Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Lou Andreas-Salome (1861-1937)

 

 






“Evet sizin geçiş’ dediğiniz şey nedir? Eğer bunun arkasında, onun için, bu dünyadaki en harika ve güç erişilir şeyi, yani özgürlüğü terk etmek gereken bir başka ard amaç varsa, o zaman ben hep geçişe saplanıp kalmak istiyorum; çünkü vazgeçmiyorum” (Andreas-Salome 1974, s. 78).

Lou Andreas-Salome vazgeçmek istemiyor! O, bunları yazdığı zaman yirmili yaşlarının başlarındaydı. Çok genç yaştayken bile ne istediğini bilen bir kadının feryadı: dış ve iç özgürlük, her bakımdan açıklık, kendisi için hiçbir şeye ve kimseye hesap vermek, sürekli bir geçiş içinde yaşamak, belirsiz ve yeni olana; olumlu anlamda kendini dağıtmak; hayatın gerçeklerini tanımanın bir yolu olarak - tek bir kelimeyle: halislik.

Bedeli: O, arkasında tamamlanmış bir felsefi yapıt bırakmadı, tersine dağınık düşünceler kaldı ondan. Saplantısı, kendisi için bilmekti, bilginin açıklanması değil.

Lou Andreas-Salome yaşadığı zaman ünlü bir yazardı. Bugün hiç olmazsa, onun hakkında, düşüncesi ve hayatının birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu biliniyor. Çok kimse onun adıyla, yakın ilişki kurduğu Friedrich Nietzsche, Reiner Maria Rilke, Frank Wedekind, Sigmund Freud vb. arasında bağ kurar. Onun, Friedrich Nietzsche ve arkadaşı filozof Paul Ree’nin çektiği bir arabada, elinde kırbaçla oturduğu fotoğraf çok bilinir.

Lou Andreas-Salome kimdi?

Ne düşündü, ne yazdı?

Yapıtlarındaki “yönetici motif’ neydi?

O, Rusya’da (St. Petersburg’da) yaşayan Alman asıllı bir aileden gelir, üç erkek kardeşin küçük kız kardeşidir. Babası Çar’ın hizmetinde bir generaldir. Ama general olması, onun sevecen ve sevgi dolu bir baba olmasını engellememiştir. Lou Andreas-Salome, sevgi ve ilgiyle kucaklandığı bir aile içinde erkenden kişiliğini buldu. Olağanüstü bir hayal gücüne sahipti ve büyüklerin giremediği kendi dünyasında yaşıyordu. Çok erkenden gerçekliğin yorumlarına ve insan ilişkilerine karşı ilgi duymaya başladı. Ama o zamanki toplumsal gerçekliğe hiç ilgi duymuyordu. Bu yüzden annesinin ona göstermek istediği zamanının kadınlık imgesinden habersizdi. Bu yüzden “kabul törenlerine katılmaktan kaçıyordu. Ailesi ona öyle bir tanrı tanıttı ki, onu, bütün hayallerini anlattığı, çok kişisel “sevgili tanrısı” yaptı. Ama sonradan yetişkin Lou’nun “tanrının kaybolması” dediği bir durum ortaya çıktı. Onun tanrı imgesi, birdenbire gerçekliğiyle örtüşemez oldu. Daha sonraları bu ilk çocukluk deneyimini “ölüm olayı” olarak betimler. Salome, tanrının varlığından kuşku duymuyordu, ancak o ölüydü, ölmüştü.

Tanrılaştırdığı, mistikleştirdiği ilk ve son erkekle karşılaştığı zaman, 18 yaşındaydı. Hendrik Gillot, ondan 25 yaş büyük rahip, ona aşkını açıkladığı ve onun için ailesini terk edeceğini söylediği zaman, bir heykel gibi kaidesinden düştü. Ondan öğrenmişti Spinoza, Leibniz, Kant ve Kierkegaard’ı; aynı şekilde Tolstoy, Dostoyevski, Goethe ve Schiller’i ve başkalarını. Gillot ile ilişkisi, onun gelişmesinde bir kilometre taşıdır. Onun sayesinde geniş bir kültüre sahip olmuştu; bazı pazar vaazlarını yazmasına izin vererek onda yazma isteği uyandıran da yine Gillot’dur.

Onun dünya görüşünün esasları bu sırada oluştu ve hayatı boyunca sürdüreceği, koşulsuz açık bir düşünmeye ulaştı. O, çocukluğunun “tanrı kayboldu” yaşantısını anımsayarak, Spinoza’nınkiyle  uzlaşan bir tanrı kavramı geliştirdi. 24 yaşındayken ilk romanı im Kampf um Gott’da (Tanrı İçin Savaşım), tanrı sorunuyla uğraştı. Spinoza onu sadece “tanrı sorunu” bakımından ilgilendirmiyordu. Bilge ve özgür insanın hayat üzerine düşüneceği, ama ölüm üzerine düşünmeyeceği tezi, onun felsefi temel tutumunu etkilemiştir.

19 yaşındaki Lou, ailesinin karşı koymalarına aldırmayarak, eğitimi için Zürih’e gitmeye karar verir. O zamanlar Almanca öğretim yapan ve kadınlara herhangi bir sınırlama yapmadan yüksek eğitim görme olanağı veren İsviçre’den başka ülke yoktu. Orada teoloji, felsefe ve sanat tarihi okudu.

Sağlığındaki bozukluk nedeniyle -eskiden beri kanamalı bir öksürüğü vardı- 1882 yılında annesiyle birlikte gittiği İtalya’da, artık 66 yaşında olan kadın yazar Makvida von Meysenburg’u tanıdı. Meysenburg, bağımsız, kendi başına yaşayan aydın bir kadındı; özgür ve kendileri gibi oldukları (autentik) bir hayat sürmenin, kadın cinsinin hakkı ve görevi olduğu düşüncesini temsil ediyordu. Bunun gerekli önkoşulu, ekonomik bakımdan aile ve kocadan bağımsız olmaktı. Lou onun evinde, uzun yıllar dost kaldığı filozof Paul Ree’yi tanıdı. Kısa bir süre sonra da Roma’da Peters Dom’da, Nietzsche’yle tanıştı. Aralarında kurulan yoğun tinsel ilişki, Nietzsche’nin evlenme teklifine kadar vardıysa da, Salome, buna olumlu yanıt vermedi. Bu olumsuz yanıt, ilişkilerinin kesilmesine ve Nietzsche’nin kısmen kötü yorumlarına neden olacaktı: “Bu kuru, kirli ve kötü kokan maymuncuk, yalancı memeleriyle bir felaket! Pardon!” (alıntı, Salber 1990, s. 141).

Bununla birlikte Nietzsche, başlangıçta, onun espirisinden, güçlü benlik bilincinden etkilenmiş ve de “her şeye karşın” onun kadınca etkisi karşısında coşkulu bir hayranlık duymuştur. Gerçi onun “biçemini tiksindirici” bulur, ama “bir gün yazmayı öğreneceğini, çünkü buna hazırlığı olduğunu” söyler (a.g.y.. s. 35).

O yazmayı öğrendi! Lou Andreas-Salome 1890’dan 1934’e kadar günlük gazetelerde, haftalık dergilerde, yazınsal, felsefi ve psikolojik yayımlarda 100’den fazla makale, kitap konuşması, öykü ve şiir yayımladı. 1885-1931 arasında 19 kitabı çıktı. Lebensrückblick; günlükler; Briefwechsel mit Rainer Mana Rilke, Drei Dichtungen. Amorjutta, Die Tarnkappe Der Briefwechsel mit Sigmund Freud ve de Eintragungen; Letzte Jahre; bu son yazı ancak onun ölümünden sonra, son yıllardaki dostu Ernst Pfeiffer tarafından yayımlandı.

Nietzsche’li yıl, onun hayatı ve yapıtlarıyla yoğun bir hesaplaşmayla sonuçlandı. 1894’te Friedrich Nietzsche in seinen Werken adlı çalışmayı yayımladı. Bu, Nietzsche felsefesi hakkında ilk ve bugün de tanınan bir çalışmadır. Yazının başlığı, burada neyin söz konusu olduğunu gösteriyor, yani Nietzsche’nin kişiliğiyle felsefesinin ilişkisi ele alınıyor. Yapıtın içeriği üzerine çalışmak, Lou’ya yabancı olan bir şeydir. Onun yorum yöntemi, yapıtı Nietzsche’nin “tinsel kişiliği’yle temellendirmektir. Her ne kadar o, Nietzsche’nin aforizmaları için “ein einziges grofies Memoiren Werk” (tarihsel zaman içinde yaşanan ilginç anılara dayanan yapıt) diyorsa da, Nietzsche’nin yapıtının sınırsız bir öznelcilikten doğduğunu söyleme yanlışlığına düşmedi. Bunun yerine, kültürün bir dönüşüm yaşadığı zamandaki düşünürün temel durumuna çeviriyor bakışlarını; Nietzsche için bunun genel ifadesi,

“bütün değerlerin tersine çevrilmesidir.

Nietzsche’nin temelde “tanrı öldü" sözleriyle dile getirdiği tanrı inancının kaybolması olayı, ondan tanrı yerine geçecek bir yedek bulmasını gerektiriyordu. Bu, “çeşitli şekillerde bir kendini tanrılaştırmakla sonuçlandı. Bu da, zorunlu olarak kendisini yıkıp yok etmeye varacaktı.

Lou Andreas-Salome için Nietzsche ve yapıtında, bir çelişki idesi gerçekleşmişti: Nietzsche bir yandan hayatı düşüncenin yönetimi altına koyar, yani bunun anlamı, aklın hayata egemen olması, onun buyruğuna girmesidir; oysa öte yandan da “hayat her şeydir" haykırışıyla aşırı bir hayat taşkınlığı gösterir.

Hayat, Lou’nun felsefesinin de temelidir. Onun düşüncesi, zamanın akışı içindedir ve yüzyılın değişimindeki büyük yazınsal ve felsefi alt üst olmadan payını alır. Hayat felsefesi, bu yeni düşünce yollarından birisidir.

Onun için hayat ve düşünce birbirinden ayrılamaz şekilde sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bakımdan felsefe, onun için, daima bir kendi kendisini arama anlamı taşıdığından, hem bir kadın olarak o zamanki toplum içindeki rolünü araştırması, hem de genel olarak kadının yazgısıyla uğraşması gerekiyordu.

Lou geleneklere uymayan bir hayat sürüyordu. Kadın erkek sorununda egemen olan anlayışı kırmıştı. Bir süre Paul Ree’yle “vahşi bir evlilik" sürdürmüş -o zaman için bir skandal-, sonra da 1886’da oryantalist Friedrich Cari Andreas’la evlenmişti. Bu güvenli burjuva ortamında birçok aşk ilişkisi oldu. Bunlar arasında, kocasından esirgediği halde, ilk kez cinsel ilişki kurduğu erkek olarak Rainer Maria Rilke de vardı.

1903 yılında kocasıyla Berlin’e taşındı. Orada tiyatro birliği “Freie Bühne’’yi kuran ve bir de haftalık dergi çıkaran sanatçı ve yazarlar grubuna katıldı.

“Freie Bühne’hin sahneye koyduğu ilk oyun, Henrik Ibsen’in Gespenster dramıydı. Ibseri’in kadın karakterlerinden büyülenmiş olan Lou, yoğun bir şekilde onlarla uğraşmaya başladı. Onun ilgisi, bu kadınların evliliği yaşayış tarzları ve biçimi, yani evliliği bozmaları ya da ona kendilerini uydurmaları üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu uğraşlar, Henrik Ibsen’in kadınları hakkında yazılmış bir deneme kitabıyla sonuçlandı: Henrik Ibsens Frauengestalten (1892).

Erkek ve kadın arasındaki aşk konusunda yazılmış felsefi dört makaleden oluşan Erotik (1910), Lou Andreas-Salome’nin en özgün ve tanınmış yazısıdır. Erkek ve kadının ruhsal yapısı hakkındaki, Der Mensch als Weibt başlıklı yazısında ileri sürdüğü tez, sade olduğu kadar çekicidir de. O zaman için devrim sayılabilir; bugün bizim için bile hâlâ çok ilginç.

Antikçağ filozofu Platon, kadın ve erkeğin bir bütünün iki yarısı olarak görülmesi gerektiğinden hareket eder -onlar eski mitik çağlarda birbirinden ayrılmışlardır- ve artık durmadan aşk yoluyla buluşup birleşmeyi aramaktadırlar. Lou Andreas-Salome için kadın ve erkeğin ruhsal yapıları, temelden birbirinden farklıdır. Her iki yapı şekli de “insansa!" olanı kendinde somutlaştırır: Her ikisi de aynı yetkinlikle. “Bunlar yaşamanın, hayatı en yüksek gelişme düzeyine çıkarmanın iki ayrı türüdür. Eğer cinslere ayrılmamış olsalardı, en aşağı düzeyde kalmak zorunda olacaklardı. Ama bu iki türden hangisinin daha değerli olduğu ya da daha güçlü olduğu konusunun tartı-şılması gereksizdir” (Andreas-Salome, 1992, s. 10). Bu tutumuyla, cinslerin eşit olduğu tezinden ve o zamanki kadın hareketlerinin bölünmeyi kabul edeceğinden kuşku duymaktadır. Ona göre, eşitliğin kabul edilmesi halinde, kadınca olanın, erkeğin dünyasına uyma tehlikesi vardır.

O, bir “üst kadın” imgesi ortaya atar. Bundan kastedilen, özgürleşimin özgürleştirdiği kadındır: “... kendisi bir bütün olarak bütünlüğe yönelir; bu tıpkı onun sanki çok eski bir düşü, karanlık anılar içinde, onun insan olarak gelişmesini yöneten, belirleyen bir düşü yaşaması gibidir” (a.g.y., s. 37).

Betimlenen başkalıktan hareket ederek, ona göre erotikten ayrılamaz olan bir aşk teorisi ortaya atar. Andreas-Salome için aşk, bir başkasına, sevilen kadın ya da erkeğe yönelik değildir. Ona göre erotik sevgi içinde biz, sandığımız gibi, bir başkasıyla dopdolu değiliz, tersine kendimizle, kendi durumumuzla doluyuz. Bu durum, sevişme ediminde beden ve ruh ikileminin ortadan kalkmasıyla Ve bizim kısa bir süre, içimizde ve kendimizle bir olduğumuz anda mutluluk verir. Biz başkasına sarılmıyoruz, kendimize sarılıyoruz. Bu erotik deneyim, ancak başkası bir yabancıysa ve başkası olarak kalırsa gerçekleşir. iki (şey), ancak eğer onlar iki olarak kalırlarsa bir olur.

Lou Andreas-Salome, daima çelişkilerin ortadan kaldınlamazlığına ilgi duydu. Erotik’te yine bu konuya geri dönüyor. Aşkta cinsler “yabancı” olanı, başka birisini tanımaya çaba gösterirler. Bu “tanımak,” -ki bir şeyle birleşmek anlamına gelir- aynı zamanda erotik aşkın ölümü demektir. Aşk kendi ölümüne çabalar. Aşk bu amaçtan vazgeçerse, gerçekleşememiş bir çaba olarak yaşar. Lou Andreas-Salome için geleneksel sadakat, özgürlük ve açıklığı engelleyerek aşkın kendisini yok etmesinde önemli bir rol oynar.

Nietzsche ve Ibsen’le temasında ağırlıklı olan psikolojiye karşı duyduğu ilgi, bu kadarla kalmadı; onu Viyana’ya, Sıgmund Freud'a kadar götürdü. Bu genç bilimin kendisine ruhsal hayat konusunda yeni düşünme formları ve sonuçları kazandırmasını bekliyordu. Freud ünlü yazarın kişi olarak kendisine karşı gösterdiği ilgiden övünç duydu. Ortak tartışmalarında ve sıklıkla sürdürdükleri mektuplaşmalarında, onun yeteneklerini överek, kendi bilgilerinin sentezini yapmak ve bütünleştirmekte yetenek sahibi olduğunu ileri sürdü: “Her defasında sizin mektuplarınızda yaptığınız yargılamaları okudukça, sizin söylenenin ötesine geçme, onu tamamlama, en uzak ilişki noktalarını birleştirme sanatınıza hayran oluyorum” (alıntı, Pfeiffer 1980, s. 35).

Psikanaliz konulan içinde Lou’nun en çok ilgi duyduğu konu narsisizmdi. Bunun nedeni sadece Nietzsche, Rilke gibi aşırı narsistlerle uğraşmış olması değildi; kendisi de narsisizmi kendini tanımanın motoru olarak görüyordu ve de dünya görüşünde narsıst bir insandı. Özneyle uğraşmayı, özel tutkusu olarak niteliyor, bu konuda küçük psikolojik çalışmalar yapıyor ve bunların çoğunu araştırma dergilerinde yayımlıyordu. Psikanaliz onu öylesine esir etmişti ki, 1915- 1935 yılları arasında en çok onunla uğraştı. Bu sırada kendisi de analizci olarak, bazı hastanelerde, Königsberg İç Hastalıkları Kliniğinde çalıştı.

Eintragungen letzte Jahre adlı yazısında, yaşlanma konusunda ilginç fikirler ileri sürdü. Burada da hayat merkez noktasıydı, ölüm ve yok olma değil. Onun için ölüme kadar yaşlanma yolunda ilerlemek, hayatın tamamlanmasıydı. Yaşlanmayı şimdi de yaşamak olarak tanımlıyordu. Ölüm bu anlamda en son bir şimdi noktasıydı. Salome, bunu anlatmak için su üzerindeki sabun köpüğü imgesini kullanır; yavaş yavaş (bir şimdi noktası olarak) suya karışacak olan.

Eriyen köpük ancak su olunca anlam kazanır; “çünkü o, ancak bu şekilde sanki doğru bir yere gelmiştir.” (Andreas-Salome 1982, s. 24). O, yaşlanmayı yeni bir yerde yaşamak olarak tanımlar; bir bitiş olarak değil.

Bizim bu dünyada nesnelere daima sadece bir yönden bakıyor olmamız, dünyanın bu ikileminin çözümü, onun daima en önemli ilgi merkezi, düşüncelerinin ana motifi oldu: “Dünyanın en kötü yanı, işte bu yanlış anlama değil mi?” (Andreas-Salome 1974, s. 103). [EK]

YARARLANILAN YAPITLAR:

ANDREAS-SALOME, LOU. Die Erotik. Frankfurt/M /Berlin 1992.

       Eintragungen letzte Jahre. Hg. von Ernst Pfeiffer. Frankfurt/M. 1982.

       Friedrich Nietzsche in seinen Werken. Frankfurt/M. 1983.

       Henrik Ibsens Frauen-Gestalten, Jena 1910.

       İm Kampf um Gott. Leibzig/Berlin 1884.

       Lebensrûckblick. Hg. v. Ernst Pferfer. Frankfurt/M. 1974.

FREUD, SIGMUND u. LOU ANDREAS-SALOME. Briefwechsel. Hg. v. Ernst Pfeiffer. Frankfurt/M. 1980

KOEPCKE, CORDULA. Lou Andreas-Salome. Frankfurt/M. 1986.

SALBER, LINDA. Lou Andreas-Salome. Reinbeck 1990.

WELSCH, URSULA u. MICHAELA WIESNER. Lou Andreas-Salome. Vom “Lebensurg- rund" zur Psychoanalyse. Mûnchen/Wien 1987.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to