Yayına
Hazırlayanlar
Dr.
Öğ. Yb. Zekeriya TÜRKMEN
Tar. Uzm. Fatma İLHAN
Genelkurmay
Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları
ANKARA
GENELKURMAY BASIMEVİ
2006
Emekli
Albay Şerif Güralp tarafından hazırlanan “1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin
ve Suriye’den Çekilişinde 3 ncü Süvari Tümeninin Harekâtı” adlı eser, 1941
yılında 120 Sayılı Askerî Mecmuâ’nın eki olarak yayımlanmıştır. Güralp, Türk
Ordusunun Filistin ve Suriye’den geri çekilmesi sırasında üsteğmen rütbesiyle 3
ncü Süvari Tümeninin 8 nci Alayının 3 ncü Bölüğüne komuta etmiş ve cephede
geçen tüm muharebelere katılmıştır. Güralp bu eserini, dönemin Genelkurmay
Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın direktifleri ile Birinci Dünya Savaşı’ndan 23
yıl sonra hazırlamıştın
Eserde,
Tümenin Sina-Filistin Cephesi’nde yaptığı muharebelerin anlatıldığı kısa bir
tarihçe ve Tümenin bu muharebeler süresince kaldığı Şeria bölgesi hakkında detaylı
bilgiler verildikten sonra 19-30 Eylül 1918 tarihleri arasında gerçekleşen
harekât gün gün anlatılmıştır. Büyük zayiatla sonuçlanan harekâtta, 3 ncü
Süvari Tümeninin Şam’da İngiliz kuvvetlerine esir düşmesi ve bunda Arapların
etkisine değinilmiştir. Ingilizlere teslim olmayan, 3 ncü Süvari Tümenine
mensup 6 nci Alayın 2 nci Bölüğü ile 8 nci Alayın 3 ncü Bölüğünün,
komutanlarının emrinde 4 Ekim 1918 tarihine kadar mücadeleye devam ederek,
Halep muharebelerinde son görevlerini başarılı bir şekilde yerine getirdikleri
belirtilmiştir. Eserin sonunda İngiliz ordusu ve İngilizlerle birlikte hareket
eden Arap kuvvetlerine dair genel değerlendirmeye yer verilmiştir. Eriha
bölgesinde çok daha iyi şartlar altında bulunan Ingiliz kuvvetlerine karşı; zor
şartlar altında ve iaşe sıkıntısı içinde bulunan Türk kuvvetlerinin hiç de eşit
olmayan koşullar altında özveri ve sabırla verdikleri büyük-
mücadeleler vurgulanmıştır. Güralp, “Türk’e azimli Türk komutanı komuta ettikçe, Türk’ü yenmek kolay
değildir.” diyerek sözlerini noktalamıştır. Ancak dilin yaşayan bir
varlık olduğu göz önüne alındığında 1941 yılında yazılan bu eserin günümüz
Türkçesine uyarlanması zorunluluğu doğmuştur. Bu amaçla eserin dili günümüz
Türkçesine çevrilip güncellenirken eserin daha iyi anlaşılması için de çeviren
tarafından açıklayıcı dipnotlar, yazara ait fotoğraf ve şahsi bilgiler
eklenmiştir.
Eser,
Askerî Tarih Şubesinde görevli Dr. Öğ. Yb. Zekeriya Türkmen ile Tarih Uzmanı
Fatma İlhan tarafından yeniden gözden geçirilerek günümüz Türkçesine çevrilmiştir.
Eyüp KAPTAN
Korgeneral ATAŞE Başkanı
Albay Şerif GÜRALP
Şerif
GÜRALP
Albay
(1326-SV.18)
(1887-. )
14
Nisan 1887’de Edirne’de doğmuştur. Ruşen Bey’in oğludur. 14 Kasım 1907’de
girdiği Harp Okulundan 29 Mart 1910’da teğmen rütbesiyle mezun olmuştur. Harp
Okulundan mezun olduktan sonra 1 nci Kolordu 3 ncü Süvari Alayı 2 nci Bölük
Komutanlığına atanmıştır.
29
Kasım 1914’te aldığı üsteğmenlik rütbesiyle; 3 ncü Süvari Alayı 3 ncü
Bölüğünde, 3 ncü Süvari Tümeni 8 nci Alay 3 ncü Bölük Komutanlığında, 12 nci
Kolordu Süvari Müfrezesi Komutanlığında görev almıştır.
10
Ekim 1920’de yüzbaşı, 29 Aralık 1924’te binbaşı olmuştur. Bu rütbelerde iken 1
nci Süvari Tümeni 10 ncu Alay Komutanlığında bulunmuş, Burdur, İsparta, Antalya
Vesait-i Nakliye Tekalif Komisyonunda yer almıştır. Trakya’da Refet Paşa
karargâhında Şifre ve Evrak Müdürlüğünde, Genelkurmay Başkanlığı Talim ve
Terbiye Dairesi Yayım Şubesinde, Genelkurmay Ulaştırma ve Muhabere Dairesinde,
Genelkurmay Başkanlığı Harekât Dairesinde, Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi
Dairesinde, 9 ncu Kolordu 41 nci Süvari Alayında, 3 ncü Piyade Tümeni Satın
Alma Komisyon Başkanlığında, Erzincan Askerlik Şubesi Başkanlığında, 3 ncü
Kolordu 2 nci Süvari Tümeni 13 ncü'Alayda, Kırklareli’de 2 nci Süvari Tümeni
Satın Alma Komisyonu Başkanlığında görev yapmıştır.
30
Ağustos 1932’de yarbay, 30 Ağustos 1937’de albaylığa terfi etmiştir. Bu süre
içinde Antep’te 54 ncü Süvari Alayı Komutan Muavinliğine, Urfa’da 14 ncü Süvari
Tümeni 2 nci Şube Müdürlüğüne, 2 nci Süvari Tümeni 13 ncü Alay Komutanı
Muavinliğine, Urfa Askeri İhtisas Mahkemesi Azalığına, 1 nci Tümen 14 ncü Alay
Komutanlığına, Trakya’da 2 nci Süvari Tümeni 22 nci Tugay Komutanlığına,
Urfa’da 14 ncü Süvari Tümeni 14 ncü Süvari Tugay Komutanlığına, Trakya’da 2 nci
Süvari Tümeni 22 nci Tugay Komutanlığına, İstanbul Merkez Komutan Muavinliğine
atanmıştır.[1]
Askerlik
görevi süresi içerisinde 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya
Savaşı, 1919-1922 İstiklâl Savaşı’na katılmıştır.
14
Temmuz 1945 tarihinde emekli olmuştur.[2] Bir Askerin
Günlüğünden, Çanakkale Cephesi’nden Filistin’e ve Kurtuluş Savaşı’nın İçyüzü
isimli eserleri yazmıştır.
Filistin
Orduları Grubunun çekilmesinde 3 ncü Süvari Tümeninin harekâtı, hizmetleri ve
Şam’da-esareti ile ilgili olarak bazı eserler yazılmıştır. Ancak bu eserler,
sadece genel bilgi vermektedir. Bunlardan, taktik, idare ve zorluklarla
mücadele etme açısından tam olarak fikir edinmek mümkün değildir. Çünkü bu
eserler' arasında, Süvari Tümeninin son hareketleri hakkında detaylı olarak
bilgi veren yazıya rastlanılmamıştır.
Yenilgi
anında, bu harekâta ait belgelerin de muhafaza edilerek harp tarihimizin
belgeleri arasına girdiğini hiç zannetmiyorum.
Çünkü
19 Eylül 1918 tarihinde başlayan bu harekât, 30 Eylül 1918’de Tümenin esaretiyle
bitmiştir. O felakette Tümenden yalnız bölükleriyle beraber iki bölük komutanı
kurtulabilmiş, Tümen Komutan Vekili ile diğer bütün subaylar esir düşmüşlerdir.
İşte bütün belgelerin de bu sırada kaybolmuş, ya da yok edilmiş olabileceği
düşünülmektedir.
O
harekâtta Tümen Komutan Vekili olan Kurmay Binbaşı Vecihi[3] 1921 yılında
“Filistin Ric’ati[4]” (Filistin
Geri Çekilmesi) adlı bir eser yazmıştır. Bu eserde harekâttan çok eleştiriler
yer almaktadır. Bir kroki dahi yoktur. Bununla beraber bu eser; yazılarımda bana
çok yardım etti.
Çekilmenin
başından sonuna kadar bu Tümenin 8 nci Alayının bir bölüğüne komuta ettim.
Bütün savaşlara katıldığım için harekâtı oldukça iyi bir şekilde tespit ettim.
O zaman 6 nci Alayın 2 nci Bölüğüne komuta eden ve esareti kabul etmeyerek
bölüğüyle Şam’dan çıkan Yüzbaşı Salih (Albay Salih Gençoğlu)’in de verdiği
notlarla yazılarımı zenginleştirdiğimden kendisine teşekkürü ve minneti borç
bilirim.
Eğer
bu yazılarımla harp tarihimize ve mesleğime ufak bir hizmette bulunabilirsem
büyük mutluluk duyacağım. O zamanı beraber yaşamış arkadaşlarımızdan bugün
hayatta olanlar hata ve eksiklerimi tamamlayarak bu zor harekâtı daha canlı
yazılarıyla zenginleştirirlerse, buna sebep olduğumdan dolayı duyacağım sevinç
şüphesiz daha büyük olacaktır.
Son
hareketten önce Tümenin Sina ve Filistin cephelerindeki muharebeleri hakkında
çok kısa bir tarihçesini vermek doğru olacaktır. Okuyuculara Filistin
Cephesi’ndeki gelişmeleri özetle belirtmek, bu tümen hakkında daha doğru fikir
verebileceği için yazıma bu noktadan başlıyorum.
3
ncü Süvari Tümeni; 6 nci, 7 nci, 8 nci Alaylar ile biri sahra diğeri dağ olmak
üzere iki 7,5’luk bataryadan oluşmuştur. Tümen, 1917 yılı başında doğu harekât
alanından Filistin cephesine geldi. Alaylar dörder süvari, birer ağır makineli
tüfek bölüğünden oluşmuştu. 6 nci, 7 nci Alaylar gelirken Şam’da, Halep’te,
Kudüs’te takviye alarak bölük mevcutları 150’şer atlıya kadar çıkarılmış, ancak
zaman bulunamadığından 8 nci Alay takviye edilememiştir. Bölük mevcutları da
ancak 70-80 atlıdan ibaret kalmıştır. Sefer sonuna kadar da bu birlikler,
hayvanla takviye edilememişlerdir.
1917
yılında İkinci Gazze Muharebesinde Tümen, Tel'ebu Hüreyre’ye taarruz eden ve
kuşatmak isteyen düşmanın kanadına taarruz ederek düşmanı geri çekilmeye mecbur
etmiştir. Cephede de başarılı olamayan Ingiliz ordusu, geri çekilmeye mecbur
kalmıştır. Bu muharebenin kazanılmasına Süvari Tümeni önemli derecede etkili
olmuştur.
Tümen
İkinci Gazze Muharebesi’nin ardından Bi’rü’s-sebi’ye[5] yerleşmişti.
Aynı yıl ortalarında 7 nci Alayla dağ bataryası Tümen emrinden çıktı. Böylece
Tümen iki süvari alayı ile bir sahra bataryasından ibaret kaldı.
Yalnız
alaylara birer ağır makineli tüfek bölüğü daha ilave edildi. Bu ilave de tam
olarak ğerçekleştirilemeyip alaylara yalnız tüfekleri verildi. Malzeme, subay,
er ve hayvanlarla alaylar tarafından ikmal edilerek alayların ateş gücü
artırıldı. Fakat çarpışan kuvvetler özellikle 8 rici Alayda ateş gücü çok
azaldı.
Buna
rağmen Tümen, Bi'rü’s-sebi'de kaldığı beş aylık süre içinde Hanyunus[6] civarında
Şelale bölgesine yerleşmiş olan Ingiliz Süvari tümenleriyle birçok defa
karşılaştı. Her ne kadar bu iki süvari kuvveti arasında şiddetli bir savaş
olmadı ise de küçük çaplı muharebeler gerçekleşti.
Tümen,
Üçüncü Gazze Muharebesinde Bi’rü’s-sebi'nin düşmesi üzerine gece 6 nci Alayının
elinden çıkmasına rağmen, elinde kalan yalnız 8 nci Alayı ile Bi’rü’s-sebi -
Ebuhof arasında çok üstün düşmanı bir gün süreyle durdurmuştur. Bundan sonra
Ebuhofa çekilerek burada da çok üstün kuvvetler karşısında yalnız 8 nci Alay ve
bataryası ile karşı koyarak 19 ncu Piyade Tümeni ve 125 nci Piyade Alayı
yetişinceye kadar iki gün daha zaman kazandırmıştır. Böylece Sina Cephesi’nin
sol kanadını vurulmaktan korumuştur.
Kudüs
civarında yapılan muharebelerde, 7 nci Ordu ile 8 nci Ordu arasındaki boşluğu
kapamış; özellikle, 3 ncü Kolordu emrinde olarak yaya taarruzlar ve savunmaları
ile büyük varlık ve başarılar göstermiştir (Aynıarik, Ebuzeytun, Urufavka, Nebi
Salih Muharebeleri).
Bu
ana kadar İngilizlerle çok sıkı muharebeler veren Süvari Tümeninin subay ve
erleri düşmanlarını çok iyi tanımış, tabiyelerini[7] öğrenmiş
olduklarından cesurca hareket etmişlerdir.
Bu
sebeple Tümen, Birinci ve İkinci Salt[8]
Muharebeleri’nin kazanılmasında en etkin kuvvet olarak görülerek Yıldırım
Ordular Grubu Komutanı General Liman von Sanders'in takdirlerini kazanmıştır.
(General Sanders, İkinci Salt Muharebesi’nin ardından bizzat Tümene gelerek
takdirlerini belirtmiş ve subayların nişanlarını vermiştir.)
Bundan
sonra Tümen, Şeria Nehri’nin[9] doğusunda
Vadi'izzerka ile Tellinnermin arasında yerleşmiş, iki defa da muharebe gereği
nehrin batısına geçerek 7 nci Ordu sol kanadında görev almıştır (Elmüzalebe
Muharebeleri).
1918
yılı Mart ayı sonundan 22 Eylül 1918 tarihine kadar Tümenin kaldığı Şeria
Vadisi hakkında okuyucuları aydınlatmayı faydalı görüyorum.
Şeria
Nehri’nin iki tarafı kısmen ekilebilir, kısmen çorak alandır. Özellikle çorak
kısım Vadi'izzerka hariç Bahrilut’a[10] kadar devam
eder.
Bahrilut,
deniz seviyesinden 396 metre aşağıdadır. Şeria Vadisi’nin iki tarafında da bazı
kısımlarda yüksekliği 1000 metreyi geçen sıra dağlar uzanmaktadır. Vadide yazın
sıcaklığın 60 - 70 °G’ye ulaştığı hatta geçtiği de görülür. Vadi'izzerka ile
Vad-yi Mellaha arasında nehrin iki tarafında ormanlar ve bataklıklar vardır.
Vadi;
yaban domuzu, sivrisinek, yılan, akrep gibi zararlı hayvanların yuvasıdır.
Bedevilerin bile yaşayamadıkları, ancak Süvari Tümeninin koca bir yaz mevsimini
geçirmeye mecbur olduğu bu bölgede, yazın kurumuş pisipisi otlarından başka
bitki yok denilecek kadar azdır.
Nisan
başında sona eren Birinci Salt Muharebesi’nin ardından Süvari Tümeni, bu
zararlı hayvanların yuvası ve sıtma kaynağı olan bölgeye yerleşti. İkinci Salt
Muharebesi’nde dört gününü Cebelicellat’ta ve eteklerinde geçirdi. Son harekât
başlayıncaya kadar burada kaldı. Bilmeyenler İngilizlerin de aynı şartlar
içinde yaşadıklarını zannedebilirler.
Oysa
ingilizlerin yerleştiği Eriha[11] oldukça
büyük bir kasabadır. Güzel binaları da vardır. Etrafında portakal ağaçlan v.b.
ağaçların bulunduğu yerdir. Buna İngiliz malzemesi ve iaşesi de ilave edilince
iki tarafın hiç de eşit şartlar altında yaşamadıkları ve* 3 ncü Süvari
Tümeninin ne kadar zor durumda bırakıldığı kolayca anlaşılır.
2.
Şeria Nehri
Geçitleri (Harita-1)
Harekât
üzerinde önemli rol oynayan Şeria Nehri geçitleri ve geçit araçları şunlardır:
1.
Eriha Köprüsü
ile Bahrilut arasındaki geçitler, suların uygun yerlerinden geçit verir. Ancak
bu geçitler güvenilir değildir. Yerli kılavuzlarla geçmek mümkündür.
2.
Salt - Eriha
şosesi[12]
üzerindeki köprü, her türlü nakil araçlarının geçmesine uygundur. İngilizler
tarafından köprübaşı olarak tutulmuştur.
3.
Ümmüşşart,
zayıf ve eski bir ahşap köprüdür. Sadece piyadenin geçmesine uygundur.
4.
Mafidcoza,
ancak sal ile geçilebilir.
5.
Eddamiye[13] Geçidi,
geçit vermez. Ancak burada 8-10 hayvanın erleriyle beraber taşıyabilecek
büyüklükte bir sal yapılmış, 8-10 deniz eri çalıştırılarak geçiş sağlanmıştır.
Birinci Salt Muharebesi’ne giderken Tümen ancak bu araç ile geçiş yapmış, son
zamanda ise buraya oldukça iyi bir ahşap köprü kurulmuştur. Daha kuzeydeki
geçitler hakkında tümenin hiçbir bilgisi yoktur.1
Şeria
Nehri, kuzeyden güneye yani Taberiye gölünden[14] Bahrilut’a
akar. Nehrin iki kenarı dik, rengi bulanık ve yatağı bataklıktır. Eddamiye’de
geçit esnasında saldan düşen birkaç hayvan boğulduğu gibi Ömmüşşart civarında
yıkanmak için suya giren Üsteğmen Nazım da yüzme bilmediği için biraz derin
yere gidince bataklıktan kurtulamayarak boğulmuş, ordu da çok cesur ve fedakâr
bir süvari subayını bu sebeple kaybetmiştir.
3.
3 ncü Süvari
Tümeninde İaşe
Son
harekâtın başlamasına bir ay kalıncaya kadar Tümen bazen 4 ncü bazen de 7 nci
Ordu emrinde harekâta katılmıştır.
İaşe
noktasından genellikle Yıldırım Ordular Grubuna ve bazen de adı geçen ordulara bağlı
kalmıştır. İaşe merkezlerinin uzaklığı, sık sık komuta makamının değişmesi gibi
sebeplerle Tümen çok bakımsız kalmıştır.
|
Bunun
için genellikle Tümen hayvanlarının mideleri pisipisi otlarıyla ve bazı
yumuşakça çalılarla aldatılırdı. Hayvanlara iki kilo arpa verildiği gün
tümende düğün bayram yapılırdı. Erlerin
iaşesine gelince; genellikle arpa unundan yapılmış ekmek verilirdi. Bu da
iyice pişmediğinden ve birkaç günlük bayatlamış olduğundan kokmuş bir halde
gelirdi. Erler bunu yemek için önce parçalar, sonra güneşte kurutur. Fena
koku olabildiğince giderildikten ve peksimet hâline geldikten sonra
yenilirdi. Diğer iaşe maddelerinden bulgur değil, kırılmış buğday verildiği
gün hele içine et de konulunca alaylarda tören yapılırdı. Tuz
bile tahkimat yapılan toprak içinden elde edilirdi. Subaylara
gelince; maaşlarını kağıt para olarak alırlardı. Bir altın para sekiz lira
kâğıt para ederdi. Buna göre; bir teğmenin 6, bir üsteğmenin 7, bir
yüzbaşının 9,5, bir binbaşının 17,5 banknot eline geçtiği düşünülürse subayların
durumunun ne kadar kötü olduğu ortaya çıkar. Diyebilirim ki, eğer bir er zam
tayını olmasa subaylar karınlarını doyurmak için çok sıkıntı çekerlerdi. |
|
Bu
sebeple boş ve uygun zamanlarda eğitim yapılmıyordu. Çünkü ne erde ne de
hayvanda güç vardı. İkinci Salt muharebesinde yaralanan esas Tümen Komutanı
Albay Esat (Merhum General Esat)11 tümene katılmamış, vekili olan
Kurmay Yarbay Mahmut12 (Düzce Muharebesi’nde 24 ncü Tümen Komutanı
iken şehit olan) son taarruzdan bir ay kadar önce tümenden ayrılmış
olduğundan Tümen Komutanı vekâletine gelen Kurmay Binbaşı Vecihi komutayı
devralır almaz her yere başvurdu. Bu uğurda çok çalışarak tümeni hem tabiye,
hem iaşe açısından 4 ncü Ordu emrine verdirmeyi başarmıştı. Bundan sonra
subay bir ay kadar gümüş para aldı. Erler et, ekmek, bulgur; hayvanlar da
arpa yedi. Bunlar
her gün tam istihkak olmamakla beraber, tümeni epeyce canlandırdı. Tümen
hafif bir görevi az çok yerine getirebilecek duruma geldi. 11 Tuğgeneral Esat (1310-Sv.36) (1875-...): 5
Ağustos 1875’te Şarki Karahisarida doğmuştur. Haziran 1891’de girdiği Harp
Okulundan 20 Mart 1894'de teğmen olarak mezun olmuştur. Askerlik hizmeti
süresince çeşitli görevlerde bulunmuş, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, 19121913
Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. 7 Ağustos
1914'te 5 nci Kolordu 11 nci Süvari Alayı Komutanı, 20 Nisan 1915’de 3 ncü
Ordu 2 nci Süvari Tümeni Komutanı, 12 Temmuz 1916'da 2 nci Nizamiye Süvari
Tümeni Komutanı, 30 Eylül 1916’da 3 ncü Süvari Tümeni Komutanı, 26 Şubat
1919'da Süvari Tatbikat ve Binicilik Okulu Müdürü, 3 Kasım 1920'de İstanbul
Merkez Komutanı, 12 Haziran 1921'de İstanbul Polis Müdürü ve aynı zamanda
İstanbul Vali Vekili, 27 Aralık 1923’te 2 nci Süvari Tümen Komutanı olarak
atanmıştır. 31 Mart 1925'te emekli olmuştur. (KKK.lığı Emeklilik Şubesi
Arşivi; Şahsi Dosya. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci Dünya Savaşı, KIs.
1980, Dos. 363, Fih. 14. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci Dünya Savaşı, KIs.
3637, Dos. 157, Fih. 2-3.) (Ç.N.) 12 Yarbay Mahmut (Hendek), Birinci Dünya Savaşı'nda
Sina-Filistin Cephesi’nde 3 ncü Süvari Tümeni Komutan Vekili olarak görev
yapmıştır. 13 Nisan 1920’de başlayan Düzce ayaklanması 24 ncü tümen komutanı
olarak görev yaparken 22 Nisan 1920’de Hendek civarında pusuya düşürülerek
şehit edilmiştir. (Görgülü; s.153; 301-302.) (Ç.N.) |
Eğer
Süvari Tümeni son çekilme sırasında az da olsa hizmet edebildiyse bunu, merhum
Kurmay Binbaşı Vecihi’nin büyük hizmetleri sonucunda Tümene kazandırdığı
canlılık ve güçte aramak doğru olur.
4.
Tümende
Elbise, Silah ve Teçhizat
Elbise:
Erlerin elbiseleri yamanamayacak bir hale gelmiş, yırtıklarla doludur. Ayağa
giyilen çizme, potin, yemeni[15] gibi
şeyler parça parçadır. Hatta arada çıplak ayaklara mahmuz[16] takıldığı da
görülür.
Silah:
Mükemmeldir. Her bölükte 1-2 adet Kudüs ve Salt muharebelerinde İngilizlerden
alınmış hafif makineli tüfek bulunmakla birlikte cephanesi bol miktarda vardır.
Teçhizat:
Eyerler 6 nci Alayda almankari; 8 nci Alayda ise sadıkıye (Birinci Dünya Savaşı
sırasında Süvari Albay Sadık tarafından icat edilip İstanbul saraçhanesinde
yerli köseleden yapılan eyer takımlarıdır. Ingiliz eyerlerine benzerler. En
büyük farkı sadıkıyelerin dolgulu olmasıdır.) cinsinden, yağmur ve güneşten
çatlaklar oluşmuş oturulmaz, hayvana vurulmaz bir hâldedir. Terki kayışlarının
çoğunluğu iptendir. Silahlarla elbise ve teçhizat arasındaki önemli bir tezat,
çok açık olarak göze çarpar.
B.
HAREKÂTIN BAŞLANGICI (Kroki-1)
19
Eylül 1918 gününü Vadi-yi Ebu Muhair civarında geçiren 3 ncü Süvari Tümeni
19/20 Eylül gecesi yürüyüşe-geçerek Eddamiye Geçidi'ne geldi. Buradan batıya
geçerek Vadi-yi Mellaha bölgesinde Eriha’ya karşı tertiplendi. Bu sırada 4 ncü
Ordu bölgesi hariç cephenin her tarafında muharebe cereyan ediyordu. Süvari
Tümeni muharebeye ve harekete hazır durumda beklemekteydi.
21/22
Eylül gecesi Tümen aldığı emir üzerine tekrar Eddamiye geçidinden; bağımsız
Süvari Tugayından 11 nci Alayın ve 6 nci Alayın 2 nci Bölüğünün koruması
altında, Şeria Nehri’nin doğusuna geçerek sabah Vadi’izzerka civarında
istirahate geçti.
6
nci ve 8 nci Alayların Eddamiye Geçidi’nin kuzeybatısındaki çiftlikte bulunan
bazı ağırlık akşamına zamanında haber gönderilemediğinden bunlar bir daha
birliklerine kanlamadılar.
Düşman,
22 Eylül 1918 sabahından itibaren Eddamiye Geçidi’ne tamamen hâkim duruma geçti.
Tümen
üç günden beri yaptığı yürüyüş, bekleme durumu ve gece hareketleriyle tek
kurşun atmadan oldukça yorulmuştu. 22 Eylül günü dinlenerek tekrar canlandı.
Ancak
sabah 8 nci Ordunun yarılarak yenilgiye uğradığı, 7 nci Ordu sol kanadının
çekilmeye başladığı anlaşılmıştı. Buna rağmen, sabah Şeria’nın doğusundan'
Bisan istikametine yürümek emrini alan Tümen, dinlenmeye devam etti. Ancak
öğleden sonra akşama yakın kuzeye ilerlemeye başladı.
1.
Nehrin Doğusundan Bisan İstikametine İlerleyiş, Köprü ve Geçit Muharebeleri
(Kroki-2)
Tümen,
vadiyi takip ederek kuzeye yürürken bir düşman uçak filosunun taarruzuna
uğradı. Bu çok ani hava taarruzu karşısında alaylar dağıldı. Derelere sığındı.
Tümen, yedi er, sekiz hayvan kaybına uğradığı gibi, bir saatten fazla da zaman
kaybetti.
Az
zaman sonra karanlık basmış, yürüyüşe gece devam edilmiştir. Öncüde bulunan 8
nci Alayın 3 ncü Bölük Komutanı, yürüyüş sırasında 7 nci Ordu Komutanına
rastladı. 7 nci Ordu Komutanının yanında iki tabur piyade vardı. Bölük Komutanı
kendisini takdim etti. Tümenin gelmekte olduğunu söyledi. Burada öncünün
yürüyüşü durduruldu. Tümen Komutanına haber gönderilerek süratle çağrıldı.
Burada
Tümen Komutanı, 7 nci Ordu Komutanlığından aldığı emir üzerine 8 nci Alayın 3
ncü ve 4 ncü bölükleri 2 ağır makineli tüfek ile takviye edildi.
Bu
müfrezeye şu görevler verildi:
1.
Şeria Nehri
üzerindeki Bisan Köprüsü’ne gidilerek Tümen gelinceye kadar elde tutulması,
batıdan gelecek kuvvetlere açık bulundurulması,
2.
Eğer köprü,
düşman tarafından zayıf kuvvetlerle tutulmuş ise taarruz edilerek ele
geçirilmesi.
Gündüzden
bir piyade subayının da bu köprüyü keşfetmek üzere gönderildiği bildirildi.
Müfreze
hareket etti. İki saat sonra bahsedilen piyade subayına rastladı. Subay; akşam
üzeri köprünün doğusunda düşmanın 12 atlısını gördüğünü, köprüye
yanaşamadığını, köprünün doğusu ormanlık olduğundan köprüyü göremediğini
bildirdi. Müfreze yoluna devam etti.
Köprüye
3 km kadar mesafe kalınca; gündüzden, biri doğudaki tepeleri, diğeri nehir
kenarlarını keşfetmek üzere 8 nci Alaydan gönderilen iki subay keşif koluna
yetişti. Bu keşif kollarının yanında o çevre halkından iki kılavuz vardı.
Müfreze, bu keşif kollarını himayesine alarak köprüye sevk etti.
Köprünün
doğu tarafı ormanlıktır. Müfreze bu ormanlığa yaklaştığı zaman köprü yakınından
gelen şiddetli tüfek ve makineli tüfek ateşleri üzerine durakladı. Az zaman
sonra keşif kolları hızla geri geldi. Keşif kollarına komuta eden iki subay ile
bir er esir düşmüştü. Geri gelenler şu bilgiyi verdiler.
İngilizler önde giden gözcülere
ses çıkarmayıp ilerlemelerine fırsat vermişler. Gözcü erleri takip eden
kılavuzlarla subaylar yollarına devam ederlerken, köprüden 200 metre kadar
doğuda ağaçlar arasından birçok Hintli çıkıp subayları yakalamışlar. Erler
müdahale etmek istemişlerse de şiddetli ateş karşısında gerilemeye mecbur
kalmışlardır. (Keşif kolunda iken esir düşen bu iki subay esaretten döndüklerinde o gece
köprüye hakim olan
düşmanın
iki alay olduğunu söylemişlerdir). Müfreze keşif kollarından aldığı bilgiden ve
silah seslerinden düşmanın kuvvetli olduğunu tahmin etti. Ayrıca bilmediği bir
ormanda, gece taarruzunda başarılı olamayacağını düşünerek bir km kadar geriye
çekilerek sabaha kadar dinlenmeye karar verdi. Çünkü sabah yaklaşmakta idi.
Gece seri bir yürüyüş yapmış olan insanların ve hayvanların, o gün oldukça
dinlenmelerine rağmen, yorgunlukları geçmemiş halâ dinlenme ihtiyaçları vardı.
Müfreze köprü istikametine bir atlı posta,
kuzeydoğusundaki
tepeye de bir sabit keşif kolu dinlenmeye geçti, |
sürerek toplu olarak Hafif Makineli |
||
Ath |
Ağır Makineli |
||
2 nci Bölük |
12 |
|
... |
3 ncü Bölük |
45 |
|
2 |
4 ncü Bölük Ağır Makineli Tüfek |
30 |
2 |
1 |
|
87 |
2 8 |
4 |
2-3
saat kadar dinlenilmişti ki, sabah olmuştu. 23 Eylül 1918 sabahı düşmanın
kuvvetli bir bölük süvarisinin tepeler üzerinden müfrezenin sağına ilerlediği
keşif kolu tarafından bildirildi (Kroki-3).
4.
ncü Bölük 2
ağır makineli tüfek ile bu bölüğe karşı sevk edildi. Bu sırada ormanın
kenarında bir miktar süvari göründü. Bunlar da yaya olarak muharebeye inerek 3
ncü Bölüğe ateş açtı. 3 ncü Bölük ve 2 nci Bölüğün 12 atlısı da mevzie girerek
ateşe başladı. Bu durum bir raporla bildirildi. Köprünün elde edilmesi için
daha fazla kuvvete ihtiyaç olduğu arz edildi.
Kuzeydoğudaki
tepelerde muharebeye girişen 4 ncü Bölüğün durumu iyi görünmüyordu. Muharebe yaptığı
kuvvetin karşısında çekilmeye başlamıştı. Eğer bu sırada nehir civarından da
bir düşman kuvveti ilerleyecek olursa müfreze; çekilmeye mecbur kalacak ve
Bisan taş köprüsünün 4 km kadar güneyindeki doğal geçitte nehrin doğusundan
ilerleyen düşmanın eline geçecekti.
Bu
sırada oldukça iyi görülebilen nehrin batısındaki durum şöyle idi:
Türk
ordusuna mensup birçok ağırlık nehrin batısında olan dağınık ve toplu
kuvvetlerin bir kısmı Bisan taş köprüsüne doğru geliyordu. Bir kısmı köprünün
düşman tarafından tutulmuş olduğunu görünce güneye doğru yön değiştiriyordu.
Oldukça büyük bir yol kolu, batıdan geçide yaklaşıyordu. Bir alay/kadar
kuvvetin, geçidin iki km kadar batısında toplu olarak durduğu görülüyordu.
Önemli bir kalabalık da geçit başında toplanmış, bir kısmı geçidi geçmeye
çalışıyordu.
Eğer
müfreze, karşısındaki düşmanı oyalayabilirse batıdan nehri geçmeye çalışan bu
kuvvetler kurtulabilecek, müfreze çekilirse binlerce Türk kuvveti çok büyük
tehlikeye düşecekti.
Buna
fırsat vermemek için, 3 ncü Bölük Komutanı 4 ncü Bölük Komutanına, ne pahasına
olursa olsun çekilmemesi haberini gönderdi. Ancak kısa süre sonra 4 ncü
Bölüğün, 3 ncü Bölüğün doğusundaki tepeye çekildiği görüldü (Kroki-4).
3
ncü Bölük
Komutanı tarafından 4 ncü Bölüğe, tuttuğu son tepeden bir adım da olsa geri
adım atmaması bildirildi. Kısa bir zaman sonra Bisan taş köprüsü istikametinde
nehrin doğusundan nehir kenarına yakın olarak açılmış durumda bulunan bir
düşman süvari alayına yakın bir düşman kuvvetinin, Türk kuvvetlerinin geçmeye
çalıştıkları geçide doğru süratle ilerlediği görüldü. Büyük bir felaketin
gerçekleşebileceği bu anda, 3 ncü Bölük Komutanı ani bir kararla şu emir ve
komutayı verdi:
“Ateş
kes. Beni dikkatle dinleyin. 2 nci Bölük yayaları ve hafif makineli tüfeği
mevzide kalacak, karşıdaki düşmanla muharebeye devam ederek, düşmanı
ilerletmeyecek. 3 ncü Bölüğün iki hafif makineli tüfeği solda görülen düşman
süvarisini ateş altına alacak. 3 ncü Bölük bu düşman üzerine atılmak üzere at
başına. At bin. Bölük -istikamet solda nehir kenarında ilerleyen düşman
süvarisi. Tek sıralı ol. Bölük dörtnal- marş!”
Emir
ve komutayı alan erler bir makine gibi işledi. Yapılan iştirahatin etkisiyle
hayvanlar oldukça dinlenmiş görünüyordu. Patlayan silah ve yanlarından,
üzerlerinden geçen kurşun seslerinden canlanmışlardı. Erler ise görevinin
kutsallığını çoktan kavramıştı.
Bölük
bu etkiler altında toz duman içinde dörtnala ilerliyordu ki; düşman süvarisi
durdu. Kılıç pırıltıları kayboldu. Bunu takiben 3 ncü Bölüğün üzerine yağmur
gibi kurşun yağmaya başladı. 3 ncü Bölük kendini yakındaki örtüye[17] attı.
Yaya muharebeye inerek ateşe başladı. Bu, 45 mızrağın 300 kılıcı yolundan
alıkoyduğunun ilk göstergesi idi. 300 kılıç, 45 mızrağa karşı kendine
güvenemeyerek onu durdurmak için ateşli silahına sarılmıştı, işte büyük tehlike
de o an için atlatılmış oldu (Kroki-5).
Kısa
bir süre sonra geçidi geçen ufak tefek kuvvetlerin, geçidin hemen doğusunda bir
düşman süvari kuvvetine karşı mevzilendikleri ve ateş açtıkları, bazı atlıların
da geçidi geçerek güneydoğuya doğru gittikleri görüldü (Sonradan bu atlıların 8
nci Ordu Komutanı ve Kurmay Başkanı ile karargâh heyeti olduğu anlaşıldı).
Müfreze, bu durumu görünce rahat bir nefes aldı. Maalesef bu sevinç uzun süre
devam etmedi. Çünkü 4 ncü Bölük hızla geriye güneye, münferit Yassı tepeye
çekiliyordu. Bu tepe de elden giderse şimdiye kadar gösterilen çaba bir işe
yaramayacaktı. Çünkü düşman tekrar geçide ve Aclun’a giden yollara hâkim
olacaktı. Ancak o zamana kadar geçidi geçen az miktardaki kuvvetler kurtulmuş
olup diğer kuvvetler ise yine esarete mahkûm olacaklardı.
4
ncü Bölüğün
terk ettiği tepeye düşman yerleştiği takdirde, 2 nci Bölüğün atlıları yandan, 3
ncü Bölük arkadan ateşe maruz kalacaktı. Bununla birlikte^ artık vadide kalmak
çok tehlikeli olacağından 4 ncü Bölüğün yeni tuttuğu Yassıtepe’yi takviye etmek
gerekli görülmüştü. Bunun üzerine 3 ncü Bölük ve 2 nci Bölük atlıları zorunlu
olarak mevzilerini terk edip Yassı tepeye çekilerek 4 ncü Bölüğün sağına
yerleşti. Bu mevzi çok uygundu. Mevzinin doğu tarafı çök dik ve sarp kayalardan
ibaret olduğundan Süvarinin seri harekâtına engel olabilecek durumda idi. Bunun
için müfrezenin sağ kanadı dayalı bir durumda idi. İki ağır makineli tüfek ile
iki hafif makineli tüfekle vadideki düşman kuvvetleri ateş altına alınıyor. İki
hafif makineli tüfek ve piyade silahlarıyla da cepheden ilerleyen kuvvet
durdurulmaya çalışılıyordu. Durum oldukça emin idi.
Düşmanın
topçusu yoktu. Eğer o da olsa müfreze görevini başarmakta daha çok güçlük
çekerdi. Bu sırada geçidi geçmiş olan birçok kuvvetin, müfrezenin 500 metre
güneyindeki yoldan Aclun istikametine gittikleri görülüyordu. Bu durum ve
cephanenin azaldığı 'süvari tümenine bir raporla bildirildi.
Yardımcı
kuvvet de istenildi. Ancak öğle vakti yaklaştığı halde tümenden ne bir haber
alınabiliyor, ne de tek bir asker yardıma geliyordu. (Kroki-6)
Müfreze
için kendi kuvvetiyle mücadele etmekten başka çare yoktu. Cepheden ilerleyen
düşman, arazi örtülerinden iyi yararlanarak 300 metreye kadar yanaştı. Bir
süvari takırhı da hızla müfrezenin sağ kanadına ilerlemek istedi ise de ateşin
etkisi ve arazinin uygunsuzluğu buna engel oldu. Verdiği zayiata rağmen hızlı
bir şekilde ve kısım kısım cepheye ilerledi. Örtülerden yararlanarak 150
metreye kadar yanaştı ve yaya olarak muharebeye indi. Ateşe başladı. Düşmanın
bu hareketi de cephe muharebesine dönüştü. Şimdi müfrezenin karşısında
ilerleyen bütün kuvvet, dar bir arazide sıkışmıştı.
Bu
sırada nehrin batısında 10 km kadar uzakta, fakat nehre doğru gittikçe hızla
yaklaşan büyük toz bulutları görülüyordu. Bunların düşmanın büyük süvari
kuvvetleri olduğu anlaşılıyordu. Süvari kuvvetleri yaklaşıyorlardı. Nehre 5 km
kadar bir mesafede bir düşman süvari bölüğü, nehrin iki km batısında Yassı bir
tepe üzerinde mevzie girmiş olan piyade kuvvetlerimize kılıç çekmiş olduğu
halde hücum etti. Bu bölük 700 metre mesafeye kadar yaklaştı. Ancak kuvvetli
ateş karşısında daha fazla ilerleyemeyip bir miktar geriye giderek güneye
yöneldi. Büyük bir kavis çizerpk ateş eden kuvvetlerimizle geçit arasına girdi.
Yaya olarak muharebeye inerek bu kuvvetin geri çekilmesine engel oldu. Cepheden
de süvari kuvvetleri yanaştı. Bahsedilen tepeyi işgal eden Türk piyadesi, tepe
gerisinde toplandı. Durumdan, bu kuvvetin tamamen esir olduğu anlaşılıyordu.
Geçide yakın bulunan Türk kuvvetleri yollarına devam ederek geçidi geçmeye
devam ettiler.
Nehrin
batısında büyük bir felaket yaşanırken, doğusunda da müfrezenin yakınına
sokulmuş olan düşman süvari takımı, çok yaklaşmış olduğundan az çok tehlikeli
bir hedef teşkil ediyordu.
Çünkü
hafif makineli tüfek ile ve yayalarıyla çok yakından ateş açmıştı. Bununla
beraber müfreze için, cephanesini tasarrufla kullanarak zaman kazanmaktan başka
çare yoktu (Kroki - 7).
Tahminen
öğlen olmuştu ki; 3 ncü Süvari bataryasının sesi çıktı. Müfrezenin üç km kadar
güneyinden atışa başladığı anlaşılıyordu. Nehrin batısında mermi patlamaları
görüldü. Bu topçu ateşi düşmanı geçide yaklaştırmıyordu. Nehrin batısından
düşman topçusu da bataryamıza ateşiyle cevap verdi. Bu sırada muharebe daha çok
iki tarafın topçusu arasında geçiyordu.
Saat
15.00’te müfrezenin yakınına sokulmuş olan tehlikeli takımın bertaraf edilmesi
düşünüldü. Hemen uygulamaya geçilerek 3 ncü Bölük Komutanı, 2 nci Takım çavuşu
idris Çavuşun yanına dört keskin nişancı erini vererek doğudaki sivri kayalık
tepeye gönderdi ve şu emri verdi: “Bu dört er ile sağdaki tepeye yaya olarak
çık. Kendinizi düşmana göstermeden düşman 11
takımına
yaklaşıncaya kadar ilerle. İlk olarak düşmanın atlarını öldür. Daha sonra
erlerini ateş altına al. Kimsenin geri kaçmasına fırsat verme. Düşman atlarının
öldüğünü, avcıların ateş altına alındığını flama[18] ile bildir.
Ben bölükle süngü hücumu yapacağım” dedi ve gönderdi.
Idris
Çavuş’un gittiği tepe dik ve sert kayalıktı. Erler aç ve yorgun olduklarından
ancak bir saatte tepeye çıkabildiler. Kısa bir zaman sonra da flama ile,
hayvanların öldüğünü düşmanın ateş altına alındığını bildirdiler. Ateş altına
alınan düşman, kafasını kaldıramıyordu. 3 ncü Bölük hemen süngü takıp harekete
geçti. Allah! Allah! naralarıyla düşmanın üzerine atıldı. Bu ani hücum
karşısında düşman şaşırdı. Yedisi yaralı olmak üzere 11 düşman eri esir edildi.
Bir de hafif makineli tüfek alındı. Bu sırada saat 16.00 olmuştu. Müslüman olan
esirlerin içlerinden biri de başçavuş rütbesinde idi.
Köprüden
nehrin doğusuna geçen düşmanın iki süvari alayı olduğunu, beraberinde topçu
bulunmadığını, gece iki subayla bir eri esir ettiklerini ve esirlerin sağ
olduklarını söyledi. Kanadı tamamen alınmış olan düşman bölüğüne bir
baskına girişildi. Bu sırada müfrezenin gerisinden 150 kadar piyadenin avcı
zinciri hâlinde ani olarak Yassı tepeye hareket etmesi ve ileri taarruzu,
düşman bölüğünün gözünü açtı. Düşman ata binip hızla kuzeye kaçtı. Ancak bü
kaçış sırasında etkili ateş altında oldukça fazla zayiat verdi. Müfrezeye yardıma
gelen bu kuvvet, zayıf bir piyade taburu idi.
3
ncü Bölük tarafından yakalanan sağlam esirler tümene gönderildi. Yaralılar da
piyade taburuna teslim edildi. 3 ncü Bölük tarafından öldürülen düşman
hayvanlarının üzerinde bulunan yem, hayvanlara paylaştırılarak yedirildi.
Böylece hayvanların canlanmaları sağlandı.
Saat
17.00 olmuştu ki, geçidi geçebilenlerin sonu doğuya Aclun istikametine gitmeye
çalışıyordu. Bu sırada savaş, nehrin iki tarafında mevzie girmiş olan iki
tarafın topçusu arasında gerçekleşiyordu. Saat 17.30’da müfrezeye, Tümene
katılması emri geldi (Kroki-8).
3
ncü Bölük, 4 ncü Bölük, Ağır Makineli Tüfek takımı ve piyade taburu yol kolu
halinde güneye Tümene doğru gitti. Kolbaşında bulunan 3 ncü Bölük de geçit
istikametinden şiddetli piyade ateşine tutuldu. Bölük hızla bu bölgeyi atladı
ise de 4 ncü Bölükle piyade taburu bu ateş karşısında yollarına devam edemeyip
hemen doğuya doğru istikamet değiştirdiler. 8 nci Ordu perakende kuvvetlerinin
takip ettiği Aclun yolunu tuttular. Bu kuvvet, üç gün sonra İrbid'de Tümene
katılabildi. Geçit hareketi sona erince geçidi hemen doğusundan savunan son
kuvvetler de oradan çekildi. Bunun üzerine nehrin doğu kenarından ilerlemek
isteyen düşmanın bir kısmı cephesini boş bulunca fundalıklardan yararlanarak güneye
ilerlemiş, geri çekilirken müfrezeyi 700-800 metre mesafeden ateş altına
almıştır.
3
ncü Bölük güneye doğru yoluna devam ederken doğu istikametine giden ince bir
yol üzerinde Tümenin izini buldu. Birkaç yüz metre güneyde vadide de Süvari
bataryasının dört topunu mevzisinde terk edilmiş olarak gördü ve güneş batarken
dağ eteklerinde tümene katıldı.
23
Eylül 1918 günü güneş batarken Arz-ı Kenan’da,[19] OsmanlI
ordusundan savunma yapan kuvvet kalmamıştı.
2.
Geçidin Batısındaki Savaş (Kroki-9)
23
Eylül günü geçidin batısında cereyan edip Türk kuvvetleri aleyhine sonuçlanan
savaş özetle şöyledir:
Türk
kuvvetleri, 21 Eylül 1918 günü cephe muharebelerinden birçok zayiat vererek
güçlükle çıkmıştır. 8 nci Ordunun güney kanadını teşkil eden, Alman Albay
Oppen'in emrindeki 16 nci ve 19 ncu Tümenlerden oluşan grup ile Alman Plats
müfrezesinden oluşan kuvvet, 23 Eylül 1918 günü saat 05.30 da geçit civarına
yaklaşmıştır. Plats müfrezesi, Grup Komutanının emriyle 8 nci Ordu
karargâhından sonra geçidin doğusuna geçmiştir. Bir küçük kuvvet ve iki ağır
makineli tüfek ile geçidin doğusunda mevziye girip nehir doğusundan ilerlemek
isteyen düşman, Süvari Alayına ateş açmıştır.
16
nci Tümene mensup 125 nci Alay ile hücum ve istihkam bölükleri geçidin hemen
batısında mevzie girerek geçit hareketini himaye[20] etmekle
görevlendirilmişti. 16 nci Tümenin diğer kuvvetleri Tellinnevm ile geçit
arasında toplanmışlardır.
3.
3 ncü Süvari
Tümeninin Artçılığı
23
Eylül 1918 günü 3 ncü ve 20 nci Kolordular da 8 nci Ordu kuvvetlerinin
geçtikleri geçidin beş km kadar daha güneyindeki bir geçitten geçerek Havran[21]
istikametine yürüdüler. Bundan sonra 3 ncü Süvari Tümeni, 7 nci ve 8 nci
Orduların artçılığı görevini alarak 23/24 Eylül gecesini bulunduğu tepe
eteklerinde geçirdi. 24 Eylül günü sabaha karşı doğu istikametinde yürüdü. Yol
yoktu. Çok dik, kayalık ve kuzey tarafı uçurum olan tepenin aşılması
gerekiyordu. En tehlikeli yerlere hastane çadırları serilerek hayvanların
kaymaları engellenmeye çalışıldı. Buna rağmen birkaç sıhhiye devesi ve hayvan
uçuruma yuvarlandı. Tümen de tepeyi çok zorlukla aşarak yürüyüşüne devam etti.
Öğleyin Fari köyüne ulaştı. Bugün akşam üzeri 8 nci Alay Komutanı, Alayın subay
ve askeri memurlarını toplayarak alay kasasında bulunan paradan her subaya,
5000 kuruş değerinde mecidiye[22] ve
kâğıt parayı senet karşılığında dağıttı. Subaylara, artık durum tehlikeli. Bu
paralar yanınızda bulunsun ne olur ne olmaz dedi.
Bölük
komutanlarına da, herhangi bir tehlike ortaya çıkması hâlinde alay sancağının
kurtarılması için ne gibi bir tedbir alınması gerektiği konusunda görüşlerini
sordu.
Çeşitli
görüşler arasında, alaydan en cesur subaya sancağın teslim edilmesi, alaydan
seçilecek en iyi 20 atlının da bu subayın emrine verilmesi, tehlike anında bu
sancağın kaçırılması, kurtulma imkânı kalmayınca o subay tarafından yok
edilmesi teklifi çoğunlukla kabul edilmiştir. Buna rağmen Alay Komutanı,
sancağı alay kasasına yerleştirtti ve hesap memuruna teslim ederek alayın
ağırlığında bulunmasını tercih etti. Gerek paranın dağıtılması, gerekse sancak
meselesi, subaylar üzerinde iyi bir etki bırakmadı.
Nehrin
doğusuna geçen kuvvetlerin komutasını, 7 nci Ordu Komutanı aldı. Yürüyüş
sırasında 8 nci Ordu perakende subay ve erleriyle 3 ncü ve 20 nci Kolordular
takviye edildi. Uçakların tedirgin etmesi ve sıcağın etkisinden kurtulmak için
yürüyüş 25 ve 26 Eylül geceleri yapıldı. 26 Eylül sabahı Süvari Tümeni, ordunun
artçılığını yaparak Aclun kazasının merkezi olan Irbid'e[23] ulaştı.
Irbid,
Yıldırım Orduları Grubunun Havran dâhilinde bulunan menzil noktalarından
biridir. Bu menzil noktasında, bir milyon kilodan fazla arpa, yine o miktarda
buğday, yarım milyonu aşkın başka tür hububat bulunuyordu.
Burada
insanlar ve hayvanlar iyi bir şekilde beslendi. Üç günlük insan ve hayvan
iaşesi de beraber alındı. Bugün Irbid'e Araplar tarafından soyularak tamamen
çıplak bir hâle getirilen altı subayla 400 kadar Türk ve yedi Alman eri geldi.
Tümen bunların hiç olmazsa avret mahallerinin örtülmesi için çalıştı ve kısmen
de başarılı oldu.
Tümen,
akşam üzeri Müzeyrib’e hareket etti. Yürüyüş sırasında uzaktan olmak üzere
arkadan ve yanlardan birliklere yaptıkları bireysel tüfek atışlarıyla
Havranlılar düşmanlıklarını ilan ediyorlardı.
Tümen,
Müzeyrib’e ulaştığında 2 nci Kolorduyu orada buldu. Der’a’ya[24] gelmiş
olan 4 ncü Ordu Komutanından, telefonla 27 Eylül 1918 günü Müzeyrib - Şeyhsait[25] - Neva
üzerinden yürüyerek tren güzergâhını takip edecek olan orduların sol yanının
koruması emrini aldı.
4
ncü Ordu Komutanı Şeria Vadisi’ndeki yararlı faaliyetinden dolayı Tümen
Komutanını takdir ve' taltif etti.
5.
Tafas
Muharebesi (Kroki-10)
27
Eylül 1918 sabahı Tümen, Müzeyrib’den hareket etti. 6 nci Alay önde, 8 rici
Alay 6 nci Alayı takip ediyordu. Tümeni takip eden tümen ağırlıklarına çeşitli
yerlerden birçok yaya, atlı, mekkâreli[26] subay,
binlerce çıplak, eski ve yırtık kıyafetli er karışmıştı. Toplarını Şeria
Vadisi’nde terk etmiş olan tümen bataryasının erleri top hayvanlarının
üzerindeydi. Ellerinde mızrak olan süvari erleri yaralı ve zayıf hayvanları
yedekliyordu. Oldukça üzücü bir manzara görülüyordu.
Etkin
bir rol oynayacak olan ve ancak mevcudu 300’e inen Süvari Tümeni, en az 5000
kişiden oluşan, emir ve komutaya tabi olmayan bu kitleyi de koruniak zorunda
kalmıştır.
Kolbaşı
öğleye doğru Tafas köyünün batısına ulaşmıştır. Köyden şiddetli tüfek ateşine
maruz kaldı. 6 nci Alayın bölükleri hemen taarruza giriştiler. 6 nci Alay
tarafından yapılan bu taarruz ancak köye 300 metre kalıncaya kadar devam
edebildi. Çünkü köy tamamen kara renkte taşlardan yapılmış olduğundan düşman
avcıları iyi görülemiyordu. 6 nci Alayın erleri ise arazi üzerinde en ufak bir
örtü bile bulamadıklarından açıkta ilerlemeye uğraşıyorlar ve büyük zayiata
uğruyorlardı.
Tümen,
bu köydeki asilere üstün gelemeyeceğini düşünerek Müzeyrib’deki 3 ncü
Kolordudan bir tabur piyade ile bir batarya top istedi. Ancak zaman geçtikçe
zayiat artacağından 6 nci Alayın görevini kolaylaştırmak amacıyla, 8 nci Alayın
2 nci ve 4 ncü bölükleri köyün güneyinden ağır makineli tüfeklerin korumasında
yaya olarak taarruza geçirildiler. Bu da yarar sağlamadı. Tümenin son kuvveti
olan 8 nci Alayın 1 nci ve 3 ncü Bölüklerine köyün doğusuna geçip taarruz
etmeleri emri verildi.
Önde
yürüyen 1 nci Bölük köyün güneydoğusuna geldiği zaman, köyün kuzeydoğusunda
yüzlerce silahlı asi gördü. Hemen 500-600 metre mesafeden bunlara ateş açtı. Bu
ateş üzerine bu silahlı asiler kuzeye çekilmeye başladılar.
Bunların
arkasından daha kalabalık bir yaya kitlesiyle 40-50 atlı da köyden çıkarak
kuzeye doğru gittiler. Bu sırada 1 nci Bölüğün hizasına gelen 3 ncü Bölük;
asilerin 1,5 - 2 km daha kuzeye gittikleri takdirde uygun arazide yine tümen
için engel teşkil edeceklerini düşünerek aralıklı bir sıra olarak atlı hücuma
geçti.
Bölüğün
yüksek sesle “Allah! Allah!” naralarına karşı, asiler 30 metre mesafeye kadar
ateş ederek dayandılarsa da bölüğü geriye çeviremediler. Çok cesurca yapılan bu
hücum karşısında birkaç dakika içinde ayakta kimse kalmadı. 1000'den fazla asi
mızrak ve kılıçtan geçirildi.
Bu
atlı hücumu sırasında 6 nci Alay ve 8 nci Alayın yaya muharebeye inmiş olan
bölükleri de süngü ve bombalarla köye saldırarak köyde karşı çıkanları bozguna
uğrattılar. Tafas köyünde de soyulmuş birçok Türk erine rastlanıldı.
Tümen, köy civarında yarım saat kadar
dinlendikten sonra toplandı. Bu sırada Tafas’ın 5-6 km batısında ve
kuzeybatısında dağınık birliklerin kararsız bir yürüyüşle Tafas köyüne
yaklaştıkları görülüyordu. Çok geçmeden bunların, günlerden beri Havran
bölgesinde tren yollarını bozan, köprüleri tahrip eden, dağınık kuvvetlere
saldıran, düzenli kuvvetleri taciz eden ve bu harekâtıyla Türk ordusunun
harekâtını güçleştirerek İngiliz ordusuna yardım eden Emir Faysal[27] ve İngiliz
casusu Albay Lavvrence'ın[28] Akabe[29] civarından getirdikleri, Havran
bölgesinden kandırıp topladıkları
kuvvetler
olduğu anlaşıldı. Bunlar 4 km kadar mesafeye yanaştıktan sonra durakladılar.
Tümen,
bu düşmana karşı köyde ve köy dışında mevzi almaya çalışıyordu. Bu sırada 3 ncü
Kolordudan Tümene, topların cephanesi olmadığı için gönderilemediği, yeni
görülen kuvvetlerle ciddi bir muharebeye girişilmeyerek yoluna devam etmesi
bildirildi.
Tümen,
8 nci Alayın 4 ncü Bölüğünü bir ağır makineli tüfek bölüğüyle takviye ederek
öncü olarak kuzeye yürüttü.
1500
metreden de 3 ncüve 1 nci Bölük, bir makineli tüfek bölüğü olarak
yürüdü. Bunları da düzensiz olarak ağırlıklar takip etti.
Tafas
köyünde 6 nci Alay, 8 nci Alaydan 2 nci Bölük artçı olarak kaldı (Kroki-11).
8
nci Alayın büyük kısım kolbaşısı Edda'a köyünü 2500 metre kadar geçmişti ki;
arkadan bağırma ve feryat sesleri geliyordu. Tümen Komutanı ve 8 nci Alay
Komutanı öncü bölüğü ile ilerde yürüdükleri için bu sesleri duymadılar. Ancak 1
nci Bölük ile 3 ncü Bölük Komutanı kolbaşından yan tarafa hızla açıldıklarında
şu manzarayı gördüler: 200-300 yüz kadar atlı ve hecinli[30] asiler
ağırlıkları vurarak kolbaşına doğru hızla ilerliyorlardı.
Bu
tehlike çok önemliydi. Eşyalar, kasalar bütün evraktan başka alayların sancakları
da tehlikeye düşmüştü. Öncüde yürüyen Komutanlara haber gönderinceye kadar çok
zaman kaybedilmiş olabilirdi.
Esasen
1 nci Bölüğün başçavuşu ile önemli bir kısmı keşif kolu olarak ayrıldığı için
bölüğe katılamadığından 1 nci Bölük ancak 25 atlı mevcudundaydı. 3 ncü Bölüğün
Tafas Muharebesi’nde 20 mızrağı kırılmıştı. Her iki bölüğün mevcudu 70 atlıyı
geçmemesine rağmen iki bölük komutanı canlaçmı dişlerine takarak bu yeni ve çok
tehlikeli çapulcuların üzerine atılmaya karar verdiler. Bölükler büyük bir
hızla yolun dışına çıkıp saf oldular. Ağır Makineli Tüfek Bölüğüne de 200
metreden bölükleri takip etmesini söyleyerek “Allah! Allah!” diyerek saldırıya
geçtiler.
Elde
ettikleri başarının sevinciyle bu karşı saldırıyı çok geç anladılar. Geri dönüp
kaçmaya başladılarsa da bölükler yetişti. Bunların önemli bir kısmını kılıç ve
mızraktan geçirdiler. Çapulcuların çoğu Edda'a köyünün 500 metre mesafesine
kadar takip edildiler. Bunlar kısmen Edda'a köyüne, kısmen de Tafas
istikametine gittiler.
Edda'a
köyünün batısında birçok eşya yerlere serilmişti. Asiler tarafından arkadan
vurularak öldürülen Türk erleri yerlerde yatıyorlardı.
Bölüklerin
atları çok yorgun ve güçsüz olduğundan uzaklaşmış olan asilere yetişmek
imkânsız görüldü. Bununla birlikte tehlikeli bölgede, kuzeye yürüyen Komutanlar
ve ağırlıklardan çok fazla ayrılmış olunacağından bölükler takip etmekten
vazgeçtiler. Ancak Edda'a köyünün hemen batısından geçen yol üzerindeki eşyalar
ve vurulmuş olan erleri soyan yüzlerce çapulcuyu görünce hemen yaya muharebeye
indiler. Arkadan yetişen Ağır Makineli Tüfek Bölüğü de mevziye girerek
yağmacılara ateş açtı. Yağmacıların birçoğu yok edildi. Atlı asilerin arkadan
yetiştikleri mekkârelerin iplerine kılıç sallayarak eşyaları yere düşürdükleri
anlaşıldı. Bunları toplamak, geriye nakletmek, boş mekkâreleri geri çevirmek
imkânsız olduğundan her şey olduğu gibi bırakıldı.
6
nci Alaydan hâlâ bir haber yoktu. Birdenbire Tafas köyünün doğusunda birçok
şarapnelin patladığı görüldü. Bundan aşağı yukarı 6 nci Alayın yenilgiye
uğradığı, doğuya doğru çekilmek zorunda kaldığı anlaşıldı. Çapulcuların araya
girmiş olmasından dolayı, 6 nci Alaya bir haber gönderme veya yardım etme
imkanı da bulunamadığından ve ileride geçilecek tehlikeli birkaç köy olduğundan
bölükler, at binip kuzeye doğru yollarına devam ettiler. Ağırlıklara
yetiştiler. Her köyde tedbirler alıp ağırlıkları geçirdiler.
Tümen,
gece olup hava tamamen karardıktan sonra da yoluna devam ederek ancak saat
20.00 - 21.00 sıralarında Ezra istasyonuna ulaştı. Burada Deria’dan atlı olarak
gelmiş olan 4 ncü Ordu Komutanı ve karargâhı ile 8 nci Ordu Komutanı
bulunuyordu. Almanların idare ettikleri bir de tren vardı.
Tümen
Komutanı 4 ncü Ordu Komutanına Tafas ve Edda'a olaylarını arz etti. 4 ncü Ordu
Komutanından ertesi gün saat 05.00’te istasyonda yürüyüşe hazır bulunması
emrini aldı.
Gece
Ezra istasyonunda 8 nci Alay her yerde emniyet tedbiri aldı. Sabaha karşı 6 nci
Alayla Tafas’ta kalmış olan 2 nci Bölük de Alaya katıldı. 2 nci Bölük esasen
alay dâhilinde sayı itibarıyla zayıf olmakla beraber oldukça değerli bir
bölüktü. (Bölük Komutanı, İstiklâl Muharebesi’nde yaralı olduğu hâlde subaysız
bir birliğin komutasını alarak dövüşürken şehit düşen Kayserili Yüzbaşı
Halil’dir.)
6.
6 nci Alayın
İkinci Tafas Muharebesi (Kroki-11)
Tafas
Muharebesi’nin ikinci safhası şöyle cereyan etmiştir:
6
nci Alay batıdan gelen düşmana karşı köyde bir muharebe kabul etmiştir. Asiler
çok kalabalık atlı ve yaya kuvvetlerle sıklet merkezi kuzeyde olmak üzere köye
taarruz etmiştir. Düşmanın bu ezici durumunu çok geç fark eden Alay Komutanı,
Alay Binbaşısını köy minaresine çıkartarak gözetleme yaptırmıştır. Böylece
düşmanın sıklet merkeziyle köyün kuzeyine yaklaştığı anlaşılmıştır. Alay
Komutanı, buna karşı tedbir olmak üzere cepheden 2 nci Bölük ve ihtiyattan 4
ncü Bölüğü köyün kuzeyine sevk etmiştir. Bu iki bölük köyün kuzeyine
geçtiklerinde, 400 metre mesafeden asilerin şiddetli ateşine yaya ve atlı
olarak kuvvetli taarruzlarına maruz kalmışlardır. Hemen yaya muharebeye inerek
karşılık vermek istemişlerse de durduramamışlardır. 3 - 5 fişek yakarak doğu
istikametinde çekilmek zorunda kalmışlardır. Asiler bu taarruzu topçu ateşiyle
de desteklemiştir.
Asilerin
önemli bir kısmı da, 6 nci Alayın 2 nci Bölüğünün köyün batısındaki terk ettiği
mevziden köye girmiştir. Bundan sonra 1 nci Bölük ile Ağır Makineli Tüfek
Bölüğünün üzerine atılarak 1 nci Bölüğe büyük zayiat verdirmişlerdir. Ağır
Makineli Tüfek Bölüğünün subay ve erlerini şehit etmişler, makinelerini de ele
geçirmişlerdir. Alaydan herkes can kaygısına düşerek çevreye kaçmışlardır. O
gün 10 - 15 km doğuya çekilen Alay Komutanının yanına akşam üzeri üç subay ile
48 atlı er toplanmıştır.
Bunlardan
başka kurtulabilen diğer subay ve erler, ancak Şam civarında alaylarına
katılabilmişlerdir.
Bu
sırada 6 nci Alay emrinde bulunan. 8 nci Alayın 2 nci Bölüğü at binip doğu
istikametinde çekilmemiş, mızrağına dayanarak düşman safları arasına
saldırmıştır. Önüne geleni tepeleyerek düşmanın gittiği istikametin tersine
yani batıya hareket ettiğinden düşmanın takibinden kurtulmuştur. Muharebe
sırasında oldukça fazla zayiat vermiştir. Bununla birlikte ancak 20 atlı ile
bir kavis çizerek Tümenin izini bulmuş ve Ezra İstasyonu’nda tümene
katılmıştır.
28
Eylül 1918 günü saat 05.00’te Ezra İstasyonu’nda harekete hazır olan Tümen,
saat 06.00’ya kadar 4 ncü ve 8 nci Ordu Komutanları ve karargâhları için
Şam’dan gelecek treni bekledi.
Ezra
İstasyonu’nda; Binbaşı Gani isminde bir Suriyeli subayın komutası altında
bulunan 7 nci Alayın 1 nci Bölüğü, 48 nci Tümen, Yıldırım Grubu, 4 ncü ve 8 nci
Orduların karargah bölüklerinden oluşan beş bölüklü Alay, Tümen emrine
verilerek Tümen kuvvetlendirildi. (Ancak bu Arap ırkına mensup Binbaşı Gani,
ihanet ederek Gbağıp İstasyonu’na kadar Tümenle hareket etti. İstasyondan sonra
ortadan kayboldu.)
/Tümen,
tren geldikten sonra da hareket edinceye kadar emniyeti sağladı. Tren hareket
edeceği sırada 4 ncü Ordu Kurmay Başkanı olan bir Alman yarbayı, yeni gelen bir
telgrafı her iki ordu Komutanına okudu. Bu telgrafta; düşman süvarisinin Kuneytıra’yı[31] geçip Şam
istikametinde yürümekte olduğu bildiriliyordu. Bunun üzerine 4 ncü Ordu
Komutanı Tümene Mahce - Gbağıp köyleri üzerinden hareketle 29 Eylülde Kisve’de
bulunmasını emretti. Ancak Ingiliz süvarisinin geçtiği Kuneytıra, Şam’dan 60 km
uzaklıktaydı. Ezra İstasyonu da Şam’a 60 km uzaklıktadır. Arada bazı farklar
vardır. İngiliz süvarisinin takip ettiği yol oldukça düzgün yapılmış şosedir.
Sa'sa kasabasından geçer. İnsanları ve hayvanları da daha dinçtir. Zafer
sebebiyle moralleri yüksektir. Her köyde her kasabada bütün ihtiyâçlarını temin
edebildiği gibi kendisine kucağını açmış, her emrini isteyerek yerine getirmeye
hazır bir halk kitlesinin yardımına da sahiptir.
Türk
süvarisine gelince; cağ[32]
torbasındaki son arpasını sabaha karşı yedirmiştir. Erler ise üç günden beri
çantasında kurumuş, parçalanmış son ekmek kırıntılarını bitirmek üzeredir.
Sürekli hareket hâlinde olma, bakımsızlık ve gıdasızlık yüzünden zayıf düşmüş
olan erler, Şeria Vadisi’nden aldığı sıtma mikrobu sebebiyle de hastalanmıştır.
Tümen,
tren güzergâhını takip etmek zorundadır. Bu güzergâh her ne kadar düz ise de
yolsuz ve taşlıktır. Köylerde, çalı diplerinde bir Türk erinin kanını akıtmak,
üzerindeki eşyasını, ayağındaki çorabına kadar soymak isteyen, İngiliz ordusuna
yaranmak için Türk’e her türlü kötülüğü yapmaya hazır bulunan Arap kitlesi de
büyük bir engel teşkil etmektedir.
Düşman
uçaklarının bomba ve makineli tüfek atışları da devam etmektedir. Birbirine
paralel yürüyen bu kuvvetlerden İngilizlerin Şam’a daha önce ulaşmaları kesin
görünüyor.
Tren
hareket etti. Tümen de çeşitli ağırlıklarla birlikte yola çıktığı sırada, o
çevrede gecelemiş olan ordusuyla beraber 7 nci Ordu Komutanı ile 20 nci Kolordu
Komutanına rastladığında, Tümen Komutanı 7 nci Ordu Komutanına 4 ncü Ordu
Komutanından aldığı emri ve harekâtı hakkında bilgi verdi. Daha önce ordunun
sol yanını koruyarak Neva üzerinden Şam’a yürümek emrini almış olan Tümenin,
yolunun değiştirilmesine canı sıkılmış olan 7 nci Ordu Komutanı, Süvari Tümen
Komutanına, mümkün olduğunca ordunun sol yanını koruması emrini verdi.
Tümen tekrar yürüyüş istikametini
değiştirerek 7 nci Ordu Komutanının emrini yerine getirmeye çalıştı. Tümen iki
saat kadar yürümüştü ki, düşman uçaklarının taarruzuna uğradı. Bombalar yağdı,
makineli tüfekler işledi. Tümen zayiata bakmayarak yoluna devam etti. Kendi
inisiyatifiyle bazı bölükler, çok alçaklara kadar inmiş olan uçaklara ateş
açarak onları uzaklaştırdılar. Kısa bir zaman sonra yakınından geçilen bir
köyden kol sonundan ateş edildi. Kol sonunda bulunan 8 nci Alay ile 3 ncü
Bölükten 2 manga köye taarruz ettirilerek bu köyden birkaç hane cezalandırıldı.
Akşam üzeri uçaklar bir uçuş daha
gerçekleştirdiler. Uzak mesafelerden birkaç
yerde
çalı diplerinden ateş edildi ise de Tümen, yürüyüşüne devam etti. Gece, Gbağıp
İstasyonu’na ulaştı.
Yem
ve yiyecek yoktu. İnsan ve hayvan açtı. Yalnız birkaç saat dinlenmekle
yetinildi. Yürüyüşe devam edilerek 29 Eylül günü öğleden sonra yorgun bir hâlde
Kisve İstasyonu’na ulaşıldı.
4
ncü Ordu Komutanının Kisve İstasyonu’nda kalmayıp Şam’a gittiği ve Viktorya
otelini karargâh olarak kullandığı haber alındı.
Der’a’dan
hareketten önce orduların Kisve’de toplanmaları belirlenmiş olduğundan Tümen,
Kisve’de bir ağaçlık kenarında dinlenmeye geçti. Erlerin ve hayvanların iaşesi
için Tümen Komutanı, 4 ncü Ordu Komutanı ile temasa geçmeye çalıştı. İlk
olarak; bir subay göndererek ordunun vereceği emri almak ve aynı zamanda
tümenin iaşesini temin etmek istedi.
4
ncü Ordu Komutanı tarafından Kisve’de yola bir inzibat birliği yerleştirilmişti.
Bu birlik, güneyden perakende olarak gelenlerin Kisve civarında toplanmalarını
sağlamaya çalışıyordu. Oysa hiçbir emir ve komutaya tâbi olmayan döküntüler,
kime ait olduğu bilinemeyen dağınık ağırlıklar ve mekkâreler sel gibi inzibat
birliğinin sağından solundan Şam’a
akıyorlardı.
Bu sırada bir de uçak taarruzu olunca, bu dağınık kitle Şam’a doğru yola çıktı.
Süvari tümeninin er ve hayvanlan iki günden beri aç olarak bekliyordu. Ne bir
birlikten haber alınabiliyor, ne de Şam’a gönderilen subay geri dönüyordu. (Bu
subay 8 nci Alayın Binbaşısı Şamlı Mahmut’tu. Şamlı Mahmut, 8 nci Alayda
yüzbaşı iken üç yıl önce terfi etmiş, alayda binbaşı olarak kalmıştı. Her
muharebe safhasında bir bahane ile kendine geride bir hizmet çıkaran, o güne
kadar yanından bir kurşun dahi geçmeyen bu Arap binbaşı, Türk’e tam ihanetin en
büyüğünü yapmak fırsatı ortaya çıkınca onu kaçırır mı? O da Gani gibi bir daha
ne geri döndü ne de bir daha görüldü).
Akşama
kadar Tümen, hiçbir şey yemeden aç olarak Kisve’de kaldı. Sonunda Şam
istikametinde yürümeye karar verdi. Bu amaçla ata binilmiş iken 4 ncü Ordu
karargahına mensup bir subay yetişti. Bu subay, Süvari Tümenine, kolordulara ve
tümenlere ayrı ayrı emirleri iletiyordu.
Bu
emirlerden bir tanesi, Şam savunmasına ait bir beyanname idi. Halkı, sükunete
davet ediyordu. Herkes yerinde kalacaktı. Her memur görevinin başından
ayrılmayacaktı. Menziller ambarlar bütün askerî ve mülkiye daireleri eskisi
gibi işlerine devam edeceklerdi.
Diğer
bir zarf, yeniden kurulacak erzak ve teçhizat ambarları ile ilgiliydi.
/
Üçüncüsü, yapılması kararlaştırılmış harekâta ait bir ordu emri idi.
Bu
emre göre; Şam savunulacak, ancak Kisve’den Rabva boğazına kadar batı tarafını
3 ncü Kolordu, Kisve’nin doğu tarafını 20 nci Kolordu savunacaktı.
3
ncü Süvari Tümeni, Sa'sa istikametinden Şam’a ilerleyen düşmana karşı giderek
savunma tertibatını alıncaya kadar 3 ncü ve 20 nci Kolordulara gerekli olan
zamanı kazandıracaktı. Bu görevin yerine getirilmesi sırasında; 3 ncü Kolordu
Komutanının emrinde bulunacak, kolordular vaziyetlerini alıp düşmanla temas
ettikleri zaman, Süvari Tümeni savunma hattının doğu kanadına çekilerek yine
ordu emrinde çöl tarafını gözetleyecekti.
24 ncü Piyade Tümeni de ordu
ihtiyatı olarak Şam’da bulunacaktı.
4 ncü Ordu Komutanı Şam’ın
savunmasını,
7 nci Ordu Komutanı da Riyak[33] Havalisi
Komutanlığını üstlenmişti.
Bunlardan
başka Süvari Tümenine Ezra İstasyonu’nda katılan Mürettep[34] Süvari Alayı
da derhal Şam’a ordu emrine gönderilecekti.
29
Eylül günü akşam üzeri 6 nci Alay da tümene makineli tüfeksiz olarak, Alay
Komutanı ile beraber dört subay, 48 erle, yorgun ve bitkin bir halde
katılmıştı.
Artık
Süvari Tümeni adını taşıyan 6 nci ve 8 nci Alayların mevcudu 200 atlıya kadar
inmişti.
8 nci Alayın yedi ağır makineli
tüfeği mevcudunu koruyordu.
Kendisine
verilen görevin ağırlığını düşünen Tümen Komutanı, o çevrede bulunan bir
telefondan yararlanarak 4 ncü Ordu Komutanı ile temas kurup Tümenin bu zayıf
durumunu anlattı. Mürettep Alayın alınmamasını istedi. Ancak mürettep alayın
bölüklerinin her biri başka bir orduya mensup olduğu için durdurulamayacağı,
yalnız Yıldırım Ordular Grubunun süvari bölüğünü alıkoyabileceği cevabını aldı.
Erlerin
ve hayvanların iki günden beri hiçbir şey yemediklerine dair şikâyete de şimdi
tren ile olmazsa otomobil ile erzak ve yem sevk ettireceğim. Bunu şimdiye kadar
göndermeyen memur kim ise onu da birlikte sana göndereceğim. Sen bizzat kendin
cezalandır. Onu tümenle beraber götür ve ilk ateş hattında istihdam et cevabını
aldı ve tümen hakkındaki düşüncelerini belirtti.
Süvari
Tümeni; Şam’dan gelecek yem ve yiyeceği beklemek üzere Kisve’nin 2 km kadar
güneyinde içinde büyük ağaçlar bulunan büyük bir bahçenin kenarında, gayet düz
bir yerde ordugah kurup beklemeye başladı. Sonunda geceyi yine bu yerde
geçirmek kararı verilince 8 nci Alayın bazı bölük komutanları Alay Komutanına
müracaat ederek ordugâhın ağaçlar altına nakledilmesini, aksi takdirde sabah
erkenden gelecek düşman uçakları tarafından büyük zayiata sebebiyet
verileceğini söylediler. Alay Komutanından, “Halkın mallarını boş yere harcamak
doğru değildir” cevabını aldılar. Gece hayvanlara bir miktar ağaç yaprağı,
insanlara da perakende geçen birliklerin koyun ve keçilerinden alınarak
yedirildi.
30
Eylül 1918 günü sabah hava tamamen aydınlanmış, yorgun olan erler henüz
uyanmıştı ki, ani olarak ordugâhın içinde uçak bombaları patlamaya başladı.
Erler, çıplak hayvanlarını yularlarından yakalayarak ve kısmen silahlarını da
alarak ağaçların arasına dağıldı. Birçok yaralı, ölü insan ve hayvan açıkta
kaldı. Düşman uçakları bombalarını bitirince oldukça alçaklara inerek makineli
tüfekleriyle ağaçlığın içini taramaya başladılar. Burada da ufak tefek zayiat
verilmeye başlandı. Bazı bölük komutanları düdüklerini öttürerek erlerini
yanlarına topladı ve komuta ile uçaklara ateş açtırarak onları kaçmaya mecbur
ettiler. Her bölük 5-10 insan ve hayvan zayiat verdi.
Tümen
şimdiye kadar hiçbir savaşta bu kadar zayiata uğramamıştı. Uçaklar gittikten
sonra Tümen toparlandı. Ata binip Sa'sa istikametine yürüdü. Eşrefiyye çiftliği
civarına geldiği sırada, Tümen Komutanı 3 ncü Kolordu Komutanı tarafından
karargâhına çağrıldı.
Tümen
Komutanı, 3 ncü Kolordu Komutanından savunma hattı üzerinde bulunan Artuz
köyüne gitmesi emrini aldı. Ancak bu sırada 3 ncü Kolorduya mensup 1 nci Piyade
Tümeninin emir subayı gelerek 3 ncü
Kolordu
Komutanına, beni Gor Bey (1 nci Piyade Tümen Komutanı) gönderdi. Ordu
Komutanından emir geldi. Birlikler derhâl kuzeye çekilecekmiş dedi. Bu çekilme
emrinin sebebi anlaşılamadığından 3 ncü Kolordu Komutan^ Süvari Tümen
Komutanına “Ben emrin doğrusunu anlar size ayrıca haber gönderirim. Göreviniz
eskisinin aynısıdır. Süvari Tümeni şimdi Artuz istikametinde yürüyüşüne devam
edecek. Şimdi Artuz’da bulunan 1 nci ve 11 nci Tümenler de yerlerinden
ayrılmayarak orada emrimi bekleyeceklerdir. Bunu siz de Artuz’dan geçerken
tümen komutanlarına tebliğ ediniz.” emrini verdi.
Süvari
Tümeni tekrar ata binip yürüyüşe geçti. Tam ağaçlıklar, bahçelikler ve binalar
arasından kurtulup ilerlemeye başladığı zaman düzensiz olarak birçok piyadenin
Şam’a geçtiği görüldü. Bunlar Gor Bey’in tümenine mensup kuvvetlerdi. 4 - 5 km
kadar uzakta (Şam’ın 10 km kadar güneybatısında) çıplak tepelerden bir köy
görünüyordu. Köylüler bunun Artuz olduğunu söylediler. Bu sırada önceki emirde,
Artuz istikametine gönderilen keşif kolundan düşman süvarisinin Artuz’a
yaklaştığı haberi geldi. Bu haber üzerine Tümen Komutanı, 8 nci Alayın 3 ncü
Bölüğünü iki ağır makineli tüfek ile takviye ederek, bahçeliklerin güneyinde
Artuz’a karşı bırakarak sözlü olarak şu kısa emri verdi: “Tümen Eşrefiye
Çiftliği’ne dönecektir. Sen Artuz’dan ilerleyecek, düşmana karşı tümenin sağ
kanadını koruyacaksın dedi” ve tümenle beraber Eşrefiye Çiftliği istikametine
hareket etti/
8 3 ncü Süvari Tümeninin Son Muharebesi ve Esareti
(Kroki-12)
30
Eylül 1918 günü saat 10.00’da, çok zayıf bir tabur ile bir sahra bataryası, 8
fici Alayın 3 ncü Bölüğünün yanından geçiyordu. Bu kuvvet üzerine arkadan topçu
ateşi geliyordu. Artuz ve civarında bazı süvari kuvvetleri görüldü. 3 ncü Bölük
Komutanı ile Batarya Komutanı önceden tanışmış olduğundan 3 ncü Bölük Komutanı
sordu:
“Köyde görünen bu kuvvet düşman
değil mi?
“Evet.” ,
“Mermin var mı?”
“Beş adet var.”
“Ben
burada Süvari Tümeninin sağ kanadını korumakla görevliyim. Şu beş mermiyi
düşmana atarsan düşman da bizim topumuzun olduğunu zanneder. Zaman kazanırız.
Sen geçerken Şam’dan cephane alırsın.” dedi.
Batarya
Komutanı iki topunu mevziye koydu. Artuz’da görünen zayıf düşman süvarilerinin
üzerine beş mermisini attı ve top bindirip gitti.
Bu,
30 Eylül 1918 günü saat 11.00’de Şam’ın güneyinde düşmana atılan son topçu
mermileridir (Bunu atan Bataryanın Komutanı Yüzbaşı, Edirneli Tatar
Hüseyindir). Artuz’da görülen düşman daha fazla ilerlemedi. Ancak güneybatıdan
Rabva Boğazı istikametine yürüyen bir düşman süvari 23
i |
alayının
Rabva Boğazı’na yaklaştığı ve bir süre sonra da boğaza ateş açtığı silah
seslerinden ve hareketlerinden anlaşıldı. Saat 13.00 olmuştu. Ne düşman
ilerliyor ne de Süvari Tümeninde bir hareket vardı. Yalnız Rabva’da |
düşmanın hâkim olduğu belli oluyordu. Böylece
saatler geçti. Tahminen saat
|
16.00
olmuştu ki, Tümenden 3 ncü Bölüğe Eşrefiye Çiftliği’nde Tümene katılması emri
geldi. 3
ncü Bölük ve Ağır Makineli Tüfek Takımı Eşrefiye Çiftliği’ne yürüdü. Biraz
sonra da Tümene katıldı. Bölük Komutanı, Tümen Komutanının yanına giderek
gördüklerini ve bildiklerini söyledi. Tümen Komutanı durumdan çok memnun
görünüyordu. 6 nci ve 8 nci Alay Komutanları da yanında idi. Tümen birlikleri
pembe renge boyalı Eşrefiye çiftlik binasının hemen doğusunda ağaçlık altında
bir ark suyunun kenarında hiçbir tertibat almaksızın dinleniyorlardı. Arap
atlarına ve eksiksiz teçhizata sahip olan ve 80- 100 atlıdan oluşan Yıldırım
Orduları Grubu karargâhına mensup Süvari Bölüğü de Tümenin emrinde olarak
aynı yerde bulunmaktaydı. Tümen Komutanı karşısında duran 8 nci Alay, 3 ncü
Bölük Komutanına şunları söyledi: “Durumu
görüyorsun. Her taraftan kuvvetlerimiz Şam’a gelip geçtiler. Düşman Rabva
Boğazı’nı kesti. Önemli bir Arap kuvvetiyle Faysal’ın da Şam’ın doğusundan dolaşarak
kuzeyde bulunan Duma yolunu kapattığı haber alındı. Bizim için iki yol kaldı.
Ya karşımızdaki insanlara teslim olmak ya da Duma'daki bedevilerle çarpışarak
yol açmak. Duma’ya hareket edersek bu yorgun erler ve hayvanlarla tabii
yenileceğiz. Sonuçta hepimiz Araplar tarafından çırılçıplak oluncaya kadar
soyulup büsbütün rezil olacağız. Eğer karşı koymadan İngilizlere teslim
olursak, Şam’ın içinde bulunan şahsi eşyalarımızı da kurtarabiliriz. Bu
hareketimizin sorumluluğunu, ben üzerime alıyorum. Artık Tümen son görevini
yapmıştır. Bu durumda artık hiçbir şeye gücü yetmemektedir.” |
|
3
ncü Bölük Komutanı 6 nci ve 8 nci Alay Komutanlarının da aynı düşüncede
olduklarını öğrendikten sonra, “Öyle
ise izin verirseniz bu durumdan subayları haberdar edeyim” dedi ve
Komutanların yanından ayrılarak subayların olduğu yere gitti. Kimsenin bir
şeyden haberi yoktu. Subaylara seslenerek “Arkadaşlar, Tümen Komutanı ve Alay
Komutanları bütün kuvvetle karşımızdaki İngilizlere teslim olmak istiyorlar.
Tabi biz bunu kabul etmeyiz. Ancak bir şey düşünmek, hemen bir karar verip
uygulamak gerekiyor.” dedi. |
|
Subayların
her biri farklı görüş bildirdi. Kimi ata binip hemen kaçalım. Kimisi
bölüklerimizle beraber gidelim. Kimisi Komutanlardan izin alalım da öyle
çekilip gidelim gibi çeşitli görüşlerde bulunuyorlardı. Bu sırada bir kır
atlı, güneydoğudan Cebeliesvet eteklerinden Tümen Komutanının yanına geldi.
Bu atlının elinde bir zarf görünüyordu. 3 Bölük Komutanı subaylara seslenerek
“Ben Tümen Komutanının yanına gideyim. Galiba yeni bir emir var. Emri
aldıktan sonra yanınıza gelir sizi haberdar ederim.” deyip Tümen Komutanının
yanına koştu. |
3
ncü Kolordu Komutanının imzasını taşıyan Süvari Tümenine ait emri özetle
şöyledir.
“Cebeliesvet’e
taarruz eden düşman durdurulmuş, bazı noktalarda da başarıyla geri
püskürtülmüştür. Bulunduğunuz yeri kesinlikle koruyunuz.”
Tümen
Komutanı “İşte bu emir bize görevimizi açıkça anlatıyor. Esaretten vazgeçtim.
Artık sabretmekten başka çare yoktur.” dedi.
8
nci Alay Komutanına da “Elindeki makineli tüfeklerini şu önümüzdeki çalılık
kenarında mevziye koy.”
8
nci Alayın 3 ncü Bölük Komutanına da “Sen yine iki ağır makineli tüfekle
beraber bölükle eski yerine git. Sabredecek olan Tümenin sağ kanadını koru”
emrini verdi.
3
ncü Bölük Komutanı subayların yanına giderek durumu anlattı. Herkes
seviniyordu.
Bölük
tekrar eski yerine giderek Artuz’a karşı tertiplendi.
Tümen,
700 - 800 metre önünde bulunan teplere 10 kişilik bir keşif kolu göndermişti.
Beş ağır makineli tüfeği Eşrefıye Çiftliği’nin hemen güneyinde çalılar arasında
mevziye sokmuştu. Ancak diğer birliklerle en ufak bir tedbir almamış ve hiçbir
harekette bulunmamıştı.
Bu
durum saat 17.30’a kadar devam etti. Az zaman sonra Tümen tarafından
Cebeliesvet’e gönderilen keşif kolu tepeden güneye doğru ateş açtı. Kısa bir
zaman sonra da bu keşif kolunun yakınında birkaç top mermisi patladı. Keşif
kolu da hızla geriye kaçtı. Bunu takiben güneyden bir Hintli Süvari Bölüğü, bu
keşif kolunun bulunduğu tepeyi işgal etti. Eşrefiye Çiftliği civarında mevziye
giren ağır makineli tüfekli kuvvetler ateş açtı. Hintliler tepe gerisine
çekilerek yaya muharebeye indiler. Tepede mevzi alıp ateş açtılar. İki taraf
çok kısa bir atıştan sonra silah sesleri kesildi. Hintliler de ayağa kalktılar.
Bu sırada Tümen birliklerinin bulunduğu yerden 30 kadar atlının düzensiz olarak
hızla Şam’a doğru gittikleri görüldü.
-t
Durumdan
şüphelenen 8 nci Alayın 3 ncü Bölük Komutanı, durumu anlamak üzere iki eri
görünmeden hızla Tümenin bulunduğu yere gönderdi. 15 dakika sonra bu iki er
bahçelikler içinden soluk soluğa döndüler. Heyecanla Tümenin esir olduğunu
söylediler. Bunun üzerine 3 ncü Bölük Komutanı yanındaki erlere seslenerek
“Arkadaşlar! Yıllarca hep beraber muharebe ettik. Şimdiye kadar memlekete çok hizmet
ettiniz. Ne çare ki artık her yerden sarıldığımızı buraya gelirken bana Tümen
Komutanı söyledi. Tümen geriye gidebilmekten ümidini kestiği için yıllardan
beri savaştığı düşmanına teslim oldu. Açsınız, hastasınız. Atlarınız bitkin,
artık uğraşacak durumda değilsiniz. Tümen gibi siz de gidin İngilizlere teslim
olun. Bana gelince; altımda atım, elimde kılıcım, belimde tabancam varken,
kolumda daha kuvvet hissederken düşmanıma teslim olmayacağım. Ya bu yolda
öleceğim, ya da kurtulup memleketime gideceğim. Şimdiye kadar memleketi
kurtarmak
için canla başla çalıştınız. Allah razı olsun. Ben size hakkımı helal ediyorum.
Siz de helal ediniz. Allaha ısmarladık arkadaşlar!” dedi.
Bu
anda bölükte bir çığlık duyuldu. Erler ağlıyordu. Bölüğün içinden bir atlı
ileri fırladı (Bu er, Kudüs civarındaki muharebeler sırasında Ramallah’m[35] batısında
Ayniarık köyünde, yanındaki iki erle beraber gece bir İngiliz Süvari Tugayının
ağırlıklarını darmadağın eden, bu ağırlıklarla bütün eşya ve erzakını tugayın
günlük emir defterine kadar bıraktırıp Ingiliz tugayını kaputsuz, çadırsız
bırakan 1 nci Takım çavuşu Maraşlı Vakkas Çavuştu.). Ağlayarak Bölük Komutanına
yüksek sesle hitap etti:
“Komutanım,
niçin bizi bırakıp gidiyorsun? Biz senin her emrini ölünceye kadar yapmıyor
muyuz? Yine emret, beraber gidelim. Bizim aramızda gidilecek yolları bilenler
de var. Rabva boğazı kesildi ise Duma’dan, Duma olmazsa daha doğuya doğru
çıkmaya çalışırız. Olmazsa saldırır, çarpışırız. Havran’da Arapları biz
yenilgiye uğratarak yolu açmadık mı? Yine çalışırız. Ölen kalır. Kurtulan
memleketine gider. Dört kişi kurtulsa memleket için kâr.” dedi.
Bölüğün erleri, bu sözleri dinlemiş
sonra yaşlı gözlerini Komutanlarına çevirerek............... dikkatlice
dinliyorlardı ve yalvarır bir durumdaydılar. Bölük
Komutanının
da istediği esasen bu idi. Erlerinin ruhunu bilen Bölük Komutanı, onların
yiğitliğini kamçılamıştı. Bölüğe hitaben “Hepiniz gelmeye, çarpışarak ölmeye
razı mısınız?” dedi. Erlerden bağlılık cevabını aldıktan sonra hızla yürüyüşe
geçti. Eşrefiyye çiftliğinin kuzeyinden geçerken Tümen birliklerinin, ağaçlık
arasında ve eski yerinde bulundukları görülüyordu. Düşman, Cebeliesvet
eteklerinde Süvari Tümeninin üzerinden geçirmek suretiyle 3 ncü Bölüğe ateş
açtı.
3
ncü Bölük Şam’a 2 - 3 km mesafede şoseye çıkacağı yerde bir Alman erine
rastladı. Bu er hazır ol vaziyetinde Bölük Komutanına Almanca olarak bir şeyler
söyledi. Bu konuşmadan bir şey anlamayan Bölük Komutanı, İngilizlerin işgal
ettiği tepeyi eliyle göstererek, Ingilizler, dedi. Bunun üzerine Alman eri
eliyle ufak bir hareket yaptı. (Şose üzerine ve cephaneliğe konulan tahrip
maddelerini ateşledi). O anda şosenin üzerinde 5-6 yerde büyük patlamalar oldu.
Bu gürültüden ürken atlar, Şam’a doğru fırladılar. Uzun süre atlıların
üzerlerine irili ufaklı taşlar düştü. Atlar ancak Şam’ın yakınında
durdurulabildiler. Şam’ın güneyindeki cephanelik de bu sırada ateş almış
yanıyordu. Bölük Komutanı Şam’ın yakınına gelince ağır makineli tüfeklileri
bölüğün arasına aldı. Tafas Muharebesi’nde mızrakların birçoğunun kırılması, biraz
önceki ani patlamanın etkisiyle atların fırlaması yüzünden bölükte 5 — 10
mızrak kalmıştı. Bu elde kalan sınırlı sayıdaki mızrağı da kırdırdı. Her erin
üzerinde ikişer Alman bombası vardı. Bölük Komutanı şu emri verdi:
“Şam’dan
geçerken belki bazı hakaret ve tecavüze maruz kalırız. Böyle bir durum ortaya
çıktığında işiten, gören en yakın er bombasını fırlatıp düşmanı yok edecektir.
Bunun için her er bir bombasını sağ elinde tutacak, sol el de düğmeyi
yakalamaya hazır bulundurulacaktır.”
Şam’ın
içinden silah sesleri işitiliyordu. Bölük hızla Şam’ın içine daldı. Sokak
başlarında silahlı, kalabalık yerli halk vardı.
(Bunların
başında bir gün önce Türk ordusunda hizmet eden Süvari Yüzbaşısı Arap Cemali
Hayri'nin olduğu anlaşıldı. Bunlar bölüğü görünce sokakların derinliklerine
kaçıyorlardı. Şam gençleri fesleri atarak başlarına agel,[36] kefiye[37]
giymişlerdi. Bunun da İngilizlere ve Şerif Hüseyin’e[38] katıldıklarının
göstergesi olduğu öğrenildi.)
Kısa bir süre yürürken yerli halktan
birçoğunun sırtında çuvallarla deste deste çizmeler taşıdıkları görüldü.
Bunların teçhizat ambarlarını yağmaladıkları kesindi. Bunlardan birkaçının
elinden çizmeler alındı ve yürüyüşe devam edildi. Biraz daha ilerleyince bir
yerlinin bir faytonun üzerine çıkarak kalabalık bir halk kitlesine Arapça bir
kağıt okuduğu görüldü. Halk, bölüğü görünce etrafa kaçıştı. Bir anda ortada boş
arabadan başka kimse kalmadı. .
Yolda
münferit silahsız, yaya ve mekkâreli erlere rastlandı. Bunlara da bölüğü takip
etmeleri söyleniyordu. Kısa bir zaman sonra önde giden bazı atlılara yetişildi.
Bunların 6 nci Alayın 2 nci Bölüğü oldukları ve Bölük Komutanı Yüzbaşı Salih’in
de bölükle beraber olduğu anlaşıldı. Şam’ın Meydan Mahallesi’nde 6 nci Alayın 2
nci Bölüğü ile 8 nci Alayın 3 ncü Bölüğü iki ağır makineli tüfek ile birleşmiş
olarak Şam sokaklarından Duma istikametine, rastladıkları her münferit subay ve
erleri de himayelerine alarak yürüdüler. Ufak bir olay çıktığında Şam’ın
kuzeyine çıkılmış, karanlık tamamen basmıştı. Her tarafta sükunet vardı. Yalnız
Şam’ın güneyinde yanan cephanelikten çıkan kızıl alev ve duman, üzücü bir
manzara arz ediyordu.
3
ncü Bölük bugün çok fazla seri yürüyüş yapmış olduğundan atları çok yorgundu.
Şam’ın kuzeyinde rastladığı ilk suda atlarını suladı. Bu sırada yağmacıların
elinden alınan çizmeler erlere giydirildi. Öndeki bölükten epeyce geri kalmış
olarak yürüyüşüne devam etti. Biraz sonra sol yanından bahçelikli bir köyden
silah patlamaya başladı. Kurşunlar yüksekten geçtiği için bölük aldırış
etmeyerek yürüyüşüne devam etti. Her iki bölük yürüyüşüne devam ederek gece
Kuteyfe[39]
nahiyesine ulaşıp dinlenmeye geçti.
1
Ekim 1918 sabahı nahiyede aşar ambarı olduğu öğrenildi. Ambar memuru
bulduruldu. Senetle arpa alınıp hayvanlara yedirildi. Senetle alınan buğdaylar
evlere verilerek yerine ekmek, peynir ve üzüm alınarak erler de doyuruldu.
Öğleye
doğru bölükler yürüyüşe geçtikleri zaman 30 kadar çeşitli rütbede münferit
subay, 3000 kadar da silahsız piyade eri süvari bölüklerinin himayesinde Nebek[40] yolunda
yürüyordu.
Öğle
vakti 3 ncü Bölük hemen yolun batısında yüksekçe bir yerde rastladığı bir
kaynakta hayvanlarını suluyordu. Bu sırada Bölük Komutanı kaynağın üst tarafına
yükseğe oturmuş,""koca Türk ordusundan kalan insanlara mahzun bir
tavırla bakarken yanına iki köylü Arap yaklaştı. Selam vererek yanına
oturdular. İyi Türkçe konuşan, genç olanı Bölük Komutanına, “Ne düşünüyorsun?”
diye sordu.
Bölük
Komutanı, “Arap’ın gayretiyle bu hâle gelen Türk ordusuna bak! Nasıl
düşünmeyeyim” cevabını verdi. Bunun üzerine Genç Arap, “siz büyüklerinizi
tanır, etrafında toplanır, memleketinizi yine savunur, vatanınıza bu düşmanı
sokmazsınız. Ancak siz gittikten sonra biz ne olacağız? Her taraftan bir seyit
çıkar, birbirimize düşeriz. Sonuçta yabancılar da işe müdahale eder, bizde
esaret hayatı başlar.” dedi.
Arap
genci, “Zaman beraet-i zimmet kabul etmez hükümlerini verir.”[41] diyerek
o zaman bu durumu çok güzel yorumlamıştı. Arap gencinin dediği aynen çıktı.
Türk milleti “ATA”sının etrafında toplandı. Büyük mücadele sonucu düşmanlarını
kovdu. Savaşı kazandı. İnkılâbını yaptı. Büyük hamlelerle çağdaşlaşma yoluna
girdi. Bugün savaş alanlarında ve çağdaşlaşma yolunda yetki ve gücünü ispat
etmiş olan ikinci atasının (İsmet İnönü) önderliğiyle uygar milletler
seviyesine geçmeye adaydır. Türk ordusunu arkadan vuran Araplar da bakalım daha
ne kadar zaman manda altında yaşayacaklardır.[42] Bunu da
zaman gösterecek. Geçmişte bir Arap vatanseveri şöyle demiş: “Nil Arabistan’a
aktığı zaman, Araplar Türk hâkimiyetinden kurtulacaklardır." Bu,
gerçekleşti. Ingilizler muharebe sırasında su borularıyla Nil suyundan
yararlanarak Tih sahrasından[43] geçirip
Filistin’e akıttılar. Bundan sonra Türk ordusu da Arap’ın gayretleri sonucu
Arabistan’ı terk etti. Bunu söyleyen vatansever Arap’ın vicdanı acaba şimdi
rahat mı? Ne olursa olsun hakikat olan bir şey varsa o da şudur: Nil Filistin’e
aktıkça Arabistan’da yabancı hâkimiyeti devam edecektir. Bağımsızlık kazanmak
kolay değildir. Nil gibi kan akıtmak* gerek.
Her
iki bölük akşam üzeri Nebek kazasına ulaştı. Burada menzil noktası bulunduğundan
erler ve hayvanlar iyi bir şekilde beslendiler. 2 Ekim 1918 günü yürüyüş
yapılarak Ehisya köyüne ulaşıldı. Burada aşar ambarı yoktu. Yalnız Almanların
Şam’dan kaçırdıkları az bulunan erzak deposu vardı. Müracaat edilerek gerek
bölüklerde bulunan subaylara gerekse yolda katılmış olan perakende subaylara
bir miktar bu erzaktan senet karşılığında alındı.
Erler
ve hayvanlara gelince; köylüden vatansever bir kişi, sabah ve akşam mevcudu üç
bini geçen ere çorba yedirdi. Sabah akşam birer kilo ekmek vermek, bütün
subayları güzel yemeklerle ağırlamak suretiyle misafirperverlik gösterdi. Sabah
ve akşam hayvanların yemini de vererek oldukça cömert davrandı.
3
Ekim 1918 günü sabahleyin yürüyüşe geçilerek akşam üzeri sorunsuz olarak
Humus’a[44] ulaşıldı.
Hayvanlarda nal kalmamıştı. Burada menzil ve menzil müfettişliği mevcut
olduğundan müracaat edildi.
Menzil
Müfettişi Kurmay Albay Behçet,[45] o önemli
işleri arasında bütün memleket nalbantlarını işbaşı ettirerek bütün hayvanları
nallattırdı. Erleri ve hayvanları beslettirerek o gün çalışmalarını sağladı.
4
Ekim sabahı Süvari Tümeninin alaylarının kurtarılan ağırlıkları geldi. Her iki
alayın mekkâreleri, işe yarar birçok insan ve hayvan vardı.
Bunların
arasından Ahmet ismindeki 8 nci Alayın ağırlık çavuşu, alayın kasası olan
sandığı getirip 3 ncü Bölük Komutanına teslim etti ve ağlayarak “Bu sandık
içindeki 8 nci Alayın sancağını kurtarmak için çok uğraştım. Rabva’dan itibaren
her yerde Arapların baskınlarına, taarruzlarına uğradık. Birçok arkadaşımız
baskınlar ve çarpışmalar sırasında şehit oldu. En ufak ve en büyük tehlikelerde
hepimiz bu sandığı kurtarmak için hiçbir fedakârlıktan çekinmedik. Buraya kadar
getirdim. Buyurun, size teslim ediyorum. Bundan sonra nasıl emrederseniz öyle
yapalım.” dedi.
Alay
hesap memurunun Şam’da kaldığı öğrenildi. Ağırlıklar o gün sabah kendi
kendilerine erkenden Şam’dan Riyak istikametinde yürüyerek Rabva Boğazı’nı
geçmişti. O sırada Rabva düşman kuvvetleri tarafından kesilerek ağırlığın
arkasından kurşun yağdırmış ise de ağırlık hızla uzaklaşarak kurtulmuştur.
Sandık
açıldı. İçinden sancakla beraber bazı evraklar çıktı. Erler arasında pek çok
hasta vardı. Subaylardan Celal ile Haydar da hasta olduklarından sancak ve
evrak bunlara teslim edilerek geriye gönderildi. Büyük bir tehlikenin ortaya
çıkması hâlinde evrakın yok edilmesi, sancağın kurtarılması, kurtarmak imkânı
kalmayınca yakılması söylenerek trenle geriye sevk edildi. (Geride çaresiz
kalan bu evrakları yakmaya mecbur olmuşlardı. Sancağı ise Âdana Hastanesinde 3
ncü Bölük Komutanına teslim ettiler. O da bunu İstanbul’da mazbata karşılığında
eşya ambarına teslim etti. Çöllerde iki yıldan fazla şan şerefle dalgalanan bu
sancak bugün askerî müzededir).
Aynı
gün Humus’ta bütün ağırlıklar ve bölükler düzenlenerek her iki alaydan
kurtulanların sağlam erler ve hayvanlarından 120’şer atlı iki bölük kuruldu.
Yine aynı gün Humus’a ulaşan Süvari Tugayının emrine girildi. Her iki bölük
görevlerini yerine getirerek Halep’e doğru çekilirlerken Humus’tan hareket
ettikleri gece Humuslulardan da arkadan ateşe maruz kaldılar. Her iki bölük
Halep Muharebesi’ne katıldı. 8 nci Alayın 3 ncü Bölük Komutanı hastalanarak
Adana Hastanesine 48 kişilik vagonla sevk edilirken 6 nci Alayın 2 nci Bölük
Komutanı Yüzbaşı Salih, Halep’e arkadan giren çapulcuların birçoğunu yenilgiye
uğratarak, en son görevini yerine getirdikten sonra tahliye edilen Halep’ten
uzaklaştı.
Son
zamanda Filistin Cephesi’nin genel durumu şöyle özetlenebilir:
Her
biri ancak birer tümen-kuvvetinde zayıf üç ordudan oluşmuştur. Bu üç ordunun
başına da Yıldırım Ordular Grubu Komutanı unvanıyla Alman Generali Liman von
Sanders[46]
görevlendirilmiştir.
Sağda
8 nci Ordu Komutanı General Cevat’ın[47] mıntıkası,
Falik Nehri gerisinde, büyük bir kısmı ova, diğer bir kısmı da yüksek arazidir.
Ortada
7 nci Ordu Komutanı General Mustafa Kemal (ATATÜRK)’in mıntıkası, tamamen dere,
tepelerden ve bazı düzlüklerden ibarettir.
Solda
4 ncü Ordu Komutanı Mersinli General Cemalin[48] mıntıkası
yer almaktadır. Bu bölgenin ön tarafı tamamen düzlük ve küçük vadilerden,
arkası
ise yüksek ve taşlık dağlardan, derin vadilerden ibarettir. Bu son bölge; sol
kanadından Kerek, gerisinde Erdün ve Havran bölgelerinden çeşitli Arap kuvvet
ve aşiretleriyle de tehdit edilmektedir.
Bu
üç ordunun işgal ettiği bölge, 60 km’yi geçen bir cephedir.
7
nci ve 8 nci Orduları 4 ncü Ordudan Şeria Nehri ayırır.
Bu
60 km'lik cepheyi savunmakla görevli orduların muharip kuvvet toplamı ancak
27.000’dir.
Ordunun
yayıldığı bu cephede, ordu emrinde 24 ncü Piyade Tümeniyle 3 ncü Süvari İhtiyat
Kuvveti olarak yer almaktadır.
Bu
şekilde Yıldırım Ordular Grubu düşman karşısında set şeklinde dizilmiştir
denilebilir.
Ingilizlerin
iki defa 4 ncü Ordu cephesine (Eriha Köprüsü’nden geçerek Salt ve Amman
istikametinde) taarruzları General von Sanders'in gözünü buraya dikmesine sebep
olmuş, Türk sağ kanadına bir taarruzu düşündürmemiştir. Oysa daha önce Gazze
muharebelerinde İngilizler, iki defa Türk sağ kanadına (Gazze’ye) taarruz
ederek 3 ncü ve en kuvvetli taarruzlarını Türk sol kanadına (Bi’rü’s-sebi’ye)
yaparak başarılı olmuşlardır. Hatta 19 Eylül günü yapılacak taarruz daha
önceden haber alındığı ve cephede Yıldırım Orduları Grubu Komutanının eli
altında bir ihtiyat bulunmadığı hâlde, hiç olmazsa süvari kuvvetlerinden bir
çevik ihtiyat kuvvet toplamak aklına gelmemiştir. Bu, yerinde ve en çabuk
tedbir olurdu.
Eriha
cephesinden bir tehlike hissediliyor ise, 24 ncü Tümenle Şeria Nehri doğusunda,
4 ncü Ordu cephesini daha çok kuvvetlendirmek yerinde bir karar olurdu. 3 ncü
Süvari Tümenini, müstakil süvari tugayını, 7 nci Süvari Alayını bir araya
getirerek beş alaylı, üç bataryalı kuvveti alırdı. Bu beş alaydan oluşan kuvvet
Eddamiye civarında toplu olarak kalır, istenilen yere hızlı bir şekilde sevk
edilirdi. Böylece herhangi bir düşman hareketi karşılanabilirdi.
İyi
düşünen bir cephe komutanı aşağı yukarı bu tedbirleri en son zamanda değil,
Mayıs ayının başında, yani Salt Muharebesi’nin ardından almalıydı. Çevik kuvvet
Bisan’ın 5-10 km güneyinde bir yere yerleştirilmiş olsaydı şu yararlar
sağlanırdı:
1.
Tren
güzergahında olduğu için iaşe çok daha kolay olurdu. Havran bölgesinin ekili
alanları bol ve bu alanlar yakındır. Buradan Süvari Tümeni kendi aracıyla
iaşesini taşıyabilirdi.
2.
Eğitim ile
uğraşarak maddi, manevi kuvvetini artırırdı.
3.
Bir tehlike
ortaya çıkması hâlinde Süvari kuvvetleri için cephede herhangi bir noktaya 8
-10 saatte yetişmek mümkün olurdu.
4.
Sıtma mikrobu
bulaşmazdı.
5.
Böyle bir
kuvvet karşısında, Havran bölgesinde ve tren yollarında Arap faaliyeti
gerçekleşemezdi.
6.
Bu kuvvetlerin
emrinde bulunacak bir iki istihkam subayı ile 5-10 istihkam erinin işaretiyle
bütün geçitlerde daha önce mahalli araçla tedbirler alınabilirdi.
7.
İngilizlerin
Türk sağ kanadında 12 nci Kolordu cephesini yarmaları hâlinde, bu kuvvet, büyük
bir hızla İngiliz süvarisinin karşısına geçirilerek süvari durdurulur, hiç
olmazsa sınırlandırılırdı.
8.
Ordunun
çekildiği takdirde bu beş alaylık, üç bataryalık kuvvet İngiliz süvarisiyle
Türk piyadesinin arasına girerek; ordunun sorunsuz bir şekilde çekilmesini
sağlardı. Bunun sonucunda, ordu istediği bir hatta tutunabilirdi.
Süvari
Tümeninin Bisan güneydoğusunda köprü ve geçitlerde yaptığı çok önemli bu görev
konusunda:
Merhum
Binbaşı Vecihi eserinde bu hareketi şöyle yazmıştır:
'
“Ayın 22 nci günü saat 11.00’de Bisan’ın 15-20 km güneyine yaklaşmıştık.
Şeria’nın doğu sahili üzerinde nehri henüz geçmiş bulunan 7 nci Ordu
karargâhına rastladık. Ordu Komutanı Süvari Tümeninin görevini öğrenince
memnuniyetini belirtti ve “4 ncü Ordu Komutanına yazmıştım. Henüz cevap
alamadım. Şimdiye kadar en azından bir süvari alayı gelmeliydi.” dedi. O zamana
kadar Şeria’nın batısında 7 nci ve 8 nci Ordular mıntıkasında gerçekleşen
olayları ancak 7 nci Ordu Komutanından öğrenebildim. 8 nci Ordunun Komutanı ile
bazı ordu ileri gelenlerinden başka birliklerinin ne olduğu, nerelerde
bulunduğu bilinmiyordu. 7 nci Ordunun iki kolordusu düzenli olarak Bisan
istikametinde geri çekilme durumundaydı. En önemli sorun, Bisan’ı işgal eden
düşmanı etkisiz hâle getirerek orduları nehrin doğusuna geçirecek bir geçit sağlamaktı.
Genel durum hakkında bir saatten fazla tartışıldı. Sonunda Süvari Tümeninin
hareket tarzı hakkında önceden kabul edilen karar ertelenmedi.
Tümen
ile Bisan’ın batısındaki taş köprüye kadar ilerleyecekti. Eğer düşman
kuvvetleri nehrin doğusuna tecavüz etmemiş ve köprüyü tutmamış ya da az bir
kuvvetle tutmuş ise, onu işgal ederek Bisan’a karşı orduların köprüden
geçmesini kolaylaştırmaya çalışacaktım. Düşman nehrin doğusuna tecavüz etmişse,
o hâlde Bisan’ın daha batı taraflarında bir geçit araştırmaya ve temin etmeye
çalışacaktım. Süvari Tümeninin görevi çok önemli olmakla beraber yerine
getirilmesi oldukça zordu. Görevi, gücünün yeteceği ölçüde değil, sahip olduğu
araçlar da yeterli değildi. Bunu anlayan 7 nci Ordu Komutanı beraberlerinde
bulunan toplam 300 mevcutlu iki piyade taburuyla karargâhlarından bir kurmay
subayını tümen emrine bıraktı. Tümenin hareketinden nehrin batı tarafında
bulunan 3 ncü ve 20 nci Kolorduları haberdar etti.
Gündüzden
yirmişer atlı, iki subay keşif kolu gönderilmişti.
Bunlardan biri nehrin doğusunda uzanan
sıradağlara, diğeri Şeria Nehri’ni takip ederek kuzeye doğru keşifte bulunarak
Bisan’ın doğusundaki köprü civarında birleşecekler ve köprü henüz tutulmamış
ise işgal edeceklerdi. Harekete başlamadan önce ordudan ayrılan kurmay
subayının komutasında bir süvari bölüğü daha sevk ettim. Tümen az çok, iki
taburla takviye edilince, mevcut itibarıyla çok eksik olan Tümenden bir süvari
bölüğü daha ayırmak, uzaklaştırmakta bir sakınca yoktu. Bu süvari bölüğü de
doğruca kuzeye ilerleyerek Bisan hizasında ve doğusunda bulunan köprüye
yaklaşacak ve oralarda rastlayacağı iki keşif kolunu da emri altına alarak
köprüyü işgal etmeye çalışacaktı. Eğer köprü kuvvetlice tutulmuş da düşman
nehrin doğusuna geçmişse, Tümen gelinceye kadar oralarda keşifte bulunarak
bilgi toplayacaktı. Hava aydınlanmadan geçide ulaşabilmek için hareketimizi
hızlandırdık. Ordu Komutanı karargâh heyetleriyle birlikte tümeni takip
ediyordu. Oldukça yüksek olan Bisan’ın doğusunda tutulmak istenilen köprünün 7
- 8 km güneyine ulaşılmıştı. Gündüzden gönderilen iki keşif kolunun tamamen
esir oldukları haberi geldi. Bu iki keşif kolu yolları öğrenmek üzere
bedevilerden aldıkları Arap kılavuzların ihanetine maruz kalmışlar, doğruca
İngilizler üzerine sevk edilerek teslim edilmişlerdi. 4 ncü Ordu Komutanının
muhtemel gördüğü tehlike, şimdi fiilen gerçekleşmişti. Bisan’ı işgal eden
düşman süvarisi, Şeria Nehri’nin doğusuna geçmiş ve güneye sarkmıştı. .
Karanlıkta
kuvvet durumu bilinmeyen bir düşman üzerine, daha çok vadinin bir orman gibi
sık ağaçlı bulunduğu bir yerde az bir kuvvetle atılmaktan çekinerek, gerçek
durumu anlamak üzere sabahı beklemeye ve o çevrede bir geçit araştırmaya karar
verdim. Bu kararı 7 nci Ordu Komutanı da onaylayarak karargâhlarıyla Tümenin 5
km kadar uzağında Aclun dağları eteğinde durumları gözleyeceklerdi.
Sabah
olmak üzereydi. Biz tertibatımızı almakla meşgul iken, daha önce gönderilen ve
ilerimizde Tümenin bir öncü kuvveti muharebeye tutuştu. Şeria’nın doğusuna
geçen düşman kolunun başlangıçta bir süvari tugayı olduğu tahmin edilmişti.
Süvari alaylarımızdan biriyle bir piyade taburu savaşmaya başlayan bölüğü
takviye etti. Batı tarafa da dikkat etmek gerekiyordu. Çünkü düşman kuvveti
Eddamiye’den kuzeye doğru da ilerleyebilirdi. Kuzeye ve güneye karşı alınan
tertibat ile Şeria’nın o çevrede yaklaşık olarak 5-6 km’lik bir sahası güvenlik
altına alınmıştı. Bir taraftan bu tertibatı alırken diğer taraftan da nehir
üzerinde geçit araştırmaya başlandı.
Bisan’ın
güneyinde ve bizim tertibat aldığımız bölgenin karşısındaki sırtlar üzerinde 7
nci ve 8 nci Ordulardan toplanan birlikler perakende bir hâlde güneşin
doğmasıyla beraber nehre doğru ilerlemeye başladılar. Diğer taraftan Bisan’dan
çıkan düşman süvari bölükleri de sırtlardan aşan piyadelerimizin geçişine engel
olmak için ilerletmeye başladılar. Yürüyüşü geciken bataryamız tam bu sırada
yetişti. (Şeria Vadisi’nde düzenli bir yol yoktu. Bataryayı yürütmek için
birçok yerde taşları kırmak, hendekleri tesviye etmek gerekiyordu. Özellikle
hayvanlar zayıf olduğu için toplar düzenli bir şekilde ilerleyemiyoriardı.
Bataryanın harekâtı ister istemez gecikmeye uğruyordu. 7 nci ve 8 nci
Ordulardan birinin topsuz, sadece hayvanlı bir bataryasına tesadüf ederek
yardım etmek üzere süvari bataryasına katıldığımız halde batarya, yine bin
zorlukla oraya getirilebilmişti.)
Şeria’nın
doğusundan ve Bisan istikametinden gelerek geçit hareketine engel olmak isteyen
düşmana karşı, süvari bataryası hemen nehir kenarında mevziye girdi.
Bisan
önünde mevziye girer girmez çok etkili silahlarıyla düşmanın nehrin batısından
geçide yaklaşmasına engel oldu. Diğer taraftan nehrin doğu tarafında kuzeyden
gelen düşmana karşı yaya savaşan süvari alayımızla piyade taburu büyük bir
sabırla karşı koyarak düşmanın bu taraftan da ilerlemesini durdurmuşlardı.
Hatta karşı taarruzlarla da yaya savaşan kısımları üzerine atılarak beş on eri
esir ve bir miktar hayvanı da elde etmişlerdi. Nehrin batısında 7 nci veya 8
nci Ordudan bir makineli takım veya bölüğü de, geçit noktası yakınından
savunmaya katılmasıyla Bisan güneydoğusunda Şeria üzerinde bir çeşit köprü
oluşturmuştu. Düşman topçuları, ikisi nehrin doğusundan, diğer ikisi batısından
Bisan önünden ateşlerini özellikle Süvari Tümenine ve bataryasına yönelttikleri
için geçit yerleri serbest kaldı. Bisan'ı işgal eden ve o çevrede bulunan
düşmanı biz o zaman asıl kuvvetinden çok az, bir tümen olarak tahmin etmiştik.
Mütarekeden sonra bu kuvvet tam üç süvari tümeninden ibaret olduğu anlaşıldı.
Kuvvet ve savaş malzemesi olarak bize Süvari Tümenimizden kat kat üstün olduğu
hâlde, onu yerinden söküp atarak, geçişini engelleyemedi. Süvari Tümeni
özellikle Şeria’nın doğusuna geçerek, kuzeyden tazyik eden, hücumlar yapan
bölümlerine karşı sıkışıp kalmış, başarılı karşı hücumlarla, düşmanın geçit
noktasına etki etmekten çok, uzakta tutmayı başarmıştır. Tümenin düşmanla temas
ettiği noktadan itibaren Şeria Nehri’nin güneyine doğru geçit verebilen
bölümünden 7 nci ve 8 nci Ordular ile bu orduya mensup olan bütün subay ve
erler tamamen, sorunsuz bir şekilde nehri geçti.
20
nci ve 3, ncü Kolordu karargâhıyla birliklerinden bir bölümü 4-5 km güneyde
ikinci bir geçitten daha geçti.
3
ncü Süvari Tümeninin Bisan’ın güneydoğusunda yaptığı bu çok önemli görevi ile
ilgili yazının bazı noktalarını belirtmek zorunda hissediyorum. Bunlar:
1.
Tümen, hava
aydınlanırken geçit civarına yaklaşmıştır. Sabah olurken ileri gönderilen
kuvvetin, düşmanın nehrin doğusuna geçen bir tugayıyla karşılaştığını
anlayınca, bir süvari alayı ve 7 nci Ordu Komutanı tarafından Tümen emrine
verilen bir piyade taburunu, muharebeye tutuşan kuvveti takviye etmek üzere
ileri gönderdiği bildirilmektedir. Ancak 6 nci veya 8 nci Alaylardan hangisinin
takviye etmekle görevlendirildiği açıklanmamıştır.
Gerçekte;
yukarıda belirttiğim gibi her iki alay da geride kalarak kesinlikle muharebeye
karışmamışlardır. Piyade taburu ise çok geç gelmiştir.
Tümen
Komutanının bu alayı ve taburu vaktinde ileri sürdüğünü kabul edelim. Acaba tam
zamanında yetişen tümenin çok yerinde verdiği bu karar ve emir niçin
uygulanmamıştır. Alay Komutanı niçin muharebe eden kuvvetin yanına gelip durumu
yakından görerek elindeki süvari ve piyade kuvvetleriyle bu önemli duruma
katılmamıştır. Hatta 3 km gibi çok yakında cereyan eden bu muharebe yerine
Tümen Komutanının da gitmesi gerekirdi. Tümen Komutanının geride işleri varsa,
Alay Komutanının ileri atılmaması nasıl açıklanabilir.
Yukarıda
belirtildiği gibi o küçük müfreze yerine göre ateşli silahlarıyla düşmanı
uzakta tutmaya, gerektiğinde mızrağına sarılarak zayıf hayvanlarıyla yorgun
erleriyle çok kuvvetli düşman bölümleri üzerine atılarak onu yerinde
durdurmaya, aynı zamanda oynak bir muharebe yapıp düşmanın, müfrezenin
cephesinde yapmak istediği etkiyi yok etmeye ve en sonunda fırsat bulunca
süngüsüne dayanarak hücum yapmayı başaramayıp da düşman geçidi ve müfrezenin
tuttuğu son tepeyi eline geçirseydi sonuç ne olacaktı? Sonucun son derece kötü
olacağı en basit düşünce ile anlaşılır. Müfrezenin çok zayıf hâliyle durumu
kavrayarak çok kuvvetli düşman karşısında yaptığı bu enerjik muharebe, tümenin bütün
hatalarını örtmüştü. 8 nci Ordu Komutanı başta olmak üzere bu orduya mensup
oldukça önemli kuvvetleri esaretten kurtarmış 7 nci Ordu birliklerine ise
büsbütün serbest geçit yapmak imkânını temin etmiştir (Şerefli bir duruma
herkes ortak olmak ister. Kabahat ise samur kürk olsa kimse giymez).
Gerçekte, Tümen
Komutanı tam bir Süvari Komutanı gibi ileri atılarak müfrezenin yanına gelse ve
nehrin doğusuna geçen düşman kuvvetinin durumunu gözleriyle görseydi,
muharebenin cereyanı tamamen değişirdi (Kroki-13) •
İki
piyade taburu taarruza çok uygun fundalıkh araziden yararlanarak cepheden
düşmana taarruz edip iki süvari alayı da düşmanın en doğudaki bölüğünün takip
ettiği sırtlar üzerinden doğu kanadına ve gerilerine saldırsaydı, hareket
birleştirilerek nehrin batısındaki kuvvetlerden bir kısmı da batıdan köprüye
taarruz etseydi, düşmanın büyük süvari kuvvetleri daha ortada yokken nehrin
doğusuna geçen kuvveti yok etmek en basit iş olurdu. Bunun sonucunda da 7 nci
ve 8 nci Ordulardan nehrin batısına gelen kuvvetlerin hepsi kurtulurdu.
2.
Eserdeki diğer
yazılarda; Havran bölgesinde Süvari Tümenine karışan başka birliklere mensup
ağırlıklar, perakende subay ve erler eleştirilmektedir. Oysaki aynı günlerde 7
nci Ordu Komutanının perakende subay ve
erlerden yararlanarak onları teşkilatlandırdığını yazmaktadır.
Tümen
olarak da aynı şekilde hareket edilerek bu kuvvetleri düzene koymak ve
zamanında da yararlanmak mümkündü. Çünkü her iki süvari alayının işsiz
binbaşılarını ve işsiz kalmış olan batarya komutan ve subaylarını bu işle
görevlendirmek yeterli idi. Hatta zayıf ve yaralı süvari hayvanlarıyla topçunun
elinde bulunan (top olmadığı için) sağlam 100 kadar hayvan değiştirilerek
ağırlıkta
yürüyen süvari erleri muharebeye sokularak mümkün olduğu ölçüde çarpışan
kuvvetler artırılırdı.
3.
Tafas
Muharebesinin-ardından artçı olarak köyde bırakılan 6 nci Alayın hareketine
gelince; nizami uzaklık ile tümeni takip etmesi icap ederken bu mesafeyi çok
açarak, düşmanın üstün kuvvetlerine karşı köyü yalnız başına savunmaya
kalkışması hiç de doğru görülemez. Eğer 6 nci Alay fazla zaman köyde kalmayıp
tümeni takip etseydi, uğrayacağı taarruza 8 nci Alay da müdahale ederdi ve
durum değişirdi. 6 nci Alay da sekiz ağır makineli tüfeğini kaybetmez, subay ve
erlerini de Arap palalarıyla,[49] cenbiyyeleriyle[50]
parçalatmaz, alayını eritmezdi. (Atlı Türk’ün kalesi meydandır.) 6 nci Alay
Komutanı bu atasözünü bilseydi köyde kapanıp kalmaz, tümeni de son derece
zayıflatıp maddi ve manevi olarak yıpratmazdı.
4.
Kisve
civarındaki uçak taarruzunda ağaçlık bölge, tümenin bütün kuvvetleriyle tamamen
gizleyecek durumdaydı. 8 nci Alay Komutanına bölük komutanlarının yaptığı
teklif kabul edilmiş olsaydı, 30 Eylül sabahı belki uçak taarruzuna maruz
kalınmaz, Arap’ın dört patlıcanı için 50 - 60 Türk’ün kanı akmazdı (Bahçelere
girilmeyerek yalnız ağaçlık bölümde gizlenmek mümkün olmuştur).
Tümen
Komutanı eserinde, Tümenin esareti konusunda, düşmanın Rab^a’yı kapattığını,
Duma istikametine bir alayının gittiğini ve sonunda 53 ncü Tümenin çekildiğini
sebep gösterir. Burada Tümen Komutanı Vekili ile 6 nci ve 8 nci Alay
Komutanları sorumlu olmadıklarını iddia edebilirler mi? Bunu okuyucuların
takdirine bırakıyorum.
Yalnız şu kadarını arz edeyim ki,
sabretmek isteyen bir birlik mutlaka hâkim araziyi elinde tutar. Cebeliesvet’te
çarpışan piyade birliklerinin (53 ncü Tümen) sağ kanadındaki hâkim tepeleri
düşmana bırakıp bu tepelerin tehdidi altında ve tepelerden uzaklığı 500-600
metre mesafede bulunan çukur bir mevkide toplu olarak kalıp beş on mermi
atılınca teslim bayrağı çekilirse bu hareket nasıl açıklanır. .
A
Şam’ın
güneyinin ve Duma yolunun kapanması Tümenin esaretini haklı gösterebilir mi?
Bu
hâlde Tümen; daha doğuya giderek Şam’ın doğusundan dolaşıp tekrar kuzeye
dönerek (Şam - Humus) yoluna pekâlâ çıkabilirdi.
Hakikatte
bu da doğru değildi. Çünkü Tümenden ayrılan 6 nci Alayın 2 nci Bölüğü ve 8 nci
Alayın 3 ncü Bölüğü güneş batarken Şam’ın ortasından geçip Duma’dan çıkarak
Humus’a gitmişlerdir.
4 ncü Ordu emrindeki Süvari Tugayının
da Şam’ın doğusundan geçerek Nebek yolu ile Humus’a gelmiştir. Kuvvetlerin her
taraftan i çekildiğini, artık
savunma imkanının tamamen ortadan kalktığını gören 3 ncü
I Kolordu
Komutanının yine bu istikametten geçerek çıkması, iddiamı ispat için
i yeterli
delillerdir.
i Eserde
Tümenin esarete uğrayan mevcudu 26 subay, 85 er olarak
gösterilmiştir.
90 - 100 atlı kuvvetinde olup tümenin emrinde olarak beraber esir düşen
Yıldırım Orduları Grubu süvari bölüğünün ve süvari bataryasının er ve
hayvanlarının mevcudunu da hesaba katmak gerekir. Tümene ve alaylara mensup
ağırlıklar, Şam’dan sabah hareket ettikleri için kurtulmuşlardır. .
Eğer
3 ncü Süvari Tümeni bu son zaafı göstermeseydi, Filistin cephesindeki parlak
zaferlerinin ve çekilme sırasındaki şerefli hizmetlerinin altına bir kara çizgi
çekerek toplam hanesine (esaret) yazdırmazdı.
Bunun
için Süvari Komutanının en tehlikeli yerde herkesten çok enerji ve karakter
sahibi olması gereklidir.
Düşüncelerime
göre; burada Tümen Komutan Vekili Binbaşı Vecihi Alay Komutanlarından daha çok
sorumlu değildir. Çünkü o, meslekten yetişmemiştir. Ayrıca barış zamanında
süvari birliklerine komuta ederek alışmadığı, subaylarını tanımadığı, nicelik
ve nitelik itibarıyla zayıf bir birlik ile muharebeye girmek zorunda kalmıştır.
Alay
Komutanları esareti kabul etmeselerdi şüphesiz Tümen son mevcuduyla esir olmaz,
o felaketten Tümen de şerefiyle çıkardı.
En
büyük tehlike anlarında atasözünde olduğu gibi “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”
diyebilmek her yiğidin kârı değildir.
Bununla
beraber Tümenin bu esareti, 1916 yılı El'ariş ve Katya’da Londra Süvari
Alayının, 3 ncü Piyade Tümenine mensup iki piyade taburuna 23 subay ve 300
kadar erle teslim olmasından daha üzücü değildir.
İngiliz
Süvarisine gelince; İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde
süvarisini en güzel şekilde kullanmış ve en üst düzeyde yararlanmışlardır.
Özellikle son hareket tarzlarıyla örnek olmuşlardır. İngilizlerin süvariyi
kullanış şekli, düzenleme ve strateji açısından bizim için önemli bir değişim
yapmış değildir. Çünkü bu yöntem, çok eski zamandan beri atalarımızdan bize
miras kalmış olan yöntemdir.
Ancak uzun süreden beri unutulmuş olan
süvariyi, toplu kullanmak yöntemin birdaha hatırlatmış ve yöntemin geçerliliğini
ispat etmişlerdir.
Bu
dersten en çok Türkler yararlandı. İngilizler kendilerine göre çok zayıf ve
araçtan yoksun bir orduyu, o da Arap’ın desteğiyle ancak ezebildi. Ancak
Türkler, dört yıl sonra kendilerinden daha kuvvetli bir orduyu, başkalarının
yardımına gerek kalmaksızın yok etme derecesine getirdiler. Bu hareketler
arazisi geniş memleketlerde çok kuvvetli süvariye ihtiyaç olduğunu ortaya
çıkardı.
Bu
olaylardan ders alan Ruslar ve daha sonra Lehler (PolonyalIlar), savaşları
sırasında süvariyi aynı şekilde kullandılar.
Bugün
strateji ve düzenleme alanlarında genel olarak geçerli olan süvariyi toplu
kullanma fikri, yakın dönemde yaşanan olumlu olaylar sonucunda ortayafçıkmıştır.
Türk ordusuna çok zararı dokunan
İngiliz casusu Albay Lavvrence ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Emir
Faysal'ın sevk ve idare ettikleri Arap kuvvetleri, Havran bölgesinde Deria
civarında Cebelidüruz eteklerinde harekâtın başlamasından bir hafta önce tren
hatlarını bozmuşlardır. Çekilme sırasında da ismi geçen yerlerde ve Şam’a
gelinceye kadar Türk ordusunun dağınık erleri, zayıf bölümleri, hep bu Arap
kuvvetleri tarafından baskınlara uğratılmış; kuvvetli bölümleri taciz
edilmiştir.
Lawrence’m hatıralarına göre;
muharebenin bu son safhasında 5000’den fazla Türk’ü şehit etmişler, 8000’den
fazlasını esir almışlardır. Hatta bu arada 4 ncü Ordu da büyük tehlike
atlatmıştır.
Bu olay sırasında etkin olan Arap
kuvvetleri şunlardır:
1000 Akabe Körfezi’nden Lavvrence
ile kuzeye hareket eden kuvvet,
1 200 Beni Huveytat
kabilesinden,
2000 Beni Sahr aşiretinden,
4000 Rovella süvarisi,
1000 Havran Dürzîleri[52],
8000 Havran Arap halkı.
16.200 .
2.
Taarruz Eden
İngiliz Ordusu
İngilizler
son taarruzu hazırlamak için Türk ordusundan birkaç kat fazla olmak üzere
kuvvetli bir amele ordusu kullanmışlardır. Muharip kuvveti bununla ölçmek
gerekir. Ordumuzun sağ kanadına karşı o zamanki bütün teknik araçlara sahip beş
piyade, üç süvari tümeninden oluşan çok kuvvetli bir yığınak yaparak
saldırmıştır. İlk çarpışmada 12 nci Türk Kolordusunu baskın hâlinde
ezmişlerdir. 12 nci Kolorduyu saf dışı edince, üç süvari tümenini bu parçalanan
kanattan içeri sokmuşlardır.
Türk
ordusunun gerisinde düşman süvarisini karşılıyabilecek bir ihtiyat kuvvet
olmadığından Türk cephesinin gerisine düşmüşlerdir. Bu Ingiliz kuvvetlerinden
bir süvari alayı da, Nasıra’da bulunan Yıldırım Orduları Grubu karargâhını
basarak General Liman von Sanders'i kaçmaya mecbur etmiştir. Komutasız kalan ve
durumdan haberi olmayan Türk ordusu tehlikeyi çok geç kavramış ve bütün cephe
çekilmeye başlamıştır. Türk ordusunun gerisinde meydanı boş bulan İngiliz süvarisi
de 8 nci ve 7 nci Orduların çekilme yollarını kesmiştir.
Çekilmeye
başlayan 8 nci Ordunun kısımları ve 7 nci Ordu, cephelerindeki düşmana karşı
yan yürüyüşü yaparak büyük güçlükle geçitlerden geçtikten sonra iki gün
dağlarda doğuya doğru yol almışlardır. Havran düzlüklerinde kuzeye dönerek Şam
istikametinde hareket etmişlerdir. 4 ncü Ordu ise Bahrilut kenarından çekilmeye
başlamış, en sarp yollardan dağlardan aşarak aynı zamanda Defa ve civarına
gelmiştir. Bu ordudan 48 nci Tümen, bu bölgede en fazla Arap taarruzlarına
maruz kalan kuvvettir.
Türk
ordusunun geçitlerin batısındaki zayiatını hesaba katarsak Havran bölgesine
çekilebilen kısımları, ancak Arap ordusunun mevcudu kadardır. Havran bölgesinde
Türk ordusunun durumunu en doğru olarak şöyle açıklayabiliriz.
Toplarını
kaybetmiş, cephanesi azalmış, yorgun Türk kuvvetlerini önleyen; eşdeğer
kuvvette ancak çok faal bir Arap ordusu, arkadan gelen üstün bir İngiliz
ordusu, sol yanında sürekli tehdit eden ve paralel takip yapan kuvvetli bir
İngiliz süvarisi, sağ yanında, çalı diplerinde ve duvar kenarlarında sürekli
üzerine patlayan bir çapulcu silahı vardır. Havadan gelen uçak taarruzlarını da
dikkate alındığında, Türk ordusunun durumu çok kolay anlaşılır. Havran
bölgesinde düştüğü bu sıkı çemberden bir ferdinin bile çıkamayacağı tahmin
edilir. En doğru ifadeyle; Türk ordusunu burada dört tarafından avcılar ve en
mükemmel araçlarla kuşatılmış bir yaralı arslana benzetmek doğru olur.
O
da aynı vekarı taşıyarak bu kahir kuvvet ve fena durum karşısında hiç yılgınlık
eseri göstermiyerek dövüşe dövüşe, öle öldüre yoluna devam etmiştir.
Bu
çok tehlikeli ve kötü durumda özellikle 7 nci Ordu en çok varlık göstererek
kuruluşunu bozmaksızın (3 ncü ve 20 nci Kolorduları, bazı hafif bataryalarıyla
beraber) yoluna devam ederek Şam’ın güneyine kadar gelmiştir.
Burada
7 nci Ordu Komutanının aldığı görev gereği, ordusunun başından ayrılarak
Riyak'a gitmiş, bu orduya mensup kuvvetlerin de öncelikle Şam’ın savunulması
için ayrılmıştır. Fakat savunma için hazırlanma ve kısmen muharebeye yeni
başlamış olduğu sırada ani olarak verilen çekilme emriyle, çekilmeye
kalkışılması ve çekilme sırasında da önlerine çok karışık sokaklı, etrafı
bağlık bahçelik Şam şehrinin çıkması, bu düzenli kuvvetlerin dağılmasına sebep
olmuştur.
Şam’a
giren mutazam ve dağınık birliklerin (Duma - Nebek - Humus) yolunu bilmemeleri
ve yol gösteren de bulunmaması felaketi tamamlamıştır.
Eğer
çekilme emriyle beraber Şam içinde, Şam’a giren birlikleri (Özellikle Rabva
Boğazı kesildikten sonra) Duma yoluna sevk için subay ve erler
görevlendirilerek tedbir alınsaydı, Şam’da esir düşen düzenli kuvvet ve
perakende insanların en az dörtte üçü kurtulabilirdi.
Her
komutan, en tehlikeli zamanlarda bile kendi canından çok ordusunu düşünen, en
korkunç durumlarda ordusunun başarılı olması için her türlü tedbiri bizzat
görerek alan 7 nci Ordu Komutanı (ATATÜRK)nı örnek alabilse idi, şüphesiz sonuç
bu kadar acı olmazdı. Çok haklı olarak, bir millet atasını işte böyle en
bunalımlı zamanlarda seçer.
Bütün
birlikler çekildikten sonra Şam’ın güneyinde Cebeliesvet’te savaşarak bir avuç
kuvvetle en son çekilen, 3 ncü Kolordu Komutanı (Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü)
Şam’ın doğusundan geçerek kuzeyine çıkmış ve (Şam - Humus) yolu üzerinde
arkadan yetişen İngilizlerle çarpışarak gelmiştir. Dünyanın en mert milleti
olan Türk milleti, zamanı gelince; herkes canının derdine düşüp başının
çaresini ararken toprağını ve milletini en son raddesine kadar koruyan evladını
elbette baş tacı eder.
Filistin
Cephesi’nin dağılmasına yalnız yukarıda bahsedilen durumlar sebep olmamıştır.
Bunun asıl sebepleri aşağıda anlatılmaktadır.
Bir
kolordu komutanı olan General Yasin Hilmi başta olmak üzere Sasa civarının
savunmasıyla görevlendirilip İngilizlere katılan Rikabızade General Ali Rıza[53] ve Türk
ordusunun arasına karışmış olan bir Arap Komutanının, subay ve erlerini,
birliğini başı boş bırakarak, yanlış yola sevk edip firara ve karışıklığa
teşvik ederek bir an önce yıkılmasında önemli etkisi vardır.
Filistin’de Osmanlı ordusunun başına
gelen bu ihanet ilk değildir. Ankara Muharebesi’nde Yıldırım Bayezit ile
Timurlenk karşılaştıkları zaman Osmanlı ordusunu arkadan vuranlar, Osmanlı
ordusuna mensup Kara Tatarlardır. Ruslarla yapılan birçok muharebede, Balkan
uluslarının da bu tür hareketlerde bulunduğunu biliyoruz.
Balkan Muharebesi’nde Batı Ordumuza
Amavutlar epeyce zarar vermişlerse de bunlarınki küçük boyutlu olmuştur. Son
ihaneti yapan Araplara gelince; doğrusu bu işte tam anlamıyla usta olduklarını
ispat ettiler.
Biz, bize ihanet edenlerin hepsinin
sonunu gördük. Bugün çok zor durumda oldukları için intikam almayı düşünmeyiz.
Hatta onların bugünkü kötü durumlarına çok üzgünüz. Biz onları beraber
bulunduğumuz dönemlerde kendimizden ayrı tutmamıştık. Başımıza onlardan
komutan, vekil ve başvekiller getirdik. Onlara kavm-i necip[54]
dedik. El üstünde tutmuştuk. Ancak onlar, bu nimetler karşısında ihanet
ettiler. Bize büyük zarar verdiler. Sonunda kendileri büsbütün zor duruma
düştüler.
Bize
gelince; dünyanın en temiz ve kahraman kanını taşıyan Türk Milleti, dostuna
dost, düşmanına düşman olarak dim dik ayakta duruyor. Savaş meydanlarında
ölmesini, öldürmesini herkesten iyi bildiği için geleceğinden emindir.
Düşüncelerimi
sert bulanlar olacaktır. Ancak o acı günleri yaşamış olanların hafif
bulacaklarına- eminim. O çekilmenin küçük bir panoramasını yaparak;
çarpıştığımız düşmanın güç ve kudreti, ordumuzun ne büyük zorluklarla
karşılaştığı, büyük yokluklara katlandığı, azimle çalıştığı takdirde en küçük
kuvvetlerin bile ne büyük hizmetler yapabileceği hakkında bir fikir verebilmek
için cereyan ettiği şekilde yazmaya çalıştım. Bu seferdeki yenilgimiz ve
Filistin’deki ordumuzun dağılma sebepleri üç madde ile özetlenebilir.
1.
Ordunun
yenilgisine birinci derecede sebep olan Yıldırım Orduları Grubu Komutanı (General Liman von
Sanders), burada komutanlık karakterinden yoksun olarak hareket ettiği için son
Filistin muharebesinin ilk bunalımında ordularını bırakıp gitmiştir.
Acaba
Alman cephesinde Alman kuvvetlerine komuta ederken bu şekilde hareket eden bir
komutan nasıl bir muamele görür?
Elindeki
kuvvetin ancak 1/6’ini bile kaybetmemiş iken bütün kuvvetleri komutasız,
mevzilerinde terk ederek 300 - 500 km geri gittikten sonra, onun bizde göreceği
muamele, Almanya’nınkinin aynı olmalı idi.
Onun
bu hareketi ne kadar farklı gösterilmeye çalışılsa da o zaman, yürürlükte olan
askerî ceza kanununa tabidir.
O, Çanakkale Muharebesi’yle
övünebilir. Hatta bu zaferi kendisiyle beraber birkaç yüz Alman’a yüklemek
ister. O hatıratında bunu istediği kadar iddia etsin. Çanakkale Zaferi’ni,
300.000’e yakın Türk’ün kanına, büyük ve küçük rütbedeki Türk komutanlarının
çok değerli kuvvetlerine borçlu olduğunu yalnız Türk milleti değil, bütün dünya
biliyor. Çanakkale’nin daha az zararla kazanılması mümkün iken, Türk kanını
gereksiz taarruzlarla israf etmekten de kendi sorumludur. '
Sina
ve Filistin cephelerinde komutanlıkları sırasında General von Kress,[55] [56]
Falkehhayn, 4 Liman von Sanders'in istihbarat paralarını ve
hilafları Araplara ve Arap şeyhlerine verirlerken, Alman İmparatoru adına ve
Alman menfaatleri hesabına verdiklerini unutmadık. Memleketimizden ayrıldıktan
sonra Kafkas cephesinde karşımıza dikilen von Kress’in ve diğer Almanların
Birinci Dünya Savaşı yıllarında memleketimizde ne gibi amaçları
gerçekleştirmeye çalıştıklarını çok iyi biliyoruz. Bundan şu sonuç çıkar:
Türk’e,
azimli Türk Komutanı komuta ettikçe, Türk’ü yenmek kolay değildir.
2.
Bakımsızlıktır.
Şahsi ve millî amaçlarını düşünerek; Türk’ün cephede dayanamaması için, onu aç
ve çıplak bırakarak bedeni gücünün, manevi kuvvetinin eksilmesine çalışan Türk
düşmanlarının hareketleridir.
Her
kanunun istisnası olabilir. Ancak istisna durum, hiç bir zaman geneli ifade
etmez. Çanakkale’de, Galiçya’da, Dobruca’da çarpışan ordularımızın büyük
kahramanlıklarına sebep; karın tokluğu, sırt pekliğidir.
Şu
iyi bilinmelidir ki, karnı tok Türk, emir almadıkça düşman karşısında kafasını
geri çevirmez.
3.
Arkadan vuran
gizli kuvvetlerdir. Hastanelerde ve buna benzer yerlerde sağlam insanları
askerlikten çıkararak vb. uygulamalarla kuvveti eksiltenler, memlekette casus
şebekesini teşkil edenler, araya fitne fesat sokanlar hep bu gibi hainlerdir.
Muharebe sırasında bizi içimizden
kemiren, arkamızdan vuranların harekâtı bu ve başka şekillerde gelecekte yine
ortaya çıkacaktır. Bu milliyet yüzyılında, insanların
gözünü hırs bürüdüğü bu devirde, böylelerinin sadakatine inanmak saflıktan daha
fazla bir şeydir.
Gelecekte
bu ihanetlerin tekrar etmeyeceğini kimse temin edemez. Bunun için şu atasözünü
burada tekrarlamak çok yerinde olur. “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.”
Türk’ün
kuvvetli zamanında herkesin Türk’ten daha çok Türk olduğunu bildiğimiz gibi,
Türk’ün zayıf zamanında da neslinin üç kuşak öncesi bilmem hangi ırka
dayandığını söyleyenlerin sesleri de halâ kulaklarımızda çınlamaktadır.
Esasen
Mareşalimizin (Fevzi Çakmak) “Bir
millette birlik ve beraberlik olmazsa, meydana getireceği ordunun manevi gücü
zayıf olur. Yenilgi sebeplerini milletlerin ve hükümetlerin iç zaaflarında
aramalıdır.” sözü benim üç uzun madde ile anlatmak istediğimden daha çok
şey ifade eder.
KAYNAKLAR
Arşivler
Genelkurmay
Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi.
Kara
Kuvvetleri Komutanlığı Emeklilik Şube Arşivi.
Kitaplar
AVCI,
Sinan, Çanakkale Savaşlarında Alman Askeri Heyeti ve Yardımcıları,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Çanakkale, 1997.
Balkan
Savaşı'na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri (Alay ve Daha Üst Birlik
Komutanları), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2004.
Birinci
Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina - Filistin Cephesi, IV ncü Cilt 2 ncyKısım,
Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1986.
Cepheden
Meclise, MSB Yayınlan, TTK Basımevi, Ankara, 1999.
Deutsche
Offiziere in der Türkei (Türkiye’de Alman Subaylar) (Basılmamış daktilo eser).
GÖRGÜLÜ,
İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu (1919-1922), Ankara, 1993.
Türkiye’de
Alman Subaylar; Çev. P. Çvş. Enis Arslan, (Daktilo eser).
Sözlük
ve Ansiklopediler
AKBAYAR,
Nuri; Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003.
Büyük
Larousse Sözlük ve Ansiklopedi.
DEVELLİOĞLU,
Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1990.
SOYASLAN,
Hilmi, Askeri Terimler Sözlüğü, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
İstanbul, 1971.
Türkçe
Sözlük, ATATÜRK Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara, 1988.
[1] KKK Emeklilik Şubesi Arşivi,Şahsi Dosyası.
[2] MSB Arşivi, Albay Bölümü, Şahsi Dosyası, KIs. 67,
Dos. 2131.
[3] Kurmay Binbaşı Vecihi, 3 ncü Süvari Tümen Komutan
Vekilliği yapmıştır. Yarbay Mahmut’un Hendek isyanının bastırılması sırasında
şehit olması üzerine 21 Eylül 1918 tarihinde Tümen Komutanı olmuştur, (ismet
Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu (1912-1922), Ankara, 1993, s. 153.)
[Çevirenin Notu (Ç.N.)]
[4] Filistin Ric’ati: Filistin Geri Çekilmesi. Bu eser,
Kurmay Binbaşı Vecihi tarafindan Osmanlıca olarak yazılmış, 1921 yılında
İstanbul Askerî Basımevinde basılmıştır. Gelecek kuşakların faydalanması için
1977 yılında Harp Tarihi ve Arşiv Uzmanı E. Gen. Burhanetön Hünoğlu tarafından
eserin Türkçeye çevirisi yapılmıştır. Eser bu hâliyle basılmamış daktilo eser
olarak hazırlanmıştır. (Ç.N.)
[5] Bi’rü’s-sebi (Beerşeba veya Bir Os-Saba): İsrail’de
Necef Çölü kenarında bulunan ve Lût Gölü’ne ve Kızıldeniz'e giden yollara hâkim
şehirdir. (Ç.N.)
[6] Hanyunus: Birinci Dünya Savaşı döneminde Kudüs’te bir
nahiye iken günümüzde Filistin bölgesinde bulunmaktadır. (Ç.N.)
[7] Tabiye: Yerli yerine koyup, hazırlama; tertip etme.
Birliklerin savaş düzenine hazırlanması. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1990, s. 1210. (Ç.N.)
[8] Salt: Ürdün'ün ortabatı kesiminde, Amman’dan Kudüs’e
giden eski ana karayolu üzerinde yer alan şehirdir. (Ç.N.)
[9] Şeria Nehri: Suriye-lsrail sınırını meydana getirerek
Taberiye gölüne ulaşan, sonra daha güneyde Israil-Ürdün sınırını çizen ve deniz
seviyesinden 392 m aşağıda Lût Gölü’ne dökülen nehirdir. (Ç.N.)
[10] Bahrilut; Lût Gölü, Ölü Deniz olarak da bilinir.
Arapça El-Bahrû’l-Meyyit, Ibranice Yam Ha- Mellah. İsrail ile Ürdün arasında,
deniz düzeyinin yaklaşık 400 m altında yer alan tuz gölüdür. Yeryüzündeki en
alçak su kütlesini oluşturur. (Ç.N.)
[11] Eriha: Ürdün’de Şeria Nehri’nin vadisinde, Lût
Gölü'nün kuzey ucunda bulunmaktadır. (Ç.N.)
[12] Şose: Genellikle taş kırıkları üzerine kum döşenip
silindir geçirilerek yapılan yol. (Ç.N.)
[13] Eddamiye: Şeria Nehri üzerinde yer alan bir geçittir.
(Ç.N.)
[14] Taberiye Gölü: İsrail’de bulunmaktadır. Deniz
seviyesinden 200 m aşağıda olan, 20 km uzunluğunda, 10 km genişliğinde göl.
(Ç.N.) .
[15] Yemeni: Bir tür hafif ve kaba ayakkabı. Türkçe
Sözlük; Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara, 1988, s.
1618. (Ç.N.)
[16] Mahmuz: Çizme veya potinin arkasına takılan ve binek
hayvanlarını dürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya çelik parça, a.g.e.; s.
978. (Ç.N.)
[17] Örtü: Düşmanın ateş ve görüşüne veya yalnız görüşüne
karşı koruyan yerlerdir. (Hilmi Soyaslan; Askerî Terimler Sözlüğü, Harp
Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul, 1971, s.
592.) (Ç.N.)
[18] Flama: Bir veya birçok renkli, belirli bir anlam
ifade eden, bezden yapılmış makam veya birlik işaretidir, (a.g.e.; s. 230.)
(Ç.N.)
12
[19] Arz-ı Kenan: Kenan ili. Batıda Akdeniz, doğuda Şeria
Nehri'yle sınırlı olan, Filistin ve Fenike’yi içine alan bölgedir. (Ç.N.)
[20] Himaye: kurulmamış veya muharebe hazırlığını
tamamlamamış muharip birliklerin topçular tarafından ateş himayesidir, (a.g.e.;
s. 340.) (Ç.N.)
[21] Havran: Batı Asya’da Cebel-i Düruz’un güneyinde ve
batısında yer alan bölgedir. Suriye ve Ürdün arasında paylaşilmıştır.(Ç.N.)
[22] Mecidiye: 20 kuruş değerinde gümüş para. (Ç.N.)
[23] Irbid: Ürdün'ün doğusunda Suriye sınırı yakınında yer
alan şehirdir. (Ç.N.)
14
[24] Der’a: Suriye’de Havran bölgesinde bulunan bir
kenttir. Ürdün sınırı yakınında yer almaktadır.
[25] Şeyhsait: OsmanlI döneminde Bağdat vilayetinin Bağdat
sancağının Kutü’l-amare kazasına bağlı nahiyedir. (Akbayar; s.153. (Ç.N.)
[26] Mekkâre: Yük hayvanı. (Devellioğlu, s. 721.) (Ç.N.)
[27] Faysal (Taif, Suudi Arabistan 1883-Beme 1993), Haşimî
sülalesinden Hicaz Kralı Hüseyin'in T oğludur.
Ingiliz casus Lavvrence’ın desteğiyle Osmanlı Imparatorluğu’na karşı Arapları
i . ayaklandırmıştır.
Ingiliz Generali Allenby komutasındaki Ingiliz ordusunun Şam'ı ele geçirmesine
j yardım
etmiştir (1918) ve Suriye kralı ilan edilmiştir (1920). Fransızların diretmesi
sonucunda
P tahtını
bırakmak zorunda kalmıştır. Ingiltere'nin desteğiyle Irak kralı olmuştur.
Krallığı sırasında
jIngiliz himayesinin kaldırılmasını ve Irak'ın
Milletler Cemiyetine kabulünü sağlamıştır (1932). (Ç.N.)
[28] Thomas Edvvard Lavvrence (1885-1935): Ingiliz
arkeoloğu ve casusu. Cizvit Kolejinde P öğrenciyken
arkeolojiyle ilgilenmiştir. Filistin ve Suriye’ye giderek Arapça öğrenmiştir.
1911
■ yılında
Oxford'da doktorasını tamamladıktan sonra tekrar Arap ülkelerine dönmüştür.
Casusluğa
! Mısır'da
Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlik göreviyle başlamıştır. Arapların
davasını
- içtenlikle
benimsemiş görünerek bu çevrede kendisini kabul ettirmiştir. Arap halklarını
OsmanlI
■ Imparatorluğu’na
karşı ayaklandırarak, Ingiltere’ye bağlı hâle getirme idealini uygulamaya
çalışmıştır. 1919’da Suriye’yi
Fransızların elinden kurtarmak ve Ingiltere'ye bağlı olan Hicaz : Emiri Hüseyin’in oğlu Faysal’a verdirmek
iddiasıyla, Paris Barış Konferansı’na katılmış, ancak
l hayal
kırıklığına uğramıştır. Bundan sonra Ingiltere'de bir süre öğretim görevlisi
olarak
i çalışmıştır.
Faysal Suriye’de değil Irak’ta kral olunca Lavvrence adını değiştirerek John
Hume
P Ross
adını kullanarak Krallık Hava Kuvvetlerine girmiştir. Kimliği ve amacı
anlaşılınca
H uzaklaştırılmıştır.
1929’da Ingiltere’ye çağrılmıştır. 1935’te emekliye ayrılmış ve aynı yıl
İH motosiklet
kazasında ölmüştür. (Ç.N.)
P 27
Akabe: Ürdün’ün güneybatısında yer alan tek limanıdır. (Ç.N.)
[30] Hecin: İki hörgücü olan ve çok hızlı koşan bir deve
cinsi. (Devellioğlu; s. 418.) (Ç.N.)
17
[31] Kuneytıra (Kuneytera): OsmanlI döneminde Suriye’de Havran
bölgesinde yer alan bir kazadır. (Ç.N.)
[32] Cağ: Büyük bez ya da deri torba. Hayvan (at, mekkâre,
deve) yemlerinin konulduğu torba. (Türkçe Sözlük; s. 241.) (Ç.N.)
[33] Riyak: Günümüzde Suriye topraklarında bulunmaktadır.
(Ç.N.)
[34] Mürettep: Sonradan kurulmuş, tayin edilmiş.
(Devellioğlu; s. 733.) (Ç.N.)
21
[35] Ramallah: Ürdün’de Kudüs’ün kuzeyinde bulunan bir
şehirdir. (Ç.N.) 26
[36] Agel: Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine
bağladıkları, yünden örülmüş kalın çember bağ. (Türkçe Sözlük; s. 19.) (Ç.N.)
[37] Kefiye: Araplarının kullandığı ve omuzları da örten,
püsküllü erkek baş örtüsü, (a.g.e.; s. 808.) (Ç.N.)
[38] Şerif Hüseyin (Amman 1856-1931): Mekke Emiri Şerif
Ali’nin oğludur. 1908’de “Şerif unvanıyla Mekke Emirliğine tayin edilen
Hüseyin, 1916’ya kadar OsmanlI Devleti’ne bağlı olarak emirlik yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Ingilizlerin yardımlarına güvenen Hüseyin, OsmanlI
Devleti’ne karşı ayaklanmıştır. Hicaz Kralı olmuştur. Bir süre sonra bütün
Arapları tek bir bayrak altında toplamak için yeni bir ordu düzenlemiştir.
Başarılı olamayınca 1924’te krallıktan çekilmiştir. (Ç.N.)
[39] Kuteyfe: OsmanlI döneminde Suriye’de Şam ilinin Nebek
ilçesine bağlı nahiyedir. (Ç.N.)
[40] Nebek; Suriye’de Şam’ın kuzeydoğusunda yer
almaktadır.
[41] Beraet-i zimmet: Kişinin suçsuz ve temiz olmasıdır.
“Zaman beraet-i zimmet kabul etmez hükümlerini verir.” Kişinin suçsuz ve temiz
olması (insanların koyduğu hukuk kuralları) zamanı ilgilendirmez, o kendi
yasalarını işletir. Dolayısıyla yaşanan olayların sonucu zaman içinde görülür.
[42]1941 yılında yayımlanan eserde, dönem göz önünde
bulundurularak Arap ülkelerinin manda altında bulundukları vurgulanmıştır.
(Ç.N.)
[43] Tih sahrası: Sina Yarımadası’nda yer alan çöl. (Ç.N.)
[44] Humus: Suriye’nin orta kesiminde yer alan şehirdir.
Suriye'nin iç kesimlerini kıyıya bağlayan tek doğal yol olan Asi Irmağı'nın
yakınında yer almaktadır. (Ç.N.)
[45] Kurmay Albay Behçet GÜNAY (1311-C.P.2) (1875-1949):
1875 yılında İstanbul’da doğmuştur.
Mehmet Şükrü Beyin oğludur. 29 Nisan 1893 tarihinde
girdiği Harp Okulundan 28 Ocak 1896'da teğmen, devam ettiği Harp Akademisi’nden
25 Aralık 1898’de kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuştur. Harp Akademisinden
mezun olduktan sonra Genelkurmay 3 ncü Şubesine atanmıştır. Çeşitli askerî
görevler almış, 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı'na
katılmıştır. 10 Mart 1914'te Nablus’taki 8 nci Kolordu 23 ncü Hassa Nizamiye
Tümeni Komutanı, daha sonra Çöl Komutanı ve Menzil Müfettişi, 15 Mayıs 1917'de
Maan Mıntıka Komutanı ve Yıldırım Geri Menzil Müfettişi olarak atanmıştır. 9
Kasım 1918 tarihinde İstanbul'a dönmüştür. 26 Kasım 1918’de Birinci Dünya
Savaşı sırasında Başkomutanlık Vekâleti ve Harbiye Nezareti daire ve
şubelerinde meydana gelen suistimalleri incelemek ve faillerini ihraç etmek
üzere oluşturulan komisyonda; 31 Ağustos 1919’da Genelkurmay Başkanlığı emrinde
olmak üzere Teşkilatı Esasiye Komisyonunda görevlendirilmiştir. 6 Mayıs 1920'de
Genelkurmay Dairesi ikinci Başkanı olarak atanmıştır. 27 Mayıs 1920’de Personel
Dairesi emrine, 2 Kasım 1920’de yeniden kurulan Tetkik ve Tasnif Komisyonuna,
28 Temmuz 1921’de Genelkurmay Dairesi 4 ncü Şube Müdürü, 17 Ocak 1923’te Harp
Tarihi Şubesi'ne tayin edilmiştir. 2 Ekim 1923’de emekli olmuştur. 22 Mayıs
1924’te tekrar muvazzaf subaylığa nakledilmiş ve İskân Müdürlüğünde görevlendirilmiştir.
Daha sonra Çatalca ve Edime Valiliği görevlerinde bulunmuştur. 5 Mart 1949
tarihinde vefat etmiş ve Karacaahmet Mezariığı'na defhedilmiştir. (KKK.lığı
Emeklilik Şubesi Arşivi; Şahsi Dosya.) (Ç.N.)
[46] Liman von Sanders (Pomeranya 1855 - Münih 1929): 14
Aralık 1913 tarihinde Alman Islah Heyeti başkanı olarak İstanbul'a gelmiştir. 1
nci, 5 nci Ordu ve Yıldırım Ordular Grup Komutanı olarak görev almıştır.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Almanya'ya dönmüştür. “Türkiye'de Beş Sene” ve
“Millet-i Müselleha'' (Silahlanmış Millet) olmak üzere iki eseri bulunmaktadır;
(Türkiye’de Alman Subaylar; Çev. P. Çvş. Enis Arslan, (Daktilo eser), s. 15.
Görgülü; s. 64. Sinan Avcı; Çanakkale Savaşlarında Alman Askeri Heyeti ve
Yardımcıları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Çanakkale,
1997, s. 25). (Ç.N.)
43
Orgeneral Cevat Çobanlı (1307-P.4) (1870-1938): 14 Eylül 1870 yılında
İstanbul'da doğmuştur. Mareşal Şakir Paşa’nın oğludur. 19 Haziran 1888
tarihinde girdiği Harp Okulundan 1891 yılında teğmen olarak, devam ettiği Harp
Akademisi’nden 20 Mart 1894 tarihinde kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuştur.
Askerlik hizmeti süresince çeşitli görevlerde bulunmuş; 19111912 Trablusgarp
Savaşı, 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 19191922
istiklâl Savaşı’na katılmıştır. 24 Kasım 1917’de 2 nci Ordu Komutanı, 2 Aralık
1917’de 8 nci Ordu Komutanı, 3 Kasım 1918’de Genelkurmay Başkanı, 19 Aralık
1918'de Harbiye Nazırı, 14 Mayıs 1919'da Genelkurmay Başkanı olarak tayin
edilmiştir. 9 Şubat 1922’de Elcezire Cephesi Komutanı, 21 Ekim 1923 tarihinde 3
ncü Ordu Müfettişi olarak atanmıştır. Aynı zamanda II nci Dönem Elazığ
Milletvekilliği yapmıştır. 31 Ekim 1924 tarihinde Ordu Komutanlığı görevine son
verilmiş ve milletvekilliğine devam etmiştir. 25 Aralık 1924'te Elazığ
Milletvekilliğinden istifa etmiş ve Askerî Şûra Üyesi olarak atanmıştır. 14
Eylül 1935’te Askerî Şûra Üyesi iken yaş haddinden emekli olmuştur. 13 Mart
1938 tarihinde vefat etmiştir. İstanbul Erenköy Sahra-yı Cedit Mezarlığı'nda
gömülü olan naaşı 27 Eylül 1988'de Devlet Mezariığı’na nakledilmiştir. (KKKJığı
Emeklilik Şubesi Arşivi; Şahsi Dosya. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci Dünya
Harbi, Kls.1486, Dos.19, Fih.13; Dos.193, Fih.25. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol.
Birinci Dünya Harbi, Kls.1980, Dos.363, Fih.14. Cepheden Meclise; MSB
Yayınları, TTK Basımevi, Ankara, 1999, s. 127.) (Ç.N.)
[48] Tümgeneral Ferit Cemal Mersinli (1311-P. b-12): 1873
yılında Mersin’de doğmuştur. Osman Beyin oğludur. 28 Temmuz 1892’de girdiği
Harp Okulundan 1895 yılında teğmen, devam ettiği Harp Akademisinden kurmay
yüzbaşı olarak mezun olmuş ve Genelkurmay 3 ncü Şubede ■ göreve başlamıştır.
Daha sonra çeşitli görevlerde bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması
üzerine 3 Ocak 1914'te tümen komutanlığı yetkisine sahip Edime Müstahkem Mevki
Komutan Muavinliğine ve 12 Nisan 1914'te 8 nci Kolordu Komutanlığına tayin
olmuştur. Tuğgeneral rütbesinde iken Suriye ve Batı Arabistan Genel
Komutanlığının 4 ncü Orduya dönüştürülmesi üzerine bu ordunun komutanlığına
atanmıştır. 17 Ocak 1918’den itibaren yeniden 8 nci Kolordu Komutanlığına tayin
edilmiştir. 7 Ekim 1941'de vefat etmiştir. (Balkan Savaşı’na Katılan
Komutanların Yaşam Öyküleri, (Alay ve Daha Üst Birlik Komutanları), Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, s. 158.)
(Ç.N.)
[49] Pala: Bir süngü çeşididir. (Ç.N.)
[50] Cenbiyye: Arapların yan taraflarına takmak suretiyle
kullandıkları bir çeşit eğri kama, hançer. (Devellioğlu; s. 133.) (Ç.N.)
37
[51] Lawrence'ın Haziran 1926 tarihli ve 26 sayılı
hatıralarından alınmıştır.
[52] Dürzi: Suriye’nin Havran bölgesinde yaşayan ve Şii
mezhebinden olan bir Müslüman topluluğu. (Ç.N.)
[53] Tuğgeneral Ali Rıza Sedes (1307-P.6) (1868-1927):
1868’de İstanbul’da doğmuştur. Süleyman Paşa'nın oğludur. 19 Haziran 1888’de
girdiği Harp Okulundan 1891 yılında teğmen olarak devam ettiği Harp
Akademisinden 20 Mart 1894'te kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuştur. Askerlik
hizmeti süresince çeşitli görevlerde bulunmuş, 1912-1913 Balkan Savaşı,
1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. 16 Eylül 1915'te 15 nci Kolordu
Komutanı, 11 Kasım 1915’te 3 ncü Kolordu Komutanı, 1 Mart 1917’de 4 ncü Kolordu
Komutanı, 19 Ağustos 1917’de 15 nci Kolordu Komutanı, daha sonra 7 nci Ordu
Komutanı Vekili, 9 Nisan 1918'de 15 nci Kolordu Komutanı, 17 Şubat 1919’da 7
nci Kolordu Komutanı olarak tayin edilmiştir. 31 Mayıs 1921’de emekli olmuştur.
1927 yılında vefat etmiştir. Merdivenköy Mezarlığına defnedllmiştir.
(K.K.K.lığı Emeklilik Şubesi Arşivi; Şahsi Dosya. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol.
Birinci Dünya Harbi, Kls.2486, Dos.22, Flh.5-2. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol.
Birinci Dünya Harbi, Kfs.69, Dos.346, Fih.6. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci
Dünya Harbi, Kls.3197, Dos.2, Fih.13-1. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci Dünya
Harbi, Kls.1486, Dos.19, Fih.13. K.K.K.hğı Emeklilik Şubesi Arşivi; Şahsi
Dosya. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. Birinci Dünya Harbi, Kls.2683, Dos.222,
Fih.35. Gnkur. ATAŞE Arşivi; Kol. İstiklâl Harbi, Kutu.207, Göm.15, Bel.15-1.)
(Ç.N.)
[54] Yazar burada Araplar için kullanılmış bir sıfatı
vermiştir. Kavm-i necip; seçkin kavim. (Ç.N.)
42
[55] Kress von Kresssenstein, Alman general. Bavyera
Genelkurmay karargâhında görev yapmıştır. 1914-1918 tarihleri arasında, yarbay
rütbesiyle Topçu Atış Okulu ve Türk Genelkurmay Karargâhında bölük komutanlığı
yapmıştır. General rütbesiyle 8 nci Ordu komutanlığını, Türkiye’den döndükten
sonra da Kafkasya’daki Alman heyetinin komutanlığını yapmıştır. Son olarak
1928-1930 yıllarında topçu korgenerali ve Reich Ordusu komandolarının
başkomutanı olmuştur. (Deutsche Offiziere in der Türkei (Türkiye’de Alman
Subaylar) (Basılmamış daktilo eser), s. 20.) (Ç.N.)
[56] Falkenhayn: PrusyalI piyade korgeneral. 9 ncu Ordunun
başkomutanlığını yapmıştır. 19171918 tarihleri arasında mareşal rütbesiyle
Yıldırım Ordusunun başkomutanlığını yapmıştır. 1922 yılında piyade korgeneral
iken ölmüştür, (a.g.e.; s.25.) (Ç.N.)