Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

HZ. PEYGAMBER (salla'llâhü aleyhi ve sellem)'İN NAKLETTİĞİ KISSALAR



Giriş

Bu bölümün, bir önceki bölümle açık bir ilişkisi bulunmaktadır. Bu bölümün gaybe iman konusu ile ilgisi ise, nebevi yani Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem'in nakletmiş olduğu kıssaların, Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalara benzemesi açısındandır.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Nuh (a.s)'un kıssası ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhammed! Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz."[1]

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Meryem (a.s)'in bakımını kimin üzerine alacağının belirlenmesi için kur’a çekilmesi olayı ile ilgili olarak da şöyle bu­yurmaktadır:

"Ey Muhammed! Bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken, sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de orada bulunmadın."[2]

Yüce Allah'ın, önceki ümmetlerle ilgili olarak naklettiği kıssalara inanılma­sı, gaybe iman konusuna girmektedir. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın bize nakletmiş olduğu kıssalar da öyledir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalar, gerçek olmalarının yanısıra, eğitici, inançta kararlılığı sağlayıcı ve örnek niteliğindedirler.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

"Peygamberlerin başlarından geçenlerden sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekişirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir."[3]

Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem'in nakletmiş olduğu kıssalarda da bu özellikler bulun­maktadır.

Biz bu bölümde iki başlığa yer vereceğiz:

Birincisi: Kısasın (kıssaların) mutlak manadaki mahiyetleri ve bunların nak­ledilmesi ile neyin amaçlandığı hakkındadır.

İkincisi: Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem'in nakletmiş olduğu kıssalar (nebevi kıssalar) hakkındadır.

Kıssaların Mutlak Manaları Ve Amaçları

Kıssa (kısas) ile bir olay ve bir hikayenin anlatılması anlamı kastedilir. Bu şekilde olayların nakledilmesi ve anlatılmasında herhangi bir mahzur yoktur.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed! Biz bu Kur'an-ı Kerim'i vahyederek sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin."[4]

Uydurma hikayelerin anlatılmasının caiz olup olmadığı konusunda fıkıhçılar arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır.

Hanefî fakihleri mavi sinek masalı ve benzeri türden masalların anlatılması­nı caiz görmüşlerdir. Şer'i ıstılahta kıssa kelimesi, yerine göre vaaza, yerine göre mutlak manada yönlendirme ve tebliğ işine, yerine göre cuma hutbesine ve yerine göre de bir konuda fetva vermeye kalkışma işine denilir. Çünkü bunların ardından karşılıklı konuşmalar ve başkalarına nakledilecek bir kıssa halini alan gelişmeler gelir.

Şüphesiz şeriat, yukarıda sayılan dört işle ilgili kıssaların (şer'i uygulama­ların), bunlardan doğacak iyi ya da kötü sonuçlar gözönünde bulundurularak belli bir düzene konulmasını istemiştir. Zaman olur bir bid'atçi insanlara vaaz eder, zaman olur bir insan başkalarını fitneye yöneltir ve zaman olur bid'atçi ya da fitneye çağıncı bir kimse cuma hutbesi okur. Cuma hutbesini okuyan kişinin kimliği açıklık kazanmayınca, bu durum karışıklığa yol açabilir. Yine fetva vermeye ehil olmayan birinin fetva vermeye kalkışması, insanları sapıklığa götürmesine yol açabilir. Dolayısıyla sayılan bütün olaylarda ihtiyatlı davranılması gerekir. Bu nedenle şeriat, sayılan dört işin, ancak o işi üstlenmeyi hakeden kişilere verilmesini gerekli görmüştür. Bunu hakeden kişi ise ya emirin bizzat kendisi veya onun hakka binaen görevlendirmiş olduğu kişidir.

İslam'a göre emirlikte esas ölçü, fıkıhtır. Yani bir kimsenin emirliğe getirile­bilmesi için en başta aranan şart bu makamın gerektirdiği derecede fıkıh bilgi­sine sahip olmasıdır.

Hz. Ömer (r.a) şöyle söylemiştir:

"Üst mevkilere, yöneticilik görevlerine gelmeden önce fıkıh öğrenin."

Eğer emir (yani devlet başkanı), fıkıh bilgisine sahip değilse, o zaman hü­küm yetkisi kimin elinde olacaktır? Fıkıh bilgisine sahip olan ilim adamının mı, yoksa bu bilgiden yoksun cahil veliyyu'l-eminin (devlet başkanının) mi?

İbni Abbas (r.a)'ın görüşüne göre, İslam ümmetinde hüküm yetkisine en la­yık olanlar fakihlerdir.

Bundan dolayı konu ile ilgisi açısından diyoruz ki: Eğer yöneticilik görevini ilim sahibi, fakih ve adil biri üstlenirse vaaz, yönlendirme, cuma hutbelerinin okunması ve fetva verilmesi işlerini o düzenler. Bu işleri ya bizzat kendisi üstlenir veya başkalarını bu işleri yürütmek üzere görevlendirir. Eğer devlet yönetiminde böyle biri bulunmazsa, o zaman söz konusu işleri bu alanlarda, kendilerini yetişiren şeyhlerinden (alimlerden) icazet (yetki) almış kimselerin yürütmeleri gerekmektedir. İlim adamlarının bu alanlarda icazet (yetki) verme hakları vardır. Bu iş ise kişileri vaaz, yönlendirme, hutbe okuma ve fetva verme konusunda görevlendirme yerine geçer.

Raşid halifeliğin kaybedilmesinden bu yana, bu konuda yetkinin kimin elin­de olduğu üzerinde ilim adamları ile yöneticiler arasında tartışma vardır. Yöne­ticiler kendilerinin yönetim gücünü ellerinde tutmaları sebebiyle söz konusu işlere müdahale etme yetkisini ellerinde bulundurduklarını ileri sürmekte; ilim adamları ise hak kılıcını ellerinde tutmaları sebebiyle bu yetkinin asıl kendi el­lerinde olduğunu belirtmektedirler.

Biz şeriatın hükmü açısından, yöneticilerin hak ve adalet ile söz konusu işle­re müdahele etmeleri durumunda onların hükümlerinin uygulanacağına inanı­yoruz. Onların bu işler için görevlendirdikleri kimseler de Allah katında sevap ve ecir alacaklardır.

Hak ve adalet üzere olan, ilim sahibi ve ilimleri ile amel eden şeyhlerden icazet almış olan kimselerin önlerine de sözü edilen işlerde görev almak için kapı açılırsa, onların da bu alanlarda görev almaları mümkündür. Onların ica­zetleri de kendi açılarından, yetkili kişiler tarafından görevlendirilme mahiyeti

taşır.

Bundan dolayı hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:

"İnsanlar arasında emir ya da (emirin görevlendirdiği) memur dışında kim­se vaaz (kasas) işini yürütemez."[5]

Bir kimse şeyhlerinden icazet aldıktan sonra hem emir, hem de me'mur sıfat­larını kazanmış olur.

Sayılan dört işin dışındaki işler için bizzat şeriat tarafından bütün müslümanlara yetki verilmiştir. Bilakis her müslüman hak bildiğini başkalarına da öğretmekle emrolunmuştur. Her müslüman, bir ayet de olsa, şeriattan bildiğini başkalarına tebliğ etmelidir. Tam bir anlayış içinde (basiretle) başkalarını Al­lah'a çağırmalıdır. Yine bütün müslümanlar iyiliği emir, kötülükten nehiy ve in­sanları hayra davetle görevlendirilmişlerdir. Bu sayılan görevlerin tümü, her müslümanın yerine getirmesi istenilen görevlerdir. Bunlar için birinden izin is­temeye gerek yoktur.

Yukarıda sözü edilen dört görevle ilgili yetkilerin emir ile memura özel kılınması, İslam toplumunun belli bir düzene kavuşturulması amacını taşıyan uygulamalardandır. Böylelikle kişi, hakkı olmayan bir yetkiyi elde etmeye uğraşamayacak ve böylece toplumun düzenini bozamayacaktır. Her insan ölçüsünü bilecektir. Nefislerin taşkınlıklarının önüne geçilecek ve kişiler arzu­ları doğrultusunda, gösteriş, kendilerini kabul ettirme tutkusu içinde istedikleri gibi konuşma firsatı bulamayacaklardır. Bu uygulama ile insanların doğrudan uzak hükümler ortaya atmalarının ve bunları insanların arasında yaymalarının önüne geçilmiş olacaktır.

Konu İle İlgili Rivayetler

849- Ebu Davud, Avf bin Malik, el-Eşcai (r.a.)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Vaaz (kasas) işini ya emir, ya memur veya kendini bir şey sanan biri yerine getirir."[6]

Dersler Ve Öğütler

İbnul-Esir şöyle söylemiştir:

"Kasas işini ya emir, ya memur yerine getirir."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifinde kasas ile hutbeleri kasdetmiştir. Şöyle ki: Hutbe okuma işini emirler (yöneticiler) bizzat kendileri üstlenirlerdi. Bu hutbe­lerde insanlara ibretli olaylar anlatır ye vaaz ederlerdi. Me'mur ise emirin görevlendirmesi ve imamların seçmeleri ile bu iş için tayin edilen kişidir. Bu iş için genellikle insanların kendisinden memnun olduğu ve üstün meziyetli, fazilet sahibi kişileri görevlendirirler. Bunların dışında kalan kimselerden söz konusu görevi yürütmeye kalkanlar ise gösterişçi ve kendilerini bir şey sanan kuruntu içindeki şahıslardan başkaları değildir. Kendini bir şey sanan kuruntu içindeki kişi, yetkililerden biri kendini görevlendirmeden başkanlık arzusu ile, söz konu­su görevi yürütmeye kalkar. O bu teşebbüsü ile gösteriş yapmakta ve böbürlenmektedir. Yukarıdaki hadisi şerifte, kasas ile şer'i hükümler konusunda fetva verme anlamının kastedildiği de söylenmiştir."

Yüce Allah, ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

"Mü'minler toptan savaşa çıkmamalıdırlar. Her topluluktan bir taifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere (savaştan) geri kalmaları gerekli olmaz mı?" [7]

Bu ayeti kerime, fıkıh bilgisi elde etmiş olan birinin başkalarına da bu bil­giyi öğretmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu iş için izin alınmasına gerek yoktur. Eş'arilerin İlim cüz'ünde nakletmiş oldukları hadisi şerif de buna işaret etmektedir. Söz konusu hadisi şerifte şöyle denilmektedir:

"Komşularını bilgilendirmeyen kimselere ne oluyor da, bu görevi yerine ge­tirmekten geri kalıyorlar..."[8]

Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesi de buna işaret eder:

"Allah, kendilerine kitap verilenlerden "onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı." [9]

Yüce Allah, alim kişiden bildiğini başkalarına öğretmesi, bilgisiz kişiden de bilmediklerini öğrenmesi üzere söz almıştır. İşte bu öğretme ve öğrenme işinin yürütülmesi için bir kimsenin iznine gerek yoktur. Sadece bu işi yürütecek kişinin güvenilir ve sağlam biri olup olmadığının bilinmesi açısından ilim adamlarından icazet almış olmasına ihtiyaç duyulur. Bununla birlikte bu işe ehil kişiler tarafından ilim öğretimi ve onlardan ilim tahsil edilmesi için kimsenin özel izin gerekmemektedir.

Yüce Allah, ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

"Sizden iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat bulunsun."[10]

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem da şöyle buyurmuştur:

"Bir ayet de olsa benden duyduğunuzu tebliğ edin." [11]

Bundan dolayı hadisleri şerh eden ilim adamlarının çoğunluğu yukarıdaki hadisi şerifte kestedilen anlamın, cuma hutbesinin okunması veya fetva verme işi olduğunu belirtmişlerdir.

Ancak bu tahsisin de tahsise ihtiyacı var. Yani yukarıdaki hadisi şerifin or­taya koyduğu hükmün belli bir alana özel kılınmasının da ayrıca tahsise ihtiyacı vardır. Çünkü söz konusu uygulama, ancak doğru çizgide, adalet üzere hük­meden ve İslam'ın hükümlerini arı, duru hali ile bütün kitlelere uygulama amacı taşıyan İslami bir yönetimin bulunması halinde mümkün olacaktır. Ama işler karıştığında, (ortada böyle bir yönetim olmadığında) söz konusu yetkinin ilim adamlarından peygamberlerin varisi sıfatı taşıyanlara özel kılınması gerekir. O zaman bu ilim adamlarından icazet alınır ve emir yetkisi de onların eline verilir. Ancak böyle bir uygulama, yerine göre karışıklığa sebep olabilir. Bu itibarla yönetimin temelde iyilik (ma'ruf) sayılan ölçüye uygun olarak verdiği kararı ka­bul ederiz. Ama içerisinde sapma, batıla yöneliş ve sapıklığa çağrı bulunan ka­rarların alınması durumunda, ilim adamlarının hak olan sözü söylemeleri im­kanı olursa, bütün (şer'i) konularda icazet ve emir yetkisi ilim adamlarına ve­rilir.

Biz ilim ve davet çalışmalarında birinin iznine ihtiyaç olmadığı görüşünü taşımakla birlikte, ilim adamlarının icazet uygulamalarına yeniden hayatiyet kazandırılması yolunu tercih ediyoruz. Bu durumda kimse güvenilir bir ilim adamından icazet almadan ilim öğretimi, eğitim, davet, fetva verme ve cuma hutbesi okuma işlerine girişmeyecektir. Bu şekilde izni ve icazeti gerektirecek işlerin içine alelade çıkışlar, olağanüstü durumlar, günübirlik uygulamalar, zo­runluluk halleri, iyiliği emir ve kötülükten nehyin vacib olması halleri ve teb­liğin vacib olduğu haller girmez. İşlenilmesi vacib olan bir iş için birinin iznine veya icazetine gerek yoktur.[12]

850- Taberani, Ubade bin Samit (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Vaaz (kasas) işini ya emir, ya memur veya kendini bir şey sanıp tekellüfe giren biri yerine getirir."[13]

851- Ahmed, Abdulcebbar Havlani (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın ashabından biri Mescid'e (Mescid-i Nebevi'ye) girdi. O sırada Ka'b içeride vaaz ediyordu. Gelen kişi: "Bu kimdir?" diye sordu. "Ka'b vaaz ediyor" dediler. Bunun üzerine içeri giren şahabı şöyle söyledi:

"Ben Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Vaaz (kasas) işini ya emir, ya memur veya kendini bir şey sanan biri yerine getirir,"

Ravi dedi ki:

"Bunun haberi Ka'b (r.a)'a ulaştı. Bir daha da öyle oturup vaaz ettiği gö­rülmedi." [14]

Bir Açıklama

Ka'b (r.a) alim biri idi. Dolayısıyla vaaz etmek onun hakkıydı. Ancak o in­sanların meseleyi karıştırabilecekleri korkusu ile kendi içtihadını terketmiştir.

852- İbni Mace, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem zamanında da, Hz. Ebu Bekir (r.a) zamanında da, Hz. Ömer (r.a) zamanında da kasas (vaaz) uygulaması yoktu."

Bir Açıklama

Burada kasas ile, vaaz anlamı kastedilmektedir. Yukarıdaki hadisten an­laşıldığına göre, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın, Hz. Ebu Bekir (r.a)'in ve Hz.Ömer (r.a)'in zamanlarında vaaz meclisleri oluşturma uygulamaları yoktu. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ve ondan sonraki iki halife, insanları sadece yönlendirmek için konuşmalar yapı­yorlardı.[15]

853- Buhari, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Benden bir ayet de olsa tebliğ edin. İsrailoğullarından da hikayeler anla­tabilirsiniz. Bunda mahzur yoktur. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, cehennemden varacağı yere hazırlansın."[16]

854- Taberani, İbni Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"İnsanları bıktırmayın ki, onlar da zikirden bıkarlar."[17]

855- Ahmed, Şa'bi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Aişe (r.a), Medine halkına vaaz eden İbni Ebi's-Saib'e şöyle söyledi:

"Üç konuda ya benim dediğimi tutacaksın, ya da ben sana bunları zorla yaptıracağım." İbni Ebi's-Saib:

"Nedir onlar, ben senin dediğini tutarım, ey mü'minlerin annesi." dedi. Hz. Aişe (r.a) de söyle cevap verdi:

"Duada seci (kafiye) yapmaya çalışma. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ve ashabı bunu yap­mazlardı. İnsanlara her cuma günü bir kere vaaz et. Eğer kabul etmezsen iki kere vaaz et. Bunu da kabul etmezsen en fazla üç kere vaaz et. Sakın insanları bu Kitap'tan bıktırma. Kendi aralarında konuşan bir topluluğun arasına girip de onların sözünü keserek konuşmaktan da sakın. Ancak onları kendi hallerine bırak. Eğer sana yönelip senin konuşmanı isterlerse, o zaman konuşmaya başla."[18]

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın Naklettiği Kıssalar

856- Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin As (a.s)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, bize sabahlara kadar İsrailoğullarından kıssalar anlatırdı. Bu arada sadece farz namazı için kalktığı olurdu"[19]

857- Ahmed, İmran bin Husayn (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bize bütün gece boyunca İsrailoğullarından kıssalar an­latırdı. Bu arada sadece farz namaz için kalktığı olurdu."

Bir Açıklama

Bu hadisi İbni Huzayme de rivayet etmiş ve şöyle söylemiştir:

"Anlaşılana göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, bazen yatsı namazından sonra sahabilerine İsrailoğullarının peygamberlerine karşı gelmeleri ve onlara iman etmemeleri yüzünden dünyada çarptırıldıkları cezalardan ve yüce Allah'ın ahirette on­lara ne gibi azaplar hazırladığından öğüt almaları amacıyla onların kıssalarını anlatırdı. Buna göre bir kimsenin, yatsı namazından sonra dinleyicisine dini ile ilgili konularda yarar sağlayacak bilgileri aktarması caizdir. Çünkü Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, yatsı namazından sonra müslümanların gerek dinle ilgili, gerek dünya ile ilgili meselelerinden herhangi bir mesele üzerinde sohbet ederek, onlara yakın veya uzak zamanda yarar sağlayacak şeyler anlatırdı.

Yine sahabilerinin yararlanmaları için İsrailoğullarının kıssalarını da an­latırdı. Yukarıdaki hadisi şerif, yatsıdan sonra konuşmasının mekruhluğunun gerek din, gerekse dünya için bir yarar sağlamayacak sözler açısından olduğu­nu ortaya koymaktadır. Benim anladığıma göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem yararsız gece sohbetlerini mekruh görmüştür. Çünkü bu gibi sohbetler, kişiyi gece ibadetin­den alıkoyar. Şöyle ki, bir kimse gecenin ilk vakitlerinde uzun sohbetlerde bulu­nursa, son vaktinde de üzerine uyku ağırlığı basar ve ibadet için uyanamaz, uyanabilse de rahat ve huzurlu bir ibadet yapamaz."[20]

858- Buhari, Ebu Hurayre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Davud'un oğlu Süleyman "Ben bu gece yüz kadınla ilişkide bulunacağım ve her biri Allah yolunda savaşacak bir oğlan çocuğu doğuracak" diye söyledi. Bir melek kendisine "İnşallah de" diye hatırlatmada bulundu. Ancak o unuttu ve bunu söylemedi. Sonra söylediği kadar kadınla ilişkide bulundu. Ama bir kadının dışında hiçbiri çocuk doğurmadı. O kadın da yarım (sakat) bir çocuk doğurdu."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Eğer "inşallah" demiş olsaydı, yeminini bozmuş olmazdı [21]ve ihtiyacını gidermesi açısından da daha uygun olurdu."[22]

859- Müslim, Suheyb (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden öncekilerde bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala;

"Ben artık yaşlandım, bana bir genç gönder de kendisine sihir öğreteyim" dedi. Kral da ona, kendisine sihir öğretmesi üzere bir genç gönderdi. Bu gencin sihirbaza gitmek için geçtiği yolun üzerinde bir rahib vardı. Genç, bu rahibe uğradı ve onun konuşmalarını dinledi. Genç bundan sonra sihirbaza giderken bu rahibe uğrar ve yanında otururdu. Sihirbazın yanına vardığında da sihirbaz kendisini döverdi. Genç bu durumu rahibe bildirdi. Rahib de:

"Sihirbazdan korktuğun zaman "ailem geç kalmama sebep oldu" de. Ailen­den korktuğun zaman da "Sihirbaz geç kalmama sebeb oldu" de" diye söyledi. O böyle gidip gelmeye devam ederken, bir gün insanların önünü kesmiş büyük bir hayvanla karşılaştı. Genç bunu görünce: "Sihirbazın mı, yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu bugün göreceğim" dedi ve eline bir taş alarak şöyle söyledi:

"Ey Allah'ım, eğer rahibin uygulaması senin katında sihirbazın uygula­masından daha üstün ise şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler." Sonra taşı attı ve hayvanı öldürdü, insanlar da geçtiler. Sonra rahibin yanına geldi ve olayı kendisine bildirdi. Rahib de kendisine şöyle söyledi:

"Ey yavrum! Bugün sen benden üstünsün. Senin başına benim düşündüğüm bazı şeyler gelecek. Sen bazı zorluklarla karşılaşacaksın. Bir zorlukla karşıla­şırsan benim yerimi seni zorlayanlara öğretme."

Bu genç, anadan doğma körleri ve ala (haras) hastalığına yakalanmış olan­ları iyileştirirdi. Yine diğer hastalıklara yakalanmış olanları iyileştirirdi. Yine diğer hastalıklara yakalanmış insanları da tedavi ederdi. Kralın dostlarından gözleri kör olmuş biri bunu duydu ve pek çok hediye ile gelerek:

"Eğer beni iyileştirirsen, buradaki hediyelerin tümü senin olacak" diye söy­ledi. Genç de:

"Ben kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer Allah'a inanırsan O'na dua ederim. O da sana şifa verir" dedi. Adam iman etti ve Allah da ona şifa verdi. Sonra adam kralın yanına gitti ve eskiden oturduğu gibi yanına otur­du. Kral:

"Senin tekrar görmeni kim sağladı?" diye sordu. O da "Rabbim" diye cevap verdi. Bunun üzerine kral:

"Senin benden başka Rabbin mi var?" diye sordu. Adam da:

"Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah'tır" dedi. Böyle deyince kral onu tutup işkence etmeye başladı ve kendisine yardımcı olan gencin adını söyleyinceye kadar işkenceye devam etti. Bunun üzerine bu genç getirildi. Kral gence:

"Ey oğlum! Sen sihrini körleri ve ala (baras) hastalığına yakalanmış olan­ları iyileştirecek kadar ilerlettin mi?" diye sordu. Genç:

"Ben kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir" diye cevap verdi. Bunun üzerine kral onu da tutup işkence etmeye başladı ve rahibin yerini öğretinceye kadar işkenceye devam etti. Sonra rahib getirildi ve kendisine: "Dininden dön" denildi. Rahib kabul etmedi. Bu sefer, kral bir testere istedi ve testereyi başının tepe noktasına koydu. Buradan kafasını biçerek ikiye ayırdı.

Sonra kralın yakın arkadaşı getirildi. Ona da: "Dininden dön" denildi. O da kabul etmedi. Kral onun da tepe noktasından aşağıya başını testere ile biçerek ikiye ayırdı.

Sonra genç getirildi. Ona da: "Dininden dön" denildi. O da kabul etmedi. Kral bunun üzerine genci adamlarından bir guruba teslim etti ve:

"Siz bu genci filanca dağın yanına götürün. Dağın üstüne doğru çıkarın. Dağın tam tepesine vardığınızda kendisine dininden dönmesini teklif edin. Eğer dönmezse oradan aşağıya yuvarlayın" dedi. Adamlar genci alıp götürdüler, onu dağın tepesine çıkardılar. Genç:

"Ey Allah'ım, beni onların elinden dilediğin şekilde kurtar!" diye dua etti. Ardından dağ titredi, kralın adamları yuvarlandılar ve genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral genci görünce: "Arkadaşların ne oldu?" diye sordu. Genç: "Allah beni onların elinden kurtardı" dedi. Bunun üzerine kral, genci adam­larından bir başka guruba teslim etti ve:

"Bunu bir sandala bindirin. Denizin tam ortasına kadar götürün. Eğer dinin­den dönerse döner, aksi halde denizin içine atın" dedi. Adamlar genci alıp götürdüler. Genç yine:

"Ey Allah'ım, beni onların elinden dilediğin şekilde kurtar!" diye dua etti. Bunun üzerine sandal sallandı, adamlar denize düşüp boğuldular ve genç yürü­yerek kralın yanına geldi. Kral genci görünce:

"Arkadaşların ne oldu?" diye sordu. Genç:

"Allah beni onların elinden kurtardı" dedi. Sonra krala:

"Sen benim söylediğimi yapmadan beni öldüremezsin" dedi. Kral:

"Peki ne yapmam gerekir?" diye sordu. Genç şöyle söyledi:

"İnsanları düz bir alanın üzerinde toplayacaksın. Sonra beni bir kütüğe bağ­layacaksın. Sonra benim ok torbamdan bir ok alıp onu yayın içine yerleştire­ceksin. Sonra da "Şu gencin Rabbi olan Allah'ın adıyla deyip" oku atacaksın. Sen eğer böyle yaparsan beni öldürebilirsin."

Kral bunu öğrenince, insanları düz bir alanın üzerinde topladı. Genci de bir kütüğe bağladı. Ardından gencin ok torbasından bir ok aldı ve "Şu gencin Rab­bi olan Allah'ın adıyla"' diyerek attı. Ok gencin tam şakağına geldi. Genç de elini şakağının üzerine, okun isabet ettiği yere koyup öldü. İnsanlar bu manza­rayı görünce:

"Gencin Rabbine iman ettik, gencin Rabbine iman ettik, gencin Rabbine iman ettik" dediler. Bunun üzerine kralın yanına gidilerek:

"Gördün mü, sakındığın neydi? Vallahi, koktuğun başına geldi! İnsanlar iman ettiler" denildi. Bu kez kral yolların kenarlarına kuyular (uhdud) kazılma­sını emretti. Kralın emri üzerine kuyular kazıldı. İçerisinde ateşler yakıldı. Kral adamlarına:

"Kim dininden dönmezse, onu bu ateşlerin içine atın" dedi. Adamları da onun söylediğini yaptılar. Bu arada bir kadın getirildi. Kadının kucağında da küçük bir çocuk vardı. Kadın kuyunun içine düşmekten çekindi ve biraz te­reddüt gösterdi. O sırada çocuğu kendisine:

"Anneceğim, sabret! Sen hak üzeresin" diye seslendi."

Tirmizi'nin rivayetine göre de ravi şöyle söylemiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, ikindi namazını kıldığında sessizce bir şeyler söyledi. Ken­disine:

"Ey Allah'ın Resulü! Sen ikindi namazını kıldığında sessizce bir şeyler söyledin!" denildi. O da şöyle buyurdu:

"Peygamberlerden birisi ümmetinin çokluğu ile ucba kapıldı ve "Kim bunla­ra karşı durabilir?" dedi. Yüce Allah da: "Onlardan, benim kendilerini ceza­landırmam ile, başlarına bir düşman musallat etmem arasında bir tercih yap­malarını iste" diye vahyetti. Onlar da Allah'ın cezasını tercih ettiler. Yüce Allah da onların başına ölümü musallet etti ve bir günde yetmiş bin kişi öldü."

Ravi bu hadisi rivayet ettiğinde şu ikinci hadisi de rivayet ederdi. Bu hadiste bildirildiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Eski krallardan bir kral ve bu kralın kendisi için kehanette bulunan bir ka­hini vardı. Kahin:

"Bana anlayışlı -yahut 'kavrayışlı' dedi- ve zeki bir genç bulun da kendisine şu bildiğim ilmi öğreteyim. Ben öleceğim ve sizin içinizde bu ilmi bilen birinin bulunmaması sebebiyle bu ilmi kaybedeceğinizden endişe ediyorum" dedi. Son­ra onun için söylediği özelliklere sahip bir genç buldular. Ona söz konusu kahi­nin yanına gitmesini ve kendisinden sahip olduğu ilmi almasını emrettiler. Genç o kahinden sahip olduğu ilmi almaya başladı. Bu gencin izlediği yolun üzerinde de bir havraya (mabede) çekilmiş bir rahip bulunuyordu. -Hadisin ravilerinden olan Ma'mer şöyle söylemiştir: "Sanıyorum o zamanın havra (mabed) görev­lileri müslüman oluyorlardı"- Genç, bu rahibin yanından her geçişinde ona bir şeyler soruyor ve bu yüzden kahinin yanına geç gidiyordu. Bundan dolayı kahin gencin ailesine:

"Sizin çocuğunuz benim yanıma çoğu zaman gelmiyor" diye haber gönderdi. Genç de olayı rahibe bildirdi. Rahib kendisine:

"Eğer sana kahin "Nerede kaldın?" diye sorarsa ,"Ailemin yanında idim" de, ailen "Nerede kaldın" diye sorarsa, o zaman da kendilerine kahinin yanında olduğunu bildir" diye söyledi. Genç böyle gelip giderken, önlerini bir hayvan kesmiş olan kalabalık bir insan topluluğuna rastladı. -Bazıları bu hayvanın aslan olduğunu söylemişlerdir- Genç eline bîr taş alarak:

"Ey Allah'ım! Eğer rahibin dediği doğru ise senden şu hayvanı öldürmeni diliyorum" dedi ve taşı attı. Böylece hayvanı öldürdü. İnsanlar: "Bu hayvanı kim öldürdü?" diye sordular. Sonra: "Şu genç" dediler. İnsanlar duruma hayret ederek:

"Bu genç kimsenin bilmediği bir ilme sahiptir mutlaka" diye konuştular. Bu olayı kör biri duydu ve gencin yanına gelerek:

"Eğer sen benim gözümü açarsan, sana şöyle şöyle şeyler vereceğim" dedi. Genç:

"Senden bunları istemiyorum. Ama eğer, sen yeniden görmeye başlarsan, görmeni sağlayana iman edecek misin?" diye sordu. Adam: "Evet" dedi. Bunun üzerine genç, Allah'a dua etti. Allah da onun görmesini sağladı. Bu kör adam da Allah'a iman etti. Bu olayın haberi krala ulaştı. Bunların tümü kralın yanına götürüldüler. Kral kendilerine:

"Sizin her birinizi ayrı bir öldürüş şekli ile öldüreceğim" dedi. Rahibi ve daha önce kör olan adamı yanına çağırdı. Bunların birinin kafasına tepe nok­tasından testere koyup kafasını biçerek öldürdü. Diğerini daha farklı bir öl­dürüş şekli ile öldürdü. Sonra gencin getirilmesini emretti ve:

"Bunu şöyle şöyle dağın tepesine götürüp aradan başının üstüne atın" dedi. Kralın adamları genci alıp tarif ettiği dağa doğru götürdüler. Tam onun iste­diği yere vardıklarında dağdan aşağıya doğru yuvarlanmaya başladılar. Söz konusu gencin dışında hiç kimse kalmaksızın o adamların hepsi dağdan aşağıya yuvarlandı. Genç daha sonra geri döndü.

Bu kez kral, onu denizin ortasına götürülüp denize atılmasını emretti. Kralın adamları genci denize götürdüler. Yüce Allah, gençle birlikte bulunanları boğ­du ve genci kurtardı. Bunun üzerine genç, krala şöyle söyledi:

"Sen beni bir yere bağlayıp üzerime ok atmadan ve okunu atarken de "Gen­cin Rabbi olan Allah'ın adıyla" demeden beni öldüremezsin" dedi. Kral da, onun bir yere bağlanılmasını emretti ve sonra da: "Gencin Rabbi olan Allah'ın adıyla" diyerek üzerine ok attı. Ok isabet edince genç elini şakağına götürdü ve sonra öldü. İnsanlar da:

"Bu genç kimsenin bilmediği bir ilme sahipti. Biz bu gencin Rabbine inanı­yoruz" dediler. Bunun üzerine krala:

"Sen üç kişinin, sana muhalefet etmesinden mi korkuyordun? Bak şimdi bü­tün insanlar sana muhalefet ediyor!" denildi. Kral da kuyular eştirdi ve içerisi­ne odun ve ateş attırdı. Daha sonra insanları toplatıp:

"Kim dininden dönerse onu bırakırız, kim de dönmezse onu ateşin içine ata­rız" dedi ve insanları bir bir bu ateş kuyularının içine atmaya başladı."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem daha sonra şöyle buyurdu:

"Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup iman etmiş kimseleri dinlerinden döndürmek için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın. Bu inkarcıların iman edenlere kızmaları, sadece on­ların, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin elinde bulunan ve övünmeye layık ve güçlü olan Allah'a iman etmiş olmalarındandı."[23]

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem:

"Sözü edilen genç ise toprağa gömüldü" diye buyurdu."

Ravi dedi ki:

"Bu gencin Hz. Ömer (r.a) zamanında, öldürüldüğü zaman koyduğu gibi, par­mağı şakağında olarak çıkarıldığı söylenmiştir." [24]

Bir Açıklama

"Sihirbazdan korktuğun zaman 'ailem geç kalmama sebep oldu' de. Ailenden korktuğun zaman da 'Sihirbaz geç kalmama sebep oldu' de" sözü, zorluk ve zulüm dönemlerinde, kişinin kendini koruyabilmesi için sözle ilgili cevazların oldukça geniş tutulabileceğine işaret etmektedir.

"Rahibin yerini öğretinceye kadar işkenceye devam etti" ifadesinden şu anlaşılmaktadır: Hadiste kendisinden söz edilen gencin, rahibin yerini öğretme­mesi üzere tavsiyede bulunmasına rağmen, onun yine de rahibin yerini öğret­mesi gösteriyor ki, kendisine en çok güvenilen oldukça sadık ve samimi kişiler bile, işkence ve baskı altında veli kulların öldürülmesine yol açabilecek sırları açığa vurabilirler. Ancak söz konusu gencin, rahibin sırrını açığa vurduğu halde, onun Allah katındaki derecesi düşmemiş ve onun bu olaydan sonra da kerametler göstermeye devam etmiştir. Bu şartlar altında sırları açığa vuranın, mazur olduğuna bu olayda işaret edilmektedir.

Hadisi şerifte, davet fıkhı açısından büyük önem arzeden pek çok ibret bu­lunmaktadır. Bu ibretler, özellikle, günümüzde pek çok İslam ülkesinde yaşa­nan şartlar açısından önemli ipuçları vermektedir.

860- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç kişinin dışında beşikte iken konuşabilen olmamıştır. Bunlardan birisi Meryem oğlu İsa (a.s)'dır. Biri de Cureyc'e nisbet edilen bebektir. Cureyc iba­dete düşkün bir adamdı. Kendisi için bir mabed edinmişti. Orada bulunuyordu. Bir keresinde namaz kıldığı sırada annesi yanına geldi ve: "Ey Cureyc!" diye seslendi. Cureyc:

"Ey Rabbim! Biri annem, biri namazım (yani "ikisinden birini tercih etmek dumundayım -Çeviren)" dedi ve sonra namazına devam etti. Sonra annesi gitti. Ertesi gün olunca annesi yine geldi ve: "Ey Cureyc!" diye seslendi. Cureyc:

"Ey Rabb'im! Biri annem, biri namazım" dedi ve sonra namazına devam etti. Annesi yine çekilip gitti. Ertesi gün olunca annesi yine geldi ve: "Ey Cureyc!" diye seslendi. Cureyc:

"Ey Rabbim! Biri annem, biri namazım" dedi ve sonra namazına devam etti. Bunun üzerine annesi:

"Ey Allahım! Fahişe kadınların yüzlerini görmeden onun canını alma" dedi. İsrailoğulları Cureyc'i ve ibadete düşkünlüğünü aralarında konuşur oldular. Onların aralarında güzelliği ile tanınan fahişe bir kadın vardı. Bu kadın:

"İsterseniz ben onu yoldan çıkarırım" dedi. Kadın Cureyc'in yanına gitti, ama Cureyc kendisi ile ilgilenmedi. Kadın bunun üzerine, onun mabedinde yatıp kalkan bir çobanın yanına gitti ve onun kendisi ile ilişki kurmasını sağladı. Çoban da onunla ilişkide bulundu ve kadın hamile kaldı. Çocuğu doğurunca da "Bu çocuk Cureyc'dendir" dedi. Adamlar Cureyc'in yanına gelip onu mabedinden indirdiler. Mabedi de yıktılar ve kendisini dövmeye başladılar. Cureye: "Size ne oluyor?" dedi. Adamlar:

"Sen şu fahişe ile zina etmişsin. O da senden çocuk doğurdu" dediler. Cureyc: "Bebek nerede?" diye sordu. Bebeği getirdiler. Cureyc:

"Beni bırakın bir namaz kılayım" dedi. Namazını kıldı. Namazını bitirince, babeğin yanına geldi ve karnına vurup: "Ey oğlancık! Senin baban kimdir?" dedi. Bebek de "Filanca çobandır" diye söyledi. Bunun üzerine Cureyc'in başı­na toplanmış olanlar onu öpmeye, okşamaya başladılar ve:

"Senin için altından bir mabed inşa edeceğiz" dediler. O da:

"Hayır. Önceden olduğu gibi kerpiçten inşa edin" dedi. Onlar da o şekilde inşa ettiler.

Bir keresinde de bir bebek annesinin göğsünden süt emerken, yanlarından gösterişli bir atın üzerinde güzel giyimli, yakışıklı bir adam geçti. Bebeğin an­nesi bu adamı görünce:

"Ey Allah'ım! Benim oğlumu da şu adam gibi eyle" diye dua etti. Bunun üzerine çocuk süt emmeyi bırakıp adama doğru döndü, ona baktı ve:

"Ey Allah'ım! Beni onun gibi eyleme!" dedi. Sonra yeniden annesinin meme­sine dönerek emmeye devam etti."

Ravi dedi ki:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın bunu anlatırken, çocuğun nasıl emdiğini göstermek için şehadet parmağını ağzına götürmesini şu an görüyor gibiyim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bu şekilde ağzına şehadet parmağını götürüp emmeye başlamıştı."

Ravi daha sonra Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın söylediklerini aktarmaya devam ederek şöyle bildirdi:

"Sonra bir cariyeyi döverek oradan geçirdiler. Etrafındakiler kadını bir yan­dan dövüyor, bir yandan da: "Zina ettin, hırsızlık yaptın" diye söylüyorlardı. Kadın ise sadece:

"Allah bana yeter, o ne güzel vekildir (hasbine'llahu ve ni'me'l-vekil)" diyor­du. Bebeğin annesi bu manzarayı görünce, "Ey Allah'ım, benim oğlumu bunun gibi eyleme" diye dua etti. Bebek tekrar emmeyi bırakıp dövülen kadına doğru baktı ve:

"Ey Allah'ım! Beni bunun gibi eyle!" dedi. Bunun üzerine aralarında konuş­ma başladı. Annesi:

"Hayret doğrusu! Güzel görünümlü bir adam geçti. Ben: "Ey Allah'ım! Benim oğlumu da şu adam gibi eyle" dedim. Sense: "Ey Allah'ım,' Beni onun gibi eyleme!" dedin. Sonra şu cariyeyi döverek ve "Zina ettin, hırsızlık yaptın" diye­rek getirdiler. Ben: "Ey Allah'ım, benim oğlumu bunun gibi eyleme" dedim. Sense: "Ey Allah'ım! Beni bunu gibi eyle!" dedin" diye konuştu. Çocuk da şöyle söyledi:

"O gördüğün adam baskıcı, zalim biriydi. Bu yüzden: "Ey Allah'ım! Beni onun gibi eyleme!" dedim. Kendisine "Zina ettin, hırsızlık yaptın" dedikleri şu kadın ise, zina etmemiş, hırsızlık yapmamıştı. Bu yüzden: "Ey Allah'ım! Beni bunun gibi eyle!" dedim."[25]

861- Ahmed, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarının içinde bir tüccar vardı. Bu tüccar bazen eksik, bazen fazla verirdi. Sonra: "Bu ticaretin içinde bir hayır yok. Ben bundan daha hayırlı bir ticarete başlayacağım" dedi ve kendisi için bir mabed yaptırarak orada rahibliğe başladı."[26]

862- Tirmizi, Ebu Vail (r.a)'den rivayet etmiştir. O da Rebi'a'dan (yani Rabi'aoğulları kabilesinden) Haris bin Yezid el-Bekri'nin şöyle söylediğini bil­dirmiştir:

"Medine'ye geldim ve Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın yanına gittim. Vardığımda Mescid (Mescidi Nebevi) O'nun adamları ile dolmuştu. Siyah bayraklar sallanıyordu. Bilal (r.a), Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın önünde kılıç sallıyordu.

"Bu insanların meselesi nedir?" dedim.

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, Amr bin As (r.a)'ı Rabi'a tarafına göndermek istiyor" de­diler. Ben de:

"Ad toplumunun elçisi gibi olmaktan Allah'a sığınırım" dedim. Resulullah

"Ad toplumunun elçisi nedir?" diye sordu. Ben:

"Bilen birine rastladın" diyerek şöyle cevap verdim: "Ad toplumunda kıtlık baş gösterince, başvezirlerini yağmur duasında bulunması üzere gönderdiler. Bu başvezir Bekr bin Muaviye'nin yanında misafir oldu. Bu adam ona şarap içirdi ve iki şarkıcı kadına onun karşısında şarkı söylettirdi. Daha sonra söz ko­nusu başvezir Mehre dağlarına gitmek üzere yola çıktı. Buraya varınca:

"Ey Allah'ım! Ben tedavi etmekte olduğum bir hasta için veya feda etmek is­tediğim bir esir için gelmedim. Kulunu dilediğin şekilde sula! Onunla birlikte Bekr bin Muaviye'yi sula! Ki bu kul, onun içirdiği şaraptan dolayı ona teşekkür etmektedir" diye dua etti. Bundan sonra biri kırmızı, biri beyaz, biri siyah üç bulut ortaya çıktı. Kendisine "Şu bulutlardan dilediğini seç!" denildi. O da siyah bulutu seçti. Bunun üzerine ona: "Götür bu incecik helak edici tozları ki, bunlar Ad toplumundan kimseyi sağ bırakmayacaktır" denildi."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem da şöyle buyurdu:

"Onun üzerine gönderilen rüzgar, şu halkadan -yani yüzük halkasından-daha fazla değildi."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem daha sonra şu ayeti kerimeyi okudu:

"Ad kavminde de ibret alınacak şeyler vardır. Onlara köklerini kesen  bir rüzgar gönderdik. Üzerinden geçtiği hiç bîr şeyi bırakmıyor, onu çürütüp kül gibi ediyordu." [27]

863- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın bildirdiğine göre, İsrailoğullarından bir adam, yine İsrailoğullarından birinden bin dinar istedi. Adam:

"Kendilerini bu işe şahit tutacağım bazı şahitler getir" dedi. Para isteyen kişi ise:

"Şahit olarak yüce Allah yeter" diye söyledi. Bu kez adam: "Öyleyse kefil getir" dedi. Para isteyen yine: "Kefil olarak da Allah yeter" diye konuştu. Adam:

"Doğru söyledin" dedi ve istediği miktarda parayı belli bir süre için bu ada­ma verdi. Parayı alan adam deniz yolculuğuna çıktı, ihtiyacını gördü. Sonra borcunu belirlemiş oldukları tarihte alacaklısına ulaştırmak amacıyla bir binek aracı aradı, ama bulamadı. Bu kez bir tahta buldu. Tahtanın içini oydu. Bu oyuk yere bin dinarı yerleştirdi, bir de alacaklısına bir mektup yazıp koydu. Sonra o oyuğun üzerini kapatıp, düzledi ve bu tahtayı denizin yanına getirdi. Ardından da şöyle söyledi:

"Ey Allah'ım biliyorsun ki, ben filancadan borç para istemiştim, o da benden kefil istemişti ama ben "Kefil olarak Allah yeter" demiştim. O da bunu kabul etmişti. Yine benden şahit istemişti. Ama ben "Şahit olarak Allah yeter" demiş­tim ve o bunu da kabul etmişti. Ben bu adamın borcunu vaktinde eline ulaştır­mak için araç aradım ama bulamadım. Şimdi bu parayı sana emanet ediyo­rum."

Bunu söyledikten sonra tahtayı denizin içine attı ve kendisi, memleketine gidebilmek için bir binek aracı araştırmak üzere oradan ayrıldı. Buna borç ver­miş olan adam da, kendisine alacağını getiren bir araç olabileceği beklentisi ile çıkmıştı. O sırada alacağı parayı içinde taşıyan tahta önüne geldi. Adam bu tahtayı odun olarak kullanmaları için ailesine götürmek üzere aldı. Sonra tah­tayı biçti ve içinden para ile mektup çıktı. Daha sonra borç para almış olan adam bin dinar para ile birlikte geldi ve:

"Vallahi, senin borcunu vaktinde ulaştırmak için ne kadar uğraştım. Ama şu beni getiren araçtan önce bir araç bulmam mümkün olmadı" diye söyledi. Borç vermiş olan adam da:

"Yüce Allah, senin tahtanın içine koyup göndermiş olduğun parayı bana ulaştırdı. Sen o elindeki bin dinarını gönlün rahat bir şekilde al götür" dedi."[28]

864- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden öncekilerden üç kişilik bir topluluk yola çıktı. Gecelemek arzusu ile bir mağaraya çekildiler. Onlar mağarada iken dağdan kopan büyük bir kaya parçası mağaranın önüne düşerek ağzını kapattı. Birbirlerine:

"Sizi bu kayadan, ancak iyi işlerinizle dua etmeniz kurtarabilir" dediler. İçlerinden biri dedi ki:

"Ey Allah'ım! Benim yaşlı annem ve babam vardı. Akşam olunca ben onlar­dan evvel gerek çoluk çocuğumdan ve gerekse kölelerimden birine bir şey içirmezdim. Bir gün hayvanlarımı otlatacak ağaçlık bir yer arama arzusu beni uzaklara götürdü. Onlar uyuyuncaya kadar geri dönemedim. Onların akşam sütlerini sağdım ama eve vardığımda kendilerinin uyumuş olduklarını gördüm. Kendilerini uyandırmayı ve onlardan evvel çoluk çocuk ve kölelerime akşam sütü içirmeyi hoş görmedim. Çocuklarım ayaklarımın etrafında ağlaşırken, ben süt bardağı elimde olarak onların uyanmalarını gözeterek şafak sökünceye ka­dar bekledim. Sonunda uyandılar ve akşam sütlerini içtiler. Ey Allah'ım! Ben şu yaptığımı senin rızan için yapmış isem, şu kayanın üzerimize kapanmasından dolayı içine düşmüş olduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar."

Bu dua ile birlikte kaya biraz aralandı. Ancak henüz çıkmaya güç yetiremiyorlardı. İkincisi şöyle dedi:

"Ey Allah'ım! Benim amcamın bir kızı vardı. O bana insanların en sevimlisi idi. Ona yaklaşmak istedim. Fakat o benden çekindi. Sonunda kıtlığın ortaya çıktığı yıllardan birinde o kendiliğinden bana geldi. Kendisini bana teslim et­mesi şartı ile ona yüzyirmi altın verdim. İstediğimi yaptı. Ona karşı arzumu gerçekleştirmeye imkan bulduğumda, "Ben, senin haksız bir şekilde bekaretimi bozmana müsaade etmiyorum" dedi. O bana kadınların en sevimlisi olduğu halde kendisi ile ilişkide bulunmadım, ondan uzaklaştım ve vermiş olduğum altınları da kendisine bıraktım. Ey Allah'ım! Eğer ben şu işimi senin rızan için yapmış isem, bizi içinde bulunduğumuz sıkıntıdan kurtar!"

Bu dua ile kaya biraz daha aralandı. Fakat henüz o aralıktan dışarı çıkmaya güç yetiremiyorlardı. Üçüncüsü de şöyle dua etti:

"Ey Allah'ım! Bir takım ücretliler tutmuştum. Birisi dışında tümünün ücret­lerini ödedim. O bir kişi ise hakkını almadan çekip gitti. Onun parasını çalış­tırıp çoğalttım. Öyle ki onunla bir hayli mal birikti. Bir zaman sonra bana geldi ve: "Ey Abdullah (veya "Ey Allah'ın kulu!") bana ücretimi ver" dedi. Ben de: "Şu gördüğün deve, sığır, koyun ve kölelerin tümü senindir" dedim. O: "Ey Ab­dullah (veya "Ey Allah'ın kulu!") benimle alay etme!" dedi. Ben: "Seninle alay etmiyorum" dedim. Bunun üzerine onlardan bir şey bırakmaksızın mallarının hepsini alıp sürdü, götürdü. Ey Allah'ım! Eğer ben şu yaptığımı senin rızan için yaptı isem, içinde bulunduğumuz şu sıkıntıdan biti kurtar"

Bundan sonra kaya tamamen açıldı ve o üç kişi de mağaradan yürüyerek çıktı."

Bir başka rivayette bildirildiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden öncekilerden üç kişi yolda yürürlerken üzerlerine yağmur bastırdı. Bundan dolayı bir mağaraya sığındılar. Onlar içerde iken mağaranın ağzı üzerlerine kapandı. Birbirlerine:

"Sizi şu içine düşmüş olduğunuz durumdan ancak sadakat kurtarır. Her bir kişi daha önce sadakatle işlemiş olduğu bir işle dua etsin dediler." Birisi şöyle dua etti:

"Ey Allah'ım! Bilirsin ki, benim kendisiyle bir ferak (elli kg. kadar) pirinç karşılığında çalışması üzere anlaşmış olduğum ücretli bir işçim vardı. Bu işçi hakkını almadan çekip gitmişti. Ben bu elli kilo pirinci alıp ektim. Bu o kadar gelir sağladı ki, onunla sığırlar aldım. Bu işçi daha sonra ücretini almak üzere yanıma geldi. Ben: "Şu sığırları al götür" dedim. Adam: "Benim sende sadece bir ferak pirinç alacağım var" dedi. Ben: "Al şu sığırları götür. Bunlar o bir fe­rah pirincin geliri ile alındı" dedim. Adam da bunları alıp götürdü. Eğer ben bu işi senin korkunla yaptı isem, bizi içinde bulunduğumuz durumdan kurtar."

Bunun üzerine (mağaranın ağzına düşmüş olan) kaya açıldı."

Hadisin kalan kısmı anlam itibariyle yukarıda verilmiş olan rivayete yakın­dır.[29]

Buhari ve Müslim, bu hadisi daha değişik şekilleri ile de rivayet etmişlerdir.

Bu hadisi, Ebu Davud da, daha kısa bir şekilde rivayet etmiştir. Onun riva­yetinin metni şöyledir:

"Ravi (Abdullah bin Ömer r.a) şöyle söyledi:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Kim, üzerinde başkasının bir ferak (elli kilo kadar) pirinç hakkı kalmış adam gibi olabilirse, öyle olsun." Yanındakiler:

"Üzerinde başkasının bir ferak pirinç hakkı kalmış olan adam kimdir, ey Al­lah'ın Resulü?" diye sordular..."

Bunun arkasından sığındıkları mağaranın ağzına, dağdan kaya düşen kişiler­le ilgili hadis nakledilmektedir. Orada bildirildiğine göre:

"Mağaraya sığınan kişilerin her biri "İşlemiş olduğunuz amellerin en güzel olanını anın" diye söyledi." Üçüncü kişi de şöyle söyledi:

"Ey Allah'ım! Biliyorsin ki, ben bir ferak pirinç ücret vermek üzere birini işçi olarak tutmuştum. Akşam olunca ücretini kendisine sundum ama almak istemedi ve çekip gitti. Ben onun ücretini değerlendirdim. Hatta onunla sığırlar biriktirdim ve başlarına da çobanlar koydum. Sonra adam benimle karşılaştı ve: "Hakkımı ver" dedi. Ben de "Şu sığırların ve çobanların yanına git ve onları al" dedim. O da gidip aldı, götürdü." [30]

865- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarından biri, ala (baras) [31]hastalığına yakalanmış, biri kel, biri de kör üç adam vardı. Yüce Allah, onları imtihan etmek istedi. Kendilerine bir melek gönderdi. Melek baras (ala) hastalığına yakalanmış olan adama gelerek:

"Senin için en sevimli olan şey nedir?" diye sordu.

"Güzel bir rengimin, güzel bir derimin olması ve insanların beni çirkin gör­melerine sebep olan şu durumumun benden gitmesi" diye söyledi. Melek bu adamı okşadı, üzerindeki çirkinlikler gitti ve kendisine güzel bir deri verildi. Bundan sonra melek adama:

"Senin için malların en sevimlisi hangisidir?" diye sordu. Adam: "Deve" diye cevap verdi, -yahut: "Sığır" diye cevap verdi. Burada tereddüt eden kişi, hadisin ravilerinden İshak'tır. [32]Ancak ala hastalığına yakalanmış olan kişi ile kel olan adamdan birisi kendisi için en sevimli olan malın deve, diğeri de sığır olduğunu söylemiştir- Bu adama (yahut söz konusu iki kişiden deve iste­yene - Çeviren) on aylık gebe bir deve verildi. Sonra melek onun için:

"Yüce Allah bu deveyi sana bereketli kılsın" diye dua etti. Daha sonra melek başı kel olan adamın yanına vardı. Ona da:

"Senin için en sevimli olan şey nedir?" diye sordu. O da:

"Güzel bir saçımın olması ve insanların beni çirkin görmelerine neden olan şu kelliğin benden gitmesi" diye cevap verdi. Bunun üzerine melek adamın başını sıvazladı ve adamdan kellik gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek:

"Senin için en sevimli olan mal nedir?" diye sordu. O da: "Sığır" dedi. Ada­ma gebe bir inek verildi. Melek:

"Yüce Allah bunu senin için bereketli kılsın" diye dua etti. Sonra kör olan adamın yanına gitti ve:

"Senin için en sevimli olan şey nedir?" diye sordu O da:

"Yüce Allah'ın bana gözlerimi vermesi ve benim onlarla insanları görmem" diye cevap verdi. Sonra melek ona:

"Senin için en sevimli olan mal hangisidir?" diye sordu. O da: "Koyun" diye cevap verdi. Melek bu adama doğurgan bir koyun verdi. Bir müddet sonra deve ve sığır sahiplerinin devesi ve sığırı yavruladı. Koyun sahibinin de koyunu kuzuladı. Bu suretle deve sahibinin bir vadi dolusu devesi, sığır sahibinin bir vadi dolusu sığırı, koyun sahibinin de bir vadi dolusu koyunu oldu. Daha sonra aynı melek, ala (baras) hastalığından kurtarılmış olan adama ilk zamanki hali ve görünüşü (yani adamın hastalıktan iyileşmeden önceki hali - Çeviren) üzere gelip göründü ve: "Ben fakir ve garip bir kişiyim. Memleketime ulaşma imkan­larım kesildi ve yolda kaldım. Artık bu imkanları elde etmem ve yoluma devam edebilmem önce Allah'ın, sonra senin yardımın ile mümkün olabilecektir. Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir vücut ve bir çok malı veren Allah rızası için, üzerine binip yoluma devam edebilmek amacıyla, senden bir deve istiyorum" dedi. Bunun üzerine eskiden ala (baras) hastalığına yakalanmış olan bu adam ona:

"Dağıtılacak hak çoktur (öyle her gelene bir deve veremem)" dedi. Melek de ona:

"Ben seni tanıyor gibiyim. Sen daha önce insanların kendisinden tiksindikle­ri baras hastalığına yakalanmış adam değil misin? Sen fakirdin ve Allah sana bu kadar mal verdi" dedi. Eskiden ala (baras) olan bu adam da meleğe:

"Ben bu mala atadan ataya intikal ile varis oldum" dedi. Melek de ona: "Eğer sen bu sözünde yalancı isen, Allah seni eski haline çevirsin" dedi.

Daha sonra melek, ilk zamanla görüntüsü ile (yani adamın iyileşmeden önceki görüntüsü üzere) kel adamın yanına vardı. Ona da ala tenli adama söylediği şeyleri söyledi. Bu adam da birincisi gibi karşılık verdi. Melek:

"Bu sözünde yalancı isen, Allah seni önceki haline çevirsin" dedi. En son da, eski görünüş ve hali üzere eskiden kör olan adama geldi:

"Ben yoksul bir adamım. Yolcuyum. Memleketime ulaşma imkanlarım kesildi ve yolda kaldım. Artık bu imkanları elde etmem ve yoluma devam edebilmem önce Allah'ın, sonra senin yardımın ile mümkün olabilecektir. Şimdi ben, sana gözlerini geri verip görmeni sağlayan Allahın rızası için, kendisinden yarar­lanıp yoluma devam edebilmek amacıyla, senden bir koyun istiyorum." dedi. Önce kör olan adam da şöyle söyledi:

"Ben önceden kör idim. Yüce Allah bana gözlerimi verip görmemi sağladı. Sen dilediğini al, dilediğini bırak. Allah'a andolsun ki, şanı yüce olan ulu Allah hakkı için, bugün aldığın hiç bir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım." Melek de:

"Malın senin olsun. Siz bir imtihandan geçirildiniz. Allah senden razı oldu. İki arkadaşına da gadab etti." dedi."[33]

866- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir adam başka birinden bir arazi satın aldı. Araziyi satın alan adam bu satın almış olduğu arazide, içinde altın olan bir küp buldu. Kendisinden araziyi satın almış olduğu adama:

"Benden şu altınını al. Ben senden sadece araziyi satın aldım, yoksa altını satın almış değilim" dedi. Araziyi satan adam da:

"Ben sana araziyi de, içindekileri de sattım" dedi. Bunun üzerine bir adamın hakemliğine başvurdular. Hakemlik yapan adam:

"Sizin çocuklarınız var mı?" diye sordu. Biri:

"Benim bir oğlum var" dedi. Diğeri de:

"Benim bir kızım var" dedi. Hakemlik eden adam da:

"Oğlanla kızı evlendirin, bu bulduğunuz altından onlar için harcamada bu­lunun. Bir kısmını da sadaka olarak dağıtın" diye söyledi."[34]

867- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarından bir topluluk kayboldu. Bunların nereye gittikleri bilin­miyor. Ben bunların fareden başka bir şey olduklarını sanmıyorum. Görmüyor musunuz, bunlara deve sütü verildiğinde içmiyor ama koyun sütü verildiğinde içiyorlar."

Ebu Hureyre (r.a) dedi ki:

"Ben bu hadisi Ka'b (r.a)'a rivayet ettim. "Sen bunu Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'tan duy­dun mu?" diye sordu. Ben: "Evet" dedim. O bana birkaç söz söyledi. Ben de: "Tevratı'ı okuyayım mı?" diye söyledim."

Bir Açıklama

İbni Hacer şöyle söylemiştir:

"Ben bunların fareden başka bir şey olduklarını sanmıyorum":

Bu kısmı İbni Şirin daha değişik bir ibare ile rivayet etmiştir. Onun rivayetindeki ifade şöyledir:

"Fareler (yahudilerden) çevrilmişlerdir (mesholunmuşlardır.) Bunun işareti, önlerine koyun sütü konulduğunda içmelerine rağmen, deve sütü konulduğunda içmemeleridir."

"Sen bunu Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'tan duydun mu?" diye sordu:"

Müslim'in rivayetinde "Ka'b (r.a), Ebu Hureyre (r.a)'ye "Sen bunu Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'tan duydun mu?" diye sordu" seklinde geçmektedir.

"Tevrat'ı okuyayım mı?":

Bu, muhataba karşı çıkmak amacıyla sorulmuş olan bir sorudur. Müslim'in rivayetinde: "Tevrat, benim üzerime mi indirildi?" diye geçmektedir. Orada bil­dirildiğine göre Ebu Hureyre (r.a), ehli kitaptan rivayet nakletmezdi. Bu şekilde ehli kitaptan rivayet nakletmeyen bir sahabi, kişisel düşünce ve içtîhad ile bili­nemeyecek bir şey söylediğinde, onun bu sözünün merfu hadis olduğuna hükmedilir. Ka'b (r.a)'ın, Ebu Hureyre (r.a)'nin rivayetine itiraz etmemesi, onun vera sahibi olduğunu göstermektedir. Bunun yanısıra bu iki sahabiden hiç bi­rine İbni Mes'ud (r.a)'un rivayet etmiş olduğu hadisi şerifin ulaşmamış olduğu anlaşılmaktadır.

İbnu Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın yanında maymunlardan ve domuzlardan söz edildi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem da şöyle buyurdu:

"Yüce Allah, insanlardan hayvanlara dönüştürülmüş olanların nesillerini devam ettirmemiştir. Onların soyları tamamen kesilmiştir. (İnsanlardan dönüş­türülme) maymunlar ve domuzlar bundan önceki zamanlarda yaşamışlardı."

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın: "Ben bunların fareden başka bir şey olduklarını sanmı­yorum" sözü de bu hadisi şerifin ifade ettiği anlam çerçevesinde yorumlanabi­lir. Şöyle ki, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın, önceleri bu farelerin yahudilerden dönüş­türülme olduklarını sandığı, ancak daha sonra öyle olmadıklarını öğrenmiş ol­duğu söylenebilir.

İbni Mes'ud'un rivayet etmiş olduğu hadisi şerif sahihtir. Yüce Allah, her­hangi toplumu başka bir şekle dönüştürdü ise, daha sonra o toplumu yok etmiştir. Dünyada yaşayan hayvan türlerinin herbinin müstakil soyları vardır ve bu türlerin hiçbiri, başka canlılardan dönüştürülme değildir. Bu hususun Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem tarafından bildirildiği anlaşıldıktan sonra, ona gerek farelerin ve gerekse diğer canlıların başka canlılardan dönüştürülme olmadıklarına dair kesin bilgi (ilmi yakın) gelmiş olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü O'nun bu yöndeki açıklaması, temelde kıyasa dayanmaktadır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bu yöndeki açıkla­masını kendi kişisel içtihadına dayandırmıştır."[35]

868- Ahmed, Muaz bin Cebel (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hz. Musa (a.s) zamanında birisi müşrik, diğeri müslüman olan iki adam ne­seplerini saydılar. Müşrik olan adam, nesebini saymaya başlayıp:

"Ben filan oğlu filanım" diyerek dokuz dedesini sıraladı. Sonra da arkadaşı­na: "Sen de nesebini say bakalım, annesi olmayan" dedi. Bu adam da:

"Ben filanoğlu filanım. Bunlardan öncekilerden ise uzağım" dedi. Hz. Musa (a.s) insanların arasından seslenerek onları bir yere topladı. Sonra da şöyle söyledi:

"Sizin ikinizin arasında hüküm verilmiştir. Dokuz dedesine varıncaya kadar sayan kişi: Sen cehennemde onların onuncusu olacaksın. Ve sadece kendi anası ile babasını söylemekle yetinen kişi; sen de; İslam ehlinden bir kimsesin."[36]

869- Abdullah bin Ahmed, Ubeyy bin Ka'b (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem zamanında iki adam (birbirlerine karşı) neseblerini saydı­lar. (Yani biri birine karşı nesebi ile övünmeye kalkıştı.) Bunlardan birisi:

"Ben filan oğlu filanım. Ey annesi olmayan adam sen kimsin?" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hz. Musa (a.s) zamanında iki adam neseplerini saydılar (birbirlerine karşı nesepleri ile övünmeye kalktılar.) Adamlardan birisi "Ben filan oğlu filanım" diyerek dokuz dedesini sıraladı. Sonra da arkadaşına: "Sen kimsin ey annesi ol­mayan kişi?" dedi. Bu adam da: "Ben İslam dininden olan filanın oğlu filanım" diye söyledi. Bunun üzerine yüce Allah, Hz. Musa (a.s)'ya şöyle vahyetti:

"Şu birbirlerine karşı neseplerini sayan iki kişi var ya, o dokuz dedesine varıncaya kadar sayan kişiye (de ki): "Cehennemde onların onuncusu ola­caksın". Cennete girmiş iki kişiye kendini nisbet edene (de de ki): "Sen cennette onların üçüncüsü olacaksın."[37]

870- Ahmed, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarından birbirleri ile kardeşleşmiş iki adam vardı. Bunlardan bi­risi günahkardı. Diğeri ise ibadete düşkün biriydi, ibadete düşkün kişi arka­daşını sürekli günahta görürdü ve: "Günahlarını biraz azalt" derdi. Bir gün, gene günahını işlerken gördü ve:

"Şu günahım biraz azalt (Günah işlemekten artık vazgeç)" dedi. Bunun üzerine günahkar adam diğerine:

"Beni Rabbimle başbaşa bırak. Sen benim üzerime gözetici olarak mı gönderildin?" dedi. Onun böyle söylemesi üzerine uyarıda bulunan adam:

"Vallahi, Allah seni bağışlamaz, -yahut "Allah seni cennete sokmaz"- dedi. Daha sonra her ikisinin de canları alındı ve alemlerin Rabbinin huzurunda biraraya geldiler. (Yüce Allah), o ibadete düşkün olan adama:

"Sen benim ne yapacağımı biliyor muydun, yoksa benim elimde olanın üze­rinde tasarrufla bulunma gücüne mi sahiptin?" diye buyurdu. Günahkara da:

"Git, benim rahmetimle cennete gir" diye buyurdu. Diğeri için ise "Onu ce­henneme götürün" diye buyurdu."[38]

Bir Açıklama

İbadete düşkün kişi, yüce Allah hakkında kendi kafasına göre hüküm verme­ye kalkıştığından dolayı azaba çarptırılmıştır, yoksa günahkara karşı çıkmasın­dan dolayı değil. Günahkara karşı çıkılması vaciptir. Bu olaydan bizim çıkara­cağımız edep ölçüsü ise şudur: Günah işleyenlerin böyle günah işlemelerine karşı duracağız, ancak yüce Allah'ın onlara nasıl muamelede bulunacağı konu­sunda kafamızdan hüküm vermeyeceğiz.

871- Buhari, Habbab (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden önceki dönemlerde bir adam alınır, onun için yerde bir kuyu kazılırdı ve adam bu kuyunun içine konurdu. Sonra testere getirilerek başının üstüne konur ve başı bununla ikiye ayrılırdı. Ancak bu uygulama onu dininden döndüremezdi. Yine demirden taraklarla bir adamın kemiklerine ve sinirlerine varıncaya kadar üzerindeki bütün etleri taranırdı, ancak bu uygulama onu di­ninden döndüremezdi. Vallahi, yüce Allah bu dini tamama (kemale) erdirecek­tir. Öyle ki, San'a'dan bineği üzerinde yola çıkan bir adam, yüce Allah'tan ve koyunlarına kurt düşmesinden başka hiç bir şeyden korkmaksızın Hadramevt'e kadar ulaşabilecektir. Ancak sizler acele ediyorsunuz"[39]

872- Ahmed, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Tevhid inancına sahip olmak dışında hiçbir iyilik işlememiş olan bir adam vardı. Kendisine ölüm gelince, ailesine:

"Beni alın ve siyah kömür halini alıncaya kadar cesedimi yakın. Sonra bu cesedimi öğütün ve cesedimin tozlarını rüzgarlı bir günde denize savurun" diye söyledi. Ailesi de onun söylediğini yaptı. Sonra kendini yüce Allah'ın kab­zasında (huzurunda, hükmü altında) buldu. Yüce Allah ona:

"Seni böyle bir şeyi yaptırmaya yönelten neydi?" diye sordu. Adam da: "Senin korkun" diye cevap verdi. Bunun üzerine yüce Allah onu bağışladı."

Bir Açıklama

Bu hadisin değişik rivayetleri vardır. Bazı rivayetleri Sahihi Müslim'de mev­cuttur. İlim adamları bu hadisle ilgili olarak değişik görüşler ortaya atmışlardır. İfadeden anlaşıldığına göre, bu hadiste kendisinden söz edilen adama, peygam­berlerin hidayetleri hakkında yeterli hüccet olabilecek derecede tam ve mü­kemmel bir bilgi ulaşmamıştı. Sadece peygamberlerin getirdiği hidayetlerin kalıntılarından, yüce Allah hakkında tam anlamıyla doğru olmayan bazı inanç­lar edinmesini sağlayacak miktarda bir şeyler ulaşmıştı. Ancak Allah'a imanın temeline sahipti.

Kişiyi peygamberlerin tebliğlerinden habersiz kalması durumunda, şirkten ve küfürden kurtarmaya yetecek olan inanç, Allah'ın birliği ve varlıklar alemi­nin tek yaratıcısı olduğu inancına sahipti. Yüce Allah da, onun Allah'tan kork­ma konusunda iyi niyet taşıması ve kendisine sağlıklı bir yolla, ilahi şeriat hakkında yeterli bilginin ulaşmış olmaması dolayısıyla, doğrudan uzak evham­ların inancına karışmasını bağışlamıştır. En doğrusunu ise ancak yüce Allah bi­lir. Hadisin bazı rivayetlerinde, onun inancına evham karıştığını gösteren bir ifade yer almaktadır. Bu rivayetlerin açıklanması konusunda herhangi bir prob­lem söz konusu değildir.[40]

873- Ebu Ya'la, Abdullah (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Malı çok olan bir adam vardı. Kendisine ölüm gelince ailesine:

"Eğer benim söyleyeceğimi yapmayı kabul ederseniz, ben de size çok miktar­da malı miras olarak bırakırım" dedi. Ailesi "Evet, kabul ederiz" dediler. O da şöyle söyledi:

"Ben öldüğümde beni yakın. Sonra cesedimi öğütün. Sonra rüzgarlı bir gün olunca, bu kül parçalarını bir dağın tepesine çıkarıp oradan aşağıya savurun. Eğer Allah beni eline alabilirse, beni bağışlamaz."

Adamın söyledikleri yapıldı. Ancak daha sonra vücudunun parçaları Al­lah'ın huzurunda toplandı. Yüce Allah, adama: "Seni böyle yaptırmaya yönelten neydi?" diye buyurdu. Adam:

"Senin korkun, ey Rabbim!" diye cevap verdi. Yüce Allah da: "Git. Seni ba­ğışladım" diye buyurdu."

Bir rivayette şöyle denilmiştir:

"Adam mezar kazıyıcısı idi (yani mezarları kazıp, içlerindeki ölülerle birlikte konulan malları çalardı.) Allah'tan korkması ile bağışlandı."[41]

Bir Açıklama

Adamın sözü ve yaptığı iş yüce Allah'ı hakkıyla bilemediğini göstermekte­dir. Olur ki, bu adam, sahih bir dinden bazı kalıntıların devam ettiği bir fetret döneminde (vahyin kesilmiş olduğu bir dönemde) yaşamıştır. Yüce Allah da, bu kişinin, hak dinden geriye kalan bazı şeylere sahip olması ve şanı yüce olan Allah'tan korkması nedeniyle onu bağışlamıştır.

874- Bezzar, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğulları, Hz. Musa (r.a)'dan sonra başlarına birini halife olarak tayin ettiler. Bu kişi bir gece, ay ışığında, Beyti Makdis'in (Mescidi Aksa'nın) üzerinde namaz kılmaya durdu. Daha önce yapmış olduğu işleri hatırladı. Sonra çıktı ve ip ile aşağıya sarktı. İp Mescid'e asılı olarak kaldı, adam ise gitti. Daha son­ra yola çıktı ve denizin kenarında bulunan bir topluluğun yanına geldi. Bu in­sanlar kerpiç döküyorlardı. Onlara "Bu kerpici nasıl döküyorsunuz?" diye sor­du. Onlar da öğrettiler ve bu adam oradaki insanlarla birlikte kerpiç döktü.

Bu kişi elinin emeği ile kazandığını yerdi. Namaz vakti gelince de namazını kılardı. Orada bulunan insanlar başkanlarına, "Bizim içimizde şöyle şöyle bir kişi var" diye haber götürdüler. Başkan bu kişiye adam gönderdi. Ama bu kişi başkanın yanına gitmek istemedi. Böyle üç kere haber gönderdi. Sonunda başkan kendisi, bineğinin üzerinde geldi. İsrailoğullarının halifesi, başkanı görünce kaçtı. Başkan da onu takib etti ve arkasından yetişti. Kendisine:

"Beni bekle, seninle biraz konuşmak istiyorum" dedi. (Halife olan) adam durdu. Başkan kendisi ile konuştu. Beriki de kendisinin durumunu bildirdi ve kendisinin daha önce kral olduğunu, ancak Rabb'inin korkusu ile kaçtığını söyledi. Bunun üzerine başkan: "Sanıyorum, ben de sana uyacağım" dedi. Ar­dından başkan da ona uydu ve birlikte Allah'a ibadet ettiler. Sonunda Mısır'ın Rumeyle semtinde vefat ettiler."

Abdullah (r.a) şöyle söyledi:

"Eğer ben orada olsaydım, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'ın tarifi üzere bu iki kişinin me­zarını bulabilirdim."[42]

875- Buhari ve Müslim, Ebu Said Hudri (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarının içinde doksandokuz adam öldürmüş biri vardı. Sonra (du­rumunu) soruşturmak için yola çıktı. Bir rahibin yanına gitti ve ona "Benim için tevbe imkanı var mıdır?" diye sordu. O da: "Hayır" cevabını verdi. Adam bu rahibi de öldürdü. Sonra soruşturmaya devam etti. Bir adam kendisine: "Şöyle söyle bir köye git" dedi. Yolda kendisine ölüm geldi. Göğsünü gitmek istediği yöne çevirdi. Azap melekleri ile rahmet melekleri onun hakkında tartışmaya gir­diler. Yüce Allah, berikilere: "Siz yaklaşın", ötekilere de "Siz de uzaklasın" diye vahyetti. Sonra "Aradaki mesafeyi ölçün" diye buyurdu. Adamın gitmek istediği yöne (diğer tarafa göre) bir karış daha yakın olduğunu gördüler. Bu yüzden adamın günahları bağışlandı."[43]

876- Taberani, Ebu Abdi Rabb (r.a)'den rivayet etmişir. O da, Muaviye bin Ebu Süfyan'ın hutbede şu hadisi naklettiğini bildirmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir adam kendi nefsi hakkında fazla ileri gitmişti (yani çok günah işle­mişti.) Bu kişi bir adamla karşılaştı ve: "Şu değeri (yani senin muhatabın olan şu kişi) doksandokuz adamı ve tümünü de haksız olarak öldürdü. Şimdi benim için bir tevbe imkanı var mı?" diye sordu. Adam "Hayır" dedi. Bunun üzerine soru soran adam onu da öldürdü ve sonra bir başkasının yanına gitti. Ona da:

"Şu diğeri (yani senin muhatabın olan şu kişi) doksandokuz adamı öldürdü ve tümünü de haksız olarak öldürdü. Şimdi benim için bir tevbe imkanı bulabilir misin?" diye sordu. Adam:

"Ben eğer sana "Yüce Allah, kendisine tevbe edenlerin tevbesini kabul et­mez" dersem, yalan söylemiş olurum. Şöyle bir yerde Allah'a ibadet eden bir topluluk var. Sen de onların yanına git ve onlarla birlikte Allah'a ibadet et" dedi. Adam onların yanlarına gitmek üzere yola çıktı ve giderken yolda öldü. Rahmet melekleri ile azap melekleri başında toplandılar. Yüce Allah, onlara bir melek gönderdi. Melek:

"İki yer arasındaki mesafeyi ölçün. Adam hangi tarafa daha yakınsa o taraf­tan demektir" diye söyledi. Ölçtüler ve adamı tevbe edenlerin köylerine birkaç karınca boyu mesafe daha yakın buldular. Bundan dolayı günahları bağış­landı."[44]

Bir Açıklama

Her halükarda müslümanın, Allah için kardeşleri olmalıdır. Bunun yanısıra müslümanın, ilim adamlarıyla ve sadakat sahibi veli kullarla bağlantısı ol­malıdır. Böylece kişi, Allah için samimi kardeşlik ilişkisi kurmanın ve Allah dostları ile birlikte olmanın faziletine kavuşur. Buna fenalığın yaygınlık ka­zandığı ve fitnelerin çoğaldığı dönemlerde daha çok ihtiyaç duyulur.

Müslüman bu gibi dönemlerde ibadet düşkünü fazilet sahibi insanlarla bir arada bulunmaya çalışmalıdır. Allah'dan sonra kişiyi fenalıklara düşmekten ko­ruyacak olan budur. Bununla birlikte görünüşe aldanıp ibadet düşkünü ve salih olduklarını sandığı, ancak gerçekte itikadları düzgün olmayan, bozuk bir inanca sahip olan yahud bid'at amelleri işleyen kimselerden de uzak durmalıdır.

Yine ibadetlerini hakkıyla yerine getirmeyen, dilleriyle bazı iddialarda bu­lunmalarına rağmen işlemekte oldukları amelleri bu iddialarını yalanlayan kim­selerden de uzak olmaya çalışmalıdır.

 



[1] Hud: 11/49.

[2] Ali İmran: 3/44.

[3] Hud: 11/120.

[4] Yusuf: 12/3. Kısas: Kıssa kelimesinin çoğuludur. Bu kelime hikaye, masal ve bir olayın anlatılması anlamına geldiği gibi, aşağıda geleceği üzere şer'i ıstılahda değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Başkasına haksız bir muamelede bulunan kimseye yaptığının aynısı ile ceza verilmesi demek olan "kısas" kelimesi de bu kökten türemedir. Bu­radan hareketle "kısas" kelimesi şeriat ıstılahında geniş bir kullanım alanı bulmuş ve devletçe organize edilmesi gereken işlerin yürütülmesi gibi genel bir anlam da kazanmıştır. Aşağıda sözü edilen dört iş için kıssa adının kullanılması, kelimenin bu anlamı itibarıyladır.

[5] Ebu Davud -(3/323) Kitabu'l-İlm. Kısas babı. İbni Mace (2/1235) 33-Kitabu'l-Edeb. 40-Kısas babı

[6] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Aksa (İslam Akaidi) Yayınları: 9/103-104.

[7] Tevbe: 9/122.

[8] Mecmau'z-Zevaid (1/164) Müellif bu hadisle ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulun­muştur: "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir. Ravileri arasında Bukeyr bin Ma'ruf vardır. Buhari "Ona güvenilmez" demiştir. Ahmed bin Hanbel de onu bir riva­yetinde sika, bir başka rivayetinde ise zayıf olarak göstermiştir. İbni Adiyy ise: "Sanıyorum ondan hadis rivayet edilmesinde bir mahzur yoktur" demiştir. "La be'se bih" derecesinde bir ravidir. Hadis rivayetinde bir ravi hakkında "la be'se bin" denir­se, onun sika ve saduktan sonra geldiği ancak temel konularla ilgili değil de teferru­atla ilgili rivayetlerinin değerlendirilebileceği anlaşılır. (Çeviren)

[9] Ali İmran: 3/187.

[10] Ali İmran: 3/104.

[11] Buhari (6/469) 60- Kitabu'l-Enbiya. 50- İsrailoğullarından nakledilen kıssalarla ilgili bab. Timizi (5/40) 42- Kitabu'l-İlm. 13- İsrailoğulları ile ilgili hadisler babı.

[12] Ebu Davud (3/323) Kitabu'l-İlm. Kısas babı. Bu hadis sahihtir.

[13] Mecmau'z-Zevid (1/190) Müellif: "Bunu Taberani Kebir'de rivayet etmiştir. İsnadı hasendir" demiştir.

[14] Ahmed (4/233) Mecmau'z-Zevaid (1/190) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir. İsnadı hasendir" demiştir.

[15] İbni Mace (2/1235) 33- Kitabu'l-Edeb. 40- Kıssalar babı. İsnadı hasendir.

[16] Buhari (6/469) 60- Kitabu'l-Enbiya. 50- İsrailoğulları hakkında anlatılanlar babı.

[17] Mu'cemu'l Kebir (9/135) Mecmau'z-Zevaid (1/91) Müellif: "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir" demiştir

[18] Ahmed (6/217) Mecmau'z-Zevaid (1/191) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir. Bunun bir benzerini de Ebu Ya'la ri­vayet etmiştir" demiştir. Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Aksa (İslam Akaidi) Yayınları: 9/104-108.

[19] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm. İsrailoğullarından söz edilmesi babı

[20] Ahmed (4/437) Mecmau'z-Zevaid (8/264) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir. İsnadı hasendir" demiştir.

[21] Hadisin başka rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Hz. Süleyman, burada yemin ifade­si kullanmıştır. Bundan dolayı onun istediği sonucun ortaya çıkmaması yemini boz­ması olarak değerlendirilmiştir.

[22] Buhari (9/339) 67- Kitabu'n-Nikah. 119- Bir adamın "(hanımlarımı) gezeceğim (yani "onlarla ilişkide bulunacağım") demesi ile ilgili bab.

[23] Buruc: 85/4- 8.

[24] Müslim (4/2299) 53- Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rikak. 17- Uhdud ashabının hikayesi babı. Tirmizi (5/437) 48- Kitabu't-Tefsir. 77- Buruc suresi babı.

[25] Müslim (4/1976) 45- Kitabu'l-Birr ve's-Sıla. 2- Anne babaya itaate, nafile ibadetten Çok önem verilmesinin gerektiği babı

[26] Ahmed (2/434) Mecmau'z-Zevaid (10/286)

[27] Tirmizi (5/391) 48- Kitabu't-Tefsir. 52- Zariyat suresi babı. Bu hadis hasendir. Zariyat: 51/41- 42.

[28] Buhari (4/469) 39- Kitabu'l-Kefale. 1- Borç için kefil tutulması babı.

[29] Buhari (6/505) 60- Kitabu'l-Enbiya. 53- Mağaraya sığınmış olan kişilerle ilgili hadisi şerif babı.

[30] Buhari (4/449) 37- Kitabu'l-İcare 13- Ücrctle adam tutma babı. Müslim (4/2099) 48- Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua. 27- Mağaraya sığınan üç kişinin hikayesi babı. Ebu Davud (3/256) Kitabu'l-Buyu. Bir kimsenin başka birinin malı ile (onun adına) ticarette bulunması babı. Ebu Davud'un verdiği metin datıa kısa (muhtasar)dır.

[31] Baras hastalığı: İnsanın derisi üzerinde bazı beyazlıkların ortaya çıkmasına sebep olan bir hastalıktır.

[32] Burada İshak diye kastedilen kişi Abdurrahman bin Ebu Amre'den rivayet eden İshak bin Abdullah Ebu Talha'dır. İshak hadisin baştan ve sondan üçüncü ravisidir. İshak'ın kendisinden bu hadisi almış olduğu Abdurrahman ise Ebu Hureyre (r.a)'den rivayette bulunan ravidir.

[33] Buhari (6/500) 53- Kitabu'l-Enbiya. 51- Baraslı, kör ve kel adamla ilgili hadis babı. Müslim (4/2275) 53- Kitabu'z-Zuhd. 10- Şeyban bin Ferruh'un rivayeti babı.

[34] Buhari (6/512) 60- Kitabu'l-Enbiya. 54- Ebu'l-Yeman'ın rivayet etmiş olduğu hadis babı. Müslim (3/1345) 30- Kitabu'l-Akdiye. 11- Hakemin birbirleri ile münakaşaya giren iki kişinin arasını buluşturmasının müstehab olduğu babı. İbni Mace (2/839) 18- Kitabu'l-Lukata. 4- Bir hazineye rastlayanın ne yapması gerektiği ile ilgili bab.

[35] Buhari (6/350) 59- Kitabu Bed'i'l-Halk. 15- Müslümanın malının en hayırlısının ga­nimet yoluyla elde edilen mal olduğu babı. Müslim (4/2294) 53- Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik. 11- Fareler ve onların (insanlardan) meshedilme oldukları babı.

[36] Ahmed (5/241) Mu'cemu'l-Kebir (20/139) Mecmau'z-Zevaid (8/85) Müellif: "Bunu Taberani ve Mu'az'dan mevkuf olarak Ahmed rivayet etmiştir. Taberani'nn isnadlarından birindeki raviler, Sahih'te isimleri bulanan ravilerdir. Ahmed'in ravileri de öyledir" demiştir.

[37] Ahmed (5/128) Mecmau'z-Zevaid (8/85) Müellif: "Bunu Abdullah bin Ahmed rivayet etmiştir. Ravilerinin Yezid bin Ziyad bin Ebi'l-Ca'd dışında kalan ravileri, Sahihte isimleri bulunan ravilerdir" demiştir

[38] Ebu Davud (2/323) Ebu Davud (4/275) Kitabu'l-Adab, Taşkınlıktan alıkoyma babı. Bu hadis sahihtir.

[39] Buhari (6/619) 61- Kitabu'l-Menakıb. 25- Peygamberliğin alemetleri babı. Ahmed (5/109)

[40] Ahmed (1/398) Mecmau'z-Zevaid (106194) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir ve İbni Mes'ud (r.a)'a dayandırılan rivayet sahihtir" demiştir.

[41] Mecmau'z-Zevaid (10/194) Müellif: "Bunu Ebu Ya'la iki ayrı senetle rivayet et­miştir. Her ikisinin de ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir" demiştir. Ahmed (5/383) Ahmed, bunu Muaviye bin Hayde'den rivayet etmiştir. Ravileri sikadırlar.

[42] Keşfu'l-Estar (4/267) Mu'cemu'l-Kebir (10/216) Mecmau'z-Zevaid (10/218) Müellif: "Bunu Bezzar ve Kebir ile Evsat'ta Taberani rivayet etmiştir. İsnadı hasendir" demiştir.

[43] Buhari (6/512) 60- Kitabu'l-Enbiya. 54- Ebu'l-Yeman'ın rivayeti babı. Müslim (4/2119) 49-Kitabu't-Tevbe. 8- Adam öldürenin tevbesinin kabul edilmesi babı.

[44] Mecmau'z-Zevaid (10/211) Müellif: "Bunu Taberani iki ayrı isnadla rivayet etmiştir. Birisinin Ebu Abdi Rabb dışında kalan ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir. Söz konusu kişi ise sikadır. Ebu Ya'la da benzer bir metinle bu hadisi ri­vayet etmiştir" demiştir.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to