düşmüş. Huzûr-ı Nebeviye varmış, ziyâret etmiş, ta’zimini arz
etmiş. Mekke’ye yönelmiş. Haccetmiş. Hacı olmuş fakat orda vefât etmiş. O
toprakların malı olmuş.
Yusuf’un bir oğlu var. O da
Vehbi. Bu da dedeye emanet edilen Vehbi. Bu zât ehli ilim. Mutasavvıf. Adana
Antep civarında hizmet yapmış. 1858’de doğmuş, 1938’de ölmüş.
Öldüğünde bir oğlu üç kızı var.
Oğlunun adı Fazlı. Soyadını koyarsak Fazlı Aslantürk. Bu zât âlim, fâzıl
(1902-1974).
Kızlarından biri Şirikçilerde.
Adı Fadıma. Fadıma’yı tabaklar şıhı Mehmet Efendi’ye vermişler. Onun da kızlar
hariç üç oğlu var. İbrahim, Mehmet, Ali.
Mehmet’in kızlar hariç üç oğlu
var. H.Ahmet, Vehbi, Metin. Vehbi’nin Vehbi olmasının sebebi baştaki Vehbi.
Ali’nin kızlar hariç iki oğlu
var. Şavkı ve H. Mehmet. Bunlar ve babaları hep Divanlı Câmiinin bânileri.
Fazlı Aslantürk’ün de iki oğlu
var. Vehbi ve Ziya. Ziya erken ölmüş. Vehbi ise yeni. Çocukları, çocuklarının
çocukları var. Hepsi de birbirinden iyi.
Fazlı Aslantürk âlim. Müftülük
yapmış. Hafız Ali Efendiye hizmet etmiş. Ölmüş. Hayatı yazılmaya değer.
Sonraya bırakalım. Bu kolu kapatalım.
Aile Maraş’a şöyle gelmiş. Hacı
Yusuf Ağanın ikinci eşi Emi- ne’den olma Şeyh Muhammed Hilmi Efendi önce gitmiş
İstanbullarda okumuş. Bu okumanın şeklini hayatını verirken açacağız. Sonra memleketine
dönmüş. buradaki havayı beğenmemiş. Burada insanlar kendi insanlarına zarar
vermese de nâhak yere ölüyor öldürüyorlar demiş. İlerde bizim neslimiz de ya
zâlim olur mazlûma zulmeder, ya mazlûm olur zâlimin zulmü altında yaşar. En
iyisi mi biz buradan taşınalım yoksa ind-i ilâhîde çocuklarımızdan mesul oluruz
diye fikir beyan etmiş. Şâm-ı şerifin uygun olacağı konuşulmuş. Fakat akraba
ve ehibbâ karşı çıkmış.
Fakat ısrar devam etmiş. Aile
taşınırları yanına alıp gece yola çıkmış. Emlakları orda bırakmış. Akraba
arkalarına düşmüş. Yolda yakalamış fakat iknâ edememişler. Onlar yurtlarına
bunlar Maraş’a ulaşmış. Önceden Maraş’a yerleşmiş bir Darendeli ailenin
teveccüh ve delâletiyle aile şimdiki yerlerine yâni Duraklıya yerleşmişler.
Duraklı câmii çürümüş, yıkılmış bir câmi imiş, ta’mir etmişler.
Aile olarak önce Maraş’ta iki yıl
kalmışlar. Sonra havasıyla imtizaç edemediklerinden kalkıp aile boyu Antep’e
gitmişler. 10 sene kalmışlar. Fakat Sivaslı mürşidi Nalçacızâde Hacı Ahmet
Efendinin emirleriyle tekrar Maraş’a dönmüşler. Aynı yere yeniden
yerleşmişler. Câmii artık ihtiyâca kifâyet etmediğinden camii Rûmi 1312 ve
Arabî 1314 (1896)’da yeniden şimdiki görülen şekliyle ihyâ ve inşâ etmişler.
Şeyh Muhammed Hilmi Efendi büyük
âlim, büyük mutasavvıf. Ancak konuyu burada bırakıp yeniden âileye döneceğiz.
Onun hayatını yalnız başına ilerleyen sâhifelerde yazacağız.
Hacı Yusuf Ağa ikinci bir evlilik
yapmış. Emine Hanımla evlenmiş. Bu evlilikten 5 oğlan 2 kız olmuş.
Bu oğlanlardan en meşhuru biraz
evvel kısmen konu ettiğimiz Şeyh Muhammed Hilmi Efendi. Ailede baba gibi
başcıl. Fikir beyan etmiş. Yerinden etmiş. Maraş’a getirmiş. Şıh Hacı Hilmi
Efendi belli ki birkaç evlenmiş. Bu evliliklerden 4 oğlu 2 kızı olmuş.
İlk oğlu Bahri. Bu koldan âlim
yok. Bahri ticaretle meşgul olup 1949’da ölmüş.
İkinci oğlan Mahmut Nedim. Mahmut
Nedim’im anne adı Emine.
Mahmut Nedim âlim. 1877’de
Kahramanmaraş’ta doğmuş. Yine Kahramanmaraş’ta ölmüş. Öğrenci yetiştirmiş.
Rıdvan Hoca, Osman Sandaloğlu, kendi oğlu Abdullah Efendi, yine aile içinden
Fazlı Aslantürk talebeleri. Hâfızlık yaptırmış. Öğretmenlik yapmış. İmamlık
vazifesinde bulunmuş. Evkâf-ı hümâyundan imamlık berâtı var. Bu berât âilede D.
Mehmet Yiğitalp’de aslıyla mahfuz.
Mahmut Nedim Hocaefendi babası
Şıh Muhammed Hilmi Efendi düşüp felç olduğunda on beş sene yerine bakmış.
Bölgesinde merkez halifeliği yapmış. Câmide va’z vermiş. Ne hizmet varsa
üstlenmiş, yürütmüş.
Yâni ailenin bir mutasavvıf âlimi
de bu. Hayâtıyla alakalı bilinen bu kadar.
Mahmut Nedim Efendi Ayşe adlı bir
hatunla evlenmiş. 2 oğlu bir kızı olmuş. Oğlunun biri Maraş harbinde şehit
olmuş. Şehidin adı Bekir. Geriye bir oğlan bir kız kalmış.
Kızın adı Emine, oğlanın adı
Abdullah.
Abdullah babasından okumuş. Âlim,
müttekî. Cumhuriyette muallimlik yaparken çok hizmet etmiş.
Hayatını burda bırakıp sonra
açmak kaydıyla âileyi açmaya devam edelim. Sonra başlık halinde verelim.
Şeyh Muhammed Hilmi’nin diğer bir
oğlunun adı Abdurrahman. Dârende de medfun. Oğulları Adana’ya yerleşmiş Tündu
soyadını almış.
Abdurrahman vatanı olan Yenice’de
çocuk okutmuş. İmamlık yapmış. 1944’de ölmüş.
Şeyh Muhammed Hilmi’nin geriye
kalan dördüncü son oğlu Hüseyin. Bu zât tahsilini ikmâlden sonra Duraklı da
imamlık yapmış. 1929’un şubatında ölmüş.
Bununla âilenin en önemli kolu
temam oluyor. Buradan öte fürûuna girmiyoruz.
Yeniden başa geçiyoruz. Hacı
Yusuf Ağa’nın iki oğlu bitti. Biri ilk hanımdan diğeri ikinci hanımdan. İkinci
hanımdan bir oğlunun adı Mustafa. Bu zât Karafakı lakabıyle tanınmış. Âlimmiş.
İyi de Arapçası varmış. İmamlık yapmış. 1883 doğumlu olan bu zât 1946’da ölmüş.
Bu kol Şirin soyadını almış. Türemiş.
Hacı Yusuf Ağanın bir oğlunun adı
da Hasan Efendi.
Hasan Efendi Maraş’a geldiğinde
Ermeni hareketleri sebebiyle Berit dağına askere gitmiş. Oradan bir Kayseri
hacı kafilesine katılıp Hicaza gitmiş. Orada Muhammediyye Kütüphanesinde
mücâveretle huzur-ı nebevîde kalmış. Evlenmemiş. I. Cihan harbinin üçüncü senesinde
Medine’de mücâvir olanları Fahrettin Paşa memleketine göndermiş. O da kardeşi
Ömer Efendinin yanına gelmiş. Dârende Yeniceye geçmiş. Orada ölmüş. Hacı Hasan
Efendi çok dindarmış. Mücâvirken yıllarınan ayaklarını bağlayıp yatmış. Bunu
bulunduğu beldeye edeben yapmış.
Hacı Yusuf Efendinin yine bir
oğlunun adı Ömer. Bu zât Ma- raş’ta yaşamış. Maraş’ta töremiş. Maraş’ta ölmüş.
Geriye kalan son beşinci oğlan
Maraş’a geldiklerinde kardeşi Ha- san’la gönüllü Berite askere gitmiş. Orda
Ermeni-Türk kavgasında şehid olmuş.
Bu ailenin Darende’de olanları
Maraş harbine oradan gelen 200 kişilik bir çete içinde katılmış. Şehid de
vermiş.
Çete komutanı Yeniceli Muhammed
Ağaymış. Şehid olan onun oğlu Nuri. Verdikleri harp şehir dışında. Katıldıkları
olayın adı: Çakıroğlu olayı.
Darendeliler alperendir.
Darendeliler kökü kömeci temiz insanlardır. Sâlihleri çoktur. Maraş’ta orta
halli âlimleri çok olmakla berâber kayda değer, ses getirmiş üç alimleri
vardır. Bunlar:
1-Darende Şeyh Muhammed Hilmi
Efendi
2-Fazlı Aslantürk
3-Abdullah Yiğitalp’tir.
Bunların
genişletirsek hayat hikayeleri şöyledir:
DARENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
Malatya’nın Darende kazası Yenice
nahiyesinde doğdu. Doğum tarihi belli değildir. Babası adı: Hacı Yusuf Ağa.
Annesinin ismi Emine. İlk tahsilini Darende de tamamladı. İhtisas için
İstanbul’a gitti. Fatih medresesinde okudu. Burada müderris Sadık Efendinin
himayesine kavuştu.
Gümüşhâneli Ziyâeddin Efendinin
ders ve sohbetlerine devam etti. Halifesi oldu. İcâzet aldı. Darende’ye döndü.
Yetinmedi. Sivaslı Nalçacı zâde Hacı Ahmet Efendi’den feyz aldı. İcâzet sahibi
oldu. Ahmed Hilmi Efendi de icâzetini Aşık Muhammed Mısri’den o da Halid-i
Bağdâdi’den almıştı.
Zamanında Darende bölgesinde
dirlik yoktu. Kendisi, babası, kardeşleri oralardan önce mallarını satıp ilk
geldikleri yer olan Medine’ye gitmek istedi. Mallarını alan olmadı. Kaldılar.
Sonra da Şama göç etmek istedi. Akrabaları ne kadar geciktirdiyse de engel
olamadı. Aile taşınırlarını alıp oraları terk etti. Önce Maraş’a geldi. 2 yıl
durdu. Bu esnada Duraklı (Seyit Ali) Camii civarını mesken etti. Câmii yeniden
inşâ etti. Hücrelerini kullandı. Sonra Antep’e gitti. On yıl kadar orda durdu.
Muhammed Hilmi Efendi burada irşad görevinde bulundu. Talebe yetiştirdi. Muhit
oluşturdu. Etkili oldu.
Aile on yıl sonra Maraş’a geldi.
Câmii yeniden yapıldı. Aile buralarda büyüdü. Hocaefendi hizmetlerine devam
etti. Tarikatını götürdü. Tarikatta insan yetiştirdi. Okuttu. İfta hizmetinde
bulundu. Şöhreti günbegün çevreyi sardı. Tarikatını şeriattan taviz
vermeksizin büyüttü. Terbiyesi ihlası memleketi etkiledi.
Bir vâzında şöyle demişti:
“Allâhü teâlâyı, farzları,
haramları, namazla alakalı meseleleri bilmeyen, gerçek mümin olamaz. Demek ki
mümin cahil olmaz. Bildiği ile amel etmeyen câhil demektir. Bildiği ile alâkalı
amel edene Cenab-ı Allah bilmediğini öğretir. Nitekim Hadis-i şerifte de
„Bildiği ile amel eden kimseye Allâhü teâlâ bilmediğini öğretir’ buyurdu. İlmi
ile amel etmeyen ve ilmini dünyâ kazancına vâsıta kılan âlimden kendi hâlinde
bir cahil çok hayırlıdır. Akıllı olana bu kadar söz yetişir.”
Bu da hocafendinin ne kadar
sağlam temelli bir hizmet götürdüğünü gösterir.
Muhammed Hilmi Efendi 1900
yılında Duraklı câminin inşası esnâsında çatıdan düşer. Yürüyemez hâle gelir.
Bundan sonra vefatına kadar geçen süre içinde câmiye çıkamaz. Onun hizmetlerini
en bu işe liyâkatlısı Mahmut Nedim götürür.
Bu zaman zarfında bir gün olsun
hastalığından, yatalak oluşundan şikâyet etmez. Zikrine devam eder. Yine
odasına geleni kabûl buyurur. Yapabileceği ne varsa yapar. 1916 (H. 1334) de
vefat eder. Şeyh Âdil mezarlığına gömülür.
Hoca Efendi ğayet cömert bir
insandı. Geleni boş çevirmezdi. İslâm’ın temel kaynaklarını okutur bunlardan
va’z ederdi. Şöhretten kaçınırdı. Keşfi açıktı. Kerâmet sâhibi idi. Gelenin
sorularını sormadan cevapladığı olurdu. İslâmiyeti hakkıyla yaşardı. Az
konuşurdu. Ğayet ağır başlı idi. Kendi ruhâniyetine tam sahip biri idi.
Tarikatta kendi yetiştirdiği insanların ruh hallerini takip edecek kadar bu işte
ileri idi. Hizmetlerini yürütür ilimle de alâkasını kesmezdi.
Muhammed Hilmi Efendinin şâirliği
vardır. Bir de eseri vardır. Bu güne intikal etmiş çok güzel sözleri de
bulunmaktadır.
Onlardan bazıları:
“Cehennem yoluna düşüp de cennet
arzu eden kimsenin hâli, kuzeye gidip de hacc-ı şerife gidiyorum diyenin
hâline benzer.”
“Hırs sâhibi her zengin fakirdir.
Kanaat eden herkes zengindir.”
“Tasavvuf ehliyim diyenlere
bakarız. Eğer sözlerinde ve amellerinde İslâmiyete muhâlif haller görülmezse
onlara muhabbet ederiz. Eğer İslâmiyete aykırı hâlleri görülürse kendilerine
tembih ederiz. Dînin doğru olan hükümlerini bildiririz. Bozuk yolları terk
ederlerse iyi olur. Terk etmezlerse kendilerini sevmeyiz.”
“Gözden yaş çıkmamak kalp
katılığından ileri gelir. O dahi günah çokluğundan ileri gelir. Günah çokluğu
ölümü unutmadan ileri gelir. O dahi uzun emel sâhibi olmasından ileri gelir. O
dahi dünyâyı sevmeden ileri gelir. Dünyâyı sevmek ise bütün günahların
başıdır.”
Muhammed Hilmi Efendi’nin
(k.s) Silsile-i Aliyyeleri;
1-Hazreti Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)
2-Ebû Bekr Sıddîk (R.A)
3-Selmân-ı Fârisi (R.A)
4-Kasım bin Muhammed bin Ebû
Bekir (R.A)
5-Câfer-i Sâdık (R.A)
6-Bayazıdı Bestamî (R.A)
7-Ebül Hasen Harkânî (R.A)
8-Ebû Ali Farmedî (R.A)
9-Yûsüf Hemedânî (R.A)
10-Abdülhâlik Ğücdüvânî (R.A)
11-Ârif Rîvgerî (R.A)
12-Mahmut
İncirfağnevî (R.A)
13-Ali Râmitenî (R.A)
14-Muhammed Bâbâ Semmâsî
15-Seyyid Emîr Külal (R.A)
16-Behâeddin Nakşıbend Muhammed
Buhârî (R.A)
17-Alâüddin Attar (R.A)
18-Ya’kup Çerhî Hısârî (R.A)
19-Übeydüllah Ahrar Semerkandî
(R.A)
20-Muhammed Zahid Bedehşî (R.A)
21-Mevlânâ Derviş Muhammed (R.A)
22-Mevlânâ Hâcegî Emkenkî (R.A)
23-Hace Muhammed Bâkî Billah
(R.A)
24-İmam-ı Rabbânî Şeyh Ahmed
Fârûkî (R.A)
25-Muhammed Mâsûm (R.A)
26-Seyfeddîn bin Muhammed Ma’sum
(R.A)
27-Seyyid Nûr (R.A)
28-Habibullah Mirza Cânan (R.A)
29-Gulam Ali Dehlevî (R.A)
30-Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (R.A)
31-Ahmed bin Süleyman Ervâdî
(R.A) - Âşık Muhammed Mısrî (R.A)
32-Ziyâeddîn Gümüşhanevî (R.A) -
Nalçacızâde Ahmed Sivâsî (R.A)
Dârendeli Muhammed
Hilmi Efendi (R.A)
Yetiştirdiği
müridleri-halifeleri;
1-Dârendelizâde Vehbi Efendi,
2-Dârendelizâde Mahmut Nedim
Efendi,
3-Bayazıdlı Mahallesi Şâkir
Efendi Câmî İmam-Hatibi Abid Efendi,
4-Mağaralı Mahallesi Câmî
İmam-Hatibi Duruş Efendi (M.Ali Efendi)
5-Berberzâde Mehmed Efendi (Kendi
adı ile anılan veya Selvili Camii de denilen câminin fahri İmam-Hatibi. Yeri
PTT karşısı kale dibi olup CHP döneminde satılan 18 câmiden biridir)
6-Kırmacı Mustafa Hoca Efendi
7-Çuhadarzâde H. İlyas Efendi
(Fahrî hocalık ve vâizlik yapmış)
Allah rahmet
eylesin. Nûr içinde yatırsın. Benzerlerini ihsân etsin.
ABDULLAH YİĞİTALP (1908-1995)
Darende’den Maraş’a göç eden Hacı
Yusuf Ağa’nın ikinci hanımı Emine’den olma Şeyh Muhammed Hilmi, Hilmi’nin oğlu
Mahmut Nedim, Mahmut Nedim’in oğlu Abdullah Yiğitalp. Köklü bir âile. Asâletli
bir silsile. Tertemiz bir nesil.
Abdullah Yiğitalp 1908 (H. 1324)
yılında Maraş merkez Duraklı mahallesinde doğdu. İlk öğrenimini “Şemsülmaarif-i
iptidâiye”de yaptı. Alemli câmi hücrelerinde tedrîsât yapan Dârülhilâfe
medresesinde okudu. Buradan şehâdetnâme (diploma) aldı.
Babası da hoca olan babasından da
istifâde eden Abdullah hoca, medreseler kaldırılınca okumayı bıraktı. Terziliğe
gitti. Terziliği öğrendi. Dükkan açtı. Bu ara Gaziantep’te pedegoji muallim
mektebi açılmıştı. Müracaat etti. Kabûl olundu. İki dönem okudu. Zâten önceden
bir alt yapı vardı. buradan mezun oldu. Maraş merkez Turan ilkokulunda
öğretmen oldu (1928). Askerliğe gitti (1934). Bir soruşturma sonrası Hartlap
(Elmacık) ilkokuluna gitti. İdârecilik yaptı. İkinci Cihan harbi esnasında
yeniden yedek askere alındı. Yedek subay olarak görevde bulundu. Askerlik
bitti. Yine eski yerine döndü. 1951 yılına kadar bu bölgede çalıştı.
Bu bölgede çalışmak işine geldi.
Bu bölgede rahat hizmet etti. Zîrâ gözden uzaktı. Tek parti döneminin adam yeme
icraatlarının dışında kaldı. İcraatlar köylere ulaşmadan çok partili dönem
başladı.
Bu bölgede iken eğitmen olan
Tuzsuzzâde Mustafa Işık’ı yetiştirdi. Külliyen İslâmi ilimleri okuttu. Emekli
olan bu zât daha sonra bu bölgede hizmetler yaptı. Abdullah Bey bu bölgede kim
hizmet istediyse çekinmeden erinmeden sundu. Bölgenin renginin değişmesinde
İslâmî millî karakter kazanmasında büyük rol oynadı. Bu bölge insanı onu sevdi.
Unutmadı.
1951 yılı itibariyle Maraş’a
gelen hoca efendi 1952’de açılan Ma- raş İmam Hatip’te de dışardan görev yaptı.
Meslek derslerine girdi. Güzel insan yetişmesine vesile oldu.
Ölünceye kadar kendinden öğrenme
arzu eden her kese kesesinde ne varsa murâdına göre dağıttı. Hiç mi hiç
erinmedi.
Suyu ağırdı. Gölgesi insanı
ezerdi. Terbiyesine diyecek yoktu. Zâid konuşmasına rastlanmazdı.
Tarikatmeşrepti. Evi mektepti. Kitapları daha çok oğlunun kütüphanesinde
durmaktadır.
5 Ocak 1995’de rahmet-i rahmâna
kavuştu. Kutlu bir ömür yaşadı. Mutlu bir ömre kavuştu.
FAZLI ASLANTÜRK (1902-1974)
Darende’den göç eden ailenin
çocuğu. Baba adı Vehbi. Vehbi Efendi âlim, zâhid mutasavvıf bir zat.
1901 yılında Maraş’ta doğdu.
Babası hocaydı. İlk tahsilini ondan aldı. Son dönem Maraş’ta kurulan Dârülhilâfe
medresesini bitirdi.
Medrese tahsilinin yanında özel
hocalardan da ders aldı. Bunlar arasında olanlar; Hafız Ali Efendi, Dayızâde
Emin Efendi, Dâyızâde Ziya Efendi.
Çuhadarlıdan Hacı İlyas’ın kızı
ile evlendi.
Medreseler kapatılınca boşta
kaldı. Kendi özel işleriyle uğraştı. Devletten hizmet talep etmedi. Hoşta
karşılamadı. Devlete küskün davrandı. Askere gitti. Askerliği uzun sürdü.
Fakat askerlikte kal ısrârına rağmen askerde kalmadı. Yapıma uygun değil dedi.
Halbuki sâbit de bir işi yoktu.
Devlet baskı yapıyordu. Din
hizmetine müsaade etmiyordu. Bilhassa şehirde çok sıkıştırıyordu. Zâten şapka
hâdisesinden bir sabıkası vardı. Onun için Pazarcığa bağlı Aşağımülk köyünde on
sene gibi imamlık yaptı. Ancak kadrolu değil de vatandaşla anlaşmalı imamlık
yaptı.
Ortalık yumuşadı. Tek parti
dönemi bitti. Döndü Maraş’a geldi. Hacı Osman’ın fabrikasında çalıştı. Orda tam
yetkili bir görevli gibi çalıştı. Sonra hocası Hafız Ali Efendinin zoruyla
devlette görev aldı. Duraklı câminde görev aldı. Burada hizmet etti. Sâde
imamlık değil yanı sıra din hizmetinin her çeşidini yaptı. Hizmeti yer yer
vâizliğe, müftülüğe kaydı. Diyânetin kendisine tevdî ettiği her hizmeti
üstlendi. Altından kalktı. Sıkıntısına katlandı. Sonunda zar zor hizmetleri
ucucuna getirildi, mâlülen emekli oldu.
Fazlı hoca ğayet dindardı.
Cömertti. Dünyâ malı koymadı. Sattı. Allah yolunda sarf etti. Emeklilik maaşın
dahil dağıttı. Oğlu Vehbi’ye yattığı karyolaya kadar satıp yeri gelen yere
verdi.
Fazlı hoca efendinin Arapça
ibâresi iyi idi. Lüğatsız okurdu. Ömrünün son yıllarında Hafız Ali Efendinin
Arapça metinlerden kitap okumasını o yaptı. Zâten Hafız Ali Efendi okuduğu
hocalardan birisi idi.
Toplumda sayılır sevilir biri
idi. Dikili bir taşı olmadığı halde 1974 yılında vefat etti. Çok sevdiği
Yaradan’ına kavuştu.
Darendeliler ailesinin genel
karakterini taşırdı. Yâni hem alimdi, hem takvâ sâhibiydi.
Yeteri kadar ilmî
kitabı vardı. Kitapları oğlu tarafından oğullarına tevzî edildi. Bugün onlar
tarafından korunmaktadır.
Yaşar ALPARSLAN