Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Esrârnâme… Ferîdüddîn Attâr

 


Farsça'dan Çeviren: Mehmet Kanar

Ferîdeddin Muhammed bin İbrâhim-i Nîşâbûrî (Nişabur 1119?- 1230) İranlı mutasavvıf, şair, eczacı, hekim.

Hayatı hakkında bilinenler bilgi kırıntıları ve bazı menkıbelerden ibarettir. Babasının mes­leğini izleyerek Attârlık (eczacılık) yaptığı bilinmektedir. İyi bir öğrenim gördüğü anlaşılan Attâr tasavvufa ilgi duymuş, sûfilere karşı büyük bir sevgi beslemiş, bu sevgi onun tasavvuf alanında velud bir şair ve yazar olmasını sağlamıştır.

Eserleri incelendiğinde edebî hayatı üç döneme ayrılabilir. Birinci döneminde usta bir hikayeci kimliğiyle karşımıza çıkar. Eserlerin kurgusu, işlenişi, dili sağlamdır. Mantıku’t-tayr (Kuş dili), Musibetnâme, İlahînâme, Esrârnâme, Muhtarnâme, Divan gibi manzum eserle­rinin yanısıra, bugün hâlâ kaynak eser özelliğini yitirmeyen mensur yapıtı Tezkiretu’l-evliyâ (Velîler ansiklopedisi) birinci döneme aittir.

İkinci dönemde dış dünyaya, insanlara karşı ilgisiz, Tanrı'da yok olmayı hedefleyen bir sûfi olarak görünen Attâr, bıktırıcı tekrarlardan kendini kurtaramaz. Uşturnâme, Cevheru’z- zât, Mansurnâme gibi eserleri bu döneme aittir.

Üçüncü dönem, Attâr’ın yaşlılık yıllarına rastlar. Eserlerinde kurgu, düzen, üslup gevşe­meye başlar. Mazharu’l-acâyib ile Lisânu’l-gayb mesnevileri bu dönemin ürünüdür.

Attâr’ın eserlerinin belli başlıları:

Mantıku’t-tayr (Kuş dili): 1187 yılında yazılan bu eser 4724 beyitten oluşur. Gazzalî’nin Risâletu’t-tayr (Kuş risalesi) adlı eserinden yararlanılarak yazılmıştır. İran tasavvuf edebi­yatının temel yapıtlarından sayılan bu eserde kuşlar ile ilgili bir hikâye çerçevesinde tasav­vufun esasları ve tasavvufî yaşam anlatılır. Simurgun Tanrı'yı sembolize ettiği bu başyapıt­ta mutasavvıfların rolünü üstlenen kuşlar taleb, aşk, marifet, istiğna, tevhîd, hayret, fakr ve fenâ makamlarından geçerler. Mantıku’t-tayr 1317 yılında Gülşehrî tarafından Eski Anadolu Türkçesi ile dilimize kazandırılmıştır. [Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülşennâme), Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma: Prof. Dr. Kemâl Yavuz, Kırşehir Valiliği yayın no: 12, I-II, Ankara, 2007], Mantıku’t-tayr, Prof. Abdülbaki Gölpınarh çevirisinden başka son ola­rak Prof. Dr. Mustafa Çiçekler tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. (Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2006).

Musibetnâme: Attâr kırk gün süren bir sınav sırasındaki deneyimlerini anlatır.

Aşknâme: Attâr’ın bu eseri aslında Şem’ ü Pervâne mesnevisidir. (Romans Yayınları, İs­tanbul, 2005).

Muhtarnâme: Konulara göre tertip edilmiş rubai mecmuasıdır.

Ccvheru’z-zât: Tanrıdan başka her şeyin fâni olduğu temasını işleyen manzum eserdir.

Îlâhînâme: Attâr’ın ilk döneminde yazdığı mesnevilerden biridir. Prof. Dr. Helmut Ritter tarafından bilimsel neşri yapılan İlahînâme, Prof. Abdülbaki Gölpınarlı tarafından dilimize kazandırılmıştır.

Tezkiret u Tevliyâ: Seksen civarında mutasavvıfın ve velînin biyografilerinin verildiği bu mensur eser tasavvuf tarihi için birinci derecede önemli kaynaktır. Attâr bu yapıtını kaleme alırken Keşfu’l-mahcûb, Şerhu’l-kalb, Marifetu’n-nefs, Tabakâtu’s-sûfiyye gibi tasavvuf kay­naklarından yararlanmıştır.

Attâr’ın mesnevileri Türkler tarafından ilgiyle karşılanmış ve bazılarının defalarca çevirisi yapılmıştır. Öte yandan doğubilimcilerin ilgisini çeken Attâr üzerinde en kapsamlı inceleme ve metin neşri, İstanbul Üniversitesi’nde Şarkiyat Enstitüsü nü kuran ve şarkiyat çalışmala­rını bir sisteme sokan Prof. Dr. Helmut Ritter - Doğu Mitolojisinin Edebiyata Etkisi, Kar­şılaştırmalı Edebiyat Metinleri adlı eseri de Ayrıntı Yayınları arasında çıkmıştır- tarafından yapılmıştır. Onun Das Meer der Seele (Ruhlar Denizi) adlı kıymetli eseri Attâr hakkındadır. Farsçaya Deryâ-yi ervâh adıyla çevrilen bu eser Türkçe’ye çevrilmeyi beklemektedir.

Attâr hakkında daha geniş bilgi ve bibliyografya için bk. MEB İslâm Ansiklopedisi ile Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ndeki Attâr maddeleri ile M. Kanar, Doğubilim- ciler, CD Kitap, AKMED (Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü), Antalya, 2004.

Sunuş

Doğu klasikleri arasında yer alan Esrârnâme [Sırlar Kitabı], yazıldıktan sonra birçok Fars ve Türk şairini etkilemiştir. Mevlânanın çocuk yaşta iken edindiği bu kitabın onda bıraktığı izler Mesneviye aynen yansımıştır. Daha önce aynı tarzda yazılan ve Iranlı şair Senâî-i Gaznevî’ye ait Hadîkatu’l hakikat [Gerçeğin Bahçesi] da bu eserin kaleme alınmasın­da etkili olmuştur. İşlenen bazı konularda Hayyam etkisi açıkça görülmektedir. Attâr’ın edebî hayatının birinci ve en verimli döneminde kaleme alınan bu tasavvufi mesnevi sembollerle, üstü kapalı ibarelerle doludur.

Bu çeviride yararlanılan iki bilimsel neşrin açıklamalar bölümünde bunlar izah edilmeye çalışılmışsa da bazı yerlerde Esrârnâme’yi yayımlayanlar da işin içinden çıkamamışlardır. Zaman zaman basit bir konu veya kelime uzun uzun tefsir edilirken, çapraşık ve üstü kapalı ifadeler ya atlanmış ya da bir iki cümleyle geçiştirilmiştir.

Çeviri çalışması sırasında yararlanılan iki bilimsel yayının ilki Dr. Seyyid Sâdık-ı Govherîn tarafından yapılan tenkidli neşirdir: Esrârnâme, Şeyh Ferîdüddîn Attâr-i Nîşâbûrî, tashîh-i Doktur Seyyid Sâdık-i Govherîn (1293-1376), İntişârât-i Zuvvâr, çâp-i şeşom (altın­cı baskı), Tahran 1384, 436 sayfa.

Çeviri sırasında daha çok yararlanılan yayın: Esrârnâme, Attâr, Ferîdüddîn Muhammed bin İbrâhîm-i Nîşâbûrî, Mukaddime, Tashih ve Ta’lîkât i Muhammed Rızâ Şefî’î-i Kedkenî, întişârât-i Sohen, Tahran, 1386 (2010), 598 sayfa. Profesör Kedkenî Attâr’ın hemşehrisi ol­duğundan, o bölgede henüz Attâr’ın yaşadığı döneme ait kültürün ve bazı kelimelerin ay­nen veya değişikliğe uğrayarak yaşadığını biliyor. Beyitlerin açıklamaları sırasında sık sık bu avantajını kullanarak mukayese yoluna gitmiştir.

Esrârnâme’nin çevirisinde iki yol izlenebilirdi. Birinci yolda, bu manzum eser neşren çevrilir, beyitler arasında bağlantı kurularak paragraf çevirisi yapılabilirdi. İkinci yol ise her beytin nazmen çevirisini yapmaktı. Biz ikinci yolu tercih ettik. Tasavvuf terminolojisine ait kelimelere dokunmadan, serbest vezinle, mümkün olduğu kadar kafiye tutturarak, herkesin anlayabileceği bir âşık edebiyatı dilini tercih ettik.

Yukarıda metnin çevirisine esas aldığımız Farsça iki tenkidli neşrin notlandırmalarından da yararlanarak eser ile ilgili bir sözlük koymayı, Attâr’ın Esrârnâme’deki görüşlerini ayrı bir bölüm halinde kısaca ele almayı uygun gördük.

Bu çalışmanın yararlı olmasını umarım.
Prof. Dr. Mehmet Kanar, 1 Ekim 2011, Bakırköy



Birinci Makale

Tevhid

Tanrı nın adıyla.

O Tanrı cana din nurunu verdi

Tanrıyı bilsin diye akla yakın verdi

Bütün âlem adını aldı Tanrıdan

Yer, gök, alt, üst hep Ondan

İki âlem varlık hilalini giydi Ondan

Felek yukarıyı, yer aşağıyı aldı Ondan

Felek ayakta rükû eder O na

Yeryüzü yere kapanmış, secde eder O na

Gökkubbeyi dumandan yaratan O

Bir yağdan gözleri görür eden O

Sivrisinek iğnesinden Zülfekar çıkarır

Örümcekten bir perdedar yaratır.

Topraktan Âdem’in mânâsını çıkarır

Rüzgârdan Meryem’in İsa’sını çıkarır

Kandan misk, kamıştan şeker gösterir.

Yağmurdan inci, madenden cevher gösterir.

Bir ilktir, yoktur öncesi

Bir sondur; yoktur sonrası

Zahirdir; bâtın ondan zuhur eder

Bâtındır; nurdan daha zâhir.

Ne ululuğunun başlangıcı var,

Ne mülkünün bir sonu var.

Nasıl olduğunu bilen bir Tanrı

Benim bildiğim her şeyden dışarı.

O’dur yaratan görüşümüzü, bilişimizi

Kim bilmiştir, kim görmüştür Onu?

Kimse erişemez zâtının künhüne

Budur dediğin her şey, değildir O

Canımız gitse de O’na,

Nasıl varır O nun künhüne?

Kendi canımı bilmiyorum, nasıldır?

Allah aşkına, ne bileyim künhü nasıldır?

Cam nasıl da gizli tuttu o!

Can sırrını kimseye demedi o.

Bedenin zindedir canla, canın gizli

Canla zindesin sen; bilmezsin canı.

Ne büyük yaratıcılık gücü, gizli aşikâr!

Susmaktan başka kimseye yok yarar.

Binlerce kez kılı kırk yardım ben

Susmak dışında çıkar yol bulmadım ben.

Onun zâtına ulaşamazsın madem,

Yaratıcılık cemâlini gör, yetin sen.

Dürüstsen sen varlıklar içinde,

Sıyrıl tabiatların dört duvarından.

Tanrı nın sana düşmez bir işi.

Tanrısal tabiatla yapabilir misin bir işi?

Su asıl ise, durdur su ile onu

Yaygınlaştır suyu, sonra bak ona.

Toprak ise asıl, çıkar kapı önüne

Ayak altındaki toprağı, alma sen dikkate.

Hava ise, adaletsiz say sen onu

Rüzgâr götürmüştür, yok say sen onu.

Ateş asıl ise, su çarp üstüne

Çekersen suyunu, ateş sal üstüne.

Tabiatın doğruysa, riyasız ol

Tabiî değilsen, Allah adamı ol.

Her iki cihanda tek yaratıcı var

Dört unsur ile ne işin var?

Bir söyle, bir dile, bir ara.

Bir gör, bir bil, bir iste.

Birdir hepsi, ister son olsun ister evvel

Ama görenin gözü şaşı; iki görür.

Dikkatli bak, her biri bir zerre

O nu hamd ile tespih eder.          

 Bu ne büyük bağıştır, ne lütuf!

Her zerrenin Onunla bir sırrı var.

Ne büyük isim, ne büyük mânâ, hepsi sen

4     Hep diyorum; ey sen, her şey sen!

Dünyada gördüğüm her zerre

Çevirmiş yüzünü senin yüzüne.

Yüzümüz dönük olmasaydı sana,

Kıl ucu kadar döner miydin bize?

Lütfün yardım etmeseydi,

Zerrede olur muydu bekâ imkânı?

Her şey bâki seninle, sensin gizli

Can içindesin, cihanın dışında.

Bütün canlar hayran kalmış sana.

Durursun sen can ile aramızda.

Sana giden yolun sonunu yok gören

Can içindesin; canı yok gören.

Cihan seninle dolu; değilsin sen cihanda

Her şey kaybolmuş sende; sen yoksun ortada.

Hem gizlisin hem aşikârda.

Ne bir yer içindesin ne bir yerin üstünde.

Konuşkanlığındır suskunluğunun sebebi.

Görünürlüğündür gizliliğinin sebebi.

Mânâsın sen, senin dışında ismin var.

Hâzinesin sen, bir tılsımdır bütün âlem.

Zâtının nuru, ferri, huzuru

Her bir zerreye verir ışığı.

Her zerrede seni görürüm

İki âlemde “Semme vechullah görürüm.

Huzurunda yer yok ikiliğe

Bütün âlem sensin; senin kudretin.

Birden yüze, her şey kalmış senden

İki âlem sana ait; sen kâimsin kendiliğinden.

Tüm varlıklar hazretinin gölgesi.

 Her şey yaratıcılığının, kudretinin eseri.

Akıl ile can dünyası hayran kalmış.       

 Sensin perde arkasında saklı kalmış.

Dünya adınla dolu; senden işaret yok.

 

Akıl seninle görür; semle ayanlık yok.

Akla görünürsün, hayâlden saklısın.

Yüce Tanrım, sen ne yüce nursun!

Görmüyorum senden başka bir şey

Sen varken, ne olur ki başka şey?

Güzel söyleyen biri zâtı hakkında

Tevhîd, izâleleri ıskattır demiş.

Vahdet için neden ilişik arayalım?

Matlûb sensin; tâlib olarak ne diyeyim?

Senin tevhîd ipeğini dokuyorum.

Canımı feda etmek istiyorum.

Topraktan binlerce kalıp çıkar

Varınca sana, tertemiz gelir sana.

Nice insan yaşadı, gitti.

İyisi, kötüsü toprağa gitti.

Hepsi kendince bir zanda idi

Bildikleri, Tanrı nın tek sahip olması idi.

Ne canın haberi var; neyin canıdır?

Ne bedenin haberi var; kimin bedenidir?

Ne kulak kendi işittiğinden haberdar

Ne göz kendi gördüğünden haberdar.

Dilinin haberi yok konuşma yetisinden

Bedeninin haberi yok kendi gücünden.

Ne haberi var feleğin dönüşünden

Ne cinden, insandan, şeytandan, melekten.

Niceleri burada gömüldü gitti,

Niceleri de başka taraftan geldi.

Ne gidenin bu sırdan var haberi

Ne gelenin bu yoldan var haberi.

Kaybettiler bu sırsız sırrı

Kimse anlamaz bunun zerresini.

Kapı eskidi mi açılamaz

Üstüne parmak vurulmaz.

Emre itaat etmek gerek

Çaresi ancak sabır ile susmak.

Teslim vadisinde kimin vardır cesareti?

Korkudan tutar içinde nefesi.

Susmaktan öte yol bilmeyiz.

Yoktur ah diyecek cesaretimiz.

Âdemden bir katre seçmiş,

Bir katreden bir halk var etmiş.

Çok düşündüler bir katre üstünde

Yaratılış önderleri âciz kaldı bunda.

Akıllar daldı bir damla suya.

Hepsi gark oldu bir damla suda.

Binlerce susamış gelir bu vadiden

Diz çöker gelince bu dergâha.

Temiz insan! Aczini söylersin sen.

Marufsun; mâ arafnâk’i bilirsin sen.

İki âlem de sadece sözde kaldı.

Herkes zan perdesinde kaldı.

Derler: Arayış içindeyiz biz.

Eskiden beri bu yolun eriyiz.

Şu tuhaflığı gör: Bir damla su geldi.

Bir deniz parlak inci doldu.

Şaşılası şu: Bir zerre toprak oldu

Göklerdeki güneş fırsat verince.

Sivrisinek kadar havsalan yok.

Nasıl iki âlemi anlayabilirsin?

Ciğerin kan doldu, meşakkat çektin.

Bunlar senin düşündüğün gibi değil.

Git, boş hayâllere kapılma.

Haddini bil; sakın haddini aşma!

Hayretten âcizlik örtüsünü çek üstüne.

Hasret yaşını yağdır yağmur gibi yüzüne.

Dostum, Hak birdir ancak

Bir avuç damarla deriden ne olacak?

Tanrı münezzeh, pâk; sen ise bir toprak

Pâk ile toprak arasında ne nispet olacak?

Âlemden bir karınca gittiyse yokluğa,

Ne eksildi? Ne ekledi bu varlığa?

Halka gibi vur başını bu kapıya

Böyle bir baş az gelmez bu kapıya.

Gökyüzü lacivert giyindi şu yüzden

Halka gibi kaldı bu kapının dışında.

Tanrının tek dostu yine kendisi.

Ona lâyık olan yine O’dur, değil başkası.

Biri sorarsa sana: Ne dersin?

Kaybetmedin bir şey; neyi ararsın?

Birincisi, bulacağını nasıl bulacaksın?

Kaybolunca bir şey, aramaya koşacaksın.

Saçmalıktır uğraşmak bu hasret içinde.

Nice canlar çıktı bu hasret ile.

Bütün sıddıkların yüreği kan doldu.

Kim bilir ki onun sırrı nasıldır?

Bakar mısın, binlerce yıldır İblis’in işi

Tanrıyı teşbih ile takdis etmekti.

Herkes O na ibadeti bir yana koydu

Kendini beğenmişlikle ibadeti unuttu.

Gönlü kanlandı, yeri sıkıntılı oldu;

Bedeni lanet sofrasına döndü.

Biz istiğnada bulunursak,

Düşeriz uçsuz bucaksız çöle.

Bu halimizle ciğerimiz kan dolar;

Bu müstağnilikten feryadımız artar.

Bu istiğna yüzünden ferman gelirse,

Masumların tüm umudu söner.

Yarın o yüksek eyvan önünde

Lâyezâlin kösü vurulduğunda

Her bir yanda kim cüret edecek?

Nasipsiz olan bu nakdi nasıl verecek?

Tanrının istiğna yüceliği var

Bu ne oyundur? Yokluktan başka neyin v;

İstersen sen teşbih ile namaz ile

Müstağni Tanrı hoşnut olsun seninle.

Namazın uzun yolun azığı.

Onun ihtiyacı yok senin namazına.

Şunu iyi bil; şüphe etme yiğidim

Görev veren Tanrı, verdi başarıyı da.

Tanrı tevfiki yardım etmezse sana

Başarılı olamazsın işinden yana.

Ne büyük derecedir bu! Yerle gök arası

Onun katında ancak siyah kıl tanesi.

Ne büyük kudrettir! Görürsün kudretini

Bir kıl ucundan yüz sanat eseri.

Ne izzet sahibidir! Bir o kadar müstağni

Bunca akıl ile can orada oyundur.

Ne haşmettir ki yansırsa her cana,

Her zerreden olur yüz tufan.

Öncelik O’nundur. Bu ilkliğiyle

Hiçbir varlık denk olamaz ona.

4     Ne büyük vahdet! Bir kıl sığmaz Ona.

Bu vahdette dünya bir kıl kadar gelmez.

Ne büyük nispet! Kırk sabah boyunca

Kendi elinle yem koydun tuzağa.

Ne büyük rahmet! İblis bulursa zerresini

İdris’i bırakır kendinden geri.

Ne büyük kıskançlık! Düşse âleme

Bir anda iki âlemi katar birbirine.

Ne heybettir ki güneş zerresine rastlaşa,

Gölge gibi sonsuza kadar kalır orada.

Ne hüccettir bu! Kimsenin yüzünde,

Bir kıl kadar işaret görülmez.

Bu ne hürmettir! Bu makamın büyüklüğünden

Senden başkası oraya yol bulmaz.

Bu ne mülktür! Yasası var

Ne eksiklik olur ne fazlalık gelir.

Ne kudret ki isterse bir anda

Yeri muma döndürür, feleği de.

Ne şerbettir ki kana ekmek bansa can,

“Sekâkum rabbukum” umuduyla can

Ne âyettir ki göstermek istersen

Her zerreden İlahî bir güneş

Ne fırsattır ki şu gök kubbede

Âlemi yakarsın bir âşığın ahıyla.

Ne şefkattir ki bizim için ebediyen

Verdin annelere şefkati.

Ne mühlettir ki gelince zamanı

Bir kıl için bir âlem düşer tuzağa.

O ne vakittir esirlik zamanı

Kıl ucuyla tutarsın bir cihanı

Ne büyük nimettir; bu nimete

Sürekli şükretmek borçtur boynuna.

Bu ne şiddettir! Kanıt getirmede

Ne sessizlik yaprağı, ne söyleme yüzü.

Bu ne ruhsattır! Yolu olmasaydı,

Kimsede ah çekecek cesaret olmazdı.

Bu ne ayrılık! Niceleri koşturdu.

Görmediler seni; hepsi yok oldu.

Bu ne rahat! O yüce melekler

O tecelli ile daim naz içindeler.

Bu ne lezzet! O teiniz, kişiler

Onunla temiz koku çekerler.

Hepimiz biçareyiz, kalmışız yerimizde.

Şu biçareliğimizi sen bağışla.

Mezar beşiğine düştük biz.

Çocuklar gibi o âlemde doğduk biz.

O mezar dar beşik oldu bize

Kefen dolandı taş gibi omzumuza.

îki zenci zor ile gelir içeri

Sallar mezarımızın beşiğini.

Çocuklar gibi dar yerde sıkıntıyla

Titrer dururuz iki zencinin korkusuyla.

Ne amacımız vardır ne bir sevgi

Dünya çevirmiştir bizden yüzünü.

Kopmuştur bizden hem yabancı hem yakın

Zor yol vardır önünde biz çocukların.

Dünya çocukları gibi görmemiş oluruz

Ne zorluk vardır; biz ondan korkarız.

Bir saat kalırsak biz o toprakta

Temiz Tanrım! O zenciyi bizden tut uzakta.

Bize derler: Rabbin kim? Nedir dinin?

Tanrım, senden isteriz biz telkin.

Tanrım, izzetle yaşattın sen bizi

Şu zencilerin eline bırakma bizi.

Öğretensin bize sen konuşmayı

Konağımız uzakta kalır; iş zorlaşır.

Derdimiz sonsuza kadar kalır

Bilmem bize böyle ne yapmak ister?

Tanrım biz avare varlıklarız

Musibet görmüş perişanlarız.

Baştan ayağa kıvranıp duruyoruz

Ne baş var ne ayak; bizler bir hiçiz.

Gönlümüzü teselli edecek gönlün yok mu?

Perişan halimize acıyacak mısın bir an?

Gönlün yoksa, nasıl acırsın halimize?

Ne diyeyim, gönüller sahibi sen değil misin

Tanrım, burada biçare kaldım

Bu düşünceyle, kalbim yüz parça kaldım.

Gerçi vücudumda yok senden bir nişan

Ama bir an kayıp değilsin canımdan.

Aklımın, canımın sırrında sen varsın

Bu yüzden inci saçar oldu dilim.

Sensin tüm âlemden müstağni olan

Sözü kısa kesmeli; Allah’tır en iyi bilen.

İkinci Makale

Resûlullah’a Naat

Görüş sahiplerine lâyık övgü nasıl olur?

Yaratılış dolunayına lâyık övgü nasıl olur?

Heybetinden şu duacı tir tir titrer

Dili onun övgüsünü nasıl eder?

Onun zâtına naat sözün üstündedir

Dil işlemez oldu; nasıl söz söylenir?

Onu nasıl öveceğim? Çünkü Tanrı dedi:

Onun adı Tanrı adıyla birliktedir.

Muhammedi Doğru sözlüsün, eminsin

Dünya için âlemlere rahmetsin.

Muhammedi Yaratılışta onun nişanı var

Yüce başlıdır; başım yüceltenlerin tacıdır.

Muhammed; iki âlemin en iyisi

Dinin, dünyanın nizamı, insanoğlunun kıvancı

Temelde, peygamberlik kutusunun incisi

Mânâda, yiğitlik burcunun yıldızı

Lâyezâl Tanrı sırrının harflerini öğreten

Yücelikler ikliminden dünyayı aydınlatan

Padişahlık sırlarını bilen

İlahî sırların muammasını bilen.

Dünya onun dergâhında bir süprüntü

Felek onun hankâhında bir derviş.

Henüz Âdem beden kaydmdaydı

O, can ile gönül dünyasının şahıydı.

Vücudundan Âdemde bir nur vardı

Yoksa melek ona nasıl secde ederdi?

Âlemde onun nuru bir emanetti.

Sonunda Âdem’den Abdullah’a geldi.

Bunca peygamberden geçti

Hepsinin üstünde bir inci oldu.

Bir menzilden diğerine geçti

Pişmişti ama daha da pişti.

Sonunda her şey hazır edildi.

Geç geldi ama pişmiş olarak geldi.

Vahiy öncesi kırk yıl halvetteydi.

Vahiy emini derhal vahiy getirdi.

Meleklerin tavusunun huzuruna geldi

Onun ardında kudsîler dizilmişti.

Cibrîl-i Emin seslendi yüksekten:

Ey büyük insan; konuş haydi, durma.

Nurlu gönlünü din denizi yap

Rabbülâlemîn’in vahyini söyle.

Gayb musikîsini biliyorsun.

Dokuz feleğin sırrını biliyorsun.

Aşina olmuşsun ilahi sırlara

Susma; oku Tanrı adıyla.

Ay ile güneş nasıl örtülür?

At örtüyü başından; kalk da kork!

Şah sensin, bütün ufuklar askerin

Asıl sensin, bütün âlem kulun.

Çağır Tanrı ya halkı, rehberlik et.

Doğru yoldasın; Tanrı için peygamberlik et.

Hak can nuruyla vahiy gönderdi.

Kuranı ona insan öğretti lafı aklından gitti.

Sonunda Tanrı ya davette öncü oldu

Şeriat yenilendi, İslam yeni oldu.

Dünyayı mânâya yönlendirdi.

Her sözün özünden yağ çıkardı.

Her bid at onunla tepetakla oldu.

Devlet cevherinin nuru onun yanındaydı.

Devletinin nuru bir zerre parladı.

Ay ile güneş ondan bir zerre aldı.

Mis kokulu siyah saçları dağıldı

“Canına and olsun” tacını başına koydu.

Saçının mis kokusu âleme yayıldı.

Yüzünün nuru feleklere ulaştı.

Üç boyut onun saçıyla ıtırlandı

İki âlem onun yüz nuruyla nurlandı.

Gönül çelen yüzü ne güzel güneştir!

Gölgesine taylesan döşenmiştir.

Siyah örgülü iki saçı misler gibi kokar

Her tel saçında yüz can yuva kurar.

Onun göğsü Tanrı ile nurlandı.

Namazdaydı, Cennet üzümü aldı.

Üzümün her tanesi onun canında

Pervin salkımı gibi hep nurlandı.

Canı Tanrı sayesinde nurla doluydu

Ama kâfirlerin elinden azaptaydı.

Bazen bir taş dişini kırdı.

Bazen ibadetten ayakları şişti.

Bazen gamlandı, elini yüreğine koydu.

Bazen açlıktan, karnına taş koydu.

Dünya ile ahiret onun için vardı.

Derdi çok felek onun için kazançtı.

Bu yüzden o sıkıntıya direndi.

Zahmetsiz hazine elde edilmezdi.

Kimi müfessirlerce o emindir.

Bazılarına göre ise öyle değildir.

Geri çevirince o yüzüğü

Yetişti Cebrail, Peygamber in yanına

Dedi: Efendi; bu yüzükten kes ilgini

Yüzükle hallolmaz işin; bil bunu.

Felek dediğin senin için yüzüktür.

Niçin bu yüzükle uğraşırsın?

Tanrının parmağında senin gönlün var.

Süleyman gibi bir yüzüğe bakma.

Senin yüzüğünün bir adı vardır.

Ama altın yüzük sana haramdır.

Sen tespihini parmaklarınla çek.

Çünkü tespih insanların parmağındadır.

Ay, parmağında yüksük oldu senin.

Kâfirlerin gözüne girdi parmağın.

Her parmağında yüz hüner var

Bir yüzükle ilgilenmekte ne var?

Parmağına ip bağlayacaksan

Böylelikle bir dertliyi unutmayacaksan

Biz olmadan bir işe yeltenirsen

Kibriyânın azarına dayanamazsın.

Başını kıl kadar bizden çevirme

Parmağındaki bağlı kılı unutma.

Madem parmağın iyi işliyor

Kanlı pamuğun altında parmağını çıkar.

Parmak hesabı yap kendi kendine.

Kıyamet günü hesabı kolay gelsin sana.

Parmağıma şunun için ip bağlarım

Senden başka kimse aklıma gelmesin derim.

Sözlerine şunun için parmak bastım

Sen bir çıraksın, ben ustayım.

“Kuranı öğretti” sözünü şefkatle

Gösterdin önümüzdeki levhada.

Mekke harbinde parmakların soğukluğundan

Gönlümde senin gücün belirdi.

Kalemde olmadı hiç sayende

Kalem erbabının bunca izzeti.

İzzetinden akıl ile can hayran kaldı

Akıl hayretle parmağını ısırdı.

Kulun Muhammed, iki âlemin efendisi

Peygamberliği ile kıyamet iki parmağının arası.

Gölgesizsin sen; güneş senin yanında

Benzer ümit parmağını emen çocuğa.

O güneşle otağ kurdu feleğe

Seninle parmak bastı tuza

Senin avucundadır madem Hızır pınarı

Her parmak ucundan akıt bir pınarı

Yeryüzü yaygısından bas ayağını arşa

Bir parmaklık mesafe var başından arşa

Cebrail önde bir parmak olursa

Yanar kömür gibi kanatları.

Kudsîler kanat açar senin nurunla

Parmaklar gösterir seni birbirine.

Senin gibi bir resûl gelmedi risâlet makamına

Beş parmak bir olur mu hiç elde?

O kimsenin önünde yoktur helva

Parmağı biraz daha uzundur diye.

Git, bas parmağını Sıddık’ın nabzına

Hakikat nuruyla dolu bir gönül var onda.

Söyle Ömer’e, kalksın öfkeyle

Soksun parmağını İblis’in gözüne.

Söyle Osman’a, sırtı sağlamdır Kur an la

Çevirsin Kuranı sayfa sayfa.

Ali’ye söyle, itaat etmek uğruna

Yüzüğü bağışlasın namaz esnasında.

Git konuş o putperestlerle

Dünyayı dar et gözlerine.

Bir mucize isterlerse senden anında

İşaret et parmağınla aya.

Dini muhterem kıl sıdkınla

Yuvarlak ayı hilâle çevir parmağınla.

Kıskanç, haset gamıyla ısırsın parmağını

Sen birbirinden ayıradur ayı.

Kâfir dinin için sana baskı yaparsa

Geçir boğazına ipi, as darağacına.

Feleğin bir avuç semirmemiş danasından

Çek elini zehirli oğlağından.

Dostum, Kuran oku, susma

Kâfir, parmağıyla kulağını tıkasa da.

Bilâl, elini kulağına koyduğunda

Kesilir bütün konuşmalar o anda.

Dudağına taş atarlarsa sertçe

Bastır parmağını dudağına, söylenme.

Vakti geldiği zaman ben o taş ile

Dünyayı dar ederim taş yüreklilere.

Ne rütbe, ne kudret, ne kadir!

Ne sahip, ne sadık, ne başköşe!

Bu toprak âlemin büyük padişahı

Felekler âleminin büyük sultanı.

Yüce arş olmuş senin eşiğin

Yedi kat gökyüzü olmuş evin.

Nebiler içinde en faziletlisi

Tanrı mahremlerinin en mahremi.

Senin cömertliğin Kızıldeniz’e asker çekmiş

Yıldızlar damında davul çalan gözcü olmuş.

İlahî sırlardan haberdar olmuş

Yer ile gök arasındakiler seni desteklemiş.

Ne azametli sürme renkli felek!

Toprağını yıldızların gözüne sürme yapmış.

Mahşerde Âdem ile yanındakiler

Sancağının altında el ele vermiş

Kapında İsa gibi elli kapıcı var.

Ümranın Musa’sı kapında haberci olmuş.

Öncekilerin emiri büyük İdris

Senin nurunla Hareme mahrem olmuş.

Halil İbrahim adını can mührü bilmiş

Cehennem ateşinden Cennet yolunu bulmuş.

Yoluna kurban olma umuduyla

İsmail sen yoksun diye yas tutar olmuş.

Yanık sesli Davud yüz hoş makamla

Aşkının Zebur’unu gece gündüz okumuş.

Çok büyük padişah olan Süleyman

Senin ordunda bir sipahi olmuş.

Boyacı Mesih şu lacivert gökyüzünden

İğneyle adını nakşeder canlara.

Yalnız Hak değildir mûnisin olan

Bütün peygamberler senin meclisinde.

Birkaç buğday tanesi hicap oldu Âdem’e

Ne buğday ne Cennet engel oldu yoluna.

İki nahn engel oldu Musa’nın yoluna

İki âlemden geçtin sen iki nalınla.

Bir iğneydi İsa’nın yolundaki engel

Her makamda bir pencere açılmıştı sana.

Nebilerin gecesini aydınlatan incisin sen

Velîlerin gerçek mumusun sen.

Sekiz Cennet evinin çerağısın sen

Miraç gecesini aydınlatan incisin sen.

Miraç

Bir gece geldi Cebrail uzaktan

Yıldırım gibi giden Burak getirdi nurdan

Efendim! Geç bu zindandan

Ruhlar ülkesine çık yolculuğa.

Çok nebi, elçi var orada

Huriler toplanmış dünyanın her yanından.

Herkes gözü yolda seni bekler

Tanrı dergâhının güneşini görmek ister.

Huriler dışarı atmış kendini odalardan

Bir hediye alırsın diye onlardan.

Melekler arasında velvele kopmuş

Belki Düldülü sürersin diye o taraftan.

Gece boyunca âlemi aydınlatan yıldızlar

Göz değmesin diye tütsü yakar sabaha kadar.

Biliyorum, senin çok nurun var

Tanrı feragat verdi sana huriden.

Kalk şimdi, çek önüne Burak’ı

Biliyorum, sende nasıl bir iştiyak var.

Kudsî âlemde dolaş bir süre

Tut o halkayı, gir hareme.

Can dilin sırdaş olunca Hak ile

Kendine dön, ilgilen kendi sırların ile

Bülbül kafeste nasıl kanat çırpar?

Harekete geçti bu söz üzerine Peygamber.

Yıldırım süratli Burak’ı bu toprak âlemden

Sürdü, hutbe okudu önce feleklere.

Halis Tanrı kullarına öğretmen oldu

Tanrı elçilerinin hakikatini okuttu.

Görmüş geçirmiş nice nebiler

Onda çok din nuru gördüler.

Onun nuruyla kendilerini yok gördüler

Ne diyeyim? Ateşten duman gördüler.

Yeryüzünden kaşla göz arasında

Yükseldi Kâbekavseyn fezasına.

Cennetin doruklarına çıktı, dolaştı

Rabbülâlemîn’in arşına yükseldi.

Felek firuzesi coşmaya başladı

Meleklerin “Yol açm!” sesleriyle.

Sonunda yükseldi, yükseldi yücelere

Yüz binlerce meleğin “Yol açm!” sesleriyle.

Konuğa yiyecekler sunuldu, bir ay yaygı oldu

Arşı taşıyan melekler yükleri üst üste yığdı.

Cennet donatılmış, kapılar açılmış

Perdeler kaldırılmış, taht koyulmuş.

Büyük arşta bir velveledir kopmuş

Her iki âlemin dolunayı gelmiş!

Seyyidlerin seyyidi geldi

Varlıkların başkomutanı geldi.

Yedi kat felekte sefer etti

Gayb perdesinin ötesine geçti.

Hiçbir şey yolunda engel olmadı

Karşısına çıkan şeylerle vazgeçebilirdi.

Hiçbir tarafa gözünü çevirmedi

Çünkü onun çok yüksekte dostu vardı.

Cennet hurilerle doluydu ama

İki gözü hiçbir tarafa kaymadı.

Tanrı katında o nurla aydınlanınca

Cebrail bile o nurun uzağında kaldı.

Hak nuruyla etraf ışıl ışıl olunca

Rûhülkııdüs Cebrail geldi hemen figana:

Efendim; yükselirsem biraz daha yukarı

Bu nur yakar benim kanatlarımı.

Ey Rûhülemîn! Sen Tanrı huzurıındasın

Buraya gelecek gücü yok peygamberlerin.

Neden üzülüyorsun kanatların için?

“Biraz daha yaklaşırsam” dedin.

Binlerce can yanar bu yolda

Yanarsa yansın kanadın ey Tanrı ulağı!

Sıddıklar ne haldeler, bilmiyorlar

Böyle bir yerde sen kanadını dert ediyorsun.

Tanrı katında bulunuyorsan

Yanıversin kanadın; bu makamın meleğisin.

Ey Rûhülemîn! Otur bu dergâhta

Üzme kendini: Benim bir vaktim var Tanrı katında.

Sen öğrencimsin benim, otur rahatça.

İhsan, iman nedir? Sor bana.

“Kavlen sakil” sırasından geçti

“Ey Cebrail, şimdi kapıda dur” dedi.

Bundan öteye geçiş iznin yok.

Her komutana sarayda bulunma izni yok.

Ben Tanrı nurunda pervane gibiyim

Sen tavus tüyü kanadına bağlısın.

Sığın Tanrı ya; kanattan ne beklersin?

Sözün bittiği yerdir, neden kanattan bahsedersin?

Binlerce kanadın canı hikmet sırrı dolu

O ismet denizinin canına fedadır.

Rûhülkudüs un üzerinde yükseldi

Rastladığı her şeyi geride bıraktı.

Peygamber’in bulunduğu makam yüksekti

En yüksek yıldız Zühal, Dünya gibi gerideydi.

Canı nurla öyle yaklaştı ki Tanrıya

Cebrail ondan kalmıştı uzaklarda.

Oysa Cebrail-i Eminin kanatları

Kaplamıştı yer ile gök arasını.

Peygamberden çok uzakta kalmıştı

Peygamberi oradan serçe kadar görmüştü.

Yönlerden geçince, yol daraldı

Sonunda Tanrıya yaklaştı.

Tanrı katında nasıldı, ne diyeyim?

O anda varlığının dışındaydı.

O kadar yakında gönlü sır doluydu.

O dehşet içinde dili tutulmuştu.

Gül yaprağı gibi canı hayadan terlemiş

Canı vehim hayâlini izlemiş.

Hem duygudan geçti hem candan

Geçince kendinden Hakka baktı Hak’tan.

Gözü görebildiği kadarıyla

Gönlü bakıyordu onun gözüne.

Dergâhtan halvet yerine indi

Rabbani nur girdi içeri, 0 gitti.

O haybette Muhammed bir şey yapamadı

Muhammed Muhammed’den bizar kaldı.

Hak görüyordu onun kıvrandığını

Şefkat ile verdi derhal selamını.

Bu halden çıkardı, kendine getirdi

Selamını Peygamber’ine iletti.

Hitap geldi: Bırak kendini, gir içeri

Duymadan, konuşmadan çık dışarı.

Bir arzun varsa, hemen söyle

Neden geçtin kendinden? Ne oldu sana?

Şimdi yaktın sen bütün putları

Şefaatçi ol bir zaman ümmetine.

Yetimsin; yetimliğinle apaçıktır bu.

Yetim şefaatçidir iki âlem halkına.

Fakirsin; fakirliğinle şaşırtırsın

Ünün yayılmış hem arşta hem ferşte.

Benimsin; ister yetim ol ister derviş

Ben şeninim; bu hepsinden öte.

Korkulur mu fakirlikten? Fakirlik kıvançtır.

Fakirlik iki dünyada yüz karası değildir.

Sen incisin, yetim olsan da ne var bunda?

İncinin en iyi özelliği yetimliğinde.

Nesebiyle kesti bağlarını sonunda

Hakk’ın selamını işitti can kulağında.

Selamı sadece kendine has etmedi

Selamın bana ve salih kullarına olsun, dedi.

Gör kerem sahibini; bu kadehten içince

Şu bîçare salih kulları unutmadı.

Hitap geldi: Ey mutlak masum    

Hakkın var; hak, hak sahibine gider.

Ne dilersen, söyle şimdi dileğini

Yüce Tanrı başlayınca sırları açmaya

Peygamber de başladı konuşmaya.

Yarabbi, bir ümmetim var günahkâr

Ateşten koru onları fazlınla.

Bak onların iniltisine, yürek yangınına

Nasip et mülâkatını onlara.

Hepsinin umudunu bilirsin, vefa göster

Hepsinin hacetini kabul et lütfunla.

Bütün âlem bir avuç toprak değil mi Tanrım?

Bir avuç toprağın umudunu yele verme Tanrım.

Deniz diyarı çalkalanıp bulanmasın

Bu deryada ne hoş kumlar vardır!

Bu engin denizden ne eksilir

Bir saman çöpü onu seyrederse?

Mahşer halkına rahmet edersen

Bir kıl ucu ıslanır bu deryadan.

Böyle söyledi, kutsal âlemin bülbülü uçlu

Can burnuna ünsiyet gülünün kokusu doldu.

Seçkin peygamberlerin makamı

Muhammed’in makamının gerisinde kaldı.

Yoldan atlı olarak gelen peygamberler

Attan indi, Muhammed’in üzengisine tutundu.

Bütün melekler açtı kanatlarını

Yolunun toprağını kanalla aldı, başlarına koydu.

Bütün kudsîler onu görmek için olurdu

Onun mânâlarından koku almak istedi.

Sanır mısın onun ayağının toprağı

Cihan padişahının katında yok değeri?

Onun ayağının toprağına yemin etti

Mekke’de yaşayan Muhammed için and içti.

Ey dinin başköşesinde oturan! Attâr ı gör bir an.

Onun için de şelaatçi ol; hallerine bak.

Ben yanında Ashâb-ı Kehl’in köpeğiyim.

Yaşadıkça ben bu dergâhta duracağım.

Gözyaşlarımla tövbe guslü yaptım.

Ayağının altındaki toz olmak istedim.

O temiz bahçenin uzağında olan benim

O arzu ile başıma toprak saçarım.

Bir gün o meydana girersem

Çevgenimle ne oyunlar oynarım!

Bir ah çeker, dünya bağını koparırım

Senin toprağından canıma hanut yaparım.

Senin dergâhından üç hacette bulunurum

Çünkü senden çok hacette bulunmak isterim.

Ölmeden önce sana gönül vermiş bu derviş

Görsün senin temiz bahçeni önce.

Sen beni şairler arasına koymuyorsun.

Bana şairlerin gözüyle bakmıyorsun.

Canım bedenimden uçup kurtulursa

Tanrım, kucaklasın beni, budur dileği.

Gönlüm; canını onun yoluna feda et

Takva ile yüzünü o dergâha yönelt.

Dünyada onun temiz dininden söz et

Ukbâda onun eteğine sarıl.

Sana açık bir örnek vereyim, düşün

Birinin önünde içi bal dolu kap var.

Bir çocuk ona derse: Dikkat et!

Bu kaptaki balın altında zehir var!

Çocuktan o sözü duyunca

Elini çeker ondan, kuşku yok bunda.

Bunca peygamber seni uyarmış

İşin zor olacaktır bu yolda.

Bir çocuğun sözüyle perhiz yoluna girdin

Nebilerin sözüyle kalk oturduğun yoldan.

***

Tanrım, din nurunu yoldaş et bize

Muhammed’i şefaatçi kıl bize.

İşimizden dolayı öfkelendirme onu

Bizden hoşnut kıl onun temiz canını.

Yüz binlerce selam olsun ona

Tanrı sayesinde tüm yârânına.

Özellikle temiz cevherli dört yârine

Ebubekire, Ömer’e, Osman’a, Haydar'

Nebi buyurdu: Yıldızdır onlar

Uyarsanız onlara, erersiniz hidayete.

Ashabın Fazileti

Emîrülmü’minin Ebubekir’in Fazileti

Hilâfet merkezinin ilk önderi

Doğruluk dünyası, Ebû Kuhâfe oğlu

Hak dininin esası, tahkikin temeli

Şeriat şahmın nâyibi, Sıddık.

Sadakat göğünün en parlak güneşi

Velîlerin çerağı, en büyük Sıddık.

Şeriatın ilk göz aydını

Mustafa’nın refiki, ikilinin İkincisi.

Şeriatın şarabı kaynamaya başlayınca

“İnandık, tasdik ettik” şarabını içti.

Hikmet kadehinden ilk önce o içti.

Mustafa’nın elinden hikmet çorbası içti.

İmamlıkta Nebinin önünde durdu.

Zengin geldi, yoksul biri olarak gitti.

Tanrı onun can kulağına seslenince

Her nesi varsa, kızına feda etti.

Altın, gümüş nesi varsa, elinden çıkardı

Dünya malı olarak elinde bir kilim kaldı.

Ne ileri görüş, ne büyük fedakârlıktır!

Ama Sıddık olmak da kolay değildir.

Muhalifleri çağır, söyle onlara

Savaşçı bir kavimle çağrılacaklar savaşa.

İlk günden kıyamet gününe kadar

Nebi keramet gösterdi onun hakkında.

Onun yanındaydı her kederli gününde

Şehirde, mağarada veya dağda.

Peygamber’in ilk has nâyibi oldu sonra

Niyâbet etti din işinde Peygambere.

Sonunda onun yanında yattı toprakta

Ne ihtiyardı ama! Kıvrak mürid oldu ona.

Emîrülmü’minin Ömer’in Fazileti

Din göğü Ömer, Hattâb güneşi

Sekiz Cennetin çerağı, ashabın mumu.

O nasıl bir mumdur! Heybetli güneş

Pervane gibi tavaf eder onu.

Bu din güneşinden yayılan ışık

Yaraşır ancak yüksek Cennete.

O Hak dininin kutbu olmasaydı

Şeriatın kemâlinde revnak olmazdı.

Baş kesmek için baş verdi o.

Baş getirmeye gitmişti, baş koydu o.

Hidayet mumunun başını almaya gitmişti.

Kur anda Tahayı duydu, başını feda etti.

Onun can gözü sırları görür oldu

Şüpheleri yok oldu, sorunları halloldu.

Şeriata kemâl verdi öncelikle

Kırk kişiden biri oldu önce.

Peygamber dedi ona: Olsaydı bir tane daha

Ömer peygamber olurdu benden başka.

Dünyanın efendisi onun canındaki nurla

Kelimeler söyletti ona.

Hakkı kulağına küpe etti

Tanrı’nm adıyla öldürücü zehir içti.

Zehri kendi üstünde denerdi.

Onda hayat kurtaran panzehir vardı.

Zulüm onun devrinde ortadan kalktı

Kızıldenizdeki gözyaşı gibi kayboldu.

Dünya onun adaletiyle huzura kavuştu.

Onun korkusundan sitem yok oldu.

Arap olmayana açtı kapıyı kıyamete kadar

Bin altmış altı minber koydu.

Emîrülmü minin Osman’ın Fazileti

Din ehlinin emiri, Kuran üstadı

Emîrülmu minin Affan oğlu Osman

İki âlemin efendisinin seçkin dostu

Damadı oldu, Zünnûreyn lakabını aldı.

Hilim ile hayâ resmedilseydi

Zünnûreyn ile bu resim görülürdü.

Hayâ imandır ya da imandan bir parça.

Osman’ın nuru görülür nereden bakılsa.

Hilim, hayâ yüzüğünün kaşıdır

Hürlerin başı, cömertlerin tacıdır.

İlahî Dîvani o derledi.

Alemde kadîmliği öne çıkardı.

Onun derlemesi sayesinde konuk olduk

Hepimiz o divanın ecrini kazandık.

İlkin ömrünü Hak Kur an ına adadı

Sonunda kendini I kıkk’a kurban etti.

Kur an yüzünden çok üzüldü ilkin

Kur an okurken kanı döküldü.

Sıbgatullah âyetini okuyordu

Ansızın sıbgatullah üstüne kanı döküldü.

Gaddar dünya için kim yaptı bunu?

Bunu yapan nasıl ona kıydı?

Din adamlarına bunu yapanlar

Gaddar dünyaya meylettiler

Birini Kur an okurken öldürdüler.

Birini namaz kılarken öldürdüler.

Birini zehirleyip devirdiler.

Birinin Kerbelâda başını kestiler.

Geç bunları, yönel Tanrı ya, asıl budun

Başını koy secdeye, sus artık dostum.

Emîrülmü’minin Ali’nin Fazileti

Dinin atlısı, Peygamber in amca oğlu

Yiğitler yiğidi, Kevser Havuzunun sahibi.

Rüstem bedenli, Düldül ün süvarisi

Gönülde tevekkül denizinin dalgıcı.

Kuşkusuz devrinin en erdemlisiydi

Gerçekten de İslâmm deliliydi.

Dünyada “Sorun bana” diye seslendi.

Bir rumuzla iki âlemden yüz işaret gösterdi.

Böyle namaz kılmalısın sır ehliysen,

Namazın namaz olur böyle edersen.

Hak nuruyla namazdayken Ali

Ayağından çıkardılar ok temrenini.

Böyle seçkin namaz kılarsa

Elhamd ile dünyadan keser ilgisini.

Cömertliğiyle deniz bulutu ışık olmuş

Altın dolu bir âlem gözünde ırmak olmuş.

Sen ey altın! Umutsuzluktan sarar

Sen ey gümüş! Beyazlaş böyle.

Bu kızıl yüzlü yolda yeşillik oldu

Beyaz ile sarı onun gözünde karardı.

Bu yüce insan, dinin temeli durdukça

Gönlü sırları bildi, yolları gördü.

Daha çocukken kendini emir yaptı.

Şu değersiz dünyadan eteğini çekti.

Dünya bir ateş, sen bir aslandın

Bu bakımdan dünyaya doymuştun.

Aç aslan az otursa da

Dünya ekmeğini doyasıya yemezdi.

Dünya hayatında fakirlik yolunu seçmişti.

Üç kez “boş ol!” demiş, dünyayı boşamıştı.

Ey taassup içinde canı giden!

Bir dolu günahla divana giden!

Cahillikten gönlün hile hurda dolu.

Ali’ye, Ebubekr’e giriftar olmuşsun.

Bazen bu nezdinden makbuldür

Bazen o işine yaramaz olur.

Bu veya o iyiymiş; sana ne?

Sen kapının bir halkasısın; sana ne?

Ömür boyu bu mihnetle oturdun

Bilmem Hûda’ya ne zaman tapacaksın?

Heves düşkünlüğü daha ne kadar? Gir Tanrı yoluna.

Tanrı sorarsa bu hali sana; beni söyle.

Eminim, yarın halkanın önünde

Bir iken olur yetmiş iki fırka.

Ne diyeyim? Hepsi kötü, iyi olsa da

Bakarsan iyice, onu ararlar.

Tanrım, serkeş nefsimi zebun et

Beynimizdeki fodulluğu çıkar dışarı.

Gönlümüzü kendinle ilgilendir

Taassup yolunda gideni azlet yolundan.

Birinci Makale

Ey canın, gönlün derdi dermanı

Sen ateş düşmeden parlayan bir nursun.

Oymalı kandilin aralıklarından verirsin ışığını

Mübarek bir dalda kurmuşsun otağım.

Beden kandilindeki nursun sen

Hem çok yakın hem çok uzaksın sen.

Kır sırçanı, dök yağını

Asıl parlak yıldızın nuruna.

Doğuyla batıyla ne işin var?

Gökyüzünün nuru hisardır etrafında.

Ey sırları söyleyen bülbül!

Mücevher sandığının çöz bağım,

tsa gibi sözde tatlı dilli ol.

Sedefi kır, başla inciler saçmaya.

Kendi hoş sesinle kaldırma başım

ibrişim ile neyde ses var zira.

Bülbülün ses güzelliği senden fazladır

Kendi güzel sesinin sarhoşudur.

Görme gücünden bilme sen bu ışığı

Çünkü serçe bile görür yirmi fersah uzağı.

İşitme gücüne bakıp böyle coşma

Tavşan bile sesi duyar on mil uzaktan.

Koku alman eksiktir, az konuş.

Fare bile bir mil uzaktan alır kokuyu.

Kendi kuruntularına kapılıp böbürlenme

Su kuruntuya kapılır, kendini hiithüf sanır.

Bunların hepsinden fazlaysan sen

Çok söyleyen, çok temiz canlısın sen.

Ey seçilmiş yüksek damla!

Kıdem denizinden koku alan damla!

Denizden yüceliği seçtin gerçi

Bu yolla kendi kemâline eriştin.

Denizden yükseklere çıktın sen.

Sedef için parlak inci oldun sen.

Sefer etmeden inci olamazsın.

Kül oldunsa, kor ateş olamazsın.

Deryadan unsurlara sefer ettin

Sefer etmeden damla nasıl inci olur?

İlkin yağmur damlası sefer etti

Sonra deniz dibini incilerle doldurdu.

Denizde inci saklı kaldıysa,

İnci yolun tozuyla bir olduysa,

İnci denizden yükselince

Altın işlemeli tacın altında gelir başa.

Dut yaprağındaydı; yerinden ayrılınca

İpek, atlas oldu, çıktı başa.

Yolculuğun sonu böyle olmasaydı

Felekte bir anlık huzur kalmazdı.

Seferin böyle kadri olmasaydı

Yeni ay seferle dolunay olmazdı.

Hey kavgacı şahin!

Tabiatlar çerçevesinden çık bir an.

Uç lâmekân dünyasına doğru

Kal bir süre zeminin, zamanın dışında.

Zamansızlık denilen yerde yüz yıl ile bir an

Bir görünür gözüne zaman.

Bir an yüz yıl sayılır orada.

Gelecek, mazi, şimdiki zaman yok orada.

Şimdiki zaman dediğin olmaz bir zamanda

Gökyüzü bulunmaz mânâya baktığında.

Devranın dönüşü yoktur orada

Dönen feleğin devrini görmezsin orada.

Gökler göz nuru gibi olur.

Böyleler, öyleler olmaz orada.

Ne noksan vardır ne kemâl orada.

Mazi, gelecek, şimdiki zaman yok orada

O hazret iki dünyadan uzak olunca

Zamandan, mekândan bu sebeple olur uzakta.

Mehdi ile Âdem bir nefeste olur

Ne biri ondan fazla, ne biri bundan eksik olur.

Şimdi bu zemini bedel tutarsan

Ebed ile ezeli bir görürsün sen.

Orada “Ne?” “Kaç?” bulunmaz.

Ezelin ebedle bağı olmaz.

Biliyorum, ikisi, birden başka değil.

Muhakkikin bu konuda şüphesi olmaz.

Ey türlü türlü oyunlar sergileyen gözbağcı!

Mânâ oyuncağının üstünden çek örtüyü.

El kıvraklığıyla göster maharetini

İç şarabını, sarhoş ol, dağıt kendini.

Can aynasındaki tozu sil iyice

Boşalt hokkayı, temizle güzelce.

Zamanenin kördüğümlerinden

Sıkışmış kalmışsın ev köşesinde.

Yüzünü gösterirsen perde arkasından

Yakarsın yedi yaşlı feleği.

Hâzinesin sen, dokuz gök orta yerde

Çık zamanenin dört duvarından dışarıya.

Tılsımların, sihirlerin çöz bağını

Kır mevcudatın kapısını, dehlizlerini.

Sen hâzinesin ama tılsım bağında

Sen cansın ama beden zindanında.

Dünya zindanından topla pilim pırtını

Kuvvetli bağlardan kurtar gönlünü.

Bir parça hırsın arasına düşmüşsün

Bilmiyorsun, nasıl şaşkın kalmışsın.

Mazursun sen çünkü haberdar değilsin

İstediklerine burada sahip değilsin.

Tanrıdan zindandan çıkış izni almamışsın

Şaşılmaz buna; o meyi bulmamışsan.

Ey hikmetler bilen kuş! Bir zaman

Bundan iyi yuva bulacak mısın?

Mânâlar âlemine doğru aç kanatlarını

Yedi kapılı sarayın aç kapısını.

Dört ile dokuzdan uçarak geçince

Geç kendinden, aç Tanrı ya gözlerini.

Neden Şeytanın yeriyle mağrur oldun?

Böyle avare, divane oldun.

Biliyorsun, gitmek gerek erkenden

Geri gelmek ise mümkün değil.

Hile hurdalı yerde ne yapacaksın?

Geç dünyadan; bırak İblisi.

Dünya dediğin, İblis’in mukataalı yeri

Dünya hile, şeytanlık sarayı.

Onun sarayını ver ona, git.

Gözünü Tanrı huzuruna çevir, git.

Madem İblisin yeriyle yoktur işin

Onun yerinden çabuk geç yolu yordamıyla.

Bu külhandan varınca o gül bahçesine

Say ki görmedin hiç o külhanı.

Kutsallık dünyasında dolaş öncelikle

Ünsiyet dünyasına bas ayağını sonra.

Yeşil yaygılara oturunca sen

Cümle olursun, kendini görmezsin sen.

Birkaç perde ile tuzaktan geçtin mi

Bir süre o damın eğitimli güvercini olursun.

Açılır gözlerin cihan güneşine

Can denizinin kapıları açılır yüzüne.

Böyle güvercin olursan, bak kendine

Bil kendini, sonra yönel Tanrı dergâhına.

Kendini bilince Tanrıyı bilir olursun.

Sonra çabucak nihayete varırsın.

Varlık bir engel koyarsa önüne

O halle bir süre getirir seni kendine.

Senin varlığın görünmeyince onun katında

Kendinden geçer kalırsın onun kapısında.

Tekrar bir perde gelir önüne

Benliğin benliksizlikle gelir kendine.

Bunu bilince, lezzet çıkar ortaya

Sevinçle coşmaya başlar bir daha.

Pervane nasıl kendini ateşe atarsa

Nasıl varlığını huzurdan kaldırırsa

Kalkınca onun varlık perdesi

Sarhoşluğu şiddetlenir bir kez daha.

Bazen düşer bazen kalkar

Bazen cansız bazen canlı kalır.

Bazen lezzette bazen fânilikte

Bazen ayrılıkta bazen kalıcılıkta

Bu apaçık sözü söyleyeyim sana

Bazen gam bazen naz nedir? sana

Kıdemle hudûsun bağlantısı yok

Bağlantı olsa da karışma yok.

Ey gölgede yetişmiş güneş! Şimdi

Kim dedi dadının kucağından ayrıl diye?

Sen hadîsât âleminde koşuyorsun

Üçüncü âlemin ışığını nasıl bulacaksın?

Hey kuşum! Çık şu tuzaktan

Cennet çimenliğinde eğlen bir zaman.

Varlığın gönlünde sırlara dönüşmüş

Aşk dalından meyveler derviş.

Çevir yüzünü duvardan artık

Sırların peşinden in aşağı artık.

Âlemde gördüğün her bir zerre

Onun peşinden konuyorsan yere

O zerreler gittiğin yolda görünür

Tanrı katı nurlarından bir nur olur.

Her zerre bir güneş olur

Bir hicaptan bir hicap belirir.

Perdelerden dışarı çıkar sırlar

Uzak bir yol bu; sonu belli değil.

Hiç kimse göremez bir ucunu

Bulunmaz asla onun sonu.

Bâyezîd-i Bistâmî şöyle dedi:

Ben kırk yıl niyaz ettim, dedi.

Dosta giden yol zerredir

Ama âlem senin gözünde siyahtır.

Perde koymuş önüne, çok mühlet vermiş sana

Ehiller arasında ehil olmayanlar çıkmış ortaya.

Bu yolda ehliyet sahibiysen

Zerre zerre ilerle Tanrı dergâhına.

Nihayetten sana bir nazar olmasaydı

Senden sana doğru sefer olmazdı.

O sonun nuru senin rehberindir

Cevherinde niçin bu tembellik vardır?

Bakar mısın, eğer huzurun varsa

Yârdan her an bir nur gelir sana.

Yâr bir nazarını alırsa senden geri

Bir dinara bulamazsın bir zünnarı.

Parlatırsan gönül aynanı

Bir kapı açar gönül göğsünde sana.

Bu kapı açılır dilberin yüzüne

Felek bile lâyık görülmez perdedarlığa.

Üç şey lâzım iki âlemden sana:

Bilmek, uygulamak, aynelyakîn gelir sonra.

İlmin ibadetle aynelyakîn olursa

Gönlün iki âlemin aynası olur sonunda.

îkinci Makale

Gönlüm, bırak bir an toprak bedeni

Gönül sahiplerine oku aşkın salasını.

Aşk nuruyla yak can mumunu

Canandan öğren aşkın Zeburunu.

Aşkın alt perdesinden rumuzlar söyle.

Dilin yokken bülbül gibi söyle.

Davud gibi avarelerin âyetini oku.

Aşk Zeburunu perişan âşıklara oku.

Aşk sözünü âşıkların virdi yap.

Âşıkların uğruna gönlünü, canını feda et.

Öd gibi aşk ile ateşlerde yan

Mum gibi ağla, güzel güzel yan.

Aşk şarabını dök akıl kadehine

Oradan bir yudum dök kendi canına.

Akıl sarhoş oldu mu, saf şarap verme ona.

Çıkar kapıdan dışarı; konuşmasın sonra.

Aşk geldi mi, mil çek aklın gözüne.

Aşk dağıyla dağla, vur onun yüzüne.

Akıl sudur, aşk ise ateş görünüşte

Su yan yana bulunur mu ateşle?

Akıl iki dünyanın zahirini görür.

Aşk görürse, sadece cananı görür.

Akıl güçsüzlük tuzağının serçesidir

Aşk ise mânâların simurgudur.

Akıl sırlar divanının önsözüdür

Aşk ise geceyi aydınlatan bir incidir.

Akıl kâinat sarayının nakdidir

Aşk ise hayatın iksiridir.

Akıl her tarafta zahit kılığında görünür

Aşk ise laubali, şen şakrak biridir.

Akıl kapıda bekleyiş içindedir

Aşk her şeyin başındadır.

Akla teklif hırkası giydirirler

Aşka teşrif giysisi giydirirler.

Akıl söz öğreten yol ister

Aşk can parlatan ah ister.

Akıl canı besler olarak geldi

Aşk canı feda eden ateş olarak geldi.

Akıl bir çocuksa, aşk ustadır.

Bununla onun arasında çok fark vardır.

Aşk ile gönül karşılıklı duran iki aynadır

Başından beri yüzleri birbirine dönüktür.

İkisinin arasında gerili perde vardır

Perdesiz olsa da bir ianesi kızla değildir.

Surete bak, bulanık olmayan bir suda

Su ile görüntü aynı şeydir.

Gönülden aşka giden yol zorlu değildir

Aşk ile gönül arasında kıl kadar mesafe vardır.

Aşk dünyası dipsiz bir denizdir

Tırnaktan kıl çıkmaz; ayrı olmaları imkânsızdır.

Aşk ordusu pusudan çıkınca

Aklın kaçacak yolu kalmaz.

Kaçmaya başlar isler istemez her yana

Aşk kapıdan girdi mi akıl damdan kaçar.

Kim aşk yüzünden derin denizdeyse

Bilir bu nasıl şaşılası bir iştir.

Aşk yolunun getirisi canla oynamaktır

Aşkın oyun olduğunu mu sanıyorsun?

Bir acayip cevherdir aşk âlemi

Aşk gamının bir araz olduğunu kim diyebilir?

Kim görmüş bu araz iki âlemdedir?

Kalmaz insan halleri iki zamanda.

Dünya aşk sultanının zaptiyesiyle doludur

Bir aydan öbür aya kadar aşkın eyvanıdır.

Güçsüz olanlar yaraşmaz aşka

Kâmil, işbilir insan yaraşır ona.

Güçlü, özverili olmak gerek

Her kederi nimet bilmek gerek.

Bu kan dolu denize dalar

Dostu olmaz; dünya etrafını sarar.

Binlerce kadeh zehire düşmüştür

Bu kadehleri içmiş, yüzü gülmüştür.

Gönlüne saplanmıştır okun binlercesi

Ayağı çamura saplanmış, koşar ahu gibi.

Ne onda vardır feryat etme gücü

Ne cananı yâd edecek gücü.

Ona vuslattan bir işaret bulursa

Hicran içinde kaçar her zaman.

Canana kavuşmak için çırpınır

Fırtınada savrulan çiy tanesi gibidir.

O denizde böyle bir damla nedir ki?

O güneşin karşısında bir zerre nedir ki?

Bu yağmada nice canlar götürüldü!

Bizim canımız da bizden alındı, götürüldü.

Perde arkasında canlarımızı suladılar

Bedenlerimizi toprağa, kana attılar.

Bedenlerde can yoluna set çektiler

Canlarla zamandan geçtiler.

Dünya dolusu hâzineyi bir çukura koydular

Dünya gibi bir dağı saman çöpüne yüklediler.

Yerin, göğün kapısını açtılar

Canlara bağış kapısını açtılar.

Yeri, göğü hissedilir kıldılar

Ebedî dünyanın yolunu kapadılar.

Bedenden gönüle bir yol açtılar ansızın.

Gönülden cana, candan dergâha giden yol.

Her şeyin aslını karıştırdılar birbirine

Sonra ona âlem adını verdiler.

Her şey hazırlanınca, bir şey seçtiler

Ona aşk dediler, aşkı işittiler.

Bu aşk sana kolay görünür

Aşk sana senin gücün kadar görünür.

Aşkın ilacı gözyaşı ile sabırdır.

Taze olsa da gül için bulut gereklidir.

Âşıklar gözyaşı ve sabırla mutludur

Bahçenin yeşil kalması bulutla mümkündür.

Aşk ayrılıkta kalmasaydı

Aşkın pazarında revaç olmazdı.

Maşuk kolayca elini uzatsaydı

Birleşmenin lezzeti olur muydu?

Aşkta bekleyiş olmasa

Aşk oyununun canlılığı olmaz.

Gönlün istediğini beklemekle geçen bir an

Elde bulunandan çok hoş olur.

Mahrem yârin aşk kederinden bir parçası

İki âlemin sevincinden hoş olur.

İki âlem aşk güneşinin gölgesidir

İki âlem aşkın ebedî huzurundadır.

Aşk kemâle ermediği sürece

İki âlemde bir zerre bile kıpırdamaz.

Yüce Tanrı kendi hikmet eliyle

Her bir şeye verdi kemâli.

Bitkiler, madenler, hayvanlar, telekler

Rüzgâr, su, ateş, toprak arasında

Aşk içinde halden hale girerler.

Ay, yıl demeden bu böyle devam eder.

Hayvanın aşk kemâli: Yemek ile şehvet.

İnsanın aşk kemâli: Makam ile kuvvet.

Feleğin kemâli: Emir ile hareket etmek.

Dört cevherin kemâli: Dört meydan.

Her birine mukataalı yer verilmiş;

Hiçbiri kendi yerinden öteye adım atmamış.

Her bir zerrenin kemâli zikir ile tespih.

Arif olanlar bunları bir bir işitir.

Ariflerin kemâli yokluktadır.

Âşıkların kemâli yoklukta sarhoşluktur.

Nebilerin kemâli bilinen yer değildir

O yer Tanrı katından başkası değildir.

Kudsîlerin kemâli aşkın yakınlığında

Aşkın kemâli aşkın derecesinde.

Baştan sona kadar dolambaçlı yol vardır

Kemâl olmasaydı, her şey bir hiç olurdu.

Kemâl olmasaydı, ne yapacaklardı?

Şevksizlik içinde herkes hayran kalacaktı.

Arayış, talep olgunluk oldu bu yolda

Bilgili gönül haberdardır bu sırdan.

Bir uçtan bir uca uzanan zincirdir bu.

Birinden diğerine kısa yol vardır; böyle bil bunu.

Zincirin bir ucu Tanrının elinde

Hayretle bak; bu zincir nereden nereye uzanır?

İşler en yüceden başlar, gider en aşağıya.

Bu ne kudrettir! Nasıl Tanrı yaratışıdır!

Her şey Tanrının istediği gibi yukarıdan iner.

Döndürür bu düzeni; ihtiyar onun elindedir.

Onun inisiyatifi büyüktür kuşkusuz

Yaptıklarında bir illet bulunmaz.

Yüce Tanrı her neyi yaptıysa

İyi yapmıştır, sence iyi olmasa da.

Bütün ufuklar aşk içinde yol alır

Bu vadide aşkın kemâlini arar.

Kimin gönlünde aşkın şevki yoksa

O aşkın zevkini nasıl anlar?

Feleğin aşk içinde ok gibi gönlü vardır

O divanelikten dolayı zincire bağlıdır.

Melekler zincir vurmuş feleklere

O zincirle yeryüzünde dolanırlar.

Hazretten bir hitap gelir

Felekte değişim baş gösterir.

Hazretten bir hitap gelmeyince

Ne o, ne devir, ne dönüşüm kalır.

Ey mavi hırkalı sûfi!

Sema halkasında ne hoş dönmektesin!

Ne haldir bu? Aşk ile sürekli

Kıyamet gününe kadar dönüşün var.

Aşkın kemâline lâyıksın sen

Zincire vurulamadm sen.

Biz bu sağlam zinciri açarsak

Raks ederek dergâhına geliriz.

Hırkamızı neyzene atarız

Kendi halkamızda yüzük kaşı oluruz.

Senin denizinin ötesinde dalgıç oluruz.

Sen avâm olursun, biz hâs oluruz.

Oradan yükseklere koşarız

Bazen o şevkle bazen o zevkle koşarız.

O denizde dalgıçlığa başlarız

O sevinçle raks etmeye başlarız.

Şimdiki gibi anbean geliriz

Her perdede yılan gibi deriyi terk ederiz.

Ahiret âlemi için reçete lâzımsa sana

Düşün biraz dünya sırrı hakkında.

Dünyada, ilkin kan değil miydin sen?

Bak şimdi, buradan nasıl gittin sen.

Bazen su bazen kan bazen süt

Bazen çocuk bazen genç bazen ihtiyar

Bazen din sultanı bazen meyhanenin piri

Bazen körkütük sarhoş bazen sırların piri.

Binlerce perdeyi geçtin dünyada

Sûretten geçtin, yöneldin mânâya.

Adına aşk denilen o vadide

Dünya perdesi bir misal oldu sana.

Kim bilir bunların nasıl gizli sır olduğunu?

Söz değildir bu; akıl ile can nurudur.

Bununla açılırsa gönül gözün

Her zerreden yüz sır çıkarır gönlün.

Âlemdeki bütün zerreler varlık sokağında

Hareket halindedir; bir an bunu görür gözün.

Hepsi dönmede, harekette sarhoş olmuş

Senin gözün yok; sende hareket var.

Ey aşk oyunundan haberi olmayan!

Bu aşkın oyun olduğunu mu sanıyorsun7

Sende dosta yaraşan nakit yok.

O nakdin dostun katında değeri çok.

Ondan iste, sonunda deniz ol.

Kendi varlığında gözleri görmez ol.

Aşk içinde gönlünü sırlar denizi yap

Derinlikleri inci, dalgaları nurlu deniz yap.

O mânâlar denizini süpürürsen

Yol hediyesi olarak onun yoluna saçarsın.

Bu yolu inciler denizine dönüştür.

Bu yolda bulunmasın hiç toz.

Canını saçarsan onun yoluna,

Saçılarınla iki âlem iner senin katma.

1.    Hikâye

Nizamülmülk oturduğunda koltuğuna

Bir sûfı girdi içeri, elinde vardı kırba.

Dedi ona: Ey Âsaf gibi güçlü vezir!

Şu kırbamı altınla doldursana.

Bir işaretle verdi fermanı hemen:

Kırbası altınla ile doldurulsun.

Oracıkta bir sandığı açtılar

Kırbanın kapağına kadar altın koydular.

Boş kırba bir türlü dolmadı

Vezir bunaldı, âciz kaldı.

Altını artırdı on kat daha

Kırba dolmadı, durdu önünde.

Sonunda kırbayı altınla doldurdu

Önünden kaldırdı, öteye koydu.

Sûfi altını alınca vecde geldi

Nizamülnıülk’e yaklaştı, ayakta durdu.

Altın dolu kırbayı başına boşalttı

Boşalınca, boş kırbayı kapıya fırlattı.

Dedi ona: Bir süre burada oturdum

Başına altın saçtım.

Sana lâyık bir şey göremediğim için

Senden aldım yine sana saçtım.

Senden altın alırsam, senin için alırım

Senden altın alırım, seni eleştirmem.

Ey aziz! Sende o nakit yok

Sultana saçacağın nakdin yok.

Tanrı’dan canın için mânâlar iste

Ne verirse sana, sen de saç O’na.

Bir yoksul canım feda ederse padişaha

Bundan büyük devlet mi olur ona?

Aşk işinde avare kalan benim

Kendini kaybedip hayran kalan benim.

Uyku ile uyanıklık arasında bir halim var

Kemâlin sınırındadır orada canım.

O demde benim kazancım olmasaydı

Gönlüm o anda bedenimi boşaltırdı.

Gönlümün dünyada aldığı lezzet budur

Ne diyeyim? O an dünyaya ait an değildir.

Kim âşık değilse, insan değildir

Çünkü âşık olmayanın böyle hemdemi yoktur.

İşin aslında, o an olmasaydı

Âdem’in, âlemin varlığı olmazdı.

Aşk ile cana gelen o an var ya

O an sayesinde hayat derim cihana.

Maşallah Attâr sırları çözmekte

İnciler saçmak nasip oldu sana!

Sırlar yolunda çek dizginleri

Yol uzun; binitin rahvan değil.

Üçüncü Makale

Gözün görüyorsa, denizi gör

Alem yoktur, âlem deniz köpüğüdür.

Hayâldir bütün âlem, düşün

Bir hayâli bundan fazla görme.

Ya divanesin ya aklın karışık

Çünkü bunca hayâl içinde uyumuşsun.

Sen nasıl bir hayâl oyuncususun?

Erişkin olmuşsun ama bir çocuk gibi çuvaldasın.

Şişede peri görmek çocuk işidir

Hayâlsiz erişkin yüksekte, alçaktadır.

Hey! Sırlar arşının doruklarını dinle.

Efendi! Evde bir Allah’ın kulu yok.

Gördüğün her harf bir hiçtir

Ama senin gözünde dolambaçlıdır.

Kıvrımsız bir harf varsa, eliftir

Evet eliftir; elifte hiç nokta yoktur.

Bu işin ebcedini daha ne kadar okuyacaksın?

Elif ebced alfabesinde ilk harftir.

Elif bir hiçle başlar, “lâ” ile biter

Demek ki elif “hiç” ile “lâ” arasındadır.

Ebcedi yüz kere baştan alıp okusan

“Hiç” ile “Lâ” arasında kalırsın.

Sen diyorsun ki ben sağlam adamım.

Git işine! Rüstem’in hakkından Rahş gelir.

2.    Hikâye

O dindar aziz şeyh şöyle dedi:

Hak bu emaneti bize verdi.

Yeryüzü, gökyüzü bu emanetten ürkmüş

Bu emanetin sorumluluğunu fazla bulmuş.

Sen yalnız gelmişsin bu emaneti çekmeye

Korkarım vazgeçersin bu sorumluluktan.

Emanet buysa, utansın herkes

Bir topal eşek senden iyi çeker bu yükü.

Başsız olursan, bilirsin bu sırrı.

Cahillikle bir yere varamazsın.

3.    Hikâye

Hallâc’ı bir gece rüyada gördüler

Bir elinde kesik başı, bir elinde gül suyu kadehi.

Sordular ona: Başın kesik. Şimdi nasılsın?

Elindeki kadeh nedir? Söyler misin?

Cevap verdi Hallaç: “Adı güzel o sultan

Başı kesik birinin eline verir kadehi.”

***

Kim kendi başını unutursa

İçer bu mânâ kadehini.

Cismindeki ismi kaybet öncelikle.

Canını cisim boyutundan çıkar sonra.

Onun ismine öyle sakla cismini

Ki cismin Bismillah’ın Bism’indeki elif gibi olsun

Cismin gitti mi, arıt sen canını

Candan kurtul, müsemmâda kaybol.

Âlemin var olduğu bir denizdir bu

Bütün dalgaları kaplamış insanın gönlünü.

Bu denizin dalgası nerede sakinleşir?

Bu çalkantılı deniz bizde sakinleşir.

Can ile beden kalmamalıdır bende

İkisi kalacak olursa, ben kalmaz.

Sen ile ben ağırlıkta bir batman çekeriz

Bir arpalık ağırlıkla bir dağ tepetakla olur.

4.    Hikâye

Sağlam iffetiyle gidiyordu o şah

Birini gördü güzelce oturmuş yola.

Dedi ona: Hey rahat rahat oturan!

Benim gibi böyle mutlu olmak ister misin?

Cevap verdi: Ben aydınlık değilim

Benim istediğim asla ben olmamaktır.

***

Sende ben kalmadığı zaman

Can ile beden yolunda ikilik kalmaz.

Canın, bedenin aydınlanırsa birden,

Bedenin can olur, canın beden olur hemen.

Bedenin karalığı ayna arkasına benzer

Can dediğin aynanın yüzü gibi aydınlıktır.

Aynanın arkasını silerlerse güzelce

îki taraf bir olur, ne toprak kalır ne bir şey.

Yarın kıyamette bazı yüzler kara olur

Bazı kara yüzler nasıl ay gibi olur?

Aynanın arkası yüz gibi olursa,

Yüz yöne çevirsen de bir görünür.

Âdem devrinden beri kimse söylemedi

Bedenin mahşerdeki hali âlemdekinden iyidir.

Mahşer hakkında açık bir şey söyleyeyim sana

Dinle sen; bunu bensiz söylüyorum sana.

Senin cismin bugün de bir mânâdır

Dünyaya ait bu cisim orada kalmayacaktır.

Ama cisim can bağını çözerse

Bütün cismin orada canı gösterir.

Bütün cismin aydınlanır, nur olur

İbadetsiz isen, cismin bulanık cisim olur.

Bâtındaki mânâlar zahir olur

Kuşkusuz gizli sırlar fâş olur.

Muhammed’in canı beden, bedeni candı

Miraca hem bununla hem onunla ağdı.

Dersen ki: Beden gördüm, topraktır

Toprak beden nasıl temiz candır?

Vereyim cevabını sana: Bakar mısın mezara

Sen körsün. Kim dedi ey kör bak diye?

Senin gözünde mezar, toprak ile kerpiçtir

Bir başkasının gözünde bahçe ile çukurdur.

Orada bahçedir diye toprak gördü.

Neden bedene temiz can demesin ki?

Ama zaman, mekân kaydında oldukça sen

Bedeni can şeklinde göremezsin.

5.    Hikâye

Gönlü aydın biri sordu Ali’ye:

Ey Allah’ın aslanı! Gündüz var mıdır Cennette?

“Yoktur” dedi, “Kutlu gün vardır.

Bu bakımdan gece de olmaz orada

Ne güneş vardır ne zemherir soğuğu.

Ne karanlık ne aydınlık görürsün orada.

Bugün buradaki bütün cisimler

İşte bunlar orada âlemi aydınlatır.”

Cisimler burada aynanın arkasındadır.

Aynanın yüzü temizlendiği zaman

Ömer burada Ömer, orada kandildir

Siyahı Bilâl-i Habeşî orada beyaz fildişidir.

Ebııbekir ile Ömer’in ayaklarının içini

Görmek mümkün olur buradan Ayı görmek gibi.

Cennette bir elmayı ikiye ayırırsan

İçinde bir kara gözlü huri bulabilirsin.

Senin bedenin nura dönüşürse

Âlemdeki bütün zerreler huriye dönüşür.

Gözüne Ay gibi bir ışık vuruyorsa

Her zerreden neden bir huri çıkmasın?

Peygamber demedi mi: Göründü bana

Şu birkaç duvarın ötesinde Cennet ile Cehennem?

Namazda Cennet üzümü yediyse

Neden sürekli görmedi Cennet hurisi?

Seyyid demedi mi “Cennet, Cehennem, iki âlem

 

Sana nalınlarının kemerinden yakındır” diye?

Peygamber’in sözüne bakarak Cennet bil

Odasının kenarı ile minberinin arasını.

Onda Cebrail’i görebilen göz vardı

Kuşkusuz onun Cenneti yeryüzündeydi.

Abdest burada abdest, orada nurdur.

Cansız varlık burada cansız varlık, orada huridir.

Sen mezarı, zemini gördüğün için

Bahçe ile çukurdan başka zemin görmezsin.

Sende o açık göz varsa, görürsün

Peygamber’in mezarda bile namaz kıldığını.

Bu hoş su sana hoş görünür

Senin suyun periye ateş görünür.

Cismi, cam nasıl açıklayayım ben?

Can ile cismi nasıl bir tutayım ben?

Bugün kocakarı olmuş güçsüz bir kadın

Oraya gitti mi genç bir bakire olur.

Kibirli insan yol bulamaz oraya

Kendini beğenmişlik rüzgârı esmez oraya.

Burada kin güdeni, zor kullananı

Mahşerde dönüştürürler bir karıncaya.

Zalim Avân, Âzer gibi köpek olup dirilecek

Köpek ile zalim Belam görünüşte bir olacak.

Cisim ile canın iki yüzü bir aynadır

Bunların iki yüzü hikmet ile görünür.

Bu taraftan görünürse, cisim olur

Öbür yüzde temiz canı isim olur.

Azizim, sen kendini nereden bileceksin?

Şaşırtıcı bir tılsım bil can ile bedeni.

Cennet senin nurunla süslenir

Senin amellerin olmazsa, nasıl süslenir?

6.    Hikâye

O seçkin büyük insan şöyle dedi:

“Cennet şimdi de mevcuttur.

Cennet o zaman tamamlanır

Kıyamet ehli Cennette toplanır.”

***

Dünyada bir huri ortaya çıkarsa

Bu halk kendinden geçer, gider ukbâya.

Ruhu aydınlatan huriyi burada göremezsin

Bugün onu burada görmeye dayanamazsın.

Canında olan kuvvet ne büyük kuvvettir!

Yarın bu kuvvetin yüz kat artacaktır.

Boşluğa düşen o nutfe sensin

Cennette sen erişkin olacaksın.

Büluğ buradadır, zuhuru ukbâda

Gönlün buradadır, nuru Firdevste.

Cennetin kapısı, duvarı hayattandır

Onun yeri, göğü kurtuluştur.

Onun ağacı sıdk, ihlâs, takvadır

Ağacın meyveleri hep mânâ sırlarıdır.

Güzel ağaç orada yetişir

Eller, ayaklar orada konuşur.

Seyyid demedi mi: Burada bahtı açık biri

Bir iyilik karşılığında orada diker ağacı.

Orada ne akraba ne eşya kalır

Amelinin çocukları orada akraban olur.

Orada ne çok namaz kılan erkek vardır!

Orada zekât veren ne çok kadın vardır!

Ne gönlüne ne olduğunu bilmediğin bir şey doğar

Ne canına dünya ile ilgili bir şey gelir.

Bütün âlem hurilerle kaynar

Huriler tırnak gibi canlı ama suskun yaşarlar.

Kapı, duvar, her şey onlardır

Ama hepsi perde arkasında saklıdır.

Yerler, gökler meleklerle doludur

Sen nasıl görürsün? Gözlerin bir maddedir.

Ne zaman madde halinden çıkarsan

İki âlemi de görebilirsin şimdiden.

Her şeyin anlamı sana aşikâr olur

Ne diyeyim? Keşke bilseydin bir tanesini!

Gördüğün hayat oyundan, eğlenceden ibaret.

Duydun mu hiç “demiz hayat” adım?

Dostum, hayat dediğin, sen içinde şendir

11er senliğin içinde bir sen vardır.

Elest’i duyduğunda sen kimdin?

Yoktun ama o soruyu duyunca var oldun.

O zaman bir hayatın vardı

Şimdi iki hayatının nasıl olduğuna bak.

Bir ianesi hakkında diyecek sözün yok.

Öbür hayatından hiç eser yok.

Konuşmandan, hayatından bir eser yok.

Zerrenin konuşmasını, hayatını nasıl bileceksin?

Böyle mânâlar felsefedir diyeni

Ahirctle bağışlasın Yüce Tanrı!

Böyle sırlar bir başka yere aittir

l'elselecinin böyle sözlerle işi yoktur.

Muhakkik bunları keskin gözle görür.

İki âlemi bütün olarak bir şey görür.

Bütün âlemin bir bağ olduğunu görür

Bütün bağlı olanları aşınmış görür.

Düğüm kalmasın diye yele verir her şeyi.

Bir hiç olduğunda kalmaz onun bir şeyi.

Kim bu nuru görür de bedeni sala bulursa

Alemin başköşesinde oturan Muştalanın nurunu bulur.

İki âlemden arınıp soyutlanırsan

Bu ancak Muhammedin nuruyla mümkün olur.

Muhammed’in yolunda toprak olursan

Temizliğinle iki âlem sana toprak olur.

Felsefecinin sözünden uzakta kal

Akıldan, kurnazlıktan uzakta kal.

Akıl ile bu sırların nakşını bağlarsan

Ateşperest gibi beline zünnar bağlarsın.

Akim ötesinde daha çok şey vardır.

İnsan vehmi bunun derinliklerine daldıkça dalar.

Sen kurnazsın; kurnazlıkla din işi olmaz.

Testi içinde olanı sızdırır ancak.

Senin itikadını sana söyleyeyim.

Bu iş senin düşünce tarzınla nasıl yürür?

Bir avuç kadının mezhebi vardır ya

O benim mezhebimdir. İşte doğru söz sana!

İyi anla bunu. Ben aciz bir toz zerresiyim.

Gerçekten de koca karıların dini böyle olur.

O yaşlı kadın küllü kabullenmiştir.

Oysa sen yolunun üstünde cüzüvleri inkârdasın.

Sen hâlâ “Neden, nasıl?” peşindesin.

Sırlar âlemine gelirsen, illetle gelirsin.

7.    Hikâye

Ham ahlat biri şöyle bir soru sordu

Tanrı katının sultanlarından Bistam Pirine:

Âlem neden böyledir acaba?

Böyle bir gökyüzü ile yeryüzü neden vardır?

Biri sürekli hareket halindedir.

Neden diğeri burada sakindir?

Neden bunların yedisi buraya toplanmış?

Neden bu âlem burada has bir yerdir?

Cevap verdi o mutlak sultan:

Dinle bu cevabın doğrusunu benden.

Söz dinle, çevirme başını, dikkat et

Bu gördüklerinin hepsi bir hiçtir.

XXX

Biz küllün aslına bakıp illet söylemeyiz.

Evet, fer’de de illet aramayız.

Felsefecinin aklı illete takılınca

Mustafa’nın dininden nasipsiz kaldı.

Dinde ne şekil ne illet vardır

Bu din teslim olmaktan başka şey değildir.

Aklın ötesinde bizim bir otağımız var

Oysa felsefecinin bir gözü var.

Kim “Niçin” derse, yanlış demiş olur

“Niçin” sorusunu neden sormak gerekir?

“Niçin, nasıl” vehim toprağının bitkisidir.

Bunu ancak temiz anlayışlı biri anlar.

Azizim; canın, bedenin sırrını işittin.

Her sözün özünü kendin için çıkardın.

Bedenini, canını aydınlat sırlarla.

Yoksa canın, bedenin uğrar sıkıntıya.

Can ile bedenin birlikteliğini görüyorsun

Sıkıntı oldu mu ikisi birden sıkılır.

Can ile bedene misal istiyorsan, benden iste.

Bu bir yolda giden kör ile kötürüme benzer.

8.    Hikâye

Bir kör ile bir kötürüm vardı

Bunlardan biri müflis, diğeri çıplaktı.

Ayak işlemediği için kötürüm yürüyeni iyordıı.

Yerinde kalmış kör ise ilerleyemiyordu.

Kötürüm çıktı körün omuzlarına

Birinin gözü vardı, öbürünün gücü.

Bu ikisi başladı hırsızlık yapmaya.

Hırsızlık yaptılar karanlık basınca.

Onların hırsızlığı ortaya çıkınca

İkisi de yakayı ele verdi sonunda.

Kötürüm olanın gözünü çıkardılar.

Hızlı giden körün ayaklarını kestiler.

Bunlar işlerini birlikte yaptılar

Bela tuzağına birlikte düştüler.

Can bir yüz, beden bir yüz, eder iki yüz

Azap çekiyorlarsa, vardır iki sebebi.

Hicapla oldukları için azaptadırlar.

Cayır cayır yanan ateştedirler.

Âşıkların azabını başka türlü bil

Bu azaptan çok kimseyi habersiz bil.

Âşıkların can azabı bir cemâl yüzündendir

Canın bu azaba dayanması mümkün değildir.

Fâni olursa, kurtulur bundan

Yokluk içinde kalıcılık bulur orada.

Sahabenin piri bu misali verdi

Deniz üstüne deniz koymak gibidir dedi.

Bir misal de pervane ile ateştir

Ateşin sıcaklığına dayanamaz, can verir.

Onun nuruyla bütün âlem yıkılır

Dağ devrilir, Musa yere düşer, bayılır.

Sensiz olmaya alışırsan onurda

Ona yaklaşırsın, bundan uzaklaşırsın.

Hani akıllı dalgıç o çocuğu

Yumuşak dille çağırır denize.

Sonunda çocuk alışır denize

Bir gün başlar denizden inci çıkarmaya.

9.    Hikâye

Yusuf’un cemâli uzaktan belirince

Dünya Mısır şehri gibi nurla doldu.

Mısır kadınları onun yüzünü görünce

Hep birden ellerini kestiler.

Kendilerinden geçtiler, yürekler yandı

Kırk gün yemek yemek akıllarına gelmedi.

Züleyha bırakmadı kendini aşk işinde

Alışmıştı çünkü onun cemâlini görmeye

Bakar mısın, o hoş pervane

Nasıl da atar kendini ateşe!

Mumdan nur gelince pervaneye

Kanat çırparak uzaktan gelir pervane.

Ateşli aşktan dolayı pervası kalmaz

Yakar kanatlarını, kanatları kalmaz.

Yaksa da kendini, fayda görür

Aynı zamanda ateşten duman görür.

Bu divanda, bu uygunsuz sarayda

Pervane gibi bir âşık görmezsin.

Dost yüzünden canında nasıl şevk vardır!

Ne beynini düşünür ne derisini.

Maşuğun civarında bir süre kanat çırpar

Maşuğun yüzünün ateşinde kendini yakar

Tanrım, bu hikâyeyle zevk verdin bana

Pervane gibi şevk verdin gönlüme.

Ben içersem senin şevk denizini

Senin şevkinle coşarım deniz gibi.

Senin şevkinle geldim toprak âleme

Senin şevkinle gidiyorum temiz âleme.

Senin şevkinle kefene sarıldım, mutluyum

Senin şevkinle kıyamette onurluyum.

Bedenimin her zerresi kulak kesilse

Adının şevkiyle geçer kendinden.

Bedenimde her kılım dil kesilse

Adından başka bulamaz bir işaret.

Her parçam birer açık göz olsa,

Senden başkasını görmez sırlar perdesinde.

Benden bir zerre kalsa da kalmasa da

Seni söyler, seni bilir; gerisi bir hiçtir.

Ashab arasındaki o yaşlı adam ölünce

Müridi o gece gördü onu düşünde.

Sordu ona: Nasıldı halin?

“Rabbin kim?” diye sordular mı?

Şöyle dedi: Gördüm o ikisini

Allah’a ısmarladım kendimi.

Bana dediler: Hey güzel güzel uyuyan!

Rabbin kim? Ver cevabını hemen.

Şimdi burada ver cevabım

Eve götürme verilecek cevabını.

Şöyle dedim: Ben darâşıklıktan

Değiştirdim evimi, değil Hûda’yı.

Yaydan çıkan ok gibi gidin Tanrı katma

Söyleyin Tanrı’ya: Filan ihtiyar var ya.

Ne kadar kum, yaprak, kıl varsa

Her biri yüz bin sırrı aramakta.

Sen böyle tertemiz varlıklasın

Böyle bir yerde beni unutmadın,

İki âlemde senden başka kimsem yok.

Seni unutur muyum? Böyle bir hevesim yok.

Dördüncü Makale

Hakikat nedir? Öngörülü olmak.

Kendinden geçip kendinle olmak.

Canın suretten çıkarsa dışarı

Bildiğin her şeyi görürsün mutlak.

İki âlem de sana hicap olmaz

İki âlemi de görürsün bir anda.

Bu suretten dışarı çıkarsan sen

Mahcupların ayı, güneşi olursun sen.

Canın, nurun makamı edildi

Göz ucun hurilere çevrildi.

Cennetle, hurilerle mağrur olma asla

Hak olmayınca Cennet nur vermez asla.

Bir şah kendi sarayını yağmalattı.

Askerler yağmaya, talana başladı.

Bir hizmetkâr şahın huzurunda durdu ayakta

Kılı kıpırdamıyordu yağma sırasında.

Biri dedi: Şimdi yağmalasana

Şimdi yağmaladığının olmayacak zararı sana.

Güldü de cevap verdi: “Bu haramdır bana.

Benim kazancım şahın yüzünü görmektir.

Benim şahımın yüzüne bakmam

Aya bakmaktan hoş gelir bana.”

Şah çok mutlu oldu kulundan yana

Mücevherler istedi hâzineden o anda.

Ağırladı, övgü yağdırdı, mücevherleri

Kendi eliyle kulunun önüne koydu.

İstediğin kadar al, senin olsun

Değerli kulum, beni şad ettin.

Hizmetkâr kollarını çözdükten sonra

Şahın parmak ucunu tuttu sıkıca.

“Benim işim bu parmaklarladır.

Mücevherler, hazineler, hepsi havadır.

Sen var oldukça, her ne varsa

Hepsi geçer elime, sen elini uzatınca.

İsterim ki o gün hiç gelmesin

Ben sensiz, senden uzakta olmayayım.”

Canan geldi mi düşünme canını

Bütün arayışlarının vardır değeri.

Mert olan, iki dünyayı da aramaz

İkisinin bir arada olduğu teki arar.

İki dünyada bulunan her lezzet

Sana onun huzurunda daha çok gelir.

Öyleyse neden iki dünyayı terk etmezsin?

Müştaklar gibi onun izini sürmezsin?

Bir olanı iste ki yolda kalmayasın

Felek yüzlü ol ki çukurda kalmayasın.

Bırak dünya telaşım, onunla meşgul ol

Kendini kaybettiğin zaman Tanrı denizine dal.

Kendi gözünden uzak düşersen

Nurla dolu bir âleme düşersin.

Âdem Cenneti iki buğdaya sattı

İş başa düşünce sen de sat onu.

Seyyid demedi mi: “Bazılarını tedbir için

Önce Cennete sonra zincire çekerler”

Canınla buluşmak nasip olacaksa

Neden satın alacaksın sekiz Cenneti?

Bir esiri yüz dert ve pişmanlıkla

Cehenneme götürürler kıyamette.

Parmağını sokar, çıkarır gözünü o anda

Nefretle atar gözünü yere o anda.

Şöyle der: “Görmekten maksat ne?

Göz istemiyorum, mabudumu görmeyeceksem.

Mabudumu görmeyeceksem ben

Göz yüzünden gerçekleşmeyecek maksadım.

Maksadım hâsıl olmayacaksa

Ne göz isterim ne can ne gönül!’’

Cennet o hazretle aranda engelse,

Pervam yoktur, diyorum, çirkindir.

Cenneti kendin için istiyorsan,

Tanrıdan nasipsiz kalacağını düşünmez misin?

Ne diyeyim? Biri bir ay yüzlüden dolayı

Zayıflar, kıl gibi olur bedeni.

Bir gramlık altınla yüz türlü alışveriş eder

Cenneti neden satın almasın? Ne güzel iş!

Ama bu söz Tanrı yolunun adamlarınadır,

Kötü amel sahibi, yüzü karalara değil.

Duyduğuma göre Şiblî bir toplulukla

Çölde gidiyordu bir dağa.

Yolda içi boş bir kafatası gördü

Rüzgârdan boş kafa tın tın ötüyordu.

Eline aldı boş kafatasını

Üstünde bir yazı gördü, şaşırdı.

“Bak, bu gamlı bir adamın başıdır

Hem dünyada hem ahirette zarar etmiştir.”

Şiblî bu ilginç yazıyı okuyunca

Bir nara attı, perişan oldu.

Yârâna dedi: “Bu baş böyle bir yolda

Tanrı katının adamlarının birinin başıdır.

Kim iki dünyasını kaybetmezse

Vuslat hareminin mahremi olamaz.”

***

Sen de iki âlemi terk edersen

O adam gibi Allah adamı olursun.

Eline bir gram altın geçmesi ihtimaliyle

Fersahlarca yol alırsın sıkıntı içinde.

Böyle sırt üstü yattın Tanrı yolunda

Bir adım atmadın doğruluk yolunda.

Yüz sıkıntı çekmeden bir gram altın bulamazsın

Zahmet çekmeden Tanrı ya koşabilir misin?

Gün ortasında bekçi yakalarsa seni

Nasıl umudun olur karanlık gecede?

Sen diyorsun ki istemem Tanrıdan başkasını

Gerçekten istemiyorum Cenneti, hurileri.

Sen dar, yırtık çulun içinde kokuşmuşsun.

Sana Cennet gerekmez a yüz karası!

Bir aslan gördün mü ödün patlar

Böyle bir heybete nasıl dayanırsın?

Bir yudum şarapla aklını kaybedersin

Bu haldeyken nasıl aklım başımda dersin?

Bir sivrisinek şikâyet etti rüzgârdan

Süleyman’ın huzuruna çıktı sızlanarak:

Adaletinle kurtar şu yarım canımı

Yoksa dünyayı başına dar ederim!

Süleyman sivrisineği oturttu yanına

Sonra rüzgârı çağırdı yanma.

Rüzgâr gelince uzaktan aceleyle

Sivrisinek kaçmaya başladı uzaklara.

Süleyman dedi: Rüzgârın zulmü yok sana

Ama sivrisinek direnemez karşısında.

Rüzgâr esti mi, o kaçar

Sivrisinek fırtınayla nasıl baş eder?

***

Bugün verdinse bir yarım hurma

Hem Cehennemden hem sıcaktan kurtuldun.

Bir kere şehadet getirdinse

Kutlu Cennet helal oldu sana.

Bir şey ararsan bu ikisinin dışında

Haydi iyi geceler! Ne konuşursun boşuna?

Talep reddedildi, yol kapandı.

Maksadımı görmeyince maksat mı kaldı?

Sen gayretli biriysen bu işte

Git, yârin kundurasına vur yama.

Top gibi dönsen de yüz asır

Bilmiyorum, hiç koku alır mısın?

Bir zan içinde geçirdin ömrünü

Bu işte kimsin sen? Ne işin var bununla?

15. Hikâye

Sabahları erken kalkan o yiğit dedi ki

Sabah olmadan önce asıl ibadete.

Buyurdular: Her ibadetinde muti ol

Sonra kıl sabah namazını.

Bunu yaptın mı, fazlasını yaptın demektir.

İyi yaptın bunu; kendin için yaptın.

Şimdi bir doğan çıka gelse sana

Ansızın elinin üstüne konsa

'Fut onun ayağını; kazanç çoktur bunda

Bunu yapmazsan, kim elini tutacak sonra?

Kıl kadar bağlılığın varsa dünyaya

Koku alamazsın hiçbir yerden.

Bir yerden koku alabilmek için

Bir süre arınıp temizlenmen gerek.

Sende senden kıl kadar bir şey kalmışsa

O kadar şeyle yerinde çakılır kalırsın.

Cünüp bedeninde kıl kadar yer yıkanmamışsa

Namazın namaz olmaz hiçbir şekilde.

Ha kıl gibi ha dağ gibi, vursan da hesaba

İster kıl ister dağ olsun, engeldir ortada.

Sen tümüyle feda etmezsen canını

Cünüpsün, namaz kılamazsın derim sana.

Kölenin bir arpalık borcu kalmışsa

Ebediyen düşmüştür çukura o borçla.

Senin senliğin sana namahrem oldu

Sen sensiz olursan, o zaman olursun adam.

Senin aynan senin hemdemin olmuşsa

Nefesle buharlandı mı, namahrem olur sana.

İki hemdem bir arada kabul edilir ama

Engel vardır orada kıl kadar boşluk olursa.

Yâr yâr ile halvette oturunca

Nefes yabancı gibi namahrem olur orada.

Halvette oturamazsın bir türlü

Bütün alışkanlıklarını terk edersen; o başka.

Sen bu yolun aslanlarından değilsin

Yoksa haberdar olurdu bu sırdan canın.

Kısacası, şunu iyice koy akima

Hakk’ı tanıyan yoktur Hak’tan başka.

Söyle bana Hakka lâyık yâr kim olabilir?

Hak’tan başkası yok; peki kim olabilir?

Kudret deryasında bir damlasın sen

Hazretin güneşi karşısında bir zerresin sen.

Nasıl ona vuslatı umut edebilirsin?

Sen güneşe nasıl yükselebilirsin?

Sen istiyorsun ki zorla da olsa

Koskoca fil girsin karınca yuvasına.

Git otur; canın elden gitmiş

Uyanık gelmiş ama sarhoş kalkmış.

Can varsa, ona dalmıştır daima.

Yoksa akıl, onun halkasının dışında.

Binlerce zerre avare olmuş kalmış

Ama güneş yine eyvanında kalmış.

Bu denizde binlerce damla hayrandır

Ama inci onun derinliklerinde saklıdır.

Onu vasfeden neler yazmadılar ki!

Birbirlerine onu ne çok anlatmadılar ki!

Binlerce asır düşündü durdular

Sonunda acizlikte, hayrette kaldılar.

İlahî incilerle dolu nasıl denizdir bu!

Bunun üstüne konmaz haraplık tozu.

Altın suyu gibi tertemiz sözler söylenir

Ama senin toprak dolu bir gözün var.

Gönlün alışmış nefsine, şehvete

Perde arkasındaki mânâları nasıl göreceksin?

Sen âlemi hayâlden ibaret biliyorsun

Bu mânâdaki kemâli nasıl bulacaksın?

Senin bununla ne işin var hey uykucu?

Misk m çöpçüyle ne işi olabilir ki?

Bir çöpçü çıktı işe bir gün

Attâr dükkânının önünü süpürecekti o gün.

Misk kokuları yayılınca dükkândan

Çöpçünün başı döndü, yığıldı oracığa.

Onun burnu hoş kokuya alışık değildi

Sanki o andan canı bedenini terk etmişti.

Attâr çıktı dükkânından dışarı

Çokça gülsuyu ile öd getirdi.

Yüzü gülsuyu, öd ile ıslanınca

Çöpçünün baygınlığı fazlalaştı o anda.

Bir başka çöpçü gördü onun halini

Bir dışkı getirdi, yaklaştırdı burnuna.

Burnu dışkı kokusunu alınca

İki gözü açıldı, kendine geldi o anda.

***

Kokuşmuş bidat bataklığında yatanın

Sünnetin misk kokusunu almayanın

Hoş bir esinti gelirse burnuna

Gönlündeki çerağ söner o anda.

Bu geçimsiz nefsin lağım çukurunda

Ki bazen doldurur bazen boşaltır onu

Sırlar âleminden bir koku gelirse burnuna

Ayakta duramaz, yığılır kalır oraya.

Dübürü öpmek hiç de hoş değildir

Sineği tavusa yem yapmak gibidir.

Çileye girersen otuz yıl boyunca

Bu sırrın otuz cüzü açılır yüzüne.

Sen kendi kendine şaşırmışsın yolunu

Ne bir asim ne bir şeyden haberin var.

Böyle bir yolda âciz kalanlar oldu.

Bunlar gönül deryasından inci saçarlardı.

Bu meydanın yiğitleri başı aşağıda çevgen gibi

Topu sonuna kadar götüremedi yiğitlerden biri.

Hepsi hayret perdesinde kalakaldı.

Gayret kubbesinin altında kalakaldı.

Bu devranda çıkmadı

Bir vilayetin koruyuculuğa lâyık biri.

Feridunlar çıkardılar köyden hayvanları.

Sığır dışındaki hayvanlar burada kalmadı.

Hankâhta bir gönül sahibi olmazsa

Sıradan insanların günahı olmaz.

Gönül denizinin derinliklerinde bir inci var

Bu inci iki âlemden eline geçen kazançtır.

Senin gönlün tecrîd yeri oldu

Halvetin, tevhidin sarayı oldu.

Senin gönlün Hak işaretlerinin görüntü yeridir

Ama Hakk’ı görmekte senin gözün kördür.

Senin gönlün gece gündüz Tanrının baktığı yerdir

Ama gönlün senin çamurunla örtülmüştür.

Gönlünün üstündeki çamuru kaldırırsan

Gönlünün üzerine nur düşmeye başlar.

Gönlünden haberi olanın kuluyum ben

Uğursuz nefsine baş kaldıranın kuluyum ben.

Tanrı yolunun adamı olan azizler

Her an kendi nefislerinden bizar oldular.

Nefislerinin istediği gibi bir adım atmadılar

Yemediler, huzur içinde yatmadılar.

İştahlı nefse ne ekmek verdiler

Ne de kuru bir ekmekle nefsi dizginlediler.

Kim gönlünün dizginlerini çözerse

Gönül kanı içmeden bir lokma yiyemez.

Bir aziz vardı. Altmış yaşına gelinceye kadar

Nevale olarak et yemeği istedi durdu.

Fırsatı oluyordu olmasına ama

Meçhul nefsine güveni yoktu.

Bir gün uzaktan bir koku aldı

Nefsinin gözünden yaş boşandı.

“Altmış yaşma geldin. Allah aşkına

Şu kebaptan benim için bir lokma istesene!”

Gönlü acıdı nefsinin haline, kalktı

Nefsi için bir lokma et isteyecekti.

Kokunun geldiği tarafa yürüdü

Et kokusu zindandan geliyordu.

Çaldı kapıyı, açtılar zindan kapısını

Birinin bacaklarını dağlıyorlardı.

Dağlanan bacaktan kebap kokusu geliyordu

Yaşlı adam görünce onu, düştü bayıldı.

Kuşlar gibi orada çırpınmaya başladı.

Açtı ağzını, yumdu gözünü: Hey aşağılık nefis!

Kebap istiyordun; al sana kebap!

Uzaktan kebap kokusunu aldın

Kebabı görünce, şaşakaldın!

Azizlerin kebabı böyle olur.

Sen sanıyor musun ki bunlar kolay olur?

Rızkın yoksa, çok yanar yakılırsın.

Rızkın ötesine geçilmez, bilmez misin?

Nicelerinin kana boyanmasına yol açmıştı.

Hey inatçı şaşkın! Git kendi yoluna

Bulanık sudaki kilimini çek dışarı.

Bük boynunu; bundan başka yok çare

İndir kılıcı kâfir tabiatının boynuna.

Bu kâfirden Müslüman olmaz

Yol kesenden korucu olmaz.

Ne fodulluk yapmaya doyar

Ne tembellikte gecikir.

Zamansız bir arzuya kapılırsa

Öfkeden köpekleşir, sarhoş köpek olur ama.

Onun arzularına engel olsan biraz

Bir anda yüz kamayla saldırır üstüne.

Bu nefis bir eşektir; eşeğin kulu olmak

Buna hiç denir mi yaşamak?

O bilge ihtiyar eşekçiye dedi ki:

Hey güçlü adam! Yaptığın iş nedir?

Cevap verdi: Ben eşekçilik yaparım.

Eşekçilikten başka bir iş bilmem.

Akıllı adam cevaben dedi ona:

Dilerim Tanrı’dan, ölsün şimdi eşeklerin!

Eşek öldü mü, gönlü zinde biri olursun.

Sen eşekçi, Tanrıya kul olursun.

***

Yaradılışımızda olan şu kâfir yüzünden

Dünyada pek az Müslüman çıkmıştır.

Pek çok kişi sözde Müslümandır

Müslümanlığın bir de uygulaması vardır.

Benim yüreğime bir gam gelirse

Kâfir mezhepli nefsim yüzünden gelir.

Yüzlerce yazık! Oyun, seyir peşinde

Şu soytarı köpek dünyayı yedi.

Bak şu köpeğe! Afsun ile kemiği

Nasıl da aslanın ağzından aldı!

Bana öyle bir kinlendi ki

Acı ölümü bana şirin etti.

Tabiatımdaki bu kâfir nefis köpektir.

Ben de bu köpekle aynı evde doğdum.

Riyazet çekiyorum, didiniyorum

Belki şu köpeği ruhanîleştiririm diyorum.

Asi nefsim! Ne zamana kadar isyan edeceksin?

Gönlüm ne zamana kadar senin zincirinde kalacak?

Sen uğursuz! Öyle maskaralıklar ettin ki

Ölürsen, gözümden senin için yaş dökülmeyecek.

Azizim! Fâni nefsin ölecek olursa

Baki gönlün hayat bulacak.

Bu yolun adamıysan, git, bir zaman

Bir nişan ara gönlüne inci kutusundan.

Gönlün tembelliğin dar mekânında kalmış

Bedenin tembelliğin çarmıhına gerilmiş.

Vücudunu tembelliğe attın sen

Kendinden Abbas-ı Debs’i yarattın sen.

Düşünsene: O mert olanlar

Geldiler mert gibi çalıştılar.

Canı hafif olanlar varacağı yere vardı

Senin canın tatlıydı; ağırdan aldın.

Gönlün kanlandı, bedenin kıvrandı

Yoldaşın gitti, sen tatlı uykuya daldın.

Kervan yolundan uzakta kaldın

Hayretle başım dizine dayadm.

Durma, koş, nasıl olsa bir yerden

Kulağına gelecektir çan sesi.

Bu yolda tembelliği meslek edindin

Oturur konuşursun hep boş yere.

Beyinsizlerin işittiği şey var ya

Civanmertler ona nail oldular

Sineğin yakalandığı tuzaktan bile

Çıkacak gücün yoktur senin.

Sağırın biri yattı yola bu düşünceyle

Bakarsın bir kervan oradan geçer diye.

Kervan geldi, geçti duman gibi

Ama uyuyan sağırın olmadı haberi.

Gözlerini açıp uyandığı zaman

Ona dediler: “Hey sağır! Kervan gitti.

Neden uyudun kaldın? Kim böyle uyumuştur

Yoldaşların, arkadaşların geçti gitti.

Bilmem şu felek sende ne gördü de

Sonunda seni güzel güzel uyuttu?”

Bunları duyan sağır dedi: “Perişandım

Hem sağırdım hem uyuyakalmıştım.”

***

Yazık! Uykudan açtım gözlerimi

Ama görmüyorum yoldaşların izini.

Bulfeş-i Çagânî’nin halini dinlemiştim.

Ona sordular: Neden eşek sürmüyorsun?

Güneş batalı çok oldu; aksi takdirde

Karanlıkta bu kırda kalakalırsın.

Sen hey, kırda uykuya dalan!

Eşeği sürmedin ama güneş battı çoktan.

Beşinci Makale

Nasıl oldu da buralara yolun düştü?

Nasıl diyeyim; zorlu bir yola düştün.

Ne suçun vardı da getirdiler seni dostum?

Mânâ yolunda her kabuğun özüsün sen.

Cansız varlıklar dört unsurun özüdür ama

Cansız varlıkların özü de bitkilerdir.

Bitkilerin özünden hayvanlar çıktı

Hayvanların özünden insan var oldu.

İnsanların içinden nebiler çıktı kısacası.

Bunların içinde seyyidlerin seyyidi, hası.

Bu yedi kat gökyüzünden, mânâ yoluyla

Gitmek gerek Tanrı nın dergâhına.

Aslının kemâlinden uzakta ne varsa

Hakikati gören tabiat kaçar ondan uzağa.

Cansız varlıktın, canlı varlık oldun sen

Hiçbir şeydin bir yerde, bir şey oldun sen.

İsterim ki bu ilk sıralamaya göre

Bir an bile oyalanmamalısın sen.

Bir dereceden bir dereceye adım atıyorsun

Tuzaklardan bir bir çıkıyorsun.

Tabiatın düğüm düğüm olmuş canına

Bu candan göremiyorsun öbür cihanı.

Tabiatını düğüm düğüm ettiler ta baştan

Her an geçtikçe düğümler çözülür bir bir.

Hey dağın altında doğan! Ne bilirsin

Hangi yükün altına girdiğini sen?

Birini bir dağın altında beslediler

Onu dağ yükünün altına getirdiler

Dünya yükünü sırtına koydular

Dağ yükü altında yaşamaya alıştırdılar.

Onun yükü dağdan büyüktür; o bir karınca.

Bütün ufuklar güneştir; o bir kör.

Alırlarsa sırtından ağır yükü

Bir anda görür öbür cihanı.

Onun canına bir sabır gelir

Bütün âlem onun nişanı olur.

Ebedî nur gelince önüne

Çöker kalır; şaşar kendine.

Sorar gönlüne: Nasıl oldum böyle ben?

Nasıl geldim şüpheden yakîne ben?

Bu benim ya da değilim; ilginç olan bu.

Benim nurum tüm ufukları kapladı.

Anadan doğma kör gibiyken ansızın

Göz nuruna kavuşur ansızın.

Dünyanın aydınlığını görünce o

Nasıl da şaşırır kalır o zaman o!

Senin de hayatın sona erdiğinde

Aynısını yaşayacaksın öbür âlemde.

Bu karanlık yerden uzaklaşınca

Gireceksin nurlu âlemin ortasına

O acayiplikler arasında şaşıp kalacaksın.

Onca gariplikleri garip bulacaksın.

Gözün alabildiğince orada

Güneşler göreceksin zerre gibi uçuşan.

Sübût imkânı olan o huzurda

Felek benzer bir örümceğin ağma.

Orada birinin vücudu nasıl görünür?

Atlasın üstünde hiç keçe olur mu?

Âlemi süsleyen güneşin önünde

Gölge varlığını sürdürebilir mi?

Ondan sonra varlık perdesi gelir

Yükseklerden alçaklara gelir.

Yaptığın bütün iyilikler, kötülükler

Görürsün, çevrende âmâdedir.

Kötülük ettinse, hicap altındasın

Böyle değilse, büyüklerle yan yanasın.

Kendi işinde yaptığın iyilikler, kötülüklerle

Kendi davranışlarının aynası olursun,

îşin, davranışın iyi veya kötüyse

Hepsi getirilir gözlerinin önüne.

Bir siyahi suya baktı

Suda simsiyah bir yüz gördü.

Belirsiz, nahoş bir yüz görünce

O çirkinlikten dolayı koştu ateş başına.

Yüreği daralmış adam şöyle düşündü:

Kara suların insanıdır o dedi.

Başladı konuşmaya: Hey çirkin surat!

Dünyada seni hangi şeytan öldürdü?

Hey siyah çirkin! Çık sudan

Sen ateşte olmalısın, değil suda.

Böyle çok konuştu durdu boş yere

Anlamadı işin aslını; söylendi kendi kendine.

Sen de yüzünün suyuna bak bir kere

Beyaz mısın, siyah mısın, gör kendini.

Can kuşunun dökülürse tüyü, kanadı

Görürsün ameller suyunda kendi yüzünü.

Kara yüzlülük karalık çıkarır karşına

Beyazlık, parlaklık getirir yüzüne.

Temiz canını bir nefeste verince

O âleme bastın ayağım o anda.

Dünya ile ukbâ arası uzak değildir.

Ama vücudun bu yolda sana duvardır.

Neden o kadar bağırır, coşar, ağlarsın?

Bu alçak nefis canının sohbet arkadaşıdır.

Nefsinle birlikte ölürsen, vay sana!

Baştan ayağa vücudun çok ağlar sana.

Nefissiz ölürsen, temiz olursun.

Ne ateşte ne toprakta kalırsın.

Temiz canın gidip bedenin ölünce

Götürmesi gerekmez kendini kendinle.

Sen önceden öldüğün zaman

Çok kimseyi bırakmış olursun geride.

Dilin pek çok şey söylese de sana

Toprağın altına girdin mi, dilin alır hava.

Suskunluk âlemi gelir bundan sonra

Medhûşluk yolunun makamlarına gelir sıra.

Günlerin kargaşası çıkar perdeden

Suskunluk, huzur vardır perde arkasında.

Sen burada kendinden haberdar olursun

Uyanıklık kalkar önünden orada.

Öyle dalar gidersin sen o nura

Varlıktan uzaklaşırsın sen o zevkle.

Bundan daha yüksek bir makamın varsa

Bir nizama sahip olursun bu yakınlıkta.

Tanrıya yakın olan bugün kendinden geçer

Önceki varlığını unutur, Tanrı huzuruna çıkar.

Hep Tanrıyı görür, benliğini yitirir

Cevherde iki dünyadan ileride olur.

Bu söylediğim mânâda şüphe yoktur

Sen gözsüzsün, âlem ise bir tanedir.

Sana bu konuda bir misal daha vereyim

Belki canın bu sırdan haberdar olur.

Ömründe kan içinde kalmış olsan da

Böyle bir misal gelmemiştir kulağına.

Dönen felek ne zaman girer gözüne?

Onun kadri fazladır senin gözünden.

Gözünle gördüğün her bir zerre

Aynen görünmez senin gözüne.

Kim diyebilir? Felek gözünün gördüğü

Veya aklının erdiği gibidir?

Demek ki gözde görüntüsü olan şey

Bir misaldir ancak be hey gafil!

Sen temyiz bağına yakalanmışsın

Gördüğün bir misaldir, başka şey değil.

Tanrının yaratışına bak, sırrı gör.

Eşyanın hakikatlarını gör.

Eğer eşya göründüğü gibi olsaydı,

Mustafa'nın sorusu nasıl doğru olurdu?

O din büyüğü Tanrı ya dememiş iniydi?

“Tanrım, bana eşyayı olduğu gibi göster.”

Gönlümü yüz kez parçalarsan,

Gönül denilen şey çıkmaz ortaya.

İşte göz, işte el, işte kulak

İşte can, işte akıl, işte idrâk.

Bunlarla haberdar olamıyorsan,

Sofistailere müracaat etme.

Tanrı eşyanın nasıl olduğunu bilir.

Eşya, senin gözünde ters görünür.

Mânânın özünden sana kabuk kalır

Dostum, senin için misalden başka şey değildir.

Sen bir şey gördüğünü sanırsın

Oysa sen görmemiş, duymamışsmdır.

Sen sadece o misali görürsün.

Yoksa bunların hepsi aslında birdir.

Birlerin dışında bulunan bir var ya

İşte o birin ne işareti ne sayısı vardır.

Her şey bir şey sayesinde bakidir.

Bir bir zerreyi geçerek yükselmeye bak güneşe.

İki âlem bu nur denizine batmıştır.

Ama âlemlerin nakşı aldanmadır.

Âlemde görünen her bir nakış

Bir kapıyla kapanmış, his ona anahtar olmuştur.

Anahtar ile kapının görünmemesi

Nakşın deniz üstünde kalmamasındandır.

Kim nakışsızlık nakşını kabul ederse,

Mertler gibi bu ressamlığı terk eder.

Suretsizliği, nişansızlığı kabul ettinse,

Sen yaşıyorsun demektir.

Böyle olmazsan, mağrur bir ölü ol

Hayatın olmadığına göre, hayâli varlık ol.

“Bu görünenler nedir?” diye sorarsan,

Söyleyeyim sana beni iyi dinlersen.

Her şey naçiz, fâni ve hiçtir.

Her şey bir tılsım gibi dolambaçlıdır.

Bildiğin, gördüğün şey bir hayâldir.

Âlemde işittiklerin bir yankıdır.

Vehim hayâli, akıl, makam hissi

Her biri kendi makamında tamamdır.

Ama sen bu makamdan dışarı çıkarsan

Şimdi de onu bir hayâl olarak görürsün.

***

Birisi sordu o bilgili Mecnuna:

“Âlem nedir?” Dedi: “Sabun köpüğü.

Bir masurayla al o köpüğü, üfle

O masuradan âlemi çıkar.

İyi bak, rengârenk bu güzel şekil

O masuradan ortaya çıkar.

Çok cazibeli bir şekildir ama

Şaşının gördüğü ikinci şekil odur.”

Fenâ mülk, onun zevali mâlik oldu.

Bunun esası “Her şey yok olur” oldu.

Ortası hava, kendisi bir hiçtir.

Ne kadar zorlaşan, bir hiçten hiç çıkmaz.

Fâni görünür, ansızın yok olur.

Dünya hiçte, hiç dünyada kaybolur.

Gönül nurun çıkarsa ortaya,

Ne kapı görünür gözüne ne duvar.

Hepsi gönülde bir zerre gibi kaybolur.

Asâ Musa’nın elinde ejderha oldu.

Bütün bâtılları gömdü, asâ oldu.

Bütün sırları açıkça söyledim

Artık kaldır perdeyi gözünün önünden.

Parçalarsan sen bu perdeyi

Her şeyi bir görür, bir bilirsin.

Keşke Attâr tatlı sözlü olsaydı!

Bu sözlerden nasibini alsaydı!

Mânâ dalında bir meyve olmasaydın,

Seni böyle pervasızca mânâlandırmazlardı.

Altıncı Makale

Ey dini temiz! Şunu bil ki temiz düşünceliysen,

Toprağın altına girdiğin vakit

Dünya mahallesinden dışarı adım atarsın

Asla dünyanın yüzünü göremezsin.

Gittin mi tam gittin demektir dünyadan.

Bir daha dünyaya yolun düşmeyecektir.

Âhirette nurdan bir otağ bulursun

Yeşil giysiler giyer, kucağına huri alırsın.

Bir amel dolayısıyla bulanıklığın varsa,

Bir süre bulanıklık içinde kalırsın.

Bütün şirkin bu yoldaki hislerindir.

Bütün vehim İblisin kötü niyetli şeytandır.

Senin kurdun hoş olmayan huyundur.

Bütün öfken Cehennemde ateşindir.

Dünyadan dışarı çıktığın zaman,

Halin şu ikisinin dışında olmayacaktır:

Kirlenmişsen, arınır temizlenirsin.

Arınmışsan, huzur bulursun.

Sen bulanık ve günahkâr olunca

Yakalarlar seni kendi tabiatında.

Gönlü arınmış biri olursan bu yolda

El çırparak gidersin dergâha.

Arşın yükseği, kuyunun inişi seninledir.

Cennet ile Cehennem sana yoldaştır.

Bakalım ne şekilde gideceksin?

Bu yolda hangi tarafa sapacaksın?

Perde arkasındaysan, yine orada olursun.

Nerede öldüysen, orada olursun.

Gönül gözü açık biri, sefih olarak ölmez.

Hiçbir çöpçü fıkıhçı olarak dirilmez.

İşitmiştim, vaktiyle bir adam vardı

Bu adam kayıp eşek tellallığı yapardı.

Bu işi yılda altmış, yetmiş kez yaptı.

Yetmiş birincide eceli geldi, can çekişmeye başladı.

Azrail üstünde örtüyle gelince içeri

Onu eşeğini kaybeden biri sandı.

Doğruldu yerinden; yanında pencere vardı.

Başını pencereden çıkardı, bağırdı:

-Heey! Duyduk duymadık demeyin!

Çullu eşek gören olursa, buraya gönderin!

Azizim, kim eşek tellallığı yaptıysa,

Eşek olarak yaşadı, eşek gibi öldü, eşek gibi dirildi.

İsa gibi yaşarken öl. Ey temiz diri!

Toprak çukurda eşek gibi ölme.

Canın, bedenin için iki hastalık söz konusu

İkisinden de uzak tut kendini.

Ölüm seni beden hastalığından kurtarır.

Can hastalığına ölüm seni ulaştırır.

Haydi, bu iki hastalıktan uzaklaş.

Ya da bunca belanın girdabına düş.

Sen hastasın; senin hastalığın dünya hırsı.

Öbür âlemden doğumunla gelen hastalıktır.

Burada senden uzaklaşmazsa o

Ebedî kemâlden uzak kalırsın.

Dünyada ölmeye başladın mı

Şüphen olmasın, ukbâda doğarsın.

Dünyada, ölümle düşersin

Ukbâda, ölmekle doğarsın.

Dostum, burada öldün, orada doğdun ya

İşte meseleyi sana güzelce açtım.

Bu dünyanın mutluluğu oranın rezilliğidir.

Nefis isteği ile hırs oranın hastalığıdır.

Öleceğin zaman ikrah etmeye çalış.

Böylece hastalığın sana yoldaş olmasın.

Burada işbilir biri olmazsan,

Ukbâda hasta bir çocuk olursun.

Burada anadan kör doğarsa biri,

Ukbâda onun iki gözü açılır mı?

Canıyla ukbâ körü olan biri

O cihan için bu cihanın körü gibidir.

İğne gözü gibi küçük gözlü olsa da

Buradan görür gözle gitmek gerek.

Yanında götürürsen zerre kadar nuru

O nurla güneşe yol bulursun.

Bir zerre nurla yoldaş olursan,

Sırlar âleminden o kadar haberdar olursun.

Ondan sonra nurun artmaya başlar,

Kapılar yüzüne daha geniş açılır.

Senin azm orada çok olur

Senin çocuğun bilgili erişkin olur.

O çok nur bir araya gelince

Hepsi canını aydınlatmaya başlar.

Yeryüzündeki kum gibi çoğalmaz mı?

Birbirine eklenip dağ oluşturmaz mı?

Hiç nurun yokken ölmüşsen,

Yüz binlerce perde arasında kalırsın.

Kat kat kabuklu soğan gibi kalırsın

Dostum; özün olmayınca yanar durursun.

Özsüzlükten öyle bir yanarsın ki

Geceni, gündüzünü bilmeden yanarsın.

F.ğer kabuğunda bir öz varsa,

Özün içi dost olur seninle.

Gönül perdende özün varsa,

Faal bir gönlün, özlü amelin vardır.

Yumurtanın perde içinde özü vardır

 Ateşte buz gibi katılaşır.

 Ateşin özde bir işi yoktur,

Ateş ancak kabukta etkili olur. 

Ateş üzerinden geçeceksen,

       Senin çaren bu özden az değildir.

Çok olmasa da az lâzım sana.

Eşek yükü olmasa da bir tane lâzım sana.

Sende az varsa, çoğalır.

Bir tane sonunda eşek yükü olur.

Senden bir mânâ tanesi çıkarsa,

Ondan tûba gibi yüz dal çıkar.

Büyük ağaçları görmez misin?

Her biri başlangıçta tohum değil miydi?

Kendini kaybetme hiçbir halde

Her saat kemâle erersin böylece.

Ne kadar sıyrılırsan sen kendinden,

Yükselirsin kendi suretinin altından.

Geldiğin zamandan bugüne kadar

Surette yüz mânâdan geçmedin mi?

İlkin bir sperm oldun burada

Şimdi arştan geçtin burada.

Sen eskisi gibisin, ancak şu var:

Şimdi sende Hak tan bir nişan var.

Ne açık ne gizli bir nişandır bu.

Nişansızlığın ta kendisidir bu.

Suretten yükselirsen mânâlara,

Bir nişan belirir senin gözünde.

Suretten geç ki toprak olasın.

Toprak oldun mu temiz olacaksın.

Toprak olan kimse tertemiz olur.

Çünkü iki âlemin sırları topraktadır.

Gör bütün türlü türlü sırları,

 Topraktan çıkarıyorlar başları.  

Toprak, temizin aslı olmasaydı,

İnsanın çamuru topraktan olur muydu?

Ama köpek nefisle birlikte oturdukça,

 Yerin sırlarını asla göremezsin.

Senin nefis köpeğin hayatta

 Mânâlar tuzlasının dışında.

Bu köpek hayattayken temiz olursa,

Tuzlaya düşer, temiz olur sonunda.

Delinin biri mezarlığa bakıyordu

Sordular ona: “Mezarlarda kim var?”

Dedi: Bir avuç leş olmuş mahlûk.

Ama düşmüşler tuzlaya.

Toprağın altında hepsi toprak olunca

Tuza dönüşecek sonra temiz olacaklar.

Ama imandan nasipleri yoksa,

Feleğin dönüşü onları ateşe alacak.”

Sefer bu, yol bu, karar bu.

Geç kendinden. Çünkü iş bu, yük bu.

Yazık ki bu seferin hazırlığı yok

Düştük karanlığa, çıkar yol yok.

İyi bil şunu: Bitmez tükenmez bu yolda

Bu karanlık yolun çerağı can nuru.

Haydi güzellikle çek elini dünyadan.

Gönlünü, canını aydınlat ukbâ ile.

Bilgisizce ayrılırsan dünyadan,

Can gözü nursuz kalır ebediyen.

Temiz dünyayı bir başka göz bil.

Çünkü göz odur; bu onun bir gölgesi.

O gözünün açılmasını isliyorsan,

Git, canım bilginin kemâline at.

Çünkü ölümden sonra bilgili insanın cam

Her neyi düşünürse düşünsün, güçlü olur.

Bedenin büyümesi için nasıl kuvvet lâzımsa.

Bilgi ile de cana kuvvet lâzımdır.

Bilinmez yolda bilgisizce yürüme.

Uzak, karanlık, çukur dolu bir yoldur bu.

İlim çerağını hep tut gözünün önünde,

Yoksa düşersin çukura baş aşağı.

Kimde fenersiz çerağ varsa,

Maruzdur o çerağ fırtına tehlikesine.

Kimde bilim çerağı yoksa,

İyi biliyorum, değildir huzurda.

Bu yolda iki şeyle kemâle erersin,

Tam fânilik veya candan habersizlik.

Bilgi oldu mu amel olmaz,

Hem senin hem ilminin meyvesi olmaz

Söz bilgiden açılırsa,

O gönülden huzur nuru gelir.

Sözünü söylersen, yavaşça söyle.

Hiçbir zaman yüzün sararmaz.

Tatlı dilli hakim ne güzel söylemiş:

“Dilin altında insan saklıdır!”

Bilgili olsan ama söylemesen,

Tanrı kulunun iyiliğini işitmemiş olursun.

Tanrı sana birçok cevher verdiğine göre,

Onun şükranesi olarak inciler saç.

Gönül gözün açıksa, bilime çalış.

Sen neden böyle verimsiz kaldın?

Yüz türlü ibadeti yapsan da

İlmin olmayınca nasıl kurtulacaksın?

İlimsiz zahit şeytanın maskarası olur.

Be şaşkın adam! İlim yoluna bas ayağını.

Bir âlim mescidde uyuyakaldı,

Sonra cahilin biri orada namaza durdu.

Ayakta dikilen bir İblisi görünce,

Sordu İblise: Ne oldu sana?

Melun İblis dedi: “Şimdi ben

Cahili yoldan çıkarmak istiyorum.

Ama bunu yapacak takatim yok

Çünkü şu uyuyan âlimden korkuyorum.

O âlim ayağıma köstek olmasaydı

O cahil elimde muma dönerdi.”

Eyvah eyvah! Bu sûfinin hilmi var.

Hilmi var ama ilimsiz kalmış!

Bu derin denize dalmak gerek.

Ama hileye, hurdaya, cübbeye gerek yok.

Denizin üstünde saman çöpü gibi dönersin.

Dalgıçlık bilmiyorsan, ne konuşup duruyorsun?

Son hakkında daha ne kadar konuşacaksın?

Başlangıç yolunun başında kalmışsın.

Neden heveslerinin çevresinde dolanırsın?

Dert ehlinin adını da kötüye çıkarırsın.

Din yolunda birazcık ar olsaydı sende,

Namertliğinden dolayı dert olurdu içinde.

İyi amel derdine düşenlerin

Canını, gönlünü sevgili kapladı.

Senin de böyle bir derdin olursa,

İlmelyakînin aynelyakîn olur.

Bu yolda mert olanlar dertlenir.

Çünkü Cennet gelininin mehiri derttir.

Bir söz dert ile söylenirse,

Bu sözü duyan insan mertleşir.

Söz dediğin ilimle süslenmelidir.

Gönül ehli demekten kastım budur.

Dostum, sende ledünnî ilim varsa,

Senin ilmin öz, bizim ilmimiz kabuk olur.

Madem ilmin var, ilminle amel et.

İlimden, amelden sonra sırları çöz.

Çalışma vakti geldi mi devekuşu “Kuşum” der.

Yeme vakti geldi mi “Ben deveyim” der.

Senin işin din ilmiyle olmalı.

Ne kadar ilmin varsa, o kadar amelin olmalı.

Din ilminle zerre kadar amel etsen,

Amelsiz eşek yükü ilimden iyidir.

Git, doğru amel et; bu amelin hamdır.

Din ilminde söylenecek söz bitmiştir.

Kim bir şeyler bilir de uygulamazsa,

Ağla onun haline; oysa o güler kendine.

Din yolunun sâliklerinden biri

Mezarların etrafında dolaştı durdu.

Yine bir gece mezarlıkta dolaşırken

Kulağına temiz bir ses geldi.

“Ne zamana kadar mezarlara tapacaksın?

Bu insanların yaptıklarına bak; kurtulacaksın!’’

Amelden yana süs yoksa sende,

Zavallılık dışında sermaye yoktur sende.

Şu zavallılığınla önce at adımını

Ondan sonra yönel kerem sofrasına.

Bu kerem sofrası kurulunca,

Asi günahkârlar çıkageldi.

Bu sofra illiyyûnun önüne koyuldu.

Başkapıcı kapı önüne dikildi.

Kapıcı kapı önünde bekletildi.

O kapıcı gereken kişiye kapıyı açtı.

Sen günahsız veya günahkâr olsan da

Otur sofraya; sultan ziyafet veriyor.

Bu kerem sofrası kurulunca

Bütün kötü ameller, işlenmemiş kabul edildi.

Hey bîçare asi! Umudunu yitirme.

Umut güneşi nasıl doğacak? deme.

Bakarsın, bir padişahın kasrına doğar.

Bakarsın, bir yoksulun köşesine doğar.

Bugün çırılçıplak olan bu yolda

Tanrı katının güneşi doğar ona.

Muhlis kulların ibadeti tehlikelidir.

Bu yarışta günahkârlar öndedir.

Kendini beğenmiş adam görmez padişahı.

Tanrıya lâzımdır günahkârların inlemesi.

Bu yolda kendini beğenmişlik makbul değildir.

Zayıf beden, yaralı gönül gereklidir.

  Hikâye

O yaşlı adama İlahî sır geldi

“Bizim adamımızı görecek olursan,

Meyhaneye git, sor onu

Bu yolun hamallarından bir ihtiyar var.”

Adam geldi, sordu soruşturdu onu.

Dediler ona: Dün onun işi halloldu,

Yüz iniltiyle, gamla dün gece burada öldü.

Dünya soğuk yüzüyle onu buradan götürdü.

Saçları ağarmış, yüzü sararmıştı.

Gece gündüz meyhanenin hamallığını yapardı.

Şarap testisini omzunda taşırdı.

Ama şaraptan bir damla içmezdi.

Yolda attığı her adımda

Canı yanarak gönül derdiyle derdi:

“Ey dünyanın, dinin sahibi!

Bağışla dini, dünyası olmayanı.”

Engin mi engin bir deniz var edildi.

O denizden cana bir yol açıldı.

O denizden biri çıktı su üstüne.

Bazen mümin oldu bazen Hıristiyan.

Dipsiz bu engin denizde

Sayılmakla bitmez acayiplikler.

Ne engin bir sırlar denizidir bu!

Ne kıyısı vardır ne dibi görünür.

O deniz perde altında olmasaydı,

Bütün yapılanlar yapılmamış olurdu.

Bir cihan yarattı; o nurla doldu.

Bu nur kaldıkça, hayat devam etti.

Niçin perdenin kaldığını sorarsan,

Yapılanların hiç göründüğünü sorarsan,

Burada dile konuşmak düşmez.

Bu ancak akıl ile canın işidir.

Sözünü külahının arkasına sakla.

Dilinin konuşmasına engel ol.

Kimse bu sözleri anlayamaz.

Sen yöneleceksen, kendi içine yönel.

Her dilin söylediğine bakıp incinme.

Sende yakîn bilgisi var, her zan ile incinme.

Deniz gibi değişim halinde ol daima.

Mertler gibi tefekkürde ol daima.

Kendi kemâlinle bil şunu: Bütün azametiyle

Felekler, yıldızlar hizmetkârdır sana.

Ezelde olup biten her ne varsa,

Felek bugün onları uyguladı.

Senin gibi birinin var olması için

Binlerce devrin geçmesi gerekti.

Dostum, alıp verdiğin her nefes yok mu?

O nefesi en iyi şekilde değerlendirmeyi düşün.

Uzun veya kısa olan ömrün boyunca

Canının kemâle ermesi için bu nefesler şarttır.

Mânâları düşünen canın her nefeste

Daha çok revnak kazandırabilir sana.

Burada fâni bir lezzet peşinde koştun,

Yüz baki lezzetten mahrum kaldın.

Burada bir an için yemek, uyumak hoşuna gitti.

Ama bunun iki yüz katı saadet elinden gitti.

Bu dünya öbür dünyanın tarlası değil mi?

Ek şu tohumu; şimdi tam zamanı.

Yerin var, suyun var, saç tohumu

Çiftçilik et, bu işle uğraş.

Sözümü dinle, güzel yetiştir ekinini.

Ekin kötü çıkarsa, benden bil e mi?

Bu çiftçilik işini yapmazsan,

O harmanda yarım arpa etmezsin.

Şimdi pazara götürecek bir şeyin yok

Ek şu tohumu, şimdi başka işin yok.

Yarının azığını hazırlayasın diye

Buraya gönderdiler seni bugün.

Tohum saçmadan çıkar gidersen,

Şu zamanede rezil rüsva olursun.

Din yolunda iki kişiye tohum verdiler,

Dünya yolunu herkese açtılar.

Biri o tohumu yolda kaybetti.

Biri o tohumu ekti, yetiştirdi.

Nasiplenme vakti gelince

Biri başa çıktı, yükseldi; öbürü baş üstü düştü.

Ekersen, biçilecek ürünün olur.

Hasat vakti geldi mi, biç ürününü.

Rindin biri meyhaneciden bir testi aldı,

Meyhaneciye dedi: “İşte rehin, al rehinini.”

Şarabı içip bitirince sordular ona: “Rehin hani?”

Dedi: “Rehin benim!” Dediler: “Ne âlâ!

Ne iyi rehin bu! Kalk git şuradan!

Rehin olarak yarım arpa etmezsin sen!”

Sende bir liyakat olsa da

Kimine göre etmezsin ondan fazla.

Senin kıymetin ilimle, amelle.

Sen de benim gibi konuştun fazla.

İlmin, amelin ne kadarsa,

O kadar edersin, miktarın neyse.

Mânâ incisi saçtım sana fazla fazla.

Şahlara yaraşan inciyi kör görür mü ama?

Sen nergis gibi göz olmuşsun, görmüyorsun.

Süsen gibi kulak kesilmişsin, işitmiyorsun.

Şimdi akim fikrin var ama

Ne söz dinliyorsun ne kulak veriyorsun.

Aklının tertemiz olduğu zamanda

Toprakta ölüyken işitecek misin acaba?

O din divanesi birini gördü,

Ölmüş bir Türke telkin veriyordu.

Dedi ona: Mezar çukuruna düşmeden önce

Bu Türk hayattayken Arapça bilmezdi.

Yaşarken doğru dürüst dinlemeyen biri

Ölünce dinler mi? Neden telkin veriyorsun?

Arapça bilmez bu Türk dünyadan göçtüğünde

Toprağın altında Arapça konuşur mu oldu?”

Kör ile sağır gibi görmezsin, işitmezsin.

O yüzden bunca edepsizlikleri edersin.

Senin günahlarını yazmaktan

Sol kolundaki meleğin eli yoruldu.

Sağ kolundaki melek, rahattı senden dolayı

Kalemi kâğıda yaklaştırmadı senden dolayı.

Hiç namazını aklına getirdiğin yok

Senin kıblen kâfirler şehri olmuş.

Kedi gibi yalan yalapşak abdest alırsın,

Çabucak iki rekât namazını kılarsın.

Kararsızlıkla bakınırsın sağa sola,

Bir an olsun kendini vermezsin namaza.

Kısa yoldan kılarsın namazını

Cenaze namazından çabuk kılarsın namazını.

Hani bir zaman gelir, paçan tutuşur.

O anda gamın kederin sonsuz olur.

Sen nasıl namaz kıldığını sanıyorsun?

Ne okuduğunu, ne yaptığını biliyor musun?

Bir hiç uğruna dünyaya teslim olmuşsun.

Ne zamana kadar Tanrı huzurunda baş kaldıracaksın?

Akıllım; bu kıldığın namazsa,

İşini ağırdan alma, kendini rahat hissetme.

Sen de biliyorsun, kıldığın namaz namaz değil.

Sana yakışır böyle namaz! Oyun mu oynuyorsun sen?

O köylü şu sözü duydu:

“Amber su sığırlarının dışkısıdır.”

Köyde suyu bol bir çukur açtı

Geldi, cahilliğinden, bir sığırı oraya indirdi.

Sığırın dışkısını sudan çıkardı

Böylece amber satıcısı oldu, paralandı.

Müşteriye dedi: “Al bunu benden, para ver..

Bundan daha iyi amber göremezsin.”

Bunu görünce adam dedi ona: Haddini bil!

Bu sakal sana yakışır, böyle bil.

Herkes kendi sakalının padişahıysa,

Senin gibi şahın sakalında böyle amber var!

Sığır görünce senin sakalını, bu amberi verdi sana.

Sığır kıçından gelecek amber, yakışır sakalına!”

Sen geceleyin Tanrı’ya açarsın sırrını

Gündüz oldu mu iftihar eder, herkese söylersin.

Kul isen, ibadetine paha biçme.

Bu Tanrıya şirk koşmak demektir.

Sen ibadetini yüz kere satarsan

Şunu iyi bil, Tanrı o ibadete alıcı olmaz.

İkiyüzlülük, kendini beğenmişlik ateşten dağdır.

Bunun Cehennem dağı olduğunu bilmiyor musun?

Sen İblis gibi ibadet etmiş olsaydın

Böyle böbürlenince, İblis olurdun.

Şu böbürlenmene bak; dünya ibadeti buysa

Pamuk ambarına düşmüş ateşten yoktur farkı.

Görmüş geçirmiş biri vekalet yoluyla

Yürüyerek kırk defa hacca gitmişti.

Son haccına gitmişti ama

Tarikat hükümlerinden biri geldi aklına.

Dedi: Yürüyerek kırk defa gittim hacca.

Doğrusu çok sıkıntı çektim bu yolculuklarda.

Kendindeki böbürlenmeyi görünce kalktı ayağa

Tellal çıkarttı Mekke’de sağa sola.

“Bu zalim yayan haccetmiştir kırk defa

Kırk haccını kim satın alır bir ekmeğe?”

Bir ekmeğe sattı haccını, ekmeği verdi köpeğe

Bir ihtiyar yetişti arkasından rüzgâr hızıyla.

Ensesine vurdu tokadı, sonra dedi ona:

Be hey eşek! Şimdi eşekliğin sırası mı?

Kırk haccı bir ekmeğe sattım diye

Neden giriyorsun havalara?

Âdem içi nur dolu sekiz Cenneti

İki buğdaya sattı! Yıkıl şimdi karşımdan!

İyi bak şimdi iki yüzlü namert!

Mertler nerede, senin gibi namert nerede!

“Ben bu işi terk ederim ama

Vakti gelince terk ederim” diyorsun.

“Şimdi bu işi terk edersem

Çok zarar ederim” diyorsun.

Sana işini terk et demiyorum.

Ama kötülük et de demiyorum.

Şimdi az da olsa, iyilik tohumunu ek

Külle katıldığın zaman, iyilik sahibi olursun.

Şimdi yapabildiğin ibadeti yap.

İbadet et ki bundan da mahrum kalma.

Birisi küpe girip oturdu; bilmezden gelerek

“Atlas isterim; koşumu tam at da olacak” dedi.

Ona dediler: “Atlas hazır olana kadar

Şu çuldan kendine bir gömlek yap.”

Adam küpün içindeyken yemin etti

“Yemin ettim; bozmam yeminimi..

Rûmî atlası gözümle görmedikçe

Ölünceye kadar bu küpte oturacağım.”

Hey gafil adam! Sen de öylesin

Gaflet içinde küpte oturuyorsun.

Çık şu küpten. Küpte oturduğun sürece

Toprak gibi feleğin ayağı altında ezilirsin.

Bu felek yüzüne gülüp börkü geçirirse başına,

Feleğin dönüşüyle dünya dar gelir sana.

Nöbet isteyeceksen felekten

Vermez sana, “Sıra bizim” der.

Şu suskun konuşan denizin yüzünden

Güzellerin gözü, kulak gibi inciyle dolu.

Senin çektiğin cevirler kuşkusuz

Dokuz katlı feleğin ettiği çevrin onda biri etmez.

Felek ister istemez cevreder

Bu avare onunla alay eder.

Yer kanlı gözyaşlarımla al al oldu.

Çünkü gökyüzü her an canıma okudu.

Gönlüm öyle çok kanadı ki

Kendi kanımdan gönlüm kan içinde kaldı.

İşlerim hiç yolunda gitmiyor

Tekmelenip duruyorum yedi gezegen yüzünden.

Birisi alsaydı eline süpürgeyi

Yedi değirmendeki taneleri süpürürdü.

Şu değirmen felek öyle ezdi ki beni

Saçlarım değirmen ununa bulandı.

İki büklüm feleğin kapısındaki halkayı

Aralıksız çalmam gerek.

Dünyayı yakan güneş, halkla savaşmak için

Her gün atın kulağına mızrağı koyuyor.

Bu savaşta barış şenliği göremezsin.

Hayat suyu tuzlu toprakta görülür mü?

Bunları öyle kolay kolay anlatamam.

Her birini bir çırpıda şerh edemem.

Evlat; bu yolda baş ile ayak birdir.

Bu yedi değirmende kuru ile yaş birdir.

Bugün altından eşiğin olsa bile

Zamane yarın seni kapının önüne koyar.

Ömründe eline hazineler geçer

Ama bu hazineler sana borç olarak verilir.

Ömründe ruhunun kazançları olursa,

Kazançlarına savuracaktır tekmeyi bu düny

Bugün dünya yüzüne güler ama

Sonra yoluna ne engeller koyar!

Bu hayret vadisinden çevir yüzünü.

Çünkü hasret gözyaşlarını akıtan budur.

İşlerin yolunda giderse,

Bu sofradan daha aç kalkman gerekir.

Ok gibi git, geriye dönüp bakma.

Bir pir geri dönüp kimseye bakmaz.

Ne gönlün var ne beynin

Uzun ömür dileyeceğine pire mürid ol.

Bir tekmeyle yıkılacak dam

Âfete dayanabilir mi hiç?

Ensene tokat yemek istemiyorsan,

Kendi işine bak; çünkü kudretin yok.

Bir dilenciye padişahlık yakışmaz.

Kösle, alemle dilencilik olmaz.

Sen başsız yakaya benziyorsun

Din hevesin yok; o yüzden böyle olmuşsun.

Aklın varsa, böbürlenip durma.

Sen gurur sarhoşu olmuşsun.

Ne zamana kadar ahır eşeği gibi boş duracaksın?

Yuları çıkmış, başı düşük eşek gibi mi kalacaksın?

Bedenin tuzak, canın aziz bir kuştur.

Ne beden bilirsin ne can! Sen ne biçim şeysin?

Can çekiştiğin vakit gelince yanılırsın

Yakalanmamış kuşu saldığını sanırsın.

Topladıklarının hepsi dağıldı.

Bir hesap yaptın ama hesabın tutmadı.

Attâr, sen nereye düştün?

O sırları söylemeyi ihmal etme.

Sekizinci Makale

Azizim, uykudan uyanırsan,

Pek çok sevinçten haberdar olursun.

Hepimiz keder, dert içinde olsak da

Sonunda sevineceğiz; bunu biliyorum.

Bir yerde diken oldu mu, gül de olur.

Bir yerde dert oldu mu, derman da olur.

Bugün derman görünür değilse,

Ferman vakti gelirse, çıkar ortaya.

Bizim hikâyemiz haddini aştı.

Hissemize bugün dert düştü.

Dünyanın dermanı hissedir.

Orada ne hisse vardır ne kıssa.

Kesin olarak bildik, şüphe yok bunda.

Mutlu olacağız biz bundan sonra.

Burada çektiğimiz her sıkıntı

Gördüğümüz her dert ile keder

Bunlara karşılık sevinç bulacağız orada.

Gel, çabuk koşalım biz oraya.

Bizim bulunduğumuz öbür tarafta

Hiç bilmediğimiz bir bela var.

Be derviş! Neden böyle mutsuzsun?

Çünkü önünde pek çok mutluluk var.

Öbür dünyanın nakdi olarak lezzet var.

Kesinlikle bütün lezzetler orada var.

Eğer oradan sana bir zerre nasip olursa

Yanarsın başka bir zerrenin şevkiyle.

Ebedî dünya çok hoş bir dünyadır.

Bütün bu dünya ondan bir nişandır.

Bütün peygamberlerin yeri orasıdır.

Gönül, din, can, cana can katan oradadır.

Bütün ruhanîler orada ikamet eder.

Bütün huriler o meclisin nedimidirler.

Orası sana lâzımsa, duydun benden.

Ölmeden önce ölürsen, varırsın oraya.

Burada kurtulursan kendi varlığından,

O halkanın kapısını tutabilirsin burada.

Hindli hakim Çin şehrine gitti.

Türkistan şahının kasrına gitti.

Yanında papağanla oturan bir şah gördü.

Papağan demir kafes içindeydi.

Papağan Hindııyu görünce karşısında

Dillendi, başladı şeker gibi konuşmaya.

“Hey işbilir insan; Allah aşkına

Bir gün yolun düşerse Hindistan’a,

Ulaştır selamımı dostlarıma

Mümkünse bir cevap getir bana.

Söyle onlara: Sizden uzak kalan var ya

Siz dostlarının gözünden uzak kalan var ya

Yas tutmaktadır kafes zindanında.

Ne dert ortağı var ne derdini dinleyen.

Ne yapsın gelmek için sizin yanınıza?

Tedbir nedir? Söyledim halimi size.”

Sonunda hakim vardı Hindistan’a;

flitti sevimli papağanların yanına.

Gönlü canlı binlerce papağan gördü.

Daldan dala uçuştuklarını gördü.

Şeker vardı her birinin gagasında.

Hepsi hem çalışıyordu hem çalışmaktan uzakta.

Felek onların kanatlarının aksiyle ışıl ışıl,

Sinek onların ışığıyla olmuş hüma.

Hintli hakim papağanın sırrını söyledi.

O dertli papağanın gamını söyledi.

Güzel papağanlar bu sözü duyunca

Düştüler hep birden ağaçlardan.

Nasıl da toprağa düştüler dallardan!

Sanki canları çıkmıştı vücutlarından.

Bilge adam onların ölüm halinden

Şaşkına döndü; pişman oldu lafından.

Sonunda yine yolu düştü Çin’e.

Geldi o papağanın yanma, anlattı ona.

“Yârânm senin üzüntüne dayanamadı.

Hepsi toprağa düştü, can verdi.”

Papağan bu sözü duyunca derhal

Başladı kafeste bir süre çırpınmaya.

Sanki bir ateş düşmüştü canına

Sanki veda etmişti o da canına.

Biri geldi, onun hilesini anladı.

Ayağından tuttuğu gibi külhana attı.

O güzel papağan külhana düşünce

Külhandan uçuverdi var hızıyla.

Kondu sahibinin kasrının damına.

Hintli hakime dedi: Ey hünerli insan!

O azizler bana öğrettiler.

“Yaprak gibi toprağa düş” dediler.

Kurtuluş istiyorsan, bizim gibi yap.

Kurtulmak istiyorsan, kendini bırak.

Kurtulmak için öl ölmeden önce.

Kimse aşinalık etmez ölü ile.

Kendi canından vazgeçtiğin zaman

Bil ki kurtulursun bütün tuzaklardan.

Dostların dediklerini yerine getirdim.

Şimdi ben dostlarımın yanma gidiyorum.

Bütün dostlarım bekler şimdi beni.

Ben zavallı burada ne işe yararım?

***

Öldün mü hemcinslerine kavuşmuş olursun.

Yüce halvet yerinde huzuru bulursun.

Öldün mü ebedî diri olursun.

Tanrının ebedî kulu olursun.

Ne yapacaksın? Külhan senin yerin değil.

Üstünde topraktan aba yok.

Azizim, çaba göster sır arıyorsan.

Kendinde kendi sırrını arıyorsan.

Bunca perdeden çıkar kendini dışarı.

Özellikle meydana çıkar aklını.

Uyku vakti geldiğinde

Niçin alıkoyar surlardan seni?

Uyku vaktinde kendini bilmezsin.

Mânâlar nasıl yoldaşın olur?

Sen uykuya çok rağbet ediyorsun.

Çünkü senin gözünde su ile ateş birdir.

Uykudayken beş duyunun yolu kapanır.

Sarhoş canının neden o zaman zevki yoktur?

Canımda şundan dolayı zevk yok

Çünkü şevkten uzaklaşmaya azmetti, dersen

Neden riyazet vaktinde uyanık canın

Seni birdenbire zevklendirir?

Ey sırları arayan! Maksat şudur:

Sen kendini bir daha uyur bulmazsın.

Uyudun mu, denize senden bir damla düşer.

Kendinde olarak veya olmayarak kaybolursun.

Uyanıkken kendinden uzaklaşırsan,

Uyudun mu bensizlikte nur olursun.

Gönlün uyanıklıkta senden bir işaret buldu.

Çünkü uyanıklık uyanıklıkla elde edilir.

Yoksa alaca renkli çiy tanesi

Bu denizde süt ile yağ gibidir.

Süt, suyun üstüne çıkar güzelce.

Ama yağ ayrılır, geçer başka yana.

Burada hulûlî olma ey fuzuli adam!

Tanrıda kendini yok eden biri olmaz hulûlî.

O İslâm güneşi şöyle dedi:

O güneş Bistam topraklarının burcunda doğdu.

“Ben zaman zaman üç defa

Otuz bin yıl yol aldım.

Şerefli arşın yolunu bana açtıklarında

Orada da Bayezid çıktı karşıma.

Seslendim: Yarabbi, kaldır perdeyi.

Perde kalkınca Bayezid çıktı karşıma.”

***

Sordular ona: “Ey dergâhın has adamı!

Bir kul bu yolda Tanrı ya ne zaman ulaşır?”

Dediler ona: “Ey parlak güneş!

Bu denizde daha ilginç ne var?”

Dedi: Daha ilginç olan şey bence

Bu denizde kişinin bir işareti var.

Bundan daha acayip bir sırrı nerede bulursun?

Bir şebnemi denizden ayrı bulursun.

Bu huzurda üç damla ile iki zan var.

Her damlanın ayrı bir denizi var.

Bir: Zannı kötüyse, Cehennem,

İki: Zannı iyiyse, Cennet var.

Üçüncü damla sırlar denizindedir.

Orada can ile cisim uyanık değildir.

Küllün vahdet makamı kuşkusuz orasıdır.

Sen sensiz ol, “Terk et nefsini” hükmü oradadır.

Bu uzak yolda senin bir nakdin olmalı.

Canında zevk, gözünde nur olmalı.

O liyakate sahip olabilirsen,

Burada da o cihana yerleşebilirsin.

Burada yoldaşın huzur olursa,

Gönlün o dergâha lâyık olabilir.

Aşk âleminde salınır yürürsün,

Aşkın sağlam temellerine sahip olursun.

Ansızın soğuk bastırırsa yolda,

Ansızın sıcak bastırırsa yolda,

Aşk sana hemdem, yoldaş olunca

Soğuk, sıcak tesir etmez sana.

Düşün, senden Tanrı’ya yönelmek istiyorsun

Ama her saat perişanlığa, tefrikaya düşüyorsun.

Sana hayal suyunu verdiler.

Sen böyle bir suda sığırtmaçhk ediyorsun.

Köyde dolaşan sığırları

Topla sen, belki işin girer yoluna.

Eğer köye doğru gidiyorsan,

Niçin kethüdadan gafil kalıyorsun?

Dostum; bugün topla kendini

Yarın ateş düşmesin içine.

Toprağın altında gönlünü kan doldurunca

Bir dostun olmazsa, ne yapacaksın orada?

Mahrum kalmamak için dağılma.

Yalnız kalmamak için huzur ara.

Huzurlu gönül bulur selameti;

Perişan bir gönül nasıl bulur selameti?

Tanrıyı o kadar amnahsın ki

O nu anmaktan O nda kaybolmaksın.

Gönlün Tanrı yı sık sık anarsa

Dilin ahirette yoldaş olur canına.

Çok an Onu, o anışta kaybol.

Dünyanın ileri gelen dindarları böyle yaptı.

Tarikat sultanının sözünü dinle.

Din komutanı, hakikat şahmın sözünü dinle.

Her cüzde binlerce küll var

Küllde Hakk’ın mahcubu, mutlak maşûk var.

İlginç olan şey, bu vilayetin güneşi

Hidayet burcunun ışığını yansıtır.

Sözün Süleymanı, Ebulhayr’m oğlu Ebu Saîd

Mantıku’t-tayr’da dedi ki:

“Her işimde, her halimde ben

Yıllarca o izi aradım durdum.

Aradığımı gördüğüm zaman kayboldum

Denize karışmış bir damla gibi oldum.

Şimdi sırlar perdesinde kayboldum.

Kaybolan biri kaybettiğini bulamaz.”

Kayboldunsa, kaybettiğini nasıl bulursun?

Yol perde arkasına geçince, nasıl bulursun.

Kimse bu yola ayak basmadı.

Kimsede istediği yola girecek ayak yok.

Hangi sâlik, hangi yol?

Bunun misalini benden iste.

Ayarlı, kaliteli bir yaydan ok

Fırlar, gider hedefe dosdoğru.

Huzura gayri ihtiyarî varan kimse

Bu yolda ok gibi düz gider.

Sen Tanrı huzurunda olmaya çalış daima

Yaşadığın bir anı iki dünyaya satma.

O heybeti, o izzeti düşün.

Böylece nefsini ortadan kaldırabilirsin.

Düşün, aklını, muhakeme gücünü kullan.

Âlemde her şeyin bir olduğunu gör.

Dostum, ne sanıyorsun sen, bu dergâhta

Bir fark yoktur dünyanın özü ile kabuğu arasında.

Öz ile kabuk bir yerden geldiğine göre

Niçin biri oraya biri buraya gitti?

Şunu iyi bil; öz ile kabuk birdir.

Ama senin gözünden gizlidir.

Tanrı tevhîd nuruyla açarsa gözlerini,

Diline getirir ilahi seslenişi.

Gözünde her şey bir olunca

Artık nasıl şüphede kalabilirsin?

Kimde vardır o keskin göz?

Neye baksa O’nu gördü o keskin göz.

Binlerce yıl geçti üstünden

Sonunda birinin adı bir yere yükseldi.

Sen kendini bilmiyorsun; ben ne yapayım da

Bu şüpheyi senin gönlünden söküp atayım?

Yüz yıl yaşasan da

Görmezsin, bilmezsin kendini.

36. Hikâye

İyiyi, kötüyü çokça görmüş

O tecrübeli büyük insan dedi ki:

Yaratan her neyi var ettiyse

Önde, arkada, yukarıda, aşağıda

Yıldızlar, felek, güneş, ay

Deniz, kara, dağ, saman

Levh, kalem, arş, kürsü

Ruhanî, kerrûbî, insan

Mey, bal, Cennet, huri

Ay, balık, ateş, nur

Doğu, batı, bu ikisi arasındaki her yer

“Ol” emriyle var olan her şey

İki dünyadaki sırlarn

Gizli veya açık lezzetler

İki âlemdeki her zerrede

Yedi denizdeki her damlada

Hepsi sana güneş gibi ayan beyan gösterir

Sen bunların hepsini ebedî görürsün.

Ama küçücük bir şeyi göremezsin.

Senin senliğindir bu; senden gizli kalmalıdır.

Gözün ilişirse kendi yüzüne

Kendine aşkından dolayı gelirsin feryada.

Eğer bir koku gerekiyorsa kendine,

Riyazet çek; âlem dolmuştur seninle.

Niçin böyle hatalara düştün ama?           

Niçin kulluktan uzak kaldın ama?

Yokluğu gördün, gözlerini çevirdin.      

Kendi varlığını yokluk zannettin.

Duyduğuma göre bir papağanın

Karşısına bir ayna koyarlar.

Papağan aynaya bakınca

Ayna kendi gibi birini görür.

Sesi güzel, kafa dengi bir adam

Aynanın arkasından konuşmaya başlar.

O güzel papağan sanır ki

Bu ses aynadaki papağanın sesidir.

Bir söz duyunca sevinir.

Böylelikle konuşmayı öğrenir.

Vücut da gizli bir aynadır.

Yokluk ayna için aynalıktır.

Eksik, mükemmel her ne suret varsa

Bu aynada onun aksi, hayâli vardır.

Sen ancak bir suretin aksini görürsün

Hep bu akislerle oturur, kalkarsın.

Sen sanırsın ki her ses, her iş

Aslından haberdar olan akisten gelir.

Bütün varlıkları kendinden habersiz bil.

Her şeyi birbirinin tılsımı bil.

Sen aynanın karşısına oturunca

Ayna görmez, yüz görürsün.

Varlık zerre kadar ortaya çıksaydı,

Bu yüzden iki âlem tepe takla olurdu.

Varlık ateşe, dünya eğirilmiş yüne benzer.

Yün ile ateş yan yana durur mu?

Dünyada ve iki dünyada olan her şey

Bir akistir; sen bu aksi görürsün.

Akisten başka bir şey ilişirse gözüne,

Hallâc-ı Mansûr gibi ateş düşer içine.

Zan pamuğunu kulağından çıkarırsın,

Meyhane küpü gibi kaynamaya başlarsın.

İplik gibi baştanbaşa tek olursun.

Âdem gibi pamuğu, iği terk edersin.

Siyah saçların pamuk gibi olunca

Ne baş kalır ne pamuk külahında.

Sen bir pamuk tohumu bile etmezsin.

Ne hallaçlık ne terzilik edersin.

Pamuk seni kendinden uzaklaştırır.

O nur senin yerine oturur.

Be hey fuzuli insan, aman ha

Benim sözlerime bakıp hulûlî olma!

Hulûl ve ittihad burada haramdır.

Ama istiğrak işi burada yaygındır.

Aydınlık güneş olan yerde çerağ

Varlık ile yokluk arasında esirdir.

Sayıların, arazların bulunmadığı yerde

Cisimlerin, eczanın, parçanın olmadığı yerde

Ne hüküm verirsen öyle olursun.

Büyük, âlim, duası makbul sen olursun.

Hak için hangi vasıfları etsen,

Hakk’ı tavsifte aciz kalırsın.

Tanrı hakkında bildiğin vasıfları

Kendi vehim defterinden çıkarırsın.

Senin vehmince, sen olursan, o olmaz.

O nu vasfedersen, bu iyi olmaz.

O’nun sıfatları ne odur ne ondan başkası

Nasıl söylersin O nun sıfatlarını? O nun zatını tanı.

O nunla tanı O nu; budur yolu.

Budur mânâ isteyen canının yolu.

 

Kapıdan çıktı bir ebleh, elinde mumla

Parıl parıl parlayan güneşi gördü gökyüzünde.

Cehaletinden sandı ki aklı sıra

Güneşi görmek mümkün değil bu mum olmazsa.

O nunla tanı O nu, fâni ol.

Fenânın kendisinde baki ol.

Fâni olursan, baki olursun.

Hep sen kalırsın, sen sensiz kalırsan.

Mihne şeyhi bir gün şöyle dedi:

Dünyayı bir beden bil, aç gözünü.

Yer ile gök Bayezid’le dolu

Ama ortalıktan kaybolmuştur o.

Ne diyeyim? Nasıl düştüm buraya?

Canımı ateş dalgasına verdim burada.

Ne zamana kadar oraya buraya gideceğim?

Kendimden zerre kadar bir şey bulmuyorum.

Bu tehlikeli yolda çok gittim.

Bir avuç toprak dışında insan görmedim.

Bir avuç topraktır, ortası hava.

Bedeni tılsım, canı hazine gibi.

Bir seramik kabı güzelce süslerler

Onu ipekle, atlasla örterler.

Bunu nazarlık olarak kullanırlar

Çünkü nazarlık kötü göze engel olur.

Birisi uzaktan görürse onu,

Karşısında huri belirdi sanır.

İnsanlar kapıdan, bacadan görünce onu

Atarlar onu sonunda aşağıya.

Yere düştüğü zaman, istesen de

Birkaç kırık seramikten başka şey göremezsin.

Onun dünyası ancak bir nakıştır.

İçinde bulduğun sadece havadır.

Efendi! Bugün sen bir nazarlıksın.

Bugün nazarlık gibi güzel yüzlüsün.

Ey yolda uyuyan! Sabretmeksin

Ansızın atıverirler seni bu yola.

Her ne kadar yerin toprak altı olsa da

Temiz canın temiz bir yerden gelir.

Yazık! Cevherin nakkaş levhasında

Rengini kaybetmiş tabiat pasıyla.

Melek görse senin cevherini

Tekrar secde eder senin kapma.

Meleklerin secde ettiği senin cevherin değil mi

Senin başındaki halifelik tacı değil mi?

Halife çocuğusun, bırak külhanı.

Gül bahçesine git; bırak dilenci tabiatını,

Padişahsan, padişahlığını bil.

Âdem’in isyanını kendine nazarlık edin.

Mısır padişahlığı senin için.

Sen Yusuf gibisin. Neden kuyunun dibindesin?

Süleyman’ın yerinde şeytan olduğu için

Kendi mülkünde fermanın geçmiyor.

Yine o yüzüğü elde edersen.

Şeytanı, perisi girer senin emrine.

Başta da sonda da şahsın sen.

Ama zan perdesinde şaşı olmuşsun sen.

Biri iki, ikiyi yüz görüyorsun.

Bir ne, iki ne, yüz ne; tümü sensin sen.

 

       Ustanın şaşı bir çırağı vardı.

Bir gün çırağını bir yere yolladı.

“Orada bizim yağ dolu damacanamız var.

Çabuk getir onu” dedi; çırak kalktı.

Tarif edilen yere gitti şaşı

Damacanayı iki görünce şaşırdı.

Ustasının yanma döndü, dedi:

“Ben iki damacana gördüm, ne yapayım?”

Usta sinirlendi, azarladı: “Uğursuz!

Kır birini, diğerini al getir.”

Görüşünde şüphesi yoktu çırağın.

Birini kırınca diğerini de göremedi.

Kendinden başka bir şey görüyorsan,     

Sen de kendinin şaşısı olmuşsun, düşün!

Neyi görüyorsan sen, osun sen.

Ama hataya düşmüşsün, biliyor musun?

Biri Bayezid’e bir soru sordu.

“Gizli veya aşikâr olan her bir şey

Arş, ferş, iki âlem, bunlar nedir?”

Dedi: “Bunların hepsi benim. Çünkü ben öldüm.”

Bu tabiatım dağıldığında

Hem bu âlem hem o âlem dağıldı.

Sen kalmazsan, hiçbir şey kalmaz.

Çünkü sen hem bu cihan hem o cihansın.

Bu âlem yaratıldığından beri

Âdemin kalıbı da bina edildi.

Şaşılası bir yaratılış var senin aslında.

Bir çul ile atlas ulanmıştır birbirine.

Pergel gibi yüz asır dönsen de

Senin vuslat yerin çıkmaz ortaya.

Gökyüzünde, yeryüzünde olsan da

Göremezsin gördüğünden başkasını.

Cevherinde bir göz açılsa,

İki âlemi saçarlar sana başlangıçta.

Senin o gözün açıldığında

İki âlem sende kaybolur, sen kendinde.

Bilmiyorsan, o cevher sensin.

Bu dünyadan, öbür dünyadan üsttesin.

Davud sordu izzet sahibi Tanrı ya:

“Hikmet nedir halkın yaratılışında?”

Hitap geldi: “Bu gizli hâzineyi

-Ki bu biziz- halkın tanıması için.”

Bir hâzineyi tanıyabilmek için

Külhana sokarsın başını zahmetle.

Gönül gözün görür olsaydı,

O görme gücü sana yakışırdı.

Baş gözünün nuruyla bir şey gelmez ele.

Göz nuru gerek senin gönlüne.

İsa ile eşekte baş gözü vardı

Ama İsa’nın gönül gözü bir başkaydı.

Sende bir gönül gözü bulunsaydı,

Görürdün bu yoldaki acayiplikleri.

O ömrün vasıflarını işitsen de

Anlayamazsın onu görsen de.

Her an Tanrı huzurunda bulunursan,

Secde eder, kulluk hil’atini giyersin.

Ezelî ahde âşinâ isen,

Niçin o huzurdan uzak kalırsın?

Mânâda can doğanını âşinâ kıl.

Padişahın eline yaklaşmaya lâyık kıl.

Doğan davulundan ses gelince

O doğan uçmaya başlar şevkle.

Gönlünü kaybedip cansız oturunca

Sultanın kolunda oturur daima.

Doğanın başına külah geçirildiği sürece

Nasıl lâyık olur padişahın eline konmaya?

Yolu öğrenip görür olduğu zaman

Padişahın elinde zindeleşir gönlü.

İzzet gören doğan bilir ki

Bundan önce ne sebeple mahrum kalmıştır?

Senin doğanın burada mahrum kalırsa,

Şah onu yanma çağırır mı?

Bu doğanı izzetle yetiştirdinse,

İzzet ile verirsin şahın eline.

Yoksa şah sana verir cevabını

O zaman şahtan dolayı çekersin çok sıkıntı.

Bir gün şahın ak doğanı havalandı.

Dosdoğru o yaşlı kadının evine vardı.

Yaşlı kadın görünce onu, kalktı yerinden

Aldı onu kucağına, ayağında bağ vardı.

Onun önüne yem koydu

Suyunu verdi, bir avuç arpa döktü.

Doğanın yiyeceği her türlü yemi

Doğan şahın elinden izzetle yerdi.

Kadın o pençelerin sivriliğini gördü.

Yemleri nasıl topladığını gördü.

Kolayca yem tutsun diye pençesini kısalttı.

Doğan verilen yemleri yedi ama

Yüz sıkıntıyla çırpınmaya başladı.

Yaşlı kadın kanatlarını kesti, tüyünü yoldu.

Böylece doğanın bir süre yanında kalmasını istedi.

Şahın askerleri her bir taraftan yetişti

Doğanı o halde gördükleri zaman

Şaha anlattılar kadının doğana ettiklerini,

Kadın yüzünden doğanın nasıl perişan olduğunu.

Şah dedi: Böyle birine ne diyeyim ben?

Bir kötülük ancak bu kadar yapılır.

***

Ey naz içinde mışıl mışıl uyuyan!

Yaşlı kadının eline düştü doğanın.

Ben sabırlıyım; bu doğan ansızın

Yüz gayretle ulaşır şahın huzuruna.

Şahın huzurunda bilmem ne diyeceksin?

Şimdi uyuyorsun; yarın ne diyeceksin?

Dokuzuncu Makale

Ey gaflet içinde kalan!

Dünya için dinini yele veren!

Kim dedi sana felekle didiş diye?

Ne zamana kadar sürecek meşhur olmak halk içinde?

O kadar boş düşünceler içindesin ki

Kendi tabiatına zarar verdin.

Tabiatını kurban et teslim ile

Kulak ver sen bu sözüme.

Baştan öğren mânânın alfabesini

Şeriat nuruyla yak gönül mumunu.

Gece yarısı yak gece renkli tavanı

Şu dar güvercin yuvasından uç dışarı.

Gaybın şerbeti gelirse boğazına,

Halk arasında kalmaz meşhurluğun.

Sana dünya malıyla din mi gerekli?

Sana o mu gerekli, bu mu gerekli?

Din arıyorsun; gönlün dünyadan mest olmuş.

Bilmiyor musun, ikisi birden verilmez?

Senin gönlün ikiyüzlülüğe yakalanmış.

Kibir ile zan dağının altında kalmışsın.

Bir yüzünü dünyaya çevirmişsin,

Öbür yüzünü dine çevirmişsin.

Bu iki yüzlülüğü terk et artık.

Bir Tanrı için bir yüz gerek.

İki yüzlülük gönlüne kusur getirir.

İnsanların en kötüsü ikiyüzlülerdir.

Delinin biri bir sokakta durdu.

Bir dünya halk her yöne gidiyordu.

Ansızın bu deli bağırmaya başladı:

“Bir yöne, bir yola gitmek gerek.

Her yöne koşuşmak da nedir?

Yüz yöne gitmekle varılmaz bir yere.”

XXX

Hey miskin! Bir gönlün, yüz yârin var.

Bir gönülle yüz işi nasıl yaparsın?

Bir gönülde olursa yüz türlü işin

Yârinin aşkında sen yüz gönül ol.

Mahmud’un huzuruna zavallı bir deli geldi.

“Senin Ayaza ben sırılsıklam âşığım” dedi.

Mahmud dedi ona: “Be sefil deli!

Bir lokma için ne hallere düşmüşsün!

Bütün âlem yüzük kaşımın altındadır.

Bütün yeryüzü benim mülkiyetimdedir.

Benim üç yüz bin askerim var.

Silahım, atım, sayısız hâzinem var.

Benim bağlı dört yüz filim var.

Nedimlerim, hünerli hekimlerim var.

Bütün bunlarla birlikte seviyorum onu.

Hep özüm var; senin gibi kabuk sahibi değilim.

Benim böyle bir mülküm, saadetim var.

Benimkileri saydım; peki senin neyin var?”

Deli bu söze güldü, cevap verdi:

“Güneş balçıkla sıvanmaz.

Hey gafil! Aşkta sen eğrisin, ben doğruyum.

Bir deliden doğru sözü dinle şahım.

Ben çok açım; sen ise doymuşsun ekmeğe.

Hiç şüpheye düşmez, deli dersin bana.

Şimdi bile aşkımın ateşi birdenbire

Bütün mülkünü yakar bir ah ile.

Senin aşkın baş edemez benim aşkımla.

Sen âşık değil, dünya fatihi padişahsın.

Gönlünde yüz şeye birden aşk olunca

Âşık sayılmazsın, o biçim olursun.

Benim gönlümde iş güç derdi yok

Tüm kalbimi ona verdim ben.”

Her gönül Ayaz’ın yüzüne âşıktır.

Bu haliyle o aşkın hakkını verememiştir.

Güzel bir darbımesel söyledi yaşlı Hindu

Onunla bu, bir araya gelmez ikisi.

O eşekçi gibi, bir eşeğe binmişsin.

Öbür eşeğin ipini eline bağlamışsın.

Seni iki eşeğe gönül vermiş görüyorum.

İki eşeği kaybetmekten korkmuyor musun?

Bu yolu yüz türlü açıkladım sana.

Canının haberi yok birinden ama.

Gönlün bu kadar laftan birini dinleseydi,

Bu kadar konuşmaya hacet kalmazdı.

Bozukluk hep ölü gönüllerden geliyor.

Nefsin istekleri gönülleri yoldan çıkarır.

Hepsi bir tırnak üstüne yazılabilir.

Ama bundan geçmek kolay değildir.

Sırlarımıza bak! Sır bilen nerede?

Canı gören, bilen biri nerede?

Bütün canlar o azamet sahibine fedadır.

Bu sırlardan bir esinti alır.

Olur olmaz işlerle uğraşan biri

Kuşkusuz saçma bulur bu sözleri.

Körün gözünde görme kuvveti olmaz.

Yarasa, arayıcılık işi yapamaz.

Feleğin böyle şeyleri vardır.

Perde arkasında çok acayiplikleri vardır.

Perde arkasında olmasına şaşmamalıdır.

Bu acayiplikler sayılamayacak kadardır.

Perde arkasında sayısız sır vardır.

Sırlarının birini bile söylemez, saklar.

Bu sırrı çok araştırdım ben.

Bir ömür aradım ama bulamadım ben.

Ünlü, akıllı kimselerin huzurunda

Bu konuyu çok düşündük, yatırdık masaya.

Ne o gizli sır gösterdi yüzünü

Ne kıl ucu kadar maksat göründü.

Bu sır burada söylenemez.

Sırlar incisi burada delinemez.

Bir hizmetkâr bir tabakla suskun suskun gidiyordu.

Tabağın üstüne bir serpuş geçirmişti.

Biri sordu: “Bu tabakta ne taşıyorsun?

Kıvırtma; doğruyu söyle bana.”

Hizmetkâr dedi: “Hey avare, sussana!

Sence bu serpuş niçin koyulmuştur?

Bu sırrı akıl yoluyla ararsan,

Bulabilirdin; açılırdı bu serpuş.”

Kim bilir, şu yaşlı felek

Yedi perde arkasında neler eder?

Gökyüzü ilginçliklerle doludur

Onun her devresinde ayrı şey vardır.

Dört unsurlu yer ile yedi katlı göğün önünde

Karşı durabilecek kol acaba kimde?

Feleğin işi torbadan tavşan çıkarmaktır.

Onun işi hep böyle göz boyamaktır.

İçinde tuttuğu o pergelle

Başı dönmüşlükte baş olmuştur.

Bu feleklerin devri nasıldır? Kim bilir?

Her devrinin altında gizli hangi çevir vardır?

Bu gül bahçesinin gülleri yıldızlardır

Bizim nasibimiz işsizler gibi seyretmektir.

Hünerli olanlar bilir bunu

Onun dönüş dışında başka işi vardır.

Felek çok aradı, koşturdu

Hiçbir yerde kaybettiğini bulamadı.

Bir bilgeye adamın biri kalp para verdi.

Hakim onun hakkında şunları söyledi:

Seni öyle bir tuzağa düşürürüm ki

Etrafımda o zaman dört dönersin!

Şu heybete bak! Felek bir iz gördü.

Bir sıçrayışta bu kadar dolandı.

Yüz asır daha hızlı hızlı dönse,

Dumandan ibaret olduğu için dumanda döner.

Dünyanın yüksekleri, alçakları olsa da

Koyu topraktır ya da mor dumandır.

Felek ağır veya çabuk dönse de

Bu toprak ile duman arasında dönmektedir.

Böyle kuvvetle dönen felekler

Neden bir avuç toprak için döner?

Dostum, bu kadar kudretli bir madde

Bir avuç deri ile damar için dönmez.

Böyle bir deniz bize karşı aciz olmaz.

Bir şebnem tanesi için asla dönmez.

Sinek sanar ki kasap

Onun için dükkân kapısını açar.

Ne diyeyim? Şaşılmaz Tanrıya

Bir tane için değirmen çalıştırırsa.

Felek temiz can için dönmektedir.

Bu dönüş su ve toprak için değildir.

Tanrı erleri gibi bas bu yola ayağını.

Dönen şu felek o zaman hizmetkârındır.

Ama cihanın sahibi Tanrı birkaç günlüğüne

Hapsetti seni yeryüzü zindanına.

Bir gün bu fâni zindandan geçtiğinde

O gül bahçesinin kadrim bileceksin iyice.

Canların cevher olduğu o maden yüzünden

Felek uzun zamandır onun kapısında topraktır.

Felek o madenin yanında bir ferdir.

Felek o maden yüzünden laciverttir.

Cevheri anlamak için çırpmıyorsun.

Hal böyleyken o madeni nasıl anlarsın?

Gökyüzünde nice yıldızlar vardır!

Bunlar dünyadan yüz on defa büyüktür.

Nice otuz bin yıl geçtikten sonra

Her biri gelir hareket ettiği noktaya.

Gökyüzünden bir taş atacak olsan,

Beş yüz yıl sonra düşer toprağa.

Yeryüzü bu dokuz mine tavanın yanında

Benzer deniz, üstünde yüzen haşhaşi kumaşa.

Bak bakalım, bu kumaşa lâyık mısın?

Kendi haline gülsen, değer buna.

Haşhaşi kumaş giyiyorsun şişinerek

Böyle bir kumaşı bir daha nerede bulacaksın?

Senin haşhaşi kumaştan nasıl haberin olur?

Çünkü bunlara dikkat edecek gözün yoktur.

Dokuz katlı, yıldızlı bu felekten

Sana ancak birazcık seyir düşer.

Bakıyordu dervişin biri

İlahî incilerle dolu bu denize.

Geceyi aydınlatan inci gibi yıldızlar gördü.

Onların ışığıyla gece gündüze dönmüştü.

Sanki yıldızlar durmuş

İnsanlarla konuşuyordu.

“Hey gafiller! Aman uyanık olun!

Bu dergâhta bir gece uyanık olun.

Neden bu kadar uykuya düşkünsünüz?

Kıyamet gününe kadar uyuyacak mısınız?”

Bu seyirle âşık dervişin yanağı

İnci saçan gözleriyle yıldız doldu.

Ters davranışlı felek hoşuna gitti

Bülbül gibi dillendi, konuşmaya başladı.

Tanrım, zindanının tavanı böyleyse,

Çin resim atölyeleri gibi güzelse,

Senin bahçenin damı acaba nasıldır?

Çünkü senin zindanın bile bahçedir.

***

Ama bu zindanın damında yıldızlar

İnsanların ömrünü açıkça çalarlar.

Bu zindanda bedeli olan canımız var.

O yüzden zindan damında hırsızımız var.

Uzun zamandan beri ben zincirdeyim.

Felek sahanlığının sihrini biliyorum.

Bu yedi katlı gökyüzünün yıldızları

Kükredi, çocukları ağlattı.

Altın yıldızlı bu ceviz bir süre

Bu kümbette seyre doymadı.

Bizi bu yolda çocuk biliyorlar.

Boş yere kürek çekiyorlar.

Söyle, ne zamana kadar feleğin oyun perdesi

Her gece bir başka oyun sergileyecek?

Ay bazen incelir, bazen tepsi gibi olur.

Bazen kalkan bazen orak olur.

Bazen Başak burcunda gümüş orak olur.

Bazen Boğa burcunda altın değirmen olur.

Kim bilir feleğin bu zorlu padişahları

Niçin toprakta el pençe divan durur?

Kim bilir binlerce altın boncuk

Neden dokuz hokkanın içinde dolanır durur?

Bu denizde neden dalgıç oldular?

Semâ yok; niçin rakkas oldular?

Ne dönmekten vazgeçerler

Ne savaş meydanından çıkarlar.

Hokkabaz gibi ne zamana kadar oynayacaklar?

Bu dokuz hokkada birbirlerine ne kadar saldıracaklar?

Binlerce defa döndü durdular.

Ne biri fazlalaştı ne biri eksildi.

Zor bir yol, şaşırtıcı bir şey bu.

Bunu düşünmekten gönlüm kan doldu.

Onlardan biri bile vazgeçmedi.

Acaba ne zaman ulaşacaklar maksada?

Şevkli bir gönülle acizane dönerler

Dönmekten asla vazgeçmezler.

Başlarını yola koymuş suskunlardır.

Dilleri kesilmiş, yola düşmüşlerdir.

Hepsi de cübbeli sûfilere benzer

Kendilerinden haberleri yok, susarlar.

Bu dönüşte ne sarhoş ne ayıktırlar.

O hal ile ne uykuda ne uyanıktırlar. •

Gece gündüz arayış içindedirler

Mahşere kadar canla aramaya devam ederler.

Sen gece güzel güzel uyurken onlar onun yolunda

Onun dergâhının toprağını öperler.

Gönlüm; keskin görüşlü olmaya bak.

Bu düşmanlığın daha ne kadar sürecek?

Ne dersin, bu altın putlar

Böyle döne döne neyi ararlar?

Git, putların yüzünden çevir gözünü.

Baş aşağı getir putların başını.

İbrahim gibi putları yere çal.

“Batanları sevmem” nefesini üfle.

Senin yaratılışla yok bir işin.

Bütün âleme yük mü olacaksın?

Tanrı mn hikmetiyle ne işin var?

Darağacının altında olsan da konuşma.

Yüz yıl düşünsen de

Kuru ot ile orman yeli olursun.

Maksat bir kimse için mümkün olsaydı,

Cahillikle yoldan uzak düşerdi.

Araştırmayı bir kenara bırakırdı

Hiçbir işte revnak kalmazdı.

Sırları kıl ucu kadar bilmiyorsun.

Cahillikle neden bu işin peşinde koşuyorsun?

Susmak ve sabır senin yolundur.

Bundan iyi bir seçenek bulamayacaksın.

Bu mânânın sırrına karşı cüret gösterme

Erkek aslan olsan, dönersin karıncaya.

Biliyorum çok sıkıntın var

Ellerin titriyor; bu halinle civa mı tutacaksın?

Sen satrançta hiç kazanmadın.

Satranç oyununda pratik yapmadın.

Madem satranç oynamayı bilmezsin

Bir iki merhale sonra aciz kalırsın.

Ne bilirsin onca kalenin niçin gittiğini.

Neden şahın her yönden avare kaldığını.

Bir yanda at görürsün, çevirmiş yüzünü

Bir yanda filin başa çıktığını.

Kenarda görünce piyadeyi

Vezirin ata binip seni aldığım.

Satranç tahtası bir arşın uzunluğunda değil.

Sen onda bile yüz sıkıntıyla aciz kaldın.

Gözüne küçük görünen bu tahtada

       Neyi kazanacağını bilmiyorsun.

Baş aşağı olan deniz tahtasında

Onun ne oyunları olduğunu ne bileceksin?

Sen yüz oyunu nasıl öngörebilirsin?

Sen ne geri gidersin ne ileriyi görürsün.

Satranç oyununu bilmeyince

Feleğin oyunu karşısında apışır kalırsın.

Bir yönde Samanyolu harmanını

Bir yönde gökyüzünün altın tanesini.

İki kuş yem peşinde koşuyor.

Altısından biri uçuyor.

Başaktan harmana buğday gelmiş.

İki çiftçi boğaları harmana çekmiş.

Bir terazi buğdayı tartmış.

O terazi hiç arpa tartmamış.

Denize atmış pençesinden bir kova.

Çıkarmış oradan balık ile yengeç.

Koç oğlakla otlağa gitmiş.

Bir aslan tilki avına gelmiş.

Yay aslan sırtında çiftçilik yapmış.

Koç iki ayağını akrebin sırtına koymuş.

Çiftçilik yapmadan, saban sürmeden sen

Git haline razı ol; buralarda dolanma.

Koç canını, gönlünü çok kebap etti.

Koç böyle kebapları çok pişirdi.

Boğa öfkeyle seni boynuzlayınca

Niçin boğanın oyununa geleceksin?

İkizler yıldızım yendin diye

İstediğinin olacağına güvenme.

Sen yengecin pençesi altındasın.

Bu yüzden her an yampiri gitmektesin.

Şimdi aslanın ağzında esirsin sen.

Şimdi aslan tutacağını ne bilirsin?

Gam çekmeden başaktan bir tane göremezsin.

Başak toplamazsan, bir arpa alamazsın.

Terazide kol gücünün ne değeri var?

O seni tandırdan alıp teraziye çekti.

Akrep hakkında nasıl iyi zanda bulunulur?

Kendisi akrepleri diri diri gömmüştür.

Yay kirişi gerip ok atmaya hazırlandı mı

Bil ki canın kesinlikle tehlikededir.

Senin gözünü keçi oyunu doldurmuş.

Ama bu keçi ağıldakilerini tehlikeye atıyor.

Kova sana dedi: “Gir kovaya, çık aya”

Kova gibi bu iple gittin kuyu dibine.

Sen hokkabazın leğenindeki balık olduğun için

Leğene düşmüş karınca gibi esirsin.

İlginç şeyler yapan feleğin oyununu ne bilirsin?

Git, şaşkınlığını parmak ısırarak göster.

Bu süslü tahtanın kenarına çekil.

Neden değerli vaktini boşa harcarsın?

Felek tahtasını seyre dalmışsın.

Git, teslim ol; o zaman kurtulursun.

Felek tahtasında aciz kalırsın kesinlikle.

Bırak, teslim ol; daha ne kadar sürecek bu hal?

Bu yer tahtasında can tehlikesi var.

Zaman, kum saatinin kumu gibi akıyor.

Bu yer tahtasında oturma şahlığa.

Bu sıcak kumda balık gibi pişersin yoksa.

Felek tahta, yer kumdur. Her gün

Dünyayı yakan güneş çeker kılıcını.

Tahta ile kum yüzünden umutsuz gönlün var.

Başında kılıç çeken güneş var.

Bu sarayın mensubu olmadığın için sonunda

Başından olacaksın tahta ile kum arasında.

Hayretinden gerçi baş ağrın var,

Boş yere yazık etme başına.

îşitmiştim, bir hödük köylü

Yoksulluk yüzünden şehre geldi.

Köyde minare görmemişti.

Şaşırdı, minareyi seyre daldı.

Birine sordu: “Bu iyi bir ağaç.

Her halde mübarek biri dikti bunu.

Bu ağacın bakıcısı kim?

Bunun yaprağı, meyvesi nerede?”

Ona şöyle cevap verdiler:

“Bu her yıl sürgün verir.

Birinin başı çok ağrırsa

İlacı, bu ağacın sürgünüdür.”

Adam çok ağladı çaresizlikle

Bu köylü baş ağrısından öldü!

“Git” dediler “Çık minareye, al sürgünü

Böylece kurtulursun baş ağrısından.”

Bu yumuşak huylu adam kalktı,

Etrafı seyrederek minareye çıkmaya başladı.

Yarıya kadar çıkınca zavallı

Düştü minareden, boynunu kırdı.

Bu saf adam cahillik belasıyla

Baş ağrısı yüzünden oldu başından.

Bu zavallı o kadar baş ağrısı çekti

Baş ağrısı yoktu, başının belasından öldü.

Başından olmasının sebebi açıkçası

Küçük bir şey uğruna çok şeyi gözden çıkarmasıydı.

Ey elif gibi bir hiç üstüne düşen!

Dışın minare gibi, için dolambaçlı.

Topal karınca gibi düşmüşsün yola.

Kıl üstünde çıkmaya çalışıyorsun aya.

Aşırı sıcak ve rüzgâr var senin yolunda.

Fil bile sıcaktan, rüzgârdan perişan.

Yolunda rüzgâr varken sen karınca gibi

Bir kıl üstünde aya çıkıyorsun; kör müsün?

Bir kör ne kadar böbürlense de

Geceleyin çukura düşünce ne yapacak?

Ne arıyorsun; bulamazsın sen kendini.

Ne oturuyorsun; kendinde ara sırrını.

Her şey senin üstünde, sen hiçin üstünde; işe bak!

Bir hiçin üstünde bunca yük nasıl olur; söyle.

Sen varsın; sen o acayip macun değilsin.

Sen hiç değilsin ama hiçlik senin dışında değil.

Çok sır bilen o pîr şöyle dedi:

Sen ne kaybolursun ne çıkarsın ortaya.

Arş ı âlâ gibi izzetli olsan da

Seni bir hiçe almazlar asla.

Küçücük bir zerre olsan da

Böyle dedi pîr- kaybolmazsın asla.

Ne istiyorsun? Ne diyorsun? Neredesin?

Hey köylü; haddini bilerek sözünü söyle.

Güzel konuşan bir imam minberde

Her konudan söz ediyordu.

Delinin biri dedi ona: “Ne diyorsun?

Bu kadar laf ettin; ne arıyorsun?”

Cevap verdi ona hemen imam:

“Kırk yıldır ben sır söylerim.

Her vaazımdan önce gusül apdesti alırım.

Neden böyle bir meclisim olmasın ki?”

Müflis mecnun cevap verdi ona:

“Sen kırk yıl daha vaaz ver.

Al gusül apdestini, söyle sırları.

Bazen Kur andan bazen hadisten söz et.

Kırk yıllık vaazın seksene çıkınca

Rüzgâr hızıyla gel benim yanıma.

Hey ayran delisi! Sepet getir yanında.

Senin ayranını doldurayım sepete!”

***

Bir ömür boyu bu sepeti ördün sen.

Ama sepette ayran buldun sen!

Sepetin suda durur, bilmezsin.

Başın uykudadır, bilmezsin.

Güneş kırlarda çok doğar

Doğar ama kır güneşi anlamaz.

Sabrederim ben içi hava dolu bu davul

Yırtılıp ses vermez oluncaya kadar.

Gözün sırları görecek olursa,

Ne âlem kalır ne âlemdeki varlıklar.

53. Hikâye

Bir gece o ihtiyar çok inledi

Yarabbi önümden bu perdeyi kaldır, dedi.

Önündeki perde kalkınca

Kat kat soğan gibi iki âlem gördü.

Başsız bir güruh koşturuyordu.

Kanatsız bir güruh kanatsız uçuyordu.

Bir güruh her şeyi kucaklamış.

Bir güruh okumaya baştan başlamış.

Bir dünya gördü, her türlü insan

Her biri bir yolda kaybolmuş.

İhtiyar bu manzarayı gördü, kendinden geçti.

Baygınlıkla düştü, kan içinde yattı.

Acayip bir zamanda kaldı

Perde arkasında acayip şeyler gördü.

Bir ömür böyle geçince, akıllı ihtiyar

Tanrıdan o âlemi istedi tekrar.

İhtiyarın gözlerinden perde kalktı.

Sağda solda kimsenin hayâlini görmedi.

Onca halkın bedenini kayıp gördü, can yoktu.

Ne bir iz vardı ne isim kalmıştı.

İnleyerek dedi: Ey sırları bilen!

O koşturan insanlar nereye gitti?

Sırlar âleminden hitap geldi:

“Evde kimseler yok.

Bir görüntüydü. Onlar görünüyordu.

O da kalmadı; zaten yok idiler.

Uzaktan serabı su gibi gördün.

Oraya varınca susuzluktan öldün.

İki âlem kudret elimizde mumdur.

Küllün kudreti değişmez, kudret iradeyle kaybolmaz.

İstersek, göz açıp kapayana kadar

Her zerrede iki âlem var ederiz.

Yoksa kapıyı sıkıca kaparız.

Biz olunca, âlem de Âdem de olmaz.

Azizim! Bak, muhtaç olmayan Tanrı

Nasıl da canımızla oynuyor?

Bak, korkusuz hizmetkâr oğlan

Yücelik dağından nasıl da geliyor!

O doruklara kim çıkabilir?

Onun fakirliği deniz gibi çalkalanıyor.

Yaşlı âlemde fakir ona derler.

O çocuk gibi sütten başka şey alamaz.

O nur denizi şeyh şöyle dedi:

-Şeyhin mezarı Harakan’dadır-

“Âlemde tam anlamıyla fakir

Kendi fakrı ile gönlü kararmış kişidir.”

Bunun anlamını söyleyeyim sana.

Siyahın üstünde bir başka renk yoktur.

Fakirlik iki dünyada yüz karasıdır.

İki dünya terazide fakrın bir zerresi kadar

Ne diyeyim; Peygamber gibi biri bile

Külli fakra ulaşamaz; boşuna uğraşma.

Senin yaptığın bana oyun gibi geliyor.

Cılız atını arap atıyla yarıştırıyorsun.

Bu sırrı öğrenmeye lâyık değilsin, konuşn'

İşine razı ol; vaktinin kıymetini bil.

Sırlar perdesinin etrafında az dolaş.

Herkes bu sırların ehli olamaz.

Mânâlar denizinin incisini bulamazsın.

Bulsan da orada batar kalırsın.

Bu sırların aslını arayan kişi

Hâzinenin anahtarını çarşıda arar.

Sır yoluyla iz kaybettikleri için

Bu izi nasıl sürersin a akıllım!

Bu sırra gizlice ulaşan biri

Kaybeder ayak izini; sen bilemezsin onu.

Kulağın kapıda, gözün yolda kalmışsın.

İz sür ki her şeyden haberdar pîr bulasın.

Kapıyı açık bulmak istiyorsan

Acizliğini dile getir bulmak için.

Canın üstünde sır abası yok.

Canda böyle bir sırdan işaret yok.

Bu sırların incisini tanıyan kimse

O inciyi bu denize attı.

Bu denizdeki mânâ incilerini

Kim biliyorsa söylesin, sen de öğren.

Bir iğne elli yılda doğruldu.

O iğne şimdi deniz dibindedir.

Bu denizde nice gemiler yüzdü.

Su baştan aşınca, denizin dibini boyladı.

***

Bu konuda çok kafa yorduk, çalıştık.

Ham ahlat işlerimiz yüzünden iyice pişmedik.

Çok söyledik gönül ehliyiz diye.

Henüz eblehlikten kurtulamadık.

Türlü türlü üzüntüler çektik.

Toprakta çok yattık, çok kan içtik.

Örümcekler gibi eve çok gittik.

Sinekler gibi çok masal söyledik.

Kim uçuyorsa, biz de kanatlandık uçtuk.

Kim koşuyorsa, biz de koşturduk.

Bazen bir rintle meyhanede bulunduk.

Bazen yüzümüzü puthane kapısına sürdük.

Bazen Hıristiyanların zünnarım bağladık.

Bazen Hıristiyan manastırında oturduk.

Bazen kâfirlerle savaşta bulunduk.

Bazen taş üstünde ateşle durduk.

Bazen seccadeyi attık omzumuza

Bazen gönül denizinde kaynadık durduk.

Bazen çileye girdik, Kur an okuduk.

Bazen vahşiler gibi avare olduk.

Bazen baykuşla viranede bulunduk.

Bazen yün hırka ile kâşânede oturduk.

Bazen dikenlikte gönlümüzü diken doldurduk.

Bazen çöle çıktık, canımızı saçtık.

Bazen başımızı dizimize dayadık.

Bazen oturduk, hû çektik.

Bazen kıvançla arşın üstüne çıktık.

Bazen arlandık, halı altında yattık.

Bazen can doğanıyla uçtuk.

Bazen yüz kapıyı bir ah ile açtık.

Bazen var, bazen yok idik.

Bazen ektik, bazen hiçlik biçtik.

Bu sırrı aramak için çok dolaştık.

Şimdi umutsuzlukla geri döndük.

Bazen yiğitlik gösterdik, savaştık.

Şimdi bir koku alamadan görünmez olduk.

Bu yolu çok defa baştan aldık.

Bu yolu gittik, bir daha tekrarladık.

Ayın, yılın tokadını çok yedik.

Ağzına kadar zehir dolu kadehler içtik.

Çok dedik ama gönül sakinleşmedi.

Çok gittik ama yolun sonu gelmedi.

Şimdi uydurduğumuz laflar da söylendi bitti.

İşi yüzümüze gözümüze bulaştırdık.

Gurbetteki adam o yaşlı kadına gitti.

“Bir macera söyle” deyince, kadın “Git şurdan!” dedi.

“Şimdi kimseyle konuşacak halim yok.

İpin ucunu kaçırdım; nereden başlayacağım?”

Bak, bunca türlü türlü talepkâr

Kapatmış ağzını, başını uzatmış.

Nasıl diyeyim; bunu söyleyecek dilim yok.

Gönlüm kanadı; buna dayanacak canım yok.

Felek bu umutla çok koşturdu ama

Bulunmaz dert yüzünden matem elbisesi giydi.

Dağ bu hakikati öğrenmeye azmetse de

Yıkıldı sonunda; elinde hava kaldı.

Deniz gibi kim buradan bir damla aldıysa,

Susuzluk derdinden dudağı kurudu, öldü.

Güneşi söylesem, sararmış bir yüzle

Her akşam bu dertle batar.

Ay ise görürsün, her ay

Şaşkınlıktan bu yolda elinden kalkan atar.

Yer ise üzüntüden başına toprak saçar.

Avare felek hayıflanır, matem tutar.

Arşın ağzı kana bulanmış ama midesi boş.

Levh yeniden yazmaya başlamış, kalem bir hiç.

Azizin biri arş hakkında dedi ki:

Kara toprağa her gün hitap gelir:

“Orada Tanrı’dan ne haber var?

Haber ver çünkü habersiz yaşanılmaz.”

Hepimiz hayran, avare kaldık

Bu uçsuz bucaksız vadide kaldık.

Gidenlerin hali nasıl? Kim bilir?

Uyuyanların hayâli toprakta nasıl?

Hepsi, beyinleri sevda dolu olarak gitti.

Aydınlık çerağ gibi söndüler.

Hepimiz halka gibi kapıda asılı kaldık.

Hepimiz kendi işimizde aciz kaldık.

Bu ne dermansız bir derttir!

Bu ne sonsuz bir yoldur!

Hiç kimsenin gidecek yolu yok.

Aşağıda toprağa girmekten öte yol yok.

Kim bilir ne zehirli şerbetler

Bu kahırla boğazımızdan geçecek.

Onuncu Makale

Ben zavallı çok uyanıktım.

Bir ömür boyu bunun peşindeydim.

Bu denizde çok gemi yüzdürdüm.

Sonunda varımı yoğumu denize saçtım.

Yıllardır bu düşüncedeydim ben

Birçok hali öğrendim ben.

Herkes izleyici veya önderdir.

Ama hayrette iken yanyanadır.

Kimse İlahî sırdan haberdar değil.

Bir baştan bir başa esirleriz biz.

Gayb ilmi gaybı bilenin ilmidir.

Bunun için gayb ilmi perde arkasındadır.

Acayip bir kıssa, üstü örtülü bir iştir.

Bu düşüncedeyim ben bir zamandır.

Bunca koşuşturmadan sonra oturdum şimdi.

Çünkü bu vadinin sonu yoktur.

Bir süre parmaklarımla kazdım bu madeni.

Bu kadar didindim ama bir şey görmedim.

Gönlümün muradınca uyumadan bir an

Ben yaşadıkça hep bu gamı çektim.

Feleğin mihnet kitabını okuduğum için

Kirpiklerimden kanlı yaş akıttım.

Bir an bile konuşamadan soldum.

Bir gece bile mutlu olmadan yok oldum.

Bu lacivert hisar beni kökümden sarstı.

Feleğin devri benim dallarımı kırdı.

Gönlüm gündüzleri zamane pazarında

Bir murat okunu bile hedefe atmadı.

Felekten bir tatlı kadeh içtimse,

Binlerce zehirli şerbet içtim.

Ömrüm boyunca gönül kanıyla yaşadım.

Ömrüm boyunca rahat bir nefes almadım.

Ömrüm geldi geçti ama

Gönlümün isteği bir an bile gerçekleşmedi.

Başlangıçta durumum parlak olsa da

Canımdan sıkılır oldum sonunda.

Kalem gidince kâğıt ne işe yarar?

Kâğıdı ele almakla ne olur?

Bu kambur felek beni öyle avare etti ki

Kendimi kendi elimle öldürdüm.

Hey dünya! Sefillikle elinden geleni

Yap bakalım bana! Çok uyumsuzsun!

Hey dünya! Bana biraz süre tanı

Senin yüzünden dolu dolu ağlayayım.

Benim ne yapabileceğim ortada.

Benim kanımın akması ne işe yarar?

Ben ölürsem, dünya matem tutmaz.

Bir avuç kemiği âlem almaz.

Gönül derdimi anlatmaya başlasam,

Dertlerim anlatmakla bitmez.

Benim derdimin dermanı yoktur.

İyisi mi sus, çünkü sonu yoktur.

Kendimden daha ne kadar bahsedeyim?

Çünkü bir şey bilmediğimi biliyorum.

Kimim ben? Hiç kimse. Hiç kimseden de değe

Günahı çok, ibadeti az her nefeste.

Dinde geri kalmış, dünyada öne çıkmış.

Kâfir gibi dünyasını, ahiretini kaybetmiş,

îçim heves dolu, gönlüm dirençsiz kalmış.

Her nefes alış verişte bir şey düşünürüm.

Zaman olur, Tanrı’ya yakarır, ağlarım.

Zaman olur, meyhanede kafa çekerim.

Ne sûfi olurum ne zünnarh keşiş.

Bazen mescide giderim bazen meyhaneye.

Ne kendime ne bir başkasına yaraşırım.

Ne iyiye ne kötüye yaraşırım.

Bütün değerli ömrümü

Harcadım beş para etmez bir şeye.

Ne yazık ki ömrüm heves içinde telef oldu!

Benim gibi bir soysuzdan arlanarak ömrüm geçti.

Benim evimden hep duman çıktı.

Her bir şey benim divanımdan çıktı.

Saçlarım süt gibi ağardı, apak oldu.

Ama hırsımdan süt çocuğuna benziyorum.

Gönlümde katıyım, işe gelince gevşeğim.

Çok gittim ama hâlâ ilk adımdayım.

Yorgun ihtiyar bir gün bir değirmen gördü.

Gözü kapalı bir deve değirmen taşını çeviriyordu.

Bir nara atıp coştu ihtiyar.

Neden sonra kendine geldi.

Yârânına dedi: Şu başı dönmüş deve

Hal diliyle dedi ki bana:

Sabahtan akşama kadar gittim.

Her halde çok yol aldım dedim.

Gözümü açtıklarında bir de baktım.

O yürüyüşe rağmen ilk adım altığım yerdeyim.

***

Hepimiz o ilk adımdayız.

Hepimiz törenin, âdetin esiriyiz.

Bizim bekamız bizim belamızdır.

Çünkü başımıza ne gelirse, bizden gelir.

Sevincimiz, gamımız bizden gelir.

Başımıza ne gelirse, bizden gelir.

Ne olurdu bizim varlığımız olmasaydı!

Ne yazık ki yok bir faydası.

Canın varlığı bedenin ölümüne değmez.

Bir ömür yaşamak ölmeye değmez.

Varlığımız kuşkusuz bizim alçalışımızdır.

Bizim yokluğumuz varlığımızdandır.

Varlığımız olmasaydı, varlık

Bunca yokluktan huzur bulurdu.

Hayran olan ben bu mihnet dolayısıyla hüzünlüyüm.

 

Uzun zamandan beri gece gündüz böyleyim.

Gönlümün tüm isteği kendimden fâni olmaktır.

Çünkü fânilikte bakilik vardır.

Ey saki! Gönlüm kanadı; sen bilirsin.

Beni fâni etme; gerisini sen bilirsin.

Yıldırımın kıskançlığından canım dumanlanıyor.

Bu canım geç geldi, çabuk ölüyor.

Her yaşlı kadının kapısını çalıyordu Peygamber.

“Hatun! Duada beni de an.”

Bakar mısın şu zor işe!

Güneş zerreden yardım istiyor!

tyi bil bunu: Avcı aslanlar

Bu yolda karıncadan yardım istediler.

Senin dermanın, yok olmaktadır.

Senin yoklukta huzur bulmandır.

Fâni olup kendinden kurtulunca

Düşündüğünün de ötesinde rahata ereceksin.

Sen fâniydin, öyleyse varken fâni ol.

Kendinde fâni oldun mu, kurtuldun demektir.

Ne dikensiz gül ne baş ağrıtmayan mey vardır.

Sen sen oldukça yapacağın çok iş vardır.

Senin düşmanın senden başkası değildir.

Düşman hiç kimseyle düşüp kalkmaz.

Şenle senin aranda bir şey vardır.

Kenara çekil, çünkü burada can tehlikesi vardır.

Bu nasıl bir vadi? Her adımda çukur var!

Nasıl bir denizdir? Yolda yılanlar var!

Bu denizde ne beden ne can görünür.

Ne baş bellidir ne son görünür.

Feridun olsan, Afrasyab olsan

Bu denizde sen de bir damla susun.

Rüzgâr harmandan bir saman kaptıysa,

Niçin ay boyunca böyle matem tutarsın?

Din önderleri için de ölmek var.

Bu denizde saman çöpünün ne değeri var?

 

Bilmiyorsan, istiğna ile bak.

Saman çöpü için üzülme, hey samanlık köpeği!

Azizim! Sen olmayınca sen bir hâzinesin, padişahsın.

Tabiatında kendin için de bir yer vardır.

Doğru fikri olursa, tabiatın alır o hâzineyi.

Değilse, bırakır olduğu gibi o hâzineyi.

Neden bu kadar fodulluk yaparsın?

Hem zalimlik eder hem bilgisizlik gösterirsin?

O hazine niçin koyuldu, niçin alındı?

Senin bundan niçin haberdar olman gerekir?

Sen bu hâzinenin içinde değildin.

O hâzinenin nasıl değerlendirileceğini bilmiyordun.

Padişah hâzineyi koyup kaldırıyorsa,

Neden beyim bunca feryat eder durur?

Senin ömrün aziz olsa da, fazla konuşma.

Şimdi bu sıra başka bir topluluktadır.

Güllük gülistanlık dünya bir tarladır.

Bu tarlada bazen hazan bazen bahar vardır.

Tohum ekilmeyegörsün, mutlaka yeşerir.

Bunun biri hasat edilirken, öbürü yetişir.

Olgunlaşıp bir süre öylece kaldılar.

Bir tohum gibi telek değirmeninin altında ezildiler.

Zamanenin davranışı işte böyledir.

Sen yegâne varlıksan, dön yüzünü tek Tanrı ya.

On Birinci Makale

Efsane dolu bu eski mabed çok hoştur

Eğer arada ölüp gidecek biri değilsen.

Bu mihnetler evinde matem tutarız.

Çünkü bizi bırakmaz kendi halimize.

Nahoş ölüm peşimizde olmasaydı,

Yaşamak ne güzel olurdu!

Neşe vardır ama gam da başımızda döner durur.

Varlık vardır ama yok olma korkusu da vardır.

Serkeş âlemde mutluluk arıyorsun

Bu âlemde mutluluk devri olmaz.

Onun içimi hoş şarabını ateş bil.

Onun bütün mutluluğunu mutsuzluk bil.

Âlemin gül suyu ile miski gözyaşı ile kandır.

Gözyaşı ile kandan mutluluk beklemek deliliktir.

Hoş öd ağacı kokusunu alan kimse

Mutlu olur ama ödün aslı dumandır.

Burada atlasın veya siyah ipeğin olsa da

Bu nasıl afsun? Çünkü bir böceğin salyasıdır.

Balın hoş kokusu, tadı vardır ama

Bal dediğin bal arısının artığıdır.

Felek burada sana oyun oynar.

Köpek, gözüne postu değerli kunduz görünür.

Böceğin salgısı ipeği kan ile boyadın.

Rum atlası elde ettim, dedin.

Sana zamaneden hoş bir esinti gelse,

Göz çukurunu toprakla doldurur sonunda.

Bir süre için uyanıklık istersen

Ziyan görmeden elde edemezsin uyanıklığı.

Bahtını denemek için bir ceviz kırarsan,

Hiç ceviz içi görmezsin orada, neden?

Yüz kere denize balıklama dalarsın,

İnci bulamaz, eşek yüküyle kum çıkarırsın.

Kayaları yüz külünkle parçalarsın

Kayadan bir gram altın çıkarmak istersin.

Taştan böyle altın çıkarırsın

Bunu eline harçlık geçmesi için yaparsın.

Hazine bulunsa da bulamazsın onu.

Bir ömür boyu viranede yaşanır mı?

Bu gülistanda gül dermek istersen,

Elin kirpi sırtı gibi dikenle dolar.

Denizin zırhı rüzgâr esince görünür.

O zırh balıkta da bulunur.

Felek sırtında yüz kılıçla hazine verse, ne fayda?

Dağ kekliğinin de kılıç vardır başında.

Felek ha sana ha karıncaya kemer vermiş

İkiniz de bu kemer yüzünden çıplaksınız.

Felek ha sana ha doğana külah vermiş.

İkiniz de bu külahla canınızı feda edersiniz.

Gönlün ölmüş, belki gönlün canlanır diye

Yas tutar külah senin başında.

At külahı başından, yol hazırlığı yap.

Başında saç var, al külahı başından.

Taç verirse sana, maskaralıktır.

Başta bulunan taç horoz tacının ortağıdır.

Hüthüt kuşu gibi bir ulağın olsa

Yüz kez alay eder başındaki taç sana.

Tahta geçersen, attab kumaşına bağlanma.

Çünkü taht da sana bir nevi bağ olur.

Taht düşkünlüğün ne zamana kadar sürecek?

Saltanat düşkünlüğü de senin için bağdır.

Sana söylenen takdir sözleri boğazına geçmiş iptir.

Seni semirten şey hastalık şişkinliğidir.

Burada kızıl altın hoşuna gidiyorsa,

Kuyumcu gibi pota karşısında körüklemen gerek.

Gözünden yağmur gibi yaş dökülünce

İçindeki ateş ya alevlenir ya söner.

Lale gibi kızıl yüzlü olman gerekirse,

Gönlünün laleden daha siyah olması gerekir.

Tok iken, aç iken hep gam gördün.

Dünyayı hem doyasıya gördün hem görmedin.

Ölümsüzlük pınarı âlemden lezzetlidir.

Ama bu pınar karanlıkta görünmez yerdedir.

Gördüğün tavus kuşu o güzelliğiyle

Yazık! Feda olmuş bir iki kuru üzüme!

Hüma kuşu saltanat işareti taşır.

O da köpek gibi kemikle yaşar.

Ondaki ateşi dev dalgalarla görürsün.

Ondaki nefesi toz toprak kalkmışken görürsün.

Bir kılıçta cevher varsa

O cevher demirin aslındadır.

Adına Kâfur denilen zenci hizmetkâr

Siyahlıkta kuzgundan siyahtır.

Adına Amber denilen diğer hizmetkâr

Ondan nahoş koku gelirse, gitmez senin hoşuna.

Adına Cevher denilen öbür hizmetkâr

Cismi görünmeyecek kadar küçüktür.

Bu dünyanın hoşluklarını saydım sana.

Ben yaşarken bu kıssa yüzünden öldüm.

Biri o gamlı Mecnuna sordu:

“Âlem halkına ait bir rumuz söyle.”

Cevap verdi Mecnun: “Bu harabenin halkı

Tümü hacamatçı şişesidir.

O usta hacamatçı gibi cahillikle

Hoşça nefes çekerler kan ile, hava ile.”

Yaraşır dünyadan çok bahsedersen.

Vakit hoş geçer onun bir sırrım ararsan.

Yaraşır göğsün ateş dolarsa onunla.

Ağlarken gülersin sen onunla.

Âlemde mutlu olmak için ört sırrını.

Sus, gönül perdesi arkasında tut sözünü.

Mutlu iken bir laf çıkarsa ağzından

Yüz gam gelir mutluluğun peşinden.

Ayrılık olmadan kavuşmak nasip olmaz.

Dikensiz gül, sineksiz şeker olmaz.

Vefasız dünyanın yoktur nuru.

Matem tutturur; yoktur sevinci.

Sana gümüş verirse, taş olur elinde.

Sana kabul edilemez bahaneler bulur.

Ömrümüzde murada ermek isteriz.

Bunun için bin muratsızlık lafı okuruz.

Murat varsa, belanın ortasındadır.

Hazine varsa, ejderhanın altındadır.

Taht varsa, hiç de sağlam değildir.

Ömür varsa, hiç de kalıcı değildir.

Velasız dünya eğreti bir yerdir.

 

Merkezden kenara kadar hep sıkıntı, kederdir.

Gamsız birini bulacak olursam ben,

Bir an elimi ona sürmek isterim ben.

Bir şeye sahip olmak gam ile yük getirir.

Benim sahip olduklarım bana gam getirir.

Âdem yasak buğdayı yememiş olsaydı,

İnsanoğlu böyle gama müptela olur muydu?

Âdem üç yüz yıl gam içinde kaldı.

Bir buğday uğruna toprağa kan döktü.

Oydu bizim babamız, bizim aslımız.

Bir buğday için hedef oldu yüz belaya.

Bir lokma istersen mutlulukla

İmkânsızdır bu; çünkü Âdemden doğdun.

Onun yüz belasız buğdayı olmayınca

Gam çekmeden bir lokma nasip olmaz sana.

Git, ağır gam yüküne razı ol.

Çalış çabala; can isterlerse, ver canını.

Sende o mertliği, o kuvveti görmüyorum.

O kuvvet olsa, gitmeden mezara yükselirdin arşa.

Feleğin altını üstüne getirsen de

Hatırlamaz kimse bir avuç topraktan başka.

Hey tuzağa düşen! Elinden ne gelir ki?

Sabırlı ol; sabret, bul huzuru.

Kim dedi sana kendini ateşe ver diye?

Başına toprak saçma; teslim ol kaderine.

Haydi, seyirci ol eğer akim varsa.

Divane olacaksan, doğru dürüst divane ol.

Bunda bir maksat görmüyorsan,

Ne zamana kadar başını yere vuracaksın?

Gamlı adam! Başını yere vurma.

Başını kerpiçe koyacaksın mezarında.

Bu geçimsiz feleğin yüzüne vurma.

Felek de senin yüzüne vurur sonra.

Ateş gibi didişmenin ne kârı var?

Çünkü her pencereden çıkıyor duman.

Bu kadar didişme; mutsuz oldun zira.

Teslim ol; çünkü düşmüşsün tuzağa.

Kanayan sarhoş gönlüm! Kanamaya bak.

Ciğer kanı içmeden hallolmadı kimsenin işi.

Seleflerden duymuştum; yoksulun biri

Yılda bir kez kavurma çekerdi canı.

Yoksul adamın eline para geçti.

Kalktı, kasap dükkânının yolunu tuttu.

Hayatı kaymış o kasap

Yoksul adama kötü et verdi.

Yaşlı yoksul ete şöyle bir baktı.

Et yerine ciğer ile kemik gördü.

Hepsi ciğerdi; kasaptan et istemişti.

Sıkıntı çekmeden işler düzelir miydi?

***

Gönlümüz tümüyle kana bulandı.

Bir avuç ciğer kanı içenden ne isterler ki?

Ne ağır yükü çekecek gücümüz var

Ne canımızda fakre dayanacak hal var.

Yârin gamıyla gam bize arkadaş oldu.

Gam çekmekten başka işimiz kalmadı.

Felek bizi öldürmeye niyetlenirse,

Aşkının gamını kefen diye çeker üstümüze.

Duyduğuma göre gönlünü kaptırmış bir âşık vardı.

Gönülden yana bizim gibi nasipsiz kalmıştı.

Çocuklar her bir yandan taş attı ona.

Dolu yağışı başlayıverdi o sırada.

Adamcağız kaldırdı başını gökyüzüne:

“Ben gafilin gönlünü aldın götürdün.

Üstüme taş ile dolu yağdırdın.

Şu çocuklarla sen de mi arkadaş oldun?”

Ne diyeyim, git hadi sarhoş gafil.

Senin yârin uğraşmaz seninle.

Sen yâr ehli değilsin; yâr uzakta.

Sen işten uzakta, iş senden uzakta.

Koy akima, başı yüce güneş

Kimseye çevirmeyecektir yüzünü.

Anlı sanlı güneşin önünde

Sivrisinek ile filin ne değeri var?

İyi bak sen meselenin aslına.

Didişme onunla; işini iyi bilen ustadır o.

Sözünü faş etme, üstü örtülü söyle.

Bırak hayâl oyunu oynamayı.

Mutluluk yoktur, gama alıştır gönlünü.

Bir hemdemin yok; iyisi mi kapat ağzını.

Yiğidim, sözünü örtülü söyle.

Sırrını her sefile söyleme.

Kararım şudur: Ben yaşadıkça

Henıdemimle konuşurum rumuzla.

Benimle kafadar bir hemdem yok.

Elaman benimle oturan şu münafıklardan!

Gördüğümüz zarar, düşüp kalktıklarımızdan.

Cehennem azabımız, kötü arkadaşlardan.

Gönlüm sus! Mahrem bulamıyorsun.

Hiç konuşma! Hemdem bulamıyorsun.

Tanrı erleri gibi alış şu üç şeyi yapmaya:

Susmak, sabırlı olmak, kanaat etmek.

Uzlete çekilen adamın yolunu tut.

Mertsen, insanların alışkanlıklarını terk et.

Dünya düşkünleri yolunu keser senin.

Onlar adam değil, fesat karılardır.

Bir tarafta bade, bir tarafta dilber

Böyle bir halk arasında nasıl zahid olursun?

Geç git şeytanların oturduğu yerden.

Bir dünya dolusu halk bağırıp çağıran şeytandır.

Biri eğlencededir, bir diğeri musibette.

Dilleri, gönülleri yalan dolan ile çekiştirmede.

Dünya boş sözlerle doldu taştı.

Bütün âlem deve çıngırağına benzedi.

Bu yolda yüz binlerce baş top gibidir.

Çalışmanın, konuşmanın yeri değildir.

Can dersen, kan içinde kalmıştır.

Beden dersen, kapı dışında kalmıştır.

Can ne yapacağını bilemez haldedir.

Şu düşkün bedenden ne gelebilir?

Canlar kan içinde yüzmektedir.

Kemik yığınlarından ne hasıl olabilir?

Büyük insanların yüzünde kanlı yaş var.

Şimdi tenkitçilerin onların yanında ne işi var?

Aklıyla yüz kelin başına külah olan biri

Körlüğünden bu yoldaki beyinsizler gibidir.

Kim Musa gibi körlere asâ olursa,

Bu yolun liravunları yüzünden oku hedef şaşırır.

Senin yolunu kesenler o kadar çok değildir.

Bunları söylersem, düşmanın ağlamaya başlar.

İster istemez gitmen gerek bu yolda. Neden sapıyorsun

Tevekkül et Tanrıya. O senin hiç olduğunu bilir.

Âşıkların yolunda yürü sen.

Bu yolda bir köpekten neyin eksik?

O köpek bu yolda bir koku aldı.

Taşa, sopaya rağmen bu yoldan dönmed

Ne yedi ne bir an gözünü yumdu.

Ashâb-ı Kehf’in koruyuculuğunu yaptı.

Bu yolun adamıysan, gir bu yola.

Bas ayağını, feda ol onun yoluna.

Derlerse sana: Bizim yolumuzda

Aç başını sevinçle, at destârını.

Yüz hamle görüp atarsan kalkanını,

O divane gibi sen de olursun iffetli.

O mümin dedi ki o divaneye:

“Güvencede olur kim giderse Kâbe’ye.”

O divane koşturdu o yolda.

Mekke’ye vardı, geldi Kâbe’nin karşısına.

Henüz Kabe eşiğine ayağını basmıştı ki

Başından kapıverdiler sarığını.

Nursuz fersiz bir bedevi gördü.

Elinde sarık, oradan hızla uzaklaşıyordu.

O divane başladı konuşmaya:

“İşte güvenlik neymiş anlaşıldı!

Sarığımı başımdan kapıp kaçtılar.

Böyle bir yerde başım bende kalır mı?

Güvenlik alâmeti iyice belli oldu.

Kâbe’nin kapısında güvenlik neymiş, anlaşıldı.’

Yüz başın yolunda çevgen topu olduğu yerde

Sarığın, külahın güvencesinden bahsedilir mi?

Bu kapıda binlerce baş bir zerre etmez.

Binlerce deniz burada bir damla etmez.

Binlerce can saçılır orada.

Sarıklar kapılır elbet o kapıda.

Sen baştan, deriden sıyrılmadıkça

Güvencede kalmazsın dostun dergâhında.

Senden bir saç teli bile kaldıkça

İyi belle bunu; güvenliğin olmaz asla.

Bu yolun güvenlik işareti kuşkusuz şudur:

Miraç gecesindeki “Bırak kendini” sözüdür.

Ortaya çıkarsan, hayran kalırsın.

Gizlenirsen, gizli kalırsın.

Bir aziz dedi ki: Bütün ömrümce ben

Bazen kendimi kaybettim bazen vecde geldim.

Gizlendiğim zaman ben ben değildim.

Ortaya çıktığım zaman, vardım ama kârım neydi?

On İkinci Makale

Dünya ve içindekiler esaslı yüktür.

Baş yükünün lâyığı ise ölümdür.

Dar ve karanlık mezar iyi bir yerdir.

Sıratın da dar olması gereklidir.

Sırat kıl gibi ince bir köprüdür.

Cehennemin bu köprüye bağlantısı vardır.

Gam denilen şeyi dünya gamı sanırsın.

Bir de kıyamet gününün gamı vardır.

Bu anlamda konuşacak halimiz yoktur.

Herkes gitti; oradan gelen biri yoktur.

Ne gidenlerden bir işaret vardır

Ne bu sonsuz vadiyi gören vardır.

Bir dünya dolusu can bu mihnetle iki parça olmuştu

Kim bilir? Bu ne büyük bir girdaptır!

Bir dünya dolusu baş bu yolda top olmuştur.

Kim bilir? Bu ne karanlık bir vadidir!

Bir dünya dolusu halk kana bulanmıştır.

Kim bilir? Toprak altında nasıldırlar?

Dünyada yapılan, yapılmayan ne varsa

Hepsi perde arkasında bir oyundur.

Bunca ızdırap çekmekten amaç nedir?

Bir mum gibi sönmek kader değil midir?

Dünya bekası olmaz hoş bir saraydır.

Baki olmadığı için bu bir beladır.

Bırak bu dünyayı, terk et bu sözü çabuk.

Bekası olmadığına göre terk et çabuk.

Var oldukça dünya yüzünden yoruldun.

Boşu boşuna didindin, kendini tükettin.

Ne kahır çekmeden bir lokma yedin.

Ne zehir katılmamış bir şerbet içtin.

Gönlüne binlerce kan seli aktı.

Âlem yüzünden gönlünde fırtınalar esti.

İşbilir biriysen, düşün bir kere.

Ölmek mi yoksa yaşamak mı iyi?

Binlerce gam çıktı karşına

Buna karşın bir kez erdin mutluluğa.

Bütün dünya bir parça gama değmez.

Bir parçaya değil, yarım arpaya değmez.

Dostum, dünya gamını çok çekme.

Çünkü kalmayacaktır dünyada kimse.

Bu gaddar dünya ile ne övünürsün?

Sen o murdar akbaba değilsin.

Dünyanın bütün tohumlarını toplamışsın say.

Tohumları elde ettikten sonra bırakmışsın say.

Bir gün o yoksul adam hastalandı.

Onun işi odun kütüğü kırmaktı.

Gazzâlî hatırını sormaya gitti.

Geldi, hastanın başucuna oturdu.

Dedi ona: “İyileşirsin yine.

Üzülme.” Hasta cevap verdi:

“Akıllı insan; diyelim ki iyileştim;

Kütük kırmayacak mıyım ben yine?”

Niçin istif eder durursun? Sonunda

İstiflediklerin yıkılmayacak mı bir anda?

Kârına bakıp dünyadan hoşnut olma.

Adamsan, dünya kârından zarar et, durma.

Şunu iyi bil; bu yolun adamı

Zarardır bu dünyanın kazancı.

Kendi hiçliğinden kaçış yoktur.

Hiç olanın hiçbir şeyi yoktur.

Din maksattır büyük insanlara göre.

Dünya kârından zarar etmek kazançtır onlara göre.

Yüz yıllık ömür sıkıntısını kâr gördüler.

Bu yüzden dünyada ahiret mülkünü satın aldılar.

Hey! Fâni dünyada kalan sen!

Böyle alışveriş yap elinden geliyorsa.

Senin, benim kazancım hep ziyan oldu.

Elaman senin, benim mal varlığımdan!

Doğduğumuzda ızdırap, telaş içindeyiz

Ölürken hepimiz ayak altında eziliriz.

Dünya durdukça canlar gelecek.

Biri çıkarken biri içeri girecek.

Dünyanın sevinç ayı bulut arkasındadır.

Dünyanın her işi dert ile hayıflanmadır.

Dünya dert dolu göğsümüzle bizi

Derin uykuya daldıracaktır bizi.

Dünya zalimliğiyle dünyayı yakabilir.

Bir kurda yırtıcılığı öğretmemek gerekir.

Zamane öyle bir sihir yapar ki

Kimse onun elini göremez ortada.

Sol eliyle gösterir acayiplikleri.

Sen sağ ayağını bas önce güzelce.

Ne işin var senin onun sihirleriyle?

Dünya makamın değil, geçiş yerindir.

Dünya bu geçitte şamata yapar.

Geç bu geçitten; dünya çok göz boyar.

Çocuk değilsen, bak önüne ardına.

Dostum, kargaşada durma fazla.

Ne istiyorsun? Şaşkına dönmüşsün.

Gönlün toprak içinde kana bulanmış.

Haydi, canını al, bu dünyayı terk et.

Görmezden gel dünyayı; başkasına bırak.

Şu dönen felekten ne mühleti istiyorsun?

Nasıl olsa onun karşısında kaybedeceksin.

Felek sonunda almayacağı bir şeyi

Başta insana verir mi?

Felek kanatlarını açmış bir tavuskuşudur.

Bir dünya halkım kanatlarının üstüne koymuştur.

Gündüzün bu gökyüzü mor duman rengidir.

Geceleyin kara su olur; başka ne olacaktı?

Morluk ile siyahlıkta kalmışsın.

Ara yerde ölmüş kalmışsın.

Haydi, bu abanoz renkli topaçtan

Bu yırtıcı terziden ne bekliyorsun?

Daha ne kadar laf anlatacaksın gökyüzüne?

Kuşkusuz atacaktır senin lafını yere.

Canı olan her gönül gökyüzü yüzünden

Varsa eli, kaldırdı gökyüzüne.

Felek, yıldız ateşleriyle dolu bir leğendir.

Senin harlı gönlün leğen ile kor altındadır.

Ayağın ateşte kalsaydı, değerdi.

Ateşli yaygı olan gökyüzünün altında kalsaydı.

Güneşe karşı başında külah olsaydı

Felek karşısında direnecek gücün olmazdı.

Benim gönlüm felek yüzünden öldü.

Nicelerini bu felek kaldırıp yere soktu.

Bu dönen kubbe kimi yukarı çıkartır?

Sonunda çıkardığının canını alır.

Dünya korkusuzca, hesapsızca kan döktü.

Nicelerini kılıcıyla toprağın altına soktu.

Felek her an bir ey getirir sana.

Her saat bir bela getirir başına.

Müptela gibi acizlikle şaştım kaldım.

Gönül nasıl baş eder her bela ile?

Söyle daha ne kadar gam, keder çekeceğim?

Elaman günden, geceden, aydan, yıldan!

Hiçbir sabah bize yaklaşmıyor.

Günlerimiz hep karanlık gece oluyor.

Gecelerimi mutlulukla geçireceğim

Ama akşam bir türlü gelmiyor.

Burada hiç hilal doğmuyor.

Doğan hilal de bizi aldatıyor.

Dokuz on yıllık gamımızı borç alacak

Bir yeni yıl gelmek bilmiyor.

Ay, yıl, gündüz, gece lafına bak.

Şaşılası feleğin oyunlarına bak.

Akşam oldu mu kömür koyarlar feleğin kucağına.

Her gün yeniden kömürleri yakarlar.

Bu uyumsuz manastır bir tandır yakmıştır.

O tandırdan yanmadan ekmek çıkmaz.

Zamanede bundan beter bir fitne yok.

Bu çemberde ipin geçeceği boşluk yok.

Sen buradan kaçmak istersen

Ayağın yok; nasıl kaçacaksın?

Kim dedi sana felek çemberinin etrafında dön diye?

O felek selvi boyunu çember gibi büktü.

Çalkantılı denizi andıran gökyüzüne

Def çemberi gibi kulağı küpeli hizmetkâr oldun.

Feleğin çemberi seni sarmış,

Sen neden feleğin boynuna kolunu dolarsın?

Çember biçimli gökyüzü çok çember çevirdi.

Hakk’ın kapısında halka gibi başını çok vurdu.

Elekçiler gibi çok eledi ama

Kalburunda bir şey birikmedi.

Bu kederle sırtı çember gibi kambur oldu.

Gam yüzünden giysisi lacivert oldu.

Oyun için kalkmak istiyorsun.

Asker gibi bu çemberden geçmek istiyorsun.

Sen elifle çemberi birbirinden ayıramıyorsun.

Çember biçimli felekle uğraşma.

Sen can çekişmeye başladığın zaman

Bu çemberden geçersin o zaman.

Bir ip yüz arşın olsa da

O çemberden geçecektir sonunda.

Vah bizim hayıflanmalarımız, hilelerimiz!

Vah bizim çemberden geçtiğimiz devirlerimiz!

Hey dünya! Sende yamyam tabiatı var.

Çünkü bu kadar halkı besili tutmaktasın.

Her birini bolluk, nimet içinde

Besledin ama sonunda yedin.

Hey dünya! Senden memnun kalan kim?

Senin her devrin cevirle geçiyor.

Hey dünya! Sen insan görünümlü gulyabanisin.

Buğday görünür, arpa satarsın.

Hey dünya! Kiminle uzlaşacaksın?

Şu kambur halinle daha ne kadar oynayacaksın?

Gönlüm! Terk et dünyayı. Nedir dünya düşkünlüğ

Onun dönüşüyle hep zarar görecek misin?

Günlerin içinde dolandığı dokuz küp yüzünden

Neden kıvranıp mutsuz olacaksın?

Yaptıkların yüzünden dünya sana üzülmüyor.

Niçin onun yüzünden başına toprak atıyorsun?

Feleğin üstüne toprak atsan, faydası ne?

Taş olsan, toprak içinde ufalanacaksın.

Dünya kimsenin derdini dinlemez.

Kimsenin çaresizlik dışında yolu yoktur.

Dünyanın senin gibi çok damadı var.

Onun hatıraları bayramla, düğünle doludur.

Ne seni bir an mutlu görmeye dayanır,

Ne seni bir an gamsız bırakır.

Yaşadığın sürece hep ızdırap verir sana.

Senin dünya ile ilgili işlerini koyar düzene.

Ömründe eline sadece bela geçtiğini görürsün.

Bir gün olsun gönlünün muradınca oturamazsın.

Oturacak olsan, zorla kaldırır seni yerinden.

İnlete inlete koşturur seni mezara kadar.

Sen bu fâni dünyada oturduğun sürece

Yine oturarak gider ama halini anlamazsın.

Senin halin şu toz örneğine benzer:

Toz konduğu zaman ortadan kalkar.

Sürekli dönen dokuz feleğin devrinden

Neden bu kadar şikâyet etmeli ki?

Felek senden de avaredir.

Böyle birinden yardım istenir mi?

Felek bir ömür koşturdu ha koşturdu.

Bu baş dönmesinden kurtulmak istedi.

Kendine bakacak hali olmayan felek

Seni nasıl naz içinde büyütecek?

Bir divane yolda giderken

Bir tarlada eşek başı gördü.

Sordu oradakilere: “Bu eşeğe ne olmuş?

Kafatası neden bu sırığa asılmış?”

Dediler ona: “Aslına bakarsan

Kötü gözü defetmek için asıldı.”

Divane işin aslını anlayınca

Dedi onlara: “Hey ciğer yiyiciler!

Bu eşek hayatta olsaydı,

Böyle işlere çok gülerdi.

Demek sizde eşek beyni varmış!

O yüzden eşek kafasını buraya asmışsınız.

O hayattayken kıçından sopa eksik olmazdı.

Eşeğin ölüsü kötü göze nasıl engel olur?”

***

Sus artık, kadere razı ol; ne diyorsun?

Bir şey bildiğin yok; ne arıyorsun?

Bu işin peşine gölge gibi düşme.

Mumun gölgesi olur mu hiç?

Sen güneş değilsin gölge salacak.

Güneş gölgeyi, ebedi Tanrı da seni yok eder.

Sen kendi işinle ilgilenirsen

Kendi kendinin belası olursun.

Perde dışında konuşacak olursan,

Gönül perdesine kan bulaştırırsın.

Tedbir okunu yaya takıp durma.

O ok senden çıkar, yine sana gelir.

Bir gün gönlü daralmış o köylü

Şehre geldi. Bir çalgıcı çeng çalıyordu.

Çalgıcının çeng çalması hoşuna gitti.

Ayağından çarığını çıkarıp çalgıcıya attı.

Çalgıcının başı yarılınca, çengi elinden bıraktı.

Köylünün bıyığım yakalayıp yoldu.

Zavallı köylü ister istemez köyüne döndü.

Cehaletinden şişindi, böbürlendi.

“Ben şehri hiç beğenmedim!”

Beğenmediği bıyıklarından belliydi!

Dünya üst üste yığılmış şişelere benzer.

Bir taş atarsan, şişeler üstüne düşer.

Mânâda sır ehli olmazsan,

Karanlıkta yumruk savurur durursun.

Burada konuşacak olursan,

Âlemi kökünden sarsarsın.

Bedenindeki her organın tuzakla değil mi?

Neden “Yedi organımdan kurtuldum” dersin?

Bedeninden bir kıl başım eğerse,

Binlerce dert yüz gösterir sana.

Bir parmağın kesilecek olsa,

Aczinden çırpınır durursun.

Dokuz katlı feleğin altında duran şişe gibisin sen.

Tıpkı testiye girip vız vız eden arıya benzersin.

Senin hesabın kitabın ne? Aslın ne?

Değirmen taşı altında duran şişe gibisin sen.

Bilmiyor musun yaratılış pazarında

Kudret taciri yok Tanrıdan başka?

Sen bir yerlerden geldiğini sanıyorsun.

Bu nasıl zan böyle? Başın belada!

Pencereden çıkan yarasa gibisin.

Eşik ucundan kapı önüne çıkıyorsun.

Yarasa bahçede bostanda dolanır biraz.

Konar her meyve ağacının tepesine.

Bir saç kılı bulacak olsa bir yerde,

Kendini padişah olmuş sanır.

Kendinden başkasını görmez ortalıkta.

Zamaneden mutlu olur bir saç ile.

Ama ateş yüzlü güneş

Yüzünü yere koyup batınca

Yarasanın gönlündeki hile gider

Memesinden süt dökerek kaçar.

***

Ey gece gündüz yarasa gibi hareket eden!

Bir avuç ayak takımı gibi düşünen!

Yarasa gibi birkaç kıla razı mı olacaksın?

Körlüğünle şirin ömrünü zayi mi edeceksin?

Yarasa gibi gündüz körü, aciz

Gece gündüz körlüğün esiri mi olacaksın?

Ne güneşin yüzünü uzaktan görebilirsin

Ne gözün ışık huzmesini seçebilir.

Hiç duymadın mı cebbar güneş

Vahdet burcundan doğar?

Gönlün canına liyakat vermemiş.

Gözün o nura nasıl dayanabilir?

Git, kendine yaraşanı yap.

O güneşin önünde bir zerre ol.

Ey zerre! Çık, yüksel şu pencereden.

Sahip olduğun ev aydınlık değil.

Bu pencereden çıkmak senin için uygundur.

Dünya sahrası günlük güneşliktir.

Mert olanlar gibi düşünerek bir yol ararsın.

Dönen feleğin dar alanında dolanırsın.

Kendi yuvana doğru hareket edersin,

Bu âlemde kendi yerine ulaşırsın.

Bu murdarlar evinin çevresinde dolanırsın.

Zamanenin tılsımlarından korkmazsın.

Sen deniz görüyorsun, yine de sus.

Ama kabarmaya başlar diye korkuyorsun.

Azizin biri deniz kenarında durdu.

Denizin her bir tarafına göz gezdirdi.

Durgun mu durgun bir deniz görüyordu.

Düşüncesi bile denizin sırrına erişmiyordu.

Denize dedi: “Ey engin varlık!

Senin dinginliğinden korkuyorum çok.

Şimdi senin bir dalgan gelirse.

Birçok gemi batar senin yüzünden.”

On Üçüncü Makale

Dünya mülkü yüzük kaşının altında olsa da

Senin yerin toprağın altı olacak sonunda.

Kimse ebediyen kalamaz dünyada.

Bilmiyorsan, bak bir kere mezarlığa.

Dünyayı iki kapılı bir han bil.

Bir kapıdan girince çıkacaksın öbür kapıdan.

Gaflet içinde uyuyorsun, hiçbir şeyden haberin yok.

Öleceksin istesen de istemesen de.

Kimin ölümü yaklaşırsa,

Ona derler: Can çekişiyor.

Sen, can çekişen! Aç gözünü.

Ta başından beri can çekişiyordun.

İster dilenci ol ister şahlar şahı

Üç arşın patiska, on kerpiç olacak yoldaşın.

Tüm dünya senin mülkün olsa da

Yolun düşecektir bu kapıya.

Ansızın çeneni bağladıklarında

Bütün dünya mülkü masal olacak orada.

Sahip olduğun her şeyden ister istemez

Ayrılman gerekecek sonunda.

Felek ne oyunlar oynamamıştır ki!

Kimsenin bundan kurtuluşu olmayacak.

Bu kadar dolambaçlı ömrüne bakıp

Aldanma. Çünkü temeli hiç üstünde.

Ebu Saîd Ebulhayr gidiyordu;

Eşeğinin sırtında cam yüklüydü.

Biri dedi ona: “Çok yavaş gidiyorsun.

Eşeğine ne yükledin ki böyle yavaşsın?”

Dedi: “Neyim olacak? Kıvrım kıvrım gönlüm var.

Eşek bir düşerse, biçim olacak!”

Ömrün temeli hava üstünde değil mi? Hiçtir.

Bakar mısın bu hiçin yüz türlü işine!

Bu ömürle senin canın şad oluyor.

Ölüm gelince, emin ol, hava oluyor!

İskender Şeddini çeksen de

Ne vaktinden önce ne sonra gidersin.

Senin ölümün önceden planlanmıştır.

Doğumundan birkaç gün sonraya ayarlanmıştır.

Bir dalı ortadan ikiye ayırsan,

Başka daim yüreği titrer korkudan.

Feleğin dönüşü sana biraz süre tanır.

Bu bir avuç kemiğin fazla süresi yoktur.

Dünyanın her işi, zerreden güneşe kadar

Sanki dün yaşanmamış gibi çabuk geçer.

İskender de olsan bu fâni dünya

Sana İskenderiye kumaşından kefen giydirir.

İsfendiyar gibi çelik bedenli olsan,

Ölümü beklersin önünde sonunda.

Dağ değilsin; yüce bir dağ olsan da

Çaresizlikten saman çöpüne dönersin.

Deniz değilsin; mavi deniz olsan da

       Bulanırsın, harap olursun.

Aslan değilsin; kükreyen aslan olsan da

Sen feleğin tilkiliklerini bilmezsin.

Fil değilsin; fil avcısı olsan da

Nemrud gibi bir sivrisinek yüzünden ölürsün.

Sen güneş değilsin; sende bu olgunluk olsa da

Bir devir sonra yok oluşun görünür.

Ay değilsin; parlak ay olsan da

Tutulma vakti geldi mi, tutulursun.

Örs değilsin; örs ile çekiç olsan da

ölüm gelince yürüyüşün değişir, sendelersin.

Sağlam, sert, keskin demir değilsin.

Olsan da, paslandın mı, dökülürsün.

Aslan tabiatlı, fil güçlü biri olsan da

Kurtların, mezarın yemi olacaksın.

('anım bedenden alıp çıkardıklarında

Seni kelen içinde kurtlara götürürler.

Kefen içinde yatıp ezildin mi

Sen iyi yersin ama sopa yersin!

Toprak olsan, ateş soyundan olsan,

Bu lacivert dolapta hava gibisin.

Nice meyve ağacının çiçeği döküldü bir ateşle.

Dökülen çiçekler yem oldu kurtlara.

Daha ne kadar kaçarsın keçi gibi dağ beline?

İster istemez hazırlanacaksın ölüme.

Düşün bakalım, bunca kadın ile erkek

Nereye gittiler dertli yüreklerle?

Tüm âlem sahrasında bir baştan bir başa

Hep uyuyanlar görüyorum başları başa.

Bütün yeryüzü fersah fersah

Gümüş bedenler, siyah zülüflerle dolu.

Bütün dağlarda, kırlarda adım başı

Selvi boylu, badem gözlü birini görüyorum.

Hiçbir kırda hiçbir yer yoktur ki

Yolunun toprağında kanlı bir gönül olmasın.

Nerede bir bitki yeşermişse,

Her yaprağından bir ah sesi geliyor.

Yeryüzünün toprakları azizlerin toprağı

Azizler yaprak olmuş, âlem yaprak döküyor.

Biri   divaneden istedi köyde

“Tanrı nın işinden haber ver bize”

Şöyle dedi divane: “Haberdar olduğumda

'I anrı’vı çömlekçi olarak gördüm bu yolda.

Kafatasım birleştirdi hikmetiyle.

Bıraktı rüzgâra sonra; oldu paramparça!"

Yerden bir avuç toprak alırsan.

(Samlı toprağa bir kıssa sorarsan,

Hungur hüngür ağlar bulut gibi.

Her bir zerreden gelir hayıflanma sesi.

Bu gönül parlatan felek ilk günden beri

(lece gündüz söker halkın iflahını.

Sanırsın, yeryüzünde her toprak zerresi

Korkusuzca dile getirir halini.

Bizi toprak altına attın sonunda.

Senin de başına gelecek aynı şey yakın zamanda.

Hey gafiller! Nasıl kabul ettiniz

Bizi toprağın altına tıktınız?

Biz de sizin gibiydik başlangıçta.

Siz de bizim gibi olacaksınız sonunda.

Bir padişah delinin birini gördü.

Bir kafatasını yol üstüne koymuştu.

Deliye dedi: “Ne yapacaksın bu kafatasına?

Neler kuruyorsun kafatası hakkında?”

Şaha dedi: “Padişahım, düşündüm de

Seni benimle meslektaş kabul ettim.

Bilmiyorum, benim gibi yoksul birinin kellesi mi

Yahut senin gibi bir padişahın kellesi mi?

Ömrüm boyunca âlemde dolaştım durdum.

Senin de benim de kısmetim üç arşınlık kefenmiş.

Ordun, mülkün, ülken olsa da

İki somun ekmek sen yedin, iki de ben.

Sen de benim gibi koşturup duruyorsun.

Ne yapacaksın bunları? At üstünden.

Hepsini üstünden atmazsan,

Yarın hepsi boynunda halka olacak.

Sakalar gibi omzuna tulum almışsın.

Taşıdığın su yarın sana ateş olacak.

Azizim; gamını gör; derdini dinleyen nerede?

Ömür rüzgâr gibi geçti; uyanıklığın nerede?

Yaşadın bir süre; ömür bittiğinde

Hiçbir şey kalmayacak; sende de öyle olacak.

Göz yoluyla dök gönül kanını.

Çünkü elekçinin elediği toprak olacaksın.

Felek bu kadar uygunsuz olmasaydı

Toprak böyle gümüş kollu olmazdı.

Gönlüm; uyuma; söz dinle artık.

Bunca gidenlerden ibret al artık.

Ölenlerin mezarına çok gittin yüz naz ile.

Senin mezarına gelir gelecek nesiller.

Ömrün uzun diye ne caka satıyorsun?

Can çekişirken çok yalvaracaksın.

Ömrün yüz veya yirmi yıl olsa da

Bu birkaç nefeslik ömürden hâsılın nedir?

Eğer nasibin yüz yıl ise

Şimdi aldığın nefese bak, gerisi havadır.

Bütün ömründe gam var, ömür ise kısa.

Acı ölümle ömrün şirin olur o zaman.

Gamdan kanlı yaş akar yüzüme.

Bilmiyorum, bu sözleri nasıl söyleyeyim.

Fâni zindanda ölüm korkusundan

Öldüm ben yaşamaktayken.

Nice canlar bedende Nil nehri gibi

Kabarıp taşıyor gök kubbenin allında.

Ömür tenceresinin kapağı hep açık diye

Ecel kedi gibi elini uzatıyor cana.

Ne yapacağım ben? Geçimsiz, dünyada

Kedinin utandığı yok; tencere ise açık.

Haydi gönlüm, ne kadar kaynayacaksın tencere gibi?

Suskunluktan kendine bir kapak edin.

Bu bela tenceresinde piştin yüz dert ile.

Tuz gibi bu tencereye lâyık biriyim.

Hey günahkâr! Gönlün tencere dibinden kara.

Siyah gönüllü! Tencereni kaldır ocaktan.

Tenceren taşlı, didişiyorsun hâlâ.

Her tencerede bulunan kepçe gibisin.

Ne diyeyim; her halükârda ısrarcısın.

Israrından vazgeçmek bilmiyorsun.

Her saat bir başka can koy.

Boş sözlerle vakit geçirme.

Sofrandan, kâsenden ne kadar bahsedeceksin?

Vazgeç böyle ham hayâllerden.

Bütün padişahlığın ile mülkün

Fasulye ile darıdan değersizdir.

Canın gibi sevdiğin mülkün

Para etmez; ölüm peşindedir.

Dünya sahrası senin mülkün olduysa,

Sonunda sığmağın iki arşın toprak olacak.

Toprak olmak için doğmadın mı annenden?

Neden ısrarla bağlar, seyir köşkleri yaparsın?

İhtiyacına göre ev yapan kimse

Evinde gül gibi hayatını sürdürür.

Evini yapmışsan yamaçta bir yere

Seyir köşkünü neden yaptın yükseğe?

Kendi başlangıcından, sonundan haberdar değilsin.

Toprak ile kan arasında sıkışıp kalmışsın.

Kendi başlangıcına, kendi sonuna bak.

Arkanda ne vardı? Önünde ne olacak?

Senin kanlı yerin ilkin ana rahmiydi.

Karı seni yıkadı, kandan toprağa geldin.

Kandan meydana gelirsin başlangıçta

Yoldaki toprağın altına gireceksin sonunda.

Ibprak ile kan arasında kim mutluluk arar?

Aklı başında biri bu konuda sana ne söyler?

Ne galleltir bu! Bunca sorun varken

Toprak ile kan arasındayken işini yürünün.

Temiz veya kirli olarak gitsen de

Kandan geldin, toprağa gittin.

Neden kan ile toprak arasında mutluluk ararsın?

Bir kulsun sen; neden özgürlük ararsın?

Bendeler gibi el pençe divan dur.

Çünkü âdemoğlu gamsız kalamaz.

Hâzineni doldursan da altınla, gümüşle.

Sıkıntı çekmeden su bile içemeyeceksin.

Hazırla kendini; kapı açılmıştır.

Gevşeklik etme; işin zor olacaktır.

Bu kadar lafın sana ne yararı olur?

Git, kendi elinle bir şeyler yap çabuk.

Kendi elinle bir şeyler yaparsan

Bir işi yüz bin kez yapmış olursun.

71. Hikâve

 

Adamın birinin çok parası vardı, vasiyet e!ti:

“Ben ölünce mallarımı Muhtara götürün.

O bunları ihtiyaç sahiplerine ulaştırır.

Reis olduğu için kim haklıdır, bilir.”

Bütün parayı Muhtar a götürdüler.

O paradan bir mangır aldı.

Ik'di: “Hayattayken o adam

Şu kadarcığmı verseydi eliyle,

Bu kadar parayı Peygamberin vermesinden

Çok daha iyi olurdu.”

On Dördüncü Makale

Ey yoldan uzak düşmüş gafil!

Ansızın gaflet içinde öleceksin.

Gaflet içinde terk edeceksin hayatı.

Yazık doğrusu böyle gafil kalırsan!

Yaşama arzusuyla bir ömür koştun.

Ama hayattan istediğini alamadın.

Gözün özlemler içinde yolunu arar.

İşte o zaman tepetakla olur.

Dünyanın yırtık giysisi içindesin.

Sen mânâsızca hep davada kaldın.

Birisi yolda yırtık pırtık giysi görse, alırdı.

Onun işi yırtık giysi toplamaktı.

Paçavra dolu evine bir gece

Bir kor ateş düştü.

Paçavralar yanarken o da yandı.

İki dünyada kim üzülür buna?

***

Hey yırtık toplayan! Neden paçavra toplarsın?

Ne zamana kadar paçavra içinde oturacaksın?

Gözlerin yolda paçavra arar.

Hem sen yanarsın ansızın hem paçavralar.

Ölünce kurtulacağını sanıyorsun.

Musibete düşmüşsün; nasıl kurtulursun.

İyi bil bunu; canın çıkınca

Zerre zerre tufan gelecek başına.

Her bir zerre seni boş bırakmayacak.

Her zerren can çekişmeye başlayacak.

Mezarından seni kaldırdıklarında zorla

Yalın ayak, baş açık, mahşer sahrasında

Kendi harmanını böyle ateşe verdin ya

Ne yaptığını bilmiyorsun kendi bedenine.

Nefsinin gulyabaniliği ne kadar sürecek?

Dünya düşkünlüğün ne kadar sürecek?

Ömrünü yitirdin sen boşu boşuna.

Kendi haline ağlarsan, yeridir.

Dünyada kıymetli olan bir nefes var.

İşte o bir nefesin kıymetini bilmelisin.

Gaflet içinde umursamadın onu.

Sen bilmiyorsun bir nefesin değerini.

Bazen mucize bazen kanıt gösterdiler.

Bazen Tevrat, bazen Kuran gösterdiler.

İyiden, kötüden seni haberdar ettiler.

Senin için Hakka giden yolu kısalttılar.

Anlattılar sana neyi, nasıl, niçin yapacağını.

İsteklerinin gözüne mil çek; Tanrıya ibadete koyul.

Bunca zahmet, bunca rica

Senin kibirlenmen için değildi.

Böbürlenme pazarında salmıyorsun.

Kimse sana ne ad vereceğini bilemiyor.

Buruş kırış bir elbise giyersin.

Çulu, kefeni hiç düşünmezsin.

Elin, ayağın kırılmadıkça

Doymazsın ekmeğe, giysiye, makama.

Senin böyle başın, böyle ayağın oldukça

Her şeyin zararını, kârını hesapladıkça

Sen toprak tabiatlı, bunca zan içindeyken

Başını koyup öldün mü, bırakacaksın her şeyi.

Mutlusun, gurur rüzgârına kapılmışsın.

Ama ellerin bomboş kalacak.

Uykuda olduğun için sözden anlamıyorsun.

Kefene sarıldığın vakit de anlamayacaksın.

Sözden anlıyorsan, git, çalış, çaba göster.

Bu âlemden azığını yanında götür.

Bir ibadetle kurtulduğunu sanıyorsun.

Gafletinden boş boş oturuyorsun.

Dostum, bu halin sana hiç yakışmıyor.

Bu dünyayı terk ederken temiz olmak gerek.

Feryadın, susmanın faydası yoktur.

Senin varlığının iyileşecek durumu yoktur.

Duyduğuma göre Tanrıya yakın bir ihtiyarın

Bir gece şiddetli diş ağrısı tuttu.

Sabahlara kadar feryat etti

Derken hatıftan bir ses hitap etti.

“Bir gece başını yastığa koymadın.

Neden Tanrı hakkında ileri geri konuştun?”

Ertesi gece ihtiyar utandığı için Tanrıdan

Kapattı ağzını, hiç konuşmadı.

Diş ağrısından dolayı ciğeri yanıyordu.

Ama Tanrıdan ulandığı için başım eğmişti.

Hatıftan yine bir ses duydu.

“Tanrı ya karşı sabırlı olmaya mı başladın?”

Başımıza acayip bir iş gelmiştir.

Biz bu işe devam etmişizdir.

Ne söylenebilir ne susulabilir.

Ne haberli ne habersiz kalınabilir.

Ademoğullarının başına gelen bu hal

Bu zor iş kimin başına gelmiştir?

Söyle; insan kimdir? Bir zavallı.

Bir avuç toprak, bir sürelik ömür.

Düzene sokulmuş bir avuç kemik.

Onun üstüne bir deri gerilmiş.

Bir avuç damar ile sinir bir araya gelmiş.

Bu düzenek bazen balgam bazen ter döker.

Bir eliyle yüz naz içinde azık yer.

Bir eliyle yıkar, kendinden defeder.

Söz verirse, durmaz sözünde.

Mutluluğu üreme organında.

Tuvalet onun rahatlama yeridir.

Rahatladı mı dışkısını asmalığa döker.

Cariye ile kadınla sohbet ederse,

Bilirsin sen, havanda su döver.

İpek böceği kozasından kefen yapar.

“Ben ipekli giysi giyerim” der.

Gönül kanıyla dışarıdan altın getirir.

Ecel geldi mi altını ondan geri alır.

Bütün görme gücü, tuzlu iç yağı olan göz

Bütün işitme gücü, bir parça kıkırdak.

Ayağına bir diken batacak olsa,

Diken onu oracıkta yere mıhlar.

Biraz fazla yemek yiyecek olsa,

Karnı ağrılar içinde kalır.

Az yiyecek olsa, zayıflıktan, halsizlikten

Beden sağlığından umudunu keser.

Ölü veya diri bir an kalmıştır.

Bütün ömrü bir ana rehin olmuştur.

Ne bir an soğuğa dayanabilir.

Ne sıcağa dayanabilir.

Ne bir işte sabrı vardır

Ne bekleyecek takati vardır.

Karınca gibi zayıf, yılan gibi zehirlidir.

Başında saman gibi zan dağı vardır.

Yüz zorlukla bu zindanda doğmuştur.

Çok can çekişmiş, sonunda can vermiştir.

O mânâlar bilen Mecnuna sordu biri:

“Bu halk kimdir? Bu dünya işi nedir?”

Şöyle dedi Mecnun: “Bütün bu işler ayrandır.

Ayran üstüne birden sinekler üşüşmüştür.”

***

İçine düştüğümüz vadi nasıl bir vadidir?

Kendi yüzümüzden ayak izlerini kaybetmişiz.

Bu vadide kendi kendimizin gulyabanisiyiz.

Daha ilk günden kendimizle meşgulüz.

Aciz kaldık mı feryat ederiz.

Bela geçti mi unutuveririz.

Yazık ki bizim dünya telaşımızda

Gamımız çok, hâsılımız yoktur.

Gözünden yüz denizlik yaş döksen

Allah bilir ya sen bir hiçsin.

Azizim, eline bir kabak geçirirsen

Onun üstünde göz, yüz yaparsın.

Kabağı buzla doldurur, öyle tutarsın.

Böylece kabak damla damla yaş döker.

Bu yaşlar yağmur kadar çok olsa da

Kimsenin gözünde yoktur değeri.

Biz de kudretin yanında böyleyiz.

Bazen güleriz bazen yaş dökeriz.

***

Binlerce gönül bu ateşte kebap olmuştur.

Kim bu bir damla suya bir şey diyebilir?

Senin gözyaşmla Tanrının hükmü değişmez.

Ne diyorsun? Kimlesin? Neredesin?

İki dünya yok olsa da

Tanrı’nın ne kazancı ne zararı olur.

Rızkını alırlarsa önünden,

Kendini kıyaslamazsın Tanrıyla bir daha.

hilesen de inlemesen de olan olmuştur.

Bütün nakışlar o pergelle işlenmiştir.

Razı ol da zaman seni cezalandırmasın.

Kaderde yazılan yazılmış; sen ne yapabilirsin?

Neden arada bir zorda kaldığında

Hayrette kalıp feryat edersin?

Hep soruyorsun. Bu nasıl, o nasıldır?

Neden bu doğru, baş aşağı durmaktadır?

Gözün varsa, aç iyice gözünü.

Gözünü açtıktan sonra düşün yine.

Varlıkların dinginliğine bak bir an.

Her zerrenin aslındaki sebata bak.

Akim, ayırt etme gücün kalmamışsa,

Neden olan biten her şeyi soruyorsun?

Attâr! Can sokağının yolunu tut.

Dünyayı önemseme; bırak, dünyayı düşman alsın.

Sen akbaba değilsin; bırak murdarı.

Dünyayı insan yiyen deve bırak.

Süleyman’ın yüzüğü kaybolduğunda

Bir avuç cin senden, kötü huylu insandan kurtuldu.

Yokluk pazarına bas ayağını.

Bir avuç tecrübesiz, ham insanda ne arıyorsun?

Batıl olan ne varsa, kaldır önünden.

Hak yolunu tut; kurtul kendinden.

Niçin canın âlem yüzünden tehlikededir?

Alemden sana gelen azık yeterlidir.

Bu bunamış nefis olmasaydı.

Azık kaygın, üzüntün olmazdı.

Geç kendinden, din yoluna bas ayağını.

Puttur bu kâfir nefis; çal yere onu.

Din yolunda zerre kadar gevşeklik gösterme.

Doğruluktan başka şey alınmaz dinde

Keramet sahibi olan birinden işittim.

Yahudinin biri meyhaneye gitti bir gün.

Meyhanede harabe bir ver vardı.

Burası rintlerin kumar oynadığı yerdi.

İki kişi oturmuştu kumara.

Koymuştu her biri gümüşü, altım bir kenara.

Yahudi de oturdu onlarla kumara.

Bütün parasım kaybetti kumarda.

Bir evi, bir bağı vardı; kaybetti ikisini.

Hiçbir şeyi kalmadı, iflas etli.

Blinde altın, gümüş kalmayınca

Sıra göze geldi; bir gözünü kaybetti.

Her nesi varsa gitti elinden.

Bir gözünü kaybetti, kör oldu.

Ona dediler: “Böyle aciz kaldın.

Müslüman ol, kendi dinini terk et.”

Bu sözü duyunca Yahudi öfkeyle

Bir yumruk altı Müslümanm gözüne.

Dilediğin her şeyi yap

Ama dinim hakkında bana lal söyleme.”

Bir Yahudi Yahudilikle böyleyse

Din ehli olan nasıldır, bilmiyorum.

Bir gözü kalana kadar her şeyi kaybetti.

Ama gönlünü dininden koparmadı.

Ey bu toprağın kumarhanesinde

Varını yoğunu böyle kaybeden!

Bazen ay gibi parlak yüzünü kaybettin

Bazen siyah zülüflerini kaybettin.

4     Gençliğini, ok gibi düzgün boyunu

Bu yolda kaybedip ihtiyar oldun.

Nurlu gönlünü aydınlık gözünle

       Gaflet içinde kaybettin külhan köşesinde.

Kirlettin şehvetle kendini.

Gaflete bulaştırdın canınla bedenini.

Ey hurafelerin adamı, vakit geldiyse

Meyhane sokağından çıkar başını.

 

On Beşinci Makale

Yazık ki yolu gören gözün yok!

Şirin ömrünü gaflet içinde geçiriyorsun.

Gaflet içinde geçirdin bir zamanı

Mezarda mı bir şeyler yapacaksın?

Ey işlerinde hırsa kapılan!

Elif gibi düzgün boyun bükülmüş.

Şimdi ibadet etmenin sebebi

Ani gelecek ölümden korkman mı?

Çok sevindin, hayattan kâm aldın.

Şimdi yaşlandın, aciz kaldın.

Hey ihtiyar! Ne zamana kadar ilaç yapacaksın?

Gitmek zorundasın. Ne tedbir alacaksın?

Hey ihtiyar! Hırsın zerre kadar azalmadı.

Sanki sütten kesilmemiş çocuksun.

Yaşını başını almış insan için hırs çirkindir.

Apak saçlarla günaha girilir mi?

Şaşkın ihtiyar! Madem saçların ağarmış

Bu halinle günaha girerim deme.

Avucunda ateşli bir azık var.

Yaşlı halinde elinde kadeh var.

Madem acı su ile bedenini yıkıyorsun.

Kendi tuzlu gözyaşmla kefenini yıka.

Tilkilik ederim deme; rahat dur.

Zamane gözden düşürmesin seni.

Korkmuyor musun bu dünya sokağından?

Sen gafili kapıp ortadan kaldıracaklar?

Sen güzelce oturmuşsun, felek koşturmakta.

Sen yem toplayan kuşsun, ömrün uçmakta.

Uyumuşsun ama yaşın gelmiş elliye

Uyan şimdi, çünkü zamanı geldi.

Gerçi dünyada ömür boyu kan ağladın

Ama şimdi ağlaman yeterli değildir.

Şu fâni dünyadaki iş nasıl bir iştir?

Bu dünyanın işi öbür dünyanın işidir.

Kendi haline yan; kimse üzülmez sana.

Ne diyeyim sana? Gerçekten de böyle biri yoktur.

Bir işin çıkmışsa, bu senin işindir.

Senin işin kimsenin umuru değildir.

Senin ölümünle birinin gönlü yaralanırsa,

Kendinden korkar, çünkü ölüm önündedir.

Senin ölümüne çok ağlayan kişi

Kendi ölümünden korkar, zarı zarı ağlar.

Zaman olur, dudak gülmeyi bırakır.

Zaman olur yüz dudak güler.

İhtiyar! İşin var! Kan iç.

idinden geliyorsa, imanla canım kurlar.

Arkadaşın, eşin dostun olmayacak.

Sen kendinle ebediyen başbaşa kalacaksın.

Korkmuyor musun, yarın bu ateşteyken sen

Herkes seni bugünkü gibi yanında mı tutacak?

Şimdi diyeceğimi dedim, hemen gittim.

Ekinimi ektim ama haşatımı bilmiyorum.

Şimdi benim işim konuşmakladır.

İbadet edecek olsam, takatim yoktur.

Artık başımda kavak yelleri esmiyor.

Çünkü toprağın altına girmem gerekiyor.

Şimdi ömrüm pilim pırtısını topladı.

Toprağa gittim, elimde hava kaldı.

Şimdi sevinçli veya gamlı gittimse,

Arzulu bir gönülle toprağa gittim.

Gam dolu cihan beni çok gamlandırdı.

Kambur felek sırtımı iki büklüm etti.

Benim gamım daha ne kadar sürecek?

Bir iş yaparsam, dilimle yapabilirim.

Dinin, dünyanın sırrım çok araştırdım.

Dine ulaşamadım; onda geri kaldım.

Nefesim soğudu, gönül elimden çıktı.

Yaşlılıktan saçlarıma ak düştü.

Misk gibi saçlarım apak oldu.

Kefen lâzım çünkü beyaz kâfurum var.

Saçlarım kâfur gibi bembeyaz oldu.

Eskiden simsiyahlı, bembeyaz oldu.

Saçlarım bembeyaz olunca

Dünya ana benim için memesini siyaha boyadı.

Yaşlılık yüzünden düşkün biri oldum.

Elimden tutacak hırını bulamaz oldum.

Gençler güzel güzel laf dokunduruyor.

Laf dokundurup yüreğime ateş düşürüyor.

Ama ben sabırlıyım. Çünkü onlar da

Benim gibi biçare, perişan olacaklar!

Bir delikanlı uzaktan bir ihtiyar gördü.

Beli yay gibi iki büklüm olmuştu.

Gençlik havasıyla dedi: “İhtiyar!

Bu yayı kaça satarsın? Gel, al paranı.”

Delikanlıya dedi ihtiyar: “Hey gidi hayat hey!

Bunu bana bedava verdiler.

Paran yanında kalsın delikanlı.

Yarın sana da bedava verecekler!”

Yaşım altmışa gelmişse, yok zararı.

Ben bu yaşımda iki büklüm, yay gibi oluyorsam,

Yetmiş yaşı da görebilirim demektir.

Böyle bir av kimin eline geçmiştir?

Okçu yüzüğüyle ok düzgün atılır.

Benim yaşıma gelince bel yay gibi bükülür.

Okçu yüzüğü ve ok ile kuvvet artar.

Bu yaşla, bu belle gönül yarası artar.

Yaşlılık dolayısıyla derdim çoğaldı ama

Sırtım dışında hiçbir yerim kamburlaşmadı.

Bir iklimin benimle olduğunu sandım.

Bu iklimin yarısında ben olduğumu anladım.

Yaşlılık oturdu kucağıma çarçabuk.

Başımdan böyle duman hiç çıkmamıştı.

Ömrümün duvar kenarında uzattım elimi

Ömür gelip geçince, nedir bunun hâsılı?

Ömrümün şarap testisi tortulandı.

Ne güç kuvvet ne yiğitlik kaldı.

Zaman zaman şehvetle uzatırdım elimi

Takatsiz kalınca, bundan da nasipsiz kaldım.

Bundan sonra da hayır gelmez benden.

Bir zamanlar çok hayır gelmişti benden.

Yenilmeyecek ne çok şey yedim, gitti.

Yapılmayacak ne çok şey yaptım, gitti.

Gönül ateşimle ciğerimden duman çıktı.

Hızlı gitmişim ama bunu geç anladım.

Öngörülü bir aklım olsa da

Önümde hangi gam var, nasıl bileyim?

Gözden uyku, gönülden huzur gitti.

Sonum nasıl olacak? Bilmiyorum.

Ölüm korkusuyla yüreğim eriyor.

Eşeğim topal, yolum çok uzun.

Gençlik günlerimi hatırlıyorum.

Çeng gibi her makamda feryat ediyorum.

Biliyorum, ecel çökmüştür ümüğüme.

Çünkü ömrüm yeterince uzun sürmüştür.

Yazık ki dünya sebepleri yüzünden

Bu dünya girdabına düşmüşüm.

Kendimde bir hazine arıyordum.

Bu hâzinenin perdesi kalktı gözümün önünden.

Bir gece uzattım elimi hâzineye.

Cansız kalıverdim. Yazık, ne çok zahmet çekmiştim!

Gönlümde yüz hasretle dünyadan gittim.

Hayret dışında dünyadan ne kalacaktır geriye?

Başımızdaki sevda ne boş sevdadır!

Başımızdaki düşünce ne zor düşüncedir!

Kendi devrimizin zararı biziz.

Kendi önümüzdeki engel biziz.

İşini yüzüne gözüne bulaştıranlarız.

Hepimiz kendi yüzümüze âşığız.

Dünya beşiğimiz; hepimiz çokça uyuruz.

Gaflet sarhoşluğuyla hepimiz harabız.

Tanrım, kıyametten önce bana

O mânâdan birazcık nasip et bana.

 

On Altıncı Makale

Dostum, yolunda çok kum var.

Her bir kum tanesinden kurtul.

Kum yükünü bir bir çekersen.

Bir dağı çekmekten kolaydır.

Nefis isteği, kibir, .şehvet, hırs

Yalan, öfke, cimrilik, gaflet, bolluk

Hepsi pusu kurmuştur yoluna.

Hepsi gafil avlamak ister seni.

Bu kumlar bir araya gelirse,

Bir dağ olur, altında ezer seni.

Gönlün din yolundaysa, sakın

Cehennem ateşinin dağı bu dağdır.

İyi bil şunu, ne kadar dünya süsü varsa,

Hepsi bulanıklık getirir senin canına.

Bizzat yetiştirmediğin şeyi neden istersin?

Bizzat kaybetmediğin şeyi neden ararsın?

Tanrı sana verdiği bir dirhemi

Senden alırsa ey kendi benliğine düşen!

Dünya senin haktanımazlığım bilir.

İki dünya senin nankörlüğünü bilir.

Burada bir gram altınla mest olmuşsun.

Oranın yüz mülkünü elinden kaçırmışsın.

Senin asıl yerin bu dünya değil.

Dünyaya aldanmak doğru değil.

Vefasız dünya bir geçitten ibarettir.

Yolculukta bunca tahammülün nedir?

Akıllım! Sen bir can ile bedensin.

Külhan ortasında yanan bir çerağsın.

Bu külhan senin bahçen olacaksa,

Senin çorağın yansın bu külhanda.

Can yakan, cazibeli dokuz kat ielek

Bir gün seninle düğün yapacaksa,

Yaparsa seninle düğün, bağır hemen.

Bağır “On kâsesi bir paraya!”

Âlemin derinliklerindeki Yunus isen

Yerin balığın karnıysa, ses çıkarma.

Ay yüzlü hır Yusuf isen,

Kanaat et kuyu dibindeki odacığa.

İtiraz su, biı ekmekle yetin.

Neden ziyana bakıp hesap yaparsın?

Günlük rızkın yarım ekmek olsa da

Dünyanın bütün işi namus ile namdır.

Git, her gün, yarım ekmeğini kazan.

Sonra otur, öbür dünyanın işine yönel.

Kim kanaat içinde feragat ederse,

Başına ay ile güneşten taç giyer.

O fakir tekkeden çıktı dışarı

Başında eski püskü bir külah vardı.

Biri şaka yollu dedi: “Hey akıllım!

Külahını bana kaça satarsın?”

O din dervişinin cevabı şu oldu:

“Dünyayı versen de satmam bunu.

Niceleri bu külahın alıcısı oldu.

Dünyanın karşılığında istiyorlar bunu.

Satmıyorum çünkü daha çok eder bu.

Bunun bir ipliği iki dünyanın mücevherine değer.

Ne bilirsin, benim başımda ne var?

Benim başım yok, başımda taç var.”

***

Gönlüm; derdin varsa, uyanık ol.

Uyumak, yemek içmek için getirmediler seni.

Diyelim ki bütün âlemi yedin

Savaşsan da ölümden kurtulamayacaksın.

Sana senden ne kadar zarar gelecek? Kendinin âfetisin.

Âfet sensin; kalk kendi önünden.

Söyle, utanmazlık, küstahlık ne zamana kadar?

Ne taş yüreklisin! Keseksin sanki!

Eğri veya doğru üstüne düşeni yap.

Doğru yaptıklarında sorgulama olmayacak.

Yolunun toprağı bir gün yatak olacak sana.

Bu çarkıfelek seni döndürmeye başladı.

Bir gram altına karşın yüz ayrık otu attı.

Köpeğe sordular: “Paran var mı?” Köpek sıkılarak

Bazen bağırır bazen kavga ederdi.

Köpek para utancından feryat ederse,

Bir gram altın için efendi nasıl mutlu olur?

Köpek para utancından bağırır, dalaşır.

Para az da olsa sana haykırır.

Bir yerden eline birkaç kuruş geçerse,

O değersiz para yüzünden sesin yükselir.

Yüz kese altın saçsan da

İşin doğrusu tutumlu olmaktır.

Ey dünya düşkünü adam! Sarhoşsun.

Bu dünya düşkünlüğünden ne göreceksin?

İsteklerine kapılan insan! Niçin puta taparsın?

Kâfirler gibi puta yüzünü dönmüşsün.

Niçin kâfirlerin yolunu tutuyorsun?

Sen paraya tapıyorsun, kâfirler puta.

Yüz batmanlık put altın değildir kâfirlerin katında.

Dindar adam! Bir gram altın, altındır gözünde.

Haydi, dünyayı dünya düşkününe bırak.

Altını, putu kâfirlerin avucuna bırak.

Altın put yapmaktan başka işe yaramaz.

Put, atılmaktan başka işe yaramaz.

Yüz altın hâzinesini önüne alsan da

Yoksul olarak öleceksin son nefesinde.

O divane soru sordu şaha:

“Parayı mı seversin yoksa günahı mı?"

.Şah dedi: “Paradan haberdar olan kimse

Kuşkusu/ daha çok sever parayı."

Şaha eledi deli: “Aklın varsa niçin

Günahı götürüp parayı bırakıyorsun?”

Günahım yanında mezara götürdün.

Bütün paraları bıraktın, öldün.

Senin canını (eslim etmen gerek.

Parayla pulla dolu dünyadan maksat nedıı ?

Sen dünyayla ortak olmayacaksın.

(üt, hır lokma, bir hırkayla yelin.

Toprak üstünde, hasır üstünde olsan da

Padişahsın dünya ile düşüp kalkmadıkça.

Zahmetsiz ekmek bulamayacağına göre

lüneksiz. üstüne çul geçireıneyeceğine göre

Neden kendini sıkıntıya soktun?

Kendini kara talihin kucağına alim.

Hırkan var, bir tam ekmeğin var.

Fazlasını istemek şan şöhret içindir.

Niçin insanlara bağlanıp geri kaldın?

C iğerin kanlandı, gönlün hırsla doldu.

Bir gram altın için gönlün iki parça oluyor.

“O paralı adamdır" denilmesini istiyorsun.

Hey gamlı adam! Yarım ekmek için

Neden yüzsuyunu toprağa dökersin?

Azizini, saman çöpü kadar minnet yükü

Yüz mihnet dağından ağır çeker.

Bir soru sordu o perişan halliye:

“Sen neyi seversin?” Dedi: “Küfürü.

Bana ne verirlerse versinler

Küfürden başkasına minnet etmem.”

İnsanlara neden bu kadar bağlısın?

Görünüşe göre sen bu halka muhtaçsın.

Bir gün parasız, çulsuz kalırsan,

Kimse üç kuruş için elinden tutmaz.

Açlıktan yarı ölü yarı diri olsan da

Yarım ekmek elde edemezsin.

Bir gün iki ekmek uğruna

Aşağılık insanlar çöktürürler seni yere.

Bak, Yüce Tanrı keremiyle

Namazda kaç kere çöktürür seni yere?

Senin gözün beylerde, hanlarda.

Nasıl can ile canan olur gönlünde?

Handan ekmek alırsan, sofranın bereketi kaçar.

Abartılmış sofra elbette uğursuz olur.

Şahın sofrasında neden böyle dolanırsın?

Bu asalaklar bir avuç aciz, sefil, miskindir.

Bir âşık divanenin yanına gitti o şah

“Hey divane! Dile benden bir şey.

Güneş benim tacımdır, gökyüzü atım.

Bağışlamam için neden bir şey istemezsin?”

Şaha dedi divane:”Ey bolluk içinde uyuyan!

Bugün sinekleri benden uzak tut.

Şu sinekler beni o kadar ısırdı ki

Dünyada ısırılacak başkasını görmediler sanki!”

Şah dedi: “Bu benim işim değil.

Sinekler benim hükmümde değil.”

Divane dedi ona: “Topla pilim pırtını.

Sen benden yüz misli acizsin!

Senin bir sineğe hükmün geçmiyor.

Git haydi, utan padişahlığından!”

Tüccarın, şahın etrafında ne dolanırsın?

Adamsan, böylelerinden uzaklaşırsın.

Görüyorsun nice insan aralıksız

Dünya için talepkâr olmuştur.

Hepsi bir türlü gam keder içinde

Bir arpayı bir arpaya katmaktadır.

İnsanın tabiatı her yerde alışkandır.

Her insan bir âdet öğrenmeye meyyaldir.

Onları hallerine bakıp anlarsan

Sen de cehaletinden hırsa kapılırsın.

Zengin senin gözünde paralıdır.

Yoksul ise yüz sıkıntı içindedir.

İkisinden dolayı kârda, zararda değilsin.

Peki neden bedeninde can üzüntüsü yok?

Hırs uğruna yoksulundan, zengininden

Sana dönen nedir, iyi bak.

Ömründen on yıl azalacak olsa,

Gam çekmezsin malın çok olsa da.

Senin malın ömründen, canından fazla.

Bilmiyorum bu nasıl cinnet, nasıl sevdadır?

Ey habersiz! Ne zamana kadar oturacaksın?

Yakin sahibiysen, kanaat etmelisin.

Yastık yoksa, koy başını kerpiç üstüne.

Bir güzel yoksa, idare et bir çirkinle.

Madem yarım ekmeğin var, yarım canınla

Nasıl denk geliyorsa, dünyayı öyle yaşa.

 O yoksul bir gece tandırda yattı.

Samur kürke sarınmış bir şah gördü.

Kış mevsimiydi, şiddetli ayaz vardı.

Şaha dedi yoksul: “Ey akıllı şah.

Sen soğuktan habersiz olsan da

Biz de geçirdik bu geceyi bir şekilde!”

Azizim, şu dönen mabedin dibinde

Mert gibi sabırlı ol, kanaat et.

Yiğitçe sabret, otur yerinde.

İçeri koşturma, otur orada.

Bir bilge rumuzla anlatmış bunu.

Her işte sabırlı olmak makbuldür.

İnsanların acizliği hep konuşmaktan gelir.

Bu söz akıl için güneş gibidir.

İnsanoğlunun canı hırsla koşturur.

Âdem’in hırsıyla buğday meselesini gör.

Gönlünde hırsa yer vermeseydin

Me’vâ Cennetinden uzak düşer miydin?

Hırs bize Âdem’den miras kalmıştır.

Bu ne bitmez sıkıntı, ne zor iştir!

83. Hikâye

Kendi kulağımla duydum herkesten:

Bir karıncaya yılda bir tane yeter.

Hırsından toprakta pencere açar.

Bazen buğday, bazen arpa, darı çeker.

Eğer zamaneden bir fırtına koparsa,

Ne o ne pencere ne tane kalır.

Yılda bir tane ona yeterse,

Bir taneden fazlasını aramak haramdır.

O karıncanın hali insana örnek oldu.

O karıncanın bedeni, aklı, gücü yoktu.

Kendi hırsının eline yakalanmış.

Şana şöhrete, iyiye kötüye yakalanmış.

Ansızın ölüm gelir çatar ona.

Terk eder her neyi varsa.

Hangisini daha çok seviyorsa

Gönlü ondan muradını alamaz.

Ecel ansızın canını alınca

Dünyanın her işini bitirmiş olur.

Ne o ne onun hırsı kalır.

Efendi nerede? Yüz yoksul geride!

Duyduğuma göre gözü keskin bir fare

Kedilerin pençesinden kan ağlıyordu.

Daracık bir delikten çıktı dışarı.

Onun darlığından dünya daralmıştı.

Onun zannınca evin bir köşesinde

Tesadüfen bir yumurta saklanmıştı.

Yürüdü, yumurtaya yaklaştı.

Yumurtayı yerinden oynatmak mümkün değildi.

Ne pençesi yumurtaya işliyordu

Ne dişleri yumurtayı kesebiliyordu.

Uzun bir süre yumurtanın çevresinde döndü.

Acayip bir hile yaptı, geri döndü.

Geldi, bir başka fareye seslendi.

Onun kulağına bu haberi fısıldadı.

Fare geldi, yumurtanın altına girdi.

İki eliyle iki ayağı yumurtaya kemer oldu.

Öbür fare tuttu onun kuyruğunu

Yuvanın ağzına kadar çekti onu.

Dışarıda kedinin biri yatmıştı pusuya.

Meğer o aslan yürekli kinliydi o fareye.

Fırladı yerinden fareye doğru

Ama fare deliği dasdaracıktı.

Kediden korktu, sıkıştı daracık yerde

Kedi o fareyi yakaladı yumurta ile.

Kedi pençesiyle ayırdı yumurtadan onu.

Hırsından gamından kurtardı fareyi.

Bakar mısın, o zalim nasıl didindi!

Sonunda kendi oyununa nasıl geldi!

O rehber insan uygun örnek verdi.

Sıçan ile fikri bozuk sıçan örneğini verdi.

***

Ey gece gündüz hırs içinde koşan!

Karınca ile fare gibi hile peşinde koşan!

Hırsın başına yular olmuş.

Senin hırsın var, devenin de yuları.

Gece gündüz yıldız gibi gündüz körüsün.

Karınca gibi gece gündüz hırsının esirisin.

Böyle kan ağlamanı nimet bilme.

Elaman farenin, karıncanın, insanın hırsından!

Elaman şu sinek yiyen örümceklerden!

Hepsi de akbaba gibi murdar peşinde.

Elaman bir avuç kemik ayıklayıcının hırsından!

Hepsi de kılıksız, köpek tabiatlı.

Kan içen mide olmasaydı,

İnsan böyle zavallı olur muydu?

Gece gündüz koşuşturmaya başlamış,

İşi gücü mideyi doldurmak olmuş.

Su ile ekmek derdine düşmüş.

Şu Cehennem bir zaman dolsun istemiş.

İnsanın kendine çektirdiği her zahmetten

Ağır basar midenin istedikleri.

Miden senden ateş ile duman çıkarır.

Bu Cehennemden o Cehenneme sıçratır.

Sûfi görürse senin sürçmeni

Kuşkusuz seninle âşık atmaya kalkar.

Doldur mideni. Sende bir yürek varsa,

Uzakta durur yüreğin senden daima.

Sen nefis öküzünü besiye çekmişsin.

Ona secde etmek için zünnar kuşanmışsın.

Sâmirî hile ile altından yaptı o buzağıyı.

İnsanlar eşekliğinden o buzağıya secde etti.

Nefsinin buzağısı doymadıkça

Yüz ibadet etsen de seni rahat bırakmaz.

Karnın doyup da rahatlarsan,

Sırtından ağır bir yükü atarsın.

Senin canın beden kuyusuna düşmüştür.

Canın bir iple kuyuya sarkmıştır.

Nefsinin kurdunu hile ile alt et.

Çık kuyudan, onu baş aşağı et.

Tilki gibi kuyuda kalırsan,

Nefsinin kurdu kuyu dibinde parçalar seni.

Yol üstünde bereketli bir kuyu vardı.

Bir ipin iki ucu iki kovaya bağlıydı.

Yukarıdan boş kova indiğinde

Öbür kova kuyudan dolmuş olarak çıkardı.

Bir avare tilki oradan geçiyordu.

Nasıl olduysa, o kuyuya düşüverdi.

Kuyunun dibinde kovayı gördü, içine oturdu.

Kovanın ipine sımsıkı tutundu.

Bir yaşlı kurt o sırada kuyu başına geldi.

Kuyuya bir tilkinin düştüğünü gördü.

Tilkiye dedi: “Bizi özledinse, söyle

Ben mi ineyim? Yoksa sen mi yukarı çıkarsın?

Kuyudan çıkarsan, senin için daha iyi olur.

Böyle bir çölde benim gibi kurt dostun olması daha iyi

Yüreği daralmış tilki cevap verdi ona:

“Benim ayağım sakat, iyisi mi sen gel aşağıya.”

Kurt hareketli kovaya oturdu hemen

Ok yaydan fırlar gibi hareketlendi kova.

Kurt hızla kuyunun dibine inerken

Tilki de aynı hızla çıkıyordu yukarıya.

Yol ortasında birbirlerine kavuştular

Orada birbirlerinin yüzünü gördüler.

O zalim kurt başladı konuşmaya:

“Hey tilki! Beni yalnız bırakma!”

Hilekâr tilki cevap verdi ona:

“Sen gidedur, bekle beni, gelirim az sonra.”

O kavgacı kurt aman bulabilir mi?

Kurt tilkiyle barış yapabilir mi?

Kova yıldırım hızıyla iniyordu aşağı.

Öbür kova fırtınaydı sanki, çıkıyordu yukarı.

Kurt kuyunun dibine varmıştı.

Tilki ona bakarken yukarıdaydı.

Yaşlı kurdun dermanı ne olabilirdi?

Böyle bir durumun dermanı olamazdı.

O huysuz kurt kuyuya düştüğünde

Ağzı laf yapan tilki kurtardı yakayı.

Bedenin bir kuyudur, canın düşmüş ona.

Nefis kurduna kaybettirmiştir izini.

Söyle, canın Allah’ın ipine tutunsun.

Bakarsın bela kuyusundan kurtulursun.

Bu nefis külhanda kalmış köpektir.

Kemik uğruna bedende kalmıştır.

Üstünde incir kuşunun kemiği olsa da

Emin olma, bir köpek yatıyor yanında!

O keıli kebabı gözüne kestirdi.

Sofradan kebabı kaptığı gibi kaçtı.

Biri kedinin yolunu kesmek istedi.

O kediyi kıskıvrak yakalamak istedi.

Bir aziz kediyi gördü uzaktan.

Kediyi yakalamış, dövüyordu o adam.

Adama dedi: “Gönlünde kararın kalmamış.

İşin düşe düşe bu kediye mi düşmüş?

A kopek tabiatlı geçimsiz adam!

Kediye kebap çaldıran köpeği döv döveceksen.”

Bir tazı ile oturmak ne hoş!

Kafadar biri olup tazıyla oturmak ne hoş!

İğne yutturmak için gelirler köpeğin yanına.

İğneyi yutturdular mı kılıçlarını denerler köpekte.

Sen köpeklere karşı çok aslanlık ettin.

Ama nefis köpeğin bir işe yaramadı.

Bağla nefis köpeğini, rızkın hazırdır.

Oysa sen bağlısın, nefis köpeğin salınmış!

Müptelalar gibi aciz kalıyorsun.

Bu halle azığını nasıl çıkaracaksın?

Sen rızık veren Tanrıya güven.

Sabretmeyi bil, sakin ol daima.

Tanrı kâfir olanın rızkını verirken

Senin gibi akıllı birinin rızkını vermez mi?

İyiliksever biri bize anlattı.

Çöl yolunda bir kuyu vardı.

Kuyudan su çektiğim sırada

Ansızın yüzüğüm düşüverdi kuyuya.

Birini kuyuya indirdim.

Kuyunun dibindeki çamuru araştırsın dedim.

“Hepsini doldur kovaya, çekeyim yukarı.

Bakarsın çamur arasında bulurum yüzüğü.”

Kuyudan birkaç kova çamur çektim.

Çamur içinde yüzüğü çok aradım.

Çamur içinde bir karataş gördüm.

Pırıl pırıl, cilalı bir taştı gördüğüm.

Değerli taş mıdır acaba derken

Elimden düştü yere, kırıldı.

İkiye ayrıldı, ortasından bir kurtçuk çıktı.

Kurtçuğun ağzında yeşil bir yaprak vardı.

Ne büyük nimet verici Tanrıdır ki

Taşın içindeki kurtçuğu yaşatır.

Çöl yolundaki karanlık kuyuda

Taşın, çamurun içindeki kurtçuğu yaşatır.

Hey hırslı! Tanrı nın rızık verme gücünü gör.

Onun lütfunu, kalıcı nimetini, bağışım gör.

Dindar bir kadın vardı; kocası seyahate çıktı.

Ne kocası, ne yiyecek azığı kalmıştı.

Biri dedi ona: “Yalnızsın, zordasın.

Ekmeğin yok, paran yok, ne yapacaksın?”

Kadın cevap verdi: “Ben yalnız değilim.

Tanrıya yakın bir yerdeyim.

Kocam olmasa da rızkım gelir.

Rızık yiyen gitti ama rızık veren buradadır.”

Be adam! Bir kadından da geridesin.

Vah sana vah! Sen neden böylesin?

Uygun olan, olmayan işlerin yüzünden

Senin benim ihtiyacım bela olmuş başımıza.

Bu hikâyeyi bir dervişten duydum.

Dedi ki: Kâbe’yi tavaf ediyordum.

Nurla yoğrulmuş bir derbeder

Beli iki büklüm olmuş, saçlar ağarmış.

Yanımda az çok bir şeyler vardı.

Dünya malı olarak bir de misvak vardı.

Ona dedim: “Eski toprak ihtiyar!

Bu misvağı ister misin? Senin olsun.”

Cevap verdi bana o söz bilir ihtiyar:

“Ben ihtiyaç kapısını nasıl açarım?

İhtiyaç kapısı açılırsa yüzüme,

Sonsuza kadar kapanmaz bir daha bana.

Bu kapıyı yüz yıl önce kapadım ben.

Bu yaşımda bu kapıyı nasıl açarım ben?”

Sen ölmezsen, hırsın azalmak bilmez.

Hırs derdinin merhemi topraktır.

Hırs yokuşu uzun bir yokuştur.

Emeller ardı arkası kesilmez arzulardır.

îpek böceğine bak; genç yaşta

Saklar kendini kefen altına.

Kendi hırsından, avareliğinden

Sollar, sağ, arkalar ön olur.

Dolaşmaktan bedeninde takat kalmayınca

Koyar kendini kendi eliyle mezara.

Flamingonun hali güldürür beni.

Deniz kenarında, başı önde dikilir.

Çektiği mihnetlere dalmış gitmiştir.

“Su içersem, deniz eksilir” der.

Bu mânâda sen kendinin flamingosusun.

Mihnet çekmede flamingodan ileridesin.

Sen de ateş içinde duran flamingosun.

Şimdi sahip olduklarını ye iç güzelce.

Mutlu olmaya bak bir an, bırak didinmeyi.

Bugün yemeye bak, yarını görecek misin?

Dünya malı olarak bir şey bırakma.

Bir iğne yüzünden yakalanmadı mı İsa?

Cömertlikçi. Pintilerin başları

Yakışır fil ayağı altında kalmaya.

Canlarında öyle bir düğüm vardır ki

Kimse göremez onların yüzünün güldüğünü.

Pintilerin pintilikleri yüzünden sürekli

Bir araya gelmez dünya ile dinleri.

Eşekliklerinden olacak, buğday pazarında

Bir arpa vermez de can verirler, bak şu işe!

Bizim şehirde pintinin biri hastalandı.

Bu adamın elli kese altın dinarı vardı.

Özgür düşünceli biri benden bir istekte bulundu.

O pinti için şerbet yapmamı istedi.

Adam beni o pintinin yanına götürdü.

Dertle boğuşan yüz yaşında birini gördüm.

Hırs derdinin hastalığıyla yatıyordu.

Yatağında aygın baygın yatıyordu.

Gönlü ölüme yaklaşmış,

Her bir yanı kararıp morarmış.

Pintiliği yüzüne aksetmiş,

Yemek yememekten dudağı morarmış.

Yanında bir şişe gülsuyu buldum.

Şişenin ağzını çamurla sıkıca kapamış.

Birine dedim: “Şişenin ağzındaki çamuru çıkar.

Hastanın yüzüne gülsuyu serp.”

Hasta adam korkudan bağırdı:

“Çamuru çıkarma sakın şişenin ağzından!

O çamuru çıkarırsan şişenin ağzından

Kalbimi sökmekten beter edersin bana.

Bu güzel koku yüzünden gönlüm hastadır.

Gülsuyu serpme bana, canım ateştedir.”

Bunu söyledikten sonra bu âlemi terk etti.

Bilmiyorum sonra onun hali ne oldu.

O zavallıyı yıkayıp temizlediler.

Bin güçlükle götürüp toprağa verdiler.

Sonra o gülsuyu şişesini getirdiler.

Gülsuyunu onun mezarına döktüler.

Gülsuyuyla mezar toprağı ıslanınca

O bîçarenin kör gönlü daha da kör oldu.

Gülsuyunu şişeden çıkarmak istemiyordu.

O gülsuyuyla toprağı bari gül koksundu.

Gülsuyundan bir damla eksilmesin istedi.

O gülsuyuyla mezarında dikenler bitti.

Pintilerin sonu ne olur, söyledim.

Bakar mısın, ne güzel bir sır söyledim!

On Yedinci Makale

İki yanak toprakta döküleceğine göre

İki yanağınızı toprağa sürün azizler.

Düşünün o zamanı, toprakta

Dökülür yanaklarınız gül yaprağı gibi.

O anda ne inleyebilirsiniz

Ne O nun önünde yüzünüzü toprağa sürebilirsiniz.

Şimdi sizin kudretiniz varken

Gece gündüz bu şekilde huzurdayken

Niçin Tanrı ya ibadette gevşeklik gösterirsiniz?

Elinizi kıvrak tutun Tanrı eriyseniz.

Sen işine yarayacak bir şey yaptığın zaman

İftihar edebilirsin adamlığınla.

İstersen çok ibadet edebilirsin.

Ama kırk saatin birinde ibadet edersin.

Yanında hiç yoldaşın kalmayacak.

Gönül yangısı ile seher ahları kalacak.

Sen hiçbir gece ibadet kaygısıyla

Sabaha kadar uyanık tutmazsın kendini.

Dostum, uyuma ki uyanasın.

Sırları öğrenmeye lâyık olasın.

Neden uyudun sen? Uzun ömrün olsa da

Ölüm uykusundan uyanamayacaksm.

Git, mezara at kendi uykunu.

Böylelikle uyandırırsın aklını.

Bak, aciz kalan şu güneş bile

Uykudan gözlerini hiç kızartmadı.

Senin güneş gibi böyle derdin olsa,

Uykusuzluktan sararmış yüzün olur.

Hey gece gündüz demeden uyuyan!

Yaşlılık sabahı oldu, sen hâlâ uykudasın.

Korkmuyor musun, ölüm seni uyutacak?

Gönlünü uyutup perişan edecek.

Sen uykudasın; uyanık olanlar gitti.

Azizler, vefalılar gitti.

Sen başına buyruk bir dünyanın torbasmdasm.

Kalp akçe gibi yerinde kalmışsın.

Gaflet içinde didişip duruyorsun.

Ağzın kalabalık, başın sevdalarla dolu.

Diyelim ki gece uyudun sabaha kadar;

Uyudunsa neden geç vakte kadar uyudun?

Dostum, sabah vakti gevşeklik gösterme.

Eminsin, sağlığın da yerinde.

Sabahleyin seher yeli esince

İstediğini elde edersin o saatte.

O dergâhtan giyilen hilat

Sabah olduğu zaman giyilir.

Gece bitip de sabah vakti yaklaşınca

Toprak zerreleri başlar kaynaşmaya.

Hakikatin kokusunu alan gönül

Alışır o saatte uyanık kalmaya.

Senin yolun o dergâha gidiyorsa,

Sabah vakti kana bulanmış bir ahtır.

Gönlüm, o anda uykuyu terk et.

Bir ah çek, Harem kapısının halkasını vur.

Kanlı göğsünden temiz bir nefes ver.

Böyle sabah çok olur ama sen de mezarda olursun.

Gece oldu mu tut o halkayı.

Zincire vur sen coşkulu gönlünü.

Ya da divane gönlünün çöz bağını.

Hoşça, arzu dolu olarak feryat et.

Çöz dilini, Tanrıya sırrını söyle.

Gönlünün eski gamlarını açıkla.

Mutlusun; yağmur gibi dolu dolu ağla.

Belki gönlünden perde kalkar böylelikle.

O anda çektiğin ah kabul görürse,

Dünya ile içindekilerden hoştur o an.

Azizim, ömrün geçti; anla artık.

Gece gündüz uykuda olma artık.

Geceleyin uykuda, gündüz gaflet uykusundasm.

Gaflete batmış insan! Utan, utan!

Hey uyuyan! Uyuma! Bu kadar günah yeter sana.

Neden uyudun? Mezarın yatak olarak yeter sana.

Binlerce azizin nurlu canı

Fedadır sabah kalkanların secdegâhına.

Ne lezzettir bu! Karanlık gecelerde

Niyazını sunarsın Hakka.

Ne hoştur, toprağa sürersin yüzünü!

İnleyerek eda edersin namazını.

Bütün ufuklar dinginleşmiştir.

Senin yolun Tanrı ya uzanmıştır.

Tanrı huzurunda niyaz elini açmışsın.

Bazen ağlamaktasın bazen namazdasın.

Böyle bir anda, Tanrı nın huzurunda

Mahlukat uyurken bir sen kalırsın.

Gafiller yataklarında uyurken

Sen Tanrı ile sırdaş olursun.

Karanlık gecede Tanrı ile başbaşalık ne güzel!

Kendinden uzakta, Ona yakın olmak ne güzel!

Bundan daha iyi işin olabilir mi?

Bir gece Onun huzurunda olmak ne güzel!

Yüz gece nefsinin isteği ile uyanık kalsan

Bu işin içinde küçük bir şehvet olurdu.

Nefsin, heveslerin için yüz kere uyanık kaldın.

Bir geceni de Tanrı için uyanık geçir.

91.  Hikâye

Duyduğuma göre kâmil bir pir vardı.

Diğer pirler gibi gafil kalmamıştı.

Ne gece uyur ne gündüz dinlenirdi.

Gece, gündüz kimse onu uyur görmezdi.

Biri sordu ona: “Ey gönül parlatan pir!

Niçin gece, gündüz hiç uyumazsın?”

Ona dedi: “Bilen insan uyumaz.

Cennet ile Cehennem onun üstünde, altında.

Birini harlandırır dururlar aşağıda.

Öbürünü süsler, donatırlar.

Şu zamanede Cennet ile Cehennem arasında

Nasıl uykum gelir, söyler misin bana?

Kimse benim adımı deftere yazmadı.

Ben bu iki yerden hangisinin mensubuyum?

(jönlüm parlıyor, canım ateş içinde.

Bu durumda nasıl uyku girer gözüme?

Gönlümde, canımda yangın olduğu sürece

Benim uyumam tepetakla olmama sebep olur.”

Binlerce ünlünün temiz canı

Gece ibadeti yapanların halvetine fedadır.

Azizim; ne kadar uyuyacaksın? Aç gözünü.

Başını dizine daya, düşün, gir halvete.

Gece boyunca havanda su dövenler gibi

O bir avuç perişan insandan olma.

Neden uyudun mehtaplı gecede?

Bu uykudan ne geçecek eline?

Hiç düşünmez misin, ömrün sona erince

Nice mehtap doğacak senin mezarında?

Uyku seni kefen içine çekmiş.

Mezarına ay ışığı vuracak.

Uykusu gelen kişi düşünür bir kere.

Ay ışığı çok vuracaktır mezarına.

Mehtaplı gecede uykun mu geliyor?

Âşıklar az uyur mehtaplı gecede.

Âşık uyumuş, maşuk uyanıktır.

Derse akıllı biri, hiç doğru olmaz.

Ne maşuğu, ne âşığı? Bu ne biçim laf?

Toprağa ne temiz kişiler girer!

Sen nefis ile heves külhanının adamısın.

Nasıl olur da padişah âşıklarından sayılırsın?

92.  Hikâye

Duyduğuma göre vaktiyle bir padişah vardı.

Bu padişahın ay gibi güzel yüzü vardı.

Çevgen oynamak için çıktı dışarı.

Onun yüzünden her an yüz gönül kanadı.

Güzellik topunu meydana attığında

Felek onun topuyla çevgen oynadı.

Yanağı dünyayı süslemekten söz ederdi.

Onun güzelliği dünyaya çelme atardı.

Akıl onun yolunun toprağına oturmuş.

Ter onun ay yüzüne konmuş.

Aşkının gamı yararsız bir sevdaydı.

Lâl renkli dudağı dumansız helvaydı.

Sarhoşun biri o meydanda dolaşıyordu.

Onu seyrederek hayran kalıyordu.

Bir gün mum gibi yanan bir derbeder

-Ki zavallı sabaha kadar külhan yakardı.-

Uzaktan güzel padişahın yüzünü gördü.

Onun başına neler neler gelmedi!

Onun aşkı canına ateş düşürdü.

Onu dermansız zorlu derde düşürdü.

Gönlü aşk içinde delilik macunu yaptı.

Yanağı yaştan yüz türlü kan yaptı.

Kâfur gibi ciğerinden soğuk nefes geliyordu.

Uzaktan özlem ateşiyle yanıyordu.

Aklı karışmış, şaşmış kalmıştı.

Gönlü ateşler içinde kalmıştı.

Cehennem gibi yanan canıyla nefes verdi.

Sarhoşlukla üstünü paramparça etti.

O sarhoş âşık çırpındı durdu.

Canının yerine giysisi geldi eline.

Dünya gözünde karardı.

Sarhoşlukla yere düştü, bayıldı.

Nasıl çırpınırsa kan ile toprak içinde

Yol üstündeki yarı boğazlanmış tavuk,

O zavallı âşık da öyle çırpındı durdu.

Bu ne aşktır! Bu ne derttir! Bu nasıl iş?

Sonunda on gün on gece bu şekilde

Sabaha kadar yattı toprak üstünde.

Birazcık kendine geldiğinde

Tekrar düştü sarhoşluk coşkusuna.

Feryat ediyor, her yana koşuyordu.

Yere yağmur gibi gözyaşı döküyordu.

Su şeddi gibi sahrada kalmıştı.

Yağmur gibi sahraya gözyaşı saçıyordu.

Gönlü bu sahranın dışındaydı.

Bedeni kan sahrasına bağlıydı.

Gözyaşıyla sahra çamur içinde kalmış.

Dünya dolusu dert gönül sahrasına yerleşmiş.

Ne sırrını açacağı bir mahrem vardı.

Ne rumuzlu konuşacağı bir gönüldeşi vardı.

Yemeden içmeden kesilmiş, uyumaz olmuştu.

Ama bunu söyleyecek cesareti yoktu.

Gönlüne diyordu: “Âlemi parlatan bir şahtır.

Bugün bütün âlem onun mülküdür.

Padişahlığıyla ferman verirse,

Ordu toplar sayılamayacak kadar.

Onun bir adamı bana gelirse,

Onun karşısında direnç gösteremem.

Külhandan çıkar dışarı bir dilenci

Böyle bir padişaha vuslat umuduyla.

Bu sırrı açıkça söyleyecek olsam,

Anında eder beni parça parça.

Ne yapayım? Nasıl edeyim? İşim düştü.

Eşeğim çamura saplandı, yüküm düştü.”

Ve böylece on yıl boyunca

Padişaha aşkından vazgeçmedi.

Her gece sabaha, her sabah akşama kadar

Kapısında durdu, dedi: Yarabbi!

Kararı, uykusu, huzuru gitti.

Adı sonunda kötüye çıktı.

Şahın akıllı bir veziri vardı.

Vezir onu görünce hemen tanıdı.

Ama kıvrak zekâlı şahtan korktuğu için

Bu meseleyi ortaya getirmedi.

Bir gün “Açılın, kenara çekilin” sesleri arasında

Tüm sahrada toz toprak kalktı havaya.

Zamanın Yusuf’u çıktı meydana.

Beşikteki güneş gibiydi sayvanının altında.

Külhan işçisi koştu hemen yanma.

Gönlü, canı laf doluydu ama dili tutulmuştu.

Oyuncu şah alınca eline çevgeni,

Zavallının canından söktü yüreğini.

Zülüflerinin kıvrımından alınca kokuyu

Top gibi kendinden geçip yuvarlanıyordu.

Veziri tam fırsatını buldu.

Külhan işçisinin halini rumuzlu söyledi.

“On yıldır senin aşkınla gece gündüz

Ne uyudu ne mum gibi yanmaktan usandı.

Bu zavallı senin iyiliğini isteyenlerdendir.

Ona padişahlara yakışır şekilde iyi davran.

Üstü başı dökülüyor olsa da

Topunu bir kez atıver ona.

Böyle bir yâr utanç verici olsa da

Garip olmaz bu durum şahlarca.”

Padişah lütfetti, sürdü atını.

Bu zavallıya doğru attı topunu.

Âşığa dedi: “Topumu at bana.

Neden ağzın açık kaldın böyle?”

Padişahtan bu sözü duyunca zavallı

Toprağa düştü, kıvranmaya başladı.

Gözlerinden yağmur gibi yaş boşandı.

Kavak yaprağı gibi titremeye başladı,

kanından yüz kadeh kanı giysisine dökmüş.

Bütün dünya onun çevresine toplanmış.

Dertli dertli soğuk nefes veriyordu.

O kalabalıkta halden hale giriyordu.

Sonunda toz toprak içinde perişanlıkla

Geri götürdüler onu külhanına.

Gönlü keder denizine dalmıştı.

Gözlerinden akan sanki dağ pınarıydı.

Hava onun nefesiyle soğumuştu.

Felek onun yüzünden sararmıştı.

4 •  Sonunda o zavallı bir ay boyunca

Dağ altında kalmış saman çöpü gibi yaşadı.

Bir gün padişah vezirine dedi:

“O yoksul galiba bizden korktu.

Gel, onun külhanım arayalım.

Biraz âşığımızla sırlaşahm.

Âşıklar bir coşarsa zira

Koskoca fil esir olur karıncaya.”

Bu ne devlettir! Başı yüce bir güneş

Kendi zerresinin yanına gidiyor.

Padişah külhana doğru hareket edince

Gönlü daralmış külhancıya haber geldi.

Gözü padişahın cemâline ilişince

Titredi, oraya yığıldı kaldı.

Padişah o âşığın yüzüne baktı

Başını kucağına alıp ağladı.

Onun coşkulu gönlüne merhem oldu.

Kendisi öldürüyor, kendisi matem tutuyordu.

Kendi varlığına yol bulunca

Başını padişahın kucağında bulunca

Pervane o sıcaklığa nasıl dayanır?

Parlak mumun alevine kendini atar.

Böyle bir şahın vuslatına takati yoktu.

Bir ah çekti; ahi göklere yükseldi.

Gözyaşlarından yüzüne gülsuyu çarptı.

Bir nara attı, orada ruhunu teslim etti.

O hayran âşıktan iki nefes çıktı.

Biri cansız, biri canlı çıktı.

Külhancı gibi aciz olan sen

Senin şahın vuslatına dayanacak gücün yok.

Hey toprak parçası! Ham hayâle kapılma.

O temiz Tanrı senden müstağnidir.

Temiz kişilerin yaptığı ibadet

Bir avuç toprağın yoluna fedadır.

Hitap geldi: Ey Tanrı katının temizleri!

Hep birlikte secde edin Âdem'e.

Kendi istiğnamızla bir parça toprağa

Bunca temiz secdeyi saçtık.

Bizim zatımız bunlardan müstağnidir.

Secdenin, namazın ne yeri vardır?

Külhancı! Git, külhanını yak.

Bu ateşte yüz ağıtla yan.

Bu yalan dolan ne zamana kadar sürecek?

Çünkü sarhoşlar çok boş konuşur.

Sultan seni düşünür, sana yönelirse,

Ne canın var ne yerin; ne yaparsın?

Ne onun huzuruna getirecek canın var

Ne onu yanma getirecek yerin var.

93.  Hikâye

Duyduğuma göre bir fare çölde

Gördü sahipsiz bir deve.

Yularını sımsıkı tuttu, koştu.

Deve ardından güzel güzel yürüdü.

Onu deliğinin olduğu yere kadar getirdi.

Deveyi sığdıracak yer değildi, ne çare?

Deve dedi ona: Hey yolunu şaşırmış!

İşte geldim; yerin hani?

Kendi acizliğinden haberin yok.

Beni yiyecek diye getirdin evine.

Bir pencere daracık deliğe nasıl sığar?

Benim gibi bir deve iğne deliğinden nasıl geçer

Git, canından bu yükü kaldır.

Bu işte orantısızlık olmuştur.

Zavallı fare; sus, konuşma.

Aldatamazsın benim gibi deveyi.

Hey karınca! Git, kendine bir yuva ara.

Sana lâyık olan taneden söz et.

Hey karınca! Havalara girmişsin sen!

Ayağın yere basmıyor; bu yüzden neşelisin.

On Sekizinci Makale

Mülk, hazine, para ile mağrur olma.

Senin gibi nicelerini hatırlar dünya.

Nurlu canınla ibadet et Tanrıya.

İbadet edilesidir Tanrı; ondan uzak durma.

Her işinde Tanrı yı an.

Yaşadıkça Tanrıyı akimdan çıkarma.

Bir işte yardım isteyeceksen, O ndan iste.

Çünkü bundan daha iyi bir dergâh bulamazsın.

Dostum, kendi halinden memnunsan,

İyi bil ki bu hoşnutluk, O nun hoşnutluğudur.

İbadete alıştır kendini; günahtan uzak dur.

Günahın varken ibadet nur vermez sana.

Çok keskin olma; çabuk öfkelenme.

Hiç kimseyle de uğraşıp didişme.

Birine kin güdüp göğsüne ateş düşürme.

Gece gündüz yanar durursun yoksa.

Hırsın esiri olurum deme.

Yoksa temiz canın bıkar bedeninden.

Hiçbir şekilde yalan söyleme.

Çünkü bundan beter günah olamaz.

Kıskançlık tabiatında ağır basarsa,

Gönlün doyar artık yaşamaya.

Bir işi ister istemez yapacaksan,

Nasıl sonlanır bu iş; bak ona.

Sabırsızlık yüzünden gönlün çok yaralıysa,

Sabırlı ol; her şeyin bir vakti vardır.

Kendine bir arkadaş seçmek istiyorsan,

Üzülmemek için akıllı birini seç.

Zamanede yüz ehil olmayanın arasına gir.

Böylece onların arasından bir ehil bulabilirsin.

Yüz kere denemedikçe kimseyi

Etme kendi sırlarına ortak.

Bir ahmağa değer veririm deme.

Çünkü ahmak hamlığından düşer hataya.

Eblehlerin yanında sırrını söyleme asla.

Ahmaklara cevap verme asla.

İzin verme avamın, köylünün sana baskın çıkmasına.

Çünkü bunlar insanı canından bezdirir zulümle.

Taş gibi ağır ol, hiç koşma.

Civa gibi o yana bu yana kaçma.

Akıl ölçüsünde kalmaya cesaret edersen

Lacivert boya gibi kaynar, pişersin.

Bir parça su olan menini dökme.

Sende kalsın, destek olsun sana.

Ne zaman şehvete gelecek olsan

Kendi benliğinden uzaklaşırsın.

Dilini konuşmaya fazla alıştırma.

Otuz dişinle dilini bağla, konuşturma.

Önce düşün, sözünü söyle sonra.

Çok soruya, konuşmaya alışma.

Bir söz söyleyeceksen, tatlı tatlı söyle.

Güzel söylemek her iyiliğin aslıdır zira.

Hiçbir şekilde sırrını kadına açma.

Çünkü kadın sırrını herkese söyler açıkça.

Çocuğuna yaşı küçükken öğret dinini.

O yaşta öğrenmek taş üstüne yazı nakşetmektir.

Oğlunu kötü arkadaştan uzak tut.

Çünkü insan kötü arkadaşla günahkâr olur.

Saygılı ol yaşlı insanlara.

Bu sözü anlarsın yaşlılık çağında.

Az konuş; konuşacaksan güzel konuş.

İyi, kötü her ağzına geleni söyleme.

Öğren büyüklerin sözlerini.

Her bir nükteden çıkar ibret dersi.

Kim bir hüner öğrenmekte zahmet çekmişse,

Ver hâzineni, öğren onun hünerini.

Seninle şeref bulan bir kimseyi

Feleğin yaptığı gibi rezil etme cahillikle.

Biri sana bir söz söylerse, düşün.

“Ben bunu daha önce de duymuştum” deme.

Çok denediğin, kabul ettiğin kimseyi

Sakın bir daha denemeye kalkma!

Dedikoducuyu yanma yaklaştırma.

Senin için de kötü konuşur sonunda.

Cahil insanla işin olmasın asla.

Sonra ömür törpüsü olmasın sana.

Biri sana nasıl kötü iş yapılır, söylerse,

İzin verme; uzaklaştır onu yanından.

Dedikoducuyu yaklaştırma yanma.

Yoksa her gün dolar seni diline.

Kimseyi ayıplama; gizlidir bu.

Tanrı onu nasıl yarattığını bilir.

Herkese bakarken öyle bak ki

Her beteri kendinden iyi gör.

Kimse hakkında kötü düşünme, iyi düşün.

Halim selim ol; en küçükten küçük ol.

Herkese karşı şefkatli ol rağbetle.

Güneş gibi herkese gönder ışığını.

Gönül Kâbesinin abat olmasını istersen,

Gönülden anlayanın gönlünü kendinle şad et.

Namahreme bakmaktan kaçır gözünü.

Bir yanlış bakışla yüz günaha girme.

Gıybet etme; boş boş küfür etme.

Sonunda kalırsın yoksa hasret içinde,

îyilik ederek bir mum yakarsan,

O iyilikle sen de mum gibi parlarsın.

Ömrünü boş yere harcarım deme.

Kimse bilmedi zira hayatın değerini.

Cevap verirken senden küçüklere iyi davran.

Böylece senin davranışın da beğenilir olur.

Konuşurken kimseyi aşağılama.

İşbilir biriysen, alçakgönüllü ol.

Kimseyi küçümseyerek bakma.

Hem tavuskuşu hem sinek gerekli hayatta.

Kimseye durup dururken yakışıksız söz etme.

Kimseye boş yere üzüp incitme.

Bir ahmak gelirse yanma,

Onun yanında başla büyüklenmeye.

Bir Tanrı eri gelirse yanına,

Alçakgönüllü ol, toprak et kendini.

Birinin çevresinde çok dolanırsan,

Rezil olursun eğer aziz olsan da.

Her önüne gelene ilgi gösterirsen,

Başın çok ağrır işin sonunda.

Yaşlılara yakın ol elinden geldikçe.

Gençlikten haberdar olan onlardır zira.

Yoksullara mal yardımında bulun.

Malın yılan, zehir olup dönmesin sana.

Bir zengin gelirse saygıyla yanına,

Hürmet etme ona parası var diye.

Yorgun bir fakir gelirse yanma,

Hal hatır sor; onun kalbini kırma.

Birinin sende birazcık hakkı olsa,

Hiçbir şekilde üstündeki hakkı unutma.

Bir karıncayı bile küçümseyip böbürlenme.

Karınca gibi düşkünsün sen Kudret karşısında.

İyi görüşlü ol eğer akim başındaysa.

Ayıpsız birini arıyorsan; Tanrıdır ancak.

Hiçbir işte nankörlük etme.

Hakşinas biriysen, razı ol kadere.

Ansızın canın sıkılmaya başlarsa,

Mezarlığa git, bir süre ağla.

Gülme; hüzünlü ol yaşadıkça.

Bir köşeye iliş, kal yalnız başına.

Beladan kurtulmak istiyorsan,

Esirleri kurtar zindandan.

Siyasette kal bir zaman.

Sonra geri kalmayasın üzüntüyle.

Kimseyle çok konuşup didişme.

Çok inatçılık etmek yaramaz bir işe.

Çocuğunu saygısız biri olarak yetiştirme.

Yoksa kendi incini atmış olursun çamura.

Cevap verirken hemen atılma öne.

Şarttır bu; biraz bekle hele.

Cömertlik et; kimin eli açıksa,

Ona Cehennemlik demem nasıl olur reva?

Gönlünü hoş tut sen yaşadıkça.

Çünkü hoşnutluk tükenmez hazinedir.

Kendini övüp göklere çıkarma.

Bil kendini; bir avuç su ile topraksın.

Yaralama gönlünü boş düşüncelerle.

Çünkü gereğinden çok düşünüyorsun.

Eski üzüntüleri kendine dert etme.

Çünkü onlara bakarak bir şey geçmez ele.

İsa gibi gül, yüzünde güller açsın.

Eşektir asık suratlı, somurtkan kimse.

Tanımıyorsan birini, elinden geldikçe

İyi veya kötü yönlerini söyleme.

Gönlü diri biriysen, sır perdesinde

İyilik dışında ölmüş kişi arkasından konuşma.

Sarhoş konuşur da güzel konuşursa,

Dinle onu; sarhoştur deyip geçme.

Hakkında kötü düşünen düşmanın varsa

Susturmaya çalış onu güzellikle.

Sakın düşmanını küçümsemeye kalkma!

Bir şule bir şehri yakar baştanbaşa.

İyilik yapmaya çalış insanlara.

Has iyiliği Tanrı rızası için yap.

Her neyi terk ettiysen, elinden geldiğince

Düşünme artık onu, iş bilir biriysen.

Yolda yürürken başın olsun önde.

İnsanları görme, ilgilen kendinle.

Zamanlı zamansız fazla yemek yeme.

Kuşkusuz fazla yemek seni yer sonra.

Akşam uyumak için yattığında

Kelime-i şahadet getir içtenlikle.

Sabah oldu mu kalk uykudan.

Uyanık olmak iyidir uyuyan murdar olmaktan.

Namaz vakti geldiği zaman

Bâtıl düşüncelerle namazını etme ziyan.

Sürekli ahiret düşüncesinde ol.

Kurtulmuştur kim ahireti düşündüyse.

Her zaman vaktinin kıymetini bil.

Düşün, kendi kontrolünü yitirme.

Dışını temiz tut, uy şeriata.

Uzak dur tabiatın pisliklerinden.

Mânen temiz tut içini de

Utandırmasın seni, için anlaşılırsa.

Öylesine değerlendir vaktini ki

“Gel” denildiğinde, hemen çık yola.

Paralı olsan, padişah olsan,

Yapman gereken şeyi yap.

Can çekişirken dilin tutulursa,

Unutmaya çalış bütün düşünceleri.

O an korkma, umutlu ol.

Çerağını tut sen o güneşe.

Kim can verirse mutlulukla,

Çok lezzetler alır ebedîlikte.

Bir atasözü vardır; yakışır buraya:

Güleryüzlü olmak gerek can çekişirken de.

Nasihatimi küçümseme gaflet ile.

Bir bir uygula, al nasibini.

İşin varsa senin sırlar yolunda

Kimseyi bu yadigârdan kıymetli bilme.

Bil bunların hepsini, otur sessizce.

Kapat ağzım, sakinleş önce.

Sabretmeyi meslek edin; budur yol.

Susmayı meslek edin; budur hakikat.

 

94.  Hikâye

Akıllı biri Çin’de gitti bir ihtiyarın yanma.

Dedi: “Haberdar et beni hakikatten yana.”

() tarikat piri cevap verdi ona.

“On cüz vardır hakikatin mânâsında.

İyi dinlersen, anlatayım sana.

Biri az konuşmaktır, dokuzu susmaktır.”

***

Şahların elinde susma doğanı vardır.

Bülbül şakıdığı için kafestedir.

Canın teslimiyete alışırsa,

Her zerren başlar seninle konuşmaya.

Pınar gibi ne zamana kadar kaynayacaksın?

Deniz olursun eğer susarsan.

İnci çıkarmak isteyen bu denizde

Nefesini tutmalıdır dalgıçlık edecekse.

***

Attâr şu mânâlar denizinden

Dil elmasıyla inciler çıkarırsın.

Âlemde iftihar etmek yakışır sana.

Seninle sona erdi bu Esrârnâme.

Ters tabiatlı gökkubbe altında

Kimse söyleyemez bu minvalde.

Şairlik gücüm o kadar fazla ki

Söylediğim bir mânâdan yüz orijinal mânâ çıkar.

Düşünce dünyamda öyle sarhoşum ki

Uyku girmez asla gözlerime.

Az veya çok, gece uykusu bilmem.

Bir yanımdan öbür yanıma döner dururum.

Mânâları çıkarırım belleğimden.

Belki sonunda biraz uyurum derim.

Şu incilere bak; çıkar canımın deryasından.

Dilimden peşpeşe dökülür durur.

Bak şu lafız güzelliğine, sırların keşfine.

Bak terkiplerin, sözlerin mânâsına.

Bir söz söyleyecek olsak, yüz yıl boyunca

Sözlerimiz o haliyle bâkir kalacak.

Bizden ne kadar bahsedersen, zikir olarak kalır.

Ama mânâların aslı bâkir olarak kalır.

Akıllı insan! Gel, bak şu söze bir kere.

Eski lafları kim söylüyor; buna bak.

Bir şey ne kadar eskirse, kaditleşir.

Dünyanın lezzetleri yeni şeylerdedir.

Âlem yaratıldığından beni benim gibi

Hatırlamıyorum söz ustası şair çıktığını.

Söz için şairde İsa düşüncesi olmalı.

Doğuracaksa, Meryem gibi bakire olmalı.

Bu sözler takdirin ötesindedir.

Bu tatlı sözlerin coşkusu vardır.

Kim ben fakiri görmek istiyorsa,

Benim görüntüm latif şiirlerimdir.

Kendi şiirlerimden örnek gösterdim.

Her konuda sır incilerimi gösterdim.

Sır ehli biriysen, aç gözünü.

Dalgıçlık et, sözün sırrını çıkar.

İflas sofrasını yaydım ben.

Çok divanelikler ettim ben.

Nerede bir gönül ehli? Yalnızlık köşesinde

Bir an otursun bu dert içinde benimle.

Attâr! Daha ne kadar böyle konuşacaksın?

Bir sözünü bir sözüne bağlayacaksın?

Senin toprak gibi olmanı isterim.

Ayaklar altında temizlenmeni isterim.

Yolun toprağı gibi ol herkesin ayağı altında.

Alçakgönüllü ol; susmayı meslek edin.

Her iki konuda da sabırlı ol daima.

Sabretmen gerekiyor kısacası.

Kim birkaç gün sabrederse, kavuşur nimete.

Hakk’ı düşünerek sabret daima.

Hak ile, kendinle meşgul ol daima.

Her an zinde olmak istiyorsan,

Tanrının adını hiç düşürme dilinden.

Her an Tanrı korkusuyla, umut içinde yaşarsan,

Ebedî sermayeyi elde edersin Tanrı katında.

Her an nur alabileceğin halde

Neden olmazsın sürekli Tanrı huzurunda?

Yüz şeyden şeref bulsan da

Tanrı huzurunda olmaktan iyi ne var başka?

95.  Hikâye

O divane gönüllü gidiyordu sevinçle.

Gözü ilişti o maharetli bakkala.

Sordu ona: “Mübarek adam!

Beyaz şeker ile badem için var mı?”

Bakkal dedi: “İkisinden de çokça var.

Ama alıcısı çıkarsa.”

Deli dedi ona: “Sen ne yapıyorsun?

Neden iki güzel şeyi hoşça yemiyorsun?

Bu ikisini satarsan yüz naz ile

Bu ikisinden hoş olan ne alacaksın?”

Gönlünün, canının altındaki her nefeste

Kim bilir, ne sırlar saklıdır!

Sırlarla dolu binlerce denizi

Bir nefeste elde edebilirsin.

Bu öğüt yeter sana iki âlemde.

Tanrı olmadan bir nefes çıkmaz canından.

Sen bu nefeslere saygılı olursan,

Bu saygıyla seni getirirler sultanlığa.

TanıTyı an; daha ne kadar şiir söyleyeceksin?

Susmayı meslek edin; daha ne kadar konuşacaksın?

Şiir mükemmelliğin doruğunda olsa da

îyi bakarsan, “erkeklerin hayız hali’dir.

îyi bil şunu; kitabındaki her harf

Puttur; put kuşkusuz senin engelindir.

Şimdi uyan sarhoşluk uykusundan.

Bundan böyle vazgeç putperestlikten.

Yazık ki bir ömür geçti, bir ânı

Her iki âleme değer; bu doğrudur.

Benim ömür satın almam gerekseydi,

Bir an uyuyacak vaktim olmazdı.

Ömrümden geriye bir an kalmışsa,

Bilirim ki daha yüz âlem kalmıştır.

Niçin bunca sözü söylüyorum ki?

Biliyorum çünkü; bugün okumam gerek.

Söyle ilaha ne kadar söyleyeyim?

Kendime bir harf okursam ben

Eğer ahiretten olsaydı haberim,

Sözlerim bu kadar renkli olmazdı.

Ne yazık ki bildiğimi uygulamadım!

İbadet vakti kendi gamımı çekmedim.

Yüz yıl din yolunda yürüsem de

Nasıl istiğfar edeceğimi bilemiyorum.

Her nefesim için istiğfar edecek olsam,

Bir ömür istiğfar edebilir miyim? Bilmem.

Ama benim Tanrım kerem sahibidir.

Günahım büyük olsa da bağışlayıcıdır.

Şaşılmaz buna, ebedî fazlıyla

Bir beytimle bağışlayıcı olursa bana.

96.  Hikâye

îşitmiştim ben, Tuşlu Firdevsî

-ki hikâyecilikte ciddî işler çıkardı-

Yirmi beş yıl kaleminin ucuyla

Şahname’yi döktürüyordu.

Şahname bitince ömrünün sonuna geldi.

Şeyh Ebulkasım büyüklerin büyüğüydü.

İhtiyaç sahibi bir ihtiyar olsa da

Din yoluyla ona ibadet etmedi.

Ebulkasım dedi: “Firdevsî çok söyledi.

Hep soysuz ateşperestleri övdü.

Ateşperestleri överek geçirdi bir ömrü.

Ölüm vakti gelince, dinden habersiz öldü.

Ben onun hakkında riyakâr olamam.

Böyle bir şairin cenaze namazını kılamam.

Zavallı Firdevsî’yi alıp götürdüler.

Onu karanlık toprağa defnettiler.

O gece şeyh rüyasında gördü Firdevsî’yi.

Gözleri yaşlı, şeyhin huzuruna geldi.

Başında zümrüt rengi bir taç vardı.

Üstünde yemyeşil bir giysi vardı.

Şeyhin karşısına oturdu, şöyle dedi:

“Ey canı yakîn nuruyla aydınlanan!

Benim gibi muhtaç birinin kılmadın namazını.

Namazımı kılmadığın için utanıyorsun.

Senin Tanrın meleklerle dolu bir cihanı

Ruhanî feyziyle yoğurulmuş melekleri

Gönderdi. İşte sana Tanrı nın lütfü!

O melekler toprağımda secde ettiler.

Yüksek Cennete gitme beratımı verdiler.

“Firdevsî Cennete girecek” dediler.

Hitap geldi: “Ey yaşlı Firdevsî!

Seni yanından kovarsa o Tuşlu pîr,

Ben seni kabul ettim; bu yüzden güzelce yattın.

Çünkü benim birliğimi bir beytinle ikrar ettin.

Tanrı nın fazlından umudunu kesme.

Cimriliği bizim fazlımıza tanık getirme.

İyi bil şunu; sırların adamıysan,

Asi az olur, fazilet ise çok.

Eğer tüm halkı bağışlarsam,

Bir avuç dışında bağışlamamış olurum.

Tanrım, Sen Attâr’ı bilirsin.

Şiirlerinde hep senin birliğini söyler.

Senin nurunla bir şua gösterir.

Firdevsî gibi hikâyeler anlatır.

Firdevsî gibi senin bol bağışınla

Cennete gönder Attâr’ı fazlınla.

Firdevs Cennetine İlliyyîn derler.

O Cennete sıdk makamı, din kasrı derler.

97.  Hikâye

Yaşlı mı yaşlı bir ihtiyara sordum

Soruyu sorduğumda vefatı yakındı.

“Ey gamlı insan! Yoldaşın kimdir?

Mezar yolunda azığın nedir?”

Cevap verdi: “Habersizlikten ben

Dolu bir gönül götürüyorum, ellerim boş.”

Tanrım, ben bu hayret mabedinde

O ihtiyar gibiyim elim boş, kalbim dolu.

Ebedî yol azığından yana elim bomboş.

Senin fazlınla umut dolu bir gönlüm var.

Tanrım, umudumu boşa çıkarma.

Gönlümün hacetini kabul et kereminle.

Aydınlık tut canımı nurla.

Gönlümü zinde kıl huzurunla.

Saçmalıklarıma rağmen kabul et beni huzuruna.

Sorunlarımın arasında yakın ver bana.

Beni kurtar benden İlahî yardımınla.

Kendi nurunla berat ver tahkîk ile.

Gönlümü sırlar mahremi kıl.

Gaflet uykusundan uyandır beni.

Aydınlat gönlümü Tanrılığınla.

Zenginleştir gönlümü kanaat ile.

Ruhumu aldıklarında hemnefes ol bana.

O aciz halimde koş imdadıma. .

Canım dünya ile ilişiğini kestiğinde

Beni iman nuruyla tut o anda.

İman ile toprağa girdiğimde ben

Korkum olmasın dünya dolusu suçumdan.

Tanrım, bizler bîçareleriz.

Bu hengâmede biz seyirci gibiyiz.

Hepimiz Cennetlik veya Cehennemlik olsak da

Sen bilirsin; çünkü bizi yaralan sensin.

Kim bilir; mânâ, takva sahibi kimdir?

Hangimiz mesuttur, hangimiz, azgındır?

98.  Hikâye

Can çekişme halinde bir ihtiyar hüngür hüngür ağladı.

Sordular ona: “İhtiyar! Ağlamanın sebebi nedir?”

Şöyle cevap verdi: “Yüz yıldır ben

Her halükârda bir kapıyı çaldım.

Şimdi o kapı birdenbire açılacak.

O hasret yüzünden hüngür hüngür ağlıyorum.

Sadece haberdar değilim, bu kapı

Saadet yoksa şakavet kapısı olarak mı açılacak?

Bu felekten düşüyorum şimdi ben.

Yeryüzünün neresine ineceğim? Bilmiyorum.

Benim halim altı yüzlü tavla zarına benzer.

Bakalım bu zarın hangi tarafı gelecek?”

Canı bedenini terk ettiği anda

İki âlem de birbirinden ayrıldı.

Bu tarafta beden baygınlığına daldı.

Öbür tarafta can suskunluğuna daldı.

Birbirinden ayrılan iki şey, kim bilir

Neredeydi? Nereye geldi? Nereye gitti?

Yiğidim! Sana zararı olmaz

“îyi uykular delikanlı!” dersen.

Bir yerden bir beyit hoşuna giderse,

Dua edersin ben bîçareye de.

Bir zaman benim ihtiyacımı karşılar.

Sana hiçbir şekilde zarar gelmez.

Çabuk giden dua yaklaştı mı

İV

Karanlık toprakta nur olur bana.

 Bana rahatlık, sana sevap getirir.  

 Cezalandırılacaksam, kurtuluşum olur.  

 Sen fâni dünyada hoşça otururken

 Ben toprakta nasıl saklı kalırım?

 Önümüzde ne nahoş bir yol vardır!

 Ne kadar şefkatsiziz biz kendimize!  

99.  Hikâye

O derviş ne güzel söylemiş!

“Tanrıdan üç şey dilerim.

Biri, uykuda selametle ölmek.

İkincisi, ölümde kıyamete kadar uyumak.

Üçüncüsü, söylemeye değmez şeyi

Ne diyeyim? Çünkü söylemeye gelmez.

Tanrım, yüreği sağlam olsun fazlınla

Kim bizden iyilikle bahsederse.

Bu şaire bir dua ederse,

O temiz düşünceli insan ışık içinde kalsın.

Kadehinde kan varsa, kalk

Kanlı gözyaşlarını bizim toprağımıza dök.

Çünkü bizden sonra vefalı azizler

Bizim toprağımızda çok ağlarlar.

Gönülden bize hitap ederler.

Ama mezarımızdan onlara cevap gelmez.

Ne acılar çekip gittiler!

Dert, hüzün ile toprak altında yattılar.

Şimdi biz de çok acı çekip gittik.

Dert, hüzün ile toprak altında yattık.

Çok konuştuk, suskunluğu tercih ettik.

Konuşma makamından susma makamına geldik.

Toprak altında çok suskun vardır.

Onlardan kimseyi durumdan haberli görmüyorum.

Binlerce temiz can temiz kalıplarıyla

Bunca toprak dolu yüze fedadır.

Neden bu kadar söylemek gerekiyor ki?

Nasıl olsa toprak altında uyumak gerek.

100.            Hikâye

O bilgili üstattan işittim.

Abbâdî can çekişmeye başlayınca

Abbâse hemen geldi başucuna.

Onun son demlerinde olduğunu gördü.

Ecel seliyle baygın düşmüştü.

Bülbül gibi şakıyan dili konuşmaz olmuştu.

Ona dedi: Ey sözü sohbeti güzel insan!

Konuşurken 'ağzından bal damlardı.

Sen söz ustalarının yanına oturdun mu

Tüm söz ustalarının elini bağlardın.

Neden böyle suskun oldun şimdi?

O büyük hırsın konuşmakta mıydı?

101.            Hikâye

Son nefesleri sırasında sordum babama:

“Nasılsın?” Dedi: “Nasıl olayım oğlum?

Hayretten ne yapacağımı bilemiyorum.

Gönlüm kayboldu, gerisini bilemiyorum.

Şu çok denenmiş yay

Benim gibi ihtiyarın koluyla çekilmiyor.

Âlemin içip durduğu böyle bir deniz

Benim gibi bir damlayla kabarmıyor.”

Ona dedim: “Bir şeyler söyle ama.

Çevgen topu gibi avare oldum ama!”

Bana cevap verdi: “Bilgili evladım;

Tanrının fazlıyla her konuda hünerin var.

Ömrüm boyunca gafletle kendimi gösterdim.

Ne diyeyim? Ömrüm boyunca saçmaladım.”

Son nefesinde şöyle dedi babam:

“Allahım! Muhammed'e iyi bak!”

Babam bunu söyledi, annem “Amin” dedi.

Daha sonra şirin canı ondan ayrılıverdi.

Tanrım; babam ile annemin dediklerini

Kabul et, vur kabul mührünü ona.

Boynum günah altında olsa da

Bu iki ihtiyarın duası yol muskasıdır bana.

Yarabbi, bu iki güçsüz ihtiyarı gör.

Ben gencin canını onlara bağışla.

Temiz yürekli o ihtiyarı hoş tut.

Onun iman ışığını ona mum yap.

İman ile onun saçları apak oldu.

Onu umutsuzluk karanlığında bırakma.

Yine senin dergâhına düştü işi.

Kendi fazlınla koru onu.

O dar mezarda hemnefes ol ona.

Tut elinden onun o yer altında.

Kefenini üstünde Cennet giysisine dönüştür.

Onun üstüne rahmet yağmurunu yağdır.

Onun zayii bedeni toprağa karıştı.

Temizlik yağdır onun şerefli canına.

Nur üstüne nur olan Mustafa'nın canından

Onun canına ulaştır Sûr-i İsrafil esintisini.

Günahım affet, canını kuvvetli tut.

Onun gönlünü din nuruyla aydınlat.

XXX

Tanrını, şahların yanında yoksul adam

Kılıcı, patiskası ile kucak kucağa.

Ben gördüm, ölüp giden insanlar

Hepsi bir kılıç, bir patiskada yattılar.

Bedenim kefen ile patiska getirdi.

Dilim elmas gibi kılıç getirdi.

Şimdi patiska ile kılıç getirdim ben.

Çok yürek dağı, hayâl kırıklığı getirdim ben.

İster çağır ister kov; sen bilirsin.

Hem kovabilir hem çağırabilirsin.

Bundan daha dertli sözü kimse görmemiştir.

Bunun her beytinden kan damlamıştır.

SON

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to