Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

MARCUS AURELIUS Düşünceler

 

Çeviren: Şadan Karadeniz

İÇİNDEKİLER

Öndeyiş • 7
Zamandizin • 25

I.      Kitap • 29

II.     Kitap • 40

III.                                                                    Kitap • 48

IV.                                                                    Kitap • 58

V.       Kitap • 71

VI.                                                                     Kitap • 83

VII.                                                                   Kitap • 96

VIII.      Kitap • 109

IX.                                                                   Kitap • 122

X.                                                                    Kitap »135

XI.                                                                   Kitap • 148

XII.                                                                Kitap »161 Kaynakça *171

Öndeyiş

Honeste vivere

Alterum non laedere, Suum cuique tribuere*

Marcus Aurelius'un adı anıldığında, insan kaçınılmaz ola­rak, Platon'un ünlü sözünü anımsıyor: "Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı." Tarih bo­yunca gelmiş geçmiş tüm hükümdarlar arasında, belki de çok azı Marcus Aurelius gibi hem filozof, hem hükümdardı. Bir hü­kümdarın filozof olması mı, yoksa bir filozofun hükümdar ol­ması mı daha güç; ikisi de kolay görünmüyor. Belki de Marcus Aurelius, hükümdar olduktan sonra filozof olmaya kalkışsaydı, kolay kolay gerçekleştiremezdi bunu. Çünkü, genç yaşta felse­fe dersleri almaya başlamıştı: Bacchius'tan; Stoacılıkla tanışma­sını sağlayan lunius Rusticus'tan; özellikle de çok büyük etkisi altında kaldığı, daha sonraki yıllarda uzun uzun yazıştığı hoca­sı Fronto'dan. Ama bir yandan felsefe öğrenimini sürdürürken, bir yandan da kamu işlerinin yönetiminde önemli görevler üst­lenmişti Marcus Aurelius. Başka bir söyleyişle, onu imparator olmaya hazırlayan bu görevlerin yanı sıra, onun, felsefe öğreni- * Roma hukukunun, Stoa kökenli olduğu kabul edilen üç ana ilkesi: dürüst yaşa­mak, hiç kimseyi incitmemek, herkese kendi hakkını vermek. Marcus Aurelius, bu üç ilkeyi kişiliğinde ve davranışlarında birleştirmiş biriydi. (Ç.N.)

mini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Marcus Aurelius filozof ol­masaydı da, Roma'nın en ünlü, en başarılı imparatorlarından biri olur muydu? Bu soruyu yanıtlamak güç -belki de gerek­siz- görünüyor. Kesin olan, Marcus Aurelius'un bir filozof-hü- kümdar oluşunun; onun hem insan, hem imparator olarak ba­şarılarında büyük payı olduğudur.

Marcus Antoninus (MS 121-180) Roma'da doğdu. Kendin­den Önceki imparator Antoninus Pius'un yeğeni ve damadıydı. Antoninus öldüğünde, Marcus kırk yaşındaydı. Amcasının 161 yılında ölümünün ardından, imparator oldu. Marcus Antoni- nus'un adı -belki de sanı demek daha doğru- Aurelius, Latince 'altın' anlamına gelen 'aureus' sözcüğünden kaynaklanıyor. Çünkü Marcus Aurelius'un on dokuz yıllık imparatorluğu Ro- ma'nın 'Aurelius'lar Çağı' diye bilinen altın çağma rastlar. Mar­cus Aurelius'un hükümdarlığı baştan sona seferlerle geçti. Ya­bancı kavimlerle savaşmak için (Mathevv Arnold bunlara "bar­barlar" diyor, haklı olarak, çünkü bir Roma'lı için, Roma'lı ol­mayan bütün kavimler barbardı) sık sık, uzun süreler Ro­ma'dan ayrı kaldı. Ön Asya'da, Suriye'de, Mısıüda, Yunanis­tan'da, savaşın sürdüğü Tuna yakasındaki ülkelerde, Avustur­ya'da, Moravya'da, Yunanistan'da görüyoruz onu. Marcus'un Düşünceler'inin büyük bir bölümü bu ülkelerde yazılmıştır; bu bölümlerin kimilerinin -örneğin II. kitabın- başında, "Gran ır­mağı kıyısında Quadi topraklarında yazıldı" sözcükleri yer alı­yor. Aym biçimde, III. kitabın başında da, "Carnuntum'da ya­zıldığı" belirtiliyor.

Eski Stoacılık

Stoacılığın MÖ 300'de Atina'da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu kabul edilir. Adını Atina Agorası'nın yanında, Ze- non'un ders verdiği Poikile Stoası'ndan (Resimli Stoa) alır, (stoa, sütunlu galeri anlamına gelir). Zenon, Ksenophon'un Sokrates'in Anılan'yla Platon'un Apologia'smdan (Sokrates'in Sa­vunması) büyük ölçüde etkilenmiş, Sokrates'e hayranlık duy­muş, daha sonra Yunan felsefesinin çeşitli öğretilerini temsil eden filozofların derslerini izlemiştir. Kinik öğretiden, özellikle Diogenes'in yaşam biçiminden etkilenen Zenon, ilk yapıtlarım tümüyle kinik görüşle yazmıştır. Ancak, daha sonra kiniklerin öğretisinde temel değişiklikler yaptığı görülür. Bunların en önemlisi, insanın ahlaksal özgürlüğüne; kiniklerin inandıkları gibi, töreleri, her türlü uygarlık düzenini sert bir biçimde yadsı­yarak değil, üstün bir doğallıkla ulaşılabileceği düşüncesidir. Eski İyonya felsefesinin, özellikle de Herakleitos'un etkisindeki Stoacılığın tümtanrıcı ve maddeci dünya görüşünün temelinde güç, gerilim fikri yatar. Doğadaki başlıca varlıklar cisimlerdir, ama hiçbirinde etkin ilke, neden, güç, maddeden ayrı düşünü­lemez; güçten yoksun madde olmadığı gibi, maddeden yoksun güç de yoktur. Gücün cisimden ayrılmaması onun cisimsel ol­duğunu gösterir. Bu güç, dünyanın ruhudur, Tanrıdır. Evrende her şey birbirine bağlıdır, dünya ruhuyla doludur, bu ruh ise hiçbiri yazgıdan kaçamayan şeylere can verir.

Zenon, önce yerleşik ahlâk yaklaşımlarının köklü bir eleşti­risini yapmış, insan için gerçek 'iyi'nin; sağlık, zenginlik ya da mutluluğu dünyasal başarıya bağlayan herhangi bir değerler di­zisi olmadığını savunarak, kesin anlamda yalnızca erdem ve er­demsizliğin iyi ve kötü sayılabileceğini belirtmiştir. Zenon'a gö­re, erdem; bütünlüğe ve dinginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak her zaman yararlı, erdemsizlik ise parçaları arasında sağ­lam ilişkilerden yoksun, dolayısıyla huzursuz bir zihin durumu olarak her zaman zararlıdır. Bunların dışında her şey mutluluk açısından görecedir; çünkü örneğin sağlık da, zenginlik de hem iyiliğe, hem kötülüğe yarayabilir. Erdemli insan mutlu olabilme­nin bütün koşullarına sahiptir. Erdemsiz insan ise alışılmış an­lamda nelere sahip olursa olsun, tümüyle mutsuzdur. Dolayı­sıyla mutluluk insanın doğma, yetişme ve yaşama koşullarına bağımlı değildir. Her insan doğal us yürütme yeteneğiyle iyi ya­şama ulaşabilir. Değerlerinin doğruluğunun ya da yanlışlığının ölçüsü ise, kişinin duygusal denge ya da dengesizliğidir. Kor­ku, tutku, üzüntü gibi duygusal çalkantılar erdemsizliğin gös­tergeleridir; çünkü güçsüz ve kendi içinde bölünmüş bir zihin­den kaynaklanırlar. Oysa her zaman iyiye sahip olan erdemli in­san, dengeli ve dingindir; sıradan insanları sarsan geçici olaylar onun erdemini etkilemez. Erdemli insan kendisinin ve başkala­rının maddî koşullarını iyileştirmek için çalışır, ancak bu eylem­lerinin değeri, dışarıdan bakıldığında görülen başarısıyla değil, yöneldiği amacın erdemliliğiyle ölçülür.

Bu ahlâk görüşüyle Stoacılık Antikçağ'ın en etkili felsefe görüşlerinden biri oldu; çünkü geleneksel ırk, toplumsal ko­num ve cinsiyet sınırlarını aşarak, ortak bir insanlık ülküsü ge­liştirdi. Mutluluğun temellerini insanın içinde bularak, bunları bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük erdemleriyle özdeşleştire­rek, karşılıklı yardımlaşmanın birleştirdiği bir insanlık öngör­dü. Eski Yunan ve Roma dünyasının çok farklı topluluklarında olumsuzluklarla karşılaşan bireye destek olabilecek bir ahlâk sistemi ortaya koydu. Aynı zamanda toplum için üyelerinin ahlâklılığına ve usa dayalı bir "doğal hukuk"un geliştirilmesi­ne katkıda bulundu. Bu yüzden Stoacılık bütün Antikçağ bo­yunca MS 2. yüzyıla değin yandaş buldu.

Sonraki Batı düşüncesinde Stoacılığın bu ahlâk öğretisi, Stoacı olmadığı söylenmekle birlikte, bu görüşü benimseyen Cicero'nun yapıtlarıyla ve Roma'h Stoacılar, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius'un metinleriyle yaygınlaştı. Stoacılığı ilk kez sistemleştirenler ise, Zenon'un çevresini ve ardıllarını oluş­turan Atinahlarla Yunanca yazan Doğulular, özellikle Kleant- hes, Khrysippos, Panaitios ve Poseidonios'tur. Bu düşünürler kozmoloji, fizik, mantık ve psikoloji gibi alanlarda Stoacılığa önemli katkılarda bulundular. Platon'un Atina'daki izleyicileri olan Akademia Kuşkucularının eleştirilerinin de Stoacılığın ge­liştirilmesine katkısı oldu.

Felsefeyi ilk kez mantık, fizik (metafizik) ve etik olmak üzere üç dala ayıran filozofun Zenon olduğu söylenir. Sokra- tes'in ve kiniklerin öğretisinden yola çıkan Zenon'un felsefesi­nin ağırlık merkezini etiğin oluşturması doğaldır. Ancak Ze­non, ahlâkı bilimsel olarak temellendirmek için fiziği gerekli sa­yar; öte yandan, fiziği de, ahlâkı da, mantıkla desteklemeye ça­lışır. Zenon'un metafiziği, kinik öğretiye dayanır, dolayısıyla materyalist ve monist bir metafiziktir; Aristoteles'in madde ile formu iki ayrı ilke olarak kabul eden düalist metafiziğiyle çeli­şir. Zenon metafiziği, Sokrates-öncesi doğa felsefesinin metafi­ziğine, özellikle Herakleitos'un Öğretisine dayanır. Buna göre, yalnızca maddî olan, cisimsel olan asıl gerçektir; çünkü yalnız maddî olan varlık bir şey yapmaya ve bir şey yapılmaya elve­rişlidir; bundan ötürü, evrenin ilkesi maddî bir şeydir. Bu ilke de; bir etkin, bir de edilgin öge içerir: devindiren "neden" (et­ken) ile devindirilen ilk madde (protohyle).

İlk Stoacıların yazılarının çoğu günümüze ulaşmamış ol­makla birlikte, eldeki metinler temel görüşleri konusunda ye­terli bilgi vermektedir. Klasik Stoacılıkta evren, tanrısal olarak belirlenmiş bir olaylar dizisinden oluşur. Her şeyi kapsayan us­sal bir etken olan tanrısal bir ilke bütün evrene biçim ve yön ve­rir. İnsan zihni de tanrısal usun bir "parçası" olarak evreni kav­rayabilir. Böylece "doğaya uygun yaşama" olanağına sahip olan insan, kendi usunu geliştirirken tanrısal olarak yönlendiri­len doğayla uyum sağlar. Stoacı ahlâk, böyle bir evren, dolayı­sıyla böyle bir doğa anlayışına dayanır, bu anlayışla uyum için­dedir. Stoacı ahlâk, evreni olduğu gibi kabullenir; çünkü evren­deki uyumu kavrayan insan, kendisine "kötü" gelebilecek bazı olayların evrenin bütünü içinde gerekli ve zorunlu, dolayısıyla iyi olduğunu anlayacaktır. Sonuçta ulaşılan dingin ve huzurlu ruh hali Stoacılıkta "bilge" insanın zihinsel durumudur.

Antikçağ sonrasında Stoacılığın en önemli etkisi, kendi usunu geliştiren insan ülküsü doğrultusunda birçok Stoacının mantık, dilbilgisi ve matematik gibi ussal alanlarda yaptıkları çalışmalardan kaynaklanmıştır. Bir ahlâk görüşü olarak ise, Pla- tonculuğun çeşitli biçimleriyle kaynaşarak, kendisinden sonra­ki Hıristiyanlığın ilk kuramcıları olan Kilise Babaları'nm görüş­lerine katkıda bulunmuştur.

Zenon'un ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu onun öğ­retisini az çok değiştirerek, peripatetik ve kinik felsefeye yak­laştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden sonra Stoa okulu­nun başına geçen Assos'lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle be­nimseyerek geliştirmiştir. Böylece, Stoacılık; Zenon'dan, Epikte- tos'a, Epiktetos'tan Marcus Aurelius'a dek, bölünmez bir bütün oluşturur.

Stoacı ruhbilim; şeylerin bizdeki izlenimlerinin yalnızca edilgin duygulanımlar olduğunu öne sürer; algının ortaya çık­masıyla birlikte olumlama ve yargı, yani güç ortaya çıkar. Fikir­lerin birbirine yaklaşması, bağlanması iradenin olduğunca ze­kânın da işe karışmasını gerektirir. Deney, her türlü bilginin kaynağıdır; hatta, deneye yol gösteren ilkeler de daha önceki ve daha yüksek düzeyde bir deneyimden türemiştir. Stoacı ah­lâkın ana fikri, yüce 'iyi'nin, erdeme ulaşmak için gösterilen ça­bada bulunduğudur. Bunun dışında her şey, haz da, acı da, sağ­lık da, hastalık da, zenginlik de, yoksulluk da boştur. Erdemde ve kötülükte basamak yoktur; bütün kötülükler birdir. Bilge ki­şi; erdemi, dolayısıyla da mutluluğu elde etmiş kişidir.

En yüce iyilik erdemdir. Erdem doğaya uygun olarak yaşa­maktır. Doğaya uygun olarak yaşamaksa usa uygun olarak ya­şamaktır. Erdem insanın kendi benliğinde uyum sağlamasıdır; benzerleriyle, giderek tüm doğayla uyum içinde yaşamasıdır. Ruh, us'ta güç harcar, gerilir, buna karşılık tutkuda kendini bı­rakır. Bu nedenle, bilge kişi tutkudan uzak durmalıdır; kendini tutmalı, bırakmamalıdır. "Katlan ve kendini tut", Epiktetos'un sık sık andığı bir özdeyiştir.

Doğaya, yani usa uygun olarak yaşamak; evreni yöneten ussal yasayla bütünleşmektir. Duygular ruhun yanlış fikirler­den kaynaklanan düzensiz devinimlerinden başka bir şey de­ğildirler: Bu nedenle, biricik gerçek 'iyi' olan erdem, aynı za­manda kayıtsızlıktır. Bilge kişi, gerçekliğin karşısında özgür ve etkilenmezdir, yazgının ona getirdiğine dingince katlanır. Sto­acı ahlâk, öte yandan, bütün insanların dayanışmasını öngörür. İnsanları birleştiren; tanrısal ustur (logos). Logos, evrensel birli­ğin temelini oluşturur; bu temele dayanarak, her insanı dünya yurttaşı kılan, tanrısal ustur.

Stoacı ahlâkta, "doğal olan"la, "doğaya aykırı olan" karşıtlı­ğı vardır. "Doğaya aykırı olan", usa aykırı olandır, insanda içgü­dülerin ağır basması, üstünlük kazanmasıdır; "doğal olan" ise, "usa uygun olandır"; herkeste bulunan, herkeste bir olan usun egemen olmasıdır. Öte yandan, Stoacılar, yüce 'iyi'nin erdem ol­duğu, erdeminse doğanm yasasına uymak olduğu savını öne sürerek, ilk kez, ahlâk felsefesine "ödev" kavramını getirmişler­dir; onlara göre, "olan"la "olması gereken" arasında bir ayrım vardır. Doğaya, usa uygun bir yaşam sürmek bir ödevdir; bilge kişi, usun yasasına uyarak bu ödevi gerçekleştirecektir. Zenon'a göre, mutlu olmak için erdem yeterlidir. Erdem tek başına eksik­siz bir mutluluğu sağlayabildiğine göre, erdem dışında hiçbir şey bir değer sayılamaz; bu nedenle, sıradan insanların değer saydıkları şeyler, zenginlik, maddî zevkler, ün, saygınlık, sağlık, dahası yaşamın kendisi bile bilge için ilgisiz kalınacak şeylerdir. Ne ki, Stoacı, mutluluk için bir değeri olmasa bile, doğal varlığı­mız bakımından bir değer olan, dolayısıyla bizde istek uyandı­ran bazı şeylerin varlığını da kabul eder. Öyle şeyler vardır ki, bunlar "iyi"nin içinde yer almazlar, ama bütün bütün değersiz de değildirler. Örneğin: yetenek, beceri, sağlık, güç, zenginlik, saygınlık, iyi bir soydan gelme. Ama bütün bunlar; tam erdem, tam iyi karşısında hep görece şeylerdir. Yaşamın kendisi bile er­dem gibi mutlak iyi değildir, gerektiğinde ondan da vazgeçilebi­lir. Gerçekten, Zenon da, Kleanthes de, Seneca da canlarına kı­yarak son vermişlerdir yaşamlarına.

Stoacı ahlâkın kendi kendine yeten bilge ideali, bireyci bir öğretidir. Öte yandan, "doğa yasasına bağlanma" kavramı bu bireyciliğin karşı ağırlığını oluşturur; bir denge kurar. Çünkü aynı yasaya bağlı oldukları için erdemli kişiler yalnızlıktan kur­tulur, bir araya gelirler. Bu nedenle, Zenon, insamn toplum ha­linde yaşama gereksinimini doğal ve usa uygun sayar. Ne var ki, Zenon'a göre, bu gereksinim, bir yandan bilge kişiler arasın­daki dostluklar, öte yandan bütün us sahibi insanların toplulu­ğu çerçevesinde giderilmelidir. Bu ikisi arasında kalan ayrı ay­rı ulusların kendilerine göre devletler içinde toplanmaları ilgi­siz kalınması gereken bir şeydir. Bilge kişi evrenin gidişinde yer alan şeylere bir yazgı olarak uyar, ancak elinden geldiğince de bunlardan uzak durmaya çalışmalıdır. Kendi kendine yeten bil­genin artık topluma, devlete gereksinimi yoktur; tüm tarihsel- halkçı ayrılıklar usun önünde ortadan çekilir; çünkü us (doğa) tüm insanlara aynı yasayı, aynı hakları vermiştir. Stoacı bilge­nin toplumsal ideali dünya yurttaşlığıdır (kozmopolitlik). Bi­reycilikle tümcülüğü uzlaştırmaya çalışan Stoacı kuramın özel­liği, bireyden insanlığa, bu en genel topluluk biçimine doğru­dan doğruya geçmesidir.

Gerçi Zenon, bir engel olmadıkça, bilgenin devlete yararlı olmasını öğütler, ancak yüce ahlâksal bir ülkü olarak dünya yurttaşlığı, bütün insanlarm kardeşliği, zümre ve ülke ayrılıkla­rının üstünde insanlarm hakça eşitliği anlayışı, Stoa akımının sonuna dek ideali olarak kalmıştır. Kökü sofistlerde olan ve do­ğal hukuk anlayışına yol açan bu düşünceler; zaman içinde, çağdaş hukuk sistemlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak etki­lendiği Roma hukunun temelini oluşturacaktır. Stoacılığın, hu­kuka ve ahlâka en büyük katkısı budur belki de.

Orta Stoa

Zenon'un ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu öğretisini az çok değiştirerek, peripatetik ve kinik felsefeye yaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden sonra Stoa okulunun başına geçen Assos'lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle benimseyerek ge­liştirmiştir. Zenon'dan, Epiktetos'a, Epiktetos'tan Marcus Aure­lius'a dek, bu felsefe bölünmez bir bütün oluşturur.

Stoacı öğretiler gerek fizik gerekse mantık alanında başlan­gıçtaki sistematik güçlerini zamanla büyük ölçüde yitirmişler, yalnızca ahlâkı desteklemeye yararlı olmuşlardır. Stoacılık, MÖ 2. ve 1. yüzyıllarda, felsefe öğretilerini birbirine yaklaştırma ça­bası göstermiştir. Orta Stoa adıyla anılan bu dönem Stoacılığı, Platon ve Aristoteles felsefelerinden birçok düşünceler alıp bunları kendi öğretisiyle kaynaştırmış,,bütünleştirmiştir. Böy­lece, Eski Stoa'nm. (Zenon, Kleanthes, Khrysippos'un) ahlâk an­layışı daha ılımlı bir hale gelmiş, Stoacılığa duyulan kuramsal ilgi artmıştır. Orta Stoacılığın başlıca temsilcileri olan Panaitios ile Poseidonios'un görüşleri, ilk bakışta görülebileceği gibi, Pla­ton ve Aristoteles felsefelerine yaklaşmıştır. Poseidonios, Pytha- gorasçılarla Doğu düşüncesinden de etkilenmiştir.

Yeni Stoacılık ya da Roma Stoacılığı

Roma'lılar Stoa öğretisinden büyük ölçüde etkilenmişler­dir; bunun nedeni, Stoacı öğretinin; eski Roma'hların kahra­manca yaşama ideallerine, disiplinli siyasal ahlâkına en uygun felsefe disiplini olmasıydı. Roma, Stoacılığı önce Orta Stoa öğ­retisinin eklektik biçimiyle tanımıştı. Bu eklektizme karşı Ro­ma'da doğan tepki; bir yandan Eski Stoacılığın başlıca kökle­rinden biri olan kinizmin yeniden uyanması, giderek gezici ki­nik vaizlerin türemesi; öte yandan da, Yeni Stoa ya da Roma Stoası denen bir akımın ortaya çıkması olmuştur; bu akımın amacı, Eski Stoa öğretisini yeniden kurmaktı. Bu akımın başlıca temsilcileri Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius'tur. Roma Stoacılığının bu üç büyük temsilcisinin ortak yanı, öğretinin ağırlık merkezine ahlâkı yerleştirmeleri olmuştur.

Seneca, Roma soylu sınıfının saygın bir kişisi, bir filozof ol­masının yanı sıra, sanatçı ve devlet adamıydı; büyük bir yazar, parlak bir üslupçuydu. Hierapolis'li Epiktetos ise farklı bir top­lumsal sınıftan geliyordu; azatlı köleydi. Önce Roma'da öğret­menlik yapmış, imparator Domitianus'un filozofları Roma'dan sürmesi üzerine, Yunanistan'da Epiros'a gidip burada ün salan bir okul kurmuştur.

Epiktetos, Eski Stoacılığın katı ahlâkını benimsemiştir. Her bakımdan bağımsız olan, tam bir Stoacıya yakışacak bir yaşam sürmüş, kuramdan çok pratiğe değer vermiştir. Ona göre, Orta Stoa, asıl Stoacılıktan bir sapmadır. Epiktetos'un kendi kendini denetleme yetisinin şaşılacak ölçüde gelişmiş olduğu, onun, kolunu büken efendisine verdiği ünlü yanıtta açıkça görülür. İlkin, yumuşak bir dille uyarır efendisini: "Kolumu bükmeyin, efendim, sonra kırılır," der. Efendisi aldırmaz, Epiktetos'un ko­lunu bükmeyi sürdürür, sonunda gerçekten kırılır kol. Epikte­tos'un tepkisi, serinkanlılıkla: "Söylemiştim size, kırıldı işte," demek olur.

Marcus Aurdius'un Stoacılığı

Roma Stoacılığının üçüncü önemli temsilcisi Marcus Aure- lius'un, Stoacı öğretilerin zamanla, başlangıçtaki gerek fiziksel gerekse mantıksal alandaki sistematik güçlerini büyük ölçüde yitiren, ahlâksal yanı gittikçe daha ağır basan bu öğretinin bü­yük ölçüde etkisi altında kalması doğaldı; çünkü imparatorun hocaları ve dostları arasında, ona Epiktetos'u tanıtan lunius Rusticus; Apollonius; Claudius Maximus ve Cinna Catulus gibi kimseler bulunuyordu.

Marcus Aurelius, bir imparator-filozof oluşuyla öteki iki fi­lozoftan ayrı bir konuma sahiptir. Gerçekten de, bir hükümdar­la bir azatlı kölenin, Epiktetos'la Marcus Aurelius'un, aynı fel­sefî öğretiyi benimsemiş olmaları büyük ölçüde, Stoacı ahlâkın, tüm insanları -sınıfsal ayrımların ötesinde- kardeş gibi görme­sine, yalnızca Roma devletinin yurttaşı değil, dünya yurttaşı saymasına bağlanabilir belki de. Marcus Aurelius'un imparator oluşu, görevinin yüksek sorumluluğunun bilincinde olmasını gerektiriyordu. Ama boş zamanlarında kendisini bir birey ola­rak ciddî ve disiplinli olma yönünde geliştirmeye çalıştığı, sü­rekli denetim altında tuttuğu biliniyor. Marcus Aurelius'un, bu "içebakışı" nedeniyle, Düşünceler adlı yapıtı kimilerince, "Ken­dime Bakışlar" diye de anılır. Marcus Aurelius, kendini tam bir Roma'h yurttaş, bir imparator, görev başında bir asker gibi gö­rür. İktidarda olan birini kolayca kışkırtacak duygulardan kaçı­nır; ölçüsüz davranma, öfkeye kapılma, işi oluruna bırakma, özellikle de kendini beğenmişlik gibi tuzaklara düşmekten sa­kınır; tam bir Stoacı erdemi, alçakgönüllülüğüyle davranmak için kendini sürekli olarak denetler, bilgeliğe erişmek için çaba harcar. Stoa felsefesinin dinsel yanı, en güçlü biçimde Marcus Aurelius'ta görülür. Seneca da, Marcus Aurelius da ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar; oysa Epiktetos ölümden sonraki bir yaşamın varlığını kabul etmez.

Düşünceler

Marcus Aurelius'un, değişik adlarla -Günce, Açıklamalar, Anılar, Kendi Kendime, Düşünceler- adlandırılan kitabı; çoğaltı­lıp yayımlanmak için yazılmamıştı; başkalarına öğüt vermek için de yazılmamıştı. "Sen" diye seslendiği, okur değil, kendi­sidir. Kendi kendisiyle söyleşidir Düşünceler baştan sona. Kitap boyunca, Marcus Aurelius, kendi kendisine öğütler veriyor, uyanlarda bulunuyor. Bu da onun, kendini geliştirmek, hep Stoacı bir görüngeden, "bilge" kişi olmak için nasıl davranma­sı gerektiği üstünde sürekli olarak düşündüğünü gösteriyor. Doğal olarak, "nasıl davranmalı" sözcükleri "ahlâk"ı getiriyor insanın usuna, hemen. Böylece de, Düşünceler'de, Marcus Au­relius'un, "ideal" insan -olmak değilse de- olabilmek, olmak yolunda kendini geliştirme sürecini buluyoruz. Öte yandan, Düşünceler'de, Stoacı değerlerin, kimi kavram ve imgelerin sık sık yinelenmesi de, yapıtın, Marcus Aurelius'un kendisi için yazıldığına kuşku bırakmıyor. Yunanca yazılmış olan Düşünce- ler’in elyazmasınm, Marcus Aurelius'un ölümünden sonra, onun düşünceleriyle ilgilenen sınırlı bir çevreye nasıl yayıldı­ğı bilinmiyor.

4. yüzyılın ikinci yarısından az sonra, Temistius'un, yapıta, Uyarılar adıyla kısaca değinmesi bir yana bırakılırsa, Marcus Aurelius'un Bizanslı yazarların yapıtlarında daha geniş biçim­de anılması ancak 10. yüzyıldan başlayarak olmuştur.

Düşünceler'de, Marcus Aurelius'un içsel yaşamını bulu­yoruz. Stoacı dünya görüşü açısından, evrene, doğaya, gün­lük olaylara, insanlara, insanın çeşitli hallerine, duygularına, tutkularına, insan ilişkilerine Stoacı bir görüngeden bakıyor Marcus Aurelius. Yalnızca temaların değil, belli konuların, düşüncelerin, imgelerin de, sık sık yinelendiğini görüyoruz Düşünceler'de; Marcus Aurelius'un dışsal yaşamına ilişkin çok az bilgi edinebiliyoruz. Bu bilgilerin belki de en ilginci, I. Kitap'ta yer alan bilgilerdir. Burada, Marcus Aurelius öğre­nimi hakkında bilgi vermekte, öğrenimini ve karakterinin oluşmasındaki etkilerinden ötürü borçlu olduğu kişilerin ad­larını sıralamakta, onlara duyduğu gönül borcunu dile getir­mektedir.

Marcus Aurelius'un en çok yinelediği temalar; Stoacılığın, evren, us, usa uygun yaşamak, yönetici ilke, yaşam, ölüm, za­man, her şeyin akıcılığı, evrende her şeyin sürekli bir değişim içinde oluşu, ün, mal mülk gibi dünyasal değerlerin geçiciliği, insanların kukla gibi içgüdüleri tarafından oynatılması, yaşa­mın oyuna, insanların oyunculara benzetilmesi, insanın evre­nin bir parçası olduğu, tüm insanlarm birbirleriyle akraba, gi­derek kardeş oldukları gibi temalarıdır. Bunlara Düşüncelerden alıntılarla örnekler verelim:

Evrenin birliği: "Her şey birbirine bağlıdır, onları birbirine bağlayan bağ kutsaldır: hemen hemen hiçbir şey insana yaban­cı değildir. Çünkü her şey birbirleriyle ilişkili olarak düzenlen­miş olup birlikte evrenin düzenini oluştururlar. Varolan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya vardır, onları kuşatan Tanrı tek­tir, öz tektir, yasa tektir, tüm düşünen varlıklarda ortak olan us tektir; gerçek de tektir, eğer aynı türden olan ve aynı usu payla­şan tüm varlıkların yetkinliği doğruysa."

Marcus Aurelius'un Düşünceler'inde, evrenin tek bir tanrı­sal organizma olduğu, bunun içerdiği tanrısal usun bu organiz­maya can verdiği fikri sık sık yinelenmektedir: "Evreni, tek bir maddeyi ve tek bir ruhu içinde barındıran biricik bir canlı yara­tık olarak düşün; bütün şeylerin bu varlığın bilinci tarafından özümlemniş olduğunu; her şeyin tek bir dürtü sayesinde olup bittiğini ve bütün bu şeylerin nasıl bir araya gelip her şeyin or­tak nedenini oluşturduklarını, onların birbirine nasıl zincirlen­diklerini, nasıl bağlandıklarını düşün."

Evrenin bu birliğinden; bütünün iyiliğinin, onu oluşturan parçaların iyiliğinin sıkı sıkıya birbirlerine bağlı olduğu çıkar- sanır. Örneğin, V. Kitap 30. bölüm'de, şöyle diyor Marcus Aure- lius: "Evrenin zihni toplumsaldır. Bundan dolayı, aşağı varlık­ları üstün varlıkların yararı için yaratmıştır, üstün varlıkları da birbirlerine uyarlamıştır. Bunların her birine nasıl boyun eğdir­diğini, onları nasıl eşgüdümlü kıldığını, nasıl yeteneğine göre her birine ona düşen payı verdiğini ve en iyilerinin, nasıl karşı­lıklı uyum içinde olmalarını sağladığını düşün."

Marcus Aurelius, toplumsal etiğini, evrenin bu determinis- tik görüşü üstüne kuruyor: İnsanın doğası da ussal ve toplum­sal ve tüm öteki varlıklarda ortak olduğu için, bütün insanları gözetmek doğa ile uyumludur.

"Evrensel doğanın ne istediğini görüp kendilerini ona göre eğitselerdi, ardından giderdim onların; ama yalnızca sahnede kasıla kasıla rol yapan oyun kişileri gibi rol yaptılarsa, hiç kim­se onları taklit etmeye yargılı kılmadı beni. Felsefenin işi yalın ve onurludur; boş böbürlenmelere kışkırtmayın beni."

Atomlar, tanrılar: Marcus Aurelius, Demokritos'un atom kuramından etkilenmişti. "Madem ki sana bağlı, bunu niye ya­pıyorsun? Eğer başkasına bağlıysa kimi suçlayacaksın? Atom­ları mı yoksa tanrıları mı? İster birileri olsun, ister ötekiler, saç­ma bir şey olurdu bu. Hiç kimseyi suçlamamalısın. Eğer elin­den geliyorsa, insanı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendisini; onu da yapamıyorsan, suçlamak neye yarar? Çünkü hiçbir şey amaçsız yapılmamalı."

"Ya, her şey, tek bir varlıkta olduğu gibi, tek bir ussal kay­naktan doğar, ki o zaman hiçbir parça, bütünün çıkarma olan şeye kusur bulmamalıdır; ya da yalnızca atomlardan ve rastge- le birleşip dağılmalardan başka bir şey yoktur."

"Atomlar olsun, doğa olsun, her şeyden önce, benim doğa tarafından yönetilen bütünün bir parçasını oluşturduğum ve doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalara bir akrabalık ba­ğıyla bağlı olduğum açıktır."

"Evrenin dölyatağma döndüler ya da parçalanıp atomlara ayrıldılar."

Yaşam: "... her birimizin yalnızca şimdiki zamanda, bu kı­sacık anda yaşadığını unutma; geri kalan günlerimiz ya çoktan geçip gitmiştir ya da bilinmeyen gelecektedir. Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır..."

Ölüm: Stoacılık, evrende varolan her şeyi, bu arada kendi yaşamını tam bir içtenlik, dingin bir zihinle kabul edebilen in­san usunun; yaşamını evrenin düzenine uydurabileceğini, ölü­münü de evrendeki olaylar zincirinin zorunlu bir halkası ola­rak dinginlikle kabul edebileceğini savunur. Ölüm düşüncesi, Düşünceler’irr başından sonuna dek sık sık yinelenmekte, nere­deyse yapıtın tümüne iz düşürmektedir:

"İnsan ömrü bir an sürer, özümüz artsız aralıksız bir akış," algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı, ruhumuz bir kargaşa, yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenilmezdir."

"...insan yaşlı da ölse genç de ölse, ölünce aynı şeyi yitirir: şimdiki zaman insanın yoksun kalabileceği biricik şeydir, çün­kü sahip olduğu biricik şeydir, hiç kimse sahip olmadığı bir şe­yi yitiremez."

"Ölüm ânında kendi kendine şöyle diyebiliyorsan, şu dün­yadan çekip gitmek senin için daha kolay olacaktır: 'Çok tuhaf bir yaşamı ardımda bırakıyorum; uğrunda onca çaba harcadı­ğım, onlar için onca yakardığım, öylesine özen gösterdiğim ar­kadaşlarım bile, belki de, ölümümden ötürü bir anlamda ferah­layacaklarını umarak, çekip gitmemi istiyorlar.' Öyleyse bu dünyada daha uzun yaşamak için neden var mı? Ama bunun için, arkadaşlarından daha az sevgiyle ayrılmamalısın, tersine, kişiliğine uygun olarak, onlara dostluk, iyilik, sevecenlik gös­termelisin."

Zaman: Zamanın hızla akıp geçmesi karşısında yapılması gereken şey, "an"ı, "şimdi"yi yaşamaktır. Ama bu, Epikurosçu- larm anladıkları anlamda "an"ı yaşamak değildir. Marcus Au­relius'un dediği, zamanın akışı karşısında "an"m değerini ver­mek, ama bunu kuşkusuz, Stoacı ahlâkın ilkelerine göre yap­maktır. Marcus Aurelius, zamanın hızla akışını: "insanın uçar­ken görüp gönül verdiği bir serçenin daha ona sevdalanır sev­dalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gidişine" benzetiyor.

Her şeyin sürekli bir akış içinde olması: Düşünceler'iri bir­çok yerinde karşılaştığımız, "akan ırmak" ya da "akan madde" imgesi, "Fanta rei" (her şey akar) diyen Herakleitos'tan esinlen­miş olsa gerek: "Özümüz artsız aralıksız bir akış"tır, diyor Mar- ı iıs Aurelius. "Kimi şeyler doğma, kimileriyse ölme telâşında; doğmakta olan şeyin bir parçası şimdiden ölüyor, ya da çoktan öldü bile; ama bu sonsuz akış ve dönüşüm dünyayı sürekli ola­nı k yeniler, tıpkı artsız aralıksız akıp giden zaman ırmağının sonsuzluğu yenilemesi gibi."

Aşağıdaki alıntılarda, hem her şeyin durmadan aktığı, hem insan ömrünün bir ancık sürdüğü, hem de felsefenin bize ka­lan tek avuntu olduğu düşüncesini buluyoruz:

"Tek sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ırmak- lır, ruhumuza ait olan her şey de salt düş ve yanılsamadır; ya­şamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bize koruyacak ne kalıyor geriye? Tek, biricik şey, felsefe."

"Varolan ve doğan her şeyin nasıl hızla geçtiğini, yokolup gittiğini düşün sık sık. Çünkü madde durmadan akan bir ırma­ğa benzer, etkinlikleri sürekli dönüşümlere uğrar, değişkeleri sonsuzdur, hemen hemen hiçbir şey dural değildir, elini uzat- san tutabileceğin kadar sana yakın olan şey bile."

"Kumulların üst üste yığılarak öncekileri gizlemeleri gibi, yaşamda da geçmişteki olayların, ardından gelenlerce hızla giz­lenip yokolduklarmı düşün...."

Değişim-dönüşüm, Düşünceler'in birçok yerinde geçiyor. Örneğin: IX. Kitap 19. bölümde: "Her şey dönüşür, sen de sü­rekli bir dönüşüm içindesin ve bir anlamda, sürekli bir çözülme içinde. Tüm evren de böyledir."

İnsanların kukla gibi oradan oraya çekiştirilmesi: "...dürtü­ler tarafından kuklalar gibi oradan oraya oynatılmak..." (III. Ki­tap, 16. böl.)

"...bedeninin köle olmasına, ya da bir kukla gibi bencil dür- tülerce oradan oraya sürüklenmesine (...) izin verme. "

"Varlığının iplerini devindiren gücün kendi içinde gizli ol­duğunu unutma: bu, etkinliğin, yaşamın, denebilirse insanın kendisidir."

Platon da kullanmıştır bu imgeyi, ama değişik bir biçimde: insanların, ideal olarak, usun ya da yasanın 'altın ipleri'ne bo­yun eğmeleri anlamında.

Ünün geçiciliği: "En uzun süren ünler bile kısadır; (...) kısa bir süre sonra ölmeye yazgılı bir zavallı ölümlüler kuşağından ötekine geçer onlar da." (III. Kitap 16. böl). VII. Kitap 34. bö­lümde ise şöyle diyor: "İyi şeyler yapmak, ama karşılığında kötü bir ün kazanmak bir hükümdarın yazgısıdır." Bu sözlerin buruk bir tınısı varsa da, Marcus Aurelius'un bir filozof-impa- rator olarak "iyi ününün" neredeyse iki bin yıldır süregelmesi- nin onun bu düşüncesini boşa çıkarması, bir anlamda bir ironi bile sayılabilir.

"Ölümünden sonra ün kazanmayı tutkuyla isteyen kişi; onu anımsayacak kimselerin her birinin çok geçmeden, sırası gelince öleceğini, onların ardından gelenlerin de başına aynı şe­yin geleceğini, anısının, sürekli olarak bu kişilerin birinden öbürüne geçerken, sırayla bir yanıp bir sönerek sonunda tam bir yokoluşa varacağını düşünmez."

İnsan ilişkileri: Yaşamını bir imparator yalnızlığı içinde geçi­ren Marcus Aurelius, insan ilişkilerinin değerini derinden duyu­yordu: "Bugüne dek, tanrılara, ana babana, kardeşine, karma, ço­cuklarına, öğretmenlerine, eğitmenlerine, arkadaşlarına, akraba­larına, hizmetçilerine nasıl davrandın? Şimdiye dek onların hep­sine 'hiç kimseye doğru olandan başka hiçbir kötü şey söyleme, hiçbir kötü şey yapma' ilkesine uygun olarak mı davrandın? Ne­relerden geçtiğini, nelere katlanma gücü bulduğunu usunda tut; yaşamöykünün neredeyse sonuna geldiğini, hizmetinin tamamı­na erdiğini anımsa. Ne güzel şeyler gördüğünü, ne çok haz ve acıyı küçümsediğini, ne çok ün kazanma fırsatmı dikkate alma­dığını, kaç vefasıza gönül borcu duyduğunu anımsa."

İçine çekilme: "... İstediğin anda kendi içine çekilebilirsin; çünkü insanın çekilebileceği hiçbir yer kendi içinden daha din­gin, daha erinçli olamaz; her şeyden önce de, içlerinde yalnızca düşünmenin bile kusursuz bir erinç verdiği ilkeleri varsa. Erinç derken, içsel düzenden başka bir şeyi kastetmiyorum. Öyleyse, sürekli olarak kendini bu sığınacak yere uyarla, orada kendini yenile."

İzlenimler: "Şu anda zihnimde bir iz bırakan nesne aslında nedir? Neden oluşur? Varlığını ne kadar zaman sürdürmeye yazgılıdır? Onunla yüz yüze gelmek için hangi erdeme (örne­ğin, yumuşaklık, yüreklilik, içtenlik, sadakat, yalınlık, kendi kendine yeterlik ve ötekiler) gerek vardır?"

Marcus Aurelius'un dili, içtenlikli, özentisiz, yer yer çetin­leşip çetrefilleşse de, genellikle açık seçik. Şiirsel olma çabası gütmese de -kitabı kendisi için yazdığına göre şiirsel olma ça­bası gütmediğini söyleyebiliriz- bir çeşit kendiliğinden şiirsel dile dönüşüyor zaman zaman. Kimileri, dilin ara ara çetrefil­leşmesini Yunancasmm çok iyi olmayışına yormuşlardır. Ne var ki, Marcus Aurelius'un dile büyük bir özen gösterdiğini, hocası Fronto'nun ona yazdığı bir mektupta açıkça görüyoruz. Fronto örnekler vererek birbirine çok yakın anlamlı birkaç söz­cük arasından en doğru, en yerinde olanı seçmenin önemini vurguluyor. Marcus'un bu konuda gösterdiği titizliği övüyor.

Bütün bir 20. yüzyılla 21. yüzyılın ilk yıllarına geniş bir gö­rüngeden bakıldığında, insanlığın gidişi hiç de umut verici gö­rünmüyor: doğanın durmadan örselenmesi, giderek tüm doğal kaynakları bilinçsizce tüketme, bunun da ötesinde doğayı ala­bildiğine sömürme tutkusunun gittikçe ivme kazanması; açlı­ğın alabildiğine yaygınlaşması, biricik değerin gittikçe artan öl­çüde neredeyse tüm insanlar için "çıkar" ve "kâr" a dönüşme­si... Bunca olumsuz, iç kapatıcı koşullarda, erdemi "biricik iyi" sayan, onu usla temellendiren bir felsefî öğretiyi benimseyip yaşam boyu onun ilkelerine bağlı kalan, "doğru" yaşamayı il­ke, bilgeliği ideal edinen, bu uğurda yılmadan çaba harcayan, sürekli olarak kendini denetleyen, kendi kendisiyle hesaplaşan bir filozof-imparatoru, yaklaşık iki bin yıl önce yaşamış Marcus Aurelius'u okumanın, kuşkusuz yalnızca yöneticilerde değil, tüm insanlarda, iyi, dürüst, ussal bir yaşam sürüp sürmedikle­rini irdeleme isteği uyandırabileceğini, onları günümüzde nere­deyse sözlüklerden çıkarılmayı hak edecek bir anlam yoksullu­ğuna uğrayan, içi boş bir sözcüğe dönüşen "etik" kavramı üs­tünde düşündürebileceği umudunu taşıyorum.

Şadan Karadeniz

Zamandizin

117-138

Hadrianus'un hükümdarlığı.

121

Betica (Güney İspanya) kökenli bir patricius aileye mensup M. Annius Verus'un doğumu.

124 (yakl)

Babası, praetor, Verus'un ölümü.

138 (yakl)

Hadrianus; belirlenmiş halefi L. Elius Caesar'ın ölümü üze­rine, Marcus'un dayısı, T. Aurelius Antoninus'u evlât edinir; o da, belirlenmiş halefleri M. Annius Verus (M. Elius Aurelius Ve- rus) ile L. Elius Caesaf m (L. Elius Aurelius Commodus) oğlu L. Ceionius Caesar' ı evlât edinir.

10 Temmuz

Hadrianus'un ölümü. Yerine, Pius unvanını alan Antoni- nus geçer.

139

Elius Aurelius Verus, Caesar unvanını alır.

140

Marcus Antoninus, Antoninus Pius'la birlikte ilk kez Kon­sül olur.

145

Marcus Antoninus, Antoninus Pius'un kızı Annia Galeria Faustina ile evlenir.

147

İlk çocuğu doğar (bir kız: Domitia Faustina).

Marcus tribunus'luk makamına getirilir.

155-161

Annesi Domitia Lucilla'nın ölümü.

7      Mart 161

Antoninus Pius'un ölümü. Yerine Marcus (Imperatore Ca- esar M.Aurelius Antoninus Augustus) geçer; imperium'vt evlât edinilmiş kardeşi L. Verus'la (Imperatore Caesar Lucius Aureli- us Verus Augustus) paylaşır.

Oğlu L. Aurelius Commodus'un doğumu.

Doğu'da savaş başlar.

163-166

Ermenistan, Media ve Partia'da zaferler.

167

Veba salgını.

Germenler imparatorluğun sınırlarını ihlâl ederler.

168

İşgal edilen topraklara gitmek üzere yola çıkılır.

Aquileia'da genel karargâh kurulur.

169

Evlât edinilmiş kardeşi L.Verus'un ölümü.

170 (yakl)

Ondördüncü çocuğu (sonuncusu olduğu sanılan) Vibia Au- relia Sabina'nın doğumu.

170-     171

Kuzeyde yeni istilâlar. Yeni bir Tuna-ötesi seferin başlangıcı.

171-     173

Carnuntum'da genel karargâh. Germenlere karşı zafer. Sar- mati lazigi ile savaş.

174

Quadi'yle savaş. Sirmium'da genel karargâh.

175

Doğu'da Avidius Cassius isyanı. Sarmallarla bırakışma. Ka­rısı Faustina ve oğlu Commodus'la birlikte Doğu'ya gidiş.

Faustina'nın ölümü.

176

Marcus'la Commodus için Roma'da zafer töreni.

177

Commodus, babası tarafından imperium'a ortak edilir.

178-179

Yeniden başkaldıran Tuna-ötesi kavimlere karşı yeni bir sefer.

17 Mart 180

Marcus'un Sirmiurn yakınlarında hastalanıp ölmesi. Yeri­ne oğlu Commodus geçer.

I.   Kitap

1      Dedem Verus'tan1: soylu ve öfkeden bağışık bir karak­ter örneği.

2      Beni dünyaya getiren2 kişinin ününden ve bu ünün bende kalan anısından: sakınımlılık ve kararlılığı.

3      Annemden3: dindarlık ve cömertliği; yalnızca kötü ey­lemler işlemekten değil, onları düşünmekten bile sakınmayı; yaşam sadeliğini ve varsılların alışkanlıklarından kaçınmayı.

4      Büyükbabamdan4: halk okullarına gitmemiş olmayı, ev­de iyi öğretmenlerden ders almayı ve bu tür şeyler için hiçbir masraftan kaçmmamayı.

5      Hocamdan5: ne yeşillerden ya da mavilerden, ne de par- mulario ya da scutario'dan6 yana olmayı; zahmete katlanmayı ve az şeye gereksinim duymayı; kendi işimi kendim görmeyi ve başkalarının işleriyle ilgilenmemeyi; iftiraya kulak vermemeyi.

6      Diognetus'tan7; boş şeyleri umursamamayı; şarlatanla­rın ve büyücülerin büyü yapma, şeytan kovma ve bu tür başka şeyler hakkmdaki gevezeliklerine aldırmamayı; yarış bıldırcın­ları eğitmek ve buna benzer gösterilerden uzak durmayı; yalın konuşmayı hoşgörüyle karşılamayı; felsefeyle uğraşmayı, önce Bacchius'un, sonra Tandasis'in ve Marcianus'un8 çömezi olma­yı; çocukken kompozisyonlar yazmış olmayı; yalnızca postla örtülü basit bir tahta yatak ve Yunan eğitiminin bir parçasını oluşturan bütün öteki şeyleri istemeyi 9

7      Rusticus'tan10: karakterimi düzeltip geliştirmem gerek­tiğini; kendimi sofizm tutkusuna kaptırmamayı, soyut sorunlar üzerine incelemeler yazmamayı, ahkâm kesen nutuklar atma­mayı, bilgiçlik ve insanseverlik taslamamayı; retorik şiir ve ince biçende uğraşmamayı; evin içinde toga ile dolaşmak, ya da bu­nun gibi başka budalalıklar yapmamayı; mektuplarımı, tıpkı Sinuessa'nm anneme yazdığı mektuplar gibi basit bir biçimde yazmayı.

Beni kışkırtan ve incitenlere kin gütmemeyi ve bana yeni­den yaklaşmak istediklerinde, onlarla barışmaya hazır olmayı; özenle ve dikkatle okuma alışkanlığını, yüzeysel bir izlenimle yetinmemeyi, kim olursa olsun gevezelerle hemen aynı görüşü paylaşmaya hazır olmamayı; bana kendi kopyasını ödünç vere­rek Epiktetos'un11 notlarını tanıma fırsatı sağlamış olmasını.

8    Apollonius'tan12: ahlaksal özgürlüğü, hiçbir şeyi rastlan­tıya bırakmamayı; mantık dışında bir an bile olsa başka hiçbir şeye bel bağlamamayı; en şiddetli acılarda, bir evlâdın yitiril­mesinde, uzun süren hastalıklarda bile hep aynı kalmayı; onda, aynı insanın hem enerjik, hem de gevşek olabildiğinin canlı bir örneğini görmüş olmayı.

Bir şeyi açıklarken sabrını yitirmemeyi; kuramsal ilkeleri iletme yeteneği kadar deneyimi de açıkça yeteneklerinin en az önemlisi sayan birini tanımış olmayı; dostların sözümona lütuf- larını, bundan etkilenmeksizin, duyarsız bir aldırmazlık da göstermeksizin nasıl karşılamak gerektiğini öğrenmiş olmayı.

9    Sextus'tan 13: başkalarının iyiliğini istemeyi; örnek bir aile babası olmayı; doğaya uygun yaşama14 kavramını; yapmacık olmayan ağırbaşlılığı; arkadaş çevresinde sakinindi ve özenli davranmayı; bilgisiz ve fikirleri bilimsel dayanaktan yoksun olanlara hoşgörü göstermeyi. Kendini her çeşit insana göre uyarlamayı bilmeyi; öyle ki konuşması pohpohlamaktan daha çok hoşa gidiyordu, ama aynı zamanda onunla birlikte bulu­nan kişilerden en büyük saygıyı görüyordu; yaşamın temel il­kelerini tam ve yöntemli bir biçimde açıklama ve düzenleme yeteneğini. Hiçbir zaman öfke ya da başka duyguların en kü­çük bir belirtisini bile göstermemeyi, ama aynı zamanda hem duygularını belli etmemeyi, hem sevgi dolu olmayı; gösterişe kaçmadan övmeye hazır olmayı ve böbürlenmeksizin engin bir kültüre sahip olmayı.

10   Dilbilgici Alexanderdan15: kusur bulmamayı; ağızların­dan başka bir dilden alınma ya da kurala aykırı yahut başka uyumsuz bir söz kaçıranları kmamamayı, yanıt verirken ya da bir şeyi pekiştirirken yahut söyleyişten çok konunun kendisini tartışırken kullanılması gereken en uygun terimi ustalıkla öner­meyi ya da aynı biçimde uygun bir başka öneride bulunmayı.

11   Fronto'dan16: zorbaların kıskançlık, kurnazlık ve ikiyüz­lülüklerinin hangi derecelere vardığını ve bu ünlü patrici'lerin17 -böyle deniyordu onlara- genel olarak, bir anlamda gerçek sev­gi yeteneğinden en yoksun kişiler arasında olduklarını öğren­meyi.

12    Platoncu Alexandefdan18: çok gerekmedikçe, sık sık sözle ya da mektupla çok meşgul olduğunu vurgulamamayı, böylece acele işleri bahane ederek, toplumsal ilişkilerimizin ge­rektirdiği görevlerden sürekli olarak kaçmmamayı.

13    Catulus'tan19': zaman zaman mantıksızca yapılmış olsa da bir dostun kınamasını gözardı etmemeyi, onunla her za­manki ilişkiyi yeniden kurmaya çalışmayı; Domitius ve Athe- nodotus20 için söylendiği gibi, hocalarından övgülerini esirge- memeyi; çocuklarına içtenlikli bir sevgi beslemeyi.

14    Severus'tan21: aile, doğruluk ve adalet sevgisini; aynı zamanda, onun sayesinde, Thrasea, Helvidius, Cato, Dio ve Brutus'u22 tanımış olmayı; eşitliğe ve söz söyleme özgürlüğüne dayanan demokratik bir devlet fikrini; her şeyden çok uyrukla­rın özgürlüğüne saygı gösteren bir monarşi fikrini oluşturmayı. Ve gene ondan, sürekli ve sağlam bir felsefe saygısını; iyilik et­meye hazır olmayı ve cömertliği; en büyük yüce gönüllülük ve iyimserliği; dostların sevgisine güvenmeyi; eleştirdiği kişilere karşı açıkyürekli olmayı; ne istediği ya da ne istemediği konu­sunda arkadaşlarının tahminde bulunma gereksinimi duyma­maları için niyetlerini açıkça ortaya koymayı.

15    Maximus'tan23: kendine egemen olmayı ve tam bir ka­rarlılığı; her durumda, ama özellikle hastalıkta serinkanlı olma­yı; ılımlılığı, yumuşaklıkla ağırbaşlılığın uyumlu bir karışımı­nın belirlediği bir karakter örneğini; görevini yakmmaksızm yerine getirmeye her zaman hazır olmayı; ne düşünüyorsa tas­tamam onu söylediği ve bütün davranışlarının iyi niyetli oldu­ğu konusunda herkeste güven uyandırmayı; şaşmamayı ve hoşnutsuz olmamayı, hiçbir zaman aceleci olmamayı, ne karar­sız, ne güvensiz, ne yenik, ne ansızın kahkahadan öfkeye ya da kuşkuya geçmeye hazır olmayı.

Cömertliğe, bağışlamaya, açıklığa eğilimli olmayı; zorla doğru yolda tutulan biri değil, doğruluktan ayrılmayan bir in­san olduğu izlenimi vermeyi; hiç kimsenin onun tarafından kü- çümsendiğini ya da kendisinin ondan üstün olduğunu sanma­masına, ne de onun zayıf olduğunu düşünmesine yol açacak biçimde davranmamayı.

16   Babamdan24: ölçülülüğü, inceden inceye düşünüp taşın­dıktan sonra alman kararlarda direnmeyi; şan şeref sayılan şey­lere aldırmamayı; işini sevmeyi ve işinde sebat göstermeyi; or­tak yarara katkıda bulunabilecek durumdaki kimselere kulak verme eğiliminde olmayı; herkesi yan tutmaksızın, ödüllendir­me isteğini; nerede ciddî, nerede bağışlayıcı olmak gerektiğini ayırt edebilme yeteneğini; oğlancılığın yasaklanmasını25; baş­kalarına karşı anlayışlı olmayı, dostlara, ne pahasına olursa ol­sun şölenlerine katılmama ya da yolculukta ona eşlik etmeme özgürlüğünü bağışlamayı, bununla birlikte, herhangi bir zo­runluluktan ötürü ona katılamamış olanların çevresinde her za­man aynı tutumu sürdürmeyi. Kurul26 toplantılarında her so­runu titiz bir özenle gözden geçirmeyi, ilk izlenimlerle yetin­meyerek araştırmayı sabırla sürdürmeyi.

Dostlarına özen göstermeyi, onları sıkmamayı, ne de onla­ra düşkünlük göstermeyi; her durumda kendi kendine yetmeyi ve dinginliği. İleriye bakmayı, her şeyi, en önemsiz ayrıntıları bile düzenlemeyi, ama bunu gösterişsizce yapmayı. Kişiliğine yönelik alkışları ve her türlü pohpohlamaları dizginlemeyi; im­paratorluğun gereksinimleri bakımından gerekli olan her şey için aralıksız çaba harcamayı, kaynakları akıllıca kullanmayı ve bu konuda ortaya çıkabilecek eleştirileri hoşgörüyle karşılama­yı; tanrı tapımında boşinanlara yer vermemeyi, insan ilişkile­rinde halkın sevgisini kazanmak için pohpohlamalardan kaçın­mayı, her şeyde ölçülü ve kararlı olmayı, yeniliklere karşı kaba­ca davranmamayı ne de bunlar için yanıp tutuşmayı.

Yaşamı kolaylaştıran ve şansın cömertçe sağladığı her şey­den yararlanmayı bilmeyi, öyle ki varken onları sadelikle kul- 1 anmayı, yokken onlara gereksinim duymamayı; hiç kimsenin onun bir sofist ya da düzmeci ya da bilgiç olduğunu söyleye­meyeceği, tersine, onun olgun, tam bir insan olduğunu, poh­pohlamaya düşman, kendi kendini ve başkalarını yönetme ye­teneğine sahip olduğunu söyleyecekleri biçimde davranmayı.

Bundan başka, gerçek filozoflara duyduğu büyük saygıyı, ötekileri sert bir biçimde yermekten kaçınmayı, ama onlar tara­fından baştan çıkarılmaya da kendini bırakmamayı; kibarlığı, yapmacıklıktan uzak nezaketi; yaşama aşırı bağlılık göstermek­sizin, ama aynı zamanda onu savsaklamaksızın, sağlığına gös­terdiği yerinde özeni, böylece, kendine dikkat ettiği için hekim­lere ya da ilâçlara ve merhemlere olabildiğince az başvurmak zorunda kalmayı.

Ama özellikle güzel söz söylemek, yasaları ya da töreleri bilmek gibi özel yetenekler kazanmış kişileri öne geçirmeye ha­zır olmayı, onların kendi alanlarında önde gelen kişiler olarak hak ettikleri gibi tanınmalarına kıskançlık duymaksızın yardım­cı olmayı; her zaman atalarımızın alışkanlıklarına uygun dav­ranmayı, bunu yaparken yerleşik geleneklere uyma amacı güt­tüğünü gösterişli bir biçimde ortaya koymamayı. Bundan başka, bağlılığı ve öngörülü olmayı, kendini uzun süre aynı yerlerde aynı uğraşlara adama yeteneğini; şiddetli bir başağrısı nöbetinin ardından, her zamanki alışılmış uğraşlarına yeni bir enerjiyle dönmeyi; seyrek olarak devlet işleriyle sınırlı az sayıda gizinin dışmda fazla gizi olmamasını; halka açık gösterilere izin verme­de, kamu yapıları, bağışlar ve bu tür etkinliklere girişmekte gös­terdiği sakınganlık ve ılımlılığı; bunları kendisine getireceği ün için değil, yalnızca görevini düşünen biri gibi yapmayı.

Olmayacak saatlerde banyo yapmazdı, ne yapılar yaptır­maya aşırı düşkünlüğü vardı, ne yiyip içmeye, ne giysilerinin kumaşına ve rengine, ne de kölelerinin güzelliğine gereğinden çok önem verirdi. Togası, Latium'daki köy evinden, öteki şey­lerin büyük bir bölümü de Lanuvium'dan27 gelirdi. Sonra, Tus- culum'da kendisini bağışlamasını dileyen vergi tahsildarına davranışı ve bu gibi durumlardaki genel tutumu.

Hiçbir zaman kaba, katı ya da sert olmadı, ne de "ter dök­tü!" denebilecek biriydi, tersine, tüm eylemleri tek tek düşünül­müştü; dingince, düzenli, sağlam, tutarlı bir biçimde. Sokrates için söylenen28 tam da ona uyardı: birçoklarının karşı koymak için fazla zayıf, kendilerini bırakmak içinse aşırı düşkünlük gösterdikleri bir şeyin tadına varmak kadar onsuz yapabilme yeteneğine de sahipti. Güçlü olmak ve direnmeyi bilmek, her iki durumda da ılımlılığı elden bırakmamak ruhsal dengesi ye­rinde ve yılmaz bir insanın belirgin özelliğidir; Maximus'un, hastalığında yaptığı gibi.

17    Tanrılardan29: iyi büyükanne ve büyükbabalara, iyi ana babaya, iyi bir kız kardeşe30, hemen hemen tümü de iyi öğret­menlere, iyi arkadaşlara, akraba ve dostlara sahip olmuş ol­mam; onların hiçbirini incitecek bir şey yapmamam, oysa, ya­pım gereği, koşullar elverseydi böyle bir şey yapabilirdim; ama tanrıların lütfuyla, benim bu eğilimimi ortaya çıkaracak koşul­lar bir araya gelmedi.

Dedemin metresinin31 yanında gereğinden uzun süre kal­mamış olmam, böylece gençliğimin el değmemiş masumluğu­nu korumuş olmam ve vaktinden önce erkek olma hevesine ka­pılmamış, hatta bunu biraz geciktirmiş olmam. Beni tüm guru­rumdan arındıran; insanın koruyuculara, gösterişli giysilere, avizelere, yontulara ve bu tür başka lükslere gereksinim duy­maksızın da bir sarayda yaşayabileceğine, saygınlığını yitirme­den, devletin çıkarı için bir hükümdarın yerine getirmesi gere­ken görevleri savsaklamadan, yaşamını hemen hemen bir yurt­taşın yaşamına indirgeyebileceğine inandıran bir hükümdarın uyruğu, bir babanın oğlu olmam.

Karakteriyle beni kişiliğimi geliştirmeye yönlendirmeyi ba­şaran, saygı ve sevgisiyle aynı zamanda ruhumu da yatıştıran bir erkek kardeşe32 sahip olmam; zihinsel ya da bedensel ku­surları olmayan çocuklara33 sahip oluşum. Retorikte34, şiirde, öteki çalışmalarımda gelişme göstermemem; kolayca başan sağladığımın ayrımında olsaydım belki de bunlar benim tüm zamanımı alırdı. Öğretmenlerimi, henüz genç olduklarını göz önüne alarak, daha sonraya ertelemeksizin, ister göründükleri rütbelere gecikmeden yükseltmem. Appollonius'u, Rusticus'u ve Maximus'u35 tanımış olmam.

Doğaya uygun36 yaşamın gerçek anlamını sık sık açık se-

çik bir biçimde düşünmüş olmam, öyle ki, tanrılara, onların et­kilerine, yardımlarına ve esinlerine bağlı olduğu ölçüde hiçbir şey beni doğaya uygun yaşamaktan alıkoymamıştır, eğer bu­gün hâlâ bundan biraz uzaksam, kusur yalnızca benimdir: tan­rıların uyarılarını, hatta diyebilirim ki, öğrettiklerini hesaba katmayan bendim gerçekten de. Benimki gibi bir yaşama uzun süre direnebilecek bir bedensel yapıya sahip olmam; ne Bene- dicta ne de Theodotus'a37 dokunmuş olmam, daha sonraları, aşk tutkusuna kendimi kaptırdığımda, iyileşmiş olmam; zaman zaman Rusticus'a öfkelenmişsem de, sonradan pişman olaca­ğım hiçbir şey yapmamış olmam.

Ne yazık ki, genç yaşta ölmeye yazgılı annemin38 hiç değil­se son yıllarını benimle birlikte geçirmiş olması. Ne zaman yok­sul ya da başka bir biçimde yardıma gereksinimi olan birine yardım etmek istesem, hiç kimse bana bunu yapmaya olanakla­rımın elvermediğini söylememiştir; öte yandan, ben kendim başkalarından yardım alma gereksinimi duymamışımdır. Öy­lesine yumuşak başlı, sevgi dolu ve sade bir karımm39oluşu; çocuklarım için çok sayıda uygun eğitmenin bulunuşu. İlâçla­rın; özellikle kan tükürmeye ve başdönmesine karşı, bana düş­ler ya da Gaeta'daki kâhinin yanıtı aracılığıyla önerilmesi. Fel­sefeye tutkuyla bağlandığımda bir sofiste çatmamış olmam; ne de kendimi yazınsal yapıtları ya da tasımları4oçözümlemeye, ya da göksel olguları yorumlamaya vermiş olmam.

İşte, bütün bunlara , tanrıların yardımı ve yazgının lütfuy- la sahip oldum.

Notlar

1      Düşünceler'in sistemli bir biçimde düzenlenmiş tek kitabı olan I. Kitapta, Mar­cus Aurelius, etik ve felsefî gelişimine katkısı olan insanlara (tanrılara da) duy­duğu gönül borcunu dile getiriyor.

Seçkin Roma'lı politikacı, senatör, Hadrianus'un akrabası, İspanyol asıllı M.An- nius Verus; on yaşlarındayken babasız kalan torunu Marcus'u evlât edinmiştir.

2      Burada, bu (I.) kitabın 16. bölümünün ayrıldığı, imparator Antoninus Pius'a değil, Marcus Aurelius'un gerçek babası, MS 124 yılında öldüğü sanılan M. An- nius Verus'a gönderme yapılıyor.

3      Domitia Lucilla; Marcus Aurelius'u, babasının ölümünden sonra yetiştiren, varlıklı, iyi eğitim görmüş bir kadındı.

4      Lucius Catilius Severus, Marcus Aurelius'un anne tarafından büyükbabası, Do­mitia Lucilla'nın dedesi.

5      Marcus Aurelius'un burada kime gönderme yaptığı bilinmiyor, ilk öğretmeni Euforion'a mı, yoksa başkalarına mı; olasılıkla, daha sonra adı anılan seçkin bil­gelerin tümünden farklı olarak, bir köle.

6      Burada sirk oyunlarına göndermede bulunuluyor; yeşil ve mavi, iki rakip ara­ba takımını; parmula (küçük, yuvarlak, hafif) ve sentim (büyük, dört köşe, ağır) kalkanlarla savaşan iki rakip gladyatör takımını belirtiyordu. Bu yarışmalar, onların halk arasında yarattığı heyecan, Seneca ve Epiktetos gibi Stoacılar tara­fından eleştirilmişti.

7     Diognetus: Marcus Aurelius'un resim öğretmeni.

8      Marcianus adı, bir varsayıma göre, hukukçu L. Volusius Mecianus'un adının bozulmuş bir biçimidir. Mecianus'un öğrencileri arasında, bir yapıtını sundu­ğu, o zaman imparator olan Marcus Aurelius da bulunuyordu. Bacchius: Pla- toncu bir filozof (öteki iki ad bilinmiyor).

9      Çocukluğundan başlayarak, Marcus Aurelius, çileciliğin katı kurallarını uygu­luyordu; bunu, Yunan felsefesi öğreniminde temel nokta sayıyordu.

10   Quintus lunius Rusticus, meslekten filozof değil, politikacı olduğu halde, yaşa­mını Stoacı ahlâkın ilkelerine adamıştır. Seçkin politikacı, iki kez konsüllük yapmış; politikacı ve Stoacılığa bağlı, imparator Domitianus'a karşı çıktığı için ölüm cezasına çarptırılan Quintus Arulenus, lunius Rusticus'un soyundan gel­miştir. (Marcus Aurelius bu tür stoik "şehitlere" hayranlık duyuyordu. Rusti­cus'un Marcus Aurelius'u Stoacılığa döndürmekte önemli bir rol oynadığı açık­ça görülüyor, (bkz. 117 aşağıda Not 35)

11   İmparatorluk döneminin (MS yakl. 55-135) en önemli Stoacı filozoflarından bi­ri; Marcus Aurelius'u derinden etkilemiştir.

12   Chalcedon'Iu Apollonios: Stoacı filozof ve sofist, ünlü bir aydın ve biyografi ya­zarı; Antoninus Pius tarafından Marcus Aurelius'un eğitimiyle ilgilenmek için Roma'ya çağrılmıştı.

13    Boetia'da, Chaeronea'lı Sextus, Stoacı filozof, Plutarkhos'un yeğeni.

14    Doğaya uygun yaşama: Stoacı ahlâkın temel ideali.

15   Dilbilgici Alexander: Frigya'lı filolog; Antikçağ'da Homeros'la ilgili incelemele­riyle tanınmıştır. Yunancasını geliştirmek için Marcus Aurelius'a ders vermiştir.

16   Cornelius Fronto: zamanının (yakl. MS 100-166) en ünlü Roma'lı hatibi, Marcus Aurelius'un (hitabet) öğretmeni ve arkadaşı. Marcus Aurelius ve başkalarıyla mektupları günümüze dek kalmıştr. Roma'lı soyluların genellikle doğal sevgi­den yoksun oldukları, bu mektuplarda yer almaktadır.

17    Patrici: Roma soyluları (Çev)

18   Platoncu Alexander: olasılıkla, Kilikyalı retorikçi Alexander, Marcus Aureli­us'un Yunanca yazmanı.

19   Stoacı Cinna Catulus.

20   Athenodotus: Stoacı, Fronto'nun ilk hocalarından; Domitius: kim olduğu bilin­miyor.

21   Genellikle, Marcus'un dünürü Aristocu filozof, konsül Claudius Severus'la öz­deşleştirilir; oğlu Marcus'un en büyük kızıyla evlendi.

22   Thrasea vb: felsefeye dayalı ahlâk ilkelerini politikaya uygulamaya çalıştıkları için acı çeken kimselerden ünlü örnekler. Stoacı Thrasea Paetus, Nero'nun buy­ruğuyla (MS 66) kendini öldürmeye zorlandı. Helvidius: bu adı taşıyan iki kişi (akraba), sırasıyla Vespasianus (MS 74) ve Domitianus (MS 93) zamanında öl­dürüldüler. Cato: Cumhuriyetçilerin safında çarpışırken, lulius Caesaf a teslim olmamak için canına kıydı (MÖ 446). Brutus: Cato'nun damadı, Caesar" m katil­lerinden biri (MÖ 44), Philippi yenilgisinin ardından kendini öldürdü (MÖ 42). Dio: olasılıkla, Platon'un öğretisinden etkilenerek, MÖ 4. yüzyıl ortalarında zorba II. Dionysios'un yönetimini düzeltmeye ya da onun yerini almaya çalı­şan, ancak başarısızlığa uğrayan Siracusa'h. Thrasea ve Helvidius gibi kişiler bazen imparatorluk yönetimine karşı 'Stoacı muhalefet' olarak nitelendirilirler. Bu yanıltıcı bir görüştür, çünkü Stoacılık imparatorluk yönetimine değil, bu yö­netimin kötüye kullanılmasına karşıydı; Stoacılar, bütün rejimlerin, hatta mo­narşinin bile, erdemli bir biçimde yönetilebileceğine inanıyorlardı; burada be­timlenen "eşitliğe ve söz söyleme özgürlüğüne dayanan demokratik bir devlet" ideali, Stoacı olduğunca Roma politik ideallerini de yansıtır.

23   Claudius Maximus, Stoacı filozof, Afrika'da prokonsüldü.; MS yakl. 142'de konsül olmuştur. Afrika eyaletinin valisi olarak, MS 158'de, yazar Apuleius'un yargılanmasına başkanlık etti; Apuleius'un Apologia' sında ondan, felsefe öğre­nimi görmüş, akıllı bir adam diye sözedilir.

24   Marcus Aurelius'u evlât edinen Antoninus Pius; MS 138-61 yılları arasında im­parator; MS 138 yılında, Hadrianus'un buyruğu ile Marcus'u (ve Verus'u) vâris olarak evlât edindi. Marcus Aurelius; Antoninus'u, gerçek filozofları destekle­mekle birlikte, felsefî ilkelerden çok, karakter ve geleneksel Roma ahlâkına gö­re davranan birisi olarak betimler. Bununla birlikte, onu, ilkeli yaşam biçimiyle ünlü Sokrates (MÖ 469-399) ile karşılaştırdığında, Antoninus'un böylece, baş­kalarının felsefe aracılığıyla sağladıkları standartlara eşit standartlar sağladığı­nı öne sürer. Özellikle Sokrates'in (gerektiğinde) yemek içmekten sakınma ya da haz duyma yeteneğine değinmektedir: Platon, Symposium (Şölen). Mar­cus'un, Antoninus'a yönelttiği övgüler, kendi ahlaksal ve siyasal hedeflerine ışık tutuyor; açıkça anlaşıldığına göre, Marcus, en iyi Roma standartlarına göre yaşamaya çalışıyor, bunları Stoacı felsefenin ışığında görüyordu.

25   Oğlancılığın yasaklanması- Yunan ahlâkıyla kısmen çelişen geleneksel Roma ah­lâkı eşcinselliği onaylamıyordu; daha önceki bazı imparatorların, özellikle Bith- nia'lı genç Antinous'a aşkı dillerde dolaşan Hadrianus'un eşcinselliğiyle çelişki apıştırılıyor.

26    Kurul: Roma Senatosu değil, bütün imparatorların kullandıkları danışma kurulu.

27   Antoninus Pius, Lanuvium'luydu, Roma yakınında Lorio'da eğitim gördü, bu­rada daha sonra bir saray yaptırdı. Kitabın bu bölümünün tümü bozuk, ondan sonraki bölüm de; öyle görünüyor ki, burada Marcus Aurelius, daha sonra im­parator Septimus Severus'a yaptığı gibi, Antoninus Pius'un yücegönüllülüğü- nü ve alçakgönüllülüğünü belirten bir örneğe göndermede bulunuyor.

28   Atina'lı ünlü filozof (MS 469-399), fikirlerini yalnızca öğrencisi Platon'un yapıt­ları aracılığıyla biliyoruz; gönderme için bkz. Platon, Symposium.

29   Taunlar: Burada ve Düşünceler'in çeşitli yerlerinde, Marcus Aurelius geleneksel Yunan-Roma çoktanrıcılığmm uygulamalarını (örneğin, yakarı, kehanet); Stoacı tanrıbilimle bağdaşır buluyor. Stoacılık için, tanrısal ('tanrı, tanrılar, Zeus, ilahi takdir'); gerek evrende, gerek insan varlıklarında düzen ve ussallık öğesini temsil ediyordu ('içimizdeki koruyucu ruh', diye dile getirir çok kez bunu Mar­cus). Tanrı, fiziksel bakımdan 'tasarlayın ateş' olarak düşünülür. Epikurosçu- lara karşıt olarak, Stoacılar, geleneksel dinsel uygulamaları ve fikirleri, kendi felsefî kuramlarıyla bağdaştırmaya çalışmışlardır; bkz. Cicero: Tanrıların Doğası Üstüne, özellikle 2. kitap.

30    Annia Cornificia Faustina, Marcus Aurelius'un biricik kız kardeşi.

31   Dedemin metresi: Marcus Aurelius, babasının erken ölümünden sonra büyükba­bası Marcus Annius Verus'un evinde büyüdü; büyükbabası, karısının ölümün­den sonra bir metresle birlikte yaşamaya başladı.

32   Erkek kardeş: Lucius Aurelius Verus, Antoninus Pius tarafından MS 138 yılında evlât edinildi; MS 169 yılında ölümüne dek, daha genç imparator olarak, impa­ratorluğu onunla paylaştı.

33   Çocuklar: Marcus Aurelius'un karısı Faustina, aralarında Marcus Aurelius'un (başarısız) ardılı Commodus'un da bulunduğu birkaç çocuk dünyaya getirdi; burada Marcus Aurelius'un yorumu, çocukların 'tanrı vergisi' özellikleriyle sı­nırlandırılmış (örneğin çocukların fiziksel ve zihinsel bakımdan sağlıklı olup olmayışları).

34   Retorikte gelişme göstermemem: Marcus'un Fronto'ya mektupları, Fronto'nun ki­şiliği kadar, Marcus'un, Fronto'nun retoriğin önemine ilişkin görüşünden etki­lendiğini de göstermektedir. Ancak Marcus gençliğinde bir ara (özellikle Rusti- cus'un etkisiyle), daha çok felsefeye eğilim duyuyordu; öyle de kaldı.

35   Apollonius, Rusticus ve Maximus: Apollonius ve Rusticus, Marcus Aurelius'u felsefeye yöneltmekte önemli bir rol oynamışlardır; Rusticus ve Maximus, poli­tik yaşamları felsefe eğitiminden etkilenmiş kişilere örnektirler.

36   Doğaya uygun yaşam: Stoacılığın ideali burada, geleneksel dinsel uygulamalarla birleşiyor.

37   Benedicta ve Theodotus: Bilinmiyor, olasılıkla Marcus Aurelius'u evlât edinmiş olan babasının (Antoninus) evinde yaşayan biri kadın, biri erkek iki köle; bu kölelerle cinsel ilişkiye izin veriliyordu; Marcus Antoninus'un cinsel denetimi için bkz. 116.

38    Marcus Aurelius'un annesi için bkz. yuk. I. 3.

39   Annia Galeria Faustina, Marcus Aurelius'un karısı, Antoninus Pius'un kızı; Marcus Aurelius onunla MS 145'te evlendi, karısının MS 175'te ölümüne dek onunla evli kaldı. Marcus Antoninus'un ondan en az on dört çocuğu oldu. Avi- dius Crassus'la bir macerası olduğu ve onun MS 174 yılındaki başarısız başkal­dırısını desteklediği yolunda söylentiler çıkmışsa da, Marcus Aurelius, Historia Aııgnsta'daki biyografisinde geniş bir biçimde yer alan bu söylentilere önem vermemiş; mektuplarında ondan sevgi ve saygıyla sözetmiştir.

40   Tasımları çözümlemeye ya da göksel olguları yorumlamaya..: Marcus Aurelius bura­da, açıkça Stoacı ahlâk ilkelerini benimsemiş ve Stoacı bilgenin 'kozmik' görün- gesine erişmeyi ummasına karşın, mantık-etik-fizik'ten (doğanın incelenişi) oluşan Stoacı felsefenin ders programını tamamlamamıştır. Stoacılar, bu üç araştırma alanının birbirine bağlılığını vurguladıklarından, Marcus Aurelius'un Stoacılık anlayışı tamam değildir; ancak bu, kendi başına, Düşünceler’ia Stoacı dünya görüşünü yansıtmakta başarısız olduğu anlamına gelmez.

II.   Kitap

Gran ırmağı kıyısında Quadi topraklarında yazıldı.1

1   Gün ışıyınca kendi kendine şöyle de: bugün meraklılarla, vefasızlarla, kaba, kıskanç, bencil kişilerle karşılaşacağım. Bü­tün bu kötülükler bu insanlarm başına, iyiyi ve kötüyü bilme­dikleri için geliyor. Ama, iyinin doğasını kavramış ve onun doğru; kötünün doğasını kavramış ve onun yanlış olduğunu bilen, yanlış yapan kimsenin doğasını kavramış ve onun, be­nimle aynı kandan, aynı tohumdan geldiği için değil, benimle aynı zihni, tanrısal bir parçayı paylaştığı için akrabam olduğu­nu bilen bana o insanlarm hiçbirinden zarar gelemez, hiçbiri beni dürüst olmayan eylemlere bulaştırmayı başaramaz; ne de ben akrabam olan kimseye öfkelenebilirim, ne de ondan nefret edebilirim. Çünkü birbirimize karşılıklı yardım etmek için doğ­duk biz, tıpkı ayaklar, eller, gözkapakları, iki sıra diş gibi. İşte bu nedenle, birbirine karşı davranmak doğaya aykırıdır; birine kızmak, ondan nefret etmekse, kuşkusuz ona karşı davran­maktır.

2    Bu, ben olan şey, her ne ise, biraz et, biraz yaşam soluğu ve yönetici ilkeden2 başka bir şey değil. Bu ete değer verme: kirli kandan, bir kemik yığınından, bir sinir ve damar ağından başka bir şey değil o. Soluğunun ne olduğunu düşün sonra: ha­va, üstelik her zaman aynı olmayan, ama her an dışarı verdi­ğin, sonra yeniden içine çektiğin hava. Üçüncüsü kahyor geri­ye, yönetici ilke. Kitapları bırak, artık onlarla ilgilenme: buna izin yok. Ama, daha şimdiden ölümün eşiğinde olduğunu dü­şün: yaşlısın, bedeninin köle olmasına, ya da b>ir kukla gibi ben­cil dürtülerce oradan oraya sürüklenmesine, ş;u andaki yazgısı­nı küçümsemesine ya da gelecekteki yazgısı i<çin yas tutmasına izin verme.

3   Tanrıların eserleri tanrısal öngörüyle dlopdolu; yazgının işleri de doğal düzenden yoksun değildir, tanrısal öngörünün ağlarıyla iç içe geçmiş, onlarla örülüdürler. Her şey bundan çı­kar. Öte yandan, her şeyin zorunluluktan kaynaklandığını ve senin de bir parçasını oluşturduğun evrenin bütününün yararı­na olduğunu da eklemeliyim. Ama doğanın her yerinde, iyi; evrensel doğanın ürettiği şeydir ve onu ayakta tutmaya yarar. Evreni ayakta tutan, yalnızca öğelerin dönüşümü değil, aynı zamanda onlardan oluşmuş varlıkların dönüşümüdür. Bu ilke­ler, eğer onlara inanıyorsan, sana yeter. Bunun için kitap susuz­luğunu kov, hâlâ yakınarak değil, gerçekten dingin ve yüreği­nin derinliklerinden tanrılara gönül borcu duyarak ölebilesin diye-     _

4   Bütün bunları ne zamandır ertelediğini ve kaç kez tanrı­lardan yeni kayralar almana karşın onlardan yararlanmadığım anımsa. Nasıl bir evrenin parçası, dünyayı yöneten hangi varlı­ğın türemesi olduğunun; sana ödünç verilen zamanın sınırlılı­ğının, onu zihninin sislerini dağıtmak için kullanmadıkça, bu sınırlı zamanın yokolup gideceğinin, senin de yokolup gidece­ğinin ve o zamanın bir daha eline geçmeyeceğinin bilincine varmanın vakti geldi, geçiyor.

5   Yapmakta olduğun şeyi gerçek bir RomaTıya ve gerçek bir insana yaraşır biçimde3, azimle, gösterişten uzak, titiz bir ciddîlik, özen, özgürlük ve doğrulukla yapmaya çalış; kendini tüm öteki uğraşlardan kurtar; her edimi, yaşamının en son edi­miymiş gibi yaparsan, bunu başarırsın; her türlü hafiflikten sa­kınarak, mantığın kuralından sapmaksam, ikiyüzlülükten, bencillikten, yazgının sana getirdiği her şeyden hoşnutsuzluk duymaktan kaçınarak. Dingin ve dindar bir yaşam sürmek için ne denli az şeyin gerektiğini göreceksin; çünkü tanrılar bu ilke­lere uyan birisinden artık başka hiçbir şey istemeyeceklerdir.

6  Kendine kötü davranıyorsun, ruhum., kendine kötü dav­ranıyorsun! Kendini yüceltmek için başka fırsatın olmayacak. Çünkü herkesin yaşamı yalnızca bir an sürer, seninki neredeyse sonuna erdi, ama hâlâ kendine saygı duymuyorsun, mutlulu­ğunun başkalarının ruhlarında olup bitenlere bağımlı olmasına izin veriyorsun.

7   Yalnızca dışarıdan gelen olaylar mı üzüyor seni? İyi bir şey daha öğrenmek için kendine zaman ver, oradan oraya el yordamıyla dolaşmayı bırak. Ama sakınman gereken bir şey daha var: her kim yaşam yorgunuysa, her atılımını ve her dü­şüncesini yöneltecek bir amaçtan yoksunsa, bir eyleme girişti­ğinde aptallıklar yapar.

8   Başkalarının ruhunda olup bitenlerin ayrımına varamadı­ğı için mutsuz olan bir insana rastlamak zordur; ama kendi ru­hunun devinimlerinin ayrımına varmayan bir insanın mutsuz olması kaçınılmazdır.

9   Evrenin doğasının ne olduğunu, benim doğamın ne oldu­ğunu, bunların birbirleriyle ilişkisinin ne olduğunu; hangi par­çanın bütünün hangi parçası olduğunu göz önünde bulundur­mak gerekir; hiç kimse, yaptıklarının ve söylediklerinin, senin parçasını oluşturduğun doğayla her zaman uyum içinde olma­nı engelleyemez.

10   Theophastros4, gerçek bir filozofa yaraşır biçimde, ge­nellikle yapıldığı gibi, hataları sınıflandırırken, aşırı cinsel is­tekten ötürü işlenen hataların, öfkeyle işlenenlerden daha ciddî olduğunu söylüyor. Çünkü öfkeye yenik düşen bir insanın, bir çeşit acıyla ve bilinçsiz bir yürek burkulmasıyla mantıktan uzaklaşacağı açıktır, oysa aşırı cinsel istekten ötürü kusur işler, hazza yenik düşerse, daha aşırı, suç işlerken de daha onursuz görünür. Theophastros haklıydı; hazdan ötürü işlenen suçun, acıyla işlenen suçtan daha çok kınanmayı gerektirdiğim söyler­ken bir filozofa yaraşır biçimde konuşuyordu. Sonuç olarak, bi­rinci durumda, suç işleyen önce bir başkası tarafından haksızlı­ğa uğratılmış ve duyduğu acıdan ötürü öfkeye kapılmıştır; ikinci durumda ise, kendi eğiliminden ötürü bir haksızlık yap­maya itilmiş, arzusu kamçılandığı için öyle davranmıştır.

11  Her zaman, o anda yaşamı terkedecekmişsin gibi dav­ranmalı, konuşmalı ve düşünmelisin. Ama insanları terketmek, eğer tanrılar varsa, korkulacak bir şey değildir; çünkü onlar se­nin kötü bir şeye karışmam istemezler. Öte yandan, eğer tanrı­lar yoksa5 ya da insanlarm işleriyle ilgilenmiyorlarsa, tanrılar­dan yoksun ya da tanrısal öngörüden yoksun bir dünyada ya­şamanın benim için ne önemi olabilir? Ama tanrılar vardır ve insanlarm işleriyle ilgilenirler; ve gerçek kötülüklerin tuzağına düşmeme gücünü tümüyle insanlara vermişlerdir; bunun dı­şında bir kötülük kalmışsa, tanrılar, insanlarm o tuzağa düşme­sini önlemek için gereğini yaparlar. Ama insanın kendisini da­ha kötü kılamayan bir şey, onun yaşamını nasıl kötüleştirebilir? Evrenin doğası kuşkusuz böyle bir şeyin olmasına izin vermez: ne bilgisizlikten, ne de bundan sakınma ya da bunu düzeltme gücünden yoksun olduğu için. Evrensel doğa, güç ya da yete­nekten yoksun olduğu için, iyi ile kötünün ayrım gözetmeksi­zin iyi insanların da, kötü insanların da başına gelmesine izin vermek gibi ciddî bir yanılgıya hiçbir zaman düşmezdi. Ger­çekten de, ölüm ve yaşam, ün ve tanmmamışlık, acı ve haz, varsıllık ve yoksulluk, hiç ayrım gözetmeksizin iyilerin de kö­tülerin de başına gelir, çünkü bunlar, başlı başlarına, ne doğru ne de yanlıştırlar. Bu nedenle de, ne iyidirler, ne de kötü.

12  Her şey nasıl da hızla yokolup gidiyor, hem evrendeki bedenlerin kendileri, hem de onların zaman içindeki anıları! Duyularımızla algılayabildiğimiz şeylerin doğası nedir, özel­likle hazzın çekici, acı çekmenin korkutucu, boş gururun ünlü kıldığı şeylerin! Bütün bunlar nasıl da aşağılık, âdî, iğrenç, kir­letici ve ölü! Buna mantığımız karar vermeli. Fikirleri ve sözle­riyle ün dağıtan o kişiler kimlerdir? Ya ölüm, nedir ölüm? Ölüm, mantıksal çözümlemelerle, başlı başına ele alınacak olursa, onunla ilgili bütün fanteziler dağılıp gider, ölümün do­ğal bir olaydan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Ama doğal bir olgudan korkmak çocuklara özgüdür, çocukça bir şeydir; ölüm yalnızca bir doğa olgusu değil, aynı zamanda doğaya yararlı bir şeydir. İnsanın Tanrı'yla nasıl, kendisinin hangi parçasıyla bağ kurduğunu, bu parçanın gerektiğinde nasıl hazır olduğu­nu düşün.

13  Her şeyin çevresinde dönüp duran ve ozanın6 dediği gi­bi, "toprağın altında ne olduğunu araştıran" ve yalnızca içinde­ki koruyucu ruha7 sıkı sıkı uymanın ve ona içtenlikli bir saygı göstermenin kendisi için yeterli olacağının ayrımına varmaksı­zın, komşusunun ruhunda neler olup bittiğini sezinlemeye çalı­şan kimseden daha acıklı bir şey yoktur. Koruyucu ruha saygı onu her türlü tutkudan, sorumsuzluktan, tanrılardan ve insan­lardan gelen her şeye karşı hoşnutsuzluktan arındırır. Çünkü tanrılardan gelen her şey mükemmel olduğu için ona saygı duymak gerekir, insanlardan gelen ise, bizi birleştiren akrabalık bağlarından ötürü değerlidir; kimi zaman iyinin ve kötünün ne olduğunu bilmedikleri için bizde acıma duygusu uyandırsalar da: bizi akla karayı birbirinden ayırt etme yetisinden yoksun bırakan körlükten daha az ciddî olmayan bir körlüktür bu.

14   Uç bin yıl ya da bunun on katı bile yaşasan, hiç kimse­nin yaşamakta olduğu yaşamdan başka bir yaşamı yitirmediği­ni, yitirmekte olduğu yaşamdan başka bir yaşam yaşamadığını aklından çıkarma; bu nedenle en uzun yaşamın da, en kısa ya­şamın da sonu aynı yere varır. Çünkü şimdiki zaman herkes için aynıdır, bu nedenle geçmekte olan da aynıdır; bunun için de yitirilen, bir andan başka bir şey değildir. Aslında hiç kimse ne geçmişi ne de geleceği yitirir, çünkü sahip olmadığı şeyi kim alabilir ondan?

Öyleyse şu iki şeyi unutma: birincisi, ezelden beri her şey aynıdır ve hep aynı döngü yinelenir, bunun için yüz ya da iki yüz yıl ya da sonsuz bir zaman için aynı görünümü görmek hiç fark etmez; İkincisi, insan yaşlı da ölse genç de ölse ölünce aynı şeyi yitirir; şimdiki zaman insanın yoksun kalabileceği biricik şeydir, çünkü sahip olduğu biricik şeydir, hiç kimse sahip ol­madığı bir şeyi yitiremez. 8

15   "Her şey, olduğunu sandığın şeydir." Kinik Monimus'a9 yanıt olarak söylenen bu sözlerin anlamı açıktır, onların derin­de yatan anlamını, gerçeğe uyduğu ölçüde kavrayan biri için taşıdığı değer de açıktır.

16   İnsanın ruhu, en çok, kendi elinde olduğu ölçüde ev­rende bir apse ve bir çeşit ura dönüştüğü zaman kendini alçal­tır10. Başına gelen herhangi bir şeye öfkelenmek evrenin doğa­sına aykırıdır; çünkü o tek tek bütün varlıkların özel doğalarını içinde barındırır. İkinci olarak, bir insandan yüz çevirdiğinde ya da aşırı derecede öfkelenenlerin yaptıkları gibi zarar vermek için ona doğru yaklaştığı zaman da kendini alçaltır; üçüncü olarak, hazza ya da acıya yenik düştüğü zaman kendini alçaltır. Dördüncü olarak, ikiyüzlü davranıp gerçeğe uymayan ve ger­çeğe aykırı şeyler söylediği ya da yaptığı zaman. Beşinci olarak, davranışını ya da dürtüsünü belli bir amaca yöneltmediği, rast- gele, düşüncesizce davrandığı zaman; oysa en küçük bir edimi­mizi bile yöneldiği amacın bilincinde olarak yapmalıyız; ussal varlıkların amacı, kentlerin ve kuramların en saygınının usuna ve yasasına uymaktır.

17    İnsan ömrü bir an sürer, özümüz artsız aralıksız bir akış11, algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı, ru­humuz bir kargaşa, yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenil­mezdir. Tek sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ır­maktır, ruhumuza ait olan her şey de salt düş ve yanılsamadır; yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bize koruyacak ne kalıyor geriye? Tek, biricik şey, felsefe. Bu da; içimizdeki koru­yucu ruhu el değmemiş ve arı olarak koruyabilmekte yatar, her zaman hazlara ve acılara egemen, rastgele ya da yapmacık amaçlar ya da ikiyüzlülükle davranmayan, başkalarının belli bir şeyi yapmalarından ya da yapmamalarından bağımsız; bundan başka kendisine ait olan her şeyi, ona ayrılan her şeyi, kendisiyle aynı kaynaktan gelen bir şey gibi alır; her şeyden önce de ölümü dingince bekler, çünkü, onun her canlının oluş­tuğu öğelerin serbest bırakılmasından başka bir şey olmadığı­na inanır. Eğer bu öğeler için durmadan birbirlerine dönüş­mekte korkulacak bir şey yoksa, onların tümünün değişmesin­den ve dağılmasından biz niçin korkalım? Çünkü bu doğaya uygundur, doğaya uygun olarak meydana gelen hiçbir şey kö­tü olamaz.

Notlar

1     II. kitabın başında Quadi'lerin (Tuna'nm öte yakasında bir Germen kabilesi) ve Granua'nın (bugün Gran, Tuna'mn solunda, Budapeşte yakınlarında bir kolu), III. kitabın başında ise Carnuntum'un anılması, bu iki kitabın Marcus Aureli­us'un Almanya seferleri (MS 171-175) sırasında yazıldıklarını göstermektedir. Marcus Aurelius, özellikle 174'te Quadi'Iere karşı şiddetli bir saldırıda bulun­muştur.

2     Olasılıkla Poseidonius'un Platonculaşmış Stoacılığının etkisiyle açıklanabilen bu üç parçalılık, Marcus Aurelius’un düşüncesinde en özgün öğelerden birini oluşturmaktadır. "Yönetici ilke", ussal istem, yani ruhun merkezî bölümüdür; burada, yönetici ilkenin belirleyici özelliği olan iki yeti bulunmaktadır: bilinç ve devinim. Düşünceler'de, kimi zaman zihin, kimi zaman insanın tanrısal yanı ile özdeşleşmektedir. Bu bölümleme; Marcus Aurelius'un yönetici ilkemizin, ussallığımızın ve erdemimizin barındığı yer olarak oynadığı rolü vurgulama­sından ve onun bilgece 'kozmik' bir görüngeye (bedenimizden ve yaşam gü­cünden ayrılma) erişme isteğinden kaynaklanmış olabilir. Belki de Marcus Au­relius, Stoacı psikolojiyi, belirgin bir biçimde yeni bir psikolojik model ortaya koymak yerine, kendi bakış açısından betimlemiştir.

3     Gerçek bir Romalıya ve gerçek bir insana yaraşır biçimde...-. Marcus Aurelius'un, en iyi Roma standartlarına ve evrensel (insansal, kozmik, ussal) ilkelere bağlılığı birleştirme çabası Stoacılıkta da ideal olarak ortaya konmuştur.

4     Aristoteles'in öğrencisi ve izleyicisi, Karakterler kitabının yazarı (MÖ 370-yakl. 288/5). Theophastros, MS 322'de, Aristoteles'in ardılı olarak Lyceum'un (ya da Peripatos) başkanı oldu. Ona atfedilen öğretinin kanıtlarına başka yerlerde rastlanmamıştır. Marcus Aurelius'un düşüncesi, burada, bütün suçların eşit ağırlıkta olduklarını öne süren ortodoks Stoacılığa karşıttır. İştahla öfke arasın­daki zıtlık, Aristotelesçi ahlâksal psikolojide önem taşır. Tersine, Stoacı ahlâk, bütün yanlışları aynı düzlemde ele alır, bunların 'çılgınlık', yani usu tam anla­mıyla uygulayamamak olduğunu öne sürer.

5     Eğer tanrılar yoksa: bu sözler, burada yalnızca karşı çıkılması gereken bir varsa­yım olarak öne sürülüyor.

6     MÖ 5. yüzyılda yaşamış ünlü Yunan lirik ozanı Pindaros'tan alıntı; Platon tara­fından, Tlıeatetus'ta almtılanmıştır.

7     "İçindeki koruyucu ruha...": Marcus Aurelius'un bazen insan zihni, bazen tanrısal zihnin bir parçasıyla özdeşleştirdiği, insana verilmiş, yönetici ve koruyucu olan, insamn içindeki tanrısal öge. Bu yalnızca insan zihnini ya da yönetici ilke­yi değil, aynı zamanda ussallığı ve insanoğlunun en iyi durumda gerçekleştir­me yetisine sahip olduğu erdemi belirtir. Yunanca daimön terimi, insanla tanrıyı birleştiren şey anlamına gelir. Bu 'tanrısal' öge, tanrılara olduğunca insanlara karşı da doğru (erdemli, ussal) davranışı ifade eder.

8     Bu bölüm, Grek-Roma 'avuntu' tarzını anımsatıyor (ölüm karşısında üzüntü­den kurtulmaya çalışmak); felsefî ahlâkın başlıca amacı, geleneksel avuntunun yerine felsefî avuntuyu koymaktır. Stoacılar da, Epikurosçular gibi, uzun yaşa­mın başlı başına iyi bir şey olmadığını öne sürüyorlardı. Önemli olan, yaşamın niteliğiydi; bu, örneğin Stoacılar için, erdemli ve usa uygun yaşamak ve erdem­li kişilerin 'kozmik' perspektifine erişmekti. Stoacılar, aynı zamanda, dünyasal- tarihsel olayların zaman içinde dönümsel olarak yinelendiğine inanıyorlardı. Marcus Aurelius da,, sık sık ölüm ve yokoluş teması üstünde durmuştur. Mar­cus Aurelius'a göre; en önemli şey, bize dışsal olarak ne olduğu değil, doğru yargılara, başka bir deyişle, ussal ya da 'doğal' olana uygun yargılar oluştur­maktır.

9     Monimus: Diogenes'in öğrencisi, Siracusa'lı kinik filozof.

10   apse...: Marcus Aurelius burada belli başlı iki Stoacı fikri birleştiriyor: hepimiz evrenin 'bütün'ünün parçalarıyız ve evrensel 'kentin ve yasanın', yani kozmo­sun yurttaşlarıyız.

11   Marcus Aurelius burada, ölümün ve yokoluşun 'ilgilenilmemesi gereken so­runla!7 olduklarını; önemli olanın 'içimizdeki koruyucu ruhu" korumak oldu­ğunu öne süren temel Stoacı görüşü güçlendirmek için, Herakleitos'un imgele­riyle (örn. akış, akan bir armak, durmadan değişen), kinik imgeleri (örn. düş ve alda­nış, ünün güvenilmezliği) birleştiriyor.

III.   Kitap

Carnuntum'da1 yazıldı.

1   Yaşamımızın gün gün biraz daha tükendiğini, gittikçe azaldığını düşünmemeliyiz yalnızca; insanın çok uzun yaşadı­ğını varsaysak bile, zihninin değişmeden kalacağının ve ne olursa olsun gerek olayları eskisi gibi anlamak gerekse tanrısal ve insansal bilgi uğruna çaba harcayan kuramsal düşünce için hâlâ yeterli olacağının hiçbir biçimde açık olmadığını da hesaba katmalıyız. Çünkü bu doğruysa, insanın zihni zamanla yeter- sizleşse de, soluğu, sindirim sistemi, düşlemi, içgüdüleri ve bu tür başka işlevleri azalmaz, ama kendisinden gerektiği gibi ya­rarlanma, görevlerini titizlikle yerine getirme, duyularına su­nulan şeyleri tam olarak çözümleme, kendisi için yaşamdan ay­rılma zamanının gelip gelmediği2 üstüne açık bir yargıya var­ma yetisi; kusursuz bir uslamlama gerektiren bu tür bütün öte­ki etkinlikler gibi, çok daha önce tükenir. Öyleyse acele etmeli­yiz, yalnızca ölüm bize her gün biraz daha yaklaştığı için değil, şeyleri anlama ve onları usumuzla değerlendirme yetimiz son gelmeden önce tükendiği için.

2   Doğada varolan öteki olgulara bağlı, açıklanamaz bir bü­yüsü ve çekiciliği olan olguların da ayrımına varmak gerekir. Örneğin, ekmek pişerken yer yer çatlama eğilimindedir, ama bir bakıma fırıncılık sanatına karşın oluşan bu çatlaklar neden­se hoşumuza gider, tuhaf bir biçimde iştahımızı kabartır. İncir­ler de olgunlaşınca böyle yarılırlar. Tam anlamıyla olgunlaşmış zeytinlere, yaklaşan çürüme olgusu özel bir güzellik verir. Top­rağa eğilen başaklar, aslanın çatık kaşları, yabandomuzunun ağzından çıkan köpükler, daha başka birçok şey tek başlarına alındıklarında güzel görünmekten çok uzaktırlar, ama gene de doğal bir sürecin parçası3 olduklarından onu daha güzel, daha çekici kılmaya katkıda bulunurlar. Öyle ki, duyarlı, evrendeki olguları derinden kavrayacak zekâsı olan bir insan, ikincil so­nuçlar olarak ortaya çıkan şeyler arasında bile, kendine özgü bir çekiciliği olmayan neredeyse hiçbir şey bulamaz. Böyle bir insan, yabanıl hayvanların görkemli bir biçimde açılmış ağızla­rına bakmaktan, ressamlarla yontucuların bunlara ilişkin be­timlemelerinden duyduğundan daha az hoşnutluk duymaz; dikkatli gözleriyle yaşlı bir erkekte ya da yaşlı bir kadında ken­dine özgü güzelliği algılayacaktır, çocukların sevimliliğini algı­ladığı gibi. Kendilerini herkese değil, yalnızca doğayı gerçekten sevenlere gösteren buna benzer daha birçok şeyin ayrımına va­racaktır.

3   Hippokrates4 birçok hastalığı iyileştirdikten sonra, ken­disi de hastalanıp öldü. Kalde'li5 yıldızbilimciler birçok kişinin ölümüyle ilgili kehanette bulundular, sonra onlar da yazgıdan kaçamadılar. Büyük İskender, Pompeius ve Gaius Caesar6 bir­çok kenti yerle bir ettiler, onbinlerce atlı ve yayayı savaş alanın­da kılıçtan geçirdiler, ama gün geldi, onlar da bırakıp gittiler yaşamı. Herakleitos7, dünyanın nasıl ateş tarafından yokedile- ceği üstüne öylesine uzun uzun tartıştıktan sonra, vücudu su topladı, bedenine inek pisliği sıvanmış olarak öldü. Demokri- tos'u8 pireler öldürdü, Sokra tes'i ise bambaşka bir pire türü9. Bütün bunların anlamı nedir? Gemiye bindin, yolculuğu ta­mamladın, limana vardın: kıyıya çık. Başka bir yaşama doğru gidiyorsan, öte dünyada bile tanrılar eksik değil; öte yandan artık hiçbir şey duymayacağına göre acıları ve hazları duyma­yacaksın ve ondan üstün olduğu ölçüde ona hizmet edenden çok daha aşağı olan bedenin kabuğuna hizmet etmeyeceksin: çünkü biri zihin ve koruyucu ruhtur, ötekiyse toprak ve çürü­müşlük.

4   Başkalarıyla ilgili şeyleri düşünerek -eğer bunu kamu ya­rarına yapmıyorsan- yaşamının geri kalanını ziyan etme. Çün­kü, filâncanm ne yaptığını ve hangi nedenle yaptığını, ne söyle­diğini ve aklında ne olduğunu, ne tasarladığını, seni yönetici il­kene gerekli dikkati göstermekten ayıracak bu tür başka şeyleri kurarak kendini başka etkinliklerden yoksun bırakırsın.

Öyleyse, rastgele ve boş şeylerin, özellikle de merak ve kö­tülüğün düşüncelerinin arasına girmesine izin vermemelisin; sana ansızın "Şu anda ne düşünüyorsun?" diye soracak olur­larsa, hiç duraksamadan, açıkça "Şunu, şunu" diye yanıtlayabi­leceğin şeyleri düşünmelisin yalnızca. Öyle ki, içindeki her şe­yin, yalın ve düzenli, haz ya da zevk, rekabet, kıskançlık, kuşku ve insanın onları düşündüğünü itiraf etmesinin yüzünü kızar­tacağı bütün öteki şeyleri aklından geçirmeyi küçümseyen top­lumsal bir varlığa yaraşır olduğu yanıtından açıkça anlaşılsın.

Kuşkusuz, en iyiler arasındaki yerini alma ânını erteleme­yen böyle bir insan, bir papaz, tanrıların bir hizmetkârı gibidir; çünkü içindeki o güçten yararlanır; o güç, onu; zevklerin bulaş­masından, acılardan etkilenmekten, haksızlığın ona erişmesin­den korur; herhangi bir kötülüğe karşı duyarsız kalmasını, tüm yarışmaların en büyüğünde -hiçbir tutkunun onu yenmesine izin vermeme yarışmasında- bir güreşçi olmasını, adalete de­rinden bağlı, yazgının onun için sakladığını bütün yüreğiyle kabule hazır olmasını, çok seyrek olarak, çok gerekli ve hem­cinslerinin yararına olmadıkça, başkalarının ne söylediklerini, ne yaptıklarım ya da ne düşündüklerini kendi kendine sorma­yan biri olmasını sağlar. Çünkü kendini yalnızca kendi görevini gerçekleştirmeye adar, evrensel yazgının ona ayırdığından baş­ka bir şey düşünmez; eylemlerinin kusursuz olmasına çalışır, çünkü yazgıdan gelen her şeyin iyi olduğuna inanmıştır; her insana ayrılan yazgı, ömrü boyunca ona eşlik eder ve onun iyi­liği içindir.

Bundan başka, bütün ussal varlıkların birbirlerine akraba­lık bağıyla bağlı olduklarını ve bütün insanlara önem vermek insanın doğasında olsa da, bütün insanların düşüncelerini de­ğil, yalnızca doğaya uygun bir yaşam sürenlerin düşüncelerini göz önünde bulundurması gerektiğini anımsar.

Başka bir biçimde yaşayanlara gelince, onların evde oldu­ğunca dışarıda, gece olduğunca gündüz nasıl insanlar oldukla­rını ve görüştükleri kimselerin ne tür insanlar olduklarını sü­rekli olarak göz önünde bulundurur. Buna göre, kendilerinden bile hoşnut olmayan insanlardan gelebilecek övgüleri hiç hesa­ba katmaz.

5   Hiçbir zaman istemine karşı, bencilce, düşüncesizce ya da gönülsüzce davranma; birbirine karşıt nedenler sürükleme­sin seni; düşünceni allayıp pullayarak güzelleştirmeye çalışma. Fazla konuşmaktan, gereğinden fazla işe kalkışmaktan kaçın. İçindeki tanrı; olgun, saygın, gerçek bir insana, bir yurttaşa, bir Roma'lıya ve bir magistratus'a10 yol göstersin, onu yaşamdan geri çağıracak işareti bekleyen biri gibi, yemine ya da başka bir insanın tanıklığına gereksinim duymaksızın yaşamdan ayrıl­maya hazır biri olarak yerinde sağlam duran bir insana yol gös­tersin. İçin huzur dolu olsun, başkalarının sağlayabileceği yar­dıma ya da dinginliğe gereksinimin olmasın. Kısaca dimdik durmalısın, başkaları ayakta tutmamalı seni.

6   İnsan yaşamında adaletten, gerçekten, ılımlılıktan ve yü­reklilikten -kısaca, davranışlarının usa uygun olmasını sağladı­ğı için kendi kendinden ve seçim şansı olmaksızın sana verdi­ğinden ötürü yazgıdan memnun bir zihinden-, diyeceğim, bundan daha iyi bir şey bulabilirsen, bütün yüreğinle ona yö­nel ve bulduğun bu en yüce iyilikten yararlan. Eğer hiçbir şey sana, dürtülerine egemen olan, içindeki koruyucu ruhtan daha değerli görünmüyorsa ve içgüdülerine egemen olmayı, düşün­celerini inceden inceye gözden geçirmeyi, Sokrates'in11 dediği gibi, kendini duyuların ayartıcılığından kurtarmayı ve tanrıla­rın yetkesine boyun eğmeyi ve başkalarına özen göstermeyi ba­şarmışsan; bununla karşılaştırıldığında başka her şeyi önemsiz ve değersiz buluyorsan, içinde başka hiçbir şeye yer verme; çünkü bir kez yolundan ayrılıp başka bir şeye yönelecek olur­san, sana özgü ve gerçekten senin olan biricik şeye, artık dikka­tin başka yöne çekilmeksizin en yüce saygıyı gösteremezsin. Çünkü insanın ussal ve toplumsal iyinin karşısına, örneğin, ka­labalıktan gelen övgüler, mevki, varsıllık ya da tensel hazlar gi­bi, farklı bir doğası olan şeyler koyması doğru değildir. Bütün bunlar, bir an için doğamıza uygun gibi görünseler de, sonra ansızın bizi denetim altına alır, sürükleyip götürürler. Öyleyse, derim ki, en iyi olanı yalın bir biçimde ve tam anlamıyla özgür­ce seç ve ona bağlan. "Ama iyi olan, yararlı olandır". Eğer ussal bir yaratık olarak sana yararlı ise, seçimine sıkı sıkı tutun; ama sana yalnızca bir canlı varlık olarak yararlı ise, onu sına ve yar­gını büyüklük taslamadan sürdür; dikkat edeceğin tek şey, seçi­mini sağlam bir dayanağa göre yapmaktır.

7    Günün birinde seni verdiğin sözü tutmamaya, onurunu kırmaya, bir başkasından nefret etmeye ya da kuşku duymaya ya da onu lânetlemeye, gerçek duygularını gizlemeye yahut duvarların ve perdelerin arkasında kalması gereken şeyleri ar­zulamaya zorlayabilecek hiçbir şeyi hiçbir zaman kendine ya­rarlı sayma. Kendi zihnine saygı duymayı seçen ve kendini onun mükemmelliğine bağlanmaya adayan insan sahnedeymiş gibi davranmaz, yakınmaz, ne yalnızlık ne de kalabalıklara ge­reksinim duyar, her şeyden önce de -en önemlisi bu- hiçbir şey aramaksızın, ama hiçbir şeyden de kaçmaksızm yaşayacaktır, canının teninde uzun bir zaman mı yoksa kısa bir zaman mı ka­lacağı hiç ilgilendirmez onu; hemen şu anda yeryüzünden ay­rılması gerekse bile ağırbaşlılık ve düzen içinde yerine getiril­mesi gereken herhangi başka bir işe hazır olduğu gibi buna da hazırdır, yaşamı boyunca zihnini; ussal ve toplumsal bir varlık oluşuna aykırı hiçbir şeye yöneltmemeye dikkat eder.

8   Tam anlamıyla dürüst ve arınmış bir insanın zihninde, hiçbir zaman iltihaplanmış bir doku, bir bozulma, görünüşte sağlıklı, ama içi çürümüş bir şey bulamazsınız. Ölümcül saat gelip çattığında, rolünü tamamlamadan sahneden ayrılan bir oyuncu için denebileceği gibi, yaşamı tamamlanmamış olmaya­caktır. İçinde bayağı, yapmacık hiçbir şey bulunmayacaktır. Ne dışsal şeylere aşırı bağlılık, ne onlardan kopukluk, ne de hesabı verilemeyecek ya da gizlenmesi gereken bir şey.

9   Yargı yeteneğine güven. Çünkü yönetici ilkende doğaya ya da ussal bir varlığın yapısına aykırı bir yargının belirmemesi tümüyle buna bağlıdır. Yargıların sağlamlığını, insanlar arasın­da arkadaşlığı ve tanrılarla uyum içinde olmayı sağlayan yeti budur.

10   Öyleyse, bundan başka her şeyi bir yana at ve yalnızca bu birkaç şeyi zihninde tut. Ayrıca, her birimizin yalnızca şim­diki zamanda, bu kısacık anda yaşadığını unutma; geri kalan günlerimiz ya çoktan geçip gitmiştir ya da bilinmeyen gelecek­tedir. Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır, bu yaşamın üs­tünde yaşandığı yeryüzü köşesi de küçüktür; en uzun süren ünler bile kısadır; çoktan ölmüş birini tanımak bir yana, kendi­lerini bile tanımayan, kısa bir süre sonra ölmeye yazgılı bir za­vallı ölümlüler kuşağından ötekine geçer onlar da.

11  Buraya kadar ortaya koyduğumuz ilkelere biri daha ek­lenmelidir: sana imgesini sunan nesneyi ne olursa olsun her za­man tanımla ya da betimle, öyle ki özüne indirgendiğinde, bir bütün olarak ve onu oluşturan parçalarıyla nasıl bir şey oldu­ğunu açık seçik görebilesin. Kendi kendine onun özel adını, onu oluşturan ve sonunda indirgeneceği öğelerin adlarını da söyle. Çünkü hiçbir şey; yaşamda karşılaşılan her şeyi yöntemli bir biçimde12 ve gerçeğe uygun olarak incelemek ve onun nasıl bir evrende ne işe yaradığını ve bütünle bağıntısı bakımından taşıdığı değeri, yanında tüm öteki kentlerin yalnızca bir barı­nak olarak kaldıkları, kentlerin en önde geleninin bir yurttaşı olarak insan bakımından taşıdığı değeri kavrayacak biçimde inceleyebilecek durumda olmak kadar zihni yüceltmez. Şu an­da zihnimde bir iz bırakan nesne13 aslında nedir? Neden olu­şur? Varlığım ne kadar zaman sürdürmeye yazgılıdır? Onunla yüz yüze gelmek için hangi erdeme (örneğin, yumuşaklık, yü­reklilik, içtenlik, sadakat, yalınlık, kendi kendine yeterlik ve ötekiler) gerek vardır?

Böylece, her nesne için şöyle demeli: bu, Tanrı'dan geliyor; bu, olguların birbirine zincirlenmesinden ve birbirine bağlan­masından ya da bunun gibi bir çakışma ya da rastlantıdan; bu, benim soyumdan, bir akrabadan, bir arkadaştan, doğaya uy­gun olanın ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi olmayan birinden geliyor. Ama ben biliyorum; bu nedenle de ona sevecenlikle, âdilce davranıyorum, soydaşlığın doğal yasasının gerektirdiği gibi, ama aynı zamanda, kendi başlarına ne iyi ne de kötü olan şeyler14 sözkonusu olduğunda ona hakettiği değeri vermeye özen gösteriyorum.

12   Sana verilen ödevi mantığa uyarak, görev duygusuyla, enerjiyle ve yumuşaklıkla yapar, ikincil sorunların dikkatini da­ğıtmasına izin vermez, içindeki tanrısallığın arılığını, her an onu teslim edebilecekmişsin gibi korursan, eğer buna uygun davranırsan, kendin için hiçbir şey istemeksizin ve hiçbir şey­den kaçmaksızm, her zaman doğayla uyum içinde, her söyledi­ğinde yüreklice içten olursan, mutlu yaşarsın. Ve hiç kimse seni engelleyemez.

13   Hekimlerin âletlerini ve bıçaklarını ivedi durumlar için her zaman yanlarında taşımaları gibi, sen de tanrısal ve insan- sal şeyleri anlayabilmek ve en küçük eylemleri bile, bu ikisini birleştiren bağı anımsayacak biçimde yerine getirebilmek için, gerekli ilkelere her zaman sahip olmalısın; çünkü insanla ilgili hiçbir şeyde, onu tanrısal olana, tanrısal olanı da insansal olana bağlamadıkça başarılı olamazsın.15

14    Artık daha fazla oyalanma: not defterlerini ya da yaşlılı­ğın için bir yana ayırdığın, eski Roma'lılarla Yunan'lıların yap­tıkları hakkında yazılanları ya da onların yazdıklarından alman parçaları belki de okuyamayacaksın. Öyleyse elini çabuk tut, hedefine doğru ilerle, boş umutları bir yana bırak ve kendine biraz olsun önem veriyorsan, daha vakit varken kendi kendinin yardımına koş.

15   Çalmak, ekmek, satın almak, dinlenmek, ne yapılması gerektiğini görmek sözcüklerinin anlamını herkes bilmez. Bun­lar gözle görülmez, çok daha başka bir görüşle görülür.16

16    Beden, ruh, zihin17: izlenimler bedene, dürtüler ruha, yargılar zihne aittir. İmgeler aracılığıyla izlenimler almak, hay­vanlarla ortak yanımızdır; dürtüler tarafından kuklalar gibi18 oradan oraya oynatılmak; yabanıl hayvanlarla, doğaya karşı günah işleyen insanlarm, bir Phalaris'in ya da bir Neron'un bir özelliğidir.19 Görev gibi görünen şeylerde zihni yol gösterici olarak kullanmak; tanrılara inanmayan, ülkelerine ihanet eden, kapalı kapılar ardında her türlü iğrençliği yapanlarla da pay­laştığımız bir özelliktir. Bütün bunları yukarıda andığım varlık­larla paylaşsan da, iyi insanın özel bir niteliği kalır geriye: başı­na gelen, yazgısının dokuduğu her şeyi sevmek, kabul etmek; göğsünde barınan tanrısallığı kirletmemek, bir yığın imgeyle onu tedirgin etmemek, onu her zaman dinginlik içinde tutmak, düzenli bir biçimde Tanrı'yı izlemek, gerçeğe aykırı söz söyle­memek, adalete ters düşen bir davranışta bulunmamak. Böyle bir insan, bütün öteki insanlar onun yalınlık, alçakgönüllülük ve mutluluk içinde yaşadığına inanmak istemezlerse, onlara kızmaz, onu yaşamın sonuna, arı, erinç içinde, özgür, yazgısına kendiliğinden boyun eğerek varması gereken sona götüren yol­dan sapmaz.

Notlar

1      Viyana yakınlarında, Yukarı Pannonia'da bir kent. MS 173-177 yılları arasında Marcus Aurelius'un genel karargâhı olmuştu. II. kitapta olduğu gibi, bu kitabın başındaki Carnuntunı'da yazıldı tümcesi, kitabın sefer sırasında yazıldığını gös­teriyor. Carnuntum, Almanya ile Roma eyaleti Pannonia arasındaki sınırın tam güneyinde, Viyana yakınlarında bulunuyordu.

2      yaşamdan ayrılmanın zamanının gelip gelmediği...: Stoacılar, uzun yaşamın ille de iyi bir şey olmadığını öne sürmelerinin yanı sıra, intiharın, dostlar ya da ülke ya da sakat kalmaktan yahut onulmaz bir hastalıktan kurtulmak için başvurul­duğunda, 'haklı gerekçeye' dayandığını düşünüyorlardı.

3      doğal bir sürecin parçası: Stoacılar, kozmosun, bizim tanımayı öğrenebileceğimiz bazı gerekli ussal ve tanrısal yan ürünlerinin olduğuna inanıyorlardı.

4      Kos'lu hekim (doğ. MÖ yakl. 460), Antikçağ’ın en ünlü tıp okullarından birinin kurucusu.

5      Kalde'liler: Magi: Persler rahiplerini böyle adlandırmışlardı. Daha sonraki dö­nemlerde, yıldızbilim ve gizlicilikle uğraşan Kalde'li rahiplerle özdeşleştirildi­ler ve mago ve magia terimleri bugünkü anlamlarını kazandılar. Etkinliklerim Roma'da da sürdürüyorlardı. Terimin etimolojik anlamı tartışmalıdır; Farsça mağa ('bağış') sözcüğünden, ya da Sanskritçe büyük anlamına gelen mago söz­cüğünden kaynaklanmış olabilir.

6      Büyük İskender (MÖ 356-323); Pompeius Magnus (MÖ 106-48); Gaius lulius Caesar (MÖ yakl.100-44): ünlü Yunan ve Roma'lı generaller.

7      Herakleitos: EfesTi filozof, (MÖ 6-5. yüzyıl). Marcus Aurelius'un, Herakle- itos'un adını Demokritos ve Sokrates'le birlikte anmasının nedeni, yalnızca bu üç filozofun ünlü olmalarından değil, değişik nedenlerden ötürü, Stoacılar ta­rafından Zenon'un öğretisinin öncüleri sayılmış olmalarıdır. Stoacılık, usun egemenliğince düzenlenmiş sürekli bir gelecek fikrini özellikle Herakleitos'a borçludur.

8      Abdera'lı Demokritos (doğ. MÖ yakl. 460), atomculuğun kurucusu. Diogenes Laertios'a göre, çok ileri bir yaşta tanınmadan ölmüştür. Marcus Aurelius, De- mokritos'u, pireler tarafından ısırılarak öldürüldüğü sanılan başka bir Sokra- tes-öncesi filozof olan Pherecides'le karıştırıyor. Herakleitos'la Demokritos'a yorulan ölüm nedenlerinde, iki filozofun ortaya koydukları öğretilerle benzer­lik görülmüştür: sürekli akışın filozofu olan Herakleitos su toplanmasından Öl­müş; atom kuramım ortaya atan filozof Demokritos ise mikroskopik böcekler yüzünden ölmüştür.

9      bambaşka bir pire türü: MÖ 399'da, düşmanlarının yanlış suçlamalarıyla, Sokra- tes'i ölüme mahkûm eden mahkemenin metaforudur.

10   Magistratus: Roma'mn çeşitli dönemlerinde üst düzey memur. Özellikle krallık, cumhuriyet ve principatus dönemlerinde, devlet yönetiminin üç büyük organın­dan biri (Öteki ikisi, Senatııs; Populus) (Ç.N.)

11   Marcus Aurelius, Platon'un "Timaios" adlı diyalog kahramanına göndermede bulunuyor, burada aktarılan düşünceler kişisel olarak Sokrates tarafından dile getirilmiş olmasa da. Marcus Aurelius, duyular gibi, 'dürtü'leri de, usun 'yar- gılarınm' (içindeki koruyucu ruh) karşısına koyuyor. Marcus Aurelius'un dili, Platon'un "IPhaidon"undaki zihin-beden çelişkisini anımsatıyor. Ancak, Marcus Aurelius, başka bir yerde, insan 'dürtü'sünün, inanca ya da yargıya bağlı oldu­ğu yolundaki Ortodoks Stoacı görüşü dile getirmektedir. Burada da, aynı şey araştırılıyor: us, (senin) dürtülerine egemen olmuştur. Böylece, Marcus Aurelius, temel bir Stoacı fikri vurgulamak için Platonik dili kullanıyormuş gibi görünü­yor. Bu fikir; erdemin (ve ussallığın) biricik iyi olduğu, bunun bilincine varma­nın, yönetici ilkenin (koruyucu ruh), dürtülerini belirlemesini sağladığı fikridir.

12   ve 13 Yöntemli bir biçimde ve gerçeğe uygun olarak incelemek... şu anda zihnimde bir iz bırakan nesne vd: Marcus Aurelius'un karakteristik düşünce biçimini belirten bu anlatım, Epiktetos'un 'izlenimleri inceleme' temasını da anımsatıyor. Burada odak noktası Epiktetos'un üç aşamalı programının üçüncü aşamasıyla benzer­lik üstündedir: amaç, insanların evrenin yurttaşları gibi, olaylarınsa yazgının iç içe geçmiş ipliklerinin sonucu gibi göründükleri bilgece kozmik görüngeye erişmektir. Ancak Marcus Aurelius, aynı zamanda, bu görüngeyi amaçlamanın (yumuşaklık, yüreklilik vb) erdemlerin temel öneminin bilincine varmamıza ve başka insanlara doğru davranmamıza (kardeşliğin doğal yasasının buyurduğu gi­bi) yardım ettiğim vurgulamaktadır.

14   "Ne iyi ne de kötü olan şeyler"; ne erdem ne de kötülük taşıyan, insanın amacı bakımından "ilgisiz" şeylerdir. Her şeye karşın, onları, "çekinceli" de olsa "yeğ­lenebilir" kılan bir değer taşıyabilen dışsal ve maddesel iyi şeyler sözkonusu olabilir; ancak biricik gerçek iyi olan erdemle bağdaşması koşuluyla.

15   Marcus Aurelius, burada eski felsefelerin pratik ahlâka ilişkin iki standart fik­rini birleştiriyor: 1) ilâç ve sağaltma bakımından felsefe, 2) pratik reçeteleri ku­ramlara dayandırmanın önemi. Bunlar, Marcus Aurelius'un belirgin özelliği olan, kozmik, 'tanrısal' görüngeye başvurmasıyla bağmtılandırılmıştır.

16   Herakleitos'un hitabet biçeminde yergici bir yorum; ayrıca bkz. IV 29; Herakle- itos'tan alıntılar için IV 46.

17   Üçlü bölünme hakkında karşılaştırma için yukarıda II Not 2. Burada üçlü bö­lünme (beden, ruh, zihin), işlevlerin üçlü bölünmesiyle birleştirilmiş (izlenim­ler, dürtüler, yargılar).

18   İnsanların, birbiriyie yarışan dürtülerin ipleriyle devindirilen 'kuklalar7 olduk­ları fikri (ayrıca bkz. VI16,28; VII3,29; XII19).

19   Geleneksel zorba örnekleri: zalimliğiyle ünlü Phalaris MÖ 6. yüzyıl ortasına doğru Agrigentum'un hükümdarı oldu; imparator Neron, MS 54-68 yılları ara­sında hüküm sürdü.

IV.     Kitap

1    İçimizdeki yönetici ilke1 doğa ile uyum içinde olduğu za­man, olaylarla öyle bir biçimde yüz yüze gelir ki, olanaklı olan ve verilenle her zaman kolayca uyum sağlar. Tercihini hiçbir belirlenmiş malzeme doğrultusunda yapmaz; birincil amaçları­na erişmek için2 yola çıkar, ama sakmımlı olarak. Başka bir şey­le karşılaşırsa onu kendisi için malzemeye dönüştürür, tıpkı ateşin, içine düşen şeylere egemen olması gibi. Bunlar küçük bir alevi söndürür, ama alev alev yanan bir ateş, içine atılan her şeyi bir anda özümler, yutar, alevlerin gittikçe yükselmesi için bu malzemeden yararlanır.

2    Hiçbir eyleme rastgele ya da sanatın yetkinliği ilkesine tam olarak uymayacak bir biçimde girişme.

3    Bazıları kırsal bölgelerde, deniz kıyısında ya da dağlarda kendi içlerine çekilebilecekleri bir yer3 ararlar; sen de böyle şeyleri bütün yüreğinle özlemeyi bir alışkanlık haline getirdin. Ama bu aptalca bir şey, çünkü istediğin anda kendi içine çekile­bilirsin; çünkü insanın çekilebileceği hiçbir yer kendi içinden daha dingin, daha erinçli olamaz; her şeyden önce de, içinde yalnızca düşünmenin bile kusursuz bir erinç veren ilkeleri var­sa. Erinç derken, içsel düzenden başka bir şeyi kastetmiyorum. Öyleyse, sürekli olarak kendini bu sığınacak yere uyarla, orada kendini yenile. Düşüneceklerin kısa ve temel olacak, ama bun­lar içinde belirir belirmez her türlü acıyı silecek, seni dönmen gereken yaşama hoşnutsuzluk duymaksızın geri gönderecek­lerdir.

Sende hoşnutsuzluk uyandıran şey nedir? İnsanların kötü­lüğü mü? Şunları anımsa: ussal varlıklar birbirleri için doğ­muşlardır; hoşgörü adaletin bir parçasıdır; insanlar istemeden kötülük yaparlar4; birbirleriyle savaşırlar, birbirlerinden kuşku­lanır, nefret ederler, birbirlerini yaralarlar, en sonunda da ölür, toprağa dönüşürler. Bir düşün bunu ve artık yakınma!

Evrensel düzenin sana ayırdığı yazgıdan da mı hoşnut de­ğilsin yoksa? Öyleyse, sürekli olarak kendi içine çekil: 'ya tanrı­sal öngörü, ya atomlar'5; evrenin bir kent sayılması gerektiğini gösteren bütün kanıtları anımsa. Yoksa bedeninle ilgili düşkün­lükler mi tedirgin ediyor seni hâlâ? Düşün ki, zihin, bir kez kendine çekilip kendi gücünün ayrımına varmca, yaşam solu­ğunun devinimleriyle -ister basit ister sert olsun- hiçbir ortak yanı kalmaz; son olarak, acı ve haz üstüne işittiğin ve onayladı­ğın her şey üstünde düşün.

Yoksa seni yolundan alıkoyan basit bir ün isteği mi? Öyley­se unutkanlığın her şeyi nasıl bir hızla yuttuğunu; önünde ve ar­dında uzanan zamanın sonsuz uçurumunu; ünün boşluğunu, se­ni alkışlamayı gösteriş haline getirenlerin dönekliğini ve ahmak­lığını; ününün kapatıldığı dar alanı düşün. Çünkü yeryüzünün tümü bir noktadan başka bir şey değildir, senin oturduğun yer ise bu noktanın küçücük bir parçasıdır ancak; burada sana övgü­ler düzecek kaç kişi çıkar ve bunlar ne tür insanlardır?

Bunun için, senin kendinin olan bu küçük toprak parçasına çekilmeyi unutma, her şeyden önce de, kederlenme, öfkelenme, özgürlüğünü koru ve şeylere gerçek bir insan, insancıl biri, bir yurttaş, bir ölümlü yaratık gibi bak. Zihninde tuttuğun ve sık sık başvurduğun ilkelere şu iki ilkeyi de ekle: birincisi, dışsal şeyler zihnini etkilemez, her zaman onun dışında, devin imsiz kalırlar; bütün tedirginlikler içimizdeki düşünceden kaynakla­nır; İkincisi, şu anda gördüğün her şey çok kısa bir zamanda değişime uğrayacak, artık varolmayacaktır. Senin kendinin de böyle ne çok değişikliğe tanık olduğunu sürekli olarak düşün.

"Evren değişimdir; yaşamsa kanı."6

4    Zihin hepimizde ortaksa, bizi ussal varlıklar yapan man­tık da öyledir. Eğer böyleyse, insanın ne yapması ya da ne yap­maması gerektiğini saptayan mantık da ortaktır; öyleyse yasa da ortaktır, sonuç olarak hepimiz yurttaşız, çünkü bir yönetim biçimine katılıyoruz, öyleyse evren de bir kent gibidir.7 Çünkü başka hangi yönetim biçimine bütün insan soyunun katıldığını söyleyebiliriz? Zihnimiz, mantığımız ve yasamız buradan, bu ortak devletten gelmiyorsa, başka nereden geliyor? Tıpkı içim­deki topraksı olan her şeyin topraktan gelmesi, nemli olan her şeyin başka bir öğeden, yaşam soluğunun belirli bir kaynaktan, . sıcak ve ateşli olanın başka bir öğeden gelmesi gibi -çünkü hiç­bir şey hiçten çıkmaz, hiçbir şey hiçe dönüşmez- zihnimiz de kendine özgü bir kaynaktan gelir.

5    Doğum gibi ölüm de doğanın bir gizemidir: aynı öğelerin birleşip ayrışması. Öyleyse, bunda utanç duyulacak bir şey yoktur, çünkü ussal yaratıkların ne doğasına, ne de yapısına aykırıdır bu.

6    Böyle şeylerin, böyle insanlarca, bu biçimde yapılması kaçınılmazdır; bunun tersini istemek incirin acı özsuyunu üret­memesini istemek gibidir. Çok kısa bir süre içinde sen de onlar da ölmüş olacaksınız, bir süre sonra da adınız bile kalmayacak sizden geriye.

7    Kanını ortadan kaldırırsan, "bana zarar verdiler" kavra­mı da ortadan kalkar, "bana zarar verdiler" kavramını ortadan kaldırırsan, zararın kendisini de ortadan kaldırmış olursun.

8    Bir şey bir insanı olduğundan daha kötü kılmıyorsa, ya­şamını da kötüleştirmez; ne dışarıdan ne de içeriden zarar ve­rebilir ona.

9    Doğanın, yararlı olmak için, böyle davranması zorunlu­dur.

10    "Olan her şey doğrudur." Dikkatlice düşünürsen bunun doğru olduğunu göreceksin. Yalnızca neden sonuç bağlantısı bakımından söylemiyorum bunu, adalet bakımından, birisi onu tek tek durumun hak ettiğine göre dağıtıyormuş gibi söylüyo­rum. Öyleyse başladığın gibi dikkatle bak ve her ne yaparsan yap bir insanın iyi olmasının ne anlama geldiği hakkında oluş­turduğun fikre göre yap. Her davranışında bu kurala uy.

11    Şeyleri, fikrini zorla kabul ettirmek isteyen kimsenin yargıladığı ya da senin onları yargılamanı istediği gibi değil, gerçekte oldukları gibi gör.

12   Şu iki ilkeyi her zaman göz önünde tutmalısın: birincisi, yalnızca, hükümdar ya da yasa koyucu mantığının insanlığın iyiliği için buyurduğu şeye göre davran. İkincisi, sana doğruyu gösterecek ve dayanaksız bir düşünceden uzaklaştıracak birini bulursan, fikrini değiştir. Ancak bu yeni düşünce, her zaman, adalet ya da ortak çıkara yararlı olduğu inancına dayanmalıdır; seçimini belirleyen biricik neden bu ya da buna benzer bir şey olmalıdır, bunun hoşuna gideceği, ya da sana ün kazandıracağı düşüncesi değil.

13   "Mantığın var mı?" "Evet." "Öyleyse niçin kullanmıyor­sun onu? Çünkü eğer o, işlevini yerine getiriyorsa, başka ne is­tersin?"

14   Bütünün bir parçası olarak geldin dünyaya. Seni üreten şeyin içinde yokolacaksm; ya da, daha doğrusu, bir değişim sü­reci aracılığıyla yaratıcı usa8 döneceksin yeniden.

15   Aynı sunağın üstüne saçılmış birçok tütsü taneciği: biri daha önce düşmüş, öteki daha sonra; ama arada hiçbir fark yok.

16   On gün içinde şimdi seni yabanıl bir hayvan ya da bir maymun gibi gören insanlara tanrı gibi görüneceksin, ilkelerine ve usa saygıya dönersen.

17   Önünde daha yaşanacak on bin yıl varmış gibi yaşama. Yazgı başının üstünde asılı duruyor. Yaşadıkça, elinden geldi­ğince iyi ol.

18   Komşusunun söylediklerine, yaptıklarına ya da düşün­düklerine göz atmayan, davranışının adil ve kutsal, iyi bir in­sanın davranışıyla uyum içinde ve her bakımdan iyi olmasını sağlamak için yalnızca kendisinin yaptığıyla ilgilenen insan ne çok zaman kazanır.9 Başkasının kötü karakterine aldırma, yo­lundan sapmaksızın amacına doğru ilerle.

19   Ölümünden sonra ün kazanmayı tutkuyla isteyen kişi; onu anımsayacak kimselerin her birinin çok geçmeden, sırası gelince öleceğini, onların ardından gelenlerin de başına aynı şe­yin geleceğini, anısının, sürekli olarak bu kişilerin birinden öbürüne geçerken, sırayla bir yanıp bir sönerek sonunda tam bir yokoluşa varacağını düşünmez. Senin anını saklayacak kişi­lerin ölümsüz olduklarını, bu nedenle senin ününün de ölüm­süz olacağını varsaysak bile, bunun sana ne yararı var? Övgü­nün, bazı pratik amaçlar dışında, ölülere hiç yararı olmadığını söylememe gerek var mı? Gerçekten de, doğanın sana bağışla­dığını şimdi yersizce önemsemiyorsun da, başkalarının senden sonra hakkında ne söyleyeceklerine takıyorsun zihnini.10

20   Bir biçimde güzel olan her şey kendisi için güzeldir ve toplayabileceği övgülerden bağımsız olarak kendi içinde tam­dır. Övgü, övülen nesneyi ne daha iyi kılar, ne daha kötü. Bu­nu günlük dilde herkesin güzel olduğunu söylediği şeyler için de söylüyorum, örneğin, maddî şeyler ve sanat yapıtları için. Çünkü gerçekten güzel olan şeyin başka bir şeye gereksinimi yoktur, yasa gibi, gerçek gibi, iyilik ya da alçakgönüllülük gibi. Bu şeylerin hangisi övüldüğü için güzeldir, ya da değeri kü- çümsendiği için değerini yitirir? Zümrüt, onu övmezlerse daha mı az güzel olur? Ya altına, fildişine, erguvana, lire, kılıca, çiçe­ğe, fidana ne diyelim?

21   Ruhlar varlıklarını sürdürüyorlarsa, ezelden beri hava­da hepsi için nasıl yeterince yer olabilir? Peki yeryüzünde, onca zamandır gömülen bedenler için nasıl yeterince yer vardır? Toprakta ölü bedenlerin bir süre sonra dönüşüm ve çözülme­siyle öteki cesetlere yer açmaları gibi, havaya çıkan ruhlar da, bir süre orada kaldıktan sonra, dönüşürler, dağılırlar, yanarlar, evrenin yaratıcı ilkesine geri dönerler; böylece arkadan gelen ruhlara yer açarlar. Ruhların varlıklarını sürdürdükleri varsayı­mını kabul ederek vereceğimiz yanıt budur. Yalnızca toprağa gömülen bedenlerin büyük sayısını değil, aynı zamanda her gün bizim ve başka canlıların yedikleri hayvanların sayısını da hesaba katmalıyız. Ne çok hayvan tüketiliyor ve denebilirse, besinlerini onlardan sağlayanların bedenlerine gömülüyorlar! Gene de onları içine alacak yeterince yer var, tam da, kana dö­nüştükleri, havaya ve ateşe dönüştükleri için.

Maddenin gerçeğine nasıl varabiliriz? Maddesel olanı ne­densel olandan ayırt ederek.

22   Yolundan sapma, ama her devinim dürtüsünde doğru olanı yap, her düşüncede gerçeği kavrama yetini koru.

23   Her şey seninle uyum içindedir, ey evren, benimle de uyum içindedir. Senin için tam zamanında olan hiçbir şey be- ııim için erken ya da geç değildir. Senin mevsimlerinin getirdiği her şey benim için meyvedir, ey doğa: her şey senden gelir, her şey sende varlığını sürdürür, her şey sana döner. "Kekrops'un sevgili kenti"11 diyor ozan. "Zeus'un sevgili kenti" demez mi­sin sen de?

24   "Erinç içinde yaşamak istersen çok az şey yap" diyor fi­lozof.12 Gerekli olanı ve doğanın toplumsal yaşam için yarattığı bir varlığın usunun gerektirdiği her şeyi, onun dediği gibi yap­mak daha iyi olmaz mı? Çünkü bu yalnızca doğru davranmak­tan kaynaklanan erinci sağlamaz, aynı zamanda az şey yap­maktan kaynaklanan erinci de sağlar. Gerçekten de, gerekli olanlar dışında, sözcüklerimizin ve edimlerimizin büyük bir bölümünden vazgeçersek, daha çok zamanımız olur ve daha erinç içinde oluruz. Bunun için her fırsatta kendi kendimize yi­nelemeliyiz: bu gerekli bir şey mi, değil mi? Yalnızca eylemleri değil, gereksiz düşünceleri de ortadan kaldırmalıyız; çünkü, böylece, bu düşüncelerin ardından gelecek gereksiz eylemler önlenmiş olacaktır.

25   Yalnızca evrensel düzenin ona ayırdığından hoşnut ol­makla kalmayıp aynı zamanda adalete uygun ve iyilikle dav­ranmaktan doyum sağlayan dürüst bir insan gibi yaşamaya Çahş.

26   Onu gördün, şimdi de buna bak. Tedirgin olma, yalın ol. Birisi yanlış bir şey mi yapıyor? Onu kendine karşı yapıyor. Ba­şına bir şey mi geldi? İyi; daha en başından beri başına gelenler, evrensel doğa tarafından önceden kararlaştırılmış ve yaşamının dokusuna katılmıştır. Kısaca, yaşam kısadır, şimdi'den yarar­lanmalısın ama, sakmımla ve adaletle. Dikkatin dağılmışken bile ayık ol.

27   İster kusursuzca düzenlenmiş, ister rastgele bir araya gelmiş olsun13, evren gene de bir düzendir. Senin içinde belli bir düzen varken, bütünün içinde düzensizlik olabilir mi, özel­likle bütün şeylerin birbirinden ayrı, ama gene de kaynaşmış, uyum içinde birbirine bağlanmış olduklarını düşününce?

28   Kötü bir karakter: erkeksi olmayan, inatçı, yabanıl, hay­vansı, çocuksu, umursamaz, yapmacık, başkalarının sırtından geçinen, para canlısı, zorba.

29   Dünyada ne çok şeyin varolduğu hakkında bir şey bil­meyen kişi nasıl dünyada bir yabancıysa, orada ne olup bitti­ğini bilmeyen kişi de ondan daha az yabancı değildir.14 Top­lumda bir arada yaşama yasasından kaçan kişi kaçaktır; zihni­nin gözlerini kapatan kimse kördür; başkalarına bağımlı olan ve yaşamak için ona gerekli olan her şeye kendi içinde sahip olmayan, dilencidir; dünyadan el etek çeken, içine çekilen ve olup bitenlerden hoşnut olmadığı için kendini evrensel doğa­dan ayıran kişi, dünya üstünde bir apsedir; oysa bu olup bi­tenlerin nedeni seni vareden aynı doğadır; ruhunu, öteki ussal varlıkların ruhundan ayıran kişi toplumdan koparılmış bir uzuvdur, çünkü ruh tektir.

30    Bu adamın tüniği yok, şunun da kitabı, bir başkası da yarı çıplak, ama filozof gibi yaşarlar. "Ekmeğim yok," der "ama usa bağlıyım." Bense besinimi bilimden sağlıyorum, ama ona bağlı değilim.15

31   Öğrendiğin mesleğini sev ve ondan hoşnut ol. Ömrünün geri kalanını, sahip olduğu her şeyi bütün yüreğiyle tanrılara adayan biri gibi ve ne zorba, ne de kimsenin kölesi olarak geçir.

32    Vespasianus'un16 dönemini al, örneğin. Bugün de ol­makta olan her şeyi bulacaksın orada: insanların evlendiklerini, çocuk yetiştirdiklerini, hastalandıklarını, öldüklerini, savaştık­larını, şenlikler yaptıklarını, ticaretle uğraştıklarını, toprağı işle­diklerini, dalkavukluk ettiklerini, büyüklük tasladıklarını, bir­birlerinden kuşkulandıklarını, dolap çevirdiklerini, pusu kur­duklarını, başkalarının ölümünü dilediklerini, şimdiki zaman­dan yakındıklarını, servet biriktirmeyi sevdiklerini, yüksek mevkiler, konsüllük ya da hükümdarlık için yanıp tutuştukları­nı... Ama şimdi yaşamları bir hiç, hiçbir yerde yok artık.

Şimdi de Traianus dönemine geçelim. Gene aynı şeyler; o yaşam da söndü şimdi. Tüm öteki dönemlere ve uluslara ait belgeleri gözden geçir, ne çok insanın onca savaştan sonra bir anda ölümün tuzağına düştüğünü, kendini oluşturan öğelere ayrıldığını göreceksin. Ama her şeyden önce, tanıdığın, doğala­rına uygun davranmayı ve ona sıkı sıkı tutunarak yalnızca bundan memnunluk duymayı savsaklayarak, boşu boşuna çır­pınıp duran kimseleri anımsa.

Burada, her eyleme gösterilen özenin onun değeriyle oran- lıh olması gerektiğini anımsamaksın; çünkü o zaman, ikincil şeylere hak ettiklerinden daha çok değer vermezsen gönül gü- ı ünü yitirmekten kurtulursun.

33  Bir zamanlar kullanılan sözcükler bugün arkaik olmuştur. Aynı biçimde, bir zamanlar ünlü olan insanlarm adları da, bir an­la mda, arkaiktir: Camillus, Caesus, Volesus, Dentatus17 kısa bir zaman sonra da Scipio, Cato18, sonra Augustus, sonra da Hadri- .ınus ve Antoninus19. Çünkü her şey hızla silinip gider, efsaneye (lönüşür, çok geçmeden de tam bir unutuşa gömülür. Doğal ola­rak, bunu, bir zamanlar olağanüstü ün kazanmış kişiler için söy­lüyorum, geri kalanların tümü de, son soluklarını verir vermez "yokolup gitmişler," "gözden uzak, gönülden ırak" olmuşlardır.20

Öyleyse, bu sonsuza dek anımsama ne anlama geliyor? I am bir boş gurur, başka bir şey değil. Dikkatimizi neye yönelt­meliyiz, öyleyse? Doğru düşünmeye, ortak yarara yöneltilmiş eylemlere, hiç yalan söylemeyen sözcüklere, her şeyi, gerekli, bilinen benzer kökenden kaynaklanan şeyler olarak alan bir ru­ha, eylemlerimizin topluma yararlı olmasına.

34  Gönüllüce Clotho'ya21 teslim ol, bırak yazgını dilediği olaylarla örsün.

35  Hiçbir şey bir günden fazla sürmez, anımsayan da, anımsanan da.

36  Her şeyin dönüşüm yoluyla ortaya çıktığını sürekli ola­rak gözlemle ve evrensel doğanın, hiçbir şeyi, varolan şeyleri dönüştürmek ve onların yerine yenilerini yaratmaktan daha çok sevmediğini düşünmeye alıştır kendini. Gerçekten de, her varlık belli bir anlamda ondan doğacak şeyin tohumudur, oysa senin düşünüş biçimine göre, biricik tohumlar toprağa ya da dölyatağına serpilenlerdir. Ama bu fazla ham bir düşünce.

37   Yakında öleceksin, ama sen hâlâ yalın, dingin, dış olay­ların sana zarar verebilecekleri kuşkusundan uzak değilsin, ne de hâlâ bilgeliğin, yalnızca dürüst davranmakta yattığına ina­nıyorsun.

38   Onların yönetici yetilerini incele ve akıllı geçinenlerin bile nelerden kaçtıklarını, nelerin ardından koştuklarını göz­lemle.

39    Senin için kötü olan, bir başkasının yönetici yetisinde ya da seni kuşatan şeylerin değişmesinde ve dönüşmesinde değil­dir. Nerededir öyleyse? Ruhunun kötülük üstüne yargılar oluş­turan parçasında. Öyleyse, yargı verme, her şey iyi gider o za­man. Sana en yakın olan şey, bedenin, parçalansa, yansa ya da çürüse bile, bu yargıları veren parçan gene de dinginliğini ko­rur; çünkü, ayrım gözetmeksizin doğaya aykırı olarak yaşaya­nın da, doğaya uygun olarak yaşayanın da başına gelen şey, ne doğaya uygun, ne de ona aykırıdır.

40    Evreni, tek bir maddeyi ve tek bir ruhu içinde barındı­ran biricik bir canlı yaratık olarak düşün; bütün şeylerin bu varlığın bilinci tarafından özümlenmiş olduğunu; her şeyin tek bir dürtü sayesinde olup bittiğini ve bütün bu şeylerin nasıl bir araya gelip varolan her şeyin ortak nedenini oluşturduklarını, onların birbirine nasıl zincirlendiklerini, nasıl bağlandıklarını düşün.

41    Epiktetos'un22 sık sık söylediği gibi, "bir ölünün ağırlı­ğını taşıyan kırılgan bir ruhsun sen."

42    Dönüşüme uğrayan şey için kötü diye bir şey yoktur, tıpkı dönüşümün sonucu olarak varolmalarının iyi olmaması gibi.

43    Olaylardan oluşan bir ırmak, coşkun bir sel gibidir za­man; çünkü her şey görüş alanımızda belirir belirmez, sürükle­nir gider, sonra bir başkası alır yerini, o da sürüklenir gider.

44    Gelip geçen her şey; tıpkı ilkbaharda açan güller ve yaz meyveleri gibi alışılmış ve bildiktir; hastalıklar, ölüm, iftira, kıs­kançlık ve budalaları sevindiren ya da hüzünlendiren her şey için de geçerlidir bu.

45    Sonradan gelen, her zaman önceden gelene sıkı sıkıya bağlıdır; çünkü burada sözkonusu olan; gereklilikten ötürü bir arada durmaya zorlanan bağımsız olguların basitçe sıralanması değil, mantıksal bir zincirlenmedir; tıpkı varlıkların uyumlu bir biçimde eşgüdümlü oluşu gibi, olaylar da meydana geldikle­rinde basit bir sıralanma değil, olağanüstü ve sıkı bir karşılıklı bağıntı gösterirler.

46    Herakleitos'un23 şu sözünü her zaman anımsa: "Topra­ğın ölümü suyun doğuşu; suyun ölümü havanın doğuşu; hava-

j>ın ölümü ateşin doğuşudur ve bunun tersi." Yolunun nereye çık tığını unutan adamı da anımsa; ve onun şu sözlerini: "İnsan- l.ır en kalıcı birlikteliği yaşadıkları şeyle uyuşmazlık içindedir­ler," yani evreni yöneten usla; "her gün karşılaştıkları olayları kendilerine yabancı gibi görürler"; "uykuda gibi davranmama­lı, konuşmamalıyız"; çünkü uykuda da deviniyormuşuz, konu- şııyormuşuz gibi gelir bize; "çocukların ana babalarına dav­randıkları gibi de davranmamalıyız"; yani yalnızca bize ne öğ­retiliyorsa onu yapmamalıyız.

47   Tanrılardan biri sana yarın ya da en geç öbür gün ölece­ğini söylerse, o günün yarın ya da öbür gün olması senin için çok önemli değildir, eşi bulunmaz bir ödlek değilsen; hem son­ra, arada çok mu büyük bir fark var? Bunun gibi, birçok uzun yıllardan sonra mı, yoksa yarın mı öleceğinin önemli olduğunu sanma.

48   Ne çok hekimin, hastalarının başında kaç kez kaşlarını çattıktan sonra kendilerinin de öldüklerini; kaç yıldızbilimci- nin, başkalarının ölümlerini, ölüm çok önemli bir olaymış gibi, önceden haber verdikten sonra; kaç filozofun, ölüm ve ölüm­süzlük üstüne sayısız tartışmalardan sonra; kaç kahramanın yı­ğınla insan öldürdükten sonra; kaç zorbanın, kendileri ölüm­süzmüşler gibi, güçlerini korkunç bir kıyıcılıkla yaşam ve ölüm üstünde kullandıktan sonra; kaç kentin, bu sözcüğü kullanabi­lirsek, ölüp gittiğini hep göz önünde tut: Helice, Pompei, Her- culanum24 ve daha sayısız bir çok kentin.

Bu adam şu adamın cenazesine katıldı, sonra sıra ona gel­di, onun cenazesine katılan şu. öteki adama da sıra geldi ve bü­tün bunlar çok kısa bir zaman içinde oldu! Kısaca, insansal olan her şeyin gelgeç ve değersiz olduğunu her zaman düşün: dün bir balgam damlası, yarın bir mumya ya da bir avuç kül. Öyleyse şu ânı doğayla uyum içinde geçir, sonra da yaşamını dinginlik içinde bitir, tıpkı bir kez olgunlaşınca toprağa düşen, böylece onu üreten toprağı kutsayan ve onu büyüten ağaca gö­nül borcu duyan zeytin tanesi gibi.

49   Dalgaların art arda gelip çarptıkları kaya gibi ol: sağlam, kıpırtısız25, çevresinde kaynayan suların dinginleşmesini seyre­den.

"Ben ne şanssızmışım ki, bu utanç verici olay başıma gel­di!" Tam tersi. "Ne şanslıyım, çünkü, başıma gelen utanç verici şeye karşın, yılgınlığa kapılmıyorum, ne şimdiki zaman eziyor beni, ne gelecek ürkütüyor." Bu tür bir şanssızlık aslında herke­sin başına gelebilir, ama herkes yılgınlığa kapılmamayı başara­maz. Öyleyse, neden, bu bir şanslılık değil de, şanssızlık olsun? Yoksa sen, insanın şanssızlığının kendi gerçek doğasından sap­masından başka bir şeyde yatabileceğim mi söylüyorsun? İnsa­nın doğasının istemiyle çatışmayan bir şeye, insanın doğasın­dan bir sapma denebileceğini mi sanıyorsun? Öyleyse? Bu is­temin ne olduğunu biliyorsun. Yoksa, başına gelen; senin âdil, yüce gönüllü, bilge, sakınmalı, dikkatli, içtenlikli, duygularını açığa vurmayan, özgür biri olmam, insan doğasının ortaya çık­masını, kendine özgü amacına erişmesini sağlayan bütün öteki niteliklere sahip olmam engelleyebilir mi? Bundan böyle, üzül­mene yol açan her güçlük karşısında, şu ilkeyi uygulamayı unutma: bu bir şanssızlık değildir, ama ona yüreklice katlan­mak şanslılıktır.

50    Ölümü küçümsemeye yardımcı olacak, basit ama gene de etkin bir yol, yaşama sıkı sıkı tutunanları usundan geçir­mektir. Vaktinden önce ölenlere göre daha fazla ne elde etmiş­lerdir? Onlar da toprağın altında yatıyorlar: Caedicanus, Fabi- us, Julianus, Lepidus26, onlar gibi daha niceleri, birçoklarına mezara dek eşlik ettikten sonra, sıraları gelince onlara da eşlik edildi. Özetle, aradaki fark çok küçüktür; nice dertler arasında, hangi arkadaşlarla, hangi zavallı bedende sürüklüyoruz ya­şamlarımızı! Pek de önem verme buna! Ardındaki zaman uçu­rumuna, önünde uzanan sonsuzluğa bak: bir bebeğin üç gün süren yaşamıyla, Neşter7un27 üç kuşak süren yaşamı arasında ne fark var?

51   Her zaman en kısa yoldan git; en kısası doğayı izleyen yoldur. Bu yol seni sonunda her şeyi en sağduyulu biçimde söylemeye ve yapmaya götürür. Çünkü böyle bir amaç seni dertlerden ve çatışmalardan, her türlü kaygıdan ve gösterişten kurtarır.

Notlar

I Yönetici ilke: Bkz. yuk. II Not:2.

' Birincil amaçlarına erişmek için yola çıkar, ama sakımmlı olarak: 'birincil amaçlan' ya da 'yeğlenebilir' olanları (örneğin sağlıklı olmak) 'sakımmlı olarak' elde et­meyi istemek, Stoacı ideal ahlâkın standart bir parçasıdır.

ı Bazıları.... çekilebilecekleri bir yer ararlar: insanın yalnızca 'kendi içine' çekilebilece­ği düşüncesi, antik felsefenin sık sık ele alman bir temasıdır (Örneğin, Seneca).

I İnsanlar istemeden kötülük yaparlar: Stoacıların aptallık ve us konusunda geliştir­dikleri Sokratik bir paradoks.

5 Birbirine karşıt iki öğretinin, Stoacı ve Epikurosçu öğretilerin aşırı bileşimi.

<> Demokritos'tan alıntılanan bir tümce.

7      Yani, kendi kendisinin nedeni olan evrensel usa (yaratıcı us: kendi kendisinin nedeni olan evrensel us). Ussal evrensel yasa fikri, büyük Stoacı kuramcı Khrysippos'tan gelmiş olabilir, ancak Stoacıların ideali tanrılarla insanların bir kentiydi.

8     Metin bozuk.

9     Metin bozuk ve eksik.

10   İnsan psikolojisini fiziksel olarak görmelerine karşın, Stoacılar bazen, bazı ruh­ların, en azından şimdiki zaman dönümü sona erinceye dek fiziksel ölümden sonra da yaşamlarım sürdürebileceklerini öne sürmüşlerdir. Burada, Marcus Aurelius bu olasılığa karşı çıkmamakla birlikte, daha çok ruhların da bedenler gibi, az ya da çok çabuk evrenin bütününce özümlenmesi düşüncesine yatkın görünüyor.

11   "Kekrops'un sevgili kenti": Atina. Aristophanes'ten alıntı. Kekrops, Atina'nın mi­tolojik bir kralıydı. Marcus, "Zeus'un sevgili kenti" sözleriyle, yerel ve evrensel kentimizi birleştirmemiz gerektiği fikrini dile getiriyor.

12   Demokritos.

13   İki seçenekten biri: evrenin ya (Stoacıların inandıkları gibi) tanrısal tasarımla düzenlendiği ya da (Epikurosçularm inandıkları gibi) atomlardan oluştuğu. Marcus, hangi seçenek doğru olursa olsun, ussal bir yaşam sürüp erinç sağla­yabileceğimizi söylüyor; bazen de, burada olduğu gibi, Stoacı görüşü kabul et­tiğine işaret ediyor.

14   Kendini kente ya da evrensel bütüne 'yabancılaştırma' düşüncesine benzer dü­şünceler için bkz. VIII. 34, X1.8.

15   Marcus Aurelius, burada, biçem ve felsefî kesinlik bakımından, aşırı basitliği yoğun inançla birleştiren (tüniksiz) kiniklerin karşısında görünüyor.

16   Tıtus Flavius Vespasianus, 69-70 yılları arasında; Traianus, 98-117 yılları arasın­da imparatordular. İki imparatorun adlarının birlikte anılması, iyi yönetici ör­nekleri olmalarındandır.

17    Erken Roma Cumhuriyeti'nin kahramanları.

18   Olasılıkla, MÖ 292'de, Zama'da Hannibal'i yenen Publius Cornelius Scipius Af- ricanus. Marcus Porcius Cato (I. Not 22) MS 184'te censor'du.

19   Dürüst imparatorlara örnek: Octavianus Augustus, MÖ 31'de Antoninus'u yendi; imparatorluğun kurucusu. Publius Elius Hadrianus, 117-138 yıllan ara- smda imparator, ardılı olarak Antoninus'u evlât edinmiş, onun da Marcus Au­relius ve Lucius Verus'u evlât edinmesini sağlamıştır.

20     Odysseia'dan alıntı.

21     Clotho: Üç parça'dan biri; parca'lar kader ve ölüm tanrıçalarıydı.

22     Elimizdeki, Epiktetos'un öğretilerine ilişkin metinlerde yer almamaktadır.

23     Herakleitos'tan alıntılar.

24   Helice: MÖ 373'te ansızın yıkılan Yunan kenti; Pompei ve Herculanum: MS 79'da Vezüv yanardağının püskürmesiyle yıkıldılar.

25     Sağlam, kıpırtısız....: Roma Stoacılığının imgesi, Vergilius'un Aeııeas'ında.

26     Caedicanııs.... : kimlikleri belirsiz kişiler.

27   Homeros'un kahramanlarından; Uyada'da, iki kuşaktan uzun süre yaşadığı söy­lenir.

V.   Kitap

1   Sabahları canın yataktan çıkmak istemediğinde, hemen şöyle düşün: "Bir insanın görevini yerine getirmek için kalkıyo­rum. Bunu yapmak için doğdum, bu dünyaya bunun için geti­rildim, peki ama neden yakmıyorum öyleyse? Yataktan çıkma­yıp yorganı başıma çekmek için mi yaratıldım yoksa?" "Kuşku­suz çok daha hoş bir şey bu." "Bunun için mi geldin dünyaya öyleyse? Harekete geçmek için değil de, duyuları sınamak için mi? Ağaçları, kuşları, karıncaları, örümcekleri, arıları görmüyor musun? Onların her birinin evrenin akışı içinde kendine düşen görevi yerine getirdiğini, evrensel düzene küçük de olsa katkı­da bulunduğunu görmüyor musun? Sense, kendi adına, bir in­san olarak yapman gereken şeyi yapmayı red mi edeceksin? Kendi doğana uygun olanı yapmak için acele etmeyecek mi­sin?" "Ama dinlenmek de gerek." Elbette; bence de öyle. Ama doğa yemeye içmeye olduğu gibi, buna da sınır koymuş; oysa sen bu sınırları aşıyorsun, gerekli olanın dışına çıkıyorsun. Sıra eyleme gelince de, yapabileceğinden azını yapıyorsun. Gerçek şu ki, sen kendini sevmiyorsun, kendini sevseydin, hem kendi doğanı, hem de onun istemlerini severdin. Mesleklerini seven insanlar, yaptıkları işe kendilerini öylesine kaptırmışlardır ki, yıkanmayı, yemek yemeyi bile unuturlar; oysa sen kendi doğa­na; oymacının oymacılık sanatına, dansçının dansa, cimrinin parasına, kibirlinin azıcık ününe verdiğinden daha az değer ve­riyorsun. Mesleklerini gerçekten seven insanlar, kendilerini iş­lerine öylesine kaptırırlar ki, yemek yemeyi hatta uyumayı bile unuturlar; oysa ortak yarara hizmet eden etkinlikler sana daha az önemli ve daha az çabaya değer görünüyor.

2    Her türlü can sıkıcı ve yakışıksız düşünceyi zihinden uzaklaştırmak, silmek ve hemen tam bir dinginliğe kavuşmak ne kolaydır!

3    Doğaya uyan her sözcüğün, her düşüncenin sana lâyık olduğunu düşün ve bunun ardından gelebilecek kınamalardan ve lâflardan etkilenme: eğer söyleyeceğin ya da yapacağın şey doğruysa, bundan daha azını hakettiğini düşünme. Başkaları­nın onları yönlendiren kendi ilkeleri vardır ve kendi dürtüleri­ne boyun eğerler; onlara dönüp bakma, kendi bireysel doğanı ve evrensel doğayı izleyerek yolunda dosdoğru yürü; çünkü ikisinin yolu da birdir.

4    Doğanın çizdiği yolda ilerliyorum, toprağa düşüp erince kavuşacağım; her gün içime çektiğim havaya son soluğumu ve­rip, babamın, yaşam tohumunu; annemin, kanını; sütannemin sütünü aldığı ve benim yıllardır günbegün ekmeğimi ve suyu­mu çıkardığım toprağa düşeceğim güne dek; adımlarımı ve on­dan sağladığım sayısız yararlan taşıyan toprağa.

5    Onların gözlerini kamaştıracak parlak bir zekâya sahip değilsin. Pekâlâ; ama birçok başka nitelik vardır ki, onlar için: “Bu, doğanın bir bağışı değil" diyemezsin. Tümüyle sana bağlı olan nitelikleri ortaya koy: içtenlik, onur, direnç, hazlara karşı ilgisizlik, hakkına razı olmak, yetingenlik, iyi niyet, özgürlük, yalınlık, ağırbaşlılık, yüce gönüllülük. Daha şimdiden, doğal yeteneksizlik ya da yetersiz eğilim gibi bahaneler öne sürmek­sizin ortaya koyabileceğin ne çok iyi niteliğin olduğunu gör­müyor musun? Gene de, bile isteye kendi düzeyinin altında ka­lıyorsun. Yoksa, yakınmaya, pintiliğe, dalkavukluğa, zavallı be­denini küçümsemeye, başkalarını pohpohlamaya, böbürlenme­ye, zihin karışıklığına doğal yeteneklerinin eksikliği mi zorlu­yor seni? Hayır, tanrılar aşkına, bütün bunlardan çoktan kur­tulmuş olabilirdin ve eğer gerçekten gerekliyse, yalnızca zihin­sel yavaşlığın ve kavrayış ağırlığından ötürü kmanabilirdin, ille de gerekliyse; ama bu durumda bile, kusurlarını gözardı edip tembelliğinin tadını çıkaracak yerde, kendini eğitmek için çaba harcamahsın.

6    Bazı insanlar, birine bir iyilikte bulunurlarsa, karşılığını alacaklarını hesaba katarlar. Bazıları da, bunu hemen yapmaz- l.ıı, ama gene de iyilik ettikleri kişiyi içlerinden kendilerine I m uçlu sayarlar; yaptıklarının fazlasıyla bilincindedirler. Bazıla­rı da, bir anlamda bir iyilikte bulunduklarını bile bilmezler, ıızüm üreten, bir kez meyvesini verdikten sonra başka bir ödül beklemeyen asmalar gibidirler; tıpkı yarışı bitiren bir at gibi, avını yakalayan bir köpek gibi, balını yapmış bir arı gibi ya da. Bu insanlar da iyilik yaptıktan sonra, bağıra bağıra duyurmaz­lar bunu, başka bir iyilik yapmaya yönelirler, tıpkı asmanın mevsimi gelince yeniden üzüm vermesi gibi. Biz de, denebilir­se, ayrımına varmaksızın iyilik eden insanlardan mı olmalıyız? "Evet. Gene de bunun ayrımında olmalıyız, çünkü bir toplulu­ğa ait olan insanın toplumun yararına davrandığının bilincinde olması ve Zeus hakkı için, komşularının da bunu anlamalarını dilemesi insana özgü bir niteliktir." "Dediğin doğru, ama sözle­rimi yanlış yorumluyorsun; bunun için sen de, az önce andığım insanlardan biri olacaksın1, çünkü onlar da, usa uygun görünen bir mantık yürütme sonucu yoldan sapabilirler. Ama ne demek istediğimi anlamak istersen, o da şu: bu yüzden ortak yarara hizmet eden bir eylemi ihmal edeceğinden korkma."

7    Atmalıların duası:

"Su ol da,

sevgili Zeus,

Attika'nın tarlalarına,

ovalarına yağ."

İnsan böyle yalın, açık yakarmah, ya da hiç yakarmamak.

8    Derler ki, "Asklepios2 birine, ata binmesini, soğuk suyla yıkanmasını, yalınayak yürümesini buyurdu"; biz de şöyle di­yebiliriz: "Evrenin doğası; ona bir hastalık, sakatlık, kayıp ya da bu tür başka bir şey buyurdu." Birinci tümcede, "buyurdu" sözleri yaklaşık olarak şu anlama gelir: ona, bunu sağlığına uy­gun olduğu için önerdi; ikinci tümcede: herkesin başına gelebi­lecek şey; ona, bir anlamda, yazgısına uygun olduğu için veril­di. Böylece, bu şeylerin bize "uygun" olduğunu söylerken kare taşların duvar ya da piramit yapımına uygun olduğunu, çünkü belli bir yapısal düzenlemede birbirlerine uyduklarını söyleyen duvarcılar gibi konuşmuş oluruz. Her şeyi kapsayan tek bir uyum vardır ve evrenin bütün bu varlıkların toplamının uyum­lu bir biçimde bir araya gelmelerinden oluşması gibi, yazgı da tek tek bütün nedenlerin toplamından oluşmuştur.

Demek istediğimi eğitim görmemişler bile anlıyorlar, çün­kü şöyle diyorlar: "Başına şöyle bir şey geldi"; yani, ona şöyle bir şey gönderildi, yani onun için öngörüldü. Öyleyse yazgının bize gönderdiği şeyi kabul edelim, Asklepios'un buyruklarını kabul ettiğimiz gibi. Bu ilâçların çoğu kuşkusuz hoş değil, ama iyileşmek umuduyla gene de alırız onları. Aynı biçimde, sağlı­ğın için yaptığın gibi, evrensel doğanın belirlediği şeyi tam ola­rak gerçekleştirmeyi, başına ne gelirse gelsin, hoş olmasa da kabul et; çünkü, amacı; evrenin iyiliği, Zeus'un gönenci ve ba­şarısıdır. Eğer bütünün yararına olmasaydı, insanın başına hiç­bir şey gelmezdi; doğa da, nasıl bir doğa olursa olsun, yönettiği şeye uygun olmayan hiçbir şey üretmez.

Böylece, başına gelen şeyden memnun kalman için iki ne­den vardır: birincisi, o şey, senin için başına gelmiştir, sana gön­derilmiştir, daha en başından yazgınla birlikte örülmüştür ve en eski nedenlerden kaynaklanmıştır; İkincisi, tek tek herkesin başına gelen şey, onun kendi gönencine ve gelişmesine; ve Zeus hakkı için, evreni ayakta tutanın sürdürülmesine katkıda bulu­nur. Çünkü, yalnızca nedenlerinin değil, aynı zamanda onu oluşturan parçaların bağlantısının ve sürekliliğinin en küçük bir parçasını bile koparırsan bütünün kusursuzluğu sakatlanır; ondan yakındığında onu koparırsın ve bir anlamda onu yoke- dersin.

9    Her eyleminde doğruluk ilkelerine göre davranmayı ba­şaramazsan canını sıkma, gönül gücünü yitirme, öfkelenme; yanıldınsa baştan başla; davranışların, en azından çoğunlukla insana lâyık davranışlarsa memnun ol. Döndüğün şeyi sev ve felsefeye ciddî bir okul öğretmenine döner gibi değil, gözlerin­den rahatsız olduğu için gözüne küçük bir süngerle yumurta akı süren biri ya da yakı yahut sargı bezi arayan biri gibi dön. Çünkü böylece yalnız usa boyun eğmenin ağır gelmediğini göstermeyeceksin, aynı zamanda erinci yalnız orada bulacak­sın. Hem sonra, felsefenin yalnızca senin doğanın istediği şeyi istediğini, oysa senin istediğinin, doğayla uyum içinde olma- y.m bambaşka bir şey olduğunu anımsa. Doğayı izlemekten da­lı. ı hoş bir şey olabilir mi? Kaba zevkler bu yüzden baştan çı­kıt mıyor mu bizi? Zihnin yüceltilmesinin, özgürlüğün, basitli­si ı>, iyi yürekliliğin, dindarlığın sana daha büyük bir haz verip vermediğini düşün. Öyleyse, anlama ve bilme yetisinin giriştiği her durumda nasıl güvenli, nasıl mutlu olmayı sağladığını göz ımüne alırsan, bilgeliğin kendisinden daha hoş ne var ?

10   Gerçeklikler öyle bir tüle bürünmüştür ki, sayıları hiç de az olmayan filozoflar, üstelik üstün nitelikli olanlar, onların tam anlamıyla kavranamaz3 olduklarını öne sürmüşlerdir. Stoacıla­rın kendileri bile onları anlaşılması güç bulmuşlardır; izlenim­lerimiz bizi yanılgıya uğratabilir. Hiçbir zaman yanılmayan bir insanı nerede bulalım?

Şimdi, duyusal yaşantılarının nesnelerine gelelim: nasıl da gelgeç, bayağı, bir sapığın, bir fahişenin, bir hırsızın eline geçe­bilecek şeylerdir bunlar. Sonra da, birlikte olduğun kimselerin alışkanlıklarına bak, bunların en iyilerine bile güç katlanılır, in­sanın kendi kendine katlanmasının bile hiç de kolay olmadığını bir yana bırakalım. Bütün bu sisin, bu pisliğin, maddenin, za­manın, devinimin ve devinen her şeyin alabildiğine hızla akışı ortasında, saygıya değer yahut şu ya da bu biçimde ciddî ola­rak heyecan uyandıracak hiçbir şey göremiyorum. Tersine, in­san kendi doğal yokoluşunu bekleyerek, eğer gecikirse buna üzülmeyerek, yalnızca iki düşüncede erinç bularak avutmahdır kendini: birincisi, evrenin doğasıyla uyum içinde olmayan hiç­bir şey başıma gelmeyecek; İkincisi, içimdeki tanrıya ve koru­yucu ruha aykırı hiçbir şey yapmamak yalnızca bana bağlıdır; çünkü hiç kimse beni onun yasalarım çiğnemeye zorlayamaz.

11   "Öyleyse, şu anda ruhumu hangi amaçla kullanıyo­rum?" Her durumda, kendine bu soruyu sor; "Yönetici ilke de­nen parçamda şimdi neler oluyor, şu anda nasıl bir ruhum var? Bir çocuğun ruhu mu, bir yeniyetmenin ruhu mu, yoksa bir ka­dının ya da bir zorbanın, yahut bir evcil hayvanın mı, yoksa bir yabanıl hayvanın mı?" diye sor kendi kendine.

12   İnsanların çoğunluğunun iyi saydığı şeylerin ne tür şey­ler olduğunu anlamanın yollarından biri şudur: Bir insanın, bil­gelik, adalet, ılımlılık, yüreklilik gibi gerçekten iyi olan şeylerin varlığım algıladığını varsayalım: zihninde bu kavramlar var­ken, sözde "her yer iyilikle donatılmış"4 özdeyişine kulak ver­meyecektir artık; çünkü bunu yersiz bulacaktır. Ama, tersine, çoğunluğa iyi görünen şeylerin gerçekten iyi şeyler olduğunu düşünürse, ona kulak verecek, güldürü ozanının bu sözünü ye­rinde söylenmiş olarak kolayca kabul edecektir. Böylece, insan­ların büyük çoğunluğu aradaki farkı algılayacaktır, çünkü bi­rinci durumda, özdeyişi onaylamamazlık etmeyecek, ne de onu reddedecektir; ikinci durumda ise, gevşekliğe ve kendini be­ğenmişliğe yol açan varsıllığa ve başka servetlere uygulandı­ğında, yerinde ve zekice bir gözlem olarak kabul edecektir. Öyleyse, devam et ve bir kez zihnimizde şeylerle ilgili bir fikir edinince, onlara değer vermemiz ve onları gerçekten iyi şeyler saymamız gerekip gerekmediğini; onlara sahip olana şu alıntıyı uygulayıp uygulayamayacağımızı kendi kendine sor: öyle var­lıklı ki, "bağırsaklarını boşaltacak en küçük bir yeri bile yok."5

13   Bir nedensel, bir de özdeksel ilke oluşturuyor beni; bun­ların hiçbiri, hiçlikten kaynaklanmadığı gibi, hiçliğe de dönüş­meyecek. Böylece, beni oluşturan parçaların her biri evrenin bir başka parçasına dönüşecek, bu da yeniden değişerek evrenin başka bir parçasını biçimlendirecek, bu böyle sonsuza dek sü­rüp gidecek. Evren bir dizi sonlu dönümlere göre düzenlenmiş olsa da, böyle konuşmamızı hiçbir şey engellemez.6

14   Us ve us yürütme yöntemi, kendi kendilerine ve kendi işlerini yapmaya yeten yetilerdir. Gerçekten de bunlar kendi özel ilkelerinden yola çıkarlar ve belirledikleri amaca doğru ilerlerler; bu tür usa dayalı eylemlere, doğru yolu izlediklerini belirtmek için, "doğru eylemler" denmesinin nedeni budur.

15    İnsan, insan olarak kendisine bir biçimde yararlı olma­yan şeylerin hiçbirini dikkate almamalıdır. Çünkü bunlar onun gereksinim duyduğu şeyler değildir, ne insan doğası önerir on­ları, ne de bu doğanın gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu ne­denle, bu gibi şeyler ne insanın ereğini içerirler, ne de bu ereğin sonucu olan iyiyi. Öte yandan, bunlardan biri gerçekten insana yararlı olsaydı, onlara değer vermemek ya da onlara karşı çık­mak için bir neden olmazdı, ne de onlarsız yapabileceğini gös­teren kimse övgüye değer olurdu; bu şeyler eğer gerçekten iyi olsaydı, bunlardan herhangi birinden duyduğu hazzı sınırlan­dıran kişi iyi bir insan sayılmazdı. Oysa, bir insan bu ve buna benzer şeylerden kendini ne denli yoksun bırakırsa ya da baş­kalarınca onlardan yoksun bırakılmaya ne denli iyi katlanırsa, o denli erdemli bir insandır.

16   Her zamanki düşüncelerin nasılsa, zihnin de öyle olacak­tır; çünkü zihin düşüncelerle yüklüdür. Öyleyse, şöyle düşünce­lerle doldur onu: bir yerde yaşamak olanaklıysa, orada gerektiği gibi yaşamak da olanaklıdır; ama insan sarayda da yaşayabilir7; öyleyse, insan sarayda da gerektiği gibi yaşayabilir. Dahası: her varlık hangi şeyler uğruna, hangi şeyler için yaratılmışsa, ona erişmeye çalışır; ereği buradadır, herkes için iyi ve yararlı olan da burada yatar. Demek ki, ussal varlık için iyi olan toplumdur. Çünkü biz insanların toplum içinde yaşamak için doğduğumuz çoktan kanıtlanmıştır. Yoksa aşağı varlıkların üstün varlıklar için, üstün varlıkların da birbirleri için yaratıldıkları açık değil mi? Bunun gibi, canlı varlıklar cansız varlıklardan, usla donatıl­mış olanlar da yalnızca canlı olanlardan üstündür.

17   Olanaksızın ardına düşmek çılgınlıktır; ama kötülük iş­leyenler için böyle davranmamak olanaksızdır.

18   Hiç kimsenin başına doğası gereği katlanamayacağı bir şey gelmez. Senin başına gelen şeyler onun da başına gelir, ama o, ya başına gelen şeyin bilincine varmadığı için, ya da yüce gö­nüllü görünmek için, sağlam ve etkilenmemiş kalır. Bilgisizli­ğin ve kendini beğenmişliğin, bilgelikten daha güçlü olması ne tuhaf, değil mi?

19   Şeyler başlı başlarına ruhu hiç etkilemezler: ruhun içine giremezler, onu değiştiremezler, devinime geçiremezler. O an­cak kendi kendini değiştirir ve devinir; olaylar, onun için, ken­dine yaraşır saydığı yargıların onları biçimlendirdiği gibidir.

20   Belli bir bakış açısından, insanlar, onlara iyilik ettiğimiz, hoşgörü göstermemiz gereken kişiler oldukları ölçüde bize en yakın varlıklardır. Ama onlardan biri görevlerimi yerine getir­memi engelleyecek olursa benim için ilgisiz bir nesne haline ge­lir, tıpkı güneş, rüzgâr ya da yabanıl bir hayvan gibi. Gerçi bun­lar da eylemlerimi engelleyebilir, ama benim sakımmlı davran­ma ve kendimi koşullara uydurma yeteneğim sayesinde, atı- lımlarımı ve eğilimlerimi köstekleyemezler. Çünkü zihin, etkin­liklerinin karşısına çıkan engel her ne olursa olsun, onu tersine çevirme ve amacına uygun duruma getirme yetisine sahiptir; böylece başlangıçta eylemini köstekleyen şey sonunda ona yar­dımcı olur, yoluna çıkan engel sonunda yolunda yürümesini kolaylaştırır. 8

21   Evrendeki en büyük güce saygı duy: her şeyden yararla­nan ve her şeyi yöneten güce. Aynı biçimde, içindeki, onunla aynı doğaya sahip en yüce güce de saygı duy: bu güç, ötekiyle aynı doğaya sahiptir. Çünkü içindeki bu güç de her şeyden ya­rarlanır, yaşamını yöneten odur.

22   Kente (devlete) zararlı olmayan, yurttaşa da zararlı de­ğildir. Ne zaman sana zarar verildiği fikrine kapılırsan, şu ku­ralı uygula: "Eğer bu, kente (devlete) zarar vermiyorsa, bana da zarar vermez." Ama eğer kent (devlet) bundan zarar gör­müşse, bu zararı verene öfkelenme, ama gözünden kaçmış ola­nı göster ona.

23    Varolan ve doğan her şeyin nasıl hızla geçtiğini, yoko- lup gittiğini düşün sık sık. Çünkü madde durmadan akan bir ırmağa benzer, etkinlikleri sürekli dönüşümlere uğrar, değişke­leri sonsuzdur, hemen hemen hiçbir şey dural değildir, elini uzatsan tutabileceğin kadar sana yakın olan şey bile. Geçmişin ve geleceğin, içinde her şeyin yokolup gittiği sınırsız uçurumu­nu düşün. Öyleyse, bütün bunların ortasında gurura kapılmak, çırpınmak, yakınmak aptallık değil midir, sıkıntılarımız uzun bir zaman sürmeye yazgılıymış gibi.

24   Küçücük bir parçasını oluşturduğun tözün bütünlüğü­nü düşün; sana kısacık, uçucu bir parçacığının ayrıldığı tüm za­manın bütünlüğünü, içinde ne kadarcık bir parçasını oluştur­duğun yazgıyı düşün.

25   Biri bana bir zarar veriyor. Bana ne yapıyor aslında? Bu­nu göster ona. Kendi eğilimleri, kendi etkinlikleri var. Bana ge­lince, şu anda evrensel doğanın sahip olmamı istediği şeylere sahibim, kendi doğamın şu anda yapmamı istediği şeyleri yapı­yorum.

26   Ruhunun yönetici ve egemen ilkesinin; etin hafif ya da şiddetli tüm devinimlerine kayıtsız kalmasını, onlarla birleşme- meşini, kendini kendi içine kapatmasını ve o duyguları bede­nin organlarıyla sınırlandırmasını sağla. Ama organik bir var­lıkta olması gerektiği gibi, karşılıklı sempati aracılığıyla, zihnin içine yayılmayı başarırlarsa o zaman doğal bir şey olan duygu­ya karşı koymaya çalışma; ama yönetici ilken, bu duygu hak­kında iyi ya da kötü diye yargıda bulunmasın9.

27   Tanrılarla birlikte yaşa. Ruhunun payına düşenle yetin­diğini ve tanrının, Zeus'un, koruyucu ve yol gösterici olarak her insana verdiği tanrısal parçanın istediği her şeyi yaptığını her zaman tanrılara gösteren kişi gerçekten de tanrılarla birlikte yaşar. Bu koruyucu ruh; her birimizin zihni ve usudur.

28   Teke gibi kokan birine kızabilir misin? Nefesi kokan bi­rine kızabilir misin? Kızmak neye yarar? Bunun ağzı böyledir, onun koltukaltları: böyle oldukları için ister istemez böyle ko­kular çıkarırlar. Diyeceksin ki: "Ama insan usla donatılmıştır ve düşünecek olursa, nerede yanıldığını anlayabilir." Aferin! Ama sen de usla donatılmışsın, kendi ussal güçlerini kullana­rak onunkileri de uyandırabilirsin: Kusurunu göster ona, dik­katini çek. Seni dinlerse, onu iyileştirirsin, öfkelenme gereği de duymazsın.

Ne bir tragedya oyuncusu ne de fahişesin sen.

29   Buradan ayrılınca yaşamayı düşündüğün yaşamı bura­da, yeryüzünde de yaşayabilirsin. Eğer başkaları buna izin ver­mezlerse, o zaman yaşamdan da çık, ama bir kötülüğe uğramış gibi değil. "Burası dumanlı, ben dışarı çıkıyorum."10 Bu sana önemli bir şey gibi mi görünüyor? Ama böyle bir neden beni çıkmaya zorlamadıkça özgürüm; kimse de istediğimi yapmak­tan alıkoyamaz beni; istediğimse ussal ve topluluk içinde yaşa­mak için doğmuş her varlığın doğasına uygundur.

30    Evrenin zihni toplumsaldır. Bundan dolayı, aşağı varlık­ları üstün varlıkların yararı için yaratmıştır, üstün varlıkları da birbirlerine uyarlamıştır. Bunların her birine nasıl boyun eğdir­diğini, onları nasıl eşgüdümlü kıldığını, nasıl yeteneğine göre her birine ona düşen payı verdiğini ve en iyilerinin, nasıl karşı­lıklı uyum içinde olmalarını sağladığını düşün.

31    Bugüne dek, tanrılara, ana babana, kardeşine, karma, çocuklarına, öğretmenlerine, eğitmenlerine, arkadaşlarına, ak­rabalarına, hizmetçilerine nasıl davrandın? Şimdiye dek onla­rın hepsine, "hiç kimseye doğru olandan başka hiçbir kötü şey söyleme, hiçbir kötü şey yapma"11 ilkesine uygun olarak mı davrandın? Nerelerden geçtiğini, nelere katlanma gücü buldu­ğunu usunda tut; yaşamöykünün neredeyse sonuna geldiğini, hizmetinin tamamına erdiğini anımsa. Ne güzel şeyler gördü­ğünü, ne çok haz ve acıyı küçümsediğini, ne çok ün kazanma fırsatını dikkate almadığını, kaç vefasıza gönül borcu duydu­ğunu anımsa.

32   Nasıl oluyor da, işlenmemiş ve bilgisiz ruhlar, işlenmiş ve bilgili olanın kafasını karıştırabiliyor? İşlenmiş ve bilgili ruh nedir öyleyse? Başlangıcı ve sonu, bütün tözün içine yayılan ve onu belirlenmiş dönümlere göre sonsuza dek yöneten usu bilen şeydir.

33   Yakında küle ya da iskelete döneceksin; bir addan başka bir şey olmayacaksın, belki adın bile olmayacak. Ama bir ad bir sesten, bir yankıdan başka bir şey değildir. Yaşamda en çok de­ğer verilen her şey boş, bozuk, bayağıdır; birbirini ısıran enik­ler, bir gülüp bir ağlayan kavgacı çocuklar. İnanç, alçakgönüllü­lük, adalet ve gerçek, "yeryüzünün enginliklerinden Olim- pos'un yüceliklerine dek"12 uçup gittiler. Öyleyse; seni hâlâ bu­rada tutan nedir? Algıladığın nesneler değişken ve kararsız, duyular izlenimlerce aldatılabilir, ruh bir soluk veriş; ünse böy­le bir dünyada bomboştur. Öyleyse ne yapmalı? Sabırla yokol- mayı ya da bu dünyadan göçmeyi13 beklemeli. Peki o an erişin- ceye dek neyle yetinmeli? Tanrılara tapınmaktan, onları kutsa­maktan, insanlara iyilik etmekten, onlara hoşgörülü olmaktan, onlardan uzak durmaktan başka ne olabilir? Salt bedenin ve so­luğun sınırları içinde kalan şeylere gelince, bunların sana ait ol­madıklarını, senin denetiminin sınırları içinde olmadıklarını anımsa.

34   Her zaman mutlu yaşayabilirsin, çünkü doğru yolu izle­mek, ona göre düşünmek ve davranmak senin elindedir. Şu iki ilke Tanrı'nın ve insanların ve her ussal yaratığın ruhlarının or­tak niteliğidir: başkalarının seni engellemesine izin verme, ken­di iyiliğini doğruyu istemekte ve doğru davranmakta ara ve ar­zularını buna göre sınırlandır.

35   Yaptığım şey benim suçum ya da benim suçumun sonu­cu değilse ve toplum bundan zarar görmüyorsa, niçin kaygıla­nayım? Hem topluma ne zarar verilebilir ki?

36   İmgeleminin seni sürüklemesine izin verme, gücün yet­tiğince ve çabana değdiği ölçüde başkalarına yardım et, yitir­dikleri şeyler başlı başına değer taşımasa da. Ama bunun ger­çek bir zarar olduğunu düşünme, çünkü bu kötü bir alışkanlık­tır. Tam giderken analık babalık ettiği çocuğun topacını, bunun bir topaç'tan14 başka bir şey olmadığını bile bile isteyen oyun­daki o yaşlı adam gibi yap; öyle davran sen de. Oysa sen duy­gularını tiyatroya yaraşır biçimde açığa vuruyorsun! Bu tür şeylerin değerini unuttun mu yoksa, dostum? "Unutmadım, ama onları yitirenler için çok önemliydi bunlar." Bunun için sen de onlar gibi aptal mı olmak istiyorsun?

37   "Bir zamanlar, ne zaman olursa olsun beni yakaladıkla­rında, kendi kendime şanslı bir adam olduğumu söyleyebili­yordum." Ama kendine iyi bir yazgı sağlayabilmiş olan kişi şanslıdır, iyi bir yazgı ise ruhun iyi eğilimlerinin olması, iyi dürtüler, iyi eylemlerdir.

Notlar

1    Bkz. yuk. V 3.

2     Asklepios: Yunan'lı sağaltım tanrısı. Epidauros'ta ünlü bir kült merkezi vardı. Verdiği (düşlerle iletilen) ilâçlar çok kez tuhaftı, MS 2. yüzyılda yaşamış sofist Aelius Aristides'in durumunda olduğu gibi. Marcus Aurelius bu tür ilâçları ka­bul etmeyi, Yazgı'nın gizemli işlerini kabul etmekle karşılaştırıyor.

3     Epiktetos tarafından şiddetle eleştirilen Yeni Akademi'nin kuşkuculuğuna anış­tırma.

4    Menandros'tan alıntı.

5     Bu bölüm, Stoacıların tek gerçek iyi (erdem) kavramıyla geleneksel sözde 'şey­ler" (Stoacılara göre 'ilgisiz şeyler"), örneğin varsıllık, arasındaki karşıtlık üstün­de duruyor. Ancak, Marcus, alıntılanan eski dizelerden anlam çıkarmak için, bu kavramın yaygın olarak yanlış kullanıldığını aklımızda tutmamız gerektiğini söylüyor, bunların sonuncusu, bölümün sonundaki oldukça kaba şakadır. Mar­cus Aurelius, ortalama bir insanda bile bu sözcüklerin ilk bakışta yol açtığı incin­menin, kendisinin de (Marcus'un da), 'iyi şeyler" i 'erdem' anlamında almasın­dan ileri geldiğini öne sürüyor.

6     Nedensel - özdeksel: Düşünceler'de, etkin, nedensel, biçimsel ilke (can veren ruh, zihin, tanrı) ile edilgin maddî ilke (beden ya da madde) arasında yinelenen (sık sık karşımıza çıkan) çelişkinin bir çeşitlemesi. Stoacılar sonlu dönümlerin son­suzca yinelendiğine inanıyorlardı; bu dönümlerin her biri, evrenin büyük yan­gınlarıyla son buluyordu.

7     İnsan sarayda da yaşayabilir: Saray yaşamının çekici olduğu fikrinden ayrılan bir düşünce.

8     Bu bölüm, Stoacıların, 1) başka insanlarla doğal olarak akraba olduğumuz dü­şüncesi ile 2) 'çekinceli olarak' dilemek (karşılaştırma için yukarıda IV 1 Not 1) ve 3) koşullardan en iyi biçimde yararlanmak, örneğin 'yeğlenebilip olmayan olaylara karşı erdemli davranmak ve onları yazgının gereği olarak kabul etmek düşüncelerini birleştiriyor.

9     "Ruhunun yönetici ve egemen ilkesinin; etin hafif ya da şiddetli tüm devinimlerine ka­yıtsız kalması...": Bu bölümün birinci kısmı, yönetici ilke ile etin devinimlerinin karşıtlığını ortaya koymaktadır. Bu fikre, Düşünceler'in başka yerlerinde de rastlanmaktadır (II. Kitap 2. not 2). İkinci kısım ise daha çok, insanın birleşik (psiko-fizik) bir organizma olarak işlevlerini yerine getirdiği, ancak zihnin gene de, neyin iyi, neyin kötü olduğuna ilişkin doğru yargılara varma yetisi olduğu­nu öne süren Stoacı düşünceyi dile getirmektedir.

10    Epiktetos'tan alıntı.

11    Pythagoras'a atfedilen bir alıntı.

12   Yeryüzünün enginliklerinden: Hesiodos'a gönderme. Ruhumuz: başka yerlerde de rastlandığı gibi, ruh/canladırıcı güç, bedenle özdeşleştirilmiştir.

13    Yokolmayı ya da bu dünyadan göçmeyi: benzer seçenekler için bkz. IV 21.

14   Topaç, "ilgisiz" şeyleri simgeliyor gibi görünse de, Marcus Aurelius'un bu bö­lümde neyi anıştırmak istediği açık değil. Metin şöyle özetlenebilir: 'İlgisiz şey­ler" i (örn. varsıllık, sağlık) yitirenlere yardım etsen bile, onların bu gibi şeyleri yanlış olarak gereğinden çok değerlendirmeleri görüşünü paylaşma. O yaşlı adam gibi yap.

VI.   Kitap

1   Evrenin tözü uysal ve yumuşaktır. Onu yöneten usun içinde kötülük yapmasına yol açacak hiçbir neden yoktur; çün­kü içinde kötülük yoktur; hiçbir kötülük yapmaz, ondan hiçbir şeye zarar gelmez; her şey onun istemine göre varolur, gerçek­leştirilir.

2    Görevini yerine getirirken, soğuktan ürpermen ya da sı­caktan bunalman, gözlerinden uyku akması ya da uykunu al­mış olman, başkalarının seni çekiştirmesi ya da övmesi, ölmek üzere olman, ya da başka herhangi bir şey yapmakta olman se­ni hiç ilgilendirmesin: ölme eylemi de, yaşamımızın eylemle­rinden biridir; onun için de, "andan en iyi biçimde yararlan­mak" yeter.1

3    Şeylerin içsel doğasına bak: hiçbirinin kendine özgü nite­liği ya da değeri gözünden kaçmasın.

4    Varolan her şey hızla dönüşür: bunların tümünün tek bir tözü olduğu doğruysa buhara dönüşür ya da uzaklara dağılırlar.2

5    Evreni yöneten us; yapısını, ne yaptığını, hangi malze­meyle çalıştığını iyi bilir.

6    Düşmanından öç almanın en iyi yolu, onun gibi davran­mamaktır.

7    Tek bir şeyden sevinç duy ve memnun ol: Tanrıyı hiç ak­imdan çıkarmaksızm topluma yararlı bir eylemden ötekine geç­mekten.

8    Yönetici ilke, kendi kendini uyandıran, kendi kendini de­ğiştiren, kendini olmak istediği gibi dönüştüren, her olayın ol­masını istediği gibi görünmesini sağlayan şeydir.

9    Her şey evrensel doğanın istediği sınırlar içinde olup bi­ter, başka hiçbir doğaya göre değil; çünkü ister evreni dışarıdan kuşatsın, ister onun içinde bulunsun, ister onun dışında bağım­sız olarak varolsun, başka hiçbir doğaya göre gerçekleşemezdi.

10   Ya atomların karışıklığı, dolaşıklığı, dağılması ya birlik, düzen ve tanrısal öngörü.3 Birinci durumda, böyle rastgele oluşmuş bir kargaşa, bir düzensizlik içinde niçin daha uzun sü­re kalmak isteyeyim? Günün birinde nasıl "toprak olaca- ğım"dan4 başka bir şey niçin ilgilendirsin beni? Neden tasalan­dırsın bu beni? Ne yaparsam yapayım gün gelecek dağılıp çö­züleceğim ben de. İkinci durumda ise, her şeyi yönetene sarsıl­maz güven duyuyorum.

11   Koşullar seni kaygılandırıyorsa hemen kendi içine çekil; gereğinden çok ölçüyü kaçırma, çünkü uyumu koruduğun sü­rece daha çok egemen olursun ona.

12    Aynı zamanda hem üvey annen, hem de annen olsaydı, hiç kuşkusuz üvey annene de saygı duyardın, ama hep annene koşardın. Saray ve felsefe karşısında şimdiki durumun da buna benziyor: öyleyse sık sık felsefeye dön, onda erinç bulursun, çünkü onun sayesinde sarayla ilgili her şey sana katlanılabilir görünür, sen de saraya katlanılabilir görünürsün.

13   Önümüze nefis yiyecekler konduğunda nasıl onlar hak­kında bir fikir edinebiliyor, bunun balık, şunun kuş ya da do­muz eti olduğunun ayrımına varıyorsak; ya da Falerno'nun5 üzüm suyundan başka bir şey olmadığının, şu erguvan renkli giysinin bir kabuklunun kanına batırılmış koyun yünü olduğu­nun; çiftleşmenin bir organın sürtünmesinden ve biraz sıvının fışkırmasından başka bir şey olmadığının ayrımına varıyorsak; özetle, nasıl şeylerin gerçeğini temelden kavrayan ve onların yüreğine işleyen, böylece onları gerçekte oldukları gibi görme­mizi sağlayan bu fikirleri oluşturuyor sak; aynı biçimde şeylere, yaşam boyu, özellikle de en inanılır göründükleri zaman çıplak olarak bakmalı,6 bayağılıklarının ayrımına varmalı, büründük­leri önemden sıyırmalıyız onları. Çünkü boş gurur korkunç bir yanıltıcıdır, çünkü tam da ciddî şeylere yöneldiğine en çok inandığın zaman, özellikle düş kırıklığına uğrarsın. Krates'in Ksenokrates7 hakkında söylediklerini düşün, örneğin.

14   Sıradan insanların takdir ettikleri şeylerin çoğu, taş ya da ahşap gibi fiziksel kohezyonun; incir, asma, zeytin gibi do­ğanın bir arada tuttuğu şeylerin geniş kategorisine indirgenebi­lir; biraz daha az sıradan insanların değer verdikleri şeyler, sı­ğır ve koyun sürüsü ya da çok sayıda köle gibi, hayvan ruhu­nun bir arada tuttuğu şeylerdir; daha incelmiş insanların değer verdikleri şeyler ise; ussal bir ruh tarafından, ama tam anlamıy­la ussal olmayan, yalnızca teknik bir beceriye sahip ya da belli bir alanda yetenekli olduğu ölçüde ussal bir ruh tarafından yö­netilen şeylerdir. Ruha; katıksız ussallığı, toplumsal özü bakı­mından değer veren kişi artık başka şeylere yönelmez ve her şeyden önce ruhunun durumunu, ussal ve toplumsal etkinlik­lerini korumaya çalışır, bu amaca erişmek için benzer yapıdaki insanlarla işbirliği yapar.8

15   Kimi şeyler doğma, kimileriyse ölme telâşında; doğ­makta olan şeyin bir parçası şimdiden ölüyor, ya da çoktan öl­dü bile; ama bu sonsuz akış ve dönüşüm9 dünyayı sürekli ola­rak yeniler, tıpkı artsız aralıksız akıp giden zaman ırmağının sonsuzluğu yenilemesi gibi. Hiçbir şeyin durmadığı bu ırmakta hızla akıp giden şeylerin hangisine değer verebilir insan? İnşa­nın; daha uçarken görüp gönül verdiği bir serçenin ona sevda­lanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gitmesi gibi. Her birimizin yaşamı, kandan soluk vermek ve havadan soluk almaktan başka bir şey değildir. Tıpkı havayı ciğerlerimize çe­kip sonra onu geri vermemiz gibi, daha dün ya da önceki gün sahip oduğumuz tüm soluma gücünü, onu aldığımız kaynağa geri veriyoruz şimdi.

16   Önemli olan; ne bitkiler gibi terlemek, ne sığırlar gibi so­lumak, ne duyusal izlenimler almak, ne içgüdülerimiz tarafın­dan çekiştirilmek, ne sürü halinde yaşamak, ne de beslenmektir - bu sonuncusu, besin artıklarından kurtulmamızı sağlayan sü­rece benzer. Öyleyse, neyin önemi vardır? İnsanların bizi alkış yağmuruna tutmalarının mı? Kesinlikle hayır; dil şaklaması da değil, kalabalığın övgüsü dil şaklamasından başka bir şey ol­madığına göre. Öyleyse bu azıcık ünü de yadsıdın mı şimdi? O zaman önemli olan ne kalıyor geriye? Kanımca, insanın davra­nış ve tutumlarının kendi özel yapısına uyması (Çünkü, felsefe­nin ve sanatların yöneldiği amaçtır bu: yapılan şeyin, üretildiği amaca uygun olması. Bu, örneğin, bağcının ya da at eğiticisi­nin yahut köpek yetiştiricisinin amaçladığı şeydir).

Peki, ya çocukların öğretimi ve eğitimi, hangi amaca yöne­liktir bunlar? Önemli olan budur işte, bunda başarılı olursan artık hiçbir şey için kaygılanmana gerek kalmaz. Ama birçok başka şeylere değer vermekten vazgeçmezsen, ne özgür, ne ba­ğımsız, ne tutkuların erişemeyeceği bir yerde olursun; kaçınıl­maz olarak, haset, kıskanç, kuşkulu olursun, seni istediğin şey­lerden yoksun bırakabilecek kimselerden kuşku duyar, değer verdiğin şeye sahip olanlara tuzak kurarsın. Sonuç olarak, bu şeylerden birinden yoksun olmak, kaçınılmaz olarak tedirginlik nedeni olmanın da ötesinde, tanrılara karşı bile sürekli yakın­ma nedeni olacaktır. Tersine, kendi anlayışına duyduğun saygı ve ona verdiğin değer seni kendinden memnun bir insan yapa­caktır: toplumsal yaşama uyum sağlamış, tanrılarla kusursuz bir uyum içinde, yani onların senin için belirledikleri yazgıyı ne olursa olsun seve seve kabul etmeye hazır bir insan.

17    Öğelerin devinimleri, yukarıya, ya da aşağıya doğru, yahut daireseldir. Oysa erdemin devinimi bu yönlerin hiçbirine uymaz; erdem en kutsal şeydir, kolay kolay seçilemeyen bir yol boyunca mutlu bir biçimde ilerler.

18    İnsanların davranışı ne tuhaf! Çağdaşlarını övmeye ya­naşmazlar da, tutup onlardan sonra gelecek, hiç görmedikleri, hiçbir zaman da görmeyecekleri kişilerce övülmeye çok önem verirler. Senden önce gelenler sana övgüler düzmediler diye üzülmene benzer bu.

19    Bir şeyi başarmak sana zor geliyorsa, bunun insan yete­neğini aşan bir şey olduğunu düşünme hemen; tersine, bir şey olanaklı ve insanın yapabileceği bir şeyse, senin de onu başara­bileceğini düşün.

20   Beden eğitimi sırasında kazara biri bizi tırmalar, ya da kafa vurursa, ona kızmayız, alınmayız, ya da bize kötülük et­mek isteyen biri gibi kuşkuyla bakmayız ona; tetikte oluruz, kuşkusuz, ama düşmanımızmış gibi, ya da güvensizlikle değil, efendice kaçınırız ondan. Yaşamın başka alanlarında da böyle davranmalıyız: bizim gibi beden eğitimi yapanlardan gelebile- < ek şeyleri göz önünde tutmalıyız; çünkü, dediğim gibi, güven­sizlik ya da nefret duymaksızın önleyebiliriz onları.

21   Eğer birisi, fikirlerimin ve eylemlerimin yanlış olduğunu kanıtlayarak beni ikna ederse, seve seve değiştiririm onları, çün­kü benim aradığım gerçekliktir, gerçeklikten kimse zarar gör­mez, yanılgılarında ve bilgisizliklerinde direnenlerden başka.

22   Ben görevimi yerine getiriyorum; hiçbir şey alıkoyamaz beni bundan; ne cansız nesneler, ne ustan yoksun varlıklar, ne de doğru yolu bilmedikleri için yolunu şaşıranlar.

23    Ustan yoksun yaratıklara ve genellikle maddesel nesne­lere karşı cömert ve hoşgörülü davran, çünkü sen usla donatıl­mışsın, onlarsa ustan yoksunlar; ama ussal varlıklar olan insan­lara karşı seninle aynı topluma ait kişilere davranılması gerek­tiği gibi davran; ve her durumda tanrılardan yardım dile. Bu biçimde yaşamının ne kadar süreceğine aldırma; böyle yaşanır­sa üç saat bile yeter.

24    MakedonyalI İskender ve seyisi ölünce başlarına aynı şey geldi: çünkü ya her ikisi de her şeyin doğduğu evrenin döl- yatağına döndüler ya da parçalanıp atomlara ayrıldılar.10

25    Her bireyin zihinsel ve fiziksel varlığında bir ancık za­man içinde ne çok şeyin olup bittiğini düşün; o zaman, evren dediğimiz uçsuz bucaksız bütünün içinde aynı zaman dilimin­de çok daha büyük sayıda şeyin olmasına şaşmazsın.

26    Biri sana Antoninus adının nasıl yazıldığını sorarsa, he­celeri yüksek sesle tek tek vurgulayarak mı söylersin? Bu yüz­den sana kızarsa, sen de ona kızar mısın? Yoksa dingince harf­leri art arda sıralamaz mısın? Aynı biçimde, her işin bir dizi ar­dışık eylemden oluştuğunu düşün. Önündeki işi bu sırayı izle­yerek, sinirlenmeden, öfkeye öfkeyle karşılık vermeksizin, yön­temine uygun olarak yap.

27    İnsanlarm, kendilerine uygun ve yararlı görünen şeyler için çaba harcamalarına izin vermemek ne acımasızca bir şey! Ama yanıldıkları için öfkeye kapıldığın zaman bir anlamda on­ların bu haklarını ellerinden alıyorsun. Aslında, senin yanlış dediğin şeyin, kendileri için uygun ve yararlı olduğuna inanı­yorlar onlar. "Ama yanılıyorlar!" Güzel. Öyleyse, eğit onları, öfkeye kapılmadan, gerçeği göster onlara.

28   Ölüm; duyuların aldatıcılığından, insanı kukla gibi ora­dan oraya çekiştiren içgüdülerden, saçma sapan düşünceler­den, tenin tutsağı olmaktan kurtarır bizi.

29   Beden daha savaşını sürdürürken ruhun savaşımı bırak­ması utanç verici bir şeydir.

30    Dikkat et, bir Caesar olma, erguvana11 boyama kendini; çünkü böyle şeyler oluyor. Öyleyse yalın, dürüst, namuslu, öl­çülü, içten, haksever, dindar, iyiliksever, sevecen, işine bağlı biri olarak kal. Felsefenin seni eğittiği gibi kalmaya çaba göster. Tanrılara saygı duy, insanlara hizmet et. Yaşam kısadır; yeryü- zündeki varlığımızın biricik meyvesi, tanrısal yasaya uymak ve toplumun ortak yararına yönelik etkinliklerde bulunmaktır.

Her şeyde Antoninus'un12 gerçek bir öğrencisi gibi davran; onun, usun gerektirdiği gibi davranmakta gösterdiği çabayı, tu­tarlılığını, dine bağlılığını, serinkanlılığını, nezaketini, kendini beğenmişlikten armmışlığını, şeylerin özünü kavramaktaki di­rengenliğini örnek al.

Onun, hiçbir savı inceden inceye düşünüp kavramadan red­detmemesini; kendisini haksız olarak kınayan insanlara, buna karşılık, onları kmamaksızm, nasıl hoşgörü gösterdiğini; hiçbir zaman aceleci davranmadığını; iftiralara kulak vermediğini; in­sanların karakterlerini ve eylemlerini; kmamaksızm, çekinmeden, kuşkucu davranmaksızın, safsatacılığa kaçmadan nasıl doğru olarak değerlendirdiğini; evinde, yatağında, giysilerinde, yemek­lerinde, hizmetçilerinde nasıl azla yetindiğini; nasıl çalışkan ve direngen olduğunu; hafif bir perhiz sayesinde, alıştığı saatler dı­şında bedeninin gereksinimlerini karşılama gereğini duymaksızın sabahtan akşama dek işinin başından kalkmadığım; dostlukların­da nasıl sağlam ve güvenilir olduğunu; fikirlerine açıkça karşı çı­kılmasını nasıl hoşgörüyle karşıladığını, birisi kendisininkinden daha iyi bir fikir öne sürdüğünde nasıl memnun olduğunu; badi inançlara kapılmaksızm tanrılara nasıl saygı gösterdiğini anımsa.

Böylece son saatin geldiğinde vicdanının onunki gibi temiz olması için onun örneğini izle.

31    Kendine gel, ayıl, uykudan uyan. Huzurunu kaçıran şeylerin düş olduklarına inan; uyanır uyanmaz önceden olduk­ları gibi gör onları.

32    Bedenden ve ruhtan oluşuyorum ben. Bedeni hiçbir şey ilgilendirmez, çünkü şeyleri birbirinden ayırt bile edemez. Zih­ne gelince, kendi etkinliklerinden başka hiçbir şey ilgilendir­mez onu, ama etkinliklerinin tümü de onun kendi denetimi al­tındadır. Bunlar da onu ancak şimdi bakımından ilgilendirirler; çünkü geçmiş ve gelecek etkinlikleri de şu anda ilgilendirmez onu.13

33    El, bir elin; ayak, bir ayağın işini gördüğü sürece, onla­rın ağrıması doğaya aykırı değildir. İnsan için de, acı, insana özgü bir çabadan kaynaklandığı sürece doğaya aykırı değildir; doğaya aykırı olmadığı için, kötülük de değildir.

34    Soyguncular, ahlâk yoksunları, ana baba katillleri, zor­balar nelerden zevk alıyorlar, düşün bir!

35    Zanaatçıların, kendilerini belli ölçüde uzman olmayan­ların zevkine uyarlamak isteseler de, gene de zanaatlarının il­kelerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve onlardan uzaklaşmaya katlanamadıklarmı görmüyor musun? Mimarların ve hekimle­rin kendi mesleklerinin ilkelerine; insanın, yaşamını yöneten il­keye, tanrılarla paylaştığı usa duyduğundan daha çok saygı duymaları şaşılacak bir şey değil midir?

36    Asya ve Avrupa evrenin köşeleridir yalnızca; her okya­nus bir su damlası; Athos dağı14 bir avuç toprak; bütün bir şim­diki zaman, sonsuzluğun bir ânıdır. Her şey küçük, değişken, bir şimşek çakımında yitip gidiyor.

Her şey oradan geliyor, doğrudan doğruya ortak yönetici ilkeden, ya da onun ikincil sonucu15 olarak. Bunun için, aslanın açık çeneleri, zehir, diken, bataklık gibi zararlı ne varsa, o yüce ve soylu ilkelerin yan ürünleridir. Öyleyse, bunların saygı duy­duğun şeylere yabancı olduklarını sanma, düşüncelerini her şe­yin ortak kaynağına yönelt.

37    Şimdiki zamanda varolan şeyleri görmüş olan kişi, her şeyi görmüştür: başı sonu olmayan zaman içinde olmuş ve ola­cak olan her şeyi. Çünkü her şey cins ve tür olarak her zaman birbirinin aynıdır.

38    Evrendeki her şeyin birbirine zincirlendiğini ve araların­daki karşılıklı ilişkiyi düşün sık sık. Çünkü bunların tümü de, belli bir anlamda, birbiriyle bağıntılı, dayanışma içindedir; de­vinimlerinin gerilimi, maddenin uyumu ve birliği sayesinde birbiri ardı sıra gelirler.

39    İçinde bulunduğun duruma uyum sağla, aralarında ya­şadığın insanları sev, ama gerçekten sev.

40    Her türlü âlet, araç-gereç, yapıldığı işi görüyorsa iyidir; onu yapan kişi ürettiği şeyden bağımsızdır. Oysa, bir doğal il­kenin yönettiği şeylerde, onları biçimlendiren, üreten güç sü­rekli olarak onların içindedir, orada kalır. Bu nedenle daha çok saygı duymalısın ona ve onun istemine göre davranırsan, her şeyin senin isteğine uygun olarak gelişeceğine inanmalısın. Bu­nun gibi, evrende her şey bütünün zihnine göre gelişir.

41    Senin isteminden bağımsız bir şeyi iyi ya da kötü bulur­san, o kötülükten kaçmaz, ya da o iyiliği kaçırırsan, kaçınılmaz olarak tanrıları suçlar, bunların birinde ya da ötekinde başarı­sızlığa uğramandan sorumlu olan ya da gelecekteki başarısızlı­ğının nedeni olacaklarından kuşku duyduğun insanlardan nef­ret edersin; bu tür şeylere belli bir değer verirsek, hiç kuşkusuz haksızlık ederiz. Öte yandan, eğer yalnızca bizim denetimimize bağlı olan şeylerin iyi ya da kötü olduklarını düşünürsek, ne tanrıları suçlamamız, ne de başka insanlara karşı düşmanca bir tavır almamız için neden kalır.

42    Hepimiz tek bir amaç için birlikte çalışıyoruz, kimimiz bilerek, anlayarak, kimimiz bilinçsizce, sanırım Herakle- itos'un, "uykuda bile olsalar, evrende olup biten her şey için çalışırlar, katkıda bulunurlar" dediği kişiler gibi. Herkes, ev­rende olup bitenlere kendince katkıda bulunur, hatta olup bi­tenden durmadan yakman, onu önlemeye ya da ortadan kal­dırmaya çalışanlar bile; çünkü evrenin böyle insanlara da ge­reksinimi vardır. Öyleyse hangi yanda olacağına karar ver, çünkü evreni yöneten; senden nasıl yararlanacağını, seni hangi gruba koyacağını çok iyi bilir. Ama dikkat et, Khrysippos'un16, o oyundaki aptalca ve gülünç dizesindeki gibi bir duruma düşme sakın.

43    Güneş tanrısı yağmur tanrısının işini mi üstleniyor yok­sa? Ya da Asklepios17 bereket tanrıçasının18 işini mi görüyor? Peki, her yıldız için ne söylemeli? Bunların hepsi birbirinden farklı olsalar da, aynı amaç için birlikte çalışmıyorlar mı?

44    Eğer yazgımı tanrılar belirlemişlerse19, iyi karar vermiş­lerdir; çünkü düşüncesiz bir tanrı tasarlamak güçtür. Hem son­ra neden kötülük etsinler bana? Bana zarar vermek, evrenin ön­celikle gözettiği ortak yarara nasıl hizmet edebilirdi? Kaldı ki, bir birey olarak benim hakkımda bir karar almamışlarsa da, kuşkusuz ortak yarar için karar almışlardır; bunun sonuçlarını kabul etmek, onlara saygı duymak zorundayım.

Ama eğer tanrılar hiçbir şeyi öngörmüyorlarsa (ki böyle bir şeye inanmak saygısızlık olur, çünkü o zaman kurban kesme­mize, onlara yakarmamıza, onların adına ant içmemize, onların varoldukları, aramızda bulundukları inancıyla yerine getirdiği­miz bütün bu törenleri yapmamıza gerek kalmaz), bizi ilgilen­diren hiçbir şeyi öngörmüyorlarsa, gene de kendi hakkımda karar verme ve kendi yararımın nerede olduğunu araştırma olanağım vardır. Ama her bireyin yararı, onun yapısına ve do­ğasına uygun olandır, benim doğamsa ussal ve toplumsal bir varlığın doğasıdır. Antoninus olarak, benim kentim, benim yur­dum Roma; insan olarak ise, dünya. Benim için biricik iyi, bu ikisine yararlı olandır yalnızca20.

45    Her bireyin başına gelen her şey bütüne yararlıdır. As­lında bu yeterli olmalı. Öte yandan, dikkatle bakarsan, şunu da görürsün: bir insan için yararlı olan, genellikle öteki insanlar için de yararlıdır. Burada, "yararlı" sözcüğü genel anlamda, ne öyle ne de böyle olan şeyleri de kapsayacak biçimde anlaşılma­lıdır.

46    Tıpkı tiyatroda ve benzeri yerlerde, hep aynı sahnelerin yinelendiğini göre göre sıkılman, tekdüzeliğin oyunu sıkıcı kıl­ması gibi, yaşamın bütünü için de aynı şey sözkonusudur. Çünkü her şey, tepeden tırnağa her zaman aynıdır, her zaman aynı nedenlerden doğar. Ne zamana dek sürecek bu böyle?

47    Her çeşit, her soydan, her meslekten ölüp giden onca in­sanı düşün her zaman. Philistion'a, Phoebus'a, Origanion'a21 dek gel. Sonra başka sınıftan insanlara geç. Bizden önce birçok güçlü hatiplerin, Herakleitos, Pythagoras22, Sokrates gibi bir­çok önemli filozofun; onlardan önce birçok yiğidin, onlardan sonra birçok komutanın, birçok kralın bizden önce gittikleri öte dünyaya göçeceğiz biz de. Bundan başka Eudoksos, Hippark- hos, Arkhimedes23, Menippos24 ve onun gibi bu geçici, ölümlü yaşamı alaya almayı bilmiş başka birçok parlak zekâ, soylu ruh, çalışkan, girişken, yetenekli, yılmaz insan gibi.

Bütün bu insanların çoktan öldüklerini düşün. Bu insanlar ya da adları bile belleğimizden silinen bütün o insanlar için bunda korkunç olan ne var? Bu dünyada gerçekten değerli olan bir tek şey vardır: her zaman gerçeğe ve adalete uygun olarak yaşamak, yalancılara ve adil olmayanlara karşı bile anlayışlı olmak.

48    Neşelenmek istediğinde, çevrende yaşayanların iyi nite­liklerini düşün: örneğin, birinin enerjisi, ötekinin sakınganlığı, bir üçüncüsünün cömertliği, bir başkasının bir başka niteliği. Hiçbir şey çevremizdeki insanların karakterlerine yansıyan er­demlerinin imgeleri kadar memnunluk verici değildir, özellikle hepsi de bir aradaysa. Öyleyse, bu örnekleri hep akimda tut.

49    Üç yüz libre25 değil de, şu kadar libre ağırlıkta isen üzülmezsin değil mi? Yaşamak için sana şu kadar yıl verildi de, daha çok yıl verilmedi diye niçin üzülüyorsun, öyleyse? Çünkü sana verilen madde miktarıyla nasıl yetiniyorsan, sana verilen zamanla da yetinmelisin.

50    Onları ikna etmeye çalış ama, onlar istemese de doğru­luğun gerektirdiğini yap. Ama biri seni zorla engellemeye kal­karsa, boyun eğmeye ve dinginliğe başvur, incinme, böylece karşına çıkarılan engelden, başka bir erdemi ortaya koymak için yararlan. Us yürütme ve doğruyu yanlıştan ayırt etme ye­teneğinin koşullara bağlı olduğunu ve olanaksız olanı yapmayı amaçlamadığını anımsa. Neyi amaçlıyordun öyleyse? "Tam da böyle bir doğrultuda davranmayı." Bunu sağladın; tasarladığı­mız amaca ulaştık.

51    Ün peşinde koşan kendi yararının başkalarının etkinli­ğinde olduğunu düşünür; zevk düşkünü, kendi duygularında; sağduyusu olansa, kendi eylemlerinde olduğunu.

52    Verili bir olgu üstüne hiçbir kanıya varmamak, böylece zihnini sıkıntıya sokmamak insanın elindedir; çünkü şeylerin kendileri doğaları gereği, yargılarımızı oluşturamazlar.

53    Başkalarının söylediklerini dikkatle dinlemeye alıştır kendini ve olabildiğince konuşanın zihnine girmeye çalış.

54    Peteğe yararlı olmayan, arıya da yararlı olmaz.

55   Gemiciler kaptan hakkında, hastalar hekimleri hakkında kötü söz söylerlerse, kaptan tayfaların güvenliğini nasıl sağlar, hekim hastaları nasıl iyileştirebilir?

56    Dünyaya benimle birlikte gelen insanların kaçı çoktan göçüp gitti?

57    Sanlığa yakalanmış olanlara bal acı gelir, kuduz olanlar sudan korkar, çocuklar için top güzeldir. Niçin öfkeleneyim, öyleyse? Yanlış düşüncelerin insanlar üstünde; ödün, sarılığa yakalanmış, ya da zehrin kuduz köpek tarafından ısırılmış kişi­ler üstündeki etkisinden daha az mı etkisi olduğunu sanıyor­sun yoksa?

58    Hiç kimse, senin kendi doğanın ilkelerine göre yaşama­nı engelleyemez; evrensel doğanın yasasına ters düşen hiçbir şey başına gelmez.

59    Bunlar, bu memnun etmek istedikleri, ne biçim insanlar? Hangi amaçla, hangi eylemlerle! Zaman her şeyi nasıl da hızla örtecek, onca şeyi çoktan örttüğü gibi!

Notlar

1      Andan en iyi biçimde yararlanmak: Atasözü; burada alaysamalı biçimde kullanıl­mış.

2      İki seçenek vardır: ya kozmos'un, dönemsel yangınlara uğrasa da (buhara, ateşli havaya dönüşse de), birleşmiş bir bütün olduğu (Stoacı); ya da (Epikuros- çu) evrenin en sonunda onu oluşturan atomlara ayrılacağı. Bkz IV 14 Not 8; V Not 5.

3     Bkz yukarıda IV 27.

4     İlyada'dan alıntı.

5     Tanınmış bir şarap.

6      Çıplak olarak bakmalı: Bu kaba (acımasız) gerçekçilik (karş. II.2, VIII.24, 37, IX.36); şeyleri temel öğelerine indirgeme ve 'kozmik' görüngeyi (perspektifi) uygulama yönteminin sonucudur. Kunt biçem, kinik biçemi çağrıştırıyor.

7      Alıntının kime ait olduğu açık değil. Krates olasılıkla Teb'li kinik filozof (MÖ yakl. 365-285); Ksenokrates, Platon'un öğrencisi, MÖ 339-314 yılları arasında Akademi'nin başkanıydı.

8      Erdemin (biricik gerçek iyi) değeri ile 'ilgisiz' şeylerin değeri arasındaki çelişki değer verilen şeylerin aşamalarında belirtilmiştir. İlk üç aşamada artan karma­şıklık ve değeri olan 'ilgisiz' şeyler yer alıyor; son aşamada, mutlak değeri taşı­yan tek şeyleri, erdemi ve ussallığı buluyoruz.

9     Akış ve dönüşüm: Herakleitos'un görüşünü çağrıştırıyor.

10    Bkz. VI Not 2.

11   Kırmızı-mor arası bir renk. Eski Roma'da soyluların togaları erguvan renginde olduğundan, soyluluk belirtisi sayılır. Daha sonraları, Hıristiyanlıkta, kardinal­lerin pelerinleri de bu renkteydi. Erguvan, bir tür denizkabuğundan çıkarılan boyadan elde edilirdi. Burada, Marcus Aurelius'un sözleri, soyluluğa özenme anlamına gelse gerek (Ç.N.)

12    Marcus'u (ve Verus'u) evlât edinen imparator Antoninus Pius. Bkz. 116.

13   Epiktetos'u; 'denetimimiz altında' bulunan erdemle, denetimimiz dışında ka­lan 'ilgisiz şeyler' (örn. varsıllık) arasındaki temel çelişkiyi bir kez daha anımsa­tıyor. Bu çelişki, burada, bedenle ruh ya da zihin arasındaki Platonik çelişkiyle hemen hemen aynı olan bir çelişki ve Marcus'un belirgin özelliği olan şimdiyi yaşama vurgusuyla birleştirilmiş. Bkz. III10, XII3.

14    Athos dağı: Kuzey Yunanistan'da büyük bir dağ.

15    İkincil sonuç... : bkz III. Not 3.

16   Khrysippos: Soli'li Khrysippos (MÖ yakl. 280-207), en eski Stoacılığın başlıca temsilcilerinden biri. Alıntı, Plutarkhos'un Mora/ıa'smdandır: Komedilerdeki gülünç dizelerin, evrendeki kötülük gibi (tanrısal bir bakış açısından bakıldı­ğında) iyicil bir işlevi olabilir.

17    Asklepios, VNot2.

18    Demeter: toprak ve bereket tanrıçası, Roma'da Ceres'le özdeşleştirilmiştir.

19   Tanrıların, bir bütün olarak kozmosun iyiliğiyle ilgilendikleri gibi, bireylerin iyiliğiyle de ilgilenip ilgilenmedikleri konusunda bkz. Cicero, Tanrıların Doğası Hakkında; ilgilenmiyorlarsa, özveri ve duanın yararsızlığı hak. bkz. Cicero, age. .'<1 Marcus Aurelius burada, bireylerin başına gelen her şeyin bütüne yararlı oldu­ğu yolundaki Stoacı ilkeden ayrılarak, bir bireye yararlı olanın aynı zamanda başkalarına da yararlı olduğu, burada yarar sözüğünün, sağlık, servet gibi yeğ­lenebilir 'ilgisiz şeylefin insanlara verilmesi anlamına geldiği görüşüne geç­miştir. (Bkz. VI Not 13) ile ilgili. Fikir, anlaşıldığına göre, benim sağlığımın ve varsıllığımın arkadaşlarımın ve ailemin sağlığına ve varlığına yararlı olduğu­dur. Daha normlara uygun Stoacı düşünce, akıllı insanların (bütün insanların değil), tüm öteki akıllı insanların iyiliklerinden (erdemlerinden) yararlandıkları düşüncesidir.

' I Bilinmeyen kişiler: birincisi, bazılarınca Augustus'un çağdaşı olan mimograf Philiston'la özdeşleştirilir.

.'2 Samoa'h filozof ve matematikçi, MÖ 531'de Büyük Yunanistan'a göçmüş, orada Croton'da, adıyla bilinen bir okul kurmuştur.

’ 1 Ünlü bilginler: Knidos'lu Eudoksos (MÖ yakl 390-340) matematikçi, astronom ve coğrafyacı; Hipparkhos: 2. yüzyılda yaşamış matematikçi, astronom ve coğ­rafyacı; Siracusa'lı Arkhimedes (MÖ yakl. 287-212), ünlü matematikçi ve astro­nom.

24   Gadara'lı Menippos, MÖ 3. yüzyılda yaşamış önemli kinik yazar, Menippos yergisi denen bir yergi biçemi başlatmıştır.

25    Yarım kilogramlık eski bir ağırlık ölçü birimi (Ç.N.).

VII.    Kitap

1    Kötülük nedir? Birçok kez gördüğün şeydir. Şunu aklın­dan çıkarma: olup biten her şey, birçok kez gördüğün bir şey­dir. Nereye baksan hep aynı şeyleri göreceksin; antik tarih, da­ha sonraki çağların tarihi, yakın zamanın tarihi onlarla dolu­dur; şimdi de kentlerimizi, evlerimizi onlar dolduruyor. Yeni olan hiçbir şey yok: her şey kendini yineliyor ve hemen geçip gidiyor.

2    İlkeler ölmezler. Onlara denk düşen düşünceler yokol- madıkça, nasıl ölebilirler? Ama onları sürekli olarak canlı tut­mak sana bağlıdır. "Herhangi bir konuda oluşturmam gereken düşünceyi oluşturabilirim; bunu yapabiliyorsam, niçin kaygıla­nayım? Zihnimin dışında kalan şeyler, kendi başlarına hiçbir şey değildirler." Bunu anladığında her şey yoluna girecektir. Yaşamına yeniden başlamak senin elindedir: bunun için yaşa­dıklarını yeniden gözden geçir, çünkü yeniden yaşamak buna bağlıdır.

3    Gösterişli geçit törenleri, sahnede oynanan oyunlar, sı­ğır ve koyun sürüleri, çatışan kılıçlar, köpeğe atılan bir kemik, bir balık havuzuna atılmış ekmek kırıntıları, karıncaların uğ­raşıp didinmeleri, ürkmüş farelerin çılgınca koşuşturmaları, iplerinden çekilip oynatılan kuklalar.1 Bütün bunları hoşgö­rüyle, küçümsemeden karşıla; aynı zamanda, bir insanın de­ğerinin, ilgi duyduğu şeylerin değeriyle ölçüldüğünü aklın­dan çıkarma.

4    Söylediğin her sözcüğü tart; attığın her adıma dikkat et. Verdiğin her kararın ne gibi sonuçları olacağını düşün. Bu ikin- < ı durumda, amacın ne olduğunu daha başından gör; birinci durumda ise sözcüklerin ne anlama geldiğine dikkat et.

5   Zekâm bu işi yapmaya yeterli mi, değil mi? Yeterliyse, evrensel doğanın bana sağladığı bir âlet gibi yaptığım işe uygu- l.ırım onu. Değilse, ya o işi onu daha iyi yapabilecek olan biri­ne bırakırım (bu durumda, sorumluluk gene de bende kalır) ya da, eğer bu olanaklı değilse, benim gözetimim ve desteğimle, yönetici ilkemin yol göstericiliğinde, o işi topluma uygun ve yararlı olacak biçimde sonuçlandırabilecek birinin yardımına başvurarak, o işi elimden geldiğince en iyi biçimde yapmaya çalışırım. Çünkü ne yaparsam yapayım, ister kendi başıma, is­ler bir başkasının yardımıyla, tek bir amaca, ortak yarara ve toplumla uyuma yönelmeliyim.

6    Bir zamanlar ünlü olan ne çok insan çoktan unutuluşa yenik düştü. Onlara övgüler düzen daha nicesi çoktan göçüp gittiler.

7    Birinin sana yardım etmiş olmasından ötürü utanma; çünkü, böylece, sana düşen görevi, bir kuşatmada surlara saldı­ran bir asker gibi yerine getirmiş olursun. Sakat olsaydın ve kendi çabanla duvara tırmanamasaydm, ama bunu bir başkası­nın yardımıyla gerçekleştirebilseydin, ne yapardın?

8    Gelecek için kaygılanma; çünkü varman gerektiğinde, va­racaksın oraya, şimdi yararlandığın usu da birlikte götürerek.

9    Her şey birbirine bağlıdır, onları birbirine bağlayan bağ kutsaldır: hemen hemen hiçbir şey insana yabancı değildir. Çünkü her şey birbirleriyle ilişkili olarak düzenlenmiş olup bir­likte evrenin düzenini oluştururlar. Varolan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya vardır, onları kuşatan tanrı tektir, öz tektir, yasa tektir, tüm düşünen varlıklarda ortak olan us tektir; gerçek de tektir, eğer aynı türden olan ve aynı usu paylaşan tüm var­lıkların yetkinliği doğruysa.

10    Maddî olan her şey bir anda evrensel töze karışır; her şey bir anda yeniden evrensel usça emilir; her şeyin anısı bir anda sonsuzluğa gömülür.

11    Ussal bir varlık için, doğaya uygun olarak davranmakla usa uygun olarak davranmak aynı şeydir.

12    Dik dur, ya da başkaları ayakta tutsun seni.2

13   Tek tek organizmaların organları gibi, ussal varlıklar da, ayrı ayrı bedenlerde olmalarına karşın, bir çeşit dayanışma içinde davranmak için oluşturulmuşlardır. Sık sık kendi kendi­ne, "ben, ussal varlıkların oluşturdukları bütünün bir organı­yım" diye yinelersen bu gerçeği daha iyi anlarsın. Ama eğer bütünün yalnızca bir parçası olduğunu söylersen, bu; henüz in­sanları bütün yüreğinle sevmeyi öğrenmediğin, iyiliği iyilik et­mek için yapmaktan sevinç duymadığın, başkalarına iyilik ederken, bunu kendine iyilik ettiğin inancıyla değil, basit bir görev olarak yaptığın anlamına gelir.

14   Varsın, dışarıdan, bedenimin organlarına zarar verebile­cek her türlü kötülük başıma gelsin; organlarım isterlerse ya­kınsınlar. Bana gelince, başıma gelenin bir kötülük olmadığını düşünürsem, ondan hiçbir zarar görmem; bunu düşünmemek bana bağlıdır.

15   Başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söyle­sinler, ben kendi adıma iyi bir insan olmalıyım. Tıpkı zümrüt -ya da altın yahut erguvan- kendi kendine durmadan şöyle di­yormuş gibi: "Başkaları ne yaparlarsa yapsmlar, ne söylerlerse söylesinler, kendi adıma ben zümrüt olarak kalacağım, rengimi koruyacağım.3

16   Yönetici ilke hiçbir zaman kendi kendisine sorun yarat­maz; kendi içinde ne korku yaratır, ne frenlenmemiş istek. Ama bir başkası onu korkutabilir, incitebilirse varsın yapsın, çünkü yönetici ilke tek başına kendini bu tür kaygılara kaptır­maz. Beden, acı duymamayı başarabiliyorsa, başarsın; ruhsa korktuğunda ya da acı çektiğinde bunu duyuyorsa söylesin; ama bu konular hakkında yargı veren zihin hiçbir şey duyma­yacaktır, çünkü bu tür yargılarda bulunmaya zorlanamaz. Yö­netici ilke kendisi için hiçbir şeye gereksinim duymaz, gereksi­nimi kendisi yaratır; bunun gibi, kendisi için üzüntü ya da en­geller yaratmak istemedikçe, hiçbir şey onu tedirgin edemez, engelleyemez.

17   Mutluluk iyi bir koruyucu ruh, ya da yönetici ilkedir. Öyleyse burada ne arıyorsun, imgelem? Tanrılar aşkına, geldiğin gibi git buradan, çünkü sana gereksinimim yok.4 Her zamanki alışkanlığına uyarak geldin. Sana kızmıyorum; yeter ki, git.

18   Değişiklikten korkmak mı? Ama değişiklik olmazsa ne olabilir ki? Evrensel doğaya bundan daha yakın, daha değerli bir şey olabilir mi? Odun değişime uğramazsa, sıcak banyo ya- I >.ıbi lir misin? Besinler değişime uğramazsa beslenebilir misin? I »eğişi m olmaksızın hangi yararlı şey meydana gelebilir? Öyley­se', senin kendi değişiminin de aynı nitelikte olduğunu, evrensel doğaya aynı biçimde gerekli olduğunu görmüyor musun?

19   Bütün varlıklar, bir selin içinden geçermişçesine evren­sel tözün içinden geçerler; doğaları evrenin doğasıyla aynıdır, onunla işbirliği yaparlar, tıpkı organlarımızın birbiriyle işbirliği yapmaları gibi. Kaç Khrysippos'u, kaç Sokrates'i, kaç Epikte- los'u yuttu zaman şimdiye dek! Kim olursa olsun herkes için, her şey için düşün bunu.

20   Beni yalnızca bir şey kaygılandırıyor; insan doğasının istemediği şeyi yapmak, ya da onun istediğinden başka biçim­de yapmak, ya da tam şu anda istemediği şeyi yapmak.

21   Yakında her şeyi unutacaksın; yakında herkes seni unu­tacak.

22   Yanılgıya düşen kişileri de sevmek, insana özgü bir şey­dir. Bu insanların senin akrabaların5 olduklarını, bilgisizlikten6 ya da ellerinde olmaksızın yanlış yaptıklarını; çok geçmeden senin de, onların da öleceğinizi, her şeyden önce de, sana hiçbir zarar vermediklerini, çünkü yönetici ilkenin, eskisinden daha kötü olmasına yol açmadıklarını düşününce onları sevmeyi ba­şaracaksın.

23    Evrensel doğa, tözü balmumu gibi kullanır; önce bir at yapar, sonra onu eriterek bir ağaç, sonra bir insan, sonra başka bir şey yapmak için malzeme olarak kullanır; bunların her biri çok kısa bir süre sürdürür varlığını. Ama bir sandığın sökülme­si kötü bir şey değildir; parçalarının bir araya getirilerek oluş­turulmasının kötü bir şey olmaması gibi.

24    Yüze yansıyan öfke, tam anlamıyla doğaya aykırıdır; sık sık olursa yüzün güzelliği gittikçe azalır, sonunda tümüyle yo- kolup gider, hiçbir zaman da yeniden canlandırılamaz. Bu ne­denle, bundan, öfkenin usa aykırı olduğu sonucunu çıkarmaya çalış. Çünkü insan kendi hatasının bilincini de yitirirse, yaşa­manın ne anlamı kalır?

25    Şu anda gördüğün her şey çok geçmeden her şeyi yöne­ten doğa tarafından dönüştürülecek; onların özü yeni şeylere dönüşecek, onların özü de başka şeylere; dünya hep genç kal­sın diye.

26    Birisi sana bir haksızlık ederse, hangi iyi ve kötü kavra­mının ona bunu yaptırdığını düşün hemen. Böyle düşünürsen, ona acırsın, artık ne şaşkınlık duyarsın, ne öfke.7 Çünkü ya onunla aynı iyi kavramına sahipsindir, ya da benzer bir iyi kav­ramına; o zaman onu bağışlamak zorunda kalırsın, çünkü ben­zer koşullarda sen de onunla aynı biçimde davranırsın. Ama onunla artık aynı iyi ve kötü kavramına sahip değilsen, şeyle­rin çarpıtılmış görülerine sahip olan kişiye hoşgörü göstermen daha kolay olacaktır.

27    Olmayan şeyleri, varmışlar gibi düşünme, varolan şey­ler arasından en hoşuna gidenleri seç, eğer olmasalardı, onları nasıl isteyeceğini düşün. Ama sahip olmaktan mutluluk duy­duğun şeyleri aşırı değerlendirmemeye alıştır kendini; yoksa bir gün onları yitirirsen sarsılırsın.

28    Kendi içine çekil. Yönetici ilkenin öyle bir doğası vardır ki, kendi kendine yeter; doğru olanı yaptığı zaman dinginlik bulur.

29    imgelemi ortadan kaldır. İçgüdülerinin seni bir kukla8 gibi çekip çevirmesine izin verme. Dikkatini şimdiki zamana çevir. Senin ya da başkalarının başına gelenlerin bilincine var­mayı bil. Her nesneyi nedensel ve özdeksel9 yönlerine ayır ve incele. Son saatini düşün. Bırak başkasının yaptığı yanlış ortaya çıktığı yerde kalsın.

30    Düşüncelerini sözcüklerle karşılaştır. Olayları ve onları meydana getiren kişileri anla.

31    Basitliğinden, kendine duyduğun saygıdan, erdemle er­demsizlik arası şeylere ilgisiz kalmaktan ötürü memnun ol. İn­san soyunu sev. Tanrıyı izle. "Her şeyi yasa yönetir, ama ger­çekte varolan yalnızca atomlardır," diyor bilge.10 Ama "her şe­yin yasa tarafından yönetildiğini" anımsamak yeter; aslında çok az şeyin.

32    Ölüm üstüne: eğer atomlardan oluşmuşsak ölüm ayrış­madır; ama eğer canlı bir bütün oluşturuyorsak, tükeniş ve baş­ka bir yere göçmektir.11

33   Acı üstüne: eğer dayanılmazsa, ölüme götürür; uzun sü­rerse katlanılabilir. Zihin kendini soyutlayarak dinginliğini ko­rur; böylece yönetici ilke zarara uğramaz. Acının zarar verdiği parçalara gelince, bunu açığa vursunlar, ellerinden gelirse.

34    Ün üstüne: [Ün peşinde koçanların] zihinlerine, hangi fi­kirlere sahip olduklarına, neden kaçındıklarına, neyi izledikle­rine bak. Kumulların üst üste yığılarak, öncekileri gizlemeleri gibi, yaşamda da geçmişteki olayların, ardından gelenlerce hız­la gizlenip yokolduklarmı düşün, sonra.

35    "Düşünceleriyle tüm zamanı ve tüm tözü kucaklayan üstün bir zihnin insan yaşamına büyük bir önem verdiğini sa­nıyor musun?" "Kesinlikle olanaksız" diye yanıtladı. "Ölüm düşüncesi böyle bir insanı korkutabilir mi?" "Kesinlikle ha­yır."12

36    "İyi şeyler yapmak, ama karşılığında kötü bir ün kazan­mak bir hükümdarın yazgısıdır."13

37    Yüz, zihnin buyruğuyla, uygun bir anlatım, hoşa giden bir görünüş edinirken, zihnin kendi buyruğuyla böyle bir anla­tım ve görünüm edinememesi ne saçma.

38    "Nesnelere öfkelenme,

Çünkü bu onların umurunda bile değil."14

39    "Ölümsüz tanrılara ve bize sevinç getir."15

40    "Olgun başaklar gibi biçilir yaşamımız,

Biri varolurken, biri yokolur gider."16

41    Tanrılar beni de, iki çocuğumu da unutmuşlarsa

Bir hikmeti vardır bunun."17

42    "İyilik ve adalet benden yana."18

43    "Ağlayıp sızlanmalarına, çırpınmalarına katılma onla­rın."19

44    "Böyle birine şöyle yanıt verebilirdim ancak: 'Bir insa­nın, çapı ne olursa olsun; yalnızca, her eyleminde, eyleminin haklı mı, haksız mı, iyi bir insanın mı yoksa kötü bir insanın eylemi mi olduğunu düşünecek yerde, yaşama ya da ölme ola­sılıklarını tartması gerektiğini düşünüyorsan, yanılıyorsun, dostum'."20

45    "İşin doğrusu şu, Atmalılar: bir insan, en iyisi olduğuna inanarak kendisinin seçtiği, ya da bir komutan tarafından geti­rildiği görevinde kalıp tehlikeleri göğüslemek, ne ölümü ne de onursuzluktan başka bir şeyi umursamalı."21

46   "Soylulukla iyiliğin birinin yaşamım ya da kendi yaşa­mını kurtarmaktan farklı bir şey olup olmadığını; insan adına lâyık bir insanın ne kadar yaşayacağı sorununu bir yana bırak­manın; yaşama sımsıkı tutunmamanın ve bu konuları tanrıya bırakmanın; kadınların söyledikleri gibi, 'hiç kimsenin yazgı­sından kaçamayacağına' inanmanın; yaşamak için kendisine bağışlanan zamanı olabilecek en iyi biçimde yaşamaya çalışma­nın yerinde olup olmayacağını iyi düşün, dostum."22

47    Yıldızların devinimini, sen de onlarla birlikte dönüyor- muşsun gibi izle; öğelerin nasıl birbirlerine dönüştüklerini dü­şün her zaman; çünkü bu gibi şeyleri düşünmek bizi şu ölümlü dünya yaşamının çirkefinden arıtır.

48    İnsan üstüne us yürütürken, dünyasal şeylere, yukarı­dan bakıyormuş gibi bak: kalabalıklara, ordulara, tarımsal et­kinliklere, evlenmelere, boşanmalara, doğumlara, ölümlere, mahkemelerin uğultusuna, ıssız bölgelere, her çeşit barbar hal­ka, bayramlara, yaslara, kamu yaşamına, her şeyin iç içe geç­mişliğine, karşıtlardan doğan uyuma.

49   Geçmişe ve yönetim biçimlerindeki değişikliklere gözat; geleceği de öngörebilirsin, çünkü doğası hep aynı olacaktır, olayların şimdiki ritminden ayrılması olası değildir. Bu neden­le, insan yaşamını kırk yıl da inceleşen, on bin yıl da, farket- mez. Daha fazla ne görebilirsin?

50    "Topraktan gelen toprağa döner,

Göksel bir tohumdan filizlenense

Göklere."23

Ya da: atomları birbirine bağlayan güçler çözülünce duy­gudan yoksun öğeler de buna benzer bir biçimde dağılırlar.

51    "Yiyecek içeceklerle, büyülerle

Ölümden çevirmek yazgının yönünü."24

"Tanrıdan gelen fırtınaya

katlanmalıyız, hiç yakınmadan."25

52   "Rakibini altetmekte daha iyi," ama ortak yarara ken­dini daha çok adamış değil, olaylar karşısında ne daha serin­kanlı, ne de komşularının yanlışlarına karşı daha bağışlayı-

53   Bir görev, tanrılarla insanların sahip oldukları ortak usun ilkelerine uygun olarak yerine getirildiğinde, korkacak bir ■■ey yoktur; çünkü doğru yolu izleyen ve doğamıza uygun olan bir eylemden yarar gördüğümüzde, hiçbir zarardan kuşkulan­mamıza gerek yoktur.

54   Her yerde, her zaman, o ânm koşullarını seve seve ka­bul etmek, insanlara hakça davranmak, yeterince kavramadığın hiçbir şeyin zihnine sızmaması için her düşüncene dikkat et­mek gücünün sınırları içindedir.

55    Başkalarının yönetici ilkelerine dönüp bakma, doğruca doğanın seni yönelttiği amaca bak: başına gelenlerin onun ara­cılığıyla başına geldiği evrensel doğanın ve onun aracılığıyla yapman gerekeni yaptığın kendi doğanın. Herkes kendi yapısı­nın gerektirdiğini yapmalıdır; bütün öteki varlıklar ussal var­lıkların yararı için oluşturuldukları halde (tıpkı bütün öteki du­rumlarda, aşağı varlıkların, üstün varlıkların yararına oluştu­rulmaları gibi), ussal varlıklar birbirleri için varedilmişlerdir. Böylece, insan doğasının birincil ilkesi, toplumsal yarardır; İkincisi ise, bedenin tutkularına direnmektir; çünkü ussal ve zi­hinsel etkinliğin başlıca özelliği, kendine sınırlar koymak ve hiçbir zaman duyuların ya da içgüdülerin etkisine yenik düş­memektir. Bunların ikisi de hayvansal doğamıza aittir, us ise, uşak olmayı değil, egemen olmayı amaçlar. Haklı olarak, çün­kü doğası gereği, bunlardan yararlanacak biçimde yönlendiril­miştir. Her ussal varlığın üçüncü ilkesi, acele yargı vermekten, kolay kandırılmaktan kaçınmaktır. Öyleyse, yönetici ilken, bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak, doğru yolda ilerleyecek, böyle­ce ona ait olan şeylerin tümüne sahip olacaktır.

56    Sanki ölmüşsün, sanki yaşamın yalnızca bu âna dek sür­müş gibi, sana kalan zamanı fazladan bağışlanmış gibi doğaya uygun olarak yaşamalısın.

57    Yalnızca başına gelen ve yaşamının dokusunu oluşturan şeyi sev. Senin için bundan daha uygun bir şey olabilir mi?

58    Başına ne gelirse gelsin, başlarına aynı şey gelince üzü­len, şaşkına dönen, sızlanan insanları getir gözünün önüne. Şimdi nerede bu insanlar? Hiçbir yerde. Öyleyse? Sen de onlar gibi mi yapmak istersin? Doğalarına öylesine yabancı olan bu duyguları, onları kışkırtan ve onlara boyun eğdiren bu duygu­ları niçin onlara bırakarak, kendi adına, tümüyle, başına gelen­lerden en iyi biçimde nasıl yararlanacağın üstünde odaklanmı­yorsun? Çünkü böylece ondan yararlanabilir, malzeme olarak kullanırsın onu. Yeter ki dikkat et, yaptığın her şeyde kendine iyi bir görünüş sunmaya karar ver; şu iki noktayı akimdan çı­karma: nasıl davrandığın ahlâksal bakımdan önem taşır; kul­landığın malzeme ise kendi başına ne iyi, ne de kötüdür.

59    İçini kaz; çünkü iyilik kaynağı içindedir, sen kazmayı sürdürdükçe fışkırır.

60    İnsanın bedeni, devinirken de, dinlenirken de sağlam durmalı, gevşemesine izin verilmemeli; çünkü zihnin, bir kim­senin zekâsını ve karakterini yüze yansıtması gibi, bir bütün olarak bedenden de aynı şey beklenmelidir. Ama bu görünüm­ler, yapmacıksız olmalıdır.27

61    Yaşama sanatı, bir dansçıdan çok, bir güreşçinin sanatı gibidir; art arda gelen darbeleri, Önceden sezinlenemeyenleri bile, ayaklarının üstünde sıkıca durarak savuşturmaya hazır ol­mak gerekir.

62    Tanıklığına başvurmak istediğin insanların nasıl insan­lar olduklarını ve ne gibi yönetici ilkelere sahip olduklarını dü­şün her zaman. Çünkü onların yargılarının ve dürtülerinin kaynaklarını incelersen, ellerinde olmaksızın tökezledikleri za­man onları suçlamazsın, senin adına tanıklık etmelerini de is­temezsin.

63    "Hiçbir ruh isteyerek gerçekten yoksun kalmaz"28; aynı şey adalet için de, ılımlılık için de, iyilikseverlik ve bu tür her şey için geçerlidir. Bunu hep akimda tutarsan, herkese daha hoşgörülü davranırsın.

64    Her acı karşısında şunu akimdan çıkarma: bunda utanç verici hiçbir şey yok, yönetici ilkemizi bozamaz; çünkü ussal olduğu ve ortak yararı gözettiği sürece acı ona hiç zarar vere­mez. Dahası, birçok acılar için, Epikuros'un şu sözlerinden yar­dım um: "Acı ne katlanılmazdır, ne de sonsuz; sınırlarını göz önünde bulundurursan, kendi imgeleminle onu artırmazsan." Şunu da anımsa: birçok hoş olmayan şey aslında acı ile aynı şeydir, öyle olduklarını algılamasak bile; örneğin uyuşukluk, boğucu sıcak havada üstümüzde bir ağırlık duymamız, iştahı­mızın kaçması gibi. Bunun için bunlardan biri sana sıkıntı ver­diğinde, kendi kendine şöyle de: "Acıya bırakıyorsun kendini."

65    İnsansevmez birine karşı, onun insanlığa duyduğu duy­guları duyma.

66    Telauges'in29 Sokrates'ten daha üstün olmadığını nasıl bilebiliriz? Sokrates'in daha onurlu bir biçimde ölmesi, sofist­lerle tartışmalarında daha büyük bir ustalık göstermiş olması ya da bütün gece dondurucu soğukta nöbet tutmaya daha da­yanıklı olması,30 Salamis'liyi31 tutuklama buyruğuna yüreklice karşı çıkması, "sokakta başı dik yürümesi"32 (her ne kadar bu­nun doğru olup olmadığı kuşku götürse de) yeterli değildir. İn­celememiz gereken şudur: Sokrates'in nasıl bir ruhu vardı; in­sanların kötülüğünden ötürü acı duymaksızın, ya da bir başka­sının bilgisizliğinin kölesi olmaksızın, insanlara dürüst davran­mak ve tanrılara dindarca bağlı olmakla yetinebiliyor muydu; evrensel doğanın kendisine ayırdığı şeylerden herhangi birini olağandışı ya da -zihnini tensel isteklerinin kışkırtıcılığına bı­rakmaksızın- dayanılmaz bulmuş muydu?

67    Doğa,33 ruhunla bedenini; kendi sınırlarını belirlemene, sana ait olanın senin denetiminde olmasına izin vermeyecek kadar sıkı sıkıya birbiriyle kaynaştırmamıştır. Bunu hep aklın­da tut, şu gerçeği de: yaşamda mutluluk, çok az koşula bağlı­dır; bir filozof ya da doğabilimci olma umudunu yitirmiş olabi­lirsin, ama gene de, özgür, alçakgönüllü, toplumsal ve Tanrı'ya boyun eğen biri olmayı yadsımamalısm; çünkü hiç kimse tara­fından tanmmasa bile, tanrısal bir insan olmak olanaklıdır.

68    Herkes bağıra çağıra sana karşı dilediği suçlamayı yö­nelişe de; yabanıl hayvanlar seni saran şu yumuşak kili pençe­leriyle parçalasalar da, özgürce, sevinç içinde yaşa. Bütün bun­larda zihninin dinginliğini korumaktan, onu kuşatan şeyler hakkında doğru yargı vermekten ve karşılaştığı şeylerden ya­rarlanmaya hazır olmaktan ne alıkoyabilir seni? Öyle ki, yargı gücün, karşısına çıkan şeye şöyle diyebilsin: "İşte aslında sen busun, başka türlü görünsen de." Yararlanma yetin de, karşısı­na çıkan şeye şöyle diyebilsin: "Ben de seni arıyordum. Çünkü şimdiki zaman benim için her zaman ussal ve toplumsal malze­medir, genel olarak söylersek, aynı zamanda insansal ve tanrı­sal sanatın malzemesi." Her olay Tanrı ve insanla bağıntılıdır, hiçbir zaman yeni ya da çekip çevirmesi güç değildir, bilinen bir şeydir ve kolaydır.

69   Karakterin yetkinliği şurada yatar: her günü son gün­müş gibi yaşamak, telâşsız, uyuşuk olmaksızın, yapmacıksız.

70   Ölümsüz tanrılar, sonsuz çağlar boyunca, onca sıradan insana katlanmak zorunda oldukları için kızmazlar; tersine, her durumda gözetirler onları. Peki sen, çok yakında gününü dol­duracak olan sen, savaşı bırakacak mısın, sen ki o sıradan in­sanlardan birisin!

71   İnsanın, kendi kötülüğünden kaçınmaya çalışmaması -ki bu olanaklı bir şeydir- ama başkalarının kötülüğünden ka­çınmaya çalışması -ki bu olanaksız bir şeydir- ne gülünç.

72   Ussal ve toplumsal yeti, ussallıktan ve toplumsal içgü­düden yoksun bulduğu her şeyi haklı olarak kendinden aşağı bulur.

73   Ne zaman bir iyilik etsen ve biri ondan yararlansa, ne­den aptalların yaptıkları gibi, ayrıca üçüncü bir ödül beklersin, iyilik ettiğinin bilinmesini ya da buna karşılık sana iyilik edil­mesini istersin?

74    Hiç kimse iyilik görmekten bıkmaz, iyilik etmek doğaya uygun bir davranıştır. Öyleyse, başkalarına iyilik ederek iyilik bulmaktan bıkma.

75   Dünyanın yaratılışı evrensel doğanın işidir; olup biten her şey onun zorunlu bir sonucudur. Yoksa, her şey usun dışın­da kalır; evrensel usun çabasını yönelttiği en önemli olaylar bi­le. Bunu anımsamak, birçok sorunla daha dingince yüz yüze gelmeni sağlayacaktır.

Notlar

1      Bu renkli imgeler büyük ölçüde kiniktir (özellikle gösterişli geçit törenleri, sahne), bkz. XII36 Not 4. Kuklalar için bkz. III16 Not 17.

2      Dik dur, ya da başkaları ayakta tutsun seni: karş. VII7. Çelişik görüş için bkz. III5, son tümce.

3      Bu bölümün temel fikri şudur: bütün insanlar temelde erdemli olma yetisine sahiptirler, bu nedenle, her birimiz için erdemli davranmak, doğamızı açığa vurmaktır, kendi usulümüzce de olsa. Altın ve erguvan, seçkin karakteri ve yüksek niteliği anıştırıyor. Epiktetos da, Cicero da, 'erguvan'ı aynı biçimde kul­lanmışlardır. Bkz. VI Not 11.

4      Geleneksel Yunan düşüncesinde mutluluk, iyi dışsal (Tanrı vergisi) koşullarla özdeşleştirilmiştir; öte yandan, genel olarak Yunan felsefesinde, mutluluk er­dem gibi içsel niteliklerle özdeşleştirilmiştir. Burada, mutluluk; iyi bir yönetici ilke, ya da koruyucu ruhun sağladığı bir şey gibi betimleniyor, imgelemle ilgili sözcükler, insanın imgeler, izlenimler tarafından 'çekiştirilmemesi' gerektiğini belirtiyor.

5     akraba: Stoacı düşünceye göre, bütün insanlar birbirleriyle akrabadırlar.

6     bilgisizlikten ... yanlış yapmak: bkz. IV 1 Not 4.

7      acıma ve öfke duymama: Ana fikir, Stoacıların acımayı olumlu bir anlamda de­ğerlendirdikleri değil (dar anlamda, ussal olmayan bir 'duygu'dur acımak). Ana fikir, Stoacıların, 'ilgisiz şeylere' gereğinden çok değer vermekten kaynak­lanan (örn. birisi malınızı çalarak size zarar verdiğinde) duygusal tepkilerden kaçınmaları gerektiğidir. Karş. Epiktetos, Söylemler.. (VI 27, VII. 22.; Karş. IX 3).

8      kukla: bkz. III16 Not 17. İnsanların, içgüdüleri tarafından kuklalar gibi oradan oraya çekilmelerine izin vermemeleri, Marcus Aurelius'un sevdiği, Düşünce­ler' de sık sık başvurduğu bir benzetimdir.

9     nedensel ve özdeksel: V 13.

10   Demokritos: Atom kuramının kurucusu Demokritos'tan (MÖ 5.-4. yüzyıl) alıntı. Burada, bir kez daha Marcus Aurelius'un 'atom' fikrine yakınlığını görüyoruz. (Ç.N.)

11    Bkz. IV 21 Not 10.

12   Yunan felsefesi ve yazınından bir dizi alıntının, ilki; felsefî savları destekleyen şiirlerden alıntılar vermek, Stoacılığın, özellikle Khrysippos'un özelliğidir. Pla- ton'un Cumhuriyet'inden bu alıntı, 'filozof yapısı'nm erdemlerini, Stoacı bilge kişilere yorulan 'kozmik perspektif i önceleyen bir biçimde betimlemektedir.

13   Antisthenes'ten alıntı. Aynı alıntı Epiktetos' un Söylemler'inde de yer almak­tadır.

14    Euripides'ten.

15    Bilinmeyen bir yazardan.

16    Euripides'ten.

17    Euripides'ten.

18    Euripides'ten.

19    Yazarı bilinmiyor.

20    Platon, Sokrates'in Savunması.

Platon, nge.

Platon, Gorgias.

Euripides, Khrysippos.

Euripides, 'ı'akaranlar.

Bilinmeyen bir tragedya yazarı.

Baştaki alıntı, bir İsparta fıkrasını anımsatıyor: yenilmiş bir güreşçi, rakibinin "daha iyi bir insan" olduğunu söyleyenlere, "Hayır," demiş, "rakibini yenmek­te daha iyi." Marcus 'daha iyi' olma fikrini, ahlâksal üstünlüğe bağlıyor.

Bedensel devinimlerin karakter belirtmesi için bkz. Cicero.

Alıntı Platon'un Cumhuriyet'ini çağrıştırıyor; Sokrates’in hiç kimsenin bile bile yanlış yapmadığı yolundaki paradoksuyla bağıntılı. (Bkz. Epiktetos). Epiku- ros'un haz ve acı kuramını anıştırıyor.

Telaııges: Hakkında az şey biliniyor; yitik bir Sokratik diyalogda geçer bu ad. Marcus Aurelius; Sokrates'in üstünlüğünün yalnızca dışsal davranışlarda değil, aynı zamanda onun karakterinde ve anlayışında içerildiğini öne sürüyor.

dondurucu soğuk: Platon, Symposium (Şölen); Salamis'li: Platon, Sokrates'in Savun­ması. (Bkz. Aristophanes, Bulutlar)

Sokrates, MO 404-3’te Atina'yı yöneten otuz zorbanın, Salamis'li Leo'yu (hiçbir gerekçe olmaksızın) tutuklatmasına dair buyruğu bilmiyordu.

Sokakta başı dik yürümesi: Aristophanes, Bulutlar; ayr. bkz. Platon, Symposium (Şölen).

Doğa....: Bedenle ruh bir bütün oluşturur; buna karşın, ussallık ve erdem yete­neğimizi kullanabilmek için ruhumuzu (ve zihnimizi) bu bütünden ayırabili­riz; böylece, senin olan sana bağlıdır, başka bir deyişle, bize bağlı olanı denetle­yebiliriz (bkz. III 6 Not 11). Bütün, bazen bizim bir parçasını oluşturduğumuz kozmos olarak alınır, ancak bu bölümün bu türlü yorumu daha az açık seçiktir.

VIII.   Kitap

1   Şu düşünce, boş gururdan kurtulmana yardım edecektir; yaşamının tümünü ya da en azından gençliğini izleyen döne­mini filozof olarak yaşamak artık olanaksızdır. Felsefeden çok uzak olduğun, kendin için de, başkaları için de açık. Parlaklığı­nı yitirdin artık, filozof olarak ün kazanmak senin için kolay ol­mayacak; yaşamının temeli karşı çıkıyor buna1. Bunun için, du­rumu iyice kavradmsa, başkalarının hakkında ne düşünecekle­rini bir yana bırak ve yaşamının geri kalanını, uzun olsun, kısa olsun, kendi doğanın istediği gibi yaşamakla yetin.

Öyleyse doğanın ne istediği üstünde düşün ve başka hiçbir şeyin yolunu saptırmasına izin verme; çünkü, mutlu yaşamı bu- lamaksızm ne çok yollarda dolaşıp durduğunu yaşam deneyi­minden biliyorsun: ne usavurmalarda2, ne varsıllıkta, ne ünde, ne tensel bazlarda, ne de başka bir yerdedir mutlu yaşam. Öy­leyse nerede bulacaksın onu? İnsan doğasının gerektirdiğini yapmakta. Peki bu nasıl yapılabilir? Güdüleri ve eylemleri yö­netecek sağlam ilkelere sahip olarak. Nelerdir bu ilkeler? İyi ve kötüyle ilgili, bize; insanı adil, ılımlı, yürekli ve özgür kılan şey­lerden başka hiçbir şeyin iyi olmadığını; kötülüklere yol açan şeylerden başka hiçbir şeyin kötü olmadığmı öğreten ilkelerdir.

2    Her eyleminde kendi kendine şunu sor: "Bu beni nasıl et­kileyecek? Sonunda pişman olacak mıyım? Kısa bir süre daha, sonra öleceğim, her şey yokolacak. Şu anda yapmakta olduğum eylem ussal bir varlığın doğasına denk düşüyorsa, ortak yarara yönelikse ve Tanrı'mn uyduğu yasaya uyan bir insanın eylemi ise, daha fazla ne isteyebilirim?"

3   İskender, Caesar ve Pompeius; Diogenes, Herakleitos ve Sokrates'le3 karşılaştırıldıklarında nedirler? Çünkü bu sonuncu­lar gerçekliği nedenleri ve özdeksel yönleriyle birlikte kavramış­lar, incelemişlerdi; onların her birinin yönetici ilkeleri özerkti; oysa birincilerin uğraşacak ne çok şeyleri vardı, ne çok şeyin tutsağıydılar!

4   Öfkeden patlaşan da, onlar hep aynı şeyleri yapmayı sür­düreceklerdir.

5    Her şeyden önce, kaygılanma: çünkü her şey evrensel do­ğayla uyum içinde olur, çok geçmeden Hadrianus gibi, Augus- tus gibi, sen de bir hiç olacaksın. Bundan başka, önündeki so­runa yönelt dikkatini ve dürüst bir insan olmanın görevin ol­duğunu anımsa; insan doğasının gerektirdiği şeyi hiç duraksa­madan, sana en doğru görünen biçimde yapman gerektiğini unutma; ama bunu sevecenlik ve alçakgönüllülükle, yapmacık- lığa kaçmadan yap.

6    Evrensel doğanın işlevi şudur: burada olanı oraya aktar­mak, onu dönüştürmek, oradan alıp başka bir yere taşımak. Her şey değişimdir, ama yeni olan şeyden korkmamızı gerek­tirmeyecek biçimde; bütün şeyler bildiğimiz şeylerdir, ama da­ğılımları da eşitçedir.

7    Her doğal varlık, doğru yolu izlerse kendinden memnun olur; ussal bir varlık; hiçbir yanlış ya da kuşkulu izlenimi onay­lamadığı; dürtülerini yalnızca ortak iyiye yönelttiği; yalnızca kendi gücünün sınırları içinde kalan şeyleri aradığı ya da on­lardan kaçındığı; evrensel doğanın ona ayırdığı her şeyi mem­nunlukla karşıladığı zaman doğru yolda ilerler. Çünkü evrensel doğanın bir parçasını oluşturur, tıpkı yaprağın doğasının, bitki­nin doğasının bir parçasını oluşturması gibi; ne var ki, yaprağın doğası, duyarsız, ustan yoksun bir doğanın parçası olduğu için engellerle karşılaşabilir, oysa insan doğası, engellenemeyecek, zeki ve âdil bir doğanın parçasıdır; çünkü herkese değerine gö­re eşit olarak, zamandan, maddeden, nedenden, etkinlikten ve olaylardan payına düşeni verir. Ama sen her bakımdan birbiri­ne benzeyen iki şey bulup bulamayacağına değil, birine ayrılan şeylerin toplamının, bir başkasına ayrılanlarm toplamına eşit olup olmadığına bak4.

8    Artık okuyamıyor musun? Ama öfkeni dizginleyebiliyor, hazza ve acıya egemen olabiliyor, ünün üstüne çıkabiliyor, ka­ba ve değer bilmez kişilere öfkelenmeyebiliyor, dahası, onlara yardım elini uzatabiliyorsun.

9    Saray yaşamından yakındığını kimse duymasın artık; kendin bile.

10   Pişmanlık, yararlı bir şeyi savsakladığın için bir çeşit ken­di kendini kınamaktır. İyi olan şey, kaçınılmaz olarak, iyi bir insa­nın savsaklamaması gereken yararlı bir şeydir; öte yandan, ger­çekten iyi olan hiçbir insan zevk veren bir şeyi savsakladığı için pişmanlık duymaz; demek ki zevk, ne iyi, ne de yararlı bir şeydir.

11   Bu nesne başlı başına ele alındığında nedir, özel yapısı nedir? Özü, maddesi, nedeni nedir? Dünyadaki işlevi nedir? Varlığı ne kadar sürer?5

12   Uyanmakta zorluk çektiğin zaman, toplumsal görevleri­ni yerine getirmenin yapınla ve insan doğasıyla uyum içinde olduğunu anımsa; oysa uyku, "us" tan yoksun hayvanlarla pay­laştığın bir şeydir; ama her yaratığın doğasına uygun olan, onun çok iyi bildiği, ona en elverişli, en hoşuna giden şeydir aynı zamanda.

13   Her duygu ve düşüncene -olanaklıysa- sürekli olarak fiziği, ahlâkı, mantığı uygula6.

14   Kiminle karşılaşırsan, hemen, "Bu insanın iyi ve kötü hakkmdaki düşünceleri nedir?" diye sor kendi kendine. Çünkü haz ve acı, bunların nedenleri, onur, onursuzluk, ölüm ve ya­şam hakkında belli bir fikri varsa, onun belli bir biçimde dav­ranması bana şaşırtıcı ya da tuhaf gelmez, tersine böyle dav­ranmasının kaçınılmaz olduğunu düşünürüm.

15   İncir ağacının incir verdiğine şaşmak nasıl saçmaysa, ay­nı şey dünyanın doğası gereği verdiği meyveler için de geçerli- dir. Bir hekimin bir hastanın ateşinin çıkmasına ya da bir gemi kaptanının rüzgârın ters yönden esmesine şaşması aynı derece­de saçma olurdu.

16   Seni doğru yola yönelten birine hak vermenin ve fikrini değiştirmenin özgürlük belirtisi olduğunu anımsa. Çünkü bu senin, kendi yargına, dolayısıyla kendi usuna uygun olarak gerçekleştirdiğin kendi eylemindir.7

17    Madem ki sana bağlı, bunu niye yapıyorsun? Eğer baş­kasına bağlıysa kimi suçlayacaksın? Atomları mı yoksa tanrı­ları mı? İster birileri olsun, ister ötekiler, saçma bir şey olurdu bu. Hiç kimseyi suçlamamalısın. Eğer elinden geliyorsa, insa­nı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendisini; onu da yapamıyor- san, suçlamak neye yarar? Çünkü hiçbir şey amaçsız yapılma­malı.

18    Ölen şey evrenin dışına çıkmaz. Burada kalır, ilksel öğe­lerine, evreni ve seni oluşturan öğelere dönüşür, ayrışır. Bu öğelerin kendileri de dönüşürler, ama bundan yakınmazlar.

19    Her şey, diyelim bir at, ya da asma, bir amaçla varol­muştur. Niçin şaşıyorsun buna? Güneş tanrısı derdi ki, "Bir amaçla doğdum ben," öteki tanrılar da öyle. Peki, sen, sen niçin doğdun? Keyfine bakmak için mi? Böyle bir düşünce doğrula­nabilir mi?8

20    Doğa her şeyin başına ve evrimine baktığı kadar, sonu­na da bakar. Havaya fırlatılan bir top gibi. Havaya fırlatılması­nın topa ne yararı vardır, aşağı düşmesinin, hatta yere çapma- sımnın ne kötülüğü? Bir kabarcığın şişmesinde ne gibi bir iyi­lik, patlamasında ne gibi bir kötülük vardır? Aynı şey bir lâmba için de geçerlidir.

21    Şu bedeninin içini dışına çevir, nasıl bir şey olduğuna bak, yaşlanıp hastalandığında, sefahatle ne hale geldiğine bak.9

Övenin de, övülenin de, anımsayanın da, anımsananm da kısadır yaşamları. Bütün bunlar yeryüzünün küçük bir köşesin­de olur, orada bile insanlar birbirleriyle uyum içinde değildir­ler, kendi kendileriyle bile. Dünyanın kendisi de evrende bir noktadan10 başka bir şey değildir.

22    Karşındaki sorun neyse, onun üstünde odaklan, ister bir nesne, ister bir etkinlik, ister bir ahlâk kuramı ya da sözcüklerin anlamı olsun.

Haklı olarak üzülüyorsun: çünkü bugün iyi olacağına, ya­rın iyi olmayı yeğ tutuyorsun.

23    Bir şey mi yapıyorum? Onu insanlığın iyiliğini hesaba katarak yaparım. Başıma bir şey mi geliyor? Onu tanrılara ve tüm olayların ve aralarındaki bağıntıların çıktığı evrensel kay­nağa bağlayarak kabul ederim.

24  Banyo sana nasıl görünüyorsa -yağ, ter, kir, yağlı su, tü­mü de tiksindirici şeyler- yaşamın her parçası ve her nesne de tıpkı böyledir.

25   Lucilla, Verus'u gömdü, sonra Lucilla'nm sırası geldi; Secunda, Maximus'u gömdü, sonra Secunda'nm sırası geldi; Antoninus, Faustina'yı gömdü, sonra sıra ona geldi. Hep aynı şey : Çeler, Hadrianus'u gömdü, sonra sıra ona geldi.11 Geleceği görebilen, kendileriyle gururlanan, bu üstün zekâlı insanlar ne- redeler şimdi? Charax, Demetrius, Eudaimon,12 onlar gibi daha birçok üstün zekâlı insan? Tümü de bir güncük yaşamış, tümü de çoktan ölmüş; kimileri bir an olsun anımsanmamış, kimileri söylence olmuş, kimileri söylence olmaktan bile çıkmış. Öyley­se, unutma, seni oluşturan bu bileşim dağılacak ya da yaşam soluğun sönecek yahut başka bir yere göçecek.

26   İnsana yaraşır şeyleri yapmakta bulur insan sevincini. İnsana yaraşır şeyler nelerdir? Kendi türünden olanlara nazik davranmak, duyulara güvenmemek, doğru düşünceleri yanlış düşüncelerden ayırt etmek, evrensel doğa ve onun kurallarına göre olup biten şeyler üstünde düşünmek.

27   Üç türlü ilişkimiz vardır: biri, bizi sarmalayan şeyle, be­denimizle, öteki her şeyin kaynaklandığı tanrısal nedenle, üçün- cüsü ise çevremizde yaşayan insanlarla.13

28   Acı, ya beden için kötüdür -eğer öyleyse, bırak bedenin kendisi açığa vursun bunu- ya da ruh için; ama ruh dinginliği­ni ve serinkanlılığım koruyabilir, acıyı bir kötülük saymayabi­lir; çünkü her yargı, her dürtü, her istek ya da kaçınma içimiz­den doğar, kötü olan hiçbir şey oraya giremez.

29   Boş izlenimleri, kendi kendine sürekli olarak şunları yi­neleyerek sil at: "Ruhumda hiçbir kötülüğün, isteğin, huzur­suzluğun bulunmaması bana bağlı; ama bütün şeylerin gerçek doğasına bakarak, değerine göre bunların her birinden yarar­lanmalıyım." Doğanın sana bağışladığı bu gücü hiç unutma.

30   İster senatoda ister herhangi biriyle konuşurken, saygı­lı, yapmacıksız konuş. Yalın, açık seçik bir dil kullan.14

31   Augustus'un sarayı, karısı, kızı, torunları, üvey çocuk­ları, kız kardeşi, Agrippa,15 hısım akrabası, arkadaşları, Are- ios,16 Maecenas,17 hekimleri, rahipleri: bütün saray ölü. Şimdi başkalarına geç...18 yalnızca tek tek bireylerin ölümünü değil, Pompei'de19 olduğu gibi bütün bir sülâlenin ölümünü düşün. Mezarların üstünde gördüğün yazıtları düşün: "Soyunun so­nuncusu". Atalarının arkalarında bir vâris bırakmak için har­cadıkları onca çabayı düşün. Ama kaçınılmaz olarak aynı soy­dan gelenlerin biri sonuncu oldu. Bütün bir sülâle yokoldu böylece.

32    Yaşamını eylem eylem kurmalısın, her biri olabildiğince iyi bir biçimde amacına ulaşırsa memnun olmalısın; her eyle­minin amacına ulaşmasını hiç kimse engelleyemez. "Ama dışa­rıdan bir engel çıkabilir karşıma." Bu, senin, en azından doğru, ılımlı ve ussal olarak davranmanı engelleyemez. "Ama belki de etkinliğin başka bir bakımdan engellenebilir." O zaman, karşı­na çıkan engeli kabullenir, sana kalan olanaklı eyleme sağdu­yuyla yeniden eğilirsen, ilk eylemin yerini hemen sözkonusu yaşam düzenine uyacak yeni bir eylem alacaktır.

33    Kurumlanmadan kabul et, duraksamadan vazgeç.

34    Eğer kesik bir el ya da ayağı, ya da koparılmış bir kafa­yı, bedenin biraz uzağında yerde yatarken gördünse; olaylara uyum sağlamayı reddeden ve kendini dışarıda tutan ya da or­tak çıkarlara aykırı bir eylemde bulunan bir insanın kendine neler yapabileceği hakkında bir fikir edinirsin. Böyle davranır­san, kendini doğal birlikten koparmış olursun, çünkü bu doğal birliğin parçası olmak için dünyaya geldin, oysa şimdi kendini ondan koparmış oldun. Ama az bulunur bir ayrıcalığın var: kendini yeniden bütünle birleştirme olanağı. Tanrı, bütünün başka hiçbir parçasının, bir kez bütünden ayrılıp kopunca, onunla yeniden birleşmesine izin vermemiştir. Tanrının insanı nasıl bir sevecenlikle onurlandırdığını düşün, çünkü her şey­den önce, ona bütünden ayrılmama gücünü vermiş, sonra da bir kez ayrılınca, yeniden onunla birleşme ve bütün içindeki yerini yeniden alma yetisini bağışlamıştır.

35    Evrensel doğa nasıl her ussal varlığı tüm öteki yetileriy­le donatmışsa, bu yetiyi de ondan aldık.20 Doğa, karşısına çıkan her engeli nasıl kendi amaçlarına döndürüyorsa ve yazgının düzeni içinde ona bir yer veriyor, onu kendisinin bir parçası kı­lıyorsa, ussal varlık da her engeli kendi işi için malzeme haline getirebilir ve onu ne olursa olsun amacına uygun biçimde kul­lanabilir.

36   Yaşamım bir bütün olarak düşünüp kaygılanma. Geç­mişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok çeşitli sı­kıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için kendi kendine şunu sor: "Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var?" Yanıtın yüzünü kızartırdı! O zaman canını sıkan şeyin, gelecek ya da geçmiş değil, şimdiki zaman olduğunu anımsat kendine. Sıkıntını soyutlar, kendi başına alındığında ona katla­namayacağını düşündüğü zaman zihnine kızarsan, böylesine sınırlar içine sıkıştırıldığmdan sıkıntının gücü azalacaktır.

37   Pantheia21 ya da Pergamos22 hâlâ Verus'un mezarının başında mı oturuyorlar? Ya da Chabrias yahut Diotimus23 Had- rianus'un mezarı başmdalar mı? Saçma bir soru. Hâlâ orada ol­salar bile, ölüler ayrımında olurlar mıydı bunun? Tutalım ki ay­rımına vardılar, hoşlarına gider miydi bu? Hoşlarına gitseydi bile, yaslarını tutanlar bundan ötürü ölümsüz mü olurlardı? Onlar da ötekiler gibi önce yaşlanmaya, ardından da ölmeye yazgılı değil miydiler? Peki, onlar için yas tutanlar ölünce, ölü­ler ne yapacaklardı? Bütün bunlar, bir kefene sarılmış pis koku­dan ve çürümüşlükten başka bir şey değil.

38   "Gözlerin keskinse, bak ve elinden geldiğince usa uy­gun olarak yargıla."

39   Ussal varlığın yapısında, doğrulukla bağdaşmayan hiç­bir erdem görmüyorum, hazla bağdaşmayan bir erdem görü­yorum yalnızca: ılımlılık.

40   Sana acı veriyormuş gibi gelen şey hakkmdaki yargını ortadan kaldırırsan, kendin tam bir güvenlik içinde olursun. "Hangi kendin?" "Us." "Ama ben us değilim ki!" "Elbette. Ama o zaman, us kendi kendine acı vermesin; eğer başka bir parçan acı çekiyorsa, bu konuda yargıyı o versin!"

41   Hayvansal doğa için duyusal algının karşısına çıkan bir engel kötü bir şeydir, içgüdüye karşı olan da. Aynı biçimde, bit­kilerin doğasına zararlı olan engeller de vardır. Zihin için engel oluşturan bir şey, ussal doğaya zararlıdır. Şimdi bütün bunları kendine uygula. Acı mı duyuyorsun, haz mı? Buna karar vere­cek olan duyusal algıdır, içgüdünün karşısına bir engel mi çık­tı? İçgüdüne sakmımsızca uyarsan, bu engel ussal bir varlık olan sana zarar verir. Ama eğer usun sınırlarına uyarsan, bun­dan ne zarar görürsün, ne de engellenirsin. Gerçekten, zihin­den başka hiçbir şey zihne özgü olan hiçbir şeyi engelleyemez; çünkü ne ateş, ne demir, ne zorba, ne karaçalma zihni hiçbir bi­çimde etkilemez. Bir kez "yalnızlık içinde yusyuvarlak bir kü­re"24 olduktan sonra, hep öyle kalır.

42    Kendi kendime acı vermek yaraşmaz bana, çünkü baş­kasına hiçbir zaman isteyerek acı vermedim.

43    Kimi bir şeyden haz duyar, kimi bir başkasından. Bana haz veren şey, yönetici ilkemin hiçbir zarara uğramamasını sağ­lamak, hiç kimseye ya da insanların başına gelen şeylerin hiçbi­rine sırtımı dönmemek, her şeyi iyi gözle görmek, onu değerine göre kabul edip kullanmaktır.

44    Şimdiki zamanı kendine uydurmaya çalış! Geleceğe bı­rakacakları ünün ardına düşenler, o zamanki insanların da tıpkı bugün kendilerine bezginlik veren insanlardan farklı olmaya­caklarını, üstelik onların da ölümlü olduklarını düşünemiyor­lar. Önünde sonunda, onların gözünde ün sahibi olmanın, onla­rın senin hakkında ne düşüneceklerinin ne önemi var senin için?

45    Beni alıp dilediğin yere savur. Orada da içimdeki koru­yucu ruhun uygun durumda, yani, kendi yapısının gerektirdi­ği gibi olmaktan ve davranmaktan hoşnut olmasını sağlayaca­ğım. Ruhumun25 bundan ötürü acı çekmesi, aşağılanması, kü­çük düşmesi, ezilmesi, kösteklenmesi, korkuya kapılması için bir neden var mı? Bütün bunlara değen bir şey bulabilir mi­sin?

46    İnsanın başına insan için doğal olmayan hiçbir şey gele­mez; ne bir öküzün başına, öküz için doğal olmayan bir şey, ne asmanın başına asma için doğal olmayan bir şey, ne de bir taşın başına taş için doğal olmayan bir şey gelebilir. Eğer her varlığın başına yalnızca alışılmış ve doğal olan şey geliyorsa, niçin ya­kmasın? Evrensel doğa hiçbir zaman katlanamayacağm bir şey getirmez sana.

47    Bir dış nedenden ötürü üzülüyorsan, aslında canını sı­kan bu değil, onun hakkmdaki yargmdır, bu yargıdan her an vazgeçebilirsin. Ama seni üzen kendi karakterinden kaynakla­nan bir şeyse, yargını düzeltmeni kim engelleyebilir? Aynı bi­timde, seni üzen şey; doğru bulduğun bir eylemi yerine getire­memekse, kendini üzüntüye kaptıracak yerde, niçin o eylemi yapmakta direnmiyorsun? "Ama yolumu kesen çok güçlü bir engel var." O zaman üzülmemelisin, çünkü başarısızlığının ne- ı leni senin usuna dayanmıyor. "Ama bu işi yapamazsam, yaşa­mamın hiçbir anlamı kalmaz." Öyleyse, hedefine ulaşan birinin yaşamına son vermesi gibi, yoluna çıkan engellere kin duy­maksızın, dingince ayrıl yaşamdan.

48   Yönetici ilkenin; kendi içine çekilip, kendinden memnun ı >lduğu, direnişi usa aykırı olsa bile istemediği şeyi yapmadığı zaman yenilmez olacağını unutma. Yargısını usa ve dikkatlice düşünmeye dayandırdığında, daha da yenilmez olacaktır us. Bu nedenle, tutkulardan arınmış zihin güçlü bir kaledir26; çün­kü insan sığınabileceği ve hiçbir zaman saldırıya uğramayacağı daha sağlam bir yer bulamaz. Bunu anlamayan yalnızca bir ca­hildir, anlayan, ama ona sığmmayansa, mutsuzdur.

49   İlk izlenimlerinin açıkladıklarından daha fazla bir şey söyleme kendi kendine. Birinin senin aleyhine konuştuğunu mu söylediler sana? Bu sana söylenen şey; ama bundan zarar gördüğün sana söylenmiyor. Çocuğumun hasta olduğunu gö­rüyorum; ama onun tehlikede olduğunu görmüyorum. Böyle­ce, ilk izlenimlere bağlı kal ve onlara kendinden bir şey ekleme, o zaman sana hiçbir kötülük gelmeyecektir; ya da yeryüzünde oluşan durumların her birinden haberli olan bir insanın ekleye­bileceğini ekle.27

50    Hıyar acı mı? At onu. Yolunda böğürtlen çalıları mı var? Çevresinden dolan. Bu kadarı yeter: "Yeryüzünde bunlar niçin var?" diye sorma, yoksa doğabilimcisini güldürürsün kendine, tıpkı bir marangozu ya da bir ayakkabıcıyı işliklerinde, yonga­lar, talaşlar gördüğün için kınayacak olsan sana gülecekleri gi­bi. Gene de, bunların döküntülerini atacakları bir yerleri vardır, oysa evrensel doğanın kendi dışında hiçbir şeyi yoktur, ama doğanın ustalığının olağanüstü yanı; dışarıdan başka hiçbir malzemeye ya da artıkları atmak için bir yere gereksinim duy­maksızın, içindeki ona eskimiş, yıpranmış, yararsız görünen her şeyi dönüştürerek yepyeni şeyler yaratmasıdır. Kendi yeri, kendi malzemesi, kendi hüneri yeter ona.

51   Eylemlerini savsaklama, sözlerin karışık, düşüncelerin düzensiz olmasın; ruhun ne kendi içine kapansın, ne de taşsın; kendine zaman ayır.

Seni öldürürler, parça parça ederler, lânetler yağdırırlar ar­kandan. Zihninin arı, dengeli, ılımlı ve adil kalmasını engelle­yebilir mi bütün bunlar? Biri, duru bir tatlı su kaynağının28 ba­şında durup ona lânetler yağdırsa da, kaynak içilebilir suyunu fışkırtmayı sürdürür; içine çamur ya da gübre atsa, çabucak onu dağıtır, sürükleyerek götürür, geriye hiç kir kalmaz. Öyley­se içinde durgun bir su birikintisi değil, sürekli bir kaynak oluşturmak için ne yapmalısın? Özgürlüğüne, sevecenlik, ya­lınlık ve alçakgönüllülüğe sıkı sıkıya bağlı kalmalısın.

52   Evrenin varlığını bilmeyen, kendisinin de nerede oldu­ğunu bilmez. Evrenin hangi amaçla varolduğunu bilmeyen, dünyanın ne olduğunu bilmediği gibi, kendisinin kim olduğu­nu da bilmez. Bu sorunların yalnızca birini bile geçiştiren kişi, kendisinin ne amaçla doğduğunu da bilmez. Peki, ama kendi- lesinin nerede ya da kim olduklarını bilmeksizin, alkışlayanla­rın övgüsünden kaçan ya da onun ardına düşen kimse hakkın­da ne diyeceksin?

53   Saatte üç kez kendini lânetleyen bir insandan övgü bek­ler misin? Kendi kendini memnun edemeyen bir insanı mem­nun etmek ister misin? Ya da hemen hemen her yaptığından ötürü pişmanlık duyan bir insanın kendi kendinden memnun olduğu söylenebilir mi?

54    Seni kuşatan havayı soluyarak paylaşmakla yetinme, bundan böyle her şeyi kuşatan zihni de paylaş. Çünkü zihnin gücü her yana yayılır; tıpkı havayı solur gibi, onu solumak iste­yen kişinin içine işlemeye hazırdır29.

55   Kötülük genel olarak dünyaya zarar vermez, özellikle de, dilediği anda kendi istemiyle ondan kurtulma gücüne sahip kılınmış kişiden başkasına zarar vermez.

56    Benim istemime göre başkasının istemi, tıpkı onun solu­ğu ve eti gibi ilgisiz bir sorundur. Her şeyden önce birbirimiz için yaratılmış olsak da, her birimizin yönetici ilkesinin kendi bağımsız yetkesi vardır, yoksa komşunun kötülüğü aynı za­manda benim de kötülüğüm olurdu, benim mutsuzluğumu başkasınınkine bağımlı kılmamak için Tanrı istememiştir bunu.

57   Güneşin ışığı yukarıdan gelir, her yönde yayılır, ama yokolmaz. Işığın yayılışı bir genişlemedir. Bir güneş ışınının ne olduğunu, karanlık bir odaya bir aralıktan giren güneş ışığını inceleyerek anlayabilirsin: doğru çizgi halinde uzanır, karşısına çıkan ve onun havada öteki tarafa geçmesini engelleyen ilk katı cisme dayanıyor gibidir; ne kayar, ne aşağı düşer, orada durur. Zekânın ışığının yayılması ve genişlemesi de buna benzer bir biçimde olur; hiçbir biçimde akıp gitme değil, bir yayılmadır; karşılaştığı engeller üzerinde zorlayıcı ve şiddetli bir etki yarat­maz; batmaz da, kımıltısız durur ve üstüne düştüğü nesneyi aydınlatır; çünkü bu nesne onu yansıtmazsa, kendini onun ışı­ğından yoksun bırakır.

58   Ölümden korkan; ya bilincin yitmesinden ya da onun değişmesinden korkar. Ama eğer bilinç artık yoksa, hiçbir kötü­lüğün bilincine varmazsın; eğer farklı bir bilince sahip olursan, yalnızca başka türlü bir varlık olursun ve yaşamın sona ermez.

59   İnsanlar birbirleri için dünyaya gelmişlerdir. Bu neden­le onları eğit ya da katlan onlara.

60   Ok bir yöne gider, zihin bir başka yöne. Ama gene de, zekâ, ilgilendiği sorun üstünde bütün dikkatini odaklarsa, ok gibi dosdoğru uçar ve hedefine varır.

61   Her insanın yönetici ilkesinin derinliklerine gir, her insa­nın da senin yönetici ilkenin derinliklerine girmesine izin ver.

Notlar

Marcus'un bir filozof olarak sınırlılığı için bkz. 117.

usavurnıalarda... bkz. VII67 Not 2.

Diogenes: MÖ 4. yüzyıl'da kinizmi kurmuş, çok kez tutumu ve yaşam biçemi bakımından çağdaşı Büyük İskender'le karşıtlığı vurgulanmıştır (yukarıda, III 3'te olduğu gibi), ancak başka bir amaçla, üç fatihin karşısına üç filozof kon­muş. Herakleitos ve Sokrates yinelenmiş; Demokritos'un yerini ise, Sinop'lu Diogenes (MÖ 400-375) almış.

Marcus burada standart Stoacı görüşü dile getiriyor: tüm doğal türlerin evre­nin bütününde kendi iyilikleri ve yerleri olmakla birlikte, 'ussal hayvanlar (yetişkin insanlar) tepkilerini ('izlenimlere onaylarını') ve eylemlerini, top­lumsal eylemleri de kapsayacak biçimde, ussal {sözel) izlenim ve onaylara dayandırırlar.

Bkz. III11, V.

Fizik, ahlâk ve mantık, Stoacı felsefenin üç bölümünü oluşturuyordu. Bu üç bölümün üçü birlikte, bireyin insanlara ve nesnelere karşı tavrını belirliyor­lardı.

Yanılgıya düşen birinin hatasının düzeltilmesi hak. karş. IV 12.

Marcus, en yüce iyinin haz olduğunu öne süren Epikurosçu görüşe karşı çıkıyor. Metin bozuk.

yeryüzü.... evrende bir nokta: Karş . III10, VI36.

Yukarıda bir bölümünün adları anılan kişiler. Domitia Lucilla ile M. Annius Ve­rus, Marcus Aurelius'un ana-babası; Verus'un karısı Secunda, Stoacı filozof Cla­udius Maximus, imparatorun hocalarından biri; Epityncanus ile Diotimus'un kimlikleri belirlenemiyor; Annia Galeria Faustina, imparator Antoninus Pi- us'un karısı; Çeler ise, genellikle Hadrianus'un yazmanı Canini us Çelerde öz­deşleştirilir; Marcus'a retorik dersleri vermiştir; Hadrianus, imparator Hadri- anus değil, bu adı taşıyan bir sofist olabilir.

Eudaimon: Kesinlikle bilinemiyor. Sıııda sözlüğünde Storia Greca adlı bir yapıtın yazarı (Charax) olarak anılıyor; Seneca'nın arkadaşı kinik filozof Demetrius; Hadrianus'un daha sonra gözden düşmüş arkadaşı (Eudaemon).

Madde-biçim ya da beden-ruh/zihin ayrımı; toplumsal ilişkiler üçüncü bir ka­tegori olarak almıyor (bkz. II2 Not 2; V 13.)

Gerçeğin açık seçik ortaya konmasına, gerek geleneksel Roma, gerekse Stoacı ahlâkçılar tarafından değer veriliyordu; bu, erken yaşlarından başlayarak Mar­cus Aurelius'un bir özelliği olmuştur; bu nedenle Hadrianus, ona 'en gerçekçi' anlamında, 'gerçek, doğru' anlamına gelen aile adı Verus'a uyarlayarak Veris- simus ('en doğru') adını vermiştir. Karş. XI15.

Agrippa: Augustus'un başlıca iki yardımcısından biri, çok etkin bir general.

Areios: İskenderiye'!! Areios Didimus (MÖ 1. yüzyıl), Stoacı filozof, Augus­tus'un hocası ve danışmanı, edebiyat ve güzel sanatlar hayranı ve koruyucusu. Maeceııas: Augustus'un belli başlı iki yardımcısından biri; siyasal bir önder, ay­nı zamanda iki ozanın, Horatius ile Vergilius'un koruyucusu.

Metinde boşluklar var.

l'i Marcus Aurelius; burada olasılıkla Pompeius’un hemen ardından gelen, iç sa­vaşlarda ölmüş kişilere göndermede bulunuyor.

’O Metin bozuk.

’ I Pattt/ıeia:Marcus'un erkek kardeşi Verus'un metresi, Smirna'h Pantheia.

1 ’ Pergamos: Kimliği bilinmiyor.

’ i Chabrias, Diotimus: olasılıkla azatlı köleler ya da Hadrianus'un âşıkları, (karş. VIII25) .

M "Yalnızlık içinde yusyuvarlak bir küre": Agrigentum'lu Empedokles'ten alıntı; kozmosa bir birlik ve uyum olarak bakan bu alıntı, ileride tam olarak yeniden verilmiştir: Bkz. XII3 Not 3.

Ruh: Burada, ruh; 'zihin/yönetici' ilke (yani koruyucıı-ruh) ile özdeşleştiriliyor, oysa bazen onun karşıtı olarak gösteriliyor: bkz. II2 Not 2.

’6 Zihnin kaleye benzetilmesi; Stoacıların sevdikleri bir imgedir (örn. Cicero, Epiktetos); imge Platon'a dek (Cumhuriyet') geri gider.

27   Epiktetos'un sık sık yinelenen 'izlenimlerin incelenmesi' temasının bir çeşitle­mesi (bkz. III 6); hasta çocuğa verilecek doğru yanıt özellikle Epiktetos'ta yer alır. Marcus Aurelius'un öğüdü, ilk izlenimlerimize 'ilgisiz şeyler'e ilişkin yar­gılarımızı eklemememizdir (örn. çocuğumun yaşamı tehlikede, bu kötü bir şey'); çünkü bu 'd uygula/ yaratır.

28   Duru bir tatlı su kaynağı: bu imge Stoacıların bütün insanların erdemli olma ye­teneği olduğu savına uygun düşmektedir.

29   Stoacılıkta zihin 'soluk' (pneuma) aracılığıyla çalışır; tanrı (tanrısal zihin) hava ile değil ateşle bağıntılıdır, ama gerek hava gerek ateş, su ve toprağın tersine, etkin, canlandırıcı öğeler olarak tasarlanmıştır.

IX.    Kitap

1    Her kim haksızlık ederse, günah işler. Evrensel doğa, us­sal varlıkları birbiri için, birbirlerine hiç zarar vermeksizin, her birinin hak ettiğince birbirlerine karşılıklı yardım etsinler diye yaratmıştır. Her kim onun isteğine karşı gelirse, tanrıların en yücesine saygısızlık etmiş olur, çünkü evrensel doğa, varlıkla­rın doğasıdır, varlıklarsa varolan tüm gerçekliklere sıkı sıkıya bağlıdırlar.1

Yalan söyleyen kişi de aynı Tanrı'ya karşı günah işler; bu tanrının bir adı da Hakikat'tir ve bütün hakikatlerin ilk nedeni­dir. Bu nedenle, her kim bile bile yalan söylerse, yalan söyleye­rek haksızlık ettiği için inansızlık etmiş olur; istemeden yalan söyleyense, evrensel doğaya aykırı davrandığı ve evrenin doğal uyumuna karşı çıkarak düzensizlik yarattığı için inansızdır. Gerçeğe aykırı bir yola giren kişi de evrenin doğal uyumuna karşı çıkmıştır, çünkü doğanın ona bağışladığı yeteneği öylesi­ne ihmal etmiştir ki, artık doğruyu yanlıştan ayırt edecek du­rumda değildir.

İyi bir şeymiş gibi hazzın ardından koşan, kötü bir şeymiş gibi acıdan kaçan kişi de inansızdır. Böyle bir insanın, evrensel doğayı sık sık iyilerle kötüler arasında ayrım gözetmeksizin zevkleri ve güçlükleri eşit olarak dağıtmakla suçlaması kaçınıl­mazdır; çünkü kötüler çok kez zevk içinde yaşarlar ve bunu sağlayan şeylere bol bol sahiptirler, iyilerse acıyla ve acıya yol açan şeylerle karşılaşırlar.

Acıdan korkan kuşkusuz dünyada şeylerin doğal düzeni­nin bir parçası olarak meydana gelecek şeylerden korkacaktır; bu başlı başına inansızlıktır; zevkin ardına düşen kimse ise haksızlıktan kaçınmayacaktır, bu ise apaçık inansızlıktır. Öte yandan, kim doğaya tüm uyumu içinde uymak isterse, evren­sel doğanın yansız olduğu şeylere karşı yansız olmalıdır, çünkü doğanın, her ikisine karşı da ilgisiz olmasaydı, birbirine karşıt iki şey yaratmış olmayacağı açıktır. İşte bu nedenle, evrensel doğanın yansız bir tutum aldığı acıya ve hazza, ölüme ve yaşa­ma, onursuzluğa ve onura karşı ilgisiz kalmayan kişi açıkça gü­nah işler.

Doğanın bu şeylerden yansız bir biçimde yararlandığını söylerken, her şeyin doğal neden-sonuç ardışıklığıyla birbirini izlediğini, varolan her şeye karşı yansız olduğunu; varlıklarının tanrısal öngörünün ilk nedeninin sonucu olduğunu söylemek istiyorum; bu ilk neden, başlangıçtan yola çıkarak, varolacak her şeyin belli ilkelerini oluşturduktan, gerekli maddeleri, dö­nüşümleri ve bunların sırasını izleyecek şeyleri üretme güçleri­ni belirledikten sonra, bu dünyanın düzenini oluşturur.

2    Bu dünyadan yalanı, ikiyüzlülüğü, uçarılığı, kendini be­ğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz en bilgece şey olurdu; en azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak vermek, şanssız bir deniz yolculuğundan sonra âcil manevra yapmak gibidir. Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı mı yeğliyor­sun, deneyimin seni bu belâdan kaçmaya razı etmedi mi hâlâ? Çünkü zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddî bir vebadır2: o veba salt hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan kaldırır.

3    Ölümü küçümseme, seve seve karşıla onu, çünkü o da doğanın istediği şeylerden biridir. Tıpkı gençlik ve yaşlılık, bü­yüme ve olgunlaşma, dişlerin ve sakalın çıkması, saçların ağarması, döllenme, gebelik, doğum ve yaşamın mevsimleri­nin getirdiği bütün öteki doğal işlevler gibi, çözülüp dağılma­mız da böyledir. Öyleyse, us yürüten insana özgü olan; ölüm karşısında ne yüzeysel, ne düşman, ne öfkeli olmak, onu yaşa­mın doğal olgularından biri olarak beklemektir; doğmamış ço­cuğunun karının dölyatağından çıkacağı ânı nasıl bekliyorsan, ruhunun bedensel kabuğundan çıkacağı âna da öyle hazırla kendini.

Bundan başka, beylik, ama yüreği yatıştıran bir kural isti­yorsan; ölüm karşısında durup ardında bırakacağın maddesel nesneleri ve ruhunun artık hiç bulaşmayacağı alışkanlıkları dü­şünmek, seni tam anlamıyla dingin kılacaktır. Çünkü her ne ka­dar bu tür insanlardan etkilenmemen, tersine onlara özen gös­termen, sabırla katlanman gerekiyorsa da; ölümün seni, seninle aynı fikirleri paylaşan insanlardan ayırmayacağını hiç unutma­malısın. Gerçekten de, tek başına bu düşünce seni yeniden ya­şama bağlayabilir: senin ilkelerini benimsemiş insanlarla birlik­te yaşama olanağı sağlayabilir sana. Oysa, ortak bir yaşamı uyumsuzluk içinde yaşamanın ne denli bezdirici olduğunu, bunun seni, "Çabuk gel, ey ölüm, yoksa ben de kendimi yitire­bilirim," diye bağıracak noktaya getireceğini düşün.

4   Her kim bir suç işlerse, kendine karşı yapar bunu; her kim haksızlık ederse, kendine haksızlık eder, kendine kötülük eder.

5   Kişi yalnızca yaptığından ötürü değil, yapmadığından ötürü de haksızlık eder.

6    Şu an verdiğin yargının nesnel, şu andaki eyleminin or­tak yarara yönelik, şu andaki durumunun senin denetiminin dışında kalan nedenlerden ötürü başına gelen her olayı mem­nunlukla karşılamaya elverişli olması yeterlidir.

7    imgelemi sil; içgüdülerini frenle; arzunu söndür; yöneti­ci ilkeni özgür kıl.

8    Ustan yoksun varlıklar arasında tek bir yaşamsal soluk dağıtılmıştır. Ussal varlıklar arasında ise tek bir ussal ruh bö­lüştürülmüştür; tıpkı topraktan yaratılmış bütün varlıklar için tek bir toprağın; canlı olan ve soluk alan tüm varlıklar gibi biz- lerin de görmemizi sağlayan tek bir ışığın, soluduğumuz tek bir havanın olması gibi.

9    Ortak öğeleri olan bütün varlıklar aynı türden şeylerle birleşme eğilimindedir. Topraktan yaratılan her şey toprağa yö­nelir, her sıvı başka sıvılarla birlikte akma eğilimindedir, hava- sal varhklar da aynı şeyi yaparlar, öyle ki onları birbirinden ay­rı tutmak için araya engeller koymak gerekir. Ateş, onu oluştu­ran öğeler nedeniyle yükselme eğilimindedir, ama yeryüzünde yanmaya öylesine hazırdır ki, biraz kuru herhangi bir madde kolayca tutuşturur onu; çünkü yanmayı engelleyen şey, çok kü­çük bir oranda karışmıştır ona. Böylece, ortak ussal doğaya ka­tılan her varlık, her zaman kendisine benzer olana daha da çok yöneliktir; çünkü göreli olarak geri kalan bütün varlıklardan ne denli üstünse, kendi türünden olanlarla birleşmeye, onlarla kaynaşmaya o denli eğilimlidir.

Ussal olmayan varlıklar arasında da daha en başından beri arı topluluklarına, sürülere, yuvada beslenen yavru kuşlara, hatta sevgiye benzer bir duyguya dayalı birlikteliklere rastlanı­yordu; çünkü daha o düzeyde, bu varlıklarda bir ruh bulunu­yordu ve bunlar üstün olduklarından, birleşme eğilimleri, bit­kilerde, madenlerde ya da odunda olduğundan daha büyüktü.

Ussal varlıklar arasında siyasal topluluklara, devlet örgüt­lerine, dostluklara, ailelere, toplumlara, savaş zamanında ant­laşmalara ve ateşkes anlaşmalarına rastlanıyordu. Daha da yüksek olan varlıklar arasında, yıldızlarda olduğu gibi, birbir­lerine uzak oldukları halde, bir çeşit birlik vardı. Böylece varo­luş basamaklarında ne denli yükselinirse, birbirinden çok uzak varlıklar arasında bile bir duygudaşlık oluşabilir.

Şimdi de günümüzde ne olduğuna bak: yalnızca ussal var­lıklar, onları birbirine iten bu birleşme eğilimini unuttular, bu kendiliğinden birlikte akış yalnızca onlar arasında görülmüyor artık. Ama birbirlerinden kaçarken bile, dört bir yandan kıskıv­rak yakalanırlar, doğanın gücü çok büyüktür çünkü. Söyledik­lerime dikkat edersen, bunu anlarsın: yeryüzünün topraksal öğeleriyle herhangi bir bağı olmayan bir dünyasal öge bulmak hiç kuşkusuz, tüm öteki insanlardan tam anlamıyla koparılmış bir insan bulmaktan daha kolaydır. 3

10    İnsan, Tanrı ve evren: her biri mevsimi gelince meyve verir. Sözcüğün, dar anlamda, asma ve benzeri meyvelere uy­gulanması alışkanlık olmuşsa da, bunun pek önemi yok. Usun da, hem evrensel, hem bireysel meyvesi vardır; usun tüm mey­veleri ussaldır.

11    Elinden gelirse, yanlışlarını düzelt onların; ama bunu yapamazsan da, sevecenliğin sana bunun için bağışlandığını anımsa. Tanrıların kendileri de böyle insanlara karşı sevecen­dirler, hatta onların sağlık, servet, ün gibi belli amaçlara ulaş­malarına yardım eder. Sen de aynı şeyi yapabilirsin; yapamaz­san, söyle bana: kim engelliyor seni?

12   İşini, harcadığın çaba seni mutsuz kılıyormuş gibi, ya da acınma yahut takdir beklediğin için değil, istediğin için yap: kendini yapman gereken şeye ver ya da ortak yararın gerektir­diği gibi çekil.

13   Bugün her türlü terslikten kaçındım, çünkü benim dı­şımda değil, içimde, onlarla ilgili olarak verdiğim yargılarday­dılar.

14   Her şey hep aynıdır: deneyimde alışılmış, zamanda ge­çici, maddede kötü; şimdi tümü de tastamam toprağa verdikle­rimizin zamanındaki gibiler.

15   Şeylerin hepsi de kapının dışında duruyorlar, kendi kendilerine, kendileri hakkında hiçbir şey bilmeksizin, hiçbir şey açıklamaksızm. Öyleyse, onlar hakkında yargı veren nedir? Yönetici ilkemiz.

16   Ussal ve toplumsal varlığın iyiliği ve kötülüğü, duyum­sadığı şeyde değil, yaptığı şeydedir; erdeminin ve erdemsizliği­nin duyumsadığı şeyde değil, yaptığı şeyde olması gibi.

17    Havaya atılan bir taş için ne yeniden yere düşmek kötü bir şeydir, ne de yükselmek iyi bir şey.

18    İlkelerinin derinliklerine in, korktuğun yargıçların kim olduklarını göreceksin; kendileri için ne tür yargıçlar oldukları­nı da.

19    Her şey dönüşür, sen de sürekli bir dönüşüm içindesin ve bir anlamda, sürekli bir çözülme içinde. Tüm evren de böy­ledir.

20    Başkasının yanlışı onu yapana bırakılmalı.4

21   Bir etkinliğin, bir girişimin, bir yargının sona ermesi bir duraklama, bir tür ölümdür, bir kötülük değildir. Şimdi, örneğin yaşamın çeşitli dönemlerini düşün, çocukluk, ergen­lik, gençlik, yaşlılık: bunlarda da her değişiklik bir ölümdür. Bunda korkulacak ne var? Şimdi de dedenin, sonra annenin, sonra seni evlât edinen babanın yönetiminde geçirdiğin yaşa­mı düşün; gördüğün tüm değişiklikler, dönüşümler, sona er­meler karşısında, bir kez daha, "Bunda korkulacak ne vardı?" diye sor kendi kendine. Böylece, tüm yaşamının sona erme­sinde, kesintiye uğramasında, dönüşmesinde de korkacak bir Şey yok.

22   Yönetici ilkeni, evrenin yönetici ilkesini ve şu adamın yönetici ilkesini incelemek için acele et. Kendi yönetici ilkeni, adalete uymasını sağlamak için; evrenin yönetici ilkesini, hangi bütünün parçası olduğunu anımsaman için; şu adammkini, onu bilgisizliğin mi yoksa mantığın mı yönettiğini anlamak ve aynı zamanda onun zihninin doğasının da seninkiyle aynı ol­duğunun bilincine varmak için.

23   Nasıl sen kendin toplumsal sistemin bütünleyici bir par­çasıysan, her davranışın da toplumsal yaşamın bütünleyici bir parçasıdır. Bu nedenle, dolaylı ya da dolaysız ortak hedefe yö­neltilmeyen her davranışın birliği engelleyecek biçimde yaşa­mını parçalar, bir başkaldırı davranışıdır bu; tıpkı demokratik bir devlette kendini ortak uyumdan ayıran kişi gibi.

24   Çocukların afacanlıkları, birbirleriyle dalaşmaları, "ce­setlerini oradan oraya taşıyan küçük ruhlar": böylece ölüler ül­kesine yolculuk, insanın gözlerinin önünde daha iyi canlanı­yor.5

25   Her nesnenin nedeninin niteliğine bak, onu maddesin­den soyutlayarak incele; sonra o nesnenin kendi özel doğası ge­reği en çok ne kadar varlığını sürdürebileceğini sapta.6

26   Yönetici ilkenin kendisi için oluşturduğu şeyleri yapma­sına izin vermediğin için sayısız acılara katlandın.

27   Biri seni suçlar, senden nefret eder ya da birileri seni in­citecek şeyler söylerse, ruhlarına yakından bak, ne tür insanlar olduklarını gör. Senin hakkında şöyle ya da böyle bir fikir oluş­turacakları için kendine eziyet etmene değmediğini anlayacak­sın o zaman. Gene de, onlara iyi niyet göstermelisin; çünkü do­ğal olarak senin arkadaşlarındır onlar. Tanrılar da; düşler, keha­netler aracılığıyla gönüllerinde yatan şeyleri elde etmelerini sağlamak için her türlü yardımı yaparlar onlara.

28   Evrenin dönümleri hiç değişmez: yukarıya ve aşağıya, çağdan çağa.

Ya evrenin zihni her durum için bir girişimde bulunur, eğer böyleyse bunun sonucunu kabul edersin, ya da başlangıçta her zaman için geçerli tek bir girişimi olmuştur ve ondan türeyen her şey onun zorunlu sonucundan başka bir şey değildir; öy­leyse neden kızıyorsun? Evren Tanrı tarafından yaratılmışsa, o zaman her şey yolundadır; ama eğer rastlantılarla, bir biçimde molekül ve atomlarca yönetiliyorsa, gene de sen rastlantılar ta­rafından yönetilmek zorunda değilsin.

Çok geçmeden toprak üstümüzü örtecek, sonra toprak da bir başka şeye dönüşecek, sonra o başka şey de bir başka şeye dönüşecek, bu böyle sonsuza dek sürüp gidecek. Bu sonu gel­mez değişim ve dönüşüm dalgalarını ve onların hızını düşünen kişi, ölümlü olan her şeyi küçümseyecektir.

29    Evrensel neden, her şeyi önüne katarak hızla akan bir seldir. Öyleyse ne yapmalı dostum? Doğanın şu anda senden istediğini yap; işe koyul gücün yetiyorsa, kimse bunun farkın­da mı diye çevrene bakınma. Platon'un cumhuriyeti7 gibi bir devlet umma, en küçük bir iyileşmeden memnunluk duy, ne denli küçük olursa olsun bir sonucu elde etmenin az şey olma­dığını düşün. Devlet adamcılığı oynayan ve kendilerine filozof süsü veren o küçük adamlar ne aşağılıktır! Salyaları akan ço­cuklar gibi tümü de! Ama kim değiştirebilir onların fikirlerini? Değiştirmezlerse, boyun eğiyormuş gibi yaparken sızlanıp du­ran insanların köleliğinden başka ne kalır geriye? Sen gene de İskender'den, Philip'ten ve Demetrius'tan sözet bana.8 Evrensel doğanın ne istediğini görüp kendilerini ona göre eğitselerdi, ardından giderdim onların; ama yalnızca sahnede kasıla kasıla rol yapan oyun kişileri gibi rol yaptılarsa, hiç kimse onları taklit etmeye yargılı kılmadı beni. Felsefenin işi yalın ve onurludur; boş böbürlenmelere kışkırtmayın beni.9

30    Dizi dizi insanlara, onların sayısız törenlerine, fırtınalı ve dingin havada yaptıkları deniz yolculuklarına, doğan, bir­likte yaşayan, sonra göçüp giden çeşit çeşit insanlara yukarıdan bak. Bir zamanlar başkalarının yaşadıkları yaşamı, senden son­ra yaşanacak yaşamı ve şu anda yabancı halklar arasında ya­şanmakta olan yaşamı düşün; kaç kişinin senin adını bile bil­mediğini, bilenlerin kaçının çok geçmeden unutacağını, belki de şu anda seni övmekte olan kaç kişinin çok geçmeden seni yereceğini düşün; ne anıların, ne ünün ne de başka herhangi bir şeyin adını anmaya bile değmeyeceğini düşün.

31   Dış nedenlerden kaynaklanan olaylar karşısında etkilen- mezlik; nedeni senden kaynaklanan eylemlerde doğruluk: baş­ka bir deyişle, biricik amacı, toplumun yararına davranmak olan dürtü ve eylemler; çünkü bu senin ikinci doğandır.

32   Sana sıkıntı veren yüzeysel şeylerden kendini kurtarma­ya gücün yeter; çünkü bunlar yalnızca senin imgeleminde var­dır; o zaman tüm evreni kucaklamak, öncesiz sonrasız zamanı kavramak, her şeyin hızla dönüşümünü ve doğumla ölüm ara­sındaki mesafenin ne denli kısa, doğumdan Önceki zamanın ne denli uzun olduğunu, ölümün ardından gelecek zamanın da nasıl eşit ölçüde sınırsız olacağını kavramak için geniş bir yer açacaksın kendine.

33   Şu anda gördüğün her şey çok geçmeden yokolacak, onların yokolduğunu görenler de sıraları gelince yokolacak; yaşlı ölen, vakitsiz ölenle aynı yaşta olacak.

34   Onların yönetici ilkeleri nelerdir? Hangi amaca yönelt­mişlerdir çabalarını, hangi nedenlerle sever, onurlandırırlar! Onların ruhlarını çıplak görmeye alış.10 Eleştirilerinin zarar verdiğini ya da övgülerinin yarar getirdiğini sanırlar, ne haddi­ni bilmezlik!

35    Yitim, dönüşümden başka bir şey değildir. Evrensel do­ğanın hoşuna gider bu, çünkü bütün şeyler onun ereğine göre mutlu bir biçimde olup biter. Ezelden beri her şey böyle olup bitmiştir, sonsuza dek de başka biçimlerde böyle olmayı sürdü­recektir. Öyleyse niçin "her şey kötü gitti, her zaman da kötü gidecek" diyorsun? Onca tanrı arasında buna umar bulunma­mış olabilir mi, dünyanın, sonu gelmez kötülükler altında ezil­meye yargılı olması olası mıdır?

36    Her şeyin altında yatan madde ne de kokuşmuş! Su, toz, kemik, pislik. Dahası: mermerler, toprağın nasırları; altın ve gü­müş, tortuları; giysiler, hayvan postları; erguvan rengi, kan; ge­ri kalan her şey de böyle. Soluğumuz da buna benzer, dönüşe­rek bir öğeden başkasına geçer.11

37    Yeter artık, bu acınası yaşama, bu sızlanmalara, bu soy­tarılıklara bir son ver. Niçin dert ediniyorsun? Bütün bunlarda yeni olan ne var? Seni şaşırtan nedir? Şeylerin nedeni mi? İn­cele onu. Yoksa madde mi? Onu incele öyleyse. Bunların ötesin­de başka hiçbir şey yok. Şimdi tanrılara karşı daha yalın, daha iyi olmaya çalışmanın vaktidir. Bu sorunları ha yüz yıl gözle­mişsin, ha üç yıl, hiç farketmez.

38   Eğer yanılmışsa, kötülük bundadır: ama belki yanılma­mıştır bile.

39   Ya, her şey, tek bir varlıkta olduğu gibi, tek bir ussal kaynaktan doğar, ki o zaman hiçbir parça bütünün çıkarına olan şeye kusur bulmamalıdır; ya da yalnızca atomlardan ve rastgele birleşip dağılmalardan başka bir şey yoktur.12 Öyleyse, niçin kaygılanıyorsun? Yönetici usuna de ki: "Ölü müsün, yıkı­ma mı uğradın, yabanıllaştın mı, yoksa ikiyüzlü mü oldun, sü­rüye mi katıldın, öteki hayvanlarla birlikte mi otluyorsun?"

40    Tanrılar ya güçlüdürler, ya değildirler. Güçlü değilseler, niçin onlara yakarıyorsun? Eğer güçlüyseler, niçin, bütün bun­lardan korkmama, onları istememe, bunlardan ötürü üzülme­me yetisini sana bağışlamaları için yakarmıyorsun onlara, belli bir şeyin olması ya da olmaması için yakaracak yerde? İnsanla­ra yardım edebiliyorlarsa, kuşkusuz, bu konuda da yardım edebilirler. Ama belki de şöyle diyeceksin: "Tanrılar bunu bana bıraktılar." Öyleyse, sana bırakılan bir şeyi özgür bir insana ya­raşır biçimde kullanmak, sana bağlı olmayan bir şey için acına­sı bir köle gibi çırpınmaktan daha iyi değil midir? En azından böyle yakarmaya başla, göreceksin. Şu adam şöyle yakarıyor: "Şu kadınla birlikte olabilsem!" Sense: "Şu kadınla birlikte ol­ma isteğimden kurtulabilsem!" diye yakarırsın. Bir başkası: "Şu adamdan kurtulabilsem!" diye yakarır, sense, "Şu adamdan kurtulmayı istemeyebilsem!" diye yakarırsın. Bir başkası, "Ço­cuğumu yitirmesem!" diye yakarır. Sense: "Onu yitirmekten korkmayabilsem!" diye. Tek sözcükle, yakarılarını bu doğrul­tuya yönelt ve sonuca bak.

41    Epikuros diyor ki:13 "Hastalığım sırasında bedenimin acılarından hiç sözetmedim, beni ziyarete gelenlerle de bu tür şeyler hakkında konuşmadım; doğa felsefesinin temel ilkelerini tartışmayı sürdürdüm, özellikle zihnin, bedenin devinimlerinin bilincinde olmasına karşın, onlardan etkilenmemeyi başarması, kendi iyiliğini bozulmadan koruması üstünde durarak. Hekim­lerin, önemli bir şey yapıyormuş havasına bürünmelerine de

fırsat vermedim, önceki gibi dingince, mutlu bir biçimde sür­dürdüm yaşamımı." Hastalandığında ya da başka müşkül du­rumlarda sen de Epiktetos gibi yap, çünkü başına ne gelirse gelsin, felsefeden uzaklaşmamak, budalalarla ve cahillerle ko­nuşmamak tüm felsefe okullarının ortak ilkesidir. Yalnızca o anda yaptığın şey ve onu yapmak için kullandığın araç üstün­de topla dikkatini.

42    Utanmazın biri seni incitirse, hemen şunu sor kendi kendine: "Dünyada utanmazların bulunmaması olanaklı mı­dır?" Olanaksızdır. Öyleyse olanaksız olanı isteme; çünkü bu insan da dünyada varolması kaçınılmaz olan utanmazlardan biridir. Bu düşünceyi, bir hırsızla, bir hainle, ya da başka bir kö­tü insanla karşılaştığında da akimda tut, çünkü bu tür insanla­rın varolmamalarının olanaksızlığını anımsar anımsamaz, onla­ra daha kolay katlanırsın.14

Başka yararlı bir şey de, kendi kendine şunu sormandır. "Bu kötülükle başedebilmemiz için doğa bize hangi erdemi vermiştir?" Çünkü doğa, örneğin, duyarsızlara karşı nezaketi, başka durumlar için de böyle panzehirler bağışlamıştır; yoldan sapmış birine doğru yolu göstermek her zaman gücümüzün sı­nırları içindedir. Çünkü yanlış yapan herkes, onun için saptan­mış olan hedefi kaçırmış, bu nedenle de yoldan çıkmış biridir. Hem sonra, sana ne zarar vermiştir bu kişi? Çünkü, kendilerine öfkelendiğin bu kimselerin hiçbiri, zihnini kötüleştirecek bir eylemde bulunmamıştır: çünkü başına gelecek her türlü kötü­lük ya da zararın gerçek barınağı zihnindir.

Cahil birinin cahil gibi davranmasında kötü ya da şaşılacak ne var? O insandan o yanlış davranışı beklemediğin için kendi kendini suçlamahsm belki de; çünkü onun bu kötülüğü işleye­bileceğini anlaman için yeterince araçlarla donatmıştır seni us, ama bunu unutmuşsun, bunun için de onun bu davranışına şaşıyorsun şimdi.

Ama her şeyden önce, birini sadakatsizlik ya da vefasızlık­la suçladığmda, dikkatini kendine çevir, çünkü suçun sende ol­duğu açıktır; bu karakterde birinin sözünü tutacağına güvendi­ğin ya da birine bir iyilik ettiğin zaman bunu karşılık bekle­meksizin ve iyiliğinin meyvesini, salt o eylemi yapmakla aldı­ğın inancıyla yapmadığın için. Daha ne istiyorsun, dostum? İyi­lik etmekle kendi doğana uygun olarak davranmış olman sana yetmiyor mu da, bir ödül bekliyorsun karşılığında? Gözünün, gördüğü için ya da ayaklarının, yürüdükleri için senden Ödül istemeleri gibi. Tıpkı, bunların her birinin kendilerine özgü iş­levlerini yerine getirmek için yaratılmış olmaları gibi, iyilik yapmak için dünyaya gelmiş olan insan da, iyi bir eylem yaptı­ğında ya da ortak yarara katkıda bulunduğunda, yalnızca varo­luş nedeninin gerektirdiğini yapmıştır, böylece de ödülünü al­mış olur.

Notlar

1      Bu bölüm, bazı karakteristik Stoacı temaları daha geniş olarak ele almaktadır: evrenin dört bir yanma düzen/yazgı/tanrı yayılmıştır; bütün insanlar, doğal erdem yetisine sahiptirler; 'ilgisiz şeyleri iyi ya da kötü şeylerle karıştırmak, ussal varlıklar olarak doğamıza aykırı davranmak; evrene ve evrendeki tüm olaylara yayılmış olan ussallık/yazgı/ tanrısal öngörüye karşı gelmektir.

2      veba: Her ne kadar bu sözcük geniş anlamda (belâ, felâket, yıkım vb anlamında) kullanılıyorsa da, Marcus'un, Verus'un orduları tarafından 166-7 yıllarında Do- ğu'dan getirilen veba konusundaki bilgisinin sözcüğün anlamını keskinleştirdi­ği söylenebilir.

3      Bu bölüm, Stoacı felsefenin temelindeki belli düşüncelere belirgin bir renk ver­mektedir. Bu düşünceler şunlardır: 1) evrenin, dört öğeden oluştuğu, bu öğele­rin en yükseğinin ateş olduğu, bütüne yayıldığı ve bütünü 'tasarımladığı' ve tanrıyls özdeşleştiği; 2) insanları (ussal varlıkları) da kapsayacak biçimde bü­tün hayvanların doğal olarak bir araya gelip bağlar oluşturma eğiliminde ol­dukları Marcus, hayvanların toplumsal içgüdüsünü; yapılarındaki kendim açı­ğa vurmaya çabalayan ateş öğesi olarak görmektedir; çünkü ussal hayvanlar (ergin insanlar) için, bu süreci ileri götürmemek, daha yüksek, daha 'ateşli' us­sal yaplarmı ortaya koymayı başaramamaktır.

4    Bkz. VI29; IX 38.

5      Düşürte tümüyle açık seçik değil. "Çocukların afacanlıkları, birbirleriyle dalaş­maları' (ya da 'oyuncaklar'), insan yaşamının sardonik bir görünümü gibi gö­rünüyor. "Cesetlerini oradan oraya taşıyan küçük ruhlar", Epiktetos'un yitik bir metninden bir parça. Ölülerin gölgeleri, duyguların boşluğunun imgesi gi­bidir. Yolculuk, Homeros'ta, örneğin Odysseia'da yer alan türden yolculukları belirti/or olabilir.

6    Nedeısel-özdeksel ayrımı için bkz. V 13.

7    Yani, nutlak ve ütopik bir kusursuzlukta.

8      Makeionya kralı II. Philip (MÖ 359-336), Büyük İskender'in babası; Demetrius Faleriıs, filozof ve hatip, MÖ 317-307 yılları arasında Atina'yı yönetmiştir. Bir başks kaynağa göre ise, Demetrius, olasılıkla Poliorcetes ('Kent Kuşatan'), Phi­lip ve İskender gibi Makedonya kralı (MÖ 294-87), ünlü generaldi.

9    Bu bilüm, Marcus Aurelius'un genel politik tavrını özetlemektedir: evrensel do- ğanır istediğini şimdiki rolün ve toplumun içinde etkin, pratik eylemle göster­meye çalışmalısın. Marcus Aurelius; hem ütopik politik kuramlardan (Pla- ton'ın ideal devleti, Cumhuriyet), hem de (İskender vb gibi), doğanın (ussallık ve etlem) istediğini yapmayan, bu anlamda, yalnızca devlet adamcılığı oyna- makan öte hiçbir şey yapmayan yöneticilerden uzak durur.

10    Onlam ruhlarım çıplak görmeye alış: Platon, Gorgias. Ayr. XII 2.

11    KarçVI13.

12      Bir lez daha, "Tanrı ya da atomlar'Ta karşılaşıyoruz, tanrısal öngörünün açıkça yeğlndiğine ilişkin bir belirti olmaksızın.

13      Bu imtı, Epikuros'un, Diogenes Laertius'ta yer alan, ölüm döşeğinde yazılmış mehıbundaki tavrı ile tutarlıdır. Bu tavrın Marcus Aurelius için çekiciliği açık­ça anlaşılmaktadır; Marcus Aurelius burada; Seneca'nın yaptığı gibi, Stoacılığın daha iyi bir biçimde dile getirdiği belli fikirlerin doğruluğunu kabul eden bir felsefî karşıtının sözlerini alıntılıyor.

14   Stoacı ahlâk, tepkisel davranışlardan (örn. öfke, suçlama) kaçınmamızı öngö­rür; bu tür davranışlar toplumsal ilişkilerimizin normal bir parçasıdır ve 'ilgisiz şeylefin (bkz. VII 26) gereğinden fazla değerlendirilmesiyle bağıntılıdır. Yap­mamız gereken; erdemi ussal bir biçimde uygulama yetimizi kullanarak 'bize bağlı' olan şeyi yapmaktır; başkalarına da böyle yapmaları gerektiğini öğrete­rek onlara yararlı olmaktır.

X.    Kitap

1   Bir gün, gerçekten iyi, yalm, açık, seni saran bedenden da­ha saydam olacak mısın, ruhum?1 Bir gün gerçekten iyiye ve sevmeye eğilim duyacak mısm? Bir gün tam anlamıyla doygun, hiçbir şeye gereksinim duymaz, hiçbir şeyi arzulamaz, haz bula­cağın canlı ya da cansız hiçbir şeyde gözü olmayan biri olacak mısın? Bunların daha uzun tadına varmak için hep daha çok za­man, ya da daha hoş yerler, ülkeler yahut daha uygun bir iklim, ya da daha hoş insanlarla birlikte olmak istemeyecek misin? Bir gün, şimdiki durumundan hoşnut olacak, şimdi sahip olduğun her şeyden haz duyacak mısın? Her şeyin sana tanrılardan gel­diğine, onlar için iyi olan her şeyin senin için de iyi olduğuna, bundan sonra da iyi olacağına inanacak mısın? Tanrıların, aynı doğaya sahip başkalarının varolmalarına olanak vermek için ay­rışıp yokolan her şeyi üreten, bir arada tutan, kucaklayan, ku­sursuz (iyi, adil ve güzel) canlı varlığı korumak için gerekli ola­nı bağışlayacaklarına inanacak mısın? Gün gelecek, tanrılar ve ölümlülerle birlikte, onlara karşı hiçbir yakınmada bulunmaksı­zın, onlarca lânetlenmeksizin, birlikte yaşayabilecek misin?

2    Doğanın senden ne istediğine bak, yalnızca doğa tarafın­dan yönetilen bir varlık olarak; sonra canlı varlık olarak, doğan bundan zarar görmeyecekse onu yerine getir. Sonra da yaşayan bir varlık olarak doğanın senden istediğine bak ve tam olarak kabul et onu, ussal varlık olarak doğana zarar vermedikçe. Ama ussal olan; ussallığından ötürü aynı zamanda bir toplum­sal varlıktır. Bu kuralları uygula ve artık başka bir şey için kay­gılanma.

3    Her olay senin doğanın katlanabileceği biçimde de mey­dana gelebilir, kazanamayacağı biçimde de. Öyleyse eğer do­ğan gereği katlanabileceğin biçimde bir olay meydana gelirse, yakınma, doğanın sana verdiği yetiyle katlan ona; ama eğer do­ğan gereği kazanamayacağın bir biçimde meydana gelirse, ge­ne de yakınma, çünkü çok geçmeden bunun sonu gelir. Öyley­se, doğan gereği, yargı yetini kullanarak katlanılabilir ve daya­nılabilir kılabileceğin her şeye katlanabilirsin, çıkarının ya da görevinin bunu gerektirdiğine kendini inandırırsan.

4    Eğer yanılıyorsa, nazikçe doğrusunu söyle, yanlışını gös­ter ona; bunu yapamazsan yalnızca kendini suçla, hatta kendini bile suçlama.

5    Başına ne gelirse gelsin, ta ezelden senin için saptanmış­tır, bir nedensellik ağı seninle bu başına geleni birlikte doku­muştur.

6    Atomlar olsun, doğa olsun, her şeyden önce, benim doğa tarafından yönetilen bütünün bir parçasını oluşturduğum ve doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalara bir akrabalık ba­ğıyla bağlı olduğum açıktır. Bunları usumda tutarsam, bir par­ça olarak bütünden bana ayrılan hiçbir şeyden ötürü hoşnut­suzluk duymam, çünkü bütün kendisine yararı olmayan hiçbir şeyi kapsamaz; bütün doğal varlıklar bu ortak özelliğe sahip oldukları gibi, evrenin bir ayrıcalığı daha vardır: hiçbir dışsal neden, onu kendisine zararlı olabilecek bir şey üretmeye zorla­yamaz.2

Öyleyse, böyle bir bütünün parçası olduğumu anımsar­sam, ondan gelecek her şeyi memnunlukla karşılarım; doğası benimkiyle aynı olan öteki parçalarına bir biçimde yakından bağlı olduğum için de, hiçbir zaman ortak iyiliğe aykırı davran­mam, her zaman benzerlerimi gözetir, tüm çabamı onların iyili­ğine adar, ona aykırı olan her şeyden kaçınırım. Bunları bir kez yerine getirince, yaşamım dingince yolunda ilerler, tıpkı her za­man kendini yurttaşlarının iyiliğine adayan ve kentinin ondan istediği her şeyi memnunlukla karşılayan bir insanın yaşamının sana dingin görünmesi gibi.

7    Bütünün her parçası, doğal olarak evrenin kapsadığı her şey, zorunlu olarak yokolur (bu sözcük "değişikliğe uğrar" an­lamında alınırsa). Bu, doğal olarak parçalar için zorunluluk ol­manın ötesinde kötü bir şey olsaydı, bütünün koşulları da iyi olmayı sürdürmezlerdi, parçalar durmadan değişime uğradık­larına ve yokolmak için oluşturulduklarına göre. Yoksa doğa kendisini oluşturan parçalara zarar vermeye mi çalışıyor; onları yalnızca kötülüğe eğilimli değil, kötülük işlemeye yazgılı ola­rak mı yarattı; bu tür olaylar onun bilgisi dışında mı olmakta­dır, yoksa? Bu varsayımların ikisi de saçmadır.

Bundan başka, doğayı bir yana bırakarak, şeyleri onların yapılarının gereğiyle açıklamak istersek, bütünün parçalarının değişime uğramak için doğduklarını öne sürmek, ama aynı za­manda -sanki doğaya aykırı bir şey sözkonusuymuş gibi- böy­le bir değişime şaşmak ya da bundan ötürü üzüntü duymak daha da saçma olur; özelikle de her nesnenin onu oluşturan öğelere ayrıldığını göz önüne alırsak. Bu ayrışma ya her varlığı oluşturan atomların dağılması ya da katı olanın topraksı bir şe­ye, yaşamsal olanın havasal olana dönüşmesidir; böylece, bu öğeler de bütünün usu tarafından yeniden özümlenirler, evren ister dönemsel olarak ateş3 tarafından yakılıp yokedilsin, ister sürekli dönüşümlerle kendini yinelesin.

Bu katı beden ve bu yaşamsal soluğun doğduğun zaman­dan beri aynı olduğunu sanma. Çünkü bütün bunlar daha dün ya da önceki gün besin maddelerinden ya da solunan havadan oluşmuştur; öyleyse, dönüşen şey, annenin doğurduğu şey de­ğil, sonradan gelişen şeydir. Değişen bedeninin senin bireysel karakterine sıkı sıkıya bağlı olduğu varsayılsa bile, kanımca, benim az önce öne sürdüğüm görüşle çelişmez bu.

8    Kendine; iyi, alçakgönüllü, doğrucu, sakımmlı, uysal, yücelmiş nitelemelerini verdikten sonra onların yerine başkala­rını koymamaya özen göster; bu nitelikleri yitirmek zorunda kalırsan, hemen geri dön onlara.4 "Sakımmlı" teriminin, her nesneyi derinden kavramak için gerekli dikkati gösterme, yü­zeysellikten kurtulma; "uysal" teriminin, evrensel doğanın sa­na ayırdığı her şeyi gönüllüce kabul etme; "zihnin yüceltihne- si"nin ise, düşünen yanını; bedenin dingin ya da şiddetli çal­kantılarının, ünün, ölümün üstüne çıkarma anlamına geldiğini unutma.5

Bu niteliklere, görünüşü kurtarmak için değil, (onları sa­na başkalarının vermesini beklemeksizin) gerçekten lâyık ol­mayı başarırsan yeni bir insan olursun, yeni bir yaşama baş­larsın. Çünkü o zamana dek yaptığın gibi yaşamın acılarına, pisliklerine bulaşmayı sürdürmen, kaba ve aşağılık bir insan olmaktır; yabanıl hayvanlarca parçalanmış, yaralar ve kan pıhtıları içinde, salt aynı koşullarda aynı dişlerin ve pençele­rin önüne atılmak için bir güncük daha yaşam dilenen gladya­törler gibi.6

Bu niteliklere tam anlamıyla sahip olmaya çalış, onlara sa­hip olmayı başarırsan, Mutlular Adaları'ndan7 birine ulaşmış biri gibi kal orada, ama bocaladığının ayrımına varırsan ve de­netimini yitirirsen, duruma yeniden egemen olabileceğin bir köşeye çekil, ya da bütün bütün çekil yaşamdan, ama öfke duy­maksızın, yalın bir biçimde, özgürce, alçakgönüllüce, yaşamın­da bir kez olsun iyi bir eylem yapmış biri gibi: yaşamdan bu bi­çimde ayrılmış olma eylemini.

Bununla birlikte bu sıfatları anımsamaya gelince, sürekli olarak tanrıları düşünmenin; onların istedikleri şeyin övgü de­ğil, bütün ussal varlıkların onlara benzemek için çaba harcama­ları olduğunu; incir ağacının, incir ağacının işlevini; köpeğin, köpeğin işlevini; arının, arının işlevini yerine getirmesi gibi in­sanın da, insanın işlevini yerine getirmesi gerektiğini düşünme­nin sana büyük yardımı olur.

9   Ucuz komedya, savaş, yılgınlık, uyuşukluk, kölelik. Bun­lar, senin doğayı incelemeksizin oluşturduğun kutsal öğretileri gün gün yıpratırlar. Oysa durum ne olursa olsun, kendi görevi­ni sona erdirecek biçimde görüp davranmalı; aynı zamanda ku­ramı uygulamalı ve her nesnenin bilimsel olarak tanınmasın­dan kaynaklanan özgüveni ne gösterişli biçimde ne de gizlice, bozulmadan korumalısın. Yoksa, yalınlığın, onurluluğun, her nesnenin doğasını, yani onun özünde varolan şeyi, evrende tut­tuğu yeri, doğal olarak varlığını ne kadar zaman sürdüreceğini, onu oluşturan öğeleri, kime ait olabileceğini, onu kimin verebi­leceğini ve kimin alabileceğini bilmenin tadına ne zaman vara­caksın?

10  Bir örümcek bir sinek yakaladığı zaman gururlanır; biri küçük bir tavşan yakaladığı; bir başkası sardalye tuttuğu; bir başkası yabandomuzu; bir başkası ayı; başkası da Sarmatya'h8 yakaladığı zaman. Onları böyle davranmaya iten şeyi çözüm­lersen, tümü de yağmacı değil de, nedir?

11   Şeylerin birbirlerine nasıl dönüştüklerini incelemek için bir yöntem9 edin; dikkatini sürekli olarak bu incelemeye yö­nelt, çünkü hiçbir şey ruhu bundan çok yüceltemez. Bunu ya­pan kişi, bedeninden soyunmuş gibidir ve çok geçmeden bütün dünyasal şeyleri ardında bırakacağını ve insanlardan ayrılaca­ğını düşünerek yaptığı şeylerde kendini bütünüyle doğruluğa, başka bir biçimde meydana gelen şeyler için de evrensel doğa­ya adar. Başkalarının onun hakkında söyleyecekleri ya da dü­şünecekleri ya da ona karşı yapacakları şeyleri hiç umursamaz, çünkü şu iki şey yeter ona: şu anda yapmakta olduğu şeyde doğruluğa uygun olarak davranmak ve şu anda ona verilen şeyden memnun olmak; bu kişi her türlü sıkıntıyı ve dikkat da­ğınıklığını kendinden uzaklaştırır, yasalara uyarak doğru yolda ilerlemekten ve her zaman doğru yolu izleyen Tanrı'yı izlemek­ten başka bir şey istemez.

12    Ne yapılması gerektiğini görmek ve doğru yolu görü­yorsan ardına bakmaksızın o yolda isteyerek ilerlemek gücü­nün sınırları içindeyken10 onca varsayıma ne gerek var? Eğer göremiyorsan, yargını ertele11 ve en iyi danışmanlarından ya­rarlan; yoluna başka engeller çıkarsa, her zaman sana doğru görünene bağlı kalarak ilerleme olanağına sahipken, o andaki durumun sana sunduğu fırsatları iyi değerlendir. Bu amacı ger­çekleştirmek insanın isteyebileceği en iyi şeydir, çünkü gerçek yanılgı bunda başarısızlıktır. Her şeyde usa uygun davranan kişi; ölçülü, aynı zamanda kararlı, neşeli ve ağırbaşlıdır.

13    Uykudan uyanır uyanmaz, kendi kendine şu soruyu sor: âdil ve doğru davranışlarından ötürü başkalarının kınama­larının senin için bir önemi var mı? Hiçbir önemi yok. Başka­larını över ya da yererken öylesine şişinen bu insanların yatak­ta ya da sofrada nasıl davrandıklarını, neler yaptıklarını, neler­den kaçındıklarını ve nelerin ardına düştüklerini, nasıl elleri ve ayaklarıyla değil, en değerli yanlarıyla, insan isterse içinde inancın ve alçakgönüllülüğün, gerçeğin ve yasanın, iyi bir ko­ruyucu ruhun belirdiği yanlarıyla hırsızlık ve yağma yaptıkla­rını unuttun mu yoksa?

14    İyi eğitilmiş, saygılı insan, her şeyi veren ve her şeyi ge­ri alan doğaya şöyle der: "İstediğini ver, istediğini al." Ama bu­nu doğaya meydan okurcasına değil, bir boyun eğişle ve onun istekleriyle tam bir uyum içinde söyleyecektir.

15    Çok az zamanın kaldı. Bir dağın tepesine çekilmişsin gi­bi yaşa onu, çünkü ha orada yaşamışsın, ha burada ne farkeder, nerede yaşarsan yaşa, bu büyük evren kentinde yaşıyorsan. İn­sanlar doğaya uygun olarak yaşayan kişiyi gelip görsünler, in­celesinler. Ona katlanamazlarsa öldürsünler onu, çünkü onlar gibi yaşamaktansa ölmek daha iyidir.

16    İyi bir insanın nasıl olması gerektiğini tartışma artık, iyi bir insan ol!

17    Sürekli olarak zamanın bütününü ve özün bütününü düşün; her bir parçanın özün tümüne oranla bir incir çekirde­ğinden, zamanın tümüne oranla ise bir delginin bir dönüşün­den başka bir şey olmadığını düşün.

18    Varolan her şeye dikkatle bak; çözülmeye ve dönüşme­ye yakın olduğunu, onun bir değişim, bir çürüme ve dağılma süreci içinde olduğunu ya da, bir anlamda, ölmek için doğmuş olmasının, nasıl doğasının bir parçasını oluşturduğunu düşün.

19    Onların yemek yerken, uyurken, çiftleşirken, bağırsakla­rını boşaltırken, bunun gibi şeyler yaparken nasıl olduklarını tasarla; sonra nasıl başkanlık tasladıklarını, yiğitlendiklerini, kendilerine havalar verdiklerini, öfkeye kapıldıklarını ve baş­kalarını onlara tepeden bakarak eleştirdiklerini. Oysa daha kı­sa bir süre önce ne çok şeyin ve hangi nedenlerden ötürü tutsa­ğı olduklarını da düşün! Ve az sonra gene aynı duruma düşe­ceklerini.

20    Evrensel doğanın her şeye verdiği, o şeyin yararınadır ve tam da ona yararlı olduğu anda verilir.

21    "Toprak yağmur ister; kutsal eter de ister".12 Evrense yazgı olanın olmasını ister. Bunun için şöyle diyorum evrene: "Senin istediğin, benim de istediğimdir." Şu deyim de bunu içermiyor mu: "Bu şey, olmak istiyor."

22   Ya bu dünyada yaşamayı sürdürürsün, ki buna artık alıştın; ya da onun dışına çıkarsın ve bunu kendi isteğinle ya­parsın; ya da ölürsün, böylece işlevin sona erer. Bunun dışında başka seçenek yok. Öyleyse, yürekli ol!

23   Kırsal bölgenin, bulunacak başka herhangi bir yer gibi olduğunu açıkça gör; buradaki her şey, bir dağın tepesindekile- rin ya da deniz kıyısmdakilerin ya da başka her yerdekinin ay­nıdır. Tam da Platon'un dediği gibi: "Dağda bir koyun ağılına kapatılmış, meleyen koyunlarını sağıyor."13

24   Yönetici ilkemin benim için anlamı nedir, şu anda ne için yararlanıyorum ondan, hangi amaç için kullanıyorum onu? Ustan yoksun mu? Toplumdan ayrılmış ve soyutlanmış değil mi? Yoksa bedenimin bütün devinimlerine katılacak kadar, onunla birleşmiş, kaynaşmış mı?

25   Efendisinden kaçan, kaçak bir köledir, ama bizim en üs­tün efendimiz yasadır, bu nedenle ona aykırı davranan kişi ka­çak bir köledir. Bunun gibi, kendini acıya, öfkeye, korkuya kap­tıran; her şeyi yöneten, yani herkese payına düşeni veren yasa tarafından belirlenen şeylerin olmamış olmasını, olmakta olma­masını, ileride olmamasını isteyen kişi de. Sonuç olarak, kor­kan, acı çeken ya da öfkelenen kişi de kaçak bir köledir.

26   Erkek, tohumunu dölyatağma saçar ve çekilir; ardından başka bir neden gelir, onu işler ve yeni doğmuş bir bebek oluş­turur. Böylesine basit bir başlangıçtan böylesine üstün bir so­nuç! Sonra bebek, besini yemek borusundan aşağı göndermeye başlar; işte bir başka neden yeniden araya giriyor ve duyarlığı, içgüdüyü, tek sözcükle yaşamı, gücü ve başka birçok çeşitli ye­tiyi yaratıyor. Bütün bu şeylerin gizemini iyi düşün ve onları üreten gücün ayrımına var; tıpkı şeylerin düşmesine ya da ha­vaya yükselmesine14 neden olan gücün gözlerimizle değil, ama gene de açık seçik bir biçimde ayrımına vardığımız gibi.

27   Geçmişte olan bütün şeylerin şimdi de olduğunu, gele­cekte de olacağını sürekli olarak düşün. Deneyiminle ya da es­ki tarihten öğrendiğin bütün dramları ve birbirinin aynı sahne­leri gözünün önüne getir; örneğin, Hadrianus'un ya da Antoni- nus'un, yahut Philip'in, İskendeTin ya da Croisos'un15 sarayla­rını düşün; çünkü bunların her birinde oyun aynıydı, yalnızca oyuncular farklıydı.

28   Herhangi bir nedenden ötürü acı çeken ya da hoşnutsuz olan bir insanı düşün; kurban edilen küçük bir domuzun tekme atıp bağırması gibi. Yatağında tek başına16, sessizlik içinde, eli­ni kolunu bağlayan zincirlerden ötürü yakınan bir insan da böyledir. Olaylara kendi özgür istemiyle boyun eğme yetisinin yalnızca ussal bir yaratığa bağışlandığını, oysa bütün ötekiler için boyun eğmenin mutlak bir zorunluk olduğunu da düşün.17

29   Her eyleme giriştiğinde durup ölümün, salt seni bu ey­lemden yoksun kılacağı için mi korkulacak bir şey olduğunu sor kendi kendine.

30   Başkalarının yanlışlarından ötürü kızdığın zaman he­men konuyu değiştir; örneğin, paranın ya da zevkin, ünün ve benzeri şeylerin iyi olduklarını düşünerek yaptığın hataları anımsa. Bunları düşünürken, çok geçmeden öfkeni unutacak­sın, çünkü öteki kimsenin böyle davranmak zorunda olduğunu düşüneceksin; başka ne yapabilirdi ki? Elinden gelirse, onu zorlayan nedeni ortadan kaldırmaya çalış.

31    Satyrion'u, Eutyches'i ya da Hymen'i gördüğünde Sok­rates'in bir çömezini tasarla; Eutychion'u ya da Silvanus'u gö­rünce, Euphrates'i; Tropaeophorus'u görünce Alciphron'u, Se- verus'u18 görünce, Kriton'u ya da Ksenophon'u düşün; kendi­ne bakınca da, Cacsar'lardan birini düşün19; herkes için aynı şe­yi yap. Sonra şu gelsin usuna: "Şimdi neredeler? Hiçbir yerde, ya da kimbilir nerede?" Böylece, insan yaşamının dumandan, bir hiçten başka bir şey olmadığını göreceksin, özellikle de, bir kez değişime uğrayan bir şeyin sonsuz zaman içinde bir daha hiç geri dönmeyeceğini anımsarsan. Neden kaygılanıyorsun öyleyse? Şu kısacık ânı uygun bir biçimde geçirmekten niçin memnun olmuyorsun? Hangi maddî koşuldan, hangi durum­dan kaçıyorsun? Bütün bunlar, kesin olarak ve bilimin ilkeleri­ne göre yaşamın olaylarının içine işlemeyi öğrenmiş bir zihin için bir sınama fırsatı değilse nedir? Bütün bunları da özümle- yinceye dek diren öyleyse, her çeşit besini özümleyen sağlam bir mide, içine atılan her şeyi aleve ve ışığa dönüştüren harlı bir ateş gibi.

32   Hiç kimse senin içtenliksiz olduğunu ya da dürüst ol­madığını haklı olarak söyleyemesin; senin için buna benzer şeyler söyleyen kişi yalan söylesin. Bu senin gücünün sınırları içindedir; senin dürüst ve içten olmanı kim engelleyebilir? Ar­tık böyle olamıyorsan yaşamayı sürdürmemeye karar vermeli­sin; böyle olmamanı us da onaylamaz.

33    Belirli bir maddî durumda, yapılabilecek ya da söylene­bilecek en doğru şey nedir? Çünkü ne olursa olsun, bir engeli bahane etmeksizin, onu yapmak ya da söylemek senin gücü­nün sınırları içindedir. Her durumda, önceden görülsün ya da görülmesin, insan yapısına özgü bir şeyi gerçekleştirmenin ve­receği doyumu tadıncaya dek yakınmaktan vazgeçmeyeceksin. Bunun senin için taşıdığı anlam; zevk peşinde koşan kişi için zevkin taşıdığı anlamın aynıdır. Gerçekten, her durumda doğa­na uygun olarak davranabilmeyi büyük bir sevinç saymalısın; bu senin için her yerde olanaklıdır. Bunun tersine, bir silindire kendi doğal devinimine göre her yerde dönme yetisi verilme­miştir,20 ne suyun, ne ateşin, ne de doğal bir yasayla ya da ka­tıksız bir biçimde hayvansı bir ruh tarafından yönetilen bütün öteki şeylere verilmiştir bu yeti; çünkü onlara karşı duran bir­çok engel, birçok direnç vardır. Ama zihin ve us, doğaları ve is­temleri gereği, bütün engellerin üstesinden gelebilir.

Bunun için, usun bütün engellerin arasından yolunu bula­bilme kolaylığını her zaman göz önünde bulundur; ateşin do­ğal olarak yukarı doğru, taşın aşağı doğru, silindirin eğik bir düzlemde devinmesi gibi; başka soru sorma. Tüm öteki engel­ler ya yaşamdan yoksun bedenimizle ilgilidir, ya da usun kara­rı ve onayı olmaksızın bizi yaralayamazlar, bize en küçük bir zarar veremezler .

Eğer böyle olmasaydı, kötülüğe uğrayan kişi hemen kötü olurdu; bütün öteki durumlarda, doğal bir yapı bir kötülüğe uğradığı zaman, bunun sonucu olarak daha kötü olur, oysa bu­rada, denebilirse, insan varlığı başına gelenden doğru olarak yararlanırsa daha iyi, daha övgüye değer olur. Özetle, doğası gereği kente zarar vermeyen bir yurttaşa hiçbir şeyin zarar ve­remeyeceğini; aynı biçimde yasaya zarar vermeyen kente hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini unutma. Ama bu sözde talihsizlik­lerin hiçbiri yasaya zarar vermez. Bunun için de, yasaya zarar vermediğine göre, ne kente zarar verir, ne de yurttaşa.

34   Gerçeğin acısını tatmış birini, acıya ve korkuya kapıl- maması için uyarmaya kısa, beylik bir deyiş bile yetecektir. Ör­neğin:

"Rüzgârın yerlere saçtığı yapraklar

gibidir insan kuşakları."21

Yapraklar gibidir çocukların da; yapraklar gibidir sana coş­kuyla övgüler yağdıran, ya da tersine, seni lânetleyen ya da gizli gizli seni kınayan yahut alaya alan insanlar da; yapraklar gibidir sen göçüp gittikten sonra ününü aktaracak olanlar. On­ların tümü de "ilkbaharda doğarlar,"22 sonra rüzgâr gelir, yere savurur onları, sonra orman "yenilerini üretir yerlerine."23 Kısa ömür her şeyin ortak yazgısıdır, ama sen her şeyden kaçıyor­sun ya da her şeyin ardından gidiyorsun, sonsuza dek varlığını sürdürecekmiş gibi. Bir süre daha, sonra gözlerini yumacaksın, çok geçmeden seni mezara dek izleyen kimse için ağlayacak bir başkası da.

35    Sağlıklı bir göz görülebilen her şeye bakmalı, ama "Yal­nızca yeşil olanı istiyorum ben" dememeli, çünkü bu, hastalıklı gözlerin belirtisidir. Sağlıklı bir kulak ve burun da bütün sesleri ve bütün kokuları algılamaya hazır olmalıdır; sağlıklı bir mide de her türlü besini sindirmeye eğilimli olmalıdır, tıpkı değirme­nin öğütmek için yapıldığı her şeyi öğütmeye hazır olması gibi. Bunun gibi, sağlıklı bir zihin olup biten her şeyi algılamaya ha­zır olmalıdır; ama, "Çocuklarımın sağlıklı ve güvenlik içinde olmaları için Tanrı'ya yakarıyorum!", ya da "Ne yaparsam ya­payım, herkes beni Övsün!" diyen bir zihin, yalnızca yeşil gör­mek isteyen bir göz, ya da yalnızca yumuşak şeyler isteyen diş­ler gibidir.

36   Hiç kimse; ölüm döşeğinin başucunda durup o hüzünlü olayı sevinçle karşılayacak birini yanında bulamayacak kadar şanslı değildir; ciddî ve akıllı24 bir kişiyse, hiç kuşkusuz son an­da içinden: "Neyse ki bu ukalâ öğretmenden kurtuluyoruz, ni­hayet rahat bir soluk alabiliriz. Hiçbirimize kötü davranmadı, ama içinden bizi suçladığını sezinliyordum," diyecek birisi ola­caktır mutlaka. Ciddî adam için böyle söylerlerdi. Ama bizim durumumuzda, birçok kimsenin sonumuzu görmekten mutlu­luk duymasına yol açacak ne çok başka neden var! Öyleyse ölüm ânında bunu düşün, şöyle söyleyebilirsen yeryüzünden ayrılmak daha kolay olur: "Çok tuhaf bir yaşamı ardımda bıra­kıyorum; uğrunda onca çaba harcadığım, onlar için onca yakar­dığım, öylesine özen gösterdiğim arkadaşlarım bile, belki de, ölümümden ötürü bir anlamda ferahlayacaklarını umarak, çe­kip gitmemi istiyorlar," Öyleyse şu dünyada daha uzun kalma­nın ne anlamı var? Ama bundan ötürü dostlarından daha az sevgiyle ayrılma, karakterine bağlı kalmayı, onlar için iyilik, se­vecenlik duymayı sürdür. Bundan başka, sürükleniyormuşsun gibi değil, güzel bir ölümle, ruhun bedeninden kayıyormuşça- sma ayrıl onlardan. Yaşamını onlarınkiyle birleştiren, onlarınki­ne bağlayan doğadır çünkü; ama şimdi düğümü koparıyor. Gerçekten de yakın akrabalarından ayrılıyormuş gibi koparılı­yorum onlardan, ama esef etmeksizin direnç göstermeksizin. Çünkü bu da doğaya uygun eylemlerden biridir.

37   Birinin yaptığı her eylemde, kendi kendine: "Bu adam bu eylemiyle neyi amaçlıyor?" diye sormaya alıştır kendini, olabildiğince. Ama kendinden başla; önce kendini incele.

38   Varlığının iplerini devindiren25 gücün kendi içinde gizli olduğunu unutma: bu, etkinliğin, yaşamın, denebilirse insanın kendisidir. Bunun niteliğini tasarladığında, ne onu saran etten kılıfla kanştır, ne de ona yapışık organlarla; çünkü bunlar elin­de tuttuğun bir balta gibidirler, onlardan yalnızca bedenine sımsıkı yapışık olmalarıyla ayrılırlar. Bu parçalar, gerçekte, on­ları devindiren ve denetleyen neden olmaksızın, mekiğin doku­macıya, kalemin yazara, kırbacın arabacıya olduğundan daha yararlı değildirler.

Notlar

1     Ruh-beden ayrımı için bkz. II 2 Not 2.

2      Bir kez daha 'Tanrı ya da atomlar' çıkıyor karşımıza. Marcus Aurelius, takdiri ilahiden yana açıkça bir tavır ortaya koymasa da, bu bölümün bütünü; tanrısal öngörüye dayanan Stoacı dünya görüşünün doğruluğunu varsaymaktadır.

3     dönemsel olarak ateş tarafından yakılıp yokedilen: bkz. V 13.

4      Stoacılar, dilin uzlaşımsal değil, doğal kaynaklı olduğu savını öne sürdükleri için, onlara göre, terimlerin anlamı, belirttikleri fikri doğrulamalı, onun bir ka­nıtını oluşturmalıydı. Özellikle Epiktetos; Antistenes'in ve Sokrates'in geleneği­ni benimseyerek, sözcüklerin özgün anlamına dönülmesinde direnmişti; Epik­tetos'un bu konuda bir de denemesi vardır.

5      Nitelemelerin ahlaksal yönlendirilişi Epiktetos'ta da vardır; ancak Epiktetos'ta bunlar Stoacı kurama göre, bir insan varlığı ya da ussal hayvan rolü oynama­nın bir parçasını oluşturan erdemler değil, toplumsal rollerdir (bkz. Cicero); in­san ancak insanın işlevini yerine getirerek, tanrılara benzeyebilir.

6      Gladyatörler gibi-, Marcus Aurelius'un oyunlara karşı olumsuz tavrı için bkz. VI 46.

7      Mutlular Adaları: doğru insanlara öldüklerinde ayrılan kusursuz mutluluk yeri; Okyanus'ta oldukları sanılıyor. Marcus Aurelius zamanında bu deyim hemen hemen bir atasözüne dönüşmüştü.

8      Tuna'nın karşı-yakasmda bir kabile; Marcus Aurelius, Avidius Cassius'un baş­kaldırdığına ilişkin haberin ardından, MS 175 yılında alelacele Sarmallarla bir silâh bırakışma yaptı. Burada, Marcus belki de Sarmatları fethedişine (ya da fethetme planına) 'kozmik' bir görüngeden bakıyor; bu nedenle, MS 175 yılın­da Sarmaticııs unvanını aldı.

9     Yöntem için bkz. III11 Not 12.

10   Gücünün sınırları içindeyken: karş Epiktetos'un, erdemin 'bize bağlı' ya da 'gü­cümüzün sınırları içinde' olduğu düşüncesi.

11   Yargını ertele: neyi istemen gerektiğinden (örneğin, doğru ve erdemli olanı) emin oluncaya dek isteğini ertelemeni öneren Epiktetos ile karş.

12   Euripides'ten alıntı. Stoacı evren (ya da onun içerdiği tanrısallık) fikrinin ışığın­da yorumlanmış. Stoacılara göre, evren olumlu ve yaratıcı bir güçtür, biz de ken­di ussallığımızı (ya da tanrısallığımızı) devinime geçirerek yanıtlamalıyız onu.

13   "Dağda bir koyun ağılına kapatılmış...": Platon'un Ttartetus'undan alıntı; yer deği­şikliğinin gerçek anlamda bir şey değiştirmediği ana temasına üstü örtülü bi­çimde bağlanıyor. Platon'un tümcesi, işi başından aşkın, sömürgen bir yöneti­cinin sardonik bir biçimde betimlenmesinin bir bölümüdür; filozofla politikacı ya da dünyasal bir kimse arasındaki karşıtlığın bir parçasını oluşturuyor.

14   "Şeylerin düşmesine ya da havaya yükselmesine...": Antik düşünceye göre, sırasıy­la çekim gücü ve merkezkaç güç.

15   Croisos: zenginliğiyle ünlü, son Lydia kralı (MÖ yakl. 560-546). MÖ 547-6'da Pers kralı Sirus tarafından yenilgiye uğratıldı.

16   Yatağında tek başına... : Marcus Aurelius burada, olasılıkla hasta bir kimseden sözediyor.

17   Bu tümce, iki fikri birleştiriyor: 1) bütün insanların isteseler de istemeseler de yazgıya boyun eğmek zorunda oldukları; 2) ussal hayvanların (yetişkin insan­ların) yazgıya özgürce, başka bir söyleyişle, ussal olarak, onu takdiri İlâhi ola­rak kabul edip boyun eğebilecekleri.

18   Metin bozuk.

19   İlk üç ad (bilinmeyen), çağdaş Akademi üyeleri olsa gerek (Sokrates/Platon'un izinden gidenler); Kriton ve Ksenophon Sokrates'in öğrencileri olabilirler. Kri- ton'un adı Platon'un diyaloglarından birine verilmiştir {Kriton). Ksenophon, Atinah tarihçi (MS yakl. 428,354), Sokrates'in Savunması adlı bir kitap da yaz­mıştır. Eutychion, Silvanus çağdaş Stoacılar olmalı; genç Plinius'un (MS 1. yüz­yıl) hocası olan Euphrates de; Tropaeophorus ve Alciphron'un kimlikleri bilin­miyor; Severus (bkz. I 14.) olasılıkla, Sokrates'in dostları Kriton ve Ksenophon gibi, filozof dostu. Marcus Aurelius, kendisini Sezaı'lardan birine benzetiyor (lulius Caesaf dan Nero'ya kadar Roma hükümdarları).

20   Bu oldukça karışık bölümün ana fikri, yazgı ile ilgili Stoacı düşünceden kay­naklanmaktadır. İnsan ussallığı; evrensel nedensellik ve yazgıyla uyumludur. Fiziksel nesneler (örn. bir yamaçtan yuvarlanan bir silindir) ancak, devinimleri­ni engelleyen dışsal engeller olmadıkça doğalarının gereğim yerine getirebilir­ler. Oysa insan doğası, ussal niteliğini koşullar ne olursa olsun ortaya koyabi­lir, görünürdeki engelleri (onları yazgının gereği olarak kabul edip) yararlı bir duruma getirebilir; bunu yaparken de, kozmik kentin 'yurttaşlığını' ortaya ko­yar; bu kentin yasaları (ussal ilkeleri) olaylardan etkilenemez.

21    Homeros: llyada.

22    Homeros, age.

23   Şiirin ahlâksa! işlevi için bkz. XI 6 'Yapraklar vb': Homeros, ilgada’nm ünlü bir bölümü.

24   Ciddî ve akıllı: Marcus Aurelius'un (az sonra 'bizim durumumuz'a dönse de) ak­lında kendisi değil, insanların Stoacı bir bilgeye (bir ideal dışında böyle biri va­rolmuşsa) nasıl tepki gösterecekleri vardır.

25   Marcus Aurelius, burada, kukla imgesini yeniden kullanıyor (bkz. III 16 Not 18); iplerin izlenimler ya da duygular tarafından değil, yönetici ilke tarafından, kullandığı bedensel araçlarla değil, etkin nedenle özdeşleştirilen insan'm kendisi tarafından yönetildiğini belirtiyor Marcus Aurelius. Platon, bu imgeyi kullanır­ken, insanların, ideal olarak, usun ya da yasanın 'altın ipleri'ne boyun eğmele­rini düşünüyor.

XI.    Kitap

1    Ussal ruhun nitelikleri şunlardır: kendi kendini görür, kendi kendini devindirir, kendi kendini istemine göre biçimlen­dirir, ürettiği meyveleri devşirir (oysa bitkilerin meyvelerini, hayvanlarınsa bunlara denk düşen ürünlerini başkaları derer), ölüm onu hangi anda yakalarsa yakalasın, her zaman hedefine ulaşır; kesintilere uğrasa bile, bir dansta, bir sahne oyununda ya da benzer sanatlarda olduğu gibi, eyleminin tümü yarım kalmaz; nerede, hangi sahnede olursa olsun, son, beklenmedik biçimde onu nerede yakalarsa yakalasın, önüne koyduğu hede­fi tam olarak gerçekleştirir; öyle ki, "Benim olan her şeye sahi­bim" diyebilir.

Ussal ruh tüm evreni ve onu kuşatan boşluğu baştan başa dolanır, biçimini inceler, zamanın sonsuzluğuna uzanır, bütü­nün dönemsel olarak yenilenmesini kavrar, bizden sonra gele­ceklerin yeni bir şey göremeyeceklerini bilir, bizden önce ge­lenlerin daha çok şey görmemiş olmaları gibi, ama bir anlamda kırk yaşında birinin bir parçacık aklı varsa, tüm olup bitenleri ve tüm olup bitecekleri görmüştür, çünkü hepsi de birörnektir.

Ussal ruhun öteki özellikleri, komşusunu sevmek, doğru­luk, kendine saygı, kendisinden daha değerli bir şeyin varol­madığından emin olmak; bu aynı zamanda yasanın da özelliği­dir. Bundan, doğru ilke ile adalet ilkesi arasında fark olmadığı sonucu çıkar.

2    Bir şarkıyı, bir dansı, bir güreşi1, bir ezgiyi tek tek notala­rın seslerine ayırır, her biri için, onun seni etkilemeye yeterli olup olmadığını soracak olursan o şarkıyı değerlendiremezsin, çünkü şaşıp kalırsın; dansta da, devinimlerle duruşları tek tek ele alırsam aynı şey olur; güreşte de öyle. Öyleyse, erdem ve on­dan kaymaklanan şeyler dışında, bir bütünü onu oluşturan par­çalara a yırarak çözümlemeyi unutma2 böylece onların büyüsü­nün bozulduğunu gör. Bu yöntemi yaşamının bütününe de uy­gula.

3  B»edenden ayrılma ânı geldiğinde, yokolmaya, ya da da­ğılmaya ya da varlığını sürdürmeye hazır olan ruh ne olağa­nüstüdür! Ama bu hazır oluş, ruhun özel bir yargısından kay- naklanrmalıdır, Hıristiyanlarda olduğu gibi3 salt bir diklafahhk- tan değil; başkalarını tiyatrovari pozlar takmmaksızm i.<na ede­bilecek ciddî ve ağırbaşlı bir us yürütmeden kaynaklarmalıdır.

4   Toplumun yararı için iyi bir eylem mi yaptım? Bundan ben de yarar görürüm. Bunu hep usunda tut ve böyle eylem­lerden 'vazgeçme.

5  İİşin nedir? İyi bir insan olmak. Ama bunu, evrensel do­ğayla illgili olduğu kadar insanın bireysel yapısıyla da ilgili ku­ramsal. ilkelere dayanarak değilse, nasıl başaracaksın?4

6   (Önce tragedya türü; yaşamda nelerin olduğur.u, böyle şeylerim olmasının doğal olduğunu, seni sahnede büyüleyen şe­yin da. ha büyük bir sahne olan yaşam sahnesinde seai üzme­mesi gerektiğini anımsatmak için ortaya konmuştur. Eu olayla­rın öylte olmalarının kaçınılmaz olduğu ve "Ah, Kitharon!5" di­ye bağıran kimselerin bile onlara katlanmak zorunda oldukları görülüiyor gerçekten. Tragedya ozanları da bazı yararlı sözler söylermişlerdir. Örneğin, şu, özellikle ünlüdür:

"Tanrılar eğer beni

ve iki çocuğumu terkettilerse,

biır hikmeti vardır bunun da"6

Ya da:

"IDış olaylara öfkelenme"7

Sconra şu:

"(Olgun başak gibi biç yaşamı"8

Bmnlar gibi daha birçokları.

Tragedyadan sonra, antik komedya geldi; bu komedyalar, özgür bir dille seyircileri eğitme amacını güdüyor, açıksözlü- lüğüyle alçakgönüllülüğe çağırıyordu onları. Diogenes9 de, benzer bir amaç için aynı araçlardan yararlandı. Antik komed­yadan sonra, orta komedyanın ne olduğunu incelemeli, sonra da yeni komedyanın niçin ortaya çıktığını, nasıl yavaş yavaş yozlaşarak taklide dayalı teknik inceliklere dönüştüğünü. Bu yazarların da yararlı şeyler söyledikleri yadsınamaz; ama bu tür şiirin ya da dramatik sanatın bütünüyle güttüğü amaç neydi?

7   Yaşamda hiçbir durumun felsefeye şu anda içinde bulun­duğun durum kadar uygun olmadığı nasıl da şaşırtıcı ölçüde açık görünüyor sana!

8    Bir daldan kesilen bir sürgün, ağacın bütününden kesil­miştir. Bunun gibi, bir insandan ayrılmış bir insan, toplumun tümünden ayrılmış bulur kendini. Ama dalı bir başkası kesmiş­tir, oysa insan içinde nefret ve düşmanlık beslerse komşusun­dan kendisi ayrılır; böyle yapmakla aynı zamanda kendini top­lumun tümünden ayırdığının ayrımına varmaz. Ama insan toplumunun düzenleyicisi olan Zeus'un bize bağışladığı olağa­nüstü yetenek sayesinde, komşularımızla yeniden bir araya ge­lip bütünün tamamlayıcı bir parçasını oluşturabiliriz. Ancak bu ayrılıklar sık sık yinelenirse, ayrılan parçanın bütünle yeni­den birleşmesi ve bütünleşmesi güçleşir. Genel kural olarak, başından beri ağaçla birlikte büyüyen ve onunla birlikte soluk alıp veren dal, kesildikten sonra ona aşılanan daim aynı değil­dir, bahçıvanlar ne derlerse desinler.

Onlarla aynı ağaçta büyü, ama onların fikirlerini paylaşma.

9    Doğru usun yolunda ilerlerken önüne çıkanlar seni iyi davranmaktan alıkoyamadıkları gibi, onlara karşı iyi tutumun­dan da caydıramazlar. İki durumda da, özdenetimini koru, yal­nızca yargında ve eyleminde kararlılığını değil, seni engelleme­ye ya da sana sıkıntı vermeye çalışanlara karşı ılımlılığını sür­dür. Onlara öfkelenmek, tıpkı korktuğun için giriştiğin eylemi bırakıp kaçman gibi güçsüzlüğünün göstergesi olacaktır. Yıl­gınlığa kapılanlar kadar doğanın onun akrabası ve arkadaşları olarak yarattığı kimselere yabancılaşanlar da aynı ölçüde ka­çaktırlar.

10   Doğa hiçbir durumda sanattan daha aşağı değildir,10 çünkü sanatlar doğayı yansılarlar. Bu böyle olduğuna göre, her bakımdan kusursuz olan ve her şeyi kapsayan doğayı hiçbir teknik yetenek aşamaz. Öte yandan, her sanat daha yüce olan­ların yararına daha aşağı olanları yaratır; evrensel doğa da aynı şeyi yapar. Adalet buradan kaynaklanır, bütün öteki erdemler de adalete dayanır, çünkü ilgisiz nesnelere değer verirsek, ya da kolayca kandırılırsak, yargıda bulunmakta aceleci davranır­sak, kararlı olmazsak, âdil olamayız.

11   Seni tedirgin eden, ardına düştüğün ya da kaçtığın nes­neler değildir; onlar sana gelmezler, sen gidersin onlara. Bu nedenle onlar hakkmdaki yargında sakmımlı ol, o zaman onlar da devinimsiz kalırlar, kimse de artık senin onların ardına düş­tüğünü ya da onlardan kaçtığını görmez.

12   Ruhun küresi11 kendi dışında herhangi bir nesneye yö­nelmediği, içine kapanmadığı, dağılmadığı ya da bunalıma gir­mediği; sayesinde her şeyin gerçeğini ve kendi içindeki gerçeği gördüğü ışıkta pırıl pırıl parladığı zaman, biçimine sadık kalır.

13    Birisi beni küçümseyecek mi? Varsın küçümsesin. Ama ben kendi adıma kimsenin küçümsenecek bir şey yaptığımı ya da söylediğimi görmemesi için özen gösteririm. Birisi benden nefret mi edecek? Varsın etsin. Ama ben herkese karşı iyilikse­ver ve iyi niyetli olmayı sürdüreceğim, özellikle de o kişiye ha­tasını göstermeye hazır olacağım; ama onu kınayarak ya da sabrımla ona gösteriş yapmaksızın, içtenlikli ve sevecen bir bi­çimde yapacağım bunu, tıpkı ünlü Phocion12 gibi; eğer oldu­ğundan başka türlü görünmüyorsa. Çünkü insan, tanrılara hiç­bir şeye öfkelenmeye ya da yakınmaya eğilimli olmayan birisi gibi görünmek için yüreğinin derinliklerinde böyle olmalıdır. Çünkü şu anda doğana uygun olanı yapıyorsan, evrensel doğa için uygun olanı şu ya da bu yolla ortak yararın gerçekleştiril­mesi için çaba harcayan bir insan gibi hoşnutlukla karşılıyor­san, başına ne kötülük gelebilir?

14   Birbirlerini küçümsüyorlar, gene de birbirlerini pohpoh- luyorlar; birbirlerinden üstün olmak istiyorlar, gene de birbirle­rinin önünde saygıyla eğiliyorlar.

15  "Sana dürüst davranmak istiyorum" diyen kişi, nasıl da yozdur, nasıl da ikiyüzlüdür. Sen ne yapıyorsun arkadaş? Bu sözlere ne gerek var? Gerçek kendiliğinden açıklığa kavuşacak. Yüzünde yazmalı, sesinde yankılanmak, gözlerinde parlamalı, tıpkı sevilenin, sevenin gözlerinde her şeyi hemen okuması gi­bi. Basit ve dürüst insan tam anlamıyla böyle olmalıdır, tıpkı yabanıl biri yanma yaklaşır yaklaşmaz, ister istemez onun he­men ayrımına varan biri gibi. Ama basitmiş gibi görünmek, tıp­kı kılıç gibidir. Kurdun kuzuya gösterdiği dostluktan daha kötü bir şey yoktur; en çok bundan kaçın. İyi, içten, sevecen bir insa­nın bu niteliklerini gözleri açığa vurur, bunlar senin gözünden kaçmaz.13

16   En iyi biçimde yaşa; eğer bir insan ilgisiz şeylere ilgisizce davranırsa, ruhunda bunu yapma gücünü bulur. Bir insan; her şeyi bir bütün olarak ve onu oluşturan parçaları tek tek inceler, bunların hiçbirinin bizde kendisi hakkında bir fikir yaratmadığı­nı usunda tutarsa, bize dek ulaşmadıklarını, tümünün de devi- nimsiz kaldıklarını ve onlar hakkmda yargıya varanın, deyim yerindeyse, onları zihnimize kazıyanın biz olduğumuzu (her ne kadar onları zihnimize kazımamak ve bunu bilinçsizce yapacak olursak, onları hemen silmek elimizdeyse de) göz önünde bulun­durursa, onlara karşı ilgisiz kalır. Hem sonra, bu tür sorunlarla ancak kısa bir süre ilgileneceğimizi, sonra yaşamımızın sonsuza dek sona ereceğini de unutma. Hem bunda üzülecek ne var? Do­ğa böyle istiyorsa, sevin, her şey kolay gelir sana; doğaya aykırı şeyler sözkonusuysa, kendi doğanla uyum içinde olanı ara ve o amaca yönel, sana ün getirmese de. Çünkü kendi iyiliğini isteyen herkes her zaman bağışlanmayı hak eder.

17   Her şeyin kökenini ve onu oluşturan öğeleri, neye dönü­şeceğini, dönüştükten sonra ne olacağını, bunun sonucu olarak hiçbir zararın ortaya çıkmayacağını düşün.

18    Birincisi: başkalarına göre konumum nedir ve nasıl olu­yor da birbirimiz için geliyoruz dünyaya; başka bir açıdan, ben nasıl onları korumak için doğdumsa, koç ve boğa da öyle korur sürüsünü. Sonra daha yüksek bir ilkeye dön: her şey atomlar­dan oluşmuyorsa, her şeyi yönetenin doğa olması gerekir, eğer böyleyse, aşağı şeyler, yüksek şeyler için, yüksek şeyler de bir­birleri için vardırlar.

İkincisi: sofrada, yatakta ve başka yerlerde nasıl varlıklar oldukları; her şeyden önce de, düşüncelerinin onları ne gibi ey­lemlere zorladığı ve bu eylemleri ne ölçüde gururla gerçekleş­il rdikleri.

Üçüncüsü: yaptıklarını doğru olarak yapıyorlarsa, onlara kızmamaksın; ama eğer yanlış yapıyorlarsa, istemeksizin ve bi­lincine varmaksızın böyle davrandıkları açıktır; çünkü hiç kim­se isteyerek kendini hakikatten yoksun bırakmaz; her insana hak ettiği gibi davranma yetisinden de. Ne olursa olsun, insan­lar kendilerinden, adaletsiz, düşüncesiz, cimri, komşularına karşı namussuzca davranan biri olarak sözedildiğini işitmekten rahatsız olurlar.

Dördüncüsü: sen kendin de sık sık yanlış yapıyorsun, tıpkı ötekiler gibisin; bazı yanlışlardan kaçındığın doğruysa da, gene de bu yanlışlara eğilimin var; ödleklik, başkaları ne der korku­su ya da bu tür başka bir kötülükten ötürü çekiniyorsun yanlış yapmaktan.

Beşincisi: Onların yaptıklarının kötü olduğundan emin bile olamazsın: çünkü birçok eylem belli bir amaçla yapılır; insanın başkalarının eylemleri hakkında sağlam yargılara varabilmesi için çok şey bilmesi gerekir.

Altıncısı: Öfkeye yenik düştüğünde, insan yaşamının bir an sürdüğünü, çok geçmeden hepimizin ölüm döşeğine uzana­cağımızı düşün.

Yedincisi: Bizi tedirgin eden, insanların eylemleri değildir, çünkü bu onların kendi yönetici ilkeleriyle ilgili bir sorundur; bizi tedirgin eden, bizim onların eylemleri hakkmdaki yargı- mızdır. Öyleyse, şu ya da bu şeyle ilgili yargını ortadan kaldır, öfken sona erer. Peki, bunu nasıl yapacaksın? Başkalarının sana zarar veren bir davranışında senin için ahlaksal bakım­dan kötü bir şeyin bulunmadığını düşünerek; çünkü ahlaksal bakımdan kötü olanın tek kötülük olduğu doğru olmasaydı, kaçınılmaz olarak sen de birçok suç işlerdin, bir soyguncu ya da buna benzer bir şey olurdun.

Sekizincisi: Öfke ve üzüntü, bize, bizi öfkelendiren ya da üzen şeylerin kendilerinden çok daha fazla zarar verir.

Dokuzuncusu: İyilik; sahici ve yapmacıklıktan ya da iki-' yüzlülükten uzak olduğunda, alt edilmezdir. İnsanlarm en küs­tahı bile; ona karşı iyi niyetli olmayı sürdürürsen, uygun oldu­ğunda, sana zarar vermeye çalıştığı anda ona yanlışını dingince gösterebilirsen, ne kötülük yapabilir sana? "Hayır, sevgili oğ­lum, dünyaya bambaşka bir amaçla geldik biz; zarar gören ben değilim, sensin sevgili oğlum; kendi kendine zarar veren sen." Bunun böyle olduğunu, arıların ve doğuştan toplumsal olan tüm öteki yaratıkların bile böyle davranmadıklarını incelikle göster ona. Ama bunu, alaycı bir biçimde ya da azarlarmış gibi değil, sevgiyle, kin beslemeden yap; bir öğretmen gibi ona ders verircesine, ya da başkalarının gözüne iyi görünmek için değil, orada başkaları da olsa, başbaşaymışsınız gibi.

Bu dokuz kuralı, Musa'ların14 armağanıymış gibi akimda tut, canın tenindeyken insan olmaya başla. İnsanlara öfkelen­memek kadar onlara dalkavukluk etmemeye de dikkat et, çün­kü bu iki kötülük de ortak çıkara aykırıdır ve zarara yol açar. Öfkeye kapıldığın zaman, şunu akimda tut: tutkuya kapılma­nın bir erkeklik belirtisi olmadığını, sevecen ve nâzik olmak ge­rektiğini, çünkü bu niteliklerin insancıl oldukları ölçüde erkek­çe nitelikler olduğunu; gücenen, incinen insanlarm değil, yal­nızca bu niteliklerle donatılmış olanların gerçek güce, sağlam sinirlere ve sağlam karaktere sahip olduklarını; çünkü insan zihnini tutkulardan bağımsız kılmaya ne denli yaklaşırsa, güç­lü olmaya da o denli yaklaşır, çünkü öfke de, acı gibi güçsüzlük belirtisidir, çünkü bunlara yenik düşen yaralanır ve düşmana teslim olur.

Dilersen, Musagete'nin15 bu onuncu armağanını da kabul et: kötülerin hata yapmamalarını beklemek deliliktir, çünkü bu, olanaksızı istemektir. Ama onların başkalarına kötülük etmele­rine izin vermek, ama sana kötülük yapmamalarını beklemek ahmakça ve zorbacadır.16

19    Yönetici ilkenin şu dört tutumundan özellikle her za­man sakınmalı, ayrımına varır varmaz onları ortadan kaldır­malı, her biri için kendi kendine şunu anımsatmaksın: bu dü­şünce gerekli değildir; bu öteki, toplumsal bağların gevşemesi­ne yol açar; bu şimdi söylemek üzere olduğun şey, yüreğinden gelmiyor, yüreğinden gelmeyen bir şeyi söylemeyi daha da saç­ma saymalısın. Kendine yönelteceğin dördüncü kınama ise; en tanrısal parçanın,17 en aşağılık ve en ölümcül parçana, bedeni­ne ve onun kaba bazlarına yenik düşmesi ve ona boyun eğme­sidir.

20    Seni oluşturan havanın ve ateşin tüm parçacıkları, doğa­ları gereği yükselme eğiliminde olmalarına karşın, bütünün dü­zenine boyun eğerler ve burada, yeryüzünde, varlığının bir parçasını oluşturdukları bileşimin içinde kalırlar. Aynı biçimde, içindeki topraksı ve suyumsu parçacıklar da, doğal olarak aşağı doğru eğilimli olmalarına karşın, yükselirler ve kendileri için doğal olmayan bir konumda bulunurlar. Demek ki, öğeler de bütüne boyun eğerler ve yeniden dağılmaları için kendilerine işaret verilenceye dek onlara ayrılan yerde kalırlar.18

Öyleyse, yalnızca ussal parçanın konumuna razı olmaması, bundan ötürü öfkelenmesi saçma değil mi? Ancak, ona, doğası­na uygun olandan başka hiçbir zorlamada bulunulmamıştır, ama bunu yadsır ve karşıt yolu tutar. Ama onu; haksızlığa, öl­çüsüzlüğe, öfkeye, acıya, korkuya iten neden, doğaya başkal­dırmaktır. Yönetici ilken belli bir olaydan ötürü ne zaman ya­kınsa, o anda da kendisine ayrılan yerden ayrılır; çünkü o, in­sanlara âdil davranmak kadar kutsallık ve tanrılara hizmet et­mek için de yaratılmıştır. Bu iki erdem de, gerçekte, toplumsal­lığın bütünleyici parçalarıdır ve adaletin uygulanmasından da­ha yücedirler.

21    "Yaşamdaki amacı19 tek ve her zaman aynı olmayan ki­şi, kendisi de yaşam boyu her zaman tek ve aynı kalamaz." Burada ne tür bir amaca gönderme yapıldığı eklenmezse söz yarım kalacaktır. Çünkü insanların çoğunluğu, şu ya da bu bi­çimde iyi olarak kabul edilen bütün şeyler hakkında aynı fikir­de olmadıkları, yalnızca bazıları hakkında, ortak ve toplumsal yararla ilgili olanlar hakkında aynı fikirde oldukları için, bizim de kendimiz için belirlediğimiz amaç, toplumun amacı olmalı­dır. Her kim bütün çabasını bu amaca yöneltirse, her zaman tu­tarlı bir biçimde davranacak, bunun sayesinde kendi içinde de her zaman aynı kalacaktır.

22    Dağ faresi ile kent faresi, İkincisinin yılgısı, tedirginliği.20

23    Sokrates yığınların fikirlerine Lamiae derdi - çocukları korkutan umacılar.21

24    Ispartalılar, festivallerde yabancıların oturması için göl­geye sandalyeler koyarlar, kendileri ise nerede olursa orada otururlardı.

25    Sokrates, Perdiccas'a22 çağrısını geri çevirmesinin nede­nini şöyle açıklamıştı: "Ölümlerin en çirkiniyle ölmek istemedi­ğim için", başka sözcüklerle, karşılık veremeyeceği hiçbir iyiliği kabul etmek istemediği için.

26    Epikurosçularm yazılarında, insanın erdemli bir yaşam sürmüş eski bilgelerden bir örneği her zaman zihninde tutması ilkesi yer alır.23

27    Pythagorasçılar şöyle derler: "Gün ağardığında ilk işin gözlerini gökyüzüne kaldırmak olsun," çünkü bu sana işlerini her zaman aynı kurallara uygun olarak ve aynı biçimde yapan insanları anımsatır; aynı zamanda onların düzenliliğini, arılığı­nı, çıplaklığını; çünkü yıldızların örtüsü yoktur.24

28    Ksantippe pelerinini alıp gittiği zaman Sokrates'in nasıl bir koyun postuna sarınmış olarak kaldığını düşün; onu o kılık­ta görünce şaşkınlık içinde uzaklaşan arkadaşlarına ne dediğini düşün.25

29    Önce okumayı ve yazmayı öğrenmeden, okuma yazma öğretmeni olamazsın. Yaşamak da böyledir.

30    "Köle olarak doğdun sen, usunu kullanmaya hakkın yok."26

31    "Kahkahalarla güldüm içimden geldiğince."27

32    "Yaralayıcı sözcüklerle suçlayacaklar erdemi."28

33    "Kışın incir istemek için insan deli olmah, tıpkı artık ço­cuk sahibi olamayacak yaşta birinin çocuk istemesi gibi."29

34    Epiktetos, insanın kendi çocuğunu öperken, kendi ken­dine şöyle demesi gerektiğini söylüyordu: "Belki de yarın öle­ceksin." "Ama bunlar uğursuzluk getiren sözler." "Hiç de de­ğil," diye yanıtladı Epiktetos, "Bunlar yalnızca" doğal bir olayı dile getiren sözcükler; yoksa başakların biçildiğini söylemek de uğursuzluk getirirdi."30

35    Koruk, olgunlaşmış üzüm, kuru üzüm. Bunların tümü de dönüşümdür, varolmamaya değil, henüz varolmamış olana.31

36   "Hiç kimse bizden istemimizi çalamaz," diyor Epikte- tos. 32

37    Şunu da söylüyor Epiktetos: "Bir onaylama sanatı bul­malıyız; dürtülerimize gelince, onların her zaman serinkanlılı­ğa bağlı kalması, ortak iyiliği gözetmesi ve her nesnenin değe­riyle orantılı olması için özen göstermeliyiz; öte yandan, aşırı isteklerden kaçınmalı, bizim denetimimize bağlı olmayan hiç­bir şeyin ardına düşmekten ya da ondan kaçınmaya çalışmak­tan sakınmalıyız."33

38    "Önemsiz bir konuyu tartışmıyoruz," dedi, "deli mi yoksa akıllı mı olacağımızı tartışıyoruz."34

39    Sokrates şöyle diyordu: "Ne istiyorsunuz? Ussal varlık­ların mı, yoksa ussal olmayan varlıkların mı ruhuna sahip ol­mak?" "Ussal varlıkların ruhuna." "Hangi ussal varlıkların, sağlıklı olanların mı, yoksa yoz olanların mı?" "Sağlıklı olanla­rın." "Öyleyse niçin aramıyorsunuz onu?" "Çünkü ona sahi­biz." Öyleyse bu kavga, bu uyuşmazlık neden?"35

Notlar

1 Eski Yunanda boks ve güreş karışımı bir tür spor, yumruk dövüşü: pancratium.

1 Bir bütünü onu oluşturan parçalara ayırarak-, çözümleme yöntemi için bkz. III1.

3      Düşünceler'de, Hıristiyanlara yapılan tek gönderme. Bu gönderme, kimi yo» rumcular tarafından bir açımlama sayılmıştır; kimileri ise, Hıristiyanlara örtük bir biçimde göndermede bulunulduğu görüşündedirler. Marcus Aurelius'un, Düşünceler'de, Hıristiyanlara karşı kişisel tavrının oldukça sınırlı ve belirsiz bir kanıtını sunduğu söylenebilir. Öte yandan, Marcus Aurelius'un hükümdarlığı sırasında meydana gelen kovuşturmalara karşın, imparator hakkında birçok olumlu kanıt bulunduğu göz önüne alınırsa, Hıristiyanların Marcus Aurelius'a karşı tavrını betimlemek çok daha kolaydır; Marcus Aurelius, bu kovuşturma­lardan hiçbir zaman kişisel olarak sorumlu değildi.

Kimi bilginler, "Hıristiyanlarda olduğu gibi": sözcüklerinin, elyazması geleneğine daha sonra eklendiğini düşünmektedirler. Eğer bu sözcükler Marcus Aurelius'a dek geri gidiyorsa, eyalet valisi Plinius'la imparator Traianus arasındaki mek­tuplarda dile getirilen görüşü yansıtmaktadır. Buna göre, Hıristiyanların inanç­larından vazgeçmeyi reddetmeleri, sapkın bir 'inatçılık' gösterir; bu da başlı ba­şına cezalandırılmayı gerektirir. Düşünceler'de Hıristiyanlara yapılan tek gön­derme budur; bu din o tarihte imparatorluğun Batı kesiminde önemli olmamış olabilir.

4      Stoacı hedef (telos) kavramı, kimi zaman insanın (ussal) doğasının gerçekleşti­rilmesi, kimi zaman da evrensel (kozmik) doğa bakımından betimlenmiştir.

5      "Ah! Kithaironl": Sofokles, Kral Oidipus'tan alıntı. Marcus Aurelius burada, Aristoteles'in Poetika'sı, Horatius'un Şiir Sanatı gibi yazın kuramı kitaplarında daha yaygın olarak ele alman bir temayı ele alıyor. Şiirin güçlü bir biçimde ahlaksal açıdan ele alınması, Stoacılığın belirgin özelliğidir. Epiktetos'un Söy­lemler'!, De Lacy'nin Ah Kithaironl'u, Sofokles'in Kral Oidipııs'u gibi. Öteki alıntı­lar için bkz. VII 38-41 Not 14, 15, 16 17. Antik komedyanın yeni komedyaya (Menandros'tan çok, Aristophanes'in) yeğ tutulması, Marcus Aurelius'un 'ki­nik' dobra dobracılıktan hoşlandığını yansıtır (MÖ 4. yüzyılda yaşamış, kiniz­min kurucusu Diogenes'in adının anılmasına dikkat edin).

6    Euripides'ten dizeler.

7    Bkz. V16.

8    Bkz. VII40.

9      Bkz. VIII Not 3. Diogenes Laertius'un, birkaç tragedya atfettiği Sinop'lu Dioge- nes'e bu gönderme; yalnızca antik komedilerde değil (Aristophanes), aynı za­manda kiniklerin ahlâk öğretilerinde de, sözcüklerin özgürlüğünün önemiyle açıklanır.

10    Doğa hiçbir durumda...: alıntının kaynağı bilinmiyor.

11    Küre: bkz. yuk. VIII41 Not 24.

12   Plıocion: Atinah general ve politikacı, başarılı, ama tartışmalı bir yaşamın ardın­dan, MÖ 318'de ihanetle suçlanarak ölüm cezasına çarptırılmıştı. İdamından önce, oğluna gönderdiği bir mesajda, ölümünden ötürü Atmalılara karş kin beslememesini öğütlemişti. Plutarkhos: Plıocion (ve başka kaynaklar).

Karakterin bedenin görünümlerinde yansıması hak. bkz. VII60. Musa'lar (çoğ. mıısae): Yunan mitolojisinde esin perileri (Çev). Musagete: Musa'ların korosunu yöneten Apollon'un sıfatı.

Eski pratik ahlâkın bellibaşlı bir teması üstüne Marcus Aurelius'un yazdığı en uzun bölüm; Marcus'u en çok ilgilendiren denemeler, Seneca'nm Öfke Konu­sunda Stoacı ile Plutarkhos'un daha eklektik Öfkenin Denetlenmesi'd ir. Bu dene­melerle karşılaştırıldığında, Marcus Aurelius'un bu bölümünde başlıca iki nokta vurgulanmaktadır. 1) Bu bölüm, (bir imparatorun çok seyrek olarak kar­şılaşabileceği) kişisel hakaretlerden çok, nesnel olarak gerekçeye dayanan öfke üstünde odaklanmaktadır. 2) Toplumsal yaratıklar olarak doğamızın içerdikle­ri; insanları öfke uyandıran bir biçimde davranmaya iten yanlış inançları hesa­ba katmanın önemi ve onlara daha iyi davranmayı öğretmek üstünde durmak­tadır; insanın kendi kişisel tepkilerini denetlemesi, böylece duygusallığı önle­mesi üstünde, başka denemelerde olduğundan daha az odaklanmaktadır. Ayr. bkz. VII 26.

En tanrısal parça: yönetici ilke; bedenle arasındaki hemen hemen Platoncu çeliş­ki için bkz. II2 Not 2.

Bileşimimizdeki havasal ya da soluksal ve ateşli öğeler (daha yüksek, daha 'tanrısal' öğeler) doğal olarak kendi türleriyle birleşme eğiliminde olsalar da (karş. IX 9), ölümümüzün yazgılı olduğu zamana dek onlar da bedensel bütü­nün parçası olarak kalmalıdırlar; işaret verilinceye dek: takdiri ilahi tarafından (karş. VI 36, XII26.) İntihar karşıtı sav, Sokrates'in Plraerinıs'unda öne sürdüğü savın kuramsal bakımdan daha gelişmiş bir çeşitlemesidir.

"Yaşamdaki amacı..." : bu tür anlatımın bir örneği için bkz. Cicero, Görevler Üstü­ne; ancak bu yapıt, nesnel olarak iyi ve toplumsal olarak yararlı (bkz. VII 15) olana yönelmek kadar, bir birey olarak kendi içinde tutarlılığa da yönelmek gerektiğini öne sürmektedir.

Aisopos'un, başkaları arasında, Babrius ve Horatius'un (Yergiler) örnek aldıkla­rı tanınmış bir masalı. Kent faresiyle dağ faresinin (genellikle 'tarla' faresi) öy­küsü için bkz. Horatius, Yergiler; anlaşıldığına göre, bu eksik yorum (örn. VII. III, ürkmüş farelerin çılgınca koşuşturmaları gibi), Marcus Aurelius'un dünya gö­rüşünün kinik yanını yansıtıyor.

Bkz. Platon, Phaedon; Kriton. Alıntı, olasılıkla, Epiktetos'tandır. Karş. Epiktetos, Söylemler, Platon'un Plıaedon'vına gönderme; her iki pasaj da, ölüm sonrasına ilişkin yaygın öykülere ilişkindir.

Aslında, Perdiccas'm evlilikdışı oğlu ve Makedonya kralı Archelaus sözkonusu burada (Platon, Gorgias). Olasılıkla, bir dil sürçmesi sonucu, Archelaus yerine Perdiccas denmiş; bkz. Diogenes Laertius, Sokrates'in Yaşamı. Ne demek isten­diği çok açık değil.

Usener; Seneca, Lucflius'a Mektuplar.

Yıldızların, kozmik düzenin örneği olması hak. bkz. Cicero, Tanrıların Doğası (Niteliği) Hakkında.; ayr. bkz. Platon, Timaios. Pythagorasçılar (MO 6-5. yüzyıl Yunan düşünürleri), burada bu fikrin önceleyicileri olarak sunuluyor; çıplaklık: Düşünceler'de yinelenen bir fikir; bkz. 3.11'e ilişkin notun sonu. (Bkz. VII47.) Sokrates, kaynaklarımızda yalnızca bir pelerin, altına da, alışılagelmiş tünik de­ğil, kalçalarını örten bir kumaş sarınmış biri olarak beliriyor; (başka yerlerde rastlanmayan) bu anlatı, Sokrates'in toplumsal geleneklere aldırmay ışına daya' nıyor.

26    Bilinmeyen bir tragedya ozanından bir dize.

27    Homeros, Odysseia.

28   Homeros, Odysseia (Odysseus, Kikloplara karşı kazandığı zaferden ötürü mem­nundur); anlam belirsiz.

29   Hesiodos, İşler ve Günler, erdem sözcüğünün kullanılmasıyla daha ahlâksal kı­lınmış.

30   - 34 numaralı notlar (34-38. bölümler), Epiktetos'un Söylemler'ine gönderme yapmaktadır.

35 Marcus Aurelius'un bu alıntıyı nereden yaptığı bilinmiyor.

XII.   Kitap

1   Dolaylı yollardan elde etmeyi umduğun bütün şeyleri, onları sen kendin yadsımadıkça, hemen elde edebilirsin; yani tüm geçmişini ardında bırakabilir, geleceğini tanrısal öngörüye emanet eder, yalnızca şimdiyle ilgilenir, onu kutsallığa ve ada­lete yöneltirsen: payına düşeni sevinçle kabul etmek için kut­sallığa -çünkü bu sana doğa tarafından verilmiş, sen de ona ve­rilmişsin- sözcükleri döndürüp dolaştırmaksızm serbestçe söy­lemek ve yalnızca yasaya ve şeylerin içsel değerlerine uygun şeyleri yapmak için adalete. Başkalarının kötülüğünün, yargısı­nın, ya da sözlerinin, seni saran şu zavallı tenin duygulanımla­rının seni engellemesine izin verme: bırak, duyuya boyun eğen parçan bununla kendisi ilgilensin.

Bunun için eğer sahneden çıkma ânın geldiğinde, her şeyi bir yana bırakıp yalnızca yönetici ilkene ve içindeki tanrısal öğeye saygı gösterirsen; korktuğun şey, bir gün kaçınılmaz ola­rak yaşamının sona ereceği değil, hiçbir zaman doğaya uygun olarak yaşamaya başlayamayacağmsa, o zaman seni yaratan evrene lâyık bir insan olacaksın; kendi yurdunda bir yabancı gibi olmaktan, her gün olup biten şeylere beklenmedik şeyler­miş gibi şaşmaktan, bir şuna, bir buna bağımlı olmaktan kurtu­lacaksın.

2   Tanrı her birimizin yönetici ilkesini; maddesel kabuğun­dan, zarından, çöpünden sıyrılmış olarak görür1; çünkü katık­sız zihniyle, yalnızca ondan türeyen ve içimize akan şeylere do­kunur o. Sen de böyle davranmayı alışkanlık haline getirirsen, şimdi düşünceni çelen her şeyden kurtulursun. Çünkü kendisi­ni saran etten kılıfa önem vermeyen insan giysilere, evlere, üne, bütün bu süslü püslü, göstermelik şeylere vakit harcar mı?

3   Seni oluşturan üç öge vardır: beden, soluk ve zihin.2 İlk ikisi, onlara özen gösterdiğin ölçüde şenindir; yalnızca üçüncü- sü tam anlamıyla şenindir. Bu nedenle, başkalarının yaptıkları ya da söyledikleri her şeyi; kendin yaptığın ya da söylediğin her şeyi; gelecekle ilgili olarak seni tedirgin eden her şeyi; seni saran bedeninin ve onunla birleşmiş yaşam soluğunun bir par­çası olan, isteminden bağımsız olarak sana bağlanan her şeyi ve çevrende bir burgaç gibi dönüp duran her şeyi kendinden, yani zihninden uzaklaştırabilirsen, böylece yazgının zincirlerinden kurtulmuş olan zihinsel gücün katıksız ve bağımsız bir yaşam sürebilir: doğru olanı yaparak, her ne olursa olsun olup bitenle­ri kabul ederek ve doğruyu söyleyerek - eğer dışsal izlenimlere bağımlı olan her şeyi, gelecekteki ya da geçip gitmiş her şeyi yönetici ilkenden ayırabilirsen ve kendini, Empedokles'in söz­leriyle,

"dairesel yalnızlığın tadını çıkaran

yusyuvarlak bir küre"3

yapabilirsen, yalnızca yaşamakta olduğun ânı, yani şimdiki za­manı yaşamak için çaba harcarsan, geri kalan zamanını ölünce­ye dek dinginlik ve sevecenlikle, içinde barınan koruyucu ruhla barış içinde geçirebilirsin.

4   İnsanın herkesten çok kendisini sevmesine, gene de ken­disinin kendi hakkmdaki yargısına başkalarmınkinden daha az değer vermesine sık sık şaşarım. Hiç kuşku yok, bir tanrı ya da akıllı bir öğretmen karşısına çıkıp, zihninde belirir belirmez yüksek sesle dile getiremeyeceği hiçbir şeyi tasarlamamasını, düşünmemesini buyursaydı, bir gün bile katlanamazdı buna. Böylece, yakınlarımızın bizim hakkımızda düşündüklerine, bi­zim kendi hakkımızdaki düşüncelerimizden çok daha fazla saygı duyuyoruz.

5   Tanrılar her şeyi insanlar için öylesine iyi, öylesine sev­giyle düzenledikleri halde, nasıl oldu da şu biricik şeyin ayrı­mına varmadılar? Kimi insanlar, özellikle de en iyileri -denebi-

lirse, tanrısallıkla en sıkı bağları olan ve kutsal eylemler ve tö­renlerle onlara en yakın olanlar- bir kez ölünce, nasıl oluyor da yaşama yeniden dönmüyorlar, sonsuza dek yokoluyorlar?4

İyi insanlarm yazgısı buysa, hiç kuşkusuz, tanrılar, eğer ge- rekseydi, durumu başka türlü düzenlerlerdi. Çünkü eğer bu âdil olsaydı, aynı zamanda olanaklı olurdu, eğer doğaya uygun olsaydı, doğa araya girerdi. Bu nedenle, bunun böyle olmadığı olgusundan (gerçekten de böyle olmadığına göre), başka türlü olmaması gerektiği sonucunu çıkarsayabiliriz. Böylesine saçma sorularla, tanrılarla tartıştığını sen kendin de görebilirsin. Ama, tam anlamıyla iyi ve âdil olmasaydılar, tanrılarla tartışamazdık; böyle olduğuna göre, kuşkusuz, kendi düzenledikleri evrenin bazı parçalarının haksız ve mantıksızca ihmal edilmesine izin vermezlerdi.

6   Başaracağını sanmadığın şeyleri de yap. Çünkü sol el de, alıştırma yapmadığı için başka her şeyde yetersiz olmasına kar­şın, sürekli alıştırma sayesinde dizginleri sağ elden daha güçlü kavrar.

7   Ölüm seni almaya geldiğinde, bedence ve ruhça nasıl ol­man gerektiğini düşün: yaşamın kısalığını; yaşamının önünde ve ardında sonsuzca uzayıp giden zamanı; maddesel olan her şeyin dayanıksızlığını düşün.

8   Şeylerin derinde yatan, kabuğundan sıyrılmış nedenleri­ne bak; eylemlerinin birbiriyle bağıntısını, acının, hazzın, ölü­mün, ünün doğasını; insanın gönlünde sıkıntı varsa, bunun ne­deninin kim olduğunu, hiç kimsenin başkalarınca engelleneme­yeceğini ve her şeyin, hakkında bulunduğumuz yargıdan baş­ka bir şey olmadığını düşün.

9   İlkelerinin uygulamasında, bir gladyatöre değil, bir bok­söre benze; çünkü gladyatör kulandığı kılıcı bırakır, sonra gene alır; boksörün ise yumruğu hep hazırdır, bütün yapması gere­ken onu sıkmaktır.

10   Şeyleri gerçekte oldukları gibi görmesini bil, onları mad­de, neden5 ve ilişkilerine ayırarak.

11   İnsanoğlunun, Tanrı'nın övdüğü şeylerden başka bir şey yapmama ve Tanrı'nm ona vereceği her şeyi, doğaya uygun ol­duğu için kabul etme özgürlüğü ne büyük bir özgürlüktür!

12   Doğaya uygun olarak olup bitenler için tanrılar suçlan­mamak, çünkü onlar bilerek ya da bilmeyerek hiç yanlış yap­mazlar; insanları da suçlamamalı, çünkü yalnızca istemeyerek yanlış yaparlar. Bu nedenle hiç kimse suçlanmamalıdır.

13   Yaşamda meydana gelen olayların bir tekine bile şaşan insan nasıl da gülünç ve bu dünyada nasıl da yabancıdır!

14    Ya kaçınılmaz bir yazgı ve katı bir düzen, ya bağışlayan bir tanrı, ya da amaçtan ve yol göstericiden yoksun bir kargaşa. Mutlak bir kaçınılmazlıksa, niçin karşı koyuyorsun? Bağışlayıcı bir tanrıysa, tanrısal yardıma değer kıl kendini. Yönetilemez bir karışıklıksa, böylesine fırtınalı bir denizde seni yöneten bir zih­nin olduğu için sevin ve eğer dalgalar seni sürüklerse, bırak za­vallı tenini ve soluğunu ve geri kalan parçalarını sürüklesinler; çünkü zihnini hiçbir zaman sürükleyemeyeceklerdir6.

15   Lâmbanın ışığı, sönünceye dek aydınlığını yitirmeksizin parlamayı sürdürürken, içindeki gerçeğin, adaletin, ılımlılığın sen sona varmadan önce söneceğini mi sanıyorsun?

16   Birisinin kusur işlediği izlenimini edindiğin zaman, "Bu­nun tam anlamıyla bir kusur olduğunu nasıl bilebilirim?" diye sor kendi kendine. Gerçekten de bir kusur işlemişse, bundan ötürü, kendi yüzüne tokat atan biri gibi, kendi kendini cezalan­dırmadığını nasıl bilebilirim? Kötülerin kusur işlememelerini is­teyen kişi; incir ağacının meyvelerinde acı süt üretmemesini, be­beklerin ağlamamalarını, atların kişnememelerini, başka kaçınıl­maz şeylerin olmamasını isteyen kişiye benzer. Kötü bir karak­teri olan kişiden kötülükten başka ne bekleyebilirsin? Elinden gelirse iyileştir onu.

17    Bir şey doğru değilse, onu yapma; gerçek değilse, söyleme.

18   Dürtün, sürekli olarak imgeleminde bir izlenim bırakan şeyin ne olduğunu görmeye, o nesneyi neden, madde, bağıntı ve kaçınılmaz olarak yokolacağı zaman bakımından çözümleye­rek incelemeye yönelik olsun.

19    içinde, tutkuları üreten ve seni bir kukla gibi oynatan şeylerden daha güçlü, daha tanrısal bir şeyin varlığının ayrımı­na varmanın zamanı geldi. Şu anda zihnimi işgal eden ne? Kor­ku mu? Kuşku mu? Arzu mu? Ya da bunlara benzer başka bir şey mi?

20   Birincisi: hiçbir şeyi rastgele ya da amaçsız yapma. İkin­cisi: ortak yararla ilgili olmayan hiçbir amaca yönelme.

21   Bir süre daha, sonra hiçbir yerde hiç kimse olmayacak­sın; şimdi gördüğün hiçbir şey de varolmayacak artık, şimdi yaşayan insanların hiçbiri de. Çünkü, doğanın yasasına göre her şey değişir, dönüşür ve yokolur, yerlerini başkaları alsın di­ye.

22   Her şey senin düşüncene bağlı; düşüncen de sana. Bu­nun için, istediğin zaman düşünceni ortadan kaldır, burnu dö­ner dönmez, dingin bir denizde, tek bir dalganın bile olmadığı bir koyda bulursun kendini.

23   Hangi eylem olursa olsun, bir eylem zamanında tamam­lanırsa, sona ermiş olmaktan ötürü hiçbir zarar görmez; ne de aynı nedenden ötürü, bu eylemi yapan, eylemi sona erdiği için bir zarar görür. Tüm eylemlerimizin toplamı olan yaşam da böyledir, vakti geldiğinde sona ererse sona ermiş olmaktan hiç­bir zarar görmez, ne de bu eylemler dizisine uygun bir anda son veren kişi zarar görür. Böylece, bir bütün olarak eylemleri­mizin tümü, yani yaşam, uygun bir anda sona ererse, sona er­miş olmaktan hiçbir zarar görmez, ne de bu eylemler dizisine uygun anda son veren kişi zarar görür. Zamanı ve sonu kesin olarak belirleyen doğadır; kimi zaman bireysel doğamızdır, yaşlılıkta olduğu gibi, ama her durumda evrensel doğadır, par­çalarını sürekli olarak değiştirerek evrenin bütününü sonsuza dek genç ve canlılığının doruğunda tutan evrensel doğa. Bütü­ne yararlı olan her zaman güzel ve uygundur. Bu nedenle, ya­şamın sona ermesi birey için onur kırıcı bir şey değildir, çünkü ne onun özgür istemine bağlıdır, ne de toplumun yararına ay­kırıdır: tersine bütün için zamanında meydana gelen bir şey ol­duğundan ona yarar sağlar -bireyin kendisinin de ondan yarar sağladığı gibi. Tanrı'nm yönlendirdiği insan, Tanrı'yla aynı yönde yürüyen, zihnini aynı amaca yönelten insan, Tanrı tara­fından yönlendirilmiş insandır.

24   Şu üç düşünceyi her zaman aklında tut: birincisi, hiçbir zaman belirli bir amacın olmaksızın, ya da Adalet'in kendisinin yapacağından başka türlü eyleme girişme; dışarıdan başma ne gelirse, ya rastlantıyla ya da İlâhî takdirle gelir, ama ne birini suçlamah, ne ötekini. İkincisi, her bireyin; dölyatağma düştü­ğünden ilk soluğuna, ilk soluğundan son soluğuna dek nasıl bir yapısı olduğu, hangi öğelerden oluştuğu ve hangi öğelere ayrışacağı. Üçüncüsü: ansızın göğe yükselecek ve yeryüzünde- ki insan yaşamının tüm çeşitliliğini yukarıdan seyredecek ol­saydın, onu küçümserdin, çünkü aynı zamanda çevreni kuşa­tan, havadan ve eterden varlıklarla dolu uzayı görürdün; göğe ne denli sık yükselirsen yüksel hep aynı şeyleri görürdün: tü­mü de aynı, tümü de kısa ömürlü - bunun için mi gururlanıyo­ruz kendimizle1.7

25   Kanıyı başından at, kurtulursun. Bunu yapmanı kim ön­lüyor?

26   Ne zaman bir şeye üzülsen, her şeyin evrenin doğasıyla uyum içinde meydana geldiğini; bir başkasının yanlışının senin değil, onu yapanın yanlışı olduğunu; olup biten her şeyin her za­man olmuş olduğunu, her zaman da olacağını, şu anda bile her yerde olmakta olduğunu unutuyorsun; her insanın tüm insan soyuyla nasıl yakın bir akrabalığının olduğunu, çünkü bunun bir kan ya da tohum bağı değil, zihin bağı olduğunu da unutuyor­sun. Bundan başka, her insanın zihninin tanrısal olduğunu, Tan­rı'dan geldiğini; hiçbir şeyin hiç kimsenin olmadığını; çocuğu­nun, bedeninin hatta ruhunun bile Tanrı'dan geldiğini; her şeyin senin onu düşündüğün gibi olduğunu; her insanın yalnızca şu anda yaşadığını, yalnızca şu ânı yitireceğini de unutuyorsun.

27   İncir çekirdeğini doldurmayan bir şey için öfkeye kapı­lan, ünün, talihsizliğin ya da nefretin doruğuna çıkmış olanları sürekli olarak akima getir. Sonra düşün: "Bütün bu insanlar ne­rede şimdi?" Duman, kül, efsane, hatta artık efsane bile değil. Buna benzer şeyleri de düşün: Fabius Catullinus'u kırda, Lusi- us Lupus'u bahçesinde, Stertinius'u Baiae'de, Tiberius'u Cap- ri'de, sonra Velius Rufus'u8 ve genellikle boş gurura dayanan şeyler karşısında takınılan çeşitli tavırları; insanların, uğrunda çaba harcadıkları şeylerin ne denli değersiz olduklarını, her du­rumda kendilerini doğru, ılımlı, tanrılara boyun eğen kişiler olarak göstermelerinin çok daha bilgece olduğunu düşün; çün­kü gururdan bağımsız olmakla gururlanmak gururların en kö­tüsüdür.

28   Sana, "Tanrıları nerede gördün, varolduklarını nereden öğrendin de böyle tapıyorsun onlara?" diye soran olursa, şöyle yanıt ver: ilkin, onları gözlerimizle görebiliriz,9 kendi ruhumu da hiç görmedim, ama ona saygı duyuyorum. Tanrılar için de böyledir: yaşamımın her ânında onların gücü hakkında edindi­ğim deneyimlerden onların varoldukları sonucuna varıyorum, bunun için de onlara saygı gösteriyorum.

29   Yaşamımızın kurtuluşu, her şeyi tüm doğasıyla, hem öz- deksel, hem de nedensel yanıyla, olduğu gibi görmekte; yani maddesinin ve nedeninin ne olduğunu görmekte; bütün ruhu­muzla doğru eylemleri yapmakta ve doğru söylemekte yatar. Aralarında en küçük bir boşluk bile bırakmaksızın, iyi bir eyle­min ardından başka bir iyi eylem yaparak, yaşamın tadına var­maktan başka ne kalıyor geriye?

30   Güneş ışığı; duvarlar, dağlar, binlerce başka engellerle bolünse de birdir. Ortak töz, sonsuz sayıda bireysel varlıklara bolünse de birdir. Ruh, sayısız doğal biçimlere ve bireysel ka­rakterlere bolünse de birdir. Ussal ruh, bölünmüş görünse de birdir.10 Yukarıda andığımız şeylerin öteki parçaları -örneğin, organik varlıkların yaşamsal soluğu ve inorganik varlıklar- bir­lik ilkesi ve tümünün de aynı merkeze doğru çekilmesi olgusu onları ne denli bir arada tutarsa tutsun, birbirlerine yabancıdır­lar. Ama benzerine yönelmek ve onunla birleşmek zihnin ken­dine özgü niteliğidir ve zihnin toplumsal içgüdüsü engel tanı­maz.

31   Ne istiyorsun? Daha uzun yaşamak mı? Yalnızca duyu­ların ve içgüdülerin mi olsun istiyorsun? Büyümek, sonra da büyümenin durmasını mı? Dilini ve zihnini kullanmak mı? Bunların hangileri sana istemeye değer görünüyor? Bütün bu şeyler küçümsemeye değerse, usun ve Tanrı'nm ardından git. Ama öteki şeylere değer vermek, ölümün bizi onlardan yoksun bırakacağını düşünerek üzülmek, bu amaçla açıkça çelişir.

32    Her insana sonsuz zaman uçurumunun ne denli küçük bir parçası ayrılmıştır! Ve nasıl bir anda sonsuzluğun içinde yokolup gider! Evrensel özdeğin, evrensel ruhun hangi küçük parçası! Yeryüzünün hangi küçük toprak parçacığı üstünde sü­rükleniyorsun! Bütün bunları göz önüne alarak, şundan başka önemli hiçbir şeyin olmadığını düşün: bireysel doğanın seni yönelttiği şeyi yapmak, evrensel doğanın sana getirdiğini kabul etmek.

33   Yönetici ilken, kendi kendinden nasıl yararlanır? Çünkü her şey buna bağlı. Geri kalan, senin istemine bağlı olsun ol­masın, cesetten ve dumandan başka bir şey değildir.

34   Ölümü küçümseme duygusunu en çok uyandıran; haz- zm iyi, acının kötü olduğunu düşünenlerin bile onu küçümse­meleridir.11

35   Yalnızca zamanında gelen şeyin iyi olduğuna inanan; usa uygun olarak yaptığı şeylerin sayıca çok ya da az olmasının hiç farketmediği; dünyaya daha uzun ya da daha kısa bir süre bakmayı umursamayan kimseyi ölüm bile korkutamaz.

36   Bu büyük kentin yurttaşı oldun; beş yıl ya da elli yıl, ne önemi var? Çünkü, onun yasaları yurttaşlar arasında ayrım gö­zetmez. Öyleyse, seni şimdi bu kentten uzaklara gönderen bir zorba ya da âdil olmayan bir yargıç değil, seni buraya getirmiş olan doğanın kendisi olduğuna göre, bunda olağanüstü bir şey var mı? Tıpkı, bir oyuncuyu, onu önce işe almış olan yönetici­nin sahneden çıkarması gibi.12 "Ama yalnızca üç perdede oy­nadım rolümü, beş perdede değil." "Doğru. Ama yaşamda üç perde de bir oyuna eşit olabilir." Çünkü son sınırı belirleyen; bir zamanlar senin oluşumunu düzenlemekten, şimdi de çözü­lüp dağılmandan sorumlu olandır; sense, ne birinden, ne öte­kinden sorumlusun. Öyleyse, dingince çık sahneden, çünkü gitmene izin veren de dingin.

Notlar

1      Tanrıların insanları çıplak görmesi hak. bkz. IX 34, ruh-beden ikiciliği için bkz. II.2 Not 2.

2      Beden, soluk ve zihin: bu üçlü bölümlenme için bkz. II 2 Not 2. Bazen başka yer­lerde görüldüğü gibi, soluk (ya da ruh, psyche), bedenle bağmtılandırılmıştır (be­den ... ve onunla birleşmiş soluk).

3     küre: bkz. VIII 41; Not 24.

4      Marcus Aurelius burada en iyi, en 'kutsal' insanların ölüm tarafından yokedil- melerinin yanlış olduğu karşı çıkışma yanıt veriyor. Bu yokoluş meydana geli­yorsa, bunun, tanrıların belirgin özelliği olan tanrısal iyilikle tutarlı olması ge­rektiği savını öne sürüyor. Bazı Stoacılar, insanların ruhlarının uzun ya da kısa geçici bir süre varlıklarını sürdürdüklerini öngörmüşlerse de, hiçbir Stoacı, in­san ruhunun kalıcı ölümsüzlüğünü ileri sürmemiştir.

5      Madde ve neden: bkz. V 3. Bununla ilgili ilişki ya da referans tipi; doğamızdan, örneğin başka insanlarla (bkz. IX 23, XII 20), evrenle ilişkimizden kaynaklansa gerektir.

6      'Tanrı ya da atomlar" temasının bir değişkesi: ikinci seçenek, kendini tanrısala lâ­yık kılarak yatıştırılabilir bir tanrı olarak görülmektedir. Eğer ikinci seçenek gerçekten Stoacı ise, bu olsa olsa birincisinin (tanrı, etik gelişme sağlayarak 'yazgı'mızı düzeltebilmemize olanak verir) bir çeşitlemesi olabilir. Üçüncü se­çenek, bütünüyle tutarlı değil, çünkü Epikurosçularm dünya görüşü (yol göste­riciden yoksun karışıklık), Stoacı yönetici ilke ve hemen hemen Platonıcu zihin- beden ayrımı ile birleştirilmiştir. Sonuç olarak, yalnızca birinci seçenek (Mar­cus Aurelius'un seçimi), bütünüyle tutarlı görünüyor.

7      Başlıca nokta, insanların bir ölçüde paylaştıkları doğadaki tanrısal (ussal) öğe­lerle geçici ve maddesel öğeler arasındaki çelişkidir, insanlar, doğru davrana­rak ve tanrısal öngörünün gücünü kabul ederek tanrısala katılabilirler. Bundan başka, bizler, 'kozmik' perspektife yükselme yeteneğine sahibiz (ansızın göğe yükselecek... olsaydın vb); bu görüngeden bakıldığında normal olarak gurur duy­duğumuz (son sözcükler) geçici şeyler göreli olarak önemsiz görünür; varlık­larla dolu uzay: olasılıkla, yıldızlar vb kozmik düzenin modeli olarak görüldü­ğünde (bkz. XI 27) olasılıkla, kimi zaman filozoflarca (örn. Plutarkhos), gökyü­zünde çeşitli ruh (daimon) tiplerinin bulunduğuna ilişkin geleneksel görüşün Stoacı açıdan benimsenmesi.

8      Fabius Catullinus: IV 50'de adı geçen Fabius Lusius Lupus gibi, onun adına da başka bir yerde rastlanmıyor; Baiae'deki Stertinius: olasılıkla Plinius'un Doğal Ta- rih'inde adı geçen zengin doktor; Tiberius: imparator (MS 14-37), saltanatının son on yılının büyük bir bölümünü Capri'de, yarı-emekli ve öne sürüldüğüne göre, yoksunluk içinde geçirmiştir; Velius Rufus: Marcus Aurelius'un hocası Fronto'nun yazıştığı kişilerden biri.

9     Gözlerimizle görebiliriz: tıpkı yıldızlar gibi; XI27.

10    Kozmos'un birliği hak. karş. IV 40.

11   Hazzı en yüce iyi saydıkları halde, Epikurosçular, "ölümün bizim için hiçbir önemi olmadığını" da ileri sürüyorlardı; bkz. IX 41.

12   'Sahneden çıkan oyuncu' benzetimine, Epiktetos'ta da rastlıyoruz. Stoacılıkta ölümün önemsizliği hak. bkz. II 14. Yaşamın bir oyun olarak imgesi Düşünce- ler'de yaygındır; Stoacı düşüncelerin kinik bir renge büründürülmesi için bkz. örn. III8; VII3, X 27.

Çevirmenin Yararlandığı Kaynaklar

Anthony Birley, Marcus Aurelius, A Biography, Rev. Edition, B.T.Batsford Ltd. Londra, birinci bas. 1987.

Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, İlkçağ (Çev. Muammer Sencer), Say Yayınları, 7. bas. Mart 2000.

Great Books of the İNestern World, Lucretius: On the Nature of Things (Çev. H.A.J. Munro); The Discourses of Epictetus: (Çev. George Long); The Meditations of Marcus Aurelius (Çev. George Long), Encyclopaedia Britannica Inc., publisher: William Benton

Historia Augusta, giriş, çeviri ve açıklamalarla hazırlayan: Çiğdem Menzilci oğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2002, İstanbul.

Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, 1967.

Meydan Larousse.

Mathew Arnold, Marcus Aurelius and Stoicism, Wordsworth Classics of World Literatüre.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to