Çeviren: Şadan Karadeniz
Öndeyiş • 7
Zamandizin • 25
Honeste vivere
Alterum non laedere, Suum cuique
tribuere*
Marcus
Aurelius'un adı anıldığında, insan kaçınılmaz olarak, Platon'un ünlü sözünü
anımsıyor: "Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin
yüzü ışırdı." Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümdarlar arasında, belki
de çok azı Marcus Aurelius gibi hem filozof, hem hükümdardı. Bir hükümdarın
filozof olması mı, yoksa bir filozofun hükümdar olması mı daha güç; ikisi de
kolay görünmüyor. Belki de Marcus Aurelius, hükümdar olduktan sonra filozof
olmaya kalkışsaydı, kolay kolay gerçekleştiremezdi bunu. Çünkü, genç yaşta
felsefe dersleri almaya başlamıştı: Bacchius'tan; Stoacılıkla tanışmasını
sağlayan lunius Rusticus'tan; özellikle de çok büyük etkisi altında kaldığı,
daha sonraki yıllarda uzun uzun yazıştığı hocası Fronto'dan. Ama bir yandan
felsefe öğrenimini sürdürürken, bir yandan da kamu işlerinin yönetiminde önemli
görevler üstlenmişti Marcus Aurelius. Başka bir söyleyişle, onu imparator
olmaya hazırlayan bu görevlerin yanı sıra, onun, felsefe öğreni- * Roma hukukunun, Stoa kökenli olduğu
kabul edilen üç ana ilkesi: dürüst yaşamak, hiç kimseyi incitmemek, herkese
kendi hakkını vermek. Marcus Aurelius, bu üç ilkeyi kişiliğinde ve
davranışlarında birleştirmiş biriydi. (Ç.N.)
mini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Marcus Aurelius filozof olmasaydı da,
Roma'nın en ünlü, en başarılı imparatorlarından biri olur muydu? Bu soruyu
yanıtlamak güç -belki de gereksiz- görünüyor. Kesin olan, Marcus Aurelius'un
bir filozof-hü- kümdar oluşunun; onun hem insan, hem imparator olarak başarılarında
büyük payı olduğudur.
Marcus
Antoninus (MS 121-180) Roma'da doğdu. Kendinden Önceki imparator Antoninus
Pius'un yeğeni ve damadıydı. Antoninus öldüğünde, Marcus kırk yaşındaydı.
Amcasının 161 yılında ölümünün ardından, imparator oldu. Marcus Antoni- nus'un
adı -belki de sanı demek daha doğru- Aurelius, Latince 'altın' anlamına gelen
'aureus' sözcüğünden kaynaklanıyor. Çünkü Marcus Aurelius'un on dokuz yıllık
imparatorluğu Ro- ma'nın 'Aurelius'lar Çağı' diye bilinen altın çağma rastlar.
Marcus Aurelius'un hükümdarlığı baştan sona seferlerle geçti. Yabancı
kavimlerle savaşmak için (Mathevv Arnold bunlara "barbarlar" diyor,
haklı olarak, çünkü bir Roma'lı için, Roma'lı olmayan bütün kavimler barbardı)
sık sık, uzun süreler Roma'dan ayrı kaldı. Ön Asya'da, Suriye'de, Mısıüda,
Yunanistan'da, savaşın sürdüğü Tuna yakasındaki ülkelerde, Avusturya'da,
Moravya'da, Yunanistan'da görüyoruz onu. Marcus'un Düşünceler'inin büyük
bir bölümü bu ülkelerde yazılmıştır; bu bölümlerin kimilerinin -örneğin II.
kitabın- başında, "Gran ırmağı kıyısında Quadi topraklarında
yazıldı" sözcükleri yer alıyor. Aym biçimde, III. kitabın başında da,
"Carnuntum'da yazıldığı" belirtiliyor.
Eski
Stoacılık
Stoacılığın
MÖ 300'de Atina'da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu kabul edilir. Adını
Atina Agorası'nın yanında, Ze- non'un ders verdiği Poikile Stoası'ndan (Resimli
Stoa) alır, (stoa, sütunlu galeri anlamına gelir). Zenon, Ksenophon'un Sokrates'in
Anılan'yla Platon'un Apologia'smdan (Sokrates'in Savunması) büyük
ölçüde etkilenmiş, Sokrates'e hayranlık duymuş, daha sonra Yunan felsefesinin
çeşitli öğretilerini temsil eden filozofların derslerini izlemiştir. Kinik
öğretiden, özellikle Diogenes'in yaşam biçiminden etkilenen Zenon, ilk
yapıtlarım tümüyle kinik görüşle yazmıştır. Ancak, daha sonra kiniklerin
öğretisinde temel değişiklikler yaptığı görülür. Bunların en önemlisi, insanın
ahlaksal özgürlüğüne; kiniklerin inandıkları gibi, töreleri, her türlü uygarlık
düzenini sert bir biçimde yadsıyarak değil, üstün bir doğallıkla
ulaşılabileceği düşüncesidir. Eski İyonya felsefesinin, özellikle de
Herakleitos'un etkisindeki Stoacılığın tümtanrıcı ve maddeci dünya görüşünün
temelinde güç, gerilim fikri yatar. Doğadaki başlıca varlıklar cisimlerdir, ama
hiçbirinde etkin ilke, neden, güç, maddeden ayrı düşünülemez; güçten yoksun
madde olmadığı gibi, maddeden yoksun güç de yoktur. Gücün cisimden ayrılmaması
onun cisimsel olduğunu gösterir. Bu güç, dünyanın ruhudur, Tanrıdır. Evrende
her şey birbirine bağlıdır, dünya ruhuyla doludur, bu ruh ise hiçbiri yazgıdan
kaçamayan şeylere can verir.
Zenon, önce
yerleşik ahlâk yaklaşımlarının köklü bir eleştirisini yapmış, insan için
gerçek 'iyi'nin; sağlık, zenginlik ya da mutluluğu dünyasal başarıya bağlayan
herhangi bir değerler dizisi olmadığını savunarak, kesin anlamda yalnızca
erdem ve erdemsizliğin iyi ve kötü sayılabileceğini belirtmiştir. Zenon'a göre,
erdem; bütünlüğe ve dinginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak her zaman
yararlı, erdemsizlik ise parçaları arasında sağlam ilişkilerden yoksun,
dolayısıyla huzursuz bir zihin durumu olarak her zaman zararlıdır. Bunların
dışında her şey mutluluk açısından görecedir; çünkü örneğin sağlık da,
zenginlik de hem iyiliğe, hem kötülüğe yarayabilir. Erdemli insan mutlu
olabilmenin bütün koşullarına sahiptir. Erdemsiz insan ise alışılmış anlamda
nelere sahip olursa olsun, tümüyle mutsuzdur. Dolayısıyla mutluluk insanın
doğma, yetişme ve yaşama koşullarına bağımlı değildir. Her insan doğal us
yürütme yeteneğiyle iyi yaşama ulaşabilir. Değerlerinin doğruluğunun ya da
yanlışlığının ölçüsü ise, kişinin duygusal denge ya da dengesizliğidir. Korku,
tutku, üzüntü gibi duygusal çalkantılar erdemsizliğin göstergeleridir; çünkü
güçsüz ve kendi içinde bölünmüş bir zihinden kaynaklanırlar. Oysa her zaman
iyiye sahip olan erdemli insan, dengeli ve dingindir; sıradan insanları sarsan
geçici olaylar onun erdemini etkilemez. Erdemli insan kendisinin ve başkalarının
maddî koşullarını iyileştirmek için çalışır, ancak bu eylemlerinin değeri,
dışarıdan bakıldığında görülen başarısıyla değil, yöneldiği amacın
erdemliliğiyle ölçülür.
Bu ahlâk görüşüyle Stoacılık Antikçağ'ın en etkili felsefe görüşlerinden
biri oldu; çünkü geleneksel ırk, toplumsal konum ve cinsiyet sınırlarını aşarak,
ortak bir insanlık ülküsü geliştirdi. Mutluluğun temellerini insanın içinde
bularak, bunları bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük erdemleriyle
özdeşleştirerek, karşılıklı yardımlaşmanın birleştirdiği bir insanlık öngördü.
Eski Yunan ve Roma dünyasının çok farklı topluluklarında olumsuzluklarla
karşılaşan bireye destek olabilecek bir ahlâk sistemi ortaya koydu. Aynı
zamanda toplum için üyelerinin ahlâklılığına ve usa dayalı bir "doğal
hukuk"un geliştirilmesine katkıda bulundu. Bu yüzden Stoacılık bütün
Antikçağ boyunca MS 2. yüzyıla değin yandaş buldu.
Sonraki Batı düşüncesinde Stoacılığın bu ahlâk öğretisi, Stoacı olmadığı
söylenmekle birlikte, bu görüşü benimseyen Cicero'nun yapıtlarıyla ve Roma'h
Stoacılar, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius'un metinleriyle yaygınlaştı.
Stoacılığı ilk kez sistemleştirenler ise, Zenon'un çevresini ve ardıllarını
oluşturan Atinahlarla Yunanca yazan Doğulular, özellikle Kleant- hes,
Khrysippos, Panaitios ve Poseidonios'tur. Bu düşünürler kozmoloji, fizik, mantık
ve psikoloji gibi alanlarda Stoacılığa önemli katkılarda bulundular. Platon'un
Atina'daki izleyicileri olan Akademia Kuşkucularının eleştirilerinin de
Stoacılığın geliştirilmesine katkısı oldu.
Felsefeyi ilk kez mantık, fizik (metafizik) ve etik olmak üzere üç dala
ayıran filozofun Zenon olduğu söylenir. Sokra- tes'in ve kiniklerin
öğretisinden yola çıkan Zenon'un felsefesinin ağırlık merkezini etiğin
oluşturması doğaldır. Ancak Zenon, ahlâkı bilimsel olarak temellendirmek için
fiziği gerekli sayar; öte yandan, fiziği de, ahlâkı da, mantıkla desteklemeye
çalışır. Zenon'un metafiziği, kinik öğretiye dayanır, dolayısıyla materyalist
ve monist bir metafiziktir; Aristoteles'in madde ile formu iki ayrı ilke olarak
kabul eden düalist metafiziğiyle çelişir. Zenon metafiziği, Sokrates-öncesi
doğa felsefesinin metafiziğine, özellikle Herakleitos'un Öğretisine dayanır.
Buna göre, yalnızca maddî olan, cisimsel olan asıl gerçektir; çünkü yalnız
maddî olan varlık bir şey yapmaya ve bir şey yapılmaya elverişlidir; bundan
ötürü, evrenin ilkesi maddî bir şeydir. Bu ilke de; bir etkin, bir de edilgin
öge içerir: devindiren "neden" (etken) ile devindirilen ilk madde
(protohyle).
İlk
Stoacıların yazılarının çoğu günümüze ulaşmamış olmakla birlikte, eldeki
metinler temel görüşleri konusunda yeterli bilgi vermektedir. Klasik
Stoacılıkta evren, tanrısal olarak belirlenmiş bir olaylar dizisinden oluşur.
Her şeyi kapsayan ussal bir etken olan tanrısal bir ilke bütün evrene biçim ve
yön verir. İnsan zihni de tanrısal usun bir "parçası" olarak evreni
kavrayabilir. Böylece "doğaya uygun yaşama" olanağına sahip olan
insan, kendi usunu geliştirirken tanrısal olarak yönlendirilen doğayla uyum
sağlar. Stoacı ahlâk, böyle bir evren, dolayısıyla böyle bir doğa anlayışına
dayanır, bu anlayışla uyum içindedir. Stoacı ahlâk, evreni olduğu gibi
kabullenir; çünkü evrendeki uyumu kavrayan insan, kendisine "kötü"
gelebilecek bazı olayların evrenin bütünü içinde gerekli ve zorunlu,
dolayısıyla iyi olduğunu anlayacaktır. Sonuçta ulaşılan dingin ve huzurlu ruh
hali Stoacılıkta "bilge" insanın zihinsel durumudur.
Antikçağ
sonrasında Stoacılığın en önemli etkisi, kendi usunu geliştiren insan ülküsü
doğrultusunda birçok Stoacının mantık, dilbilgisi ve matematik gibi ussal
alanlarda yaptıkları çalışmalardan kaynaklanmıştır. Bir ahlâk görüşü olarak
ise, Pla- tonculuğun çeşitli biçimleriyle kaynaşarak, kendisinden sonraki
Hıristiyanlığın ilk kuramcıları olan Kilise Babaları'nm görüşlerine katkıda
bulunmuştur.
Zenon'un
ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu onun öğretisini az çok değiştirerek,
peripatetik ve kinik felsefeye yaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden
sonra Stoa okulunun başına geçen Assos'lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle benimseyerek
geliştirmiştir. Böylece, Stoacılık; Zenon'dan, Epikte- tos'a, Epiktetos'tan
Marcus Aurelius'a dek, bölünmez bir bütün oluşturur.
Stoacı
ruhbilim; şeylerin bizdeki izlenimlerinin yalnızca edilgin duygulanımlar
olduğunu öne sürer; algının ortaya çıkmasıyla birlikte olumlama ve yargı, yani
güç ortaya çıkar. Fikirlerin birbirine yaklaşması, bağlanması iradenin
olduğunca zekânın da işe karışmasını gerektirir. Deney, her türlü bilginin
kaynağıdır; hatta, deneye yol gösteren ilkeler de daha önceki ve daha yüksek
düzeyde bir deneyimden türemiştir. Stoacı ahlâkın ana fikri, yüce 'iyi'nin,
erdeme ulaşmak için gösterilen çabada bulunduğudur. Bunun dışında her şey, haz
da, acı da, sağlık da, hastalık da, zenginlik de, yoksulluk da boştur. Erdemde
ve kötülükte basamak yoktur; bütün kötülükler birdir. Bilge kişi; erdemi,
dolayısıyla da mutluluğu elde etmiş kişidir.
En yüce
iyilik erdemdir. Erdem doğaya uygun olarak yaşamaktır. Doğaya uygun olarak
yaşamaksa usa uygun olarak yaşamaktır. Erdem insanın kendi benliğinde uyum
sağlamasıdır; benzerleriyle, giderek tüm doğayla uyum içinde yaşamasıdır. Ruh,
us'ta güç harcar, gerilir, buna karşılık tutkuda kendini bırakır. Bu nedenle,
bilge kişi tutkudan uzak durmalıdır; kendini tutmalı, bırakmamalıdır.
"Katlan ve kendini tut", Epiktetos'un sık sık andığı bir özdeyiştir.
Doğaya, yani
usa uygun olarak yaşamak; evreni yöneten ussal yasayla bütünleşmektir. Duygular
ruhun yanlış fikirlerden kaynaklanan düzensiz devinimlerinden başka bir şey değildirler:
Bu nedenle, biricik gerçek 'iyi' olan erdem, aynı zamanda kayıtsızlıktır.
Bilge kişi, gerçekliğin karşısında özgür ve etkilenmezdir, yazgının ona
getirdiğine dingince katlanır. Stoacı ahlâk, öte yandan, bütün insanların
dayanışmasını öngörür. İnsanları birleştiren; tanrısal ustur (logos). Logos,
evrensel birliğin temelini oluşturur; bu temele dayanarak, her insanı dünya
yurttaşı kılan, tanrısal ustur.
Stoacı
ahlâkta, "doğal olan"la, "doğaya aykırı olan" karşıtlığı
vardır. "Doğaya aykırı olan", usa aykırı olandır, insanda içgüdülerin
ağır basması, üstünlük kazanmasıdır; "doğal olan" ise, "usa
uygun olandır"; herkeste bulunan, herkeste bir olan usun egemen olmasıdır.
Öte yandan, Stoacılar, yüce 'iyi'nin erdem olduğu, erdeminse doğanm yasasına
uymak olduğu savını öne sürerek, ilk kez, ahlâk felsefesine "ödev"
kavramını getirmişlerdir; onlara göre, "olan"la "olması
gereken" arasında bir ayrım vardır. Doğaya, usa uygun bir yaşam sürmek bir
ödevdir; bilge kişi, usun yasasına uyarak bu ödevi gerçekleştirecektir. Zenon'a
göre, mutlu olmak için erdem yeterlidir. Erdem tek başına eksiksiz bir
mutluluğu sağlayabildiğine göre, erdem dışında hiçbir şey bir değer sayılamaz;
bu nedenle, sıradan insanların değer saydıkları şeyler, zenginlik, maddî
zevkler, ün, saygınlık, sağlık, dahası yaşamın kendisi bile bilge için ilgisiz
kalınacak şeylerdir. Ne ki, Stoacı, mutluluk için bir değeri olmasa bile, doğal
varlığımız bakımından bir değer olan, dolayısıyla bizde istek uyandıran bazı
şeylerin varlığını da kabul eder. Öyle şeyler vardır ki, bunlar
"iyi"nin içinde yer almazlar, ama bütün bütün değersiz de
değildirler. Örneğin: yetenek, beceri, sağlık, güç, zenginlik, saygınlık, iyi
bir soydan gelme. Ama bütün bunlar; tam erdem, tam iyi karşısında hep görece
şeylerdir. Yaşamın kendisi bile erdem gibi mutlak iyi değildir, gerektiğinde
ondan da vazgeçilebilir. Gerçekten, Zenon da, Kleanthes de, Seneca da
canlarına kıyarak son vermişlerdir yaşamlarına.
Stoacı
ahlâkın kendi kendine yeten bilge ideali, bireyci bir öğretidir. Öte yandan,
"doğa yasasına bağlanma" kavramı bu bireyciliğin karşı ağırlığını
oluşturur; bir denge kurar. Çünkü aynı yasaya bağlı oldukları için erdemli
kişiler yalnızlıktan kurtulur, bir araya gelirler. Bu nedenle, Zenon, insamn
toplum halinde yaşama gereksinimini doğal ve usa uygun sayar. Ne var ki,
Zenon'a göre, bu gereksinim, bir yandan bilge kişiler arasındaki dostluklar,
öte yandan bütün us sahibi insanların topluluğu çerçevesinde giderilmelidir.
Bu ikisi arasında kalan ayrı ayrı ulusların kendilerine göre devletler içinde
toplanmaları ilgisiz kalınması gereken bir şeydir. Bilge kişi evrenin
gidişinde yer alan şeylere bir yazgı olarak uyar, ancak elinden geldiğince de
bunlardan uzak durmaya çalışmalıdır. Kendi kendine yeten bilgenin artık
topluma, devlete gereksinimi yoktur; tüm tarihsel- halkçı ayrılıklar usun
önünde ortadan çekilir; çünkü us (doğa) tüm insanlara aynı yasayı, aynı hakları
vermiştir. Stoacı bilgenin toplumsal ideali dünya yurttaşlığıdır
(kozmopolitlik). Bireycilikle tümcülüğü uzlaştırmaya çalışan Stoacı kuramın
özelliği, bireyden insanlığa, bu en genel topluluk biçimine doğrudan doğruya
geçmesidir.
Gerçi Zenon,
bir engel olmadıkça, bilgenin devlete yararlı olmasını öğütler, ancak yüce
ahlâksal bir ülkü olarak dünya yurttaşlığı, bütün insanlarm kardeşliği, zümre
ve ülke ayrılıklarının üstünde insanlarm hakça eşitliği anlayışı, Stoa
akımının sonuna dek ideali olarak kalmıştır. Kökü sofistlerde olan ve doğal
hukuk anlayışına yol açan bu düşünceler; zaman içinde, çağdaş hukuk
sistemlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendiği Roma hukunun temelini
oluşturacaktır. Stoacılığın, hukuka ve ahlâka en büyük katkısı budur belki de.
Orta Stoa
Zenon'un
ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu öğretisini az çok değiştirerek, peripatetik
ve kinik felsefeye yaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden sonra Stoa
okulunun başına geçen Assos'lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle benimseyerek geliştirmiştir.
Zenon'dan, Epiktetos'a, Epiktetos'tan Marcus Aurelius'a dek, bu felsefe
bölünmez bir bütün oluşturur.
Stoacı
öğretiler gerek fizik gerekse mantık alanında başlangıçtaki sistematik
güçlerini zamanla büyük ölçüde yitirmişler, yalnızca ahlâkı desteklemeye
yararlı olmuşlardır. Stoacılık, MÖ 2. ve 1. yüzyıllarda, felsefe öğretilerini
birbirine yaklaştırma çabası göstermiştir. Orta Stoa adıyla anılan bu dönem Stoacılığı,
Platon ve Aristoteles felsefelerinden birçok düşünceler alıp bunları kendi
öğretisiyle kaynaştırmış,,bütünleştirmiştir. Böylece, Eski Stoa'nm. (Zenon,
Kleanthes, Khrysippos'un) ahlâk anlayışı daha ılımlı bir hale gelmiş,
Stoacılığa duyulan kuramsal ilgi artmıştır. Orta Stoacılığın başlıca
temsilcileri olan Panaitios ile Poseidonios'un görüşleri, ilk bakışta
görülebileceği gibi, Platon ve Aristoteles felsefelerine yaklaşmıştır.
Poseidonios, Pytha- gorasçılarla Doğu düşüncesinden de etkilenmiştir.
Yeni
Stoacılık ya da Roma Stoacılığı
Roma'lılar
Stoa öğretisinden büyük ölçüde etkilenmişlerdir; bunun nedeni, Stoacı
öğretinin; eski Roma'hların kahramanca yaşama ideallerine, disiplinli siyasal
ahlâkına en uygun felsefe disiplini olmasıydı. Roma, Stoacılığı önce Orta Stoa
öğretisinin eklektik biçimiyle tanımıştı. Bu eklektizme karşı Roma'da doğan
tepki; bir yandan Eski Stoacılığın başlıca köklerinden biri olan kinizmin
yeniden uyanması, giderek gezici kinik vaizlerin türemesi; öte yandan da, Yeni
Stoa ya da Roma Stoası denen bir akımın ortaya çıkması olmuştur; bu akımın
amacı, Eski Stoa öğretisini yeniden kurmaktı. Bu akımın başlıca temsilcileri
Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius'tur. Roma Stoacılığının bu üç büyük
temsilcisinin ortak yanı, öğretinin ağırlık merkezine ahlâkı yerleştirmeleri
olmuştur.
Seneca, Roma
soylu sınıfının saygın bir kişisi, bir filozof olmasının yanı sıra, sanatçı ve
devlet adamıydı; büyük bir yazar, parlak bir üslupçuydu. Hierapolis'li
Epiktetos ise farklı bir toplumsal sınıftan geliyordu; azatlı köleydi. Önce
Roma'da öğretmenlik yapmış, imparator Domitianus'un filozofları Roma'dan
sürmesi üzerine, Yunanistan'da Epiros'a gidip burada ün salan bir okul
kurmuştur.
Epiktetos,
Eski Stoacılığın katı ahlâkını benimsemiştir. Her bakımdan bağımsız olan, tam
bir Stoacıya yakışacak bir yaşam sürmüş, kuramdan çok pratiğe değer vermiştir.
Ona göre, Orta Stoa, asıl Stoacılıktan bir sapmadır. Epiktetos'un kendi kendini
denetleme yetisinin şaşılacak ölçüde gelişmiş olduğu, onun, kolunu büken
efendisine verdiği ünlü yanıtta açıkça görülür. İlkin, yumuşak bir dille uyarır
efendisini: "Kolumu bükmeyin, efendim, sonra kırılır," der. Efendisi
aldırmaz, Epiktetos'un kolunu bükmeyi sürdürür, sonunda gerçekten kırılır kol.
Epiktetos'un tepkisi, serinkanlılıkla: "Söylemiştim size, kırıldı
işte," demek olur.
Marcus
Aurdius'un Stoacılığı
Roma
Stoacılığının üçüncü önemli temsilcisi Marcus Aure- lius'un, Stoacı öğretilerin
zamanla, başlangıçtaki gerek fiziksel gerekse mantıksal alandaki sistematik güçlerini
büyük ölçüde yitiren, ahlâksal yanı gittikçe daha ağır basan bu öğretinin büyük
ölçüde etkisi altında kalması doğaldı; çünkü imparatorun hocaları ve dostları
arasında, ona Epiktetos'u tanıtan lunius Rusticus; Apollonius; Claudius Maximus
ve Cinna Catulus gibi kimseler bulunuyordu.
Marcus
Aurelius, bir imparator-filozof oluşuyla öteki iki filozoftan ayrı bir konuma
sahiptir. Gerçekten de, bir hükümdarla bir azatlı kölenin, Epiktetos'la Marcus
Aurelius'un, aynı felsefî öğretiyi benimsemiş olmaları büyük ölçüde, Stoacı
ahlâkın, tüm insanları -sınıfsal ayrımların ötesinde- kardeş gibi görmesine,
yalnızca Roma devletinin yurttaşı değil, dünya yurttaşı saymasına bağlanabilir
belki de. Marcus Aurelius'un imparator oluşu, görevinin yüksek sorumluluğunun
bilincinde olmasını gerektiriyordu. Ama boş zamanlarında kendisini bir birey
olarak ciddî ve disiplinli olma yönünde geliştirmeye çalıştığı, sürekli
denetim altında tuttuğu biliniyor. Marcus Aurelius'un, bu "içebakışı"
nedeniyle, Düşünceler adlı yapıtı kimilerince, "Kendime
Bakışlar" diye de anılır. Marcus Aurelius, kendini tam bir Roma'h yurttaş,
bir imparator, görev başında bir asker gibi görür. İktidarda olan birini
kolayca kışkırtacak duygulardan kaçınır; ölçüsüz davranma, öfkeye kapılma, işi
oluruna bırakma, özellikle de kendini beğenmişlik gibi tuzaklara düşmekten sakınır;
tam bir Stoacı erdemi, alçakgönüllülüğüyle davranmak için kendini sürekli
olarak denetler, bilgeliğe erişmek için çaba harcar. Stoa felsefesinin dinsel
yanı, en güçlü biçimde Marcus Aurelius'ta görülür. Seneca da, Marcus Aurelius
da ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar; oysa Epiktetos ölümden sonraki bir yaşamın
varlığını kabul etmez.
Düşünceler
Marcus
Aurelius'un, değişik adlarla -Günce, Açıklamalar, Anılar, Kendi Kendime,
Düşünceler- adlandırılan kitabı; çoğaltılıp yayımlanmak için yazılmamıştı;
başkalarına öğüt vermek için de yazılmamıştı. "Sen" diye seslendiği,
okur değil, kendisidir. Kendi kendisiyle söyleşidir Düşünceler baştan
sona. Kitap boyunca, Marcus Aurelius, kendi kendisine öğütler veriyor,
uyanlarda bulunuyor. Bu da onun, kendini geliştirmek, hep Stoacı bir
görüngeden, "bilge" kişi olmak için nasıl davranması gerektiği
üstünde sürekli olarak düşündüğünü gösteriyor. Doğal olarak, "nasıl
davranmalı" sözcükleri "ahlâk"ı getiriyor insanın usuna, hemen.
Böylece de, Düşünceler'de, Marcus Aurelius'un, "ideal" insan
-olmak değilse de- olabilmek, olmak yolunda kendini geliştirme sürecini
buluyoruz. Öte yandan, Düşünceler'de, Stoacı değerlerin, kimi kavram ve
imgelerin sık sık yinelenmesi de, yapıtın, Marcus Aurelius'un kendisi için
yazıldığına kuşku bırakmıyor. Yunanca yazılmış olan Düşünce- ler’in
elyazmasınm, Marcus Aurelius'un ölümünden sonra, onun düşünceleriyle ilgilenen
sınırlı bir çevreye nasıl yayıldığı bilinmiyor.
4. yüzyılın
ikinci yarısından az sonra, Temistius'un, yapıta, Uyarılar adıyla kısaca
değinmesi bir yana bırakılırsa, Marcus Aurelius'un Bizanslı yazarların
yapıtlarında daha geniş biçimde anılması ancak 10. yüzyıldan başlayarak
olmuştur.
Düşünceler'de,
Marcus Aurelius'un içsel yaşamını buluyoruz. Stoacı dünya görüşü açısından,
evrene, doğaya, günlük olaylara, insanlara, insanın çeşitli hallerine,
duygularına, tutkularına, insan ilişkilerine Stoacı bir görüngeden bakıyor
Marcus Aurelius. Yalnızca temaların değil, belli konuların, düşüncelerin,
imgelerin de, sık sık yinelendiğini görüyoruz Düşünceler'de; Marcus
Aurelius'un dışsal yaşamına ilişkin çok az bilgi edinebiliyoruz. Bu bilgilerin
belki de en ilginci, I. Kitap'ta yer alan bilgilerdir. Burada, Marcus Aurelius
öğrenimi hakkında bilgi vermekte, öğrenimini ve karakterinin oluşmasındaki
etkilerinden ötürü borçlu olduğu kişilerin adlarını sıralamakta, onlara
duyduğu gönül borcunu dile getirmektedir.
Marcus
Aurelius'un en çok yinelediği temalar; Stoacılığın, evren, us, usa uygun
yaşamak, yönetici ilke, yaşam, ölüm, zaman, her şeyin akıcılığı, evrende her
şeyin sürekli bir değişim içinde oluşu, ün, mal mülk gibi dünyasal değerlerin
geçiciliği, insanların kukla gibi içgüdüleri tarafından oynatılması, yaşamın oyuna,
insanların oyunculara benzetilmesi, insanın evrenin bir parçası olduğu, tüm
insanlarm birbirleriyle akraba, giderek kardeş oldukları gibi temalarıdır.
Bunlara Düşüncelerden alıntılarla örnekler verelim:
Evrenin
birliği: "Her şey birbirine bağlıdır, onları birbirine bağlayan bağ
kutsaldır: hemen hemen hiçbir şey insana yabancı değildir. Çünkü her şey
birbirleriyle ilişkili olarak düzenlenmiş olup birlikte evrenin düzenini
oluştururlar. Varolan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya vardır, onları kuşatan
Tanrı tektir, öz tektir, yasa tektir, tüm düşünen varlıklarda ortak olan us
tektir; gerçek de tektir, eğer aynı türden olan ve aynı usu paylaşan tüm
varlıkların yetkinliği doğruysa."
Marcus
Aurelius'un Düşünceler'inde, evrenin tek bir tanrısal organizma olduğu,
bunun içerdiği tanrısal usun bu organizmaya can verdiği fikri sık sık
yinelenmektedir: "Evreni, tek bir maddeyi ve tek bir ruhu içinde
barındıran biricik bir canlı yaratık olarak düşün; bütün şeylerin bu varlığın
bilinci tarafından özümlemniş olduğunu; her şeyin tek bir dürtü sayesinde olup
bittiğini ve bütün bu şeylerin nasıl bir araya gelip her şeyin ortak nedenini
oluşturduklarını, onların birbirine nasıl zincirlendiklerini, nasıl
bağlandıklarını düşün."
Evrenin bu
birliğinden; bütünün iyiliğinin, onu oluşturan parçaların iyiliğinin sıkı
sıkıya birbirlerine bağlı olduğu çıkar- sanır. Örneğin, V. Kitap 30. bölüm'de,
şöyle diyor Marcus Aure- lius: "Evrenin zihni toplumsaldır. Bundan dolayı,
aşağı varlıkları üstün varlıkların yararı için yaratmıştır, üstün varlıkları
da birbirlerine uyarlamıştır. Bunların her birine nasıl boyun eğdirdiğini,
onları nasıl eşgüdümlü kıldığını, nasıl yeteneğine göre her birine ona düşen
payı verdiğini ve en iyilerinin, nasıl karşılıklı uyum içinde olmalarını
sağladığını düşün."
Marcus
Aurelius, toplumsal etiğini, evrenin bu determinis- tik görüşü üstüne kuruyor:
İnsanın doğası da ussal ve toplumsal ve tüm öteki varlıklarda ortak olduğu
için, bütün insanları gözetmek doğa ile uyumludur.
"Evrensel
doğanın ne istediğini görüp kendilerini ona göre eğitselerdi, ardından giderdim
onların; ama yalnızca sahnede kasıla kasıla rol yapan oyun kişileri gibi rol
yaptılarsa, hiç kimse onları taklit etmeye yargılı kılmadı beni. Felsefenin
işi yalın ve onurludur; boş böbürlenmelere kışkırtmayın beni."
Atomlar, tanrılar: Marcus Aurelius, Demokritos'un atom kuramından
etkilenmişti. "Madem ki sana bağlı, bunu niye yapıyorsun? Eğer başkasına
bağlıysa kimi suçlayacaksın? Atomları mı yoksa tanrıları mı? İster birileri
olsun, ister ötekiler, saçma bir şey olurdu bu. Hiç kimseyi suçlamamalısın.
Eğer elinden geliyorsa, insanı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendisini; onu da
yapamıyorsan, suçlamak neye yarar? Çünkü hiçbir şey amaçsız yapılmamalı."
"Ya, her
şey, tek bir varlıkta olduğu gibi, tek bir ussal kaynaktan doğar, ki o zaman
hiçbir parça, bütünün çıkarma olan şeye kusur bulmamalıdır; ya da yalnızca
atomlardan ve rastge- le birleşip dağılmalardan başka bir şey yoktur."
"Atomlar
olsun, doğa olsun, her şeyden önce, benim doğa tarafından yönetilen bütünün bir
parçasını oluşturduğum ve doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalara bir
akrabalık bağıyla bağlı olduğum açıktır."
"Evrenin
dölyatağma döndüler ya da parçalanıp atomlara ayrıldılar."
Yaşam:
"... her birimizin yalnızca şimdiki zamanda, bu kısacık anda yaşadığını
unutma; geri kalan günlerimiz ya çoktan geçip gitmiştir ya da bilinmeyen
gelecektedir. Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır..."
Ölüm:
Stoacılık, evrende varolan her şeyi, bu arada kendi yaşamını tam bir içtenlik,
dingin bir zihinle kabul edebilen insan usunun; yaşamını evrenin düzenine
uydurabileceğini, ölümünü de evrendeki olaylar zincirinin zorunlu bir halkası
olarak dinginlikle kabul edebileceğini savunur. Ölüm düşüncesi, Düşünceler’irr
başından sonuna dek sık sık yinelenmekte, neredeyse yapıtın tümüne iz
düşürmektedir:
"İnsan ömrü bir an sürer, özümüz artsız aralıksız bir akış,"
algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı, ruhumuz bir kargaşa,
yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenilmezdir."
"...insan yaşlı da ölse genç de ölse, ölünce aynı şeyi yitirir:
şimdiki zaman insanın yoksun kalabileceği biricik şeydir, çünkü sahip olduğu
biricik şeydir, hiç kimse sahip olmadığı bir şeyi yitiremez."
"Ölüm ânında kendi kendine şöyle diyebiliyorsan, şu dünyadan çekip gitmek
senin için daha kolay olacaktır: 'Çok tuhaf bir yaşamı ardımda bırakıyorum;
uğrunda onca çaba harcadığım, onlar için onca yakardığım, öylesine özen
gösterdiğim arkadaşlarım bile, belki de, ölümümden ötürü bir anlamda ferahlayacaklarını
umarak, çekip gitmemi istiyorlar.' Öyleyse bu dünyada daha uzun yaşamak için
neden var mı? Ama bunun için, arkadaşlarından daha az sevgiyle ayrılmamalısın,
tersine, kişiliğine uygun olarak, onlara dostluk, iyilik, sevecenlik göstermelisin."
Zaman: Zamanın hızla akıp geçmesi karşısında yapılması gereken şey,
"an"ı, "şimdi"yi yaşamaktır. Ama bu, Epikurosçu- larm
anladıkları anlamda "an"ı yaşamak değildir. Marcus Aurelius'un
dediği, zamanın akışı karşısında "an"m değerini vermek, ama bunu
kuşkusuz, Stoacı ahlâkın ilkelerine göre yapmaktır. Marcus Aurelius, zamanın
hızla akışını: "insanın uçarken görüp gönül verdiği bir serçenin daha ona
sevdalanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gidişine" benzetiyor.
Her şeyin sürekli bir akış içinde olması: Düşünceler'iri birçok
yerinde karşılaştığımız, "akan ırmak" ya da "akan madde"
imgesi, "Fanta rei" (her şey akar) diyen Herakleitos'tan esinlenmiş
olsa gerek: "Özümüz artsız aralıksız bir akış"tır, diyor Mar- ı iıs
Aurelius. "Kimi şeyler doğma, kimileriyse ölme telâşında; doğmakta olan
şeyin bir parçası şimdiden ölüyor, ya da çoktan öldü bile; ama bu sonsuz akış
ve dönüşüm dünyayı sürekli olanı k yeniler, tıpkı artsız aralıksız akıp giden
zaman ırmağının sonsuzluğu yenilemesi gibi."
Aşağıdaki
alıntılarda, hem her şeyin durmadan aktığı, hem insan ömrünün bir ancık
sürdüğü, hem de felsefenin bize kalan tek avuntu olduğu düşüncesini buluyoruz:
"Tek
sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ırmak- lır, ruhumuza ait olan
her şey de salt düş ve yanılsamadır; yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı
ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bize koruyacak ne
kalıyor geriye? Tek, biricik şey, felsefe."
"Varolan
ve doğan her şeyin nasıl hızla geçtiğini, yokolup gittiğini düşün sık sık.
Çünkü madde durmadan akan bir ırmağa benzer, etkinlikleri sürekli dönüşümlere
uğrar, değişkeleri sonsuzdur, hemen hemen hiçbir şey dural değildir, elini
uzat- san tutabileceğin kadar sana yakın olan şey bile."
"Kumulların
üst üste yığılarak öncekileri gizlemeleri gibi, yaşamda da geçmişteki
olayların, ardından gelenlerce hızla gizlenip yokolduklarmı düşün...."
Değişim-dönüşüm,
Düşünceler'in birçok yerinde geçiyor. Örneğin: IX. Kitap 19. bölümde:
"Her şey dönüşür, sen de sürekli bir dönüşüm içindesin ve bir anlamda,
sürekli bir çözülme içinde. Tüm evren de böyledir."
İnsanların
kukla gibi oradan oraya çekiştirilmesi: "...dürtüler tarafından kuklalar
gibi oradan oraya oynatılmak..." (III. Kitap, 16. böl.)
"...bedeninin
köle olmasına, ya da bir kukla gibi bencil dür- tülerce oradan oraya
sürüklenmesine (...) izin verme. "
"Varlığının
iplerini devindiren gücün kendi içinde gizli olduğunu unutma: bu, etkinliğin,
yaşamın, denebilirse insanın kendisidir."
Platon da
kullanmıştır bu imgeyi, ama değişik bir biçimde: insanların, ideal olarak, usun
ya da yasanın 'altın ipleri'ne boyun eğmeleri anlamında.
Ünün
geçiciliği: "En uzun süren ünler bile kısadır; (...) kısa bir süre sonra
ölmeye yazgılı bir zavallı ölümlüler kuşağından ötekine geçer onlar da."
(III. Kitap 16. böl). VII. Kitap 34. bölümde ise şöyle diyor: "İyi şeyler
yapmak, ama karşılığında kötü bir ün kazanmak bir hükümdarın yazgısıdır."
Bu sözlerin buruk bir tınısı varsa da, Marcus Aurelius'un bir filozof-impa-
rator olarak "iyi ününün" neredeyse iki bin yıldır süregelmesi- nin
onun bu düşüncesini boşa çıkarması, bir anlamda bir ironi bile sayılabilir.
"Ölümünden
sonra ün kazanmayı tutkuyla isteyen kişi; onu anımsayacak kimselerin her
birinin çok geçmeden, sırası gelince öleceğini, onların ardından gelenlerin de
başına aynı şeyin geleceğini, anısının, sürekli olarak bu kişilerin birinden
öbürüne geçerken, sırayla bir yanıp bir sönerek sonunda tam bir yokoluşa
varacağını düşünmez."
İnsan
ilişkileri: Yaşamını bir imparator yalnızlığı içinde geçiren Marcus Aurelius,
insan ilişkilerinin değerini derinden duyuyordu: "Bugüne dek, tanrılara,
ana babana, kardeşine, karma, çocuklarına, öğretmenlerine, eğitmenlerine,
arkadaşlarına, akrabalarına, hizmetçilerine nasıl davrandın? Şimdiye dek
onların hepsine 'hiç kimseye doğru olandan başka hiçbir kötü şey söyleme,
hiçbir kötü şey yapma' ilkesine uygun olarak mı davrandın? Nerelerden
geçtiğini, nelere katlanma gücü bulduğunu usunda tut; yaşamöykünün neredeyse
sonuna geldiğini, hizmetinin tamamına erdiğini anımsa. Ne güzel şeyler gördüğünü,
ne çok haz ve acıyı küçümsediğini, ne çok ün kazanma fırsatmı dikkate almadığını,
kaç vefasıza gönül borcu duyduğunu anımsa."
İçine
çekilme: "... İstediğin anda kendi içine çekilebilirsin; çünkü insanın
çekilebileceği hiçbir yer kendi içinden daha dingin, daha erinçli olamaz; her
şeyden önce de, içlerinde yalnızca düşünmenin bile kusursuz bir erinç verdiği
ilkeleri varsa. Erinç derken, içsel düzenden başka bir şeyi kastetmiyorum.
Öyleyse, sürekli olarak kendini bu sığınacak yere uyarla, orada kendini
yenile."
İzlenimler:
"Şu anda zihnimde bir iz bırakan nesne aslında nedir? Neden oluşur?
Varlığını ne kadar zaman sürdürmeye yazgılıdır? Onunla yüz yüze gelmek için
hangi erdeme (örneğin, yumuşaklık, yüreklilik, içtenlik, sadakat, yalınlık,
kendi kendine yeterlik ve ötekiler) gerek vardır?"
Marcus
Aurelius'un dili, içtenlikli, özentisiz, yer yer çetinleşip çetrefilleşse de,
genellikle açık seçik. Şiirsel olma çabası gütmese de -kitabı kendisi için
yazdığına göre şiirsel olma çabası gütmediğini söyleyebiliriz- bir çeşit
kendiliğinden şiirsel dile dönüşüyor zaman zaman. Kimileri, dilin ara ara
çetrefilleşmesini Yunancasmm çok iyi olmayışına yormuşlardır. Ne var ki,
Marcus Aurelius'un dile büyük bir özen gösterdiğini, hocası Fronto'nun ona
yazdığı bir mektupta açıkça görüyoruz. Fronto örnekler vererek birbirine çok
yakın anlamlı birkaç sözcük arasından en doğru, en yerinde olanı seçmenin
önemini vurguluyor. Marcus'un bu konuda gösterdiği titizliği övüyor.
Bütün bir 20.
yüzyılla 21. yüzyılın ilk yıllarına geniş bir görüngeden bakıldığında,
insanlığın gidişi hiç de umut verici görünmüyor: doğanın durmadan örselenmesi,
giderek tüm doğal kaynakları bilinçsizce tüketme, bunun da ötesinde doğayı alabildiğine
sömürme tutkusunun gittikçe ivme kazanması; açlığın alabildiğine
yaygınlaşması, biricik değerin gittikçe artan ölçüde neredeyse tüm insanlar
için "çıkar" ve "kâr" a dönüşmesi... Bunca olumsuz, iç
kapatıcı koşullarda, erdemi "biricik iyi" sayan, onu usla
temellendiren bir felsefî öğretiyi benimseyip yaşam boyu onun ilkelerine bağlı
kalan, "doğru" yaşamayı ilke, bilgeliği ideal edinen, bu uğurda
yılmadan çaba harcayan, sürekli olarak kendini denetleyen, kendi kendisiyle
hesaplaşan bir filozof-imparatoru, yaklaşık iki bin yıl önce yaşamış Marcus
Aurelius'u okumanın, kuşkusuz yalnızca yöneticilerde değil, tüm insanlarda,
iyi, dürüst, ussal bir yaşam sürüp sürmediklerini irdeleme isteği
uyandırabileceğini, onları günümüzde neredeyse sözlüklerden çıkarılmayı hak
edecek bir anlam yoksulluğuna uğrayan, içi boş bir sözcüğe dönüşen
"etik" kavramı üstünde düşündürebileceği umudunu taşıyorum.
Şadan Karadeniz
117-138
Hadrianus'un hükümdarlığı.
121
Betica
(Güney İspanya) kökenli bir patricius aileye mensup M. Annius Verus'un
doğumu.
124 (yakl)
Babası, praetor,
Verus'un ölümü.
138 (yakl)
Hadrianus;
belirlenmiş halefi L. Elius Caesar'ın ölümü üzerine, Marcus'un dayısı, T.
Aurelius Antoninus'u evlât edinir; o da, belirlenmiş halefleri M. Annius Verus
(M. Elius Aurelius Ve- rus) ile L. Elius Caesaf m (L. Elius Aurelius Commodus)
oğlu L. Ceionius Caesar' ı evlât edinir.
10 Temmuz
Hadrianus'un
ölümü. Yerine, Pius unvanını alan Antoni- nus geçer.
139
Elius
Aurelius Verus, Caesar unvanını alır.
140
Marcus
Antoninus, Antoninus Pius'la birlikte ilk kez Konsül olur.
145
Marcus Antoninus, Antoninus Pius'un kızı Annia Galeria Faustina ile
evlenir.
147
İlk çocuğu doğar (bir kız: Domitia Faustina).
Marcus tribunus'luk makamına getirilir.
155-161
Annesi Domitia Lucilla'nın ölümü.
Antoninus Pius'un ölümü. Yerine Marcus (Imperatore Ca- esar M.Aurelius
Antoninus Augustus) geçer; imperium'vt evlât edinilmiş kardeşi L.
Verus'la (Imperatore Caesar Lucius Aureli- us Verus Augustus) paylaşır.
Oğlu L. Aurelius Commodus'un doğumu.
Doğu'da savaş başlar.
163-166
Ermenistan, Media ve Partia'da zaferler.
167
Veba salgını.
Germenler imparatorluğun sınırlarını ihlâl ederler.
168
İşgal edilen topraklara gitmek üzere yola çıkılır.
Aquileia'da genel karargâh kurulur.
169
Evlât edinilmiş kardeşi L.Verus'un ölümü.
170 (yakl)
Ondördüncü çocuğu (sonuncusu olduğu sanılan) Vibia Au- relia Sabina'nın
doğumu.
Kuzeyde yeni istilâlar. Yeni bir Tuna-ötesi seferin başlangıcı.
Carnuntum'da
genel karargâh. Germenlere karşı zafer. Sar- mati lazigi ile savaş.
174
Quadi'yle savaş. Sirmium'da genel
karargâh.
175
Doğu'da
Avidius Cassius isyanı. Sarmallarla bırakışma. Karısı Faustina ve oğlu
Commodus'la birlikte Doğu'ya gidiş.
Faustina'nın ölümü.
176
Marcus'la Commodus için Roma'da zafer
töreni.
177
Commodus, babası tarafından imperium'a
ortak edilir.
178-179
Yeniden
başkaldıran Tuna-ötesi kavimlere karşı yeni bir sefer.
17 Mart 180
Marcus'un
Sirmiurn yakınlarında hastalanıp ölmesi. Yerine oğlu Commodus geçer.
1
Dedem Verus'tan1:
soylu ve öfkeden bağışık bir karakter örneği.
2
Beni dünyaya getiren2
kişinin ününden ve bu ünün bende kalan anısından: sakınımlılık ve kararlılığı.
3
Annemden3:
dindarlık ve cömertliği; yalnızca kötü eylemler işlemekten değil, onları
düşünmekten bile sakınmayı; yaşam sadeliğini ve varsılların alışkanlıklarından
kaçınmayı.
4
Büyükbabamdan4:
halk okullarına gitmemiş olmayı, evde iyi öğretmenlerden ders almayı ve bu tür
şeyler için hiçbir masraftan kaçmmamayı.
5
Hocamdan5: ne yeşillerden
ya da mavilerden, ne de par- mulario ya da scutario'dan6
yana olmayı; zahmete katlanmayı ve az şeye gereksinim duymayı; kendi işimi
kendim görmeyi ve başkalarının işleriyle ilgilenmemeyi; iftiraya kulak
vermemeyi.
6
Diognetus'tan7;
boş şeyleri umursamamayı; şarlatanların ve büyücülerin büyü yapma, şeytan
kovma ve bu tür başka şeyler hakkmdaki gevezeliklerine aldırmamayı; yarış
bıldırcınları eğitmek ve buna benzer gösterilerden uzak durmayı; yalın
konuşmayı hoşgörüyle karşılamayı; felsefeyle uğraşmayı, önce Bacchius'un, sonra
Tandasis'in ve Marcianus'un8 çömezi olmayı; çocukken kompozisyonlar
yazmış olmayı; yalnızca postla örtülü basit bir tahta yatak ve Yunan eğitiminin
bir parçasını oluşturan bütün öteki şeyleri istemeyi 9
7
Rusticus'tan10:
karakterimi düzeltip geliştirmem gerektiğini; kendimi sofizm tutkusuna
kaptırmamayı, soyut sorunlar üzerine incelemeler yazmamayı, ahkâm kesen
nutuklar atmamayı, bilgiçlik ve insanseverlik taslamamayı; retorik şiir ve
ince biçende uğraşmamayı; evin içinde toga ile dolaşmak, ya da bunun gibi
başka budalalıklar yapmamayı; mektuplarımı, tıpkı Sinuessa'nm anneme yazdığı
mektuplar gibi basit bir biçimde yazmayı.
Beni
kışkırtan ve incitenlere kin gütmemeyi ve bana yeniden yaklaşmak
istediklerinde, onlarla barışmaya hazır olmayı; özenle ve dikkatle okuma
alışkanlığını, yüzeysel bir izlenimle yetinmemeyi, kim olursa olsun gevezelerle
hemen aynı görüşü paylaşmaya hazır olmamayı; bana kendi kopyasını ödünç vererek
Epiktetos'un11 notlarını tanıma fırsatı sağlamış olmasını.
8
Apollonius'tan12:
ahlaksal özgürlüğü, hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamayı; mantık dışında bir an
bile olsa başka hiçbir şeye bel bağlamamayı; en şiddetli acılarda, bir evlâdın
yitirilmesinde, uzun süren hastalıklarda bile hep aynı kalmayı; onda, aynı
insanın hem enerjik, hem de gevşek olabildiğinin canlı bir örneğini görmüş
olmayı.
Bir şeyi
açıklarken sabrını yitirmemeyi; kuramsal ilkeleri iletme yeteneği kadar
deneyimi de açıkça yeteneklerinin en az önemlisi sayan birini tanımış olmayı;
dostların sözümona lütuf- larını, bundan etkilenmeksizin, duyarsız bir
aldırmazlık da göstermeksizin nasıl karşılamak gerektiğini öğrenmiş olmayı.
9
Sextus'tan 13:
başkalarının iyiliğini istemeyi; örnek bir aile babası olmayı; doğaya uygun
yaşama14 kavramını; yapmacık olmayan ağırbaşlılığı; arkadaş
çevresinde sakinindi ve özenli davranmayı; bilgisiz ve fikirleri bilimsel
dayanaktan yoksun olanlara hoşgörü göstermeyi. Kendini her çeşit insana göre
uyarlamayı bilmeyi; öyle ki konuşması pohpohlamaktan daha çok hoşa gidiyordu,
ama aynı zamanda onunla birlikte bulunan kişilerden en büyük saygıyı
görüyordu; yaşamın temel ilkelerini tam ve yöntemli bir biçimde açıklama ve
düzenleme yeteneğini. Hiçbir zaman öfke ya da başka duyguların en küçük bir
belirtisini bile göstermemeyi, ama aynı zamanda hem duygularını belli etmemeyi,
hem sevgi dolu olmayı; gösterişe kaçmadan övmeye hazır olmayı ve
böbürlenmeksizin engin bir kültüre sahip olmayı.
10
Dilbilgici Alexanderdan15:
kusur bulmamayı; ağızlarından başka bir dilden alınma ya da kurala aykırı
yahut başka uyumsuz bir söz kaçıranları kmamamayı, yanıt verirken ya da bir
şeyi pekiştirirken yahut söyleyişten çok konunun kendisini tartışırken
kullanılması gereken en uygun terimi ustalıkla önermeyi ya da aynı biçimde
uygun bir başka öneride bulunmayı.
11
Fronto'dan16:
zorbaların kıskançlık, kurnazlık ve ikiyüzlülüklerinin hangi derecelere vardığını
ve bu ünlü patrici'lerin17 -böyle deniyordu onlara- genel
olarak, bir anlamda gerçek sevgi yeteneğinden en yoksun kişiler arasında
olduklarını öğrenmeyi.
12
Platoncu Alexandefdan18:
çok gerekmedikçe, sık sık sözle ya da mektupla çok meşgul olduğunu
vurgulamamayı, böylece acele işleri bahane ederek, toplumsal ilişkilerimizin gerektirdiği
görevlerden sürekli olarak kaçmmamayı.
13
Catulus'tan19':
zaman zaman mantıksızca yapılmış olsa da bir dostun kınamasını gözardı
etmemeyi, onunla her zamanki ilişkiyi yeniden kurmaya çalışmayı; Domitius ve
Athe- nodotus20 için söylendiği gibi, hocalarından övgülerini
esirge- memeyi; çocuklarına içtenlikli bir sevgi beslemeyi.
14
Severus'tan21:
aile, doğruluk ve adalet sevgisini; aynı zamanda, onun sayesinde, Thrasea, Helvidius,
Cato, Dio ve Brutus'u22 tanımış olmayı; eşitliğe ve söz söyleme
özgürlüğüne dayanan demokratik bir devlet fikrini; her şeyden çok uyrukların
özgürlüğüne saygı gösteren bir monarşi fikrini oluşturmayı. Ve gene ondan,
sürekli ve sağlam bir felsefe saygısını; iyilik etmeye hazır olmayı ve
cömertliği; en büyük yüce gönüllülük ve iyimserliği; dostların sevgisine
güvenmeyi; eleştirdiği kişilere karşı açıkyürekli olmayı; ne istediği ya da ne
istemediği konusunda arkadaşlarının tahminde bulunma gereksinimi duymamaları
için niyetlerini açıkça ortaya koymayı.
15
Maximus'tan23:
kendine egemen olmayı ve tam bir kararlılığı; her durumda, ama özellikle
hastalıkta serinkanlı olmayı; ılımlılığı, yumuşaklıkla ağırbaşlılığın uyumlu
bir karışımının belirlediği bir karakter örneğini; görevini yakmmaksızm yerine
getirmeye her zaman hazır olmayı; ne düşünüyorsa tastamam onu söylediği ve
bütün davranışlarının iyi niyetli olduğu konusunda herkeste güven uyandırmayı;
şaşmamayı ve hoşnutsuz olmamayı, hiçbir zaman aceleci olmamayı, ne kararsız,
ne güvensiz, ne yenik, ne ansızın kahkahadan öfkeye ya da kuşkuya geçmeye hazır
olmayı.
Cömertliğe, bağışlamaya, açıklığa eğilimli olmayı; zorla doğru yolda
tutulan biri değil, doğruluktan ayrılmayan bir insan olduğu izlenimi vermeyi;
hiç kimsenin onun tarafından kü- çümsendiğini ya da kendisinin ondan üstün
olduğunu sanmamasına, ne de onun zayıf olduğunu düşünmesine yol açacak biçimde
davranmamayı.
16
Babamdan24:
ölçülülüğü, inceden inceye düşünüp taşındıktan sonra alman kararlarda
direnmeyi; şan şeref sayılan şeylere aldırmamayı; işini sevmeyi ve işinde
sebat göstermeyi; ortak yarara katkıda bulunabilecek durumdaki kimselere kulak
verme eğiliminde olmayı; herkesi yan tutmaksızın, ödüllendirme isteğini;
nerede ciddî, nerede bağışlayıcı olmak gerektiğini ayırt edebilme yeteneğini;
oğlancılığın yasaklanmasını25; başkalarına karşı anlayışlı olmayı,
dostlara, ne pahasına olursa olsun şölenlerine katılmama ya da yolculukta ona
eşlik etmeme özgürlüğünü bağışlamayı, bununla birlikte, herhangi bir zorunluluktan
ötürü ona katılamamış olanların çevresinde her zaman aynı tutumu sürdürmeyi.
Kurul26 toplantılarında her sorunu titiz bir özenle gözden
geçirmeyi, ilk izlenimlerle yetinmeyerek araştırmayı sabırla sürdürmeyi.
Dostlarına özen göstermeyi, onları sıkmamayı, ne de onlara düşkünlük
göstermeyi; her durumda kendi kendine yetmeyi ve dinginliği. İleriye bakmayı,
her şeyi, en önemsiz ayrıntıları bile düzenlemeyi, ama bunu gösterişsizce
yapmayı. Kişiliğine yönelik alkışları ve her türlü pohpohlamaları dizginlemeyi;
imparatorluğun gereksinimleri bakımından gerekli olan her şey için aralıksız
çaba harcamayı, kaynakları akıllıca kullanmayı ve bu konuda ortaya çıkabilecek
eleştirileri hoşgörüyle karşılamayı; tanrı tapımında boşinanlara yer vermemeyi,
insan ilişkilerinde halkın sevgisini kazanmak için pohpohlamalardan kaçınmayı,
her şeyde ölçülü ve kararlı olmayı, yeniliklere karşı kabaca davranmamayı ne
de bunlar için yanıp tutuşmayı.
Yaşamı kolaylaştıran ve şansın cömertçe sağladığı her şeyden
yararlanmayı bilmeyi, öyle ki varken onları sadelikle kul- 1 anmayı, yokken
onlara gereksinim duymamayı; hiç kimsenin onun bir sofist ya da düzmeci ya da
bilgiç olduğunu söyleyemeyeceği, tersine, onun olgun, tam bir insan olduğunu,
pohpohlamaya düşman, kendi kendini ve başkalarını yönetme yeteneğine sahip
olduğunu söyleyecekleri biçimde davranmayı.
Bundan başka,
gerçek filozoflara duyduğu büyük saygıyı, ötekileri sert bir biçimde yermekten
kaçınmayı, ama onlar tarafından baştan çıkarılmaya da kendini bırakmamayı;
kibarlığı, yapmacıklıktan uzak nezaketi; yaşama aşırı bağlılık göstermeksizin,
ama aynı zamanda onu savsaklamaksızın, sağlığına gösterdiği yerinde özeni,
böylece, kendine dikkat ettiği için hekimlere ya da ilâçlara ve merhemlere
olabildiğince az başvurmak zorunda kalmayı.
Ama özellikle
güzel söz söylemek, yasaları ya da töreleri bilmek gibi özel yetenekler
kazanmış kişileri öne geçirmeye hazır olmayı, onların kendi alanlarında önde
gelen kişiler olarak hak ettikleri gibi tanınmalarına kıskançlık duymaksızın
yardımcı olmayı; her zaman atalarımızın alışkanlıklarına uygun davranmayı,
bunu yaparken yerleşik geleneklere uyma amacı güttüğünü gösterişli bir biçimde
ortaya koymamayı. Bundan başka, bağlılığı ve öngörülü olmayı, kendini uzun süre
aynı yerlerde aynı uğraşlara adama yeteneğini; şiddetli bir başağrısı nöbetinin
ardından, her zamanki alışılmış uğraşlarına yeni bir enerjiyle dönmeyi; seyrek
olarak devlet işleriyle sınırlı az sayıda gizinin dışmda fazla gizi olmamasını;
halka açık gösterilere izin vermede, kamu yapıları, bağışlar ve bu tür
etkinliklere girişmekte gösterdiği sakınganlık ve ılımlılığı; bunları
kendisine getireceği ün için değil, yalnızca görevini düşünen biri gibi
yapmayı.
Olmayacak saatlerde banyo yapmazdı, ne yapılar yaptırmaya aşırı
düşkünlüğü vardı, ne yiyip içmeye, ne giysilerinin kumaşına ve rengine, ne de
kölelerinin güzelliğine gereğinden çok önem verirdi. Togası, Latium'daki köy
evinden, öteki şeylerin büyük bir bölümü de Lanuvium'dan27 gelirdi.
Sonra, Tus- culum'da kendisini bağışlamasını dileyen vergi tahsildarına
davranışı ve bu gibi durumlardaki genel tutumu.
Hiçbir zaman
kaba, katı ya da sert olmadı, ne de "ter döktü!" denebilecek
biriydi, tersine, tüm eylemleri tek tek düşünülmüştü; dingince, düzenli,
sağlam, tutarlı bir biçimde. Sokrates için söylenen28 tam da ona
uyardı: birçoklarının karşı koymak için fazla zayıf, kendilerini bırakmak
içinse aşırı düşkünlük gösterdikleri bir şeyin tadına varmak kadar onsuz
yapabilme yeteneğine de sahipti. Güçlü olmak ve direnmeyi bilmek, her iki
durumda da ılımlılığı elden bırakmamak ruhsal dengesi yerinde ve yılmaz bir
insanın belirgin özelliğidir; Maximus'un, hastalığında yaptığı gibi.
17
Tanrılardan29:
iyi büyükanne ve büyükbabalara, iyi ana babaya, iyi bir kız kardeşe30,
hemen hemen tümü de iyi öğretmenlere, iyi arkadaşlara, akraba ve dostlara
sahip olmuş olmam; onların hiçbirini incitecek bir şey yapmamam, oysa, yapım
gereği, koşullar elverseydi böyle bir şey yapabilirdim; ama tanrıların
lütfuyla, benim bu eğilimimi ortaya çıkaracak koşullar bir araya gelmedi.
Dedemin metresinin31 yanında gereğinden uzun süre kalmamış
olmam, böylece gençliğimin el değmemiş masumluğunu korumuş olmam ve vaktinden
önce erkek olma hevesine kapılmamış, hatta bunu biraz geciktirmiş olmam. Beni
tüm gururumdan arındıran; insanın koruyuculara, gösterişli giysilere,
avizelere, yontulara ve bu tür başka lükslere gereksinim duymaksızın da bir
sarayda yaşayabileceğine, saygınlığını yitirmeden, devletin çıkarı için bir
hükümdarın yerine getirmesi gereken görevleri savsaklamadan, yaşamını hemen
hemen bir yurttaşın yaşamına indirgeyebileceğine inandıran bir hükümdarın
uyruğu, bir babanın oğlu olmam.
Karakteriyle beni kişiliğimi geliştirmeye yönlendirmeyi başaran, saygı
ve sevgisiyle aynı zamanda ruhumu da yatıştıran bir erkek kardeşe32
sahip olmam; zihinsel ya da bedensel kusurları olmayan çocuklara33
sahip oluşum. Retorikte34, şiirde, öteki çalışmalarımda gelişme
göstermemem; kolayca başan sağladığımın ayrımında olsaydım belki de bunlar
benim tüm zamanımı alırdı. Öğretmenlerimi, henüz genç olduklarını göz önüne
alarak, daha sonraya ertelemeksizin, ister göründükleri rütbelere gecikmeden
yükseltmem. Appollonius'u, Rusticus'u ve Maximus'u35 tanımış olmam.
Doğaya uygun36 yaşamın gerçek anlamını sık sık açık se-
çik bir biçimde düşünmüş olmam, öyle ki, tanrılara, onların etkilerine,
yardımlarına ve esinlerine bağlı olduğu ölçüde hiçbir şey beni doğaya uygun
yaşamaktan alıkoymamıştır, eğer bugün hâlâ bundan biraz uzaksam, kusur
yalnızca benimdir: tanrıların uyarılarını, hatta diyebilirim ki,
öğrettiklerini hesaba katmayan bendim gerçekten de. Benimki gibi bir yaşama
uzun süre direnebilecek bir bedensel yapıya sahip olmam; ne Bene- dicta ne de
Theodotus'a37 dokunmuş olmam, daha sonraları, aşk tutkusuna kendimi
kaptırdığımda, iyileşmiş olmam; zaman zaman Rusticus'a öfkelenmişsem de,
sonradan pişman olacağım hiçbir şey yapmamış olmam.
Ne yazık ki, genç yaşta ölmeye yazgılı annemin38 hiç
değilse son yıllarını benimle birlikte geçirmiş olması. Ne zaman yoksul ya da
başka bir biçimde yardıma gereksinimi olan birine yardım etmek istesem, hiç
kimse bana bunu yapmaya olanaklarımın elvermediğini söylememiştir; öte yandan,
ben kendim başkalarından yardım alma gereksinimi duymamışımdır. Öylesine yumuşak
başlı, sevgi dolu ve sade bir karımm39oluşu; çocuklarım için çok
sayıda uygun eğitmenin bulunuşu. İlâçların; özellikle kan tükürmeye ve
başdönmesine karşı, bana düşler ya da Gaeta'daki kâhinin yanıtı aracılığıyla
önerilmesi. Felsefeye tutkuyla bağlandığımda bir sofiste çatmamış olmam; ne de
kendimi yazınsal yapıtları ya da tasımları4oçözümlemeye, ya da
göksel olguları yorumlamaya vermiş olmam.
İşte, bütün bunlara , tanrıların yardımı ve yazgının lütfuy- la sahip
oldum.
1
Düşünceler'in
sistemli bir biçimde düzenlenmiş tek kitabı olan I. Kitapta, Marcus Aurelius,
etik ve felsefî gelişimine katkısı olan insanlara (tanrılara da) duyduğu gönül
borcunu dile getiriyor.
Seçkin Roma'lı politikacı, senatör, Hadrianus'un
akrabası, İspanyol asıllı M.An- nius Verus; on yaşlarındayken babasız kalan
torunu Marcus'u evlât edinmiştir.
2
Burada, bu (I.) kitabın 16.
bölümünün ayrıldığı, imparator Antoninus Pius'a değil, Marcus Aurelius'un
gerçek babası, MS 124 yılında öldüğü sanılan M. An- nius Verus'a gönderme yapılıyor.
3
Domitia Lucilla; Marcus
Aurelius'u, babasının ölümünden sonra yetiştiren, varlıklı, iyi eğitim görmüş
bir kadındı.
4
Lucius Catilius Severus,
Marcus Aurelius'un anne tarafından büyükbabası, Domitia Lucilla'nın dedesi.
5
Marcus Aurelius'un burada
kime gönderme yaptığı bilinmiyor, ilk öğretmeni Euforion'a mı, yoksa
başkalarına mı; olasılıkla, daha sonra adı anılan seçkin bilgelerin tümünden
farklı olarak, bir köle.
6
Burada sirk oyunlarına
göndermede bulunuluyor; yeşil ve mavi, iki rakip araba takımını; parmula
(küçük, yuvarlak, hafif) ve sentim (büyük, dört köşe, ağır) kalkanlarla
savaşan iki rakip gladyatör takımını belirtiyordu. Bu yarışmalar, onların halk
arasında yarattığı heyecan, Seneca ve Epiktetos gibi Stoacılar tarafından
eleştirilmişti.
7
Diognetus: Marcus
Aurelius'un resim öğretmeni.
8
Marcianus adı, bir
varsayıma göre, hukukçu L. Volusius Mecianus'un adının bozulmuş bir biçimidir.
Mecianus'un öğrencileri arasında, bir yapıtını sunduğu, o zaman imparator olan
Marcus Aurelius da bulunuyordu. Bacchius: Pla- toncu bir filozof (öteki iki ad
bilinmiyor).
9
Çocukluğundan başlayarak,
Marcus Aurelius, çileciliğin katı kurallarını uyguluyordu; bunu, Yunan
felsefesi öğreniminde temel nokta sayıyordu.
10
Quintus lunius Rusticus,
meslekten filozof değil, politikacı olduğu halde, yaşamını Stoacı ahlâkın
ilkelerine adamıştır. Seçkin politikacı, iki kez konsüllük yapmış; politikacı
ve Stoacılığa bağlı, imparator Domitianus'a karşı çıktığı için ölüm cezasına
çarptırılan Quintus Arulenus, lunius Rusticus'un soyundan gelmiştir. (Marcus
Aurelius bu tür stoik "şehitlere" hayranlık duyuyordu. Rusticus'un
Marcus Aurelius'u Stoacılığa döndürmekte önemli bir rol oynadığı açıkça
görülüyor, (bkz. 117 aşağıda Not 35)
11
İmparatorluk döneminin (MS
yakl. 55-135) en önemli Stoacı filozoflarından biri; Marcus Aurelius'u
derinden etkilemiştir.
12
Chalcedon'Iu Apollonios:
Stoacı filozof ve sofist, ünlü bir aydın ve biyografi yazarı; Antoninus Pius
tarafından Marcus Aurelius'un eğitimiyle ilgilenmek için Roma'ya çağrılmıştı.
13
Boetia'da, Chaeronea'lı
Sextus, Stoacı filozof, Plutarkhos'un yeğeni.
14
Doğaya uygun yaşama:
Stoacı ahlâkın temel ideali.
15
Dilbilgici Alexander:
Frigya'lı filolog; Antikçağ'da Homeros'la ilgili incelemeleriyle tanınmıştır.
Yunancasını geliştirmek için Marcus Aurelius'a ders vermiştir.
16
Cornelius Fronto: zamanının
(yakl. MS 100-166) en ünlü Roma'lı hatibi, Marcus Aurelius'un (hitabet)
öğretmeni ve arkadaşı. Marcus Aurelius ve başkalarıyla mektupları günümüze dek
kalmıştr. Roma'lı soyluların genellikle doğal sevgiden yoksun oldukları, bu
mektuplarda yer almaktadır.
17
Patrici: Roma
soyluları (Çev)
18
Platoncu Alexander:
olasılıkla, Kilikyalı retorikçi Alexander, Marcus Aurelius'un Yunanca yazmanı.
20
Athenodotus: Stoacı,
Fronto'nun ilk hocalarından; Domitius: kim olduğu bilinmiyor.
21
Genellikle, Marcus'un
dünürü Aristocu filozof, konsül Claudius Severus'la özdeşleştirilir; oğlu
Marcus'un en büyük kızıyla evlendi.
22
Thrasea vb: felsefeye
dayalı ahlâk ilkelerini politikaya uygulamaya çalıştıkları için acı çeken kimselerden
ünlü örnekler. Stoacı Thrasea Paetus, Nero'nun buyruğuyla (MS 66) kendini
öldürmeye zorlandı. Helvidius: bu adı taşıyan iki kişi (akraba), sırasıyla
Vespasianus (MS 74) ve Domitianus (MS 93) zamanında öldürüldüler. Cato:
Cumhuriyetçilerin safında çarpışırken, lulius Caesaf a teslim olmamak için
canına kıydı (MÖ 446). Brutus: Cato'nun damadı, Caesar" m katillerinden
biri (MÖ 44), Philippi yenilgisinin ardından kendini öldürdü (MÖ 42). Dio:
olasılıkla, Platon'un öğretisinden etkilenerek, MÖ 4. yüzyıl ortalarında zorba
II. Dionysios'un yönetimini düzeltmeye ya da onun yerini almaya çalışan, ancak
başarısızlığa uğrayan Siracusa'h. Thrasea ve Helvidius gibi kişiler bazen
imparatorluk yönetimine karşı 'Stoacı muhalefet' olarak nitelendirilirler. Bu
yanıltıcı bir görüştür, çünkü Stoacılık imparatorluk yönetimine değil, bu yönetimin
kötüye kullanılmasına karşıydı; Stoacılar, bütün rejimlerin, hatta monarşinin
bile, erdemli bir biçimde yönetilebileceğine inanıyorlardı; burada betimlenen
"eşitliğe ve söz söyleme özgürlüğüne dayanan demokratik bir devlet"
ideali, Stoacı olduğunca Roma politik ideallerini de yansıtır.
23
Claudius Maximus, Stoacı
filozof, Afrika'da prokonsüldü.; MS yakl. 142'de konsül olmuştur. Afrika
eyaletinin valisi olarak, MS 158'de, yazar Apuleius'un yargılanmasına başkanlık
etti; Apuleius'un Apologia' sında ondan, felsefe öğrenimi görmüş,
akıllı bir adam diye sözedilir.
24
Marcus Aurelius'u evlât
edinen Antoninus Pius; MS 138-61 yılları arasında imparator; MS 138 yılında,
Hadrianus'un buyruğu ile Marcus'u (ve Verus'u) vâris olarak evlât edindi.
Marcus Aurelius; Antoninus'u, gerçek filozofları desteklemekle
birlikte, felsefî ilkelerden çok, karakter ve geleneksel Roma ahlâkına göre
davranan birisi olarak betimler. Bununla birlikte, onu, ilkeli yaşam biçimiyle
ünlü Sokrates (MÖ 469-399) ile karşılaştırdığında, Antoninus'un böylece, başkalarının
felsefe aracılığıyla sağladıkları standartlara eşit standartlar sağladığını
öne sürer. Özellikle Sokrates'in (gerektiğinde) yemek içmekten sakınma ya da
haz duyma yeteneğine değinmektedir: Platon, Symposium (Şölen). Marcus'un,
Antoninus'a yönelttiği övgüler, kendi ahlaksal ve siyasal hedeflerine ışık
tutuyor; açıkça anlaşıldığına göre, Marcus, en iyi Roma standartlarına göre
yaşamaya çalışıyor, bunları Stoacı felsefenin ışığında görüyordu.
25
Oğlancılığın
yasaklanması- Yunan ahlâkıyla kısmen çelişen geleneksel Roma ahlâkı
eşcinselliği onaylamıyordu; daha önceki bazı imparatorların, özellikle Bith-
nia'lı genç Antinous'a aşkı dillerde dolaşan Hadrianus'un eşcinselliğiyle
çelişki apıştırılıyor.
26
Kurul: Roma Senatosu
değil, bütün imparatorların kullandıkları danışma kurulu.
27
Antoninus Pius,
Lanuvium'luydu, Roma yakınında Lorio'da eğitim gördü, burada daha sonra bir
saray yaptırdı. Kitabın bu bölümünün tümü bozuk, ondan sonraki bölüm de; öyle
görünüyor ki, burada Marcus Aurelius, daha sonra imparator Septimus Severus'a
yaptığı gibi, Antoninus Pius'un yücegönüllülüğü- nü ve alçakgönüllülüğünü
belirten bir örneğe göndermede bulunuyor.
28
Atina'lı ünlü filozof (MS
469-399), fikirlerini yalnızca öğrencisi Platon'un yapıtları aracılığıyla
biliyoruz; gönderme için bkz. Platon, Symposium.
29
Taunlar: Burada ve Düşünceler'in
çeşitli yerlerinde, Marcus Aurelius geleneksel Yunan-Roma çoktanrıcılığmm
uygulamalarını (örneğin, yakarı, kehanet); Stoacı tanrıbilimle bağdaşır
buluyor. Stoacılık için, tanrısal ('tanrı, tanrılar, Zeus, ilahi takdir');
gerek evrende, gerek insan varlıklarında düzen ve ussallık öğesini temsil
ediyordu ('içimizdeki koruyucu ruh', diye dile getirir çok kez bunu Marcus).
Tanrı, fiziksel bakımdan 'tasarlayın ateş' olarak düşünülür. Epikurosçu- lara
karşıt olarak, Stoacılar, geleneksel dinsel uygulamaları ve fikirleri, kendi
felsefî kuramlarıyla bağdaştırmaya çalışmışlardır; bkz. Cicero: Tanrıların
Doğası Üstüne, özellikle 2. kitap.
30
Annia Cornificia Faustina,
Marcus Aurelius'un biricik kız kardeşi.
31
Dedemin metresi:
Marcus Aurelius, babasının erken ölümünden sonra büyükbabası Marcus Annius
Verus'un evinde büyüdü; büyükbabası, karısının ölümünden sonra bir metresle
birlikte yaşamaya başladı.
32
Erkek kardeş: Lucius
Aurelius Verus, Antoninus Pius tarafından MS 138 yılında evlât edinildi; MS 169
yılında ölümüne dek, daha genç imparator olarak, imparatorluğu onunla
paylaştı.
33
Çocuklar: Marcus
Aurelius'un karısı Faustina, aralarında Marcus Aurelius'un (başarısız) ardılı
Commodus'un da bulunduğu birkaç çocuk dünyaya getirdi; burada Marcus
Aurelius'un yorumu, çocukların 'tanrı vergisi' özellikleriyle sınırlandırılmış
(örneğin çocukların fiziksel ve zihinsel bakımdan sağlıklı olup olmayışları).
34
Retorikte gelişme
göstermemem: Marcus'un Fronto'ya mektupları, Fronto'nun kişiliği kadar,
Marcus'un, Fronto'nun retoriğin önemine ilişkin görüşünden etkilendiğini de
göstermektedir. Ancak Marcus gençliğinde bir ara (özellikle Rusti- cus'un
etkisiyle), daha çok felsefeye eğilim duyuyordu; öyle de kaldı.
35
Apollonius, Rusticus ve
Maximus: Apollonius ve Rusticus, Marcus Aurelius'u felsefeye yöneltmekte önemli
bir rol oynamışlardır; Rusticus ve Maximus, politik yaşamları felsefe eğitiminden
etkilenmiş kişilere örnektirler.
36
Doğaya uygun yaşam:
Stoacılığın ideali burada, geleneksel dinsel uygulamalarla birleşiyor.
37
Benedicta ve Theodotus:
Bilinmiyor, olasılıkla Marcus Aurelius'u evlât edinmiş olan babasının
(Antoninus) evinde yaşayan biri kadın, biri erkek iki köle; bu kölelerle cinsel
ilişkiye izin veriliyordu; Marcus Antoninus'un cinsel denetimi için bkz. 116.
38
Marcus Aurelius'un annesi
için bkz. yuk. I. 3.
39
Annia Galeria Faustina,
Marcus Aurelius'un karısı, Antoninus Pius'un kızı; Marcus Aurelius onunla MS
145'te evlendi, karısının MS 175'te ölümüne dek onunla evli kaldı. Marcus
Antoninus'un ondan en az on dört çocuğu oldu. Avi- dius Crassus'la bir macerası
olduğu ve onun MS 174 yılındaki başarısız başkaldırısını desteklediği yolunda
söylentiler çıkmışsa da, Marcus Aurelius, Historia Aııgnsta'daki
biyografisinde geniş bir biçimde yer alan bu söylentilere önem vermemiş;
mektuplarında ondan sevgi ve saygıyla sözetmiştir.
40
Tasımları çözümlemeye ya
da göksel olguları yorumlamaya..: Marcus Aurelius burada, açıkça Stoacı
ahlâk ilkelerini benimsemiş ve Stoacı bilgenin 'kozmik' görün- gesine erişmeyi
ummasına karşın, mantık-etik-fizik'ten (doğanın incelenişi) oluşan Stoacı
felsefenin ders programını tamamlamamıştır. Stoacılar, bu üç araştırma alanının
birbirine bağlılığını vurguladıklarından, Marcus Aurelius'un Stoacılık anlayışı
tamam değildir; ancak bu, kendi başına, Düşünceler’ia Stoacı dünya
görüşünü yansıtmakta başarısız olduğu anlamına gelmez.
Gran ırmağı kıyısında Quadi topraklarında yazıldı.1
1
Gün ışıyınca kendi kendine
şöyle de: bugün meraklılarla, vefasızlarla, kaba, kıskanç, bencil kişilerle
karşılaşacağım. Bütün bu kötülükler bu insanlarm başına, iyiyi ve kötüyü bilmedikleri
için geliyor. Ama, iyinin doğasını kavramış ve onun doğru; kötünün doğasını
kavramış ve onun yanlış olduğunu bilen, yanlış yapan kimsenin doğasını kavramış
ve onun, benimle aynı kandan, aynı tohumdan geldiği için değil, benimle aynı
zihni, tanrısal bir parçayı paylaştığı için akrabam olduğunu bilen bana o insanlarm
hiçbirinden zarar gelemez, hiçbiri beni dürüst olmayan eylemlere bulaştırmayı
başaramaz; ne de ben akrabam olan kimseye öfkelenebilirim, ne de ondan nefret
edebilirim. Çünkü birbirimize karşılıklı yardım etmek için doğduk biz, tıpkı
ayaklar, eller, gözkapakları, iki sıra diş gibi. İşte bu nedenle, birbirine
karşı davranmak doğaya aykırıdır; birine kızmak, ondan nefret etmekse, kuşkusuz
ona karşı davranmaktır.
2
Bu, ben olan şey, her ne
ise, biraz et, biraz yaşam soluğu ve yönetici ilkeden2 başka bir şey
değil. Bu ete değer verme: kirli kandan, bir kemik yığınından, bir sinir ve
damar ağından başka bir şey değil o. Soluğunun ne olduğunu düşün sonra: hava,
üstelik her zaman aynı olmayan, ama her an dışarı verdiğin, sonra yeniden
içine çektiğin hava. Üçüncüsü kahyor geriye, yönetici ilke. Kitapları bırak,
artık onlarla ilgilenme: buna izin yok. Ama, daha şimdiden ölümün eşiğinde
olduğunu düşün: yaşlısın, bedeninin köle olmasına, ya da b>ir kukla gibi
bencil dürtülerce oradan oraya sürüklenmesine, ş;u andaki yazgısını
küçümsemesine ya da gelecekteki yazgısı i<çin yas tutmasına izin verme.
3
Tanrıların eserleri
tanrısal öngörüyle dlopdolu; yazgının işleri de doğal düzenden yoksun değildir,
tanrısal öngörünün ağlarıyla iç içe geçmiş, onlarla örülüdürler. Her şey bundan
çıkar. Öte yandan, her şeyin zorunluluktan kaynaklandığını ve senin de bir
parçasını oluşturduğun evrenin bütününün yararına olduğunu da eklemeliyim. Ama
doğanın her yerinde, iyi; evrensel doğanın ürettiği şeydir ve onu ayakta
tutmaya yarar. Evreni ayakta tutan, yalnızca öğelerin dönüşümü değil, aynı
zamanda onlardan oluşmuş varlıkların dönüşümüdür. Bu ilkeler, eğer onlara
inanıyorsan, sana yeter. Bunun için kitap susuzluğunu kov, hâlâ yakınarak
değil, gerçekten dingin ve yüreğinin derinliklerinden tanrılara gönül borcu
duyarak ölebilesin diye- _
4
Bütün bunları ne zamandır
ertelediğini ve kaç kez tanrılardan yeni kayralar almana karşın onlardan
yararlanmadığım anımsa. Nasıl bir evrenin parçası, dünyayı yöneten hangi varlığın
türemesi olduğunun; sana ödünç verilen zamanın sınırlılığının, onu zihninin
sislerini dağıtmak için kullanmadıkça, bu sınırlı zamanın yokolup gideceğinin,
senin de yokolup gideceğinin ve o zamanın bir daha eline geçmeyeceğinin
bilincine varmanın vakti geldi, geçiyor.
5
Yapmakta olduğun şeyi
gerçek bir RomaTıya ve gerçek bir insana yaraşır biçimde3, azimle,
gösterişten uzak, titiz bir ciddîlik, özen, özgürlük ve doğrulukla yapmaya
çalış; kendini tüm öteki uğraşlardan kurtar; her edimi, yaşamının en son edimiymiş
gibi yaparsan, bunu başarırsın; her türlü hafiflikten sakınarak, mantığın
kuralından sapmaksam, ikiyüzlülükten, bencillikten, yazgının sana getirdiği her
şeyden hoşnutsuzluk duymaktan kaçınarak. Dingin ve dindar bir yaşam sürmek için
ne denli az şeyin gerektiğini göreceksin; çünkü tanrılar bu ilkelere uyan
birisinden artık başka hiçbir şey istemeyeceklerdir.
6 Kendine kötü davranıyorsun, ruhum., kendine kötü davranıyorsun!
Kendini yüceltmek için başka fırsatın olmayacak. Çünkü herkesin yaşamı yalnızca
bir an sürer, seninki neredeyse sonuna erdi, ama hâlâ kendine saygı
duymuyorsun, mutluluğunun başkalarının ruhlarında olup bitenlere bağımlı
olmasına izin veriyorsun.
7
Yalnızca dışarıdan gelen
olaylar mı üzüyor seni? İyi bir şey daha öğrenmek için kendine zaman ver,
oradan oraya el yordamıyla dolaşmayı bırak. Ama sakınman gereken bir şey daha
var: her kim yaşam yorgunuysa, her atılımını ve her düşüncesini yöneltecek bir
amaçtan yoksunsa, bir eyleme giriştiğinde aptallıklar yapar.
8
Başkalarının ruhunda olup
bitenlerin ayrımına varamadığı için mutsuz olan bir insana rastlamak zordur;
ama kendi ruhunun devinimlerinin ayrımına varmayan bir insanın mutsuz olması
kaçınılmazdır.
9
Evrenin doğasının ne
olduğunu, benim doğamın ne olduğunu, bunların birbirleriyle ilişkisinin ne
olduğunu; hangi parçanın bütünün hangi parçası olduğunu göz önünde bulundurmak
gerekir; hiç kimse, yaptıklarının ve söylediklerinin, senin parçasını
oluşturduğun doğayla her zaman uyum içinde olmanı engelleyemez.
10
Theophastros4,
gerçek bir filozofa yaraşır biçimde, genellikle yapıldığı gibi, hataları
sınıflandırırken, aşırı cinsel istekten ötürü işlenen hataların, öfkeyle
işlenenlerden daha ciddî olduğunu söylüyor. Çünkü öfkeye yenik düşen bir
insanın, bir çeşit acıyla ve bilinçsiz bir yürek burkulmasıyla mantıktan
uzaklaşacağı açıktır, oysa aşırı cinsel istekten ötürü kusur işler, hazza yenik
düşerse, daha aşırı, suç işlerken de daha onursuz görünür. Theophastros
haklıydı; hazdan ötürü işlenen suçun, acıyla işlenen suçtan daha çok kınanmayı
gerektirdiğim söylerken bir filozofa yaraşır biçimde konuşuyordu. Sonuç
olarak, birinci durumda, suç işleyen önce bir başkası tarafından haksızlığa
uğratılmış ve duyduğu acıdan ötürü öfkeye kapılmıştır; ikinci durumda ise,
kendi eğiliminden ötürü bir haksızlık yapmaya itilmiş, arzusu kamçılandığı
için öyle davranmıştır.
11 Her zaman, o anda yaşamı terkedecekmişsin gibi davranmalı,
konuşmalı ve düşünmelisin. Ama insanları terketmek, eğer tanrılar varsa,
korkulacak bir şey değildir; çünkü onlar senin kötü bir şeye karışmam
istemezler. Öte yandan, eğer tanrılar yoksa5 ya da insanlarm
işleriyle ilgilenmiyorlarsa, tanrılardan yoksun ya da tanrısal öngörüden
yoksun bir dünyada yaşamanın benim için ne önemi olabilir? Ama tanrılar vardır
ve insanlarm işleriyle ilgilenirler; ve gerçek kötülüklerin tuzağına düşmeme
gücünü tümüyle insanlara vermişlerdir; bunun dışında bir kötülük kalmışsa,
tanrılar, insanlarm o tuzağa düşmesini önlemek için gereğini yaparlar. Ama
insanın kendisini daha kötü kılamayan bir şey, onun yaşamını nasıl
kötüleştirebilir? Evrenin doğası kuşkusuz böyle bir şeyin olmasına izin vermez:
ne bilgisizlikten, ne de bundan sakınma ya da bunu düzeltme gücünden yoksun
olduğu için. Evrensel doğa, güç ya da yetenekten yoksun olduğu için, iyi ile
kötünün ayrım gözetmeksizin iyi insanların da, kötü insanların da başına
gelmesine izin vermek gibi ciddî bir yanılgıya hiçbir zaman düşmezdi. Gerçekten
de, ölüm ve yaşam, ün ve tanmmamışlık, acı ve haz, varsıllık ve yoksulluk, hiç
ayrım gözetmeksizin iyilerin de kötülerin de başına gelir, çünkü bunlar, başlı
başlarına, ne doğru ne de yanlıştırlar. Bu nedenle de, ne iyidirler, ne de
kötü.
12 Her şey nasıl da hızla yokolup gidiyor, hem evrendeki bedenlerin
kendileri, hem de onların zaman içindeki anıları! Duyularımızla
algılayabildiğimiz şeylerin doğası nedir, özellikle hazzın çekici, acı
çekmenin korkutucu, boş gururun ünlü kıldığı şeylerin! Bütün bunlar nasıl da
aşağılık, âdî, iğrenç, kirletici ve ölü! Buna mantığımız karar vermeli.
Fikirleri ve sözleriyle ün dağıtan o kişiler kimlerdir? Ya ölüm, nedir ölüm?
Ölüm, mantıksal çözümlemelerle, başlı başına ele alınacak olursa, onunla ilgili
bütün fanteziler dağılıp gider, ölümün doğal bir olaydan başka bir şey
olmadığı anlaşılır. Ama doğal bir olgudan korkmak çocuklara özgüdür, çocukça
bir şeydir; ölüm yalnızca bir doğa olgusu değil, aynı zamanda doğaya yararlı
bir şeydir. İnsanın Tanrı'yla nasıl, kendisinin hangi parçasıyla bağ kurduğunu,
bu parçanın gerektiğinde nasıl hazır olduğunu düşün.
13 Her şeyin çevresinde dönüp duran ve ozanın6 dediği gibi,
"toprağın altında ne olduğunu araştıran" ve yalnızca içindeki
koruyucu ruha7 sıkı sıkı uymanın ve ona içtenlikli bir saygı
göstermenin kendisi için yeterli olacağının ayrımına varmaksızın, komşusunun
ruhunda neler olup bittiğini sezinlemeye çalışan kimseden daha acıklı bir şey
yoktur. Koruyucu ruha saygı onu her türlü tutkudan, sorumsuzluktan, tanrılardan
ve insanlardan gelen her şeye karşı hoşnutsuzluktan arındırır. Çünkü
tanrılardan gelen her şey mükemmel olduğu için ona saygı duymak gerekir,
insanlardan gelen ise, bizi birleştiren akrabalık bağlarından ötürü değerlidir;
kimi zaman iyinin ve kötünün ne olduğunu bilmedikleri için bizde acıma duygusu
uyandırsalar da: bizi akla karayı birbirinden ayırt etme yetisinden yoksun
bırakan körlükten daha az ciddî olmayan bir körlüktür bu.
14
Uç bin yıl ya da bunun on
katı bile yaşasan, hiç kimsenin yaşamakta olduğu yaşamdan başka bir yaşamı
yitirmediğini, yitirmekte olduğu yaşamdan başka bir yaşam yaşamadığını
aklından çıkarma; bu nedenle en uzun yaşamın da, en kısa yaşamın da sonu aynı
yere varır. Çünkü şimdiki zaman herkes için aynıdır, bu nedenle geçmekte olan
da aynıdır; bunun için de yitirilen, bir andan başka bir şey değildir. Aslında
hiç kimse ne geçmişi ne de geleceği yitirir, çünkü sahip olmadığı şeyi kim
alabilir ondan?
Öyleyse şu iki şeyi unutma: birincisi, ezelden beri her şey aynıdır ve
hep aynı döngü yinelenir, bunun için yüz ya da iki yüz yıl ya da sonsuz bir
zaman için aynı görünümü görmek hiç fark etmez; İkincisi, insan yaşlı da ölse
genç de ölse ölünce aynı şeyi yitirir; şimdiki zaman insanın yoksun
kalabileceği biricik şeydir, çünkü sahip olduğu biricik şeydir, hiç kimse sahip
olmadığı bir şeyi yitiremez. 8
15
"Her şey, olduğunu
sandığın şeydir." Kinik Monimus'a9 yanıt olarak söylenen bu
sözlerin anlamı açıktır, onların derinde yatan anlamını, gerçeğe uyduğu ölçüde
kavrayan biri için taşıdığı değer de açıktır.
16
İnsanın ruhu, en çok, kendi
elinde olduğu ölçüde evrende bir apse ve bir çeşit ura dönüştüğü zaman kendini
alçaltır10. Başına gelen herhangi bir şeye öfkelenmek evrenin doğasına
aykırıdır; çünkü o tek tek bütün varlıkların özel doğalarını içinde barındırır.
İkinci olarak, bir insandan yüz çevirdiğinde ya da aşırı derecede
öfkelenenlerin yaptıkları gibi zarar vermek için ona doğru yaklaştığı zaman da
kendini alçaltır; üçüncü olarak, hazza ya da acıya yenik düştüğü zaman kendini
alçaltır. Dördüncü olarak, ikiyüzlü davranıp gerçeğe uymayan ve gerçeğe aykırı
şeyler söylediği ya da yaptığı zaman. Beşinci olarak, davranışını ya da
dürtüsünü belli bir amaca yöneltmediği, rast- gele, düşüncesizce davrandığı
zaman; oysa en küçük bir edimimizi bile yöneldiği amacın bilincinde olarak
yapmalıyız; ussal varlıkların amacı, kentlerin ve kuramların en saygınının
usuna ve yasasına uymaktır.
17
İnsan ömrü bir an sürer,
özümüz artsız aralıksız bir akış11, algımız belirsiz, tüm bedenimiz
bozulmaya yazgılı, ruhumuz bir kargaşa, yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenilmezdir.
Tek sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ırmaktır, ruhumuza ait olan
her şey de salt düş ve yanılsamadır; yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı
ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bize koruyacak ne
kalıyor geriye? Tek, biricik şey, felsefe. Bu da; içimizdeki koruyucu ruhu el
değmemiş ve arı olarak koruyabilmekte yatar, her zaman hazlara ve acılara
egemen, rastgele ya da yapmacık amaçlar ya da ikiyüzlülükle davranmayan,
başkalarının belli bir şeyi yapmalarından ya da yapmamalarından bağımsız;
bundan başka kendisine ait olan her şeyi, ona ayrılan her şeyi, kendisiyle aynı
kaynaktan gelen bir şey gibi alır; her şeyden önce de ölümü dingince bekler,
çünkü, onun her canlının oluştuğu öğelerin serbest bırakılmasından başka bir
şey olmadığına inanır. Eğer bu öğeler için durmadan birbirlerine dönüşmekte
korkulacak bir şey yoksa, onların tümünün değişmesinden ve dağılmasından biz
niçin korkalım? Çünkü bu doğaya uygundur, doğaya uygun olarak meydana gelen
hiçbir şey kötü olamaz.
1
II. kitabın başında
Quadi'lerin (Tuna'nm öte yakasında bir Germen kabilesi) ve Granua'nın (bugün
Gran, Tuna'mn solunda, Budapeşte yakınlarında bir kolu), III. kitabın başında
ise Carnuntum'un anılması, bu iki kitabın Marcus Aurelius'un Almanya seferleri
(MS 171-175) sırasında yazıldıklarını göstermektedir. Marcus Aurelius,
özellikle 174'te Quadi'Iere karşı şiddetli bir saldırıda bulunmuştur.
2
Olasılıkla Poseidonius'un
Platonculaşmış Stoacılığının etkisiyle açıklanabilen bu üç parçalılık, Marcus
Aurelius’un düşüncesinde en özgün öğelerden birini oluşturmaktadır.
"Yönetici ilke", ussal istem, yani ruhun merkezî bölümüdür; burada,
yönetici ilkenin belirleyici özelliği olan iki yeti bulunmaktadır: bilinç ve
devinim. Düşünceler'de, kimi zaman zihin, kimi zaman insanın tanrısal
yanı ile özdeşleşmektedir. Bu bölümleme; Marcus Aurelius'un yönetici ilkemizin,
ussallığımızın ve erdemimizin barındığı yer olarak oynadığı rolü vurgulamasından
ve onun bilgece 'kozmik' bir görüngeye (bedenimizden ve yaşam gücünden
ayrılma) erişme isteğinden kaynaklanmış olabilir. Belki de Marcus Aurelius,
Stoacı psikolojiyi, belirgin bir biçimde yeni bir psikolojik model ortaya
koymak yerine, kendi bakış açısından betimlemiştir.
3
Gerçek bir Romalıya ve
gerçek bir insana yaraşır biçimde...-. Marcus Aurelius'un, en iyi Roma
standartlarına ve evrensel (insansal, kozmik, ussal) ilkelere bağlılığı
birleştirme çabası Stoacılıkta da ideal olarak ortaya konmuştur.
4
Aristoteles'in öğrencisi ve
izleyicisi, Karakterler kitabının yazarı (MÖ 370-yakl. 288/5).
Theophastros, MS 322'de, Aristoteles'in ardılı olarak Lyceum'un (ya da
Peripatos) başkanı oldu. Ona atfedilen öğretinin kanıtlarına başka yerlerde
rastlanmamıştır. Marcus Aurelius'un düşüncesi, burada, bütün suçların eşit
ağırlıkta olduklarını öne süren ortodoks Stoacılığa karşıttır. İştahla öfke
arasındaki zıtlık, Aristotelesçi ahlâksal psikolojide önem taşır. Tersine,
Stoacı ahlâk, bütün yanlışları aynı düzlemde ele alır, bunların 'çılgınlık',
yani usu tam anlamıyla uygulayamamak olduğunu öne sürer.
5
Eğer tanrılar yoksa:
bu sözler, burada yalnızca karşı çıkılması gereken bir varsayım olarak öne
sürülüyor.
6
MÖ 5. yüzyılda yaşamış ünlü
Yunan lirik ozanı Pindaros'tan alıntı; Platon tarafından, Tlıeatetus'ta
almtılanmıştır.
7
"İçindeki koruyucu
ruha...": Marcus Aurelius'un bazen insan zihni, bazen tanrısal zihnin
bir parçasıyla özdeşleştirdiği, insana verilmiş, yönetici ve koruyucu olan,
insamn içindeki tanrısal öge. Bu yalnızca insan zihnini ya da yönetici ilkeyi
değil, aynı zamanda ussallığı ve insanoğlunun en iyi durumda gerçekleştirme
yetisine sahip olduğu erdemi belirtir. Yunanca daimön terimi, insanla
tanrıyı birleştiren şey anlamına gelir. Bu 'tanrısal' öge, tanrılara olduğunca
insanlara karşı da doğru (erdemli, ussal) davranışı ifade eder.
8
Bu bölüm, Grek-Roma
'avuntu' tarzını anımsatıyor (ölüm karşısında üzüntüden kurtulmaya çalışmak);
felsefî ahlâkın başlıca amacı, geleneksel avuntunun yerine felsefî avuntuyu
koymaktır. Stoacılar da, Epikurosçular gibi, uzun yaşamın başlı başına iyi bir
şey olmadığını öne sürüyorlardı. Önemli olan, yaşamın niteliğiydi; bu, örneğin
Stoacılar için, erdemli ve usa uygun yaşamak ve erdemli kişilerin 'kozmik'
perspektifine erişmekti. Stoacılar, aynı zamanda, dünyasal- tarihsel olayların
zaman içinde dönümsel olarak yinelendiğine inanıyorlardı. Marcus Aurelius da,,
sık sık ölüm ve yokoluş teması üstünde durmuştur. Marcus Aurelius'a göre; en
önemli şey, bize dışsal olarak ne olduğu değil, doğru yargılara, başka bir
deyişle, ussal ya da 'doğal' olana uygun yargılar oluşturmaktır.
9
Monimus: Diogenes'in
öğrencisi, Siracusa'lı kinik filozof.
10
apse...: Marcus
Aurelius burada belli başlı iki Stoacı fikri birleştiriyor: hepimiz evrenin
'bütün'ünün parçalarıyız ve evrensel 'kentin ve yasanın', yani kozmosun
yurttaşlarıyız.
11
Marcus Aurelius burada,
ölümün ve yokoluşun 'ilgilenilmemesi gereken sorunla!7 olduklarını;
önemli olanın 'içimizdeki koruyucu ruhu" korumak olduğunu öne süren temel
Stoacı görüşü güçlendirmek için, Herakleitos'un imgeleriyle (örn. akış,
akan bir armak, durmadan değişen), kinik imgeleri (örn. düş ve aldanış,
ünün güvenilmezliği) birleştiriyor.
Carnuntum'da1 yazıldı.
1
Yaşamımızın gün gün biraz
daha tükendiğini, gittikçe azaldığını düşünmemeliyiz yalnızca; insanın çok uzun
yaşadığını varsaysak bile, zihninin değişmeden kalacağının ve ne olursa olsun
gerek olayları eskisi gibi anlamak gerekse tanrısal ve insansal bilgi uğruna
çaba harcayan kuramsal düşünce için hâlâ yeterli olacağının hiçbir biçimde açık
olmadığını da hesaba katmalıyız. Çünkü bu doğruysa, insanın zihni zamanla
yeter- sizleşse de, soluğu, sindirim sistemi, düşlemi, içgüdüleri ve bu tür
başka işlevleri azalmaz, ama kendisinden gerektiği gibi yararlanma,
görevlerini titizlikle yerine getirme, duyularına sunulan şeyleri tam olarak
çözümleme, kendisi için yaşamdan ayrılma zamanının gelip gelmediği2
üstüne açık bir yargıya varma yetisi; kusursuz bir uslamlama gerektiren bu tür
bütün öteki etkinlikler gibi, çok daha önce tükenir. Öyleyse acele etmeliyiz,
yalnızca ölüm bize her gün biraz daha yaklaştığı için değil, şeyleri anlama ve
onları usumuzla değerlendirme yetimiz son gelmeden önce tükendiği için.
2
Doğada varolan öteki
olgulara bağlı, açıklanamaz bir büyüsü ve çekiciliği olan olguların da
ayrımına varmak gerekir. Örneğin, ekmek pişerken yer yer çatlama eğilimindedir,
ama bir bakıma fırıncılık sanatına karşın oluşan bu çatlaklar nedense hoşumuza
gider, tuhaf bir biçimde iştahımızı kabartır. İncirler de olgunlaşınca böyle
yarılırlar. Tam anlamıyla olgunlaşmış zeytinlere, yaklaşan çürüme olgusu özel
bir güzellik verir. Toprağa eğilen başaklar, aslanın çatık kaşları,
yabandomuzunun ağzından çıkan köpükler, daha başka birçok şey tek başlarına
alındıklarında güzel görünmekten çok uzaktırlar, ama gene de doğal bir sürecin
parçası3 olduklarından onu daha güzel, daha çekici kılmaya katkıda
bulunurlar. Öyle ki, duyarlı, evrendeki olguları derinden kavrayacak zekâsı
olan bir insan, ikincil sonuçlar olarak ortaya çıkan şeyler arasında bile,
kendine özgü bir çekiciliği olmayan neredeyse hiçbir şey bulamaz. Böyle bir
insan, yabanıl hayvanların görkemli bir biçimde açılmış ağızlarına bakmaktan,
ressamlarla yontucuların bunlara ilişkin betimlemelerinden duyduğundan daha az
hoşnutluk duymaz; dikkatli gözleriyle yaşlı bir erkekte ya da yaşlı bir kadında
kendine özgü güzelliği algılayacaktır, çocukların sevimliliğini algıladığı
gibi. Kendilerini herkese değil, yalnızca doğayı gerçekten sevenlere gösteren
buna benzer daha birçok şeyin ayrımına varacaktır.
3
Hippokrates4
birçok hastalığı iyileştirdikten sonra, kendisi de hastalanıp öldü. Kalde'li5
yıldızbilimciler birçok kişinin ölümüyle ilgili kehanette bulundular, sonra
onlar da yazgıdan kaçamadılar. Büyük İskender, Pompeius ve Gaius Caesar6
birçok kenti yerle bir ettiler, onbinlerce atlı ve yayayı savaş alanında
kılıçtan geçirdiler, ama gün geldi, onlar da bırakıp gittiler yaşamı.
Herakleitos7, dünyanın nasıl ateş tarafından yokedile- ceği üstüne
öylesine uzun uzun tartıştıktan sonra, vücudu su topladı, bedenine inek pisliği
sıvanmış olarak öldü. Demokri- tos'u8 pireler öldürdü, Sokra tes'i
ise bambaşka bir pire türü9. Bütün bunların anlamı nedir? Gemiye
bindin, yolculuğu tamamladın, limana vardın: kıyıya çık. Başka bir yaşama
doğru gidiyorsan, öte dünyada bile tanrılar eksik değil; öte yandan artık
hiçbir şey duymayacağına göre acıları ve hazları duymayacaksın ve ondan üstün
olduğu ölçüde ona hizmet edenden çok daha aşağı olan bedenin kabuğuna hizmet
etmeyeceksin: çünkü biri zihin ve koruyucu ruhtur, ötekiyse toprak ve
çürümüşlük.
4
Başkalarıyla ilgili şeyleri
düşünerek -eğer bunu kamu yararına yapmıyorsan- yaşamının geri kalanını ziyan
etme. Çünkü, filâncanm ne yaptığını ve hangi nedenle yaptığını, ne söylediğini
ve aklında ne olduğunu, ne tasarladığını, seni yönetici ilkene gerekli dikkati
göstermekten ayıracak bu tür başka şeyleri kurarak kendini başka etkinliklerden
yoksun bırakırsın.
Öyleyse,
rastgele ve boş şeylerin, özellikle de merak ve kötülüğün düşüncelerinin
arasına girmesine izin vermemelisin; sana ansızın "Şu anda ne
düşünüyorsun?" diye soracak olurlarsa, hiç duraksamadan, açıkça
"Şunu, şunu" diye yanıtlayabileceğin şeyleri düşünmelisin yalnızca.
Öyle ki, içindeki her şeyin, yalın ve düzenli, haz ya da zevk, rekabet,
kıskançlık, kuşku ve insanın onları düşündüğünü itiraf etmesinin yüzünü kızartacağı
bütün öteki şeyleri aklından geçirmeyi küçümseyen toplumsal bir varlığa
yaraşır olduğu yanıtından açıkça anlaşılsın.
Kuşkusuz, en
iyiler arasındaki yerini alma ânını ertelemeyen böyle bir insan, bir papaz,
tanrıların bir hizmetkârı gibidir; çünkü içindeki o güçten yararlanır; o güç,
onu; zevklerin bulaşmasından, acılardan etkilenmekten, haksızlığın ona
erişmesinden korur; herhangi bir kötülüğe karşı duyarsız kalmasını, tüm
yarışmaların en büyüğünde -hiçbir tutkunun onu yenmesine izin vermeme
yarışmasında- bir güreşçi olmasını, adalete derinden bağlı, yazgının onun için
sakladığını bütün yüreğiyle kabule hazır olmasını, çok seyrek olarak, çok
gerekli ve hemcinslerinin yararına olmadıkça, başkalarının ne söylediklerini,
ne yaptıklarım ya da ne düşündüklerini kendi kendine sormayan biri olmasını
sağlar. Çünkü kendini yalnızca kendi görevini gerçekleştirmeye adar, evrensel
yazgının ona ayırdığından başka bir şey düşünmez; eylemlerinin kusursuz
olmasına çalışır, çünkü yazgıdan gelen her şeyin iyi olduğuna inanmıştır; her
insana ayrılan yazgı, ömrü boyunca ona eşlik eder ve onun iyiliği içindir.
Bundan başka,
bütün ussal varlıkların birbirlerine akrabalık bağıyla bağlı olduklarını ve
bütün insanlara önem vermek insanın doğasında olsa da, bütün insanların
düşüncelerini değil, yalnızca doğaya uygun bir yaşam sürenlerin düşüncelerini
göz önünde bulundurması gerektiğini anımsar.
Başka bir
biçimde yaşayanlara gelince, onların evde olduğunca dışarıda, gece olduğunca
gündüz nasıl insanlar olduklarını ve görüştükleri kimselerin ne tür insanlar
olduklarını sürekli olarak göz önünde bulundurur. Buna göre, kendilerinden
bile hoşnut olmayan insanlardan gelebilecek övgüleri hiç hesaba katmaz.
5
Hiçbir zaman istemine
karşı, bencilce, düşüncesizce ya da gönülsüzce davranma; birbirine karşıt
nedenler sürüklemesin seni; düşünceni allayıp pullayarak güzelleştirmeye
çalışma. Fazla konuşmaktan, gereğinden fazla işe kalkışmaktan kaçın. İçindeki
tanrı; olgun, saygın, gerçek bir insana, bir yurttaşa, bir Roma'lıya ve bir
magistratus'a10 yol göstersin, onu yaşamdan geri çağıracak işareti
bekleyen biri gibi, yemine ya da başka bir insanın tanıklığına gereksinim
duymaksızın yaşamdan ayrılmaya hazır biri olarak yerinde sağlam duran bir
insana yol göstersin. İçin huzur dolu olsun, başkalarının sağlayabileceği yardıma
ya da dinginliğe gereksinimin olmasın. Kısaca dimdik durmalısın, başkaları
ayakta tutmamalı seni.
6
İnsan yaşamında adaletten,
gerçekten, ılımlılıktan ve yüreklilikten -kısaca, davranışlarının usa uygun
olmasını sağladığı için kendi kendinden ve seçim şansı olmaksızın sana verdiğinden
ötürü yazgıdan memnun bir zihinden-, diyeceğim, bundan daha iyi bir şey
bulabilirsen, bütün yüreğinle ona yönel ve bulduğun bu en yüce iyilikten
yararlan. Eğer hiçbir şey sana, dürtülerine egemen olan, içindeki koruyucu ruhtan
daha değerli görünmüyorsa ve içgüdülerine egemen olmayı, düşüncelerini inceden
inceye gözden geçirmeyi, Sokrates'in11 dediği gibi, kendini
duyuların ayartıcılığından kurtarmayı ve tanrıların yetkesine boyun eğmeyi ve
başkalarına özen göstermeyi başarmışsan; bununla karşılaştırıldığında başka
her şeyi önemsiz ve değersiz buluyorsan, içinde başka hiçbir şeye yer verme;
çünkü bir kez yolundan ayrılıp başka bir şeye yönelecek olursan, sana özgü ve
gerçekten senin olan biricik şeye, artık dikkatin başka yöne çekilmeksizin en
yüce saygıyı gösteremezsin. Çünkü insanın ussal ve toplumsal iyinin karşısına,
örneğin, kalabalıktan gelen övgüler, mevki, varsıllık ya da tensel hazlar gibi,
farklı bir doğası olan şeyler koyması doğru değildir. Bütün bunlar, bir an için
doğamıza uygun gibi görünseler de, sonra ansızın bizi denetim altına alır,
sürükleyip götürürler. Öyleyse, derim ki, en iyi olanı yalın bir biçimde ve tam
anlamıyla özgürce seç ve ona bağlan. "Ama iyi olan, yararlı
olandır". Eğer ussal bir yaratık olarak sana yararlı ise, seçimine sıkı
sıkı tutun; ama sana yalnızca bir canlı varlık olarak yararlı ise, onu sına ve
yargını büyüklük taslamadan sürdür; dikkat edeceğin tek şey, seçimini sağlam
bir dayanağa göre yapmaktır.
7
Günün birinde seni verdiğin
sözü tutmamaya, onurunu kırmaya, bir başkasından nefret etmeye ya da kuşku
duymaya ya da onu lânetlemeye, gerçek duygularını gizlemeye yahut duvarların ve
perdelerin arkasında kalması gereken şeyleri arzulamaya zorlayabilecek hiçbir
şeyi hiçbir zaman kendine yararlı sayma. Kendi zihnine saygı duymayı seçen ve
kendini onun mükemmelliğine bağlanmaya adayan insan sahnedeymiş gibi davranmaz,
yakınmaz, ne yalnızlık ne de kalabalıklara gereksinim duyar, her şeyden önce
de -en önemlisi bu- hiçbir şey aramaksızın, ama hiçbir şeyden de kaçmaksızm
yaşayacaktır, canının teninde uzun bir zaman mı yoksa kısa bir zaman mı kalacağı
hiç ilgilendirmez onu; hemen şu anda yeryüzünden ayrılması gerekse bile
ağırbaşlılık ve düzen içinde yerine getirilmesi gereken herhangi başka bir işe
hazır olduğu gibi buna da hazırdır, yaşamı boyunca zihnini; ussal ve toplumsal
bir varlık oluşuna aykırı hiçbir şeye yöneltmemeye dikkat eder.
8
Tam anlamıyla dürüst ve
arınmış bir insanın zihninde, hiçbir zaman iltihaplanmış bir doku, bir bozulma,
görünüşte sağlıklı, ama içi çürümüş bir şey bulamazsınız. Ölümcül saat gelip
çattığında, rolünü tamamlamadan sahneden ayrılan bir oyuncu için denebileceği
gibi, yaşamı tamamlanmamış olmayacaktır. İçinde bayağı, yapmacık hiçbir şey
bulunmayacaktır. Ne dışsal şeylere aşırı bağlılık, ne onlardan kopukluk, ne de
hesabı verilemeyecek ya da gizlenmesi gereken bir şey.
9
Yargı yeteneğine güven.
Çünkü yönetici ilkende doğaya ya da ussal bir varlığın yapısına aykırı bir
yargının belirmemesi tümüyle buna bağlıdır. Yargıların sağlamlığını, insanlar
arasında arkadaşlığı ve tanrılarla uyum içinde olmayı sağlayan yeti budur.
10
Öyleyse, bundan başka her
şeyi bir yana at ve yalnızca bu birkaç şeyi zihninde tut. Ayrıca, her birimizin
yalnızca şimdiki zamanda, bu kısacık anda yaşadığını unutma; geri kalan
günlerimiz ya çoktan geçip gitmiştir ya da bilinmeyen gelecektedir.
Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır, bu yaşamın üstünde yaşandığı yeryüzü
köşesi de küçüktür; en uzun süren ünler bile kısadır; çoktan ölmüş birini
tanımak bir yana, kendilerini bile tanımayan, kısa bir süre sonra ölmeye
yazgılı bir zavallı ölümlüler kuşağından ötekine geçer onlar da.
11 Buraya kadar ortaya koyduğumuz ilkelere biri daha eklenmelidir:
sana imgesini sunan nesneyi ne olursa olsun her zaman tanımla ya da betimle,
öyle ki özüne indirgendiğinde, bir bütün olarak ve onu oluşturan parçalarıyla
nasıl bir şey olduğunu açık seçik görebilesin. Kendi kendine onun özel adını,
onu oluşturan ve sonunda indirgeneceği öğelerin adlarını da söyle. Çünkü hiçbir
şey; yaşamda karşılaşılan her şeyi yöntemli bir biçimde12 ve gerçeğe
uygun olarak incelemek ve onun nasıl bir evrende ne işe yaradığını ve bütünle
bağıntısı bakımından taşıdığı değeri, yanında tüm öteki kentlerin yalnızca bir
barınak olarak kaldıkları, kentlerin en önde geleninin bir yurttaşı olarak
insan bakımından taşıdığı değeri kavrayacak biçimde inceleyebilecek durumda
olmak kadar zihni yüceltmez. Şu anda zihnimde bir iz bırakan nesne13
aslında nedir? Neden oluşur? Varlığım ne kadar zaman sürdürmeye yazgılıdır?
Onunla yüz yüze gelmek için hangi erdeme (örneğin, yumuşaklık, yüreklilik,
içtenlik, sadakat, yalınlık, kendi kendine yeterlik ve ötekiler) gerek vardır?
Böylece, her nesne için şöyle demeli: bu, Tanrı'dan geliyor; bu,
olguların birbirine zincirlenmesinden ve birbirine bağlanmasından ya da bunun
gibi bir çakışma ya da rastlantıdan; bu, benim soyumdan, bir akrabadan, bir
arkadaştan, doğaya uygun olanın ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi olmayan
birinden geliyor. Ama ben biliyorum; bu nedenle de ona sevecenlikle, âdilce
davranıyorum, soydaşlığın doğal yasasının gerektirdiği gibi, ama aynı zamanda,
kendi başlarına ne iyi ne de kötü olan şeyler14 sözkonusu olduğunda
ona hakettiği değeri vermeye özen gösteriyorum.
12
Sana verilen ödevi mantığa
uyarak, görev duygusuyla, enerjiyle ve yumuşaklıkla yapar, ikincil sorunların
dikkatini dağıtmasına izin vermez, içindeki tanrısallığın arılığını, her an
onu teslim edebilecekmişsin gibi korursan, eğer buna uygun davranırsan, kendin
için hiçbir şey istemeksizin ve hiçbir şeyden kaçmaksızm, her zaman doğayla
uyum içinde, her söylediğinde yüreklice içten olursan, mutlu yaşarsın. Ve hiç
kimse seni engelleyemez.
13
Hekimlerin âletlerini ve
bıçaklarını ivedi durumlar için her zaman yanlarında taşımaları gibi, sen de
tanrısal ve insan- sal şeyleri anlayabilmek ve en küçük eylemleri bile, bu
ikisini birleştiren bağı anımsayacak biçimde yerine getirebilmek için, gerekli
ilkelere her zaman sahip olmalısın; çünkü insanla ilgili hiçbir şeyde, onu
tanrısal olana, tanrısal olanı da insansal olana bağlamadıkça başarılı
olamazsın.15
14
Artık daha fazla oyalanma:
not defterlerini ya da yaşlılığın için bir yana ayırdığın, eski Roma'lılarla
Yunan'lıların yaptıkları hakkında yazılanları ya da onların yazdıklarından
alman parçaları belki de okuyamayacaksın. Öyleyse elini çabuk tut, hedefine
doğru ilerle, boş umutları bir yana bırak ve kendine biraz olsun önem
veriyorsan, daha vakit varken kendi kendinin yardımına koş.
15
Çalmak, ekmek, satın almak,
dinlenmek, ne yapılması gerektiğini görmek sözcüklerinin anlamını herkes
bilmez. Bunlar gözle görülmez, çok daha başka bir görüşle görülür.16
16
Beden, ruh, zihin17:
izlenimler bedene, dürtüler ruha, yargılar zihne aittir. İmgeler aracılığıyla
izlenimler almak, hayvanlarla ortak yanımızdır; dürtüler tarafından kuklalar
gibi18 oradan oraya oynatılmak; yabanıl hayvanlarla, doğaya karşı
günah işleyen insanlarm, bir Phalaris'in ya da bir Neron'un bir özelliğidir.19
Görev gibi görünen şeylerde zihni yol gösterici olarak kullanmak; tanrılara
inanmayan, ülkelerine ihanet eden, kapalı kapılar ardında her türlü iğrençliği
yapanlarla da paylaştığımız bir özelliktir. Bütün bunları yukarıda andığım
varlıklarla paylaşsan da, iyi insanın özel bir niteliği kalır geriye: başına
gelen, yazgısının dokuduğu her şeyi sevmek, kabul etmek; göğsünde barınan
tanrısallığı kirletmemek, bir yığın imgeyle onu tedirgin etmemek, onu her zaman
dinginlik içinde tutmak, düzenli bir biçimde Tanrı'yı izlemek, gerçeğe aykırı
söz söylememek, adalete ters düşen bir davranışta bulunmamak. Böyle bir insan,
bütün öteki insanlar onun yalınlık, alçakgönüllülük ve mutluluk içinde
yaşadığına inanmak istemezlerse, onlara kızmaz, onu yaşamın sonuna, arı, erinç
içinde, özgür, yazgısına kendiliğinden boyun eğerek varması gereken sona götüren
yoldan sapmaz.
1
Viyana yakınlarında, Yukarı
Pannonia'da bir kent. MS 173-177 yılları arasında Marcus Aurelius'un genel
karargâhı olmuştu. II. kitapta olduğu gibi, bu kitabın başındaki Carnuntunı'da
yazıldı tümcesi, kitabın sefer sırasında yazıldığını gösteriyor.
Carnuntum, Almanya ile Roma eyaleti Pannonia arasındaki sınırın tam güneyinde,
Viyana yakınlarında bulunuyordu.
2
yaşamdan ayrılmanın
zamanının gelip gelmediği...: Stoacılar, uzun yaşamın ille de iyi bir şey
olmadığını öne sürmelerinin yanı sıra, intiharın, dostlar ya da ülke ya da
sakat kalmaktan yahut onulmaz bir hastalıktan kurtulmak için başvurulduğunda,
'haklı gerekçeye' dayandığını düşünüyorlardı.
3
doğal bir sürecin
parçası: Stoacılar, kozmosun, bizim tanımayı öğrenebileceğimiz bazı gerekli
ussal ve tanrısal yan ürünlerinin olduğuna inanıyorlardı.
4
Kos'lu hekim (doğ. MÖ yakl.
460), Antikçağ’ın en ünlü tıp okullarından birinin kurucusu.
5
Kalde'liler: Magi:
Persler rahiplerini böyle adlandırmışlardı. Daha sonraki dönemlerde,
yıldızbilim ve gizlicilikle uğraşan Kalde'li rahiplerle özdeşleştirildiler ve mago
ve magia terimleri bugünkü anlamlarını kazandılar. Etkinliklerim Roma'da
da sürdürüyorlardı. Terimin etimolojik anlamı tartışmalıdır; Farsça mağa
('bağış') sözcüğünden, ya da Sanskritçe büyük anlamına gelen mago sözcüğünden
kaynaklanmış olabilir.
6
Büyük İskender (MÖ
356-323); Pompeius Magnus (MÖ 106-48); Gaius lulius Caesar (MÖ yakl.100-44):
ünlü Yunan ve Roma'lı generaller.
7
Herakleitos: EfesTi
filozof, (MÖ 6-5. yüzyıl). Marcus Aurelius'un, Herakle- itos'un adını
Demokritos ve Sokrates'le birlikte anmasının nedeni, yalnızca bu üç filozofun
ünlü olmalarından değil, değişik nedenlerden ötürü, Stoacılar tarafından
Zenon'un öğretisinin öncüleri sayılmış olmalarıdır. Stoacılık, usun egemenliğince
düzenlenmiş sürekli bir gelecek fikrini özellikle Herakleitos'a borçludur.
8
Abdera'lı Demokritos (doğ.
MÖ yakl. 460), atomculuğun kurucusu. Diogenes Laertios'a göre, çok ileri bir
yaşta tanınmadan ölmüştür. Marcus Aurelius, De- mokritos'u, pireler tarafından
ısırılarak öldürüldüğü sanılan başka bir Sokra- tes-öncesi filozof olan
Pherecides'le karıştırıyor. Herakleitos'la Demokritos'a yorulan ölüm
nedenlerinde, iki filozofun ortaya koydukları öğretilerle benzerlik
görülmüştür: sürekli akışın filozofu olan Herakleitos su toplanmasından Ölmüş;
atom kuramım ortaya atan filozof Demokritos ise mikroskopik böcekler yüzünden
ölmüştür.
9
bambaşka bir pire türü:
MÖ 399'da, düşmanlarının yanlış suçlamalarıyla, Sokra- tes'i ölüme mahkûm eden
mahkemenin metaforudur.
10
Magistratus: Roma'mn
çeşitli dönemlerinde üst düzey memur. Özellikle krallık, cumhuriyet ve principatus
dönemlerinde, devlet yönetiminin üç büyük organından biri (Öteki ikisi, Senatııs;
Populus) (Ç.N.)
11
Marcus Aurelius, Platon'un
"Timaios" adlı diyalog kahramanına göndermede bulunuyor, burada
aktarılan düşünceler kişisel olarak Sokrates tarafından dile getirilmiş olmasa
da. Marcus Aurelius, duyular gibi, 'dürtü'leri de, usun 'yar- gılarınm' (içindeki
koruyucu ruh) karşısına koyuyor. Marcus Aurelius'un dili, Platon'un
"IPhaidon"undaki zihin-beden çelişkisini anımsatıyor. Ancak, Marcus
Aurelius, başka bir yerde, insan 'dürtü'sünün, inanca ya da yargıya bağlı olduğu
yolundaki Ortodoks Stoacı görüşü dile getirmektedir. Burada da, aynı şey araştırılıyor:
us, (senin) dürtülerine egemen olmuştur. Böylece, Marcus Aurelius, temel
bir Stoacı fikri vurgulamak için Platonik dili kullanıyormuş gibi görünüyor.
Bu fikir; erdemin (ve ussallığın) biricik iyi olduğu, bunun bilincine varmanın,
yönetici ilkenin (koruyucu ruh), dürtülerini belirlemesini sağladığı
fikridir.
12
ve 13 Yöntemli bir
biçimde ve gerçeğe uygun olarak incelemek... şu anda zihnimde bir iz bırakan
nesne vd: Marcus Aurelius'un karakteristik düşünce biçimini belirten bu
anlatım, Epiktetos'un 'izlenimleri inceleme' temasını da anımsatıyor. Burada
odak noktası Epiktetos'un üç aşamalı programının üçüncü aşamasıyla benzerlik
üstündedir: amaç, insanların evrenin yurttaşları gibi, olaylarınsa yazgının iç
içe geçmiş ipliklerinin sonucu gibi göründükleri bilgece kozmik görüngeye
erişmektir. Ancak Marcus Aurelius, aynı zamanda, bu görüngeyi amaçlamanın (yumuşaklık,
yüreklilik vb) erdemlerin temel öneminin bilincine varmamıza ve başka
insanlara doğru davranmamıza (kardeşliğin doğal yasasının buyurduğu gibi)
yardım ettiğim vurgulamaktadır.
14
"Ne iyi ne de kötü
olan şeyler"; ne erdem ne de kötülük taşıyan, insanın amacı bakımından
"ilgisiz" şeylerdir. Her şeye karşın, onları, "çekinceli"
de olsa "yeğlenebilir" kılan bir değer taşıyabilen dışsal ve
maddesel iyi şeyler sözkonusu olabilir; ancak biricik gerçek iyi olan erdemle
bağdaşması koşuluyla.
15
Marcus Aurelius, burada
eski felsefelerin pratik ahlâka ilişkin iki standart fikrini birleştiriyor: 1)
ilâç ve sağaltma bakımından felsefe, 2) pratik reçeteleri kuramlara dayandırmanın
önemi. Bunlar, Marcus Aurelius'un belirgin özelliği olan, kozmik, 'tanrısal'
görüngeye başvurmasıyla bağmtılandırılmıştır.
16
Herakleitos'un hitabet
biçeminde yergici bir yorum; ayrıca bkz. IV 29; Herakle- itos'tan alıntılar
için IV 46.
17
Üçlü bölünme hakkında
karşılaştırma için yukarıda II Not 2. Burada üçlü bölünme (beden, ruh, zihin),
işlevlerin üçlü bölünmesiyle birleştirilmiş (izlenimler, dürtüler, yargılar).
18
İnsanların, birbiriyie
yarışan dürtülerin ipleriyle devindirilen 'kuklalar7 oldukları fikri
(ayrıca bkz. VI16,28; VII3,29; XII19).
19
Geleneksel zorba örnekleri:
zalimliğiyle ünlü Phalaris MÖ 6. yüzyıl ortasına doğru Agrigentum'un hükümdarı
oldu; imparator Neron, MS 54-68 yılları arasında hüküm sürdü.
1
İçimizdeki yönetici ilke1
doğa ile uyum içinde olduğu zaman, olaylarla öyle bir biçimde yüz yüze gelir
ki, olanaklı olan ve verilenle her zaman kolayca uyum sağlar. Tercihini hiçbir
belirlenmiş malzeme doğrultusunda yapmaz; birincil amaçlarına erişmek için2
yola çıkar, ama sakmımlı olarak. Başka bir şeyle karşılaşırsa onu kendisi için
malzemeye dönüştürür, tıpkı ateşin, içine düşen şeylere egemen olması gibi.
Bunlar küçük bir alevi söndürür, ama alev alev yanan bir ateş, içine atılan her
şeyi bir anda özümler, yutar, alevlerin gittikçe yükselmesi için bu malzemeden
yararlanır.
2
Hiçbir eyleme rastgele ya
da sanatın yetkinliği ilkesine tam olarak uymayacak bir biçimde girişme.
3
Bazıları kırsal bölgelerde,
deniz kıyısında ya da dağlarda kendi içlerine çekilebilecekleri bir yer3
ararlar; sen de böyle şeyleri bütün yüreğinle özlemeyi bir alışkanlık haline
getirdin. Ama bu aptalca bir şey, çünkü istediğin anda kendi içine çekilebilirsin;
çünkü insanın çekilebileceği hiçbir yer kendi içinden daha dingin, daha erinçli
olamaz; her şeyden önce de, içinde yalnızca düşünmenin bile kusursuz bir erinç
veren ilkeleri varsa. Erinç derken, içsel düzenden başka bir şeyi
kastetmiyorum. Öyleyse, sürekli olarak kendini bu sığınacak yere uyarla, orada
kendini yenile. Düşüneceklerin kısa ve temel olacak, ama bunlar içinde belirir
belirmez her türlü acıyı silecek, seni dönmen gereken yaşama hoşnutsuzluk
duymaksızın geri göndereceklerdir.
Sende
hoşnutsuzluk uyandıran şey nedir? İnsanların kötülüğü mü? Şunları anımsa:
ussal varlıklar birbirleri için doğmuşlardır; hoşgörü adaletin bir parçasıdır;
insanlar istemeden kötülük yaparlar4; birbirleriyle savaşırlar,
birbirlerinden kuşkulanır, nefret ederler, birbirlerini yaralarlar, en sonunda
da ölür, toprağa dönüşürler. Bir düşün bunu ve artık yakınma!
Evrensel
düzenin sana ayırdığı yazgıdan da mı hoşnut değilsin yoksa? Öyleyse, sürekli
olarak kendi içine çekil: 'ya tanrısal öngörü, ya atomlar'5;
evrenin bir kent sayılması gerektiğini gösteren bütün kanıtları anımsa. Yoksa
bedeninle ilgili düşkünlükler mi tedirgin ediyor seni hâlâ? Düşün ki, zihin,
bir kez kendine çekilip kendi gücünün ayrımına varmca, yaşam soluğunun
devinimleriyle -ister basit ister sert olsun- hiçbir ortak yanı kalmaz; son
olarak, acı ve haz üstüne işittiğin ve onayladığın her şey üstünde düşün.
Yoksa seni
yolundan alıkoyan basit bir ün isteği mi? Öyleyse unutkanlığın her şeyi nasıl
bir hızla yuttuğunu; önünde ve ardında uzanan zamanın sonsuz uçurumunu; ünün
boşluğunu, seni alkışlamayı gösteriş haline getirenlerin dönekliğini ve ahmaklığını;
ününün kapatıldığı dar alanı düşün. Çünkü yeryüzünün tümü bir noktadan başka
bir şey değildir, senin oturduğun yer ise bu noktanın küçücük bir parçasıdır
ancak; burada sana övgüler düzecek kaç kişi çıkar ve bunlar ne tür
insanlardır?
Bunun için,
senin kendinin olan bu küçük toprak parçasına çekilmeyi unutma, her şeyden önce
de, kederlenme, öfkelenme, özgürlüğünü koru ve şeylere gerçek bir insan,
insancıl biri, bir yurttaş, bir ölümlü yaratık gibi bak. Zihninde tuttuğun ve
sık sık başvurduğun ilkelere şu iki ilkeyi de ekle: birincisi, dışsal şeyler
zihnini etkilemez, her zaman onun dışında, devin imsiz kalırlar; bütün
tedirginlikler içimizdeki düşünceden kaynaklanır; İkincisi, şu anda gördüğün
her şey çok kısa bir zamanda değişime uğrayacak, artık varolmayacaktır. Senin
kendinin de böyle ne çok değişikliğe tanık olduğunu sürekli olarak düşün.
"Evren
değişimdir; yaşamsa kanı."6
4
Zihin hepimizde ortaksa,
bizi ussal varlıklar yapan mantık da öyledir. Eğer böyleyse, insanın ne
yapması ya da ne yapmaması gerektiğini saptayan mantık da ortaktır; öyleyse
yasa da ortaktır, sonuç olarak hepimiz yurttaşız, çünkü bir yönetim biçimine
katılıyoruz, öyleyse evren de bir kent gibidir.7 Çünkü başka hangi
yönetim biçimine bütün insan soyunun katıldığını söyleyebiliriz? Zihnimiz, mantığımız
ve yasamız buradan, bu ortak devletten gelmiyorsa, başka nereden geliyor? Tıpkı
içimdeki topraksı olan her şeyin topraktan gelmesi, nemli olan her şeyin başka
bir öğeden, yaşam soluğunun belirli bir kaynaktan, . sıcak ve ateşli olanın
başka bir öğeden gelmesi gibi -çünkü hiçbir şey hiçten çıkmaz, hiçbir şey hiçe
dönüşmez- zihnimiz de kendine özgü bir kaynaktan gelir.
5
Doğum gibi ölüm de doğanın
bir gizemidir: aynı öğelerin birleşip ayrışması. Öyleyse, bunda utanç duyulacak
bir şey yoktur, çünkü ussal yaratıkların ne doğasına, ne de yapısına aykırıdır
bu.
6
Böyle şeylerin, böyle
insanlarca, bu biçimde yapılması kaçınılmazdır; bunun tersini istemek incirin
acı özsuyunu üretmemesini istemek gibidir. Çok kısa bir süre içinde sen de
onlar da ölmüş olacaksınız, bir süre sonra da adınız bile kalmayacak sizden
geriye.
7
Kanını ortadan kaldırırsan,
"bana zarar verdiler" kavramı da ortadan kalkar, "bana zarar
verdiler" kavramını ortadan kaldırırsan, zararın kendisini de ortadan
kaldırmış olursun.
8
Bir şey bir insanı
olduğundan daha kötü kılmıyorsa, yaşamını da kötüleştirmez; ne dışarıdan ne de
içeriden zarar verebilir ona.
9
Doğanın, yararlı olmak
için, böyle davranması zorunludur.
10
"Olan her şey
doğrudur." Dikkatlice düşünürsen bunun doğru olduğunu göreceksin. Yalnızca
neden sonuç bağlantısı bakımından söylemiyorum bunu, adalet bakımından, birisi
onu tek tek durumun hak ettiğine göre dağıtıyormuş gibi söylüyorum. Öyleyse
başladığın gibi dikkatle bak ve her ne yaparsan yap bir insanın iyi olmasının
ne anlama geldiği hakkında oluşturduğun fikre göre yap. Her davranışında bu
kurala uy.
11
Şeyleri, fikrini zorla
kabul ettirmek isteyen kimsenin yargıladığı ya da senin onları yargılamanı
istediği gibi değil, gerçekte oldukları gibi gör.
12
Şu iki ilkeyi her zaman göz
önünde tutmalısın: birincisi, yalnızca, hükümdar ya da yasa koyucu mantığının
insanlığın iyiliği için buyurduğu şeye göre davran. İkincisi, sana doğruyu
gösterecek ve dayanaksız bir düşünceden uzaklaştıracak birini bulursan, fikrini
değiştir. Ancak bu yeni düşünce, her zaman, adalet ya da ortak çıkara yararlı
olduğu inancına dayanmalıdır; seçimini belirleyen biricik neden bu ya da buna
benzer bir şey olmalıdır, bunun hoşuna gideceği, ya da sana ün kazandıracağı
düşüncesi değil.
13
"Mantığın var
mı?" "Evet." "Öyleyse niçin kullanmıyorsun onu? Çünkü eğer
o, işlevini yerine getiriyorsa, başka ne istersin?"
14
Bütünün bir parçası olarak
geldin dünyaya. Seni üreten şeyin içinde yokolacaksm; ya da, daha doğrusu, bir
değişim süreci aracılığıyla yaratıcı usa8 döneceksin yeniden.
15
Aynı sunağın üstüne
saçılmış birçok tütsü taneciği: biri daha önce düşmüş, öteki daha sonra; ama
arada hiçbir fark yok.
16
On gün içinde şimdi seni
yabanıl bir hayvan ya da bir maymun gibi gören insanlara tanrı gibi
görüneceksin, ilkelerine ve usa saygıya dönersen.
17
Önünde daha yaşanacak on
bin yıl varmış gibi yaşama. Yazgı başının üstünde asılı duruyor. Yaşadıkça,
elinden geldiğince iyi ol.
18
Komşusunun söylediklerine,
yaptıklarına ya da düşündüklerine göz atmayan, davranışının adil ve kutsal,
iyi bir insanın davranışıyla uyum içinde ve her bakımdan iyi olmasını sağlamak
için yalnızca kendisinin yaptığıyla ilgilenen insan ne çok zaman kazanır.9
Başkasının kötü karakterine aldırma, yolundan sapmaksızın amacına doğru
ilerle.
19
Ölümünden sonra ün
kazanmayı tutkuyla isteyen kişi; onu anımsayacak kimselerin her birinin çok
geçmeden, sırası gelince öleceğini, onların ardından gelenlerin de başına aynı
şeyin geleceğini, anısının, sürekli olarak bu kişilerin birinden öbürüne
geçerken, sırayla bir yanıp bir sönerek sonunda tam bir yokoluşa varacağını
düşünmez. Senin anını saklayacak kişilerin ölümsüz olduklarını, bu nedenle
senin ününün de ölümsüz olacağını varsaysak bile, bunun sana ne yararı var?
Övgünün, bazı pratik amaçlar dışında, ölülere hiç yararı olmadığını söylememe
gerek var mı? Gerçekten de, doğanın sana bağışladığını şimdi yersizce
önemsemiyorsun da, başkalarının senden sonra hakkında ne söyleyeceklerine
takıyorsun zihnini.10
20
Bir biçimde güzel olan her
şey kendisi için güzeldir ve toplayabileceği övgülerden bağımsız olarak kendi
içinde tamdır. Övgü, övülen nesneyi ne daha iyi kılar, ne daha kötü. Bunu
günlük dilde herkesin güzel olduğunu söylediği şeyler için de söylüyorum,
örneğin, maddî şeyler ve sanat yapıtları için. Çünkü gerçekten güzel olan şeyin
başka bir şeye gereksinimi yoktur, yasa gibi, gerçek gibi, iyilik ya da
alçakgönüllülük gibi. Bu şeylerin hangisi övüldüğü için güzeldir, ya da değeri
kü- çümsendiği için değerini yitirir? Zümrüt, onu övmezlerse daha mı az güzel
olur? Ya altına, fildişine, erguvana, lire, kılıca, çiçeğe, fidana ne diyelim?
21
Ruhlar varlıklarını
sürdürüyorlarsa, ezelden beri havada hepsi için nasıl yeterince yer olabilir?
Peki yeryüzünde, onca zamandır gömülen bedenler için nasıl yeterince yer
vardır? Toprakta ölü bedenlerin bir süre sonra dönüşüm ve çözülmesiyle öteki
cesetlere yer açmaları gibi, havaya çıkan ruhlar da, bir süre orada kaldıktan
sonra, dönüşürler, dağılırlar, yanarlar, evrenin yaratıcı ilkesine geri
dönerler; böylece arkadan gelen ruhlara yer açarlar. Ruhların varlıklarını
sürdürdükleri varsayımını kabul ederek vereceğimiz yanıt budur. Yalnızca
toprağa gömülen bedenlerin büyük sayısını değil, aynı zamanda her gün bizim ve
başka canlıların yedikleri hayvanların sayısını da hesaba katmalıyız. Ne çok
hayvan tüketiliyor ve denebilirse, besinlerini onlardan sağlayanların
bedenlerine gömülüyorlar! Gene de onları içine alacak yeterince yer var, tam
da, kana dönüştükleri, havaya ve ateşe dönüştükleri için.
Maddenin gerçeğine nasıl varabiliriz? Maddesel olanı nedensel olandan
ayırt ederek.
22
Yolundan sapma, ama her
devinim dürtüsünde doğru olanı yap, her düşüncede gerçeği kavrama yetini koru.
23
Her şey seninle uyum
içindedir, ey evren, benimle de uyum içindedir. Senin için tam zamanında olan
hiçbir şey be- ııim için erken ya da geç değildir. Senin mevsimlerinin
getirdiği her şey benim için meyvedir, ey doğa: her şey senden gelir, her şey
sende varlığını sürdürür, her şey sana döner. "Kekrops'un sevgili
kenti"11 diyor ozan. "Zeus'un sevgili kenti" demez misin
sen de?
24
"Erinç içinde yaşamak
istersen çok az şey yap" diyor filozof.12 Gerekli olanı ve
doğanın toplumsal yaşam için yarattığı bir varlığın usunun gerektirdiği her
şeyi, onun dediği gibi yapmak daha iyi olmaz mı? Çünkü bu yalnızca doğru
davranmaktan kaynaklanan erinci sağlamaz, aynı zamanda az şey yapmaktan
kaynaklanan erinci de sağlar. Gerçekten de, gerekli olanlar dışında,
sözcüklerimizin ve edimlerimizin büyük bir bölümünden vazgeçersek, daha çok
zamanımız olur ve daha erinç içinde oluruz. Bunun için her fırsatta kendi
kendimize yinelemeliyiz: bu gerekli bir şey mi, değil mi? Yalnızca eylemleri
değil, gereksiz düşünceleri de ortadan kaldırmalıyız; çünkü, böylece, bu
düşüncelerin ardından gelecek gereksiz eylemler önlenmiş olacaktır.
25
Yalnızca evrensel düzenin
ona ayırdığından hoşnut olmakla kalmayıp aynı zamanda adalete uygun ve
iyilikle davranmaktan doyum sağlayan dürüst bir insan gibi yaşamaya Çahş.
26
Onu gördün, şimdi de buna
bak. Tedirgin olma, yalın ol. Birisi yanlış bir şey mi yapıyor? Onu kendine
karşı yapıyor. Başına bir şey mi geldi? İyi; daha en başından beri başına
gelenler, evrensel doğa tarafından önceden kararlaştırılmış ve yaşamının
dokusuna katılmıştır. Kısaca, yaşam kısadır, şimdi'den yararlanmalısın ama,
sakmımla ve adaletle. Dikkatin dağılmışken bile ayık ol.
27
İster kusursuzca
düzenlenmiş, ister rastgele bir araya gelmiş olsun13, evren gene de
bir düzendir. Senin içinde belli bir düzen varken, bütünün içinde düzensizlik
olabilir mi, özellikle bütün şeylerin birbirinden ayrı, ama gene de kaynaşmış,
uyum içinde birbirine bağlanmış olduklarını düşününce?
28
Kötü bir karakter: erkeksi
olmayan, inatçı, yabanıl, hayvansı, çocuksu, umursamaz, yapmacık, başkalarının
sırtından geçinen, para canlısı, zorba.
29
Dünyada ne çok şeyin
varolduğu hakkında bir şey bilmeyen kişi nasıl dünyada bir yabancıysa, orada
ne olup bittiğini bilmeyen kişi de ondan daha az yabancı değildir.14
Toplumda bir arada yaşama yasasından kaçan kişi kaçaktır; zihninin gözlerini
kapatan kimse kördür; başkalarına bağımlı olan ve yaşamak için ona gerekli olan
her şeye kendi içinde sahip olmayan, dilencidir; dünyadan el etek çeken, içine
çekilen ve olup bitenlerden hoşnut olmadığı için kendini evrensel doğadan
ayıran kişi, dünya üstünde bir apsedir; oysa bu olup bitenlerin nedeni seni
vareden aynı doğadır; ruhunu, öteki ussal varlıkların ruhundan ayıran kişi
toplumdan koparılmış bir uzuvdur, çünkü ruh tektir.
30
Bu adamın tüniği yok, şunun
da kitabı, bir başkası da yarı çıplak, ama filozof gibi yaşarlar. "Ekmeğim
yok," der "ama usa bağlıyım." Bense besinimi bilimden
sağlıyorum, ama ona bağlı değilim.15
31
Öğrendiğin mesleğini sev ve
ondan hoşnut ol. Ömrünün geri kalanını, sahip olduğu her şeyi bütün yüreğiyle
tanrılara adayan biri gibi ve ne zorba, ne de kimsenin kölesi olarak geçir.
32
Vespasianus'un16
dönemini al, örneğin. Bugün de olmakta olan her şeyi bulacaksın orada:
insanların evlendiklerini, çocuk yetiştirdiklerini, hastalandıklarını,
öldüklerini, savaştıklarını, şenlikler yaptıklarını, ticaretle uğraştıklarını,
toprağı işlediklerini, dalkavukluk ettiklerini, büyüklük tasladıklarını, birbirlerinden
kuşkulandıklarını, dolap çevirdiklerini, pusu kurduklarını, başkalarının
ölümünü dilediklerini, şimdiki zamandan yakındıklarını, servet biriktirmeyi
sevdiklerini, yüksek mevkiler, konsüllük ya da hükümdarlık için yanıp
tutuştuklarını... Ama şimdi yaşamları bir hiç, hiçbir yerde yok artık.
Şimdi de Traianus dönemine geçelim. Gene aynı şeyler; o yaşam da söndü
şimdi. Tüm öteki dönemlere ve uluslara ait belgeleri gözden geçir, ne çok
insanın onca savaştan sonra bir anda ölümün tuzağına düştüğünü, kendini
oluşturan öğelere ayrıldığını göreceksin. Ama her şeyden önce, tanıdığın,
doğalarına uygun davranmayı ve ona sıkı sıkı tutunarak yalnızca bundan
memnunluk duymayı savsaklayarak, boşu boşuna çırpınıp duran kimseleri anımsa.
Burada, her eyleme gösterilen özenin onun değeriyle oran- lıh olması
gerektiğini anımsamaksın; çünkü o zaman, ikincil şeylere hak ettiklerinden daha
çok değer vermezsen gönül gü- ı ünü yitirmekten kurtulursun.
33 Bir zamanlar kullanılan sözcükler bugün arkaik olmuştur. Aynı
biçimde, bir zamanlar ünlü olan insanlarm adları da, bir anla mda, arkaiktir:
Camillus, Caesus, Volesus, Dentatus17 kısa bir zaman sonra da
Scipio, Cato18, sonra Augustus, sonra da Hadri- .ınus ve Antoninus19.
Çünkü her şey hızla silinip gider, efsaneye (lönüşür, çok geçmeden de tam bir
unutuşa gömülür. Doğal olarak, bunu, bir zamanlar olağanüstü ün kazanmış
kişiler için söylüyorum, geri kalanların tümü de, son soluklarını verir vermez
"yokolup gitmişler," "gözden uzak, gönülden ırak"
olmuşlardır.20
Öyleyse, bu sonsuza dek anımsama ne anlama geliyor? I am bir boş gurur,
başka bir şey değil. Dikkatimizi neye yöneltmeliyiz, öyleyse? Doğru düşünmeye,
ortak yarara yöneltilmiş eylemlere, hiç yalan söylemeyen sözcüklere, her şeyi,
gerekli, bilinen benzer kökenden kaynaklanan şeyler olarak alan bir ruha,
eylemlerimizin topluma yararlı olmasına.
34 Gönüllüce Clotho'ya21 teslim ol, bırak yazgını
dilediği olaylarla örsün.
35 Hiçbir şey bir günden fazla sürmez, anımsayan da, anımsanan da.
36 Her şeyin dönüşüm yoluyla ortaya çıktığını sürekli olarak
gözlemle ve evrensel doğanın, hiçbir şeyi, varolan şeyleri dönüştürmek ve
onların yerine yenilerini yaratmaktan daha çok sevmediğini düşünmeye alıştır
kendini. Gerçekten de, her varlık belli bir anlamda ondan doğacak şeyin
tohumudur, oysa senin düşünüş biçimine göre, biricik tohumlar toprağa ya da
dölyatağına serpilenlerdir. Ama bu fazla ham bir düşünce.
37
Yakında öleceksin, ama sen
hâlâ yalın, dingin, dış olayların sana zarar verebilecekleri kuşkusundan uzak
değilsin, ne de hâlâ bilgeliğin, yalnızca dürüst davranmakta yattığına inanıyorsun.
38
Onların yönetici yetilerini
incele ve akıllı geçinenlerin bile nelerden kaçtıklarını, nelerin ardından
koştuklarını gözlemle.
39
Senin için kötü olan, bir
başkasının yönetici yetisinde ya da seni kuşatan şeylerin değişmesinde ve
dönüşmesinde değildir. Nerededir öyleyse? Ruhunun kötülük üstüne yargılar oluşturan
parçasında. Öyleyse, yargı verme, her şey iyi gider o zaman. Sana en yakın
olan şey, bedenin, parçalansa, yansa ya da çürüse bile, bu yargıları veren
parçan gene de dinginliğini korur; çünkü, ayrım gözetmeksizin doğaya aykırı
olarak yaşayanın da, doğaya uygun olarak yaşayanın da başına gelen şey, ne
doğaya uygun, ne de ona aykırıdır.
40
Evreni, tek bir maddeyi ve
tek bir ruhu içinde barındıran biricik bir canlı yaratık olarak düşün; bütün
şeylerin bu varlığın bilinci tarafından özümlenmiş olduğunu; her şeyin tek bir
dürtü sayesinde olup bittiğini ve bütün bu şeylerin nasıl bir araya gelip varolan
her şeyin ortak nedenini oluşturduklarını, onların birbirine nasıl
zincirlendiklerini, nasıl bağlandıklarını düşün.
41
Epiktetos'un22
sık sık söylediği gibi, "bir ölünün ağırlığını taşıyan kırılgan bir
ruhsun sen."
42
Dönüşüme uğrayan şey için
kötü diye bir şey yoktur, tıpkı dönüşümün sonucu olarak varolmalarının iyi
olmaması gibi.
43
Olaylardan oluşan bir
ırmak, coşkun bir sel gibidir zaman; çünkü her şey görüş alanımızda belirir
belirmez, sürüklenir gider, sonra bir başkası alır yerini, o da sürüklenir gider.
44
Gelip geçen her şey; tıpkı
ilkbaharda açan güller ve yaz meyveleri gibi alışılmış ve bildiktir;
hastalıklar, ölüm, iftira, kıskançlık ve budalaları sevindiren ya da
hüzünlendiren her şey için de geçerlidir bu.
45
Sonradan gelen, her zaman
önceden gelene sıkı sıkıya bağlıdır; çünkü burada sözkonusu olan; gereklilikten
ötürü bir arada durmaya zorlanan bağımsız olguların basitçe sıralanması değil,
mantıksal bir zincirlenmedir; tıpkı varlıkların uyumlu bir biçimde eşgüdümlü
oluşu gibi, olaylar da meydana geldiklerinde basit bir sıralanma değil,
olağanüstü ve sıkı bir karşılıklı bağıntı gösterirler.
46
Herakleitos'un23
şu sözünü her zaman anımsa: "Toprağın ölümü suyun doğuşu; suyun ölümü
havanın doğuşu; hava-
j>ın ölümü
ateşin doğuşudur ve bunun tersi." Yolunun nereye çık tığını unutan adamı
da anımsa; ve onun şu sözlerini: "İnsan- l.ır en kalıcı birlikteliği
yaşadıkları şeyle uyuşmazlık içindedirler," yani evreni yöneten usla;
"her gün karşılaştıkları olayları kendilerine yabancı gibi görürler";
"uykuda gibi davranmamalı, konuşmamalıyız"; çünkü uykuda da
deviniyormuşuz, konu- şııyormuşuz gibi gelir bize; "çocukların ana
babalarına davrandıkları gibi de davranmamalıyız"; yani yalnızca bize ne
öğretiliyorsa onu yapmamalıyız.
47
Tanrılardan biri sana yarın
ya da en geç öbür gün öleceğini söylerse, o günün yarın ya da öbür gün olması
senin için çok önemli değildir, eşi bulunmaz bir ödlek değilsen; hem sonra,
arada çok mu büyük bir fark var? Bunun gibi, birçok uzun yıllardan sonra mı,
yoksa yarın mı öleceğinin önemli olduğunu sanma.
48
Ne çok hekimin,
hastalarının başında kaç kez kaşlarını çattıktan sonra kendilerinin de
öldüklerini; kaç yıldızbilimci- nin, başkalarının ölümlerini, ölüm çok önemli
bir olaymış gibi, önceden haber verdikten sonra; kaç filozofun, ölüm ve ölümsüzlük
üstüne sayısız tartışmalardan sonra; kaç kahramanın yığınla insan öldürdükten
sonra; kaç zorbanın, kendileri ölümsüzmüşler gibi, güçlerini korkunç bir
kıyıcılıkla yaşam ve ölüm üstünde kullandıktan sonra; kaç kentin, bu sözcüğü
kullanabilirsek, ölüp gittiğini hep göz önünde tut: Helice, Pompei, Her-
culanum24 ve daha sayısız bir çok kentin.
Bu adam şu adamın cenazesine katıldı, sonra sıra ona geldi, onun
cenazesine katılan şu. öteki adama da sıra geldi ve bütün bunlar çok kısa bir
zaman içinde oldu! Kısaca, insansal olan her şeyin gelgeç ve değersiz olduğunu
her zaman düşün: dün bir balgam damlası, yarın bir mumya ya da bir avuç kül.
Öyleyse şu ânı doğayla uyum içinde geçir, sonra da yaşamını dinginlik içinde
bitir, tıpkı bir kez olgunlaşınca toprağa düşen, böylece onu üreten toprağı
kutsayan ve onu büyüten ağaca gönül borcu duyan zeytin tanesi gibi.
49
Dalgaların art arda gelip
çarptıkları kaya gibi ol: sağlam, kıpırtısız25, çevresinde kaynayan
suların dinginleşmesini seyreden.
"Ben ne şanssızmışım ki, bu utanç verici olay başıma geldi!"
Tam tersi. "Ne şanslıyım, çünkü, başıma gelen utanç verici şeye karşın,
yılgınlığa kapılmıyorum, ne şimdiki zaman eziyor beni, ne gelecek
ürkütüyor." Bu tür bir şanssızlık aslında herkesin başına gelebilir, ama
herkes yılgınlığa kapılmamayı başaramaz. Öyleyse, neden, bu bir şanslılık
değil de, şanssızlık olsun? Yoksa sen, insanın şanssızlığının kendi gerçek
doğasından sapmasından başka bir şeyde yatabileceğim mi söylüyorsun? İnsanın
doğasının istemiyle çatışmayan bir şeye, insanın doğasından bir sapma
denebileceğini mi sanıyorsun? Öyleyse? Bu istemin ne olduğunu biliyorsun.
Yoksa, başına gelen; senin âdil, yüce gönüllü, bilge, sakınmalı, dikkatli,
içtenlikli, duygularını açığa vurmayan, özgür biri olmam, insan doğasının
ortaya çıkmasını, kendine özgü amacına erişmesini sağlayan bütün öteki
niteliklere sahip olmam engelleyebilir mi? Bundan böyle, üzülmene yol açan her
güçlük karşısında, şu ilkeyi uygulamayı unutma: bu bir şanssızlık değildir, ama
ona yüreklice katlanmak şanslılıktır.
50
Ölümü küçümsemeye yardımcı
olacak, basit ama gene de etkin bir yol, yaşama sıkı sıkı tutunanları usundan
geçirmektir. Vaktinden önce ölenlere göre daha fazla ne elde etmişlerdir?
Onlar da toprağın altında yatıyorlar: Caedicanus, Fabi- us, Julianus, Lepidus26,
onlar gibi daha niceleri, birçoklarına mezara dek eşlik ettikten sonra,
sıraları gelince onlara da eşlik edildi. Özetle, aradaki fark çok küçüktür;
nice dertler arasında, hangi arkadaşlarla, hangi zavallı bedende sürüklüyoruz
yaşamlarımızı! Pek de önem verme buna! Ardındaki zaman uçurumuna, önünde
uzanan sonsuzluğa bak: bir bebeğin üç gün süren yaşamıyla, Neşter7un27
üç kuşak süren yaşamı arasında ne fark var?
51
Her zaman en kısa yoldan
git; en kısası doğayı izleyen yoldur. Bu yol seni sonunda her şeyi en sağduyulu
biçimde söylemeye ve yapmaya götürür. Çünkü böyle bir amaç seni dertlerden ve
çatışmalardan, her türlü kaygıdan ve gösterişten kurtarır.
I Yönetici ilke: Bkz. yuk. II Not:2.
' Birincil amaçlarına erişmek için yola çıkar, ama sakımmlı olarak:
'birincil amaçlan' ya da 'yeğlenebilir' olanları (örneğin sağlıklı olmak)
'sakımmlı olarak' elde etmeyi istemek, Stoacı ideal ahlâkın standart bir
parçasıdır.
ı Bazıları.... çekilebilecekleri bir yer ararlar: insanın yalnızca
'kendi içine' çekilebileceği düşüncesi, antik felsefenin sık sık ele alman bir
temasıdır (Örneğin, Seneca).
I İnsanlar istemeden kötülük yaparlar: Stoacıların aptallık ve us
konusunda geliştirdikleri Sokratik bir paradoks.
5 Birbirine karşıt iki öğretinin, Stoacı ve Epikurosçu
öğretilerin aşırı bileşimi.
<> Demokritos'tan alıntılanan bir tümce.
7
Yani, kendi kendisinin
nedeni olan evrensel usa (yaratıcı us: kendi kendisinin nedeni olan
evrensel us). Ussal evrensel yasa fikri, büyük Stoacı kuramcı Khrysippos'tan
gelmiş olabilir, ancak Stoacıların ideali tanrılarla insanların bir
kentiydi.
10
İnsan psikolojisini
fiziksel olarak görmelerine karşın, Stoacılar bazen, bazı ruhların, en azından
şimdiki zaman dönümü sona erinceye dek fiziksel ölümden sonra da yaşamlarım
sürdürebileceklerini öne sürmüşlerdir. Burada, Marcus Aurelius bu olasılığa
karşı çıkmamakla birlikte, daha çok ruhların da bedenler gibi, az ya da çok
çabuk evrenin bütününce özümlenmesi düşüncesine yatkın görünüyor.
11
"Kekrops'un sevgili
kenti": Atina. Aristophanes'ten alıntı. Kekrops, Atina'nın mitolojik
bir kralıydı. Marcus, "Zeus'un sevgili kenti" sözleriyle, yerel ve
evrensel kentimizi birleştirmemiz gerektiği fikrini dile getiriyor.
13
İki seçenekten biri:
evrenin ya (Stoacıların inandıkları gibi) tanrısal tasarımla düzenlendiği ya da
(Epikurosçularm inandıkları gibi) atomlardan oluştuğu. Marcus, hangi seçenek
doğru olursa olsun, ussal bir yaşam sürüp erinç sağlayabileceğimizi söylüyor;
bazen de, burada olduğu gibi, Stoacı görüşü kabul ettiğine işaret ediyor.
14
Kendini kente ya da
evrensel bütüne 'yabancılaştırma' düşüncesine benzer düşünceler için bkz.
VIII. 34, X1.8.
15
Marcus Aurelius, burada,
biçem ve felsefî kesinlik bakımından, aşırı basitliği yoğun inançla birleştiren
(tüniksiz) kiniklerin karşısında görünüyor.
16
Tıtus Flavius Vespasianus,
69-70 yılları arasında; Traianus, 98-117 yılları arasında imparatordular. İki
imparatorun adlarının birlikte anılması, iyi yönetici örnekleri olmalarındandır.
17
Erken Roma Cumhuriyeti'nin
kahramanları.
18
Olasılıkla, MÖ 292'de,
Zama'da Hannibal'i yenen Publius Cornelius Scipius Af- ricanus. Marcus Porcius
Cato (I. Not 22) MS 184'te censor'du.
19
Dürüst imparatorlara örnek:
Octavianus Augustus, MÖ 31'de Antoninus'u yendi; imparatorluğun kurucusu.
Publius Elius Hadrianus, 117-138 yıllan ara- smda imparator, ardılı
olarak Antoninus'u evlât edinmiş, onun da Marcus Aurelius ve Lucius Verus'u
evlât edinmesini sağlamıştır.
21
Clotho: Üç parça'dan
biri; parca'lar kader ve ölüm tanrıçalarıydı.
22
Elimizdeki, Epiktetos'un
öğretilerine ilişkin metinlerde yer almamaktadır.
24
Helice: MÖ 373'te
ansızın yıkılan Yunan kenti; Pompei ve Herculanum: MS 79'da Vezüv
yanardağının püskürmesiyle yıkıldılar.
25
Sağlam, kıpırtısız....:
Roma Stoacılığının imgesi, Vergilius'un Aeııeas'ında.
26
Caedicanııs.... : kimlikleri belirsiz kişiler.
27
Homeros'un
kahramanlarından; Uyada'da, iki kuşaktan uzun süre yaşadığı söylenir.
1
Sabahları canın yataktan
çıkmak istemediğinde, hemen şöyle düşün: "Bir insanın görevini yerine
getirmek için kalkıyorum. Bunu yapmak için doğdum, bu dünyaya bunun için getirildim,
peki ama neden yakmıyorum öyleyse? Yataktan çıkmayıp yorganı başıma çekmek
için mi yaratıldım yoksa?" "Kuşkusuz çok daha hoş bir şey bu."
"Bunun için mi geldin dünyaya öyleyse? Harekete geçmek için değil de,
duyuları sınamak için mi? Ağaçları, kuşları, karıncaları, örümcekleri, arıları
görmüyor musun? Onların her birinin evrenin akışı içinde kendine düşen görevi
yerine getirdiğini, evrensel düzene küçük de olsa katkıda bulunduğunu görmüyor
musun? Sense, kendi adına, bir insan olarak yapman gereken şeyi yapmayı red mi
edeceksin? Kendi doğana uygun olanı yapmak için acele etmeyecek misin?"
"Ama dinlenmek de gerek." Elbette; bence de öyle. Ama doğa yemeye
içmeye olduğu gibi, buna da sınır koymuş; oysa sen bu sınırları aşıyorsun,
gerekli olanın dışına çıkıyorsun. Sıra eyleme gelince de, yapabileceğinden
azını yapıyorsun. Gerçek şu ki, sen kendini sevmiyorsun, kendini sevseydin, hem
kendi doğanı, hem de onun istemlerini severdin. Mesleklerini seven insanlar,
yaptıkları işe kendilerini öylesine kaptırmışlardır ki, yıkanmayı, yemek yemeyi
bile unuturlar; oysa sen kendi doğana; oymacının oymacılık sanatına, dansçının
dansa, cimrinin parasına, kibirlinin azıcık ününe verdiğinden daha az değer veriyorsun.
Mesleklerini gerçekten seven insanlar, kendilerini işlerine öylesine
kaptırırlar ki, yemek yemeyi hatta uyumayı bile unuturlar; oysa ortak yarara
hizmet eden etkinlikler sana daha az önemli ve daha az çabaya değer görünüyor.
2
Her türlü can sıkıcı ve
yakışıksız düşünceyi zihinden uzaklaştırmak, silmek ve hemen tam bir dinginliğe
kavuşmak ne kolaydır!
3
Doğaya uyan her sözcüğün,
her düşüncenin sana lâyık olduğunu düşün ve bunun ardından gelebilecek
kınamalardan ve lâflardan etkilenme: eğer söyleyeceğin ya da yapacağın şey
doğruysa, bundan daha azını hakettiğini düşünme. Başkalarının onları
yönlendiren kendi ilkeleri vardır ve kendi dürtülerine boyun eğerler; onlara
dönüp bakma, kendi bireysel doğanı ve evrensel doğayı izleyerek yolunda
dosdoğru yürü; çünkü ikisinin yolu da birdir.
4
Doğanın çizdiği yolda
ilerliyorum, toprağa düşüp erince kavuşacağım; her gün içime çektiğim havaya
son soluğumu verip, babamın, yaşam tohumunu; annemin, kanını; sütannemin
sütünü aldığı ve benim yıllardır günbegün ekmeğimi ve suyumu çıkardığım
toprağa düşeceğim güne dek; adımlarımı ve ondan sağladığım sayısız yararlan
taşıyan toprağa.
5
Onların gözlerini
kamaştıracak parlak bir zekâya sahip değilsin. Pekâlâ; ama birçok başka nitelik
vardır ki, onlar için: “Bu, doğanın bir bağışı değil" diyemezsin. Tümüyle
sana bağlı olan nitelikleri ortaya koy: içtenlik, onur, direnç, hazlara karşı
ilgisizlik, hakkına razı olmak, yetingenlik, iyi niyet, özgürlük, yalınlık,
ağırbaşlılık, yüce gönüllülük. Daha şimdiden, doğal yeteneksizlik ya da
yetersiz eğilim gibi bahaneler öne sürmeksizin ortaya koyabileceğin ne çok iyi
niteliğin olduğunu görmüyor musun? Gene de, bile isteye kendi düzeyinin
altında kalıyorsun. Yoksa, yakınmaya, pintiliğe, dalkavukluğa, zavallı bedenini
küçümsemeye, başkalarını pohpohlamaya, böbürlenmeye, zihin karışıklığına doğal
yeteneklerinin eksikliği mi zorluyor seni? Hayır, tanrılar aşkına, bütün
bunlardan çoktan kurtulmuş olabilirdin ve eğer gerçekten gerekliyse, yalnızca
zihinsel yavaşlığın ve kavrayış ağırlığından ötürü kmanabilirdin, ille de
gerekliyse; ama bu durumda bile, kusurlarını gözardı edip tembelliğinin tadını
çıkaracak yerde, kendini eğitmek için çaba harcamahsın.
6
Bazı insanlar, birine bir
iyilikte bulunurlarsa, karşılığını alacaklarını hesaba katarlar. Bazıları da,
bunu hemen yapmaz- l.ıı, ama gene de iyilik ettikleri kişiyi içlerinden
kendilerine I m uçlu sayarlar;
yaptıklarının fazlasıyla bilincindedirler. Bazıları da, bir anlamda bir
iyilikte bulunduklarını bile bilmezler, ıızüm üreten, bir kez meyvesini
verdikten sonra başka bir ödül beklemeyen asmalar gibidirler; tıpkı yarışı
bitiren bir at gibi, avını yakalayan bir köpek gibi, balını yapmış bir arı gibi
ya da. Bu insanlar da iyilik yaptıktan sonra, bağıra bağıra duyurmazlar bunu,
başka bir iyilik yapmaya yönelirler, tıpkı asmanın mevsimi gelince yeniden üzüm
vermesi gibi. Biz de, denebilirse, ayrımına varmaksızın iyilik eden
insanlardan mı olmalıyız? "Evet. Gene de bunun ayrımında olmalıyız, çünkü
bir topluluğa ait olan insanın toplumun yararına davrandığının bilincinde
olması ve Zeus hakkı için, komşularının da bunu anlamalarını dilemesi insana
özgü bir niteliktir." "Dediğin doğru, ama sözlerimi yanlış
yorumluyorsun; bunun için sen de, az önce andığım insanlardan biri olacaksın1,
çünkü onlar da, usa uygun görünen bir mantık yürütme sonucu yoldan
sapabilirler. Ama ne demek istediğimi anlamak istersen, o da şu: bu yüzden
ortak yarara hizmet eden bir eylemi ihmal edeceğinden korkma."
"Su ol
da,
sevgili Zeus,
Attika'nın
tarlalarına,
ovalarına
yağ."
İnsan böyle
yalın, açık yakarmah, ya da hiç yakarmamak.
8
Derler ki, "Asklepios2
birine, ata binmesini, soğuk suyla yıkanmasını, yalınayak yürümesini
buyurdu"; biz de şöyle diyebiliriz: "Evrenin doğası; ona bir
hastalık, sakatlık, kayıp ya da bu tür başka bir şey buyurdu." Birinci
tümcede, "buyurdu" sözleri yaklaşık olarak şu anlama gelir: ona, bunu
sağlığına uygun olduğu için önerdi; ikinci tümcede: herkesin başına gelebilecek
şey; ona, bir anlamda, yazgısına uygun olduğu için verildi. Böylece, bu
şeylerin bize "uygun" olduğunu söylerken kare taşların duvar ya da
piramit yapımına uygun olduğunu, çünkü belli bir yapısal düzenlemede
birbirlerine uyduklarını söyleyen duvarcılar gibi konuşmuş oluruz. Her şeyi
kapsayan tek bir uyum vardır ve evrenin bütün bu varlıkların toplamının uyumlu
bir biçimde bir araya gelmelerinden oluşması gibi, yazgı da tek tek bütün
nedenlerin toplamından oluşmuştur.
Demek
istediğimi eğitim görmemişler bile anlıyorlar, çünkü şöyle diyorlar:
"Başına şöyle bir şey geldi"; yani, ona şöyle bir şey gönderildi,
yani onun için öngörüldü. Öyleyse yazgının bize gönderdiği şeyi kabul edelim,
Asklepios'un buyruklarını kabul ettiğimiz gibi. Bu ilâçların çoğu kuşkusuz hoş
değil, ama iyileşmek umuduyla gene de alırız onları. Aynı biçimde, sağlığın
için yaptığın gibi, evrensel doğanın belirlediği şeyi tam olarak
gerçekleştirmeyi, başına ne gelirse gelsin, hoş olmasa da kabul et; çünkü,
amacı; evrenin iyiliği, Zeus'un gönenci ve başarısıdır. Eğer bütünün yararına
olmasaydı, insanın başına hiçbir şey gelmezdi; doğa da, nasıl bir doğa olursa
olsun, yönettiği şeye uygun olmayan hiçbir şey üretmez.
Böylece,
başına gelen şeyden memnun kalman için iki neden vardır: birincisi, o şey,
senin için başına gelmiştir, sana gönderilmiştir, daha en başından yazgınla
birlikte örülmüştür ve en eski nedenlerden kaynaklanmıştır; İkincisi, tek tek
herkesin başına gelen şey, onun kendi gönencine ve gelişmesine; ve Zeus hakkı
için, evreni ayakta tutanın sürdürülmesine katkıda bulunur. Çünkü, yalnızca
nedenlerinin değil, aynı zamanda onu oluşturan parçaların bağlantısının ve
sürekliliğinin en küçük bir parçasını bile koparırsan bütünün kusursuzluğu
sakatlanır; ondan yakındığında onu koparırsın ve bir anlamda onu yoke- dersin.
9
Her eyleminde doğruluk
ilkelerine göre davranmayı başaramazsan canını sıkma, gönül gücünü yitirme,
öfkelenme; yanıldınsa baştan başla; davranışların, en azından çoğunlukla insana
lâyık davranışlarsa memnun ol. Döndüğün şeyi sev ve felsefeye ciddî bir okul
öğretmenine döner gibi değil, gözlerinden rahatsız olduğu için gözüne küçük
bir süngerle yumurta akı süren biri ya da yakı yahut sargı bezi arayan biri
gibi dön. Çünkü böylece yalnız usa boyun eğmenin ağır gelmediğini
göstermeyeceksin, aynı zamanda erinci yalnız orada bulacaksın. Hem sonra,
felsefenin yalnızca senin doğanın istediği şeyi istediğini, oysa senin
istediğinin, doğayla uyum içinde olma- y.m bambaşka bir şey olduğunu anımsa.
Doğayı izlemekten dalı. ı hoş
bir şey olabilir mi? Kaba zevkler bu yüzden baştan çıkıt mıyor mu bizi? Zihnin
yüceltilmesinin, özgürlüğün, basitlisi ı>, iyi yürekliliğin, dindarlığın
sana daha büyük bir haz verip vermediğini düşün. Öyleyse, anlama ve bilme
yetisinin giriştiği her durumda
nasıl güvenli, nasıl mutlu olmayı sağladığını göz ımüne alırsan, bilgeliğin
kendisinden daha hoş ne var ?
10
Gerçeklikler öyle bir tüle
bürünmüştür ki, sayıları hiç de az olmayan filozoflar, üstelik üstün nitelikli
olanlar, onların tam anlamıyla kavranamaz3 olduklarını öne
sürmüşlerdir. Stoacıların kendileri bile onları anlaşılması güç bulmuşlardır;
izlenimlerimiz bizi yanılgıya uğratabilir. Hiçbir zaman yanılmayan bir insanı
nerede bulalım?
Şimdi, duyusal yaşantılarının nesnelerine gelelim: nasıl da gelgeç,
bayağı, bir sapığın, bir fahişenin, bir hırsızın eline geçebilecek şeylerdir
bunlar. Sonra da, birlikte olduğun kimselerin alışkanlıklarına bak, bunların en
iyilerine bile güç katlanılır, insanın kendi kendine katlanmasının bile hiç de
kolay olmadığını bir yana bırakalım. Bütün bu sisin, bu pisliğin, maddenin, zamanın,
devinimin ve devinen her şeyin alabildiğine hızla akışı ortasında, saygıya
değer yahut şu ya da bu biçimde ciddî olarak heyecan uyandıracak hiçbir şey
göremiyorum. Tersine, insan kendi doğal yokoluşunu bekleyerek, eğer gecikirse
buna üzülmeyerek, yalnızca iki düşüncede erinç bularak avutmahdır kendini:
birincisi, evrenin doğasıyla uyum içinde olmayan hiçbir şey başıma gelmeyecek;
İkincisi, içimdeki tanrıya ve koruyucu ruha aykırı hiçbir şey yapmamak
yalnızca bana bağlıdır; çünkü hiç kimse beni onun yasalarım çiğnemeye
zorlayamaz.
11
"Öyleyse, şu anda
ruhumu hangi amaçla kullanıyorum?" Her durumda, kendine bu soruyu sor;
"Yönetici ilke denen parçamda şimdi neler oluyor, şu anda nasıl bir ruhum
var? Bir çocuğun ruhu mu, bir yeniyetmenin ruhu mu, yoksa bir kadının ya da
bir zorbanın, yahut bir evcil hayvanın mı, yoksa bir yabanıl hayvanın mı?"
diye sor kendi kendine.
12
İnsanların çoğunluğunun iyi
saydığı şeylerin ne tür şeyler olduğunu anlamanın yollarından biri şudur: Bir
insanın, bilgelik, adalet, ılımlılık, yüreklilik gibi gerçekten iyi olan
şeylerin varlığım algıladığını varsayalım: zihninde bu kavramlar varken, sözde
"her yer iyilikle donatılmış"4 özdeyişine kulak vermeyecektir
artık; çünkü bunu yersiz bulacaktır. Ama, tersine, çoğunluğa iyi görünen
şeylerin gerçekten iyi şeyler olduğunu düşünürse, ona kulak verecek, güldürü
ozanının bu sözünü yerinde söylenmiş olarak kolayca kabul edecektir. Böylece,
insanların büyük çoğunluğu aradaki farkı algılayacaktır, çünkü birinci
durumda, özdeyişi onaylamamazlık etmeyecek, ne de onu reddedecektir; ikinci
durumda ise, gevşekliğe ve kendini beğenmişliğe yol açan varsıllığa ve başka
servetlere uygulandığında, yerinde ve zekice bir gözlem olarak kabul
edecektir. Öyleyse, devam et ve bir kez zihnimizde şeylerle ilgili bir fikir
edinince, onlara değer vermemiz ve onları gerçekten iyi şeyler saymamız gerekip
gerekmediğini; onlara sahip olana şu alıntıyı uygulayıp uygulayamayacağımızı
kendi kendine sor: öyle varlıklı ki, "bağırsaklarını boşaltacak en küçük
bir yeri bile yok."5
13
Bir nedensel, bir de
özdeksel ilke oluşturuyor beni; bunların hiçbiri, hiçlikten kaynaklanmadığı
gibi, hiçliğe de dönüşmeyecek. Böylece, beni oluşturan parçaların her biri
evrenin bir başka parçasına dönüşecek, bu da yeniden değişerek evrenin başka
bir parçasını biçimlendirecek, bu böyle sonsuza dek sürüp gidecek. Evren bir
dizi sonlu dönümlere göre düzenlenmiş olsa da, böyle konuşmamızı hiçbir şey
engellemez.6
14
Us ve us yürütme yöntemi,
kendi kendilerine ve kendi işlerini yapmaya yeten yetilerdir. Gerçekten de
bunlar kendi özel ilkelerinden yola çıkarlar ve belirledikleri amaca doğru
ilerlerler; bu tür usa dayalı eylemlere, doğru yolu izlediklerini belirtmek
için, "doğru eylemler" denmesinin nedeni budur.
15
İnsan, insan olarak
kendisine bir biçimde yararlı olmayan şeylerin hiçbirini dikkate almamalıdır.
Çünkü bunlar onun gereksinim duyduğu şeyler değildir, ne insan doğası önerir onları,
ne de bu doğanın gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu nedenle, bu gibi şeyler ne
insanın ereğini içerirler, ne de bu ereğin sonucu olan iyiyi. Öte yandan,
bunlardan biri gerçekten insana yararlı olsaydı, onlara değer vermemek ya da
onlara karşı çıkmak için bir neden olmazdı, ne de onlarsız yapabileceğini gösteren
kimse övgüye değer olurdu; bu şeyler eğer gerçekten iyi olsaydı, bunlardan
herhangi birinden duyduğu hazzı sınırlandıran kişi iyi bir insan sayılmazdı.
Oysa, bir insan bu ve buna benzer şeylerden kendini ne denli yoksun bırakırsa
ya da başkalarınca onlardan yoksun bırakılmaya ne denli iyi katlanırsa, o
denli erdemli bir insandır.
16
Her zamanki düşüncelerin
nasılsa, zihnin de öyle olacaktır; çünkü zihin düşüncelerle yüklüdür. Öyleyse,
şöyle düşüncelerle doldur onu: bir yerde yaşamak olanaklıysa, orada gerektiği
gibi yaşamak da olanaklıdır; ama insan sarayda da yaşayabilir7;
öyleyse, insan sarayda da gerektiği gibi yaşayabilir. Dahası: her varlık hangi
şeyler uğruna, hangi şeyler için yaratılmışsa, ona erişmeye çalışır; ereği
buradadır, herkes için iyi ve yararlı olan da burada yatar. Demek ki, ussal
varlık için iyi olan toplumdur. Çünkü biz insanların toplum içinde yaşamak için
doğduğumuz çoktan kanıtlanmıştır. Yoksa aşağı varlıkların üstün varlıklar için,
üstün varlıkların da birbirleri için yaratıldıkları açık değil mi? Bunun gibi,
canlı varlıklar cansız varlıklardan, usla donatılmış olanlar da yalnızca canlı
olanlardan üstündür.
17
Olanaksızın ardına düşmek
çılgınlıktır; ama kötülük işleyenler için böyle davranmamak olanaksızdır.
18
Hiç kimsenin başına doğası
gereği katlanamayacağı bir şey gelmez. Senin başına gelen şeyler onun da başına
gelir, ama o, ya başına gelen şeyin bilincine varmadığı için, ya da yüce gönüllü
görünmek için, sağlam ve etkilenmemiş kalır. Bilgisizliğin ve kendini
beğenmişliğin, bilgelikten daha güçlü olması ne tuhaf, değil mi?
19
Şeyler başlı başlarına ruhu
hiç etkilemezler: ruhun içine giremezler, onu değiştiremezler, devinime
geçiremezler. O ancak kendi kendini değiştirir ve devinir; olaylar, onun için,
kendine yaraşır saydığı yargıların onları biçimlendirdiği gibidir.
20
Belli bir bakış açısından,
insanlar, onlara iyilik ettiğimiz, hoşgörü göstermemiz gereken kişiler
oldukları ölçüde bize en yakın varlıklardır. Ama onlardan biri görevlerimi
yerine getirmemi engelleyecek olursa benim için ilgisiz bir nesne haline gelir,
tıpkı güneş, rüzgâr ya da yabanıl bir hayvan gibi. Gerçi bunlar da eylemlerimi
engelleyebilir, ama benim sakımmlı davranma ve kendimi koşullara uydurma
yeteneğim sayesinde, atı- lımlarımı ve eğilimlerimi köstekleyemezler. Çünkü
zihin, etkinliklerinin karşısına çıkan engel her ne olursa olsun, onu tersine
çevirme ve amacına uygun duruma getirme yetisine sahiptir; böylece başlangıçta
eylemini köstekleyen şey sonunda ona yardımcı olur, yoluna çıkan engel sonunda
yolunda yürümesini kolaylaştırır. 8
21
Evrendeki en büyük güce
saygı duy: her şeyden yararlanan ve her şeyi yöneten güce. Aynı biçimde,
içindeki, onunla aynı doğaya sahip en yüce güce de saygı duy: bu güç, ötekiyle
aynı doğaya sahiptir. Çünkü içindeki bu güç de her şeyden yararlanır, yaşamını
yöneten odur.
22
Kente (devlete) zararlı
olmayan, yurttaşa da zararlı değildir. Ne zaman sana zarar verildiği fikrine
kapılırsan, şu kuralı uygula: "Eğer bu, kente (devlete) zarar vermiyorsa,
bana da zarar vermez." Ama eğer kent (devlet) bundan zarar görmüşse, bu
zararı verene öfkelenme, ama gözünden kaçmış olanı göster ona.
23
Varolan ve doğan her şeyin
nasıl hızla geçtiğini, yoko- lup gittiğini düşün sık sık. Çünkü madde durmadan
akan bir ırmağa benzer, etkinlikleri sürekli dönüşümlere uğrar, değişkeleri
sonsuzdur, hemen hemen hiçbir şey dural değildir, elini uzatsan tutabileceğin
kadar sana yakın olan şey bile. Geçmişin ve geleceğin, içinde her şeyin yokolup
gittiği sınırsız uçurumunu düşün. Öyleyse, bütün bunların ortasında gurura
kapılmak, çırpınmak, yakınmak aptallık değil midir, sıkıntılarımız uzun bir
zaman sürmeye yazgılıymış gibi.
24
Küçücük bir parçasını
oluşturduğun tözün bütünlüğünü düşün; sana kısacık, uçucu bir parçacığının
ayrıldığı tüm zamanın bütünlüğünü, içinde ne kadarcık bir parçasını oluşturduğun
yazgıyı düşün.
25
Biri bana bir zarar
veriyor. Bana ne yapıyor aslında? Bunu göster ona. Kendi eğilimleri, kendi
etkinlikleri var. Bana gelince, şu anda evrensel doğanın sahip olmamı istediği
şeylere sahibim, kendi doğamın şu anda yapmamı istediği şeyleri yapıyorum.
26
Ruhunun yönetici ve egemen
ilkesinin; etin hafif ya da şiddetli tüm devinimlerine kayıtsız kalmasını,
onlarla birleşme- meşini, kendini kendi içine kapatmasını ve o duyguları bedenin
organlarıyla sınırlandırmasını sağla. Ama organik bir varlıkta olması
gerektiği gibi, karşılıklı sempati aracılığıyla, zihnin içine yayılmayı
başarırlarsa o zaman doğal bir şey olan duyguya karşı koymaya çalışma; ama
yönetici ilken, bu duygu hakkında iyi ya da kötü diye yargıda bulunmasın9.
27
Tanrılarla birlikte yaşa.
Ruhunun payına düşenle yetindiğini ve tanrının, Zeus'un, koruyucu ve yol
gösterici olarak her insana verdiği tanrısal parçanın istediği her şeyi
yaptığını her zaman tanrılara gösteren kişi gerçekten de tanrılarla birlikte
yaşar. Bu koruyucu ruh; her birimizin zihni ve usudur.
28
Teke gibi kokan birine
kızabilir misin? Nefesi kokan birine kızabilir misin? Kızmak neye yarar? Bunun
ağzı böyledir, onun koltukaltları: böyle oldukları için ister istemez böyle kokular
çıkarırlar. Diyeceksin ki: "Ama insan usla donatılmıştır ve düşünecek
olursa, nerede yanıldığını anlayabilir." Aferin! Ama sen de usla
donatılmışsın, kendi ussal güçlerini kullanarak onunkileri de
uyandırabilirsin: Kusurunu göster ona, dikkatini çek. Seni dinlerse, onu
iyileştirirsin, öfkelenme gereği de duymazsın.
Ne bir tragedya oyuncusu ne de fahişesin sen.
29
Buradan ayrılınca yaşamayı
düşündüğün yaşamı burada, yeryüzünde de yaşayabilirsin. Eğer başkaları buna
izin vermezlerse, o zaman yaşamdan da çık, ama bir kötülüğe uğramış gibi
değil. "Burası dumanlı, ben dışarı çıkıyorum."10 Bu sana
önemli bir şey gibi mi görünüyor? Ama böyle bir neden beni çıkmaya zorlamadıkça
özgürüm; kimse de istediğimi yapmaktan alıkoyamaz beni; istediğimse ussal ve
topluluk içinde yaşamak için doğmuş her varlığın doğasına uygundur.
30
Evrenin zihni toplumsaldır.
Bundan dolayı, aşağı varlıkları üstün varlıkların yararı için
yaratmıştır, üstün varlıkları da birbirlerine uyarlamıştır. Bunların her birine
nasıl boyun eğdirdiğini, onları nasıl eşgüdümlü kıldığını, nasıl yeteneğine
göre her birine ona düşen payı verdiğini ve en iyilerinin, nasıl karşılıklı
uyum içinde olmalarını sağladığını düşün.
31
Bugüne dek, tanrılara, ana
babana, kardeşine, karma, çocuklarına, öğretmenlerine, eğitmenlerine,
arkadaşlarına, akrabalarına, hizmetçilerine nasıl davrandın? Şimdiye dek onların
hepsine, "hiç kimseye doğru olandan başka hiçbir kötü şey söyleme, hiçbir
kötü şey yapma"11 ilkesine uygun olarak mı davrandın? Nerelerden
geçtiğini, nelere katlanma gücü bulduğunu usunda tut; yaşamöykünün neredeyse
sonuna geldiğini, hizmetinin tamamına erdiğini anımsa. Ne güzel şeyler gördüğünü,
ne çok haz ve acıyı küçümsediğini, ne çok ün kazanma fırsatını dikkate
almadığını, kaç vefasıza gönül borcu duyduğunu anımsa.
32
Nasıl oluyor da, işlenmemiş
ve bilgisiz ruhlar, işlenmiş ve bilgili olanın kafasını karıştırabiliyor?
İşlenmiş ve bilgili ruh nedir öyleyse? Başlangıcı ve sonu, bütün tözün içine
yayılan ve onu belirlenmiş dönümlere göre sonsuza dek yöneten usu bilen şeydir.
33
Yakında küle ya da iskelete
döneceksin; bir addan başka bir şey olmayacaksın, belki adın bile olmayacak.
Ama bir ad bir sesten, bir yankıdan başka bir şey değildir. Yaşamda en çok değer
verilen her şey boş, bozuk, bayağıdır; birbirini ısıran enikler, bir gülüp bir
ağlayan kavgacı çocuklar. İnanç, alçakgönüllülük, adalet ve gerçek,
"yeryüzünün enginliklerinden Olim- pos'un yüceliklerine dek"12
uçup gittiler. Öyleyse; seni hâlâ burada tutan nedir? Algıladığın nesneler
değişken ve kararsız, duyular izlenimlerce aldatılabilir, ruh bir soluk veriş;
ünse böyle bir dünyada bomboştur. Öyleyse ne yapmalı? Sabırla yokol- mayı ya
da bu dünyadan göçmeyi13 beklemeli. Peki o an erişin- ceye dek neyle
yetinmeli? Tanrılara tapınmaktan, onları kutsamaktan, insanlara iyilik
etmekten, onlara hoşgörülü olmaktan, onlardan uzak durmaktan başka ne olabilir?
Salt bedenin ve soluğun sınırları içinde kalan şeylere gelince, bunların sana
ait olmadıklarını, senin denetiminin sınırları içinde olmadıklarını anımsa.
34
Her zaman mutlu
yaşayabilirsin, çünkü doğru yolu izlemek, ona göre düşünmek ve davranmak senin
elindedir. Şu iki ilke Tanrı'nın ve insanların ve her ussal yaratığın
ruhlarının ortak niteliğidir: başkalarının seni engellemesine izin verme, kendi
iyiliğini doğruyu istemekte ve doğru davranmakta ara ve arzularını buna göre
sınırlandır.
35
Yaptığım şey benim suçum ya
da benim suçumun sonucu değilse ve toplum bundan zarar görmüyorsa, niçin
kaygılanayım? Hem topluma ne zarar verilebilir ki?
36
İmgeleminin seni
sürüklemesine izin verme, gücün yettiğince ve çabana değdiği ölçüde
başkalarına yardım et, yitirdikleri şeyler başlı başına değer taşımasa da. Ama
bunun gerçek bir zarar olduğunu düşünme, çünkü bu kötü bir alışkanlıktır. Tam
giderken analık babalık ettiği çocuğun topacını, bunun bir topaç'tan14
başka bir şey olmadığını bile bile isteyen oyundaki o yaşlı adam gibi yap;
öyle davran sen de. Oysa sen duygularını tiyatroya yaraşır biçimde açığa
vuruyorsun! Bu tür şeylerin değerini unuttun mu yoksa, dostum? "Unutmadım,
ama onları yitirenler için çok önemliydi bunlar." Bunun için sen de onlar
gibi aptal mı olmak istiyorsun?
37
"Bir zamanlar, ne
zaman olursa olsun beni yakaladıklarında, kendi kendime şanslı bir adam
olduğumu söyleyebiliyordum." Ama kendine iyi bir yazgı sağlayabilmiş olan
kişi şanslıdır, iyi bir yazgı ise ruhun iyi eğilimlerinin olması, iyi dürtüler,
iyi eylemlerdir.
2
Asklepios: Yunan'lı
sağaltım tanrısı. Epidauros'ta ünlü bir kült merkezi vardı. Verdiği (düşlerle
iletilen) ilâçlar çok kez tuhaftı, MS 2. yüzyılda yaşamış sofist Aelius
Aristides'in durumunda olduğu gibi. Marcus Aurelius bu tür ilâçları kabul
etmeyi, Yazgı'nın gizemli işlerini kabul etmekle karşılaştırıyor.
3
Epiktetos tarafından şiddetle
eleştirilen Yeni Akademi'nin kuşkuculuğuna anıştırma.
5
Bu bölüm, Stoacıların tek
gerçek iyi (erdem) kavramıyla geleneksel sözde 'şeyler" (Stoacılara göre
'ilgisiz şeyler"), örneğin varsıllık, arasındaki karşıtlık üstünde
duruyor. Ancak, Marcus, alıntılanan eski dizelerden anlam çıkarmak için,
bu kavramın yaygın olarak yanlış kullanıldığını aklımızda tutmamız gerektiğini
söylüyor, bunların sonuncusu, bölümün sonundaki oldukça kaba şakadır. Marcus
Aurelius, ortalama bir insanda bile bu sözcüklerin ilk bakışta yol
açtığı incinmenin, kendisinin de (Marcus'un da), 'iyi şeyler" i 'erdem'
anlamında almasından ileri geldiğini öne sürüyor.
6
Nedensel - özdeksel:
Düşünceler'de, etkin, nedensel, biçimsel ilke (can veren ruh, zihin, tanrı)
ile edilgin maddî ilke (beden ya da madde) arasında yinelenen (sık sık
karşımıza çıkan) çelişkinin bir çeşitlemesi. Stoacılar sonlu dönümlerin sonsuzca
yinelendiğine inanıyorlardı; bu dönümlerin her biri, evrenin büyük yangınlarıyla
son buluyordu.
7
İnsan sarayda da
yaşayabilir: Saray yaşamının çekici olduğu fikrinden ayrılan bir düşünce.
8
Bu bölüm, Stoacıların, 1)
başka insanlarla doğal olarak akraba olduğumuz düşüncesi ile 2) 'çekinceli
olarak' dilemek (karşılaştırma için yukarıda IV 1 Not 1) ve 3) koşullardan en
iyi biçimde yararlanmak, örneğin 'yeğlenebilip olmayan olaylara karşı erdemli
davranmak ve onları yazgının gereği olarak kabul etmek düşüncelerini
birleştiriyor.
9
"Ruhunun yönetici
ve egemen ilkesinin; etin hafif ya da şiddetli tüm devinimlerine kayıtsız
kalması...": Bu bölümün birinci kısmı, yönetici ilke ile etin
devinimlerinin karşıtlığını ortaya koymaktadır. Bu fikre, Düşünceler'in
başka yerlerinde de rastlanmaktadır (II. Kitap 2. not 2). İkinci kısım ise daha
çok, insanın birleşik (psiko-fizik) bir organizma olarak işlevlerini yerine
getirdiği, ancak zihnin gene de, neyin iyi, neyin kötü olduğuna
ilişkin doğru yargılara varma yetisi olduğunu öne süren Stoacı düşünceyi dile
getirmektedir.
11
Pythagoras'a atfedilen bir
alıntı.
12
Yeryüzünün
enginliklerinden: Hesiodos'a gönderme. Ruhumuz: başka yerlerde de
rastlandığı gibi, ruh/canladırıcı güç, bedenle özdeşleştirilmiştir.
13
Yokolmayı ya da bu
dünyadan göçmeyi: benzer seçenekler için bkz. IV 21.
14
Topaç, "ilgisiz"
şeyleri simgeliyor gibi görünse de, Marcus Aurelius'un bu bölümde neyi
anıştırmak istediği açık değil. Metin şöyle özetlenebilir: 'İlgisiz şeyler"
i (örn. varsıllık, sağlık) yitirenlere yardım etsen bile, onların bu gibi
şeyleri yanlış olarak gereğinden çok değerlendirmeleri görüşünü paylaşma. O
yaşlı adam gibi yap.
1
Evrenin tözü uysal ve
yumuşaktır. Onu yöneten usun içinde kötülük yapmasına yol açacak hiçbir neden
yoktur; çünkü içinde kötülük yoktur; hiçbir kötülük yapmaz, ondan hiçbir şeye
zarar gelmez; her şey onun istemine göre varolur, gerçekleştirilir.
2
Görevini yerine getirirken,
soğuktan ürpermen ya da sıcaktan bunalman, gözlerinden uyku akması ya da
uykunu almış olman, başkalarının seni çekiştirmesi ya da övmesi, ölmek üzere
olman, ya da başka herhangi bir şey yapmakta olman seni hiç ilgilendirmesin:
ölme eylemi de, yaşamımızın eylemlerinden biridir; onun için de, "andan
en iyi biçimde yararlanmak" yeter.1
3
Şeylerin içsel doğasına
bak: hiçbirinin kendine özgü niteliği ya da değeri gözünden kaçmasın.
4
Varolan her şey hızla
dönüşür: bunların tümünün tek bir tözü olduğu doğruysa buhara dönüşür ya da
uzaklara dağılırlar.2
5
Evreni yöneten us;
yapısını, ne yaptığını, hangi malzemeyle çalıştığını iyi bilir.
6
Düşmanından öç almanın en
iyi yolu, onun gibi davranmamaktır.
7
Tek bir şeyden sevinç duy
ve memnun ol: Tanrıyı hiç akimdan çıkarmaksızm topluma yararlı bir eylemden
ötekine geçmekten.
8
Yönetici ilke, kendi
kendini uyandıran, kendi kendini değiştiren, kendini olmak istediği gibi
dönüştüren, her olayın olmasını istediği gibi görünmesini sağlayan şeydir.
9
Her şey evrensel doğanın
istediği sınırlar içinde olup biter, başka hiçbir doğaya göre değil; çünkü
ister evreni dışarıdan kuşatsın, ister onun içinde bulunsun, ister onun dışında
bağımsız olarak varolsun, başka hiçbir doğaya göre gerçekleşemezdi.
10
Ya atomların karışıklığı,
dolaşıklığı, dağılması ya birlik, düzen ve tanrısal öngörü.3 Birinci
durumda, böyle rastgele oluşmuş bir kargaşa, bir düzensizlik içinde niçin daha
uzun süre kalmak isteyeyim? Günün birinde nasıl "toprak olaca-
ğım"dan4 başka bir şey niçin ilgilendirsin beni? Neden tasalandırsın
bu beni? Ne yaparsam yapayım gün gelecek dağılıp çözüleceğim ben de. İkinci
durumda ise, her şeyi yönetene sarsılmaz güven duyuyorum.
11
Koşullar seni
kaygılandırıyorsa hemen kendi içine çekil; gereğinden çok ölçüyü kaçırma, çünkü
uyumu koruduğun sürece daha çok egemen olursun ona.
12
Aynı zamanda hem üvey
annen, hem de annen olsaydı, hiç kuşkusuz üvey annene de saygı duyardın, ama
hep annene koşardın. Saray ve felsefe karşısında şimdiki durumun da buna
benziyor: öyleyse sık sık felsefeye dön, onda erinç bulursun, çünkü onun
sayesinde sarayla ilgili her şey sana katlanılabilir görünür, sen de saraya
katlanılabilir görünürsün.
13
Önümüze nefis yiyecekler
konduğunda nasıl onlar hakkında bir fikir edinebiliyor, bunun balık, şunun kuş
ya da domuz eti olduğunun ayrımına varıyorsak; ya da Falerno'nun5 üzüm
suyundan başka bir şey olmadığının, şu erguvan renkli giysinin bir kabuklunun
kanına batırılmış koyun yünü olduğunun; çiftleşmenin bir organın
sürtünmesinden ve biraz sıvının fışkırmasından başka bir şey olmadığının
ayrımına varıyorsak; özetle, nasıl şeylerin gerçeğini temelden kavrayan ve
onların yüreğine işleyen, böylece onları gerçekte oldukları gibi görmemizi
sağlayan bu fikirleri oluşturuyor sak; aynı biçimde şeylere, yaşam boyu,
özellikle de en inanılır göründükleri zaman çıplak olarak bakmalı,6
bayağılıklarının ayrımına varmalı, büründükleri önemden sıyırmalıyız onları.
Çünkü boş gurur korkunç bir yanıltıcıdır, çünkü tam da ciddî şeylere
yöneldiğine en çok inandığın zaman, özellikle düş kırıklığına uğrarsın.
Krates'in Ksenokrates7 hakkında söylediklerini düşün, örneğin.
14
Sıradan insanların takdir
ettikleri şeylerin çoğu, taş ya da ahşap gibi fiziksel kohezyonun; incir, asma,
zeytin gibi doğanın bir arada tuttuğu şeylerin geniş kategorisine indirgenebilir;
biraz daha az sıradan insanların değer verdikleri şeyler, sığır ve koyun
sürüsü ya da çok sayıda köle gibi, hayvan ruhunun bir arada tuttuğu şeylerdir;
daha incelmiş insanların değer verdikleri şeyler ise; ussal bir ruh tarafından,
ama tam anlamıyla ussal olmayan, yalnızca teknik bir beceriye sahip ya da
belli bir alanda yetenekli olduğu ölçüde ussal bir ruh tarafından yönetilen
şeylerdir. Ruha; katıksız ussallığı, toplumsal özü bakımından değer veren kişi
artık başka şeylere yönelmez ve her şeyden önce ruhunun durumunu, ussal ve
toplumsal etkinliklerini korumaya çalışır, bu amaca erişmek için benzer
yapıdaki insanlarla işbirliği yapar.8
15
Kimi şeyler doğma,
kimileriyse ölme telâşında; doğmakta olan şeyin bir parçası şimdiden ölüyor,
ya da çoktan öldü bile; ama bu sonsuz akış ve dönüşüm9 dünyayı
sürekli olarak yeniler, tıpkı artsız aralıksız akıp giden zaman ırmağının
sonsuzluğu yenilemesi gibi. Hiçbir şeyin durmadığı bu ırmakta hızla akıp giden
şeylerin hangisine değer verebilir insan? İnşanın; daha uçarken görüp gönül
verdiği bir serçenin ona sevdalanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip
gitmesi gibi. Her birimizin yaşamı, kandan soluk vermek ve havadan soluk almaktan
başka bir şey değildir. Tıpkı havayı ciğerlerimize çekip sonra onu geri
vermemiz gibi, daha dün ya da önceki gün sahip oduğumuz tüm soluma gücünü, onu
aldığımız kaynağa geri veriyoruz şimdi.
16
Önemli olan; ne bitkiler
gibi terlemek, ne sığırlar gibi solumak, ne duyusal izlenimler almak, ne
içgüdülerimiz tarafından çekiştirilmek, ne sürü halinde yaşamak, ne de
beslenmektir - bu sonuncusu, besin artıklarından kurtulmamızı sağlayan sürece
benzer. Öyleyse, neyin önemi vardır? İnsanların bizi alkış yağmuruna
tutmalarının mı? Kesinlikle hayır; dil şaklaması da değil, kalabalığın övgüsü
dil şaklamasından başka bir şey olmadığına göre. Öyleyse bu azıcık ünü de
yadsıdın mı şimdi? O zaman önemli olan ne kalıyor geriye? Kanımca, insanın
davranış ve tutumlarının kendi özel yapısına uyması (Çünkü, felsefenin ve
sanatların yöneldiği amaçtır bu: yapılan şeyin, üretildiği amaca uygun olması.
Bu, örneğin, bağcının ya da at eğiticisinin yahut köpek yetiştiricisinin
amaçladığı şeydir).
Peki, ya çocukların öğretimi ve eğitimi, hangi amaca yöneliktir bunlar?
Önemli olan budur işte, bunda başarılı olursan artık hiçbir şey için
kaygılanmana gerek kalmaz. Ama birçok başka şeylere değer vermekten
vazgeçmezsen, ne özgür, ne bağımsız, ne tutkuların erişemeyeceği bir yerde
olursun; kaçınılmaz olarak, haset, kıskanç, kuşkulu olursun, seni istediğin
şeylerden yoksun bırakabilecek kimselerden kuşku duyar, değer verdiğin şeye
sahip olanlara tuzak kurarsın. Sonuç olarak, bu şeylerden birinden yoksun
olmak, kaçınılmaz olarak tedirginlik nedeni olmanın da ötesinde, tanrılara
karşı bile sürekli yakınma nedeni olacaktır. Tersine, kendi anlayışına
duyduğun saygı ve ona verdiğin değer seni kendinden memnun bir insan yapacaktır:
toplumsal yaşama uyum sağlamış, tanrılarla kusursuz bir uyum içinde, yani
onların senin için belirledikleri yazgıyı ne olursa olsun seve seve kabul
etmeye hazır bir insan.
17
Öğelerin devinimleri,
yukarıya, ya da aşağıya doğru, yahut daireseldir. Oysa erdemin devinimi bu
yönlerin hiçbirine uymaz; erdem en kutsal şeydir, kolay kolay seçilemeyen bir
yol boyunca mutlu bir biçimde ilerler.
18
İnsanların davranışı ne
tuhaf! Çağdaşlarını övmeye yanaşmazlar da, tutup onlardan sonra gelecek, hiç
görmedikleri, hiçbir zaman da görmeyecekleri kişilerce övülmeye çok önem verirler.
Senden önce gelenler sana övgüler düzmediler diye üzülmene benzer bu.
19
Bir şeyi başarmak sana zor
geliyorsa, bunun insan yeteneğini aşan bir şey olduğunu düşünme hemen;
tersine, bir şey olanaklı ve insanın yapabileceği bir şeyse, senin de onu
başarabileceğini düşün.
20
Beden eğitimi sırasında
kazara biri bizi tırmalar, ya da kafa vurursa, ona kızmayız, alınmayız, ya da
bize kötülük etmek isteyen biri gibi kuşkuyla bakmayız ona; tetikte oluruz,
kuşkusuz, ama düşmanımızmış gibi, ya da güvensizlikle değil, efendice kaçınırız
ondan. Yaşamın başka alanlarında da böyle davranmalıyız: bizim gibi beden
eğitimi yapanlardan gelebile- < ek şeyleri göz önünde tutmalıyız; çünkü,
dediğim gibi, güvensizlik ya da nefret duymaksızın önleyebiliriz onları.
21
Eğer birisi, fikirlerimin
ve eylemlerimin yanlış olduğunu kanıtlayarak beni ikna ederse, seve seve
değiştiririm onları, çünkü benim aradığım gerçekliktir, gerçeklikten kimse
zarar görmez, yanılgılarında ve bilgisizliklerinde direnenlerden başka.
22
Ben görevimi yerine getiriyorum;
hiçbir şey alıkoyamaz beni bundan; ne cansız nesneler, ne ustan yoksun
varlıklar, ne de doğru yolu bilmedikleri için yolunu şaşıranlar.
23
Ustan yoksun yaratıklara ve
genellikle maddesel nesnelere karşı cömert ve hoşgörülü davran, çünkü sen usla
donatılmışsın, onlarsa ustan yoksunlar; ama ussal varlıklar olan insanlara
karşı seninle aynı topluma ait kişilere davranılması gerektiği gibi davran; ve
her durumda tanrılardan yardım dile. Bu biçimde yaşamının ne kadar süreceğine
aldırma; böyle yaşanırsa üç saat bile yeter.
24
MakedonyalI İskender ve
seyisi ölünce başlarına aynı şey geldi: çünkü ya her ikisi de her şeyin doğduğu
evrenin döl- yatağına döndüler ya da parçalanıp atomlara ayrıldılar.10
25
Her bireyin zihinsel ve
fiziksel varlığında bir ancık zaman içinde ne çok şeyin olup bittiğini düşün;
o zaman, evren dediğimiz uçsuz bucaksız bütünün içinde aynı zaman diliminde
çok daha büyük sayıda şeyin olmasına şaşmazsın.
26
Biri sana Antoninus adının
nasıl yazıldığını sorarsa, heceleri yüksek sesle tek tek vurgulayarak mı
söylersin? Bu yüzden sana kızarsa, sen de ona kızar mısın? Yoksa dingince harfleri
art arda sıralamaz mısın? Aynı biçimde, her işin bir dizi ardışık eylemden
oluştuğunu düşün. Önündeki işi bu sırayı izleyerek, sinirlenmeden, öfkeye
öfkeyle karşılık vermeksizin, yöntemine uygun olarak yap.
27
İnsanlarm, kendilerine
uygun ve yararlı görünen şeyler için çaba harcamalarına izin vermemek ne
acımasızca bir şey! Ama yanıldıkları için öfkeye kapıldığın zaman bir anlamda
onların bu haklarını ellerinden alıyorsun. Aslında, senin yanlış dediğin
şeyin, kendileri için uygun ve yararlı olduğuna inanıyorlar onlar. "Ama
yanılıyorlar!" Güzel. Öyleyse, eğit onları, öfkeye kapılmadan, gerçeği
göster onlara.
28
Ölüm; duyuların
aldatıcılığından, insanı kukla gibi oradan oraya çekiştiren içgüdülerden,
saçma sapan düşüncelerden, tenin tutsağı olmaktan kurtarır bizi.
29
Beden daha savaşını
sürdürürken ruhun savaşımı bırakması utanç verici bir şeydir.
30
Dikkat et, bir Caesar olma,
erguvana11 boyama kendini; çünkü böyle şeyler oluyor. Öyleyse yalın,
dürüst, namuslu, ölçülü, içten, haksever, dindar, iyiliksever, sevecen, işine
bağlı biri olarak kal. Felsefenin seni eğittiği gibi kalmaya çaba göster.
Tanrılara saygı duy, insanlara hizmet et. Yaşam kısadır; yeryü- zündeki varlığımızın
biricik meyvesi, tanrısal yasaya uymak ve toplumun ortak yararına yönelik
etkinliklerde bulunmaktır.
Her şeyde Antoninus'un12 gerçek bir öğrencisi gibi davran;
onun, usun gerektirdiği gibi davranmakta gösterdiği çabayı, tutarlılığını,
dine bağlılığını, serinkanlılığını, nezaketini, kendini beğenmişlikten
armmışlığını, şeylerin özünü kavramaktaki direngenliğini örnek al.
Onun, hiçbir savı inceden inceye düşünüp kavramadan reddetmemesini;
kendisini haksız olarak kınayan insanlara, buna karşılık, onları kmamaksızm,
nasıl hoşgörü gösterdiğini; hiçbir zaman aceleci davranmadığını; iftiralara
kulak vermediğini; insanların karakterlerini ve eylemlerini; kmamaksızm,
çekinmeden, kuşkucu davranmaksızın, safsatacılığa kaçmadan nasıl doğru olarak
değerlendirdiğini; evinde, yatağında, giysilerinde, yemeklerinde,
hizmetçilerinde nasıl azla yetindiğini; nasıl çalışkan ve direngen olduğunu;
hafif bir perhiz sayesinde, alıştığı saatler dışında bedeninin
gereksinimlerini karşılama gereğini duymaksızın sabahtan akşama dek işinin
başından kalkmadığım; dostluklarında nasıl sağlam ve güvenilir olduğunu;
fikirlerine açıkça karşı çıkılmasını nasıl hoşgörüyle karşıladığını, birisi
kendisininkinden daha iyi bir fikir öne sürdüğünde nasıl memnun olduğunu; badi
inançlara kapılmaksızm tanrılara nasıl saygı gösterdiğini anımsa.
Böylece son saatin geldiğinde vicdanının onunki gibi temiz olması için
onun örneğini izle.
31
Kendine gel, ayıl, uykudan
uyan. Huzurunu kaçıran şeylerin düş olduklarına inan; uyanır uyanmaz önceden oldukları
gibi gör onları.
32
Bedenden ve ruhtan
oluşuyorum ben. Bedeni hiçbir şey ilgilendirmez, çünkü şeyleri birbirinden
ayırt bile edemez. Zihne gelince, kendi etkinliklerinden başka hiçbir şey
ilgilendirmez onu, ama etkinliklerinin tümü de onun kendi denetimi altındadır.
Bunlar da onu ancak şimdi bakımından ilgilendirirler; çünkü geçmiş ve gelecek
etkinlikleri de şu anda ilgilendirmez onu.13
33
El, bir elin; ayak, bir
ayağın işini gördüğü sürece, onların ağrıması doğaya aykırı değildir. İnsan
için de, acı, insana özgü bir çabadan kaynaklandığı sürece doğaya aykırı
değildir; doğaya aykırı olmadığı için, kötülük de değildir.
34
Soyguncular, ahlâk
yoksunları, ana baba katillleri, zorbalar nelerden zevk alıyorlar, düşün bir!
35
Zanaatçıların, kendilerini
belli ölçüde uzman olmayanların zevkine uyarlamak isteseler de, gene de
zanaatlarının ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve onlardan uzaklaşmaya
katlanamadıklarmı görmüyor musun? Mimarların ve hekimlerin kendi mesleklerinin
ilkelerine; insanın, yaşamını yöneten ilkeye, tanrılarla paylaştığı usa
duyduğundan daha çok saygı duymaları şaşılacak bir şey değil midir?
36
Asya ve Avrupa evrenin
köşeleridir yalnızca; her okyanus bir su damlası; Athos dağı14 bir
avuç toprak; bütün bir şimdiki zaman, sonsuzluğun bir ânıdır. Her şey küçük,
değişken, bir şimşek çakımında yitip gidiyor.
Her şey
oradan geliyor, doğrudan doğruya ortak yönetici ilkeden, ya da onun ikincil
sonucu15 olarak. Bunun için, aslanın açık çeneleri, zehir, diken,
bataklık gibi zararlı ne varsa, o yüce ve soylu ilkelerin yan ürünleridir.
Öyleyse, bunların saygı duyduğun şeylere yabancı olduklarını sanma,
düşüncelerini her şeyin ortak kaynağına yönelt.
37
Şimdiki zamanda varolan
şeyleri görmüş olan kişi, her şeyi görmüştür: başı sonu olmayan zaman içinde
olmuş ve olacak olan her şeyi. Çünkü her şey cins ve tür olarak her zaman
birbirinin aynıdır.
38
Evrendeki her şeyin
birbirine zincirlendiğini ve aralarındaki karşılıklı ilişkiyi düşün sık sık.
Çünkü bunların tümü de, belli bir anlamda, birbiriyle bağıntılı, dayanışma
içindedir; devinimlerinin gerilimi, maddenin uyumu ve birliği sayesinde
birbiri ardı sıra gelirler.
39
İçinde bulunduğun duruma
uyum sağla, aralarında yaşadığın insanları sev, ama gerçekten sev.
40
Her türlü âlet, araç-gereç,
yapıldığı işi görüyorsa iyidir; onu yapan kişi ürettiği şeyden bağımsızdır.
Oysa, bir doğal ilkenin yönettiği şeylerde, onları biçimlendiren, üreten güç
sürekli olarak onların içindedir, orada kalır. Bu nedenle daha çok saygı
duymalısın ona ve onun istemine göre davranırsan, her şeyin senin isteğine
uygun olarak gelişeceğine inanmalısın. Bunun gibi, evrende her şey bütünün
zihnine göre gelişir.
41
Senin isteminden bağımsız
bir şeyi iyi ya da kötü bulursan, o kötülükten kaçmaz, ya da o iyiliği
kaçırırsan, kaçınılmaz olarak tanrıları suçlar, bunların birinde ya da ötekinde
başarısızlığa uğramandan sorumlu olan ya da gelecekteki başarısızlığının
nedeni olacaklarından kuşku duyduğun insanlardan nefret edersin; bu tür şeylere
belli bir değer verirsek, hiç kuşkusuz haksızlık ederiz. Öte yandan, eğer
yalnızca bizim denetimimize bağlı olan şeylerin iyi ya da kötü olduklarını
düşünürsek, ne tanrıları suçlamamız, ne de başka insanlara karşı düşmanca bir
tavır almamız için neden kalır.
42
Hepimiz tek bir amaç için
birlikte çalışıyoruz, kimimiz bilerek, anlayarak, kimimiz bilinçsizce, sanırım
Herakle- itos'un, "uykuda bile olsalar, evrende olup biten her şey için
çalışırlar, katkıda bulunurlar" dediği kişiler gibi. Herkes, evrende olup
bitenlere kendince katkıda bulunur, hatta olup bitenden durmadan yakman, onu
önlemeye ya da ortadan kaldırmaya çalışanlar bile; çünkü evrenin böyle
insanlara da gereksinimi vardır. Öyleyse hangi yanda olacağına karar ver,
çünkü evreni yöneten; senden nasıl yararlanacağını, seni hangi gruba koyacağını
çok iyi bilir. Ama dikkat et, Khrysippos'un16, o oyundaki aptalca ve
gülünç dizesindeki gibi bir duruma düşme sakın.
43
Güneş tanrısı yağmur
tanrısının işini mi üstleniyor yoksa? Ya da Asklepios17 bereket
tanrıçasının18 işini mi görüyor? Peki, her yıldız için ne söylemeli?
Bunların hepsi birbirinden farklı olsalar da, aynı amaç için birlikte
çalışmıyorlar mı?
44
Eğer yazgımı tanrılar
belirlemişlerse19, iyi karar vermişlerdir; çünkü düşüncesiz bir
tanrı tasarlamak güçtür. Hem sonra neden kötülük etsinler bana? Bana zarar
vermek, evrenin öncelikle gözettiği ortak yarara nasıl hizmet edebilirdi?
Kaldı ki, bir birey olarak benim hakkımda bir karar almamışlarsa da, kuşkusuz
ortak yarar için karar almışlardır; bunun sonuçlarını kabul etmek, onlara saygı
duymak zorundayım.
Ama eğer
tanrılar hiçbir şeyi öngörmüyorlarsa (ki böyle bir şeye inanmak saygısızlık
olur, çünkü o zaman kurban kesmemize, onlara yakarmamıza, onların adına ant
içmemize, onların varoldukları, aramızda bulundukları inancıyla yerine
getirdiğimiz bütün bu törenleri yapmamıza gerek kalmaz), bizi ilgilendiren
hiçbir şeyi öngörmüyorlarsa, gene de kendi hakkımda karar verme ve kendi
yararımın nerede olduğunu araştırma olanağım vardır. Ama her bireyin yararı,
onun yapısına ve doğasına uygun olandır, benim doğamsa ussal ve toplumsal bir
varlığın doğasıdır. Antoninus olarak, benim kentim, benim yurdum Roma; insan
olarak ise, dünya. Benim için biricik iyi, bu ikisine yararlı olandır yalnızca20.
45
Her bireyin başına gelen
her şey bütüne yararlıdır. Aslında bu yeterli olmalı. Öte yandan, dikkatle
bakarsan, şunu da görürsün: bir insan için yararlı olan, genellikle öteki
insanlar için de yararlıdır. Burada, "yararlı" sözcüğü genel anlamda,
ne öyle ne de böyle olan şeyleri de kapsayacak biçimde anlaşılmalıdır.
46
Tıpkı tiyatroda ve benzeri
yerlerde, hep aynı sahnelerin yinelendiğini göre göre sıkılman, tekdüzeliğin
oyunu sıkıcı kılması gibi, yaşamın bütünü için de aynı şey sözkonusudur. Çünkü
her şey, tepeden tırnağa her zaman aynıdır, her zaman aynı nedenlerden doğar.
Ne zamana dek sürecek bu böyle?
47
Her çeşit, her soydan, her
meslekten ölüp giden onca insanı düşün her zaman. Philistion'a, Phoebus'a,
Origanion'a21 dek gel. Sonra başka sınıftan insanlara geç. Bizden
önce birçok güçlü hatiplerin, Herakleitos, Pythagoras22, Sokrates
gibi birçok önemli filozofun; onlardan önce birçok yiğidin, onlardan sonra
birçok komutanın, birçok kralın bizden önce gittikleri öte dünyaya göçeceğiz
biz de. Bundan başka Eudoksos, Hippark- hos, Arkhimedes23, Menippos24
ve onun gibi bu geçici, ölümlü yaşamı alaya almayı bilmiş başka birçok parlak
zekâ, soylu ruh, çalışkan, girişken, yetenekli, yılmaz insan gibi.
Bütün bu
insanların çoktan öldüklerini düşün. Bu insanlar ya da adları bile
belleğimizden silinen bütün o insanlar için bunda korkunç olan ne var? Bu
dünyada gerçekten değerli olan bir tek şey vardır: her zaman gerçeğe ve adalete
uygun olarak yaşamak, yalancılara ve adil olmayanlara karşı bile anlayışlı
olmak.
48
Neşelenmek istediğinde,
çevrende yaşayanların iyi niteliklerini düşün: örneğin, birinin enerjisi,
ötekinin sakınganlığı, bir üçüncüsünün cömertliği, bir başkasının bir başka
niteliği. Hiçbir şey çevremizdeki insanların karakterlerine yansıyan erdemlerinin
imgeleri kadar memnunluk verici değildir, özellikle hepsi de bir aradaysa.
Öyleyse, bu örnekleri hep akimda tut.
49
Üç yüz libre25
değil de, şu kadar libre ağırlıkta isen üzülmezsin değil mi? Yaşamak için sana
şu kadar yıl verildi de, daha çok yıl verilmedi diye niçin üzülüyorsun,
öyleyse? Çünkü sana verilen madde miktarıyla nasıl yetiniyorsan, sana verilen
zamanla da yetinmelisin.
50
Onları ikna etmeye çalış
ama, onlar istemese de doğruluğun gerektirdiğini yap. Ama biri seni zorla
engellemeye kalkarsa, boyun eğmeye ve dinginliğe başvur, incinme, böylece
karşına çıkarılan engelden, başka bir erdemi ortaya koymak için yararlan. Us
yürütme ve doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneğinin koşullara bağlı olduğunu
ve olanaksız olanı yapmayı amaçlamadığını anımsa. Neyi amaçlıyordun öyleyse?
"Tam da böyle bir doğrultuda davranmayı." Bunu sağladın; tasarladığımız
amaca ulaştık.
51
Ün peşinde koşan kendi
yararının başkalarının etkinliğinde olduğunu düşünür; zevk düşkünü, kendi
duygularında; sağduyusu olansa, kendi eylemlerinde olduğunu.
52
Verili bir olgu üstüne
hiçbir kanıya varmamak, böylece zihnini sıkıntıya sokmamak insanın elindedir;
çünkü şeylerin kendileri doğaları gereği, yargılarımızı oluşturamazlar.
53
Başkalarının söylediklerini
dikkatle dinlemeye alıştır kendini ve olabildiğince konuşanın zihnine girmeye
çalış.
54
Peteğe yararlı olmayan,
arıya da yararlı olmaz.
55
Gemiciler kaptan hakkında,
hastalar hekimleri hakkında kötü söz söylerlerse, kaptan tayfaların güvenliğini
nasıl sağlar, hekim hastaları nasıl iyileştirebilir?
56
Dünyaya benimle birlikte
gelen insanların kaçı çoktan göçüp gitti?
57
Sanlığa yakalanmış olanlara
bal acı gelir, kuduz olanlar sudan korkar, çocuklar için top güzeldir. Niçin
öfkeleneyim, öyleyse? Yanlış düşüncelerin insanlar üstünde; ödün, sarılığa
yakalanmış, ya da zehrin kuduz köpek tarafından ısırılmış kişiler üstündeki
etkisinden daha az mı etkisi olduğunu sanıyorsun yoksa?
58
Hiç kimse, senin kendi
doğanın ilkelerine göre yaşamanı engelleyemez; evrensel doğanın yasasına ters
düşen hiçbir şey başına gelmez.
59
Bunlar, bu memnun etmek
istedikleri, ne biçim insanlar? Hangi amaçla, hangi eylemlerle! Zaman her şeyi
nasıl da hızla örtecek, onca şeyi çoktan örttüğü gibi!
1
Andan en iyi biçimde
yararlanmak: Atasözü; burada alaysamalı biçimde kullanılmış.
2
İki seçenek vardır: ya kozmos'un,
dönemsel yangınlara uğrasa da (buhara, ateşli havaya dönüşse de), birleşmiş bir
bütün olduğu (Stoacı); ya da (Epikuros- çu) evrenin en sonunda onu oluşturan
atomlara ayrılacağı. Bkz IV 14 Not 8; V Not 5.
6
Çıplak olarak bakmalı:
Bu kaba (acımasız) gerçekçilik (karş. II.2, VIII.24, 37, IX.36); şeyleri temel
öğelerine indirgeme ve 'kozmik' görüngeyi (perspektifi) uygulama yönteminin
sonucudur. Kunt biçem, kinik biçemi çağrıştırıyor.
7
Alıntının kime ait olduğu
açık değil. Krates olasılıkla Teb'li kinik filozof (MÖ yakl. 365-285);
Ksenokrates, Platon'un öğrencisi, MÖ 339-314 yılları arasında Akademi'nin
başkanıydı.
8
Erdemin (biricik gerçek
iyi) değeri ile 'ilgisiz' şeylerin değeri arasındaki çelişki değer verilen
şeylerin aşamalarında belirtilmiştir. İlk üç aşamada artan karmaşıklık ve
değeri olan 'ilgisiz' şeyler yer alıyor; son aşamada, mutlak değeri taşıyan
tek şeyleri, erdemi ve ussallığı buluyoruz.
9
Akış ve dönüşüm:
Herakleitos'un görüşünü çağrıştırıyor.
11
Kırmızı-mor arası bir renk.
Eski Roma'da soyluların togaları erguvan renginde olduğundan, soyluluk
belirtisi sayılır. Daha sonraları, Hıristiyanlıkta, kardinallerin pelerinleri
de bu renkteydi. Erguvan, bir tür denizkabuğundan çıkarılan boyadan elde
edilirdi. Burada, Marcus Aurelius'un sözleri, soyluluğa özenme anlamına gelse
gerek (Ç.N.)
12
Marcus'u (ve Verus'u) evlât
edinen imparator Antoninus Pius. Bkz. 116.
13
Epiktetos'u; 'denetimimiz
altında' bulunan erdemle, denetimimiz dışında kalan 'ilgisiz şeyler' (örn.
varsıllık) arasındaki temel çelişkiyi bir kez daha anımsatıyor. Bu çelişki,
burada, bedenle ruh ya da zihin arasındaki Platonik çelişkiyle hemen hemen aynı
olan bir çelişki ve Marcus'un belirgin özelliği olan şimdiyi yaşama vurgusuyla
birleştirilmiş. Bkz. III10, XII3.
14
Athos dağı: Kuzey
Yunanistan'da büyük bir dağ.
15
İkincil sonuç... :
bkz III. Not 3.
16
Khrysippos: Soli'li
Khrysippos (MÖ yakl. 280-207), en eski Stoacılığın başlıca temsilcilerinden
biri. Alıntı, Plutarkhos'un Mora/ıa'smdandır: Komedilerdeki gülünç dizelerin,
evrendeki kötülük gibi (tanrısal bir bakış açısından bakıldığında) iyicil bir
işlevi olabilir.
18
Demeter: toprak ve bereket
tanrıçası, Roma'da Ceres'le özdeşleştirilmiştir.
19
Tanrıların, bir bütün olarak
kozmosun iyiliğiyle ilgilendikleri gibi, bireylerin iyiliğiyle de ilgilenip
ilgilenmedikleri konusunda bkz. Cicero, Tanrıların Doğası Hakkında;
ilgilenmiyorlarsa, özveri ve duanın yararsızlığı hak. bkz. Cicero, age.
.'<1 Marcus Aurelius burada, bireylerin başına gelen her şeyin bütüne
yararlı olduğu yolundaki Stoacı ilkeden ayrılarak, bir bireye yararlı olanın
aynı zamanda başkalarına da yararlı olduğu, burada yarar sözüğünün,
sağlık, servet gibi yeğlenebilir 'ilgisiz şeylefin insanlara verilmesi anlamına
geldiği görüşüne geçmiştir. (Bkz. VI Not 13) ile ilgili. Fikir, anlaşıldığına
göre, benim sağlığımın ve varsıllığımın arkadaşlarımın ve ailemin sağlığına ve
varlığına yararlı olduğudur. Daha normlara uygun Stoacı düşünce, akıllı
insanların (bütün insanların değil), tüm öteki akıllı insanların iyiliklerinden
(erdemlerinden) yararlandıkları düşüncesidir.
' I Bilinmeyen kişiler: birincisi, bazılarınca
Augustus'un çağdaşı olan mimograf Philiston'la özdeşleştirilir.
.'2 Samoa'h filozof ve matematikçi, MÖ 531'de
Büyük Yunanistan'a göçmüş, orada Croton'da, adıyla bilinen bir okul kurmuştur.
’ 1 Ünlü bilginler: Knidos'lu Eudoksos (MÖ yakl
390-340) matematikçi, astronom ve coğrafyacı; Hipparkhos: 2. yüzyılda yaşamış
matematikçi, astronom ve coğrafyacı; Siracusa'lı Arkhimedes (MÖ yakl.
287-212), ünlü matematikçi ve astronom.
24
Gadara'lı Menippos, MÖ 3.
yüzyılda yaşamış önemli kinik yazar, Menippos yergisi denen bir yergi biçemi
başlatmıştır.
25
Yarım kilogramlık eski bir
ağırlık ölçü birimi (Ç.N.).
1
Kötülük nedir? Birçok kez
gördüğün şeydir. Şunu aklından çıkarma: olup biten her şey, birçok kez
gördüğün bir şeydir. Nereye baksan hep aynı şeyleri göreceksin; antik tarih,
daha sonraki çağların tarihi, yakın zamanın tarihi onlarla doludur; şimdi de
kentlerimizi, evlerimizi onlar dolduruyor. Yeni olan hiçbir şey yok: her şey
kendini yineliyor ve hemen geçip gidiyor.
2
İlkeler ölmezler. Onlara
denk düşen düşünceler yokol- madıkça, nasıl ölebilirler? Ama onları sürekli
olarak canlı tutmak sana bağlıdır. "Herhangi bir konuda oluşturmam
gereken düşünceyi oluşturabilirim; bunu yapabiliyorsam, niçin kaygılanayım?
Zihnimin dışında kalan şeyler, kendi başlarına hiçbir şey değildirler."
Bunu anladığında her şey yoluna girecektir. Yaşamına yeniden başlamak senin
elindedir: bunun için yaşadıklarını yeniden gözden geçir, çünkü yeniden
yaşamak buna bağlıdır.
3
Gösterişli geçit törenleri,
sahnede oynanan oyunlar, sığır ve koyun sürüleri, çatışan kılıçlar, köpeğe
atılan bir kemik, bir balık havuzuna atılmış ekmek kırıntıları, karıncaların uğraşıp
didinmeleri, ürkmüş farelerin çılgınca koşuşturmaları, iplerinden çekilip
oynatılan kuklalar.1 Bütün bunları hoşgörüyle, küçümsemeden
karşıla; aynı zamanda, bir insanın değerinin, ilgi duyduğu şeylerin değeriyle
ölçüldüğünü aklından çıkarma.
4
Söylediğin her sözcüğü
tart; attığın her adıma dikkat et. Verdiğin her kararın ne gibi sonuçları
olacağını düşün. Bu ikin- < ı durumda, amacın ne olduğunu daha başından gör;
birinci durumda ise sözcüklerin ne anlama geldiğine dikkat et.
5
Zekâm bu işi yapmaya
yeterli mi, değil mi? Yeterliyse, evrensel doğanın bana sağladığı bir âlet gibi
yaptığım işe uygu- l.ırım onu. Değilse, ya o işi onu daha iyi yapabilecek olan
birine bırakırım (bu durumda, sorumluluk gene de bende kalır) ya da, eğer bu
olanaklı değilse, benim gözetimim ve desteğimle, yönetici ilkemin yol
göstericiliğinde, o işi topluma uygun ve yararlı olacak biçimde
sonuçlandırabilecek birinin yardımına başvurarak, o işi elimden geldiğince en
iyi biçimde yapmaya çalışırım. Çünkü ne yaparsam yapayım, ister kendi başıma,
isler bir başkasının yardımıyla, tek bir amaca, ortak yarara ve toplumla uyuma
yönelmeliyim.
6
Bir zamanlar ünlü olan ne
çok insan çoktan unutuluşa yenik düştü. Onlara övgüler düzen daha nicesi çoktan
göçüp gittiler.
7
Birinin sana yardım etmiş
olmasından ötürü utanma; çünkü, böylece, sana düşen görevi, bir kuşatmada
surlara saldıran bir asker gibi yerine getirmiş olursun. Sakat olsaydın ve
kendi çabanla duvara tırmanamasaydm, ama bunu bir başkasının yardımıyla
gerçekleştirebilseydin, ne yapardın?
8
Gelecek için kaygılanma;
çünkü varman gerektiğinde, varacaksın oraya, şimdi yararlandığın usu da
birlikte götürerek.
9
Her şey birbirine bağlıdır,
onları birbirine bağlayan bağ kutsaldır: hemen hemen hiçbir şey insana yabancı
değildir. Çünkü her şey birbirleriyle ilişkili olarak düzenlenmiş olup birlikte
evrenin düzenini oluştururlar. Varolan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya
vardır, onları kuşatan tanrı tektir, öz tektir, yasa tektir, tüm düşünen
varlıklarda ortak olan us tektir; gerçek de tektir, eğer aynı türden olan ve
aynı usu paylaşan tüm varlıkların yetkinliği doğruysa.
10
Maddî olan her şey bir anda
evrensel töze karışır; her şey bir anda yeniden evrensel usça emilir; her şeyin
anısı bir anda sonsuzluğa gömülür.
11
Ussal bir varlık için,
doğaya uygun olarak davranmakla usa uygun olarak davranmak aynı şeydir.
12
Dik dur, ya da başkaları
ayakta tutsun seni.2
13
Tek tek organizmaların
organları gibi, ussal varlıklar da, ayrı ayrı bedenlerde olmalarına karşın, bir
çeşit dayanışma içinde davranmak için oluşturulmuşlardır. Sık sık kendi kendine,
"ben, ussal varlıkların oluşturdukları bütünün bir organıyım" diye
yinelersen bu gerçeği daha iyi anlarsın. Ama eğer bütünün yalnızca bir parçası
olduğunu söylersen, bu; henüz insanları bütün yüreğinle sevmeyi öğrenmediğin,
iyiliği iyilik etmek için yapmaktan sevinç duymadığın, başkalarına iyilik
ederken, bunu kendine iyilik ettiğin inancıyla değil, basit bir görev olarak
yaptığın anlamına gelir.
14
Varsın, dışarıdan,
bedenimin organlarına zarar verebilecek her türlü kötülük başıma gelsin;
organlarım isterlerse yakınsınlar. Bana gelince, başıma gelenin bir kötülük
olmadığını düşünürsem, ondan hiçbir zarar görmem; bunu düşünmemek bana
bağlıdır.
15
Başkaları ne yaparlarsa
yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, ben kendi adıma iyi bir insan
olmalıyım. Tıpkı zümrüt -ya da altın yahut erguvan- kendi kendine durmadan
şöyle diyormuş gibi: "Başkaları ne yaparlarsa yapsmlar, ne söylerlerse
söylesinler, kendi adıma ben zümrüt olarak kalacağım, rengimi koruyacağım.3
16
Yönetici ilke hiçbir zaman
kendi kendisine sorun yaratmaz; kendi içinde ne korku yaratır, ne frenlenmemiş
istek. Ama bir başkası onu korkutabilir, incitebilirse varsın yapsın, çünkü
yönetici ilke tek başına kendini bu tür kaygılara kaptırmaz. Beden, acı duymamayı
başarabiliyorsa, başarsın; ruhsa korktuğunda ya da acı çektiğinde bunu
duyuyorsa söylesin; ama bu konular hakkında yargı veren zihin hiçbir şey duymayacaktır,
çünkü bu tür yargılarda bulunmaya zorlanamaz. Yönetici ilke kendisi için
hiçbir şeye gereksinim duymaz, gereksinimi kendisi yaratır; bunun gibi,
kendisi için üzüntü ya da engeller yaratmak istemedikçe, hiçbir şey onu
tedirgin edemez, engelleyemez.
17
Mutluluk iyi bir koruyucu
ruh, ya da yönetici ilkedir. Öyleyse burada ne arıyorsun, imgelem? Tanrılar
aşkına, geldiğin gibi git buradan, çünkü sana gereksinimim yok.4 Her
zamanki alışkanlığına uyarak geldin. Sana kızmıyorum; yeter ki, git.
18
Değişiklikten korkmak mı?
Ama değişiklik olmazsa ne olabilir ki? Evrensel doğaya bundan daha yakın, daha
değerli bir şey olabilir mi? Odun değişime uğramazsa, sıcak banyo ya- I
>.ıbi lir misin? Besinler değişime uğramazsa beslenebilir misin? I »eğişi m
olmaksızın hangi yararlı şey meydana gelebilir? Öyleyse', senin kendi
değişiminin de aynı nitelikte olduğunu, evrensel doğaya aynı biçimde gerekli
olduğunu görmüyor musun?
19
Bütün varlıklar, bir selin
içinden geçermişçesine evrensel tözün içinden geçerler; doğaları evrenin
doğasıyla aynıdır, onunla işbirliği yaparlar, tıpkı organlarımızın birbiriyle
işbirliği yapmaları gibi. Kaç Khrysippos'u, kaç Sokrates'i, kaç Epikte- los'u
yuttu zaman şimdiye dek! Kim olursa olsun herkes için, her şey için düşün bunu.
20
Beni yalnızca bir şey
kaygılandırıyor; insan doğasının istemediği şeyi yapmak, ya da onun
istediğinden başka biçimde yapmak, ya da tam şu anda istemediği şeyi yapmak.
21
Yakında her şeyi
unutacaksın; yakında herkes seni unutacak.
22
Yanılgıya düşen kişileri de
sevmek, insana özgü bir şeydir. Bu insanların senin akrabaların5
olduklarını, bilgisizlikten6 ya da ellerinde olmaksızın yanlış
yaptıklarını; çok geçmeden senin de, onların da öleceğinizi, her şeyden önce
de, sana hiçbir zarar vermediklerini, çünkü yönetici ilkenin, eskisinden daha
kötü olmasına yol açmadıklarını düşününce onları sevmeyi başaracaksın.
23
Evrensel doğa, tözü balmumu
gibi kullanır; önce bir at yapar, sonra onu eriterek bir ağaç, sonra bir insan,
sonra başka bir şey yapmak için malzeme olarak kullanır; bunların her biri çok
kısa bir süre sürdürür varlığını. Ama bir sandığın sökülmesi kötü bir şey
değildir; parçalarının bir araya getirilerek oluşturulmasının kötü bir şey
olmaması gibi.
24
Yüze yansıyan öfke, tam
anlamıyla doğaya aykırıdır; sık sık olursa yüzün güzelliği gittikçe azalır,
sonunda tümüyle yo- kolup gider, hiçbir zaman da yeniden canlandırılamaz. Bu nedenle,
bundan, öfkenin usa aykırı olduğu sonucunu çıkarmaya çalış. Çünkü insan kendi
hatasının bilincini de yitirirse, yaşamanın ne anlamı kalır?
25
Şu anda gördüğün her şey
çok geçmeden her şeyi yöneten doğa tarafından dönüştürülecek; onların özü yeni
şeylere dönüşecek, onların özü de başka şeylere; dünya hep genç kalsın diye.
26
Birisi sana bir haksızlık
ederse, hangi iyi ve kötü kavramının ona bunu yaptırdığını düşün hemen. Böyle
düşünürsen, ona acırsın, artık ne şaşkınlık duyarsın, ne öfke.7
Çünkü ya onunla aynı iyi kavramına sahipsindir, ya da benzer bir iyi kavramına;
o zaman onu bağışlamak zorunda kalırsın, çünkü benzer koşullarda sen de onunla
aynı biçimde davranırsın. Ama onunla artık aynı iyi ve kötü kavramına sahip
değilsen, şeylerin çarpıtılmış görülerine sahip olan kişiye hoşgörü göstermen
daha kolay olacaktır.
27
Olmayan şeyleri, varmışlar
gibi düşünme, varolan şeyler arasından en hoşuna gidenleri seç, eğer
olmasalardı, onları nasıl isteyeceğini düşün. Ama sahip olmaktan mutluluk duyduğun
şeyleri aşırı değerlendirmemeye alıştır kendini; yoksa bir gün onları
yitirirsen sarsılırsın.
28
Kendi içine çekil. Yönetici
ilkenin öyle bir doğası vardır ki, kendi kendine yeter; doğru olanı yaptığı
zaman dinginlik bulur.
29
imgelemi ortadan kaldır.
İçgüdülerinin seni bir kukla8 gibi çekip çevirmesine izin verme.
Dikkatini şimdiki zamana çevir. Senin ya da başkalarının başına gelenlerin
bilincine varmayı bil. Her nesneyi nedensel ve özdeksel9 yönlerine
ayır ve incele. Son saatini düşün. Bırak başkasının yaptığı yanlış ortaya
çıktığı yerde kalsın.
30
Düşüncelerini sözcüklerle
karşılaştır. Olayları ve onları meydana getiren kişileri anla.
31
Basitliğinden, kendine
duyduğun saygıdan, erdemle erdemsizlik arası şeylere ilgisiz kalmaktan ötürü
memnun ol. İnsan soyunu sev. Tanrıyı izle. "Her şeyi yasa yönetir, ama
gerçekte varolan yalnızca atomlardır," diyor bilge.10 Ama
"her şeyin yasa tarafından yönetildiğini" anımsamak yeter; aslında
çok az şeyin.
32
Ölüm üstüne: eğer
atomlardan oluşmuşsak ölüm ayrışmadır; ama eğer canlı bir bütün
oluşturuyorsak, tükeniş ve başka bir yere göçmektir.11
33
Acı üstüne: eğer
dayanılmazsa, ölüme götürür; uzun sürerse katlanılabilir. Zihin kendini
soyutlayarak dinginliğini korur; böylece yönetici ilke zarara uğramaz. Acının
zarar verdiği parçalara gelince, bunu açığa vursunlar, ellerinden gelirse.
34
Ün üstüne: [Ün peşinde
koçanların] zihinlerine, hangi fikirlere sahip olduklarına, neden
kaçındıklarına, neyi izlediklerine bak. Kumulların üst üste yığılarak,
öncekileri gizlemeleri gibi, yaşamda da geçmişteki olayların, ardından
gelenlerce hızla gizlenip yokolduklarmı düşün, sonra.
35
"Düşünceleriyle tüm
zamanı ve tüm tözü kucaklayan üstün bir zihnin insan yaşamına büyük bir önem
verdiğini sanıyor musun?" "Kesinlikle olanaksız" diye
yanıtladı. "Ölüm düşüncesi böyle bir insanı korkutabilir mi?"
"Kesinlikle hayır."12
36
"İyi şeyler yapmak,
ama karşılığında kötü bir ün kazanmak bir hükümdarın yazgısıdır."13
37
Yüz, zihnin buyruğuyla,
uygun bir anlatım, hoşa giden bir görünüş edinirken, zihnin kendi buyruğuyla
böyle bir anlatım ve görünüm edinememesi ne saçma.
Çünkü bu onların umurunda bile değil."14
39
"Ölümsüz tanrılara ve
bize sevinç getir."15
40
"Olgun başaklar gibi
biçilir yaşamımız,
Biri varolurken, biri yokolur gider."16
41
Tanrılar beni de, iki
çocuğumu da unutmuşlarsa
Bir hikmeti vardır bunun."17
42
"İyilik ve adalet
benden yana."18
43
"Ağlayıp
sızlanmalarına, çırpınmalarına katılma onların."19
44
"Böyle birine şöyle
yanıt verebilirdim ancak: 'Bir insanın, çapı ne olursa olsun; yalnızca, her eyleminde,
eyleminin haklı mı, haksız mı, iyi bir insanın mı yoksa kötü bir insanın eylemi
mi olduğunu düşünecek yerde, yaşama ya da ölme olasılıklarını tartması
gerektiğini düşünüyorsan, yanılıyorsun, dostum'."20
45
"İşin doğrusu şu,
Atmalılar: bir insan, en iyisi olduğuna inanarak kendisinin seçtiği, ya da bir
komutan tarafından getirildiği görevinde kalıp tehlikeleri göğüslemek, ne
ölümü ne de onursuzluktan başka bir şeyi umursamalı."21
46
"Soylulukla iyiliğin
birinin yaşamım ya da kendi yaşamını kurtarmaktan farklı bir şey olup
olmadığını; insan adına lâyık bir insanın ne kadar yaşayacağı sorununu bir yana
bırakmanın; yaşama sımsıkı tutunmamanın ve bu konuları tanrıya bırakmanın;
kadınların söyledikleri gibi, 'hiç kimsenin yazgısından kaçamayacağına' inanmanın;
yaşamak için kendisine bağışlanan zamanı olabilecek en iyi biçimde yaşamaya
çalışmanın yerinde olup olmayacağını iyi düşün, dostum."22
47
Yıldızların devinimini, sen
de onlarla birlikte dönüyor- muşsun gibi izle; öğelerin nasıl birbirlerine
dönüştüklerini düşün her zaman; çünkü bu gibi şeyleri düşünmek bizi şu ölümlü
dünya yaşamının çirkefinden arıtır.
48
İnsan üstüne us yürütürken,
dünyasal şeylere, yukarıdan bakıyormuş gibi bak: kalabalıklara, ordulara,
tarımsal etkinliklere, evlenmelere, boşanmalara, doğumlara, ölümlere,
mahkemelerin uğultusuna, ıssız bölgelere, her çeşit barbar halka, bayramlara,
yaslara, kamu yaşamına, her şeyin iç içe geçmişliğine, karşıtlardan doğan
uyuma.
49
Geçmişe ve yönetim
biçimlerindeki değişikliklere gözat; geleceği de öngörebilirsin, çünkü doğası
hep aynı olacaktır, olayların şimdiki ritminden ayrılması olası değildir. Bu
nedenle, insan yaşamını kırk yıl da inceleşen, on bin yıl da, farket- mez.
Daha fazla ne görebilirsin?
50
"Topraktan gelen
toprağa döner,
Göksel bir tohumdan filizlenense
Göklere."23
Ya da: atomları birbirine bağlayan güçler çözülünce duygudan yoksun
öğeler de buna benzer bir biçimde dağılırlar.
51
"Yiyecek içeceklerle,
büyülerle
Ölümden çevirmek yazgının yönünü."24
"Tanrıdan gelen fırtınaya
katlanmalıyız, hiç yakınmadan."25
52
"Rakibini altetmekte
daha iyi," ama ortak yarara kendini daha çok adamış değil, olaylar
karşısında ne daha serinkanlı, ne de komşularının yanlışlarına karşı daha
bağışlayı-
53
Bir görev, tanrılarla
insanların sahip oldukları ortak usun ilkelerine uygun olarak yerine
getirildiğinde, korkacak bir ■■ey yoktur; çünkü doğru yolu izleyen ve doğamıza
uygun olan bir eylemden yarar gördüğümüzde, hiçbir zarardan kuşkulanmamıza
gerek yoktur.
54
Her yerde, her zaman, o ânm
koşullarını seve seve kabul etmek, insanlara hakça davranmak, yeterince
kavramadığın hiçbir şeyin zihnine sızmaması için her düşüncene dikkat etmek
gücünün sınırları içindedir.
55
Başkalarının yönetici
ilkelerine dönüp bakma, doğruca doğanın seni yönelttiği amaca bak: başına
gelenlerin onun aracılığıyla başına geldiği evrensel doğanın ve onun
aracılığıyla yapman gerekeni yaptığın kendi doğanın. Herkes kendi yapısının
gerektirdiğini yapmalıdır; bütün öteki varlıklar ussal varlıkların yararı için
oluşturuldukları halde (tıpkı bütün öteki durumlarda, aşağı varlıkların, üstün
varlıkların yararına oluşturulmaları gibi), ussal varlıklar birbirleri için
varedilmişlerdir. Böylece, insan doğasının birincil ilkesi, toplumsal yarardır;
İkincisi ise, bedenin tutkularına direnmektir; çünkü ussal ve zihinsel
etkinliğin başlıca özelliği, kendine sınırlar koymak ve hiçbir zaman duyuların
ya da içgüdülerin etkisine yenik düşmemektir. Bunların ikisi de hayvansal
doğamıza aittir, us ise, uşak olmayı değil, egemen olmayı amaçlar. Haklı
olarak, çünkü doğası gereği, bunlardan yararlanacak biçimde yönlendirilmiştir.
Her ussal varlığın üçüncü ilkesi, acele yargı vermekten, kolay kandırılmaktan
kaçınmaktır. Öyleyse, yönetici ilken, bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak,
doğru yolda ilerleyecek, böylece ona ait olan şeylerin tümüne sahip olacaktır.
56
Sanki ölmüşsün, sanki
yaşamın yalnızca bu âna dek sürmüş gibi, sana kalan zamanı fazladan
bağışlanmış gibi doğaya uygun olarak yaşamalısın.
57
Yalnızca başına gelen ve
yaşamının dokusunu oluşturan şeyi sev. Senin için bundan daha uygun bir şey
olabilir mi?
58
Başına ne gelirse gelsin,
başlarına aynı şey gelince üzülen, şaşkına dönen, sızlanan insanları getir
gözünün önüne. Şimdi nerede bu insanlar? Hiçbir yerde. Öyleyse? Sen de onlar
gibi mi yapmak istersin? Doğalarına öylesine yabancı olan bu duyguları, onları
kışkırtan ve onlara boyun eğdiren bu duyguları niçin onlara bırakarak, kendi
adına, tümüyle, başına gelenlerden en iyi biçimde nasıl yararlanacağın üstünde
odaklanmıyorsun? Çünkü böylece ondan yararlanabilir, malzeme olarak
kullanırsın onu. Yeter ki dikkat et, yaptığın her şeyde kendine iyi bir görünüş
sunmaya karar ver; şu iki noktayı akimdan çıkarma: nasıl davrandığın ahlâksal
bakımdan önem taşır; kullandığın malzeme ise kendi başına ne iyi, ne de
kötüdür.
59
İçini kaz; çünkü iyilik
kaynağı içindedir, sen kazmayı sürdürdükçe fışkırır.
60
İnsanın bedeni, devinirken
de, dinlenirken de sağlam durmalı, gevşemesine izin verilmemeli; çünkü zihnin,
bir kimsenin zekâsını ve karakterini yüze yansıtması gibi, bir bütün olarak bedenden
de aynı şey beklenmelidir. Ama bu görünümler, yapmacıksız olmalıdır.27
61
Yaşama sanatı, bir
dansçıdan çok, bir güreşçinin sanatı gibidir; art arda gelen darbeleri, Önceden
sezinlenemeyenleri bile, ayaklarının üstünde sıkıca durarak savuşturmaya hazır
olmak gerekir.
62
Tanıklığına başvurmak
istediğin insanların nasıl insanlar olduklarını ve ne gibi yönetici ilkelere
sahip olduklarını düşün her zaman. Çünkü onların yargılarının ve dürtülerinin
kaynaklarını incelersen, ellerinde olmaksızın tökezledikleri zaman onları
suçlamazsın, senin adına tanıklık etmelerini de istemezsin.
63
"Hiçbir ruh isteyerek
gerçekten yoksun kalmaz"28; aynı şey adalet için de, ılımlılık
için de, iyilikseverlik ve bu tür her şey için geçerlidir. Bunu hep akimda
tutarsan, herkese daha hoşgörülü davranırsın.
64
Her acı karşısında şunu
akimdan çıkarma: bunda utanç verici hiçbir şey yok, yönetici ilkemizi bozamaz;
çünkü ussal olduğu ve ortak yararı gözettiği sürece acı ona hiç zarar veremez.
Dahası, birçok acılar için, Epikuros'un şu sözlerinden yardım um: "Acı ne
katlanılmazdır, ne de sonsuz; sınırlarını göz önünde bulundurursan, kendi
imgeleminle onu artırmazsan." Şunu da anımsa: birçok hoş olmayan şey
aslında acı ile aynı şeydir, öyle olduklarını algılamasak bile; örneğin
uyuşukluk, boğucu sıcak havada üstümüzde bir ağırlık duymamız, iştahımızın
kaçması gibi. Bunun için bunlardan biri sana sıkıntı verdiğinde, kendi kendine
şöyle de: "Acıya bırakıyorsun kendini."
65
İnsansevmez birine karşı,
onun insanlığa duyduğu duyguları duyma.
66
Telauges'in29
Sokrates'ten daha üstün olmadığını nasıl bilebiliriz? Sokrates'in daha onurlu
bir biçimde ölmesi, sofistlerle tartışmalarında daha büyük bir ustalık
göstermiş olması ya da bütün gece dondurucu soğukta nöbet tutmaya daha dayanıklı
olması,30 Salamis'liyi31 tutuklama buyruğuna yüreklice
karşı çıkması, "sokakta başı dik yürümesi"32 (her ne kadar
bunun doğru olup olmadığı kuşku götürse de) yeterli değildir. İncelememiz
gereken şudur: Sokrates'in nasıl bir ruhu vardı; insanların kötülüğünden ötürü
acı duymaksızın, ya da bir başkasının bilgisizliğinin kölesi olmaksızın,
insanlara dürüst davranmak ve tanrılara dindarca bağlı olmakla yetinebiliyor
muydu; evrensel doğanın kendisine ayırdığı şeylerden herhangi birini olağandışı
ya da -zihnini tensel isteklerinin kışkırtıcılığına bırakmaksızın- dayanılmaz
bulmuş muydu?
67
Doğa,33 ruhunla
bedenini; kendi sınırlarını belirlemene, sana ait olanın senin denetiminde
olmasına izin vermeyecek kadar sıkı sıkıya birbiriyle kaynaştırmamıştır. Bunu
hep aklında tut, şu gerçeği de: yaşamda mutluluk, çok az koşula bağlıdır; bir
filozof ya da doğabilimci olma umudunu yitirmiş olabilirsin, ama gene de,
özgür, alçakgönüllü, toplumsal ve Tanrı'ya boyun eğen biri olmayı
yadsımamalısm; çünkü hiç kimse tarafından tanmmasa bile, tanrısal bir insan
olmak olanaklıdır.
68
Herkes bağıra çağıra sana
karşı dilediği suçlamayı yönelişe de; yabanıl hayvanlar seni saran şu
yumuşak kili pençeleriyle parçalasalar da, özgürce, sevinç içinde yaşa. Bütün
bunlarda zihninin dinginliğini korumaktan, onu kuşatan şeyler hakkında doğru
yargı vermekten ve karşılaştığı şeylerden yararlanmaya hazır olmaktan ne
alıkoyabilir seni? Öyle ki, yargı gücün, karşısına çıkan şeye şöyle diyebilsin:
"İşte aslında sen busun, başka türlü görünsen de." Yararlanma yetin
de, karşısına çıkan şeye şöyle diyebilsin: "Ben de seni arıyordum. Çünkü
şimdiki zaman benim için her zaman ussal ve toplumsal malzemedir, genel olarak
söylersek, aynı zamanda insansal ve tanrısal sanatın malzemesi." Her olay
Tanrı ve insanla bağıntılıdır, hiçbir zaman yeni ya da çekip çevirmesi güç
değildir, bilinen bir şeydir ve kolaydır.
69
Karakterin yetkinliği
şurada yatar: her günü son günmüş gibi yaşamak, telâşsız, uyuşuk olmaksızın,
yapmacıksız.
70
Ölümsüz tanrılar, sonsuz
çağlar boyunca, onca sıradan insana katlanmak zorunda oldukları için kızmazlar;
tersine, her durumda gözetirler onları. Peki sen, çok yakında gününü dolduracak
olan sen, savaşı bırakacak mısın, sen ki o sıradan insanlardan birisin!
71
İnsanın, kendi kötülüğünden
kaçınmaya çalışmaması -ki bu olanaklı bir şeydir- ama başkalarının kötülüğünden
kaçınmaya çalışması -ki bu olanaksız bir şeydir- ne gülünç.
72
Ussal ve toplumsal yeti,
ussallıktan ve toplumsal içgüdüden yoksun bulduğu her şeyi haklı olarak
kendinden aşağı bulur.
73
Ne zaman bir iyilik etsen
ve biri ondan yararlansa, neden aptalların yaptıkları gibi, ayrıca üçüncü bir
ödül beklersin, iyilik ettiğinin bilinmesini ya da buna karşılık sana iyilik
edilmesini istersin?
74
Hiç kimse iyilik görmekten
bıkmaz, iyilik etmek doğaya uygun bir davranıştır. Öyleyse, başkalarına iyilik
ederek iyilik bulmaktan bıkma.
75
Dünyanın yaratılışı
evrensel doğanın işidir; olup biten her şey onun zorunlu bir sonucudur. Yoksa,
her şey usun dışında kalır; evrensel usun çabasını yönelttiği en önemli
olaylar bile. Bunu anımsamak, birçok sorunla daha dingince yüz yüze gelmeni
sağlayacaktır.
1
Bu renkli imgeler büyük
ölçüde kiniktir (özellikle gösterişli geçit törenleri, sahne), bkz.
XII36 Not 4. Kuklalar için bkz. III16 Not 17.
2
Dik dur, ya da başkaları
ayakta tutsun seni: karş. VII7. Çelişik görüş için bkz. III5, son tümce.
3
Bu bölümün temel fikri
şudur: bütün insanlar temelde erdemli olma yetisine sahiptirler, bu nedenle,
her birimiz için erdemli davranmak, doğamızı açığa vurmaktır, kendi usulümüzce
de olsa. Altın ve erguvan, seçkin karakteri ve yüksek niteliği
anıştırıyor. Epiktetos da, Cicero da, 'erguvan'ı aynı biçimde kullanmışlardır.
Bkz. VI Not 11.
4
Geleneksel Yunan
düşüncesinde mutluluk, iyi dışsal (Tanrı vergisi) koşullarla
özdeşleştirilmiştir; öte yandan, genel olarak Yunan felsefesinde, mutluluk erdem
gibi içsel niteliklerle özdeşleştirilmiştir. Burada, mutluluk; iyi bir yönetici
ilke, ya da koruyucu ruhun sağladığı bir şey gibi betimleniyor, imgelemle
ilgili sözcükler, insanın imgeler, izlenimler tarafından 'çekiştirilmemesi'
gerektiğini belirtiyor.
5
akraba: Stoacı
düşünceye göre, bütün insanlar birbirleriyle akrabadırlar.
6
bilgisizlikten ...
yanlış yapmak: bkz. IV 1 Not 4.
7
acıma ve öfke
duymama: Ana fikir, Stoacıların acımayı olumlu bir anlamda değerlendirdikleri
değil (dar anlamda, ussal olmayan bir 'duygu'dur acımak). Ana fikir,
Stoacıların, 'ilgisiz şeylere' gereğinden çok değer vermekten kaynaklanan
(örn. birisi malınızı çalarak size zarar verdiğinde) duygusal tepkilerden
kaçınmaları gerektiğidir. Karş. Epiktetos, Söylemler.. (VI 27, VII. 22.;
Karş. IX 3).
8
kukla: bkz. III16
Not 17. İnsanların, içgüdüleri tarafından kuklalar gibi oradan oraya
çekilmelerine izin vermemeleri, Marcus Aurelius'un sevdiği, Düşünceler'
de sık sık başvurduğu bir benzetimdir.
10
Demokritos: Atom
kuramının kurucusu Demokritos'tan (MÖ 5.-4. yüzyıl) alıntı. Burada, bir kez
daha Marcus Aurelius'un 'atom' fikrine yakınlığını görüyoruz. (Ç.N.)
12
Yunan felsefesi ve
yazınından bir dizi alıntının, ilki; felsefî savları destekleyen şiirlerden
alıntılar vermek, Stoacılığın, özellikle Khrysippos'un özelliğidir. Pla- ton'un
Cumhuriyet'inden bu alıntı, 'filozof yapısı'nm erdemlerini, Stoacı bilge
kişilere yorulan 'kozmik perspektif i önceleyen bir biçimde betimlemektedir.
13
Antisthenes'ten alıntı.
Aynı alıntı Epiktetos' un Söylemler'inde de yer almaktadır.
20
Platon, Sokrates'in
Savunması.
Platon, nge.
Platon, Gorgias.
Euripides, Khrysippos.
Euripides, 'ı'akaranlar.
Bilinmeyen bir tragedya
yazarı.
Baştaki alıntı, bir İsparta fıkrasını anımsatıyor:
yenilmiş bir güreşçi, rakibinin "daha iyi bir insan" olduğunu
söyleyenlere, "Hayır," demiş, "rakibini yenmekte daha
iyi." Marcus 'daha iyi' olma fikrini, ahlâksal üstünlüğe bağlıyor.
Bedensel devinimlerin
karakter belirtmesi için bkz. Cicero.
Alıntı Platon'un Cumhuriyet'ini çağrıştırıyor;
Sokrates’in hiç kimsenin bile bile yanlış yapmadığı yolundaki paradoksuyla
bağıntılı. (Bkz. Epiktetos). Epiku- ros'un haz ve acı kuramını anıştırıyor.
Telaııges: Hakkında az şey biliniyor; yitik bir
Sokratik diyalogda geçer bu ad. Marcus Aurelius; Sokrates'in üstünlüğünün
yalnızca dışsal davranışlarda değil, aynı zamanda onun karakterinde ve
anlayışında içerildiğini öne sürüyor.
dondurucu soğuk: Platon, Symposium (Şölen);
Salamis'li: Platon, Sokrates'in Savunması. (Bkz. Aristophanes, Bulutlar)
Sokrates, MO 404-3’te Atina'yı yöneten otuz zorbanın,
Salamis'li Leo'yu (hiçbir gerekçe olmaksızın) tutuklatmasına dair buyruğu
bilmiyordu.
Sokakta başı dik yürümesi: Aristophanes, Bulutlar;
ayr. bkz. Platon, Symposium (Şölen).
Doğa....: Bedenle ruh bir bütün oluşturur; buna
karşın, ussallık ve erdem yeteneğimizi kullanabilmek için ruhumuzu (ve
zihnimizi) bu bütünden ayırabiliriz; böylece, senin olan sana bağlıdır, başka
bir deyişle, bize bağlı olanı denetleyebiliriz (bkz. III 6 Not 11). Bütün,
bazen bizim bir parçasını oluşturduğumuz kozmos olarak alınır, ancak bu bölümün
bu türlü yorumu daha az açık seçiktir.
1
Şu düşünce, boş gururdan
kurtulmana yardım edecektir; yaşamının tümünü ya da en azından gençliğini
izleyen dönemini filozof olarak yaşamak artık olanaksızdır. Felsefeden çok
uzak olduğun, kendin için de, başkaları için de açık. Parlaklığını yitirdin
artık, filozof olarak ün kazanmak senin için kolay olmayacak; yaşamının temeli
karşı çıkıyor buna1. Bunun için, durumu iyice kavradmsa,
başkalarının hakkında ne düşüneceklerini bir yana bırak ve yaşamının geri
kalanını, uzun olsun, kısa olsun, kendi doğanın istediği gibi yaşamakla yetin.
Öyleyse
doğanın ne istediği üstünde düşün ve başka hiçbir şeyin yolunu saptırmasına
izin verme; çünkü, mutlu yaşamı bu- lamaksızm ne çok yollarda dolaşıp durduğunu
yaşam deneyiminden biliyorsun: ne usavurmalarda2, ne varsıllıkta,
ne ünde, ne tensel bazlarda, ne de başka bir yerdedir mutlu yaşam. Öyleyse
nerede bulacaksın onu? İnsan doğasının gerektirdiğini yapmakta. Peki bu nasıl
yapılabilir? Güdüleri ve eylemleri yönetecek sağlam ilkelere sahip olarak.
Nelerdir bu ilkeler? İyi ve kötüyle ilgili, bize; insanı adil, ılımlı, yürekli
ve özgür kılan şeylerden başka hiçbir şeyin iyi olmadığını; kötülüklere yol
açan şeylerden başka hiçbir şeyin kötü olmadığmı öğreten ilkelerdir.
2
Her eyleminde kendi kendine
şunu sor: "Bu beni nasıl etkileyecek? Sonunda pişman olacak mıyım? Kısa
bir süre daha, sonra öleceğim, her şey yokolacak. Şu anda yapmakta olduğum
eylem ussal bir varlığın doğasına denk düşüyorsa, ortak yarara yönelikse ve
Tanrı'mn uyduğu yasaya uyan bir insanın eylemi ise, daha fazla ne
isteyebilirim?"
3
İskender, Caesar ve
Pompeius; Diogenes, Herakleitos ve Sokrates'le3
karşılaştırıldıklarında nedirler? Çünkü bu sonuncular gerçekliği nedenleri ve
özdeksel yönleriyle birlikte kavramışlar, incelemişlerdi; onların her birinin
yönetici ilkeleri özerkti; oysa birincilerin uğraşacak ne çok şeyleri vardı, ne
çok şeyin tutsağıydılar!
4
Öfkeden patlaşan da, onlar
hep aynı şeyleri yapmayı sürdüreceklerdir.
5
Her şeyden önce,
kaygılanma: çünkü her şey evrensel doğayla uyum içinde olur, çok geçmeden
Hadrianus gibi, Augus- tus gibi, sen de bir hiç olacaksın. Bundan başka,
önündeki soruna yönelt dikkatini ve dürüst bir insan olmanın görevin olduğunu
anımsa; insan doğasının gerektirdiği şeyi hiç duraksamadan, sana en doğru
görünen biçimde yapman gerektiğini unutma; ama bunu sevecenlik ve
alçakgönüllülükle, yapmacık- lığa kaçmadan yap.
6
Evrensel doğanın işlevi
şudur: burada olanı oraya aktarmak, onu dönüştürmek, oradan alıp başka bir
yere taşımak. Her şey değişimdir, ama yeni olan şeyden korkmamızı gerektirmeyecek
biçimde; bütün şeyler bildiğimiz şeylerdir, ama dağılımları da eşitçedir.
7
Her doğal varlık, doğru
yolu izlerse kendinden memnun olur; ussal bir varlık; hiçbir yanlış ya da
kuşkulu izlenimi onaylamadığı; dürtülerini yalnızca ortak iyiye yönelttiği;
yalnızca kendi gücünün sınırları içinde kalan şeyleri aradığı ya da onlardan
kaçındığı; evrensel doğanın ona ayırdığı her şeyi memnunlukla karşıladığı
zaman doğru yolda ilerler. Çünkü evrensel doğanın bir parçasını oluşturur,
tıpkı yaprağın doğasının, bitkinin doğasının bir parçasını oluşturması gibi;
ne var ki, yaprağın doğası, duyarsız, ustan yoksun bir doğanın parçası olduğu
için engellerle karşılaşabilir, oysa insan doğası, engellenemeyecek, zeki ve
âdil bir doğanın parçasıdır; çünkü herkese değerine göre eşit olarak,
zamandan, maddeden, nedenden, etkinlikten ve olaylardan payına düşeni verir.
Ama sen her bakımdan birbirine benzeyen iki şey bulup bulamayacağına değil,
birine ayrılan şeylerin toplamının, bir başkasına ayrılanlarm toplamına eşit
olup olmadığına bak4.
8
Artık okuyamıyor musun? Ama
öfkeni dizginleyebiliyor, hazza ve acıya egemen olabiliyor, ünün üstüne
çıkabiliyor, kaba ve değer bilmez kişilere öfkelenmeyebiliyor, dahası, onlara
yardım elini uzatabiliyorsun.
9
Saray yaşamından
yakındığını kimse duymasın artık; kendin bile.
10
Pişmanlık, yararlı bir şeyi
savsakladığın için bir çeşit kendi kendini kınamaktır. İyi olan şey,
kaçınılmaz olarak, iyi bir insanın savsaklamaması gereken yararlı bir şeydir;
öte yandan, gerçekten iyi olan hiçbir insan zevk veren bir şeyi savsakladığı
için pişmanlık duymaz; demek ki zevk, ne iyi, ne de yararlı bir şeydir.
11
Bu nesne başlı başına ele
alındığında nedir, özel yapısı nedir? Özü, maddesi, nedeni nedir? Dünyadaki
işlevi nedir? Varlığı ne kadar sürer?5
12
Uyanmakta zorluk çektiğin
zaman, toplumsal görevlerini yerine getirmenin yapınla ve insan doğasıyla uyum
içinde olduğunu anımsa; oysa uyku, "us" tan yoksun hayvanlarla paylaştığın
bir şeydir; ama her yaratığın doğasına uygun olan, onun çok iyi bildiği, ona en
elverişli, en hoşuna giden şeydir aynı zamanda.
13
Her duygu ve düşüncene
-olanaklıysa- sürekli olarak fiziği, ahlâkı, mantığı uygula6.
14
Kiminle karşılaşırsan,
hemen, "Bu insanın iyi ve kötü hakkmdaki düşünceleri nedir?" diye sor
kendi kendine. Çünkü haz ve acı, bunların nedenleri, onur, onursuzluk, ölüm ve
yaşam hakkında belli bir fikri varsa, onun belli bir biçimde davranması bana
şaşırtıcı ya da tuhaf gelmez, tersine böyle davranmasının kaçınılmaz olduğunu
düşünürüm.
15
İncir ağacının incir
verdiğine şaşmak nasıl saçmaysa, aynı şey dünyanın doğası gereği verdiği
meyveler için de geçerli- dir. Bir hekimin bir hastanın ateşinin çıkmasına ya
da bir gemi kaptanının rüzgârın ters yönden esmesine şaşması aynı derecede
saçma olurdu.
16
Seni doğru yola yönelten
birine hak vermenin ve fikrini değiştirmenin özgürlük belirtisi olduğunu
anımsa. Çünkü bu senin, kendi yargına, dolayısıyla kendi usuna uygun olarak
gerçekleştirdiğin kendi eylemindir.7
17
Madem ki sana bağlı, bunu niye
yapıyorsun? Eğer başkasına bağlıysa kimi suçlayacaksın? Atomları mı yoksa
tanrıları mı? İster birileri olsun, ister ötekiler, saçma bir şey olurdu bu.
Hiç kimseyi suçlamamalısın. Eğer elinden geliyorsa, insanı düzelt; gelmiyorsa
sorunun kendisini; onu da yapamıyor- san, suçlamak neye yarar? Çünkü hiçbir şey
amaçsız yapılmamalı.
18
Ölen şey evrenin dışına
çıkmaz. Burada kalır, ilksel öğelerine, evreni ve seni oluşturan öğelere
dönüşür, ayrışır. Bu öğelerin kendileri de dönüşürler, ama bundan yakınmazlar.
19
Her şey, diyelim bir at, ya
da asma, bir amaçla varolmuştur. Niçin şaşıyorsun buna? Güneş tanrısı derdi
ki, "Bir amaçla doğdum ben," öteki tanrılar da öyle. Peki, sen, sen
niçin doğdun? Keyfine bakmak için mi? Böyle bir düşünce doğrulanabilir mi?8
20
Doğa her şeyin başına ve
evrimine baktığı kadar, sonuna da bakar. Havaya fırlatılan bir top gibi.
Havaya fırlatılmasının topa ne yararı vardır, aşağı düşmesinin, hatta yere
çapma- sımnın ne kötülüğü? Bir kabarcığın şişmesinde ne gibi bir iyilik,
patlamasında ne gibi bir kötülük vardır? Aynı şey bir lâmba için de geçerlidir.
21
Şu bedeninin içini dışına
çevir, nasıl bir şey olduğuna bak, yaşlanıp hastalandığında, sefahatle ne hale
geldiğine bak.9
Övenin de,
övülenin de, anımsayanın da, anımsananm da kısadır yaşamları. Bütün bunlar
yeryüzünün küçük bir köşesinde olur, orada bile insanlar birbirleriyle uyum
içinde değildirler, kendi kendileriyle bile. Dünyanın kendisi de evrende bir
noktadan10 başka bir şey değildir.
22
Karşındaki sorun neyse,
onun üstünde odaklan, ister bir nesne, ister bir etkinlik, ister bir ahlâk
kuramı ya da sözcüklerin anlamı olsun.
Haklı olarak
üzülüyorsun: çünkü bugün iyi olacağına, yarın iyi olmayı yeğ tutuyorsun.
23
Bir şey mi yapıyorum? Onu
insanlığın iyiliğini hesaba katarak yaparım. Başıma bir şey mi geliyor? Onu
tanrılara ve tüm olayların ve aralarındaki bağıntıların çıktığı evrensel kaynağa
bağlayarak kabul ederim.
24 Banyo sana nasıl görünüyorsa -yağ, ter, kir, yağlı su, tümü de
tiksindirici şeyler- yaşamın her parçası ve her nesne de tıpkı böyledir.
25
Lucilla, Verus'u gömdü,
sonra Lucilla'nm sırası geldi; Secunda, Maximus'u gömdü, sonra Secunda'nm
sırası geldi; Antoninus, Faustina'yı gömdü, sonra sıra ona geldi. Hep aynı şey
: Çeler, Hadrianus'u gömdü, sonra sıra ona geldi.11 Geleceği görebilen,
kendileriyle gururlanan, bu üstün zekâlı insanlar ne- redeler şimdi? Charax,
Demetrius, Eudaimon,12 onlar gibi daha birçok üstün zekâlı insan?
Tümü de bir güncük yaşamış, tümü de çoktan ölmüş; kimileri bir an olsun
anımsanmamış, kimileri söylence olmuş, kimileri söylence olmaktan bile çıkmış.
Öyleyse, unutma, seni oluşturan bu bileşim dağılacak ya da yaşam soluğun
sönecek yahut başka bir yere göçecek.
26
İnsana yaraşır şeyleri
yapmakta bulur insan sevincini. İnsana yaraşır şeyler nelerdir? Kendi türünden
olanlara nazik davranmak, duyulara güvenmemek, doğru düşünceleri yanlış
düşüncelerden ayırt etmek, evrensel doğa ve onun kurallarına göre olup biten
şeyler üstünde düşünmek.
27
Üç türlü ilişkimiz vardır:
biri, bizi sarmalayan şeyle, bedenimizle, öteki her şeyin kaynaklandığı
tanrısal nedenle, üçün- cüsü ise çevremizde yaşayan insanlarla.13
28
Acı, ya beden için kötüdür
-eğer öyleyse, bırak bedenin kendisi açığa vursun bunu- ya da ruh için; ama ruh
dinginliğini ve serinkanlılığım koruyabilir, acıyı bir kötülük saymayabilir;
çünkü her yargı, her dürtü, her istek ya da kaçınma içimizden doğar, kötü olan
hiçbir şey oraya giremez.
29
Boş izlenimleri, kendi
kendine sürekli olarak şunları yineleyerek sil at: "Ruhumda hiçbir
kötülüğün, isteğin, huzursuzluğun bulunmaması bana bağlı; ama bütün şeylerin
gerçek doğasına bakarak, değerine göre bunların her birinden yararlanmalıyım."
Doğanın sana bağışladığı bu gücü hiç unutma.
30
İster senatoda ister
herhangi biriyle konuşurken, saygılı, yapmacıksız konuş. Yalın, açık seçik bir
dil kullan.14
31
Augustus'un sarayı, karısı,
kızı, torunları, üvey çocukları, kız kardeşi, Agrippa,15 hısım
akrabası, arkadaşları, Are- ios,16 Maecenas,17 hekimleri,
rahipleri: bütün saray ölü. Şimdi başkalarına geç...18 yalnızca tek
tek bireylerin ölümünü değil, Pompei'de19 olduğu gibi bütün bir
sülâlenin ölümünü düşün. Mezarların üstünde gördüğün yazıtları düşün:
"Soyunun sonuncusu". Atalarının arkalarında bir vâris bırakmak için
harcadıkları onca çabayı düşün. Ama kaçınılmaz olarak aynı soydan gelenlerin
biri sonuncu oldu. Bütün bir sülâle yokoldu böylece.
32
Yaşamını eylem eylem
kurmalısın, her biri olabildiğince iyi bir biçimde amacına ulaşırsa memnun
olmalısın; her eyleminin amacına ulaşmasını hiç kimse engelleyemez. "Ama
dışarıdan bir engel çıkabilir karşıma." Bu, senin, en azından doğru,
ılımlı ve ussal olarak davranmanı engelleyemez. "Ama belki de etkinliğin
başka bir bakımdan engellenebilir." O zaman, karşına çıkan engeli
kabullenir, sana kalan olanaklı eyleme sağduyuyla yeniden eğilirsen, ilk
eylemin yerini hemen sözkonusu yaşam düzenine uyacak yeni bir eylem alacaktır.
33
Kurumlanmadan kabul et,
duraksamadan vazgeç.
34
Eğer kesik bir el ya da
ayağı, ya da koparılmış bir kafayı, bedenin biraz uzağında yerde yatarken
gördünse; olaylara uyum sağlamayı reddeden ve kendini dışarıda tutan ya da ortak
çıkarlara aykırı bir eylemde bulunan bir insanın kendine neler yapabileceği
hakkında bir fikir edinirsin. Böyle davranırsan, kendini doğal birlikten
koparmış olursun, çünkü bu doğal birliğin parçası olmak için dünyaya geldin,
oysa şimdi kendini ondan koparmış oldun. Ama az bulunur bir ayrıcalığın var:
kendini yeniden bütünle birleştirme olanağı. Tanrı, bütünün başka hiçbir
parçasının, bir kez bütünden ayrılıp kopunca, onunla yeniden birleşmesine izin
vermemiştir. Tanrının insanı nasıl bir sevecenlikle onurlandırdığını düşün,
çünkü her şeyden önce, ona bütünden ayrılmama gücünü vermiş, sonra da bir kez
ayrılınca, yeniden onunla birleşme ve bütün içindeki yerini yeniden alma
yetisini bağışlamıştır.
35
Evrensel doğa nasıl her
ussal varlığı tüm öteki yetileriyle donatmışsa, bu yetiyi de ondan aldık.20
Doğa, karşısına çıkan her engeli nasıl kendi amaçlarına döndürüyorsa ve
yazgının düzeni içinde ona bir yer veriyor, onu kendisinin bir parçası kılıyorsa,
ussal varlık da her engeli kendi işi için malzeme haline getirebilir ve onu ne
olursa olsun amacına uygun biçimde kullanabilir.
36
Yaşamım bir bütün olarak
düşünüp kaygılanma. Geçmişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok
çeşitli sıkıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için
kendi kendine şunu sor: "Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var?"
Yanıtın yüzünü kızartırdı! O zaman canını sıkan şeyin, gelecek ya da geçmiş
değil, şimdiki zaman olduğunu anımsat kendine. Sıkıntını soyutlar, kendi başına
alındığında ona katlanamayacağını düşündüğü zaman zihnine kızarsan, böylesine
sınırlar içine sıkıştırıldığmdan sıkıntının gücü azalacaktır.
37
Pantheia21 ya da
Pergamos22 hâlâ Verus'un mezarının başında mı oturuyorlar? Ya da
Chabrias yahut Diotimus23 Had- rianus'un mezarı başmdalar mı? Saçma
bir soru. Hâlâ orada olsalar bile, ölüler ayrımında olurlar mıydı bunun?
Tutalım ki ayrımına vardılar, hoşlarına gider miydi bu? Hoşlarına gitseydi
bile, yaslarını tutanlar bundan ötürü ölümsüz mü olurlardı? Onlar da ötekiler
gibi önce yaşlanmaya, ardından da ölmeye yazgılı değil miydiler? Peki, onlar
için yas tutanlar ölünce, ölüler ne yapacaklardı? Bütün bunlar, bir kefene
sarılmış pis kokudan ve çürümüşlükten başka bir şey değil.
38
"Gözlerin keskinse,
bak ve elinden geldiğince usa uygun olarak yargıla."
39
Ussal varlığın yapısında,
doğrulukla bağdaşmayan hiçbir erdem görmüyorum, hazla bağdaşmayan bir erdem
görüyorum yalnızca: ılımlılık.
40
Sana acı veriyormuş gibi
gelen şey hakkmdaki yargını ortadan kaldırırsan, kendin tam bir güvenlik içinde
olursun. "Hangi kendin?" "Us." "Ama ben us değilim
ki!" "Elbette. Ama o zaman, us kendi kendine acı vermesin; eğer başka
bir parçan acı çekiyorsa, bu konuda yargıyı o versin!"
41
Hayvansal doğa için duyusal
algının karşısına çıkan bir engel kötü bir şeydir, içgüdüye karşı olan da. Aynı
biçimde, bitkilerin doğasına zararlı olan engeller de vardır. Zihin için engel
oluşturan bir şey, ussal doğaya zararlıdır. Şimdi bütün bunları kendine uygula.
Acı mı duyuyorsun, haz mı? Buna karar verecek olan duyusal algıdır, içgüdünün
karşısına bir engel mi çıktı? İçgüdüne sakmımsızca uyarsan, bu engel ussal bir
varlık olan sana zarar verir. Ama eğer usun sınırlarına uyarsan, bundan ne
zarar görürsün, ne de engellenirsin. Gerçekten, zihinden başka hiçbir şey
zihne özgü olan hiçbir şeyi engelleyemez; çünkü ne ateş, ne demir, ne zorba, ne
karaçalma zihni hiçbir biçimde etkilemez. Bir kez "yalnızlık içinde
yusyuvarlak bir küre"24 olduktan sonra, hep öyle kalır.
42
Kendi kendime acı vermek
yaraşmaz bana, çünkü başkasına hiçbir zaman isteyerek acı vermedim.
43
Kimi bir şeyden haz duyar,
kimi bir başkasından. Bana haz veren şey, yönetici ilkemin hiçbir zarara
uğramamasını sağlamak, hiç kimseye ya da insanların başına gelen şeylerin
hiçbirine sırtımı dönmemek, her şeyi iyi gözle görmek, onu değerine göre kabul
edip kullanmaktır.
44
Şimdiki zamanı kendine
uydurmaya çalış! Geleceğe bırakacakları ünün ardına düşenler, o zamanki
insanların da tıpkı bugün kendilerine bezginlik veren insanlardan farklı olmayacaklarını,
üstelik onların da ölümlü olduklarını düşünemiyorlar. Önünde sonunda, onların
gözünde ün sahibi olmanın, onların senin hakkında ne düşüneceklerinin ne önemi
var senin için?
45
Beni alıp dilediğin yere
savur. Orada da içimdeki koruyucu ruhun uygun durumda, yani, kendi yapısının
gerektirdiği gibi olmaktan ve davranmaktan hoşnut olmasını sağlayacağım.
Ruhumun25 bundan ötürü acı çekmesi, aşağılanması, küçük düşmesi,
ezilmesi, kösteklenmesi, korkuya kapılması için bir neden var mı? Bütün bunlara
değen bir şey bulabilir misin?
46
İnsanın başına insan için
doğal olmayan hiçbir şey gelemez; ne bir öküzün başına, öküz için doğal
olmayan bir şey, ne asmanın başına asma için doğal olmayan bir şey, ne de bir
taşın başına taş için doğal olmayan bir şey gelebilir. Eğer her varlığın başına
yalnızca alışılmış ve doğal olan şey geliyorsa, niçin yakmasın? Evrensel doğa
hiçbir zaman katlanamayacağm bir şey getirmez sana.
47
Bir dış nedenden ötürü
üzülüyorsan, aslında canını sıkan bu değil, onun hakkmdaki yargmdır, bu
yargıdan her an vazgeçebilirsin. Ama seni üzen kendi karakterinden kaynaklanan
bir şeyse, yargını düzeltmeni kim engelleyebilir? Aynı bitimde, seni üzen şey;
doğru bulduğun bir eylemi yerine getirememekse, kendini üzüntüye kaptıracak
yerde, niçin o eylemi yapmakta direnmiyorsun? "Ama yolumu kesen çok güçlü
bir engel var." O zaman üzülmemelisin, çünkü başarısızlığının ne- ı leni
senin usuna dayanmıyor. "Ama bu işi yapamazsam, yaşamamın hiçbir anlamı
kalmaz." Öyleyse, hedefine ulaşan birinin yaşamına son vermesi gibi,
yoluna çıkan engellere kin duymaksızın, dingince ayrıl yaşamdan.
48
Yönetici ilkenin; kendi
içine çekilip, kendinden memnun ı >lduğu, direnişi usa aykırı olsa bile
istemediği şeyi yapmadığı zaman yenilmez olacağını unutma. Yargısını usa ve dikkatlice
düşünmeye dayandırdığında, daha da yenilmez olacaktır us. Bu nedenle,
tutkulardan arınmış zihin güçlü bir kaledir26; çünkü insan
sığınabileceği ve hiçbir zaman saldırıya uğramayacağı daha sağlam bir yer
bulamaz. Bunu anlamayan yalnızca bir cahildir, anlayan, ama ona sığmmayansa,
mutsuzdur.
49
İlk izlenimlerinin
açıkladıklarından daha fazla bir şey söyleme kendi kendine. Birinin senin
aleyhine konuştuğunu mu söylediler sana? Bu sana söylenen şey; ama bundan zarar
gördüğün sana söylenmiyor. Çocuğumun hasta olduğunu görüyorum; ama onun
tehlikede olduğunu görmüyorum. Böylece, ilk izlenimlere bağlı kal ve onlara
kendinden bir şey ekleme, o zaman sana hiçbir kötülük gelmeyecektir; ya da
yeryüzünde oluşan durumların her birinden haberli olan bir insanın ekleyebileceğini
ekle.27
50
Hıyar acı mı? At onu.
Yolunda böğürtlen çalıları mı var? Çevresinden dolan. Bu kadarı yeter:
"Yeryüzünde bunlar niçin var?" diye sorma, yoksa doğabilimcisini
güldürürsün kendine, tıpkı bir marangozu ya da bir ayakkabıcıyı işliklerinde,
yongalar, talaşlar gördüğün için kınayacak olsan sana gülecekleri gibi. Gene
de, bunların döküntülerini atacakları bir yerleri vardır, oysa evrensel doğanın
kendi dışında hiçbir şeyi yoktur, ama doğanın ustalığının olağanüstü yanı;
dışarıdan başka hiçbir malzemeye ya da artıkları atmak için bir yere gereksinim
duymaksızın, içindeki ona eskimiş, yıpranmış, yararsız görünen her şeyi
dönüştürerek yepyeni şeyler yaratmasıdır. Kendi yeri, kendi malzemesi, kendi
hüneri yeter ona.
51
Eylemlerini savsaklama,
sözlerin karışık, düşüncelerin düzensiz olmasın; ruhun ne kendi içine kapansın,
ne de taşsın; kendine zaman ayır.
Seni öldürürler, parça parça ederler, lânetler yağdırırlar arkandan.
Zihninin arı, dengeli, ılımlı ve adil kalmasını engelleyebilir mi bütün
bunlar? Biri, duru bir tatlı su kaynağının28 başında durup ona
lânetler yağdırsa da, kaynak içilebilir suyunu fışkırtmayı sürdürür; içine
çamur ya da gübre atsa, çabucak onu dağıtır, sürükleyerek götürür, geriye hiç
kir kalmaz. Öyleyse içinde durgun bir su birikintisi değil, sürekli bir kaynak
oluşturmak için ne yapmalısın? Özgürlüğüne, sevecenlik, yalınlık ve
alçakgönüllülüğe sıkı sıkıya bağlı kalmalısın.
52
Evrenin varlığını bilmeyen,
kendisinin de nerede olduğunu bilmez. Evrenin hangi amaçla varolduğunu
bilmeyen, dünyanın ne olduğunu bilmediği gibi, kendisinin kim olduğunu da
bilmez. Bu sorunların yalnızca birini bile geçiştiren kişi, kendisinin ne
amaçla doğduğunu da bilmez. Peki, ama kendi- lesinin nerede ya da kim
olduklarını bilmeksizin, alkışlayanların övgüsünden kaçan ya da onun ardına
düşen kimse hakkında ne diyeceksin?
53
Saatte üç kez kendini
lânetleyen bir insandan övgü bekler misin? Kendi kendini memnun edemeyen bir
insanı memnun etmek ister misin? Ya da hemen hemen her yaptığından ötürü pişmanlık
duyan bir insanın kendi kendinden memnun olduğu söylenebilir mi?
54
Seni kuşatan havayı
soluyarak paylaşmakla yetinme, bundan böyle her şeyi kuşatan zihni de paylaş.
Çünkü zihnin gücü her yana yayılır; tıpkı havayı solur gibi, onu solumak isteyen
kişinin içine işlemeye hazırdır29.
55
Kötülük genel olarak
dünyaya zarar vermez, özellikle de, dilediği anda kendi istemiyle ondan
kurtulma gücüne sahip kılınmış kişiden başkasına zarar vermez.
56
Benim istemime göre
başkasının istemi, tıpkı onun soluğu ve eti gibi ilgisiz bir sorundur. Her
şeyden önce birbirimiz için yaratılmış olsak da, her birimizin yönetici
ilkesinin kendi bağımsız yetkesi vardır, yoksa komşunun kötülüğü aynı zamanda
benim de kötülüğüm olurdu, benim mutsuzluğumu başkasınınkine bağımlı kılmamak
için Tanrı istememiştir bunu.
57
Güneşin ışığı yukarıdan
gelir, her yönde yayılır, ama yokolmaz. Işığın yayılışı bir genişlemedir. Bir
güneş ışınının ne olduğunu, karanlık bir odaya bir aralıktan giren güneş
ışığını inceleyerek anlayabilirsin: doğru çizgi halinde uzanır, karşısına çıkan
ve onun havada öteki tarafa geçmesini engelleyen ilk katı cisme dayanıyor
gibidir; ne kayar, ne aşağı düşer, orada durur. Zekânın ışığının yayılması ve
genişlemesi de buna benzer bir biçimde olur; hiçbir biçimde akıp gitme değil,
bir yayılmadır; karşılaştığı engeller üzerinde zorlayıcı ve şiddetli bir etki
yaratmaz; batmaz da, kımıltısız durur ve üstüne düştüğü nesneyi aydınlatır;
çünkü bu nesne onu yansıtmazsa, kendini onun ışığından yoksun bırakır.
58
Ölümden korkan; ya bilincin
yitmesinden ya da onun değişmesinden korkar. Ama eğer bilinç artık yoksa,
hiçbir kötülüğün bilincine varmazsın; eğer farklı bir bilince sahip olursan,
yalnızca başka türlü bir varlık olursun ve yaşamın sona ermez.
59
İnsanlar birbirleri için
dünyaya gelmişlerdir. Bu nedenle onları eğit ya da katlan onlara.
60
Ok bir yöne gider, zihin
bir başka yöne. Ama gene de, zekâ, ilgilendiği sorun üstünde bütün dikkatini
odaklarsa, ok gibi dosdoğru uçar ve hedefine varır.
61
Her insanın yönetici
ilkesinin derinliklerine gir, her insanın da senin yönetici ilkenin
derinliklerine girmesine izin ver.
Marcus'un bir filozof olarak sınırlılığı için bkz.
117.
usavurnıalarda... bkz. VII67 Not 2.
Diogenes: MÖ 4. yüzyıl'da kinizmi kurmuş, çok
kez tutumu ve yaşam biçemi bakımından çağdaşı Büyük İskender'le karşıtlığı
vurgulanmıştır (yukarıda, III 3'te olduğu gibi), ancak başka bir amaçla, üç
fatihin karşısına üç filozof konmuş. Herakleitos ve Sokrates yinelenmiş;
Demokritos'un yerini ise, Sinop'lu Diogenes (MÖ 400-375) almış.
Marcus burada standart Stoacı görüşü dile getiriyor:
tüm doğal türlerin evrenin bütününde kendi iyilikleri ve yerleri olmakla
birlikte, 'ussal hayvanlar (yetişkin insanlar) tepkilerini ('izlenimlere
onaylarını') ve eylemlerini, toplumsal eylemleri de kapsayacak biçimde, ussal
{sözel) izlenim ve onaylara dayandırırlar.
Bkz. III11, V.
Fizik, ahlâk ve mantık, Stoacı felsefenin üç bölümünü
oluşturuyordu. Bu üç bölümün üçü birlikte, bireyin insanlara ve nesnelere karşı
tavrını belirliyorlardı.
Yanılgıya düşen birinin hatasının düzeltilmesi hak.
karş. IV 12.
Marcus, en yüce iyinin haz olduğunu öne süren
Epikurosçu görüşe karşı çıkıyor. Metin bozuk.
yeryüzü.... evrende bir nokta: Karş . III10,
VI36.
Yukarıda bir bölümünün adları anılan kişiler. Domitia
Lucilla ile M. Annius Verus, Marcus Aurelius'un ana-babası; Verus'un karısı
Secunda, Stoacı filozof Claudius Maximus, imparatorun hocalarından biri;
Epityncanus ile Diotimus'un kimlikleri belirlenemiyor; Annia Galeria Faustina,
imparator Antoninus Pi- us'un karısı; Çeler ise, genellikle Hadrianus'un
yazmanı Canini us Çelerde özdeşleştirilir; Marcus'a retorik dersleri
vermiştir; Hadrianus, imparator Hadri- anus değil, bu adı taşıyan bir sofist
olabilir.
Eudaimon: Kesinlikle bilinemiyor. Sıııda
sözlüğünde Storia Greca adlı bir yapıtın yazarı (Charax) olarak
anılıyor; Seneca'nın arkadaşı kinik filozof Demetrius; Hadrianus'un daha sonra
gözden düşmüş arkadaşı (Eudaemon).
Madde-biçim ya da beden-ruh/zihin ayrımı; toplumsal
ilişkiler üçüncü bir kategori olarak almıyor (bkz. II2 Not 2; V 13.)
Gerçeğin açık seçik ortaya konmasına, gerek geleneksel
Roma, gerekse Stoacı ahlâkçılar tarafından değer veriliyordu; bu, erken
yaşlarından başlayarak Marcus Aurelius'un bir özelliği olmuştur; bu nedenle
Hadrianus, ona 'en gerçekçi' anlamında, 'gerçek, doğru' anlamına gelen aile adı
Verus'a uyarlayarak Veris- simus ('en doğru') adını vermiştir. Karş. XI15.
Agrippa: Augustus'un başlıca iki yardımcısından
biri, çok etkin bir general.
Areios: İskenderiye'!! Areios Didimus (MÖ 1.
yüzyıl), Stoacı filozof, Augustus'un hocası ve danışmanı, edebiyat ve güzel
sanatlar hayranı ve koruyucusu. Maeceııas: Augustus'un belli başlı iki
yardımcısından biri; siyasal bir önder, aynı zamanda iki ozanın, Horatius ile
Vergilius'un koruyucusu.
Metinde boşluklar var.
l'i Marcus Aurelius; burada olasılıkla Pompeius’un hemen ardından gelen,
iç savaşlarda ölmüş kişilere göndermede bulunuyor.
’O Metin bozuk.
’ I Pattt/ıeia:Marcus'un
erkek kardeşi Verus'un metresi, Smirna'h Pantheia.
1 ’ Pergamos:
Kimliği bilinmiyor.
’ i Chabrias, Diotimus: olasılıkla azatlı köleler ya da Hadrianus'un
âşıkları, (karş. VIII25) .
M "Yalnızlık içinde yusyuvarlak bir küre": Agrigentum'lu
Empedokles'ten alıntı; kozmosa bir birlik ve uyum olarak bakan bu alıntı,
ileride tam olarak yeniden verilmiştir: Bkz. XII3 Not 3.
Ruh: Burada, ruh; 'zihin/yönetici' ilke (yani koruyucıı-ruh)
ile özdeşleştiriliyor, oysa bazen onun karşıtı olarak gösteriliyor: bkz. II2
Not 2.
’6 Zihnin kaleye benzetilmesi; Stoacıların sevdikleri bir imgedir (örn.
Cicero, Epiktetos); imge Platon'a dek (Cumhuriyet') geri gider.
27
Epiktetos'un sık sık
yinelenen 'izlenimlerin incelenmesi' temasının bir çeşitlemesi (bkz. III 6);
hasta çocuğa verilecek doğru yanıt özellikle Epiktetos'ta yer alır. Marcus
Aurelius'un öğüdü, ilk izlenimlerimize 'ilgisiz şeyler'e ilişkin yargılarımızı
eklemememizdir (örn. çocuğumun yaşamı tehlikede, bu kötü bir şey'); çünkü bu 'd
uygula/ yaratır.
28
Duru bir tatlı su
kaynağı: bu imge Stoacıların bütün insanların erdemli olma yeteneği olduğu
savına uygun düşmektedir.
29
Stoacılıkta zihin 'soluk' (pneuma)
aracılığıyla çalışır; tanrı (tanrısal zihin) hava ile değil ateşle
bağıntılıdır, ama gerek hava gerek ateş, su ve toprağın tersine, etkin,
canlandırıcı öğeler olarak tasarlanmıştır.
1
Her kim haksızlık ederse,
günah işler. Evrensel doğa, ussal varlıkları birbiri için, birbirlerine hiç
zarar vermeksizin, her birinin hak ettiğince birbirlerine karşılıklı yardım
etsinler diye yaratmıştır. Her kim onun isteğine karşı gelirse, tanrıların en
yücesine saygısızlık etmiş olur, çünkü evrensel doğa, varlıkların doğasıdır,
varlıklarsa varolan tüm gerçekliklere sıkı sıkıya bağlıdırlar.1
Yalan
söyleyen kişi de aynı Tanrı'ya karşı günah işler; bu tanrının bir adı da
Hakikat'tir ve bütün hakikatlerin ilk nedenidir. Bu nedenle, her kim bile bile
yalan söylerse, yalan söyleyerek haksızlık ettiği için inansızlık etmiş olur;
istemeden yalan söyleyense, evrensel doğaya aykırı davrandığı ve evrenin doğal
uyumuna karşı çıkarak düzensizlik yarattığı için inansızdır. Gerçeğe aykırı bir
yola giren kişi de evrenin doğal uyumuna karşı çıkmıştır, çünkü doğanın ona
bağışladığı yeteneği öylesine ihmal etmiştir ki, artık doğruyu yanlıştan ayırt
edecek durumda değildir.
İyi bir
şeymiş gibi hazzın ardından koşan, kötü bir şeymiş gibi acıdan kaçan kişi de
inansızdır. Böyle bir insanın, evrensel doğayı sık sık iyilerle kötüler
arasında ayrım gözetmeksizin zevkleri ve güçlükleri eşit olarak dağıtmakla
suçlaması kaçınılmazdır; çünkü kötüler çok kez zevk içinde yaşarlar ve bunu
sağlayan şeylere bol bol sahiptirler, iyilerse acıyla ve acıya yol açan
şeylerle karşılaşırlar.
Acıdan korkan
kuşkusuz dünyada şeylerin doğal düzeninin bir parçası olarak meydana gelecek
şeylerden korkacaktır; bu başlı başına inansızlıktır; zevkin ardına düşen kimse
ise haksızlıktan kaçınmayacaktır, bu ise apaçık inansızlıktır. Öte yandan, kim
doğaya tüm uyumu içinde uymak isterse, evrensel doğanın yansız olduğu şeylere
karşı yansız olmalıdır, çünkü doğanın, her ikisine karşı da ilgisiz olmasaydı,
birbirine karşıt iki şey yaratmış olmayacağı açıktır. İşte bu nedenle, evrensel
doğanın yansız bir tutum aldığı acıya ve hazza, ölüme ve yaşama, onursuzluğa
ve onura karşı ilgisiz kalmayan kişi açıkça günah işler.
Doğanın bu
şeylerden yansız bir biçimde yararlandığını söylerken, her şeyin doğal
neden-sonuç ardışıklığıyla birbirini izlediğini, varolan her şeye karşı yansız
olduğunu; varlıklarının tanrısal öngörünün ilk nedeninin sonucu olduğunu
söylemek istiyorum; bu ilk neden, başlangıçtan yola çıkarak, varolacak her şeyin
belli ilkelerini oluşturduktan, gerekli maddeleri, dönüşümleri ve bunların
sırasını izleyecek şeyleri üretme güçlerini belirledikten sonra, bu dünyanın
düzenini oluşturur.
2
Bu dünyadan yalanı,
ikiyüzlülüğü, uçarılığı, kendini beğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz
en bilgece şey olurdu; en azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak
vermek, şanssız bir deniz yolculuğundan sonra âcil manevra yapmak gibidir.
Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı mı yeğliyorsun, deneyimin seni bu belâdan
kaçmaya razı etmedi mi hâlâ? Çünkü zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın
bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddî bir vebadır2: o veba salt
hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan kaldırır.
3
Ölümü küçümseme, seve seve
karşıla onu, çünkü o da doğanın istediği şeylerden biridir. Tıpkı gençlik ve
yaşlılık, büyüme ve olgunlaşma, dişlerin ve sakalın çıkması, saçların
ağarması, döllenme, gebelik, doğum ve yaşamın mevsimlerinin getirdiği bütün
öteki doğal işlevler gibi, çözülüp dağılmamız da böyledir. Öyleyse, us yürüten
insana özgü olan; ölüm karşısında ne yüzeysel, ne düşman, ne öfkeli olmak, onu
yaşamın doğal olgularından biri olarak beklemektir; doğmamış çocuğunun
karının dölyatağından çıkacağı ânı nasıl bekliyorsan, ruhunun bedensel
kabuğundan çıkacağı âna da öyle hazırla kendini.
Bundan başka, beylik, ama yüreği yatıştıran bir kural istiyorsan; ölüm
karşısında durup ardında bırakacağın maddesel nesneleri ve ruhunun artık hiç
bulaşmayacağı alışkanlıkları düşünmek, seni tam anlamıyla dingin kılacaktır.
Çünkü her ne kadar bu tür insanlardan etkilenmemen, tersine onlara özen göstermen,
sabırla katlanman gerekiyorsa da; ölümün seni, seninle aynı fikirleri paylaşan
insanlardan ayırmayacağını hiç unutmamalısın. Gerçekten de, tek başına bu
düşünce seni yeniden yaşama bağlayabilir: senin ilkelerini benimsemiş
insanlarla birlikte yaşama olanağı sağlayabilir sana. Oysa, ortak bir yaşamı
uyumsuzluk içinde yaşamanın ne denli bezdirici olduğunu, bunun seni,
"Çabuk gel, ey ölüm, yoksa ben de kendimi yitirebilirim," diye
bağıracak noktaya getireceğini düşün.
4
Her kim bir suç işlerse,
kendine karşı yapar bunu; her kim haksızlık ederse, kendine haksızlık eder,
kendine kötülük eder.
5
Kişi yalnızca yaptığından
ötürü değil, yapmadığından ötürü de haksızlık eder.
6
Şu an verdiğin yargının
nesnel, şu andaki eyleminin ortak yarara yönelik, şu andaki durumunun senin
denetiminin dışında kalan nedenlerden ötürü başına gelen her olayı memnunlukla
karşılamaya elverişli olması yeterlidir.
7
imgelemi sil; içgüdülerini
frenle; arzunu söndür; yönetici ilkeni özgür kıl.
8
Ustan yoksun varlıklar
arasında tek bir yaşamsal soluk dağıtılmıştır. Ussal varlıklar arasında ise tek
bir ussal ruh bölüştürülmüştür; tıpkı topraktan yaratılmış bütün varlıklar
için tek bir toprağın; canlı olan ve soluk alan tüm varlıklar gibi biz- lerin
de görmemizi sağlayan tek bir ışığın, soluduğumuz tek bir havanın olması gibi.
9
Ortak öğeleri olan bütün
varlıklar aynı türden şeylerle birleşme eğilimindedir. Topraktan yaratılan her
şey toprağa yönelir, her sıvı başka sıvılarla birlikte akma eğilimindedir,
hava- sal varhklar da aynı şeyi yaparlar, öyle ki onları birbirinden ayrı
tutmak için araya engeller koymak gerekir. Ateş, onu oluşturan öğeler
nedeniyle yükselme eğilimindedir, ama yeryüzünde yanmaya öylesine hazırdır ki,
biraz kuru herhangi bir madde kolayca tutuşturur onu; çünkü yanmayı engelleyen
şey, çok küçük bir oranda karışmıştır ona. Böylece, ortak ussal doğaya katılan
her varlık, her zaman kendisine benzer olana daha da çok yöneliktir; çünkü
göreli olarak geri kalan bütün varlıklardan ne denli üstünse, kendi türünden
olanlarla birleşmeye, onlarla kaynaşmaya o denli eğilimlidir.
Ussal olmayan
varlıklar arasında da daha en başından beri arı topluluklarına, sürülere,
yuvada beslenen yavru kuşlara, hatta sevgiye benzer bir duyguya dayalı
birlikteliklere rastlanıyordu; çünkü daha o düzeyde, bu varlıklarda bir ruh
bulunuyordu ve bunlar üstün olduklarından, birleşme eğilimleri, bitkilerde,
madenlerde ya da odunda olduğundan daha büyüktü.
Ussal
varlıklar arasında siyasal topluluklara, devlet örgütlerine, dostluklara,
ailelere, toplumlara, savaş zamanında antlaşmalara ve ateşkes anlaşmalarına
rastlanıyordu. Daha da yüksek olan varlıklar arasında, yıldızlarda olduğu gibi,
birbirlerine uzak oldukları halde, bir çeşit birlik vardı. Böylece varoluş
basamaklarında ne denli yükselinirse, birbirinden çok uzak varlıklar arasında
bile bir duygudaşlık oluşabilir.
Şimdi de
günümüzde ne olduğuna bak: yalnızca ussal varlıklar, onları birbirine iten bu
birleşme eğilimini unuttular, bu kendiliğinden birlikte akış yalnızca onlar
arasında görülmüyor artık. Ama birbirlerinden kaçarken bile, dört bir yandan
kıskıvrak yakalanırlar, doğanın gücü çok büyüktür çünkü. Söylediklerime
dikkat edersen, bunu anlarsın: yeryüzünün topraksal öğeleriyle herhangi bir
bağı olmayan bir dünyasal öge bulmak hiç kuşkusuz, tüm öteki insanlardan tam
anlamıyla koparılmış bir insan bulmaktan daha kolaydır. 3
10
İnsan, Tanrı ve evren: her
biri mevsimi gelince meyve verir. Sözcüğün, dar anlamda, asma ve benzeri
meyvelere uygulanması alışkanlık olmuşsa da, bunun pek önemi yok. Usun da, hem
evrensel, hem bireysel meyvesi vardır; usun tüm meyveleri ussaldır.
11
Elinden gelirse,
yanlışlarını düzelt onların; ama bunu yapamazsan da, sevecenliğin sana bunun
için bağışlandığını anımsa. Tanrıların kendileri de böyle insanlara karşı
sevecendirler, hatta onların sağlık, servet, ün gibi belli amaçlara ulaşmalarına
yardım eder. Sen de aynı şeyi yapabilirsin; yapamazsan, söyle bana: kim
engelliyor seni?
12
İşini, harcadığın çaba seni
mutsuz kılıyormuş gibi, ya da acınma yahut takdir beklediğin için değil,
istediğin için yap: kendini yapman gereken şeye ver ya da ortak yararın
gerektirdiği gibi çekil.
13
Bugün her türlü terslikten
kaçındım, çünkü benim dışımda değil, içimde, onlarla ilgili olarak verdiğim
yargılardaydılar.
14
Her şey hep aynıdır:
deneyimde alışılmış, zamanda geçici, maddede kötü; şimdi tümü de tastamam
toprağa verdiklerimizin zamanındaki gibiler.
15
Şeylerin hepsi de kapının
dışında duruyorlar, kendi kendilerine, kendileri hakkında hiçbir şey
bilmeksizin, hiçbir şey açıklamaksızm. Öyleyse, onlar hakkında yargı veren
nedir? Yönetici ilkemiz.
16
Ussal ve toplumsal varlığın
iyiliği ve kötülüğü, duyumsadığı şeyde değil, yaptığı şeydedir; erdeminin ve
erdemsizliğinin duyumsadığı şeyde değil, yaptığı şeyde olması gibi.
17
Havaya atılan bir taş için
ne yeniden yere düşmek kötü bir şeydir, ne de yükselmek iyi bir şey.
18
İlkelerinin derinliklerine
in, korktuğun yargıçların kim olduklarını göreceksin; kendileri için ne tür
yargıçlar olduklarını da.
19
Her şey dönüşür, sen de
sürekli bir dönüşüm içindesin ve bir anlamda, sürekli bir çözülme içinde. Tüm
evren de böyledir.
20
Başkasının yanlışı onu
yapana bırakılmalı.4
21
Bir etkinliğin, bir
girişimin, bir yargının sona ermesi bir duraklama, bir tür ölümdür, bir kötülük
değildir. Şimdi, örneğin yaşamın çeşitli dönemlerini düşün, çocukluk, ergenlik,
gençlik, yaşlılık: bunlarda da her değişiklik bir ölümdür. Bunda korkulacak ne
var? Şimdi de dedenin, sonra annenin, sonra seni evlât edinen babanın
yönetiminde geçirdiğin yaşamı düşün; gördüğün tüm değişiklikler, dönüşümler,
sona ermeler karşısında, bir kez daha, "Bunda korkulacak ne vardı?"
diye sor kendi kendine. Böylece, tüm yaşamının sona ermesinde, kesintiye
uğramasında, dönüşmesinde de korkacak bir Şey yok.
22
Yönetici ilkeni, evrenin
yönetici ilkesini ve şu adamın yönetici ilkesini incelemek için acele et. Kendi
yönetici ilkeni, adalete uymasını sağlamak için; evrenin yönetici ilkesini,
hangi bütünün parçası olduğunu anımsaman için; şu adammkini, onu bilgisizliğin
mi yoksa mantığın mı yönettiğini anlamak ve aynı zamanda onun zihninin
doğasının da seninkiyle aynı olduğunun bilincine varmak için.
23
Nasıl sen kendin toplumsal
sistemin bütünleyici bir parçasıysan, her davranışın da toplumsal yaşamın
bütünleyici bir parçasıdır. Bu nedenle, dolaylı ya da dolaysız ortak hedefe yöneltilmeyen
her davranışın birliği engelleyecek biçimde yaşamını parçalar, bir başkaldırı
davranışıdır bu; tıpkı demokratik bir devlette kendini ortak uyumdan ayıran
kişi gibi.
24
Çocukların afacanlıkları,
birbirleriyle dalaşmaları, "cesetlerini oradan oraya taşıyan küçük
ruhlar": böylece ölüler ülkesine yolculuk, insanın gözlerinin önünde daha
iyi canlanıyor.5
25
Her nesnenin nedeninin
niteliğine bak, onu maddesinden soyutlayarak incele; sonra o nesnenin kendi
özel doğası gereği en çok ne kadar varlığını sürdürebileceğini sapta.6
26
Yönetici ilkenin kendisi
için oluşturduğu şeyleri yapmasına izin vermediğin için sayısız acılara
katlandın.
27
Biri seni suçlar, senden
nefret eder ya da birileri seni incitecek şeyler söylerse, ruhlarına yakından
bak, ne tür insanlar olduklarını gör. Senin hakkında şöyle ya da böyle bir
fikir oluşturacakları için kendine eziyet etmene değmediğini anlayacaksın o
zaman. Gene de, onlara iyi niyet göstermelisin; çünkü doğal olarak senin
arkadaşlarındır onlar. Tanrılar da; düşler, kehanetler aracılığıyla
gönüllerinde yatan şeyleri elde etmelerini sağlamak için her türlü yardımı
yaparlar onlara.
28
Evrenin dönümleri hiç
değişmez: yukarıya ve aşağıya, çağdan çağa.
Ya evrenin zihni her durum için bir girişimde bulunur, eğer böyleyse
bunun sonucunu kabul edersin, ya da başlangıçta her zaman için geçerli tek bir
girişimi olmuştur ve ondan türeyen her şey onun zorunlu sonucundan başka bir
şey değildir; öyleyse neden kızıyorsun? Evren Tanrı tarafından yaratılmışsa, o
zaman her şey yolundadır; ama eğer rastlantılarla, bir biçimde molekül ve
atomlarca yönetiliyorsa, gene de sen rastlantılar tarafından yönetilmek
zorunda değilsin.
Çok geçmeden toprak üstümüzü örtecek, sonra toprak da bir başka şeye
dönüşecek, sonra o başka şey de bir başka şeye dönüşecek, bu böyle sonsuza dek
sürüp gidecek. Bu sonu gelmez değişim ve dönüşüm dalgalarını ve onların hızını
düşünen kişi, ölümlü olan her şeyi küçümseyecektir.
29
Evrensel neden, her şeyi
önüne katarak hızla akan bir seldir. Öyleyse ne yapmalı dostum? Doğanın şu anda
senden istediğini yap; işe koyul gücün yetiyorsa, kimse bunun farkında mı diye
çevrene bakınma. Platon'un cumhuriyeti7 gibi bir devlet umma, en
küçük bir iyileşmeden memnunluk duy, ne denli küçük olursa olsun bir sonucu
elde etmenin az şey olmadığını düşün. Devlet adamcılığı oynayan ve kendilerine
filozof süsü veren o küçük adamlar ne aşağılıktır! Salyaları akan çocuklar
gibi tümü de! Ama kim değiştirebilir onların fikirlerini? Değiştirmezlerse,
boyun eğiyormuş gibi yaparken sızlanıp duran insanların köleliğinden başka ne
kalır geriye? Sen gene de İskender'den, Philip'ten ve Demetrius'tan sözet bana.8
Evrensel doğanın ne istediğini görüp kendilerini ona göre eğitselerdi, ardından
giderdim onların; ama yalnızca sahnede kasıla kasıla rol yapan oyun kişileri
gibi rol yaptılarsa, hiç kimse onları taklit etmeye yargılı kılmadı beni.
Felsefenin işi yalın ve onurludur; boş böbürlenmelere kışkırtmayın beni.9
30
Dizi dizi insanlara,
onların sayısız törenlerine, fırtınalı ve dingin havada yaptıkları deniz
yolculuklarına, doğan, birlikte yaşayan, sonra göçüp giden çeşit çeşit
insanlara yukarıdan bak. Bir zamanlar başkalarının yaşadıkları yaşamı, senden
sonra yaşanacak yaşamı ve şu anda yabancı halklar arasında yaşanmakta olan
yaşamı düşün; kaç kişinin senin adını bile bilmediğini, bilenlerin kaçının çok
geçmeden unutacağını, belki de şu anda seni övmekte olan kaç kişinin çok
geçmeden seni yereceğini düşün; ne anıların, ne ünün ne de başka herhangi bir
şeyin adını anmaya bile değmeyeceğini düşün.
31
Dış nedenlerden kaynaklanan
olaylar karşısında etkilen- mezlik; nedeni senden kaynaklanan eylemlerde
doğruluk: başka bir deyişle, biricik amacı, toplumun yararına davranmak olan
dürtü ve eylemler; çünkü bu senin ikinci doğandır.
32
Sana sıkıntı veren yüzeysel
şeylerden kendini kurtarmaya gücün yeter; çünkü bunlar yalnızca senin
imgeleminde vardır; o zaman tüm evreni kucaklamak, öncesiz sonrasız zamanı
kavramak, her şeyin hızla dönüşümünü ve doğumla ölüm arasındaki mesafenin ne
denli kısa, doğumdan Önceki zamanın ne denli uzun olduğunu, ölümün ardından
gelecek zamanın da nasıl eşit ölçüde sınırsız olacağını kavramak için geniş bir
yer açacaksın kendine.
33
Şu anda gördüğün her şey
çok geçmeden yokolacak, onların yokolduğunu görenler de sıraları gelince
yokolacak; yaşlı ölen, vakitsiz ölenle aynı yaşta olacak.
34
Onların yönetici ilkeleri
nelerdir? Hangi amaca yöneltmişlerdir çabalarını, hangi nedenlerle sever,
onurlandırırlar! Onların ruhlarını çıplak görmeye alış.10
Eleştirilerinin zarar verdiğini ya da övgülerinin yarar getirdiğini sanırlar,
ne haddini bilmezlik!
35
Yitim, dönüşümden başka bir
şey değildir. Evrensel doğanın hoşuna gider bu, çünkü bütün şeyler onun
ereğine göre mutlu bir biçimde olup biter. Ezelden beri her şey böyle olup
bitmiştir, sonsuza dek de başka biçimlerde böyle olmayı sürdürecektir. Öyleyse
niçin "her şey kötü gitti, her zaman da kötü gidecek" diyorsun? Onca
tanrı arasında buna umar bulunmamış olabilir mi, dünyanın, sonu gelmez
kötülükler altında ezilmeye yargılı olması olası mıdır?
36
Her şeyin altında yatan
madde ne de kokuşmuş! Su, toz, kemik, pislik. Dahası: mermerler, toprağın
nasırları; altın ve gümüş, tortuları; giysiler, hayvan postları; erguvan
rengi, kan; geri kalan her şey de böyle. Soluğumuz da buna benzer, dönüşerek
bir öğeden başkasına geçer.11
37
Yeter artık, bu acınası
yaşama, bu sızlanmalara, bu soytarılıklara bir son ver. Niçin dert
ediniyorsun? Bütün bunlarda yeni olan ne var? Seni şaşırtan nedir? Şeylerin
nedeni mi? İncele onu. Yoksa madde mi? Onu incele öyleyse. Bunların ötesinde
başka hiçbir şey yok. Şimdi tanrılara karşı daha yalın, daha iyi olmaya
çalışmanın vaktidir. Bu sorunları ha yüz yıl gözlemişsin, ha üç yıl, hiç
farketmez.
38
Eğer yanılmışsa, kötülük
bundadır: ama belki yanılmamıştır bile.
39
Ya, her şey, tek bir
varlıkta olduğu gibi, tek bir ussal kaynaktan doğar, ki o zaman hiçbir parça
bütünün çıkarına olan şeye kusur bulmamalıdır; ya da yalnızca atomlardan ve
rastgele birleşip dağılmalardan başka bir şey yoktur.12 Öyleyse,
niçin kaygılanıyorsun? Yönetici usuna de ki: "Ölü müsün, yıkıma mı
uğradın, yabanıllaştın mı, yoksa ikiyüzlü mü oldun, sürüye mi katıldın, öteki
hayvanlarla birlikte mi otluyorsun?"
40
Tanrılar ya güçlüdürler, ya
değildirler. Güçlü değilseler, niçin onlara yakarıyorsun? Eğer güçlüyseler,
niçin, bütün bunlardan korkmama, onları istememe, bunlardan ötürü üzülmeme
yetisini sana bağışlamaları için yakarmıyorsun onlara, belli bir şeyin olması
ya da olmaması için yakaracak yerde? İnsanlara yardım edebiliyorlarsa,
kuşkusuz, bu konuda da yardım edebilirler. Ama belki de şöyle diyeceksin:
"Tanrılar bunu bana bıraktılar." Öyleyse, sana bırakılan bir şeyi
özgür bir insana yaraşır biçimde kullanmak, sana bağlı olmayan bir şey için
acınası bir köle gibi çırpınmaktan daha iyi değil midir? En azından böyle
yakarmaya başla, göreceksin. Şu adam şöyle yakarıyor: "Şu kadınla birlikte
olabilsem!" Sense: "Şu kadınla birlikte olma isteğimden
kurtulabilsem!" diye yakarırsın. Bir başkası: "Şu adamdan
kurtulabilsem!" diye yakarır, sense, "Şu adamdan kurtulmayı
istemeyebilsem!" diye yakarırsın. Bir başkası, "Çocuğumu
yitirmesem!" diye yakarır. Sense: "Onu yitirmekten
korkmayabilsem!" diye. Tek sözcükle, yakarılarını bu doğrultuya yönelt ve
sonuca bak.
41
Epikuros diyor ki:13
"Hastalığım sırasında bedenimin acılarından hiç sözetmedim, beni ziyarete
gelenlerle de bu tür şeyler hakkında konuşmadım; doğa felsefesinin temel
ilkelerini tartışmayı sürdürdüm, özellikle zihnin, bedenin devinimlerinin
bilincinde olmasına karşın, onlardan etkilenmemeyi başarması, kendi iyiliğini
bozulmadan koruması üstünde durarak. Hekimlerin, önemli bir şey yapıyormuş
havasına bürünmelerine de
fırsat vermedim, önceki gibi dingince, mutlu bir biçimde sürdürdüm
yaşamımı." Hastalandığında ya da başka müşkül durumlarda sen de Epiktetos
gibi yap, çünkü başına ne gelirse gelsin, felsefeden uzaklaşmamak, budalalarla
ve cahillerle konuşmamak tüm felsefe okullarının ortak ilkesidir. Yalnızca o
anda yaptığın şey ve onu yapmak için kullandığın araç üstünde topla dikkatini.
42
Utanmazın biri seni
incitirse, hemen şunu sor kendi kendine: "Dünyada utanmazların bulunmaması
olanaklı mıdır?" Olanaksızdır. Öyleyse olanaksız olanı isteme; çünkü bu
insan da dünyada varolması kaçınılmaz olan utanmazlardan biridir. Bu düşünceyi,
bir hırsızla, bir hainle, ya da başka bir kötü insanla karşılaştığında da
akimda tut, çünkü bu tür insanların varolmamalarının olanaksızlığını anımsar
anımsamaz, onlara daha kolay katlanırsın.14
Başka yararlı
bir şey de, kendi kendine şunu sormandır. "Bu kötülükle başedebilmemiz
için doğa bize hangi erdemi vermiştir?" Çünkü doğa, örneğin, duyarsızlara
karşı nezaketi, başka durumlar için de böyle panzehirler bağışlamıştır; yoldan
sapmış birine doğru yolu göstermek her zaman gücümüzün sınırları içindedir.
Çünkü yanlış yapan herkes, onun için saptanmış olan hedefi kaçırmış, bu
nedenle de yoldan çıkmış biridir. Hem sonra, sana ne zarar vermiştir bu kişi?
Çünkü, kendilerine öfkelendiğin bu kimselerin hiçbiri, zihnini kötüleştirecek
bir eylemde bulunmamıştır: çünkü başına gelecek her türlü kötülük ya da
zararın gerçek barınağı zihnindir.
Cahil birinin
cahil gibi davranmasında kötü ya da şaşılacak ne var? O insandan o yanlış
davranışı beklemediğin için kendi kendini suçlamahsm belki de; çünkü onun bu
kötülüğü işleyebileceğini anlaman için yeterince araçlarla donatmıştır seni
us, ama bunu unutmuşsun, bunun için de onun bu davranışına şaşıyorsun şimdi.
Ama her
şeyden önce, birini sadakatsizlik ya da vefasızlıkla suçladığmda, dikkatini
kendine çevir, çünkü suçun sende olduğu açıktır; bu karakterde birinin sözünü
tutacağına güvendiğin ya da birine bir iyilik ettiğin zaman bunu karşılık
beklemeksizin ve iyiliğinin meyvesini, salt o eylemi yapmakla aldığın
inancıyla yapmadığın için. Daha ne istiyorsun, dostum? İyilik etmekle kendi
doğana uygun olarak davranmış olman sana yetmiyor mu da, bir ödül bekliyorsun
karşılığında? Gözünün, gördüğü için ya da ayaklarının, yürüdükleri için senden
Ödül istemeleri gibi. Tıpkı, bunların her birinin kendilerine özgü işlevlerini
yerine getirmek için yaratılmış olmaları gibi, iyilik yapmak için dünyaya
gelmiş olan insan da, iyi bir eylem yaptığında ya da ortak yarara katkıda
bulunduğunda, yalnızca varoluş nedeninin gerektirdiğini yapmıştır, böylece de
ödülünü almış olur.
1
Bu bölüm, bazı
karakteristik Stoacı temaları daha geniş olarak ele almaktadır: evrenin dört
bir yanma düzen/yazgı/tanrı yayılmıştır; bütün insanlar, doğal erdem yetisine
sahiptirler; 'ilgisiz şeyleri iyi ya da kötü şeylerle karıştırmak, ussal
varlıklar olarak doğamıza aykırı davranmak; evrene ve evrendeki tüm olaylara
yayılmış olan ussallık/yazgı/ tanrısal öngörüye karşı gelmektir.
2
veba: Her ne kadar
bu sözcük geniş anlamda (belâ, felâket, yıkım vb anlamında) kullanılıyorsa da,
Marcus'un, Verus'un orduları tarafından 166-7 yıllarında Do- ğu'dan getirilen
veba konusundaki bilgisinin sözcüğün anlamını keskinleştirdiği söylenebilir.
3
Bu bölüm, Stoacı felsefenin
temelindeki belli düşüncelere belirgin bir renk vermektedir. Bu düşünceler
şunlardır: 1) evrenin, dört öğeden oluştuğu, bu öğelerin en yükseğinin ateş
olduğu, bütüne yayıldığı ve bütünü 'tasarımladığı' ve tanrıyls özdeşleştiği; 2)
insanları (ussal varlıkları) da kapsayacak biçimde bütün hayvanların doğal
olarak bir araya gelip bağlar oluşturma eğiliminde oldukları Marcus,
hayvanların toplumsal içgüdüsünü; yapılarındaki kendim açığa vurmaya çabalayan
ateş öğesi olarak görmektedir; çünkü ussal hayvanlar (ergin insanlar) için, bu
süreci ileri götürmemek, daha yüksek, daha 'ateşli' ussal yaplarmı ortaya
koymayı başaramamaktır.
5
Düşürte tümüyle açık seçik
değil. "Çocukların afacanlıkları, birbirleriyle dalaşmaları' (ya da
'oyuncaklar'), insan yaşamının sardonik bir görünümü gibi görünüyor.
"Cesetlerini oradan oraya taşıyan küçük ruhlar", Epiktetos'un yitik
bir metninden bir parça. Ölülerin gölgeleri, duyguların boşluğunun imgesi gibidir.
Yolculuk, Homeros'ta, örneğin Odysseia'da yer alan türden
yolculukları belirti/or olabilir.
6
Nedeısel-özdeksel ayrımı için
bkz. V 13.
7
Yani, nutlak ve ütopik bir
kusursuzlukta.
8
Makeionya kralı II. Philip
(MÖ 359-336), Büyük İskender'in babası; Demetrius Faleriıs, filozof ve hatip,
MÖ 317-307 yılları arasında Atina'yı yönetmiştir. Bir başks kaynağa göre ise,
Demetrius, olasılıkla Poliorcetes ('Kent Kuşatan'), Philip ve İskender gibi
Makedonya kralı (MÖ 294-87), ünlü generaldi.
9
Bu bilüm, Marcus
Aurelius'un genel politik tavrını özetlemektedir: evrensel do- ğanır
istediğini şimdiki rolün ve toplumun içinde etkin, pratik eylemle göstermeye
çalışmalısın. Marcus Aurelius; hem ütopik politik kuramlardan (Pla- ton'ın
ideal devleti, Cumhuriyet), hem de (İskender vb gibi), doğanın (ussallık
ve etlem) istediğini yapmayan, bu anlamda, yalnızca devlet adamcılığı oyna-
makan öte hiçbir şey yapmayan yöneticilerden uzak durur.
10
Onlam ruhlarım çıplak
görmeye alış: Platon, Gorgias. Ayr. XII 2.
12
Bir lez daha, "Tanrı
ya da atomlar'Ta karşılaşıyoruz, tanrısal öngörünün açıkça yeğlndiğine ilişkin
bir belirti olmaksızın.
13
Bu imtı, Epikuros'un,
Diogenes Laertius'ta yer alan, ölüm döşeğinde yazılmış mehıbundaki tavrı ile
tutarlıdır. Bu tavrın Marcus Aurelius için çekiciliği açıkça anlaşılmaktadır;
Marcus Aurelius burada; Seneca'nın yaptığı gibi, Stoacılığın daha iyi bir
biçimde dile getirdiği belli fikirlerin doğruluğunu kabul eden bir felsefî
karşıtının sözlerini alıntılıyor.
14
Stoacı ahlâk, tepkisel
davranışlardan (örn. öfke, suçlama) kaçınmamızı öngörür; bu tür davranışlar
toplumsal ilişkilerimizin normal bir parçasıdır ve 'ilgisiz şeylefin (bkz. VII
26) gereğinden fazla değerlendirilmesiyle bağıntılıdır. Yapmamız gereken;
erdemi ussal bir biçimde uygulama yetimizi kullanarak 'bize bağlı' olan şeyi
yapmaktır; başkalarına da böyle yapmaları gerektiğini öğreterek onlara yararlı
olmaktır.
1
Bir gün, gerçekten iyi,
yalm, açık, seni saran bedenden daha saydam olacak mısın, ruhum?1
Bir gün gerçekten iyiye ve sevmeye eğilim duyacak mısm? Bir gün tam anlamıyla
doygun, hiçbir şeye gereksinim duymaz, hiçbir şeyi arzulamaz, haz bulacağın
canlı ya da cansız hiçbir şeyde gözü olmayan biri olacak mısın? Bunların daha
uzun tadına varmak için hep daha çok zaman, ya da daha hoş yerler, ülkeler
yahut daha uygun bir iklim, ya da daha hoş insanlarla birlikte olmak
istemeyecek misin? Bir gün, şimdiki durumundan hoşnut olacak, şimdi sahip
olduğun her şeyden haz duyacak mısın? Her şeyin sana tanrılardan geldiğine,
onlar için iyi olan her şeyin senin için de iyi olduğuna, bundan sonra da iyi
olacağına inanacak mısın? Tanrıların, aynı doğaya sahip başkalarının
varolmalarına olanak vermek için ayrışıp yokolan her şeyi üreten, bir arada
tutan, kucaklayan, kusursuz (iyi, adil ve güzel) canlı varlığı korumak için
gerekli olanı bağışlayacaklarına inanacak mısın? Gün gelecek, tanrılar ve
ölümlülerle birlikte, onlara karşı hiçbir yakınmada bulunmaksızın, onlarca
lânetlenmeksizin, birlikte yaşayabilecek misin?
2
Doğanın senden ne
istediğine bak, yalnızca doğa tarafından yönetilen bir varlık olarak; sonra
canlı varlık olarak, doğan bundan zarar görmeyecekse onu yerine getir. Sonra da
yaşayan bir varlık olarak doğanın senden istediğine bak ve tam olarak kabul et
onu, ussal varlık olarak doğana zarar vermedikçe. Ama ussal olan; ussallığından
ötürü aynı zamanda bir toplumsal varlıktır. Bu kuralları uygula ve artık başka
bir şey için kaygılanma.
3
Her olay senin doğanın
katlanabileceği biçimde de meydana gelebilir, kazanamayacağı biçimde de.
Öyleyse eğer doğan gereği katlanabileceğin biçimde bir olay meydana gelirse,
yakınma, doğanın sana verdiği yetiyle katlan ona; ama eğer doğan gereği
kazanamayacağın bir biçimde meydana gelirse, gene de yakınma, çünkü çok
geçmeden bunun sonu gelir. Öyleyse, doğan gereği, yargı yetini kullanarak
katlanılabilir ve dayanılabilir kılabileceğin her şeye katlanabilirsin,
çıkarının ya da görevinin bunu gerektirdiğine kendini inandırırsan.
4
Eğer yanılıyorsa, nazikçe
doğrusunu söyle, yanlışını göster ona; bunu yapamazsan yalnızca kendini suçla,
hatta kendini bile suçlama.
5
Başına ne gelirse gelsin,
ta ezelden senin için saptanmıştır, bir nedensellik ağı seninle bu başına
geleni birlikte dokumuştur.
6
Atomlar olsun, doğa olsun,
her şeyden önce, benim doğa tarafından yönetilen bütünün bir parçasını
oluşturduğum ve doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalara bir akrabalık bağıyla
bağlı olduğum açıktır. Bunları usumda tutarsam, bir parça olarak bütünden bana
ayrılan hiçbir şeyden ötürü hoşnutsuzluk duymam, çünkü bütün kendisine yararı
olmayan hiçbir şeyi kapsamaz; bütün doğal varlıklar bu ortak özelliğe sahip
oldukları gibi, evrenin bir ayrıcalığı daha vardır: hiçbir dışsal neden, onu
kendisine zararlı olabilecek bir şey üretmeye zorlayamaz.2
Öyleyse,
böyle bir bütünün parçası olduğumu anımsarsam, ondan gelecek her şeyi
memnunlukla karşılarım; doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalarına bir biçimde
yakından bağlı olduğum için de, hiçbir zaman ortak iyiliğe aykırı davranmam,
her zaman benzerlerimi gözetir, tüm çabamı onların iyiliğine adar, ona aykırı
olan her şeyden kaçınırım. Bunları bir kez yerine getirince, yaşamım dingince
yolunda ilerler, tıpkı her zaman kendini yurttaşlarının iyiliğine adayan ve
kentinin ondan istediği her şeyi memnunlukla karşılayan bir insanın yaşamının
sana dingin görünmesi gibi.
7
Bütünün her parçası, doğal
olarak evrenin kapsadığı her şey, zorunlu olarak yokolur (bu sözcük
"değişikliğe uğrar" anlamında alınırsa). Bu, doğal olarak parçalar
için zorunluluk olmanın ötesinde kötü bir şey olsaydı, bütünün koşulları da
iyi olmayı sürdürmezlerdi, parçalar durmadan değişime uğradıklarına ve
yokolmak için oluşturulduklarına göre. Yoksa doğa kendisini oluşturan parçalara
zarar vermeye mi çalışıyor; onları yalnızca kötülüğe eğilimli değil, kötülük
işlemeye yazgılı olarak mı yarattı; bu tür olaylar onun bilgisi dışında mı
olmaktadır, yoksa? Bu varsayımların ikisi de saçmadır.
Bundan başka,
doğayı bir yana bırakarak, şeyleri onların yapılarının gereğiyle açıklamak
istersek, bütünün parçalarının değişime uğramak için doğduklarını öne sürmek,
ama aynı zamanda -sanki doğaya aykırı bir şey sözkonusuymuş gibi- böyle bir
değişime şaşmak ya da bundan ötürü üzüntü duymak daha da saçma olur; özelikle
de her nesnenin onu oluşturan öğelere ayrıldığını göz önüne alırsak. Bu ayrışma
ya her varlığı oluşturan atomların dağılması ya da katı olanın topraksı bir şeye,
yaşamsal olanın havasal olana dönüşmesidir; böylece, bu öğeler de bütünün usu
tarafından yeniden özümlenirler, evren ister dönemsel olarak ateş3
tarafından yakılıp yokedilsin, ister sürekli dönüşümlerle kendini yinelesin.
Bu katı beden
ve bu yaşamsal soluğun doğduğun zamandan beri aynı olduğunu sanma. Çünkü bütün
bunlar daha dün ya da önceki gün besin maddelerinden ya da solunan havadan
oluşmuştur; öyleyse, dönüşen şey, annenin doğurduğu şey değil, sonradan
gelişen şeydir. Değişen bedeninin senin bireysel karakterine sıkı sıkıya bağlı
olduğu varsayılsa bile, kanımca, benim az önce öne sürdüğüm görüşle çelişmez
bu.
8
Kendine; iyi, alçakgönüllü,
doğrucu, sakımmlı, uysal, yücelmiş nitelemelerini verdikten sonra onların
yerine başkalarını koymamaya özen göster; bu nitelikleri yitirmek zorunda
kalırsan, hemen geri dön onlara.4 "Sakımmlı" teriminin,
her nesneyi derinden kavramak için gerekli dikkati gösterme, yüzeysellikten
kurtulma; "uysal" teriminin, evrensel doğanın sana ayırdığı her şeyi
gönüllüce kabul etme; "zihnin yüceltihne- si"nin ise, düşünen yanını;
bedenin dingin ya da şiddetli çalkantılarının, ünün, ölümün üstüne çıkarma
anlamına geldiğini unutma.5
Bu niteliklere, görünüşü kurtarmak için değil, (onları sana başkalarının
vermesini beklemeksizin) gerçekten lâyık olmayı başarırsan yeni bir insan
olursun, yeni bir yaşama başlarsın. Çünkü o zamana dek yaptığın gibi yaşamın
acılarına, pisliklerine bulaşmayı sürdürmen, kaba ve aşağılık bir insan
olmaktır; yabanıl hayvanlarca parçalanmış, yaralar ve kan pıhtıları içinde,
salt aynı koşullarda aynı dişlerin ve pençelerin önüne atılmak için bir güncük
daha yaşam dilenen gladyatörler gibi.6
Bu niteliklere tam anlamıyla sahip olmaya çalış, onlara sahip olmayı
başarırsan, Mutlular Adaları'ndan7 birine ulaşmış biri gibi kal
orada, ama bocaladığının ayrımına varırsan ve denetimini yitirirsen, duruma
yeniden egemen olabileceğin bir köşeye çekil, ya da bütün bütün çekil yaşamdan,
ama öfke duymaksızın, yalın bir biçimde, özgürce, alçakgönüllüce, yaşamında
bir kez olsun iyi bir eylem yapmış biri gibi: yaşamdan bu biçimde ayrılmış
olma eylemini.
Bununla birlikte bu sıfatları anımsamaya gelince, sürekli olarak
tanrıları düşünmenin; onların istedikleri şeyin övgü değil, bütün ussal
varlıkların onlara benzemek için çaba harcamaları olduğunu; incir ağacının,
incir ağacının işlevini; köpeğin, köpeğin işlevini; arının, arının işlevini
yerine getirmesi gibi insanın da, insanın işlevini yerine getirmesi
gerektiğini düşünmenin sana büyük yardımı olur.
9
Ucuz komedya, savaş,
yılgınlık, uyuşukluk, kölelik. Bunlar, senin doğayı incelemeksizin
oluşturduğun kutsal öğretileri gün gün yıpratırlar. Oysa durum ne olursa olsun,
kendi görevini sona erdirecek biçimde görüp davranmalı; aynı zamanda kuramı
uygulamalı ve her nesnenin bilimsel olarak tanınmasından kaynaklanan özgüveni
ne gösterişli biçimde ne de gizlice, bozulmadan korumalısın. Yoksa, yalınlığın,
onurluluğun, her nesnenin doğasını, yani onun özünde varolan şeyi, evrende tuttuğu
yeri, doğal olarak varlığını ne kadar zaman sürdüreceğini, onu oluşturan
öğeleri, kime ait olabileceğini, onu kimin verebileceğini ve kimin
alabileceğini bilmenin tadına ne zaman varacaksın?
10 Bir örümcek bir sinek yakaladığı zaman gururlanır; biri küçük
bir tavşan yakaladığı; bir başkası sardalye tuttuğu; bir başkası yabandomuzu;
bir başkası ayı; başkası da Sarmatya'h8 yakaladığı zaman. Onları
böyle davranmaya iten şeyi çözümlersen, tümü de yağmacı değil de, nedir?
11
Şeylerin birbirlerine nasıl
dönüştüklerini incelemek için bir yöntem9 edin; dikkatini sürekli
olarak bu incelemeye yönelt, çünkü hiçbir şey ruhu bundan çok yüceltemez.
Bunu yapan kişi, bedeninden soyunmuş gibidir ve çok geçmeden bütün dünyasal
şeyleri ardında bırakacağını ve insanlardan ayrılacağını düşünerek yaptığı
şeylerde kendini bütünüyle doğruluğa, başka bir biçimde meydana gelen şeyler
için de evrensel doğaya adar. Başkalarının onun hakkında söyleyecekleri ya da
düşünecekleri ya da ona karşı yapacakları şeyleri hiç umursamaz, çünkü şu iki
şey yeter ona: şu anda yapmakta olduğu şeyde doğruluğa uygun olarak davranmak
ve şu anda ona verilen şeyden memnun olmak; bu kişi her türlü sıkıntıyı ve
dikkat dağınıklığını kendinden uzaklaştırır, yasalara uyarak doğru yolda
ilerlemekten ve her zaman doğru yolu izleyen Tanrı'yı izlemekten başka bir şey
istemez.
12
Ne yapılması gerektiğini
görmek ve doğru yolu görüyorsan ardına bakmaksızın o yolda isteyerek ilerlemek
gücünün sınırları içindeyken10 onca varsayıma ne gerek var? Eğer
göremiyorsan, yargını ertele11 ve en iyi danışmanlarından yararlan;
yoluna başka engeller çıkarsa, her zaman sana doğru görünene bağlı kalarak
ilerleme olanağına sahipken, o andaki durumun sana sunduğu fırsatları iyi
değerlendir. Bu amacı gerçekleştirmek insanın isteyebileceği en iyi şeydir,
çünkü gerçek yanılgı bunda başarısızlıktır. Her şeyde usa uygun davranan kişi;
ölçülü, aynı zamanda kararlı, neşeli ve ağırbaşlıdır.
13
Uykudan uyanır uyanmaz,
kendi kendine şu soruyu sor: âdil ve doğru davranışlarından ötürü başkalarının
kınamalarının senin için bir önemi var mı? Hiçbir önemi yok. Başkalarını över
ya da yererken öylesine şişinen bu insanların yatakta ya da sofrada nasıl
davrandıklarını, neler yaptıklarını, nelerden kaçındıklarını ve nelerin ardına
düştüklerini, nasıl elleri ve ayaklarıyla değil, en değerli yanlarıyla, insan
isterse içinde inancın ve alçakgönüllülüğün, gerçeğin ve yasanın, iyi bir koruyucu
ruhun belirdiği yanlarıyla hırsızlık ve yağma yaptıklarını unuttun mu yoksa?
14
İyi eğitilmiş, saygılı
insan, her şeyi veren ve her şeyi geri alan doğaya şöyle der: "İstediğini
ver, istediğini al." Ama bunu doğaya meydan okurcasına değil, bir boyun
eğişle ve onun istekleriyle tam bir uyum içinde söyleyecektir.
15
Çok az zamanın kaldı. Bir
dağın tepesine çekilmişsin gibi yaşa onu, çünkü ha orada yaşamışsın, ha burada
ne farkeder, nerede yaşarsan yaşa, bu büyük evren kentinde yaşıyorsan. İnsanlar
doğaya uygun olarak yaşayan kişiyi gelip görsünler, incelesinler. Ona
katlanamazlarsa öldürsünler onu, çünkü onlar gibi yaşamaktansa ölmek daha
iyidir.
16
İyi bir insanın nasıl
olması gerektiğini tartışma artık, iyi bir insan ol!
17
Sürekli olarak zamanın
bütününü ve özün bütününü düşün; her bir parçanın özün tümüne oranla bir incir
çekirdeğinden, zamanın tümüne oranla ise bir delginin bir dönüşünden başka
bir şey olmadığını düşün.
18
Varolan her şeye dikkatle
bak; çözülmeye ve dönüşmeye yakın olduğunu, onun bir değişim, bir çürüme ve
dağılma süreci içinde olduğunu ya da, bir anlamda, ölmek için doğmuş olmasının,
nasıl doğasının bir parçasını oluşturduğunu düşün.
19
Onların yemek yerken,
uyurken, çiftleşirken, bağırsaklarını boşaltırken, bunun gibi şeyler yaparken
nasıl olduklarını tasarla; sonra nasıl başkanlık tasladıklarını,
yiğitlendiklerini, kendilerine havalar verdiklerini, öfkeye kapıldıklarını ve
başkalarını onlara tepeden bakarak eleştirdiklerini. Oysa daha kısa bir süre
önce ne çok şeyin ve hangi nedenlerden ötürü tutsağı olduklarını da düşün! Ve
az sonra gene aynı duruma düşeceklerini.
20
Evrensel doğanın her şeye
verdiği, o şeyin yararınadır ve tam da ona yararlı olduğu anda verilir.
21
"Toprak yağmur ister;
kutsal eter de ister".12 Evrense yazgı olanın olmasını ister.
Bunun için şöyle diyorum evrene: "Senin istediğin, benim de
istediğimdir." Şu deyim de bunu içermiyor mu: "Bu şey, olmak
istiyor."
22
Ya bu dünyada yaşamayı
sürdürürsün, ki buna artık alıştın; ya da onun dışına çıkarsın ve bunu kendi
isteğinle yaparsın; ya da ölürsün, böylece işlevin sona erer. Bunun dışında
başka seçenek yok. Öyleyse, yürekli ol!
23
Kırsal bölgenin, bulunacak
başka herhangi bir yer gibi olduğunu açıkça gör; buradaki her şey, bir dağın
tepesindekile- rin ya da deniz kıyısmdakilerin ya da başka her yerdekinin aynıdır.
Tam da Platon'un dediği gibi: "Dağda bir koyun ağılına kapatılmış, meleyen
koyunlarını sağıyor."13
24
Yönetici ilkemin benim için
anlamı nedir, şu anda ne için yararlanıyorum ondan, hangi amaç için
kullanıyorum onu? Ustan yoksun mu? Toplumdan ayrılmış ve soyutlanmış değil mi?
Yoksa bedenimin bütün devinimlerine katılacak kadar, onunla birleşmiş,
kaynaşmış mı?
25
Efendisinden kaçan, kaçak
bir köledir, ama bizim en üstün efendimiz yasadır, bu nedenle ona aykırı
davranan kişi kaçak bir köledir. Bunun gibi, kendini acıya, öfkeye, korkuya
kaptıran; her şeyi yöneten, yani herkese payına düşeni veren yasa tarafından
belirlenen şeylerin olmamış olmasını, olmakta olmamasını, ileride olmamasını
isteyen kişi de. Sonuç olarak, korkan, acı çeken ya da öfkelenen kişi de kaçak
bir köledir.
26
Erkek, tohumunu dölyatağma
saçar ve çekilir; ardından başka bir neden gelir, onu işler ve yeni doğmuş bir
bebek oluşturur. Böylesine basit bir başlangıçtan böylesine üstün bir sonuç!
Sonra bebek, besini yemek borusundan aşağı göndermeye başlar; işte bir başka
neden yeniden araya giriyor ve duyarlığı, içgüdüyü, tek sözcükle yaşamı, gücü
ve başka birçok çeşitli yetiyi yaratıyor. Bütün bu şeylerin gizemini iyi düşün
ve onları üreten gücün ayrımına var; tıpkı şeylerin düşmesine ya da havaya
yükselmesine14 neden olan gücün gözlerimizle değil, ama gene de açık
seçik bir biçimde ayrımına vardığımız gibi.
27
Geçmişte olan bütün
şeylerin şimdi de olduğunu, gelecekte de olacağını sürekli olarak düşün.
Deneyiminle ya da eski tarihten öğrendiğin bütün dramları ve birbirinin aynı
sahneleri gözünün önüne getir; örneğin, Hadrianus'un ya da Antoni- nus'un,
yahut Philip'in, İskendeTin ya da Croisos'un15 saraylarını düşün;
çünkü bunların her birinde oyun aynıydı, yalnızca oyuncular farklıydı.
28
Herhangi bir nedenden ötürü
acı çeken ya da hoşnutsuz olan bir insanı düşün; kurban edilen küçük bir
domuzun tekme atıp bağırması gibi. Yatağında tek başına16, sessizlik
içinde, elini kolunu bağlayan zincirlerden ötürü yakınan bir insan da
böyledir. Olaylara kendi özgür istemiyle boyun eğme yetisinin yalnızca ussal
bir yaratığa bağışlandığını, oysa bütün ötekiler için boyun eğmenin mutlak bir
zorunluk olduğunu da düşün.17
29
Her eyleme giriştiğinde
durup ölümün, salt seni bu eylemden yoksun kılacağı için mi korkulacak bir şey
olduğunu sor kendi kendine.
30
Başkalarının yanlışlarından
ötürü kızdığın zaman hemen konuyu değiştir; örneğin, paranın ya da zevkin,
ünün ve benzeri şeylerin iyi olduklarını düşünerek yaptığın hataları anımsa.
Bunları düşünürken, çok geçmeden öfkeni unutacaksın, çünkü öteki kimsenin
böyle davranmak zorunda olduğunu düşüneceksin; başka ne yapabilirdi ki? Elinden
gelirse, onu zorlayan nedeni ortadan kaldırmaya çalış.
31
Satyrion'u, Eutyches'i ya
da Hymen'i gördüğünde Sokrates'in bir çömezini tasarla; Eutychion'u ya da
Silvanus'u görünce, Euphrates'i; Tropaeophorus'u görünce Alciphron'u, Se-
verus'u18 görünce, Kriton'u ya da Ksenophon'u düşün; kendine bakınca
da, Cacsar'lardan birini düşün19; herkes için aynı şeyi yap. Sonra
şu gelsin usuna: "Şimdi neredeler? Hiçbir yerde, ya da kimbilir
nerede?" Böylece, insan yaşamının dumandan, bir hiçten başka bir şey
olmadığını göreceksin, özellikle de, bir kez değişime uğrayan bir şeyin sonsuz
zaman içinde bir daha hiç geri dönmeyeceğini anımsarsan. Neden kaygılanıyorsun
öyleyse? Şu kısacık ânı uygun bir biçimde geçirmekten niçin memnun olmuyorsun?
Hangi maddî koşuldan, hangi durumdan kaçıyorsun? Bütün bunlar, kesin olarak ve
bilimin ilkelerine göre yaşamın olaylarının içine işlemeyi öğrenmiş bir zihin
için bir sınama fırsatı değilse nedir? Bütün bunları da özümle- yinceye dek
diren öyleyse, her çeşit besini özümleyen sağlam bir mide, içine atılan her
şeyi aleve ve ışığa dönüştüren harlı bir ateş gibi.
32
Hiç kimse senin içtenliksiz
olduğunu ya da dürüst olmadığını haklı olarak söyleyemesin; senin için buna
benzer şeyler söyleyen kişi yalan söylesin. Bu senin gücünün sınırları
içindedir; senin dürüst ve içten olmanı kim engelleyebilir? Artık böyle
olamıyorsan yaşamayı sürdürmemeye karar vermelisin; böyle olmamanı us da
onaylamaz.
33
Belirli bir maddî durumda,
yapılabilecek ya da söylenebilecek en doğru şey nedir? Çünkü ne olursa olsun,
bir engeli bahane etmeksizin, onu yapmak ya da söylemek senin gücünün
sınırları içindedir. Her durumda, önceden görülsün ya da görülmesin, insan
yapısına özgü bir şeyi gerçekleştirmenin vereceği doyumu tadıncaya dek
yakınmaktan vazgeçmeyeceksin. Bunun senin için taşıdığı anlam; zevk peşinde
koşan kişi için zevkin taşıdığı anlamın aynıdır. Gerçekten, her durumda doğana
uygun olarak davranabilmeyi büyük bir sevinç saymalısın; bu senin için her
yerde olanaklıdır. Bunun tersine, bir silindire kendi doğal devinimine göre her
yerde dönme yetisi verilmemiştir,20 ne suyun, ne ateşin, ne de
doğal bir yasayla ya da katıksız bir biçimde hayvansı bir ruh tarafından
yönetilen bütün öteki şeylere verilmiştir bu yeti; çünkü onlara karşı duran birçok
engel, birçok direnç vardır. Ama zihin ve us, doğaları ve istemleri gereği,
bütün engellerin üstesinden gelebilir.
Bunun için,
usun bütün engellerin arasından yolunu bulabilme kolaylığını her zaman göz
önünde bulundur; ateşin doğal olarak yukarı doğru, taşın aşağı doğru,
silindirin eğik bir düzlemde devinmesi gibi; başka soru sorma. Tüm öteki engeller
ya yaşamdan yoksun bedenimizle ilgilidir, ya da usun kararı ve onayı
olmaksızın bizi yaralayamazlar, bize en küçük bir zarar veremezler .
Eğer böyle
olmasaydı, kötülüğe uğrayan kişi hemen kötü olurdu; bütün öteki durumlarda,
doğal bir yapı bir kötülüğe uğradığı zaman, bunun sonucu olarak daha kötü olur,
oysa burada, denebilirse, insan varlığı başına gelenden doğru olarak
yararlanırsa daha iyi, daha övgüye değer olur. Özetle, doğası gereği kente
zarar vermeyen bir yurttaşa hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini; aynı biçimde
yasaya zarar vermeyen kente hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini unutma. Ama bu
sözde talihsizliklerin hiçbiri yasaya zarar vermez. Bunun için de, yasaya
zarar vermediğine göre, ne kente zarar verir, ne de yurttaşa.
34
Gerçeğin acısını tatmış
birini, acıya ve korkuya kapıl- maması için uyarmaya kısa, beylik bir deyiş
bile yetecektir. Örneğin:
"Rüzgârın yerlere saçtığı yapraklar
gibidir insan kuşakları."21
Yapraklar gibidir çocukların da; yapraklar gibidir sana coşkuyla övgüler
yağdıran, ya da tersine, seni lânetleyen ya da gizli gizli seni kınayan yahut
alaya alan insanlar da; yapraklar gibidir sen göçüp gittikten sonra ününü
aktaracak olanlar. Onların tümü de "ilkbaharda doğarlar,"22
sonra rüzgâr gelir, yere savurur onları, sonra orman "yenilerini üretir
yerlerine."23 Kısa ömür her şeyin ortak yazgısıdır, ama sen her
şeyden kaçıyorsun ya da her şeyin ardından gidiyorsun, sonsuza dek varlığını
sürdürecekmiş gibi. Bir süre daha, sonra gözlerini yumacaksın, çok geçmeden
seni mezara dek izleyen kimse için ağlayacak bir başkası da.
35
Sağlıklı bir göz
görülebilen her şeye bakmalı, ama "Yalnızca yeşil olanı istiyorum
ben" dememeli, çünkü bu, hastalıklı gözlerin belirtisidir. Sağlıklı bir
kulak ve burun da bütün sesleri ve bütün kokuları algılamaya hazır olmalıdır;
sağlıklı bir mide de her türlü besini sindirmeye eğilimli olmalıdır, tıpkı
değirmenin öğütmek için yapıldığı her şeyi öğütmeye hazır olması gibi. Bunun
gibi, sağlıklı bir zihin olup biten her şeyi algılamaya hazır olmalıdır; ama,
"Çocuklarımın sağlıklı ve güvenlik içinde olmaları için Tanrı'ya
yakarıyorum!", ya da "Ne yaparsam yapayım, herkes beni Övsün!"
diyen bir zihin, yalnızca yeşil görmek isteyen bir göz, ya da yalnızca yumuşak
şeyler isteyen dişler gibidir.
36
Hiç kimse; ölüm döşeğinin
başucunda durup o hüzünlü olayı sevinçle karşılayacak birini yanında
bulamayacak kadar şanslı değildir; ciddî ve akıllı24 bir kişiyse,
hiç kuşkusuz son anda içinden: "Neyse ki bu ukalâ öğretmenden kurtuluyoruz,
nihayet rahat bir soluk alabiliriz. Hiçbirimize kötü davranmadı, ama içinden
bizi suçladığını sezinliyordum," diyecek birisi olacaktır mutlaka. Ciddî
adam için böyle söylerlerdi. Ama bizim durumumuzda, birçok kimsenin sonumuzu
görmekten mutluluk duymasına yol açacak ne çok başka neden var! Öyleyse ölüm
ânında bunu düşün, şöyle söyleyebilirsen yeryüzünden ayrılmak daha kolay olur:
"Çok tuhaf bir yaşamı ardımda bırakıyorum; uğrunda onca çaba harcadığım,
onlar için onca yakardığım, öylesine özen gösterdiğim arkadaşlarım bile, belki
de, ölümümden ötürü bir anlamda ferahlayacaklarını umarak, çekip gitmemi
istiyorlar," Öyleyse şu dünyada daha uzun kalmanın ne anlamı var? Ama
bundan ötürü dostlarından daha az sevgiyle ayrılma, karakterine bağlı kalmayı,
onlar için iyilik, sevecenlik duymayı sürdür. Bundan başka, sürükleniyormuşsun
gibi değil, güzel bir ölümle, ruhun bedeninden kayıyormuşça- sma ayrıl
onlardan. Yaşamını onlarınkiyle birleştiren, onlarınkine bağlayan doğadır
çünkü; ama şimdi düğümü koparıyor. Gerçekten de yakın akrabalarından
ayrılıyormuş gibi koparılıyorum onlardan, ama esef etmeksizin direnç
göstermeksizin. Çünkü bu da doğaya uygun eylemlerden biridir.
37
Birinin yaptığı her
eylemde, kendi kendine: "Bu adam bu eylemiyle neyi amaçlıyor?" diye
sormaya alıştır kendini, olabildiğince. Ama kendinden başla; önce kendini
incele.
38
Varlığının iplerini
devindiren25 gücün kendi içinde gizli olduğunu unutma: bu,
etkinliğin, yaşamın, denebilirse insanın kendisidir. Bunun niteliğini
tasarladığında, ne onu saran etten kılıfla kanştır, ne de ona yapışık
organlarla; çünkü bunlar elinde tuttuğun bir balta gibidirler, onlardan
yalnızca bedenine sımsıkı yapışık olmalarıyla ayrılırlar. Bu parçalar,
gerçekte, onları devindiren ve denetleyen neden olmaksızın, mekiğin dokumacıya,
kalemin yazara, kırbacın arabacıya olduğundan daha yararlı değildirler.
1
Ruh-beden ayrımı için bkz.
II 2 Not 2.
2
Bir kez daha 'Tanrı ya da
atomlar' çıkıyor karşımıza. Marcus Aurelius, takdiri ilahiden yana açıkça bir
tavır ortaya koymasa da, bu bölümün bütünü; tanrısal öngörüye dayanan Stoacı
dünya görüşünün doğruluğunu varsaymaktadır.
3
dönemsel olarak ateş
tarafından yakılıp yokedilen: bkz. V 13.
4
Stoacılar, dilin uzlaşımsal
değil, doğal kaynaklı olduğu savını öne sürdükleri için, onlara göre,
terimlerin anlamı, belirttikleri fikri doğrulamalı, onun bir kanıtını
oluşturmalıydı. Özellikle Epiktetos; Antistenes'in ve Sokrates'in geleneğini
benimseyerek, sözcüklerin özgün anlamına dönülmesinde direnmişti; Epiktetos'un
bu konuda bir de denemesi vardır.
5
Nitelemelerin ahlaksal
yönlendirilişi Epiktetos'ta da vardır; ancak Epiktetos'ta bunlar Stoacı kurama
göre, bir insan varlığı ya da ussal hayvan rolü oynamanın bir parçasını
oluşturan erdemler değil, toplumsal rollerdir (bkz. Cicero); insan ancak
insanın işlevini yerine getirerek, tanrılara benzeyebilir.
6
Gladyatörler gibi-,
Marcus Aurelius'un oyunlara karşı olumsuz tavrı için bkz. VI 46.
7
Mutlular Adaları:
doğru insanlara öldüklerinde ayrılan kusursuz mutluluk yeri; Okyanus'ta
oldukları sanılıyor. Marcus Aurelius zamanında bu deyim hemen hemen bir
atasözüne dönüşmüştü.
8
Tuna'nın karşı-yakasmda bir
kabile; Marcus Aurelius, Avidius Cassius'un başkaldırdığına ilişkin haberin
ardından, MS 175 yılında alelacele Sarmallarla bir silâh bırakışma yaptı.
Burada, Marcus belki de Sarmatları fethedişine (ya da fethetme planına)
'kozmik' bir görüngeden bakıyor; bu nedenle, MS 175 yılında Sarmaticııs
unvanını aldı.
9
Yöntem için bkz.
III11 Not 12.
10
Gücünün sınırları
içindeyken: karş Epiktetos'un, erdemin 'bize bağlı' ya da 'gücümüzün
sınırları içinde' olduğu düşüncesi.
11
Yargını ertele: neyi
istemen gerektiğinden (örneğin, doğru ve erdemli olanı) emin oluncaya dek
isteğini ertelemeni öneren Epiktetos ile karş.
12
Euripides'ten alıntı.
Stoacı evren (ya da onun içerdiği tanrısallık) fikrinin ışığında yorumlanmış.
Stoacılara göre, evren olumlu ve yaratıcı bir güçtür, biz de kendi
ussallığımızı (ya da tanrısallığımızı) devinime geçirerek yanıtlamalıyız onu.
13
"Dağda bir koyun
ağılına kapatılmış...": Platon'un Ttartetus'undan alıntı; yer değişikliğinin
gerçek anlamda bir şey değiştirmediği ana temasına üstü örtülü biçimde
bağlanıyor. Platon'un tümcesi, işi başından aşkın, sömürgen bir yöneticinin
sardonik bir biçimde betimlenmesinin bir bölümüdür; filozofla politikacı ya da
dünyasal bir kimse arasındaki karşıtlığın bir parçasını oluşturuyor.
14
"Şeylerin düşmesine
ya da havaya yükselmesine...": Antik düşünceye göre, sırasıyla çekim
gücü ve merkezkaç güç.
15
Croisos:
zenginliğiyle ünlü, son Lydia kralı (MÖ yakl. 560-546). MÖ 547-6'da Pers kralı
Sirus tarafından yenilgiye uğratıldı.
16
Yatağında tek başına...
: Marcus Aurelius burada, olasılıkla hasta bir kimseden sözediyor.
17
Bu tümce, iki fikri
birleştiriyor: 1) bütün insanların isteseler de istemeseler de yazgıya boyun
eğmek zorunda oldukları; 2) ussal hayvanların (yetişkin insanların) yazgıya
özgürce, başka bir söyleyişle, ussal olarak, onu takdiri İlâhi olarak kabul
edip boyun eğebilecekleri.
19
İlk üç ad (bilinmeyen),
çağdaş Akademi üyeleri olsa gerek (Sokrates/Platon'un izinden gidenler); Kriton
ve Ksenophon Sokrates'in öğrencileri olabilirler. Kri- ton'un adı Platon'un
diyaloglarından birine verilmiştir {Kriton). Ksenophon, Atinah tarihçi
(MS yakl. 428,354), Sokrates'in Savunması adlı bir kitap da yazmıştır.
Eutychion, Silvanus çağdaş Stoacılar olmalı; genç Plinius'un (MS 1. yüzyıl)
hocası olan Euphrates de; Tropaeophorus ve Alciphron'un kimlikleri bilinmiyor;
Severus (bkz. I 14.) olasılıkla, Sokrates'in dostları Kriton ve Ksenophon gibi,
filozof dostu. Marcus Aurelius, kendisini Sezaı'lardan birine benzetiyor
(lulius Caesaf dan Nero'ya kadar Roma hükümdarları).
20
Bu oldukça karışık bölümün
ana fikri, yazgı ile ilgili Stoacı düşünceden kaynaklanmaktadır. İnsan
ussallığı; evrensel nedensellik ve yazgıyla uyumludur. Fiziksel nesneler (örn.
bir yamaçtan yuvarlanan bir silindir) ancak, devinimlerini engelleyen dışsal
engeller olmadıkça doğalarının gereğim yerine getirebilirler. Oysa insan
doğası, ussal niteliğini koşullar ne olursa olsun ortaya koyabilir,
görünürdeki engelleri (onları yazgının gereği olarak kabul edip) yararlı bir
duruma getirebilir; bunu yaparken de, kozmik kentin 'yurttaşlığını' ortaya koyar;
bu kentin yasaları (ussal ilkeleri) olaylardan etkilenemez.
23
Şiirin ahlâksa! işlevi için
bkz. XI 6 'Yapraklar vb': Homeros, ilgada’nm ünlü bir bölümü.
24
Ciddî ve akıllı:
Marcus Aurelius'un (az sonra 'bizim durumumuz'a dönse de) aklında kendisi
değil, insanların Stoacı bir bilgeye (bir ideal dışında böyle biri varolmuşsa)
nasıl tepki gösterecekleri vardır.
25
Marcus Aurelius, burada,
kukla imgesini yeniden kullanıyor (bkz. III 16 Not 18); iplerin izlenimler ya
da duygular tarafından değil, yönetici ilke tarafından, kullandığı bedensel araçlarla
değil, etkin nedenle özdeşleştirilen insan'm kendisi tarafından
yönetildiğini belirtiyor Marcus Aurelius. Platon, bu imgeyi kullanırken,
insanların, ideal olarak, usun ya da yasanın 'altın ipleri'ne boyun eğmelerini
düşünüyor.
1
Ussal ruhun nitelikleri
şunlardır: kendi kendini görür, kendi kendini devindirir, kendi kendini
istemine göre biçimlendirir, ürettiği meyveleri devşirir (oysa bitkilerin
meyvelerini, hayvanlarınsa bunlara denk düşen ürünlerini başkaları derer), ölüm
onu hangi anda yakalarsa yakalasın, her zaman hedefine ulaşır; kesintilere
uğrasa bile, bir dansta, bir sahne oyununda ya da benzer sanatlarda olduğu
gibi, eyleminin tümü yarım kalmaz; nerede, hangi sahnede olursa olsun, son,
beklenmedik biçimde onu nerede yakalarsa yakalasın, önüne koyduğu hedefi tam
olarak gerçekleştirir; öyle ki, "Benim olan her şeye sahibim"
diyebilir.
Ussal ruh tüm
evreni ve onu kuşatan boşluğu baştan başa dolanır, biçimini inceler, zamanın
sonsuzluğuna uzanır, bütünün dönemsel olarak yenilenmesini kavrar, bizden
sonra geleceklerin yeni bir şey göremeyeceklerini bilir, bizden önce gelenlerin
daha çok şey görmemiş olmaları gibi, ama bir anlamda kırk yaşında birinin bir
parçacık aklı varsa, tüm olup bitenleri ve tüm olup bitecekleri görmüştür,
çünkü hepsi de birörnektir.
Ussal ruhun
öteki özellikleri, komşusunu sevmek, doğruluk, kendine saygı, kendisinden daha
değerli bir şeyin varolmadığından emin olmak; bu aynı zamanda yasanın da
özelliğidir. Bundan, doğru ilke ile adalet ilkesi arasında fark olmadığı
sonucu çıkar.
2
Bir şarkıyı, bir dansı, bir
güreşi1, bir ezgiyi tek tek notaların seslerine ayırır, her biri
için, onun seni etkilemeye yeterli olup olmadığını soracak olursan o şarkıyı
değerlendiremezsin, çünkü şaşıp kalırsın; dansta da, devinimlerle duruşları tek
tek ele alırsam aynı şey olur; güreşte de öyle. Öyleyse, erdem ve ondan
kaymaklanan şeyler dışında, bir bütünü onu oluşturan parçalara a yırarak
çözümlemeyi unutma2 böylece onların büyüsünün bozulduğunu gör. Bu
yöntemi yaşamının bütününe de uygula.
3 B»edenden ayrılma ânı geldiğinde, yokolmaya, ya da dağılmaya ya
da varlığını sürdürmeye hazır olan ruh ne olağanüstüdür! Ama bu hazır oluş,
ruhun özel bir yargısından kay- naklanrmalıdır, Hıristiyanlarda olduğu gibi3
salt bir diklafahhk- tan değil; başkalarını tiyatrovari pozlar takmmaksızm
i.<na edebilecek ciddî ve ağırbaşlı bir us yürütmeden kaynaklarmalıdır.
4
Toplumun yararı için iyi
bir eylem mi yaptım? Bundan ben de yarar görürüm. Bunu hep usunda tut ve böyle
eylemlerden 'vazgeçme.
5 İİşin nedir? İyi bir insan olmak. Ama bunu, evrensel doğayla
illgili olduğu kadar insanın bireysel yapısıyla da ilgili kuramsal. ilkelere
dayanarak değilse, nasıl başaracaksın?4
6
(Önce tragedya türü;
yaşamda nelerin olduğur.u, böyle şeylerim olmasının doğal olduğunu, seni
sahnede büyüleyen şeyin da. ha büyük bir sahne olan yaşam sahnesinde seai üzmemesi
gerektiğini anımsatmak için ortaya konmuştur. Eu olayların öylte olmalarının
kaçınılmaz olduğu ve "Ah, Kitharon!5" diye bağıran
kimselerin bile onlara katlanmak zorunda oldukları görülüiyor gerçekten. Tragedya
ozanları da bazı yararlı sözler söylermişlerdir. Örneğin, şu, özellikle
ünlüdür:
"Tanrılar eğer beni
ve iki çocuğumu terkettilerse,
biır hikmeti vardır bunun da"6
Ya da:
"IDış olaylara öfkelenme"7
Sconra şu:
"(Olgun başak gibi biç yaşamı"8
Bmnlar gibi daha birçokları.
Tragedyadan sonra, antik komedya geldi; bu komedyalar, özgür bir dille
seyircileri eğitme amacını güdüyor, açıksözlü- lüğüyle alçakgönüllülüğe
çağırıyordu onları. Diogenes9 de, benzer bir amaç için aynı
araçlardan yararlandı. Antik komedyadan sonra, orta komedyanın ne olduğunu
incelemeli, sonra da yeni komedyanın niçin ortaya çıktığını, nasıl yavaş yavaş
yozlaşarak taklide dayalı teknik inceliklere dönüştüğünü. Bu yazarların da
yararlı şeyler söyledikleri yadsınamaz; ama bu tür şiirin ya da dramatik
sanatın bütünüyle güttüğü amaç neydi?
7
Yaşamda hiçbir durumun
felsefeye şu anda içinde bulunduğun durum kadar uygun olmadığı nasıl da
şaşırtıcı ölçüde açık görünüyor sana!
8
Bir daldan kesilen bir
sürgün, ağacın bütününden kesilmiştir. Bunun gibi, bir insandan ayrılmış bir
insan, toplumun tümünden ayrılmış bulur kendini. Ama dalı bir başkası kesmiştir,
oysa insan içinde nefret ve düşmanlık beslerse komşusundan kendisi ayrılır;
böyle yapmakla aynı zamanda kendini toplumun tümünden ayırdığının ayrımına
varmaz. Ama insan toplumunun düzenleyicisi olan Zeus'un bize bağışladığı olağanüstü
yetenek sayesinde, komşularımızla yeniden bir araya gelip bütünün tamamlayıcı
bir parçasını oluşturabiliriz. Ancak bu ayrılıklar sık sık yinelenirse, ayrılan
parçanın bütünle yeniden birleşmesi ve bütünleşmesi güçleşir. Genel kural
olarak, başından beri ağaçla birlikte büyüyen ve onunla birlikte soluk alıp
veren dal, kesildikten sonra ona aşılanan daim aynı değildir, bahçıvanlar ne
derlerse desinler.
Onlarla aynı ağaçta büyü, ama onların fikirlerini paylaşma.
9
Doğru usun yolunda
ilerlerken önüne çıkanlar seni iyi davranmaktan alıkoyamadıkları gibi, onlara
karşı iyi tutumundan da caydıramazlar. İki durumda da, özdenetimini koru, yalnızca
yargında ve eyleminde kararlılığını değil, seni engellemeye ya da sana sıkıntı
vermeye çalışanlara karşı ılımlılığını sürdür. Onlara öfkelenmek, tıpkı
korktuğun için giriştiğin eylemi bırakıp kaçman gibi güçsüzlüğünün göstergesi
olacaktır. Yılgınlığa kapılanlar kadar doğanın onun akrabası ve arkadaşları
olarak yarattığı kimselere yabancılaşanlar da aynı ölçüde kaçaktırlar.
10
Doğa hiçbir durumda
sanattan daha aşağı değildir,10 çünkü sanatlar doğayı yansılarlar.
Bu böyle olduğuna göre, her bakımdan kusursuz olan ve her şeyi kapsayan doğayı
hiçbir teknik yetenek aşamaz. Öte yandan, her sanat daha yüce olanların
yararına daha aşağı olanları yaratır; evrensel doğa da aynı şeyi yapar. Adalet
buradan kaynaklanır, bütün öteki erdemler de adalete dayanır, çünkü ilgisiz
nesnelere değer verirsek, ya da kolayca kandırılırsak, yargıda bulunmakta
aceleci davranırsak, kararlı olmazsak, âdil olamayız.
11
Seni tedirgin eden, ardına
düştüğün ya da kaçtığın nesneler değildir; onlar sana gelmezler, sen gidersin
onlara. Bu nedenle onlar hakkmdaki yargında sakmımlı ol, o zaman onlar da
devinimsiz kalırlar, kimse de artık senin onların ardına düştüğünü ya da
onlardan kaçtığını görmez.
12
Ruhun küresi11
kendi dışında herhangi bir nesneye yönelmediği, içine kapanmadığı, dağılmadığı
ya da bunalıma girmediği; sayesinde her şeyin gerçeğini ve kendi içindeki
gerçeği gördüğü ışıkta pırıl pırıl parladığı zaman, biçimine sadık kalır.
13
Birisi beni küçümseyecek
mi? Varsın küçümsesin. Ama ben kendi adıma kimsenin küçümsenecek bir şey
yaptığımı ya da söylediğimi görmemesi için özen gösteririm. Birisi benden
nefret mi edecek? Varsın etsin. Ama ben herkese karşı iyiliksever ve iyi
niyetli olmayı sürdüreceğim, özellikle de o kişiye hatasını göstermeye hazır
olacağım; ama onu kınayarak ya da sabrımla ona gösteriş yapmaksızın, içtenlikli
ve sevecen bir biçimde yapacağım bunu, tıpkı ünlü Phocion12 gibi;
eğer olduğundan başka türlü görünmüyorsa. Çünkü insan, tanrılara hiçbir şeye
öfkelenmeye ya da yakınmaya eğilimli olmayan birisi gibi görünmek için
yüreğinin derinliklerinde böyle olmalıdır. Çünkü şu anda doğana uygun olanı
yapıyorsan, evrensel doğa için uygun olanı şu ya da bu yolla ortak yararın
gerçekleştirilmesi için çaba harcayan bir insan gibi hoşnutlukla karşılıyorsan,
başına ne kötülük gelebilir?
14
Birbirlerini küçümsüyorlar,
gene de birbirlerini pohpoh- luyorlar; birbirlerinden üstün olmak istiyorlar,
gene de birbirlerinin önünde saygıyla eğiliyorlar.
15 "Sana dürüst davranmak istiyorum" diyen kişi, nasıl da
yozdur, nasıl da ikiyüzlüdür. Sen ne yapıyorsun arkadaş? Bu sözlere ne gerek
var? Gerçek kendiliğinden açıklığa kavuşacak. Yüzünde yazmalı, sesinde
yankılanmak, gözlerinde parlamalı, tıpkı sevilenin, sevenin gözlerinde her şeyi
hemen okuması gibi. Basit ve dürüst insan tam anlamıyla böyle olmalıdır, tıpkı
yabanıl biri yanma yaklaşır yaklaşmaz, ister istemez onun hemen ayrımına varan
biri gibi. Ama basitmiş gibi görünmek, tıpkı kılıç gibidir. Kurdun kuzuya
gösterdiği dostluktan daha kötü bir şey yoktur; en çok bundan kaçın. İyi,
içten, sevecen bir insanın bu niteliklerini gözleri açığa vurur, bunlar senin
gözünden kaçmaz.13
16
En iyi biçimde yaşa; eğer
bir insan ilgisiz şeylere ilgisizce davranırsa, ruhunda bunu yapma gücünü
bulur. Bir insan; her şeyi bir bütün olarak ve onu oluşturan parçaları tek tek
inceler, bunların hiçbirinin bizde kendisi hakkında bir fikir yaratmadığını
usunda tutarsa, bize dek ulaşmadıklarını, tümünün de devi- nimsiz kaldıklarını
ve onlar hakkmda yargıya varanın, deyim yerindeyse, onları zihnimize kazıyanın
biz olduğumuzu (her ne kadar onları zihnimize kazımamak ve bunu bilinçsizce
yapacak olursak, onları hemen silmek elimizdeyse de) göz önünde bulundurursa,
onlara karşı ilgisiz kalır. Hem sonra, bu tür sorunlarla ancak kısa bir süre
ilgileneceğimizi, sonra yaşamımızın sonsuza dek sona ereceğini de unutma. Hem
bunda üzülecek ne var? Doğa böyle istiyorsa, sevin, her şey kolay gelir sana;
doğaya aykırı şeyler sözkonusuysa, kendi doğanla uyum içinde olanı ara ve o
amaca yönel, sana ün getirmese de. Çünkü kendi iyiliğini isteyen herkes her
zaman bağışlanmayı hak eder.
17
Her şeyin kökenini ve onu
oluşturan öğeleri, neye dönüşeceğini, dönüştükten sonra ne olacağını, bunun
sonucu olarak hiçbir zararın ortaya çıkmayacağını düşün.
18
Birincisi: başkalarına göre
konumum nedir ve nasıl oluyor da birbirimiz için geliyoruz dünyaya; başka bir
açıdan, ben nasıl onları korumak için doğdumsa, koç ve boğa da öyle korur
sürüsünü. Sonra daha yüksek bir ilkeye dön: her şey atomlardan oluşmuyorsa,
her şeyi yönetenin doğa olması gerekir, eğer böyleyse, aşağı şeyler, yüksek
şeyler için, yüksek şeyler de birbirleri için vardırlar.
İkincisi: sofrada, yatakta ve başka yerlerde nasıl varlıklar oldukları;
her şeyden önce de, düşüncelerinin onları ne gibi eylemlere zorladığı ve bu
eylemleri ne ölçüde gururla gerçekleşil rdikleri.
Üçüncüsü: yaptıklarını doğru olarak yapıyorlarsa, onlara kızmamaksın; ama
eğer yanlış yapıyorlarsa, istemeksizin ve bilincine varmaksızın böyle
davrandıkları açıktır; çünkü hiç kimse isteyerek kendini hakikatten yoksun
bırakmaz; her insana hak ettiği gibi davranma yetisinden de. Ne olursa olsun,
insanlar kendilerinden, adaletsiz, düşüncesiz, cimri, komşularına karşı
namussuzca davranan biri olarak sözedildiğini işitmekten rahatsız olurlar.
Dördüncüsü: sen kendin de sık sık yanlış yapıyorsun, tıpkı ötekiler
gibisin; bazı yanlışlardan kaçındığın doğruysa da, gene de bu yanlışlara
eğilimin var; ödleklik, başkaları ne der korkusu ya da bu tür başka bir
kötülükten ötürü çekiniyorsun yanlış yapmaktan.
Beşincisi: Onların yaptıklarının kötü olduğundan emin bile olamazsın:
çünkü birçok eylem belli bir amaçla yapılır; insanın başkalarının eylemleri
hakkında sağlam yargılara varabilmesi için çok şey bilmesi gerekir.
Altıncısı: Öfkeye yenik düştüğünde, insan yaşamının bir an sürdüğünü, çok
geçmeden hepimizin ölüm döşeğine uzanacağımızı düşün.
Yedincisi: Bizi tedirgin eden, insanların eylemleri değildir, çünkü bu
onların kendi yönetici ilkeleriyle ilgili bir sorundur; bizi tedirgin eden,
bizim onların eylemleri hakkmdaki yargı- mızdır. Öyleyse, şu ya da bu şeyle ilgili
yargını ortadan kaldır, öfken sona erer. Peki, bunu nasıl yapacaksın?
Başkalarının sana zarar veren bir davranışında senin için ahlaksal bakımdan
kötü bir şeyin bulunmadığını düşünerek; çünkü ahlaksal bakımdan kötü olanın tek
kötülük olduğu doğru olmasaydı, kaçınılmaz olarak sen de birçok suç işlerdin,
bir soyguncu ya da buna benzer bir şey olurdun.
Sekizincisi: Öfke ve üzüntü, bize, bizi öfkelendiren ya da üzen şeylerin
kendilerinden çok daha fazla zarar verir.
Dokuzuncusu:
İyilik; sahici ve yapmacıklıktan ya da iki-' yüzlülükten uzak olduğunda, alt
edilmezdir. İnsanlarm en küstahı bile; ona karşı iyi niyetli olmayı
sürdürürsen, uygun olduğunda, sana zarar vermeye çalıştığı anda ona yanlışını
dingince gösterebilirsen, ne kötülük yapabilir sana? "Hayır, sevgili oğlum,
dünyaya bambaşka bir amaçla geldik biz; zarar gören ben değilim, sensin sevgili
oğlum; kendi kendine zarar veren sen." Bunun böyle olduğunu, arıların ve
doğuştan toplumsal olan tüm öteki yaratıkların bile böyle davranmadıklarını
incelikle göster ona. Ama bunu, alaycı bir biçimde ya da azarlarmış gibi değil,
sevgiyle, kin beslemeden yap; bir öğretmen gibi ona ders verircesine, ya da
başkalarının gözüne iyi görünmek için değil, orada başkaları da olsa,
başbaşaymışsınız gibi.
Bu dokuz kuralı,
Musa'ların14 armağanıymış gibi akimda tut, canın tenindeyken insan
olmaya başla. İnsanlara öfkelenmemek kadar onlara dalkavukluk etmemeye de
dikkat et, çünkü bu iki kötülük de ortak çıkara aykırıdır ve zarara yol açar.
Öfkeye kapıldığın zaman, şunu akimda tut: tutkuya kapılmanın bir erkeklik
belirtisi olmadığını, sevecen ve nâzik olmak gerektiğini, çünkü bu
niteliklerin insancıl oldukları ölçüde erkekçe nitelikler olduğunu; gücenen,
incinen insanlarm değil, yalnızca bu niteliklerle donatılmış olanların gerçek
güce, sağlam sinirlere ve sağlam karaktere sahip olduklarını; çünkü insan
zihnini tutkulardan bağımsız kılmaya ne denli yaklaşırsa, güçlü olmaya da o
denli yaklaşır, çünkü öfke de, acı gibi güçsüzlük belirtisidir, çünkü bunlara
yenik düşen yaralanır ve düşmana teslim olur.
Dilersen,
Musagete'nin15 bu onuncu armağanını da kabul et: kötülerin hata
yapmamalarını beklemek deliliktir, çünkü bu, olanaksızı istemektir. Ama onların
başkalarına kötülük etmelerine izin vermek, ama sana kötülük yapmamalarını
beklemek ahmakça ve zorbacadır.16
19
Yönetici ilkenin şu dört
tutumundan özellikle her zaman sakınmalı, ayrımına varır varmaz onları ortadan
kaldırmalı, her biri için kendi kendine şunu anımsatmaksın: bu düşünce
gerekli değildir; bu öteki, toplumsal bağların gevşemesine yol açar; bu şimdi
söylemek üzere olduğun şey, yüreğinden gelmiyor, yüreğinden gelmeyen bir şeyi
söylemeyi daha da saçma saymalısın. Kendine yönelteceğin dördüncü kınama ise;
en tanrısal parçanın,17 en aşağılık ve en ölümcül parçana, bedenine
ve onun kaba bazlarına yenik düşmesi ve ona boyun eğmesidir.
20
Seni oluşturan havanın ve
ateşin tüm parçacıkları, doğaları gereği yükselme eğiliminde olmalarına
karşın, bütünün düzenine boyun eğerler ve burada, yeryüzünde, varlığının bir
parçasını oluşturdukları bileşimin içinde kalırlar. Aynı biçimde, içindeki
topraksı ve suyumsu parçacıklar da, doğal olarak aşağı doğru eğilimli
olmalarına karşın, yükselirler ve kendileri için doğal olmayan bir konumda
bulunurlar. Demek ki, öğeler de bütüne boyun eğerler ve yeniden dağılmaları
için kendilerine işaret verilenceye dek onlara ayrılan yerde kalırlar.18
Öyleyse,
yalnızca ussal parçanın konumuna razı olmaması, bundan ötürü öfkelenmesi saçma
değil mi? Ancak, ona, doğasına uygun olandan başka hiçbir zorlamada
bulunulmamıştır, ama bunu yadsır ve karşıt yolu tutar. Ama onu; haksızlığa, ölçüsüzlüğe,
öfkeye, acıya, korkuya iten neden, doğaya başkaldırmaktır. Yönetici ilken
belli bir olaydan ötürü ne zaman yakınsa, o anda da kendisine ayrılan
yerden ayrılır; çünkü o, insanlara âdil davranmak kadar kutsallık ve tanrılara
hizmet etmek için de yaratılmıştır. Bu iki erdem de, gerçekte, toplumsallığın
bütünleyici parçalarıdır ve adaletin uygulanmasından daha yücedirler.
21
"Yaşamdaki amacı19
tek ve her zaman aynı olmayan kişi, kendisi de yaşam boyu her zaman tek ve
aynı kalamaz." Burada ne tür bir amaca gönderme yapıldığı eklenmezse söz
yarım kalacaktır. Çünkü insanların çoğunluğu, şu ya da bu biçimde iyi olarak
kabul edilen bütün şeyler hakkında aynı fikirde olmadıkları, yalnızca bazıları
hakkında, ortak ve toplumsal yararla ilgili olanlar hakkında aynı fikirde
oldukları için, bizim de kendimiz için belirlediğimiz amaç, toplumun amacı
olmalıdır. Her kim bütün çabasını bu amaca yöneltirse, her zaman tutarlı bir
biçimde davranacak, bunun sayesinde kendi içinde de her zaman aynı kalacaktır.
22
Dağ faresi ile kent faresi,
İkincisinin yılgısı, tedirginliği.20
23
Sokrates yığınların
fikirlerine Lamiae derdi - çocukları korkutan umacılar.21
24
Ispartalılar, festivallerde
yabancıların oturması için gölgeye sandalyeler koyarlar, kendileri ise nerede
olursa orada otururlardı.
25
Sokrates, Perdiccas'a22
çağrısını geri çevirmesinin nedenini şöyle açıklamıştı: "Ölümlerin en
çirkiniyle ölmek istemediğim için", başka sözcüklerle, karşılık
veremeyeceği hiçbir iyiliği kabul etmek istemediği için.
26
Epikurosçularm yazılarında,
insanın erdemli bir yaşam sürmüş eski bilgelerden bir örneği her zaman zihninde
tutması ilkesi yer alır.23
27
Pythagorasçılar şöyle
derler: "Gün ağardığında ilk işin gözlerini gökyüzüne kaldırmak
olsun," çünkü bu sana işlerini her zaman aynı kurallara uygun olarak ve
aynı biçimde yapan insanları anımsatır; aynı zamanda onların düzenliliğini,
arılığını, çıplaklığını; çünkü yıldızların örtüsü yoktur.24
28
Ksantippe pelerinini alıp
gittiği zaman Sokrates'in nasıl bir koyun postuna sarınmış olarak kaldığını
düşün; onu o kılıkta görünce şaşkınlık içinde uzaklaşan arkadaşlarına ne
dediğini düşün.25
29
Önce okumayı ve yazmayı
öğrenmeden, okuma yazma öğretmeni olamazsın. Yaşamak da böyledir.
30
"Köle olarak doğdun
sen, usunu kullanmaya hakkın yok."26
31
"Kahkahalarla güldüm
içimden geldiğince."27
32
"Yaralayıcı
sözcüklerle suçlayacaklar erdemi."28
33
"Kışın incir istemek
için insan deli olmah, tıpkı artık çocuk sahibi olamayacak yaşta birinin çocuk
istemesi gibi."29
34
Epiktetos, insanın kendi
çocuğunu öperken, kendi kendine şöyle demesi gerektiğini söylüyordu:
"Belki de yarın öleceksin." "Ama bunlar uğursuzluk getiren
sözler." "Hiç de değil," diye yanıtladı Epiktetos, "Bunlar
yalnızca" doğal bir olayı dile getiren sözcükler; yoksa başakların
biçildiğini söylemek de uğursuzluk getirirdi."30
35
Koruk, olgunlaşmış üzüm,
kuru üzüm. Bunların tümü de dönüşümdür, varolmamaya değil, henüz varolmamış
olana.31
36
"Hiç kimse bizden
istemimizi çalamaz," diyor Epikte- tos. 32
37
Şunu da söylüyor Epiktetos:
"Bir onaylama sanatı bulmalıyız; dürtülerimize gelince, onların her zaman
serinkanlılığa bağlı kalması, ortak iyiliği gözetmesi ve her nesnenin değeriyle
orantılı olması için özen göstermeliyiz; öte yandan, aşırı isteklerden
kaçınmalı, bizim denetimimize bağlı olmayan hiçbir şeyin ardına düşmekten ya
da ondan kaçınmaya çalışmaktan sakınmalıyız."33
38
"Önemsiz bir konuyu
tartışmıyoruz," dedi, "deli mi yoksa akıllı mı olacağımızı
tartışıyoruz."34
39
Sokrates şöyle diyordu:
"Ne istiyorsunuz? Ussal varlıkların mı, yoksa ussal olmayan varlıkların
mı ruhuna sahip olmak?" "Ussal varlıkların ruhuna." "Hangi
ussal varlıkların, sağlıklı olanların mı, yoksa yoz olanların mı?"
"Sağlıklı olanların." "Öyleyse niçin aramıyorsunuz onu?"
"Çünkü ona sahibiz." Öyleyse bu kavga, bu uyuşmazlık neden?"35
1 Eski Yunanda boks ve güreş karışımı bir tür spor,
yumruk dövüşü: pancratium.
1 Bir bütünü onu oluşturan parçalara ayırarak-,
çözümleme yöntemi için bkz. III1.
3
Düşünceler'de, Hıristiyanlara
yapılan tek gönderme. Bu gönderme, kimi yo» rumcular tarafından bir açımlama
sayılmıştır; kimileri ise, Hıristiyanlara örtük bir biçimde göndermede
bulunulduğu görüşündedirler. Marcus Aurelius'un, Düşünceler'de,
Hıristiyanlara karşı kişisel tavrının oldukça sınırlı ve belirsiz bir
kanıtını sunduğu söylenebilir. Öte yandan, Marcus Aurelius'un hükümdarlığı
sırasında meydana gelen kovuşturmalara karşın, imparator hakkında birçok olumlu
kanıt bulunduğu göz önüne alınırsa, Hıristiyanların Marcus Aurelius'a karşı
tavrını betimlemek çok daha kolaydır; Marcus Aurelius, bu kovuşturmalardan
hiçbir zaman kişisel olarak sorumlu değildi.
Kimi bilginler, "Hıristiyanlarda olduğu
gibi": sözcüklerinin, elyazması geleneğine daha sonra eklendiğini
düşünmektedirler. Eğer bu sözcükler Marcus Aurelius'a dek geri gidiyorsa,
eyalet valisi Plinius'la imparator Traianus arasındaki mektuplarda dile
getirilen görüşü yansıtmaktadır. Buna göre, Hıristiyanların inançlarından
vazgeçmeyi reddetmeleri, sapkın bir 'inatçılık' gösterir; bu da başlı başına
cezalandırılmayı gerektirir. Düşünceler'de Hıristiyanlara yapılan tek
gönderme budur; bu din o tarihte imparatorluğun Batı kesiminde önemli olmamış
olabilir.
4
Stoacı hedef (telos)
kavramı, kimi zaman insanın (ussal) doğasının gerçekleştirilmesi, kimi zaman
da evrensel (kozmik) doğa bakımından betimlenmiştir.
5
"Ah!
Kithaironl": Sofokles, Kral Oidipus'tan alıntı. Marcus Aurelius
burada, Aristoteles'in Poetika'sı, Horatius'un Şiir Sanatı gibi
yazın kuramı kitaplarında daha yaygın olarak ele alman bir temayı ele alıyor.
Şiirin güçlü bir biçimde ahlaksal açıdan ele alınması, Stoacılığın belirgin
özelliğidir. Epiktetos'un Söylemler'!, De Lacy'nin Ah Kithaironl'u,
Sofokles'in Kral Oidipııs'u gibi. Öteki alıntılar için bkz. VII 38-41 Not
14, 15, 16 17. Antik komedyanın yeni komedyaya (Menandros'tan çok,
Aristophanes'in) yeğ tutulması, Marcus Aurelius'un 'kinik' dobra dobracılıktan
hoşlandığını yansıtır (MÖ 4. yüzyılda yaşamış, kinizmin kurucusu Diogenes'in
adının anılmasına dikkat edin).
9
Bkz. VIII Not 3. Diogenes
Laertius'un, birkaç tragedya atfettiği Sinop'lu Dioge- nes'e bu gönderme;
yalnızca antik komedilerde değil (Aristophanes), aynı zamanda kiniklerin ahlâk
öğretilerinde de, sözcüklerin özgürlüğünün önemiyle açıklanır.
10
Doğa hiçbir durumda...:
alıntının kaynağı bilinmiyor.
11
Küre: bkz. yuk.
VIII41 Not 24.
12
Plıocion: Atinah
general ve politikacı, başarılı, ama tartışmalı bir yaşamın ardından, MÖ
318'de ihanetle suçlanarak ölüm cezasına çarptırılmıştı. İdamından önce, oğluna
gönderdiği bir mesajda, ölümünden ötürü Atmalılara karş kin beslememesini
öğütlemişti. Plutarkhos: Plıocion (ve başka kaynaklar).
Karakterin bedenin
görünümlerinde yansıması hak. bkz. VII60. Musa'lar (çoğ. mıısae):
Yunan mitolojisinde esin perileri (Çev). Musagete: Musa'ların korosunu
yöneten Apollon'un sıfatı.
Eski pratik ahlâkın bellibaşlı bir teması üstüne Marcus
Aurelius'un yazdığı en uzun bölüm; Marcus'u en çok ilgilendiren denemeler,
Seneca'nm Öfke Konusunda Stoacı ile Plutarkhos'un daha eklektik Öfkenin
Denetlenmesi'd ir. Bu denemelerle karşılaştırıldığında, Marcus Aurelius'un
bu bölümünde başlıca iki nokta vurgulanmaktadır. 1) Bu bölüm, (bir imparatorun
çok seyrek olarak karşılaşabileceği) kişisel hakaretlerden çok, nesnel olarak
gerekçeye dayanan öfke üstünde odaklanmaktadır. 2) Toplumsal yaratıklar olarak
doğamızın içerdikleri; insanları öfke uyandıran bir biçimde davranmaya iten
yanlış inançları hesaba katmanın önemi ve onlara daha iyi davranmayı öğretmek
üstünde durmaktadır; insanın kendi kişisel tepkilerini denetlemesi, böylece
duygusallığı önlemesi üstünde, başka denemelerde olduğundan daha az
odaklanmaktadır. Ayr. bkz. VII 26.
En tanrısal parça: yönetici ilke; bedenle
arasındaki hemen hemen Platoncu çelişki için bkz. II2 Not 2.
Bileşimimizdeki havasal ya da soluksal ve ateşli öğeler
(daha yüksek, daha 'tanrısal' öğeler) doğal olarak kendi türleriyle birleşme
eğiliminde olsalar da (karş. IX 9), ölümümüzün yazgılı olduğu zamana dek onlar
da bedensel bütünün parçası olarak kalmalıdırlar; işaret verilinceye dek:
takdiri ilahi tarafından (karş. VI 36, XII26.) İntihar karşıtı sav, Sokrates'in
Plraerinıs'unda öne sürdüğü savın kuramsal bakımdan daha gelişmiş bir
çeşitlemesidir.
"Yaşamdaki amacı..." : bu tür anlatımın
bir örneği için bkz. Cicero, Görevler Üstüne; ancak bu yapıt, nesnel
olarak iyi ve toplumsal olarak yararlı (bkz. VII 15) olana yönelmek kadar, bir
birey olarak kendi içinde tutarlılığa da yönelmek gerektiğini öne sürmektedir.
Aisopos'un, başkaları arasında, Babrius ve Horatius'un (Yergiler)
örnek aldıkları tanınmış bir masalı. Kent faresiyle dağ faresinin (genellikle
'tarla' faresi) öyküsü için bkz. Horatius, Yergiler; anlaşıldığına
göre, bu eksik yorum (örn. VII. III, ürkmüş farelerin çılgınca
koşuşturmaları gibi), Marcus Aurelius'un dünya görüşünün kinik yanını
yansıtıyor.
Bkz. Platon, Phaedon; Kriton. Alıntı,
olasılıkla, Epiktetos'tandır. Karş. Epiktetos, Söylemler, Platon'un Plıaedon'vına
gönderme; her iki pasaj da, ölüm sonrasına ilişkin yaygın öykülere ilişkindir.
Aslında, Perdiccas'm evlilikdışı oğlu ve Makedonya
kralı Archelaus sözkonusu burada (Platon, Gorgias). Olasılıkla, bir dil
sürçmesi sonucu, Archelaus yerine Perdiccas denmiş; bkz. Diogenes Laertius, Sokrates'in
Yaşamı. Ne demek istendiği çok açık değil.
Usener; Seneca, Lucflius'a
Mektuplar.
Yıldızların, kozmik düzenin örneği olması hak. bkz.
Cicero, Tanrıların Doğası (Niteliği) Hakkında.; ayr. bkz. Platon, Timaios.
Pythagorasçılar (MO 6-5. yüzyıl Yunan düşünürleri), burada bu fikrin
önceleyicileri olarak sunuluyor; çıplaklık: Düşünceler'de yinelenen bir
fikir; bkz. 3.11'e ilişkin notun sonu. (Bkz. VII47.) Sokrates, kaynaklarımızda
yalnızca bir pelerin, altına da, alışılagelmiş tünik değil, kalçalarını örten
bir kumaş sarınmış biri olarak beliriyor; (başka yerlerde rastlanmayan) bu
anlatı, Sokrates'in toplumsal geleneklere aldırmay ışına daya' nıyor.
26
Bilinmeyen bir tragedya
ozanından bir dize.
28
Homeros, Odysseia
(Odysseus, Kikloplara karşı kazandığı zaferden ötürü memnundur); anlam
belirsiz.
29
Hesiodos, İşler ve
Günler, erdem sözcüğünün kullanılmasıyla daha ahlâksal kılınmış.
30
- 34 numaralı notlar
(34-38. bölümler), Epiktetos'un Söylemler'ine gönderme yapmaktadır.
35 Marcus Aurelius'un bu
alıntıyı nereden yaptığı bilinmiyor.
1
Dolaylı yollardan elde
etmeyi umduğun bütün şeyleri, onları sen kendin yadsımadıkça, hemen elde
edebilirsin; yani tüm geçmişini ardında bırakabilir, geleceğini tanrısal
öngörüye emanet eder, yalnızca şimdiyle ilgilenir, onu kutsallığa ve adalete
yöneltirsen: payına düşeni sevinçle kabul etmek için kutsallığa -çünkü bu sana
doğa tarafından verilmiş, sen de ona verilmişsin- sözcükleri döndürüp
dolaştırmaksızm serbestçe söylemek ve yalnızca yasaya ve şeylerin içsel
değerlerine uygun şeyleri yapmak için adalete. Başkalarının kötülüğünün,
yargısının, ya da sözlerinin, seni saran şu zavallı tenin duygulanımlarının
seni engellemesine izin verme: bırak, duyuya boyun eğen parçan bununla kendisi
ilgilensin.
Bunun için eğer sahneden çıkma ânın geldiğinde, her şeyi bir yana bırakıp
yalnızca yönetici ilkene ve içindeki tanrısal öğeye saygı gösterirsen;
korktuğun şey, bir gün kaçınılmaz olarak yaşamının sona ereceği değil, hiçbir
zaman doğaya uygun olarak yaşamaya başlayamayacağmsa, o zaman seni yaratan
evrene lâyık bir insan olacaksın; kendi yurdunda bir yabancı gibi olmaktan, her
gün olup biten şeylere beklenmedik şeylermiş gibi şaşmaktan, bir şuna, bir
buna bağımlı olmaktan kurtulacaksın.
2
Tanrı her birimizin
yönetici ilkesini; maddesel kabuğundan, zarından, çöpünden sıyrılmış olarak
görür1; çünkü katıksız zihniyle, yalnızca ondan türeyen ve içimize
akan şeylere dokunur o. Sen de böyle davranmayı alışkanlık haline getirirsen,
şimdi düşünceni çelen her şeyden kurtulursun. Çünkü kendisini saran etten
kılıfa önem vermeyen insan giysilere, evlere, üne, bütün bu süslü püslü,
göstermelik şeylere vakit harcar mı?
3
Seni oluşturan üç öge
vardır: beden, soluk ve zihin.2 İlk ikisi, onlara özen gösterdiğin
ölçüde şenindir; yalnızca üçüncü- sü tam anlamıyla şenindir. Bu nedenle,
başkalarının yaptıkları ya da söyledikleri her şeyi; kendin yaptığın ya da
söylediğin her şeyi; gelecekle ilgili olarak seni tedirgin eden her şeyi; seni
saran bedeninin ve onunla birleşmiş yaşam soluğunun bir parçası olan,
isteminden bağımsız olarak sana bağlanan her şeyi ve çevrende bir burgaç gibi
dönüp duran her şeyi kendinden, yani zihninden uzaklaştırabilirsen, böylece
yazgının zincirlerinden kurtulmuş olan zihinsel gücün katıksız ve bağımsız bir
yaşam sürebilir: doğru olanı yaparak, her ne olursa olsun olup bitenleri kabul
ederek ve doğruyu söyleyerek - eğer dışsal izlenimlere bağımlı olan her şeyi,
gelecekteki ya da geçip gitmiş her şeyi yönetici ilkenden ayırabilirsen ve
kendini, Empedokles'in sözleriyle,
"dairesel yalnızlığın tadını çıkaran
yusyuvarlak bir küre"3
yapabilirsen, yalnızca yaşamakta olduğun ânı, yani şimdiki zamanı
yaşamak için çaba harcarsan, geri kalan zamanını ölünceye dek dinginlik ve
sevecenlikle, içinde barınan koruyucu ruhla barış içinde geçirebilirsin.
4
İnsanın herkesten çok
kendisini sevmesine, gene de kendisinin kendi hakkmdaki yargısına
başkalarmınkinden daha az değer vermesine sık sık şaşarım. Hiç kuşku yok, bir
tanrı ya da akıllı bir öğretmen karşısına çıkıp, zihninde belirir belirmez
yüksek sesle dile getiremeyeceği hiçbir şeyi tasarlamamasını, düşünmemesini
buyursaydı, bir gün bile katlanamazdı buna. Böylece, yakınlarımızın bizim
hakkımızda düşündüklerine, bizim kendi hakkımızdaki düşüncelerimizden çok daha
fazla saygı duyuyoruz.
5
Tanrılar her şeyi insanlar
için öylesine iyi, öylesine sevgiyle düzenledikleri halde, nasıl oldu da şu
biricik şeyin ayrımına varmadılar? Kimi insanlar, özellikle de en iyileri
-denebi-
lirse, tanrısallıkla en sıkı bağları olan ve kutsal eylemler ve törenlerle
onlara en yakın olanlar- bir kez ölünce, nasıl oluyor da yaşama yeniden
dönmüyorlar, sonsuza dek yokoluyorlar?4
İyi insanlarm yazgısı buysa, hiç kuşkusuz, tanrılar, eğer ge- rekseydi,
durumu başka türlü düzenlerlerdi. Çünkü eğer bu âdil olsaydı, aynı zamanda
olanaklı olurdu, eğer doğaya uygun olsaydı, doğa araya girerdi. Bu nedenle,
bunun böyle olmadığı olgusundan (gerçekten de böyle olmadığına göre), başka
türlü olmaması gerektiği sonucunu çıkarsayabiliriz. Böylesine saçma sorularla,
tanrılarla tartıştığını sen kendin de görebilirsin. Ama, tam anlamıyla iyi ve
âdil olmasaydılar, tanrılarla tartışamazdık; böyle olduğuna göre, kuşkusuz,
kendi düzenledikleri evrenin bazı parçalarının haksız ve mantıksızca ihmal
edilmesine izin vermezlerdi.
6
Başaracağını sanmadığın
şeyleri de yap. Çünkü sol el de, alıştırma yapmadığı için başka her şeyde
yetersiz olmasına karşın, sürekli alıştırma sayesinde dizginleri sağ elden
daha güçlü kavrar.
7
Ölüm seni almaya
geldiğinde, bedence ve ruhça nasıl olman gerektiğini düşün: yaşamın kısalığını;
yaşamının önünde ve ardında sonsuzca uzayıp giden zamanı; maddesel olan her
şeyin dayanıksızlığını düşün.
8
Şeylerin derinde yatan,
kabuğundan sıyrılmış nedenlerine bak; eylemlerinin birbiriyle bağıntısını,
acının, hazzın, ölümün, ünün doğasını; insanın gönlünde sıkıntı varsa, bunun
nedeninin kim olduğunu, hiç kimsenin başkalarınca engellenemeyeceğini ve her
şeyin, hakkında bulunduğumuz yargıdan başka bir şey olmadığını düşün.
9
İlkelerinin uygulamasında,
bir gladyatöre değil, bir boksöre benze; çünkü gladyatör kulandığı kılıcı
bırakır, sonra gene alır; boksörün ise yumruğu hep hazırdır, bütün yapması gereken
onu sıkmaktır.
10
Şeyleri gerçekte oldukları
gibi görmesini bil, onları madde, neden5 ve ilişkilerine ayırarak.
11
İnsanoğlunun, Tanrı'nın
övdüğü şeylerden başka bir şey yapmama ve Tanrı'nm ona vereceği her şeyi,
doğaya uygun olduğu için kabul etme özgürlüğü ne büyük bir özgürlüktür!
12
Doğaya uygun olarak olup
bitenler için tanrılar suçlanmamak, çünkü onlar bilerek ya da bilmeyerek hiç
yanlış yapmazlar; insanları da suçlamamalı, çünkü yalnızca istemeyerek yanlış
yaparlar. Bu nedenle hiç kimse suçlanmamalıdır.
13
Yaşamda meydana gelen
olayların bir tekine bile şaşan insan nasıl da gülünç ve bu dünyada nasıl da
yabancıdır!
14
Ya kaçınılmaz bir yazgı ve
katı bir düzen, ya bağışlayan bir tanrı, ya da amaçtan ve yol göstericiden
yoksun bir kargaşa. Mutlak bir kaçınılmazlıksa, niçin karşı koyuyorsun?
Bağışlayıcı bir tanrıysa, tanrısal yardıma değer kıl kendini. Yönetilemez bir
karışıklıksa, böylesine fırtınalı bir denizde seni yöneten bir zihnin olduğu
için sevin ve eğer dalgalar seni sürüklerse, bırak zavallı tenini ve soluğunu
ve geri kalan parçalarını sürüklesinler; çünkü zihnini hiçbir zaman
sürükleyemeyeceklerdir6.
15
Lâmbanın ışığı, sönünceye
dek aydınlığını yitirmeksizin parlamayı sürdürürken, içindeki gerçeğin,
adaletin, ılımlılığın sen sona varmadan önce söneceğini mi sanıyorsun?
16
Birisinin kusur işlediği
izlenimini edindiğin zaman, "Bunun tam anlamıyla bir kusur olduğunu nasıl
bilebilirim?" diye sor kendi kendine. Gerçekten de bir kusur işlemişse,
bundan ötürü, kendi yüzüne tokat atan biri gibi, kendi kendini cezalandırmadığını
nasıl bilebilirim? Kötülerin kusur işlememelerini isteyen kişi; incir ağacının
meyvelerinde acı süt üretmemesini, bebeklerin ağlamamalarını, atların
kişnememelerini, başka kaçınılmaz şeylerin olmamasını isteyen kişiye benzer.
Kötü bir karakteri olan kişiden kötülükten başka ne bekleyebilirsin? Elinden
gelirse iyileştir onu.
17
Bir şey doğru değilse, onu
yapma; gerçek değilse, söyleme.
18
Dürtün, sürekli olarak
imgeleminde bir izlenim bırakan şeyin ne olduğunu görmeye, o nesneyi neden,
madde, bağıntı ve kaçınılmaz olarak yokolacağı zaman bakımından çözümleyerek
incelemeye yönelik olsun.
19
içinde, tutkuları üreten ve
seni bir kukla gibi oynatan şeylerden daha güçlü, daha tanrısal bir şeyin
varlığının ayrımına varmanın zamanı geldi. Şu anda zihnimi işgal eden ne? Korku
mu? Kuşku mu? Arzu mu? Ya da bunlara benzer başka bir şey mi?
20
Birincisi: hiçbir şeyi
rastgele ya da amaçsız yapma. İkincisi: ortak yararla ilgili olmayan hiçbir
amaca yönelme.
21
Bir süre daha, sonra hiçbir
yerde hiç kimse olmayacaksın; şimdi gördüğün hiçbir şey de varolmayacak artık,
şimdi yaşayan insanların hiçbiri de. Çünkü, doğanın yasasına göre her şey
değişir, dönüşür ve yokolur, yerlerini başkaları alsın diye.
22
Her şey senin düşüncene
bağlı; düşüncen de sana. Bunun için, istediğin zaman düşünceni ortadan kaldır,
burnu döner dönmez, dingin bir denizde, tek bir dalganın bile olmadığı bir
koyda bulursun kendini.
23
Hangi eylem olursa olsun,
bir eylem zamanında tamamlanırsa, sona ermiş olmaktan ötürü hiçbir zarar
görmez; ne de aynı nedenden ötürü, bu eylemi yapan, eylemi sona erdiği için bir
zarar görür. Tüm eylemlerimizin toplamı olan yaşam da böyledir, vakti
geldiğinde sona ererse sona ermiş olmaktan hiçbir zarar görmez, ne de bu
eylemler dizisine uygun bir anda son veren kişi zarar görür. Böylece, bir bütün
olarak eylemlerimizin tümü, yani yaşam, uygun bir anda sona ererse, sona ermiş
olmaktan hiçbir zarar görmez, ne de bu eylemler dizisine uygun anda son veren
kişi zarar görür. Zamanı ve sonu kesin olarak belirleyen doğadır; kimi zaman
bireysel doğamızdır, yaşlılıkta olduğu gibi, ama her durumda evrensel doğadır,
parçalarını sürekli olarak değiştirerek evrenin bütününü sonsuza dek genç ve
canlılığının doruğunda tutan evrensel doğa. Bütüne yararlı olan her zaman
güzel ve uygundur. Bu nedenle, yaşamın sona ermesi birey için onur kırıcı bir
şey değildir, çünkü ne onun özgür istemine bağlıdır, ne de toplumun yararına aykırıdır:
tersine bütün için zamanında meydana gelen bir şey olduğundan ona yarar sağlar
-bireyin kendisinin de ondan yarar sağladığı gibi. Tanrı'nm yönlendirdiği
insan, Tanrı'yla aynı yönde yürüyen, zihnini aynı amaca yönelten insan, Tanrı
tarafından yönlendirilmiş insandır.
24
Şu üç düşünceyi her zaman
aklında tut: birincisi, hiçbir zaman belirli bir amacın olmaksızın, ya da
Adalet'in kendisinin yapacağından başka türlü eyleme girişme; dışarıdan başma
ne gelirse, ya rastlantıyla ya da İlâhî takdirle gelir, ama ne birini suçlamah,
ne ötekini. İkincisi, her bireyin; dölyatağma düştüğünden ilk soluğuna, ilk
soluğundan son soluğuna dek nasıl bir yapısı olduğu, hangi öğelerden oluştuğu
ve hangi öğelere ayrışacağı. Üçüncüsü: ansızın göğe yükselecek ve yeryüzünde- ki
insan yaşamının tüm çeşitliliğini yukarıdan seyredecek olsaydın, onu
küçümserdin, çünkü aynı zamanda çevreni kuşatan, havadan ve eterden
varlıklarla dolu uzayı görürdün; göğe ne denli sık yükselirsen yüksel hep aynı
şeyleri görürdün: tümü de aynı, tümü de kısa ömürlü - bunun için mi
gururlanıyoruz kendimizle1.7
25
Kanıyı başından at,
kurtulursun. Bunu yapmanı kim önlüyor?
26
Ne zaman bir şeye üzülsen,
her şeyin evrenin doğasıyla uyum içinde meydana geldiğini; bir başkasının
yanlışının senin değil, onu yapanın yanlışı olduğunu; olup biten her şeyin her
zaman olmuş olduğunu, her zaman da olacağını, şu anda bile her yerde olmakta
olduğunu unutuyorsun; her insanın tüm insan soyuyla nasıl yakın bir
akrabalığının olduğunu, çünkü bunun bir kan ya da tohum bağı değil, zihin bağı
olduğunu da unutuyorsun. Bundan başka, her insanın zihninin tanrısal olduğunu,
Tanrı'dan geldiğini; hiçbir şeyin hiç kimsenin olmadığını; çocuğunun,
bedeninin hatta ruhunun bile Tanrı'dan geldiğini; her şeyin senin onu
düşündüğün gibi olduğunu; her insanın yalnızca şu anda yaşadığını, yalnızca şu
ânı yitireceğini de unutuyorsun.
27
İncir çekirdeğini
doldurmayan bir şey için öfkeye kapılan, ünün, talihsizliğin ya da nefretin
doruğuna çıkmış olanları sürekli olarak akima getir. Sonra düşün: "Bütün
bu insanlar nerede şimdi?" Duman, kül, efsane, hatta artık efsane bile
değil. Buna benzer şeyleri de düşün: Fabius Catullinus'u kırda, Lusi- us
Lupus'u bahçesinde, Stertinius'u Baiae'de, Tiberius'u Cap- ri'de, sonra Velius
Rufus'u8 ve genellikle boş gurura dayanan şeyler karşısında
takınılan çeşitli tavırları; insanların, uğrunda çaba harcadıkları şeylerin ne
denli değersiz olduklarını, her durumda kendilerini doğru, ılımlı, tanrılara
boyun eğen kişiler olarak göstermelerinin çok daha bilgece olduğunu düşün; çünkü
gururdan bağımsız olmakla gururlanmak gururların en kötüsüdür.
28
Sana, "Tanrıları
nerede gördün, varolduklarını nereden öğrendin de böyle tapıyorsun
onlara?" diye soran olursa, şöyle yanıt ver: ilkin, onları gözlerimizle
görebiliriz,9 kendi ruhumu da hiç görmedim, ama ona saygı duyuyorum.
Tanrılar için de böyledir: yaşamımın her ânında onların gücü hakkında edindiğim
deneyimlerden onların varoldukları sonucuna varıyorum, bunun için de onlara
saygı gösteriyorum.
29
Yaşamımızın kurtuluşu, her
şeyi tüm doğasıyla, hem öz- deksel, hem de nedensel yanıyla, olduğu gibi
görmekte; yani maddesinin ve nedeninin ne olduğunu görmekte; bütün ruhumuzla
doğru eylemleri yapmakta ve doğru söylemekte yatar. Aralarında en küçük bir
boşluk bile bırakmaksızın, iyi bir eylemin ardından başka bir iyi eylem
yaparak, yaşamın tadına varmaktan başka ne kalıyor geriye?
30
Güneş ışığı; duvarlar,
dağlar, binlerce başka engellerle bolünse de birdir. Ortak töz, sonsuz sayıda
bireysel varlıklara bolünse de birdir. Ruh, sayısız doğal biçimlere ve bireysel
karakterlere bolünse de birdir. Ussal ruh, bölünmüş görünse de birdir.10
Yukarıda andığımız şeylerin öteki parçaları -örneğin, organik varlıkların
yaşamsal soluğu ve inorganik varlıklar- birlik ilkesi ve tümünün de aynı
merkeze doğru çekilmesi olgusu onları ne denli bir arada tutarsa tutsun,
birbirlerine yabancıdırlar. Ama benzerine yönelmek ve onunla birleşmek zihnin
kendine özgü niteliğidir ve zihnin toplumsal içgüdüsü engel tanımaz.
31
Ne istiyorsun? Daha uzun
yaşamak mı? Yalnızca duyuların ve içgüdülerin mi olsun istiyorsun?
Büyümek, sonra da büyümenin durmasını mı? Dilini ve zihnini kullanmak mı?
Bunların hangileri sana istemeye değer görünüyor? Bütün bu şeyler küçümsemeye
değerse, usun ve Tanrı'nm ardından git. Ama öteki şeylere değer vermek, ölümün
bizi onlardan yoksun bırakacağını düşünerek üzülmek, bu amaçla açıkça çelişir.
32
Her insana sonsuz zaman
uçurumunun ne denli küçük bir parçası ayrılmıştır! Ve nasıl bir anda
sonsuzluğun içinde yokolup gider! Evrensel özdeğin, evrensel ruhun hangi küçük
parçası! Yeryüzünün hangi küçük toprak parçacığı üstünde sürükleniyorsun!
Bütün bunları göz önüne alarak, şundan başka önemli hiçbir şeyin olmadığını
düşün: bireysel doğanın seni yönelttiği şeyi yapmak, evrensel doğanın sana
getirdiğini kabul etmek.
33
Yönetici ilken, kendi
kendinden nasıl yararlanır? Çünkü her şey buna bağlı. Geri kalan, senin
istemine bağlı olsun olmasın, cesetten ve dumandan başka bir şey değildir.
34
Ölümü küçümseme duygusunu
en çok uyandıran; haz- zm iyi, acının kötü olduğunu düşünenlerin bile onu
küçümsemeleridir.11
35
Yalnızca zamanında gelen
şeyin iyi olduğuna inanan; usa uygun olarak yaptığı şeylerin sayıca çok ya da
az olmasının hiç farketmediği; dünyaya daha uzun ya da daha kısa bir süre
bakmayı umursamayan kimseyi ölüm bile korkutamaz.
36
Bu büyük kentin yurttaşı
oldun; beş yıl ya da elli yıl, ne önemi var? Çünkü, onun yasaları yurttaşlar
arasında ayrım gözetmez. Öyleyse, seni şimdi bu kentten uzaklara gönderen bir
zorba ya da âdil olmayan bir yargıç değil, seni buraya getirmiş olan doğanın
kendisi olduğuna göre, bunda olağanüstü bir şey var mı? Tıpkı, bir oyuncuyu,
onu önce işe almış olan yöneticinin sahneden çıkarması gibi.12
"Ama yalnızca üç perdede oynadım rolümü, beş perdede değil."
"Doğru. Ama yaşamda üç perde de bir oyuna eşit olabilir." Çünkü son
sınırı belirleyen; bir zamanlar senin oluşumunu düzenlemekten, şimdi de çözülüp
dağılmandan sorumlu olandır; sense, ne birinden, ne ötekinden sorumlusun.
Öyleyse, dingince çık sahneden, çünkü gitmene izin veren de dingin.
1
Tanrıların insanları çıplak
görmesi hak. bkz. IX 34, ruh-beden ikiciliği için bkz. II.2 Not 2.
2
Beden, soluk ve zihin:
bu üçlü bölümlenme için bkz. II 2 Not 2. Bazen başka yerlerde görüldüğü gibi, soluk
(ya da ruh, psyche), bedenle bağmtılandırılmıştır (beden ... ve onunla
birleşmiş soluk).
4
Marcus Aurelius burada en
iyi, en 'kutsal' insanların ölüm tarafından yokedil- melerinin yanlış olduğu
karşı çıkışma yanıt veriyor. Bu yokoluş meydana geliyorsa, bunun, tanrıların
belirgin özelliği olan tanrısal iyilikle tutarlı olması gerektiği savını öne
sürüyor. Bazı Stoacılar, insanların ruhlarının uzun ya da kısa geçici bir süre
varlıklarını sürdürdüklerini öngörmüşlerse de, hiçbir Stoacı, insan ruhunun
kalıcı ölümsüzlüğünü ileri sürmemiştir.
5
Madde ve neden: bkz.
V 3. Bununla ilgili ilişki ya da referans tipi; doğamızdan, örneğin
başka insanlarla (bkz. IX 23, XII 20), evrenle ilişkimizden kaynaklansa
gerektir.
6
'Tanrı ya da atomlar"
temasının bir değişkesi: ikinci seçenek, kendini tanrısala lâyık kılarak
yatıştırılabilir bir tanrı olarak görülmektedir. Eğer ikinci seçenek gerçekten
Stoacı ise, bu olsa olsa birincisinin (tanrı, etik gelişme sağlayarak
'yazgı'mızı düzeltebilmemize olanak verir) bir çeşitlemesi olabilir. Üçüncü seçenek,
bütünüyle tutarlı değil, çünkü Epikurosçularm dünya görüşü (yol göstericiden
yoksun karışıklık), Stoacı yönetici ilke ve hemen hemen Platonıcu zihin- beden
ayrımı ile birleştirilmiştir. Sonuç olarak, yalnızca birinci seçenek (Marcus
Aurelius'un seçimi), bütünüyle tutarlı görünüyor.
7
Başlıca nokta,
insanların bir ölçüde paylaştıkları doğadaki tanrısal (ussal) öğelerle geçici
ve maddesel öğeler arasındaki çelişkidir, insanlar, doğru davranarak ve
tanrısal öngörünün gücünü kabul ederek tanrısala katılabilirler. Bundan başka,
bizler, 'kozmik' perspektife yükselme yeteneğine sahibiz (ansızın göğe
yükselecek... olsaydın vb); bu görüngeden bakıldığında normal olarak gurur
duyduğumuz (son sözcükler) geçici şeyler göreli olarak önemsiz görünür; varlıklarla
dolu uzay: olasılıkla, yıldızlar vb kozmik düzenin modeli olarak görüldüğünde
(bkz. XI 27) olasılıkla, kimi zaman filozoflarca (örn. Plutarkhos), gökyüzünde
çeşitli ruh (daimon) tiplerinin bulunduğuna ilişkin geleneksel görüşün
Stoacı açıdan benimsenmesi.
8
Fabius Catullinus: IV 50'de
adı geçen Fabius Lusius Lupus gibi, onun adına da başka bir yerde rastlanmıyor;
Baiae'deki Stertinius: olasılıkla Plinius'un Doğal Ta- rih'inde
adı geçen zengin doktor; Tiberius: imparator (MS 14-37), saltanatının son on
yılının büyük bir bölümünü Capri'de, yarı-emekli ve öne sürüldüğüne göre,
yoksunluk içinde geçirmiştir; Velius Rufus: Marcus Aurelius'un hocası
Fronto'nun yazıştığı kişilerden biri.
9
Gözlerimizle
görebiliriz: tıpkı yıldızlar gibi; XI27.
10
Kozmos'un birliği hak.
karş. IV 40.
11
Hazzı en yüce iyi
saydıkları halde, Epikurosçular, "ölümün bizim için hiçbir önemi
olmadığını" da ileri sürüyorlardı; bkz. IX 41.
12
'Sahneden çıkan oyuncu'
benzetimine, Epiktetos'ta da rastlıyoruz. Stoacılıkta ölümün önemsizliği hak.
bkz. II 14. Yaşamın bir oyun olarak imgesi Düşünce- ler'de yaygındır;
Stoacı düşüncelerin kinik bir renge büründürülmesi için bkz. örn. III8;
VII3, X 27.
Çevirmenin
Yararlandığı Kaynaklar
Anthony Birley, Marcus Aurelius, A Biography, Rev. Edition,
B.T.Batsford Ltd. Londra, birinci bas. 1987.
Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, İlkçağ (Çev. Muammer
Sencer), Say Yayınları, 7. bas. Mart 2000.
Great Books of the İNestern World, Lucretius: On the Nature of
Things (Çev. H.A.J. Munro); The Discourses of Epictetus: (Çev.
George Long); The Meditations of Marcus Aurelius (Çev. George Long), Encyclopaedia
Britannica Inc., publisher: William Benton
Historia Augusta, giriş, çeviri ve açıklamalarla hazırlayan:
Çiğdem Menzilci oğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2002, İstanbul.
Macit
Gökberk, Felsefe Tarihi, 1967.
Meydan
Larousse.
Mathew Arnold, Marcus Aurelius and Stoicism, Wordsworth Classics
of World Literatüre.