TİRE,
FA’L, UĞURSUZLUK VE HASTALIĞIN GEÇMESİ
Giriş
Vehim (evhama kapılmanın) insan
üzerinde önemli bir etkisi vardır. Hatta "kişiyi yönlendirmede, vehim
kadar etkili bir başka şey yoktur" denilmiştir. Bazen vehimlerin, insani
ciddi sıkıntılara soktuğu görülmektedir. Bu vehimler, kişiyi gönül rahatlığı ve
olayları akıl çevresinde değerlendirme dairesinden çıkarıp üzüntü, sıkıntı,
şaşkınlık ve dehşet içine sokarlar. İslam şeriatı ise insanı zikir, tevekkül ve
her türlü evhamdan uzak bir şekilde düşünmekle birlikte, tutarlılığa (sebata),
akla göre hareket etmeye ve gönül rahatlığı içinde olmaya yöneltmiştir.
İnsanın vehmin etkisinde kalmasını
dışa vuran yönlerinden birisi, günlük hayatıyla ilgili uygulamalarında maddi
şeylerin ve hayvanların durumlarından anlamlar çıkarıp bunlara göre kararlar
vermesidir. Cahiliye dönemi insanları fal okları ile kısmet arayışı içine
girerlerdi. Bir şeyin içine ok sapları koyarlardı. Bunlardan bazılarının
üzerinde 'evet', bazılarının üzerinde de 'hayır' yazıları olurdu. Bir kimse
yola çıkmak istediğinde, kendisi veya bir başkası onların içinden bir ok
çekerdi. Üzerinde 'hayır' yazılı ok çıktığında yola çıkmaktan vazgeçer,
üzerinde 'evet' yazılı ok çıktığında ise yola çıkardı. İşte bu uygulama, insanın
maddi şeyleri hakem tayin etmesinin bir örneğidir.
Yine cahiliye çağı insanları, kuşların
uçuşlarından uğursuzluk anlamı çıkarırlardı. Bunu şeriat yasaklamıştır. Bu
anlayışa dayanan uygulamaların bir örneği şöyleydi: Birisi yolculuğa çıkmak
veya bir işe başlamak istediğinde bir kuş uçururdu. Eğer kuş sağ yana doğru
uçarsa, yapacağı yolculuğun veya başlayacağı işin uğur getireceği anlamını
çıkarır ve olumlu karar verirdi. Ama kuşun sol yana doğru uçması durumunda,
uğursuzluk anlamı çıkarır ve olumsuz karar verirdi. İşte bu da insanın
uygulamalarında hayvanları hakem tayin etmesinin bir örneğidir. Bu
uygulamaların birincisi de, ikincisi de insan aklının hafife alınması ve
gerçekte insan iradesinde vehmin (evhamın) hakem tayin edilmesidir.
Dolayısıyla bu tür uygulamaların insanın sinirleri, bedeni ve kalbi üzerinde çeşitli
etkileri olmaktadır.
İnsanlar bugün hala sözü edilen
uygulamaların benzerlerini yapmaya devam etmektedirler. İnsanların bazen tavla
zarı atarak yahut paket atarak veya buna benzer şeylerle kısmet arayışına
gittikleri görülmektedir. Bunların tümü, kişinin kendini vehimlerin etkisi
altına sokmasından ibarettir. Uğursuzluk anlayışı da tamamen vehimleri öne
çıkarmaktan, onları putlaştırmaktan ibarettir. Bu tür anlayışlar da insanlarda
çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açmaktadırlar. Nitekim çağımızda
melankoli, stres, sürekli sıkıntı gibi muhtelif psikolojik rahatsızlıklar
ortaya çıkmıştır. Bütün bu psikolojik rahatsızlıklar üzerinde, uğursuzluk
anlayışının etkisi vardır. Hastalığın birinden birine geçmesi olayında da
vehmin önemli etkisi bulunmaktadır. Hastalığın geçmesi gerçekte var olmakla
birlikte, bundan aşırı derecede korkulması, insanlarda evhamlanmaya ve insanlar
arası ilişkilerde kopukluğa yol açmaktadır. Hatta bu konudaki evhamlar, yerine
göre insanlar arasında bazı hoş olmayan davranışlara da neden olabilmektedir.
Hatta zaman zaman bazılarının başkaları hakkında "filanca bana şöyle
hastalık geçirdi" yahut "filancanın devesi benim develerime hastalık
geçirdi" diye dava açtıkları bile olmaktadır. Bunlar zandan kaynaklanan
iddialardır. Tıbbın tesbitlerine göre ise, bir hastalığın başkasına geçmesi,
karşı tarafta bu hastalığın geçmesine elverişli durumun bulunması durumunda
olabilmektedir.
Bu noktadan hareketle şeriat,
hastalığın geçmesini bir realite olarak kabul etmiş ve insanlara bu konuda
tedbirli olmanın gerekliliğini bildirmiştir. Ancak bunun mutlak bir etki
gösterdiğini kabul etmemiştir. Yüce Allah'ın indirmiş olduğu İslam dini bütün
tıbbi meseleleri bu şekilde çözmüştür. İnsanı günlük hayatında vehimlerin
etkisinde kalmaktan kurtarmış ve onu maddeleri, hayvanları yahut evhamları
putlaştırmaktan uzak tutmuştur. Putlaştırma, bir şeye kulluk etme veya onu
üstün tutma her ne şekli ile olursa olsun, İslam onu reddetmiştir.
Bu prensibe dayalı olarak İslamiyet,
fal okları ile kısmet aramayı, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmayı
haram etmiş, uğursuzluk anlayışını kökten atmış ve hastalığın geçmesinden ötürü
kimsenin bir sorumluluk altına sokulamayacağını bildirmiştir. Bunun yerine
Allah'a tevakkül ve O'nun verdiği hükme tam bir gönül rahatlığı içinde razı
olma anlayışını getirmiştir. Bunun gibi maddi varlıkları ve hayvanları hakem
tayin etmenin yerine de istihare ve istişare uygulamasını koymuştur. İstihare
de, istişare de mendub görülen (hoş görülen, teşvik edilen) uygulamalardandır.
Bunun yanısıra müslümanların sürekli yüce Allah hakkında hüsnü zan (iyi zan)
üzere olması gerekir. Müslüman her şeyin yerli yerince yaratıldığını
düşünmelidir. Aynı şekilde inancıyla, yaşantısıyla, nefsiyle, kalbiyle ve
aklıyla ilgili olarak her şeyin en uygununu ve en doğru olanını yakalamaya
çalışmalıdır. Bu konuların önemini, İslam inancının kalbe yerleşmesi ile
vehimlerin nasıl dağıldığını, aksi halde nasıl kalbi kuşattığını ve İslam'ın
insan kalbini kesin inanca kavuşturması ile kalbin nasıl rahata kavuştuğunu
bilenden başkası anlayamaz.
"Dikkat edin,
kalpler ancak Allah'ın zikri ile huzura kavuşur." [1]
Konu
İle İlgili Rivayetler
1452-
Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Hastalığın geçmesi yoktur. Sefer
(karında bulunan bir kurdun açtıktan dolayı harekete geçmesi veya bulaşıcı
nitelik taşıyan bir karın ağrısı yahut Sefer ayını bir yıl helal, bir yıl haram
sayma uygulaması ya da Sefer ayının girişinin uğursuz sayılması) [2]yoktur.
Ruhların baykuşlara geçmesi yoktur."
Bir bedevi:
"Ey Allah'ın Resulü! Şu işe ne
dersin? Otlakta ceylan gibi dolaşan develer oluyor, içlerine uyuz bir deve
giriyor ve hepsini uyuz yapıyor?" diye sordu. Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
"Peki, bu hastalığı öncekine bulaştıran
kimdir?"
Buhari şöyle söylemiştir:
"Bunu Zuhri, Ebu Seleme'den, o da
Abdurrahman'dan ve Sinan bin Ebi Sinan'dan rivayet etmiştir. Yalnız Sinan bin
Ebi Sinan'dan rivayet edilen bir başka metin daha bulunmaktadır ve o metin de
buradakinin benzeridir.
Ebu Seleme'den rivayet edildiğine göre
o, Ebu Hureyre (r.a)'nin daha sonra şöyle söylediğini duymuştur:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Develeri
hastalıklı olan, onları sağlıklı develerin arasına sokmasın."
(Ebu Seleme dedi ki):
"Ebu Hureyre (r.a), (yukarıda
verilen) birinci hadisi kabul etmedi. Biz kendisine: "Sen daha önce bize
"Hastalık geçmesi yoktur" diye rivayet etmemiş miydin?" diye
sorduk. Bunun üzerine Habeşce bir şeyler söyledi." Ebu Seleme:
"Ben Ebu Hureyre (r.a)'nin bunun
dışında herhangi bir hadisi unuttuğuna şahid olmadım" diye
söylemiştir." [3]
Ebu Seleme'den nakledilen bir başka
rivayete göre de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem "Hastalık
geçmesi yoktur" diye buyurmuştur. Yine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi
ve sellem'in "develeri hastalıklı olan kimse, onları sağlıklı develerin
arasına sokmasın" diye buyurduğu yönünde de bir hadis rivayet
edilmiştir.
Zühri'nin bildirdiğine göre Ebu Seleme
şöyle söylemiştir:
"Ebu Hureyre (r.a), bu iki
hadisin her ikisini de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'den rivayet
ederdi. Daha sonra, "hastalık geçmesi yoktur" rivayetini
terkederek Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in; "develeri
hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı develerin arasına sokmasın"
sözünü rivayet eder oldu. Ebu Hureyre (r.a)'nin amcasının oğlu olan Haris
bin Ebi Zuhab kendisine:
"Ey Ebu Hureyre, bildiğim
kadarıyla sen daha önce bu konuda bize bir başka hadis daha rivayet ediyordun.
Ama şimdi onu hiç dile getirmiyorsun. Sen Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in:
"Hastalık geçmesi yoktur" diye buyurduğunu rivayet ediyordun"
diye hatırlatmada bulundu. Ancak Ebu Hureyre (r.a) böyle bir şeyi kabul etmek
istemedi ve "develeri hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı
develerin arasına sokmasın" diye söyledi. Bunun üzerine Haris onunla
tartışmaya girdi. Bu yüzden Ebu Hureyre (r.a) sinirlendi ve Habeşçe bir şeyler
söyledi. Sonra da Haris'e:
"Benim ne dedeğimi biliyor
musun?" diye söyledi. O da: "Hayır" dedi. Ben de:
"Yanılgıya düştün" dedim" diye söyledi."
Ebu Seleme dedi ki:
"Ömrüme yemin olsun ki, Ebu
Hureyre (r.a) bize, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in "Hastalık
geçmesi yoktur" diye buyurduğunu rivayet etmişti. Artık Ebu Hureyre
(r.a)'nin bu rivayeti unuttuğundan dolayı mı, yoksa iki rivayetin birini
geçersiz saydığından (neshettiğinden) dolayı mı böyle konuştuğunu
bilmiyorum."[4]
Bir başka rivayette bildirildiğine
göre Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kuş uçmasından uğursuzluk
anlamı çıkarmak yoktur. Güzel olanı ise iyiye yormaktır."
Kendisine "Ey Allah'ın Resulü!
İyiye yormak (fe'l) nedir?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu:
"Birinizin duyacağı
güzel hoş bir sözdür." [5]
Buhari'nin bildirdiğine göre Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Hastalık
geçmesi, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarma, ruhların baykuşlara
geçmesi ve sefer (Sefer ayının uğursuz sayılması veya bulaşıcı bir karın hastalığı)
diye bir şey yoktur." [6]
Bir başka rivayette ise şöyle bir
fazlalığa yer verilmiştir:
"Cüzzamlı
hastadan, aslandan kaçar gibi kaç."[7]
Müslim'in rivayetine göre de Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Hastalık geçmesi, ruhların
baykuşlara geçmesi, yıldızlar (burçlar) sayesinde yağmur yağdırılması ve
karınlarda açlıktan dolayı kurt çıkması diye bir şey yoktur." [8]
Bir başka rivayette de Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu bildirilmiştir:
"Hastalık
geçmesi ve kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarma yoktur. Olayları iyiye
yormayı ise severim."[9]
Ebu Davud, Bakiyye'nin şöyle
söylediğini bildirmiştir:
"Muhammed bin Raşid'e "Ruhların
baykuşlara geçmesi yoktur" sözü ile neyin kastedildiğini sordum.
Şöyle söyledi:
"Cahiliye döneminde bir insan
ölüp kabre konulduğunda mutlaka kabrinden bir baykuşun çıktığına
inanılırdı." Yine "sefer yoktur" sözü ile neyin kastedildiğini
sordum. Şöyle söyledi:
"Cahiliye dönemi Arapları Sefer
ayının girmesinin uğursuzluk getirdiğine inanıyorlardı. Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem "Sefer yoktur" diyerek böyle bir şeyin söz konusu
olmadığını bildirmiştir. Bu konuda şöyle söylenildiğini de duydum: "Bu (yani
sefer) karındaki bir acıdır. Cahiliye dönemi insanları bu acıyı meydana getiren
rahatsızlığın bulaşıcı olduğuna inanırlardı."
Ebu Davud'un bildirdiğine göre Malik
şöyle söylemiştir:
"Cahiliye dönemi Arapları Sefer
ayını bir yıl helal, bir yıl haram sayarlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem de "Sefer yoktur" diyerek böyle bir uygulamanın geçerli
olmadığını bildirmiştir."
Ruhların baykuşlara geçmesi konusuna
gelince: Cahiliye dönemi Arapları ölünün kemiklerinin bir baykuş haline gelerek
uçtuğuna inanırlardı. Bu yüzden: "Öldürülen bir kimse baykuşundan çıkar
-yani kafasından bir baykuş çıkar- ve kendisini öldüren kişi öldürülünceyc
kadar "beni sulayın" demeye devam eder" diye söylerlerdi.
"Develeri
hastalıklı olan bir kimse, develerini sağlıklı develerin arasına sokmasın"
sözüyle Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi
ve sellem develerine hastalık bulaşmış bir kimsenin, bu hayvanlarını sağlıklı
develerin arasına sokmasını yasaklamıştır.
"Yanılgıya düştün":
Sen meseleleri birbirine karıştırdın. Duyguların değişti ve bu yüzden doğru
olmayanı doğru sanmaya başladın.
"İyiye yormak,
yerinde ve güzel yorum (fe'l)":
Hasta olan bir kimseye
"İyileşmişsin, gayet sağlıklısın" denilmesi veya hasta kişinin
iyileşmesi için temennide bulunulması ve bu yönde hastaya ümit verilmesidir.
Yahut bir şeyini kaybetmiş olana "kaybettiğini buldun herhalde!" diye
hitab edilmesidir. Bu durumda hastalıklı kişi, kendisinin iyileşmekte olduğuna
inanmaya başlar. Kaybettiğini aramakta olanda da onu bulabileceği kanaati
uyanır. Bu şekildeki ifadeler, karşıdakiler açısından bir müjde niteliği taşır
ve onlar bu müjdenin fiilen gerçekleşeceğini umarlar. Bundan ötürü biraz
rahatlarlar. Çünkü kendilerine söylenilen sözlerin ifade ettiği şey ile,
onların ümitleri aynı yöndedir.
Bir şeyin iyiye yorulması;
gerçekleşilmesi umulan bir hayır ve iyilikten söz edilmesidir. Bu tutum dıştan
güzel olduğu gibi sevindiricidir de. Uğursuzluk anlamı çıkarılması ise,
gelişmelerden sadece kötü anlamlar çıkarmaktır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi
ve sellem ise, iyiye yorma tarafını tercih etmiş, ondan hoşlanmıştir. Çünkü
insanlara yüce Allah katından bir lütuf geleceği yönünde ümit verilirse,
insanlar da zayıf olsun, kuvvetli olsun iyi sonuca işaret eden bir sebebin iyi
sonuç getireceğini umarlarsa hayır üzere olurlar. Eğer umdukları şeyi elde
edemezlerse o zaman da yüce Allah'a karşı ümit (reca) beslemek ve O'nun katında
olanı istemekle doğru bir iş yapmış olurlar. Allahu Teala hakkında ümitli
olmanın, insana hemen ulaşan bir yararı vardır. Kişiler ümitsizliğe düştükleri
ve yüce Allah'tan ümitlerini (recalarını) kestikleri zaman, fenalık içine
düşmektedirler. Uğursuzluk anlamı çıkarmada (tire'de) ise kötü zan üstün
gelmektedir. Bundan ötürü kişi ümitsizliğe düşer. Başına bir belanın gelmesini
umar ve hayırdan ve iyilikten tamamen ümidini keser. Böyle bir şey ise akıl
sahiplerinin hoş görmedikleri, eleştirdikleri bir durumdur. Şeriat da bu
anlayışı tamamen yasaklamıştır.
"Yıldızlar
(burçlar) sayesinde yağmur yağdırılması (nev'i) yoktur":
Bu ifadenin metninde geçen 'Nev'
kelimesi; 'Enva' kelimesinin tekilidir. 'Enva' ise ayın menzillerini oluşturan
gökteki onsekiz yıldıza denilir. Her onüç gecede bu yıldızlardan birisi fecrin
doğması ile birlikte batı tarafından batar ve ve karşılığında doğu tarafında
yenisi doğar. Yılın bitimi ile birlikte bu onsekiz yıldızın deveranı da
tamamlanmış olur. Araplar bu menzillerin herbirinin tamamlanma ve yerine, doğu
tarafından bir yenisinin doğması ile birlikte yağmur yağdığına inanırlardı.
Dolayısıyla yağmurun yağışını bu menzillere nisbet ederler ve "filanca
menzilde (nev'de) bize yağmur gönderildi" derlerdi. Bunlardan birisi batı
tarafından battığından ve doğu tarafından bir yenisi doğduğundan dolayı bu
menzillerden (yıldızlardan) her biri 'nev' olarak adlandırılmıştır. Nev'in
'batmak' anlamına geldiği de söylenmiştir.
Ebu Ubeyd şöyle söylemiştir:
"Burada bildirilenin dışında
'Nev'in düşme (yıldız düşmesi, yıldız kayması) anlamına geldiğine dair birşey
duymuş değiliz. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, söz konusu menzillerde
(enva ile) ilgili inanca karşı sert tavır koymuştur. Çünkü Araplar, yağmurun
bunların sayesinde yağdırıldığına inanırlardı. Ancak bir kimse, yağmuru yüce
Allah'ın yağdırdığına inandığı halde, yağmurun hangi zamanda yağdığını bildirmek
amacıyla "İşte bu menzilde (şu yıldızın doğduğu sırada) yağmur yağdı"
derse, bunda bir günah yoktur."
Beğavi, Şerhu's Sünne'de 'Nev' ile
ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem 'nev' yoktur" sözü ile, Arapların, yağmurun ay'ın menzillerini
oluşturan onsekiz yıldız ile yağdırıldığı yönündeki inançlarının geçersiz
olduğunu bildirmiştir. Araplar "şu menzilde (veya şu menzil sayesinde)
yağmur yağdırıldı" derlerdi. Şeriat ise Allah'ın izni olmadan, yıldızlara
ait menzillerin bir fonksiyon görebilecekleri inancını geçersiz
kılmıştır."
Yukarıdaki bir hadisi şerifte
hastalığın geçmesinin fiilen mümkün olduğunun bildirildiğini gördük. Nitekim
söz konusu hadisi şerifte, develeri hastalıklı olanın, onları sağlıklı
develerin arasına sokmaması tavsiye ediliyordu. Bunun yanısıra hadiste
"hastalık geçmesi yoktur" diye de bildirilmektedir. Bu ikisini
birleştirebilmek için şöyle bir açıklamada bulunmak gerekmektedir: Şeriat, hastalık
geçmesinin fiilen mümkün olduğunu bildirmiş ve bu konuda tedbirli olunmasını
istemiş, ancak hastalık geçmesi ile ilgili olarak yargı alanını ilgilendiren
herhangi bir sorumluluğun söz konusu olmadığına dikkat çekmiştir.
Hadiste, Araplar arasında yaygın olan
uğursuzluk anlayışları bizzat zikredilerek, bir şeylerden uğursuzluk anlamı
çıkarılması da yasaklanmıştır. Arapların uğursuzluk anlayışlarından birisi,
Sefer ayının girmesinin uğursuzluk getirdiğine inanılmasıydı. Yine hadisi
şerif, cahiliye döneminde Araplar arasında yaygın olan baykuşlarla ilgili hurafeleri
de reddetmiştir. Bugün hala bazı toplumlarda bir takım şeylerden uygun olmayan
şekillerde, uğursuzluk anlamı çıkarılmaya devam edilmektedir. Batılıların 13
sayısını uğursuz saymaları, bu tür uğursuzluk anlayışlarına bir örnektir. Bu
sayıdan uğursuzluk anlamı çıkarma anlayışı, cahiliye dönemine ait bir
anlayıştır.[10]
1453-
Tirmizi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem aramızda bir yerde durarak şöyle buyurdu:
"Bir şey, başka
bir şeye hastalık geçirmez."
Bunun üzerine bir bedevi:
"Ey Allah'ın Resulü! Şu işe ne
dersin? Sağlam develerin arasına kuyruğu yaralı bir uyuz deve giriyor ve bütün
develeri uyuz yapıyor?" diye sordu. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
de şöyle buyurdu:
"Onların
öncekini uyuz yapan kimdir? Bakın, hastalık geçmesi yoktur. Sefer ayının
uğursuzluk getirmesi (Sefer) yoktur. Yüce Allah her canı yaratmış, onun
hayatını, rızkını, musibetlerini ve karşılaşacağı hoşnutlukları
yazmıştır."[11]
1454-
Müslim, Amr bin Şerid (r.a)'den, o da babasından rivayet etmiştir:
"Sakif kabilesinin heyeti içinde
cüzzamlı bir adam vardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona adam
göndererek şöyle bildirdi:
"Biz senin
bey'atını aldık, sen geri dön."
Bir Açıklama
Bu hadisi şerif, hastalık geçmesi
olayının fiilen var olduğunun şeriat tarafından kabul edildiğine ait delillerden
birisidir. Bu konuda kabul edilmeyen şey ise, hastalık geçmesinden dolayı
herhangi bir kimsenin fiili bir sorumluluk altına girmesidir.[12]
1455-
Taberani, İbni Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem; "Hastalık geçmesi yoktur" diye buyurdu. Bunun üzerine
bir bedevi:
"Ey Allah'ın Resulü! Biz uyuzlu
bir koyun alıyoruz, onu diğer koyunların arasına koyuyoruz, hepsine uyuz
bulaştırıyor" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
de şöyle buyurdu:
"Ey
bedevi, öncekini uyuz yapan kimdir?"
1456-
Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kuşların
uçuğundan uğursuzluk anlamı çıkarmak (tire) şirktir, kuşların uçuşundan
uğursuzluk anlamı çıkarmak şirktir, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmak
şirktir."
Bu sözü böyle üç kez tekrar etti.
Sonra sözüne şöyle devam etti:
"Bizden mutlaka
bir sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Allah onu tevekkül ile giderir."
Tirmizi'nin rivayetine göre de, İbni
Mes'ud (r.a) şöyle bildirmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kuşların
uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmak (tire) şirktendir. Bizden mutlaka bir
sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Allah onu tevekkül ile giderir." [13]
Bu hadisi aynen İbni Hibban da rivayet
etmiştir. [14]
[15]
Bir Açıklama
Tire, basit bir takım olayları
uğursuzluğa yormak yahut kuşların uçuşlarından uğursuzluk anlamı çıkarmaktır.
Cahiliye dönemi Arapları kargaları, arı kuşlarını uğursuz sayarlardı. Onların
uçuşlarını ve yakınlarından geçmelerini uğursuzluğa yorarlardı. Bu tür şeyleri
hayrı ve iyiliği engelleyici gelişmeler olarak görürlerdi. İslam ise bu tür
inançları reddetmiştir.
Beğzavi, Şerhu's Sünne'de Tire'yi
açıklarken şu bilgileri vermiştir:
"Cahiliye Arapları, kuşların bir
yerlere konmalarından yahut bir yerlerin üzerlerinden uçmalarından uğursuzluk
anlamı çıkarır ve böyle şeyleri, arzuladıkları uğuru engelleyici gelişmelerden
sayarlardı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ise söz konusu olayların,
herhangi bir yararın gelmesini engelleyici yahut bir zarara yol açıcı özellik
taşımadığını bildirmiştir. Tirenin; kişinin bir işe girişmek için teşebbüste
bulunması halinde hoşuna giden (uğur anlamı taşıyan) bir şeyle karşılaşması
durumunda ise vazgeçmesi anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir kimse Allah'a
tevekkül eder ve ihtiyacını giderme yönünde gereken çabayı gösterirse, herhangi
bir durumdan ötürü kalbinde hoşnutsuzluk veya memnuniyet duygusunun oluşması,
tire değildir.
İbni Abbas (r.a) şöyle söylemiştir:
"Eğer işine devam edersen,
Allah'a tevekkül ediyorsun demektir. Ama (insanların uğursuz olarak
değerlendirdikleri bir durumla karşılaştığından dolayı) işinden dönersen, o
zaman uğursuzluk anlamı çıkarıyorsun demektir."
İbrahim'in bildirdiğine göre Abdullah
şöyle söylemiştir;
"Uğursuzluk (tire), bir şeylerden
uğursuzluk anlamı çıkaranlardan başkasına bir zarar vermez. Bizden mutlaka bir
sıkıntı içine düşen olur."
Bu ifadede bir hazf (atlama, ifadeden
anlaşılacağı düşüncesiyle bazı açıklamalara gerek görülmemesi) vardır. Burada
söylenilmek istenen ise şudur; insanların uğursuz saydığı durumlarla karşılaşmaktan
ötürü her birimiz sıkıntıya düşer, kalben rahatsızlık duyabiliriz. Bu anlamı
ortaya koyacak sözler, cümlenin kısaltılması düşüncesiyle ve karşı
taraftakinin söylenilen kısımdan bu anlamı çıkarabileceği tahmin edilerek
atlanmıştır.
Sünen-i Tirmizi'de bu ("Bizden
mutlaka bir sıkıntı içine düşen olur. Ancak yüce Alah onu tevekkül ile
giderir") cümlesinin hadisi şerifin metninden olmadığı; bu kısmın İbni
Abbas (r.a)'ın kendi sözü olduğu belirtilmiştir. En doğrusunu ise ancak yüce
Allah bilir."
1457- Ahmed,
Bureyde (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem, hiç bir şeyden uğursuzluk anlamı çıkarmazdı. Bir yere bir görevli
gönderecek olduğunda adını sorardı. Adı hoşuna gittiği takdirde sevinirdi ve
bu sevincinin izi yüzünde görünürdü. Adı hoşuna gitmediğinde de bu
hoşnutsuzluğunun izi yüzünde belli olurdu."
Bir Açıklama
İbnu'l Esir bu konuda şöyle
söylemiştir:
"('Sevincinin izi' diye tercüme
ettiğimiz) 'bişr' kelimesi ile kastedilen, bir kimsenin hoşuna gidecek bir şey
görmesi veya duyması durumunda, yüzünde görülen neşe ve hoşnutluktur."
Beğavi de şöyle söylemiştir:
"Bir kimsenin çocukları ve
hizmetçileri için güzel adlar bulup takması iyi bir davranıştır."[16]
1458-
Müslim, Muaviye bin Hakem (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem'a: "Ey Allah'ın Resulü! Bizden bazı kimseler (bazı şeylerden)
uğursuzluk anlamı çıkarıyorlar" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
de şöyle buyurdu:
"Bu sizin
içinize gelen bir vehimdir. Bu vehim sizi yapacağınız şeyden alıkoymasın."
Sonra: "Bizden bazı kimseler kahinlere
gidiyorlar" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle
buyurdu:
"Onlara gitmeyin."
Daha sonra "Bizden bazı kimseler
ebced hesabı ile yorumlar yapıyorlar (fal yapıyorlar. Yahut kumun üzerine
birtakım çizgiler çizerek ve yazılar yazarak bundan değişik anlamlar
çıkarıyorlar)" dedim. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle
buyurdu:
"Bir peygamber
bu hesabı yapmıştı. Onun ilmine isabet edebilen bunu bilir." [17]
Bir Açıklama
Beğavi Şerhu's Sünne'de, "ebced
hesabı ile yorumlar yapıyorlar" sözünün açıklaması üzerine şunları söylemiştir:
"Hattabi şöyle söylemiştir:
"Burada kastedilan anlam, onun
yasak edilmiş olması olabilir. Çünkü bu işi yapmış olan peygamberden sonra
kimse onun bulduğu anlamı bulamaz ve doğru olanı tesbit edemez. Zira söz
konusu peygamberin böyle bir şeyi becerebilmesi, onun peygamberliğine işaret
eden bir alamet (mucize) ve peygamberliği ile ilgili bir ilimdi. Dolayısıyla
daha sonra gelenlerin, o ilme kavuşma arzusu ile böyle bir şeyle uğraşmaları
uygun düşmez. En doğrusunu ise ancak yüce Allah bilir."
Tavus'un da şöyle söylediği
bildirilmiştir:
"İbni Abbas (r.a)'ın şöyle
söylediğini duydum: "Bazı insanlar ebi ced (ebced) ile hesap yapıyor ve
yıldızlara bakıyorlar. Bunu yapan birinin bir nasib elde edebileceğini
sanmıyorum."
'Ebi ced' ile kastedilen, ebced harfleridir.
'Ebced, hevvez' kelimelerine nisbetle bu ad konulmuştur. Bilindiği üzere
Araplar bu harflerin her birine bir sayı değeri vermektedirler. Bazı kimseler
bu harflere verilen sayı değerleri ile (bu sayıları toplamak suretiyle) bir
takım hesaplar yapmakta yahut bu hesaplardan çıkardıkları yorumlara göre bazı
konularda olumlu ya da olumsuz kararlar vermektedirler. Bu ise İbni Abbas
(r.a)'ın yasak gördüğü bir uygulamadır. İbni Abbas (r.a) böyle bir şeyle
uğraşanın kafasının çalışmadığını söylemiştir. Çünkü bu uygulamada akıl sahibi
biri hakkında, aklı olmayan bir şeyin hakem tayin edilmesi söz konusudur. Bu
ise akla göre izah edilemeyecek bir uygulamadır. Şeriatte bu tür bir uygulamaya
yer verilmemiştir.
1459-
Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten şöyle rivayet etmişlerdir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Hastalık
geçmesi yoktur. Kuşların uçuşlarından (veya buna benzer şeylerin) uğursuzluk
getirmesi yoktur. Benim hoşuma giden ise, iyiye yormaktır."
Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! İyiye yormak nedir?"
diye sordular. O da şöyle buyurdu:
"Güzel, hoş bir
söz söylemektir."
Buhari bunun benzerini rivayet etmiş
ve o, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir:
"Uygun şekilde,
iyiye yormak yani güzel bir söz söylemek ise benim hoşuma gitmektedir." [18]
Müslim de, yukarıdakinin benzeri bir
rivayet nakletmiş ve Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu bildirmiştir:
"İyiye yormak
ise benim hoşuma gitmektedir. Bu: Güzel ve hoş bir sözdür." [19]
İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:
"Hastalık geçmesi": Bir
hastanın başkası ile yakın olması, yakın ilişki içine girmesi, onunla yemek
yemesi veya ilişkide bulunması sonucu, ona da hastalığın bulaşmasıdır."[20]
1460-
Taberani, Akabe bin Amir (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem;
"Kim bizim develerimizden
yanımıza (süt) getirebilir?" diye buyurdu.
Bir adam kalkıp; "Ben" dedi.
Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona:
"Senin adın ne?"
diye sordu.
Adam "Sahr (kaya)" veya
"Cendel (büyük kaya) diye söyledi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
ona:
"Sen otur"
diye buyurdu.
"Kim bizim develerimizin
sütlerini yanımıza getirebilir?" diye sordu.
Bir adam kalkıp: "Ben" dedi.
Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona da:
"Senin adın ne?"
diye sordu.
Adam "Ye'iş (Yaşar)" diye
söyledi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ona:
"Sen bizim develerimizden
yanımıza (süt) getir" diye buyurdu."[21]
1461-
Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem bir ihtiyaç için dışarı çıktığında "ey raşid, ey necih (ey doğru
olanı yapan, ey başarılı)" sözlerini duymaktan hoşlanırdı."
Buhari ve Müslim'in Sahihleri'nde de
bu anlamı taşıyan bir rivayeti Ebu Hureyre (r.a)'den nakledilmiştir. [22]
1462- Taberani,
Ebu Derda (r.a)'dan rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kahinlik yapan,
yahut fal okları (ve benzeri şeylerle) kısmet arayan veya bir şeyi uğursuzluğa
yorarak yolculuğundan dönen, yüksek derecelere kavuşamaz."
Bir başka rivayette ise Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Yahut bir kuştan dolayı
uğursuzluk yorumu çıkarıp yolculuğundan dönen, yüksek derecelere ulaşamaz"[23]
1463-
Ebu Davud, Katan bin Kubeysa (r.a)'dan, o da babasından şu şekilde rivayet
etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kuşla fal
yapmak (İyafe), bir şeyleri uğursuzluğa yormak (Tire) ve kum üzerine çizgiler
çizerek fal yapmak (Tark) batıldır, şeytandandır (cibt'tendir.)"[24]
Dersler
Ve Öğütler
İbnu'l Esir bu hadisle ilgili şöyle
bir açıklamada bulunmuştur:
"Kuşla fal yapmak (İyafe)":
Bir kuşu zorla tutarak onunla fal yapmaktır. Cahiliye Arapları bu işi sıkça
yapıyorlardı. Kuşları zorla tutup onlarla fal yapıyorlardı.
"Kum üzerine çizgiler çizerek fal
yapmak (Tark)": Tark kelimesi değnekle vurma anlamındadır. Bu kelimenin
kum üzerine çizgiler çizme anlamına geldiği de bildirilmiştir. Nitekim yıldız
falcıları (müneccimler) çeşitli yorumlar çıkarmak amacıyla bu işi yaparlar,
Ebu Davud'un kitabında, Tark'ın; kuşları zorla tutma, 'İyafe'nin de; (kum
üzerine) çizgi çizme anlamına geldiği bildirilmiştir.
'Cibt' kelimesi Allah'tan başka
kendisine kulluk edilen bütün varlıklar için kullanılır. Bu kelime ile şeytanın
kastedildiği de söylenmiştir."
Beğavi, 'Şerhu's Sünne'de şöyle
söylemiştir:
"'İyafe' kelimesi ile kuşların
zorla tutulması anlamı kastedilmiştir. 'Tark' ise çakıl taşlarının atılmasıdır.
'Tark' kelimesi, sözlükte bir şeye vurmak anlamındadır. Çekiç anlamına gelen
'mitraka' kelimesi de bu kökten türemedir. Çünkü çekiç bir şeyin dövülmesinde
kullanılır. İbni Sirin: Cibt diye sihirciye, Tarık (Tark' işini yapan) diye de
kahine denildiğini bildirmiştir."
İbni Cerir, 'Cami'ul Beyan (8/465) da
şöyle söylemiştir:
"Yüce Allah'ın:
"Kendilerine kitaptan bir pay
verilenleri görmedin mi? Onlar puta (cibt'e) ve batıla (tağut'a)
inanıyorlar..." [25]
ayeti kerimesi için en uygun açıklama şudur:
"Onlar (ehli kitap) Allah'tan
başka iki ayrı ilah ediniyorlar ve Allah'ı bırakıp onlara kulluk ediyorlar.
Kendilerine ilah edindikleri bu iki ilah ise 'Cibt' ile Tağut'tur. Bu iki isim,
Allah'tan başka kendilerine ibadet edilen ve yüceltilen, yahut kendilerine
(batıl bir amaçla) itaat edilen, yüksek bir varlık addedilen her şey için
kullanılır. İster taş türünden olsun, ister insanlardan olsun ve isterse
şeytanlardan olsun, anlatıldığı şekilde yüceltilen her bir varlık hakkında bu
isimler kullanılır. Cahiliye dönemi insanları putlara tapıyor ve Allah'ı
bırakıp onlara ibadet ederek bu şeyleri yüceltiyorlardı. Dolayısıyla bunlar
cibt ve tağut olarak adlandırılmıştır. Bunun yanısıra kafirler, Allah'a isyan
konusunda şeytanlara itaat etmektedir. Bunun yanısıra kahinler açısından da
aynı şey söz konusudur. Allah'a ortak koşanlar, bu gibilerin sözlerine değer
vermekte ve kabul etmektedirler."
Yukarıdaki hadisi şeriften çıkan sonuç
şudur: Daha önce geçen bir hadisi şeriften öğrendiğimiz bir peygamberin mucize
niteliğinden yaptığı kum üzerine çizgiler çekerek (yazılar yazarak) ondan bazı
sonuçlar çıkarma işi, başkaları için yasak edilmiştir. Bu uygulama, bizim
şeriatımızda haram kılınmıştır. Bunun gibi şeriatımız, kuşların zorla
tutularak uçurulması ve onun uçuşundan olumlu ya da olumsuz sonuçlar
çıkarılarak işlerle ilgili kararların bu sonuca göre verilmesi de yasak
edilmiştir.
Yine yukarıdaki hadisi şerif, bir
insanın bir çakıl taşını bir yere atması ve bu taşın belirli bir alana düşmesi
halinde olumlu, aksi halde olumsuz karar vermesi gibi, çakıl taşları ile
hükümler çıkarılmasını da yasak etmiştir. Bütün bu sayılanlar, şekil yönünden
farklı olsa da, bu hadiste üzerinde durulan uygulamalar ile benzer nitelikteki
bütün uygulamalar yasak edilmiştir. Bunların tümü, şeytanın adımlarını izleme
ve Allah'tan başkasına kulluk ve boyun eğme anlamı taşıyan 'cibt'i benimseme
niteliğindeki uygulamalardır.
1464-
Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Hastalık
geçmesi, Sefer'in uğursuzluk getirmesi (veya Sefer denilen karın hastalığının
geçmesi) ve cin (ğul) çarpması yoktur."[26]
Bir Açıklama
İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:
"Cin (ğul) çarpması yoktur":
Araplar "ğul" denilen yaratığın bazı zamanlarda ve yollarda ortaya
çıkarak insanları çarptığına inanırlardı. Bu yaratık, şeytanlar sınıfından bir
yaratıktır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in "la ğul (ğul yoktur)"
sözü, "ğul" denilen şeyin hiç olmadığı anlamına değildir. Bu söz ile
kastedilen anlam, Arapların söz konusu varlığın değişik şekillere girerek
insanları çarptığı yolundaki inançlarının geçersiz olduğu bildirilmiştir. Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem bu sözü ile "bu inancı kabul etmeyin"
demek istemiştir."
Değişik hadisi şerif metinlerinde
cinlerin bazı şekillere girebilecekleri bildirilmiştir. Yukarıdaki hadisi
şerifte de, cinlerin böyle değişik şekillere girebilecekleri konusu
reddedilmemiştir. Ancak burada cahiliye çağı insanlarının 'ğul' diye
adlandırdıkları bir varlık hakkında ileri sürdükleri iddialar ve onların bu iddialara
dayalı olarak bir takım vehimlere kapılmaları konusu reddedilmiştir. İslam bu
tür inançları kökünden reddetmiştir.
Yüce Allah, ayeti kerimesinde insan
hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Ardında ve
önünde insanoğlunu takib edenler vardır. Allah'ın emriyle onu gözetirler."
[27]
İnsan koruma altındadır. Ancak yüce
Allah'ın bir hükmü söz konusu olduğunda, hüküm yerine getirilir. Dolayısıyla
müslümanda tevekkül anlayışı daima üstün durumdadır ve o, Allah'tan başkasından
korkmaz. Müslüman zor bir durumla karşılaştığında. Allah'ın emrine göre
hareket eder.
1465-
Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmişlerdir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Hastalık
geçmesi, bir şeylerin uğursuzluk getirmesi (tire) yoktur. Uğur ve uğursuzluk üç
şeyde olur: Atta, kadında ve evde."
Bir başka rivayette bildirildiğine
göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem'in yanında uğursuzluktan söz
ettiler. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
"Uğursuzluk
varsa üç şeyde olur: Atta, kadında ve evde."[28]
Müslim'in rivayetine göre ise Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"(Uğur veya
uğursuzluk) kadında, atta ve evde olur."
Bu rivayette "ev" anlamına
"mesken" kelimesi geçmektedir. Daha önceki rivayetlerde ise
"dar" olarak geçiyordu. [29]
1466-
Ebu Davud, Sa'd bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Ruhların
baykuşlara geçmesi, hastalığın geçmesi ve bir şeylerin uğursuzluk getirmesi
yoktur. Eğer uğursuzluk olsa, üç şeyde olur: Atta, kadında ve evde."[30]
1467-
Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir:
"Bir adam Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem'a: "Ey Allah'ın Resulü! Biz bir evde oturuyorduk. Orada
sayımız arttı (artık oraya sığamaz olduk), o evdeki mallarımızın miktarı da
arttı. Bunun üzerine başka bir eve geçtik. Ancak bu ikinci evde, hem bizim
sayımız azaldı, hem de mallarımızın miktarı azaldı" dedi. Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
"Siz orayı fena bir halde
bırakınız."[31]
Bir Açıklama
İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:
"Siz orayı fena bir halde
bırakınız":
Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem bu sözüyle, o kimselere oturdukları ev yüzünden başlarına gelen ve hoş
karşılamadıkları durumdan kurtulabilmeleri için başka bir eve taşınmalarını
öğütlemiştir. Bu şekilde başka bir eve taşınmaları durumunda, içinde
bulundukları vehimden kurtulacaklar ve böyle kafalarını karıştıran vehmin ve
şüphenin gitmesi ile rahata kavuşabileceklerdi. En doğrusunu ise ancak yüce
Allah bilir."
1468-
Ahmed, Ebu Hassan (r.a)'dan bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Onun
rivayetinde Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediği bildirilmektedir:
"Hz. Muhammed (a.s)'e Kur'an-ı
Kerim'i indirene yemin olsun ki, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem asla
bunu söylememiştir. O şöyle buyurdu:
"Cahiliye dönemi
insanları bunu uğursuzluk olarak sayardı."
Bir başka rivayette ise ifade şu
şekilde geçmektedir:
"Cahiliye dönemi insanları,
"uğursuzluk evde, kadında ve binektedir"
derlerdi. Hz. Aişe (r.a) daha sonra (bu sözü söyledikten sonra) şu ayeti
kerimeyi okudu[32]:
"Ne yerde, ne de
kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan
önce bir kitapta bulunmasın."[33]
1469-
Buhari ve Müslim, Sehl bin Sa'd (r.a)'dan rivayet etmişlerdir:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Eğer bir şeyde
(uğursuzluk) varsa, atta, kadında ve evde olur."
Müslim ve Nesai'nin Cabir (r.a)'den
rivayetleri de bunun gibidir. [34]
Dersler
Ve Öğütler
İbnu'l Esir şöyle söylemiştir:
"Eğer bir şeyde (uğursuzluk)
varsa": Yani eğer bir şeyde hoşlanılmayacak durumun ortaya çkmasından ve
sonunun kötü gelmesinden korkuluyorsa, bu üç şey için böyle bir şey söz konusu
olabilir. Burada söz konusu durum kadına, ata ve meskene (eve ve çevresine)
özel kılınmıştır. Çünkü Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, Arapların
çeşitli kuş, ceylan ve bunun gibi şeyleri uğursuz saymalarına ait inançlarının
yersiz olduğunu bildirince,
"Eğer sizden birinin içinde
oturmaktan hoşlanmadığı bir evi, kendisiyle bir arada bulunmak istemediği
hanımı veya kendisinden yararlanmayı pek arzulamadığı, hoşuna gitmeyen bir atı
bulunursa, söz konusu nitelikteki evinden başka bir eve taşınmak, sevmediği
hanımını boşamak, kendisinden yararlanmak istemediği atını da satmak suretiyle
bunlardan ayrılsın" diye buyurmuştur.
Bu sözün ifade ettiği anlam, bir şeyin
kendi türünden olan diğer şeylerden müstesna tutulmasıdır. Bu sözün
söylenilmesindeki metod ise bir sözden başka bir söze geçilmesidir.
Evin, uğursuzluğunun, dar ve
çevresindeki komşuların kötü kimseler olmaları, atın uğursuzluğunun; üzerinde
savaşa çıkılmaması, kadının uğursuzluğunun ise çocuk doğurmaması olduğu söylenmiştir."
İbni Hacer de bu hadisle ilgili olarak
şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
"İbni Kuteybe şöyle söylemiştir:
"Cahiliye dönemi insanları çeşitli şeylerde uğursuzluk görüyorlardı. Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem onları böyle uğursuzluk zanlarına, kapılmaktan alıkoyunca,
onlar bu anlayışı tümüyle terketmek istemediler. Bunun üzerine sayılan üç şey
açısından uğursuzluk ihtimaline yer verilmiştir."
İbni Kuteybe bu açıklamasını ifadenin
zahiri (görünen) anlamına dayandırmıştır. Onun sözünden zorunlu olarak
"Sayılan üç şeyden herhangi birinde uğursuzluk gören kimse, o uğursuzluk
gördüğü şeyde hoşlanmadığı bir durumla karşılaşır" sonucu
çıkmaktadır."
Kurtubi şöyle söylemiştir;
"Bu ifadede kastedilen şeyin,
cahiliye dönemi insanlarının sandığı gibi bir şeyin bizzat kendinden yarar ya
da zarar getirmesi olduğu sanılmamalıdır. Böyle bir anlayış hatalıdır. Burada
kastedilen anlam şudur: İnsanların üzerlerinde en çok şüpheye kapılıp tereddüde
düştükleri şeyler, işte bu üç şeydir. Dolayısıyla bir kimsenin bunlardan biri
hakkında içine şüphe düşmesi durumunda, onu elinden çıkararak yerine bir
başkasını almasında herhangi bir sakınca yoktur."
İbnu'l Arabi şöyle söylemiştir:
Eğer yüce Allah, insanların
alışageldikleri türde (olağanüstü bir nitelikte değil de, kadının geçimsizliği,
atın serkeşliği, evin rahat olmaması gibi adeten görülen şekillerde -Çeviren)
herhangi bir şeyde uğursuzluk yaratırsa, işte bu üç şeyden birinde
yaratır."
Maziri de şöyle söylemiştir:
"Bu hadisten çıkarılacak anlamın
özü şudur: Eğer bir şeyde gerçekten uğursuzluk olacak olsaydı, buna en layık
söz konusu üç şey olurdu. Çünkü insanın içine bu üç şey hakkında diğerlerine
göre daha çok tereddüt ve evham düşmektedir."
Hz. Aişe (r.a)'nin bu hadisi kabul
etmediği bildirilmiştir.
Ebu Davud Tayalisi'nin Müsned'inde,
Muhammed bin Raşid'den, onun da Mekhul'den rivayet ettiğine göre Mekhul şöyle
söylemiştir;
"Hz: Aişe (r.a)'ye "Ebu
Hureyre (r.a)'nin rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem "uğursuztuk üç şeyede olur" diye buyurmuş" denildi. Hz.
Aişe (r.a) de şöyle söyledi:
"O hadisin tamanını
ezberleyememiş. O içeri girdiğinde Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
şöyle söylüyordu:
"Allah yahudilerin canını alsın!
"Uğursuzluk üç şeyde olur" diyorlar."
O, (Ebu Hureyre r.a), bu hadisin baş
tarafını duymadı, son tarafını duydu."
Mekhul Hz. Aişe (r.a)'den hadis duymuş
değildir. Dolayısıyla yukarıdaki rivayet munkatıdır. (senedinde kopukluk
vardır, aradan bir ravi atlanmıştır.) Ancak Ahmed, İbni Huzeyme ve Hakim'in,
Katade'nin Ebi Hassan'dan rivayeti tarıkıyla bildirdiklerine göre Amiroğullarından
iki adam Hz. Aişe (r.a)'nin yanına giderek şöyle söylediler;
"Ebu Hureyre (r.a)'nin
bildirdiğine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem: "Uğursuzluk
atta, kadında ve evdedir" diye buyurmuş." Hz. Aişe (r.a) bu söze
çok kızdı ve şöyle söyledi:
"Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem öyle bir şey demedi. Bilakis; "Cahiliye çağı insanları bu gibi
şeylerde uğursuzluk görmektedirler" diye buyurdu"
Ebu Hureyre (r.a)'nin bu konudaki
rivayeti daha başka sahabilerin konuyla ilgili rivayetlerine uygun düşmektedir.
Hz. Aişe (r.a)'nın dışında kalan bazı zatlar, bu hadisin insanların
inançlarını yorumlayıcı bir mahiyet taşıdığına ait bir te'vilde bulunma yoluna
gitmişlerdir. Onlara göre bu hadis, adı geçen şeylerde uğursuzluk
bulunabileceğine dair Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem tarafından
verilmiş bir haber (bilgi) mahiyeti taşımamaktadır. Ancak sahih hadislerin
taşıdığı anlamlar bu te'vilin pek yerinde bir te'vil olmadığını ortaya
koymaktadır. Çünkü Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, insanlara neye
inanacaklarını öğretmek üzere gönderilmiştir. Abdurrezzak, 'Musannefi'nde Ma'mer'in
şöyle söylediğini bildirmektedir:
"Bu hadisi bazı kimselerin şu
şekilde açıkladıklarını duydum: "Kadının uğursuzluğu, çocuk
doğurmamasıdır. Atın uğursuzluğu, üzerinde savaşa çıkılmamasıdır. Evin
uğursuzluğu ise, komşularının fena kimseler olmasıdır."
Ebu Davud, 'Kitabu't Tıbb'ta İbni
Kasım'dan, o da Malik'ten şöyle rivayet etmiştir:
"Malik'e bu konuda soru soruldu.
O da şöyle söyledi: "İçerisinde oturan insanların helak oldukları nice
evler vardır."
Mazin de şöyle söylemiştir:
"Malik buradaki ifadeyi zahirine
(görünen anlamına) göre açıklamıştır. Asıl anlam ise şudur; Yüce Allah'ın
takdiri ile oturulan evde ortaya çıkan nahoş durum aynı olur. Dolayısıyla
ortaya çıkan durum (kaderin gerçekleşmesi konusunda) bir sebep olarak kendini
gösterir. Böylece sonucun buna göre açıklanması söz konusu olabilir."
İbnu'l Arabi de şöyle söylemiştir:
"Malik, burada uğursuzluğu eve
nisbet etmeyi amaçlamamıştır. Sadece adeten görülebilen gelişmelere dikkat
çekerek kişinin inancını, içine batıl bir anlayışın karışmasından korumak için
içerisinde gönlünün rahat etmediği bir evden çıkmasının uygun olabileceğine
işaret etmiştir."
Yine şöyle söylenmiştir: "Kişi
uğursuzluğa inanmasa bile, ev ve hanım ile sürekli bir yakınlık içinde
olacağından dolayı, bunlardan birinde hoşlanmadığı bir durum görmesi halinde,
kalbi bundan dolayı sürekli rahatsızlık duyar. Hadisi şerif de, insanın, böyle
bir durumda kalbindeki rahatsızlığı giderebilmesi için sözü edilen şeylerden
herhangi birinden hoşlanmaması halinde ondan ayrılabileceğine işaret
etmiştir."
Uğursuzluğun evde, kadında ve atta
olabileceği yolundaki hadisi şerifler kadın, ev ve at seçimini güzel yapmaya
teşvik etmekte ve bunlardan herhangi birinden hoşlanılmaması durumunda, ondan
ayrılmanın caiz olacağını bildirmektedir. Hadislerin metinlerinden
anlaşıldığına göre, kendilerinde uğursuzluk bulunabileceğinden söz edilen bu
şeylerdeki uğursuzluk, cahiliye dönemi insanlarının benimsemiş olduğu ve
İslamiyetin yasak ettiği uğursuzluk inancından farklıdır. Cahiliye dönemi
insanları evin, kadının veya atın herhangi bir andaki mücerret uğursuzluk
anlayışının geçersiz ve yersiz olduğunu bildirmiştir. Hz. Aişe (r.a)'nin sözü
de bu açıdan ele alınabilir. Diğer rivayetler ise birinci anlama, seçimin iyi
yapılması ve hoşlanılmaması durumunda da ayrılmanın caiz olması anlamına göre
ele alınabilir.
[1] Ra'd: 13/28.
[2] Hadisin metninde geçen 'la
sefere: sefer yoktur" ibaresindeki 'sefer' ile neyin kastedildiği
konuşumla değişik açıklamalarda bulunulmuştur. Bu açıklamaların bazıları
aşağıda gelecektir. Ancak biz de, bu konuyla ilgili olarak burada kısa bilgi
vermeyi uygun gördük. Sahihi Buhari'nin 'la sefere' başlıklı babında sefer'in
bir karın hastalığı türü olduğu belirtilmektedir. Sahih Müslim'in dipnotunda
ise bu kelime ile ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunulmaktadır:
"Sefer, karında ortaya çıkan kurtlardır.
Araplar, insan karnında açlık sırasında harekete geçen bir kurt bulunduğuna ve
bu kurdun bazen insanı öldürebildiğine inanırlardı. Onlar bu kurdun sebep
olduğu rahatsızlığın bulaşıcı olduğu inancını taşıyorlardı." Yine bu
kelime ile, Arapların Sefer ayının girmesinin, uğursuzluk getirdiği yolundaki
inançlarının kastedildiği söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre ise bununla
kastedilen şey; Arapların Sefer ayını bir yıl helal aylardan, bir yıl haram
aylardan sayma uygulamalarıdır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem 'la
Sefere' diyerek böyle bir uygulamanın geçerli olmadığını bildirmiştir.
(Çeviren)
[3] Buhari (10/241) 76- Kitabu't
Tıbb. 25- Sefer olmadığı babı.
[4] Müslim (4/1742) 39- Kitabu's
Selam. 33- Hastalık geçmesi ve uğursuzluk olmadığı babı.
[5] Buhari (10/212) 76- Kilabu't
Tıbb. 43- Kuşların uçuşundan uğursuzluk çıkarma (tire) babı. Müslim (4/1745)
39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluk anlamı çıkarma ve iyiye yorma babı.
[6] Buhari (10/215) 76- Kitabu't
Tıbb. 45- Ruhların baykuşlara geçmesi olayının olmadığı babı.
[7] Buhari (10/158) 76- Kitabu't
Tıbb. 19- Cüzzam babı.
[8] Müslim (4/1744) 39- Kitabu's
Selam. 33- Hastalık geçmesi ve uğursuzluk olmadığı babı.
[9] Müslim (4/1745) 39- Kitubu's
Selam. 34- Uğursuzluk anlamı çıkarma ve iyiye yorma babı.
[10] Buhari (10/171) 76- Kitabu't
Tıbb. 25- Sefer'in olmadığı babı. Müslim (4/1742) 39- Kitabu's Selam. 33-
Hastalık geçmesinin ve uğursuzluğun (tire'nin) olmadığı babı.
[11] Tirmizi (4/450-451) 33-
Kitabu'l Kader. 9- Hastalık geçmesinin olmadığı hakkında gelen rivayetler babı.
Bu hadis hasendir.
[12] Müslim (4/1752) 39- Kitabu's
Selam. 36- Cüzzamlıdan ve benzeri hastalığı olanlardan kaçınma babı.
[13] Tirmizi (4/160/161) 22-
Kitabu's Seyr. Tire (uğursuzluk anlamı çıkarma) hakkında gelen rivayetler babı.
Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
[14] İhsan bi Tertibi İbni Hibban
(7/642)
[15] Ebu Davud (4/17) Kitabu't
Tıbb. Tire (uğursuzluk anlamı çıkarma) babı.
[16] Ahmed (5/347) Ebu Davud
(4/19) Kitabu't Tıbb. 34- Uğursuzluk yorumları (tire) babı.
[17] Müslim (1/382) 5- Kitabu'l
Mesacid. 7- Namazda konuşmanın haramlığı babı.
[18] Buhari (10/214) 76- Kitabu't
Tıbb. 44- İyiye yorma babı.
[19] Müslim (4/1746) 34-
Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.
[20] Buhari (10/244) 76- Kitabu't
Tıbb. 54- Hastalık geçmesinin olmadığı babı. Müslim (4/1746) 39-Kitabu's Selam.
34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.
[21] Mu'cemu'l Kebir (17/292)
Mecmau'z Zevaid (5/106) Müellif: "Bunu Taberani rivayet etmiştir.
Senedinde Said bin Esed bin Musa bulunmaktadır. Bundan Ebu Zer'a er Razi
rivayette bulunmuş ve bu raviyi zayıf gören biri çıkmamıştır. Geriye kalan
ravileri ise sikadırlar" demiştir.
[22] Tirmizi (4/161) 22- Kitabu's
Seyr. 47- Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) hakkında gelen rivayetler
babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir. Hadis de onun
söylediği gibidir. Buhari (10/214) 76- Kitabu't Tıbb. 44- İyiye yorma babı.
Müslim (4/1745) 39- Kitabu's Selam. 34-Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.
[23] Mecmau'z Zevaid (5/118)
Müellif: "Bunu Taberani iki ayrı senetle rivayet etmiştir. Bunlardan bir
tanesinin ravileri sikadırlar" demiştir
[24] Ebu Davud (4(16) Kitabu't
Tıbb. Kum falı ve kuşları zorla tutarak fal yapma babı. Bu hadis hasendir. Ebu
Davud 'et Tark' kelimesinin, kuşları tutma, 'el iyafe' kelimesinin ise
kumların üzerine çizgi çizerek fal yapma veya ebced falı anlamına geldiğini
söylemiştir.
[25] Nisa: 4/55.
[26] Müslim (4/1745) 39- Kitabu's
Selam. 33- Hastalık geçmesinin ve uğursuzluğun olmadığı babı.
[27] Ra'd: 13/11.
[28] Buhari (6/60) 56- Kitabu'l
Cihad. 47-Atın uğursuzluğu hakkında söylenilebilecek olanla ilgili bab. Müslim
(4/1748) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı.
[29] Buhari (10/212) 76- Kitabu't
Tıbb. 43- Uğursuzluğa yorma (tire) babı. Müslim (4/1747) 39-Kitabu's Selam. 34-
Uğursuzluğa ve iyiye yorma babı. Müslim, aynı yer.
[30] Ebu Davud (4/119) Kitabu't
Tıbb. Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) babı. Bu hadis sahihtir.
[31] Ebu Davud (4/19) Kitabu't
Tıbb. Bazı şeyleri uğursuzluğa yorma (tire) babı. Bu hadisin isnadı hasendir.
[32] Ahmed (6/246) Mecmau'z
Zevaid (5/104) Müellif: "Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Ravileti, Sahih'te
isimleri bulunan ravilerdir" demiştir.
[33] Ahmed bin Hanbel. Müsned
(6/240) Hadid: 57/22.
[34] Buhari (6/60) 56- Kitabu'l
Cihad. 47- Atın uğursuzluğu konusunda söylenilenler babı, Müslim (4/1748) 39-
Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve uğura yorma babı. Muvatta (3/972) 54-
Kitabu'l İsti'zan. 8- Uğursuzluğa yorma konusunda kaçınılması gerekenler babı.
Müslim (4/1748) 39- Kitabu's Selam. 34- Uğursuzluğa ve uğura yorma babı. Nesai
(6/220) 28-Kitabu'l Hayl. 5- Atların uğursuzluğu ile ilgili bab.