“Evet sizin geçiş’ dediğiniz
şey nedir? Eğer bunun arkasında, onun için, bu dünyadaki en harika ve güç
erişilir şeyi, yani özgürlüğü terk etmek gereken bir başka ard amaç varsa, o
zaman ben hep geçişe saplanıp kalmak istiyorum; çünkü vazgeçmiyorum”
(Andreas-Salome 1974, s. 78).
Lou Andreas-Salome vazgeçmek
istemiyor! O, bunları yazdığı zaman yirmili yaşlarının başlarındaydı. Çok genç
yaştayken bile ne istediğini bilen bir kadının feryadı: dış ve iç özgürlük, her
bakımdan açıklık, kendisi için hiçbir şeye ve kimseye hesap vermek, sürekli bir
geçiş içinde yaşamak, belirsiz ve yeni olana; olumlu anlamda kendini dağıtmak;
hayatın gerçeklerini tanımanın bir yolu olarak - tek bir kelimeyle: halislik.
Bedeli: O, arkasında tamamlanmış
bir felsefi yapıt bırakmadı, tersine dağınık düşünceler kaldı ondan.
Saplantısı, kendisi için bilmekti, bilginin açıklanması değil.
Lou Andreas-Salome yaşadığı zaman
ünlü bir yazardı. Bugün hiç olmazsa, onun hakkında, düşüncesi ve hayatının
birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu biliniyor. Çok kimse onun adıyla, yakın ilişki kurduğu Friedrich
Nietzsche, Reiner Maria Rilke, Frank Wedekind, Sigmund Freud vb. arasında bağ
kurar. Onun, Friedrich Nietzsche ve arkadaşı filozof Paul Ree’nin
çektiği bir arabada, elinde kırbaçla oturduğu fotoğraf çok bilinir.
Lou Andreas-Salome kimdi?
Ne düşündü, ne yazdı?
Yapıtlarındaki “yönetici motif’
neydi?
O, Rusya’da (St. Petersburg’da)
yaşayan Alman asıllı bir aileden gelir, üç erkek kardeşin küçük kız kardeşidir.
Babası Çar’ın hizmetinde bir generaldir. Ama general olması, onun sevecen ve
sevgi dolu bir baba olmasını engellememiştir. Lou Andreas-Salome, sevgi ve ilgiyle
kucaklandığı bir aile içinde erkenden kişiliğini buldu. Olağanüstü bir hayal
gücüne sahipti ve büyüklerin giremediği kendi dünyasında yaşıyordu. Çok
erkenden gerçekliğin yorumlarına ve insan ilişkilerine karşı ilgi duymaya
başladı. Ama o zamanki toplumsal gerçekliğe hiç ilgi duymuyordu. Bu yüzden
annesinin ona göstermek istediği zamanının kadınlık imgesinden habersizdi. Bu
yüzden “kabul törenlerine katılmaktan kaçıyordu. Ailesi ona öyle bir tanrı
tanıttı ki, onu, bütün hayallerini anlattığı, çok kişisel “sevgili tanrısı”
yaptı. Ama sonradan yetişkin Lou’nun “tanrının kaybolması” dediği bir durum
ortaya çıktı. Onun tanrı imgesi, birdenbire gerçekliğiyle örtüşemez oldu. Daha
sonraları bu ilk çocukluk deneyimini “ölüm olayı” olarak betimler. Salome,
tanrının varlığından kuşku duymuyordu, ancak o ölüydü, ölmüştü.
Tanrılaştırdığı, mistikleştirdiği
ilk ve son erkekle karşılaştığı zaman, 18 yaşındaydı. Hendrik Gillot, ondan 25
yaş büyük rahip, ona aşkını açıkladığı ve onun için ailesini terk edeceğini
söylediği zaman, bir heykel gibi kaidesinden düştü. Ondan öğrenmişti Spinoza,
Leibniz, Kant ve Kierkegaard’ı; aynı şekilde Tolstoy, Dostoyevski, Goethe ve
Schiller’i ve başkalarını. Gillot ile ilişkisi, onun gelişmesinde bir kilometre
taşıdır. Onun sayesinde geniş bir kültüre sahip olmuştu; bazı pazar vaazlarını
yazmasına izin vererek onda yazma isteği uyandıran da yine Gillot’dur.
Onun dünya görüşünün esasları bu
sırada oluştu ve hayatı boyunca sürdüreceği, koşulsuz açık bir düşünmeye
ulaştı. O, çocukluğunun “tanrı kayboldu” yaşantısını anımsayarak,
Spinoza’nınkiyle uzlaşan bir tanrı
kavramı geliştirdi. 24 yaşındayken ilk romanı im Kampf um Gott’da (Tanrı İçin
Savaşım), tanrı sorunuyla uğraştı. Spinoza onu sadece “tanrı sorunu” bakımından
ilgilendirmiyordu. Bilge ve özgür insanın hayat üzerine düşüneceği, ama ölüm
üzerine düşünmeyeceği tezi, onun felsefi temel tutumunu etkilemiştir.
19 yaşındaki Lou, ailesinin karşı
koymalarına aldırmayarak, eğitimi için Zürih’e gitmeye karar verir. O zamanlar
Almanca öğretim yapan ve kadınlara herhangi bir sınırlama yapmadan yüksek
eğitim görme olanağı veren İsviçre’den başka ülke yoktu. Orada teoloji, felsefe
ve sanat tarihi okudu.
Sağlığındaki bozukluk nedeniyle
-eskiden beri kanamalı bir öksürüğü vardı- 1882 yılında annesiyle birlikte
gittiği İtalya’da, artık 66 yaşında olan kadın yazar Makvida von Meysenburg’u
tanıdı. Meysenburg, bağımsız, kendi başına yaşayan aydın bir kadındı; özgür ve
kendileri gibi oldukları (autentik) bir hayat sürmenin, kadın cinsinin hakkı ve
görevi olduğu düşüncesini temsil ediyordu. Bunun gerekli önkoşulu, ekonomik
bakımdan aile ve kocadan bağımsız olmaktı. Lou onun evinde, uzun yıllar dost
kaldığı filozof Paul Ree’yi tanıdı. Kısa bir süre sonra da Roma’da Peters
Dom’da, Nietzsche’yle tanıştı. Aralarında kurulan yoğun tinsel ilişki, Nietzsche’nin evlenme teklifine
kadar vardıysa da, Salome, buna olumlu yanıt vermedi. Bu olumsuz yanıt,
ilişkilerinin kesilmesine ve Nietzsche’nin kısmen kötü yorumlarına neden
olacaktı: “Bu kuru, kirli ve kötü kokan maymuncuk, yalancı memeleriyle bir
felaket! Pardon!” (alıntı, Salber 1990, s. 141).
Bununla birlikte Nietzsche, başlangıçta, onun
espirisinden, güçlü benlik bilincinden etkilenmiş ve de “her şeye karşın” onun
kadınca etkisi karşısında coşkulu bir hayranlık duymuştur. Gerçi onun “biçemini
tiksindirici” bulur, ama “bir gün yazmayı öğreneceğini, çünkü buna hazırlığı
olduğunu” söyler (a.g.y.. s. 35).
O yazmayı öğrendi! Lou
Andreas-Salome 1890’dan 1934’e kadar günlük gazetelerde, haftalık dergilerde,
yazınsal, felsefi ve psikolojik yayımlarda 100’den fazla makale, kitap
konuşması, öykü ve şiir yayımladı. 1885-1931 arasında 19 kitabı çıktı.
Lebensrückblick; günlükler; Briefwechsel mit Rainer Mana Rilke, Drei
Dichtungen. Amorjutta, Die Tarnkappe Der Briefwechsel mit Sigmund Freud ve de Eintragungen;
Letzte Jahre; bu son yazı ancak onun ölümünden sonra, son yıllardaki dostu
Ernst Pfeiffer tarafından yayımlandı.
Nietzsche’li yıl, onun hayatı ve
yapıtlarıyla yoğun bir hesaplaşmayla sonuçlandı. 1894’te Friedrich Nietzsche in
seinen Werken adlı çalışmayı yayımladı. Bu, Nietzsche felsefesi hakkında ilk ve
bugün de tanınan bir çalışmadır. Yazının başlığı, burada neyin söz konusu olduğunu
gösteriyor, yani Nietzsche’nin kişiliğiyle felsefesinin ilişkisi ele alınıyor.
Yapıtın içeriği üzerine çalışmak, Lou’ya yabancı olan bir şeydir. Onun yorum
yöntemi, yapıtı Nietzsche’nin “tinsel kişiliği’yle temellendirmektir. Her ne
kadar o, Nietzsche’nin aforizmaları için “ein einziges grofies Memoiren Werk”
(tarihsel zaman içinde yaşanan ilginç anılara dayanan yapıt) diyorsa da,
Nietzsche’nin yapıtının sınırsız bir öznelcilikten doğduğunu söyleme
yanlışlığına düşmedi. Bunun yerine, kültürün bir dönüşüm yaşadığı zamandaki
düşünürün temel durumuna çeviriyor bakışlarını; Nietzsche için bunun genel
ifadesi,
“bütün değerlerin tersine
çevrilmesidir.
Nietzsche’nin temelde “tanrı
öldü" sözleriyle dile getirdiği tanrı inancının kaybolması olayı, ondan
tanrı yerine geçecek bir yedek bulmasını gerektiriyordu. Bu, “çeşitli
şekillerde bir kendini tanrılaştırmakla sonuçlandı. Bu da, zorunlu olarak
kendisini yıkıp yok etmeye varacaktı.
Lou Andreas-Salome için Nietzsche
ve yapıtında, bir çelişki idesi gerçekleşmişti: Nietzsche bir yandan hayatı
düşüncenin yönetimi altına koyar, yani bunun anlamı, aklın hayata egemen olması,
onun buyruğuna girmesidir; oysa öte yandan da “hayat her şeydir"
haykırışıyla aşırı bir hayat taşkınlığı gösterir.
Hayat, Lou’nun felsefesinin de
temelidir. Onun düşüncesi, zamanın akışı içindedir ve yüzyılın değişimindeki
büyük yazınsal ve felsefi alt üst olmadan payını alır. Hayat felsefesi, bu yeni
düşünce yollarından birisidir.
Onun için hayat ve düşünce
birbirinden ayrılamaz şekilde sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bakımdan felsefe, onun
için, daima bir kendi kendisini arama anlamı taşıdığından, hem bir kadın olarak
o zamanki toplum içindeki rolünü araştırması, hem de genel olarak kadının yazgısıyla
uğraşması gerekiyordu.
Lou geleneklere uymayan bir hayat
sürüyordu. Kadın erkek sorununda egemen olan anlayışı kırmıştı. Bir süre Paul
Ree’yle “vahşi bir evlilik" sürdürmüş -o zaman için bir skandal-, sonra da
1886’da oryantalist Friedrich Cari Andreas’la evlenmişti. Bu güvenli burjuva ortamında
birçok aşk ilişkisi oldu. Bunlar arasında, kocasından esirgediği halde, ilk
kez cinsel ilişki kurduğu erkek olarak Rainer Maria Rilke de vardı.
1903 yılında kocasıyla Berlin’e
taşındı. Orada tiyatro birliği “Freie Bühne’’yi kuran ve bir de haftalık dergi
çıkaran sanatçı ve yazarlar grubuna katıldı.
“Freie Bühne’hin sahneye koyduğu
ilk oyun, Henrik Ibsen’in Gespenster dramıydı. Ibseri’in kadın karakterlerinden
büyülenmiş olan Lou, yoğun bir şekilde onlarla uğraşmaya başladı. Onun ilgisi,
bu kadınların evliliği yaşayış tarzları ve biçimi, yani evliliği bozmaları ya
da ona kendilerini uydurmaları üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu uğraşlar, Henrik
Ibsen’in kadınları hakkında yazılmış bir deneme kitabıyla sonuçlandı: Henrik
Ibsens Frauengestalten (1892).
Erkek ve kadın arasındaki aşk
konusunda yazılmış felsefi dört makaleden oluşan Erotik (1910), Lou
Andreas-Salome’nin en özgün ve tanınmış yazısıdır. Erkek ve kadının ruhsal
yapısı hakkındaki, Der Mensch als Weibt başlıklı yazısında ileri sürdüğü tez,
sade olduğu kadar çekicidir de. O zaman için devrim sayılabilir; bugün bizim
için bile hâlâ çok ilginç.
Antikçağ filozofu Platon, kadın
ve erkeğin bir bütünün iki yarısı olarak görülmesi gerektiğinden hareket eder
-onlar eski mitik çağlarda birbirinden ayrılmışlardır- ve artık durmadan aşk
yoluyla buluşup birleşmeyi aramaktadırlar. Lou Andreas-Salome için kadın ve erkeğin
ruhsal yapıları, temelden birbirinden farklıdır. Her iki yapı şekli de
“insansa!" olanı kendinde somutlaştırır: Her ikisi de aynı yetkinlikle.
“Bunlar yaşamanın, hayatı en yüksek gelişme düzeyine çıkarmanın iki ayrı
türüdür. Eğer cinslere ayrılmamış olsalardı, en aşağı düzeyde kalmak zorunda
olacaklardı. Ama bu iki türden hangisinin daha değerli olduğu ya da daha güçlü
olduğu konusunun tartı-şılması gereksizdir” (Andreas-Salome, 1992, s. 10). Bu
tutumuyla, cinslerin eşit olduğu tezinden ve o zamanki kadın hareketlerinin bölünmeyi
kabul edeceğinden kuşku duymaktadır. Ona göre, eşitliğin kabul edilmesi
halinde, kadınca olanın, erkeğin dünyasına uyma tehlikesi vardır.
O, bir “üst kadın” imgesi ortaya
atar. Bundan kastedilen, özgürleşimin özgürleştirdiği kadındır: “... kendisi
bir bütün olarak bütünlüğe yönelir; bu tıpkı onun sanki çok eski bir düşü,
karanlık anılar içinde, onun insan olarak gelişmesini yöneten, belirleyen bir
düşü yaşaması gibidir” (a.g.y., s. 37).
Betimlenen başkalıktan hareket
ederek, ona göre erotikten ayrılamaz olan bir aşk teorisi ortaya atar.
Andreas-Salome için aşk, bir başkasına, sevilen kadın ya da erkeğe yönelik
değildir. Ona göre erotik sevgi içinde biz, sandığımız gibi, bir başkasıyla
dopdolu değiliz, tersine kendimizle, kendi durumumuzla doluyuz. Bu durum,
sevişme ediminde beden ve ruh ikileminin ortadan kalkmasıyla Ve bizim kısa bir
süre, içimizde ve kendimizle bir olduğumuz anda mutluluk verir. Biz başkasına sarılmıyoruz,
kendimize sarılıyoruz. Bu erotik deneyim, ancak başkası bir yabancıysa ve
başkası olarak kalırsa gerçekleşir. iki (şey), ancak eğer onlar iki olarak
kalırlarsa bir olur.
Lou Andreas-Salome, daima
çelişkilerin ortadan kaldınlamazlığına ilgi duydu. Erotik’te yine bu konuya
geri dönüyor. Aşkta cinsler “yabancı” olanı, başka birisini tanımaya çaba
gösterirler. Bu “tanımak,” -ki bir şeyle birleşmek anlamına gelir- aynı zamanda
erotik aşkın ölümü demektir. Aşk kendi ölümüne çabalar. Aşk bu amaçtan vazgeçerse,
gerçekleşememiş bir çaba olarak yaşar. Lou Andreas-Salome için geleneksel
sadakat, özgürlük ve açıklığı engelleyerek aşkın kendisini yok etmesinde önemli
bir rol oynar.
Nietzsche ve Ibsen’le
temasında ağırlıklı olan psikolojiye karşı duyduğu ilgi, bu kadarla kalmadı;
onu Viyana’ya, Sıgmund Freud'a kadar götürdü. Bu genç bilimin kendisine
ruhsal hayat konusunda yeni düşünme formları ve sonuçları kazandırmasını
bekliyordu. Freud ünlü yazarın kişi olarak kendisine karşı gösterdiği ilgiden
övünç duydu. Ortak tartışmalarında ve sıklıkla sürdürdükleri mektuplaşmalarında,
onun yeteneklerini överek, kendi bilgilerinin sentezini yapmak ve
bütünleştirmekte yetenek sahibi olduğunu ileri sürdü: “Her defasında sizin
mektuplarınızda yaptığınız yargılamaları okudukça, sizin söylenenin ötesine
geçme, onu tamamlama, en uzak ilişki noktalarını birleştirme sanatınıza hayran
oluyorum” (alıntı, Pfeiffer 1980, s. 35).
Psikanaliz konulan içinde Lou’nun
en çok ilgi duyduğu konu narsisizmdi. Bunun nedeni sadece Nietzsche, Rilke gibi
aşırı narsistlerle uğraşmış olması değildi; kendisi de narsisizmi kendini
tanımanın motoru olarak görüyordu ve de dünya görüşünde narsıst bir insandı.
Özneyle uğraşmayı, özel tutkusu olarak niteliyor, bu konuda küçük psikolojik
çalışmalar yapıyor ve bunların çoğunu araştırma dergilerinde yayımlıyordu.
Psikanaliz onu öylesine esir etmişti ki, 1915- 1935 yılları arasında en çok
onunla uğraştı. Bu sırada kendisi de analizci olarak, bazı hastanelerde,
Königsberg İç Hastalıkları Kliniğinde çalıştı.
Eintragungen letzte Jahre adlı
yazısında, yaşlanma konusunda ilginç fikirler ileri sürdü. Burada da hayat
merkez noktasıydı, ölüm ve yok olma değil. Onun için ölüme kadar yaşlanma
yolunda ilerlemek, hayatın tamamlanmasıydı. Yaşlanmayı şimdi de yaşamak olarak
tanımlıyordu. Ölüm bu anlamda en son bir şimdi noktasıydı. Salome, bunu
anlatmak için su üzerindeki sabun köpüğü imgesini kullanır; yavaş yavaş (bir
şimdi noktası olarak) suya karışacak olan.
Eriyen köpük ancak su olunca
anlam kazanır; “çünkü o, ancak bu şekilde sanki doğru bir yere gelmiştir.”
(Andreas-Salome 1982, s. 24). O, yaşlanmayı yeni bir yerde yaşamak olarak
tanımlar; bir bitiş olarak değil.
Bizim bu dünyada nesnelere daima
sadece bir yönden bakıyor olmamız, dünyanın bu ikileminin çözümü, onun daima en
önemli ilgi merkezi, düşüncelerinin ana motifi oldu: “Dünyanın en kötü yanı,
işte bu yanlış anlama değil mi?” (Andreas-Salome 1974, s. 103). [EK]
YARARLANILAN YAPITLAR:
ANDREAS-SALOME, LOU. Die Erotik.
Frankfurt/M /Berlin 1992.
— Eintragungen
letzte Jahre. Hg. von Ernst Pfeiffer. Frankfurt/M. 1982.
— Friedrich
Nietzsche in seinen Werken. Frankfurt/M. 1983.
— Henrik
Ibsens Frauen-Gestalten, Jena 1910.
— İm
Kampf um Gott. Leibzig/Berlin 1884.
— Lebensrûckblick.
Hg. v. Ernst Pferfer. Frankfurt/M. 1974.
FREUD, SIGMUND u. LOU ANDREAS-SALOME. Briefwechsel. Hg. v. Ernst Pfeiffer. Frankfurt/M. 1980
KOEPCKE, CORDULA. Lou
Andreas-Salome. Frankfurt/M. 1986.
SALBER, LINDA. Lou
Andreas-Salome. Reinbeck 1990.
WELSCH, URSULA u. MICHAELA
WIESNER. Lou Andreas-Salome. Vom “Lebensurg- rund" zur Psychoanalyse.
Mûnchen/Wien 1987.