Farsça'dan Çeviren: Mehmet Kanar
Ferîdeddin
Muhammed bin İbrâhim-i Nîşâbûrî (Nişabur 1119?- 1230) İranlı mutasavvıf, şair,
eczacı, hekim.
Hayatı hakkında
bilinenler bilgi kırıntıları ve bazı menkıbelerden ibarettir. Babasının mesleğini
izleyerek Attârlık (eczacılık) yaptığı bilinmektedir. İyi bir öğrenim gördüğü
anlaşılan Attâr tasavvufa ilgi duymuş, sûfilere karşı büyük bir sevgi beslemiş,
bu sevgi onun tasavvuf alanında velud bir şair ve yazar olmasını sağlamıştır.
Eserleri
incelendiğinde edebî hayatı üç döneme ayrılabilir. Birinci döneminde usta bir
hikayeci kimliğiyle karşımıza çıkar. Eserlerin kurgusu, işlenişi, dili
sağlamdır. Mantıku’t-tayr (Kuş dili), Musibetnâme, İlahînâme, Esrârnâme,
Muhtarnâme, Divan gibi manzum eserlerinin yanısıra, bugün hâlâ kaynak eser
özelliğini yitirmeyen mensur yapıtı Tezkiretu’l-evliyâ (Velîler ansiklopedisi)
birinci döneme aittir.
İkinci
dönemde dış dünyaya, insanlara karşı ilgisiz, Tanrı'da yok olmayı hedefleyen
bir sûfi olarak görünen Attâr, bıktırıcı tekrarlardan kendini kurtaramaz. Uşturnâme,
Cevheru’z- zât, Mansurnâme gibi eserleri bu döneme aittir.
Üçüncü
dönem, Attâr’ın yaşlılık yıllarına rastlar. Eserlerinde kurgu, düzen, üslup
gevşemeye başlar. Mazharu’l-acâyib ile Lisânu’l-gayb mesnevileri bu dönemin
ürünüdür.
Attâr’ın
eserlerinin belli başlıları:
Mantıku’t-tayr
(Kuş dili): 1187 yılında yazılan bu eser 4724 beyitten oluşur. Gazzalî’nin
Risâletu’t-tayr (Kuş risalesi) adlı eserinden yararlanılarak yazılmıştır. İran
tasavvuf edebiyatının temel yapıtlarından sayılan bu eserde kuşlar ile ilgili
bir hikâye çerçevesinde tasavvufun esasları ve tasavvufî yaşam anlatılır. Simurgun
Tanrı'yı sembolize ettiği bu başyapıtta mutasavvıfların rolünü üstlenen kuşlar
taleb, aşk, marifet, istiğna, tevhîd, hayret, fakr ve fenâ makamlarından
geçerler. Mantıku’t-tayr 1317 yılında Gülşehrî tarafından Eski Anadolu
Türkçesi ile dilimize kazandırılmıştır. [Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı
(Gülşennâme), Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma: Prof. Dr. Kemâl Yavuz, Kırşehir
Valiliği yayın no: 12, I-II, Ankara, 2007], Mantıku’t-tayr, Prof. Abdülbaki
Gölpınarh çevirisinden başka son olarak Prof. Dr. Mustafa Çiçekler tarafından
Türkçe’ye çevrilmiştir. (Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2006).
Musibetnâme:
Attâr kırk gün süren bir sınav sırasındaki deneyimlerini anlatır.
Aşknâme:
Attâr’ın bu eseri aslında Şem’ ü Pervâne mesnevisidir. (Romans Yayınları, İstanbul,
2005).
Muhtarnâme:
Konulara göre tertip edilmiş rubai mecmuasıdır.
Ccvheru’z-zât:
Tanrıdan başka her şeyin fâni olduğu temasını işleyen manzum eserdir.
Îlâhînâme:
Attâr’ın ilk döneminde yazdığı mesnevilerden biridir. Prof. Dr. Helmut Ritter
tarafından bilimsel neşri yapılan İlahînâme, Prof. Abdülbaki Gölpınarlı
tarafından dilimize kazandırılmıştır.
Tezkiret
u Tevliyâ: Seksen civarında mutasavvıfın ve velînin biyografilerinin verildiği
bu mensur eser tasavvuf tarihi için birinci derecede önemli kaynaktır. Attâr bu
yapıtını kaleme alırken Keşfu’l-mahcûb, Şerhu’l-kalb, Marifetu’n-nefs,
Tabakâtu’s-sûfiyye gibi tasavvuf kaynaklarından yararlanmıştır.
Attâr’ın
mesnevileri Türkler tarafından ilgiyle karşılanmış ve bazılarının defalarca
çevirisi yapılmıştır. Öte yandan doğubilimcilerin ilgisini çeken Attâr üzerinde
en kapsamlı inceleme ve metin neşri, İstanbul Üniversitesi’nde Şarkiyat
Enstitüsü nü kuran ve şarkiyat çalışmalarını bir sisteme sokan Prof. Dr.
Helmut Ritter - Doğu Mitolojisinin Edebiyata Etkisi, Karşılaştırmalı Edebiyat
Metinleri adlı eseri de Ayrıntı Yayınları arasında çıkmıştır- tarafından
yapılmıştır. Onun Das Meer der Seele (Ruhlar Denizi) adlı kıymetli eseri Attâr
hakkındadır. Farsçaya Deryâ-yi ervâh adıyla çevrilen bu eser Türkçe’ye
çevrilmeyi beklemektedir.
Attâr
hakkında daha geniş bilgi ve bibliyografya için bk. MEB İslâm Ansiklopedisi ile
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ndeki Attâr maddeleri ile M. Kanar,
Doğubilim- ciler, CD Kitap, AKMED (Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü), Antalya,
2004.
Sunuş
Doğu klasikleri
arasında yer alan Esrârnâme [Sırlar Kitabı], yazıldıktan sonra birçok Fars ve
Türk şairini etkilemiştir. Mevlânanın çocuk yaşta iken edindiği bu kitabın onda
bıraktığı izler Mesneviye aynen yansımıştır. Daha önce aynı tarzda yazılan ve
Iranlı şair Senâî-i Gaznevî’ye ait Hadîkatu’l hakikat [Gerçeğin Bahçesi] da bu
eserin kaleme alınmasında etkili olmuştur. İşlenen bazı konularda Hayyam
etkisi açıkça görülmektedir. Attâr’ın edebî hayatının birinci ve en verimli
döneminde kaleme alınan bu tasavvufi mesnevi sembollerle, üstü kapalı
ibarelerle doludur.
Bu
çeviride yararlanılan iki bilimsel neşrin açıklamalar bölümünde bunlar izah
edilmeye çalışılmışsa da bazı yerlerde Esrârnâme’yi yayımlayanlar da işin
içinden çıkamamışlardır. Zaman zaman basit bir konu veya kelime uzun uzun
tefsir edilirken, çapraşık ve üstü kapalı ifadeler ya atlanmış ya da bir iki
cümleyle geçiştirilmiştir.
Çeviri
çalışması sırasında yararlanılan iki bilimsel yayının ilki Dr. Seyyid Sâdık-ı
Govherîn tarafından yapılan tenkidli neşirdir: Esrârnâme, Şeyh Ferîdüddîn
Attâr-i Nîşâbûrî, tashîh-i Doktur Seyyid Sâdık-i Govherîn (1293-1376),
İntişârât-i Zuvvâr, çâp-i şeşom (altıncı baskı), Tahran 1384, 436 sayfa.
Çeviri
sırasında daha çok yararlanılan yayın: Esrârnâme, Attâr, Ferîdüddîn Muhammed
bin İbrâhîm-i Nîşâbûrî, Mukaddime, Tashih ve Ta’lîkât i Muhammed Rızâ Şefî’î-i
Kedkenî, întişârât-i Sohen, Tahran, 1386 (2010), 598 sayfa. Profesör Kedkenî
Attâr’ın hemşehrisi olduğundan, o bölgede henüz Attâr’ın yaşadığı döneme ait
kültürün ve bazı kelimelerin aynen veya değişikliğe uğrayarak yaşadığını
biliyor. Beyitlerin açıklamaları sırasında sık sık bu avantajını kullanarak
mukayese yoluna gitmiştir.
Esrârnâme’nin
çevirisinde iki yol izlenebilirdi. Birinci yolda, bu manzum eser neşren
çevrilir, beyitler arasında bağlantı kurularak paragraf çevirisi yapılabilirdi.
İkinci yol ise her beytin nazmen çevirisini yapmaktı. Biz ikinci yolu tercih
ettik. Tasavvuf terminolojisine ait kelimelere dokunmadan, serbest vezinle,
mümkün olduğu kadar kafiye tutturarak, herkesin anlayabileceği bir âşık
edebiyatı dilini tercih ettik.
Yukarıda
metnin çevirisine esas aldığımız Farsça iki tenkidli neşrin notlandırmalarından
da yararlanarak eser ile ilgili bir sözlük koymayı, Attâr’ın Esrârnâme’deki
görüşlerini ayrı bir bölüm halinde kısaca ele almayı uygun gördük.
Bu çalışmanın yararlı olmasını
umarım.
Prof. Dr. Mehmet Kanar, 1 Ekim 2011, Bakırköy
Birinci Makale
Tevhid
Tanrı
nın adıyla.
O
Tanrı cana din nurunu verdi
Tanrıyı
bilsin diye akla yakın verdi
Bütün
âlem adını aldı Tanrıdan
Yer,
gök, alt, üst hep Ondan
İki
âlem varlık hilalini giydi Ondan
Felek
yukarıyı, yer aşağıyı aldı Ondan
Felek
ayakta rükû eder O na
Yeryüzü
yere kapanmış, secde eder O na
Gökkubbeyi
dumandan yaratan O
Bir
yağdan gözleri görür eden O
Sivrisinek
iğnesinden Zülfekar çıkarır
Örümcekten
bir perdedar yaratır.
Topraktan
Âdem’in mânâsını çıkarır
Rüzgârdan
Meryem’in İsa’sını çıkarır
Kandan
misk, kamıştan şeker gösterir.
Yağmurdan
inci, madenden cevher gösterir.
Bir
ilktir, yoktur öncesi
Bir
sondur; yoktur sonrası
Zahirdir;
bâtın ondan zuhur eder
Bâtındır;
nurdan daha zâhir.
Ne
ululuğunun başlangıcı var,
Ne
mülkünün bir sonu var.
Nasıl
olduğunu bilen bir Tanrı
Benim
bildiğim her şeyden dışarı.
O’dur
yaratan görüşümüzü, bilişimizi
Kim
bilmiştir, kim görmüştür Onu?
Kimse
erişemez zâtının künhüne
Budur
dediğin her şey, değildir O
Canımız
gitse de O’na,
Nasıl
varır O nun künhüne?
Kendi
canımı bilmiyorum, nasıldır?
Allah
aşkına, ne bileyim künhü nasıldır?
Cam
nasıl da gizli tuttu o!
Can
sırrını kimseye demedi o.
Bedenin
zindedir canla, canın gizli
Canla
zindesin sen; bilmezsin canı.
Ne
büyük yaratıcılık gücü, gizli aşikâr!
Susmaktan
başka kimseye yok yarar.
Binlerce
kez kılı kırk yardım ben
Susmak
dışında çıkar yol bulmadım ben.
Onun
zâtına ulaşamazsın madem,
Yaratıcılık
cemâlini gör, yetin sen.
Dürüstsen
sen varlıklar içinde,
Sıyrıl
tabiatların dört duvarından.
Tanrı
nın sana düşmez bir işi.
Tanrısal
tabiatla yapabilir misin bir işi?
Su
asıl ise, durdur su ile onu
Yaygınlaştır
suyu, sonra bak ona.
Toprak
ise asıl, çıkar kapı önüne
Ayak
altındaki toprağı, alma sen dikkate.
Hava
ise, adaletsiz say sen onu
Rüzgâr
götürmüştür, yok say sen onu.
Ateş
asıl ise, su çarp üstüne
Çekersen
suyunu, ateş sal üstüne.
Tabiatın
doğruysa, riyasız ol
Tabiî
değilsen, Allah adamı ol.
Her
iki cihanda tek yaratıcı var
Dört
unsur ile ne işin var?
Bir
söyle, bir dile, bir ara.
Bir
gör, bir bil, bir iste.
Birdir
hepsi, ister son olsun ister evvel
Ama
görenin gözü şaşı; iki görür.
Dikkatli
bak, her biri bir zerre
O
nu hamd ile tespih eder.
Bu ne büyük bağıştır, ne lütuf!
Her
zerrenin Onunla bir sırrı var.
Ne
büyük isim, ne büyük mânâ, hepsi sen
4 Hep diyorum; ey sen, her şey sen!
Dünyada
gördüğüm her zerre
Çevirmiş
yüzünü senin yüzüne.
Yüzümüz
dönük olmasaydı sana,
Kıl
ucu kadar döner miydin bize?
Lütfün
yardım etmeseydi,
Zerrede
olur muydu bekâ imkânı?
Her
şey bâki seninle, sensin gizli
Can
içindesin, cihanın dışında.
Bütün
canlar hayran kalmış sana.
Durursun
sen can ile aramızda.
Sana
giden yolun sonunu yok gören
Can
içindesin; canı yok gören.
Cihan
seninle dolu; değilsin sen cihanda
Her
şey kaybolmuş sende; sen yoksun ortada.
Hem
gizlisin hem aşikârda.
Ne
bir yer içindesin ne bir yerin üstünde.
Konuşkanlığındır
suskunluğunun sebebi.
Görünürlüğündür
gizliliğinin sebebi.
Mânâsın
sen, senin dışında ismin var.
Hâzinesin
sen, bir tılsımdır bütün âlem.
Zâtının
nuru, ferri, huzuru
Her
bir zerreye verir ışığı.
Her
zerrede seni görürüm
İki
âlemde “Semme vechullah görürüm.
Huzurunda
yer yok ikiliğe
Bütün
âlem sensin; senin kudretin.
Birden
yüze, her şey kalmış senden
İki
âlem sana ait; sen kâimsin kendiliğinden.
Tüm
varlıklar hazretinin gölgesi.
Her şey yaratıcılığının, kudretinin eseri.
Akıl
ile can dünyası hayran kalmış.
Sensin perde arkasında saklı kalmış.
Dünya
adınla dolu; senden işaret yok.
Akıl
seninle görür; semle ayanlık yok.
Akla
görünürsün, hayâlden saklısın.
Yüce
Tanrım, sen ne yüce nursun!
Görmüyorum
senden başka bir şey
Sen
varken, ne olur ki başka şey?
Güzel
söyleyen biri zâtı hakkında
Tevhîd,
izâleleri ıskattır demiş.
Vahdet
için neden ilişik arayalım?
Matlûb
sensin; tâlib olarak ne diyeyim?
Senin
tevhîd ipeğini dokuyorum.
Canımı
feda etmek istiyorum.
Topraktan
binlerce kalıp çıkar
Varınca
sana, tertemiz gelir sana.
Nice
insan yaşadı, gitti.
İyisi,
kötüsü toprağa gitti.
Hepsi
kendince bir zanda idi
Bildikleri,
Tanrı nın tek sahip olması idi.
Ne
canın haberi var; neyin canıdır?
Ne
bedenin haberi var; kimin bedenidir?
Ne
kulak kendi işittiğinden haberdar
Ne
göz kendi gördüğünden haberdar.
Dilinin
haberi yok konuşma yetisinden
Bedeninin
haberi yok kendi gücünden.
Ne
haberi var feleğin dönüşünden
Ne
cinden, insandan, şeytandan, melekten.
Niceleri
burada gömüldü gitti,
Niceleri
de başka taraftan geldi.
Ne
gidenin bu sırdan var haberi
Ne
gelenin bu yoldan var haberi.
Kaybettiler
bu sırsız sırrı
Kimse
anlamaz bunun zerresini.
Kapı
eskidi mi açılamaz
Üstüne
parmak vurulmaz.
Emre
itaat etmek gerek
Çaresi
ancak sabır ile susmak.
Teslim
vadisinde kimin vardır cesareti?
Korkudan
tutar içinde nefesi.
Susmaktan
öte yol bilmeyiz.
Yoktur
ah diyecek cesaretimiz.
Âdemden
bir katre seçmiş,
Bir
katreden bir halk var etmiş.
Çok
düşündüler bir katre üstünde
Yaratılış
önderleri âciz kaldı bunda.
Akıllar
daldı bir damla suya.
Hepsi
gark oldu bir damla suda.
Binlerce
susamış gelir bu vadiden
Diz
çöker gelince bu dergâha.
Temiz
insan! Aczini söylersin sen.
Marufsun;
mâ arafnâk’i bilirsin sen.
İki
âlem de sadece sözde kaldı.
Herkes
zan perdesinde kaldı.
Derler:
Arayış içindeyiz biz.
Eskiden
beri bu yolun eriyiz.
Şu
tuhaflığı gör: Bir damla su geldi.
Bir
deniz parlak inci doldu.
Şaşılası
şu: Bir zerre toprak oldu
Göklerdeki
güneş fırsat verince.
Sivrisinek
kadar havsalan yok.
Nasıl
iki âlemi anlayabilirsin?
Ciğerin
kan doldu, meşakkat çektin.
Bunlar
senin düşündüğün gibi değil.
Git,
boş hayâllere kapılma.
Haddini
bil; sakın haddini aşma!
Hayretten
âcizlik örtüsünü çek üstüne.
Hasret
yaşını yağdır yağmur gibi yüzüne.
Dostum,
Hak birdir ancak
Bir
avuç damarla deriden ne olacak?
Tanrı
münezzeh, pâk; sen ise bir toprak
Pâk
ile toprak arasında ne nispet olacak?
Âlemden
bir karınca gittiyse yokluğa,
Ne
eksildi? Ne ekledi bu varlığa?
Halka
gibi vur başını bu kapıya
Böyle
bir baş az gelmez bu kapıya.
Gökyüzü
lacivert giyindi şu yüzden
Halka
gibi kaldı bu kapının dışında.
Tanrının
tek dostu yine kendisi.
Ona
lâyık olan yine O’dur, değil başkası.
Biri
sorarsa sana: Ne dersin?
Kaybetmedin
bir şey; neyi ararsın?
Birincisi,
bulacağını nasıl bulacaksın?
Kaybolunca
bir şey, aramaya koşacaksın.
Saçmalıktır
uğraşmak bu hasret içinde.
Nice
canlar çıktı bu hasret ile.
Bütün
sıddıkların yüreği kan doldu.
Kim
bilir ki onun sırrı nasıldır?
Bakar
mısın, binlerce yıldır İblis’in işi
Tanrıyı
teşbih ile takdis etmekti.
Herkes
O na ibadeti bir yana koydu
Kendini
beğenmişlikle ibadeti unuttu.
Gönlü
kanlandı, yeri sıkıntılı oldu;
Bedeni
lanet sofrasına döndü.
Biz
istiğnada bulunursak,
Düşeriz
uçsuz bucaksız çöle.
Bu
halimizle ciğerimiz kan dolar;
Bu
müstağnilikten feryadımız artar.
Bu
istiğna yüzünden ferman gelirse,
Masumların
tüm umudu söner.
Yarın
o yüksek eyvan önünde
Lâyezâlin
kösü vurulduğunda
Her
bir yanda kim cüret edecek?
Nasipsiz
olan bu nakdi nasıl verecek?
Tanrının
istiğna yüceliği var
Bu
ne oyundur? Yokluktan başka neyin v;
İstersen
sen teşbih ile namaz ile
Müstağni
Tanrı hoşnut olsun seninle.
Namazın
uzun yolun azığı.
Onun
ihtiyacı yok senin namazına.
Şunu
iyi bil; şüphe etme yiğidim
Görev
veren Tanrı, verdi başarıyı da.
Tanrı
tevfiki yardım etmezse sana
Başarılı
olamazsın işinden yana.
Ne
büyük derecedir bu! Yerle gök arası
Onun
katında ancak siyah kıl tanesi.
Ne
büyük kudrettir! Görürsün kudretini
Bir
kıl ucundan yüz sanat eseri.
Ne
izzet sahibidir! Bir o kadar müstağni
Bunca
akıl ile can orada oyundur.
Ne
haşmettir ki yansırsa her cana,
Her
zerreden olur yüz tufan.
Öncelik
O’nundur. Bu ilkliğiyle
Hiçbir
varlık denk olamaz ona.
4 Ne büyük vahdet! Bir kıl sığmaz Ona.
Bu
vahdette dünya bir kıl kadar gelmez.
Ne
büyük nispet! Kırk sabah boyunca
Kendi
elinle yem koydun tuzağa.
Ne
büyük rahmet! İblis bulursa zerresini
İdris’i
bırakır kendinden geri.
Ne
büyük kıskançlık! Düşse âleme
Bir
anda iki âlemi katar birbirine.
Ne
heybettir ki güneş zerresine rastlaşa,
Gölge
gibi sonsuza kadar kalır orada.
Ne
hüccettir bu! Kimsenin yüzünde,
Bir
kıl kadar işaret görülmez.
Bu
ne hürmettir! Bu makamın büyüklüğünden
Senden
başkası oraya yol bulmaz.
Bu
ne mülktür! Yasası var
Ne
eksiklik olur ne fazlalık gelir.
Ne
kudret ki isterse bir anda
Yeri
muma döndürür, feleği de.
Ne
şerbettir ki kana ekmek bansa can,
“Sekâkum
rabbukum” umuduyla can
Ne
âyettir ki göstermek istersen
Her
zerreden İlahî bir güneş
Ne
fırsattır ki şu gök kubbede
Âlemi
yakarsın bir âşığın ahıyla.
Ne
şefkattir ki bizim için ebediyen
Verdin
annelere şefkati.
Ne
mühlettir ki gelince zamanı
Bir
kıl için bir âlem düşer tuzağa.
O
ne vakittir esirlik zamanı
Kıl
ucuyla tutarsın bir cihanı
Ne
büyük nimettir; bu nimete
Sürekli
şükretmek borçtur boynuna.
Bu
ne şiddettir! Kanıt getirmede
Ne
sessizlik yaprağı, ne söyleme yüzü.
Bu
ne ruhsattır! Yolu olmasaydı,
Kimsede
ah çekecek cesaret olmazdı.
Bu
ne ayrılık! Niceleri koşturdu.
Görmediler
seni; hepsi yok oldu.
Bu
ne rahat! O yüce melekler
O
tecelli ile daim naz içindeler.
Bu
ne lezzet! O teiniz, kişiler
Onunla
temiz koku çekerler.
Hepimiz
biçareyiz, kalmışız yerimizde.
Şu
biçareliğimizi sen bağışla.
Mezar
beşiğine düştük biz.
Çocuklar
gibi o âlemde doğduk biz.
O
mezar dar beşik oldu bize
Kefen
dolandı taş gibi omzumuza.
îki
zenci zor ile gelir içeri
Sallar
mezarımızın beşiğini.
Çocuklar
gibi dar yerde sıkıntıyla
Titrer
dururuz iki zencinin korkusuyla.
Ne
amacımız vardır ne bir sevgi
Dünya
çevirmiştir bizden yüzünü.
Kopmuştur
bizden hem yabancı hem yakın
Zor
yol vardır önünde biz çocukların.
Dünya
çocukları gibi görmemiş oluruz
Ne
zorluk vardır; biz ondan korkarız.
Bir
saat kalırsak biz o toprakta
Temiz
Tanrım! O zenciyi bizden tut uzakta.
Bize
derler: Rabbin kim? Nedir dinin?
Tanrım,
senden isteriz biz telkin.
Tanrım,
izzetle yaşattın sen bizi
Şu
zencilerin eline bırakma bizi.
Öğretensin
bize sen konuşmayı
Konağımız
uzakta kalır; iş zorlaşır.
Derdimiz
sonsuza kadar kalır
Bilmem
bize böyle ne yapmak ister?
Tanrım
biz avare varlıklarız
Musibet
görmüş perişanlarız.
Baştan
ayağa kıvranıp duruyoruz
Ne
baş var ne ayak; bizler bir hiçiz.
Gönlümüzü
teselli edecek gönlün yok mu?
Perişan
halimize acıyacak mısın bir an?
Gönlün
yoksa, nasıl acırsın halimize?
Ne
diyeyim, gönüller sahibi sen değil misin
Tanrım,
burada biçare kaldım
Bu
düşünceyle, kalbim yüz parça kaldım.
Gerçi
vücudumda yok senden bir nişan
Ama
bir an kayıp değilsin canımdan.
Aklımın,
canımın sırrında sen varsın
Bu
yüzden inci saçar oldu dilim.
Sensin
tüm âlemden müstağni olan
Sözü
kısa kesmeli; Allah’tır en iyi bilen.
İkinci
Makale
Resûlullah’a
Naat
Görüş
sahiplerine lâyık övgü nasıl olur?
Yaratılış
dolunayına lâyık övgü nasıl olur?
Heybetinden
şu duacı tir tir titrer
Dili
onun övgüsünü nasıl eder?
Onun
zâtına naat sözün üstündedir
Dil
işlemez oldu; nasıl söz söylenir?
Onu
nasıl öveceğim? Çünkü Tanrı dedi:
Onun
adı Tanrı adıyla birliktedir.
Muhammedi
Doğru sözlüsün, eminsin
Dünya
için âlemlere rahmetsin.
Muhammedi
Yaratılışta onun nişanı var
Yüce
başlıdır; başım yüceltenlerin tacıdır.
Muhammed;
iki âlemin en iyisi
Dinin,
dünyanın nizamı, insanoğlunun kıvancı
Temelde,
peygamberlik kutusunun incisi
Mânâda,
yiğitlik burcunun yıldızı
Lâyezâl
Tanrı sırrının harflerini öğreten
Yücelikler
ikliminden dünyayı aydınlatan
Padişahlık
sırlarını bilen
İlahî
sırların muammasını bilen.
Dünya
onun dergâhında bir süprüntü
Felek
onun hankâhında bir derviş.
Henüz
Âdem beden kaydmdaydı
O,
can ile gönül dünyasının şahıydı.
Vücudundan
Âdemde bir nur vardı
Yoksa
melek ona nasıl secde ederdi?
Âlemde
onun nuru bir emanetti.
Sonunda
Âdem’den Abdullah’a geldi.
Bunca
peygamberden geçti
Hepsinin
üstünde bir inci oldu.
Bir
menzilden diğerine geçti
Pişmişti
ama daha da pişti.
Sonunda
her şey hazır edildi.
Geç
geldi ama pişmiş olarak geldi.
Vahiy
öncesi kırk yıl halvetteydi.
Vahiy
emini derhal vahiy getirdi.
Meleklerin
tavusunun huzuruna geldi
Onun
ardında kudsîler dizilmişti.
Cibrîl-i
Emin seslendi yüksekten:
Ey
büyük insan; konuş haydi, durma.
Nurlu
gönlünü din denizi yap
Rabbülâlemîn’in
vahyini söyle.
Gayb
musikîsini biliyorsun.
Dokuz
feleğin sırrını biliyorsun.
Aşina
olmuşsun ilahi sırlara
Susma;
oku Tanrı adıyla.
Ay
ile güneş nasıl örtülür?
At
örtüyü başından; kalk da kork!
Şah
sensin, bütün ufuklar askerin
Asıl
sensin, bütün âlem kulun.
Çağır
Tanrı ya halkı, rehberlik et.
Doğru
yoldasın; Tanrı için peygamberlik et.
Hak
can nuruyla vahiy gönderdi.
Kuranı
ona insan öğretti lafı aklından gitti.
Sonunda
Tanrı ya davette öncü oldu
Şeriat
yenilendi, İslam yeni oldu.
Dünyayı
mânâya yönlendirdi.
Her
sözün özünden yağ çıkardı.
Her
bid at onunla tepetakla oldu.
Devlet
cevherinin nuru onun yanındaydı.
Devletinin
nuru bir zerre parladı.
Ay
ile güneş ondan bir zerre aldı.
Mis
kokulu siyah saçları dağıldı
“Canına
and olsun” tacını başına koydu.
Saçının
mis kokusu âleme yayıldı.
Yüzünün
nuru feleklere ulaştı.
Üç
boyut onun saçıyla ıtırlandı
İki
âlem onun yüz nuruyla nurlandı.
Gönül
çelen yüzü ne güzel güneştir!
Gölgesine
taylesan döşenmiştir.
Siyah
örgülü iki saçı misler gibi kokar
Her
tel saçında yüz can yuva kurar.
Onun
göğsü Tanrı ile nurlandı.
Namazdaydı,
Cennet üzümü aldı.
Üzümün
her tanesi onun canında
Pervin
salkımı gibi hep nurlandı.
Canı
Tanrı sayesinde nurla doluydu
Ama
kâfirlerin elinden azaptaydı.
Bazen
bir taş dişini kırdı.
Bazen
ibadetten ayakları şişti.
Bazen
gamlandı, elini yüreğine koydu.
Bazen
açlıktan, karnına taş koydu.
Dünya
ile ahiret onun için vardı.
Derdi
çok felek onun için kazançtı.
Bu
yüzden o sıkıntıya direndi.
Zahmetsiz
hazine elde edilmezdi.
Kimi
müfessirlerce o emindir.
Bazılarına
göre ise öyle değildir.
Geri
çevirince o yüzüğü
Yetişti
Cebrail, Peygamber in yanına
Dedi:
Efendi; bu yüzükten kes ilgini
Yüzükle
hallolmaz işin; bil bunu.
Felek
dediğin senin için yüzüktür.
Niçin
bu yüzükle uğraşırsın?
Tanrının
parmağında senin gönlün var.
Süleyman
gibi bir yüzüğe bakma.
Senin
yüzüğünün bir adı vardır.
Ama
altın yüzük sana haramdır.
Sen
tespihini parmaklarınla çek.
Çünkü
tespih insanların parmağındadır.
Ay,
parmağında yüksük oldu senin.
Kâfirlerin
gözüne girdi parmağın.
Her
parmağında yüz hüner var
Bir
yüzükle ilgilenmekte ne var?
Parmağına
ip bağlayacaksan
Böylelikle
bir dertliyi unutmayacaksan
Biz
olmadan bir işe yeltenirsen
Kibriyânın
azarına dayanamazsın.
Başını
kıl kadar bizden çevirme
Parmağındaki
bağlı kılı unutma.
Madem
parmağın iyi işliyor
Kanlı
pamuğun altında parmağını çıkar.
Parmak
hesabı yap kendi kendine.
Kıyamet
günü hesabı kolay gelsin sana.
Parmağıma
şunun için ip bağlarım
Senden
başka kimse aklıma gelmesin derim.
Sözlerine
şunun için parmak bastım
Sen
bir çıraksın, ben ustayım.
“Kuranı
öğretti” sözünü şefkatle
Gösterdin
önümüzdeki levhada.
Mekke
harbinde parmakların soğukluğundan
Gönlümde
senin gücün belirdi.
Kalemde
olmadı hiç sayende
Kalem
erbabının bunca izzeti.
İzzetinden
akıl ile can hayran kaldı
Akıl
hayretle parmağını ısırdı.
Kulun
Muhammed, iki âlemin efendisi
Peygamberliği
ile kıyamet iki parmağının arası.
Gölgesizsin
sen; güneş senin yanında
Benzer
ümit parmağını emen çocuğa.
O
güneşle otağ kurdu feleğe
Seninle
parmak bastı tuza
Senin
avucundadır madem Hızır pınarı
Her
parmak ucundan akıt bir pınarı
Yeryüzü
yaygısından bas ayağını arşa
Bir
parmaklık mesafe var başından arşa
Cebrail
önde bir parmak olursa
Yanar
kömür gibi kanatları.
Kudsîler
kanat açar senin nurunla
Parmaklar
gösterir seni birbirine.
Senin
gibi bir resûl gelmedi risâlet makamına
Beş
parmak bir olur mu hiç elde?
O
kimsenin önünde yoktur helva
Parmağı
biraz daha uzundur diye.
Git,
bas parmağını Sıddık’ın nabzına
Hakikat
nuruyla dolu bir gönül var onda.
Söyle
Ömer’e, kalksın öfkeyle
Soksun
parmağını İblis’in gözüne.
Söyle
Osman’a, sırtı sağlamdır Kur an la
Çevirsin
Kuranı sayfa sayfa.
Ali’ye
söyle, itaat etmek uğruna
Yüzüğü
bağışlasın namaz esnasında.
Git
konuş o putperestlerle
Dünyayı
dar et gözlerine.
Bir
mucize isterlerse senden anında
İşaret
et parmağınla aya.
Dini
muhterem kıl sıdkınla
Yuvarlak
ayı hilâle çevir parmağınla.
Kıskanç,
haset gamıyla ısırsın parmağını
Sen
birbirinden ayıradur ayı.
Kâfir
dinin için sana baskı yaparsa
Geçir
boğazına ipi, as darağacına.
Feleğin
bir avuç semirmemiş danasından
Çek
elini zehirli oğlağından.
Dostum,
Kuran oku, susma
Kâfir,
parmağıyla kulağını tıkasa da.
Bilâl,
elini kulağına koyduğunda
Kesilir
bütün konuşmalar o anda.
Dudağına
taş atarlarsa sertçe
Bastır
parmağını dudağına, söylenme.
Vakti
geldiği zaman ben o taş ile
Dünyayı
dar ederim taş yüreklilere.
Ne
rütbe, ne kudret, ne kadir!
Ne
sahip, ne sadık, ne başköşe!
Bu
toprak âlemin büyük padişahı
Felekler
âleminin büyük sultanı.
Yüce
arş olmuş senin eşiğin
Yedi
kat gökyüzü olmuş evin.
Nebiler
içinde en faziletlisi
Tanrı
mahremlerinin en mahremi.
Senin
cömertliğin Kızıldeniz’e asker çekmiş
Yıldızlar
damında davul çalan gözcü olmuş.
İlahî
sırlardan haberdar olmuş
Yer
ile gök arasındakiler seni desteklemiş.
Ne
azametli sürme renkli felek!
Toprağını
yıldızların gözüne sürme yapmış.
Mahşerde
Âdem ile yanındakiler
Sancağının
altında el ele vermiş
Kapında
İsa gibi elli kapıcı var.
Ümranın
Musa’sı kapında haberci olmuş.
Öncekilerin
emiri büyük İdris
Senin
nurunla Hareme mahrem olmuş.
Halil
İbrahim adını can mührü bilmiş
Cehennem
ateşinden Cennet yolunu bulmuş.
Yoluna
kurban olma umuduyla
İsmail
sen yoksun diye yas tutar olmuş.
Yanık
sesli Davud yüz hoş makamla
Aşkının
Zebur’unu gece gündüz okumuş.
Çok
büyük padişah olan Süleyman
Senin
ordunda bir sipahi olmuş.
Boyacı
Mesih şu lacivert gökyüzünden
İğneyle
adını nakşeder canlara.
Yalnız
Hak değildir mûnisin olan
Bütün
peygamberler senin meclisinde.
Birkaç
buğday tanesi hicap oldu Âdem’e
Ne
buğday ne Cennet engel oldu yoluna.
İki
nahn engel oldu Musa’nın yoluna
İki
âlemden geçtin sen iki nalınla.
Bir
iğneydi İsa’nın yolundaki engel
Her
makamda bir pencere açılmıştı sana.
Nebilerin
gecesini aydınlatan incisin sen
Velîlerin
gerçek mumusun sen.
Sekiz
Cennet evinin çerağısın sen
Miraç
gecesini aydınlatan incisin sen.
Miraç
Bir
gece geldi Cebrail uzaktan
Yıldırım
gibi giden Burak getirdi nurdan
Efendim!
Geç bu zindandan
Ruhlar
ülkesine çık yolculuğa.
Çok
nebi, elçi var orada
Huriler
toplanmış dünyanın her yanından.
Herkes
gözü yolda seni bekler
Tanrı
dergâhının güneşini görmek ister.
Huriler
dışarı atmış kendini odalardan
Bir
hediye alırsın diye onlardan.
Melekler
arasında velvele kopmuş
Belki
Düldülü sürersin diye o taraftan.
Gece
boyunca âlemi aydınlatan yıldızlar
Göz
değmesin diye tütsü yakar sabaha kadar.
Biliyorum,
senin çok nurun var
Tanrı
feragat verdi sana huriden.
Kalk
şimdi, çek önüne Burak’ı
Biliyorum,
sende nasıl bir iştiyak var.
Kudsî
âlemde dolaş bir süre
Tut
o halkayı, gir hareme.
Can
dilin sırdaş olunca Hak ile
Kendine
dön, ilgilen kendi sırların ile
Bülbül
kafeste nasıl kanat çırpar?
Harekete
geçti bu söz üzerine Peygamber.
Yıldırım
süratli Burak’ı bu toprak âlemden
Sürdü,
hutbe okudu önce feleklere.
Halis
Tanrı kullarına öğretmen oldu
Tanrı
elçilerinin hakikatini okuttu.
Görmüş
geçirmiş nice nebiler
Onda
çok din nuru gördüler.
Onun
nuruyla kendilerini yok gördüler
Ne
diyeyim? Ateşten duman gördüler.
Yeryüzünden
kaşla göz arasında
Yükseldi
Kâbekavseyn fezasına.
Cennetin
doruklarına çıktı, dolaştı
Rabbülâlemîn’in
arşına yükseldi.
Felek
firuzesi coşmaya başladı
Meleklerin
“Yol açm!” sesleriyle.
Sonunda
yükseldi, yükseldi yücelere
Yüz
binlerce meleğin “Yol açm!” sesleriyle.
Konuğa
yiyecekler sunuldu, bir ay yaygı oldu
Arşı
taşıyan melekler yükleri üst üste yığdı.
Cennet
donatılmış, kapılar açılmış
Perdeler
kaldırılmış, taht koyulmuş.
Büyük
arşta bir velveledir kopmuş
Her
iki âlemin dolunayı gelmiş!
Seyyidlerin
seyyidi geldi
Varlıkların
başkomutanı geldi.
Yedi
kat felekte sefer etti
Gayb
perdesinin ötesine geçti.
Hiçbir
şey yolunda engel olmadı
Karşısına
çıkan şeylerle vazgeçebilirdi.
Hiçbir
tarafa gözünü çevirmedi
Çünkü
onun çok yüksekte dostu vardı.
Cennet
hurilerle doluydu ama
İki
gözü hiçbir tarafa kaymadı.
Tanrı
katında o nurla aydınlanınca
Cebrail
bile o nurun uzağında kaldı.
Hak
nuruyla etraf ışıl ışıl olunca
Rûhülkııdüs
Cebrail geldi hemen figana:
Efendim;
yükselirsem biraz daha yukarı
Bu
nur yakar benim kanatlarımı.
Ey
Rûhülemîn! Sen Tanrı huzurıındasın
Buraya
gelecek gücü yok peygamberlerin.
Neden
üzülüyorsun kanatların için?
“Biraz
daha yaklaşırsam” dedin.
Binlerce
can yanar bu yolda
Yanarsa
yansın kanadın ey Tanrı ulağı!
Sıddıklar
ne haldeler, bilmiyorlar
Böyle
bir yerde sen kanadını dert ediyorsun.
Tanrı
katında bulunuyorsan
Yanıversin
kanadın; bu makamın meleğisin.
Ey
Rûhülemîn! Otur bu dergâhta
Üzme
kendini: Benim bir vaktim var Tanrı katında.
Sen
öğrencimsin benim, otur rahatça.
İhsan,
iman nedir? Sor bana.
“Kavlen
sakil” sırasından geçti
“Ey
Cebrail, şimdi kapıda dur” dedi.
Bundan
öteye geçiş iznin yok.
Her
komutana sarayda bulunma izni yok.
Ben
Tanrı nurunda pervane gibiyim
Sen
tavus tüyü kanadına bağlısın.
Sığın
Tanrı ya; kanattan ne beklersin?
Sözün
bittiği yerdir, neden kanattan bahsedersin?
Binlerce
kanadın canı hikmet sırrı dolu
O
ismet denizinin canına fedadır.
Rûhülkudüs
un üzerinde yükseldi
Rastladığı
her şeyi geride bıraktı.
Peygamber’in
bulunduğu makam yüksekti
En
yüksek yıldız Zühal, Dünya gibi gerideydi.
Canı
nurla öyle yaklaştı ki Tanrıya
Cebrail
ondan kalmıştı uzaklarda.
Oysa
Cebrail-i Eminin kanatları
Kaplamıştı
yer ile gök arasını.
Peygamberden
çok uzakta kalmıştı
Peygamberi
oradan serçe kadar görmüştü.
Yönlerden
geçince, yol daraldı
Sonunda
Tanrıya yaklaştı.
Tanrı
katında nasıldı, ne diyeyim?
O
anda varlığının dışındaydı.
O
kadar yakında gönlü sır doluydu.
O
dehşet içinde dili tutulmuştu.
Gül
yaprağı gibi canı hayadan terlemiş
Canı
vehim hayâlini izlemiş.
Hem
duygudan geçti hem candan
Geçince
kendinden Hakka baktı Hak’tan.
Gözü
görebildiği kadarıyla
Gönlü
bakıyordu onun gözüne.
Dergâhtan
halvet yerine indi
Rabbani
nur girdi içeri, 0 gitti.
O
haybette Muhammed bir şey yapamadı
Muhammed
Muhammed’den bizar kaldı.
Hak
görüyordu onun kıvrandığını
Şefkat
ile verdi derhal selamını.
Bu
halden çıkardı, kendine getirdi
Selamını
Peygamber’ine iletti.
Hitap
geldi: Bırak kendini, gir içeri
Duymadan,
konuşmadan çık dışarı.
Bir
arzun varsa, hemen söyle
Neden
geçtin kendinden? Ne oldu sana?
Şimdi
yaktın sen bütün putları
Şefaatçi
ol bir zaman ümmetine.
Yetimsin;
yetimliğinle apaçıktır bu.
Yetim
şefaatçidir iki âlem halkına.
Fakirsin;
fakirliğinle şaşırtırsın
Ünün
yayılmış hem arşta hem ferşte.
Benimsin;
ister yetim ol ister derviş
Ben
şeninim; bu hepsinden öte.
Korkulur
mu fakirlikten? Fakirlik kıvançtır.
Fakirlik
iki dünyada yüz karası değildir.
Sen
incisin, yetim olsan da ne var bunda?
İncinin
en iyi özelliği yetimliğinde.
Nesebiyle
kesti bağlarını sonunda
Hakk’ın
selamını işitti can kulağında.
Selamı
sadece kendine has etmedi
Selamın
bana ve salih kullarına olsun, dedi.
Gör
kerem sahibini; bu kadehten içince
Şu
bîçare salih kulları unutmadı.
Hitap
geldi: Ey mutlak masum
Hakkın
var; hak, hak sahibine gider.
Ne
dilersen, söyle şimdi dileğini
Yüce
Tanrı başlayınca sırları açmaya
Peygamber
de başladı konuşmaya.
Yarabbi,
bir ümmetim var günahkâr
Ateşten
koru onları fazlınla.
Bak
onların iniltisine, yürek yangınına
Nasip
et mülâkatını onlara.
Hepsinin
umudunu bilirsin, vefa göster
Hepsinin
hacetini kabul et lütfunla.
Bütün
âlem bir avuç toprak değil mi Tanrım?
Bir
avuç toprağın umudunu yele verme Tanrım.
Deniz
diyarı çalkalanıp bulanmasın
Bu
deryada ne hoş kumlar vardır!
Bu
engin denizden ne eksilir
Bir
saman çöpü onu seyrederse?
Mahşer
halkına rahmet edersen
Bir
kıl ucu ıslanır bu deryadan.
Böyle
söyledi, kutsal âlemin bülbülü uçlu
Can
burnuna ünsiyet gülünün kokusu doldu.
Seçkin
peygamberlerin makamı
Muhammed’in
makamının gerisinde kaldı.
Yoldan
atlı olarak gelen peygamberler
Attan
indi, Muhammed’in üzengisine tutundu.
Bütün
melekler açtı kanatlarını
Yolunun
toprağını kanalla aldı, başlarına koydu.
Bütün
kudsîler onu görmek için olurdu
Onun
mânâlarından koku almak istedi.
Sanır
mısın onun ayağının toprağı
Cihan
padişahının katında yok değeri?
Onun
ayağının toprağına yemin etti
Mekke’de
yaşayan Muhammed için and içti.
Ey
dinin başköşesinde oturan! Attâr ı gör bir an.
Onun
için de şelaatçi ol; hallerine bak.
Ben
yanında Ashâb-ı Kehl’in köpeğiyim.
Yaşadıkça
ben bu dergâhta duracağım.
Gözyaşlarımla
tövbe guslü yaptım.
Ayağının
altındaki toz olmak istedim.
O
temiz bahçenin uzağında olan benim
O
arzu ile başıma toprak saçarım.
Bir
gün o meydana girersem
Çevgenimle
ne oyunlar oynarım!
Bir
ah çeker, dünya bağını koparırım
Senin
toprağından canıma hanut yaparım.
Senin
dergâhından üç hacette bulunurum
Çünkü
senden çok hacette bulunmak isterim.
Ölmeden
önce sana gönül vermiş bu derviş
Görsün
senin temiz bahçeni önce.
Sen
beni şairler arasına koymuyorsun.
Bana
şairlerin gözüyle bakmıyorsun.
Canım
bedenimden uçup kurtulursa
Tanrım,
kucaklasın beni, budur dileği.
Gönlüm;
canını onun yoluna feda et
Takva
ile yüzünü o dergâha yönelt.
Dünyada
onun temiz dininden söz et
Ukbâda
onun eteğine sarıl.
Sana
açık bir örnek vereyim, düşün
Birinin
önünde içi bal dolu kap var.
Bir
çocuk ona derse: Dikkat et!
Bu
kaptaki balın altında zehir var!
Çocuktan
o sözü duyunca
Elini
çeker ondan, kuşku yok bunda.
Bunca
peygamber seni uyarmış
İşin
zor olacaktır bu yolda.
Bir
çocuğun sözüyle perhiz yoluna girdin
Nebilerin
sözüyle kalk oturduğun yoldan.
***
Tanrım,
din nurunu yoldaş et bize
Muhammed’i
şefaatçi kıl bize.
İşimizden
dolayı öfkelendirme onu
Bizden
hoşnut kıl onun temiz canını.
Yüz
binlerce selam olsun ona
Tanrı
sayesinde tüm yârânına.
Özellikle
temiz cevherli dört yârine
Ebubekire,
Ömer’e, Osman’a, Haydar'
Nebi
buyurdu: Yıldızdır onlar
Uyarsanız
onlara, erersiniz hidayete.
Ashabın
Fazileti
Emîrülmü’minin
Ebubekir’in Fazileti
Hilâfet
merkezinin ilk önderi
Doğruluk
dünyası, Ebû Kuhâfe oğlu
Hak
dininin esası, tahkikin temeli
Şeriat
şahmın nâyibi, Sıddık.
Sadakat
göğünün en parlak güneşi
Velîlerin
çerağı, en büyük Sıddık.
Şeriatın
ilk göz aydını
Mustafa’nın
refiki, ikilinin İkincisi.
Şeriatın
şarabı kaynamaya başlayınca
“İnandık,
tasdik ettik” şarabını içti.
Hikmet
kadehinden ilk önce o içti.
Mustafa’nın
elinden hikmet çorbası içti.
İmamlıkta
Nebinin önünde durdu.
Zengin
geldi, yoksul biri olarak gitti.
Tanrı
onun can kulağına seslenince
Her
nesi varsa, kızına feda etti.
Altın,
gümüş nesi varsa, elinden çıkardı
Dünya
malı olarak elinde bir kilim kaldı.
Ne
ileri görüş, ne büyük fedakârlıktır!
Ama
Sıddık olmak da kolay değildir.
Muhalifleri
çağır, söyle onlara
Savaşçı
bir kavimle çağrılacaklar savaşa.
İlk
günden kıyamet gününe kadar
Nebi
keramet gösterdi onun hakkında.
Onun
yanındaydı her kederli gününde
Şehirde,
mağarada veya dağda.
Peygamber’in
ilk has nâyibi oldu sonra
Niyâbet
etti din işinde Peygambere.
Sonunda
onun yanında yattı toprakta
Ne
ihtiyardı ama! Kıvrak mürid oldu ona.
Emîrülmü’minin
Ömer’in Fazileti
Din
göğü Ömer, Hattâb güneşi
Sekiz
Cennetin çerağı, ashabın mumu.
O
nasıl bir mumdur! Heybetli güneş
Pervane
gibi tavaf eder onu.
Bu
din güneşinden yayılan ışık
Yaraşır
ancak yüksek Cennete.
O
Hak dininin kutbu olmasaydı
Şeriatın
kemâlinde revnak olmazdı.
Baş
kesmek için baş verdi o.
Baş
getirmeye gitmişti, baş koydu o.
Hidayet
mumunun başını almaya gitmişti.
Kur
anda Tahayı duydu, başını feda etti.
Onun
can gözü sırları görür oldu
Şüpheleri
yok oldu, sorunları halloldu.
Şeriata
kemâl verdi öncelikle
Kırk
kişiden biri oldu önce.
Peygamber
dedi ona: Olsaydı bir tane daha
Ömer
peygamber olurdu benden başka.
Dünyanın
efendisi onun canındaki nurla
Kelimeler
söyletti ona.
Hakkı
kulağına küpe etti
Tanrı’nm
adıyla öldürücü zehir içti.
Zehri
kendi üstünde denerdi.
Onda
hayat kurtaran panzehir vardı.
Zulüm
onun devrinde ortadan kalktı
Kızıldenizdeki
gözyaşı gibi kayboldu.
Dünya
onun adaletiyle huzura kavuştu.
Onun
korkusundan sitem yok oldu.
Arap
olmayana açtı kapıyı kıyamete kadar
Bin
altmış altı minber koydu.
Emîrülmü
minin Osman’ın Fazileti
Din
ehlinin emiri, Kuran üstadı
Emîrülmu
minin Affan oğlu Osman
İki
âlemin efendisinin seçkin dostu
Damadı
oldu, Zünnûreyn lakabını aldı.
Hilim
ile hayâ resmedilseydi
Zünnûreyn
ile bu resim görülürdü.
Hayâ
imandır ya da imandan bir parça.
Osman’ın
nuru görülür nereden bakılsa.
Hilim,
hayâ yüzüğünün kaşıdır
Hürlerin
başı, cömertlerin tacıdır.
İlahî
Dîvani o derledi.
Alemde
kadîmliği öne çıkardı.
Onun
derlemesi sayesinde konuk olduk
Hepimiz
o divanın ecrini kazandık.
İlkin
ömrünü Hak Kur an ına adadı
Sonunda
kendini I kıkk’a kurban etti.
Kur
an yüzünden çok üzüldü ilkin
Kur
an okurken kanı döküldü.
Sıbgatullah
âyetini okuyordu
Ansızın
sıbgatullah üstüne kanı döküldü.
Gaddar
dünya için kim yaptı bunu?
Bunu
yapan nasıl ona kıydı?
Din
adamlarına bunu yapanlar
Gaddar
dünyaya meylettiler
Birini
Kur an okurken öldürdüler.
Birini
namaz kılarken öldürdüler.
Birini
zehirleyip devirdiler.
Birinin
Kerbelâda başını kestiler.
Geç
bunları, yönel Tanrı ya, asıl budun
Başını
koy secdeye, sus artık dostum.
Emîrülmü’minin
Ali’nin Fazileti
Dinin
atlısı, Peygamber in amca oğlu
Yiğitler
yiğidi, Kevser Havuzunun sahibi.
Rüstem
bedenli, Düldül ün süvarisi
Gönülde
tevekkül denizinin dalgıcı.
Kuşkusuz
devrinin en erdemlisiydi
Gerçekten
de İslâmm deliliydi.
Dünyada
“Sorun bana” diye seslendi.
Bir
rumuzla iki âlemden yüz işaret gösterdi.
Böyle
namaz kılmalısın sır ehliysen,
Namazın
namaz olur böyle edersen.
Hak
nuruyla namazdayken Ali
Ayağından
çıkardılar ok temrenini.
Böyle
seçkin namaz kılarsa
Elhamd
ile dünyadan keser ilgisini.
Cömertliğiyle
deniz bulutu ışık olmuş
Altın
dolu bir âlem gözünde ırmak olmuş.
Sen
ey altın! Umutsuzluktan sarar
Sen
ey gümüş! Beyazlaş böyle.
Bu
kızıl yüzlü yolda yeşillik oldu
Beyaz
ile sarı onun gözünde karardı.
Bu
yüce insan, dinin temeli durdukça
Gönlü
sırları bildi, yolları gördü.
Daha
çocukken kendini emir yaptı.
Şu
değersiz dünyadan eteğini çekti.
Dünya
bir ateş, sen bir aslandın
Bu
bakımdan dünyaya doymuştun.
Aç
aslan az otursa da
Dünya
ekmeğini doyasıya yemezdi.
Dünya
hayatında fakirlik yolunu seçmişti.
Üç
kez “boş ol!” demiş, dünyayı boşamıştı.
Ey
taassup içinde canı giden!
Bir
dolu günahla divana giden!
Cahillikten
gönlün hile hurda dolu.
Ali’ye,
Ebubekr’e giriftar olmuşsun.
Bazen
bu nezdinden makbuldür
Bazen
o işine yaramaz olur.
Bu
veya o iyiymiş; sana ne?
Sen
kapının bir halkasısın; sana ne?
Ömür
boyu bu mihnetle oturdun
Bilmem
Hûda’ya ne zaman tapacaksın?
Heves
düşkünlüğü daha ne kadar? Gir Tanrı yoluna.
Tanrı
sorarsa bu hali sana; beni söyle.
Eminim,
yarın halkanın önünde
Bir
iken olur yetmiş iki fırka.
Ne
diyeyim? Hepsi kötü, iyi olsa da
Bakarsan
iyice, onu ararlar.
Tanrım,
serkeş nefsimi zebun et
Beynimizdeki
fodulluğu çıkar dışarı.
Gönlümüzü
kendinle ilgilendir
Taassup
yolunda gideni azlet yolundan.
Birinci
Makale
Ey
canın, gönlün derdi dermanı
Sen
ateş düşmeden parlayan bir nursun.
Oymalı
kandilin aralıklarından verirsin ışığını
Mübarek
bir dalda kurmuşsun otağım.
Beden
kandilindeki nursun sen
Hem
çok yakın hem çok uzaksın sen.
Kır
sırçanı, dök yağını
Asıl
parlak yıldızın nuruna.
Doğuyla
batıyla ne işin var?
Gökyüzünün
nuru hisardır etrafında.
Ey
sırları söyleyen bülbül!
Mücevher
sandığının çöz bağım,
tsa
gibi sözde tatlı dilli ol.
Sedefi
kır, başla inciler saçmaya.
Kendi
hoş sesinle kaldırma başım
ibrişim
ile neyde ses var zira.
Bülbülün
ses güzelliği senden fazladır
Kendi
güzel sesinin sarhoşudur.
Görme
gücünden bilme sen bu ışığı
Çünkü
serçe bile görür yirmi fersah uzağı.
İşitme
gücüne bakıp böyle coşma
Tavşan
bile sesi duyar on mil uzaktan.
Koku
alman eksiktir, az konuş.
Fare
bile bir mil uzaktan alır kokuyu.
Kendi
kuruntularına kapılıp böbürlenme
Su
kuruntuya kapılır, kendini hiithüf sanır.
Bunların
hepsinden fazlaysan sen
Çok
söyleyen, çok temiz canlısın sen.
Ey
seçilmiş yüksek damla!
Kıdem
denizinden koku alan damla!
Denizden
yüceliği seçtin gerçi
Bu
yolla kendi kemâline eriştin.
Denizden
yükseklere çıktın sen.
Sedef
için parlak inci oldun sen.
Sefer
etmeden inci olamazsın.
Kül
oldunsa, kor ateş olamazsın.
Deryadan
unsurlara sefer ettin
Sefer
etmeden damla nasıl inci olur?
İlkin
yağmur damlası sefer etti
Sonra
deniz dibini incilerle doldurdu.
Denizde
inci saklı kaldıysa,
İnci
yolun tozuyla bir olduysa,
İnci
denizden yükselince
Altın
işlemeli tacın altında gelir başa.
Dut
yaprağındaydı; yerinden ayrılınca
İpek,
atlas oldu, çıktı başa.
Yolculuğun
sonu böyle olmasaydı
Felekte
bir anlık huzur kalmazdı.
Seferin
böyle kadri olmasaydı
Yeni
ay seferle dolunay olmazdı.
Hey
kavgacı şahin!
Tabiatlar
çerçevesinden çık bir an.
Uç
lâmekân dünyasına doğru
Kal
bir süre zeminin, zamanın dışında.
Zamansızlık
denilen yerde yüz yıl ile bir an
Bir
görünür gözüne zaman.
Bir
an yüz yıl sayılır orada.
Gelecek,
mazi, şimdiki zaman yok orada.
Şimdiki
zaman dediğin olmaz bir zamanda
Gökyüzü
bulunmaz mânâya baktığında.
Devranın
dönüşü yoktur orada
Dönen
feleğin devrini görmezsin orada.
Gökler
göz nuru gibi olur.
Böyleler,
öyleler olmaz orada.
Ne
noksan vardır ne kemâl orada.
Mazi,
gelecek, şimdiki zaman yok orada
O
hazret iki dünyadan uzak olunca
Zamandan,
mekândan bu sebeple olur uzakta.
Mehdi
ile Âdem bir nefeste olur
Ne
biri ondan fazla, ne biri bundan eksik olur.
Şimdi
bu zemini bedel tutarsan
Ebed
ile ezeli bir görürsün sen.
Orada
“Ne?” “Kaç?” bulunmaz.
Ezelin
ebedle bağı olmaz.
Biliyorum,
ikisi, birden başka değil.
Muhakkikin
bu konuda şüphesi olmaz.
Ey
türlü türlü oyunlar sergileyen gözbağcı!
Mânâ
oyuncağının üstünden çek örtüyü.
El
kıvraklığıyla göster maharetini
İç
şarabını, sarhoş ol, dağıt kendini.
Can
aynasındaki tozu sil iyice
Boşalt
hokkayı, temizle güzelce.
Zamanenin
kördüğümlerinden
Sıkışmış
kalmışsın ev köşesinde.
Yüzünü
gösterirsen perde arkasından
Yakarsın
yedi yaşlı feleği.
Hâzinesin
sen, dokuz gök orta yerde
Çık
zamanenin dört duvarından dışarıya.
Tılsımların,
sihirlerin çöz bağını
Kır
mevcudatın kapısını, dehlizlerini.
Sen
hâzinesin ama tılsım bağında
Sen
cansın ama beden zindanında.
Dünya
zindanından topla pilim pırtını
Kuvvetli
bağlardan kurtar gönlünü.
Bir
parça hırsın arasına düşmüşsün
Bilmiyorsun,
nasıl şaşkın kalmışsın.
Mazursun
sen çünkü haberdar değilsin
İstediklerine
burada sahip değilsin.
Tanrıdan
zindandan çıkış izni almamışsın
Şaşılmaz
buna; o meyi bulmamışsan.
Ey
hikmetler bilen kuş! Bir zaman
Bundan
iyi yuva bulacak mısın?
Mânâlar
âlemine doğru aç kanatlarını
Yedi
kapılı sarayın aç kapısını.
Dört
ile dokuzdan uçarak geçince
Geç
kendinden, aç Tanrı ya gözlerini.
Neden
Şeytanın yeriyle mağrur oldun?
Böyle
avare, divane oldun.
Biliyorsun,
gitmek gerek erkenden
Geri
gelmek ise mümkün değil.
Hile
hurdalı yerde ne yapacaksın?
Geç
dünyadan; bırak İblisi.
Dünya
dediğin, İblis’in mukataalı yeri
Dünya
hile, şeytanlık sarayı.
Onun
sarayını ver ona, git.
Gözünü
Tanrı huzuruna çevir, git.
Madem
İblisin yeriyle yoktur işin
Onun
yerinden çabuk geç yolu yordamıyla.
Bu
külhandan varınca o gül bahçesine
Say
ki görmedin hiç o külhanı.
Kutsallık
dünyasında dolaş öncelikle
Ünsiyet
dünyasına bas ayağını sonra.
Yeşil
yaygılara oturunca sen
Cümle
olursun, kendini görmezsin sen.
Birkaç
perde ile tuzaktan geçtin mi
Bir
süre o damın eğitimli güvercini olursun.
Açılır
gözlerin cihan güneşine
Can
denizinin kapıları açılır yüzüne.
Böyle
güvercin olursan, bak kendine
Bil
kendini, sonra yönel Tanrı dergâhına.
Kendini
bilince Tanrıyı bilir olursun.
Sonra
çabucak nihayete varırsın.
Varlık
bir engel koyarsa önüne
O
halle bir süre getirir seni kendine.
Senin
varlığın görünmeyince onun katında
Kendinden
geçer kalırsın onun kapısında.
Tekrar
bir perde gelir önüne
Benliğin
benliksizlikle gelir kendine.
Bunu
bilince, lezzet çıkar ortaya
Sevinçle
coşmaya başlar bir daha.
Pervane
nasıl kendini ateşe atarsa
Nasıl
varlığını huzurdan kaldırırsa
Kalkınca
onun varlık perdesi
Sarhoşluğu
şiddetlenir bir kez daha.
Bazen
düşer bazen kalkar
Bazen
cansız bazen canlı kalır.
Bazen
lezzette bazen fânilikte
Bazen
ayrılıkta bazen kalıcılıkta
Bu
apaçık sözü söyleyeyim sana
Bazen
gam bazen naz nedir? sana
Kıdemle
hudûsun bağlantısı yok
Bağlantı
olsa da karışma yok.
Ey
gölgede yetişmiş güneş! Şimdi
Kim
dedi dadının kucağından ayrıl diye?
Sen
hadîsât âleminde koşuyorsun
Üçüncü
âlemin ışığını nasıl bulacaksın?
Hey
kuşum! Çık şu tuzaktan
Cennet
çimenliğinde eğlen bir zaman.
Varlığın
gönlünde sırlara dönüşmüş
Aşk
dalından meyveler derviş.
Çevir
yüzünü duvardan artık
Sırların
peşinden in aşağı artık.
Âlemde
gördüğün her bir zerre
Onun
peşinden konuyorsan yere
O
zerreler gittiğin yolda görünür
Tanrı
katı nurlarından bir nur olur.
Her
zerre bir güneş olur
Bir
hicaptan bir hicap belirir.
Perdelerden
dışarı çıkar sırlar
Uzak
bir yol bu; sonu belli değil.
Hiç
kimse göremez bir ucunu
Bulunmaz
asla onun sonu.
Bâyezîd-i
Bistâmî şöyle dedi:
Ben
kırk yıl niyaz ettim, dedi.
Dosta
giden yol zerredir
Ama
âlem senin gözünde siyahtır.
Perde
koymuş önüne, çok mühlet vermiş sana
Ehiller
arasında ehil olmayanlar çıkmış ortaya.
Bu
yolda ehliyet sahibiysen
Zerre
zerre ilerle Tanrı dergâhına.
Nihayetten
sana bir nazar olmasaydı
Senden
sana doğru sefer olmazdı.
O
sonun nuru senin rehberindir
Cevherinde
niçin bu tembellik vardır?
Bakar
mısın, eğer huzurun varsa
Yârdan
her an bir nur gelir sana.
Yâr
bir nazarını alırsa senden geri
Bir
dinara bulamazsın bir zünnarı.
Parlatırsan
gönül aynanı
Bir
kapı açar gönül göğsünde sana.
Bu
kapı açılır dilberin yüzüne
Felek
bile lâyık görülmez perdedarlığa.
Üç
şey lâzım iki âlemden sana:
Bilmek,
uygulamak, aynelyakîn gelir sonra.
İlmin
ibadetle aynelyakîn olursa
Gönlün
iki âlemin aynası olur sonunda.
îkinci
Makale
Gönlüm,
bırak bir an toprak bedeni
Gönül
sahiplerine oku aşkın salasını.
Aşk
nuruyla yak can mumunu
Canandan
öğren aşkın Zeburunu.
Aşkın
alt perdesinden rumuzlar söyle.
Dilin
yokken bülbül gibi söyle.
Davud
gibi avarelerin âyetini oku.
Aşk
Zeburunu perişan âşıklara oku.
Aşk
sözünü âşıkların virdi yap.
Âşıkların
uğruna gönlünü, canını feda et.
Öd
gibi aşk ile ateşlerde yan
Mum
gibi ağla, güzel güzel yan.
Aşk
şarabını dök akıl kadehine
Oradan
bir yudum dök kendi canına.
Akıl
sarhoş oldu mu, saf şarap verme ona.
Çıkar
kapıdan dışarı; konuşmasın sonra.
Aşk
geldi mi, mil çek aklın gözüne.
Aşk
dağıyla dağla, vur onun yüzüne.
Akıl
sudur, aşk ise ateş görünüşte
Su
yan yana bulunur mu ateşle?
Akıl
iki dünyanın zahirini görür.
Aşk
görürse, sadece cananı görür.
Akıl
güçsüzlük tuzağının serçesidir
Aşk
ise mânâların simurgudur.
Akıl
sırlar divanının önsözüdür
Aşk
ise geceyi aydınlatan bir incidir.
Akıl
kâinat sarayının nakdidir
Aşk
ise hayatın iksiridir.
Akıl
her tarafta zahit kılığında görünür
Aşk
ise laubali, şen şakrak biridir.
Akıl
kapıda bekleyiş içindedir
Aşk
her şeyin başındadır.
Akla
teklif hırkası giydirirler
Aşka
teşrif giysisi giydirirler.
Akıl
söz öğreten yol ister
Aşk
can parlatan ah ister.
Akıl
canı besler olarak geldi
Aşk
canı feda eden ateş olarak geldi.
Akıl
bir çocuksa, aşk ustadır.
Bununla
onun arasında çok fark vardır.
Aşk
ile gönül karşılıklı duran iki aynadır
Başından
beri yüzleri birbirine dönüktür.
İkisinin
arasında gerili perde vardır
Perdesiz
olsa da bir ianesi kızla değildir.
Surete
bak, bulanık olmayan bir suda
Su
ile görüntü aynı şeydir.
Gönülden
aşka giden yol zorlu değildir
Aşk
ile gönül arasında kıl kadar mesafe vardır.
Aşk
dünyası dipsiz bir denizdir
Tırnaktan
kıl çıkmaz; ayrı olmaları imkânsızdır.
Aşk
ordusu pusudan çıkınca
Aklın
kaçacak yolu kalmaz.
Kaçmaya
başlar isler istemez her yana
Aşk
kapıdan girdi mi akıl damdan kaçar.
Kim
aşk yüzünden derin denizdeyse
Bilir
bu nasıl şaşılası bir iştir.
Aşk
yolunun getirisi canla oynamaktır
Aşkın
oyun olduğunu mu sanıyorsun?
Bir
acayip cevherdir aşk âlemi
Aşk
gamının bir araz olduğunu kim diyebilir?
Kim
görmüş bu araz iki âlemdedir?
Kalmaz
insan halleri iki zamanda.
Dünya
aşk sultanının zaptiyesiyle doludur
Bir
aydan öbür aya kadar aşkın eyvanıdır.
Güçsüz
olanlar yaraşmaz aşka
Kâmil,
işbilir insan yaraşır ona.
Güçlü,
özverili olmak gerek
Her
kederi nimet bilmek gerek.
Bu
kan dolu denize dalar
Dostu
olmaz; dünya etrafını sarar.
Binlerce
kadeh zehire düşmüştür
Bu
kadehleri içmiş, yüzü gülmüştür.
Gönlüne
saplanmıştır okun binlercesi
Ayağı
çamura saplanmış, koşar ahu gibi.
Ne
onda vardır feryat etme gücü
Ne
cananı yâd edecek gücü.
Ona
vuslattan bir işaret bulursa
Hicran
içinde kaçar her zaman.
Canana
kavuşmak için çırpınır
Fırtınada
savrulan çiy tanesi gibidir.
O
denizde böyle bir damla nedir ki?
O
güneşin karşısında bir zerre nedir ki?
Bu
yağmada nice canlar götürüldü!
Bizim
canımız da bizden alındı, götürüldü.
Perde
arkasında canlarımızı suladılar
Bedenlerimizi
toprağa, kana attılar.
Bedenlerde
can yoluna set çektiler
Canlarla
zamandan geçtiler.
Dünya
dolusu hâzineyi bir çukura koydular
Dünya
gibi bir dağı saman çöpüne yüklediler.
Yerin,
göğün kapısını açtılar
Canlara
bağış kapısını açtılar.
Yeri,
göğü hissedilir kıldılar
Ebedî
dünyanın yolunu kapadılar.
Bedenden
gönüle bir yol açtılar ansızın.
Gönülden
cana, candan dergâha giden yol.
Her
şeyin aslını karıştırdılar birbirine
Sonra
ona âlem adını verdiler.
Her
şey hazırlanınca, bir şey seçtiler
Ona
aşk dediler, aşkı işittiler.
Bu
aşk sana kolay görünür
Aşk
sana senin gücün kadar görünür.
Aşkın
ilacı gözyaşı ile sabırdır.
Taze
olsa da gül için bulut gereklidir.
Âşıklar
gözyaşı ve sabırla mutludur
Bahçenin
yeşil kalması bulutla mümkündür.
Aşk
ayrılıkta kalmasaydı
Aşkın
pazarında revaç olmazdı.
Maşuk
kolayca elini uzatsaydı
Birleşmenin
lezzeti olur muydu?
Aşkta
bekleyiş olmasa
Aşk
oyununun canlılığı olmaz.
Gönlün
istediğini beklemekle geçen bir an
Elde
bulunandan çok hoş olur.
Mahrem
yârin aşk kederinden bir parçası
İki
âlemin sevincinden hoş olur.
İki
âlem aşk güneşinin gölgesidir
İki
âlem aşkın ebedî huzurundadır.
Aşk
kemâle ermediği sürece
İki
âlemde bir zerre bile kıpırdamaz.
Yüce
Tanrı kendi hikmet eliyle
Her
bir şeye verdi kemâli.
Bitkiler,
madenler, hayvanlar, telekler
Rüzgâr,
su, ateş, toprak arasında
Aşk
içinde halden hale girerler.
Ay,
yıl demeden bu böyle devam eder.
Hayvanın
aşk kemâli: Yemek ile şehvet.
İnsanın
aşk kemâli: Makam ile kuvvet.
Feleğin
kemâli: Emir ile hareket etmek.
Dört
cevherin kemâli: Dört meydan.
Her
birine mukataalı yer verilmiş;
Hiçbiri
kendi yerinden öteye adım atmamış.
Her
bir zerrenin kemâli zikir ile tespih.
Arif
olanlar bunları bir bir işitir.
Ariflerin
kemâli yokluktadır.
Âşıkların
kemâli yoklukta sarhoşluktur.
Nebilerin
kemâli bilinen yer değildir
O
yer Tanrı katından başkası değildir.
Kudsîlerin
kemâli aşkın yakınlığında
Aşkın
kemâli aşkın derecesinde.
Baştan
sona kadar dolambaçlı yol vardır
Kemâl
olmasaydı, her şey bir hiç olurdu.
Kemâl
olmasaydı, ne yapacaklardı?
Şevksizlik
içinde herkes hayran kalacaktı.
Arayış,
talep olgunluk oldu bu yolda
Bilgili
gönül haberdardır bu sırdan.
Bir
uçtan bir uca uzanan zincirdir bu.
Birinden
diğerine kısa yol vardır; böyle bil bunu.
Zincirin
bir ucu Tanrının elinde
Hayretle
bak; bu zincir nereden nereye uzanır?
İşler
en yüceden başlar, gider en aşağıya.
Bu
ne kudrettir! Nasıl Tanrı yaratışıdır!
Her
şey Tanrının istediği gibi yukarıdan iner.
Döndürür
bu düzeni; ihtiyar onun elindedir.
Onun
inisiyatifi büyüktür kuşkusuz
Yaptıklarında
bir illet bulunmaz.
Yüce
Tanrı her neyi yaptıysa
İyi
yapmıştır, sence iyi olmasa da.
Bütün
ufuklar aşk içinde yol alır
Bu
vadide aşkın kemâlini arar.
Kimin
gönlünde aşkın şevki yoksa
O
aşkın zevkini nasıl anlar?
Feleğin
aşk içinde ok gibi gönlü vardır
O
divanelikten dolayı zincire bağlıdır.
Melekler
zincir vurmuş feleklere
O
zincirle yeryüzünde dolanırlar.
Hazretten
bir hitap gelir
Felekte
değişim baş gösterir.
Hazretten
bir hitap gelmeyince
Ne
o, ne devir, ne dönüşüm kalır.
Ey
mavi hırkalı sûfi!
Sema
halkasında ne hoş dönmektesin!
Ne
haldir bu? Aşk ile sürekli
Kıyamet
gününe kadar dönüşün var.
Aşkın
kemâline lâyıksın sen
Zincire
vurulamadm sen.
Biz
bu sağlam zinciri açarsak
Raks
ederek dergâhına geliriz.
Hırkamızı
neyzene atarız
Kendi
halkamızda yüzük kaşı oluruz.
Senin
denizinin ötesinde dalgıç oluruz.
Sen
avâm olursun, biz hâs oluruz.
Oradan
yükseklere koşarız
Bazen
o şevkle bazen o zevkle koşarız.
O
denizde dalgıçlığa başlarız
O
sevinçle raks etmeye başlarız.
Şimdiki
gibi anbean geliriz
Her
perdede yılan gibi deriyi terk ederiz.
Ahiret
âlemi için reçete lâzımsa sana
Düşün
biraz dünya sırrı hakkında.
Dünyada,
ilkin kan değil miydin sen?
Bak
şimdi, buradan nasıl gittin sen.
Bazen
su bazen kan bazen süt
Bazen
çocuk bazen genç bazen ihtiyar
Bazen
din sultanı bazen meyhanenin piri
Bazen
körkütük sarhoş bazen sırların piri.
Binlerce
perdeyi geçtin dünyada
Sûretten
geçtin, yöneldin mânâya.
Adına
aşk denilen o vadide
Dünya
perdesi bir misal oldu sana.
Kim
bilir bunların nasıl gizli sır olduğunu?
Söz
değildir bu; akıl ile can nurudur.
Bununla
açılırsa gönül gözün
Her
zerreden yüz sır çıkarır gönlün.
Âlemdeki
bütün zerreler varlık sokağında
Hareket
halindedir; bir an bunu görür gözün.
Hepsi
dönmede, harekette sarhoş olmuş
Senin
gözün yok; sende hareket var.
Ey
aşk oyunundan haberi olmayan!
Bu
aşkın oyun olduğunu mu sanıyorsun7
Sende
dosta yaraşan nakit yok.
O
nakdin dostun katında değeri çok.
Ondan
iste, sonunda deniz ol.
Kendi
varlığında gözleri görmez ol.
Aşk
içinde gönlünü sırlar denizi yap
Derinlikleri
inci, dalgaları nurlu deniz yap.
O
mânâlar denizini süpürürsen
Yol
hediyesi olarak onun yoluna saçarsın.
Bu
yolu inciler denizine dönüştür.
Bu
yolda bulunmasın hiç toz.
Canını
saçarsan onun yoluna,
Saçılarınla
iki âlem iner senin katma.
1. Hikâye
Nizamülmülk
oturduğunda koltuğuna
Bir
sûfı girdi içeri, elinde vardı kırba.
Dedi
ona: Ey Âsaf gibi güçlü vezir!
Şu
kırbamı altınla doldursana.
Bir
işaretle verdi fermanı hemen:
Kırbası
altınla ile doldurulsun.
Oracıkta
bir sandığı açtılar
Kırbanın
kapağına kadar altın koydular.
Boş
kırba bir türlü dolmadı
Vezir
bunaldı, âciz kaldı.
Altını
artırdı on kat daha
Kırba
dolmadı, durdu önünde.
Sonunda
kırbayı altınla doldurdu
Önünden
kaldırdı, öteye koydu.
Sûfi
altını alınca vecde geldi
Nizamülnıülk’e
yaklaştı, ayakta durdu.
Altın
dolu kırbayı başına boşalttı
Boşalınca,
boş kırbayı kapıya fırlattı.
Dedi
ona: Bir süre burada oturdum
Başına
altın saçtım.
Sana
lâyık bir şey göremediğim için
Senden
aldım yine sana saçtım.
Senden
altın alırsam, senin için alırım
Senden
altın alırım, seni eleştirmem.
Ey
aziz! Sende o nakit yok
Sultana
saçacağın nakdin yok.
Tanrı’dan
canın için mânâlar iste
Ne
verirse sana, sen de saç O’na.
Bir
yoksul canım feda ederse padişaha
Bundan
büyük devlet mi olur ona?
Aşk
işinde avare kalan benim
Kendini
kaybedip hayran kalan benim.
Uyku
ile uyanıklık arasında bir halim var
Kemâlin
sınırındadır orada canım.
O
demde benim kazancım olmasaydı
Gönlüm
o anda bedenimi boşaltırdı.
Gönlümün
dünyada aldığı lezzet budur
Ne
diyeyim? O an dünyaya ait an değildir.
Kim
âşık değilse, insan değildir
Çünkü
âşık olmayanın böyle hemdemi yoktur.
İşin
aslında, o an olmasaydı
Âdem’in,
âlemin varlığı olmazdı.
Aşk
ile cana gelen o an var ya
O
an sayesinde hayat derim cihana.
Maşallah
Attâr sırları çözmekte
İnciler
saçmak nasip oldu sana!
Sırlar
yolunda çek dizginleri
Yol
uzun; binitin rahvan değil.
Üçüncü
Makale
Gözün
görüyorsa, denizi gör
Alem
yoktur, âlem deniz köpüğüdür.
Hayâldir
bütün âlem, düşün
Bir
hayâli bundan fazla görme.
Ya
divanesin ya aklın karışık
Çünkü
bunca hayâl içinde uyumuşsun.
Sen
nasıl bir hayâl oyuncususun?
Erişkin
olmuşsun ama bir çocuk gibi çuvaldasın.
Şişede
peri görmek çocuk işidir
Hayâlsiz
erişkin yüksekte, alçaktadır.
Hey!
Sırlar arşının doruklarını dinle.
Efendi!
Evde bir Allah’ın kulu yok.
Gördüğün
her harf bir hiçtir
Ama
senin gözünde dolambaçlıdır.
Kıvrımsız
bir harf varsa, eliftir
Evet
eliftir; elifte hiç nokta yoktur.
Bu
işin ebcedini daha ne kadar okuyacaksın?
Elif
ebced alfabesinde ilk harftir.
Elif
bir hiçle başlar, “lâ” ile biter
Demek
ki elif “hiç” ile “lâ” arasındadır.
Ebcedi
yüz kere baştan alıp okusan
“Hiç”
ile “Lâ” arasında kalırsın.
Sen
diyorsun ki ben sağlam adamım.
Git
işine! Rüstem’in hakkından Rahş gelir.
2. Hikâye
O
dindar aziz şeyh şöyle dedi:
Hak
bu emaneti bize verdi.
Yeryüzü,
gökyüzü bu emanetten ürkmüş
Bu
emanetin sorumluluğunu fazla bulmuş.
Sen
yalnız gelmişsin bu emaneti çekmeye
Korkarım
vazgeçersin bu sorumluluktan.
Emanet
buysa, utansın herkes
Bir
topal eşek senden iyi çeker bu yükü.
Başsız
olursan, bilirsin bu sırrı.
Cahillikle
bir yere varamazsın.
3. Hikâye
Hallâc’ı
bir gece rüyada gördüler
Bir
elinde kesik başı, bir elinde gül suyu kadehi.
Sordular
ona: Başın kesik. Şimdi nasılsın?
Elindeki
kadeh nedir? Söyler misin?
Cevap
verdi Hallaç: “Adı güzel o sultan
Başı
kesik birinin eline verir kadehi.”
***
Kim
kendi başını unutursa
İçer
bu mânâ kadehini.
Cismindeki
ismi kaybet öncelikle.
Canını
cisim boyutundan çıkar sonra.
Onun
ismine öyle sakla cismini
Ki
cismin Bismillah’ın Bism’indeki elif gibi olsun
Cismin
gitti mi, arıt sen canını
Candan
kurtul, müsemmâda kaybol.
Âlemin
var olduğu bir denizdir bu
Bütün
dalgaları kaplamış insanın gönlünü.
Bu
denizin dalgası nerede sakinleşir?
Bu
çalkantılı deniz bizde sakinleşir.
Can
ile beden kalmamalıdır bende
İkisi
kalacak olursa, ben kalmaz.
Sen
ile ben ağırlıkta bir batman çekeriz
Bir
arpalık ağırlıkla bir dağ tepetakla olur.
4. Hikâye
Sağlam
iffetiyle gidiyordu o şah
Birini
gördü güzelce oturmuş yola.
Dedi
ona: Hey rahat rahat oturan!
Benim
gibi böyle mutlu olmak ister misin?
Cevap
verdi: Ben aydınlık değilim
Benim
istediğim asla ben olmamaktır.
***
Sende
ben kalmadığı zaman
Can
ile beden yolunda ikilik kalmaz.
Canın,
bedenin aydınlanırsa birden,
Bedenin
can olur, canın beden olur hemen.
Bedenin
karalığı ayna arkasına benzer
Can
dediğin aynanın yüzü gibi aydınlıktır.
Aynanın
arkasını silerlerse güzelce
îki
taraf bir olur, ne toprak kalır ne bir şey.
Yarın
kıyamette bazı yüzler kara olur
Bazı
kara yüzler nasıl ay gibi olur?
Aynanın
arkası yüz gibi olursa,
Yüz
yöne çevirsen de bir görünür.
Âdem
devrinden beri kimse söylemedi
Bedenin
mahşerdeki hali âlemdekinden iyidir.
Mahşer
hakkında açık bir şey söyleyeyim sana
Dinle
sen; bunu bensiz söylüyorum sana.
Senin
cismin bugün de bir mânâdır
Dünyaya
ait bu cisim orada kalmayacaktır.
Ama
cisim can bağını çözerse
Bütün
cismin orada canı gösterir.
Bütün
cismin aydınlanır, nur olur
İbadetsiz
isen, cismin bulanık cisim olur.
Bâtındaki
mânâlar zahir olur
Kuşkusuz
gizli sırlar fâş olur.
Muhammed’in
canı beden, bedeni candı
Miraca
hem bununla hem onunla ağdı.
Dersen
ki: Beden gördüm, topraktır
Toprak
beden nasıl temiz candır?
Vereyim
cevabını sana: Bakar mısın mezara
Sen
körsün. Kim dedi ey kör bak diye?
Senin
gözünde mezar, toprak ile kerpiçtir
Bir
başkasının gözünde bahçe ile çukurdur.
Orada
bahçedir diye toprak gördü.
Neden
bedene temiz can demesin ki?
Ama
zaman, mekân kaydında oldukça sen
Bedeni
can şeklinde göremezsin.
5. Hikâye
Gönlü
aydın biri sordu Ali’ye:
Ey
Allah’ın aslanı! Gündüz var mıdır Cennette?
“Yoktur”
dedi, “Kutlu gün vardır.
Bu
bakımdan gece de olmaz orada
Ne
güneş vardır ne zemherir soğuğu.
Ne
karanlık ne aydınlık görürsün orada.
Bugün
buradaki bütün cisimler
İşte
bunlar orada âlemi aydınlatır.”
Cisimler
burada aynanın arkasındadır.
Aynanın
yüzü temizlendiği zaman
Ömer
burada Ömer, orada kandildir
Siyahı
Bilâl-i Habeşî orada beyaz fildişidir.
Ebııbekir
ile Ömer’in ayaklarının içini
Görmek
mümkün olur buradan Ayı görmek gibi.
Cennette
bir elmayı ikiye ayırırsan
İçinde
bir kara gözlü huri bulabilirsin.
Senin
bedenin nura dönüşürse
Âlemdeki
bütün zerreler huriye dönüşür.
Gözüne
Ay gibi bir ışık vuruyorsa
Her
zerreden neden bir huri çıkmasın?
Peygamber
demedi mi: Göründü bana
Şu
birkaç duvarın ötesinde Cennet ile Cehennem?
Namazda
Cennet üzümü yediyse
Neden
sürekli görmedi Cennet hurisi?
Seyyid
demedi mi “Cennet, Cehennem, iki âlem
Sana
nalınlarının kemerinden yakındır” diye?
Peygamber’in
sözüne bakarak Cennet bil
Odasının
kenarı ile minberinin arasını.
Onda
Cebrail’i görebilen göz vardı
Kuşkusuz
onun Cenneti yeryüzündeydi.
Abdest
burada abdest, orada nurdur.
Cansız
varlık burada cansız varlık, orada huridir.
Sen
mezarı, zemini gördüğün için
Bahçe
ile çukurdan başka zemin görmezsin.
Sende
o açık göz varsa, görürsün
Peygamber’in
mezarda bile namaz kıldığını.
Bu
hoş su sana hoş görünür
Senin
suyun periye ateş görünür.
Cismi,
cam nasıl açıklayayım ben?
Can
ile cismi nasıl bir tutayım ben?
Bugün
kocakarı olmuş güçsüz bir kadın
Oraya
gitti mi genç bir bakire olur.
Kibirli
insan yol bulamaz oraya
Kendini
beğenmişlik rüzgârı esmez oraya.
Burada
kin güdeni, zor kullananı
Mahşerde
dönüştürürler bir karıncaya.
Zalim
Avân, Âzer gibi köpek olup dirilecek
Köpek
ile zalim Belam görünüşte bir olacak.
Cisim
ile canın iki yüzü bir aynadır
Bunların
iki yüzü hikmet ile görünür.
Bu
taraftan görünürse, cisim olur
Öbür
yüzde temiz canı isim olur.
Azizim,
sen kendini nereden bileceksin?
Şaşırtıcı
bir tılsım bil can ile bedeni.
Cennet
senin nurunla süslenir
Senin
amellerin olmazsa, nasıl süslenir?
6. Hikâye
O
seçkin büyük insan şöyle dedi:
“Cennet
şimdi de mevcuttur.
Cennet
o zaman tamamlanır
Kıyamet
ehli Cennette toplanır.”
***
Dünyada
bir huri ortaya çıkarsa
Bu
halk kendinden geçer, gider ukbâya.
Ruhu
aydınlatan huriyi burada göremezsin
Bugün
onu burada görmeye dayanamazsın.
Canında
olan kuvvet ne büyük kuvvettir!
Yarın
bu kuvvetin yüz kat artacaktır.
Boşluğa
düşen o nutfe sensin
Cennette
sen erişkin olacaksın.
Büluğ
buradadır, zuhuru ukbâda
Gönlün
buradadır, nuru Firdevste.
Cennetin
kapısı, duvarı hayattandır
Onun
yeri, göğü kurtuluştur.
Onun
ağacı sıdk, ihlâs, takvadır
Ağacın
meyveleri hep mânâ sırlarıdır.
Güzel
ağaç orada yetişir
Eller,
ayaklar orada konuşur.
Seyyid
demedi mi: Burada bahtı açık biri
Bir
iyilik karşılığında orada diker ağacı.
Orada
ne akraba ne eşya kalır
Amelinin
çocukları orada akraban olur.
Orada
ne çok namaz kılan erkek vardır!
Orada
zekât veren ne çok kadın vardır!
Ne
gönlüne ne olduğunu bilmediğin bir şey doğar
Ne
canına dünya ile ilgili bir şey gelir.
Bütün
âlem hurilerle kaynar
Huriler
tırnak gibi canlı ama suskun yaşarlar.
Kapı,
duvar, her şey onlardır
Ama
hepsi perde arkasında saklıdır.
Yerler,
gökler meleklerle doludur
Sen
nasıl görürsün? Gözlerin bir maddedir.
Ne
zaman madde halinden çıkarsan
İki
âlemi de görebilirsin şimdiden.
Her
şeyin anlamı sana aşikâr olur
Ne
diyeyim? Keşke bilseydin bir tanesini!
Gördüğün
hayat oyundan, eğlenceden ibaret.
Duydun
mu hiç “demiz hayat” adım?
Dostum,
hayat dediğin, sen içinde şendir
11er
senliğin içinde bir sen vardır.
Elest’i
duyduğunda sen kimdin?
Yoktun
ama o soruyu duyunca var oldun.
O
zaman bir hayatın vardı
Şimdi
iki hayatının nasıl olduğuna bak.
Bir
ianesi hakkında diyecek sözün yok.
Öbür
hayatından hiç eser yok.
Konuşmandan,
hayatından bir eser yok.
Zerrenin
konuşmasını, hayatını nasıl bileceksin?
Böyle
mânâlar felsefedir diyeni
Ahirctle
bağışlasın Yüce Tanrı!
Böyle
sırlar bir başka yere aittir
l'elselecinin
böyle sözlerle işi yoktur.
Muhakkik
bunları keskin gözle görür.
İki
âlemi bütün olarak bir şey görür.
Bütün
âlemin bir bağ olduğunu görür
Bütün
bağlı olanları aşınmış görür.
Düğüm
kalmasın diye yele verir her şeyi.
Bir
hiç olduğunda kalmaz onun bir şeyi.
Kim
bu nuru görür de bedeni sala bulursa
Alemin
başköşesinde oturan Muştalanın nurunu bulur.
İki
âlemden arınıp soyutlanırsan
Bu
ancak Muhammedin nuruyla mümkün olur.
Muhammed’in
yolunda toprak olursan
Temizliğinle
iki âlem sana toprak olur.
Felsefecinin
sözünden uzakta kal
Akıldan,
kurnazlıktan uzakta kal.
Akıl
ile bu sırların nakşını bağlarsan
Ateşperest
gibi beline zünnar bağlarsın.
Akim
ötesinde daha çok şey vardır.
İnsan
vehmi bunun derinliklerine daldıkça dalar.
Sen
kurnazsın; kurnazlıkla din işi olmaz.
Testi
içinde olanı sızdırır ancak.
Senin
itikadını sana söyleyeyim.
Bu
iş senin düşünce tarzınla nasıl yürür?
Bir
avuç kadının mezhebi vardır ya
O
benim mezhebimdir. İşte doğru söz sana!
İyi
anla bunu. Ben aciz bir toz zerresiyim.
Gerçekten
de koca karıların dini böyle olur.
O
yaşlı kadın küllü kabullenmiştir.
Oysa
sen yolunun üstünde cüzüvleri inkârdasın.
Sen
hâlâ “Neden, nasıl?” peşindesin.
Sırlar
âlemine gelirsen, illetle gelirsin.
7. Hikâye
Ham
ahlat biri şöyle bir soru sordu
Tanrı
katının sultanlarından Bistam Pirine:
Âlem
neden böyledir acaba?
Böyle
bir gökyüzü ile yeryüzü neden vardır?
Biri
sürekli hareket halindedir.
Neden
diğeri burada sakindir?
Neden
bunların yedisi buraya toplanmış?
Neden
bu âlem burada has bir yerdir?
Cevap
verdi o mutlak sultan:
Dinle
bu cevabın doğrusunu benden.
Söz
dinle, çevirme başını, dikkat et
Bu
gördüklerinin hepsi bir hiçtir.
XXX
Biz
küllün aslına bakıp illet söylemeyiz.
Evet,
fer’de de illet aramayız.
Felsefecinin
aklı illete takılınca
Mustafa’nın
dininden nasipsiz kaldı.
Dinde
ne şekil ne illet vardır
Bu
din teslim olmaktan başka şey değildir.
Aklın
ötesinde bizim bir otağımız var
Oysa
felsefecinin bir gözü var.
Kim
“Niçin” derse, yanlış demiş olur
“Niçin”
sorusunu neden sormak gerekir?
“Niçin,
nasıl” vehim toprağının bitkisidir.
Bunu
ancak temiz anlayışlı biri anlar.
Azizim;
canın, bedenin sırrını işittin.
Her
sözün özünü kendin için çıkardın.
Bedenini,
canını aydınlat sırlarla.
Yoksa
canın, bedenin uğrar sıkıntıya.
Can
ile bedenin birlikteliğini görüyorsun
Sıkıntı
oldu mu ikisi birden sıkılır.
Can
ile bedene misal istiyorsan, benden iste.
Bu
bir yolda giden kör ile kötürüme benzer.
8. Hikâye
Bir
kör ile bir kötürüm vardı
Bunlardan
biri müflis, diğeri çıplaktı.
Ayak
işlemediği için kötürüm yürüyeni iyordıı.
Yerinde
kalmış kör ise ilerleyemiyordu.
Kötürüm
çıktı körün omuzlarına
Birinin
gözü vardı, öbürünün gücü.
Bu
ikisi başladı hırsızlık yapmaya.
Hırsızlık
yaptılar karanlık basınca.
Onların
hırsızlığı ortaya çıkınca
İkisi
de yakayı ele verdi sonunda.
Kötürüm
olanın gözünü çıkardılar.
Hızlı
giden körün ayaklarını kestiler.
Bunlar
işlerini birlikte yaptılar
Bela
tuzağına birlikte düştüler.
Can
bir yüz, beden bir yüz, eder iki yüz
Azap
çekiyorlarsa, vardır iki sebebi.
Hicapla
oldukları için azaptadırlar.
Cayır
cayır yanan ateştedirler.
Âşıkların
azabını başka türlü bil
Bu
azaptan çok kimseyi habersiz bil.
Âşıkların
can azabı bir cemâl yüzündendir
Canın
bu azaba dayanması mümkün değildir.
Fâni
olursa, kurtulur bundan
Yokluk
içinde kalıcılık bulur orada.
Sahabenin
piri bu misali verdi
Deniz
üstüne deniz koymak gibidir dedi.
Bir
misal de pervane ile ateştir
Ateşin
sıcaklığına dayanamaz, can verir.
Onun
nuruyla bütün âlem yıkılır
Dağ
devrilir, Musa yere düşer, bayılır.
Sensiz
olmaya alışırsan onurda
Ona
yaklaşırsın, bundan uzaklaşırsın.
Hani
akıllı dalgıç o çocuğu
Yumuşak
dille çağırır denize.
Sonunda
çocuk alışır denize
Bir
gün başlar denizden inci çıkarmaya.
9. Hikâye
Yusuf’un
cemâli uzaktan belirince
Dünya
Mısır şehri gibi nurla doldu.
Mısır
kadınları onun yüzünü görünce
Hep
birden ellerini kestiler.
Kendilerinden
geçtiler, yürekler yandı
Kırk
gün yemek yemek akıllarına gelmedi.
Züleyha
bırakmadı kendini aşk işinde
Alışmıştı
çünkü onun cemâlini görmeye
Bakar
mısın, o hoş pervane
Nasıl
da atar kendini ateşe!
Mumdan
nur gelince pervaneye
Kanat
çırparak uzaktan gelir pervane.
Ateşli
aşktan dolayı pervası kalmaz
Yakar
kanatlarını, kanatları kalmaz.
Yaksa
da kendini, fayda görür
Aynı
zamanda ateşten duman görür.
Bu
divanda, bu uygunsuz sarayda
Pervane
gibi bir âşık görmezsin.
Dost
yüzünden canında nasıl şevk vardır!
Ne
beynini düşünür ne derisini.
Maşuğun
civarında bir süre kanat çırpar
Maşuğun
yüzünün ateşinde kendini yakar
Tanrım,
bu hikâyeyle zevk verdin bana
Pervane
gibi şevk verdin gönlüme.
Ben
içersem senin şevk denizini
Senin
şevkinle coşarım deniz gibi.
Senin
şevkinle geldim toprak âleme
Senin
şevkinle gidiyorum temiz âleme.
Senin
şevkinle kefene sarıldım, mutluyum
Senin
şevkinle kıyamette onurluyum.
Bedenimin
her zerresi kulak kesilse
Adının
şevkiyle geçer kendinden.
Bedenimde
her kılım dil kesilse
Adından
başka bulamaz bir işaret.
Her
parçam birer açık göz olsa,
Senden
başkasını görmez sırlar perdesinde.
Benden
bir zerre kalsa da kalmasa da
Seni
söyler, seni bilir; gerisi bir hiçtir.
Ashab
arasındaki o yaşlı adam ölünce
Müridi
o gece gördü onu düşünde.
Sordu
ona: Nasıldı halin?
“Rabbin
kim?” diye sordular mı?
Şöyle
dedi: Gördüm o ikisini
Allah’a
ısmarladım kendimi.
Bana
dediler: Hey güzel güzel uyuyan!
Rabbin
kim? Ver cevabını hemen.
Şimdi
burada ver cevabım
Eve
götürme verilecek cevabını.
Şöyle
dedim: Ben darâşıklıktan
Değiştirdim
evimi, değil Hûda’yı.
Yaydan
çıkan ok gibi gidin Tanrı katma
Söyleyin
Tanrı’ya: Filan ihtiyar var ya.
Ne
kadar kum, yaprak, kıl varsa
Her
biri yüz bin sırrı aramakta.
Sen
böyle tertemiz varlıklasın
Böyle
bir yerde beni unutmadın,
İki
âlemde senden başka kimsem yok.
Seni
unutur muyum? Böyle bir hevesim yok.
Dördüncü
Makale
Hakikat
nedir? Öngörülü olmak.
Kendinden
geçip kendinle olmak.
Canın
suretten çıkarsa dışarı
Bildiğin
her şeyi görürsün mutlak.
İki
âlem de sana hicap olmaz
İki
âlemi de görürsün bir anda.
Bu
suretten dışarı çıkarsan sen
Mahcupların
ayı, güneşi olursun sen.
Canın,
nurun makamı edildi
Göz
ucun hurilere çevrildi.
Cennetle,
hurilerle mağrur olma asla
Hak
olmayınca Cennet nur vermez asla.
Bir
şah kendi sarayını yağmalattı.
Askerler
yağmaya, talana başladı.
Bir
hizmetkâr şahın huzurunda durdu ayakta
Kılı
kıpırdamıyordu yağma sırasında.
Biri
dedi: Şimdi yağmalasana
Şimdi
yağmaladığının olmayacak zararı sana.
Güldü
de cevap verdi: “Bu haramdır bana.
Benim
kazancım şahın yüzünü görmektir.
Benim
şahımın yüzüne bakmam
Aya
bakmaktan hoş gelir bana.”
Şah
çok mutlu oldu kulundan yana
Mücevherler
istedi hâzineden o anda.
Ağırladı,
övgü yağdırdı, mücevherleri
Kendi
eliyle kulunun önüne koydu.
İstediğin
kadar al, senin olsun
Değerli
kulum, beni şad ettin.
Hizmetkâr
kollarını çözdükten sonra
Şahın
parmak ucunu tuttu sıkıca.
“Benim
işim bu parmaklarladır.
Mücevherler,
hazineler, hepsi havadır.
Sen
var oldukça, her ne varsa
Hepsi
geçer elime, sen elini uzatınca.
İsterim
ki o gün hiç gelmesin
Ben
sensiz, senden uzakta olmayayım.”
Canan
geldi mi düşünme canını
Bütün
arayışlarının vardır değeri.
Mert
olan, iki dünyayı da aramaz
İkisinin
bir arada olduğu teki arar.
İki
dünyada bulunan her lezzet
Sana
onun huzurunda daha çok gelir.
Öyleyse
neden iki dünyayı terk etmezsin?
Müştaklar
gibi onun izini sürmezsin?
Bir
olanı iste ki yolda kalmayasın
Felek
yüzlü ol ki çukurda kalmayasın.
Bırak
dünya telaşım, onunla meşgul ol
Kendini
kaybettiğin zaman Tanrı denizine dal.
Kendi
gözünden uzak düşersen
Nurla
dolu bir âleme düşersin.
Âdem
Cenneti iki buğdaya sattı
İş
başa düşünce sen de sat onu.
Seyyid
demedi mi: “Bazılarını tedbir için
Önce
Cennete sonra zincire çekerler”
Canınla
buluşmak nasip olacaksa
Neden
satın alacaksın sekiz Cenneti?
Bir
esiri yüz dert ve pişmanlıkla
Cehenneme
götürürler kıyamette.
Parmağını
sokar, çıkarır gözünü o anda
Nefretle
atar gözünü yere o anda.
Şöyle
der: “Görmekten maksat ne?
Göz
istemiyorum, mabudumu görmeyeceksem.
Mabudumu
görmeyeceksem ben
Göz
yüzünden gerçekleşmeyecek maksadım.
Maksadım
hâsıl olmayacaksa
Ne
göz isterim ne can ne gönül!’’
Cennet
o hazretle aranda engelse,
Pervam
yoktur, diyorum, çirkindir.
Cenneti
kendin için istiyorsan,
Tanrıdan
nasipsiz kalacağını düşünmez misin?
Ne
diyeyim? Biri bir ay yüzlüden dolayı
Zayıflar,
kıl gibi olur bedeni.
Bir
gramlık altınla yüz türlü alışveriş eder
Cenneti
neden satın almasın? Ne güzel iş!
Ama
bu söz Tanrı yolunun adamlarınadır,
Kötü
amel sahibi, yüzü karalara değil.
Duyduğuma
göre Şiblî bir toplulukla
Çölde
gidiyordu bir dağa.
Yolda
içi boş bir kafatası gördü
Rüzgârdan
boş kafa tın tın ötüyordu.
Eline
aldı boş kafatasını
Üstünde
bir yazı gördü, şaşırdı.
“Bak,
bu gamlı bir adamın başıdır
Hem
dünyada hem ahirette zarar etmiştir.”
Şiblî
bu ilginç yazıyı okuyunca
Bir
nara attı, perişan oldu.
Yârâna
dedi: “Bu baş böyle bir yolda
Tanrı
katının adamlarının birinin başıdır.
Kim
iki dünyasını kaybetmezse
Vuslat
hareminin mahremi olamaz.”
***
Sen
de iki âlemi terk edersen
O
adam gibi Allah adamı olursun.
Eline
bir gram altın geçmesi ihtimaliyle
Fersahlarca
yol alırsın sıkıntı içinde.
Böyle
sırt üstü yattın Tanrı yolunda
Bir
adım atmadın doğruluk yolunda.
Yüz
sıkıntı çekmeden bir gram altın bulamazsın
Zahmet
çekmeden Tanrı ya koşabilir misin?
Gün
ortasında bekçi yakalarsa seni
Nasıl
umudun olur karanlık gecede?
Sen
diyorsun ki istemem Tanrıdan başkasını
Gerçekten
istemiyorum Cenneti, hurileri.
Sen
dar, yırtık çulun içinde kokuşmuşsun.
Sana
Cennet gerekmez a yüz karası!
Bir
aslan gördün mü ödün patlar
Böyle
bir heybete nasıl dayanırsın?
Bir
yudum şarapla aklını kaybedersin
Bu
haldeyken nasıl aklım başımda dersin?
Bir
sivrisinek şikâyet etti rüzgârdan
Süleyman’ın
huzuruna çıktı sızlanarak:
Adaletinle
kurtar şu yarım canımı
Yoksa
dünyayı başına dar ederim!
Süleyman
sivrisineği oturttu yanına
Sonra
rüzgârı çağırdı yanma.
Rüzgâr
gelince uzaktan aceleyle
Sivrisinek
kaçmaya başladı uzaklara.
Süleyman
dedi: Rüzgârın zulmü yok sana
Ama
sivrisinek direnemez karşısında.
Rüzgâr
esti mi, o kaçar
Sivrisinek
fırtınayla nasıl baş eder?
***
Bugün
verdinse bir yarım hurma
Hem
Cehennemden hem sıcaktan kurtuldun.
Bir
kere şehadet getirdinse
Kutlu
Cennet helal oldu sana.
Bir
şey ararsan bu ikisinin dışında
Haydi
iyi geceler! Ne konuşursun boşuna?
Talep
reddedildi, yol kapandı.
Maksadımı
görmeyince maksat mı kaldı?
Sen
gayretli biriysen bu işte
Git,
yârin kundurasına vur yama.
Top
gibi dönsen de yüz asır
Bilmiyorum,
hiç koku alır mısın?
Bir
zan içinde geçirdin ömrünü
Bu
işte kimsin sen? Ne işin var bununla?
15.
Hikâye
Sabahları
erken kalkan o yiğit dedi ki
Sabah
olmadan önce asıl ibadete.
Buyurdular:
Her ibadetinde muti ol
Sonra
kıl sabah namazını.
Bunu
yaptın mı, fazlasını yaptın demektir.
İyi
yaptın bunu; kendin için yaptın.
Şimdi
bir doğan çıka gelse sana
Ansızın
elinin üstüne konsa
'Fut
onun ayağını; kazanç çoktur bunda
Bunu
yapmazsan, kim elini tutacak sonra?
Kıl
kadar bağlılığın varsa dünyaya
Koku
alamazsın hiçbir yerden.
Bir
yerden koku alabilmek için
Bir
süre arınıp temizlenmen gerek.
Sende
senden kıl kadar bir şey kalmışsa
O
kadar şeyle yerinde çakılır kalırsın.
Cünüp
bedeninde kıl kadar yer yıkanmamışsa
Namazın
namaz olmaz hiçbir şekilde.
Ha
kıl gibi ha dağ gibi, vursan da hesaba
İster
kıl ister dağ olsun, engeldir ortada.
Sen
tümüyle feda etmezsen canını
Cünüpsün,
namaz kılamazsın derim sana.
Kölenin
bir arpalık borcu kalmışsa
Ebediyen
düşmüştür çukura o borçla.
Senin
senliğin sana namahrem oldu
Sen
sensiz olursan, o zaman olursun adam.
Senin
aynan senin hemdemin olmuşsa
Nefesle
buharlandı mı, namahrem olur sana.
İki
hemdem bir arada kabul edilir ama
Engel
vardır orada kıl kadar boşluk olursa.
Yâr
yâr ile halvette oturunca
Nefes
yabancı gibi namahrem olur orada.
Halvette
oturamazsın bir türlü
Bütün
alışkanlıklarını terk edersen; o başka.
Sen
bu yolun aslanlarından değilsin
Yoksa
haberdar olurdu bu sırdan canın.
Kısacası,
şunu iyice koy akima
Hakk’ı
tanıyan yoktur Hak’tan başka.
Söyle
bana Hakka lâyık yâr kim olabilir?
Hak’tan
başkası yok; peki kim olabilir?
Kudret
deryasında bir damlasın sen
Hazretin
güneşi karşısında bir zerresin sen.
Nasıl
ona vuslatı umut edebilirsin?
Sen
güneşe nasıl yükselebilirsin?
Sen
istiyorsun ki zorla da olsa
Koskoca
fil girsin karınca yuvasına.
Git
otur; canın elden gitmiş
Uyanık
gelmiş ama sarhoş kalkmış.
Can
varsa, ona dalmıştır daima.
Yoksa
akıl, onun halkasının dışında.
Binlerce
zerre avare olmuş kalmış
Ama
güneş yine eyvanında kalmış.
Bu
denizde binlerce damla hayrandır
Ama
inci onun derinliklerinde saklıdır.
Onu
vasfeden neler yazmadılar ki!
Birbirlerine
onu ne çok anlatmadılar ki!
Binlerce
asır düşündü durdular
Sonunda
acizlikte, hayrette kaldılar.
İlahî
incilerle dolu nasıl denizdir bu!
Bunun
üstüne konmaz haraplık tozu.
Altın
suyu gibi tertemiz sözler söylenir
Ama
senin toprak dolu bir gözün var.
Gönlün
alışmış nefsine, şehvete
Perde
arkasındaki mânâları nasıl göreceksin?
Sen
âlemi hayâlden ibaret biliyorsun
Bu
mânâdaki kemâli nasıl bulacaksın?
Senin
bununla ne işin var hey uykucu?
Misk
m çöpçüyle ne işi olabilir ki?
Bir
çöpçü çıktı işe bir gün
Attâr
dükkânının önünü süpürecekti o gün.
Misk
kokuları yayılınca dükkândan
Çöpçünün
başı döndü, yığıldı oracığa.
Onun
burnu hoş kokuya alışık değildi
Sanki
o andan canı bedenini terk etmişti.
Attâr
çıktı dükkânından dışarı
Çokça
gülsuyu ile öd getirdi.
Yüzü
gülsuyu, öd ile ıslanınca
Çöpçünün
baygınlığı fazlalaştı o anda.
Bir
başka çöpçü gördü onun halini
Bir
dışkı getirdi, yaklaştırdı burnuna.
Burnu
dışkı kokusunu alınca
İki
gözü açıldı, kendine geldi o anda.
***
Kokuşmuş
bidat bataklığında yatanın
Sünnetin
misk kokusunu almayanın
Hoş
bir esinti gelirse burnuna
Gönlündeki
çerağ söner o anda.
Bu
geçimsiz nefsin lağım çukurunda
Ki
bazen doldurur bazen boşaltır onu
Sırlar
âleminden bir koku gelirse burnuna
Ayakta
duramaz, yığılır kalır oraya.
Dübürü
öpmek hiç de hoş değildir
Sineği
tavusa yem yapmak gibidir.
Çileye
girersen otuz yıl boyunca
Bu
sırrın otuz cüzü açılır yüzüne.
Sen
kendi kendine şaşırmışsın yolunu
Ne
bir asim ne bir şeyden haberin var.
Böyle
bir yolda âciz kalanlar oldu.
Bunlar
gönül deryasından inci saçarlardı.
Bu
meydanın yiğitleri başı aşağıda çevgen gibi
Topu
sonuna kadar götüremedi yiğitlerden biri.
Hepsi
hayret perdesinde kalakaldı.
Gayret
kubbesinin altında kalakaldı.
Bu
devranda çıkmadı
Bir
vilayetin koruyuculuğa lâyık biri.
Feridunlar
çıkardılar köyden hayvanları.
Sığır
dışındaki hayvanlar burada kalmadı.
Hankâhta
bir gönül sahibi olmazsa
Sıradan
insanların günahı olmaz.
Gönül
denizinin derinliklerinde bir inci var
Bu
inci iki âlemden eline geçen kazançtır.
Senin
gönlün tecrîd yeri oldu
Halvetin,
tevhidin sarayı oldu.
Senin
gönlün Hak işaretlerinin görüntü yeridir
Ama
Hakk’ı görmekte senin gözün kördür.
Senin
gönlün gece gündüz Tanrının baktığı yerdir
Ama
gönlün senin çamurunla örtülmüştür.
Gönlünün
üstündeki çamuru kaldırırsan
Gönlünün
üzerine nur düşmeye başlar.
Gönlünden
haberi olanın kuluyum ben
Uğursuz
nefsine baş kaldıranın kuluyum ben.
Tanrı
yolunun adamı olan azizler
Her
an kendi nefislerinden bizar oldular.
Nefislerinin
istediği gibi bir adım atmadılar
Yemediler,
huzur içinde yatmadılar.
İştahlı
nefse ne ekmek verdiler
Ne
de kuru bir ekmekle nefsi dizginlediler.
Kim
gönlünün dizginlerini çözerse
Gönül
kanı içmeden bir lokma yiyemez.
Bir
aziz vardı. Altmış yaşına gelinceye kadar
Nevale
olarak et yemeği istedi durdu.
Fırsatı
oluyordu olmasına ama
Meçhul
nefsine güveni yoktu.
Bir
gün uzaktan bir koku aldı
Nefsinin
gözünden yaş boşandı.
“Altmış
yaşma geldin. Allah aşkına
Şu
kebaptan benim için bir lokma istesene!”
Gönlü
acıdı nefsinin haline, kalktı
Nefsi
için bir lokma et isteyecekti.
Kokunun
geldiği tarafa yürüdü
Et
kokusu zindandan geliyordu.
Çaldı
kapıyı, açtılar zindan kapısını
Birinin
bacaklarını dağlıyorlardı.
Dağlanan
bacaktan kebap kokusu geliyordu
Yaşlı
adam görünce onu, düştü bayıldı.
Kuşlar
gibi orada çırpınmaya başladı.
Açtı
ağzını, yumdu gözünü: Hey aşağılık nefis!
Kebap
istiyordun; al sana kebap!
Uzaktan
kebap kokusunu aldın
Kebabı
görünce, şaşakaldın!
Azizlerin
kebabı böyle olur.
Sen
sanıyor musun ki bunlar kolay olur?
Rızkın
yoksa, çok yanar yakılırsın.
Rızkın
ötesine geçilmez, bilmez misin?
Nicelerinin
kana boyanmasına yol açmıştı.
Hey
inatçı şaşkın! Git kendi yoluna
Bulanık
sudaki kilimini çek dışarı.
Bük
boynunu; bundan başka yok çare
İndir
kılıcı kâfir tabiatının boynuna.
Bu
kâfirden Müslüman olmaz
Yol
kesenden korucu olmaz.
Ne
fodulluk yapmaya doyar
Ne
tembellikte gecikir.
Zamansız
bir arzuya kapılırsa
Öfkeden
köpekleşir, sarhoş köpek olur ama.
Onun
arzularına engel olsan biraz
Bir
anda yüz kamayla saldırır üstüne.
Bu
nefis bir eşektir; eşeğin kulu olmak
Buna
hiç denir mi yaşamak?
O
bilge ihtiyar eşekçiye dedi ki:
Hey
güçlü adam! Yaptığın iş nedir?
Cevap
verdi: Ben eşekçilik yaparım.
Eşekçilikten
başka bir iş bilmem.
Akıllı
adam cevaben dedi ona:
Dilerim
Tanrı’dan, ölsün şimdi eşeklerin!
Eşek
öldü mü, gönlü zinde biri olursun.
Sen
eşekçi, Tanrıya kul olursun.
***
Yaradılışımızda
olan şu kâfir yüzünden
Dünyada
pek az Müslüman çıkmıştır.
Pek
çok kişi sözde Müslümandır
Müslümanlığın
bir de uygulaması vardır.
Benim
yüreğime bir gam gelirse
Kâfir
mezhepli nefsim yüzünden gelir.
Yüzlerce
yazık! Oyun, seyir peşinde
Şu
soytarı köpek dünyayı yedi.
Bak
şu köpeğe! Afsun ile kemiği
Nasıl
da aslanın ağzından aldı!
Bana
öyle bir kinlendi ki
Acı
ölümü bana şirin etti.
Tabiatımdaki
bu kâfir nefis köpektir.
Ben
de bu köpekle aynı evde doğdum.
Riyazet
çekiyorum, didiniyorum
Belki
şu köpeği ruhanîleştiririm diyorum.
Asi
nefsim! Ne zamana kadar isyan edeceksin?
Gönlüm
ne zamana kadar senin zincirinde kalacak?
Sen
uğursuz! Öyle maskaralıklar ettin ki
Ölürsen,
gözümden senin için yaş dökülmeyecek.
Azizim!
Fâni nefsin ölecek olursa
Baki
gönlün hayat bulacak.
Bu
yolun adamıysan, git, bir zaman
Bir
nişan ara gönlüne inci kutusundan.
Gönlün
tembelliğin dar mekânında kalmış
Bedenin
tembelliğin çarmıhına gerilmiş.
Vücudunu
tembelliğe attın sen
Kendinden
Abbas-ı Debs’i yarattın sen.
Düşünsene:
O mert olanlar
Geldiler
mert gibi çalıştılar.
Canı
hafif olanlar varacağı yere vardı
Senin
canın tatlıydı; ağırdan aldın.
Gönlün
kanlandı, bedenin kıvrandı
Yoldaşın
gitti, sen tatlı uykuya daldın.
Kervan
yolundan uzakta kaldın
Hayretle
başım dizine dayadm.
Durma,
koş, nasıl olsa bir yerden
Kulağına
gelecektir çan sesi.
Bu
yolda tembelliği meslek edindin
Oturur
konuşursun hep boş yere.
Beyinsizlerin
işittiği şey var ya
Civanmertler
ona nail oldular
Sineğin
yakalandığı tuzaktan bile
Çıkacak
gücün yoktur senin.
Sağırın
biri yattı yola bu düşünceyle
Bakarsın
bir kervan oradan geçer diye.
Kervan
geldi, geçti duman gibi
Ama
uyuyan sağırın olmadı haberi.
Gözlerini
açıp uyandığı zaman
Ona
dediler: “Hey sağır! Kervan gitti.
Neden
uyudun kaldın? Kim böyle uyumuştur
Yoldaşların,
arkadaşların geçti gitti.
Bilmem
şu felek sende ne gördü de
Sonunda
seni güzel güzel uyuttu?”
Bunları
duyan sağır dedi: “Perişandım
Hem
sağırdım hem uyuyakalmıştım.”
***
Yazık!
Uykudan açtım gözlerimi
Ama
görmüyorum yoldaşların izini.
Bulfeş-i
Çagânî’nin halini dinlemiştim.
Ona
sordular: Neden eşek sürmüyorsun?
Güneş
batalı çok oldu; aksi takdirde
Karanlıkta
bu kırda kalakalırsın.
Sen
hey, kırda uykuya dalan!
Eşeği
sürmedin ama güneş battı çoktan.
Beşinci
Makale
Nasıl
oldu da buralara yolun düştü?
Nasıl
diyeyim; zorlu bir yola düştün.
Ne
suçun vardı da getirdiler seni dostum?
Mânâ
yolunda her kabuğun özüsün sen.
Cansız
varlıklar dört unsurun özüdür ama
Cansız
varlıkların özü de bitkilerdir.
Bitkilerin
özünden hayvanlar çıktı
Hayvanların
özünden insan var oldu.
İnsanların
içinden nebiler çıktı kısacası.
Bunların
içinde seyyidlerin seyyidi, hası.
Bu
yedi kat gökyüzünden, mânâ yoluyla
Gitmek
gerek Tanrı nın dergâhına.
Aslının
kemâlinden uzakta ne varsa
Hakikati
gören tabiat kaçar ondan uzağa.
Cansız
varlıktın, canlı varlık oldun sen
Hiçbir
şeydin bir yerde, bir şey oldun sen.
İsterim
ki bu ilk sıralamaya göre
Bir
an bile oyalanmamalısın sen.
Bir
dereceden bir dereceye adım atıyorsun
Tuzaklardan
bir bir çıkıyorsun.
Tabiatın
düğüm düğüm olmuş canına
Bu
candan göremiyorsun öbür cihanı.
Tabiatını
düğüm düğüm ettiler ta baştan
Her
an geçtikçe düğümler çözülür bir bir.
Hey
dağın altında doğan! Ne bilirsin
Hangi
yükün altına girdiğini sen?
Birini
bir dağın altında beslediler
Onu
dağ yükünün altına getirdiler
Dünya
yükünü sırtına koydular
Dağ
yükü altında yaşamaya alıştırdılar.
Onun
yükü dağdan büyüktür; o bir karınca.
Bütün
ufuklar güneştir; o bir kör.
Alırlarsa
sırtından ağır yükü
Bir
anda görür öbür cihanı.
Onun
canına bir sabır gelir
Bütün
âlem onun nişanı olur.
Ebedî
nur gelince önüne
Çöker
kalır; şaşar kendine.
Sorar
gönlüne: Nasıl oldum böyle ben?
Nasıl
geldim şüpheden yakîne ben?
Bu
benim ya da değilim; ilginç olan bu.
Benim
nurum tüm ufukları kapladı.
Anadan
doğma kör gibiyken ansızın
Göz
nuruna kavuşur ansızın.
Dünyanın
aydınlığını görünce o
Nasıl
da şaşırır kalır o zaman o!
Senin
de hayatın sona erdiğinde
Aynısını
yaşayacaksın öbür âlemde.
Bu
karanlık yerden uzaklaşınca
Gireceksin
nurlu âlemin ortasına
O
acayiplikler arasında şaşıp kalacaksın.
Onca
gariplikleri garip bulacaksın.
Gözün
alabildiğince orada
Güneşler
göreceksin zerre gibi uçuşan.
Sübût
imkânı olan o huzurda
Felek
benzer bir örümceğin ağma.
Orada
birinin vücudu nasıl görünür?
Atlasın
üstünde hiç keçe olur mu?
Âlemi
süsleyen güneşin önünde
Gölge
varlığını sürdürebilir mi?
Ondan
sonra varlık perdesi gelir
Yükseklerden
alçaklara gelir.
Yaptığın
bütün iyilikler, kötülükler
Görürsün,
çevrende âmâdedir.
Kötülük
ettinse, hicap altındasın
Böyle
değilse, büyüklerle yan yanasın.
Kendi
işinde yaptığın iyilikler, kötülüklerle
Kendi
davranışlarının aynası olursun,
îşin,
davranışın iyi veya kötüyse
Hepsi
getirilir gözlerinin önüne.
Bir
siyahi suya baktı
Suda
simsiyah bir yüz gördü.
Belirsiz,
nahoş bir yüz görünce
O
çirkinlikten dolayı koştu ateş başına.
Yüreği
daralmış adam şöyle düşündü:
Kara
suların insanıdır o dedi.
Başladı
konuşmaya: Hey çirkin surat!
Dünyada
seni hangi şeytan öldürdü?
Hey
siyah çirkin! Çık sudan
Sen
ateşte olmalısın, değil suda.
Böyle
çok konuştu durdu boş yere
Anlamadı
işin aslını; söylendi kendi kendine.
Sen
de yüzünün suyuna bak bir kere
Beyaz
mısın, siyah mısın, gör kendini.
Can
kuşunun dökülürse tüyü, kanadı
Görürsün
ameller suyunda kendi yüzünü.
Kara
yüzlülük karalık çıkarır karşına
Beyazlık,
parlaklık getirir yüzüne.
Temiz
canını bir nefeste verince
O
âleme bastın ayağım o anda.
Dünya
ile ukbâ arası uzak değildir.
Ama
vücudun bu yolda sana duvardır.
Neden
o kadar bağırır, coşar, ağlarsın?
Bu
alçak nefis canının sohbet arkadaşıdır.
Nefsinle
birlikte ölürsen, vay sana!
Baştan
ayağa vücudun çok ağlar sana.
Nefissiz
ölürsen, temiz olursun.
Ne
ateşte ne toprakta kalırsın.
Temiz
canın gidip bedenin ölünce
Götürmesi
gerekmez kendini kendinle.
Sen
önceden öldüğün zaman
Çok
kimseyi bırakmış olursun geride.
Dilin
pek çok şey söylese de sana
Toprağın
altına girdin mi, dilin alır hava.
Suskunluk
âlemi gelir bundan sonra
Medhûşluk
yolunun makamlarına gelir sıra.
Günlerin
kargaşası çıkar perdeden
Suskunluk,
huzur vardır perde arkasında.
Sen
burada kendinden haberdar olursun
Uyanıklık
kalkar önünden orada.
Öyle
dalar gidersin sen o nura
Varlıktan
uzaklaşırsın sen o zevkle.
Bundan
daha yüksek bir makamın varsa
Bir
nizama sahip olursun bu yakınlıkta.
Tanrıya
yakın olan bugün kendinden geçer
Önceki
varlığını unutur, Tanrı huzuruna çıkar.
Hep
Tanrıyı görür, benliğini yitirir
Cevherde
iki dünyadan ileride olur.
Bu
söylediğim mânâda şüphe yoktur
Sen
gözsüzsün, âlem ise bir tanedir.
Sana
bu konuda bir misal daha vereyim
Belki
canın bu sırdan haberdar olur.
Ömründe
kan içinde kalmış olsan da
Böyle
bir misal gelmemiştir kulağına.
Dönen
felek ne zaman girer gözüne?
Onun
kadri fazladır senin gözünden.
Gözünle
gördüğün her bir zerre
Aynen
görünmez senin gözüne.
Kim
diyebilir? Felek gözünün gördüğü
Veya
aklının erdiği gibidir?
Demek
ki gözde görüntüsü olan şey
Bir
misaldir ancak be hey gafil!
Sen
temyiz bağına yakalanmışsın
Gördüğün
bir misaldir, başka şey değil.
Tanrının
yaratışına bak, sırrı gör.
Eşyanın
hakikatlarını gör.
Eğer
eşya göründüğü gibi olsaydı,
Mustafa'nın
sorusu nasıl doğru olurdu?
O
din büyüğü Tanrı ya dememiş iniydi?
“Tanrım,
bana eşyayı olduğu gibi göster.”
Gönlümü
yüz kez parçalarsan,
Gönül
denilen şey çıkmaz ortaya.
İşte
göz, işte el, işte kulak
İşte
can, işte akıl, işte idrâk.
Bunlarla
haberdar olamıyorsan,
Sofistailere
müracaat etme.
Tanrı
eşyanın nasıl olduğunu bilir.
Eşya,
senin gözünde ters görünür.
Mânânın
özünden sana kabuk kalır
Dostum,
senin için misalden başka şey değildir.
Sen
bir şey gördüğünü sanırsın
Oysa
sen görmemiş, duymamışsmdır.
Sen
sadece o misali görürsün.
Yoksa
bunların hepsi aslında birdir.
Birlerin
dışında bulunan bir var ya
İşte
o birin ne işareti ne sayısı vardır.
Her
şey bir şey sayesinde bakidir.
Bir
bir zerreyi geçerek yükselmeye bak güneşe.
İki
âlem bu nur denizine batmıştır.
Ama
âlemlerin nakşı aldanmadır.
Âlemde
görünen her bir nakış
Bir
kapıyla kapanmış, his ona anahtar olmuştur.
Anahtar
ile kapının görünmemesi
Nakşın
deniz üstünde kalmamasındandır.
Kim
nakışsızlık nakşını kabul ederse,
Mertler
gibi bu ressamlığı terk eder.
Suretsizliği,
nişansızlığı kabul ettinse,
Sen
yaşıyorsun demektir.
Böyle
olmazsan, mağrur bir ölü ol
Hayatın
olmadığına göre, hayâli varlık ol.
“Bu
görünenler nedir?” diye sorarsan,
Söyleyeyim
sana beni iyi dinlersen.
Her
şey naçiz, fâni ve hiçtir.
Her
şey bir tılsım gibi dolambaçlıdır.
Bildiğin,
gördüğün şey bir hayâldir.
Âlemde
işittiklerin bir yankıdır.
Vehim
hayâli, akıl, makam hissi
Her
biri kendi makamında tamamdır.
Ama
sen bu makamdan dışarı çıkarsan
Şimdi
de onu bir hayâl olarak görürsün.
***
Birisi
sordu o bilgili Mecnuna:
“Âlem
nedir?” Dedi: “Sabun köpüğü.
Bir
masurayla al o köpüğü, üfle
O
masuradan âlemi çıkar.
İyi
bak, rengârenk bu güzel şekil
O
masuradan ortaya çıkar.
Çok
cazibeli bir şekildir ama
Şaşının
gördüğü ikinci şekil odur.”
Fenâ
mülk, onun zevali mâlik oldu.
Bunun
esası “Her şey yok olur” oldu.
Ortası
hava, kendisi bir hiçtir.
Ne
kadar zorlaşan, bir hiçten hiç çıkmaz.
Fâni
görünür, ansızın yok olur.
Dünya
hiçte, hiç dünyada kaybolur.
Gönül
nurun çıkarsa ortaya,
Ne
kapı görünür gözüne ne duvar.
Hepsi
gönülde bir zerre gibi kaybolur.
Asâ
Musa’nın elinde ejderha oldu.
Bütün
bâtılları gömdü, asâ oldu.
Bütün
sırları açıkça söyledim
Artık
kaldır perdeyi gözünün önünden.
Parçalarsan
sen bu perdeyi
Her
şeyi bir görür, bir bilirsin.
Keşke
Attâr tatlı sözlü olsaydı!
Bu
sözlerden nasibini alsaydı!
Mânâ
dalında bir meyve olmasaydın,
Seni
böyle pervasızca mânâlandırmazlardı.
Altıncı
Makale
Ey
dini temiz! Şunu bil ki temiz düşünceliysen,
Toprağın
altına girdiğin vakit
Dünya
mahallesinden dışarı adım atarsın
Asla
dünyanın yüzünü göremezsin.
Gittin
mi tam gittin demektir dünyadan.
Bir
daha dünyaya yolun düşmeyecektir.
Âhirette
nurdan bir otağ bulursun
Yeşil
giysiler giyer, kucağına huri alırsın.
Bir
amel dolayısıyla bulanıklığın varsa,
Bir
süre bulanıklık içinde kalırsın.
Bütün
şirkin bu yoldaki hislerindir.
Bütün
vehim İblisin kötü niyetli şeytandır.
Senin
kurdun hoş olmayan huyundur.
Bütün
öfken Cehennemde ateşindir.
Dünyadan
dışarı çıktığın zaman,
Halin
şu ikisinin dışında olmayacaktır:
Kirlenmişsen,
arınır temizlenirsin.
Arınmışsan,
huzur bulursun.
Sen
bulanık ve günahkâr olunca
Yakalarlar
seni kendi tabiatında.
Gönlü
arınmış biri olursan bu yolda
El
çırparak gidersin dergâha.
Arşın
yükseği, kuyunun inişi seninledir.
Cennet
ile Cehennem sana yoldaştır.
Bakalım
ne şekilde gideceksin?
Bu
yolda hangi tarafa sapacaksın?
Perde
arkasındaysan, yine orada olursun.
Nerede
öldüysen, orada olursun.
Gönül
gözü açık biri, sefih olarak ölmez.
Hiçbir
çöpçü fıkıhçı olarak dirilmez.
İşitmiştim,
vaktiyle bir adam vardı
Bu
adam kayıp eşek tellallığı yapardı.
Bu
işi yılda altmış, yetmiş kez yaptı.
Yetmiş
birincide eceli geldi, can çekişmeye başladı.
Azrail
üstünde örtüyle gelince içeri
Onu
eşeğini kaybeden biri sandı.
Doğruldu
yerinden; yanında pencere vardı.
Başını
pencereden çıkardı, bağırdı:
-Heey!
Duyduk duymadık demeyin!
Çullu
eşek gören olursa, buraya gönderin!
Azizim,
kim eşek tellallığı yaptıysa,
Eşek
olarak yaşadı, eşek gibi öldü, eşek gibi dirildi.
İsa
gibi yaşarken öl. Ey temiz diri!
Toprak
çukurda eşek gibi ölme.
Canın,
bedenin için iki hastalık söz konusu
İkisinden
de uzak tut kendini.
Ölüm
seni beden hastalığından kurtarır.
Can
hastalığına ölüm seni ulaştırır.
Haydi,
bu iki hastalıktan uzaklaş.
Ya
da bunca belanın girdabına düş.
Sen
hastasın; senin hastalığın dünya hırsı.
Öbür
âlemden doğumunla gelen hastalıktır.
Burada
senden uzaklaşmazsa o
Ebedî
kemâlden uzak kalırsın.
Dünyada
ölmeye başladın mı
Şüphen
olmasın, ukbâda doğarsın.
Dünyada,
ölümle düşersin
Ukbâda,
ölmekle doğarsın.
Dostum,
burada öldün, orada doğdun ya
İşte
meseleyi sana güzelce açtım.
Bu
dünyanın mutluluğu oranın rezilliğidir.
Nefis
isteği ile hırs oranın hastalığıdır.
Öleceğin
zaman ikrah etmeye çalış.
Böylece
hastalığın sana yoldaş olmasın.
Burada
işbilir biri olmazsan,
Ukbâda
hasta bir çocuk olursun.
Burada
anadan kör doğarsa biri,
Ukbâda
onun iki gözü açılır mı?
Canıyla
ukbâ körü olan biri
O
cihan için bu cihanın körü gibidir.
İğne
gözü gibi küçük gözlü olsa da
Buradan
görür gözle gitmek gerek.
Yanında
götürürsen zerre kadar nuru
O
nurla güneşe yol bulursun.
Bir
zerre nurla yoldaş olursan,
Sırlar
âleminden o kadar haberdar olursun.
Ondan
sonra nurun artmaya başlar,
Kapılar
yüzüne daha geniş açılır.
Senin
azm orada çok olur
Senin
çocuğun bilgili erişkin olur.
O
çok nur bir araya gelince
Hepsi
canını aydınlatmaya başlar.
Yeryüzündeki
kum gibi çoğalmaz mı?
Birbirine
eklenip dağ oluşturmaz mı?
Hiç
nurun yokken ölmüşsen,
Yüz
binlerce perde arasında kalırsın.
Kat
kat kabuklu soğan gibi kalırsın
Dostum;
özün olmayınca yanar durursun.
Özsüzlükten
öyle bir yanarsın ki
Geceni,
gündüzünü bilmeden yanarsın.
F.ğer
kabuğunda bir öz varsa,
Özün
içi dost olur seninle.
Gönül
perdende özün varsa,
Faal
bir gönlün, özlü amelin vardır.
Yumurtanın
perde içinde özü vardır
Ateşte buz gibi katılaşır.
Ateşin özde bir işi yoktur,
Ateş
ancak kabukta etkili olur.
Ateş
üzerinden geçeceksen,
Senin
çaren bu özden az değildir.
Çok
olmasa da az lâzım sana.
Eşek
yükü olmasa da bir tane lâzım sana.
Sende
az varsa, çoğalır.
Bir
tane sonunda eşek yükü olur.
Senden
bir mânâ tanesi çıkarsa,
Ondan
tûba gibi yüz dal çıkar.
Büyük
ağaçları görmez misin?
Her
biri başlangıçta tohum değil miydi?
Kendini
kaybetme hiçbir halde
Her
saat kemâle erersin böylece.
Ne
kadar sıyrılırsan sen kendinden,
Yükselirsin
kendi suretinin altından.
Geldiğin
zamandan bugüne kadar
Surette
yüz mânâdan geçmedin mi?
İlkin
bir sperm oldun burada
Şimdi
arştan geçtin burada.
Sen
eskisi gibisin, ancak şu var:
Şimdi
sende Hak tan bir nişan var.
Ne
açık ne gizli bir nişandır bu.
Nişansızlığın
ta kendisidir bu.
Suretten
yükselirsen mânâlara,
Bir
nişan belirir senin gözünde.
Suretten
geç ki toprak olasın.
Toprak
oldun mu temiz olacaksın.
Toprak
olan kimse tertemiz olur.
Çünkü
iki âlemin sırları topraktadır.
Gör
bütün türlü türlü sırları,
Topraktan çıkarıyorlar başları.
Toprak,
temizin aslı olmasaydı,
İnsanın
çamuru topraktan olur muydu?
Ama
köpek nefisle birlikte oturdukça,
Yerin sırlarını asla göremezsin.
Senin
nefis köpeğin hayatta
Mânâlar tuzlasının dışında.
Bu
köpek hayattayken temiz olursa,
Tuzlaya
düşer, temiz olur sonunda.
Delinin
biri mezarlığa bakıyordu
Sordular
ona: “Mezarlarda kim var?”
Dedi:
Bir avuç leş olmuş mahlûk.
Ama
düşmüşler tuzlaya.
Toprağın
altında hepsi toprak olunca
Tuza
dönüşecek sonra temiz olacaklar.
Ama
imandan nasipleri yoksa,
Feleğin
dönüşü onları ateşe alacak.”
Sefer
bu, yol bu, karar bu.
Geç
kendinden. Çünkü iş bu, yük bu.
Yazık
ki bu seferin hazırlığı yok
Düştük
karanlığa, çıkar yol yok.
İyi
bil şunu: Bitmez tükenmez bu yolda
Bu
karanlık yolun çerağı can nuru.
Haydi
güzellikle çek elini dünyadan.
Gönlünü,
canını aydınlat ukbâ ile.
Bilgisizce
ayrılırsan dünyadan,
Can
gözü nursuz kalır ebediyen.
Temiz
dünyayı bir başka göz bil.
Çünkü
göz odur; bu onun bir gölgesi.
O
gözünün açılmasını isliyorsan,
Git,
canım bilginin kemâline at.
Çünkü
ölümden sonra bilgili insanın cam
Her
neyi düşünürse düşünsün, güçlü olur.
Bedenin
büyümesi için nasıl kuvvet lâzımsa.
Bilgi
ile de cana kuvvet lâzımdır.
Bilinmez
yolda bilgisizce yürüme.
Uzak,
karanlık, çukur dolu bir yoldur bu.
İlim
çerağını hep tut gözünün önünde,
Yoksa
düşersin çukura baş aşağı.
Kimde
fenersiz çerağ varsa,
Maruzdur
o çerağ fırtına tehlikesine.
Kimde
bilim çerağı yoksa,
İyi
biliyorum, değildir huzurda.
Bu
yolda iki şeyle kemâle erersin,
Tam
fânilik veya candan habersizlik.
Bilgi
oldu mu amel olmaz,
Hem
senin hem ilminin meyvesi olmaz
Söz
bilgiden açılırsa,
O
gönülden huzur nuru gelir.
Sözünü
söylersen, yavaşça söyle.
Hiçbir
zaman yüzün sararmaz.
Tatlı
dilli hakim ne güzel söylemiş:
“Dilin
altında insan saklıdır!”
Bilgili
olsan ama söylemesen,
Tanrı
kulunun iyiliğini işitmemiş olursun.
Tanrı
sana birçok cevher verdiğine göre,
Onun
şükranesi olarak inciler saç.
Gönül
gözün açıksa, bilime çalış.
Sen
neden böyle verimsiz kaldın?
Yüz
türlü ibadeti yapsan da
İlmin
olmayınca nasıl kurtulacaksın?
İlimsiz
zahit şeytanın maskarası olur.
Be
şaşkın adam! İlim yoluna bas ayağını.
Bir
âlim mescidde uyuyakaldı,
Sonra
cahilin biri orada namaza durdu.
Ayakta
dikilen bir İblisi görünce,
Sordu
İblise: Ne oldu sana?
Melun
İblis dedi: “Şimdi ben
Cahili
yoldan çıkarmak istiyorum.
Ama
bunu yapacak takatim yok
Çünkü
şu uyuyan âlimden korkuyorum.
O
âlim ayağıma köstek olmasaydı
O
cahil elimde muma dönerdi.”
Eyvah
eyvah! Bu sûfinin hilmi var.
Hilmi
var ama ilimsiz kalmış!
Bu
derin denize dalmak gerek.
Ama
hileye, hurdaya, cübbeye gerek yok.
Denizin
üstünde saman çöpü gibi dönersin.
Dalgıçlık
bilmiyorsan, ne konuşup duruyorsun?
Son
hakkında daha ne kadar konuşacaksın?
Başlangıç
yolunun başında kalmışsın.
Neden
heveslerinin çevresinde dolanırsın?
Dert
ehlinin adını da kötüye çıkarırsın.
Din
yolunda birazcık ar olsaydı sende,
Namertliğinden
dolayı dert olurdu içinde.
İyi
amel derdine düşenlerin
Canını,
gönlünü sevgili kapladı.
Senin
de böyle bir derdin olursa,
İlmelyakînin
aynelyakîn olur.
Bu
yolda mert olanlar dertlenir.
Çünkü
Cennet gelininin mehiri derttir.
Bir
söz dert ile söylenirse,
Bu
sözü duyan insan mertleşir.
Söz
dediğin ilimle süslenmelidir.
Gönül
ehli demekten kastım budur.
Dostum,
sende ledünnî ilim varsa,
Senin
ilmin öz, bizim ilmimiz kabuk olur.
Madem
ilmin var, ilminle amel et.
İlimden,
amelden sonra sırları çöz.
Çalışma
vakti geldi mi devekuşu “Kuşum” der.
Yeme
vakti geldi mi “Ben deveyim” der.
Senin
işin din ilmiyle olmalı.
Ne
kadar ilmin varsa, o kadar amelin olmalı.
Din
ilminle zerre kadar amel etsen,
Amelsiz
eşek yükü ilimden iyidir.
Git,
doğru amel et; bu amelin hamdır.
Din
ilminde söylenecek söz bitmiştir.
Kim
bir şeyler bilir de uygulamazsa,
Ağla
onun haline; oysa o güler kendine.
Din
yolunun sâliklerinden biri
Mezarların
etrafında dolaştı durdu.
Yine
bir gece mezarlıkta dolaşırken
Kulağına
temiz bir ses geldi.
“Ne
zamana kadar mezarlara tapacaksın?
Bu
insanların yaptıklarına bak; kurtulacaksın!’’
Amelden
yana süs yoksa sende,
Zavallılık
dışında sermaye yoktur sende.
Şu
zavallılığınla önce at adımını
Ondan
sonra yönel kerem sofrasına.
Bu
kerem sofrası kurulunca,
Asi
günahkârlar çıkageldi.
Bu
sofra illiyyûnun önüne koyuldu.
Başkapıcı
kapı önüne dikildi.
Kapıcı
kapı önünde bekletildi.
O
kapıcı gereken kişiye kapıyı açtı.
Sen
günahsız veya günahkâr olsan da
Otur
sofraya; sultan ziyafet veriyor.
Bu
kerem sofrası kurulunca
Bütün
kötü ameller, işlenmemiş kabul edildi.
Hey
bîçare asi! Umudunu yitirme.
Umut
güneşi nasıl doğacak? deme.
Bakarsın,
bir padişahın kasrına doğar.
Bakarsın,
bir yoksulun köşesine doğar.
Bugün
çırılçıplak olan bu yolda
Tanrı
katının güneşi doğar ona.
Muhlis
kulların ibadeti tehlikelidir.
Bu
yarışta günahkârlar öndedir.
Kendini
beğenmiş adam görmez padişahı.
Tanrıya
lâzımdır günahkârların inlemesi.
Bu
yolda kendini beğenmişlik makbul değildir.
Zayıf
beden, yaralı gönül gereklidir.
Hikâye
O
yaşlı adama İlahî sır geldi
“Bizim
adamımızı görecek olursan,
Meyhaneye
git, sor onu
Bu
yolun hamallarından bir ihtiyar var.”
Adam
geldi, sordu soruşturdu onu.
Dediler
ona: Dün onun işi halloldu,
Yüz
iniltiyle, gamla dün gece burada öldü.
Dünya
soğuk yüzüyle onu buradan götürdü.
Saçları
ağarmış, yüzü sararmıştı.
Gece
gündüz meyhanenin hamallığını yapardı.
Şarap
testisini omzunda taşırdı.
Ama
şaraptan bir damla içmezdi.
Yolda
attığı her adımda
Canı
yanarak gönül derdiyle derdi:
“Ey
dünyanın, dinin sahibi!
Bağışla
dini, dünyası olmayanı.”
Engin
mi engin bir deniz var edildi.
O
denizden cana bir yol açıldı.
O
denizden biri çıktı su üstüne.
Bazen
mümin oldu bazen Hıristiyan.
Dipsiz
bu engin denizde
Sayılmakla
bitmez acayiplikler.
Ne
engin bir sırlar denizidir bu!
Ne
kıyısı vardır ne dibi görünür.
O
deniz perde altında olmasaydı,
Bütün
yapılanlar yapılmamış olurdu.
Bir
cihan yarattı; o nurla doldu.
Bu
nur kaldıkça, hayat devam etti.
Niçin
perdenin kaldığını sorarsan,
Yapılanların
hiç göründüğünü sorarsan,
Burada
dile konuşmak düşmez.
Bu
ancak akıl ile canın işidir.
Sözünü
külahının arkasına sakla.
Dilinin
konuşmasına engel ol.
Kimse
bu sözleri anlayamaz.
Sen
yöneleceksen, kendi içine yönel.
Her
dilin söylediğine bakıp incinme.
Sende
yakîn bilgisi var, her zan ile incinme.
Deniz
gibi değişim halinde ol daima.
Mertler
gibi tefekkürde ol daima.
Kendi
kemâlinle bil şunu: Bütün azametiyle
Felekler,
yıldızlar hizmetkârdır sana.
Ezelde
olup biten her ne varsa,
Felek
bugün onları uyguladı.
Senin
gibi birinin var olması için
Binlerce
devrin geçmesi gerekti.
Dostum,
alıp verdiğin her nefes yok mu?
O
nefesi en iyi şekilde değerlendirmeyi düşün.
Uzun
veya kısa olan ömrün boyunca
Canının
kemâle ermesi için bu nefesler şarttır.
Mânâları
düşünen canın her nefeste
Daha
çok revnak kazandırabilir sana.
Burada
fâni bir lezzet peşinde koştun,
Yüz
baki lezzetten mahrum kaldın.
Burada
bir an için yemek, uyumak hoşuna gitti.
Ama
bunun iki yüz katı saadet elinden gitti.
Bu
dünya öbür dünyanın tarlası değil mi?
Ek
şu tohumu; şimdi tam zamanı.
Yerin
var, suyun var, saç tohumu
Çiftçilik
et, bu işle uğraş.
Sözümü
dinle, güzel yetiştir ekinini.
Ekin
kötü çıkarsa, benden bil e mi?
Bu
çiftçilik işini yapmazsan,
O
harmanda yarım arpa etmezsin.
Şimdi
pazara götürecek bir şeyin yok
Ek
şu tohumu, şimdi başka işin yok.
Yarının
azığını hazırlayasın diye
Buraya
gönderdiler seni bugün.
Tohum
saçmadan çıkar gidersen,
Şu
zamanede rezil rüsva olursun.
Din
yolunda iki kişiye tohum verdiler,
Dünya
yolunu herkese açtılar.
Biri
o tohumu yolda kaybetti.
Biri
o tohumu ekti, yetiştirdi.
Nasiplenme
vakti gelince
Biri
başa çıktı, yükseldi; öbürü baş üstü düştü.
Ekersen,
biçilecek ürünün olur.
Hasat
vakti geldi mi, biç ürününü.
Rindin
biri meyhaneciden bir testi aldı,
Meyhaneciye
dedi: “İşte rehin, al rehinini.”
Şarabı
içip bitirince sordular ona: “Rehin hani?”
Dedi:
“Rehin benim!” Dediler: “Ne âlâ!
Ne
iyi rehin bu! Kalk git şuradan!
Rehin
olarak yarım arpa etmezsin sen!”
Sende
bir liyakat olsa da
Kimine
göre etmezsin ondan fazla.
Senin
kıymetin ilimle, amelle.
Sen
de benim gibi konuştun fazla.
İlmin,
amelin ne kadarsa,
O
kadar edersin, miktarın neyse.
Mânâ
incisi saçtım sana fazla fazla.
Şahlara
yaraşan inciyi kör görür mü ama?
Sen
nergis gibi göz olmuşsun, görmüyorsun.
Süsen
gibi kulak kesilmişsin, işitmiyorsun.
Şimdi
akim fikrin var ama
Ne
söz dinliyorsun ne kulak veriyorsun.
Aklının
tertemiz olduğu zamanda
Toprakta
ölüyken işitecek misin acaba?
O
din divanesi birini gördü,
Ölmüş
bir Türke telkin veriyordu.
Dedi
ona: Mezar çukuruna düşmeden önce
Bu
Türk hayattayken Arapça bilmezdi.
Yaşarken
doğru dürüst dinlemeyen biri
Ölünce
dinler mi? Neden telkin veriyorsun?
Arapça
bilmez bu Türk dünyadan göçtüğünde
Toprağın
altında Arapça konuşur mu oldu?”
Kör
ile sağır gibi görmezsin, işitmezsin.
O
yüzden bunca edepsizlikleri edersin.
Senin
günahlarını yazmaktan
Sol
kolundaki meleğin eli yoruldu.
Sağ
kolundaki melek, rahattı senden dolayı
Kalemi
kâğıda yaklaştırmadı senden dolayı.
Hiç
namazını aklına getirdiğin yok
Senin
kıblen kâfirler şehri olmuş.
Kedi
gibi yalan yalapşak abdest alırsın,
Çabucak
iki rekât namazını kılarsın.
Kararsızlıkla
bakınırsın sağa sola,
Bir
an olsun kendini vermezsin namaza.
Kısa
yoldan kılarsın namazını
Cenaze
namazından çabuk kılarsın namazını.
Hani
bir zaman gelir, paçan tutuşur.
O
anda gamın kederin sonsuz olur.
Sen
nasıl namaz kıldığını sanıyorsun?
Ne
okuduğunu, ne yaptığını biliyor musun?
Bir
hiç uğruna dünyaya teslim olmuşsun.
Ne
zamana kadar Tanrı huzurunda baş kaldıracaksın?
Akıllım;
bu kıldığın namazsa,
İşini
ağırdan alma, kendini rahat hissetme.
Sen
de biliyorsun, kıldığın namaz namaz değil.
Sana
yakışır böyle namaz! Oyun mu oynuyorsun sen?
O
köylü şu sözü duydu:
“Amber
su sığırlarının dışkısıdır.”
Köyde
suyu bol bir çukur açtı
Geldi,
cahilliğinden, bir sığırı oraya indirdi.
Sığırın
dışkısını sudan çıkardı
Böylece
amber satıcısı oldu, paralandı.
Müşteriye
dedi: “Al bunu benden, para ver..
Bundan
daha iyi amber göremezsin.”
Bunu
görünce adam dedi ona: Haddini bil!
Bu
sakal sana yakışır, böyle bil.
Herkes
kendi sakalının padişahıysa,
Senin
gibi şahın sakalında böyle amber var!
Sığır
görünce senin sakalını, bu amberi verdi sana.
Sığır
kıçından gelecek amber, yakışır sakalına!”
Sen
geceleyin Tanrı’ya açarsın sırrını
Gündüz
oldu mu iftihar eder, herkese söylersin.
Kul
isen, ibadetine paha biçme.
Bu
Tanrıya şirk koşmak demektir.
Sen
ibadetini yüz kere satarsan
Şunu
iyi bil, Tanrı o ibadete alıcı olmaz.
İkiyüzlülük,
kendini beğenmişlik ateşten dağdır.
Bunun
Cehennem dağı olduğunu bilmiyor musun?
Sen
İblis gibi ibadet etmiş olsaydın
Böyle
böbürlenince, İblis olurdun.
Şu
böbürlenmene bak; dünya ibadeti buysa
Pamuk
ambarına düşmüş ateşten yoktur farkı.
Görmüş
geçirmiş biri vekalet yoluyla
Yürüyerek
kırk defa hacca gitmişti.
Son
haccına gitmişti ama
Tarikat
hükümlerinden biri geldi aklına.
Dedi:
Yürüyerek kırk defa gittim hacca.
Doğrusu
çok sıkıntı çektim bu yolculuklarda.
Kendindeki
böbürlenmeyi görünce kalktı ayağa
Tellal
çıkarttı Mekke’de sağa sola.
“Bu
zalim yayan haccetmiştir kırk defa
Kırk
haccını kim satın alır bir ekmeğe?”
Bir
ekmeğe sattı haccını, ekmeği verdi köpeğe
Bir
ihtiyar yetişti arkasından rüzgâr hızıyla.
Ensesine
vurdu tokadı, sonra dedi ona:
Be
hey eşek! Şimdi eşekliğin sırası mı?
Kırk
haccı bir ekmeğe sattım diye
Neden
giriyorsun havalara?
Âdem
içi nur dolu sekiz Cenneti
İki
buğdaya sattı! Yıkıl şimdi karşımdan!
İyi
bak şimdi iki yüzlü namert!
Mertler
nerede, senin gibi namert nerede!
“Ben
bu işi terk ederim ama
Vakti
gelince terk ederim” diyorsun.
“Şimdi
bu işi terk edersem
Çok
zarar ederim” diyorsun.
Sana
işini terk et demiyorum.
Ama
kötülük et de demiyorum.
Şimdi
az da olsa, iyilik tohumunu ek
Külle
katıldığın zaman, iyilik sahibi olursun.
Şimdi
yapabildiğin ibadeti yap.
İbadet
et ki bundan da mahrum kalma.
Birisi
küpe girip oturdu; bilmezden gelerek
“Atlas
isterim; koşumu tam at da olacak” dedi.
Ona
dediler: “Atlas hazır olana kadar
Şu
çuldan kendine bir gömlek yap.”
Adam
küpün içindeyken yemin etti
“Yemin
ettim; bozmam yeminimi..
Rûmî
atlası gözümle görmedikçe
Ölünceye
kadar bu küpte oturacağım.”
Hey
gafil adam! Sen de öylesin
Gaflet
içinde küpte oturuyorsun.
Çık
şu küpten. Küpte oturduğun sürece
Toprak
gibi feleğin ayağı altında ezilirsin.
Bu
felek yüzüne gülüp börkü geçirirse başına,
Feleğin
dönüşüyle dünya dar gelir sana.
Nöbet
isteyeceksen felekten
Vermez
sana, “Sıra bizim” der.
Şu
suskun konuşan denizin yüzünden
Güzellerin
gözü, kulak gibi inciyle dolu.
Senin
çektiğin cevirler kuşkusuz
Dokuz
katlı feleğin ettiği çevrin onda biri etmez.
Felek
ister istemez cevreder
Bu
avare onunla alay eder.
Yer
kanlı gözyaşlarımla al al oldu.
Çünkü
gökyüzü her an canıma okudu.
Gönlüm
öyle çok kanadı ki
Kendi
kanımdan gönlüm kan içinde kaldı.
İşlerim
hiç yolunda gitmiyor
Tekmelenip
duruyorum yedi gezegen yüzünden.
Birisi
alsaydı eline süpürgeyi
Yedi
değirmendeki taneleri süpürürdü.
Şu
değirmen felek öyle ezdi ki beni
Saçlarım
değirmen ununa bulandı.
İki
büklüm feleğin kapısındaki halkayı
Aralıksız
çalmam gerek.
Dünyayı
yakan güneş, halkla savaşmak için
Her
gün atın kulağına mızrağı koyuyor.
Bu
savaşta barış şenliği göremezsin.
Hayat
suyu tuzlu toprakta görülür mü?
Bunları
öyle kolay kolay anlatamam.
Her
birini bir çırpıda şerh edemem.
Evlat;
bu yolda baş ile ayak birdir.
Bu
yedi değirmende kuru ile yaş birdir.
Bugün
altından eşiğin olsa bile
Zamane
yarın seni kapının önüne koyar.
Ömründe
eline hazineler geçer
Ama
bu hazineler sana borç olarak verilir.
Ömründe
ruhunun kazançları olursa,
Kazançlarına
savuracaktır tekmeyi bu düny
Bugün
dünya yüzüne güler ama
Sonra
yoluna ne engeller koyar!
Bu
hayret vadisinden çevir yüzünü.
Çünkü
hasret gözyaşlarını akıtan budur.
İşlerin
yolunda giderse,
Bu
sofradan daha aç kalkman gerekir.
Ok
gibi git, geriye dönüp bakma.
Bir
pir geri dönüp kimseye bakmaz.
Ne
gönlün var ne beynin
Uzun
ömür dileyeceğine pire mürid ol.
Bir
tekmeyle yıkılacak dam
Âfete
dayanabilir mi hiç?
Ensene
tokat yemek istemiyorsan,
Kendi
işine bak; çünkü kudretin yok.
Bir
dilenciye padişahlık yakışmaz.
Kösle,
alemle dilencilik olmaz.
Sen
başsız yakaya benziyorsun
Din
hevesin yok; o yüzden böyle olmuşsun.
Aklın
varsa, böbürlenip durma.
Sen
gurur sarhoşu olmuşsun.
Ne
zamana kadar ahır eşeği gibi boş duracaksın?
Yuları
çıkmış, başı düşük eşek gibi mi kalacaksın?
Bedenin
tuzak, canın aziz bir kuştur.
Ne
beden bilirsin ne can! Sen ne biçim şeysin?
Can
çekiştiğin vakit gelince yanılırsın
Yakalanmamış
kuşu saldığını sanırsın.
Topladıklarının
hepsi dağıldı.
Bir
hesap yaptın ama hesabın tutmadı.
Attâr,
sen nereye düştün?
O
sırları söylemeyi ihmal etme.
Sekizinci
Makale
Azizim,
uykudan uyanırsan,
Pek
çok sevinçten haberdar olursun.
Hepimiz
keder, dert içinde olsak da
Sonunda
sevineceğiz; bunu biliyorum.
Bir
yerde diken oldu mu, gül de olur.
Bir
yerde dert oldu mu, derman da olur.
Bugün
derman görünür değilse,
Ferman
vakti gelirse, çıkar ortaya.
Bizim
hikâyemiz haddini aştı.
Hissemize
bugün dert düştü.
Dünyanın
dermanı hissedir.
Orada
ne hisse vardır ne kıssa.
Kesin
olarak bildik, şüphe yok bunda.
Mutlu
olacağız biz bundan sonra.
Burada
çektiğimiz her sıkıntı
Gördüğümüz
her dert ile keder
Bunlara
karşılık sevinç bulacağız orada.
Gel,
çabuk koşalım biz oraya.
Bizim
bulunduğumuz öbür tarafta
Hiç
bilmediğimiz bir bela var.
Be
derviş! Neden böyle mutsuzsun?
Çünkü
önünde pek çok mutluluk var.
Öbür
dünyanın nakdi olarak lezzet var.
Kesinlikle
bütün lezzetler orada var.
Eğer
oradan sana bir zerre nasip olursa
Yanarsın
başka bir zerrenin şevkiyle.
Ebedî
dünya çok hoş bir dünyadır.
Bütün
bu dünya ondan bir nişandır.
Bütün
peygamberlerin yeri orasıdır.
Gönül,
din, can, cana can katan oradadır.
Bütün
ruhanîler orada ikamet eder.
Bütün
huriler o meclisin nedimidirler.
Orası
sana lâzımsa, duydun benden.
Ölmeden
önce ölürsen, varırsın oraya.
Burada
kurtulursan kendi varlığından,
O
halkanın kapısını tutabilirsin burada.
Hindli
hakim Çin şehrine gitti.
Türkistan
şahının kasrına gitti.
Yanında
papağanla oturan bir şah gördü.
Papağan
demir kafes içindeydi.
Papağan
Hindııyu görünce karşısında
Dillendi,
başladı şeker gibi konuşmaya.
“Hey
işbilir insan; Allah aşkına
Bir
gün yolun düşerse Hindistan’a,
Ulaştır
selamımı dostlarıma
Mümkünse
bir cevap getir bana.
Söyle
onlara: Sizden uzak kalan var ya
Siz
dostlarının gözünden uzak kalan var ya
Yas
tutmaktadır kafes zindanında.
Ne
dert ortağı var ne derdini dinleyen.
Ne
yapsın gelmek için sizin yanınıza?
Tedbir
nedir? Söyledim halimi size.”
Sonunda
hakim vardı Hindistan’a;
flitti
sevimli papağanların yanına.
Gönlü
canlı binlerce papağan gördü.
Daldan
dala uçuştuklarını gördü.
Şeker
vardı her birinin gagasında.
Hepsi
hem çalışıyordu hem çalışmaktan uzakta.
Felek
onların kanatlarının aksiyle ışıl ışıl,
Sinek
onların ışığıyla olmuş hüma.
Hintli
hakim papağanın sırrını söyledi.
O
dertli papağanın gamını söyledi.
Güzel
papağanlar bu sözü duyunca
Düştüler
hep birden ağaçlardan.
Nasıl
da toprağa düştüler dallardan!
Sanki
canları çıkmıştı vücutlarından.
Bilge
adam onların ölüm halinden
Şaşkına
döndü; pişman oldu lafından.
Sonunda
yine yolu düştü Çin’e.
Geldi
o papağanın yanma, anlattı ona.
“Yârânm
senin üzüntüne dayanamadı.
Hepsi
toprağa düştü, can verdi.”
Papağan
bu sözü duyunca derhal
Başladı
kafeste bir süre çırpınmaya.
Sanki
bir ateş düşmüştü canına
Sanki
veda etmişti o da canına.
Biri
geldi, onun hilesini anladı.
Ayağından
tuttuğu gibi külhana attı.
O
güzel papağan külhana düşünce
Külhandan
uçuverdi var hızıyla.
Kondu
sahibinin kasrının damına.
Hintli
hakime dedi: Ey hünerli insan!
O
azizler bana öğrettiler.
“Yaprak
gibi toprağa düş” dediler.
Kurtuluş
istiyorsan, bizim gibi yap.
Kurtulmak
istiyorsan, kendini bırak.
Kurtulmak
için öl ölmeden önce.
Kimse
aşinalık etmez ölü ile.
Kendi
canından vazgeçtiğin zaman
Bil
ki kurtulursun bütün tuzaklardan.
Dostların
dediklerini yerine getirdim.
Şimdi
ben dostlarımın yanma gidiyorum.
Bütün
dostlarım bekler şimdi beni.
Ben
zavallı burada ne işe yararım?
***
Öldün
mü hemcinslerine kavuşmuş olursun.
Yüce
halvet yerinde huzuru bulursun.
Öldün
mü ebedî diri olursun.
Tanrının
ebedî kulu olursun.
Ne
yapacaksın? Külhan senin yerin değil.
Üstünde
topraktan aba yok.
Azizim,
çaba göster sır arıyorsan.
Kendinde
kendi sırrını arıyorsan.
Bunca
perdeden çıkar kendini dışarı.
Özellikle
meydana çıkar aklını.
Uyku
vakti geldiğinde
Niçin
alıkoyar surlardan seni?
Uyku
vaktinde kendini bilmezsin.
Mânâlar
nasıl yoldaşın olur?
Sen
uykuya çok rağbet ediyorsun.
Çünkü
senin gözünde su ile ateş birdir.
Uykudayken
beş duyunun yolu kapanır.
Sarhoş
canının neden o zaman zevki yoktur?
Canımda
şundan dolayı zevk yok
Çünkü
şevkten uzaklaşmaya azmetti, dersen
Neden
riyazet vaktinde uyanık canın
Seni
birdenbire zevklendirir?
Ey
sırları arayan! Maksat şudur:
Sen
kendini bir daha uyur bulmazsın.
Uyudun
mu, denize senden bir damla düşer.
Kendinde
olarak veya olmayarak kaybolursun.
Uyanıkken
kendinden uzaklaşırsan,
Uyudun
mu bensizlikte nur olursun.
Gönlün
uyanıklıkta senden bir işaret buldu.
Çünkü
uyanıklık uyanıklıkla elde edilir.
Yoksa
alaca renkli çiy tanesi
Bu
denizde süt ile yağ gibidir.
Süt,
suyun üstüne çıkar güzelce.
Ama
yağ ayrılır, geçer başka yana.
Burada
hulûlî olma ey fuzuli adam!
Tanrıda
kendini yok eden biri olmaz hulûlî.
O
İslâm güneşi şöyle dedi:
O
güneş Bistam topraklarının burcunda doğdu.
“Ben
zaman zaman üç defa
Otuz
bin yıl yol aldım.
Şerefli
arşın yolunu bana açtıklarında
Orada
da Bayezid çıktı karşıma.
Seslendim:
Yarabbi, kaldır perdeyi.
Perde
kalkınca Bayezid çıktı karşıma.”
***
Sordular
ona: “Ey dergâhın has adamı!
Bir
kul bu yolda Tanrı ya ne zaman ulaşır?”
Dediler
ona: “Ey parlak güneş!
Bu
denizde daha ilginç ne var?”
Dedi:
Daha ilginç olan şey bence
Bu
denizde kişinin bir işareti var.
Bundan
daha acayip bir sırrı nerede bulursun?
Bir
şebnemi denizden ayrı bulursun.
Bu
huzurda üç damla ile iki zan var.
Her
damlanın ayrı bir denizi var.
Bir:
Zannı kötüyse, Cehennem,
İki:
Zannı iyiyse, Cennet var.
Üçüncü
damla sırlar denizindedir.
Orada
can ile cisim uyanık değildir.
Küllün
vahdet makamı kuşkusuz orasıdır.
Sen
sensiz ol, “Terk et nefsini” hükmü oradadır.
Bu
uzak yolda senin bir nakdin olmalı.
Canında
zevk, gözünde nur olmalı.
O
liyakate sahip olabilirsen,
Burada
da o cihana yerleşebilirsin.
Burada
yoldaşın huzur olursa,
Gönlün
o dergâha lâyık olabilir.
Aşk
âleminde salınır yürürsün,
Aşkın
sağlam temellerine sahip olursun.
Ansızın
soğuk bastırırsa yolda,
Ansızın
sıcak bastırırsa yolda,
Aşk
sana hemdem, yoldaş olunca
Soğuk,
sıcak tesir etmez sana.
Düşün,
senden Tanrı’ya yönelmek istiyorsun
Ama
her saat perişanlığa, tefrikaya düşüyorsun.
Sana
hayal suyunu verdiler.
Sen
böyle bir suda sığırtmaçhk ediyorsun.
Köyde
dolaşan sığırları
Topla
sen, belki işin girer yoluna.
Eğer
köye doğru gidiyorsan,
Niçin
kethüdadan gafil kalıyorsun?
Dostum;
bugün topla kendini
Yarın
ateş düşmesin içine.
Toprağın
altında gönlünü kan doldurunca
Bir
dostun olmazsa, ne yapacaksın orada?
Mahrum
kalmamak için dağılma.
Yalnız
kalmamak için huzur ara.
Huzurlu
gönül bulur selameti;
Perişan
bir gönül nasıl bulur selameti?
Tanrıyı
o kadar amnahsın ki
O
nu anmaktan O nda kaybolmaksın.
Gönlün
Tanrı yı sık sık anarsa
Dilin
ahirette yoldaş olur canına.
Çok
an Onu, o anışta kaybol.
Dünyanın
ileri gelen dindarları böyle yaptı.
Tarikat
sultanının sözünü dinle.
Din
komutanı, hakikat şahmın sözünü dinle.
Her
cüzde binlerce küll var
Küllde
Hakk’ın mahcubu, mutlak maşûk var.
İlginç
olan şey, bu vilayetin güneşi
Hidayet
burcunun ışığını yansıtır.
Sözün
Süleymanı, Ebulhayr’m oğlu Ebu Saîd
Mantıku’t-tayr’da
dedi ki:
“Her
işimde, her halimde ben
Yıllarca
o izi aradım durdum.
Aradığımı
gördüğüm zaman kayboldum
Denize
karışmış bir damla gibi oldum.
Şimdi
sırlar perdesinde kayboldum.
Kaybolan
biri kaybettiğini bulamaz.”
Kayboldunsa,
kaybettiğini nasıl bulursun?
Yol
perde arkasına geçince, nasıl bulursun.
Kimse
bu yola ayak basmadı.
Kimsede
istediği yola girecek ayak yok.
Hangi
sâlik, hangi yol?
Bunun
misalini benden iste.
Ayarlı,
kaliteli bir yaydan ok
Fırlar,
gider hedefe dosdoğru.
Huzura
gayri ihtiyarî varan kimse
Bu
yolda ok gibi düz gider.
Sen
Tanrı huzurunda olmaya çalış daima
Yaşadığın
bir anı iki dünyaya satma.
O
heybeti, o izzeti düşün.
Böylece
nefsini ortadan kaldırabilirsin.
Düşün,
aklını, muhakeme gücünü kullan.
Âlemde
her şeyin bir olduğunu gör.
Dostum,
ne sanıyorsun sen, bu dergâhta
Bir
fark yoktur dünyanın özü ile kabuğu arasında.
Öz
ile kabuk bir yerden geldiğine göre
Niçin
biri oraya biri buraya gitti?
Şunu
iyi bil; öz ile kabuk birdir.
Ama
senin gözünden gizlidir.
Tanrı
tevhîd nuruyla açarsa gözlerini,
Diline
getirir ilahi seslenişi.
Gözünde
her şey bir olunca
Artık
nasıl şüphede kalabilirsin?
Kimde
vardır o keskin göz?
Neye
baksa O’nu gördü o keskin göz.
Binlerce
yıl geçti üstünden
Sonunda
birinin adı bir yere yükseldi.
Sen
kendini bilmiyorsun; ben ne yapayım da
Bu
şüpheyi senin gönlünden söküp atayım?
Yüz
yıl yaşasan da
Görmezsin,
bilmezsin kendini.
36.
Hikâye
İyiyi,
kötüyü çokça görmüş
O
tecrübeli büyük insan dedi ki:
Yaratan
her neyi var ettiyse
Önde,
arkada, yukarıda, aşağıda
Yıldızlar,
felek, güneş, ay
Deniz,
kara, dağ, saman
Levh,
kalem, arş, kürsü
Ruhanî,
kerrûbî, insan
Mey,
bal, Cennet, huri
Ay,
balık, ateş, nur
Doğu,
batı, bu ikisi arasındaki her yer
“Ol”
emriyle var olan her şey
İki
dünyadaki sırlarn
Gizli
veya açık lezzetler
İki
âlemdeki her zerrede
Yedi
denizdeki her damlada
Hepsi
sana güneş gibi ayan beyan gösterir
Sen
bunların hepsini ebedî görürsün.
Ama
küçücük bir şeyi göremezsin.
Senin
senliğindir bu; senden gizli kalmalıdır.
Gözün
ilişirse kendi yüzüne
Kendine
aşkından dolayı gelirsin feryada.
Eğer
bir koku gerekiyorsa kendine,
Riyazet
çek; âlem dolmuştur seninle.
Niçin
böyle hatalara düştün ama?
Niçin
kulluktan uzak kaldın ama?
Yokluğu
gördün, gözlerini çevirdin.
Kendi
varlığını yokluk zannettin.
Duyduğuma
göre bir papağanın
Karşısına
bir ayna koyarlar.
Papağan
aynaya bakınca
Ayna
kendi gibi birini görür.
Sesi
güzel, kafa dengi bir adam
Aynanın
arkasından konuşmaya başlar.
O
güzel papağan sanır ki
Bu
ses aynadaki papağanın sesidir.
Bir
söz duyunca sevinir.
Böylelikle
konuşmayı öğrenir.
Vücut
da gizli bir aynadır.
Yokluk
ayna için aynalıktır.
Eksik,
mükemmel her ne suret varsa
Bu
aynada onun aksi, hayâli vardır.
Sen
ancak bir suretin aksini görürsün
Hep
bu akislerle oturur, kalkarsın.
Sen
sanırsın ki her ses, her iş
Aslından
haberdar olan akisten gelir.
Bütün
varlıkları kendinden habersiz bil.
Her
şeyi birbirinin tılsımı bil.
Sen
aynanın karşısına oturunca
Ayna
görmez, yüz görürsün.
Varlık
zerre kadar ortaya çıksaydı,
Bu
yüzden iki âlem tepe takla olurdu.
Varlık
ateşe, dünya eğirilmiş yüne benzer.
Yün
ile ateş yan yana durur mu?
Dünyada
ve iki dünyada olan her şey
Bir
akistir; sen bu aksi görürsün.
Akisten
başka bir şey ilişirse gözüne,
Hallâc-ı
Mansûr gibi ateş düşer içine.
Zan
pamuğunu kulağından çıkarırsın,
Meyhane
küpü gibi kaynamaya başlarsın.
İplik
gibi baştanbaşa tek olursun.
Âdem
gibi pamuğu, iği terk edersin.
Siyah
saçların pamuk gibi olunca
Ne
baş kalır ne pamuk külahında.
Sen
bir pamuk tohumu bile etmezsin.
Ne
hallaçlık ne terzilik edersin.
Pamuk
seni kendinden uzaklaştırır.
O
nur senin yerine oturur.
Be
hey fuzuli insan, aman ha
Benim
sözlerime bakıp hulûlî olma!
Hulûl
ve ittihad burada haramdır.
Ama
istiğrak işi burada yaygındır.
Aydınlık
güneş olan yerde çerağ
Varlık
ile yokluk arasında esirdir.
Sayıların,
arazların bulunmadığı yerde
Cisimlerin,
eczanın, parçanın olmadığı yerde
Ne
hüküm verirsen öyle olursun.
Büyük,
âlim, duası makbul sen olursun.
Hak
için hangi vasıfları etsen,
Hakk’ı
tavsifte aciz kalırsın.
Tanrı
hakkında bildiğin vasıfları
Kendi
vehim defterinden çıkarırsın.
Senin
vehmince, sen olursan, o olmaz.
O
nu vasfedersen, bu iyi olmaz.
O’nun
sıfatları ne odur ne ondan başkası
Nasıl
söylersin O nun sıfatlarını? O nun zatını tanı.
O
nunla tanı O nu; budur yolu.
Budur
mânâ isteyen canının yolu.
Kapıdan
çıktı bir ebleh, elinde mumla
Parıl
parıl parlayan güneşi gördü gökyüzünde.
Cehaletinden
sandı ki aklı sıra
Güneşi
görmek mümkün değil bu mum olmazsa.
O
nunla tanı O nu, fâni ol.
Fenânın
kendisinde baki ol.
Fâni
olursan, baki olursun.
Hep
sen kalırsın, sen sensiz kalırsan.
Mihne
şeyhi bir gün şöyle dedi:
Dünyayı
bir beden bil, aç gözünü.
Yer
ile gök Bayezid’le dolu
Ama
ortalıktan kaybolmuştur o.
Ne
diyeyim? Nasıl düştüm buraya?
Canımı
ateş dalgasına verdim burada.
Ne
zamana kadar oraya buraya gideceğim?
Kendimden
zerre kadar bir şey bulmuyorum.
Bu
tehlikeli yolda çok gittim.
Bir
avuç toprak dışında insan görmedim.
Bir
avuç topraktır, ortası hava.
Bedeni
tılsım, canı hazine gibi.
Bir
seramik kabı güzelce süslerler
Onu
ipekle, atlasla örterler.
Bunu
nazarlık olarak kullanırlar
Çünkü
nazarlık kötü göze engel olur.
Birisi
uzaktan görürse onu,
Karşısında
huri belirdi sanır.
İnsanlar
kapıdan, bacadan görünce onu
Atarlar
onu sonunda aşağıya.
Yere
düştüğü zaman, istesen de
Birkaç
kırık seramikten başka şey göremezsin.
Onun
dünyası ancak bir nakıştır.
İçinde
bulduğun sadece havadır.
Efendi!
Bugün sen bir nazarlıksın.
Bugün
nazarlık gibi güzel yüzlüsün.
Ey
yolda uyuyan! Sabretmeksin
Ansızın
atıverirler seni bu yola.
Her
ne kadar yerin toprak altı olsa da
Temiz
canın temiz bir yerden gelir.
Yazık!
Cevherin nakkaş levhasında
Rengini
kaybetmiş tabiat pasıyla.
Melek
görse senin cevherini
Tekrar
secde eder senin kapma.
Meleklerin
secde ettiği senin cevherin değil mi
Senin
başındaki halifelik tacı değil mi?
Halife
çocuğusun, bırak külhanı.
Gül
bahçesine git; bırak dilenci tabiatını,
Padişahsan,
padişahlığını bil.
Âdem’in
isyanını kendine nazarlık edin.
Mısır
padişahlığı senin için.
Sen
Yusuf gibisin. Neden kuyunun dibindesin?
Süleyman’ın
yerinde şeytan olduğu için
Kendi
mülkünde fermanın geçmiyor.
Yine
o yüzüğü elde edersen.
Şeytanı,
perisi girer senin emrine.
Başta
da sonda da şahsın sen.
Ama
zan perdesinde şaşı olmuşsun sen.
Biri
iki, ikiyi yüz görüyorsun.
Bir
ne, iki ne, yüz ne; tümü sensin sen.
Ustanın şaşı bir çırağı vardı.
Bir
gün çırağını bir yere yolladı.
“Orada
bizim yağ dolu damacanamız var.
Çabuk
getir onu” dedi; çırak kalktı.
Tarif
edilen yere gitti şaşı
Damacanayı
iki görünce şaşırdı.
Ustasının
yanma döndü, dedi:
“Ben
iki damacana gördüm, ne yapayım?”
Usta
sinirlendi, azarladı: “Uğursuz!
Kır
birini, diğerini al getir.”
Görüşünde
şüphesi yoktu çırağın.
Birini
kırınca diğerini de göremedi.
Kendinden
başka bir şey görüyorsan,
Sen
de kendinin şaşısı olmuşsun, düşün!
Neyi
görüyorsan sen, osun sen.
Ama
hataya düşmüşsün, biliyor musun?
Biri
Bayezid’e bir soru sordu.
“Gizli
veya aşikâr olan her bir şey
Arş,
ferş, iki âlem, bunlar nedir?”
Dedi:
“Bunların hepsi benim. Çünkü ben öldüm.”
Bu
tabiatım dağıldığında
Hem
bu âlem hem o âlem dağıldı.
Sen
kalmazsan, hiçbir şey kalmaz.
Çünkü
sen hem bu cihan hem o cihansın.
Bu
âlem yaratıldığından beri
Âdemin
kalıbı da bina edildi.
Şaşılası
bir yaratılış var senin aslında.
Bir
çul ile atlas ulanmıştır birbirine.
Pergel
gibi yüz asır dönsen de
Senin
vuslat yerin çıkmaz ortaya.
Gökyüzünde,
yeryüzünde olsan da
Göremezsin
gördüğünden başkasını.
Cevherinde
bir göz açılsa,
İki
âlemi saçarlar sana başlangıçta.
Senin
o gözün açıldığında
İki
âlem sende kaybolur, sen kendinde.
Bilmiyorsan,
o cevher sensin.
Bu
dünyadan, öbür dünyadan üsttesin.
Davud
sordu izzet sahibi Tanrı ya:
“Hikmet
nedir halkın yaratılışında?”
Hitap
geldi: “Bu gizli hâzineyi
-Ki
bu biziz- halkın tanıması için.”
Bir
hâzineyi tanıyabilmek için
Külhana
sokarsın başını zahmetle.
Gönül
gözün görür olsaydı,
O
görme gücü sana yakışırdı.
Baş
gözünün nuruyla bir şey gelmez ele.
Göz
nuru gerek senin gönlüne.
İsa
ile eşekte baş gözü vardı
Ama
İsa’nın gönül gözü bir başkaydı.
Sende
bir gönül gözü bulunsaydı,
Görürdün
bu yoldaki acayiplikleri.
O
ömrün vasıflarını işitsen de
Anlayamazsın
onu görsen de.
Her
an Tanrı huzurunda bulunursan,
Secde
eder, kulluk hil’atini giyersin.
Ezelî
ahde âşinâ isen,
Niçin
o huzurdan uzak kalırsın?
Mânâda
can doğanını âşinâ kıl.
Padişahın
eline yaklaşmaya lâyık kıl.
Doğan
davulundan ses gelince
O
doğan uçmaya başlar şevkle.
Gönlünü
kaybedip cansız oturunca
Sultanın
kolunda oturur daima.
Doğanın
başına külah geçirildiği sürece
Nasıl
lâyık olur padişahın eline konmaya?
Yolu
öğrenip görür olduğu zaman
Padişahın
elinde zindeleşir gönlü.
İzzet
gören doğan bilir ki
Bundan
önce ne sebeple mahrum kalmıştır?
Senin
doğanın burada mahrum kalırsa,
Şah
onu yanma çağırır mı?
Bu
doğanı izzetle yetiştirdinse,
İzzet
ile verirsin şahın eline.
Yoksa
şah sana verir cevabını
O
zaman şahtan dolayı çekersin çok sıkıntı.
Bir
gün şahın ak doğanı havalandı.
Dosdoğru
o yaşlı kadının evine vardı.
Yaşlı
kadın görünce onu, kalktı yerinden
Aldı
onu kucağına, ayağında bağ vardı.
Onun
önüne yem koydu
Suyunu
verdi, bir avuç arpa döktü.
Doğanın
yiyeceği her türlü yemi
Doğan
şahın elinden izzetle yerdi.
Kadın
o pençelerin sivriliğini gördü.
Yemleri
nasıl topladığını gördü.
Kolayca
yem tutsun diye pençesini kısalttı.
Doğan
verilen yemleri yedi ama
Yüz
sıkıntıyla çırpınmaya başladı.
Yaşlı
kadın kanatlarını kesti, tüyünü yoldu.
Böylece
doğanın bir süre yanında kalmasını istedi.
Şahın
askerleri her bir taraftan yetişti
Doğanı
o halde gördükleri zaman
Şaha
anlattılar kadının doğana ettiklerini,
Kadın
yüzünden doğanın nasıl perişan olduğunu.
Şah
dedi: Böyle birine ne diyeyim ben?
Bir
kötülük ancak bu kadar yapılır.
***
Ey
naz içinde mışıl mışıl uyuyan!
Yaşlı
kadının eline düştü doğanın.
Ben
sabırlıyım; bu doğan ansızın
Yüz
gayretle ulaşır şahın huzuruna.
Şahın
huzurunda bilmem ne diyeceksin?
Şimdi
uyuyorsun; yarın ne diyeceksin?
Dokuzuncu
Makale
Ey
gaflet içinde kalan!
Dünya
için dinini yele veren!
Kim
dedi sana felekle didiş diye?
Ne
zamana kadar sürecek meşhur olmak halk içinde?
O
kadar boş düşünceler içindesin ki
Kendi
tabiatına zarar verdin.
Tabiatını
kurban et teslim ile
Kulak
ver sen bu sözüme.
Baştan
öğren mânânın alfabesini
Şeriat
nuruyla yak gönül mumunu.
Gece
yarısı yak gece renkli tavanı
Şu
dar güvercin yuvasından uç dışarı.
Gaybın
şerbeti gelirse boğazına,
Halk
arasında kalmaz meşhurluğun.
Sana
dünya malıyla din mi gerekli?
Sana
o mu gerekli, bu mu gerekli?
Din
arıyorsun; gönlün dünyadan mest olmuş.
Bilmiyor
musun, ikisi birden verilmez?
Senin
gönlün ikiyüzlülüğe yakalanmış.
Kibir
ile zan dağının altında kalmışsın.
Bir
yüzünü dünyaya çevirmişsin,
Öbür
yüzünü dine çevirmişsin.
Bu
iki yüzlülüğü terk et artık.
Bir
Tanrı için bir yüz gerek.
İki
yüzlülük gönlüne kusur getirir.
İnsanların
en kötüsü ikiyüzlülerdir.
Delinin
biri bir sokakta durdu.
Bir
dünya halk her yöne gidiyordu.
Ansızın
bu deli bağırmaya başladı:
“Bir
yöne, bir yola gitmek gerek.
Her
yöne koşuşmak da nedir?
Yüz
yöne gitmekle varılmaz bir yere.”
XXX
Hey
miskin! Bir gönlün, yüz yârin var.
Bir
gönülle yüz işi nasıl yaparsın?
Bir
gönülde olursa yüz türlü işin
Yârinin
aşkında sen yüz gönül ol.
Mahmud’un
huzuruna zavallı bir deli geldi.
“Senin
Ayaza ben sırılsıklam âşığım” dedi.
Mahmud
dedi ona: “Be sefil deli!
Bir
lokma için ne hallere düşmüşsün!
Bütün
âlem yüzük kaşımın altındadır.
Bütün
yeryüzü benim mülkiyetimdedir.
Benim
üç yüz bin askerim var.
Silahım,
atım, sayısız hâzinem var.
Benim
bağlı dört yüz filim var.
Nedimlerim,
hünerli hekimlerim var.
Bütün
bunlarla birlikte seviyorum onu.
Hep
özüm var; senin gibi kabuk sahibi değilim.
Benim
böyle bir mülküm, saadetim var.
Benimkileri
saydım; peki senin neyin var?”
Deli
bu söze güldü, cevap verdi:
“Güneş
balçıkla sıvanmaz.
Hey
gafil! Aşkta sen eğrisin, ben doğruyum.
Bir
deliden doğru sözü dinle şahım.
Ben
çok açım; sen ise doymuşsun ekmeğe.
Hiç
şüpheye düşmez, deli dersin bana.
Şimdi
bile aşkımın ateşi birdenbire
Bütün
mülkünü yakar bir ah ile.
Senin
aşkın baş edemez benim aşkımla.
Sen
âşık değil, dünya fatihi padişahsın.
Gönlünde
yüz şeye birden aşk olunca
Âşık
sayılmazsın, o biçim olursun.
Benim
gönlümde iş güç derdi yok
Tüm
kalbimi ona verdim ben.”
Her
gönül Ayaz’ın yüzüne âşıktır.
Bu
haliyle o aşkın hakkını verememiştir.
Güzel
bir darbımesel söyledi yaşlı Hindu
Onunla
bu, bir araya gelmez ikisi.
O
eşekçi gibi, bir eşeğe binmişsin.
Öbür
eşeğin ipini eline bağlamışsın.
Seni
iki eşeğe gönül vermiş görüyorum.
İki
eşeği kaybetmekten korkmuyor musun?
Bu
yolu yüz türlü açıkladım sana.
Canının
haberi yok birinden ama.
Gönlün
bu kadar laftan birini dinleseydi,
Bu
kadar konuşmaya hacet kalmazdı.
Bozukluk
hep ölü gönüllerden geliyor.
Nefsin
istekleri gönülleri yoldan çıkarır.
Hepsi
bir tırnak üstüne yazılabilir.
Ama
bundan geçmek kolay değildir.
Sırlarımıza
bak! Sır bilen nerede?
Canı
gören, bilen biri nerede?
Bütün
canlar o azamet sahibine fedadır.
Bu
sırlardan bir esinti alır.
Olur
olmaz işlerle uğraşan biri
Kuşkusuz
saçma bulur bu sözleri.
Körün
gözünde görme kuvveti olmaz.
Yarasa,
arayıcılık işi yapamaz.
Feleğin
böyle şeyleri vardır.
Perde
arkasında çok acayiplikleri vardır.
Perde
arkasında olmasına şaşmamalıdır.
Bu
acayiplikler sayılamayacak kadardır.
Perde
arkasında sayısız sır vardır.
Sırlarının
birini bile söylemez, saklar.
Bu
sırrı çok araştırdım ben.
Bir
ömür aradım ama bulamadım ben.
Ünlü,
akıllı kimselerin huzurunda
Bu
konuyu çok düşündük, yatırdık masaya.
Ne
o gizli sır gösterdi yüzünü
Ne
kıl ucu kadar maksat göründü.
Bu
sır burada söylenemez.
Sırlar
incisi burada delinemez.
Bir
hizmetkâr bir tabakla suskun suskun gidiyordu.
Tabağın
üstüne bir serpuş geçirmişti.
Biri
sordu: “Bu tabakta ne taşıyorsun?
Kıvırtma;
doğruyu söyle bana.”
Hizmetkâr
dedi: “Hey avare, sussana!
Sence
bu serpuş niçin koyulmuştur?
Bu
sırrı akıl yoluyla ararsan,
Bulabilirdin;
açılırdı bu serpuş.”
Kim
bilir, şu yaşlı felek
Yedi
perde arkasında neler eder?
Gökyüzü
ilginçliklerle doludur
Onun
her devresinde ayrı şey vardır.
Dört
unsurlu yer ile yedi katlı göğün önünde
Karşı
durabilecek kol acaba kimde?
Feleğin
işi torbadan tavşan çıkarmaktır.
Onun
işi hep böyle göz boyamaktır.
İçinde
tuttuğu o pergelle
Başı
dönmüşlükte baş olmuştur.
Bu
feleklerin devri nasıldır? Kim bilir?
Her
devrinin altında gizli hangi çevir vardır?
Bu
gül bahçesinin gülleri yıldızlardır
Bizim
nasibimiz işsizler gibi seyretmektir.
Hünerli
olanlar bilir bunu
Onun
dönüş dışında başka işi vardır.
Felek
çok aradı, koşturdu
Hiçbir
yerde kaybettiğini bulamadı.
Bir
bilgeye adamın biri kalp para verdi.
Hakim
onun hakkında şunları söyledi:
Seni
öyle bir tuzağa düşürürüm ki
Etrafımda
o zaman dört dönersin!
Şu
heybete bak! Felek bir iz gördü.
Bir
sıçrayışta bu kadar dolandı.
Yüz
asır daha hızlı hızlı dönse,
Dumandan
ibaret olduğu için dumanda döner.
Dünyanın
yüksekleri, alçakları olsa da
Koyu
topraktır ya da mor dumandır.
Felek
ağır veya çabuk dönse de
Bu
toprak ile duman arasında dönmektedir.
Böyle
kuvvetle dönen felekler
Neden
bir avuç toprak için döner?
Dostum,
bu kadar kudretli bir madde
Bir
avuç deri ile damar için dönmez.
Böyle
bir deniz bize karşı aciz olmaz.
Bir
şebnem tanesi için asla dönmez.
Sinek
sanar ki kasap
Onun
için dükkân kapısını açar.
Ne
diyeyim? Şaşılmaz Tanrıya
Bir
tane için değirmen çalıştırırsa.
Felek
temiz can için dönmektedir.
Bu
dönüş su ve toprak için değildir.
Tanrı
erleri gibi bas bu yola ayağını.
Dönen
şu felek o zaman hizmetkârındır.
Ama
cihanın sahibi Tanrı birkaç günlüğüne
Hapsetti
seni yeryüzü zindanına.
Bir
gün bu fâni zindandan geçtiğinde
O
gül bahçesinin kadrim bileceksin iyice.
Canların
cevher olduğu o maden yüzünden
Felek
uzun zamandır onun kapısında topraktır.
Felek
o madenin yanında bir ferdir.
Felek
o maden yüzünden laciverttir.
Cevheri
anlamak için çırpmıyorsun.
Hal
böyleyken o madeni nasıl anlarsın?
Gökyüzünde
nice yıldızlar vardır!
Bunlar
dünyadan yüz on defa büyüktür.
Nice
otuz bin yıl geçtikten sonra
Her
biri gelir hareket ettiği noktaya.
Gökyüzünden
bir taş atacak olsan,
Beş
yüz yıl sonra düşer toprağa.
Yeryüzü
bu dokuz mine tavanın yanında
Benzer
deniz, üstünde yüzen haşhaşi kumaşa.
Bak
bakalım, bu kumaşa lâyık mısın?
Kendi
haline gülsen, değer buna.
Haşhaşi
kumaş giyiyorsun şişinerek
Böyle
bir kumaşı bir daha nerede bulacaksın?
Senin
haşhaşi kumaştan nasıl haberin olur?
Çünkü
bunlara dikkat edecek gözün yoktur.
Dokuz
katlı, yıldızlı bu felekten
Sana
ancak birazcık seyir düşer.
Bakıyordu
dervişin biri
İlahî
incilerle dolu bu denize.
Geceyi
aydınlatan inci gibi yıldızlar gördü.
Onların
ışığıyla gece gündüze dönmüştü.
Sanki
yıldızlar durmuş
İnsanlarla
konuşuyordu.
“Hey
gafiller! Aman uyanık olun!
Bu
dergâhta bir gece uyanık olun.
Neden
bu kadar uykuya düşkünsünüz?
Kıyamet
gününe kadar uyuyacak mısınız?”
Bu
seyirle âşık dervişin yanağı
İnci
saçan gözleriyle yıldız doldu.
Ters
davranışlı felek hoşuna gitti
Bülbül
gibi dillendi, konuşmaya başladı.
Tanrım,
zindanının tavanı böyleyse,
Çin
resim atölyeleri gibi güzelse,
Senin
bahçenin damı acaba nasıldır?
Çünkü
senin zindanın bile bahçedir.
***
Ama
bu zindanın damında yıldızlar
İnsanların
ömrünü açıkça çalarlar.
Bu
zindanda bedeli olan canımız var.
O
yüzden zindan damında hırsızımız var.
Uzun
zamandan beri ben zincirdeyim.
Felek
sahanlığının sihrini biliyorum.
Bu
yedi katlı gökyüzünün yıldızları
Kükredi,
çocukları ağlattı.
Altın
yıldızlı bu ceviz bir süre
Bu
kümbette seyre doymadı.
Bizi
bu yolda çocuk biliyorlar.
Boş
yere kürek çekiyorlar.
Söyle,
ne zamana kadar feleğin oyun perdesi
Her
gece bir başka oyun sergileyecek?
Ay
bazen incelir, bazen tepsi gibi olur.
Bazen
kalkan bazen orak olur.
Bazen
Başak burcunda gümüş orak olur.
Bazen
Boğa burcunda altın değirmen olur.
Kim
bilir feleğin bu zorlu padişahları
Niçin
toprakta el pençe divan durur?
Kim
bilir binlerce altın boncuk
Neden
dokuz hokkanın içinde dolanır durur?
Bu
denizde neden dalgıç oldular?
Semâ
yok; niçin rakkas oldular?
Ne
dönmekten vazgeçerler
Ne
savaş meydanından çıkarlar.
Hokkabaz
gibi ne zamana kadar oynayacaklar?
Bu
dokuz hokkada birbirlerine ne kadar saldıracaklar?
Binlerce
defa döndü durdular.
Ne
biri fazlalaştı ne biri eksildi.
Zor
bir yol, şaşırtıcı bir şey bu.
Bunu
düşünmekten gönlüm kan doldu.
Onlardan
biri bile vazgeçmedi.
Acaba
ne zaman ulaşacaklar maksada?
Şevkli
bir gönülle acizane dönerler
Dönmekten
asla vazgeçmezler.
Başlarını
yola koymuş suskunlardır.
Dilleri
kesilmiş, yola düşmüşlerdir.
Hepsi
de cübbeli sûfilere benzer
Kendilerinden
haberleri yok, susarlar.
Bu
dönüşte ne sarhoş ne ayıktırlar.
O
hal ile ne uykuda ne uyanıktırlar. •
Gece
gündüz arayış içindedirler
Mahşere
kadar canla aramaya devam ederler.
Sen
gece güzel güzel uyurken onlar onun yolunda
Onun
dergâhının toprağını öperler.
Gönlüm;
keskin görüşlü olmaya bak.
Bu
düşmanlığın daha ne kadar sürecek?
Ne
dersin, bu altın putlar
Böyle
döne döne neyi ararlar?
Git,
putların yüzünden çevir gözünü.
Baş
aşağı getir putların başını.
İbrahim
gibi putları yere çal.
“Batanları
sevmem” nefesini üfle.
Senin
yaratılışla yok bir işin.
Bütün
âleme yük mü olacaksın?
Tanrı
mn hikmetiyle ne işin var?
Darağacının
altında olsan da konuşma.
Yüz
yıl düşünsen de
Kuru
ot ile orman yeli olursun.
Maksat
bir kimse için mümkün olsaydı,
Cahillikle
yoldan uzak düşerdi.
Araştırmayı
bir kenara bırakırdı
Hiçbir
işte revnak kalmazdı.
Sırları
kıl ucu kadar bilmiyorsun.
Cahillikle
neden bu işin peşinde koşuyorsun?
Susmak
ve sabır senin yolundur.
Bundan
iyi bir seçenek bulamayacaksın.
Bu
mânânın sırrına karşı cüret gösterme
Erkek
aslan olsan, dönersin karıncaya.
Biliyorum
çok sıkıntın var
Ellerin
titriyor; bu halinle civa mı tutacaksın?
Sen
satrançta hiç kazanmadın.
Satranç
oyununda pratik yapmadın.
Madem
satranç oynamayı bilmezsin
Bir
iki merhale sonra aciz kalırsın.
Ne
bilirsin onca kalenin niçin gittiğini.
Neden
şahın her yönden avare kaldığını.
Bir
yanda at görürsün, çevirmiş yüzünü
Bir
yanda filin başa çıktığını.
Kenarda
görünce piyadeyi
Vezirin
ata binip seni aldığım.
Satranç
tahtası bir arşın uzunluğunda değil.
Sen
onda bile yüz sıkıntıyla aciz kaldın.
Gözüne
küçük görünen bu tahtada
Neyi kazanacağını bilmiyorsun.
Baş
aşağı olan deniz tahtasında
Onun
ne oyunları olduğunu ne bileceksin?
Sen
yüz oyunu nasıl öngörebilirsin?
Sen
ne geri gidersin ne ileriyi görürsün.
Satranç
oyununu bilmeyince
Feleğin
oyunu karşısında apışır kalırsın.
Bir
yönde Samanyolu harmanını
Bir
yönde gökyüzünün altın tanesini.
İki
kuş yem peşinde koşuyor.
Altısından
biri uçuyor.
Başaktan
harmana buğday gelmiş.
İki
çiftçi boğaları harmana çekmiş.
Bir
terazi buğdayı tartmış.
O
terazi hiç arpa tartmamış.
Denize
atmış pençesinden bir kova.
Çıkarmış
oradan balık ile yengeç.
Koç
oğlakla otlağa gitmiş.
Bir
aslan tilki avına gelmiş.
Yay
aslan sırtında çiftçilik yapmış.
Koç
iki ayağını akrebin sırtına koymuş.
Çiftçilik
yapmadan, saban sürmeden sen
Git
haline razı ol; buralarda dolanma.
Koç
canını, gönlünü çok kebap etti.
Koç
böyle kebapları çok pişirdi.
Boğa
öfkeyle seni boynuzlayınca
Niçin
boğanın oyununa geleceksin?
İkizler
yıldızım yendin diye
İstediğinin
olacağına güvenme.
Sen
yengecin pençesi altındasın.
Bu
yüzden her an yampiri gitmektesin.
Şimdi
aslanın ağzında esirsin sen.
Şimdi
aslan tutacağını ne bilirsin?
Gam
çekmeden başaktan bir tane göremezsin.
Başak
toplamazsan, bir arpa alamazsın.
Terazide
kol gücünün ne değeri var?
O
seni tandırdan alıp teraziye çekti.
Akrep
hakkında nasıl iyi zanda bulunulur?
Kendisi
akrepleri diri diri gömmüştür.
Yay
kirişi gerip ok atmaya hazırlandı mı
Bil
ki canın kesinlikle tehlikededir.
Senin
gözünü keçi oyunu doldurmuş.
Ama
bu keçi ağıldakilerini tehlikeye atıyor.
Kova
sana dedi: “Gir kovaya, çık aya”
Kova
gibi bu iple gittin kuyu dibine.
Sen
hokkabazın leğenindeki balık olduğun için
Leğene
düşmüş karınca gibi esirsin.
İlginç
şeyler yapan feleğin oyununu ne bilirsin?
Git,
şaşkınlığını parmak ısırarak göster.
Bu
süslü tahtanın kenarına çekil.
Neden
değerli vaktini boşa harcarsın?
Felek
tahtasını seyre dalmışsın.
Git,
teslim ol; o zaman kurtulursun.
Felek
tahtasında aciz kalırsın kesinlikle.
Bırak,
teslim ol; daha ne kadar sürecek bu hal?
Bu
yer tahtasında can tehlikesi var.
Zaman,
kum saatinin kumu gibi akıyor.
Bu
yer tahtasında oturma şahlığa.
Bu
sıcak kumda balık gibi pişersin yoksa.
Felek
tahta, yer kumdur. Her gün
Dünyayı
yakan güneş çeker kılıcını.
Tahta
ile kum yüzünden umutsuz gönlün var.
Başında
kılıç çeken güneş var.
Bu
sarayın mensubu olmadığın için sonunda
Başından
olacaksın tahta ile kum arasında.
Hayretinden
gerçi baş ağrın var,
Boş
yere yazık etme başına.
îşitmiştim,
bir hödük köylü
Yoksulluk
yüzünden şehre geldi.
Köyde
minare görmemişti.
Şaşırdı,
minareyi seyre daldı.
Birine
sordu: “Bu iyi bir ağaç.
Her
halde mübarek biri dikti bunu.
Bu
ağacın bakıcısı kim?
Bunun
yaprağı, meyvesi nerede?”
Ona
şöyle cevap verdiler:
“Bu
her yıl sürgün verir.
Birinin
başı çok ağrırsa
İlacı,
bu ağacın sürgünüdür.”
Adam
çok ağladı çaresizlikle
Bu
köylü baş ağrısından öldü!
“Git”
dediler “Çık minareye, al sürgünü
Böylece
kurtulursun baş ağrısından.”
Bu
yumuşak huylu adam kalktı,
Etrafı
seyrederek minareye çıkmaya başladı.
Yarıya
kadar çıkınca zavallı
Düştü
minareden, boynunu kırdı.
Bu
saf adam cahillik belasıyla
Baş
ağrısı yüzünden oldu başından.
Bu
zavallı o kadar baş ağrısı çekti
Baş
ağrısı yoktu, başının belasından öldü.
Başından
olmasının sebebi açıkçası
Küçük
bir şey uğruna çok şeyi gözden çıkarmasıydı.
Ey
elif gibi bir hiç üstüne düşen!
Dışın
minare gibi, için dolambaçlı.
Topal
karınca gibi düşmüşsün yola.
Kıl
üstünde çıkmaya çalışıyorsun aya.
Aşırı
sıcak ve rüzgâr var senin yolunda.
Fil
bile sıcaktan, rüzgârdan perişan.
Yolunda
rüzgâr varken sen karınca gibi
Bir
kıl üstünde aya çıkıyorsun; kör müsün?
Bir
kör ne kadar böbürlense de
Geceleyin
çukura düşünce ne yapacak?
Ne
arıyorsun; bulamazsın sen kendini.
Ne
oturuyorsun; kendinde ara sırrını.
Her
şey senin üstünde, sen hiçin üstünde; işe bak!
Bir
hiçin üstünde bunca yük nasıl olur; söyle.
Sen
varsın; sen o acayip macun değilsin.
Sen
hiç değilsin ama hiçlik senin dışında değil.
Çok
sır bilen o pîr şöyle dedi:
Sen
ne kaybolursun ne çıkarsın ortaya.
Arş
ı âlâ gibi izzetli olsan da
Seni
bir hiçe almazlar asla.
Küçücük
bir zerre olsan da
Böyle
dedi pîr- kaybolmazsın asla.
Ne
istiyorsun? Ne diyorsun? Neredesin?
Hey
köylü; haddini bilerek sözünü söyle.
Güzel
konuşan bir imam minberde
Her
konudan söz ediyordu.
Delinin
biri dedi ona: “Ne diyorsun?
Bu
kadar laf ettin; ne arıyorsun?”
Cevap
verdi ona hemen imam:
“Kırk
yıldır ben sır söylerim.
Her
vaazımdan önce gusül apdesti alırım.
Neden
böyle bir meclisim olmasın ki?”
Müflis
mecnun cevap verdi ona:
“Sen
kırk yıl daha vaaz ver.
Al
gusül apdestini, söyle sırları.
Bazen
Kur andan bazen hadisten söz et.
Kırk
yıllık vaazın seksene çıkınca
Rüzgâr
hızıyla gel benim yanıma.
Hey
ayran delisi! Sepet getir yanında.
Senin
ayranını doldurayım sepete!”
***
Bir
ömür boyu bu sepeti ördün sen.
Ama
sepette ayran buldun sen!
Sepetin
suda durur, bilmezsin.
Başın
uykudadır, bilmezsin.
Güneş
kırlarda çok doğar
Doğar
ama kır güneşi anlamaz.
Sabrederim
ben içi hava dolu bu davul
Yırtılıp
ses vermez oluncaya kadar.
Gözün
sırları görecek olursa,
Ne
âlem kalır ne âlemdeki varlıklar.
53.
Hikâye
Bir
gece o ihtiyar çok inledi
Yarabbi
önümden bu perdeyi kaldır, dedi.
Önündeki
perde kalkınca
Kat
kat soğan gibi iki âlem gördü.
Başsız
bir güruh koşturuyordu.
Kanatsız
bir güruh kanatsız uçuyordu.
Bir
güruh her şeyi kucaklamış.
Bir
güruh okumaya baştan başlamış.
Bir
dünya gördü, her türlü insan
Her
biri bir yolda kaybolmuş.
İhtiyar
bu manzarayı gördü, kendinden geçti.
Baygınlıkla
düştü, kan içinde yattı.
Acayip
bir zamanda kaldı
Perde
arkasında acayip şeyler gördü.
Bir
ömür böyle geçince, akıllı ihtiyar
Tanrıdan
o âlemi istedi tekrar.
İhtiyarın
gözlerinden perde kalktı.
Sağda
solda kimsenin hayâlini görmedi.
Onca
halkın bedenini kayıp gördü, can yoktu.
Ne
bir iz vardı ne isim kalmıştı.
İnleyerek
dedi: Ey sırları bilen!
O
koşturan insanlar nereye gitti?
Sırlar
âleminden hitap geldi:
“Evde
kimseler yok.
Bir
görüntüydü. Onlar görünüyordu.
O
da kalmadı; zaten yok idiler.
Uzaktan
serabı su gibi gördün.
Oraya
varınca susuzluktan öldün.
İki
âlem kudret elimizde mumdur.
Küllün
kudreti değişmez, kudret iradeyle kaybolmaz.
İstersek,
göz açıp kapayana kadar
Her
zerrede iki âlem var ederiz.
Yoksa
kapıyı sıkıca kaparız.
Biz
olunca, âlem de Âdem de olmaz.
Azizim!
Bak, muhtaç olmayan Tanrı
Nasıl
da canımızla oynuyor?
Bak,
korkusuz hizmetkâr oğlan
Yücelik
dağından nasıl da geliyor!
O
doruklara kim çıkabilir?
Onun
fakirliği deniz gibi çalkalanıyor.
Yaşlı
âlemde fakir ona derler.
O
çocuk gibi sütten başka şey alamaz.
O
nur denizi şeyh şöyle dedi:
-Şeyhin
mezarı Harakan’dadır-
“Âlemde
tam anlamıyla fakir
Kendi
fakrı ile gönlü kararmış kişidir.”
Bunun
anlamını söyleyeyim sana.
Siyahın
üstünde bir başka renk yoktur.
Fakirlik
iki dünyada yüz karasıdır.
İki
dünya terazide fakrın bir zerresi kadar
Ne
diyeyim; Peygamber gibi biri bile
Külli
fakra ulaşamaz; boşuna uğraşma.
Senin
yaptığın bana oyun gibi geliyor.
Cılız
atını arap atıyla yarıştırıyorsun.
Bu
sırrı öğrenmeye lâyık değilsin, konuşn'
İşine
razı ol; vaktinin kıymetini bil.
Sırlar
perdesinin etrafında az dolaş.
Herkes
bu sırların ehli olamaz.
Mânâlar
denizinin incisini bulamazsın.
Bulsan
da orada batar kalırsın.
Bu
sırların aslını arayan kişi
Hâzinenin
anahtarını çarşıda arar.
Sır
yoluyla iz kaybettikleri için
Bu
izi nasıl sürersin a akıllım!
Bu
sırra gizlice ulaşan biri
Kaybeder
ayak izini; sen bilemezsin onu.
Kulağın
kapıda, gözün yolda kalmışsın.
İz
sür ki her şeyden haberdar pîr bulasın.
Kapıyı
açık bulmak istiyorsan
Acizliğini
dile getir bulmak için.
Canın
üstünde sır abası yok.
Canda
böyle bir sırdan işaret yok.
Bu
sırların incisini tanıyan kimse
O
inciyi bu denize attı.
Bu
denizdeki mânâ incilerini
Kim
biliyorsa söylesin, sen de öğren.
Bir
iğne elli yılda doğruldu.
O
iğne şimdi deniz dibindedir.
Bu
denizde nice gemiler yüzdü.
Su
baştan aşınca, denizin dibini boyladı.
***
Bu
konuda çok kafa yorduk, çalıştık.
Ham
ahlat işlerimiz yüzünden iyice pişmedik.
Çok
söyledik gönül ehliyiz diye.
Henüz
eblehlikten kurtulamadık.
Türlü
türlü üzüntüler çektik.
Toprakta
çok yattık, çok kan içtik.
Örümcekler
gibi eve çok gittik.
Sinekler
gibi çok masal söyledik.
Kim
uçuyorsa, biz de kanatlandık uçtuk.
Kim
koşuyorsa, biz de koşturduk.
Bazen
bir rintle meyhanede bulunduk.
Bazen
yüzümüzü puthane kapısına sürdük.
Bazen
Hıristiyanların zünnarım bağladık.
Bazen
Hıristiyan manastırında oturduk.
Bazen
kâfirlerle savaşta bulunduk.
Bazen
taş üstünde ateşle durduk.
Bazen
seccadeyi attık omzumuza
Bazen
gönül denizinde kaynadık durduk.
Bazen
çileye girdik, Kur an okuduk.
Bazen
vahşiler gibi avare olduk.
Bazen
baykuşla viranede bulunduk.
Bazen
yün hırka ile kâşânede oturduk.
Bazen
dikenlikte gönlümüzü diken doldurduk.
Bazen
çöle çıktık, canımızı saçtık.
Bazen
başımızı dizimize dayadık.
Bazen
oturduk, hû çektik.
Bazen
kıvançla arşın üstüne çıktık.
Bazen
arlandık, halı altında yattık.
Bazen
can doğanıyla uçtuk.
Bazen
yüz kapıyı bir ah ile açtık.
Bazen
var, bazen yok idik.
Bazen
ektik, bazen hiçlik biçtik.
Bu
sırrı aramak için çok dolaştık.
Şimdi
umutsuzlukla geri döndük.
Bazen
yiğitlik gösterdik, savaştık.
Şimdi
bir koku alamadan görünmez olduk.
Bu
yolu çok defa baştan aldık.
Bu
yolu gittik, bir daha tekrarladık.
Ayın,
yılın tokadını çok yedik.
Ağzına
kadar zehir dolu kadehler içtik.
Çok
dedik ama gönül sakinleşmedi.
Çok
gittik ama yolun sonu gelmedi.
Şimdi
uydurduğumuz laflar da söylendi bitti.
İşi
yüzümüze gözümüze bulaştırdık.
Gurbetteki
adam o yaşlı kadına gitti.
“Bir
macera söyle” deyince, kadın “Git şurdan!” dedi.
“Şimdi
kimseyle konuşacak halim yok.
İpin
ucunu kaçırdım; nereden başlayacağım?”
Bak,
bunca türlü türlü talepkâr
Kapatmış
ağzını, başını uzatmış.
Nasıl
diyeyim; bunu söyleyecek dilim yok.
Gönlüm
kanadı; buna dayanacak canım yok.
Felek
bu umutla çok koşturdu ama
Bulunmaz
dert yüzünden matem elbisesi giydi.
Dağ
bu hakikati öğrenmeye azmetse de
Yıkıldı
sonunda; elinde hava kaldı.
Deniz
gibi kim buradan bir damla aldıysa,
Susuzluk
derdinden dudağı kurudu, öldü.
Güneşi
söylesem, sararmış bir yüzle
Her
akşam bu dertle batar.
Ay
ise görürsün, her ay
Şaşkınlıktan
bu yolda elinden kalkan atar.
Yer
ise üzüntüden başına toprak saçar.
Avare
felek hayıflanır, matem tutar.
Arşın
ağzı kana bulanmış ama midesi boş.
Levh
yeniden yazmaya başlamış, kalem bir hiç.
Azizin
biri arş hakkında dedi ki:
Kara
toprağa her gün hitap gelir:
“Orada
Tanrı’dan ne haber var?
Haber
ver çünkü habersiz yaşanılmaz.”
Hepimiz
hayran, avare kaldık
Bu
uçsuz bucaksız vadide kaldık.
Gidenlerin
hali nasıl? Kim bilir?
Uyuyanların
hayâli toprakta nasıl?
Hepsi,
beyinleri sevda dolu olarak gitti.
Aydınlık
çerağ gibi söndüler.
Hepimiz
halka gibi kapıda asılı kaldık.
Hepimiz
kendi işimizde aciz kaldık.
Bu
ne dermansız bir derttir!
Bu
ne sonsuz bir yoldur!
Hiç
kimsenin gidecek yolu yok.
Aşağıda
toprağa girmekten öte yol yok.
Kim
bilir ne zehirli şerbetler
Bu
kahırla boğazımızdan geçecek.
Onuncu
Makale
Ben
zavallı çok uyanıktım.
Bir
ömür boyu bunun peşindeydim.
Bu
denizde çok gemi yüzdürdüm.
Sonunda
varımı yoğumu denize saçtım.
Yıllardır
bu düşüncedeydim ben
Birçok
hali öğrendim ben.
Herkes
izleyici veya önderdir.
Ama
hayrette iken yanyanadır.
Kimse
İlahî sırdan haberdar değil.
Bir
baştan bir başa esirleriz biz.
Gayb
ilmi gaybı bilenin ilmidir.
Bunun
için gayb ilmi perde arkasındadır.
Acayip
bir kıssa, üstü örtülü bir iştir.
Bu
düşüncedeyim ben bir zamandır.
Bunca
koşuşturmadan sonra oturdum şimdi.
Çünkü
bu vadinin sonu yoktur.
Bir
süre parmaklarımla kazdım bu madeni.
Bu
kadar didindim ama bir şey görmedim.
Gönlümün
muradınca uyumadan bir an
Ben
yaşadıkça hep bu gamı çektim.
Feleğin
mihnet kitabını okuduğum için
Kirpiklerimden
kanlı yaş akıttım.
Bir
an bile konuşamadan soldum.
Bir
gece bile mutlu olmadan yok oldum.
Bu
lacivert hisar beni kökümden sarstı.
Feleğin
devri benim dallarımı kırdı.
Gönlüm
gündüzleri zamane pazarında
Bir
murat okunu bile hedefe atmadı.
Felekten
bir tatlı kadeh içtimse,
Binlerce
zehirli şerbet içtim.
Ömrüm
boyunca gönül kanıyla yaşadım.
Ömrüm
boyunca rahat bir nefes almadım.
Ömrüm
geldi geçti ama
Gönlümün
isteği bir an bile gerçekleşmedi.
Başlangıçta
durumum parlak olsa da
Canımdan
sıkılır oldum sonunda.
Kalem
gidince kâğıt ne işe yarar?
Kâğıdı
ele almakla ne olur?
Bu
kambur felek beni öyle avare etti ki
Kendimi
kendi elimle öldürdüm.
Hey
dünya! Sefillikle elinden geleni
Yap
bakalım bana! Çok uyumsuzsun!
Hey
dünya! Bana biraz süre tanı
Senin
yüzünden dolu dolu ağlayayım.
Benim
ne yapabileceğim ortada.
Benim
kanımın akması ne işe yarar?
Ben
ölürsem, dünya matem tutmaz.
Bir
avuç kemiği âlem almaz.
Gönül
derdimi anlatmaya başlasam,
Dertlerim
anlatmakla bitmez.
Benim
derdimin dermanı yoktur.
İyisi
mi sus, çünkü sonu yoktur.
Kendimden
daha ne kadar bahsedeyim?
Çünkü
bir şey bilmediğimi biliyorum.
Kimim
ben? Hiç kimse. Hiç kimseden de değe
Günahı
çok, ibadeti az her nefeste.
Dinde
geri kalmış, dünyada öne çıkmış.
Kâfir
gibi dünyasını, ahiretini kaybetmiş,
îçim
heves dolu, gönlüm dirençsiz kalmış.
Her
nefes alış verişte bir şey düşünürüm.
Zaman
olur, Tanrı’ya yakarır, ağlarım.
Zaman
olur, meyhanede kafa çekerim.
Ne
sûfi olurum ne zünnarh keşiş.
Bazen
mescide giderim bazen meyhaneye.
Ne
kendime ne bir başkasına yaraşırım.
Ne
iyiye ne kötüye yaraşırım.
Bütün
değerli ömrümü
Harcadım
beş para etmez bir şeye.
Ne
yazık ki ömrüm heves içinde telef oldu!
Benim
gibi bir soysuzdan arlanarak ömrüm geçti.
Benim
evimden hep duman çıktı.
Her
bir şey benim divanımdan çıktı.
Saçlarım
süt gibi ağardı, apak oldu.
Ama
hırsımdan süt çocuğuna benziyorum.
Gönlümde
katıyım, işe gelince gevşeğim.
Çok
gittim ama hâlâ ilk adımdayım.
Yorgun
ihtiyar bir gün bir değirmen gördü.
Gözü
kapalı bir deve değirmen taşını çeviriyordu.
Bir
nara atıp coştu ihtiyar.
Neden
sonra kendine geldi.
Yârânına
dedi: Şu başı dönmüş deve
Hal
diliyle dedi ki bana:
Sabahtan
akşama kadar gittim.
Her
halde çok yol aldım dedim.
Gözümü
açtıklarında bir de baktım.
O
yürüyüşe rağmen ilk adım altığım yerdeyim.
***
Hepimiz
o ilk adımdayız.
Hepimiz
törenin, âdetin esiriyiz.
Bizim
bekamız bizim belamızdır.
Çünkü
başımıza ne gelirse, bizden gelir.
Sevincimiz,
gamımız bizden gelir.
Başımıza
ne gelirse, bizden gelir.
Ne
olurdu bizim varlığımız olmasaydı!
Ne
yazık ki yok bir faydası.
Canın
varlığı bedenin ölümüne değmez.
Bir
ömür yaşamak ölmeye değmez.
Varlığımız
kuşkusuz bizim alçalışımızdır.
Bizim
yokluğumuz varlığımızdandır.
Varlığımız
olmasaydı, varlık
Bunca
yokluktan huzur bulurdu.
Hayran
olan ben bu mihnet dolayısıyla hüzünlüyüm.
Uzun
zamandan beri gece gündüz böyleyim.
Gönlümün
tüm isteği kendimden fâni olmaktır.
Çünkü
fânilikte bakilik vardır.
Ey
saki! Gönlüm kanadı; sen bilirsin.
Beni
fâni etme; gerisini sen bilirsin.
Yıldırımın
kıskançlığından canım dumanlanıyor.
Bu
canım geç geldi, çabuk ölüyor.
Her
yaşlı kadının kapısını çalıyordu Peygamber.
“Hatun!
Duada beni de an.”
Bakar
mısın şu zor işe!
Güneş
zerreden yardım istiyor!
tyi
bil bunu: Avcı aslanlar
Bu
yolda karıncadan yardım istediler.
Senin
dermanın, yok olmaktadır.
Senin
yoklukta huzur bulmandır.
Fâni
olup kendinden kurtulunca
Düşündüğünün
de ötesinde rahata ereceksin.
Sen
fâniydin, öyleyse varken fâni ol.
Kendinde
fâni oldun mu, kurtuldun demektir.
Ne
dikensiz gül ne baş ağrıtmayan mey vardır.
Sen
sen oldukça yapacağın çok iş vardır.
Senin
düşmanın senden başkası değildir.
Düşman
hiç kimseyle düşüp kalkmaz.
Şenle
senin aranda bir şey vardır.
Kenara
çekil, çünkü burada can tehlikesi vardır.
Bu
nasıl bir vadi? Her adımda çukur var!
Nasıl
bir denizdir? Yolda yılanlar var!
Bu
denizde ne beden ne can görünür.
Ne
baş bellidir ne son görünür.
Feridun
olsan, Afrasyab olsan
Bu
denizde sen de bir damla susun.
Rüzgâr
harmandan bir saman kaptıysa,
Niçin
ay boyunca böyle matem tutarsın?
Din
önderleri için de ölmek var.
Bu
denizde saman çöpünün ne değeri var?
Bilmiyorsan,
istiğna ile bak.
Saman
çöpü için üzülme, hey samanlık köpeği!
Azizim!
Sen olmayınca sen bir hâzinesin, padişahsın.
Tabiatında
kendin için de bir yer vardır.
Doğru
fikri olursa, tabiatın alır o hâzineyi.
Değilse,
bırakır olduğu gibi o hâzineyi.
Neden
bu kadar fodulluk yaparsın?
Hem
zalimlik eder hem bilgisizlik gösterirsin?
O
hazine niçin koyuldu, niçin alındı?
Senin
bundan niçin haberdar olman gerekir?
Sen
bu hâzinenin içinde değildin.
O
hâzinenin nasıl değerlendirileceğini bilmiyordun.
Padişah
hâzineyi koyup kaldırıyorsa,
Neden
beyim bunca feryat eder durur?
Senin
ömrün aziz olsa da, fazla konuşma.
Şimdi
bu sıra başka bir topluluktadır.
Güllük
gülistanlık dünya bir tarladır.
Bu
tarlada bazen hazan bazen bahar vardır.
Tohum
ekilmeyegörsün, mutlaka yeşerir.
Bunun
biri hasat edilirken, öbürü yetişir.
Olgunlaşıp
bir süre öylece kaldılar.
Bir
tohum gibi telek değirmeninin altında ezildiler.
Zamanenin
davranışı işte böyledir.
Sen
yegâne varlıksan, dön yüzünü tek Tanrı ya.
On
Birinci Makale
Efsane
dolu bu eski mabed çok hoştur
Eğer
arada ölüp gidecek biri değilsen.
Bu
mihnetler evinde matem tutarız.
Çünkü
bizi bırakmaz kendi halimize.
Nahoş
ölüm peşimizde olmasaydı,
Yaşamak
ne güzel olurdu!
Neşe
vardır ama gam da başımızda döner durur.
Varlık
vardır ama yok olma korkusu da vardır.
Serkeş
âlemde mutluluk arıyorsun
Bu
âlemde mutluluk devri olmaz.
Onun
içimi hoş şarabını ateş bil.
Onun
bütün mutluluğunu mutsuzluk bil.
Âlemin
gül suyu ile miski gözyaşı ile kandır.
Gözyaşı
ile kandan mutluluk beklemek deliliktir.
Hoş
öd ağacı kokusunu alan kimse
Mutlu
olur ama ödün aslı dumandır.
Burada
atlasın veya siyah ipeğin olsa da
Bu
nasıl afsun? Çünkü bir böceğin salyasıdır.
Balın
hoş kokusu, tadı vardır ama
Bal
dediğin bal arısının artığıdır.
Felek
burada sana oyun oynar.
Köpek,
gözüne postu değerli kunduz görünür.
Böceğin
salgısı ipeği kan ile boyadın.
Rum
atlası elde ettim, dedin.
Sana
zamaneden hoş bir esinti gelse,
Göz
çukurunu toprakla doldurur sonunda.
Bir
süre için uyanıklık istersen
Ziyan
görmeden elde edemezsin uyanıklığı.
Bahtını
denemek için bir ceviz kırarsan,
Hiç
ceviz içi görmezsin orada, neden?
Yüz
kere denize balıklama dalarsın,
İnci
bulamaz, eşek yüküyle kum çıkarırsın.
Kayaları
yüz külünkle parçalarsın
Kayadan
bir gram altın çıkarmak istersin.
Taştan
böyle altın çıkarırsın
Bunu
eline harçlık geçmesi için yaparsın.
Hazine
bulunsa da bulamazsın onu.
Bir
ömür boyu viranede yaşanır mı?
Bu
gülistanda gül dermek istersen,
Elin
kirpi sırtı gibi dikenle dolar.
Denizin
zırhı rüzgâr esince görünür.
O
zırh balıkta da bulunur.
Felek
sırtında yüz kılıçla hazine verse, ne fayda?
Dağ
kekliğinin de kılıç vardır başında.
Felek
ha sana ha karıncaya kemer vermiş
İkiniz
de bu kemer yüzünden çıplaksınız.
Felek
ha sana ha doğana külah vermiş.
İkiniz
de bu külahla canınızı feda edersiniz.
Gönlün
ölmüş, belki gönlün canlanır diye
Yas
tutar külah senin başında.
At
külahı başından, yol hazırlığı yap.
Başında
saç var, al külahı başından.
Taç
verirse sana, maskaralıktır.
Başta
bulunan taç horoz tacının ortağıdır.
Hüthüt
kuşu gibi bir ulağın olsa
Yüz
kez alay eder başındaki taç sana.
Tahta
geçersen, attab kumaşına bağlanma.
Çünkü
taht da sana bir nevi bağ olur.
Taht
düşkünlüğün ne zamana kadar sürecek?
Saltanat
düşkünlüğü de senin için bağdır.
Sana
söylenen takdir sözleri boğazına geçmiş iptir.
Seni
semirten şey hastalık şişkinliğidir.
Burada
kızıl altın hoşuna gidiyorsa,
Kuyumcu
gibi pota karşısında körüklemen gerek.
Gözünden
yağmur gibi yaş dökülünce
İçindeki
ateş ya alevlenir ya söner.
Lale
gibi kızıl yüzlü olman gerekirse,
Gönlünün
laleden daha siyah olması gerekir.
Tok
iken, aç iken hep gam gördün.
Dünyayı
hem doyasıya gördün hem görmedin.
Ölümsüzlük
pınarı âlemden lezzetlidir.
Ama
bu pınar karanlıkta görünmez yerdedir.
Gördüğün
tavus kuşu o güzelliğiyle
Yazık!
Feda olmuş bir iki kuru üzüme!
Hüma
kuşu saltanat işareti taşır.
O
da köpek gibi kemikle yaşar.
Ondaki
ateşi dev dalgalarla görürsün.
Ondaki
nefesi toz toprak kalkmışken görürsün.
Bir
kılıçta cevher varsa
O
cevher demirin aslındadır.
Adına
Kâfur denilen zenci hizmetkâr
Siyahlıkta
kuzgundan siyahtır.
Adına
Amber denilen diğer hizmetkâr
Ondan
nahoş koku gelirse, gitmez senin hoşuna.
Adına
Cevher denilen öbür hizmetkâr
Cismi
görünmeyecek kadar küçüktür.
Bu
dünyanın hoşluklarını saydım sana.
Ben
yaşarken bu kıssa yüzünden öldüm.
Biri
o gamlı Mecnuna sordu:
“Âlem
halkına ait bir rumuz söyle.”
Cevap
verdi Mecnun: “Bu harabenin halkı
Tümü
hacamatçı şişesidir.
O
usta hacamatçı gibi cahillikle
Hoşça
nefes çekerler kan ile, hava ile.”
Yaraşır
dünyadan çok bahsedersen.
Vakit
hoş geçer onun bir sırrım ararsan.
Yaraşır
göğsün ateş dolarsa onunla.
Ağlarken
gülersin sen onunla.
Âlemde
mutlu olmak için ört sırrını.
Sus,
gönül perdesi arkasında tut sözünü.
Mutlu
iken bir laf çıkarsa ağzından
Yüz
gam gelir mutluluğun peşinden.
Ayrılık
olmadan kavuşmak nasip olmaz.
Dikensiz
gül, sineksiz şeker olmaz.
Vefasız
dünyanın yoktur nuru.
Matem
tutturur; yoktur sevinci.
Sana
gümüş verirse, taş olur elinde.
Sana
kabul edilemez bahaneler bulur.
Ömrümüzde
murada ermek isteriz.
Bunun
için bin muratsızlık lafı okuruz.
Murat
varsa, belanın ortasındadır.
Hazine
varsa, ejderhanın altındadır.
Taht
varsa, hiç de sağlam değildir.
Ömür
varsa, hiç de kalıcı değildir.
Velasız
dünya eğreti bir yerdir.
Merkezden
kenara kadar hep sıkıntı, kederdir.
Gamsız
birini bulacak olursam ben,
Bir
an elimi ona sürmek isterim ben.
Bir
şeye sahip olmak gam ile yük getirir.
Benim
sahip olduklarım bana gam getirir.
Âdem
yasak buğdayı yememiş olsaydı,
İnsanoğlu
böyle gama müptela olur muydu?
Âdem
üç yüz yıl gam içinde kaldı.
Bir
buğday uğruna toprağa kan döktü.
Oydu
bizim babamız, bizim aslımız.
Bir
buğday için hedef oldu yüz belaya.
Bir
lokma istersen mutlulukla
İmkânsızdır
bu; çünkü Âdemden doğdun.
Onun
yüz belasız buğdayı olmayınca
Gam
çekmeden bir lokma nasip olmaz sana.
Git,
ağır gam yüküne razı ol.
Çalış
çabala; can isterlerse, ver canını.
Sende
o mertliği, o kuvveti görmüyorum.
O
kuvvet olsa, gitmeden mezara yükselirdin arşa.
Feleğin
altını üstüne getirsen de
Hatırlamaz
kimse bir avuç topraktan başka.
Hey
tuzağa düşen! Elinden ne gelir ki?
Sabırlı
ol; sabret, bul huzuru.
Kim
dedi sana kendini ateşe ver diye?
Başına
toprak saçma; teslim ol kaderine.
Haydi,
seyirci ol eğer akim varsa.
Divane
olacaksan, doğru dürüst divane ol.
Bunda
bir maksat görmüyorsan,
Ne
zamana kadar başını yere vuracaksın?
Gamlı
adam! Başını yere vurma.
Başını
kerpiçe koyacaksın mezarında.
Bu
geçimsiz feleğin yüzüne vurma.
Felek
de senin yüzüne vurur sonra.
Ateş
gibi didişmenin ne kârı var?
Çünkü
her pencereden çıkıyor duman.
Bu
kadar didişme; mutsuz oldun zira.
Teslim
ol; çünkü düşmüşsün tuzağa.
Kanayan
sarhoş gönlüm! Kanamaya bak.
Ciğer
kanı içmeden hallolmadı kimsenin işi.
Seleflerden
duymuştum; yoksulun biri
Yılda
bir kez kavurma çekerdi canı.
Yoksul
adamın eline para geçti.
Kalktı,
kasap dükkânının yolunu tuttu.
Hayatı
kaymış o kasap
Yoksul
adama kötü et verdi.
Yaşlı
yoksul ete şöyle bir baktı.
Et
yerine ciğer ile kemik gördü.
Hepsi
ciğerdi; kasaptan et istemişti.
Sıkıntı
çekmeden işler düzelir miydi?
***
Gönlümüz
tümüyle kana bulandı.
Bir
avuç ciğer kanı içenden ne isterler ki?
Ne
ağır yükü çekecek gücümüz var
Ne
canımızda fakre dayanacak hal var.
Yârin
gamıyla gam bize arkadaş oldu.
Gam
çekmekten başka işimiz kalmadı.
Felek
bizi öldürmeye niyetlenirse,
Aşkının
gamını kefen diye çeker üstümüze.
Duyduğuma
göre gönlünü kaptırmış bir âşık vardı.
Gönülden
yana bizim gibi nasipsiz kalmıştı.
Çocuklar
her bir yandan taş attı ona.
Dolu
yağışı başlayıverdi o sırada.
Adamcağız
kaldırdı başını gökyüzüne:
“Ben
gafilin gönlünü aldın götürdün.
Üstüme
taş ile dolu yağdırdın.
Şu
çocuklarla sen de mi arkadaş oldun?”
Ne
diyeyim, git hadi sarhoş gafil.
Senin
yârin uğraşmaz seninle.
Sen
yâr ehli değilsin; yâr uzakta.
Sen
işten uzakta, iş senden uzakta.
Koy
akima, başı yüce güneş
Kimseye
çevirmeyecektir yüzünü.
Anlı
sanlı güneşin önünde
Sivrisinek
ile filin ne değeri var?
İyi
bak sen meselenin aslına.
Didişme
onunla; işini iyi bilen ustadır o.
Sözünü
faş etme, üstü örtülü söyle.
Bırak
hayâl oyunu oynamayı.
Mutluluk
yoktur, gama alıştır gönlünü.
Bir
hemdemin yok; iyisi mi kapat ağzını.
Yiğidim,
sözünü örtülü söyle.
Sırrını
her sefile söyleme.
Kararım
şudur: Ben yaşadıkça
Henıdemimle
konuşurum rumuzla.
Benimle
kafadar bir hemdem yok.
Elaman
benimle oturan şu münafıklardan!
Gördüğümüz
zarar, düşüp kalktıklarımızdan.
Cehennem
azabımız, kötü arkadaşlardan.
Gönlüm
sus! Mahrem bulamıyorsun.
Hiç
konuşma! Hemdem bulamıyorsun.
Tanrı
erleri gibi alış şu üç şeyi yapmaya:
Susmak,
sabırlı olmak, kanaat etmek.
Uzlete
çekilen adamın yolunu tut.
Mertsen,
insanların alışkanlıklarını terk et.
Dünya
düşkünleri yolunu keser senin.
Onlar
adam değil, fesat karılardır.
Bir
tarafta bade, bir tarafta dilber
Böyle
bir halk arasında nasıl zahid olursun?
Geç
git şeytanların oturduğu yerden.
Bir
dünya dolusu halk bağırıp çağıran şeytandır.
Biri
eğlencededir, bir diğeri musibette.
Dilleri,
gönülleri yalan dolan ile çekiştirmede.
Dünya
boş sözlerle doldu taştı.
Bütün
âlem deve çıngırağına benzedi.
Bu
yolda yüz binlerce baş top gibidir.
Çalışmanın,
konuşmanın yeri değildir.
Can
dersen, kan içinde kalmıştır.
Beden
dersen, kapı dışında kalmıştır.
Can
ne yapacağını bilemez haldedir.
Şu
düşkün bedenden ne gelebilir?
Canlar
kan içinde yüzmektedir.
Kemik
yığınlarından ne hasıl olabilir?
Büyük
insanların yüzünde kanlı yaş var.
Şimdi
tenkitçilerin onların yanında ne işi var?
Aklıyla
yüz kelin başına külah olan biri
Körlüğünden
bu yoldaki beyinsizler gibidir.
Kim
Musa gibi körlere asâ olursa,
Bu
yolun liravunları yüzünden oku hedef şaşırır.
Senin
yolunu kesenler o kadar çok değildir.
Bunları
söylersem, düşmanın ağlamaya başlar.
İster
istemez gitmen gerek bu yolda. Neden sapıyorsun
Tevekkül
et Tanrıya. O senin hiç olduğunu bilir.
Âşıkların
yolunda yürü sen.
Bu
yolda bir köpekten neyin eksik?
O
köpek bu yolda bir koku aldı.
Taşa,
sopaya rağmen bu yoldan dönmed
Ne
yedi ne bir an gözünü yumdu.
Ashâb-ı
Kehf’in koruyuculuğunu yaptı.
Bu
yolun adamıysan, gir bu yola.
Bas
ayağını, feda ol onun yoluna.
Derlerse
sana: Bizim yolumuzda
Aç
başını sevinçle, at destârını.
Yüz
hamle görüp atarsan kalkanını,
O
divane gibi sen de olursun iffetli.
O
mümin dedi ki o divaneye:
“Güvencede
olur kim giderse Kâbe’ye.”
O
divane koşturdu o yolda.
Mekke’ye
vardı, geldi Kâbe’nin karşısına.
Henüz
Kabe eşiğine ayağını basmıştı ki
Başından
kapıverdiler sarığını.
Nursuz
fersiz bir bedevi gördü.
Elinde
sarık, oradan hızla uzaklaşıyordu.
O
divane başladı konuşmaya:
“İşte
güvenlik neymiş anlaşıldı!
Sarığımı
başımdan kapıp kaçtılar.
Böyle
bir yerde başım bende kalır mı?
Güvenlik
alâmeti iyice belli oldu.
Kâbe’nin
kapısında güvenlik neymiş, anlaşıldı.’
Yüz
başın yolunda çevgen topu olduğu yerde
Sarığın,
külahın güvencesinden bahsedilir mi?
Bu
kapıda binlerce baş bir zerre etmez.
Binlerce
deniz burada bir damla etmez.
Binlerce
can saçılır orada.
Sarıklar
kapılır elbet o kapıda.
Sen
baştan, deriden sıyrılmadıkça
Güvencede
kalmazsın dostun dergâhında.
Senden
bir saç teli bile kaldıkça
İyi
belle bunu; güvenliğin olmaz asla.
Bu
yolun güvenlik işareti kuşkusuz şudur:
Miraç
gecesindeki “Bırak kendini” sözüdür.
Ortaya
çıkarsan, hayran kalırsın.
Gizlenirsen,
gizli kalırsın.
Bir
aziz dedi ki: Bütün ömrümce ben
Bazen
kendimi kaybettim bazen vecde geldim.
Gizlendiğim
zaman ben ben değildim.
Ortaya
çıktığım zaman, vardım ama kârım neydi?
On
İkinci Makale
Dünya
ve içindekiler esaslı yüktür.
Baş
yükünün lâyığı ise ölümdür.
Dar
ve karanlık mezar iyi bir yerdir.
Sıratın
da dar olması gereklidir.
Sırat
kıl gibi ince bir köprüdür.
Cehennemin
bu köprüye bağlantısı vardır.
Gam
denilen şeyi dünya gamı sanırsın.
Bir
de kıyamet gününün gamı vardır.
Bu
anlamda konuşacak halimiz yoktur.
Herkes
gitti; oradan gelen biri yoktur.
Ne
gidenlerden bir işaret vardır
Ne
bu sonsuz vadiyi gören vardır.
Bir
dünya dolusu can bu mihnetle iki parça olmuştu
Kim
bilir? Bu ne büyük bir girdaptır!
Bir
dünya dolusu baş bu yolda top olmuştur.
Kim
bilir? Bu ne karanlık bir vadidir!
Bir
dünya dolusu halk kana bulanmıştır.
Kim
bilir? Toprak altında nasıldırlar?
Dünyada
yapılan, yapılmayan ne varsa
Hepsi
perde arkasında bir oyundur.
Bunca
ızdırap çekmekten amaç nedir?
Bir
mum gibi sönmek kader değil midir?
Dünya
bekası olmaz hoş bir saraydır.
Baki
olmadığı için bu bir beladır.
Bırak
bu dünyayı, terk et bu sözü çabuk.
Bekası
olmadığına göre terk et çabuk.
Var
oldukça dünya yüzünden yoruldun.
Boşu
boşuna didindin, kendini tükettin.
Ne
kahır çekmeden bir lokma yedin.
Ne
zehir katılmamış bir şerbet içtin.
Gönlüne
binlerce kan seli aktı.
Âlem
yüzünden gönlünde fırtınalar esti.
İşbilir
biriysen, düşün bir kere.
Ölmek
mi yoksa yaşamak mı iyi?
Binlerce
gam çıktı karşına
Buna
karşın bir kez erdin mutluluğa.
Bütün
dünya bir parça gama değmez.
Bir
parçaya değil, yarım arpaya değmez.
Dostum,
dünya gamını çok çekme.
Çünkü
kalmayacaktır dünyada kimse.
Bu
gaddar dünya ile ne övünürsün?
Sen
o murdar akbaba değilsin.
Dünyanın
bütün tohumlarını toplamışsın say.
Tohumları
elde ettikten sonra bırakmışsın say.
Bir
gün o yoksul adam hastalandı.
Onun
işi odun kütüğü kırmaktı.
Gazzâlî
hatırını sormaya gitti.
Geldi,
hastanın başucuna oturdu.
Dedi
ona: “İyileşirsin yine.
Üzülme.”
Hasta cevap verdi:
“Akıllı
insan; diyelim ki iyileştim;
Kütük
kırmayacak mıyım ben yine?”
Niçin
istif eder durursun? Sonunda
İstiflediklerin
yıkılmayacak mı bir anda?
Kârına
bakıp dünyadan hoşnut olma.
Adamsan,
dünya kârından zarar et, durma.
Şunu
iyi bil; bu yolun adamı
Zarardır
bu dünyanın kazancı.
Kendi
hiçliğinden kaçış yoktur.
Hiç
olanın hiçbir şeyi yoktur.
Din
maksattır büyük insanlara göre.
Dünya
kârından zarar etmek kazançtır onlara göre.
Yüz
yıllık ömür sıkıntısını kâr gördüler.
Bu
yüzden dünyada ahiret mülkünü satın aldılar.
Hey!
Fâni dünyada kalan sen!
Böyle
alışveriş yap elinden geliyorsa.
Senin,
benim kazancım hep ziyan oldu.
Elaman
senin, benim mal varlığımdan!
Doğduğumuzda
ızdırap, telaş içindeyiz
Ölürken
hepimiz ayak altında eziliriz.
Dünya
durdukça canlar gelecek.
Biri
çıkarken biri içeri girecek.
Dünyanın
sevinç ayı bulut arkasındadır.
Dünyanın
her işi dert ile hayıflanmadır.
Dünya
dert dolu göğsümüzle bizi
Derin
uykuya daldıracaktır bizi.
Dünya
zalimliğiyle dünyayı yakabilir.
Bir
kurda yırtıcılığı öğretmemek gerekir.
Zamane
öyle bir sihir yapar ki
Kimse
onun elini göremez ortada.
Sol
eliyle gösterir acayiplikleri.
Sen
sağ ayağını bas önce güzelce.
Ne
işin var senin onun sihirleriyle?
Dünya
makamın değil, geçiş yerindir.
Dünya
bu geçitte şamata yapar.
Geç
bu geçitten; dünya çok göz boyar.
Çocuk
değilsen, bak önüne ardına.
Dostum,
kargaşada durma fazla.
Ne
istiyorsun? Şaşkına dönmüşsün.
Gönlün
toprak içinde kana bulanmış.
Haydi,
canını al, bu dünyayı terk et.
Görmezden
gel dünyayı; başkasına bırak.
Şu
dönen felekten ne mühleti istiyorsun?
Nasıl
olsa onun karşısında kaybedeceksin.
Felek
sonunda almayacağı bir şeyi
Başta
insana verir mi?
Felek
kanatlarını açmış bir tavuskuşudur.
Bir
dünya halkım kanatlarının üstüne koymuştur.
Gündüzün
bu gökyüzü mor duman rengidir.
Geceleyin
kara su olur; başka ne olacaktı?
Morluk
ile siyahlıkta kalmışsın.
Ara
yerde ölmüş kalmışsın.
Haydi,
bu abanoz renkli topaçtan
Bu
yırtıcı terziden ne bekliyorsun?
Daha
ne kadar laf anlatacaksın gökyüzüne?
Kuşkusuz
atacaktır senin lafını yere.
Canı
olan her gönül gökyüzü yüzünden
Varsa
eli, kaldırdı gökyüzüne.
Felek,
yıldız ateşleriyle dolu bir leğendir.
Senin
harlı gönlün leğen ile kor altındadır.
Ayağın
ateşte kalsaydı, değerdi.
Ateşli
yaygı olan gökyüzünün altında kalsaydı.
Güneşe
karşı başında külah olsaydı
Felek
karşısında direnecek gücün olmazdı.
Benim
gönlüm felek yüzünden öldü.
Nicelerini
bu felek kaldırıp yere soktu.
Bu
dönen kubbe kimi yukarı çıkartır?
Sonunda
çıkardığının canını alır.
Dünya
korkusuzca, hesapsızca kan döktü.
Nicelerini
kılıcıyla toprağın altına soktu.
Felek
her an bir ey getirir sana.
Her
saat bir bela getirir başına.
Müptela
gibi acizlikle şaştım kaldım.
Gönül
nasıl baş eder her bela ile?
Söyle
daha ne kadar gam, keder çekeceğim?
Elaman
günden, geceden, aydan, yıldan!
Hiçbir
sabah bize yaklaşmıyor.
Günlerimiz
hep karanlık gece oluyor.
Gecelerimi
mutlulukla geçireceğim
Ama
akşam bir türlü gelmiyor.
Burada
hiç hilal doğmuyor.
Doğan
hilal de bizi aldatıyor.
Dokuz
on yıllık gamımızı borç alacak
Bir
yeni yıl gelmek bilmiyor.
Ay,
yıl, gündüz, gece lafına bak.
Şaşılası
feleğin oyunlarına bak.
Akşam
oldu mu kömür koyarlar feleğin kucağına.
Her
gün yeniden kömürleri yakarlar.
Bu
uyumsuz manastır bir tandır yakmıştır.
O
tandırdan yanmadan ekmek çıkmaz.
Zamanede
bundan beter bir fitne yok.
Bu
çemberde ipin geçeceği boşluk yok.
Sen
buradan kaçmak istersen
Ayağın
yok; nasıl kaçacaksın?
Kim
dedi sana felek çemberinin etrafında dön diye?
O
felek selvi boyunu çember gibi büktü.
Çalkantılı
denizi andıran gökyüzüne
Def
çemberi gibi kulağı küpeli hizmetkâr oldun.
Feleğin
çemberi seni sarmış,
Sen
neden feleğin boynuna kolunu dolarsın?
Çember
biçimli gökyüzü çok çember çevirdi.
Hakk’ın
kapısında halka gibi başını çok vurdu.
Elekçiler
gibi çok eledi ama
Kalburunda
bir şey birikmedi.
Bu
kederle sırtı çember gibi kambur oldu.
Gam
yüzünden giysisi lacivert oldu.
Oyun
için kalkmak istiyorsun.
Asker
gibi bu çemberden geçmek istiyorsun.
Sen
elifle çemberi birbirinden ayıramıyorsun.
Çember
biçimli felekle uğraşma.
Sen
can çekişmeye başladığın zaman
Bu
çemberden geçersin o zaman.
Bir
ip yüz arşın olsa da
O
çemberden geçecektir sonunda.
Vah
bizim hayıflanmalarımız, hilelerimiz!
Vah
bizim çemberden geçtiğimiz devirlerimiz!
Hey
dünya! Sende yamyam tabiatı var.
Çünkü
bu kadar halkı besili tutmaktasın.
Her
birini bolluk, nimet içinde
Besledin
ama sonunda yedin.
Hey
dünya! Senden memnun kalan kim?
Senin
her devrin cevirle geçiyor.
Hey
dünya! Sen insan görünümlü gulyabanisin.
Buğday
görünür, arpa satarsın.
Hey
dünya! Kiminle uzlaşacaksın?
Şu
kambur halinle daha ne kadar oynayacaksın?
Gönlüm!
Terk et dünyayı. Nedir dünya düşkünlüğ
Onun
dönüşüyle hep zarar görecek misin?
Günlerin
içinde dolandığı dokuz küp yüzünden
Neden
kıvranıp mutsuz olacaksın?
Yaptıkların
yüzünden dünya sana üzülmüyor.
Niçin
onun yüzünden başına toprak atıyorsun?
Feleğin
üstüne toprak atsan, faydası ne?
Taş
olsan, toprak içinde ufalanacaksın.
Dünya
kimsenin derdini dinlemez.
Kimsenin
çaresizlik dışında yolu yoktur.
Dünyanın
senin gibi çok damadı var.
Onun
hatıraları bayramla, düğünle doludur.
Ne
seni bir an mutlu görmeye dayanır,
Ne
seni bir an gamsız bırakır.
Yaşadığın
sürece hep ızdırap verir sana.
Senin
dünya ile ilgili işlerini koyar düzene.
Ömründe
eline sadece bela geçtiğini görürsün.
Bir
gün olsun gönlünün muradınca oturamazsın.
Oturacak
olsan, zorla kaldırır seni yerinden.
İnlete
inlete koşturur seni mezara kadar.
Sen
bu fâni dünyada oturduğun sürece
Yine
oturarak gider ama halini anlamazsın.
Senin
halin şu toz örneğine benzer:
Toz
konduğu zaman ortadan kalkar.
Sürekli
dönen dokuz feleğin devrinden
Neden
bu kadar şikâyet etmeli ki?
Felek
senden de avaredir.
Böyle
birinden yardım istenir mi?
Felek
bir ömür koşturdu ha koşturdu.
Bu
baş dönmesinden kurtulmak istedi.
Kendine
bakacak hali olmayan felek
Seni
nasıl naz içinde büyütecek?
Bir
divane yolda giderken
Bir
tarlada eşek başı gördü.
Sordu
oradakilere: “Bu eşeğe ne olmuş?
Kafatası
neden bu sırığa asılmış?”
Dediler
ona: “Aslına bakarsan
Kötü
gözü defetmek için asıldı.”
Divane
işin aslını anlayınca
Dedi
onlara: “Hey ciğer yiyiciler!
Bu
eşek hayatta olsaydı,
Böyle
işlere çok gülerdi.
Demek
sizde eşek beyni varmış!
O
yüzden eşek kafasını buraya asmışsınız.
O
hayattayken kıçından sopa eksik olmazdı.
Eşeğin
ölüsü kötü göze nasıl engel olur?”
***
Sus
artık, kadere razı ol; ne diyorsun?
Bir
şey bildiğin yok; ne arıyorsun?
Bu
işin peşine gölge gibi düşme.
Mumun
gölgesi olur mu hiç?
Sen
güneş değilsin gölge salacak.
Güneş
gölgeyi, ebedi Tanrı da seni yok eder.
Sen
kendi işinle ilgilenirsen
Kendi
kendinin belası olursun.
Perde
dışında konuşacak olursan,
Gönül
perdesine kan bulaştırırsın.
Tedbir
okunu yaya takıp durma.
O
ok senden çıkar, yine sana gelir.
Bir
gün gönlü daralmış o köylü
Şehre
geldi. Bir çalgıcı çeng çalıyordu.
Çalgıcının
çeng çalması hoşuna gitti.
Ayağından
çarığını çıkarıp çalgıcıya attı.
Çalgıcının
başı yarılınca, çengi elinden bıraktı.
Köylünün
bıyığım yakalayıp yoldu.
Zavallı
köylü ister istemez köyüne döndü.
Cehaletinden
şişindi, böbürlendi.
“Ben
şehri hiç beğenmedim!”
Beğenmediği
bıyıklarından belliydi!
Dünya
üst üste yığılmış şişelere benzer.
Bir
taş atarsan, şişeler üstüne düşer.
Mânâda
sır ehli olmazsan,
Karanlıkta
yumruk savurur durursun.
Burada
konuşacak olursan,
Âlemi
kökünden sarsarsın.
Bedenindeki
her organın tuzakla değil mi?
Neden
“Yedi organımdan kurtuldum” dersin?
Bedeninden
bir kıl başım eğerse,
Binlerce
dert yüz gösterir sana.
Bir
parmağın kesilecek olsa,
Aczinden
çırpınır durursun.
Dokuz
katlı feleğin altında duran şişe gibisin sen.
Tıpkı
testiye girip vız vız eden arıya benzersin.
Senin
hesabın kitabın ne? Aslın ne?
Değirmen
taşı altında duran şişe gibisin sen.
Bilmiyor
musun yaratılış pazarında
Kudret
taciri yok Tanrıdan başka?
Sen
bir yerlerden geldiğini sanıyorsun.
Bu
nasıl zan böyle? Başın belada!
Pencereden
çıkan yarasa gibisin.
Eşik
ucundan kapı önüne çıkıyorsun.
Yarasa
bahçede bostanda dolanır biraz.
Konar
her meyve ağacının tepesine.
Bir
saç kılı bulacak olsa bir yerde,
Kendini
padişah olmuş sanır.
Kendinden
başkasını görmez ortalıkta.
Zamaneden
mutlu olur bir saç ile.
Ama
ateş yüzlü güneş
Yüzünü
yere koyup batınca
Yarasanın
gönlündeki hile gider
Memesinden
süt dökerek kaçar.
***
Ey
gece gündüz yarasa gibi hareket eden!
Bir
avuç ayak takımı gibi düşünen!
Yarasa
gibi birkaç kıla razı mı olacaksın?
Körlüğünle
şirin ömrünü zayi mi edeceksin?
Yarasa
gibi gündüz körü, aciz
Gece
gündüz körlüğün esiri mi olacaksın?
Ne
güneşin yüzünü uzaktan görebilirsin
Ne
gözün ışık huzmesini seçebilir.
Hiç
duymadın mı cebbar güneş
Vahdet
burcundan doğar?
Gönlün
canına liyakat vermemiş.
Gözün
o nura nasıl dayanabilir?
Git,
kendine yaraşanı yap.
O
güneşin önünde bir zerre ol.
Ey
zerre! Çık, yüksel şu pencereden.
Sahip
olduğun ev aydınlık değil.
Bu
pencereden çıkmak senin için uygundur.
Dünya
sahrası günlük güneşliktir.
Mert
olanlar gibi düşünerek bir yol ararsın.
Dönen
feleğin dar alanında dolanırsın.
Kendi
yuvana doğru hareket edersin,
Bu
âlemde kendi yerine ulaşırsın.
Bu
murdarlar evinin çevresinde dolanırsın.
Zamanenin
tılsımlarından korkmazsın.
Sen
deniz görüyorsun, yine de sus.
Ama
kabarmaya başlar diye korkuyorsun.
Azizin
biri deniz kenarında durdu.
Denizin
her bir tarafına göz gezdirdi.
Durgun
mu durgun bir deniz görüyordu.
Düşüncesi
bile denizin sırrına erişmiyordu.
Denize
dedi: “Ey engin varlık!
Senin
dinginliğinden korkuyorum çok.
Şimdi
senin bir dalgan gelirse.
Birçok
gemi batar senin yüzünden.”
On
Üçüncü Makale
Dünya
mülkü yüzük kaşının altında olsa da
Senin
yerin toprağın altı olacak sonunda.
Kimse
ebediyen kalamaz dünyada.
Bilmiyorsan,
bak bir kere mezarlığa.
Dünyayı
iki kapılı bir han bil.
Bir
kapıdan girince çıkacaksın öbür kapıdan.
Gaflet
içinde uyuyorsun, hiçbir şeyden haberin yok.
Öleceksin
istesen de istemesen de.
Kimin
ölümü yaklaşırsa,
Ona
derler: Can çekişiyor.
Sen,
can çekişen! Aç gözünü.
Ta
başından beri can çekişiyordun.
İster
dilenci ol ister şahlar şahı
Üç
arşın patiska, on kerpiç olacak yoldaşın.
Tüm
dünya senin mülkün olsa da
Yolun
düşecektir bu kapıya.
Ansızın
çeneni bağladıklarında
Bütün
dünya mülkü masal olacak orada.
Sahip
olduğun her şeyden ister istemez
Ayrılman
gerekecek sonunda.
Felek
ne oyunlar oynamamıştır ki!
Kimsenin
bundan kurtuluşu olmayacak.
Bu
kadar dolambaçlı ömrüne bakıp
Aldanma.
Çünkü temeli hiç üstünde.
Ebu
Saîd Ebulhayr gidiyordu;
Eşeğinin
sırtında cam yüklüydü.
Biri
dedi ona: “Çok yavaş gidiyorsun.
Eşeğine
ne yükledin ki böyle yavaşsın?”
Dedi:
“Neyim olacak? Kıvrım kıvrım gönlüm var.
Eşek
bir düşerse, biçim olacak!”
Ömrün
temeli hava üstünde değil mi? Hiçtir.
Bakar
mısın bu hiçin yüz türlü işine!
Bu
ömürle senin canın şad oluyor.
Ölüm
gelince, emin ol, hava oluyor!
İskender
Şeddini çeksen de
Ne
vaktinden önce ne sonra gidersin.
Senin
ölümün önceden planlanmıştır.
Doğumundan
birkaç gün sonraya ayarlanmıştır.
Bir
dalı ortadan ikiye ayırsan,
Başka
daim yüreği titrer korkudan.
Feleğin
dönüşü sana biraz süre tanır.
Bu
bir avuç kemiğin fazla süresi yoktur.
Dünyanın
her işi, zerreden güneşe kadar
Sanki
dün yaşanmamış gibi çabuk geçer.
İskender
de olsan bu fâni dünya
Sana
İskenderiye kumaşından kefen giydirir.
İsfendiyar
gibi çelik bedenli olsan,
Ölümü
beklersin önünde sonunda.
Dağ
değilsin; yüce bir dağ olsan da
Çaresizlikten
saman çöpüne dönersin.
Deniz
değilsin; mavi deniz olsan da
Bulanırsın, harap olursun.
Aslan
değilsin; kükreyen aslan olsan da
Sen
feleğin tilkiliklerini bilmezsin.
Fil
değilsin; fil avcısı olsan da
Nemrud
gibi bir sivrisinek yüzünden ölürsün.
Sen
güneş değilsin; sende bu olgunluk olsa da
Bir
devir sonra yok oluşun görünür.
Ay
değilsin; parlak ay olsan da
Tutulma
vakti geldi mi, tutulursun.
Örs
değilsin; örs ile çekiç olsan da
ölüm
gelince yürüyüşün değişir, sendelersin.
Sağlam,
sert, keskin demir değilsin.
Olsan
da, paslandın mı, dökülürsün.
Aslan
tabiatlı, fil güçlü biri olsan da
Kurtların,
mezarın yemi olacaksın.
('anım
bedenden alıp çıkardıklarında
Seni
kelen içinde kurtlara götürürler.
Kefen
içinde yatıp ezildin mi
Sen
iyi yersin ama sopa yersin!
Toprak
olsan, ateş soyundan olsan,
Bu
lacivert dolapta hava gibisin.
Nice
meyve ağacının çiçeği döküldü bir ateşle.
Dökülen
çiçekler yem oldu kurtlara.
Daha
ne kadar kaçarsın keçi gibi dağ beline?
İster
istemez hazırlanacaksın ölüme.
Düşün
bakalım, bunca kadın ile erkek
Nereye
gittiler dertli yüreklerle?
Tüm
âlem sahrasında bir baştan bir başa
Hep
uyuyanlar görüyorum başları başa.
Bütün
yeryüzü fersah fersah
Gümüş
bedenler, siyah zülüflerle dolu.
Bütün
dağlarda, kırlarda adım başı
Selvi
boylu, badem gözlü birini görüyorum.
Hiçbir
kırda hiçbir yer yoktur ki
Yolunun
toprağında kanlı bir gönül olmasın.
Nerede
bir bitki yeşermişse,
Her
yaprağından bir ah sesi geliyor.
Yeryüzünün
toprakları azizlerin toprağı
Azizler
yaprak olmuş, âlem yaprak döküyor.
Biri
divaneden istedi köyde
“Tanrı
nın işinden haber ver bize”
Şöyle
dedi divane: “Haberdar olduğumda
'I
anrı’vı çömlekçi olarak gördüm bu yolda.
Kafatasım
birleştirdi hikmetiyle.
Bıraktı
rüzgâra sonra; oldu paramparça!"
Yerden
bir avuç toprak alırsan.
(Samlı
toprağa bir kıssa sorarsan,
Hungur
hüngür ağlar bulut gibi.
Her
bir zerreden gelir hayıflanma sesi.
Bu
gönül parlatan felek ilk günden beri
(lece
gündüz söker halkın iflahını.
Sanırsın,
yeryüzünde her toprak zerresi
Korkusuzca
dile getirir halini.
Bizi
toprak altına attın sonunda.
Senin
de başına gelecek aynı şey yakın zamanda.
Hey
gafiller! Nasıl kabul ettiniz
Bizi
toprağın altına tıktınız?
Biz
de sizin gibiydik başlangıçta.
Siz
de bizim gibi olacaksınız sonunda.
Bir
padişah delinin birini gördü.
Bir
kafatasını yol üstüne koymuştu.
Deliye
dedi: “Ne yapacaksın bu kafatasına?
Neler
kuruyorsun kafatası hakkında?”
Şaha
dedi: “Padişahım, düşündüm de
Seni
benimle meslektaş kabul ettim.
Bilmiyorum,
benim gibi yoksul birinin kellesi mi
Yahut
senin gibi bir padişahın kellesi mi?
Ömrüm
boyunca âlemde dolaştım durdum.
Senin
de benim de kısmetim üç arşınlık kefenmiş.
Ordun,
mülkün, ülken olsa da
İki
somun ekmek sen yedin, iki de ben.
Sen
de benim gibi koşturup duruyorsun.
Ne
yapacaksın bunları? At üstünden.
Hepsini
üstünden atmazsan,
Yarın
hepsi boynunda halka olacak.
Sakalar
gibi omzuna tulum almışsın.
Taşıdığın
su yarın sana ateş olacak.
Azizim;
gamını gör; derdini dinleyen nerede?
Ömür
rüzgâr gibi geçti; uyanıklığın nerede?
Yaşadın
bir süre; ömür bittiğinde
Hiçbir
şey kalmayacak; sende de öyle olacak.
Göz
yoluyla dök gönül kanını.
Çünkü
elekçinin elediği toprak olacaksın.
Felek
bu kadar uygunsuz olmasaydı
Toprak
böyle gümüş kollu olmazdı.
Gönlüm;
uyuma; söz dinle artık.
Bunca
gidenlerden ibret al artık.
Ölenlerin
mezarına çok gittin yüz naz ile.
Senin
mezarına gelir gelecek nesiller.
Ömrün
uzun diye ne caka satıyorsun?
Can
çekişirken çok yalvaracaksın.
Ömrün
yüz veya yirmi yıl olsa da
Bu
birkaç nefeslik ömürden hâsılın nedir?
Eğer
nasibin yüz yıl ise
Şimdi
aldığın nefese bak, gerisi havadır.
Bütün
ömründe gam var, ömür ise kısa.
Acı
ölümle ömrün şirin olur o zaman.
Gamdan
kanlı yaş akar yüzüme.
Bilmiyorum,
bu sözleri nasıl söyleyeyim.
Fâni
zindanda ölüm korkusundan
Öldüm
ben yaşamaktayken.
Nice
canlar bedende Nil nehri gibi
Kabarıp
taşıyor gök kubbenin allında.
Ömür
tenceresinin kapağı hep açık diye
Ecel
kedi gibi elini uzatıyor cana.
Ne
yapacağım ben? Geçimsiz, dünyada
Kedinin
utandığı yok; tencere ise açık.
Haydi
gönlüm, ne kadar kaynayacaksın tencere gibi?
Suskunluktan
kendine bir kapak edin.
Bu
bela tenceresinde piştin yüz dert ile.
Tuz
gibi bu tencereye lâyık biriyim.
Hey
günahkâr! Gönlün tencere dibinden kara.
Siyah
gönüllü! Tencereni kaldır ocaktan.
Tenceren
taşlı, didişiyorsun hâlâ.
Her
tencerede bulunan kepçe gibisin.
Ne
diyeyim; her halükârda ısrarcısın.
Israrından
vazgeçmek bilmiyorsun.
Her
saat bir başka can koy.
Boş
sözlerle vakit geçirme.
Sofrandan,
kâsenden ne kadar bahsedeceksin?
Vazgeç
böyle ham hayâllerden.
Bütün
padişahlığın ile mülkün
Fasulye
ile darıdan değersizdir.
Canın
gibi sevdiğin mülkün
Para
etmez; ölüm peşindedir.
Dünya
sahrası senin mülkün olduysa,
Sonunda
sığmağın iki arşın toprak olacak.
Toprak
olmak için doğmadın mı annenden?
Neden
ısrarla bağlar, seyir köşkleri yaparsın?
İhtiyacına
göre ev yapan kimse
Evinde
gül gibi hayatını sürdürür.
Evini
yapmışsan yamaçta bir yere
Seyir
köşkünü neden yaptın yükseğe?
Kendi
başlangıcından, sonundan haberdar değilsin.
Toprak
ile kan arasında sıkışıp kalmışsın.
Kendi
başlangıcına, kendi sonuna bak.
Arkanda
ne vardı? Önünde ne olacak?
Senin
kanlı yerin ilkin ana rahmiydi.
Karı
seni yıkadı, kandan toprağa geldin.
Kandan
meydana gelirsin başlangıçta
Yoldaki
toprağın altına gireceksin sonunda.
Ibprak
ile kan arasında kim mutluluk arar?
Aklı
başında biri bu konuda sana ne söyler?
Ne
galleltir bu! Bunca sorun varken
Toprak
ile kan arasındayken işini yürünün.
Temiz
veya kirli olarak gitsen de
Kandan
geldin, toprağa gittin.
Neden
kan ile toprak arasında mutluluk ararsın?
Bir
kulsun sen; neden özgürlük ararsın?
Bendeler
gibi el pençe divan dur.
Çünkü
âdemoğlu gamsız kalamaz.
Hâzineni
doldursan da altınla, gümüşle.
Sıkıntı
çekmeden su bile içemeyeceksin.
Hazırla
kendini; kapı açılmıştır.
Gevşeklik
etme; işin zor olacaktır.
Bu
kadar lafın sana ne yararı olur?
Git,
kendi elinle bir şeyler yap çabuk.
Kendi
elinle bir şeyler yaparsan
Bir
işi yüz bin kez yapmış olursun.
71.
Hikâve
Adamın
birinin çok parası vardı, vasiyet e!ti:
“Ben
ölünce mallarımı Muhtara götürün.
O
bunları ihtiyaç sahiplerine ulaştırır.
Reis
olduğu için kim haklıdır, bilir.”
Bütün
parayı Muhtar a götürdüler.
O
paradan bir mangır aldı.
Ik'di:
“Hayattayken o adam
Şu
kadarcığmı verseydi eliyle,
Bu
kadar parayı Peygamberin vermesinden
Çok
daha iyi olurdu.”
On
Dördüncü Makale
Ey
yoldan uzak düşmüş gafil!
Ansızın
gaflet içinde öleceksin.
Gaflet
içinde terk edeceksin hayatı.
Yazık
doğrusu böyle gafil kalırsan!
Yaşama
arzusuyla bir ömür koştun.
Ama
hayattan istediğini alamadın.
Gözün
özlemler içinde yolunu arar.
İşte
o zaman tepetakla olur.
Dünyanın
yırtık giysisi içindesin.
Sen
mânâsızca hep davada kaldın.
Birisi
yolda yırtık pırtık giysi görse, alırdı.
Onun
işi yırtık giysi toplamaktı.
Paçavra
dolu evine bir gece
Bir
kor ateş düştü.
Paçavralar
yanarken o da yandı.
İki
dünyada kim üzülür buna?
***
Hey
yırtık toplayan! Neden paçavra toplarsın?
Ne
zamana kadar paçavra içinde oturacaksın?
Gözlerin
yolda paçavra arar.
Hem
sen yanarsın ansızın hem paçavralar.
Ölünce
kurtulacağını sanıyorsun.
Musibete
düşmüşsün; nasıl kurtulursun.
İyi
bil bunu; canın çıkınca
Zerre
zerre tufan gelecek başına.
Her
bir zerre seni boş bırakmayacak.
Her
zerren can çekişmeye başlayacak.
Mezarından
seni kaldırdıklarında zorla
Yalın
ayak, baş açık, mahşer sahrasında
Kendi
harmanını böyle ateşe verdin ya
Ne
yaptığını bilmiyorsun kendi bedenine.
Nefsinin
gulyabaniliği ne kadar sürecek?
Dünya
düşkünlüğün ne kadar sürecek?
Ömrünü
yitirdin sen boşu boşuna.
Kendi
haline ağlarsan, yeridir.
Dünyada
kıymetli olan bir nefes var.
İşte
o bir nefesin kıymetini bilmelisin.
Gaflet
içinde umursamadın onu.
Sen
bilmiyorsun bir nefesin değerini.
Bazen
mucize bazen kanıt gösterdiler.
Bazen
Tevrat, bazen Kuran gösterdiler.
İyiden,
kötüden seni haberdar ettiler.
Senin
için Hakka giden yolu kısalttılar.
Anlattılar
sana neyi, nasıl, niçin yapacağını.
İsteklerinin
gözüne mil çek; Tanrıya ibadete koyul.
Bunca
zahmet, bunca rica
Senin
kibirlenmen için değildi.
Böbürlenme
pazarında salmıyorsun.
Kimse
sana ne ad vereceğini bilemiyor.
Buruş
kırış bir elbise giyersin.
Çulu,
kefeni hiç düşünmezsin.
Elin,
ayağın kırılmadıkça
Doymazsın
ekmeğe, giysiye, makama.
Senin
böyle başın, böyle ayağın oldukça
Her
şeyin zararını, kârını hesapladıkça
Sen
toprak tabiatlı, bunca zan içindeyken
Başını
koyup öldün mü, bırakacaksın her şeyi.
Mutlusun,
gurur rüzgârına kapılmışsın.
Ama
ellerin bomboş kalacak.
Uykuda
olduğun için sözden anlamıyorsun.
Kefene
sarıldığın vakit de anlamayacaksın.
Sözden
anlıyorsan, git, çalış, çaba göster.
Bu
âlemden azığını yanında götür.
Bir
ibadetle kurtulduğunu sanıyorsun.
Gafletinden
boş boş oturuyorsun.
Dostum,
bu halin sana hiç yakışmıyor.
Bu
dünyayı terk ederken temiz olmak gerek.
Feryadın,
susmanın faydası yoktur.
Senin
varlığının iyileşecek durumu yoktur.
Duyduğuma
göre Tanrıya yakın bir ihtiyarın
Bir
gece şiddetli diş ağrısı tuttu.
Sabahlara
kadar feryat etti
Derken
hatıftan bir ses hitap etti.
“Bir
gece başını yastığa koymadın.
Neden
Tanrı hakkında ileri geri konuştun?”
Ertesi
gece ihtiyar utandığı için Tanrıdan
Kapattı
ağzını, hiç konuşmadı.
Diş
ağrısından dolayı ciğeri yanıyordu.
Ama
Tanrıdan ulandığı için başım eğmişti.
Hatıftan
yine bir ses duydu.
“Tanrı
ya karşı sabırlı olmaya mı başladın?”
Başımıza
acayip bir iş gelmiştir.
Biz
bu işe devam etmişizdir.
Ne
söylenebilir ne susulabilir.
Ne
haberli ne habersiz kalınabilir.
Ademoğullarının
başına gelen bu hal
Bu
zor iş kimin başına gelmiştir?
Söyle;
insan kimdir? Bir zavallı.
Bir
avuç toprak, bir sürelik ömür.
Düzene
sokulmuş bir avuç kemik.
Onun
üstüne bir deri gerilmiş.
Bir
avuç damar ile sinir bir araya gelmiş.
Bu
düzenek bazen balgam bazen ter döker.
Bir
eliyle yüz naz içinde azık yer.
Bir
eliyle yıkar, kendinden defeder.
Söz
verirse, durmaz sözünde.
Mutluluğu
üreme organında.
Tuvalet
onun rahatlama yeridir.
Rahatladı
mı dışkısını asmalığa döker.
Cariye
ile kadınla sohbet ederse,
Bilirsin
sen, havanda su döver.
İpek
böceği kozasından kefen yapar.
“Ben
ipekli giysi giyerim” der.
Gönül
kanıyla dışarıdan altın getirir.
Ecel
geldi mi altını ondan geri alır.
Bütün
görme gücü, tuzlu iç yağı olan göz
Bütün
işitme gücü, bir parça kıkırdak.
Ayağına
bir diken batacak olsa,
Diken
onu oracıkta yere mıhlar.
Biraz
fazla yemek yiyecek olsa,
Karnı
ağrılar içinde kalır.
Az
yiyecek olsa, zayıflıktan, halsizlikten
Beden
sağlığından umudunu keser.
Ölü
veya diri bir an kalmıştır.
Bütün
ömrü bir ana rehin olmuştur.
Ne
bir an soğuğa dayanabilir.
Ne
sıcağa dayanabilir.
Ne
bir işte sabrı vardır
Ne
bekleyecek takati vardır.
Karınca
gibi zayıf, yılan gibi zehirlidir.
Başında
saman gibi zan dağı vardır.
Yüz
zorlukla bu zindanda doğmuştur.
Çok
can çekişmiş, sonunda can vermiştir.
O
mânâlar bilen Mecnuna sordu biri:
“Bu
halk kimdir? Bu dünya işi nedir?”
Şöyle
dedi Mecnun: “Bütün bu işler ayrandır.
Ayran
üstüne birden sinekler üşüşmüştür.”
***
İçine
düştüğümüz vadi nasıl bir vadidir?
Kendi
yüzümüzden ayak izlerini kaybetmişiz.
Bu
vadide kendi kendimizin gulyabanisiyiz.
Daha
ilk günden kendimizle meşgulüz.
Aciz
kaldık mı feryat ederiz.
Bela
geçti mi unutuveririz.
Yazık
ki bizim dünya telaşımızda
Gamımız
çok, hâsılımız yoktur.
Gözünden
yüz denizlik yaş döksen
Allah
bilir ya sen bir hiçsin.
Azizim,
eline bir kabak geçirirsen
Onun
üstünde göz, yüz yaparsın.
Kabağı
buzla doldurur, öyle tutarsın.
Böylece
kabak damla damla yaş döker.
Bu
yaşlar yağmur kadar çok olsa da
Kimsenin
gözünde yoktur değeri.
Biz
de kudretin yanında böyleyiz.
Bazen
güleriz bazen yaş dökeriz.
***
Binlerce
gönül bu ateşte kebap olmuştur.
Kim
bu bir damla suya bir şey diyebilir?
Senin
gözyaşmla Tanrının hükmü değişmez.
Ne
diyorsun? Kimlesin? Neredesin?
İki
dünya yok olsa da
Tanrı’nın
ne kazancı ne zararı olur.
Rızkını
alırlarsa önünden,
Kendini
kıyaslamazsın Tanrıyla bir daha.
hilesen
de inlemesen de olan olmuştur.
Bütün
nakışlar o pergelle işlenmiştir.
Razı
ol da zaman seni cezalandırmasın.
Kaderde
yazılan yazılmış; sen ne yapabilirsin?
Neden
arada bir zorda kaldığında
Hayrette
kalıp feryat edersin?
Hep
soruyorsun. Bu nasıl, o nasıldır?
Neden
bu doğru, baş aşağı durmaktadır?
Gözün
varsa, aç iyice gözünü.
Gözünü
açtıktan sonra düşün yine.
Varlıkların
dinginliğine bak bir an.
Her
zerrenin aslındaki sebata bak.
Akim,
ayırt etme gücün kalmamışsa,
Neden
olan biten her şeyi soruyorsun?
Attâr!
Can sokağının yolunu tut.
Dünyayı
önemseme; bırak, dünyayı düşman alsın.
Sen
akbaba değilsin; bırak murdarı.
Dünyayı
insan yiyen deve bırak.
Süleyman’ın
yüzüğü kaybolduğunda
Bir
avuç cin senden, kötü huylu insandan kurtuldu.
Yokluk
pazarına bas ayağını.
Bir
avuç tecrübesiz, ham insanda ne arıyorsun?
Batıl
olan ne varsa, kaldır önünden.
Hak
yolunu tut; kurtul kendinden.
Niçin
canın âlem yüzünden tehlikededir?
Alemden
sana gelen azık yeterlidir.
Bu
bunamış nefis olmasaydı.
Azık
kaygın, üzüntün olmazdı.
Geç
kendinden, din yoluna bas ayağını.
Puttur
bu kâfir nefis; çal yere onu.
Din
yolunda zerre kadar gevşeklik gösterme.
Doğruluktan
başka şey alınmaz dinde
Keramet
sahibi olan birinden işittim.
Yahudinin
biri meyhaneye gitti bir gün.
Meyhanede
harabe bir ver vardı.
Burası
rintlerin kumar oynadığı yerdi.
İki
kişi oturmuştu kumara.
Koymuştu
her biri gümüşü, altım bir kenara.
Yahudi
de oturdu onlarla kumara.
Bütün
parasım kaybetti kumarda.
Bir
evi, bir bağı vardı; kaybetti ikisini.
Hiçbir
şeyi kalmadı, iflas etli.
Blinde
altın, gümüş kalmayınca
Sıra
göze geldi; bir gözünü kaybetti.
Her
nesi varsa gitti elinden.
Bir
gözünü kaybetti, kör oldu.
Ona
dediler: “Böyle aciz kaldın.
Müslüman
ol, kendi dinini terk et.”
Bu
sözü duyunca Yahudi öfkeyle
Bir
yumruk altı Müslümanm gözüne.
Dilediğin
her şeyi yap
Ama
dinim hakkında bana lal söyleme.”
Bir
Yahudi Yahudilikle böyleyse
Din
ehli olan nasıldır, bilmiyorum.
Bir
gözü kalana kadar her şeyi kaybetti.
Ama
gönlünü dininden koparmadı.
Ey
bu toprağın kumarhanesinde
Varını
yoğunu böyle kaybeden!
Bazen
ay gibi parlak yüzünü kaybettin
Bazen
siyah zülüflerini kaybettin.
4 Gençliğini, ok gibi düzgün boyunu
Bu
yolda kaybedip ihtiyar oldun.
Nurlu
gönlünü aydınlık gözünle
Gaflet içinde kaybettin külhan köşesinde.
Kirlettin
şehvetle kendini.
Gaflete
bulaştırdın canınla bedenini.
Ey
hurafelerin adamı, vakit geldiyse
Meyhane
sokağından çıkar başını.
On
Beşinci Makale
Yazık
ki yolu gören gözün yok!
Şirin
ömrünü gaflet içinde geçiriyorsun.
Gaflet
içinde geçirdin bir zamanı
Mezarda
mı bir şeyler yapacaksın?
Ey
işlerinde hırsa kapılan!
Elif
gibi düzgün boyun bükülmüş.
Şimdi
ibadet etmenin sebebi
Ani
gelecek ölümden korkman mı?
Çok
sevindin, hayattan kâm aldın.
Şimdi
yaşlandın, aciz kaldın.
Hey
ihtiyar! Ne zamana kadar ilaç yapacaksın?
Gitmek
zorundasın. Ne tedbir alacaksın?
Hey
ihtiyar! Hırsın zerre kadar azalmadı.
Sanki
sütten kesilmemiş çocuksun.
Yaşını
başını almış insan için hırs çirkindir.
Apak
saçlarla günaha girilir mi?
Şaşkın
ihtiyar! Madem saçların ağarmış
Bu
halinle günaha girerim deme.
Avucunda
ateşli bir azık var.
Yaşlı
halinde elinde kadeh var.
Madem
acı su ile bedenini yıkıyorsun.
Kendi
tuzlu gözyaşmla kefenini yıka.
Tilkilik
ederim deme; rahat dur.
Zamane
gözden düşürmesin seni.
Korkmuyor
musun bu dünya sokağından?
Sen
gafili kapıp ortadan kaldıracaklar?
Sen
güzelce oturmuşsun, felek koşturmakta.
Sen
yem toplayan kuşsun, ömrün uçmakta.
Uyumuşsun
ama yaşın gelmiş elliye
Uyan
şimdi, çünkü zamanı geldi.
Gerçi
dünyada ömür boyu kan ağladın
Ama
şimdi ağlaman yeterli değildir.
Şu
fâni dünyadaki iş nasıl bir iştir?
Bu
dünyanın işi öbür dünyanın işidir.
Kendi
haline yan; kimse üzülmez sana.
Ne
diyeyim sana? Gerçekten de böyle biri yoktur.
Bir
işin çıkmışsa, bu senin işindir.
Senin
işin kimsenin umuru değildir.
Senin
ölümünle birinin gönlü yaralanırsa,
Kendinden
korkar, çünkü ölüm önündedir.
Senin
ölümüne çok ağlayan kişi
Kendi
ölümünden korkar, zarı zarı ağlar.
Zaman
olur, dudak gülmeyi bırakır.
Zaman
olur yüz dudak güler.
İhtiyar!
İşin var! Kan iç.
idinden
geliyorsa, imanla canım kurlar.
Arkadaşın,
eşin dostun olmayacak.
Sen
kendinle ebediyen başbaşa kalacaksın.
Korkmuyor
musun, yarın bu ateşteyken sen
Herkes
seni bugünkü gibi yanında mı tutacak?
Şimdi
diyeceğimi dedim, hemen gittim.
Ekinimi
ektim ama haşatımı bilmiyorum.
Şimdi
benim işim konuşmakladır.
İbadet
edecek olsam, takatim yoktur.
Artık
başımda kavak yelleri esmiyor.
Çünkü
toprağın altına girmem gerekiyor.
Şimdi
ömrüm pilim pırtısını topladı.
Toprağa
gittim, elimde hava kaldı.
Şimdi
sevinçli veya gamlı gittimse,
Arzulu
bir gönülle toprağa gittim.
Gam
dolu cihan beni çok gamlandırdı.
Kambur
felek sırtımı iki büklüm etti.
Benim
gamım daha ne kadar sürecek?
Bir
iş yaparsam, dilimle yapabilirim.
Dinin,
dünyanın sırrım çok araştırdım.
Dine
ulaşamadım; onda geri kaldım.
Nefesim
soğudu, gönül elimden çıktı.
Yaşlılıktan
saçlarıma ak düştü.
Misk
gibi saçlarım apak oldu.
Kefen
lâzım çünkü beyaz kâfurum var.
Saçlarım
kâfur gibi bembeyaz oldu.
Eskiden
simsiyahlı, bembeyaz oldu.
Saçlarım
bembeyaz olunca
Dünya
ana benim için memesini siyaha boyadı.
Yaşlılık
yüzünden düşkün biri oldum.
Elimden
tutacak hırını bulamaz oldum.
Gençler
güzel güzel laf dokunduruyor.
Laf
dokundurup yüreğime ateş düşürüyor.
Ama
ben sabırlıyım. Çünkü onlar da
Benim
gibi biçare, perişan olacaklar!
Bir
delikanlı uzaktan bir ihtiyar gördü.
Beli
yay gibi iki büklüm olmuştu.
Gençlik
havasıyla dedi: “İhtiyar!
Bu
yayı kaça satarsın? Gel, al paranı.”
Delikanlıya
dedi ihtiyar: “Hey gidi hayat hey!
Bunu
bana bedava verdiler.
Paran
yanında kalsın delikanlı.
Yarın
sana da bedava verecekler!”
Yaşım
altmışa gelmişse, yok zararı.
Ben
bu yaşımda iki büklüm, yay gibi oluyorsam,
Yetmiş
yaşı da görebilirim demektir.
Böyle
bir av kimin eline geçmiştir?
Okçu
yüzüğüyle ok düzgün atılır.
Benim
yaşıma gelince bel yay gibi bükülür.
Okçu
yüzüğü ve ok ile kuvvet artar.
Bu
yaşla, bu belle gönül yarası artar.
Yaşlılık
dolayısıyla derdim çoğaldı ama
Sırtım
dışında hiçbir yerim kamburlaşmadı.
Bir
iklimin benimle olduğunu sandım.
Bu
iklimin yarısında ben olduğumu anladım.
Yaşlılık
oturdu kucağıma çarçabuk.
Başımdan
böyle duman hiç çıkmamıştı.
Ömrümün
duvar kenarında uzattım elimi
Ömür
gelip geçince, nedir bunun hâsılı?
Ömrümün
şarap testisi tortulandı.
Ne
güç kuvvet ne yiğitlik kaldı.
Zaman
zaman şehvetle uzatırdım elimi
Takatsiz
kalınca, bundan da nasipsiz kaldım.
Bundan
sonra da hayır gelmez benden.
Bir
zamanlar çok hayır gelmişti benden.
Yenilmeyecek
ne çok şey yedim, gitti.
Yapılmayacak
ne çok şey yaptım, gitti.
Gönül
ateşimle ciğerimden duman çıktı.
Hızlı
gitmişim ama bunu geç anladım.
Öngörülü
bir aklım olsa da
Önümde
hangi gam var, nasıl bileyim?
Gözden
uyku, gönülden huzur gitti.
Sonum
nasıl olacak? Bilmiyorum.
Ölüm
korkusuyla yüreğim eriyor.
Eşeğim
topal, yolum çok uzun.
Gençlik
günlerimi hatırlıyorum.
Çeng
gibi her makamda feryat ediyorum.
Biliyorum,
ecel çökmüştür ümüğüme.
Çünkü
ömrüm yeterince uzun sürmüştür.
Yazık
ki dünya sebepleri yüzünden
Bu
dünya girdabına düşmüşüm.
Kendimde
bir hazine arıyordum.
Bu
hâzinenin perdesi kalktı gözümün önünden.
Bir
gece uzattım elimi hâzineye.
Cansız
kalıverdim. Yazık, ne çok zahmet çekmiştim!
Gönlümde
yüz hasretle dünyadan gittim.
Hayret
dışında dünyadan ne kalacaktır geriye?
Başımızdaki
sevda ne boş sevdadır!
Başımızdaki
düşünce ne zor düşüncedir!
Kendi
devrimizin zararı biziz.
Kendi
önümüzdeki engel biziz.
İşini
yüzüne gözüne bulaştıranlarız.
Hepimiz
kendi yüzümüze âşığız.
Dünya
beşiğimiz; hepimiz çokça uyuruz.
Gaflet
sarhoşluğuyla hepimiz harabız.
Tanrım,
kıyametten önce bana
O
mânâdan birazcık nasip et bana.
On
Altıncı Makale
Dostum,
yolunda çok kum var.
Her
bir kum tanesinden kurtul.
Kum
yükünü bir bir çekersen.
Bir
dağı çekmekten kolaydır.
Nefis
isteği, kibir, .şehvet, hırs
Yalan,
öfke, cimrilik, gaflet, bolluk
Hepsi
pusu kurmuştur yoluna.
Hepsi
gafil avlamak ister seni.
Bu
kumlar bir araya gelirse,
Bir
dağ olur, altında ezer seni.
Gönlün
din yolundaysa, sakın
Cehennem
ateşinin dağı bu dağdır.
İyi
bil şunu, ne kadar dünya süsü varsa,
Hepsi
bulanıklık getirir senin canına.
Bizzat
yetiştirmediğin şeyi neden istersin?
Bizzat
kaybetmediğin şeyi neden ararsın?
Tanrı
sana verdiği bir dirhemi
Senden
alırsa ey kendi benliğine düşen!
Dünya
senin haktanımazlığım bilir.
İki
dünya senin nankörlüğünü bilir.
Burada
bir gram altınla mest olmuşsun.
Oranın
yüz mülkünü elinden kaçırmışsın.
Senin
asıl yerin bu dünya değil.
Dünyaya
aldanmak doğru değil.
Vefasız
dünya bir geçitten ibarettir.
Yolculukta
bunca tahammülün nedir?
Akıllım!
Sen bir can ile bedensin.
Külhan
ortasında yanan bir çerağsın.
Bu
külhan senin bahçen olacaksa,
Senin
çorağın yansın bu külhanda.
Can
yakan, cazibeli dokuz kat ielek
Bir
gün seninle düğün yapacaksa,
Yaparsa
seninle düğün, bağır hemen.
Bağır
“On kâsesi bir paraya!”
Âlemin
derinliklerindeki Yunus isen
Yerin
balığın karnıysa, ses çıkarma.
Ay
yüzlü hır Yusuf isen,
Kanaat
et kuyu dibindeki odacığa.
İtiraz
su, biı ekmekle yetin.
Neden
ziyana bakıp hesap yaparsın?
Günlük
rızkın yarım ekmek olsa da
Dünyanın
bütün işi namus ile namdır.
Git,
her gün, yarım ekmeğini kazan.
Sonra
otur, öbür dünyanın işine yönel.
Kim
kanaat içinde feragat ederse,
Başına
ay ile güneşten taç giyer.
O
fakir tekkeden çıktı dışarı
Başında
eski püskü bir külah vardı.
Biri
şaka yollu dedi: “Hey akıllım!
Külahını
bana kaça satarsın?”
O
din dervişinin cevabı şu oldu:
“Dünyayı
versen de satmam bunu.
Niceleri
bu külahın alıcısı oldu.
Dünyanın
karşılığında istiyorlar bunu.
Satmıyorum
çünkü daha çok eder bu.
Bunun
bir ipliği iki dünyanın mücevherine değer.
Ne
bilirsin, benim başımda ne var?
Benim
başım yok, başımda taç var.”
***
Gönlüm;
derdin varsa, uyanık ol.
Uyumak,
yemek içmek için getirmediler seni.
Diyelim
ki bütün âlemi yedin
Savaşsan
da ölümden kurtulamayacaksın.
Sana
senden ne kadar zarar gelecek? Kendinin âfetisin.
Âfet
sensin; kalk kendi önünden.
Söyle,
utanmazlık, küstahlık ne zamana kadar?
Ne
taş yüreklisin! Keseksin sanki!
Eğri
veya doğru üstüne düşeni yap.
Doğru
yaptıklarında sorgulama olmayacak.
Yolunun
toprağı bir gün yatak olacak sana.
Bu
çarkıfelek seni döndürmeye başladı.
Bir
gram altına karşın yüz ayrık otu attı.
Köpeğe
sordular: “Paran var mı?” Köpek sıkılarak
Bazen
bağırır bazen kavga ederdi.
Köpek
para utancından feryat ederse,
Bir
gram altın için efendi nasıl mutlu olur?
Köpek
para utancından bağırır, dalaşır.
Para
az da olsa sana haykırır.
Bir
yerden eline birkaç kuruş geçerse,
O
değersiz para yüzünden sesin yükselir.
Yüz
kese altın saçsan da
İşin
doğrusu tutumlu olmaktır.
Ey
dünya düşkünü adam! Sarhoşsun.
Bu
dünya düşkünlüğünden ne göreceksin?
İsteklerine
kapılan insan! Niçin puta taparsın?
Kâfirler
gibi puta yüzünü dönmüşsün.
Niçin
kâfirlerin yolunu tutuyorsun?
Sen
paraya tapıyorsun, kâfirler puta.
Yüz
batmanlık put altın değildir kâfirlerin katında.
Dindar
adam! Bir gram altın, altındır gözünde.
Haydi,
dünyayı dünya düşkününe bırak.
Altını,
putu kâfirlerin avucuna bırak.
Altın
put yapmaktan başka işe yaramaz.
Put,
atılmaktan başka işe yaramaz.
Yüz
altın hâzinesini önüne alsan da
Yoksul
olarak öleceksin son nefesinde.
O
divane soru sordu şaha:
“Parayı
mı seversin yoksa günahı mı?"
.Şah
dedi: “Paradan haberdar olan kimse
Kuşkusu/
daha çok sever parayı."
Şaha
eledi deli: “Aklın varsa niçin
Günahı
götürüp parayı bırakıyorsun?”
Günahım
yanında mezara götürdün.
Bütün
paraları bıraktın, öldün.
Senin
canını (eslim etmen gerek.
Parayla
pulla dolu dünyadan maksat nedıı ?
Sen
dünyayla ortak olmayacaksın.
(üt,
hır lokma, bir hırkayla yelin.
Toprak
üstünde, hasır üstünde olsan da
Padişahsın
dünya ile düşüp kalkmadıkça.
Zahmetsiz
ekmek bulamayacağına göre
lüneksiz.
üstüne çul geçireıneyeceğine göre
Neden
kendini sıkıntıya soktun?
Kendini
kara talihin kucağına alim.
Hırkan
var, bir tam ekmeğin var.
Fazlasını
istemek şan şöhret içindir.
Niçin
insanlara bağlanıp geri kaldın?
C
iğerin kanlandı, gönlün hırsla doldu.
Bir
gram altın için gönlün iki parça oluyor.
“O
paralı adamdır" denilmesini istiyorsun.
Hey
gamlı adam! Yarım ekmek için
Neden
yüzsuyunu toprağa dökersin?
Azizini,
saman çöpü kadar minnet yükü
Yüz
mihnet dağından ağır çeker.
Bir
soru sordu o perişan halliye:
“Sen
neyi seversin?” Dedi: “Küfürü.
Bana
ne verirlerse versinler
Küfürden
başkasına minnet etmem.”
İnsanlara
neden bu kadar bağlısın?
Görünüşe
göre sen bu halka muhtaçsın.
Bir
gün parasız, çulsuz kalırsan,
Kimse
üç kuruş için elinden tutmaz.
Açlıktan
yarı ölü yarı diri olsan da
Yarım
ekmek elde edemezsin.
Bir
gün iki ekmek uğruna
Aşağılık
insanlar çöktürürler seni yere.
Bak,
Yüce Tanrı keremiyle
Namazda
kaç kere çöktürür seni yere?
Senin
gözün beylerde, hanlarda.
Nasıl
can ile canan olur gönlünde?
Handan
ekmek alırsan, sofranın bereketi kaçar.
Abartılmış
sofra elbette uğursuz olur.
Şahın
sofrasında neden böyle dolanırsın?
Bu
asalaklar bir avuç aciz, sefil, miskindir.
Bir
âşık divanenin yanına gitti o şah
“Hey
divane! Dile benden bir şey.
Güneş
benim tacımdır, gökyüzü atım.
Bağışlamam
için neden bir şey istemezsin?”
Şaha
dedi divane:”Ey bolluk içinde uyuyan!
Bugün
sinekleri benden uzak tut.
Şu
sinekler beni o kadar ısırdı ki
Dünyada
ısırılacak başkasını görmediler sanki!”
Şah
dedi: “Bu benim işim değil.
Sinekler
benim hükmümde değil.”
Divane
dedi ona: “Topla pilim pırtını.
Sen
benden yüz misli acizsin!
Senin
bir sineğe hükmün geçmiyor.
Git
haydi, utan padişahlığından!”
Tüccarın,
şahın etrafında ne dolanırsın?
Adamsan,
böylelerinden uzaklaşırsın.
Görüyorsun
nice insan aralıksız
Dünya
için talepkâr olmuştur.
Hepsi
bir türlü gam keder içinde
Bir
arpayı bir arpaya katmaktadır.
İnsanın
tabiatı her yerde alışkandır.
Her
insan bir âdet öğrenmeye meyyaldir.
Onları
hallerine bakıp anlarsan
Sen
de cehaletinden hırsa kapılırsın.
Zengin
senin gözünde paralıdır.
Yoksul
ise yüz sıkıntı içindedir.
İkisinden
dolayı kârda, zararda değilsin.
Peki
neden bedeninde can üzüntüsü yok?
Hırs
uğruna yoksulundan, zengininden
Sana
dönen nedir, iyi bak.
Ömründen
on yıl azalacak olsa,
Gam
çekmezsin malın çok olsa da.
Senin
malın ömründen, canından fazla.
Bilmiyorum
bu nasıl cinnet, nasıl sevdadır?
Ey
habersiz! Ne zamana kadar oturacaksın?
Yakin
sahibiysen, kanaat etmelisin.
Yastık
yoksa, koy başını kerpiç üstüne.
Bir
güzel yoksa, idare et bir çirkinle.
Madem
yarım ekmeğin var, yarım canınla
Nasıl
denk geliyorsa, dünyayı öyle yaşa.
O yoksul bir gece tandırda yattı.
Samur
kürke sarınmış bir şah gördü.
Kış
mevsimiydi, şiddetli ayaz vardı.
Şaha
dedi yoksul: “Ey akıllı şah.
Sen
soğuktan habersiz olsan da
Biz
de geçirdik bu geceyi bir şekilde!”
Azizim,
şu dönen mabedin dibinde
Mert
gibi sabırlı ol, kanaat et.
Yiğitçe
sabret, otur yerinde.
İçeri
koşturma, otur orada.
Bir
bilge rumuzla anlatmış bunu.
Her
işte sabırlı olmak makbuldür.
İnsanların
acizliği hep konuşmaktan gelir.
Bu
söz akıl için güneş gibidir.
İnsanoğlunun
canı hırsla koşturur.
Âdem’in
hırsıyla buğday meselesini gör.
Gönlünde
hırsa yer vermeseydin
Me’vâ
Cennetinden uzak düşer miydin?
Hırs
bize Âdem’den miras kalmıştır.
Bu
ne bitmez sıkıntı, ne zor iştir!
83.
Hikâye
Kendi
kulağımla duydum herkesten:
Bir
karıncaya yılda bir tane yeter.
Hırsından
toprakta pencere açar.
Bazen
buğday, bazen arpa, darı çeker.
Eğer
zamaneden bir fırtına koparsa,
Ne
o ne pencere ne tane kalır.
Yılda
bir tane ona yeterse,
Bir
taneden fazlasını aramak haramdır.
O
karıncanın hali insana örnek oldu.
O
karıncanın bedeni, aklı, gücü yoktu.
Kendi
hırsının eline yakalanmış.
Şana
şöhrete, iyiye kötüye yakalanmış.
Ansızın
ölüm gelir çatar ona.
Terk
eder her neyi varsa.
Hangisini
daha çok seviyorsa
Gönlü
ondan muradını alamaz.
Ecel
ansızın canını alınca
Dünyanın
her işini bitirmiş olur.
Ne
o ne onun hırsı kalır.
Efendi
nerede? Yüz yoksul geride!
Duyduğuma
göre gözü keskin bir fare
Kedilerin
pençesinden kan ağlıyordu.
Daracık
bir delikten çıktı dışarı.
Onun
darlığından dünya daralmıştı.
Onun
zannınca evin bir köşesinde
Tesadüfen
bir yumurta saklanmıştı.
Yürüdü,
yumurtaya yaklaştı.
Yumurtayı
yerinden oynatmak mümkün değildi.
Ne
pençesi yumurtaya işliyordu
Ne
dişleri yumurtayı kesebiliyordu.
Uzun
bir süre yumurtanın çevresinde döndü.
Acayip
bir hile yaptı, geri döndü.
Geldi,
bir başka fareye seslendi.
Onun
kulağına bu haberi fısıldadı.
Fare
geldi, yumurtanın altına girdi.
İki
eliyle iki ayağı yumurtaya kemer oldu.
Öbür
fare tuttu onun kuyruğunu
Yuvanın
ağzına kadar çekti onu.
Dışarıda
kedinin biri yatmıştı pusuya.
Meğer
o aslan yürekli kinliydi o fareye.
Fırladı
yerinden fareye doğru
Ama
fare deliği dasdaracıktı.
Kediden
korktu, sıkıştı daracık yerde
Kedi
o fareyi yakaladı yumurta ile.
Kedi
pençesiyle ayırdı yumurtadan onu.
Hırsından
gamından kurtardı fareyi.
Bakar
mısın, o zalim nasıl didindi!
Sonunda
kendi oyununa nasıl geldi!
O
rehber insan uygun örnek verdi.
Sıçan
ile fikri bozuk sıçan örneğini verdi.
***
Ey
gece gündüz hırs içinde koşan!
Karınca
ile fare gibi hile peşinde koşan!
Hırsın
başına yular olmuş.
Senin
hırsın var, devenin de yuları.
Gece
gündüz yıldız gibi gündüz körüsün.
Karınca
gibi gece gündüz hırsının esirisin.
Böyle
kan ağlamanı nimet bilme.
Elaman
farenin, karıncanın, insanın hırsından!
Elaman
şu sinek yiyen örümceklerden!
Hepsi
de akbaba gibi murdar peşinde.
Elaman
bir avuç kemik ayıklayıcının hırsından!
Hepsi
de kılıksız, köpek tabiatlı.
Kan
içen mide olmasaydı,
İnsan
böyle zavallı olur muydu?
Gece
gündüz koşuşturmaya başlamış,
İşi
gücü mideyi doldurmak olmuş.
Su
ile ekmek derdine düşmüş.
Şu
Cehennem bir zaman dolsun istemiş.
İnsanın
kendine çektirdiği her zahmetten
Ağır
basar midenin istedikleri.
Miden
senden ateş ile duman çıkarır.
Bu
Cehennemden o Cehenneme sıçratır.
Sûfi
görürse senin sürçmeni
Kuşkusuz
seninle âşık atmaya kalkar.
Doldur
mideni. Sende bir yürek varsa,
Uzakta
durur yüreğin senden daima.
Sen
nefis öküzünü besiye çekmişsin.
Ona
secde etmek için zünnar kuşanmışsın.
Sâmirî
hile ile altından yaptı o buzağıyı.
İnsanlar
eşekliğinden o buzağıya secde etti.
Nefsinin
buzağısı doymadıkça
Yüz
ibadet etsen de seni rahat bırakmaz.
Karnın
doyup da rahatlarsan,
Sırtından
ağır bir yükü atarsın.
Senin
canın beden kuyusuna düşmüştür.
Canın
bir iple kuyuya sarkmıştır.
Nefsinin
kurdunu hile ile alt et.
Çık
kuyudan, onu baş aşağı et.
Tilki
gibi kuyuda kalırsan,
Nefsinin
kurdu kuyu dibinde parçalar seni.
Yol
üstünde bereketli bir kuyu vardı.
Bir
ipin iki ucu iki kovaya bağlıydı.
Yukarıdan
boş kova indiğinde
Öbür
kova kuyudan dolmuş olarak çıkardı.
Bir
avare tilki oradan geçiyordu.
Nasıl
olduysa, o kuyuya düşüverdi.
Kuyunun
dibinde kovayı gördü, içine oturdu.
Kovanın
ipine sımsıkı tutundu.
Bir
yaşlı kurt o sırada kuyu başına geldi.
Kuyuya
bir tilkinin düştüğünü gördü.
Tilkiye
dedi: “Bizi özledinse, söyle
Ben
mi ineyim? Yoksa sen mi yukarı çıkarsın?
Kuyudan
çıkarsan, senin için daha iyi olur.
Böyle
bir çölde benim gibi kurt dostun olması daha iyi
Yüreği
daralmış tilki cevap verdi ona:
“Benim
ayağım sakat, iyisi mi sen gel aşağıya.”
Kurt
hareketli kovaya oturdu hemen
Ok
yaydan fırlar gibi hareketlendi kova.
Kurt
hızla kuyunun dibine inerken
Tilki
de aynı hızla çıkıyordu yukarıya.
Yol
ortasında birbirlerine kavuştular
Orada
birbirlerinin yüzünü gördüler.
O
zalim kurt başladı konuşmaya:
“Hey
tilki! Beni yalnız bırakma!”
Hilekâr
tilki cevap verdi ona:
“Sen
gidedur, bekle beni, gelirim az sonra.”
O
kavgacı kurt aman bulabilir mi?
Kurt
tilkiyle barış yapabilir mi?
Kova
yıldırım hızıyla iniyordu aşağı.
Öbür
kova fırtınaydı sanki, çıkıyordu yukarı.
Kurt
kuyunun dibine varmıştı.
Tilki
ona bakarken yukarıdaydı.
Yaşlı
kurdun dermanı ne olabilirdi?
Böyle
bir durumun dermanı olamazdı.
O
huysuz kurt kuyuya düştüğünde
Ağzı
laf yapan tilki kurtardı yakayı.
Bedenin
bir kuyudur, canın düşmüş ona.
Nefis
kurduna kaybettirmiştir izini.
Söyle,
canın Allah’ın ipine tutunsun.
Bakarsın
bela kuyusundan kurtulursun.
Bu
nefis külhanda kalmış köpektir.
Kemik
uğruna bedende kalmıştır.
Üstünde
incir kuşunun kemiği olsa da
Emin
olma, bir köpek yatıyor yanında!
O
keıli kebabı gözüne kestirdi.
Sofradan
kebabı kaptığı gibi kaçtı.
Biri
kedinin yolunu kesmek istedi.
O
kediyi kıskıvrak yakalamak istedi.
Bir
aziz kediyi gördü uzaktan.
Kediyi
yakalamış, dövüyordu o adam.
Adama
dedi: “Gönlünde kararın kalmamış.
İşin
düşe düşe bu kediye mi düşmüş?
A
kopek tabiatlı geçimsiz adam!
Kediye
kebap çaldıran köpeği döv döveceksen.”
Bir
tazı ile oturmak ne hoş!
Kafadar
biri olup tazıyla oturmak ne hoş!
İğne
yutturmak için gelirler köpeğin yanına.
İğneyi
yutturdular mı kılıçlarını denerler köpekte.
Sen
köpeklere karşı çok aslanlık ettin.
Ama
nefis köpeğin bir işe yaramadı.
Bağla
nefis köpeğini, rızkın hazırdır.
Oysa
sen bağlısın, nefis köpeğin salınmış!
Müptelalar
gibi aciz kalıyorsun.
Bu
halle azığını nasıl çıkaracaksın?
Sen
rızık veren Tanrıya güven.
Sabretmeyi
bil, sakin ol daima.
Tanrı
kâfir olanın rızkını verirken
Senin
gibi akıllı birinin rızkını vermez mi?
İyiliksever
biri bize anlattı.
Çöl
yolunda bir kuyu vardı.
Kuyudan
su çektiğim sırada
Ansızın
yüzüğüm düşüverdi kuyuya.
Birini
kuyuya indirdim.
Kuyunun
dibindeki çamuru araştırsın dedim.
“Hepsini
doldur kovaya, çekeyim yukarı.
Bakarsın
çamur arasında bulurum yüzüğü.”
Kuyudan
birkaç kova çamur çektim.
Çamur
içinde yüzüğü çok aradım.
Çamur
içinde bir karataş gördüm.
Pırıl
pırıl, cilalı bir taştı gördüğüm.
Değerli
taş mıdır acaba derken
Elimden
düştü yere, kırıldı.
İkiye
ayrıldı, ortasından bir kurtçuk çıktı.
Kurtçuğun
ağzında yeşil bir yaprak vardı.
Ne
büyük nimet verici Tanrıdır ki
Taşın
içindeki kurtçuğu yaşatır.
Çöl
yolundaki karanlık kuyuda
Taşın,
çamurun içindeki kurtçuğu yaşatır.
Hey
hırslı! Tanrı nın rızık verme gücünü gör.
Onun
lütfunu, kalıcı nimetini, bağışım gör.
Dindar
bir kadın vardı; kocası seyahate çıktı.
Ne
kocası, ne yiyecek azığı kalmıştı.
Biri
dedi ona: “Yalnızsın, zordasın.
Ekmeğin
yok, paran yok, ne yapacaksın?”
Kadın
cevap verdi: “Ben yalnız değilim.
Tanrıya
yakın bir yerdeyim.
Kocam
olmasa da rızkım gelir.
Rızık
yiyen gitti ama rızık veren buradadır.”
Be
adam! Bir kadından da geridesin.
Vah
sana vah! Sen neden böylesin?
Uygun
olan, olmayan işlerin yüzünden
Senin
benim ihtiyacım bela olmuş başımıza.
Bu
hikâyeyi bir dervişten duydum.
Dedi
ki: Kâbe’yi tavaf ediyordum.
Nurla
yoğrulmuş bir derbeder
Beli
iki büklüm olmuş, saçlar ağarmış.
Yanımda
az çok bir şeyler vardı.
Dünya
malı olarak bir de misvak vardı.
Ona
dedim: “Eski toprak ihtiyar!
Bu
misvağı ister misin? Senin olsun.”
Cevap
verdi bana o söz bilir ihtiyar:
“Ben
ihtiyaç kapısını nasıl açarım?
İhtiyaç
kapısı açılırsa yüzüme,
Sonsuza
kadar kapanmaz bir daha bana.
Bu
kapıyı yüz yıl önce kapadım ben.
Bu
yaşımda bu kapıyı nasıl açarım ben?”
Sen
ölmezsen, hırsın azalmak bilmez.
Hırs
derdinin merhemi topraktır.
Hırs
yokuşu uzun bir yokuştur.
Emeller
ardı arkası kesilmez arzulardır.
îpek
böceğine bak; genç yaşta
Saklar
kendini kefen altına.
Kendi
hırsından, avareliğinden
Sollar,
sağ, arkalar ön olur.
Dolaşmaktan
bedeninde takat kalmayınca
Koyar
kendini kendi eliyle mezara.
Flamingonun
hali güldürür beni.
Deniz
kenarında, başı önde dikilir.
Çektiği
mihnetlere dalmış gitmiştir.
“Su
içersem, deniz eksilir” der.
Bu
mânâda sen kendinin flamingosusun.
Mihnet
çekmede flamingodan ileridesin.
Sen
de ateş içinde duran flamingosun.
Şimdi
sahip olduklarını ye iç güzelce.
Mutlu
olmaya bak bir an, bırak didinmeyi.
Bugün
yemeye bak, yarını görecek misin?
Dünya
malı olarak bir şey bırakma.
Bir
iğne yüzünden yakalanmadı mı İsa?
Cömertlikçi.
Pintilerin başları
Yakışır
fil ayağı altında kalmaya.
Canlarında
öyle bir düğüm vardır ki
Kimse
göremez onların yüzünün güldüğünü.
Pintilerin
pintilikleri yüzünden sürekli
Bir
araya gelmez dünya ile dinleri.
Eşekliklerinden
olacak, buğday pazarında
Bir
arpa vermez de can verirler, bak şu işe!
Bizim
şehirde pintinin biri hastalandı.
Bu
adamın elli kese altın dinarı vardı.
Özgür
düşünceli biri benden bir istekte bulundu.
O
pinti için şerbet yapmamı istedi.
Adam
beni o pintinin yanına götürdü.
Dertle
boğuşan yüz yaşında birini gördüm.
Hırs
derdinin hastalığıyla yatıyordu.
Yatağında
aygın baygın yatıyordu.
Gönlü
ölüme yaklaşmış,
Her
bir yanı kararıp morarmış.
Pintiliği
yüzüne aksetmiş,
Yemek
yememekten dudağı morarmış.
Yanında
bir şişe gülsuyu buldum.
Şişenin
ağzını çamurla sıkıca kapamış.
Birine
dedim: “Şişenin ağzındaki çamuru çıkar.
Hastanın
yüzüne gülsuyu serp.”
Hasta
adam korkudan bağırdı:
“Çamuru
çıkarma sakın şişenin ağzından!
O
çamuru çıkarırsan şişenin ağzından
Kalbimi
sökmekten beter edersin bana.
Bu
güzel koku yüzünden gönlüm hastadır.
Gülsuyu
serpme bana, canım ateştedir.”
Bunu
söyledikten sonra bu âlemi terk etti.
Bilmiyorum
sonra onun hali ne oldu.
O
zavallıyı yıkayıp temizlediler.
Bin
güçlükle götürüp toprağa verdiler.
Sonra
o gülsuyu şişesini getirdiler.
Gülsuyunu
onun mezarına döktüler.
Gülsuyuyla
mezar toprağı ıslanınca
O
bîçarenin kör gönlü daha da kör oldu.
Gülsuyunu
şişeden çıkarmak istemiyordu.
O
gülsuyuyla toprağı bari gül koksundu.
Gülsuyundan
bir damla eksilmesin istedi.
O
gülsuyuyla mezarında dikenler bitti.
Pintilerin
sonu ne olur, söyledim.
Bakar
mısın, ne güzel bir sır söyledim!
On
Yedinci Makale
İki
yanak toprakta döküleceğine göre
İki
yanağınızı toprağa sürün azizler.
Düşünün
o zamanı, toprakta
Dökülür
yanaklarınız gül yaprağı gibi.
O
anda ne inleyebilirsiniz
Ne
O nun önünde yüzünüzü toprağa sürebilirsiniz.
Şimdi
sizin kudretiniz varken
Gece
gündüz bu şekilde huzurdayken
Niçin
Tanrı ya ibadette gevşeklik gösterirsiniz?
Elinizi
kıvrak tutun Tanrı eriyseniz.
Sen
işine yarayacak bir şey yaptığın zaman
İftihar
edebilirsin adamlığınla.
İstersen
çok ibadet edebilirsin.
Ama
kırk saatin birinde ibadet edersin.
Yanında
hiç yoldaşın kalmayacak.
Gönül
yangısı ile seher ahları kalacak.
Sen
hiçbir gece ibadet kaygısıyla
Sabaha
kadar uyanık tutmazsın kendini.
Dostum,
uyuma ki uyanasın.
Sırları
öğrenmeye lâyık olasın.
Neden
uyudun sen? Uzun ömrün olsa da
Ölüm
uykusundan uyanamayacaksm.
Git,
mezara at kendi uykunu.
Böylelikle
uyandırırsın aklını.
Bak,
aciz kalan şu güneş bile
Uykudan
gözlerini hiç kızartmadı.
Senin
güneş gibi böyle derdin olsa,
Uykusuzluktan
sararmış yüzün olur.
Hey
gece gündüz demeden uyuyan!
Yaşlılık
sabahı oldu, sen hâlâ uykudasın.
Korkmuyor
musun, ölüm seni uyutacak?
Gönlünü
uyutup perişan edecek.
Sen
uykudasın; uyanık olanlar gitti.
Azizler,
vefalılar gitti.
Sen
başına buyruk bir dünyanın torbasmdasm.
Kalp
akçe gibi yerinde kalmışsın.
Gaflet
içinde didişip duruyorsun.
Ağzın
kalabalık, başın sevdalarla dolu.
Diyelim
ki gece uyudun sabaha kadar;
Uyudunsa
neden geç vakte kadar uyudun?
Dostum,
sabah vakti gevşeklik gösterme.
Eminsin,
sağlığın da yerinde.
Sabahleyin
seher yeli esince
İstediğini
elde edersin o saatte.
O
dergâhtan giyilen hilat
Sabah
olduğu zaman giyilir.
Gece
bitip de sabah vakti yaklaşınca
Toprak
zerreleri başlar kaynaşmaya.
Hakikatin
kokusunu alan gönül
Alışır
o saatte uyanık kalmaya.
Senin
yolun o dergâha gidiyorsa,
Sabah
vakti kana bulanmış bir ahtır.
Gönlüm,
o anda uykuyu terk et.
Bir
ah çek, Harem kapısının halkasını vur.
Kanlı
göğsünden temiz bir nefes ver.
Böyle
sabah çok olur ama sen de mezarda olursun.
Gece
oldu mu tut o halkayı.
Zincire
vur sen coşkulu gönlünü.
Ya
da divane gönlünün çöz bağını.
Hoşça,
arzu dolu olarak feryat et.
Çöz
dilini, Tanrıya sırrını söyle.
Gönlünün
eski gamlarını açıkla.
Mutlusun;
yağmur gibi dolu dolu ağla.
Belki
gönlünden perde kalkar böylelikle.
O
anda çektiğin ah kabul görürse,
Dünya
ile içindekilerden hoştur o an.
Azizim,
ömrün geçti; anla artık.
Gece
gündüz uykuda olma artık.
Geceleyin
uykuda, gündüz gaflet uykusundasm.
Gaflete
batmış insan! Utan, utan!
Hey
uyuyan! Uyuma! Bu kadar günah yeter sana.
Neden
uyudun? Mezarın yatak olarak yeter sana.
Binlerce
azizin nurlu canı
Fedadır
sabah kalkanların secdegâhına.
Ne
lezzettir bu! Karanlık gecelerde
Niyazını
sunarsın Hakka.
Ne
hoştur, toprağa sürersin yüzünü!
İnleyerek
eda edersin namazını.
Bütün
ufuklar dinginleşmiştir.
Senin
yolun Tanrı ya uzanmıştır.
Tanrı
huzurunda niyaz elini açmışsın.
Bazen
ağlamaktasın bazen namazdasın.
Böyle
bir anda, Tanrı nın huzurunda
Mahlukat
uyurken bir sen kalırsın.
Gafiller
yataklarında uyurken
Sen
Tanrı ile sırdaş olursun.
Karanlık
gecede Tanrı ile başbaşalık ne güzel!
Kendinden
uzakta, Ona yakın olmak ne güzel!
Bundan
daha iyi işin olabilir mi?
Bir
gece Onun huzurunda olmak ne güzel!
Yüz
gece nefsinin isteği ile uyanık kalsan
Bu
işin içinde küçük bir şehvet olurdu.
Nefsin,
heveslerin için yüz kere uyanık kaldın.
Bir
geceni de Tanrı için uyanık geçir.
91. Hikâye
Duyduğuma
göre kâmil bir pir vardı.
Diğer
pirler gibi gafil kalmamıştı.
Ne
gece uyur ne gündüz dinlenirdi.
Gece,
gündüz kimse onu uyur görmezdi.
Biri
sordu ona: “Ey gönül parlatan pir!
Niçin
gece, gündüz hiç uyumazsın?”
Ona
dedi: “Bilen insan uyumaz.
Cennet
ile Cehennem onun üstünde, altında.
Birini
harlandırır dururlar aşağıda.
Öbürünü
süsler, donatırlar.
Şu
zamanede Cennet ile Cehennem arasında
Nasıl
uykum gelir, söyler misin bana?
Kimse
benim adımı deftere yazmadı.
Ben
bu iki yerden hangisinin mensubuyum?
(jönlüm
parlıyor, canım ateş içinde.
Bu
durumda nasıl uyku girer gözüme?
Gönlümde,
canımda yangın olduğu sürece
Benim
uyumam tepetakla olmama sebep olur.”
Binlerce
ünlünün temiz canı
Gece
ibadeti yapanların halvetine fedadır.
Azizim;
ne kadar uyuyacaksın? Aç gözünü.
Başını
dizine daya, düşün, gir halvete.
Gece
boyunca havanda su dövenler gibi
O
bir avuç perişan insandan olma.
Neden
uyudun mehtaplı gecede?
Bu
uykudan ne geçecek eline?
Hiç
düşünmez misin, ömrün sona erince
Nice
mehtap doğacak senin mezarında?
Uyku
seni kefen içine çekmiş.
Mezarına
ay ışığı vuracak.
Uykusu
gelen kişi düşünür bir kere.
Ay
ışığı çok vuracaktır mezarına.
Mehtaplı
gecede uykun mu geliyor?
Âşıklar
az uyur mehtaplı gecede.
Âşık
uyumuş, maşuk uyanıktır.
Derse
akıllı biri, hiç doğru olmaz.
Ne
maşuğu, ne âşığı? Bu ne biçim laf?
Toprağa
ne temiz kişiler girer!
Sen
nefis ile heves külhanının adamısın.
Nasıl
olur da padişah âşıklarından sayılırsın?
92. Hikâye
Duyduğuma
göre vaktiyle bir padişah vardı.
Bu
padişahın ay gibi güzel yüzü vardı.
Çevgen
oynamak için çıktı dışarı.
Onun
yüzünden her an yüz gönül kanadı.
Güzellik
topunu meydana attığında
Felek
onun topuyla çevgen oynadı.
Yanağı
dünyayı süslemekten söz ederdi.
Onun
güzelliği dünyaya çelme atardı.
Akıl
onun yolunun toprağına oturmuş.
Ter
onun ay yüzüne konmuş.
Aşkının
gamı yararsız bir sevdaydı.
Lâl
renkli dudağı dumansız helvaydı.
Sarhoşun
biri o meydanda dolaşıyordu.
Onu
seyrederek hayran kalıyordu.
Bir
gün mum gibi yanan bir derbeder
-Ki
zavallı sabaha kadar külhan yakardı.-
Uzaktan
güzel padişahın yüzünü gördü.
Onun
başına neler neler gelmedi!
Onun
aşkı canına ateş düşürdü.
Onu
dermansız zorlu derde düşürdü.
Gönlü
aşk içinde delilik macunu yaptı.
Yanağı
yaştan yüz türlü kan yaptı.
Kâfur
gibi ciğerinden soğuk nefes geliyordu.
Uzaktan
özlem ateşiyle yanıyordu.
Aklı
karışmış, şaşmış kalmıştı.
Gönlü
ateşler içinde kalmıştı.
Cehennem
gibi yanan canıyla nefes verdi.
Sarhoşlukla
üstünü paramparça etti.
O
sarhoş âşık çırpındı durdu.
Canının
yerine giysisi geldi eline.
Dünya
gözünde karardı.
Sarhoşlukla
yere düştü, bayıldı.
Nasıl
çırpınırsa kan ile toprak içinde
Yol
üstündeki yarı boğazlanmış tavuk,
O
zavallı âşık da öyle çırpındı durdu.
Bu
ne aşktır! Bu ne derttir! Bu nasıl iş?
Sonunda
on gün on gece bu şekilde
Sabaha
kadar yattı toprak üstünde.
Birazcık
kendine geldiğinde
Tekrar
düştü sarhoşluk coşkusuna.
Feryat
ediyor, her yana koşuyordu.
Yere
yağmur gibi gözyaşı döküyordu.
Su
şeddi gibi sahrada kalmıştı.
Yağmur
gibi sahraya gözyaşı saçıyordu.
Gönlü
bu sahranın dışındaydı.
Bedeni
kan sahrasına bağlıydı.
Gözyaşıyla
sahra çamur içinde kalmış.
Dünya
dolusu dert gönül sahrasına yerleşmiş.
Ne
sırrını açacağı bir mahrem vardı.
Ne
rumuzlu konuşacağı bir gönüldeşi vardı.
Yemeden
içmeden kesilmiş, uyumaz olmuştu.
Ama
bunu söyleyecek cesareti yoktu.
Gönlüne
diyordu: “Âlemi parlatan bir şahtır.
Bugün
bütün âlem onun mülküdür.
Padişahlığıyla
ferman verirse,
Ordu
toplar sayılamayacak kadar.
Onun
bir adamı bana gelirse,
Onun
karşısında direnç gösteremem.
Külhandan
çıkar dışarı bir dilenci
Böyle
bir padişaha vuslat umuduyla.
Bu
sırrı açıkça söyleyecek olsam,
Anında
eder beni parça parça.
Ne
yapayım? Nasıl edeyim? İşim düştü.
Eşeğim
çamura saplandı, yüküm düştü.”
Ve
böylece on yıl boyunca
Padişaha
aşkından vazgeçmedi.
Her
gece sabaha, her sabah akşama kadar
Kapısında
durdu, dedi: Yarabbi!
Kararı,
uykusu, huzuru gitti.
Adı
sonunda kötüye çıktı.
Şahın
akıllı bir veziri vardı.
Vezir
onu görünce hemen tanıdı.
Ama
kıvrak zekâlı şahtan korktuğu için
Bu
meseleyi ortaya getirmedi.
Bir
gün “Açılın, kenara çekilin” sesleri arasında
Tüm
sahrada toz toprak kalktı havaya.
Zamanın
Yusuf’u çıktı meydana.
Beşikteki
güneş gibiydi sayvanının altında.
Külhan
işçisi koştu hemen yanma.
Gönlü,
canı laf doluydu ama dili tutulmuştu.
Oyuncu
şah alınca eline çevgeni,
Zavallının
canından söktü yüreğini.
Zülüflerinin
kıvrımından alınca kokuyu
Top
gibi kendinden geçip yuvarlanıyordu.
Veziri
tam fırsatını buldu.
Külhan
işçisinin halini rumuzlu söyledi.
“On
yıldır senin aşkınla gece gündüz
Ne
uyudu ne mum gibi yanmaktan usandı.
Bu
zavallı senin iyiliğini isteyenlerdendir.
Ona
padişahlara yakışır şekilde iyi davran.
Üstü
başı dökülüyor olsa da
Topunu
bir kez atıver ona.
Böyle
bir yâr utanç verici olsa da
Garip
olmaz bu durum şahlarca.”
Padişah
lütfetti, sürdü atını.
Bu
zavallıya doğru attı topunu.
Âşığa
dedi: “Topumu at bana.
Neden
ağzın açık kaldın böyle?”
Padişahtan
bu sözü duyunca zavallı
Toprağa
düştü, kıvranmaya başladı.
Gözlerinden
yağmur gibi yaş boşandı.
Kavak
yaprağı gibi titremeye başladı,
kanından
yüz kadeh kanı giysisine dökmüş.
Bütün
dünya onun çevresine toplanmış.
Dertli
dertli soğuk nefes veriyordu.
O
kalabalıkta halden hale giriyordu.
Sonunda
toz toprak içinde perişanlıkla
Geri
götürdüler onu külhanına.
Gönlü
keder denizine dalmıştı.
Gözlerinden
akan sanki dağ pınarıydı.
Hava
onun nefesiyle soğumuştu.
Felek
onun yüzünden sararmıştı.
4
• Sonunda o zavallı bir ay boyunca
Dağ
altında kalmış saman çöpü gibi yaşadı.
Bir
gün padişah vezirine dedi:
“O
yoksul galiba bizden korktu.
Gel,
onun külhanım arayalım.
Biraz
âşığımızla sırlaşahm.
Âşıklar
bir coşarsa zira
Koskoca
fil esir olur karıncaya.”
Bu
ne devlettir! Başı yüce bir güneş
Kendi
zerresinin yanına gidiyor.
Padişah
külhana doğru hareket edince
Gönlü
daralmış külhancıya haber geldi.
Gözü
padişahın cemâline ilişince
Titredi,
oraya yığıldı kaldı.
Padişah
o âşığın yüzüne baktı
Başını
kucağına alıp ağladı.
Onun
coşkulu gönlüne merhem oldu.
Kendisi
öldürüyor, kendisi matem tutuyordu.
Kendi
varlığına yol bulunca
Başını
padişahın kucağında bulunca
Pervane
o sıcaklığa nasıl dayanır?
Parlak
mumun alevine kendini atar.
Böyle
bir şahın vuslatına takati yoktu.
Bir
ah çekti; ahi göklere yükseldi.
Gözyaşlarından
yüzüne gülsuyu çarptı.
Bir
nara attı, orada ruhunu teslim etti.
O
hayran âşıktan iki nefes çıktı.
Biri
cansız, biri canlı çıktı.
Külhancı
gibi aciz olan sen
Senin
şahın vuslatına dayanacak gücün yok.
Hey
toprak parçası! Ham hayâle kapılma.
O
temiz Tanrı senden müstağnidir.
Temiz
kişilerin yaptığı ibadet
Bir
avuç toprağın yoluna fedadır.
Hitap
geldi: Ey Tanrı katının temizleri!
Hep
birlikte secde edin Âdem'e.
Kendi
istiğnamızla bir parça toprağa
Bunca
temiz secdeyi saçtık.
Bizim
zatımız bunlardan müstağnidir.
Secdenin,
namazın ne yeri vardır?
Külhancı!
Git, külhanını yak.
Bu
ateşte yüz ağıtla yan.
Bu
yalan dolan ne zamana kadar sürecek?
Çünkü
sarhoşlar çok boş konuşur.
Sultan
seni düşünür, sana yönelirse,
Ne
canın var ne yerin; ne yaparsın?
Ne
onun huzuruna getirecek canın var
Ne
onu yanma getirecek yerin var.
93. Hikâye
Duyduğuma
göre bir fare çölde
Gördü
sahipsiz bir deve.
Yularını
sımsıkı tuttu, koştu.
Deve
ardından güzel güzel yürüdü.
Onu
deliğinin olduğu yere kadar getirdi.
Deveyi
sığdıracak yer değildi, ne çare?
Deve
dedi ona: Hey yolunu şaşırmış!
İşte
geldim; yerin hani?
Kendi
acizliğinden haberin yok.
Beni
yiyecek diye getirdin evine.
Bir
pencere daracık deliğe nasıl sığar?
Benim
gibi bir deve iğne deliğinden nasıl geçer
Git,
canından bu yükü kaldır.
Bu
işte orantısızlık olmuştur.
Zavallı
fare; sus, konuşma.
Aldatamazsın
benim gibi deveyi.
Hey
karınca! Git, kendine bir yuva ara.
Sana
lâyık olan taneden söz et.
Hey
karınca! Havalara girmişsin sen!
Ayağın
yere basmıyor; bu yüzden neşelisin.
On
Sekizinci Makale
Mülk,
hazine, para ile mağrur olma.
Senin
gibi nicelerini hatırlar dünya.
Nurlu
canınla ibadet et Tanrıya.
İbadet
edilesidir Tanrı; ondan uzak durma.
Her
işinde Tanrı yı an.
Yaşadıkça
Tanrıyı akimdan çıkarma.
Bir
işte yardım isteyeceksen, O ndan iste.
Çünkü
bundan daha iyi bir dergâh bulamazsın.
Dostum,
kendi halinden memnunsan,
İyi
bil ki bu hoşnutluk, O nun hoşnutluğudur.
İbadete
alıştır kendini; günahtan uzak dur.
Günahın
varken ibadet nur vermez sana.
Çok
keskin olma; çabuk öfkelenme.
Hiç
kimseyle de uğraşıp didişme.
Birine
kin güdüp göğsüne ateş düşürme.
Gece
gündüz yanar durursun yoksa.
Hırsın
esiri olurum deme.
Yoksa
temiz canın bıkar bedeninden.
Hiçbir
şekilde yalan söyleme.
Çünkü
bundan beter günah olamaz.
Kıskançlık
tabiatında ağır basarsa,
Gönlün
doyar artık yaşamaya.
Bir
işi ister istemez yapacaksan,
Nasıl
sonlanır bu iş; bak ona.
Sabırsızlık
yüzünden gönlün çok yaralıysa,
Sabırlı
ol; her şeyin bir vakti vardır.
Kendine
bir arkadaş seçmek istiyorsan,
Üzülmemek
için akıllı birini seç.
Zamanede
yüz ehil olmayanın arasına gir.
Böylece
onların arasından bir ehil bulabilirsin.
Yüz
kere denemedikçe kimseyi
Etme
kendi sırlarına ortak.
Bir
ahmağa değer veririm deme.
Çünkü
ahmak hamlığından düşer hataya.
Eblehlerin
yanında sırrını söyleme asla.
Ahmaklara
cevap verme asla.
İzin
verme avamın, köylünün sana baskın çıkmasına.
Çünkü
bunlar insanı canından bezdirir zulümle.
Taş
gibi ağır ol, hiç koşma.
Civa
gibi o yana bu yana kaçma.
Akıl
ölçüsünde kalmaya cesaret edersen
Lacivert
boya gibi kaynar, pişersin.
Bir
parça su olan menini dökme.
Sende
kalsın, destek olsun sana.
Ne
zaman şehvete gelecek olsan
Kendi
benliğinden uzaklaşırsın.
Dilini
konuşmaya fazla alıştırma.
Otuz
dişinle dilini bağla, konuşturma.
Önce
düşün, sözünü söyle sonra.
Çok
soruya, konuşmaya alışma.
Bir
söz söyleyeceksen, tatlı tatlı söyle.
Güzel
söylemek her iyiliğin aslıdır zira.
Hiçbir
şekilde sırrını kadına açma.
Çünkü
kadın sırrını herkese söyler açıkça.
Çocuğuna
yaşı küçükken öğret dinini.
O
yaşta öğrenmek taş üstüne yazı nakşetmektir.
Oğlunu
kötü arkadaştan uzak tut.
Çünkü
insan kötü arkadaşla günahkâr olur.
Saygılı
ol yaşlı insanlara.
Bu
sözü anlarsın yaşlılık çağında.
Az
konuş; konuşacaksan güzel konuş.
İyi,
kötü her ağzına geleni söyleme.
Öğren
büyüklerin sözlerini.
Her
bir nükteden çıkar ibret dersi.
Kim
bir hüner öğrenmekte zahmet çekmişse,
Ver
hâzineni, öğren onun hünerini.
Seninle
şeref bulan bir kimseyi
Feleğin
yaptığı gibi rezil etme cahillikle.
Biri
sana bir söz söylerse, düşün.
“Ben
bunu daha önce de duymuştum” deme.
Çok
denediğin, kabul ettiğin kimseyi
Sakın
bir daha denemeye kalkma!
Dedikoducuyu
yanma yaklaştırma.
Senin
için de kötü konuşur sonunda.
Cahil
insanla işin olmasın asla.
Sonra
ömür törpüsü olmasın sana.
Biri
sana nasıl kötü iş yapılır, söylerse,
İzin
verme; uzaklaştır onu yanından.
Dedikoducuyu
yaklaştırma yanma.
Yoksa
her gün dolar seni diline.
Kimseyi
ayıplama; gizlidir bu.
Tanrı
onu nasıl yarattığını bilir.
Herkese
bakarken öyle bak ki
Her
beteri kendinden iyi gör.
Kimse
hakkında kötü düşünme, iyi düşün.
Halim
selim ol; en küçükten küçük ol.
Herkese
karşı şefkatli ol rağbetle.
Güneş
gibi herkese gönder ışığını.
Gönül
Kâbesinin abat olmasını istersen,
Gönülden
anlayanın gönlünü kendinle şad et.
Namahreme
bakmaktan kaçır gözünü.
Bir
yanlış bakışla yüz günaha girme.
Gıybet
etme; boş boş küfür etme.
Sonunda
kalırsın yoksa hasret içinde,
îyilik
ederek bir mum yakarsan,
O
iyilikle sen de mum gibi parlarsın.
Ömrünü
boş yere harcarım deme.
Kimse
bilmedi zira hayatın değerini.
Cevap
verirken senden küçüklere iyi davran.
Böylece
senin davranışın da beğenilir olur.
Konuşurken
kimseyi aşağılama.
İşbilir
biriysen, alçakgönüllü ol.
Kimseyi
küçümseyerek bakma.
Hem
tavuskuşu hem sinek gerekli hayatta.
Kimseye
durup dururken yakışıksız söz etme.
Kimseye
boş yere üzüp incitme.
Bir
ahmak gelirse yanma,
Onun
yanında başla büyüklenmeye.
Bir
Tanrı eri gelirse yanına,
Alçakgönüllü
ol, toprak et kendini.
Birinin
çevresinde çok dolanırsan,
Rezil
olursun eğer aziz olsan da.
Her
önüne gelene ilgi gösterirsen,
Başın
çok ağrır işin sonunda.
Yaşlılara
yakın ol elinden geldikçe.
Gençlikten
haberdar olan onlardır zira.
Yoksullara
mal yardımında bulun.
Malın
yılan, zehir olup dönmesin sana.
Bir
zengin gelirse saygıyla yanına,
Hürmet
etme ona parası var diye.
Yorgun
bir fakir gelirse yanma,
Hal
hatır sor; onun kalbini kırma.
Birinin
sende birazcık hakkı olsa,
Hiçbir
şekilde üstündeki hakkı unutma.
Bir
karıncayı bile küçümseyip böbürlenme.
Karınca
gibi düşkünsün sen Kudret karşısında.
İyi
görüşlü ol eğer akim başındaysa.
Ayıpsız
birini arıyorsan; Tanrıdır ancak.
Hiçbir
işte nankörlük etme.
Hakşinas
biriysen, razı ol kadere.
Ansızın
canın sıkılmaya başlarsa,
Mezarlığa
git, bir süre ağla.
Gülme;
hüzünlü ol yaşadıkça.
Bir
köşeye iliş, kal yalnız başına.
Beladan
kurtulmak istiyorsan,
Esirleri
kurtar zindandan.
Siyasette
kal bir zaman.
Sonra
geri kalmayasın üzüntüyle.
Kimseyle
çok konuşup didişme.
Çok
inatçılık etmek yaramaz bir işe.
Çocuğunu
saygısız biri olarak yetiştirme.
Yoksa
kendi incini atmış olursun çamura.
Cevap
verirken hemen atılma öne.
Şarttır
bu; biraz bekle hele.
Cömertlik
et; kimin eli açıksa,
Ona
Cehennemlik demem nasıl olur reva?
Gönlünü
hoş tut sen yaşadıkça.
Çünkü
hoşnutluk tükenmez hazinedir.
Kendini
övüp göklere çıkarma.
Bil
kendini; bir avuç su ile topraksın.
Yaralama
gönlünü boş düşüncelerle.
Çünkü
gereğinden çok düşünüyorsun.
Eski
üzüntüleri kendine dert etme.
Çünkü
onlara bakarak bir şey geçmez ele.
İsa
gibi gül, yüzünde güller açsın.
Eşektir
asık suratlı, somurtkan kimse.
Tanımıyorsan
birini, elinden geldikçe
İyi
veya kötü yönlerini söyleme.
Gönlü
diri biriysen, sır perdesinde
İyilik
dışında ölmüş kişi arkasından konuşma.
Sarhoş
konuşur da güzel konuşursa,
Dinle
onu; sarhoştur deyip geçme.
Hakkında
kötü düşünen düşmanın varsa
Susturmaya
çalış onu güzellikle.
Sakın
düşmanını küçümsemeye kalkma!
Bir
şule bir şehri yakar baştanbaşa.
İyilik
yapmaya çalış insanlara.
Has
iyiliği Tanrı rızası için yap.
Her
neyi terk ettiysen, elinden geldiğince
Düşünme
artık onu, iş bilir biriysen.
Yolda
yürürken başın olsun önde.
İnsanları
görme, ilgilen kendinle.
Zamanlı
zamansız fazla yemek yeme.
Kuşkusuz
fazla yemek seni yer sonra.
Akşam
uyumak için yattığında
Kelime-i
şahadet getir içtenlikle.
Sabah
oldu mu kalk uykudan.
Uyanık
olmak iyidir uyuyan murdar olmaktan.
Namaz
vakti geldiği zaman
Bâtıl
düşüncelerle namazını etme ziyan.
Sürekli
ahiret düşüncesinde ol.
Kurtulmuştur
kim ahireti düşündüyse.
Her
zaman vaktinin kıymetini bil.
Düşün,
kendi kontrolünü yitirme.
Dışını
temiz tut, uy şeriata.
Uzak
dur tabiatın pisliklerinden.
Mânen
temiz tut içini de
Utandırmasın
seni, için anlaşılırsa.
Öylesine
değerlendir vaktini ki
“Gel”
denildiğinde, hemen çık yola.
Paralı
olsan, padişah olsan,
Yapman
gereken şeyi yap.
Can
çekişirken dilin tutulursa,
Unutmaya
çalış bütün düşünceleri.
O
an korkma, umutlu ol.
Çerağını
tut sen o güneşe.
Kim
can verirse mutlulukla,
Çok
lezzetler alır ebedîlikte.
Bir
atasözü vardır; yakışır buraya:
Güleryüzlü
olmak gerek can çekişirken de.
Nasihatimi
küçümseme gaflet ile.
Bir
bir uygula, al nasibini.
İşin
varsa senin sırlar yolunda
Kimseyi
bu yadigârdan kıymetli bilme.
Bil
bunların hepsini, otur sessizce.
Kapat
ağzım, sakinleş önce.
Sabretmeyi
meslek edin; budur yol.
Susmayı
meslek edin; budur hakikat.
94. Hikâye
Akıllı
biri Çin’de gitti bir ihtiyarın yanma.
Dedi:
“Haberdar et beni hakikatten yana.”
()
tarikat piri cevap verdi ona.
“On
cüz vardır hakikatin mânâsında.
İyi
dinlersen, anlatayım sana.
Biri
az konuşmaktır, dokuzu susmaktır.”
***
Şahların
elinde susma doğanı vardır.
Bülbül
şakıdığı için kafestedir.
Canın
teslimiyete alışırsa,
Her
zerren başlar seninle konuşmaya.
Pınar
gibi ne zamana kadar kaynayacaksın?
Deniz
olursun eğer susarsan.
İnci
çıkarmak isteyen bu denizde
Nefesini
tutmalıdır dalgıçlık edecekse.
***
Attâr
şu mânâlar denizinden
Dil
elmasıyla inciler çıkarırsın.
Âlemde
iftihar etmek yakışır sana.
Seninle
sona erdi bu Esrârnâme.
Ters
tabiatlı gökkubbe altında
Kimse
söyleyemez bu minvalde.
Şairlik
gücüm o kadar fazla ki
Söylediğim
bir mânâdan yüz orijinal mânâ çıkar.
Düşünce
dünyamda öyle sarhoşum ki
Uyku
girmez asla gözlerime.
Az
veya çok, gece uykusu bilmem.
Bir
yanımdan öbür yanıma döner dururum.
Mânâları
çıkarırım belleğimden.
Belki
sonunda biraz uyurum derim.
Şu
incilere bak; çıkar canımın deryasından.
Dilimden
peşpeşe dökülür durur.
Bak
şu lafız güzelliğine, sırların keşfine.
Bak
terkiplerin, sözlerin mânâsına.
Bir
söz söyleyecek olsak, yüz yıl boyunca
Sözlerimiz
o haliyle bâkir kalacak.
Bizden
ne kadar bahsedersen, zikir olarak kalır.
Ama
mânâların aslı bâkir olarak kalır.
Akıllı
insan! Gel, bak şu söze bir kere.
Eski
lafları kim söylüyor; buna bak.
Bir
şey ne kadar eskirse, kaditleşir.
Dünyanın
lezzetleri yeni şeylerdedir.
Âlem
yaratıldığından beni benim gibi
Hatırlamıyorum
söz ustası şair çıktığını.
Söz
için şairde İsa düşüncesi olmalı.
Doğuracaksa,
Meryem gibi bakire olmalı.
Bu
sözler takdirin ötesindedir.
Bu
tatlı sözlerin coşkusu vardır.
Kim
ben fakiri görmek istiyorsa,
Benim
görüntüm latif şiirlerimdir.
Kendi
şiirlerimden örnek gösterdim.
Her
konuda sır incilerimi gösterdim.
Sır
ehli biriysen, aç gözünü.
Dalgıçlık
et, sözün sırrını çıkar.
İflas
sofrasını yaydım ben.
Çok
divanelikler ettim ben.
Nerede
bir gönül ehli? Yalnızlık köşesinde
Bir
an otursun bu dert içinde benimle.
Attâr!
Daha ne kadar böyle konuşacaksın?
Bir
sözünü bir sözüne bağlayacaksın?
Senin
toprak gibi olmanı isterim.
Ayaklar
altında temizlenmeni isterim.
Yolun
toprağı gibi ol herkesin ayağı altında.
Alçakgönüllü
ol; susmayı meslek edin.
Her
iki konuda da sabırlı ol daima.
Sabretmen
gerekiyor kısacası.
Kim
birkaç gün sabrederse, kavuşur nimete.
Hakk’ı
düşünerek sabret daima.
Hak
ile, kendinle meşgul ol daima.
Her
an zinde olmak istiyorsan,
Tanrının
adını hiç düşürme dilinden.
Her
an Tanrı korkusuyla, umut içinde yaşarsan,
Ebedî
sermayeyi elde edersin Tanrı katında.
Her
an nur alabileceğin halde
Neden
olmazsın sürekli Tanrı huzurunda?
Yüz
şeyden şeref bulsan da
Tanrı
huzurunda olmaktan iyi ne var başka?
95. Hikâye
O
divane gönüllü gidiyordu sevinçle.
Gözü
ilişti o maharetli bakkala.
Sordu
ona: “Mübarek adam!
Beyaz
şeker ile badem için var mı?”
Bakkal
dedi: “İkisinden de çokça var.
Ama
alıcısı çıkarsa.”
Deli
dedi ona: “Sen ne yapıyorsun?
Neden
iki güzel şeyi hoşça yemiyorsun?
Bu
ikisini satarsan yüz naz ile
Bu
ikisinden hoş olan ne alacaksın?”
Gönlünün,
canının altındaki her nefeste
Kim
bilir, ne sırlar saklıdır!
Sırlarla
dolu binlerce denizi
Bir
nefeste elde edebilirsin.
Bu
öğüt yeter sana iki âlemde.
Tanrı
olmadan bir nefes çıkmaz canından.
Sen
bu nefeslere saygılı olursan,
Bu
saygıyla seni getirirler sultanlığa.
TanıTyı
an; daha ne kadar şiir söyleyeceksin?
Susmayı
meslek edin; daha ne kadar konuşacaksın?
Şiir
mükemmelliğin doruğunda olsa da
îyi
bakarsan, “erkeklerin hayız hali’dir.
îyi
bil şunu; kitabındaki her harf
Puttur;
put kuşkusuz senin engelindir.
Şimdi
uyan sarhoşluk uykusundan.
Bundan
böyle vazgeç putperestlikten.
Yazık
ki bir ömür geçti, bir ânı
Her
iki âleme değer; bu doğrudur.
Benim
ömür satın almam gerekseydi,
Bir
an uyuyacak vaktim olmazdı.
Ömrümden
geriye bir an kalmışsa,
Bilirim
ki daha yüz âlem kalmıştır.
Niçin
bunca sözü söylüyorum ki?
Biliyorum
çünkü; bugün okumam gerek.
Söyle
ilaha ne kadar söyleyeyim?
Kendime
bir harf okursam ben
Eğer
ahiretten olsaydı haberim,
Sözlerim
bu kadar renkli olmazdı.
Ne
yazık ki bildiğimi uygulamadım!
İbadet
vakti kendi gamımı çekmedim.
Yüz
yıl din yolunda yürüsem de
Nasıl
istiğfar edeceğimi bilemiyorum.
Her
nefesim için istiğfar edecek olsam,
Bir
ömür istiğfar edebilir miyim? Bilmem.
Ama
benim Tanrım kerem sahibidir.
Günahım
büyük olsa da bağışlayıcıdır.
Şaşılmaz
buna, ebedî fazlıyla
Bir
beytimle bağışlayıcı olursa bana.
96. Hikâye
îşitmiştim
ben, Tuşlu Firdevsî
-ki
hikâyecilikte ciddî işler çıkardı-
Yirmi
beş yıl kaleminin ucuyla
Şahname’yi
döktürüyordu.
Şahname
bitince ömrünün sonuna geldi.
Şeyh
Ebulkasım büyüklerin büyüğüydü.
İhtiyaç
sahibi bir ihtiyar olsa da
Din
yoluyla ona ibadet etmedi.
Ebulkasım
dedi: “Firdevsî çok söyledi.
Hep
soysuz ateşperestleri övdü.
Ateşperestleri
överek geçirdi bir ömrü.
Ölüm
vakti gelince, dinden habersiz öldü.
Ben
onun hakkında riyakâr olamam.
Böyle
bir şairin cenaze namazını kılamam.
Zavallı
Firdevsî’yi alıp götürdüler.
Onu
karanlık toprağa defnettiler.
O
gece şeyh rüyasında gördü Firdevsî’yi.
Gözleri
yaşlı, şeyhin huzuruna geldi.
Başında
zümrüt rengi bir taç vardı.
Üstünde
yemyeşil bir giysi vardı.
Şeyhin
karşısına oturdu, şöyle dedi:
“Ey
canı yakîn nuruyla aydınlanan!
Benim
gibi muhtaç birinin kılmadın namazını.
Namazımı
kılmadığın için utanıyorsun.
Senin
Tanrın meleklerle dolu bir cihanı
Ruhanî
feyziyle yoğurulmuş melekleri
Gönderdi.
İşte sana Tanrı nın lütfü!
O
melekler toprağımda secde ettiler.
Yüksek
Cennete gitme beratımı verdiler.
“Firdevsî
Cennete girecek” dediler.
Hitap
geldi: “Ey yaşlı Firdevsî!
Seni
yanından kovarsa o Tuşlu pîr,
Ben
seni kabul ettim; bu yüzden güzelce yattın.
Çünkü
benim birliğimi bir beytinle ikrar ettin.
Tanrı
nın fazlından umudunu kesme.
Cimriliği
bizim fazlımıza tanık getirme.
İyi
bil şunu; sırların adamıysan,
Asi
az olur, fazilet ise çok.
Eğer
tüm halkı bağışlarsam,
Bir
avuç dışında bağışlamamış olurum.
Tanrım,
Sen Attâr’ı bilirsin.
Şiirlerinde
hep senin birliğini söyler.
Senin
nurunla bir şua gösterir.
Firdevsî
gibi hikâyeler anlatır.
Firdevsî
gibi senin bol bağışınla
Cennete
gönder Attâr’ı fazlınla.
Firdevs
Cennetine İlliyyîn derler.
O
Cennete sıdk makamı, din kasrı derler.
97. Hikâye
Yaşlı
mı yaşlı bir ihtiyara sordum
Soruyu
sorduğumda vefatı yakındı.
“Ey
gamlı insan! Yoldaşın kimdir?
Mezar
yolunda azığın nedir?”
Cevap
verdi: “Habersizlikten ben
Dolu
bir gönül götürüyorum, ellerim boş.”
Tanrım,
ben bu hayret mabedinde
O
ihtiyar gibiyim elim boş, kalbim dolu.
Ebedî
yol azığından yana elim bomboş.
Senin
fazlınla umut dolu bir gönlüm var.
Tanrım,
umudumu boşa çıkarma.
Gönlümün
hacetini kabul et kereminle.
Aydınlık
tut canımı nurla.
Gönlümü
zinde kıl huzurunla.
Saçmalıklarıma
rağmen kabul et beni huzuruna.
Sorunlarımın
arasında yakın ver bana.
Beni
kurtar benden İlahî yardımınla.
Kendi
nurunla berat ver tahkîk ile.
Gönlümü
sırlar mahremi kıl.
Gaflet
uykusundan uyandır beni.
Aydınlat
gönlümü Tanrılığınla.
Zenginleştir
gönlümü kanaat ile.
Ruhumu
aldıklarında hemnefes ol bana.
O
aciz halimde koş imdadıma. .
Canım
dünya ile ilişiğini kestiğinde
Beni
iman nuruyla tut o anda.
İman
ile toprağa girdiğimde ben
Korkum
olmasın dünya dolusu suçumdan.
Tanrım,
bizler bîçareleriz.
Bu
hengâmede biz seyirci gibiyiz.
Hepimiz
Cennetlik veya Cehennemlik olsak da
Sen
bilirsin; çünkü bizi yaralan sensin.
Kim
bilir; mânâ, takva sahibi kimdir?
Hangimiz
mesuttur, hangimiz, azgındır?
98. Hikâye
Can
çekişme halinde bir ihtiyar hüngür hüngür ağladı.
Sordular
ona: “İhtiyar! Ağlamanın sebebi nedir?”
Şöyle
cevap verdi: “Yüz yıldır ben
Her
halükârda bir kapıyı çaldım.
Şimdi
o kapı birdenbire açılacak.
O
hasret yüzünden hüngür hüngür ağlıyorum.
Sadece
haberdar değilim, bu kapı
Saadet
yoksa şakavet kapısı olarak mı açılacak?
Bu
felekten düşüyorum şimdi ben.
Yeryüzünün
neresine ineceğim? Bilmiyorum.
Benim
halim altı yüzlü tavla zarına benzer.
Bakalım
bu zarın hangi tarafı gelecek?”
Canı
bedenini terk ettiği anda
İki
âlem de birbirinden ayrıldı.
Bu
tarafta beden baygınlığına daldı.
Öbür
tarafta can suskunluğuna daldı.
Birbirinden
ayrılan iki şey, kim bilir
Neredeydi?
Nereye geldi? Nereye gitti?
Yiğidim!
Sana zararı olmaz
“îyi
uykular delikanlı!” dersen.
Bir
yerden bir beyit hoşuna giderse,
Dua
edersin ben bîçareye de.
Bir
zaman benim ihtiyacımı karşılar.
Sana
hiçbir şekilde zarar gelmez.
Çabuk
giden dua yaklaştı mı
İV
Karanlık toprakta nur olur bana.
Bana rahatlık, sana sevap getirir.
Cezalandırılacaksam, kurtuluşum
olur.
Sen fâni dünyada hoşça otururken
Ben toprakta nasıl saklı kalırım?
Önümüzde ne nahoş bir yol vardır!
Ne kadar şefkatsiziz biz kendimize!
99. Hikâye
O
derviş ne güzel söylemiş!
“Tanrıdan
üç şey dilerim.
Biri,
uykuda selametle ölmek.
İkincisi,
ölümde kıyamete kadar uyumak.
Üçüncüsü,
söylemeye değmez şeyi
Ne
diyeyim? Çünkü söylemeye gelmez.
Tanrım,
yüreği sağlam olsun fazlınla
Kim
bizden iyilikle bahsederse.
Bu
şaire bir dua ederse,
O
temiz düşünceli insan ışık içinde kalsın.
Kadehinde
kan varsa, kalk
Kanlı
gözyaşlarını bizim toprağımıza dök.
Çünkü
bizden sonra vefalı azizler
Bizim
toprağımızda çok ağlarlar.
Gönülden
bize hitap ederler.
Ama
mezarımızdan onlara cevap gelmez.
Ne
acılar çekip gittiler!
Dert,
hüzün ile toprak altında yattılar.
Şimdi
biz de çok acı çekip gittik.
Dert,
hüzün ile toprak altında yattık.
Çok
konuştuk, suskunluğu tercih ettik.
Konuşma
makamından susma makamına geldik.
Toprak
altında çok suskun vardır.
Onlardan
kimseyi durumdan haberli görmüyorum.
Binlerce
temiz can temiz kalıplarıyla
Bunca
toprak dolu yüze fedadır.
Neden
bu kadar söylemek gerekiyor ki?
Nasıl
olsa toprak altında uyumak gerek.
100. Hikâye
O
bilgili üstattan işittim.
Abbâdî
can çekişmeye başlayınca
Abbâse
hemen geldi başucuna.
Onun
son demlerinde olduğunu gördü.
Ecel
seliyle baygın düşmüştü.
Bülbül
gibi şakıyan dili konuşmaz olmuştu.
Ona
dedi: Ey sözü sohbeti güzel insan!
Konuşurken
'ağzından bal damlardı.
Sen
söz ustalarının yanına oturdun mu
Tüm
söz ustalarının elini bağlardın.
Neden
böyle suskun oldun şimdi?
O
büyük hırsın konuşmakta mıydı?
101. Hikâye
Son
nefesleri sırasında sordum babama:
“Nasılsın?”
Dedi: “Nasıl olayım oğlum?
Hayretten
ne yapacağımı bilemiyorum.
Gönlüm
kayboldu, gerisini bilemiyorum.
Şu
çok denenmiş yay
Benim
gibi ihtiyarın koluyla çekilmiyor.
Âlemin
içip durduğu böyle bir deniz
Benim
gibi bir damlayla kabarmıyor.”
Ona
dedim: “Bir şeyler söyle ama.
Çevgen
topu gibi avare oldum ama!”
Bana
cevap verdi: “Bilgili evladım;
Tanrının
fazlıyla her konuda hünerin var.
Ömrüm
boyunca gafletle kendimi gösterdim.
Ne
diyeyim? Ömrüm boyunca saçmaladım.”
Son
nefesinde şöyle dedi babam:
“Allahım!
Muhammed'e iyi bak!”
Babam
bunu söyledi, annem “Amin” dedi.
Daha
sonra şirin canı ondan ayrılıverdi.
Tanrım;
babam ile annemin dediklerini
Kabul
et, vur kabul mührünü ona.
Boynum
günah altında olsa da
Bu
iki ihtiyarın duası yol muskasıdır bana.
Yarabbi,
bu iki güçsüz ihtiyarı gör.
Ben
gencin canını onlara bağışla.
Temiz
yürekli o ihtiyarı hoş tut.
Onun
iman ışığını ona mum yap.
İman
ile onun saçları apak oldu.
Onu
umutsuzluk karanlığında bırakma.
Yine
senin dergâhına düştü işi.
Kendi
fazlınla koru onu.
O
dar mezarda hemnefes ol ona.
Tut
elinden onun o yer altında.
Kefenini
üstünde Cennet giysisine dönüştür.
Onun
üstüne rahmet yağmurunu yağdır.
Onun
zayii bedeni toprağa karıştı.
Temizlik
yağdır onun şerefli canına.
Nur
üstüne nur olan Mustafa'nın canından
Onun
canına ulaştır Sûr-i İsrafil esintisini.
Günahım
affet, canını kuvvetli tut.
Onun
gönlünü din nuruyla aydınlat.
XXX
Tanrını,
şahların yanında yoksul adam
Kılıcı,
patiskası ile kucak kucağa.
Ben
gördüm, ölüp giden insanlar
Hepsi
bir kılıç, bir patiskada yattılar.
Bedenim
kefen ile patiska getirdi.
Dilim
elmas gibi kılıç getirdi.
Şimdi
patiska ile kılıç getirdim ben.
Çok
yürek dağı, hayâl kırıklığı getirdim ben.
İster
çağır ister kov; sen bilirsin.
Hem
kovabilir hem çağırabilirsin.
Bundan
daha dertli sözü kimse görmemiştir.
Bunun
her beytinden kan damlamıştır.
SON