Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Uğursuzluk ve Fal Konuları

 

TİRE, FA’L, UĞURSUZLUK VE HASTALIĞIN GEÇMESİ

Giriş

Vehim (evhama kapılmanın) insan üzerinde önemli bir etkisi vardır. Hatta "kişiyi yönlendirmede, vehim kadar etkili bir başka şey yoktur" denilmiştir. Ba­zen vehimlerin, insani ciddi sıkıntılara soktuğu görülmektedir. Bu vehimler, kişiyi gönül rahatlığı ve olayları akıl çevresinde değerlendirme dairesinden çıkarıp üzüntü, sıkıntı, şaşkınlık ve dehşet içine sokarlar. İslam şeriatı ise insanı zikir, tevekkül ve her türlü evhamdan uzak bir şekilde düşünmekle birlikte, tu­tarlılığa (sebata), akla göre hareket etmeye ve gönül rahatlığı içinde olmaya yöneltmiştir.

İnsanın vehmin etkisinde kalmasını dışa vuran yönlerinden birisi, günlük ha­yatıyla ilgili uygulamalarında maddi şeylerin ve hayvanların durumlarından anlamlar çıkarıp bunlara göre kararlar vermesidir. Cahiliye dönemi insanları fal okları ile kısmet arayışı içine girerlerdi. Bir şeyin içine ok sapları koyarlardı. Bunlardan bazılarının üzerinde 'evet', bazılarının üzerinde de 'hayır' yazıları olurdu. Bir kimse yola çıkmak istediğinde, kendisi veya bir başkası onların içinden bir ok çekerdi. Üzerinde 'hayır' yazılı ok çıktığında yola çıkmaktan vaz­geçer, üzerinde 'evet' yazılı ok çıktığında ise yola çıkardı. İşte bu uygulama, in­sanın maddi şeyleri hakem tayin etmesinin bir örneğidir.

Yine cahiliye çağı insanları, kuşların uçuşlarından uğursuzluk anlamı çıka­rırlardı. Bunu şeriat yasaklamıştır. Bu anlayışa dayanan uygulamaların bir örneği şöyleydi: Birisi yolculuğa çıkmak veya bir işe başlamak istediğinde bir kuş uçururdu. Eğer kuş sağ yana doğru uçarsa, yapacağı yolculuğun veya başla­yacağı işin uğur getireceği anlamını çıkarır ve olumlu karar verirdi. Ama kuşun sol yana doğru uçması durumunda, uğursuzluk anlamı çıkarır ve olumsuz karar verirdi. İşte bu da insanın uygulamalarında hayvanları hakem tayin etmesinin bir örneğidir. Bu uygulamaların birincisi de, ikincisi de insan aklının hafife alınması ve gerçekte insan iradesinde vehmin (evhamın) hakem tayin edilmesi­dir. Dolayısıyla bu tür uygulamaların insanın sinirleri, bedeni ve kalbi üzerinde çeşitli etkileri olmaktadır.

İnsanlar bugün hala sözü edilen uygulamaların benzerlerini yapmaya devam etmektedirler. İnsanların bazen tavla zarı atarak yahut paket atarak veya buna benzer şeylerle kısmet arayışına gittikleri görülmektedir. Bunların tümü, kişinin kendini vehimlerin etkisi altına sokmasından ibarettir. Uğursuzluk anlayışı da tamamen vehimleri öne çıkarmaktan, onları putlaştırmaktan ibarettir. Bu tür an­layışlar da insanlarda çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açmaktadırlar. Nite­kim çağımızda melankoli, stres, sürekli sıkıntı gibi muhtelif psikolojik ra­hatsızlıklar ortaya çıkmıştır. Bütün bu psikolojik rahatsızlıklar üzerinde, uğur­suzluk anlayışının etkisi vardır. Hastalığın birinden birine geçmesi olayında da vehmin önemli etkisi bulunmaktadır. Hastalığın geçmesi gerçekte var olmakla birlikte, bundan aşırı derecede korkulması, insanlarda evhamlanmaya ve insan­lar arası ilişkilerde kopukluğa yol açmaktadır. Hatta bu konudaki evhamlar, ye­rine göre insanlar arasında bazı hoş olmayan davranışlara da neden olabilmekte­dir. Hatta zaman zaman bazılarının başkaları hakkında "filanca bana şöyle hastalık geçirdi" yahut "filancanın devesi benim develerime hastalık geçirdi" diye dava açtıkları bile olmaktadır. Bunlar zandan kaynaklanan iddialardır. Tıbbın tesbitlerine göre ise, bir hastalığın başkasına geçmesi, karşı tarafta bu hastalığın geçmesine elverişli durumun bulunması durumunda olabilmektedir.

Bu noktadan hareketle şeriat, hastalığın geçmesini bir realite olarak kabul etmiş ve insanlara bu konuda tedbirli olmanın gerekliliğini bildirmiştir. Ancak bunun mutlak bir etki gösterdiğini kabul etmemiştir. Yüce Allah'ın indirmiş olduğu İslam dini bütün tıbbi meseleleri bu şekilde çözmüştür. İnsanı günlük hayatında vehimlerin etkisinde kalmaktan kurtarmış ve onu maddeleri, hayvan­ları yahut evhamları putlaştırmaktan uzak tutmuştur. Putlaştırma, bir şeye kul­luk etme veya onu üstün tutma her ne şekli ile olursa olsun, İslam onu reddet­miştir.

Bu prensibe dayalı olarak İslamiyet, fal okları ile kısmet aramayı, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmayı haram etmiş, uğursuzluk anlayışını kökten atmış ve hastalığın geçmesinden ötürü kimsenin bir sorumluluk altına sokulamayacağını bildirmiştir. Bunun yerine Allah'a tevakkül ve O'nun verdiği hükme tam bir gönül rahatlığı içinde razı olma anlayışını getirmiştir. Bunun gibi maddi varlıkları ve hayvanları hakem tayin etmenin yerine de istihare ve istişare uygulamasını koymuştur. İstihare de, istişare de mendub görülen (hoş görülen, teşvik edilen) uygulamalardandır. Bunun yanısıra müslümanların sürekli yüce Allah hakkında hüsnü zan (iyi zan) üzere olması gerekir. Müslüman her şeyin yerli yerince yaratıldığını düşünmelidir. Aynı şekilde inancıyla, yaşantısıyla, nefsiyle, kalbiyle ve aklıyla ilgili olarak her şeyin en uygununu ve en doğru olanını yakalamaya çalışmalıdır. Bu konuların önemini, İslam inan­cının kalbe yerleşmesi ile vehimlerin nasıl dağıldığını, aksi halde nasıl kalbi kuşattığını ve İslam'ın insan kalbini kesin inanca kavuşturması ile kalbin nasıl rahata kavuştuğunu bilenden başkası anlayamaz.

"Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ın zikri ile huzura kavuşur." [1]

Konu İle İlgili Rivayetler

1452- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalığın geçmesi yoktur. Sefer (karında bulunan bir kurdun açtıktan dola­yı harekete geçmesi veya bulaşıcı nitelik taşıyan bir karın ağrısı yahut Sefer ayını bir yıl helal, bir yıl haram sayma uygulaması ya da Sefer ayının girişinin uğursuz sayılması) [2]yoktur. Ruhların baykuşlara geçmesi yoktur."

Bir bedevi:

"Ey Allah'ın Resulü! Şu işe ne dersin? Otlakta ceylan gibi dolaşan develer oluyor, içlerine uyuz bir deve giriyor ve hepsini uyuz yapıyor?" diye sordu. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Peki, bu hastalığı öncekine bulaştıran kimdir?"

Buhari şöyle söylemiştir:

"Bunu Zuhri, Ebu Seleme'den, o da Abdurrahman'dan ve Sinan bin Ebi Si­nan'dan rivayet etmiştir. Yalnız Sinan bin Ebi Sinan'dan rivayet edilen bir baş­ka metin daha bulunmaktadır ve o metin de buradakinin benzeridir.

Ebu Seleme'den rivayet edildiğine göre o, Ebu Hureyre (r.a)'nin daha sonra şöyle söylediğini duymuştur:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Develeri hastalıklı olan, onları sağlıklı develerin arasına sokmasın."

(Ebu Seleme dedi ki):

"Ebu Hureyre (r.a), (yukarıda verilen) birinci hadisi kabul etmedi. Biz ken­disine: "Sen daha önce bize "Hastalık geçmesi yoktur" diye rivayet etmemiş miydin?" diye sorduk. Bunun üzerine Habeşce bir şeyler söyledi." Ebu Seleme:

"Ben Ebu Hureyre (r.a)'nin bunun dışında herhangi bir hadisi unuttuğuna şahid olmadım" diye söylemiştir." [3]

Ebu Seleme'den nakledilen bir başka rivayete göre de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem "Has­talık geçmesi yoktur" diye buyurmuştur. Yine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in "develeri has­talıklı olan kimse, onları sağlıklı develerin arasına sokmasın" diye buyurduğu yönünde de bir hadis rivayet edilmiştir.

Zühri'nin bildirdiğine göre Ebu Seleme şöyle söylemiştir:

"Ebu Hureyre (r.a), bu iki hadisin her ikisini de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'den rivayet ederdi. Daha sonra, "hastalık geçmesi yoktur" rivayetini terkederek Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in; "develeri hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı develerin arasına sokmasın" sözünü rivayet eder oldu. Ebu Hureyre (r.a)'nin amcasının oğlu olan Haris bin Ebi Zuhab kendisine:

"Ey Ebu Hureyre, bildiğim kadarıyla sen daha önce bu konuda bize bir baş­ka hadis daha rivayet ediyordun. Ama şimdi onu hiç dile getirmiyorsun. Sen Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in: "Hastalık geçmesi yoktur" diye buyurduğunu rivayet ediyor­dun" diye hatırlatmada bulundu. Ancak Ebu Hureyre (r.a) böyle bir şeyi kabul etmek istemedi ve "develeri hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı devele­rin arasına sokmasın" diye söyledi. Bunun üzerine Haris onunla tartışmaya gir­di. Bu yüzden Ebu Hureyre (r.a) sinirlendi ve Habeşçe bir şeyler söyledi. Sonra da Haris'e:

"Benim ne dedeğimi biliyor musun?" diye söyledi. O da: "Hayır" dedi. Ben de: "Yanılgıya düştün" dedim" diye söyledi."

Ebu Seleme dedi ki:

"Ömrüme yemin olsun ki, Ebu Hureyre (r.a) bize, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in "Has­talık geçmesi yoktur" diye buyurduğunu rivayet etmişti. Artık Ebu Hureyre (r.a)'nin bu rivayeti unuttuğundan dolayı mı, yoksa iki rivayetin birini geçersiz saydığından (neshettiğinden) dolayı mı böyle konuştuğunu bilmiyorum."[4]

Bir başka rivayette bildirildiğine göre Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kuş uçmasından uğursuzluk anlamı çıkarmak yoktur. Güzel olanı ise iyiye yormaktır."

Kendisine "Ey Allah'ın Resulü! İyiye yormak (fe'l) nedir?" diye so­ruldu. O da şöyle buyurdu:

"Birinizin duyacağı güzel hoş bir sözdür." [5]

Buhari'nin bildirdiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Hastalık geçmesi, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarma, ruhların baykuşlara geçmesi ve sefer (Sefer ayının uğursuz sayılması veya bulaşıcı bir karın hastalığı) diye bir şey yoktur." [6]

Bir başka rivayette ise şöyle bir fazlalığa yer verilmiştir:

"Cüzzamlı hastadan, aslandan kaçar gibi kaç."[7]

Müslim'in rivayetine göre de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Hastalık geçmesi, ruhların baykuşlara geçmesi, yıldızlar (burçlar) saye­sinde yağmur yağdırılması ve karınlarda açlıktan dolayı kurt çıkması diye bir şey yoktur." [8]

Bir başka rivayette de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu bildirilmiştir:

"Hastalık geçmesi ve kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarma yoktur. Olayları iyiye yormayı ise severim."[9]

Ebu Davud, Bakiyye'nin şöyle söylediğini bildirmiştir:

"Muhammed bin Raşid'e "Ruhların baykuşlara geçmesi yoktur" sözü ile ne­yin kastedildiğini sordum. Şöyle söyledi:

"Cahiliye döneminde bir insan ölüp kabre konulduğunda mutlaka kabrinden bir baykuşun çıktığına inanılırdı." Yine "sefer yoktur" sözü ile neyin kastedildi­ğini sordum. Şöyle söyledi:

"Cahiliye dönemi Arapları Sefer ayının girmesinin uğursuzluk getirdiğine inanıyorlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem "Sefer yoktur" diyerek böyle bir şeyin söz konu­su olmadığını bildirmiştir. Bu konuda şöyle söylenildiğini de duydum: "Bu (ya­ni sefer) karındaki bir acıdır. Cahiliye dönemi insanları bu acıyı meydana geti­ren rahatsızlığın bulaşıcı olduğuna inanırlardı."

Ebu Davud'un bildirdiğine göre Malik şöyle söylemiştir:

"Cahiliye dönemi Arapları Sefer ayını bir yıl helal, bir yıl haram sayarlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de "Sefer yoktur" diyerek böyle bir uygulamanın geçerli ol­madığını bildirmiştir."

Ruhların baykuşlara geçmesi konusuna gelince: Cahiliye dönemi Arapları ölünün kemiklerinin bir baykuş haline gelerek uçtuğuna inanırlardı. Bu yüzden: "Öldürülen bir kimse baykuşundan çıkar -yani kafasından bir baykuş çıkar- ve kendisini öldüren kişi öldürülünceyc kadar "beni sulayın" demeye devam eder" diye söylerlerdi.

"Develeri hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı develerin arasına sok­masın"

sözüyle Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem develerine hastalık bulaşmış bir kimsenin, bu hayvanlarını sağlıklı develerin arasına sokmasını yasaklamıştır.

"Yanılgıya düştün": Sen meseleleri birbirine karıştırdın. Duyguların değişti ve bu yüzden doğru olmayanı doğru sanmaya başladın.

"İyiye yormak, yerinde ve güzel yorum (fe'l)":

Hasta olan bir kimseye "İyileşmişsin, gayet sağlıklısın" denilmesi veya hasta kişinin iyileşmesi için temennide bulunulması ve bu yönde hastaya ümit veril­mesidir. Yahut bir şeyini kaybetmiş olana "kaybettiğini buldun herhalde!" diye hitab edilmesidir. Bu durumda hastalıklı kişi, kendisinin iyileşmekte olduğuna inanmaya başlar. Kaybettiğini aramakta olanda da onu bulabileceği kanaati uyanır. Bu şekildeki ifadeler, karşıdakiler açısından bir müjde niteliği taşır ve onlar bu müjdenin fiilen gerçekleşeceğini umarlar. Bundan ötürü biraz rahatlar­lar. Çünkü kendilerine söylenilen sözlerin ifade ettiği şey ile, onların ümitleri aynı yöndedir.

Bir şeyin iyiye yorulması; gerçekleşilmesi umulan bir hayır ve iyilikten söz edilmesidir. Bu tutum dıştan güzel olduğu gibi sevindiricidir de. Uğursuzluk an­lamı çıkarılması ise, gelişmelerden sadece kötü anlamlar çıkarmaktır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ise, iyiye yorma tarafını tercih etmiş, ondan hoşlanmıştir. Çünkü insan­lara yüce Allah katından bir lütuf geleceği yönünde ümit verilirse, insanlar da zayıf olsun, kuvvetli olsun iyi sonuca işaret eden bir sebebin iyi sonuç geti­receğini umarlarsa hayır üzere olurlar. Eğer umdukları şeyi elde edemezlerse o zaman da yüce Allah'a karşı ümit (reca) beslemek ve O'nun katında olanı iste­mekle doğru bir iş yapmış olurlar. Allahu Teala hakkında ümitli olmanın, insa­na hemen ulaşan bir yararı vardır. Kişiler ümitsizliğe düştükleri ve yüce Al­lah'tan ümitlerini (recalarını) kestikleri zaman, fenalık içine düşmektedirler. Uğursuzluk anlamı çıkarmada (tire'de) ise kötü zan üstün gelmektedir. Bundan ötürü kişi ümitsizliğe düşer. Başına bir belanın gelmesini umar ve hayırdan ve iyilikten tamamen ümidini keser. Böyle bir şey ise akıl sahiplerinin hoş görmedikleri, eleştirdikleri bir durumdur. Şeriat da bu anlayışı tamamen yasak­lamıştır.

"Yıldızlar (burçlar) sayesinde yağmur yağdırılması (nev'i) yoktur":

Bu ifadenin metninde geçen 'Nev' kelimesi; 'Enva' kelimesinin tekilidir. 'Enva' ise ayın menzillerini oluşturan gökteki onsekiz yıldıza denilir. Her onüç gecede bu yıldızlardan birisi fecrin doğması ile birlikte batı tarafından batar ve ve karşılığında doğu tarafında yenisi doğar. Yılın bitimi ile birlikte bu onsekiz yıldızın deveranı da tamamlanmış olur. Araplar bu menzillerin herbirinin ta­mamlanma ve yerine, doğu tarafından bir yenisinin doğması ile birlikte yağmur yağdığına inanırlardı. Dolayısıyla yağmurun yağışını bu menzillere nisbet eder­ler ve "filanca menzilde (nev'de) bize yağmur gönderildi" derlerdi. Bunlardan birisi batı tarafından battığından ve doğu tarafından bir yenisi doğduğundan do­layı bu menzillerden (yıldızlardan) her biri 'nev' olarak adlandırılmıştır. Nev'in 'batmak' anlamına geldiği de söylenmiştir.

Ebu Ubeyd şöyle söylemiştir:

"Burada bildirilenin dışında 'Nev'in düşme (yıldız düşmesi, yıldız kayması) anlamına geldiğine dair birşey duymuş değiliz. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, söz konusu menzillerde (enva ile) ilgili inanca karşı sert tavır koymuştur. Çünkü Araplar, yağmurun bunların sayesinde yağdırıldığına inanırlardı. Ancak bir kimse, yağmuru yüce Allah'ın yağdırdığına inandığı halde, yağmurun hangi zamanda yağdığını bildirmek amacıyla "İşte bu menzilde (şu yıldızın doğduğu sırada) yağmur yağdı" derse, bunda bir günah yoktur."

Beğavi, Şerhu's Sünne'de 'Nev' ile ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulun­muştur:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem 'nev' yoktur" sözü ile, Arapların, yağmurun ay'ın menzille­rini oluşturan onsekiz yıldız ile yağdırıldığı yönündeki inançlarının geçersiz olduğunu bildirmiştir. Araplar "şu menzilde (veya şu menzil sayesinde) yağmur yağdırıldı" derlerdi. Şeriat ise Allah'ın izni olmadan, yıldızlara ait menzillerin bir fonksiyon görebilecekleri inancını geçersiz kılmıştır."

Yukarıdaki bir hadisi şerifte hastalığın geçmesinin fiilen mümkün olduğu­nun bildirildiğini gördük. Nitekim söz konusu hadisi şerifte, develeri hastalıklı olanın, onları sağlıklı develerin arasına sokmaması tavsiye ediliyordu. Bunun yanısıra hadiste "hastalık geçmesi yoktur" diye de bildirilmektedir. Bu ikisini birleştirebilmek için şöyle bir açıklamada bulunmak gerekmektedir: Şeriat, has­talık geçmesinin fiilen mümkün olduğunu bildirmiş ve bu konuda tedbirli olun­masını istemiş, ancak hastalık geçmesi ile ilgili olarak yargı alanını ilgilendiren herhangi bir sorumluluğun söz konusu olmadığına dikkat çekmiştir.

Hadiste, Araplar arasında yaygın olan uğursuzluk anlayışları bizzat zikredi­lerek, bir şeylerden uğursuzluk anlamı çıkarılması da yasaklanmıştır. Arapların uğursuzluk anlayışlarından birisi, Sefer ayının girmesinin uğursuzluk getir­diğine inanılmasıydı. Yine hadisi şerif, cahiliye döneminde Araplar arasında yaygın olan baykuşlarla ilgili hurafeleri de reddetmiştir. Bugün hala bazı top­lumlarda bir takım şeylerden uygun olmayan şekillerde, uğursuzluk anlamı çıkarılmaya devam edilmektedir. Batılıların 13 sayısını uğursuz saymaları, bu tür uğursuzluk anlayışlarına bir örnektir. Bu sayıdan uğursuzluk anlamı çıkarma anlayışı, cahiliye dönemine ait bir anlayıştır.[10]

1453- Tirmizi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem aramızda bir yerde durarak şöyle buyurdu:

"Bir şey, başka bir şeye hastalık geçirmez."

Bunun üzerine bir bedevi:

"Ey Allah'ın Resulü! Şu işe ne dersin? Sağlam develerin arasına kuyruğu yaralı bir uyuz deve giriyor ve bütün develeri uyuz yapıyor?" diye sordu. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Onların öncekini uyuz yapan kimdir? Bakın, hastalık geçmesi yoktur. Sefer ayının uğursuzluk getirmesi (Sefer) yoktur. Yüce Allah her canı yaratmış, onun hayatını, rızkını, musibetlerini ve karşılaşacağı hoşnutlukları yazmıştır."[11]

1454- Müslim, Amr bin Şerid (r.a)'den, o da babasından rivayet etmiştir:

"Sakif kabilesinin heyeti içinde cüzzamlı bir adam vardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona adam göndererek şöyle bildirdi:

"Biz senin bey'atını aldık, sen geri dön."

Bir Açıklama

Bu hadisi şerif, hastalık geçmesi olayının fiilen var olduğunun şeriat ta­rafından kabul edildiğine ait delillerden birisidir. Bu konuda kabul edilmeyen şey ise, hastalık geçmesinden dolayı herhangi bir kimsenin fiili bir sorumluluk altına girmesidir.[12]

1455- Taberani, İbni Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem; "Hastalık geçmesi yoktur" diye buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi:

"Ey Allah'ın Resulü! Biz uyuzlu bir koyun alıyoruz, onu diğer koyunların arasına koyuyoruz, hepsine uyuz bulaştırıyor" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Ey bedevi, öncekini uyuz yapan kimdir?"

1456- Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kuşların uçuğundan uğursuzluk anlamı çıkarmak (tire) şirktir, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmak şirktir, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmak şirktir."

Bu sözü böyle üç kez tekrar etti. Sonra sözüne şöyle devam etti:

"Bizden mutlaka bir sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Allah onu tevekkül ile giderir."

Tirmizi'nin rivayetine göre de, İbni Mes'ud (r.a) şöyle bildirmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmak (tire) şirktendir. Bizden mutlaka bir sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Allah onu tevekkül ile giderir." [13]

Bu hadisi aynen İbni Hibban da rivayet etmiştir. [14] [15]

Bir Açıklama

Tire, basit bir takım olayları uğursuzluğa yormak yahut kuşların uçuşla­rından uğursuzluk anlamı çıkarmaktır. Cahiliye dönemi Arapları kargaları, arı kuşlarını uğursuz sayarlardı. Onların uçuşlarını ve yakınlarından geçmelerini uğursuzluğa yorarlardı. Bu tür şeyleri hayrı ve iyiliği engelleyici gelişmeler ola­rak görürlerdi. İslam ise bu tür inançları reddetmiştir.

Beğzavi, Şerhu's Sünne'de Tire'yi açıklarken şu bilgileri vermiştir:

"Cahiliye Arapları, kuşların bir yerlere konmalarından yahut bir yerlerin üzerlerinden uçmalarından uğursuzluk anlamı çıkarır ve böyle şeyleri, arzu­ladıkları uğuru engelleyici gelişmelerden sayarlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ise söz konusu olayların, herhangi bir yararın gelmesini engelleyici yahut bir zarara yol açıcı özellik taşımadığını bildirmiştir. Tirenin; kişinin bir işe girişmek için teşebbüste bulunması halinde hoşuna giden (uğur anlamı taşıyan) bir şeyle karşılaşması durumunda ise vazgeçmesi anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir kimse Allah'a tevekkül eder ve ihtiyacını giderme yönünde gereken çabayı gösterirse, herhangi bir durumdan ötürü kalbinde hoşnutsuzluk veya memnu­niyet duygusunun oluşması, tire değildir.

İbni Abbas (r.a) şöyle söylemiştir:

"Eğer işine devam edersen, Allah'a tevekkül ediyorsun demektir. Ama (in­sanların uğursuz olarak değerlendirdikleri bir durumla karşılaştığından dolayı) işinden dönersen, o zaman uğursuzluk anlamı çıkarıyorsun demektir."

İbrahim'in bildirdiğine göre Abdullah şöyle söylemiştir;

"Uğursuzluk (tire), bir şeylerden uğursuzluk anlamı çıkaranlardan başkası­na bir zarar vermez. Bizden mutlaka bir sıkıntı içine düşen olur."

Bu ifadede bir hazf (atlama, ifadeden anlaşılacağı düşüncesiyle bazı açıkla­malara gerek görülmemesi) vardır. Burada söylenilmek istenen ise şudur; in­sanların uğursuz saydığı durumlarla karşılaşmaktan ötürü her birimiz sıkıntıya düşer, kalben rahatsızlık duyabiliriz. Bu anlamı ortaya koyacak sözler, cümle­nin kısaltılması düşüncesiyle ve karşı taraftakinin söylenilen kısımdan bu an­lamı çıkarabileceği tahmin edilerek atlanmıştır.

Sünen-i Tirmizi'de bu ("Bizden mutlaka bir sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Alah onu tevekkül ile giderir") cümlesinin hadisi şerifin metninden ol­madığı; bu kısmın İbni Abbas (r.a)'ın kendi sözü olduğu belirtilmiştir. En doğ­rusunu ise ancak yüce Allah bilir."

1457- Ahmed, Bureyde (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, hiç bir şeyden uğursuzluk anlamı çıkarmazdı. Bir yere bir görevli gönderecek olduğunda adını sorardı. Adı hoşuna gittiği takdirde sevi­nirdi ve bu sevincinin izi yüzünde görünürdü. Adı hoşuna gitmediğinde de bu hoşnutsuzluğunun izi yüzünde belli olurdu."

Bir Açıklama

İbnu'l Esir bu konuda şöyle söylemiştir:

"('Sevincinin izi' diye tercüme ettiğimiz) 'bişr' kelimesi ile kastedilen, bir kimsenin hoşuna gidecek bir şey görmesi veya duyması durumunda, yüzünde görülen neşe ve hoşnutluktur."

Beğavi de şöyle söylemiştir:

"Bir kimsenin çocukları ve hizmetçileri için güzel adlar bulup takması iyi bir davranıştır."[16]

1458- Müslim, Muaviye bin Hakem (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'a: "Ey Allah'ın Resulü! Bizden bazı kimseler (bazı şeyler­den) uğursuzluk anlamı çıkarıyorlar" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Bu sizin içinize gelen bir vehimdir. Bu vehim sizi yapacağınız şeyden alı­koymasın."

Sonra: "Bizden bazı kimseler kahinlere gidiyorlar" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Onlara gitmeyin."

Daha sonra "Bizden bazı kimseler ebced hesabı ile yo­rumlar yapıyorlar (fal yapıyorlar. Yahut kumun üzerine birtakım çizgiler çize­rek ve yazılar yazarak bundan değişik anlamlar çıkarıyorlar)" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Bir peygamber bu hesabı yapmıştı. Onun ilmine isabet edebilen bunu bilir." [17]

Bir Açıklama

Beğavi Şerhu's Sünne'de, "ebced hesabı ile yorumlar yapıyorlar" sözünün açıklaması üzerine şunları söylemiştir:

"Hattabi şöyle söylemiştir:

"Burada kastedilan anlam, onun yasak edilmiş olması olabilir. Çünkü bu işi yapmış olan peygamberden sonra kimse onun bulduğu anlamı bulamaz ve doğ­ru olanı tesbit edemez. Zira söz konusu peygamberin böyle bir şeyi becerebil­mesi, onun peygamberliğine işaret eden bir alamet (mucize) ve peygamberliği ile ilgili bir ilimdi. Dolayısıyla daha sonra gelenlerin, o ilme kavuşma arzusu ile böyle bir şeyle uğraşmaları uygun düşmez. En doğrusunu ise ancak yüce Al­lah bilir."

Tavus'un da şöyle söylediği bildirilmiştir:

"İbni Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini duydum: "Bazı insanlar ebi ced (eb­ced) ile hesap yapıyor ve yıldızlara bakıyorlar. Bunu yapan birinin bir nasib elde edebileceğini sanmıyorum."

'Ebi ced' ile kastedilen, ebced harfleridir. 'Ebced, hevvez' kelimelerine nisbetle bu ad konulmuştur. Bilindiği üzere Araplar bu harflerin her birine bir sayı değeri vermektedirler. Bazı kimseler bu harflere verilen sayı değerleri ile (bu sayıları toplamak suretiyle) bir takım hesaplar yapmakta yahut bu hesaplardan çıkardıkları yorumlara göre bazı konularda olumlu ya da olumsuz kararlar ver­mektedirler. Bu ise İbni Abbas (r.a)'ın yasak gördüğü bir uygulamadır. İbni Ab­bas (r.a) böyle bir şeyle uğraşanın kafasının çalışmadığını söylemiştir. Çünkü bu uygulamada akıl sahibi biri hakkında, aklı olmayan bir şeyin hakem tayin edilmesi söz konusudur. Bu ise akla göre izah edilemeyecek bir uygulamadır. Şeriatte bu tür bir uygulamaya yer verilmemiştir.

1459- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten şöyle rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalık geçmesi yoktur. Kuşların uçuşlarından (veya buna benzer şeyle­rin) uğursuzluk getirmesi yoktur. Benim hoşuma giden ise, iyiye yormaktır."

Kendisine: "Ey   Allah'ın Resulü! İyiye yormak nedir?" diye sordular. O da şöyle buyurdu:

"Güzel, hoş bir söz söylemektir."

Buhari bunun benzerini rivayet etmiş ve o, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle buyur­duğunu bildirmiştir:

"Uygun şekilde, iyiye yormak yani güzel bir söz söylemek ise benim hoşu­ma gitmektedir." [18]

Müslim de, yukarıdakinin benzeri bir rivayet nakletmiş ve Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

"İyiye yormak ise benim hoşuma gitmektedir. Bu: Güzel ve hoş bir sözdür." [19]

İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:

"Hastalık geçmesi": Bir hastanın başkası ile yakın olması, yakın ilişki içine girmesi, onunla yemek yemesi veya ilişkide bulunması sonucu, ona da hastalı­ğın bulaşmasıdır."[20]

1460- Taberani, Akabe bin Amir (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem;

"Kim bizim develerimizden yanımıza (süt) getirebilir?" di­ye buyurdu.

Bir adam kalkıp; "Ben" dedi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona:

"Senin adın ne?" diye sordu.

Adam "Sahr (kaya)" veya "Cendel (büyük kaya) diye söyledi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona:

"Sen otur" diye buyurdu.

"Kim bizim develerimizin sütlerini yanımıza getirebilir?" diye sordu.

Bir adam kalkıp: "Ben" dedi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona da:

"Senin adın ne?" diye sordu.

Adam "Ye'iş (Yaşar)" diye söyledi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona:

"Sen bizim develeri­mizden yanımıza (süt) getir" diye buyurdu."[21]

1461- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bir ihtiyaç için dışarı çıktığında "ey raşid, ey necih (ey doğru olanı yapan, ey başarılı)" sözlerini duymaktan hoşlanırdı."

Buhari ve Müslim'in Sahihleri'nde de bu anlamı taşıyan bir rivayeti Ebu Hureyre (r.a)'den nakledilmiştir. [22]

1462- Taberani, Ebu Derda (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kahinlik yapan, yahut fal okları (ve benzeri şeylerle) kısmet arayan veya bir şeyi uğursuzluğa yorarak yolculuğundan dönen, yüksek derecelere kavuşa­maz."

Bir başka rivayette ise Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Yahut bir kuştan dolayı uğursuzluk yorumu çıkarıp yolculuğundan dönen, yüksek derecelere ulaşamaz"[23]

1463- Ebu Davud, Katan bin Kubeysa (r.a)'dan, o da babasından şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kuşla fal yapmak (İyafe), bir şeyleri uğursuzluğa yormak (Tire) ve kum üzerine çizgiler çizerek fal yapmak (Tark) batıldır, şeytandandır (cibt'tendir.)"[24]

Dersler Ve Öğütler

İbnu'l Esir bu hadisle ilgili şöyle bir açıklamada bulunmuştur:

"Kuşla fal yapmak (İyafe)": Bir kuşu zorla tutarak onunla fal yapmaktır. Cahiliye Arapları bu işi sıkça yapıyorlardı. Kuşları zorla tutup onlarla fal yapı­yorlardı.

"Kum üzerine çizgiler çizerek fal yapmak (Tark)": Tark kelimesi değnekle vurma anlamındadır. Bu kelimenin kum üzerine çizgiler çizme anlamına geldiği de bildirilmiştir. Nitekim yıldız falcıları (müneccimler) çeşitli yorumlar çıkar­mak amacıyla bu işi yaparlar, Ebu Davud'un kitabında, Tark'ın; kuşları zorla tutma, 'İyafe'nin de; (kum üzerine) çizgi çizme anlamına geldiği bildirilmiştir.

'Cibt' kelimesi Allah'tan başka kendisine kulluk edilen bütün varlıklar için kullanılır. Bu kelime ile şeytanın kastedildiği de söylenmiştir."

Beğavi, 'Şerhu's Sünne'de şöyle söylemiştir:

"'İyafe' kelimesi ile kuşların zorla tutulması anlamı kastedilmiştir. 'Tark' ise çakıl taşlarının atılmasıdır. 'Tark' kelimesi, sözlükte bir şeye vurmak anlamın­dadır. Çekiç anlamına gelen 'mitraka' kelimesi de bu kökten türemedir. Çünkü çekiç bir şeyin dövülmesinde kullanılır. İbni Sirin: Cibt diye sihirciye, Tarık (Tark' işini yapan) diye de kahine denildiğini bildirmiştir."

İbni Cerir, 'Cami'ul Beyan (8/465) da şöyle söylemiştir:

"Yüce Allah'ın:

"Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? On­lar puta (cibt'e) ve batıla (tağut'a) inanıyorlar..." [25] ayeti kerimesi için en uy­gun açıklama şudur:

"Onlar (ehli kitap) Allah'tan başka iki ayrı ilah ediniyorlar ve Allah'ı bırakıp onlara kulluk ediyorlar. Kendilerine ilah edindikleri bu iki ilah ise 'Cibt' ile Tağut'tur. Bu iki isim, Allah'tan başka kendilerine ibadet edilen ve yüceltilen, yahut kendilerine (batıl bir amaçla) itaat edilen, yüksek bir varlık addedilen her şey için kullanılır. İster taş türünden olsun, ister insanlardan olsun ve isterse şeytanlardan olsun, anlatıldığı şekilde yüceltilen her bir varlık hakkında bu isimler kullanılır. Cahiliye dönemi insanları putlara tapıyor ve Allah'ı bırakıp onlara ibadet ederek bu şeyleri yüceltiyorlardı. Dolayısıyla bunlar cibt ve tağut olarak adlandırılmıştır. Bunun yanısıra kafirler, Allah'a isyan konusunda şeytanlara itaat etmektedir. Bunun yanısıra kahinler açısından da aynı şey söz konusudur. Allah'a ortak koşanlar, bu gibilerin sözlerine değer vermekte ve ka­bul etmektedirler."

Yukarıdaki hadisi şeriften çıkan sonuç şudur: Daha önce geçen bir hadisi şeriften öğrendiğimiz bir peygamberin mucize niteliğinden yaptığı kum üzerine çizgiler çekerek (yazılar yazarak) ondan bazı sonuçlar çıkarma işi, başkaları için yasak edilmiştir. Bu uygulama, bizim şeriatımızda haram kılınmıştır. Bu­nun gibi şeriatımız, kuşların zorla tutularak uçurulması ve onun uçuşundan olumlu ya da olumsuz sonuçlar çıkarılarak işlerle ilgili kararların bu sonuca göre verilmesi de yasak edilmiştir.

Yine yukarıdaki hadisi şerif, bir insanın bir çakıl taşını bir yere atması ve bu taşın belirli bir alana düşmesi halinde olumlu, aksi halde olumsuz karar vermesi gibi, çakıl taşları ile hükümler çıkarılmasını da yasak etmiştir. Bütün bu sayı­lanlar, şekil yönünden farklı olsa da, bu hadiste üzerinde durulan uygulamalar ile benzer nitelikteki bütün uygulamalar yasak edilmiştir. Bunların tümü, şey­tanın adımlarını izleme ve Allah'tan başkasına kulluk ve boyun eğme anlamı taşıyan 'cibt'i benimseme niteliğindeki uygulamalardır.

1464- Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalık geçmesi, Sefer'in uğursuzluk getirmesi (veya Sefer denilen karın hastalığının geçmesi) ve cin (ğul) çarpması yoktur."[26]

Bir Açıklama

İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:

"Cin (ğul) çarpması yoktur": Araplar "ğul" denilen yaratığın bazı zamanlar­da ve yollarda ortaya çıkarak insanları çarptığına inanırlardı. Bu yaratık, şeytanlar sınıfından bir yaratıktır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in "la ğul (ğul yoktur)" sözü, "ğul" denilen şeyin hiç olmadığı anlamına değildir. Bu söz ile kastedilen anlam, Arapların söz konusu varlığın değişik şekillere girerek insanları çarptığı yolun­daki inançlarının geçersiz olduğu bildirilmiştir. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bu sözü ile "bu inancı kabul etmeyin" demek istemiştir."

Değişik hadisi şerif metinlerinde cinlerin bazı şekillere girebilecekleri bildi­rilmiştir. Yukarıdaki hadisi şerifte de, cinlerin böyle değişik şekillere girebile­cekleri konusu reddedilmemiştir. Ancak burada cahiliye çağı insanlarının 'ğul' diye adlandırdıkları bir varlık hakkında ileri sürdükleri iddialar ve onların bu id­dialara dayalı olarak bir takım vehimlere kapılmaları konusu reddedilmiştir. İslam bu tür inançları kökünden reddetmiştir.

Yüce Allah, ayeti kerimesinde insan hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Ardında ve önünde insanoğlunu takib edenler vardır. Allah'ın emriyle onu gözetirler." [27]

İnsan koruma altındadır. Ancak yüce Allah'ın bir hükmü söz konusu oldu­ğunda, hüküm yerine getirilir. Dolayısıyla müslümanda tevekkül anlayışı daima üstün durumdadır ve o, Allah'tan başkasından korkmaz. Müslüman zor bir du­rumla karşılaştığında. Allah'ın emrine göre hareket eder.

1465- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalık geçmesi, bir şeylerin uğursuzluk getirmesi (tire) yoktur. Uğur ve uğursuzluk üç şeyde olur: Atta, kadında ve evde."

Bir başka rivayette bildirildiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in yanında uğursuz­luktan söz ettiler. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Uğursuzluk varsa üç şeyde olur: Atta, kadında ve evde."[28]

Müslim'in rivayetine göre ise Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"(Uğur veya uğursuzluk) kadında, atta ve evde olur."

Bu rivayette "ev" an­lamına "mesken" kelimesi geçmektedir. Daha önceki rivayetlerde ise "dar" ola­rak geçiyordu. [29]

1466- Ebu Davud, Sa'd bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ruhların baykuşlara geçmesi, hastalığın geçmesi ve bir şeylerin uğursuzluk getirmesi yoktur. Eğer uğursuzluk olsa, üç şeyde olur: Atta, kadında ve evde."[30]

1467- Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir:

"Bir adam Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'a: "Ey Allah'ın Resulü! Biz bir evde oturuyorduk. Orada sayımız arttı (artık oraya sığamaz olduk), o evdeki mallarımızın miktarı da arttı. Bunun üzerine başka bir eve geçtik. Ancak bu ikinci evde, hem bizim sayımız azaldı, hem de mallarımızın miktarı azaldı" dedi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

"Siz orayı fena bir halde bırakınız."[31]

Bir Açıklama

İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:

"Siz orayı fena bir halde bırakınız":

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bu sözüyle, o kimselere oturdukları ev yüzünden başlarına gelen ve hoş karşılamadıkları durumdan kurtulabilmeleri için başka bir eve taşınmalarını öğütlemiştir. Bu şekilde başka bir eve taşınmaları durumunda, içinde bulundukları vehimden kurtulacaklar ve böyle kafalarını karıştıran vehmin ve şüphenin gitmesi ile rahata kavuşabile­ceklerdi. En doğrusunu ise ancak yüce Allah bilir."

1468- Ahmed, Ebu Hassan (r.a)'dan bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediği bildirilmektedir:

"Hz. Muhammed (a.s)'e Kur'an-ı Kerim'i indirene yemin olsun ki, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem asla bunu söylememiştir. O şöyle buyurdu:

"Cahiliye dönemi insanları bunu uğursuzluk olarak sayardı."

Bir başka rivayette ise ifade şu şekilde geçmektedir:

"Cahiliye dönemi insanları, "uğursuzluk evde, kadında ve binektedir" derler­di. Hz. Aişe (r.a) daha sonra (bu sözü söyledikten sonra) şu ayeti kerimeyi oku­du[32]:

"Ne yerde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta bulunmasın."[33]

1469- Buhari ve Müslim, Sehl bin Sa'd (r.a)'dan rivayet etmişlerdir:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Eğer bir şeyde (uğursuzluk) varsa, atta, kadında ve evde olur."

Müslim ve Nesai'nin Cabir (r.a)'den rivayetleri de bunun gibidir. [34]

Dersler Ve Öğütler

İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:

"Eğer bir şeyde (uğursuzluk) varsa": Yani eğer bir şeyde hoşlanılmayacak durumun ortaya çkmasından ve sonunun kötü gelmesinden korkuluyorsa, bu üç şey için böyle bir şey söz konusu olabilir. Burada söz konusu durum kadına, ata ve meskene (eve ve çevresine) özel kılınmıştır. Çünkü Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, Arap­ların çeşitli kuş, ceylan ve bunun gibi şeyleri uğursuz saymalarına ait inançlarının yersiz olduğunu bildirince,

"Eğer sizden birinin içinde oturmaktan hoşlanmadığı bir evi, kendisiyle bir arada bulunmak istemediği hanımı veya kendisinden yararlanmayı pek arzulamadığı, hoşuna gitmeyen bir atı bulunur­sa, söz konusu nitelikteki evinden başka bir eve taşınmak, sevmediği hanımını boşamak, kendisinden yararlanmak istemediği atını da satmak suretiyle bunlar­dan ayrılsın" diye buyurmuştur.

Bu sözün ifade ettiği anlam, bir şeyin kendi türünden olan diğer şeylerden müstesna tutulmasıdır. Bu sözün söylenilmesindeki metod ise bir sözden başka bir söze geçilmesidir.

Evin, uğursuzluğunun, dar ve çevresindeki komşuların kötü kimseler olma­ları, atın uğursuzluğunun; üzerinde savaşa çıkılmaması, kadının uğursuzluğu­nun ise çocuk doğurmaması olduğu söylenmiştir."

İbni Hacer de bu hadisle ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur:

"İbni Kuteybe şöyle söylemiştir: "Cahiliye dönemi insanları çeşitli şeylerde uğursuzluk görüyorlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem onları böyle uğursuzluk zanlarına, kapılmaktan alıkoyunca, onlar bu anlayışı tümüyle terketmek istemediler. Bu­nun üzerine sayılan üç şey açısından uğursuzluk ihtimaline yer verilmiştir."

İbni Kuteybe bu açıklamasını ifadenin zahiri (görünen) anlamına dayan­dırmıştır. Onun sözünden zorunlu olarak "Sayılan üç şeyden herhangi birinde uğursuzluk gören kimse, o uğursuzluk gördüğü şeyde hoşlanmadığı bir durumla karşılaşır" sonucu çıkmaktadır."

Kurtubi şöyle söylemiştir;

"Bu ifadede kastedilen şeyin, cahiliye dönemi insanlarının sandığı gibi bir şeyin bizzat kendinden yarar ya da zarar getirmesi olduğu sanılmamalıdır. Böy­le bir anlayış hatalıdır. Burada kastedilen anlam şudur: İnsanların üzerlerinde en çok şüpheye kapılıp tereddüde düştükleri şeyler, işte bu üç şeydir. Do­layısıyla bir kimsenin bunlardan biri hakkında içine şüphe düşmesi durumunda, onu elinden çıkararak yerine bir başkasını almasında herhangi bir sakınca yok­tur."

İbnu'l Arabi şöyle söylemiştir:

Eğer yüce Allah, insanların alışageldikleri türde (olağanüstü bir nitelikte değil de, kadının geçimsizliği, atın serkeşliği, evin rahat olmaması gibi adeten görülen şekillerde -Çeviren) herhangi bir şeyde uğursuzluk yaratırsa, işte bu üç şeyden birinde yaratır."

Maziri de şöyle söylemiştir:

"Bu hadisten çıkarılacak anlamın özü şudur: Eğer bir şeyde gerçekten uğur­suzluk olacak olsaydı, buna en layık söz konusu üç şey olurdu. Çünkü insanın içine bu üç şey hakkında diğerlerine göre daha çok tereddüt ve evham düşmek­tedir."

Hz. Aişe (r.a)'nin bu hadisi kabul etmediği bildirilmiştir.

Ebu Davud Tayalisi'nin Müsned'inde, Muhammed bin Raşid'den, onun da Mekhul'den rivayet ettiğine göre Mekhul şöyle söylemiştir;

"Hz: Aişe (r.a)'ye "Ebu Hureyre (r.a)'nin rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem "uğursuztuk üç şeyede olur" diye buyurmuş" denildi. Hz. Aişe (r.a) de şöyle söyledi:

"O hadisin tamanını ezberleyememiş. O içeri girdiğinde Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle söylüyordu:

"Allah yahudilerin canını alsın! "Uğursuzluk üç şeyde olur" diyorlar."

O, (Ebu Hureyre r.a), bu hadisin baş tarafını duymadı, son tarafını duydu."

Mekhul Hz. Aişe (r.a)'den hadis duymuş değildir. Dolayısıyla yukarıdaki ri­vayet munkatıdır. (senedinde kopukluk vardır, aradan bir ravi atlanmıştır.) An­cak Ahmed, İbni Huzeyme ve Hakim'in, Katade'nin Ebi Hassan'dan rivayeti tarıkıyla bildirdiklerine göre Amiroğullarından iki adam Hz. Aişe (r.a)'nin ya­nına giderek şöyle söylediler;

"Ebu Hureyre (r.a)'nin bildirdiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem: "Uğursuzluk atta, kadında ve evdedir" diye buyurmuş." Hz. Aişe (r.a) bu söze çok kızdı ve şöyle söyledi:

"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem öyle bir şey demedi. Bilakis; "Cahiliye çağı insanları bu gibi şeylerde uğursuzluk görmektedirler" diye buyurdu"

Ebu Hureyre (r.a)'nin bu konudaki rivayeti daha başka sahabilerin konuyla ilgili rivayetlerine uygun düşmektedir. Hz. Aişe (r.a)'nın dışında kalan bazı zat­lar, bu hadisin insanların inançlarını yorumlayıcı bir mahiyet taşıdığına ait bir te'vilde bulunma yoluna gitmişlerdir. Onlara göre bu hadis, adı geçen şeylerde uğursuzluk bulunabileceğine dair Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem tarafından verilmiş bir haber (bilgi) mahiyeti taşımamaktadır. Ancak sahih hadislerin taşıdığı anlamlar bu te'vilin pek yerinde bir te'vil olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, insanlara neye inanacaklarını öğretmek üzere gönderilmiştir. Abdurrezzak, 'Musannefi'nde Ma'mer'in şöyle söylediğini bildirmektedir:

"Bu hadisi bazı kimselerin şu şekilde açıkladıklarını duydum: "Kadının uğursuzluğu, çocuk doğurmamasıdır. Atın uğursuzluğu, üzerinde savaşa çıkılmamasıdır. Evin uğursuzluğu ise, komşularının fena kimseler olmasıdır."

Ebu Davud, 'Kitabu't Tıbb'ta İbni Kasım'dan, o da Malik'ten şöyle rivayet etmiştir:

"Malik'e bu konuda soru soruldu. O da şöyle söyledi: "İçerisinde oturan in­sanların helak oldukları nice evler vardır."

Mazin de şöyle söylemiştir:

"Malik buradaki ifadeyi zahirine (görünen anlamına) göre açıklamıştır. Asıl anlam ise şudur; Yüce Allah'ın takdiri ile oturulan evde ortaya çıkan nahoş du­rum aynı olur. Dolayısıyla ortaya çıkan durum (kaderin gerçekleşmesi konu­sunda) bir sebep olarak kendini gösterir. Böylece sonucun buna göre açıklan­ması söz konusu olabilir."

İbnu'l Arabi de şöyle söylemiştir:

"Malik, burada uğursuzluğu eve nisbet etmeyi amaçlamamıştır. Sadece adeten görülebilen gelişmelere dikkat çekerek kişinin inancını, içine batıl bir an­layışın karışmasından korumak için içerisinde gönlünün rahat etmediği bir evden çıkmasının uygun olabileceğine işaret etmiştir."

Yine şöyle söylenmiştir: "Kişi uğursuzluğa inanmasa bile, ev ve hanım ile sürekli bir yakınlık içinde olacağından dolayı, bunlardan birinde hoşlanmadığı bir durum görmesi halinde, kalbi bundan dolayı sürekli rahatsızlık duyar. Hadi­si şerif de, insanın, böyle bir durumda kalbindeki rahatsızlığı giderebilmesi için sözü edilen şeylerden herhangi birinden hoşlanmaması halinde ondan ayrılabileceğine işaret etmiştir."

Uğursuzluğun evde, kadında ve atta olabileceği yolundaki hadisi şerifler kadın, ev ve at seçimini güzel yapmaya teşvik etmekte ve bunlardan herhangi birinden hoşlanılmaması durumunda, ondan ayrılmanın caiz olacağını bildir­mektedir. Hadislerin metinlerinden anlaşıldığına göre, kendilerinde uğursuzluk bulunabileceğinden söz edilen bu şeylerdeki uğursuzluk, cahiliye dönemi insanlarının benimsemiş olduğu ve İslamiyetin yasak ettiği uğursuzluk inancından farklıdır. Cahiliye dönemi insanları evin, kadının veya atın herhangi bir andaki mücerret uğursuzluk anlayışının geçersiz ve yersiz olduğunu bildirmiştir. Hz. Aişe (r.a)'nin sözü de bu açıdan ele alınabilir. Diğer rivayetler ise birinci anla­ma, seçimin iyi yapılması ve hoşlanılmaması durumunda da ayrılmanın caiz ol­ması anlamına göre ele alınabilir.

 



[1] Ra'd: 13/28.

[2] Hadisin metninde geçen 'la sefere: sefer yoktur" ibaresindeki 'sefer' ile neyin kastedil­diği konuşumla değişik açıklamalarda bulunulmuştur. Bu açıklamaların bazıları aşağıda gelecektir. Ancak biz de, bu konuyla ilgili olarak burada kısa bilgi vermeyi uygun gördük. Sahihi Buhari'nin 'la sefere' başlıklı babında sefer'in bir karın has­talığı türü olduğu belirtilmektedir. Sahih Müslim'in dipnotunda ise bu kelime ile ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunulmaktadır:

"Sefer, karında ortaya çıkan kurtlardır. Araplar, insan karnında açlık sırasında hare­kete geçen bir kurt bulunduğuna ve bu kurdun bazen insanı öldürebildiğine inanır­lardı. Onlar bu kurdun sebep olduğu rahatsızlığın bulaşıcı olduğu inancını taşıyor­lardı." Yine bu kelime ile, Arapların Sefer ayının girmesinin, uğursuzluk getirdiği yo­lundaki inançlarının kastedildiği söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre ise bununla kastedilen şey; Arapların Sefer ayını bir yıl helal aylardan, bir yıl haram aylardan sayma uygulamalarıdır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem 'la Sefere' diyerek böyle bir uygulamanın geçerli olmadığını bildirmiştir. (Çeviren)

[3] Buhari (10/241) 76- Kitabu't Tıbb. 25- Sefer olmadığı babı.

[4] Müslim (4/1742) 39- Kitabu's Selam. 33- Hastalık geçmesi ve uğursuzluk olmadığı ba­bı.

[5] Buhari (10/212) 76- Kilabu't Tıbb. 43- Kuşların uçuşundan uğursuzluk çıkarma (tire) babı. Müslim (4/1745) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluk anlamı çıkarma ve iyiye yorma babı.

[6] Buhari (10/215) 76- Kitabu't Tıbb. 45- Ruhların baykuşlara geçmesi olayının olmadığı babı.

[7] Buhari (10/158) 76- Kitabu't Tıbb. 19- Cüzzam babı.

[8] Müslim (4/1744) 39- Kitabu's Selam. 33- Hastalık geçmesi ve uğursuzluk olmadığı babı.

[9] Müslim (4/1745) 39- Kitubu's Selam. 34- Uğursuzluk anlamı çıkarma ve iyiye yorma babı.

[10] Buhari (10/171) 76- Kitabu't Tıbb. 25- Sefer'in olmadığı babı. Müslim (4/1742) 39- Kitabu's Selam. 33- Hastalık geçmesinin ve uğursuzluğun (tire'nin) olmadığı babı.

[11] Tirmizi (4/450-451) 33- Kitabu'l Kader. 9- Hastalık geçmesinin olmadığı hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis hasendir.

[12] Müslim (4/1752) 39- Kitabu's Selam. 36- Cüzzamlıdan ve benzeri hastalığı olanlar­dan kaçınma babı.

[13] Tirmizi (4/160/161) 22- Kitabu's Seyr. Tire (uğursuzluk anlamı çıkarma) hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.

[14] İhsan bi Tertibi İbni Hibban (7/642)

[15] Ebu Davud (4/17) Kitabu't Tıbb. Tire (uğursuzluk anlamı çıkarma) babı.

[16] Ahmed (5/347) Ebu Davud (4/19) Kitabu't Tıbb. 34- Uğursuzluk yorumları (tire) babı.

[17] Müslim (1/382) 5- Kitabu'l Mesacid. 7- Namazda konuşmanın haramlığı babı.

[18] Buhari (10/214) 76- Kitabu't Tıbb. 44- İyiye yorma babı.

[19] Müslim (4/1746) 34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.

[20] Buhari (10/244) 76- Kitabu't Tıbb. 54- Hastalık geçmesinin olmadığı babı. Müslim (4/1746) 39-Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.

[21] Mu'cemu'l Kebir (17/292) Mecmau'z Zevaid (5/106) Müellif: "Bunu Taberani riva­yet etmiştir. Senedinde Said bin Esed bin Musa bulunmaktadır. Bundan Ebu Zer'a er Razi rivayette bulunmuş ve bu raviyi zayıf gören biri çıkmamıştır. Geriye kalan ravileri ise sikadırlar" demiştir.

[22] Tirmizi (4/161) 22- Kitabu's Seyr. 47- Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) hakkın­da gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir. Hadis de onun söylediği gibidir. Buhari (10/214) 76- Kitabu't Tıbb. 44- İyiye yorma babı. Müslim (4/1745) 39- Kitabu's Selam. 34-Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.

[23] Mecmau'z Zevaid (5/118) Müellif: "Bunu Taberani iki ayrı senetle rivayet etmiştir. Bunlardan bir tanesinin ravileri sikadırlar" demiştir

[24] Ebu Davud (4(16) Kitabu't Tıbb. Kum falı ve kuşları zorla tutarak fal yapma babı. Bu hadis hasendir. Ebu Davud 'et Tark' kelimesinin, kuşları tutma, 'el iyafe' keli­mesinin ise kumların üzerine çizgi çizerek fal yapma veya ebced falı anlamına geldiğini söylemiştir.

[25] Nisa: 4/55.

[26] Müslim (4/1745) 39- Kitabu's Selam. 33- Hastalık geçmesinin ve uğursuzluğun ol­madığı babı.

[27] Ra'd: 13/11.

[28] Buhari (6/60) 56- Kitabu'l Cihad. 47-Atın uğursuzluğu hakkında söylenilebilecek olanla ilgili bab. Müslim (4/1748) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.

[29] Buhari (10/212) 76- Kitabu't Tıbb. 43- Uğursuzluğa yorma (tire) babı. Müslim (4/1747) 39-Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı. Müslim, aynı yer.

[30] Ebu Davud (4/119) Kitabu't Tıbb. Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) babı. Bu hadis sahihtir.

[31] Ebu Davud (4/19) Kitabu't Tıbb. Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) babı. Bu hadisin isnadı hasendir.

[32] Ahmed (6/246) Mecmau'z Zevaid (5/104) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Ravileti, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir" demiştir.

[33] Ahmed bin Hanbel. Müsned (6/240) Hadid: 57/22.

[34] Buhari (6/60) 56- Kitabu'l Cihad. 47- Atın uğursuzluğu konusunda söylenilenler babı, Müslim (4/1748) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve uğura yorma babı. Muvatta (3/972) 54- Kitabu'l İsti'zan. 8- Uğursuzluğa yorma konusunda kaçınılması gerekenler babı. Müslim (4/1748) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve uğura yorma babı. Nesai (6/220) 28-Kitabu'l Hayl. 5- Atların uğursuzluğu ile ilgili bab.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to