Sadece teorisinin gerçekliğini sınamak için, kendi isteğiyle zorlu bir fabrika işçiliği üstlenen acaba kaç filozof vardır? Hiç yok mudur? İşte bir kadın bunu yaptı: Simone Weil 1934’ten 35’e kadar Paris’te üç metal fabrikasında çalıştı. O, La condition ouvriere (1951) (Fabrika Günlüğü) adlı kitabında şöyle yazıyor: “Eğer ‘özgür’ bir işçi sınıfı yarattıklarını ileri süren büyük bolşevik liderlerin hiçbirisinin belki de -Troçki’nin kesinlikle, ama sanırım Lenin’in de- bir fabrikaya adım bile atmamış olduklarını, sonuçta da oradaki gerçek koşullardan hiçbir şekilde haberlerinin olmadığını düşünürsem, onların işçi esareti ya da özgürlüğünü düzenlemeleri, bana siyasetin ancak kötü bir şaka olabileceğini düşündürüyor.” (Weil 1978, s. 15)
Onun olağanüstü
hayatı bugün bile hayranlık uyandırıyor. “Sartre’dan yıllarca önce o,
‘bağlanmanın uygulamasını yaptı; teorik makaleler ve siyasal bildiriler yazdı,
felsefe dersleri verdi ve devrimci olarak savaştı, düşündü ve metal
fabrikalarında çalıştı” (Abosch 1990, s. 8). Simone Weil bütün bir kuşağın
tapındığı bir kişi oldu; aynı zamanda “ütopiyi tersine çevirdiğinden"
(Jean Amery) lanetlendi (bkz. a.g.y., s. 9).
Adolphine Simone Weil 3 Şubat 1909’da Paris’te doğdu.
Babası Hekim Dr. Bernard Weil Strasburgluydu; annesi Salome, Don kenarındaki
Rostow’dandı. İkisi de özgür düşünceli Yahudiydiler. Simone Weil hayatı boyunca
bütün Yahudi geleneklerine kuşkuyla baktı.
Eğitimine özel derslerle başladı, 1917’de okula gitti ve
üniversitede felsefe okudu. Bir süre, felsefe ve eşit derecede sevdiği
matematik arasında kararsız kaldı. 1924/25’te Latince, Grekçe ve felsefe
bakaloryası vererek okulu bitirdi. 1925-1928 yılları arasında IV. Henry Lise-
si’nde okudu. Burada Alain’in (aslında Emile Chartier, 1868-1951) öğrencisi
oldu. Onun toplumsal felsefe yazıları Weil’ı çok etkiledi. Alain hiçbir felsefe
okulundan değildi; tozlanmış kitapların bilgisine rağbet etmiyordu; günlük
gözlemlerden genel sonuçlar çıkarıyordu. O, kuşkucu bir filozoftu. Her türlü
üst kademeden kuşku duyuyordu; yapıp etmeyi pratik felsefenin bir parçası
olarak görüyordu. Onun sevgili öğrencisi Simone Weil, bu ilkeyi hayatı boyunca
yüreğinde taşımış olmalı. Simone Weil, ilk kez Alain’in dergisi Libre
Propos’da iki felsefe denemesi yayımlamak olanağı buldu: Du Temps ve De
la pers- pective ou l’aventure de Protte. 1928’den sonra Paris Ecole
Normale Su- perieure’de felsefe okumaya başladı.
Daha üniversite öğrenimi sırasında
ilginç davranışlarıyla dikkat çekti. Onda birörnekliğe karşı koyma eğilimi
vardı; ve de kendisinden hiç kuşkusu yoktu. Sık değişen düşüncelerine her
zaman mutlak şekilde güveniyordu (bkz. Abosch 1990, s. 19). O, gençliğinde, çok
yetenekli bir matematikçi olan büyük erkek kardeşi Andre gibi olmayı,
kendisine hemen hemen bir görev saymıştı. Annesi de ”... Simone elinden
geldiğince bir genç kız zarafeti değil, biraz kabalığa kaçan oğlan çocuğu
sadeliği geliştirmeye çaba göstermişti” (alıntı, a.g.y., s.
14). Simone Weil’in
yaşadığı sürece yemek yemekle arası iyi olmadı. Zayıflığa düşkünlüğü de1
kadınlığı kabul edemediğini gösteriyordu.
Üniversite öğrenimini tamamladıktan
sonra 1931’de Le Puy’de bir kız okulunda felsefe öğretmeni oldu. Burada “kızıl
bakire” hemen büyük heyecan uyandırdı. İşçi sendikalarıyla ilişki kurdu,
işçilere parasız kurslar verdi. Derslerinde resmi programa bağlı kalmıyor,
resmi sınavlara göre öğretim pek yapmıyor ve öğrencileri buna hazırlamıyordu.
İşsizler için yapılan protesto hareketine katılınca ceza olarak Auxerre’e
sürüldü. Bu yıllar onun siyasal ilgilerinin sürekli güçlendiği yıllar oldu;
ama ne bir partiye ne de sendikaya girdi, fakat 20’li yıllarda Fransız
sendikacılığı üzerinde büyük etkileri olan anarkosen- dikalistlere[1] [2] yakındı (bkz.
a.g.y., s. 4).
İlk gençlik yıllarından beri migren
ağrısı çektiği ve bedensel durumu hiç de iyi olmadığı halde, 1934’te metal
fabrikalarında çalışmak için bir yıllık izin istedi. Fabrika Günlüğü'nde
burada yaptığı ağır bedensel ve ruhsal çalışmaları en ince ayrıntılarına kadar
betimler. Kari Marx üzerindeki çalışmalarıyla doğrudan ilgili olan bu yazı, çok
etkileyici belgeler ve aynı zamanda çözümlemelerden oluşur.
Simone Weil, köleliğin, yalnızca üretilen üründen elde
edilen kazancın bölüşülmesi ilişkisinden değil, çalışanların çalışma
koşullarından kaynaklandığını saptar. Bu bakımdan, ona göre planlı ekonomi bir
çözüm değildir, çünkü basamaklı iktidar yapısı değişmeyecektir. O zaman
kapitalistin yerini, devletin denetçisi alacaktır. Çok büyük değişiklikler ya
da devrim yapmak yerine, ilk önce çalışma koşullarının “insanca” olmasını
ister (a.g.y., s. 9).
“Açıkça insafsız ve önüne
geçilemez bir baskı, doğrudan bir başkaldırma tepkisi uyandırmaz, tersine boyun
eğmeye neden olur” (Weil 1978, s. 122).
Simone Weil böyle ağır bir
çalışmada, düşünme yetisini kaybetmemenin ne kadar güç olduğunu kendi kanında
canında denedi: “Böyle bir hayat içinde, karşı koymanın gerekmesi gibi acı
veren bir denemeye girişmek, en düşünülemeyecek şeydir.” Bu bakımdan, eğitimlerini
sürdüren işçilere karşı çok büyük bir hayranlık duyuyordu.
Fabrika yaşamından edindiği en kötü deneyim, onurunun
kırılmış olması duygusu ve bunun sonucu olan boyun eğmeydi (a.g.y., s. 29).
Bir yıl sonra, kısmen hastalığı nedeniyle aldığı izinlerle
kesintiye uğrayan okuldaki işine geri döndü; ve 1940’a kadar orada çalıştı.
Simone Weil, Karl Marx’ın teorisini
eleştirdi ve geliştirdi (bkz. Weil 1975). Örneğin modern teknolojinin sonucu
olarak, işçilerin teknisyenler ve yönetici memurlar hesabına kaybolacaklarını
önceden gördü. O, gelişmeye çok inanmıyordu. Reflexion über die Ursachen der
Freiheit und sozialen Unterdrückung adlı denemesinde şöyle der: “Teknik
ilerleme iflas etti, çünkü o, yığınlara refah yerine fiziksel ve ahlaksal
sefalet getirdi” (a.g.y., s. 151). Weil’ın yaşamöyküsünü yazan Heinz Abosch
onun Marx eleştirileri hakkında şunları yazar: “Kari Marx’tan Simone Weil’e
gelen uzun ve hayal kırıcı bir denemenin zorlandığı yol, bir ilerleme
olabilirdi” (Abosch 1990, s. 11).
Baskı ve Özgürlük
Bütün baskılara karşın insanlar,
“özgür olmak için yaratılmış olduklarını” duyumsuyorlar. İnsan asla “köleliği
kaldıramaz, çünkü o, düşünüyor” diye yazıyor Simone Weil, Theoretischer
EntuurJ einer Freien Gesellschajt adlı yazısında (bkz. Weil 1975, s. 192).
O, özgürlüğün yalnızca düşünü görmek istemiyor; onu planlıyor da. “Sonunda
daha azına erişmek için, özgürlüğün en yetkini tasarlanmalıdır
(a.g.y.,
s. 199). O, özgürlüğü sorumluluktan özgür olmak olarak değil, düşünmenin
yönettiği bir davranma olarak görür. İnsan, eylemleri, varmak istediği hedefin
ön bilgisine ve hedef için seçeceği uygun araçlara dayandığı zaman, tamamen
özgür olabilecektir (a.g.y., s. 200).
Hiçlik - Simone Weil’in Olumsuz Teolojisi
1937/38 yıllarında Simone Weil, bundan sonraki hayatını
belirleyen dinsel duyguların uyanışını yaşadı; örneğin Assisi’de ve 1938’de
Karwoche’de [Paskalyadan önceki hafta -ç.n.] Solesmes Benedikt Ma- nastın’nda.
Bundan sonra şiddetli migren nöbetleriyle gelen hayaller görmeye başladı. O,
tanrıya olan büyük sevgisine karşın kilisenin hiyerarşik kuruluşuna ve gücüne
kuşkuyla bakıyordu. Weil’in kişisel acı çekme mistiği, sonuna kadar yürüttüğü
kendi kendisiyle savaşması, istencini, kendisini yok etme derecesinde kırmak
arzusu, onun yoluydu. Şimdi amacı, kendi kendisini yönetme ve özgürlük yerine,
tanrıya başeğme olmuştu.
Ölüm arzusunu, Ortaçağ mistik kadın ve erkekleri gibi,
açlık ve eziyet çekmeyle pekiştiriyordu. Onda “mazoşist bir eğilim” ortaya
çıktı; o, “acıda... sevinç arıyordu... çünkü acı, yoksullarla özdeşleşmeyi
sağlıyor ve varoluşa bir anlam katıyordu” (Abosch 1990, s. 48).
Weil, teolojisinde olumsuzluğu, yıkıcılığı yüceltiyordu: Bu
dünyada tanrı yoktur; olası tek kurtuluş yolu yok olmaktır. O da Budist- ler
gibi hiçbir şey istememeye, arzusuz olmaya çabalıyordu: mutlak bir iç
boşluğuydu amacı. Onun tanrı düşüncesi teselli edici değildi. Bu şekilde
gnostikler [tanrı bilgisinde yaşayanların inanç yolu -ç.n.] ve Katharcılara
[Lat. temizlenme; bir Ortaçağ mezhebi -ç.n.], Platon, Kierkegaard ve Pascaftn
düşünce geleneğine yakındı. Onlar gibi o da dünyanın tanrı tarafından değil,
kötülük tarafından yönetildiği düşüncesinden hareket ediyordu. İyi, bu dünyada
gerçekleştirilebilir bir şey değildi. Bu yüzden insan “kötüye dayanmayı ve
acıyı sevmeyi öğrenmek zorundadır** (a.g.y., s. 126).
1940 yılında Paris’in işgaliyle
hayatı bir kez daha kökten değişti. Kalabildiği sürece Paris’te kaldı ve
kaçanlara yardım etti. Yasadışı hareketlerinden -bildiri ve başka yazılar dağıtıyordu-
dolayı tutuklandı, sonra serbest bırakıldı. Yeni bir tutuklanmadan korktuğu
için, işgal dışında kalan Güney Fransa’ya, Marsilya’ya kaçtı. Orada direnişe
katıldı. Burada 1941’de Donimikan bir rahip olan Jean-Marie Perrin’i tanıdı.
Perrin onun yol göstericisi ve dostu oldu. Ölümünden sonra da terekesini
yönetti.
1942’de Fransa’yı terk etmek
zorunda kaldı. Ailesiyle birlikte önce Cezayir’e, oradan da Amerika’ya kaçtı.
Ama 1942’de yeniden Avrupa’ya döndü. İngiltere’de “Force de la France Libre”ye
katıldı; aynı zamanda siyasal vasiyeti olan kapsamlı kitabını yazdı: L'Enracinement
(1949; Alm. Eimvurzelung, 1956). Burada işgalden sonraki Fransa için
bir anayasanın temellerini hazırlamak istiyordu.
Simone Weil 4 Ağustos 1943’te
Ashforsd, Kent’de yetersiz beslenme ve veremden öldü. O sırada kendi
vatanındaki yiyecek kıtlığından dolayı karneyle verildiği kadar yemek yiyordu.
Ahlak disiplini en yüksek noktasına varmıştı. Başkalarından da bu ölçüye
uymalarını istiyordu. Buna karşılık tümden çelişik bir durumu vardı. Kendi
Yahudi soydaşlarına karşı, onların kaderleri karşısında, sonuna kadar ilgisiz
kaldı. Hatta bir “Maniheist sadeleştirmesi”yle onları bu dünyanın sefaletinden
sorumlu görüyordu (bkz. Abosch 1990, s. 121).
Simone Weil, teori ve pratiği,
felsefi ve toplumsal bakımdan birbirine bağlamak istiyordu. Ama kendi
hayatında beden ve tini, dualist bir tutumla birbirinden ayırıyordu: tinsel
bakımdan sürekli canlıydı; ama bedensel gereksinimlerine karşı sakıngandı.
Hemen hemen hiçbir şey yemiyordu. Sonunda örnek aldığı —»Katharina von Siena
(Birinci Cilt) gibi açlıktan öldü.
Alıntılar
Simone Weil, onu
hiçbir felsefe akımına sokmayan parçalar halinde, çelişkili bir yapıt bıraktı.
“O, hiçbir felsefeyi temsil etmiyordu, kendisi felsefe yapıyordu” (Schlette
1986, s. 47).
Onun varoluş
düşüncesi (Wicki-Vogt), bugün bile uyarıcılığını koruyor. O, bir din
felsefesinden fazla bir şeydir. Çünkü Grek felsefesiyle kapsamlı bir şekilde
uğraşır; özellikle Platon, Descartes,* Pascal, Kant ve Kierkegaard’la; aynı
şekilde Çin ve Hint felsefesiyle de. Hayatın anlamı hakkındaki “en son” felsefe
sorularında Weil, bir agnostik olarak kaldı.
Yaşarken sadece birkaç dergide
birkaç makalesi yayımlandı. Geriye bıraktığı yazılardan ilk olarak çıkanlar,
1948’de dostu filozof Gus- tave Thibon tarafından yayımlandı. Simone Weil
Amerika’ya gitmeden önce günlüğünü saklaması için ona bırakmıştı. Bunlardan
bir seçme, La Pesanteur et la Grace (Alm. Schwerkroft und Gnade,
1952) başlığı altında yayımlandı. Cahiers’in tamamı Almanya’da ancak 1991’den
sonra yayımlandı.
Simone
WeiFın ilk hayatöyküsü, iki dostu, Jean-Marie Perrin ve Gustave Thibon
tarafından Simone Weil telle que nous l'avons connue adı altında 1952’de
yazıldı ve yayımlandı.
YARARLANILAN YAPITLAR:
WEIL,
SİMONE. Aufmerksamkeit für das Alltâgliche. Ausgew. Schriften zu Fragen der
Zeit. Hg. u. eri. v. Otto Betz. 3. Aufl. München 1987.
—
Cahiers.
1991 ff
—
Das
Unglück und die Gottesliebe München 1953.
—
Fabriktagebuch
und andere Schriften zum Industriesystem. Frankfurt/M. 1978.
—
Schwerkraft
und Gnade. München 1981.
—
Unterdrückung
und Freiheit. Politische Schriften. München 1975.
ABOSCH,
HEINZ. Simone Weil zur Einführung. Hamburg 1990.
CABAUD. JACOUES.
Simone Weil. Die Logik der Liebe.
Freiburg/München 1968.
KROGMANN, ANGELICA. Simone Weil
in Selbstzeugnissen und Bilddokumenten. Re- inbek 1970.
PERRIN, JEAN-MARIE u. GUSTAVE THIBON. Simone Weil telle que nous l'avons connue. Paris 1952.
SCHLETTE, ROBERT. “Simone Weil."
İn: Information Philosophie. Heft 5. Dezember 1986. s. 38-48.
WICKI-VOGT, MAJA.
Simone Weil - Eine Logik des Absurden. Bern
1983.
WIMMER, REINER. “Simone Weil."
İn: Reiner Wimmer (Hg.). Vier jûdische
Philosophinnen. Rosa Luxemburg. Simone Weil.
Edith Stein. Hannah Arendt. Tûbingen 1990. s. 97-168.
[1]
Onun zamanında bunun zayıflama tutkusu adlı bir hastalık olduğu bilinmiyordu.
Ama belirtiler Simone Weil’ın hastalığının bu olduğunu gösteriyor.
[2] İşçi kuruluşlarını örgütlemek ve onları “doğrudan
eylem"e geçirmek isteyen sosyal devrimci hareket. İspanya, kalya ve
Fransa’daki büyük sendikaların kurulmasında temel oldu.
KADIN FİLOZOFLAR II Romantik Çağdan Modem Çağa Kadar...MARİT RULLMANN