Hazırlayan: GÜLŞAH GÖKTAŞ
Tekerlemeler, yapıları itibariyle
manzum özellikler gösterdiklerinden, bir tür olarak anonim halk şiiri
içerisinde değerlendirilmektedir. Kendi başlarına kullanımları olmadığı için
daha çok masal, ninni, mâni, bilmece gibi diğer edebî türlerle yakından
ilişkilidir. Bu çalışmada, “Oyun Tekerlemeleri” üzerinde durulacaktır.
“Oyun Tekerlemeleri”, daha çok
çocuklar tarafından ortaya konan, özgün halk edebiyatı malzemeleridir. Çocuklar
tarafından üretilmiş olan ve yaratıcısı belli olmadığı için anonim sayılan bu
tür, çocukların dünyasında önemli bir yere sahiptir.
“Oyun Tekerlemeleri” de diğer
tekerleme türlerinde olduğu gibi, manzum özellikler gösterdiğinden, anonim halk
şiiri içerisinde değerlendirilmiştir. Bu nedenle “Oyun Tekerlemeleri”, çocuk
zihninin ve çocuk dünyasının ürettiği ilk şiir örnekleri olarak düşünülebilir.
Çocuk zihninin sınırsızlığı ve
dili kullanma becerisinin ortaklaşa kullanıldığı bu metinlerin, belli bir
konusu yoktur. Kimi zaman yapılarında kararlılık gösterirken, kimi zaman
göstermezler. Birçoğunun içinde anlamlı kelimeler bulunduğu gibi, anlamsız
kelimelerin de yer aldığını görebiliriz. Çoğu zaman bu tekerlemelerde, kelime
ve ses tekrarlarına başvurulmuş; kelimeler hecelere bölünerek, dizeler arasında
ritmik bir ses ahengi yakalanmıştır.
Tekerlemelerin kökeni ve
teşekkülü hususunda pek fazla araştırma yapılmamıştır. Bu konuda fikir ileri
sürenlerden Şükrü Elçin; “tekerlemelerin kaynağını aklın kanunları dışında
hayali, uydurma söz ve vakalarla gerçek maceralar teşkil eder. Ayrıca bazı
şaman dualarının kutsi değerleri ile sihir güçlerini kaybederek tekerlemelere
bir bakıma zemin teşkil ettiği söylenebilir” diyerek Yunus Emre ve Kaygusuz
Abdal’dan örnekler verir (Elçin,1986, 590).
Pertev Naili Boratav ise
“yetişkinlerin olsun, çocukların olsun sözlü geleneklerindeki tekerleme
dağarcıklarına gereç sağlamak için başvurdukları yollardan bir tanesi başka
türdeki metinleri yeniden işlemek, evirip çevirip onlara tekerleme havasına,
edasına, düşüncesine uygun yeni biçimler vermektedir. Bunun için yabancı
dillere başvurulduğu, onlardan çeviri yoluyla, ya da mekanik bir “aktarma” ile
tekerleme gereci alındığı olur” demektedir (Boratav,1992,134-136).
Ali Duymaz ise bu
iki görüşte ortak bir taraf olduğunu savunmuştur: Bu iki görüşte ortak olan
düşünceye göre birtakım tekerlemelerin kökenleri çok eski şaman dualarına,
özellikle İslam öncesi dinî törenlere kadar uzanmaktadır. Ayrıca Duymaz;
tekerlemelerin kaynaklarını şu başlıklar altında değerlendirmiştir: Çocuk
zihninin serbestliği; hayal ve düşler; içki esrar vb. içme; Şamanlık esrimesi;
tasavvufi aşkınlık; yalan; olağanüstülük; abartma ve mizah (Duymaz, 13-20).
I.
TEKERLEMELERİN ÖZELLİKLERİ
1.
Tekerlemelerin Genel Özellikleri: Bu bölümde tekerlemelerin genel özellikleri daha anlaşılır
olması için maddeler halinde verilmiştir.
1.1.
Tekerlemelerin içlerindeki tekrarlar kolaylıkla ezberlemeyi ve hatırda tutmayı
sağlar.
1.2.
Çocukların kendi aralarından doğdukları için, çocuk dünyasının izlerini
taşırlar: masal motifleri ve kelimeleri, hayal zikzakları, bilmecemsilik
(Gökşen, 367).
1.3.
Çocuklar oyunlarını oynarken bir takım tesirler altında kalırlar ve
tekerlemeler de bunlara göre şekillenir: Görenek ve gelenek tesirleri, mevsim
tesiri, geçim tesiri, boş zaman tesiri, eşya tesiri (Demiray, 1960, 2132-2133).
1.4.
Tekerlemeler küçük yaştan itibaren çocukların hayatına giren anonim halk
şiiri ürünleridir ve bazılarında anlam bulunmamaktadır. Ahenkli oldukları için
çocukların manzum eserlere karşı ilgi duymalarında önemli rol oynar.
1.5.
Tekerlemelerde bulunan karmaşık düşünceler, beklenmedik hayal oyunları,
basit ve ilkel söyleyiş biçimleri, mantık dışı oluşan uyaklı ses oyunları
olmaları nedeniyle çocuk oyunları ve masallarda sıkça başvurulur (Yardımcı,
278).
1.6.
Çocuk şiir ve musikî bakımından dünyasındaki boşlukları doldurmak için
tekerleme ve masallara başvurur. Masal ve tekerlemeler çocuğun kendisini
bulmasını, yalnızlıktan ve güvensizlikten kurtulup kendi hayalî dünyasının
hükümdarlığını kurmasını sağlayan önemli unsurların başında gelir. Çocuk bu
sayede kendinin estetik beğenisini tatmin etmiş ve yarın için kendini
bilemiştir.
1.7.
Çocuk gerçek dışı hayal üstüne kurulmuş bir geçit olan tekerlemelerle,
yaşadığımız dünyanın sınırlarını kucaklayan bir alemde yaşar, dili zorlar. Bu
tecrübede tutukluk yapmaz, bilinçli olmak zorunda değildir, en önemlisi anlam
kaygısı çekmez. Ritim ve musikîyi öngörerek sınırsız bir söyleyiş elde eder.
1.8.
Tekerlemeler basit olmalarının yanında, çocukların yaratıcılık
yeteneklerini ilk açığa vurdukları metinlerdir.
1.9.
Herhangi bir oyun veya masala bağlı olsun, müstakil olsun tekerlemelerle
çocuk kolay konuşma özelliği yanında heceleme, tamamlama ile dil eğitimi ve matematiksel
yetenek de kazanır (Mehmet-Nevin Akkaya, 1989, 75).
1.10.
Genellikle oyun tekerlemelerinde görülen diyaloglar hareket ve ilgi
yaratmaktadır.
1.11.
Gerçeküstücülüğün çekiciliğine sahiptir.
1.12.
Tekerlemeler kısalığı nedeniyle çabuk öğrenilmektedir (Toygar, 1976,342).
1.13.
Tekerlemeler,belirli bir ana konudan yoksundurlar. Bağlı bulundukları
türle ilişkileri itibariyle manalarından çok fonksiyonlarıyla
değerlendirilebilirler. Seçilen kelimelerin anlamsız olması ya da henüz anlamı
oturmamış alıntı kelimelerin seçilmesi, tekerlemelere hayali ve mantık dışı bir
muhteva verdiği gibi engin bir kullanım alanı da sağlar.
1.14.
Tekerlemede duygu, düşünce ve hayaller tezat, mübalağa, şaşırtma,
tuhaflık ve güldürmeye dayalı birtakım söz kalıpları içinde art arda sıralanır
yuvarlanır.
1.15.
Bazı tekerlemeler karşılıklı soru ve cevap şeklinde ve zincirleme
diyalog halinde gider (Duymaz, 21).
1.16.
Kafiye, aliterasyon (ses ve hece tekrarı) ve kelime tekrarı öğrenmeyi
kolaylaştırır. Bir başka deyişle yinelemelerle etkili öğrenme gerçekleştirilir.
1.17.
Tekerlemelerin rahat yapısı çocukların eğitimlerini ve dil öğrenimlerini
olumlu yönde etkiler. Tekerlemelerde sezgi ve sevgi yoluyla dil eğitimi
verilir.
1.18.
Tekerlemelerle çocukların yaratıcı yönü ortaya çıkarılır.
1.19.
Tekerlemeler, bir yandan ezberlemeyi gerekli kılar. Bu ezberin yaratıcı
zekâya olumsuz etkisi olduğu düşünülse de, çocuklar ezberlerin dar alanına
sıkışmazlar, yeni tekerlemeler üretebilirler Ezbere öğrenme yöntemi, ilk
öğrenme yolu olan taklitle gerçekleştirilir.
1.20.
Türkçe’den zevk alınarak dilin imkânları keşfedilir.
1.21.
Eğlence Türkçe’nin kelime imkânlarıyla gerçekleştirilirken ses yapıları
da zorlanır. Kelime üretme denemeleri anlamlı olmasa da denenir.
1.22.
Tekerlemelerdeki ahengin ve biçimsel süsün farkına varılır. Çocuğun
keşfettiği bir şiir dünyası oluşur.
1.23.
Çocuklar tekerlemelerle heceleri bölmeyi öğrenmiş olurlar. Buna çok
dikkat edilir, yanlış heceleyene müdahalede bulunulur. Aksi halde sıralama
şaşırılır ve ebe yanlış seçilir.
1.24.
Tekerlemelerde çocukların dünyasında
var olanlar ortaya konulur.
Tekerlemelerden hareketle çocukların dünyalarına
ulaşılabilir (Önal, 146).
2.
Tekerlemelerin
Yapısal Özellikleri:
1.
Tekerlemeler, mısra başı ve mısra sonu kafiye, aliterasyon ve secilerle
sağlanan ses oyunlarıyla ve çağrışımlarla birbirine bağlanmış, belirli bir
nazım düzenine kavuşturulmuş, birbirini tutmayan hayallerle düşüncelerin
sıralanmasından meydana gelmiştir.
2.
Tekerlemede düşünceye sadece bu nazım unsurları kılavuzluk eder; muhteva
diğer halk edebiyatı türlerinde olduğundan daha kaypak, kararsız ve
tutarsızdır. Yani
tekerlemede şekil ve fonksiyon, muhteva ve konunun önüne geçmiştir diyebiliriz.
Hatta bazı oyun tekerlemelerinde tamamen anlamsız sözler bir araya
gelebilmektedir (Duymaz, 21).
3.
Tekerlemede birbirine yakın seslerle ahenk sağlanır.
4.
Bir mâni ile türküde gördüğümüz düzgün metni ve teknik özellikleri
(kafiye, redif, uyak) tekerlemede görmemiz mümkün değildir.
5.
Tekerlemelerde gerek mısra gerekse hece sayılarında bir bütünlük yoktur.
Fakat teknik özellikleri mükemmel olmamasına rağmen tekerlemeler, manzum
nitelikte anonim ürünlerdir.
6.
Bir takım ses tekrarlarına, kelime oyunlarına, mısra sonu ve mısra
başlarında ses benzerliklerine ve kafiyelere dayanırlar (Kaya, 1999, 550-555).
IV.
TEKERLEME TÜRLERİ
Çoğunlukla mensur olan bu
tekerlemeler, birbiriyle yakın olan seslerle örülmüş sözleri kapsar. Yalan ve
fantazinin ağırlıkta olduğu bu tekerlemelerde hâdiseler; anlatanın dilinden
yani birinci tekil şahsın ifadesiyle dile getirilir. Masalcı, tekerlemeler
yoluyla dinleyicisini dış dünyaya hazırlar.
Zaman zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer top oynarken
Eski hamam içinde...(Boratav, 1992, 57)
2.
Seyirlik
Oyunların İcrasında Söylenen Tekerlemeler:
Muhavere kısmında söylenen
tekerlemeler, masal tekerlemeleri gibi uzun hikâyedir. Diyaloglarla anlatıldığı
gibi tirat olarak da ifade edilebilir. Anlatılanların, sonunda rüya olduğu
anlaşılır. Karagöz ve Ortaoyununda söylenen tekerlemeler manzum olmaktan
ziyade, ses zenginliğine ve tuhaf halk benzetmelerine dayanır.
Karagöz’de muhavere konusu da,
tıpkı Ortaoyunu tekerlemelerinde olduğu gibi, önce olmayacak bir olayın
gerçekmiş gibi anlatılmasıdır, sonra bunun bir düş olduğu anlaşılır.
Seni gidi eskici yalağından su
içip de yetmiş iki renge girmiş sahtiyan-ı atik suratlı kerata. Ulan ne alıp ne
veremiyorsun, iki tarafının derileri patlamış bekçi davulu bekçi davulu
kıyafetli kereta. Kapının önüne gelip “Hani bana pancar! Hay bana pancar!..”
Hay pancarların paralansın.. Akşamdan beri vır vır vır... (Kaya, 1999, 616).
Ortaoyunlarında Kavuklu’nun en
büyük muvaffakıyeti “tekerleme” söylemesinde idi. “Tekerleme”den evvel tanışma,
bildik çıkma gibi evzâ’ ve akvâl-i mudhike de (güldürücü hareketler ve sözler)
vardı ki buna “muhavere” denirdi. Muhavere bölümünde olmayacak bir olay gerçekmiş
gibi anlatılır ve bunun rüya olduğu ortaya çıkar.
Pişekâr — Canım eşek ‘küçülür mü? Sen gene onu bardağın
dibinden öyle görmüşsündür.
Kavuklu — Değil ya eşek küçüldükçe küçülüyor. Etraftan bana
gülüşüyorlar. Acaba yanlış mı görüyorum diyerek on iki bardak şerbet içmişim.
Pişekâr — Sonra
ne oldu, çatlamadın mı?...(And,1985, 397).
Meddah tekerlemeleri
dinleyicileri anlatanın havasına sokmak için söylediği yarı çocuksu, yarı
alaylı soyutlamaları bazen anlamlı, bazen anlamsız sözcük oyunlarıdır. Tıpkı bu
Göstermelik’in Karagözcü’nün perdeye çıkaracağı olağanın dışındaki olayları
kabul ettirecek havayı yaratması gibi, tekerleme de meddahın anlatacağı
hikâyenin akıl dışı olaylarını dinleyiciye kabul ettirecek havayı getirecektir
(Nutku, 101-102).
“Lâleli
minaresi, kadatrok sepetini mezata verip apti karınca huzurunda tevellüden
zerzevatçı küfeleri aklına hikmet getirir. Hatta geçen ayın Çarşamba’sından bu
ayın Perşembe’sine yedi buçuk metro kısa gelmiş. Bilmem ki bana ne kadar kayısı
pestili idare eder? Evet, bunu herhalde yemiş iskelesindeki manavlardan sormak
gerek. Biz gelelim hikayemize...” ( Nutku,
102).
3.
Saz
Şairliği Geleneğinde Tekerlemeler:
Pertev Naili Boratav, tekerleme
türünün daha çok çocuk geleneklerinde yeri olan bir tür olmasının yanında,
âşıkların kimi türkülerinde, “tekerleme” diye adlandırılan güldürücü
konuşmalarla, büyüklerin de bu şiirli anlatım yoluna başvurduklarını ifade
etmiştir (Boratav, 2003, 165).
Çıktım tavan arasına, bir kırık sandık buldum. Açtım
baktım: İçinde bir kırık altın.
Almayacaktım ama aldım, Sarıdır diye,
Oradan gittim İstanbul’a, bir kâse yoğurt aldım, Durudur
diye,
Dokuz yüz doksan dokuz testi su kattım, Koyudur diye,
Sultan Ahmet minarelerini belime soktum, Borudur diye,
Tophane güllelerini cebime doldurdum, Darıdır diye,
Nacağı aldım kapalı çarşıya vardım, Korudur diye,
Akdeniz’e girdim, Kıyıdır diye,
Ortasına bastım, Kurudur diye,
Selimiye Camisinin duvarına dayandım, Yalıdır diye,
Ahır Dağı’na bir tekme vurdum, Geri dur diye,
Bir atım vardı, satıcı oldum,
almadılar, Dorudur diye.(Boratav, 1992, 60-61)
Mektup tekerlemelerine en güzel
örnekler genellikle asker tekerlemeleridir. 18.yüzyıl sonlarında Tokat’ta
yazılmış bir cönkte yer alan tekerleme şeklinde mektup da şöyledir:
“Şıfâü’l-kulûb,likaü’l-mahbüb;
Gözümün yaşı ile yazıldı bu mektup.
İzzetli, nezaketli nur-ı didem,
Sen’er-i
sinem, ciğer köşem.. .(Dumluca, 1980, 20)
Tören tekerlemeleri, hıdırellez,
çiğdem pilavı ve yağmur yağdırma gibi törenlerini kapsamaktadır. Anadolu’nun
pek çok yöresinde yağmur yağdırabilmek için çocuklar bir araya gelerek kapı
kapı dolaşır, yağ ve bulgur toplarlar. Önce bir çömçeden (ağaçtan yapılmış
kepçe) bebek yapılır, üzerine kız çocuğu elbisesi giydirilir. Çocuklardan büyük
olanı çömçe gelini eline alıp öne geçer. Sağ ve sol yanında torba ve bir kap
taşıyan iki çocuk daha vardır. Mahallede ev ev dolaşılır ve bu arada türlü
tekerlemeler söylenir.
Hot bodi bodi bodi
Anan baban neden öldü
Bir kaşıcık sudan öldü
Çömçeli gelin çöm ister
Bir kaşıcık
yağ ister (Yalman, 225)
6.
Halk
Hikâyesi Tekerlemeleri:
Sözlü edebiyatın
bir türü olarak halk hikâyelerinde de anlatıcı-âşıklar söz kalıplarına
başvururlar. Bu söz kalıpları genellikle anlamlarından ziyade işlevleriyle öne
çıkarlar. Belirli düşünce, duygu ve durumları, belirlenmiş biçimlerle ifâde
etmeye yararlar. Bu kalıp sözler; iç kafiye, aliterasyon, eşit heceli sözcük
tekrarları gibi ahenk unsurlarıyla zenginleşerek tekerleme özelliği göstermeye
başlıyorlar. Halk hikâyelerinde tekerlemelerin üç şekilde yer aldığı dikkati
çekmektedir:
Bunlardan ilki hikâyenin
girişinde, ortasında veya sonunda yer alan ve “formel” görevi üstlenen secili
sözlerdir. Bunlar hikâyeye başlarken ve bitirirken söylendiği gibi nesirden
şiire geçişte, uzun anlatılardan kaçınmada, bir sahneden başka bir sahneye
geçişte de kullanılabilmektedir.
İkincisi ise masallarda olduğu
gibi halk hikâyelerinin de başında yer alan ve “döşeme” ya da “peşrevi” adı
verilen bölümlerdir. Bir mukaddime veya dibâce özelliği gösteren bu bölüme
“ser-sûhana” adı verildiği de olur. Saz faslı bittikten sonra mensur
tekerlemeden oluşan döşeme başlar. Döşeme, olmayacak işleri komik bir şekilde
anlatan küçük bir sergüzeşttir.
Üçüncü çeşit tekerlemeler ise
halk hikâyelerinin özellikle mizah gerektiren yerlerinde, mesela düğün
kurulduğu sırada davetlileri, bilhassa yemek için fırsat kollayan serserileri
tasvir gibi durumlarda kullanılır.
“Yaşın olur
beş, kendin bul bir eş, yaşın olur on, devlet başına kon, yaşın olur igirmi,
başan bağla değirmi, yaşın olur ottuz, yahşı at bin al yahşı toppuz, yaşın olur
kırk, bıyığın uzat sakkalın kırk, yaşın olur elli, sanki Şam ‘da belli, yaşın
olur altmış, Ög-dişlerin gitmiş, yaşın olur...” (Kiziroğlu, 125; Duymaz, 274).
Okşamalar, çeşitli vesilelerle
söylenen manzum ürünlerden olup yapı ve muhteva olarak, tekerleme
özelliğindedir. Okşamalar çocuk okşamaları düğün okşamaları ve pehlivan
okşamaları olmak üzere üçe ayrılır.
Oğul yürektir
Kızıl direktir
Alın saklayın
Kıza gerektir (Kaya, 1999, 601)
8.
Dua,
Dilek ve Niyet Tekerlemeleri:
Türk
folklorunda ayrı bir önemi haiz dualar ve dilekler, kimi zaman tekerleme
şeklinde söylenir.
Seydim seydim Seyyid Ahmed
Seydin oğlu Muhammed
Ak mezar kalkar iken
Gökten Cebrail indi
Altın beşik indirdi
Muhammed’i bindirdi
(Beysanoğlu, 1995, 67)
9.
Muhtelif
Vesilelerle Söylenen Tekerlemeler:
Adından da anlaşıldığı üzere
çeşitli konularla ilgili tekerlemelerdir. İsim tekerlemeleri, nasihat
tekerlemeleri, şifa tekerlemeleri, fal tekerlemeleri, kanto tekerlemeleri,
selâm tekerlemeleri, sünnet tekerlemeleri vs., bu gruba girer.
Başımıza giydik fes
Aniden olduk prens
Korkum yok sünnetçi amca
Ne kadar kesersen kes
(Kaya, 1999, 629)
Oyun tekerlemeleri, çocuk dünyasında önemli bir yeri olan
“oyun” unsuru etrafında gelişerek şekillenen tekerlemelerdir. Bu tekerlemeler,
oyundaki aşamalara (oyun öncesi, oyun sırası, oyun sonrası) ve oyundaki rollere
(ebe seçimi, eş seçimi) göre çeşitlilik kazanır. 196 nolu tekerleme metni,
aşağıda örnek metin olarak verilmiştir.
Yağ satarım
Bal satarım
Ustam öldü
Ben satarım (Gökşen,
369)
V.
TEKERLEMELERİN HALK EDEBİYATI TÜRLERİ İLE İLİŞKİSİ
Mâni anonim halk
şiirinin en küçük nazım biçimidir. Genellikle yedi heceli ve dört dizeden
oluşur. Uyak düzeni şöyledir: a a x a . İlk iki dizesi, uyağı doldurmak için
söylenir. Üçüncü dizenin serbest olması söyleyene kolaylık sağlar. Oyun
tekerlemelerinin söylenirken belli kalıpları, kafiye ve hece düzenleri yoktur.
Ama oyun tekerlemeleri içinde de mâni gibi kafiyelenen tekerlemeleri de
görüyoruz.
Bisiklete binersin
Bizim orda inersin
Annem sana sorarsa
Lastik
patladı dersin (Elçin, 1990, 57)
Bu bir mânidir ve uyak düzeni a a x a
şeklindedir. Mânide çocuksu bir ifade görülmektedir ve bu metni tekerlemeye
yaklaştırmıştır.
Türkü ezgilerle
söylenen, bir anonim halk şiiri, nazım biçimidir. Türküler bentlerden ve
bağlamalardan (kavuştak) oluşurlar. Hece ölçüsünün her kalıbıyla
söylenebilirler. Oyun tekerlemeleri içinde de ezgili söylenenleri
bulunmaktadır.
__ Bakkal amca , bakkal amca
__ Ne var?
__ Yağıyi var mı?
__ Var var.
__ Uniyi var mı?
__ Var var.
__ Şekeri var mı?
__ Var var.
__ Ne duruyorsun?
__ Ne yapayım?
__ Helva yapsana helva yapsana
Helva yapsana vay vay helva yapsana (Turhan, 138)
Bu türkünün son iki satırı kavuştaktır. Türkü oyun
tekerlemelerindeki ikili- konuşma diyaloglarındaki tekerlemeleri
anımsatmaktadır. Ayrıca “Bakkal amca” şeklindeki bir hitap bu türküde çocuksu
bir üslubun olduğunu düşündürmektedir.
Ninni,
annenin kucağında salıncakta ya da beşikte çocuğunu uyutmak için söylediği
basit sözlü türkülerdir.
Fış fış kayıkçı
Kayıkçının küreği
Tıp tıp eder yüreği
Akşama
fincan böreği (Gökşen, 370)
Bu ninni aynı zamanda bir oyun tekerlemesidir. Oyun
sırasında söylenen tekerlemeler içinde yer almaktadır, ezgili söylenmektedir.
Bilmeceler çocuklar ve büyükler
arasında hoşça vakit geçirmek amacıyla yapılan düşünce alıştırmalarıdır.
Tekerleme ile ortak yanları ikisinde de bulunan çocuksu üsluplarıdır.
Bilmecenin tekerlemeden farkı, bilmecelerde karşı taraftan bir cevap beklenir.
— Nereden geliyorsun?
— Zirzop kalesinden
— Üstün neden yaş?
— Denizden geçtim
— Çok derin miydi?
— Kıyısından dolaştım
__ Üstün neden beyaz?
— Değirmenden geçtim
— Çok kalabalık mıydı?
— Çakırdaki işittim
— Akşam nerede
idin?
— Bey konağında
— Ne yedin?
— Koç
— Neresinden?
— Hiç
— Nerede yattın
— Minarede
— Çok kaba mıydı?
— Kupkuru yerde
— Üstüne ne örttüler?
— Perde
__ Sen
uğrattın beni derde. (Bilmecenin
cevabı: Gönül) (Acar, 1975, 12)
Deyimler
Türkçe’de bir durumu ifade eden kalıplaşmış söz yapılarıdır. Çoğu zaman
mensurdurlar. Tekerlemelerle yakınlık gösterirler.
Havada bulut
Sen
onu unut (Aksoy, 500)
__ Adın ne?
__ Mülayim Ağa.
__
Sert olsan ne edersin? (Aksoy, 502)
Birinci deyim
bize Lades tutuşma oyunundaki tekerlemeleri anımsatmaktadır. İkinci deyim ise
ikili-konuşma tekerlemelerindeki diyaloglar halinde geçmektedir.
Atasözleri
Türkçe’de daha çok öğüt vermek amacıyla söylenen kalıp sözlerdir. Anonimdir,
söyleyeni belli değildir.
Elmayı soy da ye
Armudu say da
ye (Aksoy, 264)
Haramzade Pazar bozar
Helalzade Pazar yapar
(Aksoy, 158)
Birinci atasözü çoğu zaman çocuk oyunları
içinde yer almaktadır. İkinci atasözü ise söz oyunlarına dayalı tekerlemeleri
(yanıltmacalar) anımsatmaktadır.
MANZUM-MENSUR
KARIŞIK TEKERLEMELER
“Manzum-Mensur Karışık
Tekerlemeler”, manzum (şiir) ve mensur (düz yazı) yapı özellikleri gösteren
tekerlemelerdir. Dize sonlarında ses benzerliklerinin ve kısmen de olsa “tam ve
yarım kafiye”lerin bulunması bu metinleri, “manzum” bir yapıya yaklaştırırken;
aynı tekerleme metinlerinin, “ikili konuşma”lardan oluşması, bu metinleri
“mensur” bir yapıya da yaklaştırmıştır. “Manzum-Mensur Karışık Tekerlemeler”,
karşımıza yeni bir tür olarak çıkmaktadır. Bu tekerlemeler, birçok yazılı
kaynağa “manzum” olarak geçmişlerdir. Çalışmamızda bu bölüm için, ayrı bir
başlık açılmasının nedeni; bu tekerleme metinlerindeki “iki farklı yapı”yı
gösterme amacını taşımaktadır. Bu tekerlemeler “oyun”un aşamalarına (oyun
öncesi, oyun sırası...) ve dize/satır sayılarına göre, azdan-çoğa doğru tasnif
edilmişlerdir.
1.
Oyun
Öncesinde Söylenen Tekerlemeler:
-318-
__ Anan nerde doğurdu?
__ Has bahçede doğurdu
__ Neyine neler yedirdi?
__ Sütle kaymak yedirdi.
Ananda cennet
Babanda cennet
Git cennetin içine.
(Uz, 1006)
__ Kim tıskırdı?
__ Kit tıskırdı
__ Kit nere gitti?
__ Karamana gitti
Yorgan aldı
Yola düştü
Tas tis
Kara kedi küs.
(Çiçeklioğlu,
10)
2.
Oyun
Sırasında Söylenen Tekerlemeler:
-320-
__ Aç kapıyı bezirgân başı
__ Kapı hakkı ne verirsin?
__ Arkamdaki yadigâr olsun!
(Gökşen, 368)
— Kökte ne var?
— Kök boncuk.
— Yerde ne var?
__ Fadimecik.
(Demircioğlu, 61)
__
Arabacı Mahmut
__
Yer misin armut?
__
Yerim ama yok!.
—
Çarşıda çok!..
(Gökşen, 371)
__ Yerde ne var?
__ Boncuk!
__ Gökte ne var?
__ Bulut!..
__ Sen bunu kırk gün, kırk gece unut!..
(Gökşen, 370)
— Yerde ne var?
__ Nohut.
— Gökte ne var?
— Bulut.
— Sen bunu hemencecik unut.
(Sezgin, 207)
__ Üşüdüm üşüdüm; a benim canım üşüdüm
__ Kürkünü giy, kürkünü giy; a benim canım
kürkünü giy
__ Kürküm yok, kürküm yok ; a benim canım
kürküm yok
__ Alsana alsana; a benim canım alsana
__ Param yok, param yok; a benim canım
param yok...
(Gökşen, 368)
__ Dede!gönlün nerde?
__ Aladağ’da.
__ Ne eker?
__ Çimen eker.
__ Ne biçer?
__ Çimen biçer.
(Boratav, 2003, 171)
— Tık tık
— Kimo?
— Kapıcınız Memo.
— Ne istiyon?
— Para.
__ Al avucunu yala.
(Akyüz, 20)
__ Seke seke ben geldim.
__ Çıngıraklım, hoş geldin!
__ Beybabamın altın tabakası kalmış,
__ Onu almıya geldim.
__ Kutu kutu neleriniz var?
__ Her şeylerimiz var.
__ Beğen de beğendiğini al!..
(Gökşen,
370)
__ Haneler haneler, çingene haneler.
__ Ne isten ne isten, bizim saraydan?
__ İçinizde bir güzel, bir cihan var, onu
isteriz.
__ Bu güzelin, bu cihanın adı neyimiş?
__ O güzelin, o cihanın adı hediyeymiş.
__ Allarız pullarız, biz kızımızı isteriz.
__ Al da
sizin pul da sizin, biz kızımızı isteriz. (Aça, 345)
— Ebe ebe ne arıyorsun?
— İğne arıyorum,
— İğneyi ne yapacaksın?
— Torba dikeceğim
— Torbayı ne yapacaksın?
— Üzüm koyacağım,
— Hani bize?
__ Çöpü size...
(Bozdoğan, 27)
__ Deveye biner misin?
__ Binerim.
__ Kâbe’ye gider misin?
İnci boncuk alır mısın?
__ Alırım.
__ Çakaldan kurttan kormaz mısın?
__ Korkmam.
__ Al korktun işte.
(Baran, 1977, 134)
__ Köpek nece konuşur?
__ Hay havca
__ Ördek nece konuşur?
__ Vak vakça
__ Kedi nece konuşur?
__ Miyavca
__ Balık nece konuşur?
__ Susca susca.
(Dirim, 44)
__ Seke seke ben geldim
__ Hoş geldin sefa geldin
__ Çömleğinde ne var?
__ Yağ ile bal.
__ Sattırır mısın?
__ Sattırmam.
__ Tattırır mısın?
__ Tattırmam.
__ Sen o yandan ben bu yandan.
(Özhan, 152)
__ Ebe
tarlana tavuk geldi.
__ Kişele yavrum kişele.
__ Kişiledim gitmedi.
__ Vur bacağını kır.
__ Vurdum bacağını kırdım.
__ Pişirip etini ye.
__ Pişirdim etini yedim.
__ Hani bana?
__ Al şu da sana.
(Özhan, 167)
-335- __ Can can çikolata
— Hani bana limonata?
— Limonata bitti
__ Hanım kız gitti.
— Nereye gitti?
— İstanbul’a gitti.
__ İstanbul’da ne yapacak?
__ Terlik pabuç alacak.
__ Terlik pabucu ne yapacak?
—
Düğünlerde şıngır mıngır giyecek. (Sezgin, 208)
Hacı Hacı
Kaldır sacı
Vur tokacı
__ Evin nerede ?
__ Çamlı belde.
— Çamlı belin neresinde?
__ İki taşın arasında
__ Sen yoğurt getir.
Babandan süt getir.
Ben yiyeyim, sen bak otur.
(Bozdoğan, 10)
Deveci deveci
Deven ne yer?
__ Hurma
__ Ne sıçar?
__ Hurma
__ Cangur cungur
__ Yeri nire?
__ Ha bura
__ Davulan mı, düğünen mi?
__ Davulunan da düğününen de
__ Dom dom dom
(Koz, 1975, 7374)
__
Tak tak
__ Kim o?
__ Papaz evde mi?
__ Evde.
__ Ne yapıyor.
__ Yumurta kırıyor.
__ Kaçını kırıyor.
__ Yedisini kırıyor.
__ Kaçını kırayım?
__ Üçünü kır.
__ Tak tak tak
(Türkiçin, 1974, 115)
-339-
Del deste
Delim deste
Gül deste
Gülüm deste
— Kim kesti ?
— Çoban kesti.
— Nereden ?
— Dereden
— Ne için ?
— Deynek için
— Doğru söyle başın için.
(Bozdoğan, 5)
__ Aydede keçin nerede gezer?
__ Dağda.
__ Ne yer ne içer?
__ Üzüm yer badem sıçar.
— Süt pişti mi?
__ Pişti.
__ Hanım içti mi?
__ İçti.
— Kaç kaşık?
__ Beş kaşık.
__ Bugün kimin düğünü var?
__ Ayşenin.
(Demircioğlu, 44)
__ Gökte ne var?
__ Gök boncuk.
__ Yerde ne var?
__ Yer boncuk
__ Dalda ne var?
__ Elmacık.
__ Babanın adı?
__ Yusufçuk.
__ Annenin adı ne?
__ Fatmacık
__ Kaldır beni hoppacık.
__ Haydi hoppacık.
(Çiçeklioğlu, 14)
— Adın ne
— Mualla
— Oh ne âlâ ne âlâ
__ Yaşın kaç
— On beş
— Tam da bana uygun bir eş.
__ Evin nerede
— Köşe başında
— Benimki de yanı başında.
__ Akşam ne yersin
— Fındık içi (badem içi)
— Ah benim canımın içi
(Türkiçin, 1974, 109-110)
__ Açıl susam açıl
__ Açılmaz
__ Anahtar nerede?
__ Suya düştü
__ Su nerede?
__ İnek içti
İnek nerede?
__ Dağa kaçtı
__ Dağ nerede?
__ Yandı bitti kül oldu
Vay beni köse sakalım
Vay benim köse sakalım
__ Süt pişti mi?
__ Pişti.
__ Gelin hanım içti mi?
__ İçti.
__ Kaç kaşık ?
__ Üç.
__ Gelen geçen?
__ Dört.
__ Hani bana?
__ Çöpü sana.
__ Öyleyse bir yarış, oldu mu?
__ Oldu.
__ Taa!...
(Baran, 1999, 21)
— Uzun urgan
— Leblebi Sultan
— Ne yersin ?
— Yemiş
— Ne içersin ?
— Şırlan yağı
— Ne dökersin?
— Burma,
— Verdiğim süt pişti mi ?
— Pişti
__ Gelin hanım içti mi?
__ İçti
— Kaç kaşık içti?
—Üç
— Gelini ne ile verirsin ?
__ Davulla zurnayla.
(Bozdoğan,
26)
__ Uzun uzun urgan
__ Lebbeyk Sultan
__ Kuzu, kuzu hangi dağda?
__ Şu karşıki dağda
__ Anası hangi bağda?
__ Karşıki bizim bağda.
__ Sen oraya vardın mı?
__ Koşa, koşa yardım.
__ Sağdığım südü aldın mı?
__ Aldım ocağa saldım.
__ Saldığın süt pişti mi?
__ Pişti.
__ Nazlı Gelin içti mi?
__ İçti (Afiyetle içti) de denir.
__ Gelinin nesi oldu?
__ Güzel bir kızı oldu.
__ Neylen ona varalım?
__ Davul,
Zurna, Zilli maşa hepimiz binler yaşa. (Arsunar,1955, 97)
Masal masal maliki
Yıldız saydık on iki
On ikinin yarısı
Yumurtanın sarısı
Sağır sağır getirir
Geyik burnunu batırır
Geyik kimin
Ali Ağanın
Ali
Ağanın nesi var?
Püsküllüce fesi var.
__ Buradan bir öküz geçti mi?
__ Geçti
__ Alnı sakar mı?
__ Sakar
__ Gübresi kokar mı?
__ Kokar
__ Arpa üzüm yer mi?
__ Yer
__ Değirmene gider mi?
__ Gider.
(Dirim, 47)
Soğan sarmısak
Otur kalk
Ocağını yak
Keyfine bak
Acar macar
Dolapları açar
Annesi gelince
Fırt diye kaçar
__ Ne dökersin?
__ Burma
__ Verdiğim süt pişti mi?
__ Pişti
__ Gelin hanım içti mi?
__ İçti
__ Kaç kaşık içti?
__ Üç
__ Gelini ne ile verirsin?
__ Davulla zurnayla
Güm güm de güm güm
Güm güm de güm güm
(Dirim, 48)
__ Komşu komşu huu..
__ Sırtındaki ne?
__ Arpa
__ Kaça sattın?
__ Kırka
__ Eve ne aldın?
__ Hırka
__ Çocuğa ne aldın?
__ Halka
__ Gökte ne var?
__ Gök boncuğu
__ Yerde ne var?
__ Yer boncuğu
__ Annen ne yapar?
__ Pamuk atar
__ Baban ne yapar?
__ Potin diker
__ Ablan ne yapar?
__ Yün dider
__ Adın ne Hasan?
__ Ha ben ha sen.
(Dirim, 59)
Hop hop kadife
Kızın adı Hanife
Kız oturmuş halı dokur
Ortasında bülbül okur
O bülbül benim olsa
İki kardeşim olsa
İki kardeşin içinde
İki top gülü olsa
Uzun uzun urgan
Leblebi sultan
__ Verdiğim odun yandı mı?
__ Yandı.
__ Aş pişti mi?
__ Pişti.
__ Gelin iki kaşık içti mi?
__ İçti.
__ Düğün düğün kime?
__ Düğün düğün ( ) a (en baştaki çocuğun
ismi)
__ Kaç zurna Kaç davul?
__ Bir zurna bir davul.
Dütdürü dütdürü.. .Düd...
(Çiçeklioğlu, 24)
__ Komşu!... Komşu!...
__ Hu!... Hu!...
__ Oğlun geldi mi?
__ Geldi.
__ Ne getirdi?
__ İnci, boncuk.
__ Kime kime?
__ Sana bana.
__ Daha kime?
__ Kara kediye.
__ Kara kedi nerede?
__ Ağaca çıktı.
__ Ağaç nerede?
Balta kesti.
__ Balta nerede?
__ Suya düştü.
__ Su nerede?
__ İnek içti.
İnek nerede?
__ Dağa kaçtı.
__ Dağ nerede?
__ Yandı bitti kül oldu
(Kıvanç, 4)
__ Hamam önüne vardın mı?
— Vardım.
— Benim devemi gördün mü?
— Gördüm.
— Çullu muydu çulsuz muydu?
__ Çullu.
__ Benim devem çulsuzdu ya!
— Yolda tavuk gördün mü?
— Gördüm.
— Ak midi, kara midi?
— Kara.
__ Benim tavuğum aktı ya!
— Develerime tuzlu mu su
içirdin tuzsuz mu?
— Tuzlu su.
__ Benim develerimin ciğerleri
yanmıştır ya!
— Develerimi iğneli kapıdan mı
geçirdin, iğnesizden mi?
— İğneli kapıdan...
__ Benim develerimin
bedenlerine iğne kaçmıştır ya!
__ Değirmen tenha mı? kalabalık
mı?
— Kalabalık.
__ Git şimdi tenhalaşmıştır
__ Ununu öğüt, ekmeğini yap,
ondan sonra kalk (Demircioğlu, 13-14)
— Nereden geliyorsun?
— Zirzop kalesinden — Üstün neden yaş? —
Denizden geçtim — Çok derin miydi?
— Kıyısından dolaştım __ Üstün neden beyaz? —
Değirmenden geçtim — Çok kalabalık mıydı?
— Çakırdaki işittim
— Akşam nerede idin?
— Bey konağında
— Ne yedin?
— Koç
— Neresinden?
— Hiç
— Nerede yattın?
— Minarede
— Çok kaba mıydı?
— Kupkuru yerde
— Üstüne ne örttüler?
— Perde
Annem yoğurt getirdi Kedi burnunu batırdı O kediyi ne
yapmalı
Minareden atmalı Minarede bir kuş var Kanadında gümüş var
Eniştemin cebinde
Türlü türlü yemiş var.
__ Kapıdan tavşan geçti mi?
__ Geçti
__ Tuttun mu?
__ Tuttum
__ Kesim mi?
__ Kestim
__ Tuzladın mi?
__ Tuzladım
__ Pişirdin mi?
__ Pişirdim
__ Bana da koydun mu?
__ Koydum
__ Hangi dolaba koydum
__ Haydi al getir
__ Getiremem
__ Neden getiremezsin
__ Kara kediler yemiş.
__ Uuuy, uuy, miyav.
(Dirim, 70-71)
— Aç kilit.
__ Açmam kilit.
— Kilit noldu?
— Suya düştü.
— Su noldu?
— İnek içti.
— İnek noldu?
— Dağa kaçtı.
— Dağ noldu?
— Yandı kül oldu.
— Kapıdan tavşan geçti mi?
— Geçti.
— Tuttun mu?
— Tuttum.
— Kestin mi?
— Kestim.
— Tuzladın mı?
— Tuzladım.
— Pişirdin mi?
— Pişirdim.
— Bana da koydun mu?
— Koydum.
— Hangi dolaba koydun?
— Çıt-çıt dolaba koydum.
— Haydi al getir.
— Getiremem.
— Neden getiremezsin?
— Kara kediler yemiş.
Vuuy... Vuuy.. Miyavvv...
(Akyüz, 19)
3.
Oyun
Sonrasında Söylenen Tekerlemeler:
-356-
__ Şu ne?
Hamam
__
__ Herkes evine tamam
(Caferoğlu, 26)
__
Ayağımın altında ne var?
__ Üzüm.
Herkes evine düzüm düzüm.
(Özhan, 41)
__ Ayağımın altında ne var?
__ Çağla.
__ Herkes evine dağıla.
(Özhan, 41)
— Ayağımın altında ney?
— Davul
— Herkes evine,
__ Gitmiyen gavur.
(Caferoğlu, 128)
Uzun urgan
Leblebi sultan
__ Ne yersin?
__ Yemiş
__ Ne içersin?
__ Süt
__ Ne dökersin?
__ Burma
__ Verdiğim süt pişti mi?
__ Pişti
__ Gelin hanım içti mi?
__ İçti
__ Kaç kaşık içti?
__ Üç
Akşam oldu oyun bitti,
Herkes evine gitti.
(Dirim, 66)
4.
Bağımsız
Oyun Tekerlemeleri:
__ Nerdeydin kızım?
__ Burdaydım annem __ Ne yaptın kızım? __
Oynadım annem __ Kiminle kızım? __ Ceyar’la annem Ceyar’ın oyunu başka Ceyar
geliyor aşka Sağa sola dönelim Bir selam verelim
(Kaya, 1999, 551)
Bindim erik dalına
Baktım deniz yoluna Dört gemi geliyor. Biri ağa biri paşa
Ortancası Ahmet Paşa Kalk gidelim Altıntaş’a __ Altıntaş’ta ne var? __ Al
duvaklı gelin var __ Al duvağın açalım Gemiler saçalım (Bozdoğan, 15)
İki gemi geliyor Biri A biri B
__ Sırma
saçlı kız var. __ Sırma saçın örelim Ali Bey’e verelim Ali Bey hasta Çorbası
tasta Et yer su içmez Bu ne biçim hasta. (Bozdoğan, 6)
__ Nerdeydin kızım
__ Danstaydım anne
__ Kiminle kızım
__ Bir subayla anne
__ Subay sana ne dedi
__ Söyleyemem anne
__ Gözleri nasıl
__ Zeytin gibi anne
__ Yanakları nasıl
__ Elma gibi anne
__ Alayım mı kızım
__ Hiç durma anne
Hop bir iki yedi sekiz on iki
Hop bir
iki yedi sekiz on iki (Türkiçin, 1974, 109-110)
Tık
tık
Kim
O?
Benim
Memo.
Ne istiyorsun? Para
Al avucunu yala.
Nuri attı iki taş
Bir cam kırdı bir de baş Nerede kaldı terbiye
Doğru söyle terbiye Doğru söyle arkadaş Yaramazı tutarlar Merdivenden atarlar
Tıngır mıngır giderken Arkasından bakarlar.
(Dirim, 60)
SÖZ
OYUNLARINA DAYALI TEKERLEMELER
“Yanıltmaca” terimi, halk arasındaki daha yaygın şekli olan
“yanıltmaç”, biçiminde söylenmektedir. Yanıltmacalar, oyun tekerlemelerinin söz
cambazlığına dayanan bir çeşididir. Daha çok çocuk geleneğinde görülür. İçinde
şiirle ya da başka anlatım özenmeleriyle ilgili bir öge bulunmayıp, çeşitli
sözcük dizeleriyle kurulan anlamlı-anlamsız tümcelerden oluşur. Bu durumuyla
ses yapısı bakımından söyleyişte güçlükler taşır ve hızla söylendiği zaman,
söyleyeni küçük ya da gülünç durumlara düşürür. Farkına varılmadan söylenilen
sözcükler de, çevredekilerin gülüşmelerine yol açar. Söylenilen şeylerin
tuhaflığı, onları eğlendirir (Bozyiğit, 1986, 7).
Yanıltmacalarda, esas unsur, artikülasyon (boğumlama)
denilen, boğazdan çıkan sese doğru bir biçim verebilmektir. Yanıltmacalar
sadece tekerlemeler içerisinde değil, diksiyon ve fonetik çalışmalarında da
önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle çocukların dil gelişimindeki rolü
bakımından, önemli bir yere sahiptirler. Tekerlemeler içinde önemli bir yer
teşkil etmeleri sebebiyle, bu çalışma içerisine dahil edilmişlerdir.
Çalışmamızın
“Mensur Tekerlemeler” başlığı altında değerlendirdiğimiz bölümün konu başlığı,
“Söz Oyunlarına Dayalı Tekerlemeler (Yanıltmacalar)” olarak belirlenmiştir. “Söz
Oyunlarına Dayalı Tekerlemeler” tanımı ilk olarak; Şükrü Elçin’in “Halk
Edebiyatına Giriş” adlı eserindeki tekerleme tasnifinde yer almış ve
çalışmamızın üçüncü bölümü, bu başlık altında değerlendirilmiştir (Elçin, 2000,
592-598).
Abana’dan Adana’ya abarta
abarta apar topar ahlatla
ağdalı avuntucu ahmak Ahmet’in avadanlıklarını
aparanlardan acar Abdullah
ile aptal Abdi akşam akşam bize geldiler.
(Sarıkayalı,
B.D.N.)
Aç at yol almaz, aç it
av almaz.
(Çongur, 136)
Adam adamı bir kere aldatır.
(Çongur, 136)
Âdeme âdem gerektir
âdem anlar âdemi, Âdem âdem
olmayınca nitsin âdem âdemi.
(Çongur, 136)
Ağacın altında bir tırtıl,
yiyiyor yaprakları kıtır
kıtır. Hain tırtıl, pis tırtıl,
neden yiyorsun ağacın yapraklarını
kıtır kıtır?
(Bozyiğit, 1986, 8-9)
Ağaçtaki yemişleri toplayalım, ben şu dala,
sen bu dala.
(Tan, 1981, 58)
Ahırda beş boz başlı
beş boz eşek var.
(Tan, 1981, 58)
Ahmetle Mehmet mahkemeye
gitmişler, bilmem mahkemede mahkemeleşmişler
mi, mahkemeleşmemişler mi?
(Bayrı, 1972, 60)
Aksaray’da akar çeşme
aksa raylar bozulur.
(Sakaoğlu, 1980, 10-12)
Ak balkabak boz balkabak,
boz balkabak, ak balkabak.
(Mirzeyev-Kuliyev, 26)
-376-
Aksak sarı sarsak,
sarsak sarı aksak.
(Mirzeyev-Kuliyev, 56)
Almanya’dan avdet eden Akşehirli
Abdullah Alâeddin’in atölyesindeki
altı adet âleti aptal Abdi ile ağabeyi
mi birlikte aşırıp aldılar da askıya
astılar, yoksa Âlâiyeli Adalet
Âdile’nin oğlu ak suratlı ahmak Ahmet
ile Abadanlı Âbidin’in akrabası
Arap Âsaf mı birlikte aşırıp aldılar
da askıya astılar?
(Çongur, 136)
Al şu bir sahan paçayı, sam sam sarımsakla.
Sam sam sarımsaklıyamazsan ver ona sam
sam sarımsaklasın.
(Bozyiğit, 1986, 8-9)
Al şu takatukaları takatukacıya
götür takatukalat da getir. Takatukacı
takatukaları takatukalamam
derse takatukacıdan takatukaları
takatukalatmadan al getir.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Amca çarşıda koza ucuz mu?
(Tan, 1981, 59)
Amcam bir araba alıp alacalattıracaktı.
Acaba arabayı alıp da mı alacalattırdı,
alacalattırmadan aldı da daha sonra
mı alacalattırdı?
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Anam bağda, öküz dağda; at harmanda,
inek damda.
(Sümer, 63-69)
Ark ağır ağır akar, ağır ağır
akar ark.
(Mirzeyev-Kuliyev, 12)
Atı almalı nallamalı da mı
üstüne atmaca elde atlamalı, avlanmalı;
nallamamalı da mı atmaca elde
üstüne atlamalı, avlanmalı?
(Çongur, 136)
Ayşe Fatma dinkilim kutlu,
kel mutlu.
(Bozyiğit, 1986, 8-9)
Az kaz uz kaz, boyunca kaz.
(Şenbay, 100)
Babaeskili babacan
Bahri Beberuhi Bedri ile Bıyıksız bıçkıcı
bıngıldak Bigalı Bikes Bahir’in Bigadiç’teki
bonbon bonmarşesine varmışlar, oradakilerin yüzlerine bön
bön bakarak, büyülü büyük buhurdanlığı buğulu
buğulu boşaltıp bomboş bırakmışlar, sonra da
Bodrum’da gözden kaybolmuşlar.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Bak ağzıma eğriyse eğri de, doğruysa
doğru de, sen benim ağzımın kâhyası mısın?
(Tan, 1981, 59)
Bakir beldenin bükümlü
bostanında bel bel bakıp duran bön bön
bakıp duran bastonlu boz bornozlu bitli
pireli Bekir Benjamin’in babasını bekar Belen’de
belli belirsiz görmüş.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Bala tadı baldadır.
Balanın bal tadanı, adamı yaman aldatır.
(Mirzeyev-Kuliyev, 9)
Baldıran dalları
ballandırılmalı mı, ballandırılmamalı
mı? Sonra o bala daldırılan baldıran
dalları dallandırılmalı mı, ballı
dalla dallandırılmamalı mı?
(Çongur, 137)
Baş mı ak, saç mı ak?
(Çongur, 137)
Be birader buraya
bak, başı bereli, burma bıyıklı, beti
benzi bembeyaz beberuhi boylu Bilâl’in
burnuna biber kaçırıp bir bebek gibi
barbar bağırması bir bakıma hoş, bir bakıma
boş, berbat bir hal değil midir?
(Çongur, 137)
Ben bademe baktım,
badem bana baktı ben bademden bıktım,
badem benden bıktı.
(Bayrı, 1972, 60)
Beni beğenmeyen mestan, yüzü
görünmez pasdan.
(Peksöz, 138)
Benim bir
parmağım ibriğin deliğine, ibriğin deliği benim parmağıma.
(Tan, 1981, 59)
Bel başının
otu, bel dibinden belli olur.
(Çongur, 137)
Bıldır, bir
bıldırcına bıldırcınlaşmamı
bildirdim. Dedim beri bak
ey bıldırcın, gel birbirimizle
bıldırcınlaşalım. Dedi,
bıldır sen çil bıldırcınla bıldırcınlaşmadığın
için seninle bıldırcınlaşmayacağım.
Bıldır sen çil bıldırcınla bıldırcınlaşsaydın,
bil seninle bıldırcınlaşırdım.
(Mirzeyev-Kuliyev,
18)
Bir berber
bir berbere bre berber gel
beraber bir berber dükkanı
açalım demiş.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Bir berber
bir berbere: “Bre berber, be
berber, be birader! Gel beraber
bir berber dükkanı açalım” demiş.
(Kaya,
1979, 18)
Bir berber
bir berbere bre berber beri
gel diye bar bar bağırmış.
(Bozyiğit,
1986, 8-9)
Bir çömlek yoğurdum var,
sarımsaklamalı mı, sarımsaklamamalı
mı? (Tan, 1981, 59)
-403-
Bir dalda kırk kartal,
kırkı konar kırkı kalkar.
(Kaya, 1979, 18)
Bir derede eşek eti, bir
derede şişek eti. Şişek
etine vardım eşek eti yedim, eşek
etine vardım şişek eti yedim.
(Kaya, 1979, 18)
Bir derede kuzu eti, bir derede tazı
eti; kuzu etine vardım kuzu eti yedim, tazı
etine vardım tazı eti yedim.
(Gözaydın, 1985, 338)
Bir
katır var, bir satır; satırı
kaldır katıra saldır, katırı
kaldır, satırla saldır.
(Kaya,
1979, 18)
Bir
lafı söylemeli ama saçmalamamalı.
(Bozyiğit,
1986, 8-9)
Bir
para, iki para, üç para, bu nasıl yara?
(Bozyiğit,
1986, 8-9)
Bir pirinci birinci buluşta
bir inci gibi birbirine bağlayıp
perlepe berberi bastı bacak Bedri
ile beraber Bursa barına parasız
giden bu baytak budala babası topal Badi’den
biberli bademli bir papara
yedi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Bir tarlaya kemeken
ekmişler. İki kürkü yırtık kel
kör kirpi dadanmış. Biri erkek kürkü
yırtık kel kör kirpi, öteki
dişi kürkü yırtık kel kör kirpi,
kürkü yırtık erkek kel kör
kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık
dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü
kürkü yırtık erkek kel kör
kirpinin yırtık kürküne eklemişler.
(Bozyiğit, 1986, 8-9)
Birim çelik
dibinde, ikim çelik dibinde,
üçüm çelik dibinde, dördüm çelik
dibinde, beşim çelik dibinde,
altım çelik dibinde, yedim çelik dibinde.
(Bozyiğit, 8-9)
Bizde
bize biz derler, sizde bize
ne derler?
(Dirim, 93)
Bol
bol yiyen, bel bel bakar.
(Şenbay, 97)
Boşu
beş tas, beşi boş tas.
(Akyüz, 35)
Bu bankaya eski veznedar gelecek,
bu bankaya eski vezne dar gelecek. (Tan, 1981, 58-67)
Bu duvarı malalamalı
mı, malalamamalı mı?
(Tan, 1981, 58-67)
Bu evi yıkıp yapsak da
mı otursak, yoksa yıkmasak onarsak
da mı otursak? (Çongur, 137)
Bu harmanı yabalamalı
mı, yabalamamalı mı?
(Tan, 1981, 58-67)
Bu kapıyı sürmelemeli mi,
sürmelememeli mi?
(Tan, 1981, 58-67)
Bu masayı muşambalamalı
mı, muşambalamamalı mı?
(Tan, 1981,58-67)
Bu odayı badanalamalı
mı badanalamamalı mı?
(Bayrı, 1972, 60)
Bu tarlaya da
bir çinik şekere mekere ekilmiş,
diğerine de bir çinik şekere
mekere ekilmiş. Bu tarlaya da bozalabaşlı
pis porsuk dadanmış, ötekine de
bozalabaşlı pis porsuk dadanmış.
Bu tarlaya dadanan bozalabaşlı
pis porsuk diğer tarlaya dadanan
bozalabaşlı pis porsuğa demiş
ki: “Bozalabaşlı pis porsuk
sen ne zamandan beri bu tarlaya dadanan
pis porsuksun?” “Sen ne zamandan beri
bu tarlaya dadanan bozalabaşlı
pis porsuksan, ben de o zamandan
beri bu tarlaya dadanan bozalabaşlı
pis porsuğum” demiş.
(Bozyiğit, 8-9)
Bu terecede
dört gök börk, o terecede
dört gök börk. Bu terecedeki
dört gök börk, o terecedeki
dört gök börke dedi: “Nedisen
o terecede dört gök börk?”
(Bozyiğit, 8-9)
Bu yapıyı yıkıp yapsak
da mı otursak, yoksa yapmadan
otursak da mı yıkıp yapsak?
(Çongur, 148)
Bu yoğurdu mayalamalı da mı
saklamalı, mayalamamalı
da mı saklamalı. (Sümer, 63-69)
Cansız Cemil ceset
Cemal’in ceket cebinden ortalık cayır cayır
cayırdarken cübbesini cephede cihet
tayini yapmak için celep Cahit’e cartlattırmış.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Caylanırım
cuylanırım, şöyle anadan böyle babadan
doğduğuma arlanırım. (Peksöz, 138)
Cebirci
Cabir camiinin civarında, cebirci
Cavit’in cebindeki cebir defteri
cebren cebrolunmuştur.
(Ural, 15)
Cemil,
Cemile,Cemal, cumaları cilâcı
cüce Canip’in, cicili bicili
cumbalı cilvetinde cümbür cemaat
cacıklı civcivle cücüklü cacık
yerler, sonra da Cebecili cingöz
coğrafyacının cinci ciciannesinin
cırcırböceğini dinlerler.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Cırcır
böceği çeneli ciciannenin çıtır pıtır
kızının çıtı pıtı çıtkırıldım çocuğu
için çıtı pıtı hanım ciciannesine çatmış
çıkışmış.
(Çongur, 138)
Cuma
günü olmaz, cuma ertesi hiç olmaz.
(Peksöz, 138)
Cücü
çinici celâlli hoca Câbi geceleri
içki içince gizlice Marpuççular
içindeki züccaciyecilere gidip içi Çince
yazılı cevizcikleri ciro için içiçe
geçmiş cicili bicili üç çeşit
biçimsiz civalı cam çubuğu cepceğizine
indirdi.
(Çongur, 137)
Çalçene
çalgıcı çingene çarşıda çerçi Cinuçen’den
çaldığı üç çift çerçeveyi camcı Celâlettin’e
önce çıtalattı da mı çiviletti, önce
çiviletti de sonra mı çıtalattı? (Çongur,
138)
Çapa
çapa çaydan geçti çapkıncılar,
çapa çapa çalıp çarptı çapkıncılar.
(Mirzeyev-Kuliyev, 12)
Çarık, çorak,
dolak. Ben sana çarık, çorak, dolak mı
dedim?
(Sümer, 64)
Çat burada, çat
kapı arkasında.
(Şenbay, 99)
Çatalağzında çatalsız
Çatalcalı çatalcının çarpık çurpuk
çançiçeğine çalçene Çoruhlu’ya
çarptırmasına ne dersin?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Çatalca’da çarpık
çoban çatal yapar, çatal satar.
(Bayrı, 1972, 60).
Çatalca’da çatal
çoban, çatal yapar çatal satar. Bilmem parası
var mı, çatal satar çatal yapar.
(Uslu, 26)
Çatalca’da
topal çoban çatal sapan yapar, çatal sapan
satarmış. Topal çoban parası varda mı
çatal sapan yapar, çatal sapan satarmış,
Çatalcalı topal çoban parası yokta mı
çatal sapan yapar çatal sapan satarmış.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan
mısınız?
(Kaya, 1979, 18)
Çıtır pıtır
hanımın çıtı pıtı kızının çıt kırıldım
çocuğu olmuş, çıtı pıtı hanım çıt
kırıldım kızıyla çıtır pıtır annesine
öğünmüş.
(Tan, 1981, 58-67)
-443-
Çift civciv,
çift çift civciv, üç çift civciv.
(Mirzeyev-Kuliyev, 20)
-444-
Çift
cüce, çift çift cüce, üç çift
cüce.
(Mirzeyev-Kuliyev, 55)
Çiftçi
çiftin çiftledi, çift çiftin
sürükledi.
(Mirzeyev-Kuliyev, 22)
Çul
ardından çomak çeken çok olur.
(Çongur, 137)
Dadaloğlu Darende’den
dertop edilip derlenmiş de dertli
dolap dır dır edip dertlenmemiş
mi ?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Dadaylı dadımın
Dodurgalı düdük delisi dedesi
diline doladığı debdebeli
dedim dedisiyle dırdırını
dilinden düşürüp de bir defa olsun
doya doya düden diyemeden,
düdenin dallara doldurduğu
dutlardan doyasıya yiyemeden
dârı dünyadan göçüp gitti.
(Çongur, 138)
Dağdan indi on beş boz eşşek.
Beşi bez yüklü boş eşek,
beşi tuz yüklü boz eşek,
beşi koz yüklü boz eşşek.
(Bozyiğit, 1986, 8-9)
Dama girmez, saman
yemez, söylemez, solumaz.
(Peksöz, 138)
Dambır
dumbur nerede, deli kız orada.
(Şenbay, 98)
Damdan
bir damla düştü, şip benim alnıma,
şip anamın alnına.
(Bozyiğit, 8-9)
Damla damla
göl olur, damlacıktan sel olur.
(Şenbay, 98)
Dârı dünyada
delilerle dertli dedelerin dizi dibinde
didindin durdun da, kendi derdini
döküp dereden tepeden dört çift lakırdı
edecek bir hemderdi bir türlü bulamadın.
(Çongur, 138)
Dazlak dişlek davulcu
Dilâver’in dünürü Dâver, Dinarlı
Davut’un damadını dürüm dürüm dürmüş
dövmüş de mi Dinarlı’nın dünürü Dâver’den
dâvacı olmuş, yoksa Dinarlı Davut’un damadı
mı dazlak dişlek davulcu Dilâver’in dünürü
Dâver’i dürüm dürüm dürmüş
dövmüş, dâvacı olmuş?
(Çongur, 138)
Değirmene girdi köpek, değirmenci vurdu kötek.
Kepek mi yiyip şişti köpek, kötek mi
yiyip şişti köpek?
(Mirzayev-Kuliyev, 11)
Değirmencinin biri değirmen
çevirir. Yanında bir kedi var. O kedideki
göz, o kedideki kaş, o kedideki
burun, o kedideki kuyruk.
(Tan, 1981, 61)
Denizi çorba ettik,
gemiyi kepçe ettik. Yedik, içtik yüzümüz
gülmedi.
(Tan, 1981, 61)
Derdim var dert
dert üstüne, derman ararım dert üstüne.
(Çongur, 138)
Dereden siz gelin, tepeden ben.
Anasını siz sevin kızını ben. Sandığa
siz girin, sepete ben.
(Tan, 1981, 61)
Derenin bu başına ektim
bir dönüm kekere mekere, derenin
öbür başına da ektim bir dönüm kekere
mekere. Derenin bu başına ektiğim
kekere mekerelere dadanmış
bir boboloboz başlı kekeleme, kel,
kör, kürkü küflü, bitli. Derenin
öbür başına da ekilen kekere
mekerelere de dadanmış bir boboloboz
başlı kekeleme, kel, kör,
kürkü küflü, bitli. Derenin
bu başına ekilen kekere mekerelere
dadanan boboloboz başlı kekeleme,
kel, kör, kürkü küflü,
bitli; derenin öbür başına ekilen
kekere mekerelere dadanan
boboloboz başlı kekeleme, kel,
kör, kürkü küflü, bitliye: “Sen
ne zamandan beri derenin öbür başına
ekilen kekere mekerelere
dadanan boboloboz başlı kekeleme,
kel, kör, kürkü küflü,
bitlisin?” demiş. Derenin öbür başına
ekilen kekere mekerelere
dadanan boboloboz başlı, kekeleme,
kel, kör, kürkü küflü,
bitli; derenin bu başına ekilen
kekere mekerelere dadanan
boboloboz başlı, kekeleme, kel,
kör, kürkü küflü, bitliye: “Sen
ne zamandan beri derenin bu başına
ekilen kekere mekerelere
dadanan boboloboz başlı, kekeleme,
kel, kör, kürkü küflü,
bitliysen; ben de o zamandan beri derenin
öbür başına ekilen kekere
mekerelere dadanan boboloboz
başlı, kekeleme, kel, kör,
kürkü küflü, bitliyim.” demiş.
(Duymaz, 117)
Derman
dedim dert oldu dertler dermanımı
vurdu. Dertli dolap derdinden demet
demet gül oldu.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Dım dım da
dım dım, dım dım da dım dım;
ben bu dım dım’dan bir şey anlamadım.
(Çongur, 139)
Dibi kovuk, kabuğu kalın eğri
doğru kuru kavak.
(Kaya, 1979, 18)
-465-
Didim didim
dit dedim dedeme, ama dom
dom konuşma.
(Çongur, 138)
Doğan
doğandan tatlı, doğacak ondan
tatlı.
(Peksöz, 138)
Doğan
doğandan tatlı, doğacak ondan tatlı.
(Bozyiğit, 7)
Dolu
tas boşa, boş tas aşa.
(Bozyiğit, 8-9)
Dom dom
kurşunu düm düm değil, dom dom patlar.
(Çongur, 138)
Dört deryanın
deresini, dört tezgahın derbendie devrederlerse,
dört deryadan dörtdert, dört
tezgahtan dört dev çıkar.
(Sümer, 63-69)
Durdu
durdu da, turnayı gözünden vurdu.
(Peksöz, 138)
Edepli edebi edepsizden
edinmiş.
(Çongur, 139)
Ekmeği ekmekçiye ver,
bir ekmek de üste ver.
(Çongur, 139)
Ekmek Dağı ekmek olsa,
Dikmen Dağı pilav olsa, Yeni Cami kaşık olsa,
bütün dünya hoşaf olsa, acaba yeter mi sabah kahvaltısı?
(Tan, 1981, 58-67)
Elâlem bir ala dana
aldı ala danalandı da, biz bir ala
dana alıp ala danalanamadık.
(Sümer, 63-69)
Eleşkirtli eleştirmen Eşref
ile Edremitli Bedri’yi Ege’nin en iyi eğercisi biliyorlarsa,
ben de Ermenekli Erdem Ergene’nin en iyi elektrikçisidir
derim. (Çongur, 139)
Eller bazlamalandı
da, biz bazlamalanamadık.
(Uslu, 26)
Eller dana almış danalanmış,
biz de dana alıp danalanalım mı?
(Sümer, 63-69)
Eller dinlendi de
biz dinlenemedik.
(Çongur, 139)
Eller pekmezlendi
de, ben pekmezlenemedim.
(Tan, 1981, 62)
Eller lahana almış lahanalanmış,
biz de lahana alalım lahanalım.
(Kaya, 1999, 566)
Eller tere terelenmiş,
biz de tere alalım da terelenelim.
(Sümer, 63-69)
Emiş “emin”le memiş
“Mehmet” mahkemeye gitmiş. Bilmem
mahkemeleşmiş, bilmem mahkemeleşmemiş.
(Kaya, 1979, 18)
Erkek kel kör kirpi
dişi kel kör kirpiye demiş ki: “Sen benim tarlama
girme!” dişi kel kör kirpi erkek kel
kör kirpiye demiş ki: “Sen de benim tarlama
girme”. Erkek kel kör kel kirpi
ile dişi kel kör kirpi arasında kavga
çıkmış. Erkek kel kör kirpi dişi kel kör
kirpiyi öldürmüş.
(Bayrı, 1972, 60)
Erzurumlu Efruz efendinin
evde kalmış evlenmemiş ebesi Edirne emiri
Esfendiyar efendiye evet deyip evlenmelide mi
ev edinmeli, evlenmemeli de ev edinmemeli mi
?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Ev ardına arpa ektim, işlendi, dişlendi,
bir kancık sıpa düşlendi. Al adam sıpanı, siperim
sıpanı.
(Bozyiğit, 8-9)
Evimizin ardında bir çam, bir budağına
dedecik binmiş, bir budağına ebecik
binmiş, dedecik ebeciği sırkalar, ebecik
dedeciği sırkalar.
(Bozyiğit, 8-9)
Ey aşçı Abbas, dur bana beş
basma tas aş ver. Bu nice beş
basma taş aştır? Bana beş basma
tas aş ver?
(Mirzeyev-Kuliyev, 6)
Ey aksak aşçı Hasan, aşçılar aş
pişirir, sen de gel aş pişir, ey aksak aşçı
Hasan.
(Mirzeyev-Kuliyev, 6)
Ezineli Emin emminin kızı ellilik
Emine bir eliyle mendilini salladı,
bir eliyle elli bine el eyledi.
(Çongur, 139)
Fakır halamın alkara arkalığı,
ark aralığında, ağır ağır akar.
(Mirzayev-Kuliyev, 12)
Falcı falcıya fend
etmez.
(Şenbay, 98)
Falezli
falçatanın figan eden Ferhunde’ye var mı
faydası, Ferhunde’nin fer fer atan
yüreği Fitnat’ın faturasına fark
fırlatır mı ?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Farfaracı
Fikriye ile favorili faso fiso
Fahri Fatsalı Fatma’yı görünce, fesleğenci
feylosof Feyyaz’ı, fındıkçı Ferhunde’yi
hatırlayarak feveran ettiler. (Çongur,
139)
Fermanlı
fabrikatör Fuat Fatin Furtun,
filden, fiilden, fısıltıdan, fosilden,
filitten, flütten, fellik fellik
kaçar.
(Çongur, 139)
Gagavuz
kuşunun gagası gerdandan sarkar, ger
ger gerilen gergefin gültası Galata’dan
galat gergedana gül atar.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Gara
gara gartallar, Garacadağ’da
kanat çırpanlar.
(Uslu, 26)
Gapı gıcırtıcılandırıcılardan
mısınız, ocak kıvılcımlandırıcılardan
mısınız? (Uslu, 26)
Geldin
geldin gelme, geldin geri dönme.
(Şenbay, 98)
Gelirse hana boş, gelmezse
daha hoş.
(Peksöz, 138)
Gemerek’ten
Gediz’e gelen Gebzeli gezginci
gitarist geceleyin gençlere gerçekdışılıkla
gerçeklik dışı ilişkiler arasında
ne gibi geçerlilik gerçekliği
olduğunu sormuş, bütün gençleri güldürmüş.
(Çongur, 140)
Gerekli gereksiz
ve gereğine inanmadan gayretkeşlik
edip iki günde bir Genel Kurula gensoru
veren Giresunlu Gıyasettin Güner için
Genel Kurula gensoru vermek, gerçekten
de gerekmekte midir, gerekmemekte
midır?
(Çongur, 140)
Getirince
el getirir, yel getirir,
sel getirir; götürünce el götürür,
yel götürür, sel götürür.
(Şenbay, 98)
Götür küpü dök küpü, getir küpü
sök küpü.
(Uslu, 26)
Gözlemecinin
gözlüğü gözcünün gözünde
mi, gözcünün gözlüğü gözlemecinin
gözünde mi?
(Bozyiğit, 8-9)
Guyuya indim silindim silkindim
çıktım.
(Uslu, 26)
Gurbet elde bir iş geldi başıma
.Yumruğum gibi yahniler dokunsa dişime, otursam
kırk tepsi baklavanın başına, acaba
yeter mi sabah kahvaltısı?
(Tan, 1981,
58-67)
Gül dibi gibi, bülbül
dili gibi, gül dibi bülbül dili.
(Sümer, 63-69)
-509-
Gül güllükte,
kül küllükte
(Mirzeyev-Kuliyev,
22)
Güneyli girgin
gammaz Gâlip Gâvurdağlı Gündüze güpegündüz
galeyana gelmiş de Gülgiloğlu Gaziantepli
gazinocu Gazanfer’i Gölköylü gitarist
ile birlikte Gümüşhane’ye gönderivermiş.
(Çongur, 140)
Güreşte galip
gelen Gelibolulu güreşçi, Ganalı güreşçi
Gonzales’e güreşmiş de mi galip
gelmiş, yoksa Ganalı güreşçi Gonzales
hükmen yenilmiş güreşememiş
de güreşmeden mi galip gelmiş?
(Çongur, 140)
Hakim hakem,
hakem hakim gerek.
(Çongur, 140)
Hakkı Hakkı’dan
hakkını istemiş. Hakkı Hakkının hakkını
vermeyince Hakkı Hakkı’nın hakkından
gelmiş.
(Bozyiğit, 8-9)
Hahamhanede
hahambaşı hahamı homur
homur homurdanır görünce, hemencecik
heyecanlandı, hızlandı, hoşnutsuz, hırçın hırçın
giderken Hollandalı Helga’yı karşısında görünce,
hah tamam, dedi, haydi hohla, hadi
hemen hoh de bakayım deyip hayıflandı.
(Çongur, 140)
Hapı yuttu
Haldun, hap hup etti Sadun.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Haraya girdim, sildim, silkindim,
çıktım.
(Bozyiğit, 8-9)
Hayırlının
hayrına, hayırsızın şerrine.
(Çongur, 140)
Hayrabolulu Hamamizâde
Hâmit Hayrettin’in hanımı Halide
Harputlu has undan hamur açıp Halaskârgazi’de
hassa alayından mütekait hamurkâr
Hüsnü Hayrettin’le halası Hayrünisa
hanımın hem hayretine sebep oldu hem
de hayranlığını kazanıp hayır duasını
aldı.
(Çongur, 140)
Her kadın hanesinin
hem hanımı, hem halayığıdır.
(Çongur, 140)
Herkes gayganalandı da, biz gayganalanamadık.
(Uslu, 26)
Herkes lahana
alıp lahanalanmış, biz de lahana
alıp lahanalalım mı?
(Sümer, 63-69)
Herkes mıhlamalandı da, biz mıhlamalanamadık.
(Sakaoğlu, 1980, 11)
Hey vurani vurani, ne
çok söyledin yalanı, yedim kırk kazan borani,
keyfim gelmedi, karnım doymadı.
(Tan, 1981, 58-67)
Hımhım ile burunsuz, birbirinden
uğursuz.
(Peksöz, 138)
Hopalı Hamit’in
hop hop atar yüreği, Hataylı Hasret’in
hep söyler dili. (Sarıkayalı, B.D.N.)
Iğdır’ın ığıl ığıl akan
ılıman ırmağının kıyıları iklim
tıklım ılgın kaplıdır. (Çongur,
141)
Issız Sivrihisar‘ın sarsıntısız
şosesi üstünde zırıltısız sızıltısız
bir yaz köşesi seçip sazsız cazsız
ve susuz sırf sosisonla işsiz
bir yaz sürmek isteyişimizin sırrını sezişine
serzenişsizce sustum.
(Çongur, 145)
İbibiklerin ibibiklerini
iyice iyileştirmek için İstinyeli istifçi İbiş’in
istif istiridyeleri mi, yoksa İskilipli
ispinoz işportacı İshak’ın işliğindeki ibrişimler
mi daha iyi bilemiyorum.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
İbiş ile Memiş mahkemeye
gitmiş, mahkemeleşmiş mi mahkemeleşmemiş
mi?
(Uslu, 26)
İbiş’le Memiş, iş
miş dememiş, itişmiş kavga etmiş
mahkemeye düşmüşler, mahkemeleşmişler.
İş miş dememiş, itişmiş, kavga
etmişler de mi mahkemeye düş müşler?
(Çongur, 143)
İki emini bir yemin
aralar.
(Çongur, 140)
İlle samur samur
diye sandıcağım, hayaliyle yandıcağım.
(Tan, 1981, 63)
İller bazlama yapmış
da bazlamalanmış. Biz bazlama
yaptık da bazlamalanamadık.
(Koşay, 71)
İller dizlemelendi
de biz dizlemelenemedik.
(Bozyiğit, 8-9)
İsa Musa köse, bu işte
böyle oldu her neyse.
(Peksöz, 138)
İstediğini söyleyen istemediğini
işitir.
(Çongur, 140)
İş ister işten kaçar.
(Çongur, 140)
Jamaika’dan
jetle gelen judocu Necdet’in getirdiği Japon Jandarmanın
kızı Fuji’nin pijamasıyla jan janlı jarse juponuna
jambon yağı döküldü de ne karısı Jale’de jeton düştü, ne Japongülü
Fuji aldırdı, jiklet çiğneyip jimnastik yaptılar. (Çongur,
141)
Japon
jiletlerinde Japonca yazılı.
(Şenbay, 98)
Jurnalcı
Jale ile jeneratörcü Müjgan Japonya’dan
jilet, jant, jet, jambon, jelatin, jartiyer,
jeton, jarse, Japon Gülü getirdiler.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kâğıtnâme’de kule
kapısındaki kuru kahveci Kahtalı Kasım
Kâzım’ın karnı çıkık, kaşı kalkık,
kurbağa gözlü kızı Kemter ile kolu
hem kırık hem çıkık kelkafalı kalfası
kavruk Hakkı, karışıklığa getirip
kavrulmuş kahveye kakule kırığı
kattı.
(Çongur, 141)
Kağızmanlı
Kemal, kurttan korkan Korkut’a
inat komşu kümesten kaçan kurtla
tilkinin kuyruklarını kopartıp
kuyu kapağına astı.
(Çongur, 142)
Kahve tütün, keyifler
büsbütün.
(Çongur, 141)
Kalbur
tekerlendi, öküz ölecek; senin
ne halin var bana gülecek?
(Peksöz, 138)
Kambur
Kadriye kavanozu kırdı, kırığını kırığına
kattı kaçtı kayıp. (Şenkaya, 68)
Kapı ardında yarım
yağlı yalak kırığı
(Bozyiğit, 8-9)
Kapı
arkasına yalak koydum, öte yalak beri yalak ararım.
(Bozyiğit, 8-9)
Kapıyı kıcır
gattırıcılardan mısın, ocağı kıvılcımlattırıcılardan
mısın? Ne kapıyı kıcırdattırıcılardanım
ne ocağı kıvılcımlattırıcılardanım.
(Bozyiğit, 8-9)
Kara
ağaç, kara ağaç, kabı koyu kara
ağaç, kabı koyu kirimiş kara kuru
kara ağaç.
(Bozyiğit, 8-9)
Kara burunlu
kabadayı Kadir, kafakâğıdını Kadirlili
kadirbilmez kapkaççı Kasım’la Kahire’deki
Kalecikliler kahvesinde kalamarla kâfuru
satan kaparozcu Kuzguncuklu kozmonot Kâzım’a
kaptırmış.
(Çongur, 142)
Kara
kara kartallar, karlı sulu tarlalar
ararlar.
(Bozyiğit, 8-9)
Kara kış
karlı dağı karla kavururken kaşı
kırkık kırk kulaklı Kasım kırk
kırık küp ve kırkık kırk kuzuya
tokmaklı kırkıs kalesi kapısında karkasının
kangalarını kızgın kargılarla
dağladı.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kara kızın kısa
kayışını kasışına kızmayışına şaşmamışsın
da, kuru kazın kızışıp kayısı kazışına
şaşmış kalmışsın.
(Çongur, 142)
Kara üzümün kartlaşmamışcası.
(Tan, 1981, 63)
Karşıdaki
köprünün altında iki kürkü yırtık
kör kirpi; dişi kürkü yırtık kör
kirpinin kürkünü erkek kürkü yırtık
kör kirpiye mi kaplamalı, yoksa erkek
kürkü yırtık kör kirpinin kürkünü
dişi kürkü yırtık kör kirpiye mi kaplamalı?
(Tan, 1981, 64)
Karşıdan gelen sekil sekiz çebiç,
bilmem bizim sekil çebiç, bilmem komşunun sekil sekiz
çebiçi.
(Tan, 1981, 64)
Kartal kalkar
dal sarkar, dal kalkar kartal sarkar.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kasımda, Kâzım’la
Kasım dayım bana Kâni’nin kafası Kâbil’e gitmeyi kabil
değil kabul etmez dediler.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kaşığım kaşıktır,
yağlı pilava âşıktır, yahni görse kırıtır,
dolmayı görse sırıtır, hoşafı görse ayılır,
zerdeyi görse bayılır.
(Tan, 1981, 58-67)
Kaynayan
kazan kapak tutmaz.
(Şenbay, 100)
Kayseri’nin
kazasında Kazancılar Çarşısı’nda, Kara
Kâzım’ın kızını kaçırmışlar, kaçıranın
kapısına kilit vurmuşlar.
(Şenkaya, 68)
Kel keyfince
kendi düşer, kendi kalkar.
(Çongur, 142)
Kelkit’te
kekliler Kesmik’e dadanmışlar;
Kelkitliler de Kesmik’teki
kekliklerin etine dadanmışlar.
Kelkit’te keklikler Kesmik’e
dadanmayaydılar Kelkitliler de Kesmik’teki
kekliklerin etine dadanmazlardı.
(Sakaoğlu, 1980, 10-12)
Kendirli’den
kemençeci kekeme Kerim kentlerin
keşmekeşliğine kesinkes karşı
çıkıyor ve keşke Keşan’da keşkekçilikle
kesme şekercilik yaparak kereste,
kerevet, kereviz, kerevit, ketenhelva,
kendir, kenevir, kemençe, kelem,
kekik, keklik satıp kelepircilik
ederek rahatıma baksaydım diyor. (Çongur,
142)
Keskin
kılıç kınını kesmez.
(Çongur, 141)
-566-
Keşkekçinin
keşkeklenmemiş keşkek kepçesi.
(Bozyiğit, 8-9)
Kıkırdadın
da mı kurudun kara kuru, kuru
kara ağaç, kıkırdamadın da mı kurudun
kuru kara, kara kuru
ağaç.
(Bozyiğit, 8-9)
Kınıklı kılıbık
kırpıntı kıyaslamacı, Kınıklı kılkuyruk
Kıtmirli kıkır kıkır kıkırdatarak
küskütük küçümen küfeci külhaniye külüstür
Kürşat’ı külünklü künkün üstüne küttedek
devirdi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kırıkhan’daki
kırıkçı çıkıkçı kırçıl Kır’ın
kırgın kırıkçısı kırmızı kırda
kıkır kıkır Kırımlı kıkırdakçının
allı kırlı kırlangıçlarını kışın
kırlarda Kırgızlı kırpıntıcı kırışık
Kırımlı’nın kırıkkıraklarıyla
besliyormuş.
(Çongur, 142)
Kırk
küp, kırkı da kulpu kırık küp. Kırk
kulpu kırık kırık küpün içinde kırk
kıl kuyruk var.
(Tan, 1981, 58-67)
-571-
Kırk
kantar kırkar kırkar kantar tartar.
(Bozyiğit, 8-9)
Kırk
kartal, kırk kanadı kırık kartal,
dal sarkar kartal kalkar.
(Uslu, 26)
Kırk
kartal, kırk kanadı kırık kartal,
kırkı kalkar, kırkı konar.
(Bozyiğit, 8-9)
Kırk
küp kırkının da kulpu kırık küp.
(Bozyiğit, 8-9)
Kırk okka
Antep baklavası, kırk kantar Kars’ın kara
koyun kavurması, kırk kutu Bağdat hurması,
acaba yeter mi bu kadarcık sabah kahvaltısı
?...
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Kırk tepsi
Antep helvası, kırk tepsi Bağdat hurması,
kırk kapının yaprak dolması, acaba
yeter mi sabah kahvaltısı?
(Tan, 1981, 58-67)
Kırk yılın başı,
Hasan’ın kabak aşı.
(Peksöz, 138)
Kilisli kikirik
kilimci Kilizman’daki kilitli
kilisede kimliğini kimseye sezdirmeden
kucak kucak kuskuslu kuşkonmazı
kukumav kuşuna, kişiliksiz
kulağakaçan kirli kirloz kirpiye
de Kuşadası’nın kuşhanesindeki
kuşbaşlı kuşbazla birlikte
önce kişnişli kuşüzümünü, sonra
da Kumla’nın kumlu kumlu kuşkirazını
yutturmuş.
(Çongur, 142)
Kirişten kirişe
kadın adımcı, Değirmencinin dal
pelitten kazığı var, Ya gelir kazıklar
kazığımı, ya varır kazıklarım
kazığını.
(Bozyiğit, 8-9)
Köprü altında serçecikler,
selkisiller, silkisiller,
su içerler, sivişirler. Gelin kızlar
selkiselim, silkiselim,
su içelim, sivişelim.
(Koşay, 71)
Kötü bu kötü,
anladım kendi kötü.
(Çongur, 141)
Küpe küp
deyince küp sahibi dip der.
(Çongur, 141)
Kürek sapı uzun olur, sızıltısı
güzün olur.
(Peksöz, 138)
Kürekçi
küsküyle değil, kürekle kürür
karı; kürkü ise kürke kürkçü
ular. (Çongur, 143)
Kürkü yırtık
kel kör erkek tilkinin kürkünü,
kürkü yırtık kel kör dişi tilkinin
kürküne eklemişler.
(Bayrı, 1972, 60)
Kürsü etrafında dizelenirler,
yanılan cereme virecek.
(Koşay,
71)
Lâfın azı özü, çobana verme kızı,
ya koyun götürür, ya kuzu.
(Çongur, 143)
Lâf lâfı
açar, lâf da kutuyu.
(Çongur, 143)
Lâleler lalamın
elinde lâl olur.
(Sakaoğlu, 1980, 10-12)
Lârendeli
Lâla Lûtfi Paşa’nın lâlik karısı
Lâmia Lâleli’de lâvantacı Lâtif’e
uğrayıp lâvanta esansı aldı. Limanda
limonata içip lâterna dinleyip lâdonla
Lido’ya gidip keyfe daldı.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Lehistanlı langır
lungur likorinoz lâfebesi lostromo Leyla
ile Lâlelili Lâle’ye leblebi
ile likör ikram etmiş.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Leyleğin ömrü lâk
lâkla geçer.
(Şenbay, 98)
Lüpçüler,
lütfen lüzumlu lüzumsuz lâkırdıları
bırakın da lüferlerinizi yiyin, lüferlerinizi
lüpleyin.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Mangal
kıvılcımlatıcılarından mısınız;
kapı gıcırdatıcılarından mısınız? (Kaya, 1979,
18)
Marifetli Melâhât’in
merkezdeki işine mevta olmuş diye bakıp mel mel
meleyen müzelik Memduh melon
şapkası ile selam verip müzik dinleyip mülteci
kampının mumunu yaktı.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Mehmet’le Mahmut
mahkemeye gitmişler, mahkemede
mahkemeleşmişler mi, mahkemeleşmemişler
mi?
(Çongur, 143)
Melek, elek eleye
eleye, öğüt verirdi eri, eli eğri
Ali’ye. (Mirzeyev-Kuliyev, 28)
Mendilim
menevişli, mendilde oya işli. Memnun
oldum tanıştığıma Memduha Menevişli.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Menemenli
Naime nine, ne benim mini
minime ninni söylememe, ne
Nami’nin nağmeli mâni mırıldanma
mânisine, ne de Mehmene Banu
nâmına nane mane emmene
mâni olur.
(Çongur, 144)
Mercimek
mi gölsemiş gölmü mercimeksemiş,
mercimek gölsemeseymiş göl mercimeksemezmiş.
(Uslu, 26)
Mudurnu’nun
Aslıyok Mahallesi’nden Vardabul
Oğulları’ndan Nâfil Efendi Oğlu
Hâfız.
(Tan, 1981, 58-67)
Muş Paşası hoşaf
tası.
(Özhan, 54)
Müsliften
medet, münafıktan nasihat beklenmez.
(Şenbay, 97)
Müthiş
Müfit Merdoğlu Mithat’ın mert
babasını marifetli Mürşide ile mahsun
kalmasın diye evlendirdi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Nankör
nalbant nalları nallamalı
mı, nallamamalı mı?
(Bozyiğit, 8-9)
Nargilemin altı derya,
üstü ateş, cümlemiz kardeşiz kardeş.
(Çongur, 144)
Nazilli’nin
nazik nanikçileri, nezaketinden
nezle olmuş. Nüktedânın nüksetmiş nüktesi,
nedimenin nadim olmuş neşvesi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Ne at
kaç, ne al kaç.
(Bozyiğit, 7)
Ne
cezveyi köpürdetebildim,
ne kahveyi höpürdetebildim.
(Sümer, 63-69)
Nobran
Nadi Nadir’in Nallıhan’da naneruhu, nalın,
narenciye, nergis alıp sattığı, namlı Nesrin’e
de nâzikâne Nazmi Nâzım nesir, nesep,nesiç,nemelâzımcılık,
nezaket, nikelâj, nüans, nümayiş, noel,
nöbet şekeri üzerine nutuk attığı söyleniyor. (Çongur,
144)
O yalan bu yalan,
fili yuttu bir yılan.
(Şenbay, 101)
-612-
Olmaz olmaz deme,
olmaz olmaz.
(Çongur, 144)
Oğlum oldu oydu
beni, kızım oldu soydu beni.
(Çongur, 144)
Öküz ölür gönü kalır,
yiğit ölür ünü kalır.
(Çongur, 144)
Özbekköyün özbeöz Ödemişli
öngörülü öğretmeni Özgür aslan ile
Özgül özellikle özerk ön öğretimde
öylesine özverili, ö vünç verici ve özgüye
değer kişiler ki, öğretim üyeleri
içinde örnek onlardır, diyebilirim.
(Çongur, 144)
Pasaklı
pinpon pislikten paklandı.
(Bozyiğit, 8-9)
Paşa tasıyla taşa
taşa beş tas has üzüm hoşafı. Paşanın
tasası taşanın maşası pas tutmaz
şaşılır makası.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Parayı
paraya verin, parayı araya
vermeyin.
(Bozyiğit, 7)
Penceredeki tekir kedi
tenceredeki eti kendi kendine
yedi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Pireli peyniri,
perhizli pireler tepelerse, pireli
peynirler de, pır pır pervaz
ederler.
(Sümer, 63-69)
Ramazan’da Rizeli
Remzi rüküş Rümeysa’ya rastlamış da Römorkör,
riziko, rokoko, Rûhül Kûdüs, rûzgâr gülü, rıh,
zırh rint, rink, ray, rab, radyoaktif,
rehabilitasyon nedir diye sormuş.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Rüzgâra tüküren
kendi yüzüne tükürür.
(Çongur, 145)
Saç sakal
kar sanki, saçsa kalkar sanki.
(Tan, 1981, 65)
Saçmalamalı
mı, saçmalamamalı mı?
(Sakaoğlu, 1980, 10-12)
Sarı Dayı
Sarı Dayı! Ne sarı, kuru darı,
bu darı be dayı.
(Kaya, 1979, 18)
Saza sazla,
söze sözle mukabele etmek gerek.
(Şenbay, 100)
Sedat Tınaz’ın
bütün tasası suratsız teyzesine
rastlamadan set üstünde sırtını
zerzevat sepetinin pis tepesine
sürten sıska sülük tazısını
toz tortusu üzerine tutsak
etmeseydi.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Sen
ağa ben ağa, bu ineği kim sağa.
(Peksöz, 138)
Serçe
ile söyleşenin sesi semadan gelir.
(Şenbay, 100)
Sizin bacaya konmuş allı
ballı kabaklı baykuşa bizim
bacaya konmuş allı ballı kabaklı
baykuş demiş ki: “Nasılsın allı ballı
kabaklı baykuş?” (Sakaoğlu, 1980, 10-12)
Sizin damda var
beş boz başlı beş boz ördek, bizim
damda var beş boz başlı beş boz ördek,
sizin damdaki beş boz başlı beş
boz ördek, bizim damdaki beş boz başlı
beş boz ördeğe:“Siz de bizcileyin
beş boz başlı beş boz ördek misiniz?”
demiş. (Sümer, 63-69)
Sıcak ekmek pekmezsemiş,
pekmez sıcak ekmek istemiş.
(Bozyiğit, 8-9)
Sizler de çekoslavaklaştıramadıklarımızdan
mısınız?
(Bozyiğit, 8-9)
Sivrihisarlı simitçi
Sâlim’le simitleri susamlasak
da mı satsak,
susamlamadan
mı satsak; yoksa susamlamadan satsak da satın alanlara mı
susamlatsak?
(Çongur, 146)
Siz bizim hısmımızmışsınız,
biz bilememişiz.
(Kaya, 1979, 18)
Soğutulmuş
üç tunç tas has kayısı hoşafı.
(Çongur, 145)
Soğutulmuş üç tunç
tas kayısı hoşafı iç, sıcak sevilmeyen beş tas
has hoşaftan sahiden sevimli olur.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Söyle kızım kızına,
o da söylesin kızının kızına;
ağlatmasın kızının kızı, kızımızın
kızını.
(Çongur, 142)
Su şişesi,
Muş Paşası.
(Tan, 1981, 66)
Sudan çıktı
iki su şadısı; biri erkek su şadısı,
biri dişi su şadısı.
(Tan, 1981, 66)
Şapka
fesin yanında, şap kafesin yanında.
(Tan, 1981, 66)
Şartlı Şaban Şarkışlalı
şipşakçı Şekip bir de şıpsevdi Semiha
Şişhane’den şeytan kuşu mu şömine
maşası mı masa şemsiyesi
mi şoson mu şezlong mu ne satın
almaya gitmişler şaşıp kalmışlar.
( Sarıkayalı, B.D.N.)
Şemsi
Paşa Pasajında sesi büzüşesiceler.
(Bozyiğit, 8-9)
Şeytan
da şeytan amma, kadın daha şeytan.
(Şenbay, 100)
-645-
Şinasi
şu senin son şansın.
(Cengiz, 79)
Şiş
şişeyi şişlemiş, şişe keşişe
kiş demiş.
(Bozyiğit, 8-9)
Şiş
şişeyi şişlemiş, şişe keşişe
kış demiş. Şeytan da şeytan ama kadın daha şeytandır
demiş.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Şişçi
Seyyid Şerif.
(Bozyiğit, 8-9)
Şu ağacı budamalı mı,
budamamalı mı?
(Tan, 1981, 66)
Şu ateşi kıvılcımlandırmalı
mı, kıvılcımlandırmamalı mı?
(Ural, 14)
Şu benim
elimdeki şimşir kaşık, şıp benim
alnıma, şıp anamın alnına.
(Bozyiğit, 8-9)
Şu çaydan ben bir tepsi
kum aldım. Ben bu kumu yerim ben bu
kumu yurum.
(Özhan, 54)
Şu çocuğu gıdıklasak
da mı güldürsek, yoksa gıdıklamasak
da mı güldürsek?
(Tan, 1981, 58-67)
Şu çit kimin? Çötenin.
Çötenin çitini sökelim,
bizim çite dikelim.
(Bozyiğit, 8-9)
Şu depeden bi güdül yuvarlandı,
deliği deliğine barınağım deliğine.
Deliği deliğine, barmağım deliğine.
(Koşay, 71)
Şu duvarı badanalamalı
mı , yoksa badanalamamalı
mı?
(Uslu, 26)
Şu kapıyı açmalı ama tırmalamalı
mı, tırmalamamalı mı?
(Özhan, 54)
Şu karşıda kuru kavak
suda şakırdadı da mı kurudu
takırdadı, susuzluktan takırdadı
da mı kurudu?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Şu karşıda dibi dubu
kara ağaç: Beni gördün de mi dibi dubu
kara ağaç oldun? Beni görmedin de mi dibi
dubu kara ağaç oldun?
(Kaya, 1979, 18)
Şu karşıda kuru kavak,
takırdadın da mı kurudun, takırdamadın
da mı kurudun, dibi kovuk, kabuğu
kalın, dibi eğri, doğru kavak.
(Sümer, 63-69)
Şu karşıda bir kuru dal,
dala konmuş kırk kartal, kartal
kalkar dal sarkar, dal sarkar
kartal kalkar.
(Tan, 1981, 58-67)
Şu köşe
yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, ortada su şişesi.
(Kaya, 1979, 18)
Şu köşe yaz
köşesi, şu köşe kış köşesi.
Yaz köşesi olmayıncak kış köşesi
olmaz, kış köşesi olmayıncak
yaz köşesi olmaz.
(Koşay,
71)
Şu resmi çerçevecide çerçevelettirsek
de mi assak, yoksa çerçevecide çerçevelettirmesek
de mi assak?
(Tan, 1981, 58-67)
Şu şasanın
serili serseri resimleri şasisini
şosonsuz taşımasına şaşarsınız
da şasanın sansarlaşmış
suratlı dişsiz şaşı anası onun
şu son şansına şaşmaz mı sanırsınız?
(Çongur, 145)
Şu tarlaya eğir kükürt ektim,
eğir kükürt içlendi, sıpa içinde dişlendi,
ya sıpacı sıpanı sıp, ya sıpanı
sıparım.
(Bayrı, 1972, 60)
Şu
tesbihi imamelemeli mi, yoksa imamelememeli
mi?
(Uslu,
26)
Şu
yamayı şu köseleye yamamalı mı,
yoksa yamamamalı mı?
(Bayrı, 1972, 60)
Şu
yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak,
sarımsaklamadan mı saklasak?
(Uslu,
26)
Şuraya bir camış
basmış, amma nasıl bir basış
basmış.
(Bozyiğit,
8)
Taşlıtarla’daki terasta
talaşlar tutuşunca başlayan
telâş, talaşların tamamiyle
ve büsbütün tutuşmasıyla artmış.
Tutuşan talaşları görüp
tellâklar telâş ettikçe talaşlar
tutuşmuş, talaşlar tutuştukça
tellâklar telâş etmiş ve
terasın trabzanına tutunmuş
bakan Trabzonlu teşrifatçı titiz
Tahsin Tevfik, talaşlar tutuştukça
telâşeden tellâklara: “Boşuna
telâş ediyorsunuz!” demiş.
(Çongur, 147)
Tencere
tava her biri ayrı hava.
(Peksöz, 138)
Tazıya
tavşanı tutturan, iki tarafın hay
huyudur.
(Şenbay, 98)
Topal
Talip’le Tophaneli Tahsin, tahteravalli
tahtasından tepetaklak tortop taşların
ortasına düştüler de ne tahreravalli
tahtasını tazmin ettiler, ne de tâmir.
(Çongur, 146)
Tophaneli
topal topçu, Tophane’de top
atarken topal topçunun topuğunu
toparladı.
(Akyüz, 34)
Titiz,
temiz, tendürüst dadım tadını tattığı
tere demetini dide dide dağıttı
da hiddetinden hem dut dalında
takılı duran dırıltı düdüğünü öttürdü,
hem de didine didine dedim dedi,
dedim dedi, dedi durdu.
(Çongur, 146)
Tütün
tüttürmez, tatlı yattırmaz.
(Şenbay, 98)
Uluborlulu uykucu utangaç
Ûlviye ile Urfalı uğursuz Ûlvi
uğraşa uğraşa Urla’daki urgancılara
uzun uzun urlam urlam urgan sattılar.
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Ulukışlalı kul Lütfi ile
Ulamışlı kel Lütfullah, Kilis’in
Lalapaşalı lambacı güzeli lokmagöz
Lâle’nin halılarını Halide’nin
haldır huldur halli hâli halinde
dokur, bir yandan da halen halsiz, halifesiz
lalasıyla halasının
hâlisine hallaç Halimi
ile lostromo Lâmi’nin yanında
lâmelif okur.
(Çongur, 145)
Umdum umdum geri yumdum.
(Çongur, 147)
Uykucu Ülkü, ucu tüllü üç örtüyü
ütüyle ütüleyip de mi üstüne
örtünmeli, üç örtünün ucunu tülleyip
ütüleyip de mi üstüne örtünmeli?
(Çongur, 147)
Üç tas has hoşaf.
(Sakaoğlu, 1980, 12)
Üç tunç tas, saf has kayısı
hoşafı.
(Sümer, 63-69)
Ünyeli olmakla ünlü Ümit
Ünlü’nün üç gün üç gece üzüm üzüm
üzülmesi üstüne, ümidi kalmayan
annesi umursamaz Ümmü Gülsüm
ürküp de oğlu için mi üzüm üzüm
üzülsün, yoksa kendi ümitsiz,
ürkek haline mi gülsün?
(Çongur, 147)
Üstü üç taşlı, taç saplı
tunç tası çaldıran mı çabuk
çıldırır, yoksa içiçe yüz üç ton
saç kaplı çanı kaldıran
mı çabuk çıldırır ?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Ver Allah’ın
verdiğine, vur Allah’ın vurduğuna.
(Şenbay, 98)
Vırvırcı Vedia
ile vıdı vıdıcı Veli velinimeti
vatman Vahit’e vilâyette veda edip Vefa’ya
doğru vaveylâsız velesbitle volta
vururlarken valeybolcu Vedat, virtiöz
Vicdane ve Viranşehirli vatansever viyolonselist
Vecibe ile karşılaştılar.
(Çongur, 147)
Yağmur yağarsa
raylar ıslanır, yağmur yağarsa
saraylar ıslanır.
(Tan, 1981, 67)
Yalancıoğlu yalıncık
yayladağının yahnisini yağsız yiyebilse
bile yayladağının yağlı yoğurdundan,
Yüksekova’nın yusyumru yumurta
yumurtlayan tavuklarından, bir
de yörük ayranıyla yufkasından
asla vazgeçemez.
(Çongur, 148)
Yamaçta bir horoz kuyruğunu kıvraşmışlandırmış
amma, amma da kıvraşmışlandırmış.
(Sümer, 63-69)
Yel yepelek
yelken kürek yellene yellene
yenilendim yalpalaya yalpalaya
yollandım. Yorgancı Yakup yüreğini
yelpaze etti de yularını yönlendirip
yollarını ayırmadı mı ?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Yoldan gelir beş eşekli bez
yüklü beş adam. Nerden gelip nereye
gidiyorsun beş eşekli bez yüklü beş
adam? Şuradan gelip şuraya gidiyorum. Beş
eşekli, bez yüklü beş adam.
(Bozyiğit, 8-9)
Zâlim zulmünü
zulmette zulm için yapar.
(Çongur, 148)
Zaman saman
satar, saman zaman satar.
(Şenbay, 100)
Zammı izâm
edip zemmetmeli mi, yoksa zam lüzumludur
diye izâm etmeyip zemmetmemeli
mi?
(Çongur, 148)
Zemzemedeki
zemzem zelzelede zemzemlikten
çıktı.
(Çongur, 148)
Zeyrek’teki
zelzeleden sonraki zelzeleler
de zarara sebep oldu.
(Çongur, 148)
-698-
Zır
deli zırzır deli, hınzır deli.
(Şenbay, 100)
Zifirci
Zakir zehir içip zahmetsiz zehirlendi
de zemheri günü zam gören
Zeliha
zahmetsiz zehir içip zehirlenmedi
mi?
(Sarıkayalı, B.D.N.)
Zonguldaklı
Zaloğlu Zühre’nin kızı Zühal, zibidi
Zeki’yi ziyarette zil zurna görünce
zıvanadan çıkmış: “Beri bak zevzek
zibidi Zeki, demiş sen zevç değil zahiren zahireci,
zalim, zikzaklı, züğürt, züppe, zırtapozun
tekisin!” (Çongur, 148)