Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

ŞEHİT ENVER PAŞA...NEVZAT KÖSOĞLU 3

 

Şem’i gör kim, yanmadan yandırmadı pervaneyi

Laedri

Enver Paşa’nın Gittiği Türkistan

T

ÜRKİSTAN gerçekten de yıpranmıştır. Timur rönesansı olarak anılan çıkıştan yani on altıncı yüz yıldan itibaren sürekli bir siyasi parçalanma halinde olmuş, hayatın hiçbir alanında ciddi bir başarı ortaya koyamamıştır. Yeni medeniyet açılışlarını Ortadoğu’da Oğuz Türkleri, Hindistan’da ise Babüroğulları gerçekleştirmişlerdir. Türkistan’da siyasi bölünme, ufalma ve kültürün her alanında donup katılaşma, yani yaratıcılığın kaybolması yaşanmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda parçalanma iyice artmış, hanlıklar beyliklere dönüşmüş, yer yer onlar da parçalanmış ve kasaba hâkimleri ortaya çıkmıştır. Aşiretler kendi başınadır; devlet şuuru tamamen çökmüştür. Halk vergi yahut zekât vermekten hoşlanmamaktadır. Sadece emîrler ve beyler arasında değil, boylar ve aşiretler arasında da çatışmalar eksik olmamaktadır. Hive, Buhara, Hokand ve Kâşgar Hanlıklarındaki tükenmez kavgalar arasında birliği sağlamak değil, mevcudu korumak bile kolay değildir.

Ruslar ise fevkalade diri ve hesaplıdır; mukayese kabul etmez teknik üstünlükleri yanında, bu istilacı ruha Türkistanlıların karşı koyması imkânsızdır. Bir kısmı sözde muhtariyet şeklinde olmak üzere yüzyılın sonunda Rusya, bütün Türkistan üzerindeki fiilî egemenliğini tamamlamış gibidir.

Kazan, Kasım ve Astırhan Hanlıkları

A

LTIN ORDU imparatorluğunun parçalanmasından sonra yerine bir çok Hanlıklar kurulmuştur. Bunlardan Moskova’ya en yakın olanları Kazan ve Kasım Hanlıklarıdır.

Son Altın Ordu hanlarından Uluğ Muhammed Han, Kazan’a gelerek burada Hanlığını kurar. 1439’da Moskova önlerinde Rus ordusunu dağıtıp, Çarı esir eder. Rusya’nın bundan böyle, Altın Ordu’ya ödediği vergileri Kazan’a vermesi şartıyla geri çekilir. On beşinci yüzyıl boyunca Kazan’ın Rusya üzerindeki hâkimiyeti devam eder; ancak, Ruslar sürekli pusudadır ve hiçbir fırsatı kaçırmamaktadırlar. Sürekli Kazan’a sızmaya ve beyler arasındaki çekişmelere etkili olmaya çalışmaktadırlar.

Muhammed Emin Han’ın 1518’de çocuksuz ölmesi Kazan’da sıkıntıların başlangıcı olur. Kırım Hanları akrabalık sebebiyle taht üzerinde hak iddia ederler. Birkaç kere Muhammed Han tarafından yenilmiş olan Ruslar da el altından uğraşır ve Küçük Muhammed Han soyundan Şah Ali’yi tahta geçirirler. Kazan halkı hoşnut değildir. Kırım Hanlığı şehzadelerinden Sahip Giray 1521’de Kazan’a girer ve Şah Ali’yi devirerek Rus muhafızlarını öldürür. Aynı hanedanın elinde birleşen Kırım ve Kazan birlikleri 1521’de Rus kuvvetlerini dağıtarak Moskova önlerine kadar gelirler. Ancak, vergileri düzenlemekle yetinirler.

Sahip Giray Han’ın on üç yaşındaki yeğeni Safa Giray’ı yerine bırakarak İstanbul’a gitmesi ile büyük bir Rus ordusu saldırıya geçer. 1524’te Kazan kuvvetleri Rusları bozguna uğratırsa da ilerlemezler. 1530’da Ruslar intikam için yeniden saldırır ve yeniden bozulurlar. Ancak Rus propagandası devam eder. 1531’de Safa Giray bir darbe ile devrilerek Can Ali, Han yapılır. 1533’te Rus taraftarları temizlenerek Safa Giray yeniden Hanlığa getirilir. 1536 ve 1537’de Rus kuvvetleri üst üste yenilgiye uğratılır. Kazan ordusu Moskova önlerine gelir. Fakat, Kazan’da Rusların körüklediği bey

çekişmeleri de bilmemektedir. 1546’da Safa Giray yeniden tahttan indirilir ve Moskova’daki Şah Ali tahta çağrılır. Şah Ali Rus muhafızlarla gelince ortalık yine karışır. Birkaç ay içinde Ruslar kovulur, Rus taraftarı beyler cezalandırılır ve Safa Giray yeniden hanlığa geçer. Ruslar kuvvet göndermeye cesaret edemezler.

Safa Giray 1549’da ölünce, üç yaşındaki oğlu Ötemiş han olur ve idareyi annesi Süyün Bike ele alır. Kazan Moskova ile iyi geçinmeye çalışır, Ruslar da fırsat kollar. 1550’de Kazan’ı kuşatır; ama fazla duramaz çekilirler. Ruslar 1551’de İdil sahilinde bir kale yaparak burayı ikmal üssü haline getirirler. Moskova bir yandan da beyler ve boylar arasında fitnesini yaymaya devam etmektedir. İktisadî sıkıntı başlar. Beyler Ruslarla anlaşmak isterler. Şah Ali yeniden Rus muhafızlarıyla gelir ve Han tahtına oturur.

Şah Ali Kazan topraklarının bir kısmını Ruslara bırakır. Kazan’da huzursuzluklar artar ve verilen toprakların geri alınması için mücadele başlar. Kırım Hanı da sıkıştırmak için Rusya’ya savaş ilan eder. Ancak, İdil boyunda üs kurmuş olan Ruslar 1552’de yüz elli bin kişilik büyük bir ordu ve yüz elli topla Kazan’ı kuşatırlar. İçerde otuz üç bin asker ve kale dışında on beş bin Kazanlı süvari savunmaya geçerler.

Yoğun topçu ateşi altında kale surları yıkılır. 2 Ekim günü halk iç kaleye çekilir. Şehirde kanlı sokak savaşları başlar; Kazan ev ev, cami cami savunulur. Başlarında hocaları Seyid Kul Şerif olmak üzere, bütün öğrencileri şehit olduktan sonra Kul Şerif Medresesi düşer. Kazan kanlı boğuşmalardan sonra işgal edilir ve baştanbaşa yakılır. Bir kısım boylar, beyleriyle Kazan’ın arkasındaki dağlara çekilerek savaşı devam ettirirler. Kuzeyde Çakın Kalesi’ni kurarak burayı mücadelenin merkezi yaparlar. 1556’da Süyün Bike’nin kardeşi Ali Ekrem, Han ilan edilir. Ali Ekrem boyları toparlamaya başlamışken şehid olur ve mücadele sönmeye başlar.

Kazan böylece Rus egemenliği altına alınırken beş yüz otuz altı camisinden dört yüz on sekizi yıkılır yahut yakılır. Hristiyanlaştırma için ağır baskılar, sürgünler uygulanır ve çıkan isyanlarda binlerce insan öldürülür. Bu ayaklanmaların en ünlüleri şunlardır: 1613 ayaklanması. 1634-1638 ayaklanması. 1652-1665 ayaklanması. 1670-1671 Bulat Batır ayaklanması. 1677-1682 ayaklanması. 1708-1709 ayaklanması. 1735-1757 Akay- Karasakal ayaklanması. 1756-1757 ayaklanması. 1773-1775 Salavat Yulay ayaklanması. 1812-1813 Yiğitler ayaklanması.

Kasım Hanlığı 1445’te, Uluğ Muhammad Han’ın oğlu idaresinde Moskova’nın güney doğusunda Oka nehri yanındaki Kasım kentinde kurulur. Uluğ Muhammed Han’ın ölümünden sonra Kazan ile Kasım Hanlığı arasında çekişmeler baş gösterir. Moskova Kasım Hanlığını tutar; ona vergilerini verir ancak içerden çökertir. Kasım Hanlığı uzun süre Rusya’ya tâbi bir hanlık olarak yaşar ve Rusların doğu siyasetinin âleti olur. 1681 yılında ise Rusya’ya ilhak edilir.

Astırhan yahut Hacı Tarhan Hanlığı İdil nehrinin Hazar’a döküldüğü yerdedir. Bölge, daha önce Bulgarların, Hazarların, Peçenek ve Kumanların oturdukları yerdir. Altın Ordu’nun zayıflaması üzerine Küçük Muhammed Han’ın oğlu Kasım Han 1466’da burada Hanlık kurar.

Astırhan Hanlığında on altıncı yüzyıldan itibaren iç karışıklıklar ve dış müdahaleler artmaya başlar. Sık sık hanlar değişir. Rus ordusu 1554 yılında Astırhan’a girerek kendisine tâbi bir han seçtirir. Ancak Derviş Han’ın Kırım Hanlarıyla işbirliği yaptığı anlaşılınca 1557’de Ruslar burayı işgal ederek Çarlığa katarlar. Osmanlı’nın İdil-Don nehirleri arasında kanalı açamaması ve Kanunî’nin Malta seferine çıkması, yakın bir müdahaleye imkân vermez.

On altıncı yüzyıl boyunca Nogayların Ruslarla mücadeleleri devam eder. Kazan’ın düşmesi ve 1557 büyük kıtlığı Nogayları sarsar; bir kaç ordaya ayrılırlar. Esasen bir devlet yapısı içinde birlik kuramamışlardır. Mirzalar arası çekişmeler de süreklidir. Ruslar Nogayları Başkurdistan’a doğru sürmeye çalışırlar. Ordaların bir kısmı Kırım’a, bir kısmı Anadolu’ya göçerler. 1601 yılında yeniden büyük bir kıtlık yaşanır. Yayık nehri çevresinde mücadeleye devam ede ede tükenirler. Bu kahramanlıkları anlatan Çora Batır Destanı Türk dünyasının her yanında anlatılır.

Sibirya Hanları

A

LTIN ORDU’nun Tobil ve İrtiş ırmağı çevresindeki komutanlarından Taybuga’nın kurduğu Tura yahut Sibirya Hanlığı, Kazan ve Hacı Tarhan’ın düşmesi ile tehlikeye girer. Ruslar Uralları geçmeye başlarlar.

1553’te tahta geçen Şeybanî Han neslinden Küçüm Han Özbek sahasından aileler getirerek kendi bölgesine yerleştirir. Ayrıca Buhara’dan din bilginleri getirterek İslamiyeti yaymaya çalışır.

Küçüm Han, ateşli silahlara sahip Rus Kazak birlikleri ile mücadele eder. 1587’de Ruslar başkent Kışlak’ı işgal ederler. Küçüm Han’ın çevresindeki boylar dağılmaya başlar. Kardeşi Muhammed Kulu Han toplayabildiği boylarla kavgayı sürdürür. Küçüm Han da mücadeleyi bırakmamıştır. 1584’te Rus birliklerini basarak komutanlarıyla birlikte yok eder; Kışlak’a girer. 1587’de Rusların saldırısı kuzeyden başlar. Ateşli diğer silahlar ve toplara sahip ordular karşısında Küçüm Han tutunamaz.

Bu arada gözlerini kaybeden Küçüm Han bir oğluyla bozkırdaki şehitler arasında dolaşırken kendisine Rusya’ya itaat etmesi teklif edilir. Şöyle cevap verir:

“Rezil olup ölmek için mi Rus esaretini kabul edeceğim. Ben kör ve sağırım; yoksul ve kimsesizim. Servetimi kaybettiğim için matem tutmuyor, Ruslara esir olanlar için ağlıyorum.”

Küçüm Han Buhara’ya geçer ve orada ölür. Oğullarına, Ruslarla savaşı sürdürmeyi vasiyet etmiştir. Onlar da İşim, Tobıl ve Yayık çevresini üs edinerek mücadeleyi sürdürürler. 1608’de Küçüm Han’ın oğlu Ali Han, Tümen ve Ufa kalelerine saldırır; hıyanete uğrar ve esir edilir. Kardeşi İşim Nar kavgayı sürdürür. 1629’dan sonra İşim Han’ın oğlu Abılah Han Güney Başkurdistan’da üslenerek mücadele eder. 1636’da kardeşi ile birlikte Ufa’ya saldırır; iki kardeş de esir olurlar. Öbür kardeşleri Devlet Giray mücadeleyi sürdürür. Turgay şehrini üs edinir.

Yüzyılın ortalarından itibaren mücadelenin öncülüğünü Başkurtlar üstlenir; Sibir şehzadeleri onlara tâbi olarak dövüşürler. Başkurtlar Güney Sibirya’da Kırım’a kadar olan bölgeden Rusları temizlemek istemektedirler. Osmanlı ile temasa geçmeye çalışır ve yeşil bayrak isterler.

Kuzey Sibirya’da ise, Baykal Gölü’nün kuzeyinde yaşayan Tunguzlar bu yüzyılın ortalarından itibaren Ruslarla temas etmeye ve mücadeleye başlarlar. Lena nehri boyunda yaşayan Yakutlar ise yine yüzyılın ortalarından itibaren çarpışmaya başlarlar. Ancak, bu topluluklar ateşli silahları tanımamaktadır.

Bütün bu mücadeleler, mevziî başarılar ve kahramanlıklar olmaktan öte bir sonuç vermez.

Kazak Hanları

K

AZAN, Kasım ve Sibir Hanlıklarının işgali ve bu mücadeleler esnasında Mangıt-Nogay uruğlarının dağılması Ruslar için Türkistan’ın yolunu açar. On yedinci yüzyılın yarılarından itibaren Buhara ve Hive hanları Rusya ile ticarî ilişkiler kurmaya başlarlar; ancak, “Düşmanla er meydanında karşılaşılır.” diye bellediklerinden, Rusya’nın Türkistan politikaları yahut diğer niyetleri hakkında bilgi toplamayı hatta düşünmeyi gerekli bulmazlar.

Rus Çarı ise hesap yapmaktadır: Kazak ordaları Türkistan’ın kapısıdır, diyerek oradan başlar. Uzun yıllar süren Kalmuk saldırıları karşısında bütünlüğü bozulan Kazak ordaları, on yedinci yüzyılda üç orda halinde yaşamaktadırlar. Ulu Cüz yani Büyük Orda, Sirderya’nın doğusu ile Balkaş gölünün kuzeyi arasındaki sahalarda; Orta Orda, Altayların kuzeyinde Aral ile Balkaş gölü arasında; Küçük Orda ise Hazar ile Aral gölü arasında, Üst Yurd’un kuzey kesimlerinde yaşamaktadırlar.

Çar, Yayık nehri üzerinde Orenburg şehrini kurar ve buradan başlayarak bütün Türkistan’ı kuşatacak biçimde kaleler kurdurmaya yönelir. Kalmuk baskıları altında bunalan Küçük Orda 1731’de Rus himayesini kabul eder; yine hanları ve görünüşte bağımsızlıkları vardır ama, Rus çemberine girmişlerdir. Kurultay yapılmadan verilen bu karardan halk hoşnut değildir. 1744’de Kazaklar ayaklanarak Hanı idam ederler. Nur Ali’yi han yaparlar. Ruslar Kalmukları silahlandırarak Kazaklar üstüne salar. Ruslar doğrudan müdahale etmeyerek halkları birbirine kırdırırlar. Kalmuk-Kazak savaşları yüzyılın sonuna kadar sürer.

Nur Ali Han’ın ölümü üzerine Ruslar, halkın isteğine bakmadan kardeşi Emir Ali’yi han yaparlar. Boy beylerinden Sırım Batur öncülüğünde Kazaklar ayaklanır ve bozkırlarda dövüş başlar. Emir Ali 1797’de öldürülür. Halk Kayıp Han oğlu Ebul Gazi ile hanlanmak ister; Ruslar Nur Ali’nin oğlu İşim’i han seçtirirler. Yeniden boylar birbirine girer; İşim Han öldürülür.

1803’te Nur Ali Han’ın oğlu Bökey Han bir kısım boyları alarak Ural taraflarına çekilir ve Bökey Ordasını kurar.

Rusların eli sürekli Kazak beyleri içindedir. 1810 yılında Orenburg’da han seçmek üzere kalabalık bir Kazak meclisi toplanır. Astırhan Kazakları Bökey Han’ı, Sir Derya Kazakları Şir Gazi’yi isterler. Anlaşmaya varamazlar. Ruslar kâh birini, kâh ötekini tutarak sürtüşmeyi artırır; bir yandan da Kazak topraklarına asker sokarlar. 1816’da Arın Han Kazak Hanlığına seçilir. Ancak, Rusların Buhara seferini engellediği için 1820’de Hanlıktan uzaklaştırılır. Kazaklar Tilenci öncülüğünde yeniden ayaklanır; 1824’e kadar döğüşürler. Bu tarihte Ruslar Küçük Orda’yı ortadan kaldırarak eyalet haline getirirler. Bökey Ordası l845’e kadar devam eder. Bu tarihte Kazak-Rus karışımı bir şûrâ kurularak Ordanın idaresi buna verilir. 1917’ye kadar böyle devam eder.

Rus yayılması karşısında irili ufaklı Kazak ayaklanmalarının ardı hiç kesilmemiştir. 1838’de, Bökey Ordası Hanı Cihangir “Ruslara satıldı.” diyen İsatay Tayman önderliğinde Kazaklar ayaklanır. İsatay Tayman şehit olur; ama, arkadaşı halk ozanı Ötemiş, yıllarca dombra çalıp şiirler okuyarak onun adını, istiklal arayan Kazak ordalarının bayrağı haline getirir.

Taşkent, Evliya-Ata, Almatı, Çimkent, Talas ve Yedisu bölgesinde on bir boy halinde yaşayan Ulu Orda 1723 yılında Aktaban Şubnandı diye isimlendirdikleri büyük bir felaket yaşarlar. Bir İsveçli subaydan öğrendikleri ateşli silah ve toplarıyla Kalmuklar hücuma geçince Kazak süvarileri şaşkına dönerler. Dağılan birliklerin çoğu açlıktan ölür; kaçamayanları Kalmuklar öldürür. Bu felaket sonunda Büyük Orda Kalmuk hâkimiyetine girer. Ancak çok sürmez, 1750-58 arasındaki ayaklanmalarla yeniden bağımsızlıklarını elde ederler. Ancak doğuda kalanlar Çin nüfuzuna düşerler, batıdakiler ise Taşkent Hanlığına bağlanırlar.

On dokuzuncu yüzyılın başlarında Ulu Orda yeniden bağımsızlığına kavuşursa da, uzun süre koruyamaz. Kuzeyden Ruslar Ulu Orda topraklarına girerler. Hokand Hanı boyların bir kısmını kendisine bağlar. Son Ulu Orda Hanı Suyuk Han, Kartal ırmağı vadisinde 1845 yılında elli bin yurt ile Rus tâbi’iyetine girer. 1847 yılında ise Ulu Orda Hanlığı ortadan kaldırılarak doğrudan Rusya’ya bağlı bir eyalet haline getirilir.

Orta Orda’da Abılay Han, Rus ve Kalmuk güçlerini dengede tutmaya çalışır. Ordaları birleştirme teşebbüslerinde başarılı olamaz. Kalmuk

saldırılarına karşı 1739’da Rus yardımı ister. 1756’da ise bir Çin ünvanı alarak Çin’e tâbi olur. Sonra yeniden Ruslarla ilişkiye girer. Çimkent, Suzak ve Sayram’ı alarak geniş bir alanda güvenlik ve birliği kurmaya çalışır. 1781’de vefat ettiğinde oğlu Abdullah’a birlik ve beraberliği öğütler. Abdullah, Rus baskıları karşısında Çinle işbirliğine girer. Ruslar 1782’de bir pusu kurarak Abdullah Han’ı savaşsız ele geçirirler. Oğlu Veli Han da Rus akınlarını durdurmak için Buhara ve Çin’e dayalı bir siyaset yürütür.

Ruslar Veli Han’ın otoritesini kırmak için beyler arasına fitne sokarak birbirine düşürürler. Kendileri de Balkaş gölünün güneyine kadar inerler. 1819’da Veli Han ölür. Ordanın gücü iyice yıpranmıştır. Ruslar beylerle ayrı ayrı görüşmelere girip hediyeler vererek parçalanmayı hızlandırırlar. Sonunda 1822’de Orta Orda Hanlığını bir eyalet haline getirerek başına Rusya’nın maaşlı memuru olarak bir Vekil Sultan yahut Ağa Sultan tayin ederler.

Abılah Han’ın torunu olan Sultan Kinesarı, kardeşleri Sarıcan ve Esengeldi ile birleşerek ayaklanır. Rus birliklerine ve kalelere saldırırlar. Bir kısmını ele geçirirler. Halk Kinesarı’ya yönelmeye başlar. Ruslar görüşmeler yoluyla meseleyi halletmeye çalışırlarsa da Kinesarı bütün toprakları terk etmelerini ister. Kinesarı 1840’da, Taşkent ve Güney Sibirya ticaret yolunu denetim altına alır. Halk onu han olarak tanımıştır. Ruslar bozkırdan kovulmakta oldukları korkusuna düşerler. Rus Çarı yeniden görüşme yolları ister. Kinesarı, “Size tâbi olduğum takdirde, Allah’ın rızasına karşı gelmiş olurum. Onun gazabından korkar, Müslüman hükümdarların önünde utanırım.” diye cevap verir. Ruslar büyük birliklerle saldırırlar. Kinesarı 1846’da Isık Gölü çevresine ve buradan Alata’ya geçer. Bu çarpışmalar sürerken Kinesarı Kırgızlarla anlaşmazlığa düşer. Bu sefer Kinesarı birlikleriyle Kırgızlar arasında çatışmalar başlar. Çu ırmağının yukarı kesimlerindeki bir çatışmada Kırgızlar Kinesarı ve kardeşi Nevruz Bey’i ele geçirerek asarlar. Böylece, istiklal arayışlarının sembolü haline gelen bu kahraman, kendi soydaşlarının eliyle göçmüş olur. Kinesarı’nın boyu yirmi bin yurt halinde Yasa ve Karata çevresine göçerek Hokand Hanlığı’na bağlanırlar.

Kinesarı’nın oğlu Sultan Sadık, Hokand ordusuna girerek burada Ruslara karşı dövüşmeye devam eder. Hokand düşünce Buhara ordusuna geçerek burada mücadeleyi sürdürür. Buranın da düşmesiyle 1869’da Ürgenç’e geçer. Rusların Hive Hanlığına saldırılarında, Kızıl Kum’da, Altı

Kuduk’ta ve Uç Uçak’ta savaşır. Emîrin Ruslarla barış yapması üzerine 1873’te Herat’a ve oradan Kâşgar’a geçerek ünlü Yakup Han’ın komutanlarından biri olur. Yakup Han’ın ölümünden sonra da Çinlilerle dövüşmeye devam eder; yaralanır ve Oş’a döner. Sonra Çimkent’e geçerek, hayatının son günlerini, Ruslarla anlaşmış olan kardeşinin yanında geçirir.

Türkistan’da kahramanlık daima ve sıradan bir şey olarak yaşanır; bağımsızlık şuuru da kolay canlanır. Ama, birleşmek, bütünleşmek ve boyları aşıp devlet olmak iradesi kaybolmuştur.

Rusya işgal ettiği Türk topraklarında, parçalama siyaseti yanında, her türlü toplumsal çelişkiyi de kullanarak ve baskıyı hiç eksik etmeden, aynı zamanda Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma çalışmalarını aralıksız sürdürür.

Hazrem-Hive Hanlığı

A

RAP Muhammed Han (1603-1623) Ürgenç’i terk ederek Hive’yi başkent yapmıştı. Oğulları arasında mutat taht kavgaları yaşanmış ve Şecere-i Türkî yazarı Ebu’l-Gazi Bahadır Han döneminde önemli gelişmeler kaydedilmişti. Ancak, Buhara ve çevredeki boylarla kavgalar eksik olmuyordu. 1687’de Buhara Hanı Hive’ye girerek Şah Niyaz Işık Ağa’yı buraya vali tayin eder. 1702’de Muhammed Han (1702-1717), hâkimiyeti Buhara Özbeklerinin elinden alır. Oğlu Şir Gazi Han, Rus yayılmacılığına karşı koymaya çalışır. 1717 yılında Rus Çarının gönderdiği üç bin beş yüz kişilik bir birliği tamamen yok eder.

Ancak Harzem’de uruğlar arası çatışmalar da sürekli gibidir. 1728’de ilim ve sanata düşkünlüğü ile de ün yapmış olan Şir Gazi Han katledilir ve Kongrat Türk beyleri, Şeybanî Yadigâroğulları hanedanını bırakarak Kazak Hanlarından Bahadır Han’ı bozkırdan getirterek hanlanırlar. Yadigâroğullarına sadık kalan beyler ise İlbars’ı han seçerler. İlbars Han Türkmenleri çevresinde birleştirmeye çalışır. Ancak, Nadir Şah’ın İran seferinden yararlanarak Horasan’ı yağmalaması, durumunu değiştirir.

Bu arada Rusların teşvik ve desteğindeki Küçük Orda Hanı Ebu’l-Hayr Harzem’e saldırır ve Hive’yi işgal eder. Buraya Han olmak isterse de, Nadir Şah’tan korkarak çekilir. Nadir Şah 1740’da kanlı bir saldırıdan sonra Hive’ye girer; İlbars ve yirmi Kongrat beyini idam eder. Nadir Şah Mangıt beylerine dayanır. İlbars Han’ın oğlu II. Ebu’l-Gazi Han, Nadir Şah’ın himayesinde hanlığı devam ettirir. Nadir Şah’ın ölümü üzerine Mangıt beyleri Kazak hanlarından Bahadır Han’ın oğlu Kayıp Han’ı Harzem Hanlığına getirirler. 1735’teki büyük Başkırt isyanına da katılmış olan Kayıp Han cesur ve hareketli bir yöneticidir. Beylerle, boylarla uğraşarak Harzem’de birliği kurmaya çalışır. Ancak 1757’de kardeşi Karabey’in isyan etmesi üzerine ihtiyar babasını da alarak Hive’yi terk eder.

Mangıt beyleri Karabey’i tanımayıp, hanlıktan uzaklaştırır ve Yadigâroğullarından Timur Gazi’yi han yaparlar. Timur Gazi 1762’de Mangıt beylerini öldürterek Kongratlardan Muhammet Emin İnak’ı baş vezir yapar. İnak, Timur Gazi’yi öldürerek (1763) yüz elli sekiz sene sürecek olan kendi hanedanını kurar. Muhammet İnak uruğ başbuğlarından oluşan divanı dağıtır ve bir sart’ı vezir yapar. Boylar arası huzursuzluklar artar. 1767 yılındaki büyük veba salgınında çok can kaybedilir. Halk Buhara ve Aral taraflarına göçer. Hive’de çok az insan kalır ve bütün bu olanlar Han’ın uğursuzluğuna verilir.

1790 yılında yerine geçen oğlu Avaz Han döneminde de boylardaki huzursuzluklar devam eder; Türkmenlerle Özbekler arasındaki rekabet düşmanlığa dönüşür. Avaz Han ve yerine geçen oğlu İltüzer bu gerginlikleri gideremezler. 1806’da İltüzer’in yerine tahta geçen Mehmed Rahim Han uruğ beylerinin gönlünü almaya ve yeniden onları toparlamaya çalışır. Aral Gölü çevresinde bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Karakalpaklar yeniden hanlığa bağlanırlar. Merv Türkmenleri de 1822’de Buhara’dan ayrılarak Hive’ye bağlanırlar.

1825 yılında tahta geçen oğlu Allahkulu Han döneminde Hive’ye yeni boylar ve şehirler katılır. Hive en geniş hudutlarına kavuşur. Eski Ürgenç şehri yeniden kurulur. Ruslar ise ticaret kervanları ve keşif kolları ile Türkistan hakkında gerekli bilgileri toplamaktadır. 1839’da kuvvet göndermeye karar veren Ruslar, yüzyıl önceki olayı hatırlayarak “Hive’nin görülmedik şekilde cezalandırılacağını” söylerler. “Hanlığın başkentinde haç ve İncil önünde Çarın sağlığı ve vatanımızın selameti için dua edeceğiz. ” derler. Ancak, gönderdikleri ordu 5 Aralık’ta Üst Yurt civarında Beş Tunak mevkiinde bozularak geri çekilir. Uzun bir hazırlıktan sonra 1851’de yeniden Hive üzerine yürürler ve yeniden yenilerek çekilirler. Ancak, iç çekişmelerle yıpranmış olan Harzem, Rus yayılmasına daha çok direnemeyecektir.

Hive’de bir yandan da, 1846’da Harzem tahtına geçen II. Mehmet Emin Han döneminde geniş bir imar ve kalkınma hareketi yaşanmaktadır. Ancak Ruslar durucu değildir. 1873’de yeniden saldırırlar. Mağlup olan Harzemliler sağ Harzem’i Ruslara terk ederler. Sol Harzem ise Rusya’ya tâbi olarak 1910 yılına kadar devam eder.

Hokand yahut Fergana Hanlığı

H

OKAND Hanlığı, Buhara ile sürekli kavga halindedir. On dokuzuncu yüzyıl başında tahta geçen Âlim Han, uzun çekişmelerden sonra Taşkent’i alır. Din adamlarının otoritesini kırmaya çalışır ve 1807’de Sirderya uçlarına yaptığı bir seferden dönerken bir derviş tarafından öldürülür. Oğlu Ömer medreselilere dayanır. Akmescit şehrini kurar; Aral Gölünün güney kesimlerine kadar yayılır. Azadî mahlasını kullanan bir şairdir. İç barışı sağlamış, sulama kanalları yaptırarak Fergana vadisinde geniş alanları tarıma açmıştır.

1822’de oğlu Muhammet Ali, on dört yaşında yerine geçer. 1826 yılında Apak Hoca soyundan Cihangir Hoca’ya destek olunarak Kâşgar’da ayaklanma çıkartılır. Fergana ordusu Kâşgar’a girer; Cihangir Hoca han ilan edilir. 1827’de Çinliler Kâşgar’ı alırlar. Hokand ordusu 1830 yılında yeniden Kâşgar’ı alır; Yarkent ve Aksu’ya girer. 1831’de Çinlilerle anlaşma yapılır. Buna göre, Aksu, Üç Turfan, Kâşgar, Yenişehir, Yarkent ve Hotan şehirlerinin gümrük memurlarını Hokand Hanı atayacak ve vergilerini o alacak. Buna karşılık Hocalardan hiç kimse Kâşgar’a sokulmayacak.

Bu dönemde Taşkent’te büyük imar hareketleri ve iktisadî canlanma yaşanır. 1835’te Taşkent beylerbeyilik haline getirilerek kuzey vilayetlerinin yönetimi buraya bağlanır. Fergana Hanlığı’nın toprakları Pamir’den İli ırmağına ve Altaylardan Sirderya’nın aşağı uçlarına kadar genişlemiştir. Ancak, M. Ali Han’ın pek zalim olduğu ve halkı incittiği söylenir. Bunun üzerine halk gizlice Buhara Emîri’ni çağırmıştır. Buhara Emîri 1842 yılında Hokand’ı işgal ederek M. Ali Han’ı idam ettirir ve buraya bir vali atayarak çekilir. Hokandlılar ise M. Ali Han’ın amcasının oğlu olan Şir Ali Bey’i Karasu’da han ilan ederler. Şir Ali Han ordu toplayıp Hokand’a girer. Buharalılar Taşkent’i alırlar. Mücadeleler pek kanlı bir şekilde 1865’e kadar sürer.

Bu arada Kıpçaklar ayaklanarak yönetimi ele geçirirler. Özbekler ise Âlim Han’ın oğlu Murat Han’a ordu kurarak Hokand’a yürütürler. Murat Han Hokand’a girerek Şir Ali Han’ı idam eder. On gün sonra da Kıpçaklar Murat Han’ı idam ederler. Şir Ali Han’ın oğlu Hudayar, han ilan edilir. Kıpçak başbuğu Müslüman Kul da minbaşı yani vezir olur. Şehirli Özbeklerle göçebe Kıpçakların kavgası kesilmez. 1852’de minbaşı Müslüman Kul idam edilir. Hudayar Han üç kere tahttan indirilir ve Buhara Hanı’nın desteğinde üçüncü kez tahta çıkar.

Bu arada Ruslar, Türkistan’ı kuşatan kalelerini tahkim etmekte ve hazırlıklar yapmaktadırlar. Aral Gölü’ne iki savaş gemisi indirmişlerdir. 1852’de Akmescit üzerine yaptıkları bir hareket püskürtülür. 1853’de yeniden gelir ve kuşatırlar. Şehri üç bin Kazak ve Özbek savunmaktadır. Üç hafta direnirler. Sonunda kaleleri yerle bir olmuş ve kendileri tamamen şehit olmuş olarak Akmescit düşer.

Taşkent beylerbeği Mola Han Ruslara karşı bir cephe kurmak üzere Akmescit üzerine yürür ve kardeşi Hudayar Han’dan yardım ister. Hudayar gelen elçiyi öldürterek Taşkent üzerine yürür... Mola Bey Buhara’ya kaçar. 1857’de Kazaklar Evliya-Ata’da ayaklanınca, Mola Bey Buhara Hanı’nın desteği ile Kıpçaklara dayanarak hanlığı ele geçirir.

Bu tarihlerden sonra Ruslarla Fergana askerleri arasında sürekli çatışmalar olur. 3 Ekim 1860’da Kanat Bey komutasındaki Fergana birlikleri Uzun Ağaç’ta, Rusların topçu ateşi karşısında yenilince, Ruslar Pişbek ve Tokmak kalelerini alırlar; Çu ırmağına dayanırlar. 1863’te ise Hudayar Han Buhara Hanı’nın desteğinde Hokand’a girer. Hokand sürekli iç kavga halindedir. Bir yandan da Rus saldırılarına hazırlanmak zorundadır; silah, araç ve gereci yoktur.

Ruslar 1864’te Yasa şehrini kuşatırlar. Bir Hokand birliği yardım için yaklaşırken, şehrin belediye başkanı anahtarları Ruslara teslim eder. Evliya- Ata dört günlük bir çatışmadan sonra düşer. Ferganalı komutan Âlim Kul, Çimkent’i savunmak üzere hazırlıklar yapar. Çimkent kuşatılır. Yirmi günlük bir kuşatma sonunda Âlim Han bir çıkış yaparak Rus birliklerini geri püskürtür. Ancak, bu sırada Buhara birliklerinin Hokand üzerine yürüdüğü haberi duyulur. Âlim Kul, birliklerinin bir kısmını savaştan çekerek Hokand’a geçer. Ruslar durumdan yararlanır ve saldırırlar. Yirmi gün daha

süren çarpışmalar sonunda Çimkent düşer. Ruslar vakit kaybetmeden Taşkent üzerine yürürler; şehre giremezler.

1864’te Rus Çarı Avrupalı devletlere bir nota göndererek, “Asya milletleri açık ve etkili bir otoriteden başka hiçbir şeye saygı duymazlar.” demiş ve buraları işgal edeceğini bildirmiştir. Âlim Kul’un Çimkent ve Yasa üzerine saldırıları sonuç vermez. Ruslar yeniden Taşkent’e saldırırlar. Âlim Kul 5 Mayıs 1865’te Or Tepe savaşında şehit olur. Ruslar Taşkent’i kuşatarak sularını keserler. Taşkent’te oturan on beş yaşındaki Fergana Hanı Hokand’a geçer.

Bu arada Taşkentli komutanlar arasında anlaşmazlık başgösterir. Müderris Ahrar Hoca ile Taşkent Beyi Hakim Hoca, kadın erkek bütün Taşkentlilerin silahlanarak savaşa katılmalarını isterler. Ancak bıçak ve sopalardan başka silah bulamazlar. Halk yine de toplanır ve şehri son nefeslerine kadar savunacaklarına yemin ederler. Ruslar dört gün topçu ateşiyle şehrin surlarını yıktıktan sonra içeri girerler. Taşkentliler yeminlerine sadık kalırlar. Sokak sokak kanlı boğuşmalar olur; çok şehit verilir. Şehir 18 Mayıs’ta düşer. Rus komutan kendisine yardımcı olan işbirlikçilere madalyalar takar.

Taşkentliler, canını dişine takmış şehri savunurlarken, Buhara Hanı Hokand üzerine yürüyerek Or Tepe, Hocent ve Hokand’ı işgal eder; küçük Han’ı idam ettirip Hudayar’ı Han ilan eder. Ardından Ruslar kanlı çarpışmalar sonunda Hocent’e girerler. Hudayar Han Rus komutanını bu zaferi için kutlar. Çok geçmeden, 1866’da Rus kuvvetleri Buhara Hanı üzerine yürüyecek ve bu savaşta tarafsız kaldığı için Hudayar Han’a madalya vereceklerdir... İki yıl sonra da, 1868’de Ruslar bu sefer Hokand Hanlığına saldıracaklardır.

Ir Car ve Yeni Kurgan’daki savaşları Hokandlılar kaybederler. Hudayar Han Ruslarla anlaşmaya varır. Bu anlaşma ile Fergana Hanlığı Rusya’nın himayesine girmiştir.

Halk olup bitenlerden hoşnut değildir; 1873’ten itibaren Han aleyhinde ayaklanmalar başlar. Hudayar Han Ruslara sığınır. Fergana beyleri oğlu Naşireddin’i han yaparlar. Ruslar bahar gelince saldırmaya başlar. Hudayar’ı deviren komutanlardan Kıpçak Beyi Abdurrahman Astabacı Rus kuvvetlerini Mahmar Kalesinde karşılar; askeri silahsız ve eğitimsiz gönüllülerdir; cesaret yetmez, kaybederler. Ruslar Naşireddin Hanla anlaşma yaparak Hokand

Hanlığının Narın ırmağının sağ yanındaki topraklarını işgal etmeye başlar. Naşireddin Han’dan umduğunu bulamayan halk yeniden ayaklanır.

Halk Taşkent’in, Semerkant’ın Rus eline düştüğünü söyleyerek Han’dan cihat ilan etmesini ister; Han ise kendi derdine düşmüş olarak Ak Çar’ın eteğine yapışmıştır. “Bundan sonra biz bütün din adamları, âlimler, beyler ve teba, oy birliği ile şeriate aykırı bütün tedbirleri kaldırdık ve mutlak kudret sahibi Allah ve yüce Peygamber’in rızası için mukaddes savaşımız aşkına... kılıç kuşandık... Allah izin verirse, son erimize kadar kâfir Ruslarla savaşacağız; hakkın bâtıla galebe çalacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın...” Han kaçar. Ayaklananlar 1875 yılında Polat Bey olarak anılan Molla İshak’ı han ilan ederler.

Ruslar yeniden Hokand topraklarına saldırır ve uzun bir kuşatmadan sonra Andıcan’a girerler. Bu arada Naşireddin de Rus birlikleriyle birlikte Hokand’ı kuşatmıştır. Ruslar bir yandan da şehir içinde fitne yaymaktadır. Polat Bey direnir; ancak yenilir ve esir edilir. Ruslar Hokand’a hâkim olur ve burayı Fergana eyaleti adıyla Rusya’ya katarlar.

Ruslar Fergana topraklarına Rus göçmenlerini yerleştirmeye başlar. Halk huzursuzdur ve durmadan ayaklanır. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Rus işgali gerçekleşmiş olmakla birlikte hiçbir zaman sorunsuz kalmamış, direnişlerin ardı hiç kesilmemiştir. Rusların, bütün şiddetlerine rağmen, Basmacı ayaklanmaların ardı hiç eksilmemiştir. En ünlüleri Fergana vadisinde gerçekleşenlerdir. 1878, 1882, 1892 ve 1893 yılları kanlı ayaklanmalarla geçer. 1878’de Andican’da Yetim Han, 1882’de Andican ve Mergilan’da Derviş Han, 1892-93’de Hokand çevresinde Şakir Han ayaklanmaları yaşanır. 1898’de Fergana’da Dükçi İşan olarak anılan Şeyh Muhammed Sabıroğlu ayaklanması olur. Kırgız ve Özbek halkın iyi organize edilememiş, öfkeli bir iman hareketi olarak başlayan isyan çok kanlı bastırılır. Şeyh Muhammed esir edilir ve türlü işkenceler uygulanır. Şeyh sonuna kadar sakin ve sade, inandıklarını söyleyerek can verir: “Biz duacı biçareyiz. Soy soya çeker. Herkesin kendi soyunu dost tutacağı tabiidir.” Şeyhin köyü Mintepe’yi buldozerlerle dümdüz eder, yerine “Rus Köyü” adıyla yeni bir köy kurarlar.

Ne var ki, bu direnişler toparlanıp bir Merkezî Türkistan gücü haline hiçbir zaman gelemezler. Ancak Rus işgalinden sonra akılları başlarına gelen medrese ve tarikatlar direnişlerin de merkezi olurlar. Altı yüz civarında

medrese vardır ve köy köy dolaşarak millî duyarlıkları harekete geçirmeye çalışırlar. Tekkeler ve özellikle Nakşibendî tarikatı ise millî birliği fiilen temin eden en güçlü merkezlerdir. Diğer bir direnç kaynağı halk şairleridir. Köy köy dolaşan bu insanlar saz ve sözleriyle millî şuuru uyandırmaya çalışırlar. Ancak bütün bu gayretler, ferdî ve mevziî kahramanlıklara yol açsa da, tam bir çözülme haline girmiş olan toplumda birlik ve sürekli bir direniş mayası tutturamamıştır. İşin içine bir de ceditçilik-kadimcilik ayırımı girmiştir.

Buhara Emîrliği

E

NVER Paşa’nın yöneleceği Buhara’da, on dokuzuncu yüzyılın başında tahtta oturan Emir Sait Haydar, âlim ve âdil bir emîrdir. Kendi adına para bastırmış, medreselerde bizzat dersler vermiştir. Zamanındaki birkaç ayaklanmayı da bastırmıştır. 1826’da Emir Sait’in ölmesiyle oğulları arasında klasik kavga başlar. Beyler Ömer’i seçerlerse de, kardeşi Nasrullah razı gelmeyip ordusu ile Buhara üzerine yürür ve Ömer’in divanbeyini kandırarak şehri ele geçirir. Hokand Hanlığı ile on beş yıl süren mücadelelere girişir; sonunda Hokand’ı 1842’de alır, hanı idam eder ve çekilir. İdam edilen Han’ın amcası oğlu Şir Ali Bey, Karasu’da han, Hokand yahut Fergana Hanı ilan edilerek ordu toplar; Hokand’ı geri alır, Taşkent’e yürür burayı da alır; kavga hiç bitmez. Nasrullah Han, zamanında bir çok bey ayaklanmaları olmasına rağmen Şehr-i Sebz üzerine otuz iki sefer yapar ve 1855’de alır. 1860’da ölünce yerine oğlu Muzaffer geçer. 1865’de, Taşkent için Ruslarla dehşetli bir savaş içinde bulunan Hokand Hanı’nın üstüne yürür. Taşkent’in yardım isteklerine kulak asmaz ve Hokand’ı işgal eder. Esasen Ruslar karşısında çok zayıflamış olan Hokand Hanlığını iyice ezer.

Ruslar ise Sirderya’nın aşağı kısımlarından Türkistan içlerine girmektedirler. Muzaffer Han da Ruslarla çarpışır; ancak, 1866’da ve 1868’de yenilir. Ruslar Buhara’ya egemen olur ve burasını yarı bağımsız bir hale getirir, vesayet altına alır, kullanırlar. Darvaz, Hisar ve Şehr-i Sebz gibi yerleri de Buhara Hanlığına katar ve diğer Türk hanlıklarıyla giriştikleri savaşlarda zaman zaman Buhara Hanlığından da destek alırlar. 1873’de Hive Hanlığını yıkınca, oranın topraklarının bir kısmını da Buhara’ya verirler. Fakat, Buhara’nın artık askerî bir gücü kalmamış, Han halk indindeki itibarını da kaybetmiştir. 1885-1910 arasında tahtta olan Muzaffer’in oğluna Ruslar general ünvanı verince, Han’ın bir Rus memuru haline gelmesine karşı ayaklanmalar olur. Ruslar hepsini bastırırlar.

Sonuç olarak, bugünkü Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan bölgelerinde Buhara, Hokand yahut Fergana, Taşkent, Hive, Harzem ve Kâşgar Hanlıkları ve diğer beyler, hem birbirleriyle, hem de Ruslarla savaşa savaşa toprakları üzerindeki egemenliklerini on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, büyük ölçüde Ruslara teslim etmiş olurlar.

* * *

Hazar’ın doğusunda Aşkabad çevresindeki Türkmenler kâh Buhara’ya, kâh Hive Hanlarına bağlı olarak, çoğu kere kendi boy beylerinin emrinde kendi başlarına buyruk olarak yaşarlar. 1876’dan itibaren Ruslar Hazar’ın doğusunda harekete geçip Türkmenistan’ı işgale başlayınca, her biri kendi başına olan Teke Türkmenleri Nurverdi Han’ı başbuğ yaparak kavgaya koyulurlar.

Türkmenler Göktepe mıntıkasındaki Dengil Tepe kalesini tahkim ederek yerleşirler. 1877’de Göktepe’ye doğru ilerleyen Rus birliklerini Berdi Murad Han komutasındaki Türkmenler bozarak geri atarlar. 1880’de Ruslar yeniden saldırıya geçerler. Dengil Tepe’de otuz bin kişi vardır; fakat, sadece beş bini tüfeklidir. Komutanları Tıkma Serdar’dır.

Ruslar kaleyi kuşatırlar. Önce, yakınlardaki bir istihkâma saldırırlar. Kül Batur komutasındaki Türkmenler saldırıyı dağıtır; bir Rus generali ölür; geri çekilirler. Ruslar yoğun bir topçu ateşine girerler. “Türkmenler ise geceleyin hücum ederler. Yalın ayak, eteklerini bellerine sokup, kollarını sıvayarak kılıçla saldırırlardı; tüfenkleri kullanmazlardı. On dört-on beş yaşındaki çocuklar ise ‘alaman’ fırkaları teşkil eder, Ruslardan silah ve mühimmat kaçırırlardı. ”

Rusların Egen Batur ve Yeni Kale’ye yaptıkları saldırılar da aynı şekilde geri çevrilir. Dengil Tepe Kalesi savunucuları dört beş kere çıkış yaparak saldırır ve Ruslara büyük kayıplar verdirirler; ama, kendileri de erimektedir. Ruslar yoğun top atışlarıyla kale surlarını yıkarlarsa da içeri giremezler; Türkmenler surları hemen onarırlar. Düşman lağım yoluyla kaleyi yıkmayı dener ve 12 Şubat 1881’de şiddetli lağım patlamaları ile yıktıkları yerlerden kaleye girerler. Boğaz boğaza müthiş çarpışmalar olur. Tıkma Serdar Mahdum Kulu Han, Murad Han ve Merv’in komutanı Kacar Han geriye, Tican havzasına doğru çekilirler.

Tarihçi der ki, Rusların sayı ve teknik üstünlükleri çok fazlaydı ama, “Tekeliler kuşatmanın başından beri ölüm için savaştılar. ”

Rus kuvvetleri 1881 Mart ayında Aşkabad’ı işgal ederler. Bundan sonraki direnişler Rus yayılmasını durduramaz.

Isık Göl çevresi ve Tanrı Dağları’nın yamaçlarında oturan Kırgızların bölgelerinde on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren Rus yayılması başlar. Dağınık yaşayan Kırgızlar direnecek durumda değildir. 1867’de, Ruslar, hemen bütün bölgeye egemen olurlar.

Ceditçiler ve Kadimciler

B

ÜTÜN Türkistan dünyasının, on altıncı yüzyıl yahut Timur rönesansından bu yana, sürekli bir gerileme, toplumsal gerilimin düşmesi ve kültürel katılaşma yaşadığına işaret edilmişti. Diğer hayat alanlarında olduğu gibi dinî iman da aslında zayıflamış olduğu halde, dinî hayat görünüşte gittikçe sertleşmiş, geleneklerle bütünleşmiş ve donmuş hayat kalıpları halinde toplumu ezmeye başlamıştır. Bu katılaşma içinde yaratıcılığını kaybetmiş olan geleneksel kültür, sorunları çözememekte, değişen hayat şartlarını değerlendirememekte, yorumlayamamaktadır. Bunu yapabilmek için dinî, siyasi, toplumsal hayatın her alanında, geleneksel anlayış, çözüm ve yapılardan kurtulunarak, millî ve dinî mukaddeslere dayalı yeniden bir bakış, kavrayış ve yorumlara kavuşulması gerekir.

On dokuzuncu yüzyılda, Türk dünyasının hemen her yanında bu ihtiyaç duyulmuş ve önce dinde tecdit (yenilenme) yönelişleri başlamıştır. Şerafeddin Mercanî ve Cemaleddin Afganî bu düşünce hamlesinin öncülerindendir. Yapılmak istenen şey, aslında çok sade ve açıktı: Dini, geleneksel olanlardan temizleyerek ve asıllardan hareketle yeniden anlamak, kavramak, yorumlamak. On altıncı yüzyılın başlarında İbni Haldun, geleneğin din kılığında kendisini toplumlara egemen kılacağını söylemişti; ama, bu gerçek unutulmamış idiyse de, gereği yapılamamıştı.

Nihayet, batı medeniyeti ile, şu veya bu şekilde karşılaşmış olan Türk aydınları, böyle bir düşünce hamlesine girmişlerdi. Ancak bu hamle, kendisini gerçekleştirecek olan, yani kültür dünyasını yeniden kuracak olan toplumsal gerilimden yoksundu; sadece düşünsel bir yenilenmenin mücadelesi yapılıyor, bunu gerçekleştirecek olan toplumsal gerilimi yaratacak iman yenilenmesi, geleneksel ifadeyle tecdid-i iman boşlukta kalıyordu. Türk dünyasının bir kesimi bu gerilimi ancak milliyetçilik akımlarında bulmuş, ama, gereği gibi kullanamamıştır.

Ondokuzuncu yüzyılda Türkistan çevresinde başlayan bu zihniyet değişimi hareketi, olağanüstü bir isabetle, işe okullardan başlamıştır. Çünkü, okullarda başarıyla gelişmesi halinde, hem zihniyet değişimi, hem de kültürel hamleyi gerçekleştirecek toplumsal gerilim kazandırılmış olacaktı. Fakat, böyle bir başarı çok uzun, zahmetli ama uygun ortamları gerektirir. Türk dünyası böyle bir ortama sahip değildi. Daha ilerki sayfalarda da göreceğiz ki, ferdî kahramanlıklar, faziletler sık sık en üst mertebelerinde ortaya çıksa da, toplum olarak hayatiyet kaybolmuştur ve hayatın her alanındaki cehalet ürkütücü boyutlardadır. Dini temsil eden mollalar ve onların etkisindeki sıradan halkın, Müslümanlığın iman ve davranış biçimleri hakkındaki bilgi ve tutumları inanılacak gibi değildir. Bu cehaletin oluşturduğu sınırları, Enver Paşa’nın bildiğimiz sihirli kişiliği ve ihlâsı da kırıp geçemezdi.

Ceditçilik hamlesi, geleneksel yapıları bozarken, derin parçalanmalara, toplumsal yarılmalara yol açtı. Bu bölünmede Ceditçilerin entelektüel bilgi düzeyinde kalan tebliğ üsluplarının da etkili olduğu düşünülebilir. Öyle ki, Enver Paşa Türkistan’a gidip birlik olun dediği zaman, bir kesim ona düşman kesildi ve bizim kavgamız Ruslarla değil Ceditçilerledir, diyenler oldu. Halbuki, Türkistan’da Millî Mücadeleler yeni bir safhaya giriyor ve onlardan, esasen zayıf olan güçlerini birleştirmelerini istiyordu.

Başarılamadı; ama, inananlar meşalelerini yaktılar.

* * *

Ceditçilik esas itibariyle, yeni ve kolay yöntemlerle eğitim anlayışına dayanan bir uyanış hareketidir. Kültürel yaratıcılığını kaybettiğini söylediğimiz Türkistan çevresinde eğitim çalışmaları da aynı şekilde, belirli bir biçim ve içerikte donmuş gibidir. Medrese ve camilerde yapılan eğitimde, çocuklara sadece okuma yazma ve ilmihal bilgileri öğretiliyor; bu da çok uzun bir süre içinde başarılabiliyordu. Usul-i cedit okullarının kurucularından olan Kırımlı İsmail Gaspıralı Bey’in geliştirdiği yeni yöntemle, okuyup yazma çok süratle öğretildiği gibi, ilköğretimin içeriği de zenginleştiriliyordu.

Ceditçiler aynı zamanda millîcilik duyarlıkları olan ve bunu geliştirmeyi amaçlayan aydınlardı. 1910 yılında Ufa’dan gönderilen bir Rus istihbarat raporunda şöyle denilmektedir:

“Usul-i Cedit buraya Türkistan yoluyla geldi. Ne var ki, bu yeni okullarda, Türkçe dersleriyle birlikte, Türkçülük ideolojisi de verildi. Bir

müddet sonra öğrenciler, Türkiye’deki çocuklar gibi giyinmeye, Türkçe şarkılar ve marşlar söylemeye başladılar. Söylenen şarkılar ve marşlarda bağımsızlık temaları ön planda yer almaktadır. ... Eğer Usul-i Cedit mekteplerinde Türkçülük gayesine yönelik eğitim yapılmayıp, sadece okuma yazma eğitimi yapılırsa, herhangi bir sakınca olmayabilirdi. Fakat, çocuklara Türkçülüğe yönelik eğitim verildiğinden şüphesiz gelecek için bu tehlikelidir. ” (Nabican Bakiyev, Enver Paşa’nın Vasiyeti, İstanbul 2006, s.10. Bu kitapta, Enver Paşa’nın Türkistan’daki mücadelesi, 1990 yılından sonra açılan Sovyet arşivlerindeki gizli belgelere dayanılarak, anlatılmaktadır. Bizim yapacağımız alıntılar, bu çalışmada, arşivi ve belge numarası verilmiş olan metinlerden olacaktır.)

Bir anlamda, Türkistan’ın katılaşıp kaldığı geleneksel kültür kalıplarını kırarak yeni açılımlar sağlamak istiyor ve bunu Rusya’daki gelişmeler ve Avrupa kültürü etkisinde yapmaya çalışıyorlardı. Ve, doğal olarak eski usulleri savunan kadimcilerle çatışıyorlardı. Öyle ki, Ceditçilik bir yanda gelişmeci ve millî bir uyanışın kaynağı olurken, bir yandan da yeni bir bölünmenin gerekçesi olarak algılanıyordu. Özellikle dinde yenilenme fikirleri sert tepkilerle karşılanıyordu. Ceditçiler koruyucu kesimleri Kadimciler, kara güruhlar olarak isimlendirip, tutuculuk, taassup, dar görüşlülük ve dünyadan habersizlikle suçlarken, onlar da Ceditçileri din reformcuları, dini bozmaya çalışan misyoner ruhlu kimseler olarak itham ediyorlardı. 1905’ten sonra bu tartışmalar sertleşerek yayılacak ve artacaktır. Ve bu bölünme siyasi tavır ve taleplerde de temel bölünme çizgisini oluşturacaktır. Ceditçiler millîci, bağımsızlıktan yana ve bunun için Marksist gruplarla daha rahat işbirliğine girerken, Kadimciler Emîrci ve Marksistlerle uzlaşmaz, Basmacı tutuma girmişlerdir.

Türkistan’da din ve gelenekler artık ayrılmaz bir üslupta kaynaştığı ve hayatı o şekliyle biçimlendirmeye çalıştığı için, ceditçilik öncelikle dinî anlayışın yenilenmesi şeklinde ortaya çıkıyordu. İdil-Ural çevresinde ilk ceditçilerden olan Şihabeddin Mercanî (1818-1889), M. Necip Tunteri, Alimcan Barudî ve daha sonraları Musa Carullah Bigi (1879-1949), hem Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Midhat Efendi ve Şemseddin Sami gibi Osmanlı kaynaklarından hem de A. İbrahim Kursavî ve Ahmetcan Emirhan gibi Kazanlı din bilginlerinden besleniyorlardı. Zamanın ünlü din bilginleri olan bu zâtlar, geleneklerden sıyrılarak, İslamiyeti yeni bir algılama biçimiyle, tekrar özgün haliyle egemen kılmak istiyorlardı. Savundukları tecdidin esası, asıla dönüşü sağlayacak bir yenilenme idi ve kaynakların değil, algılama

biçiminin yenilenmesini istiyordu. Kazan’da İbrahim Half (1778-1929) ve Kazaklardan ünlü Çokan Velihan Cengizoğlu tarih alanındaki çalışmalarıyla bu uyanışı, millî kimlik şuuru açısından besliyordu.

Millî dil konusundaki çalışmalar hızla artmaya başlamıştı ve yeni bir edebiyat doğuyordu. Kazan’da Kayyum Nasırî (1824-1902) millî kültürlerin uyanış ve yenilenmesinde öncülerdendi. Azerbaycan’da Abbas Kuli Ağa Bakihanlı (1794-1848), Mirza Fethali Ahundzade (1812-1878), Hacı Seyit Azim Şirvani (1835-188) ve Hasan Melikzâde Zerdabi (1837-1907) kültürel uyanışın öncüleriydi. Zerdabi Azerbaycan’da ilk Türkçe gazete olan Ekinci’yi yayımlamıştı. Daha sonra Füyuzat ve Molla Nasreddin dergileri çevresinde yeni edebiyat ve uyanış hareketi kendini gösterecekti.

Kırım’da İsmail Bey Gaspıralı’nın (1851-1914) çıkarmaya başladığı Tercüman (10 Nisan 1883) gazetesi bütün Türk dünyasında “Dilde, fikirde, işde birlik” ilkesini bayraklaştırmıştı. Bu gazete Kâşgar’dan İstanbul’a kadar Türk dünyasının her yanında inanılmayacak kadar hızla yayılıyor ve okunuyordu. Daha önce Ekinci gazetesinde ileri sürülen Türk dünyasında Türkçe birliği fikri bu gazetenin temel hedeflerindendi.

Kazak bölgesinde İbrahim Altınsan                                  (1841-1899) ve Abay

Kunanbayoğlu (1844-1904) dile dayalı millî uyanışı temsil ediyorlardı.

Buhara’da, Emîr’e ceditçiliğin gereği ve faydaları anlatılamaz. Ama Gaspıralı’nın gazetesi ve okulları büyük yankılar yapar. Büyük şair Abay’ın yurt ve millet sevgisi aşılayan, hizmet aşkı vermeye ve halkı birlik olmaya dönük çağrıları cevapsız kalmaz. Alihan Bökeyhan, Ahmet Baytursun, Mir Yakup Dulat, Mağcan Cumabayoğlu gibi daha bir çok yazarlar onu izlerler.

Taşkent çevresinde, Rus işgalinin hemen ardından Ceditçilik hareketleri başlar. Şeyh Ahmet Makdum öncülerdendir. Gaspıralı’nın gazetesi düzenli olarak okunmaktadır. Hareketin bayraktarı olarak tanınan Şehit Müftü Mahmud Hoca Behbudî (1875-1919) -ki kadimciler tarafından şehit edilmiştir- çevresinde Kadı Haydar Bek, Hokandbay, müfti Sadreddin Han gibi aydınlar vardır. Münevver Kari, Sadreddin Aynî ve Avaz gibi büyük edipler bu çevrede toplanırlar.

İlki 1870’de Özbekçe olmak üzere, Tatarca, Kazakça ve Azeri ağzıyla bir çok gazete ve dergiler yayımlanmaya başlar. Ancak ceditçiliğin asıl iddiası eğitim alanındadır. Bütün Türk dünyasının temel meselesinin eğitimsizlik olduğunu gören Ceditçiler, yeni okullar açarak bu boşluğu

doldurmaya çalışırlar. Usul-i Cedit okulları olarak bilinen bu eğitim kurumları bütün Türkistan’da şaşırtıcı bir hızla yayılır.

Bu okulların ilk kurucusu olan İsmail Gaspıralı’ya göre, usul-i cedidin ana unsurları şunlardır: a. Okuma yazmayı, kolaydan zora doğru, sese dayalı yeni bir yöntemle ve hızla öğretmek. b. Medreselerde yer verilmeyen sınav sistemini kurmak. c. Öğretim yılını sınırlayıp, ikiye bölmek. ç. Ders programlarında din bilgileri yanında tarih ve fen bilgileri de vermek. d. Öğrencilere kendi ana dillerini öğreterek, okuma ve yazmaya Türkçe ile başlamalarını sağlamak. e. Ders kitaplarını ayrıca hazırlamak. f. Eğitim süresini sınıflara bölmek. g. Okulların fizikî yapılarını iyileştirmek. h. Derslerde uzmanlaşmaya yönelmek.

Bu okullarda ilmihaller de mahallî şive ile öğretiliyordu. Ayrıca kız çocukları için de kız mektepleri açılarak okutulmaları sağlanıyordu.

Ceditçilik aynı zamanda Türkistanlıların millî uyanışı anlamına geliyordu. Sadreddin Aynî şöyle yazar:

Mektepsizlik bizni kıldı yap yalangaç

Mektepsizlik bizni etti talan taraç

Mektepsizlik Turan Elin öldürdü aç

Közünü aç, bu horluktan mektebe kaç.

Bilim kaçtı Elimizden beş yüz yıldır Unutmağıl Uluğ Bek’ler bizim Eldir Turan Eli, Özbek tili biznin tildir Turan oğlu bolganınnı çalış, bildir.

1904’te Rusya’nın egemen olduğu Türk topraklarında beş bin usul-i cedit okulu açılmıştır. Rusya bunları tehlikeli görerek bir kısmını kapatmaya çalışıyor ama tamamen ortadan kaldıramıyordu. Taşkent’te ilk kez 1901 yılında açılan usul-i cedit okullarının sayısı 1915 yılında yüzü geçmişti. Buhara’da 1908’de Mirza Abdülvahit Bey’in ilk yeni usul okulu açılır. Ahmet Can Mahdum, Osman Hoca, Sadreddin Aynî ve bir kaç arkadaşı birleşerek aynı yıl, “Çocukların Eğitimi” adıyla gizli bir cemiyet kurarlar. Halkı aydınlatmak ve bir ülkü vermek üzere kurulan cemiyet, Türkistan’ın çeşitli yörelerinden İstanbul’a öğrenciler gönderir; gizli okullar açarlar. Teşkilatın İstanbul’da bir şubesi kurulur. Yine Muhsin Beycan, Abdurrauf Fıtrat, Ahmet Can Mahdum ve arkadaşları “Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti”ni kurarlar. 1912’de Turan ve Buhara-yı Şerif adıyla gazeteler çıkmaya başlar.

Ruslar, Buhara Emîrine baskı yaparak okulların ve gazetelerin kapatılmasına çalışırlar. Türkistan genel valisi Moskova’ya gönderdiği raporunda şöyle diyordu: “Bu okullar devam ettiği takdirde, netice Pan­islamizm olmakla kalmayacak, Pan-Türkizm ve hatta Pan-Asyatizm olacaktır. ” Ama, inanmış mahalli zenginlerin de desteklediği okulları bütünüyle kapatmak mümkün olamıyordu. Ceditçi uyanış hareketi yavaş yavaş eski medreselere de yayılmaya ve buralarda da millî benliğin duyulup kazanılmasına doğru hareketler görülmeye başlar.

1905 Rus Devrimi Ceditçiliğin yayılmasını hızlandırır. Türkistan’lı aydınların Osmanlı ilgileri artar. Trablusgarp Savaşı’nın yankıları Türkistan’da büyük heyecan yaratır ve destanlaşarak yayılır. Balkan Savaşı ise bir Slavcılık hareketi olarak algılanır ve Türkçülük duyarlıklarını artırır. “Rus üniversitelerinden okuyan ve Türk soyundan olan gençler, Panislavist Rus gençlerinin faaliyetini karşılamaya çalışıyorlar. Kendi aralarında bir teşkilat vücuda getirmiş olan bu gençler, derhal üniversitelerdeki diğer gayri Rus milletler gençliği ve inkılabçı ruhlu gençlik teşekkülleriyle temasa geçerek hazırlıklarını genişletiyorlar. Aynı gençler kurulu, Rusya Balkanlıları korumak için Türkiye’ye karşı savaşa girdiği takdirde tatbik edilmek üzere bir program da hazırlıyorlar. ” (y.t. Türkistan’da Türkçülük ve Halkçılık, İstanbul 1954, s. 62) Bu komiteler genişleyerek, Hilal-i Ahmer yoluyla ve sair şekillerde Osmanlıya yardım kampanyaları düzenlemişlerdir.53

Ceditçilik hareketi daha başlangıcından itibaren Osmanlı aydınları ile özellikle kültürel açıdan yakın ilişki içinde idi. Hareketin öncülerinden Abdürreşid İbrahim (Kadı Reşit) daha sonra, Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir elemanı olarak Türkistan’a ve Japonya’ya gidecek ve hizmetlerini sürdürecektir. İsmail Gaspıralı ve özellikle Kafkaslı Müslüman aydınlar, İstanbul’a gidip gelmek de dahil bu ilişkiyi en yakın şekilde sürdürenlerdir. Türkistan’da, Osmanlı’daki Genç Türklere bakarak, Genç (Yaş) Buharalılar ve Yaş Hiveliler grupları kurulmuş, Hanlara karşı mücadeleye girişmişlerdir.

İttihat Terakki’nin lideri Talat Paşa, 1914 yılında Ahmet Kemal İlkul’u, okul açmak ve eğitim çalışmalarında bulunmak üzere Doğu Türkistan’a gönderir. Ardından Enver Paşa’nın teklifi ile Hacı Selim Sami Kuşçubaşı, Hüseyin Emrullah (Barkan), Adil Hikmet Bey, Silistreli Tatar Hüseyin Bey ve Bursalı İbrahim Haklıer Bey Hindistan üzerinden Türkistan’a gönderilirler. Bu insanlar bütün tehlikeleri göğüsleyerek, okul açmaktan

Kırgız Yedi Su bölgesindeki ayaklanmada çarpışmalara katılmaya kadar, her yolu deneyerek Türklük şuurunu uyandırmaya çalışırlar.

1917 Bolşevik İhtilali, İttihat ve Terakkicilerin Türkistan’da teşkilatlanmak ve oraların bağımsızlığı için mücadele etmek fikrini alevlendirir. İttihat Terakki’nin Kafkas Şubesi kurdurularak Hasan Ruşeni Bey Bakü’ye, Efendizâde Mehmet Emin Bey Türkistan’a gönderilir. Esasen oralara gelebilmiş olan Osmanlı subayları 1917 öncesinden, İttihat ve Terakkiperver Cemiyetini kurmuşlardır. Osman Bey reis, Haydar Efendi ise rehber olarak seçilmişlerdir. 1918’de Azerbaycan ve Anadolu’ya yardım istemek üzere gidecek olan heyet bu cemiyetten olacak ve Mehmet Emin Bey’in aracılığıyla yola çıkacaklardır. Söz konusu heyetin yardım istekleri karşısında İstanbul’la görüşen Hasan Ruşeni Bey, Bakü’de bulunan eski Bayburt kaymakamı Yusuf Ziya Bey ile yirmi Osmanlı subayını bu heyetle Türkistan’a gönderir. Yusuf Ziya Bey idarî, subaylar da askerî teşkilatlanmayı yapacak ve bir Harp Okulu açmaya çalışacaklardır.

Yusuf Ziya Bey’in Türkistan’a gelmesinden sonra cemiyetin adı İttihat ve Terakki olarak değişecek ve İstanbul’a bağlanacaktır. Türk ordusunun Bakü’ye girmesi, heyecanları ve ümitleri iyice artırır. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ise, heyecanların kırılma noktası olur. Türkistan’daki cemiyet, Millî İttihat adını alarak çalışmalarını sürdürür.

Birinci Dünya Savaşında esir düşüp, Sibirya’ya gönderilen ve hayatta kalmayı başarabilen Osmanlı subaylarının bir kısmı, savaşın sona ermesiyle Türkistan’a geçer ve buralardaki okullarda öğretmenlik yaparak, öğrencilerle, Turan Gücü Tüdesi, Demir Tüde, Terakki Tüdesi, Türk Gücü Tüdesi gibi bir çeşit izci birlikleri kurarak onları eğitmeye ve yönlendirmeye çalışırlar.

53 O günkü Türkistan halkının havasını yansıtması açısından aşağıda nakledilen olay ilgi çekicidir: “Türkistanın Akmesçit kazası ahalisinden olan ihtiyar bir Kazak-Kırgız, küçük bir heybenin iki gözüne doldurmuş olduğu altınları Petesburg’a getiriyor ve doğruca, orada tahsilde bulunan hemşehrisi Mustafa Çokay’ın evine gidiyor. Kendisini Sefir Paşanın (Osmanlı büyük elçisi) yanına götürmesini istiyor. M. Çokay ihtiyar hemşerisini heybesiyle birlikte sefarethaneye götürüyor ve sefir paşaya takdim ediyor. İhtiyar, Sefir Paşadan, Türkistan Türk kardeşlerinin sevgi ve sempatisinin küçük bir ifadesi

olarak getirdiği yardımı gerekli yere ulaştırmasını rica ediyor. Paşa, gözleri yaşararak her ikisini de kucaklayıp öpüyor ve aynı derecede sıcak sevgi ve sempati ile, gerekli yere ulaştıracağını söylüyor.” Y.T., a.g.e., s. 62)

Yirminci Yüzyıl Başlarında
İhtilaller ve Gelişmeler

S

ULTAN II. Abdülhamit Han döneminde Türkistan Türkleriyle, esasen var olan doğal ilişkiler geliştirilmeye çalışılmış, ancak bunlar Osmanlılığın tanınması ve Hilafet otoritesinin yaygınlaştırılması dışında siyasi etkileşim ve yardımlaşma düzeyine çıkartılamamıştır. Bunun için ne Osmanlının, ne de Türkistan’ın durumu müsait değildi. Özellikle Hac için Türkistanlıların İstanbul’a uğrama geleneği bu ilişkilerin ağırlığını oluşturuyor ve bu insanlara her türlü destek de veriliyordu. (Dr. Ali Merthan Dündar, Panislamizm’den Büyük Asyacılığa, İstanbul-2006, s. 64-69) Türkistan hanlıklarından gelen yardım talepleri ise, sembolik sayılabilecek düzeylerde karşılanabiliyordu.

“Türkçülükle İslamcılığın iç içe geçerek, İmparatorluk sınırları dışına taştığı dönem ise, İttihat ve Terakki’nin ülkeyi doğrudan yönettiği 1913-1918 yılları arasındaki zaman dilimidir.” (Dr. Dündar, a.g.e., s. 84) Bu dönem Rusya’nın ihtilaller geçirdiği zamanlara denk gelse de, ne yazık ki, İmparatorluğun da çöküş dönemidir. Heyecan verici kahramanlıklar yaşanacak, ama hedeflere ulaşılamayacaktır.

1904 Japon savaşından ağır bir yenilgi ile çıkan Rus Çarlığı, esasen birikmiş olan gerilimleri de yumuşatmak üzere meşrutî bir yönetime geçme zorunluğunu duyar. Bu, Çar egemenliği altındaki halkların da, en azından düşünce ve söz hürriyetleri açısından nisbî bir serbestliğe kavuşması demektir.

Rusya Müslümanları arasında özerklik fikri ilk defa bu dönemde dile getirilir ve yayılmaya başlar. Bu fikri ilk dillendiren Osmanlı Türklerinin de yakından tanıyacakları Abdürreşid İbrahim’dir. Diğer adıyla Reşid Kadı, “Çolpan Yıldızı” adıyla ilk siyasi bildiriyi yayımlamış, Müslümanların sorunlarını dile getirmiş ve özerklik istemiştir: “Milyonlarca Müslüman

İlminski adlı bir kâfir tarafından tayin edilen müftünün elindedir. Bizler Rusça harfler kullanmaya zorlanmaktayız. Savaş cephesinde iken ise, Müslüman kardeşlerimize karşı savaşmak zorunda bırakılmaktayız. (Tatarlar) Yönetim Urallara ve Türkistan’a Rus göçmenlerini yerleştirerek Müslümanların o bölgelerde azınlıkta kalmalarına çalışmaktadır. ”

Abdürreşid İbrahim Türkistan ve İdil-Ural çevresinin özerkliği için Müslümanları birliğe çağırır. Bu dönemde gizli bir takım cemiyetler kurulur, gazete ve dergiler çıkartılır. Osmanlı tesirleri, Rus okullarının tesirleri ve Kadimci tesirler arasında aydınlar bölünürler. 1905 devriminin getirdiği rahatlama içinde başta Abdürreşid İbrahim, Alim Maksut, Ali Merdan Topçubaşı, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali ve Gaspıralı İsmail olmak üzere 15 Ağustos 1905 tarihinde “Rusya Müslümanlarının Birinci Kurultayı” toplanır.

Böylece, 1905 İhtilal ortamında Rusya Müslümanları ilk kez bir İslam Kongresi toplamayı başarırlar. Bu kongre, Müslümanların Ruslarla eşit haklara sahip olabilmeleri için Rusya Müslümanlarını birliğe çağırır. Müslüman İttifakı Cemiyeti tüzüğü hazırlanır.13-23 Ocak 1906 Mekerce Fuarı’ndaki ikinci kurultayda bu tüzük, bir program olarak kabul edilir. Teşkilatlanmak üzere, Rusya on altı bölgeye ayrılır. Ardından 16-21 Ağustos 1906 arasında Üçüncü Kurultay toplanır. Kurultay’da Müslümanların eğitim, sosyal, dinî ve siyasi sorunlarıyla ilgili görüşmeler yapılır ve kararlar verilir. Türkçe basın bütün bu çalışmaları duyurur. Kurultay, Rusya Müslümanlarının birliği ve haklarının alınabilmesi için 72 maddelik bir program kabul eder. Abdürreşid İbrahim başkanlığında daimî bir komite seçilir. Ancak, Rus hükûmeti bütün talepleri geri çevirir ve komiteyi dağıtır. Abdürreşid İbrahim ve Yusuf Akçora gibi öncüler Osmanlı topraklarına geçerler. Türk dünyasının çeşitli yörelerinde her biri kendi başına da olsa Hürriyet, Himmet, Musavat, Kazak Anayasal Demokrat Partisi, Genç Tatarlar gibi siyasi parti ve dernekler kurulur.

Meşrutiyetin ilan edildiği Rusya’da yapılan seçimlerde Rus Dumasına yirmi beş Türk seçilir. Ancak, ne içerde ne dışarıda ortak bir eylem çizgisi kuramazlar. Türk okumuşları arasında Ceditçiler-Kadimciler çekişmeleri giderek artarken sosyalist temayüller de gelişmeye başlar. Çeşitli yörelerde çıkartılan gazete ve dergilerin sayıları gittikçe artar. Bu yayınlarda ve ceditçi

eğitim kurumlarında millîci-Türkçü temayüller gün geçtikçe belirginleşmeye başlar.

Birinci Duma Haziran 1907’ye kadar sürer. Çar’ın dağıttığı Duma’nın yerine yeni seçimler yapılır. Türkler II. Duma’ya da otuz yedi kişi sokarlar. Bu meclisi de dağıtan Çar, III. Duma’ya giriş şartlarını Müslümanlar için zorlaştırır. Türkler ancak on temsilci gönderebilirler. IV. Duma’da ise Türklerin sayısı altıya düşer. Duma üyesi Türkler iki önemli kongre toplarlar. Rusya Müslümanlarının Dördüncü Kurultayı 12-29 Haziran 1914 arasında toplanır. Rus hükûmeti Türklerin düşünce ve temayüllerini birinci elden öğrenebilmek için toplantıya izin verir, fakat basına kapalı tutar. O sıralarda yayımlanan Tercüman ve Kazan’daki Kuyaş gibi Türkçe gazeteler Üçüncü Kurultay’ın ittifakının resmî bir parti olarak tescilini isterler. “Bütün Türk kavimlerinin umumî bir edebî dilde, ortak bayram, âdetler ve İslam dini içinde birleşmeleri gerektiğini” yazarlar.

Kurultay’a Kafkaslar, İdil-Ural ve Türkistan’dan kırk temsilci katılırlar. Kurultayı Hasan Atamuhammed bir konuşmayla açar. İdarî, ruhanî-eğitim ve vakıflar olmak üzere üç komisyon kurulur. Sadri Maksudi, Musa Carullah Bigi ve Dağıstanlı Dr. Muhammed Duglat konuşmacı olarak seçilirler. Ancak Rus hükûmetinin baskıları altında siyasi konuları görüşemezler. Sadece Bozkır Eyaleti Kazaklarının Duma’ya temsilci göndermeleri istenir.

Çarlık Hükûmeti, Osmanlı’da 1908 Meşrutiyetinin ilanından sonra İttihat Terakki’nin Türkçü-Turancı söylemleriyle ilgilenmiş, onları hem İstanbul’da izletmiş, hem de Türkistan’daki yankılarını tespit etmeye çalışmıştır. Buhara’dan gelen bir rapora göre, buradaki Terakkiperver Cemiyeti 1910 yılının Nisan ayında kurulmuştur. “Cemiyet tüzüğünü ele geçirdik ve anlaşıldığına göre, Cemiyet faaliyetlerini Buhara ile sınırlı tutmamış, bütün Türkistan’a şamil ve gaye kılmıştır.” İstanbul’dan gönderilen raporlarda ise, Genç Türklerin asıl amaçlarının Türkistan-Buhara Müslümanlarını aydınlatmak olduğu söylenmektedir. (Bakiyev, a.g.e., s.3)

Rapora göre, Türkistan’a yönelik bu çalışmalar, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulmuş olan Buhara Maarif Cemiyeti vasıtasıyla yürütülmekte ve burayı Dr. Nazım yönetmektedir. Buhara ve Kâşgar’la temas kurulmuş ve buralardan getirtilen yüz civarında öğrenci Harp Okulu ve diğer okullara yerleştirilmiştir. (Bakiyev, a.g.e., s. 2) İttihat Terakki, Müslümanların yaşadığı bütün ülkelerde dağıtılmak üzere broşürler göndermekte ve Türkiye’ye destek

istemektedir. “Mesela bu yolla, Hicaz demiryolunun inşası için, şimdiye kadar 150-200 milyon Frank para topladılar.” Rapor, Türk Donanma Cemiyeti için, bütün dünya Müslümanları nezdinde yapılan çalışmalardan bahsetmekte ve “İstanbul’a doğru yola çıkan Kırım’ın zengin Müslümanları, Türk donanmasının yenilenmesi için büyük yardımda bulunmuşlardır.” demektedir. Salih Efendi’nin, İslam propagandası yapmak üzere Buhara’ya gönderildiğini bildiren rapor, “Genç Türkler İslam ideolojisini ciddi şekilde yaymaya çalışmaktadır.” dedikten sonra, bu yönde yayın yapan dergi ve gazeteler hakkında geniş bilgiler vermektedir.

Rusya, Türkistan’ı, Türkistan Genel Valiliği ve Bozkır Genel Valiliği olmak üzere iki birim halinde yönetmektedir. Buhara Emîrliği ise Rusya’ya bağlı olarak varlığını devam ettirmektedir. Birinci Dünya Savaşı’na girerken Rus hükümeti, Türk topluluklarıyla yaptığı anlaşmalar gereği Müslümanları askere çağırmamıştır. Ancak Kafkaslar ve Bozkırdan toplanan bir miktar paralı süvari Alman cephesine sürülmüştür. Askere alınmamak karşılığı, Türkistan halkı üzerine tam bir soygun uygulaması yapılır; genel valisinden en küçük memuruna kadar, halkın elinde bulduklarını zorla alırlar. Halbuki Çar idaresi lütuf olsun diye değil, Türklerin silah kullanmaması ve savaş sanatını öğrenmemesi için onları askere almamaktadır. 1822 yılında Kazakların askere alınmaları kabul edilmiş, ancak Kinesarı isyanının başlamasıyla, yeniden eski duruma dönülmüştü. (A. Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul 1981, s.336) Bu tecrübeyi bilen Kazak aydınlarından bir kesimi, Kazakların askere giderek savaşmasını ve modern silahları kullanmasını öğrenmelerini istemektedir.

Savaşta uğranılan ağır kayıplar ve yenilgiler içinde Rus Çarı, Türkistan valiliklerine talimat vererek bölgeden beş yüz bin asker toplanılmasını ister. Çar’ın bu isteği 1916 Türkistan ayaklanmalarının vesilesi olur. O vakte kadar asker toplanmamışsa da savaş için özel ve ağır vergiler alınmıştır. Rusya dışına çıkmak zorunda kalan Türkistanlı aydınlar da, savaş boyunca çeşitli siyasi kanalları harekete geçirmeye çalışarak Türkistan topluluklarının bağımsızlıkları için uğraşmaktadır.

1916 Mayıs’ında, Mahmud Hoca Behbudî’nin Semerkant’taki evinde toplanan Münevver Kari, Pehlivan Niyaz, Osman Hoca, Kaari Kâmil ve Abidcan Mahmut gibi aydınlar, Türkistan’da seferberlik ilan edildiği takdirde ayaklanma düzenlemek üzere anlaşırlar.

25 Haziran 1916’da Çar’ın Müslüman Türk toplulukları için bir seferberlik fermanı yayımlanır. Buna göre, askere çağrılanlar savaşmak için değil, siper kazmak ve cephe gerisi fabrikalarda çalıştırılmak üzere işçi olarak alınacaklardır. Bütün Türkistan’da ayaklanmalar başlar.

Hive Hanlığı topraklarında esasen istismar ve haksızlıklardan bunalan halk kalkışmaya hazırdır. 1915 yılında Türkmenlerin başına geçen Cüneyt Han ayaklanır. Haziran ayında Hive üzerine yürür. Ertesi sene çarpışmalar devam eder; ancak üstün Rus güçleri karşısında tutunamaz ve bir çoğu İran’a çekilirler.

Türkistan Genel Valiliğinde Çar’ın fermanının okunmasıyla ilk isyan Semerkant’ta çıkar. Protesto için yürüyenlere ateş açılması ve iki kişinin ölmesi ile ayaklanma yayılır. Özbeklerin, “Çocuklarımızı vereceğimize ölürüz.” yahut “Çar ve Ruslar defolsun! Müslümanlara hürriyet istiyoruz! Biz İslam devleti kuracağız.” gibi sloganlarıyla hareketler yayılır. Cizak’ta Abdurrahman Bey ve Zamin kasabasında Kasım Hoca öncülüğünde çatışmalar büyür. Andican, Fergana, Taşkent, Namangan’da zorlu çarpışmalar olur. Ancak ayaklananlar halktır ve Rus birlikleri “yerli kıyafetle görülen herkesi öldürmektedir. ” Ayaklanmalar bastırıldıktan sonra, üç yüzün üstünde Özbek idam edilir ve bir çoğu sürgüne gönderilir.

Bu dönemde en büyük hareket Kırgız bölgesinde olur. Yedi Su ayaklanması olarak anılan mücadelelere, o sırada bölgede bulunan bazı Osmanlı subayları da (Hacı Sami ve arkadaşları) karışır. Yedi Su Kırgızları, Kanat Bey’in yönetiminde, Kara Köl’deki boylar da Şabdan Batır’ı Han ilan ederler. Şabdan Batır’ın oğulları Muhiddin ve Hüsameddin’in önderliğinde çarpışmalar sürer. Ruslara epeyce kayıp verdirmekle birlikte kendileri de ağır kayıplar verirler. Sonunda Rus katliamından kurtulmak için yüz elli binden fazla Kırgız ve Kazak Doğu Türkistan’a geçmek zorunda kalırlar.

Türkmenistan yöresinde, asker yahut işçi olarak Çar’a katılmak istemeyen boylar İran ve Afganistan’a göç etmeye başlar: Bunun üzerine Ruslarla çatışmalar başlar. Hareket yaygınlaşırsa da, Rus kuvvetleri sonunda hâkim olurlar.

Bozkır genel valiliğinde yaşayan Kazaklar da esasen sürekli Rus göçmenlerinin yerleştirilmesinden rahatsızdırlar ve bu ferman vesilesiyle çeşitli yerlerde protesto hareketlerine girerler. Hareketler giderek çarpışmalara dönüşür. Akmolla, Semey ve özellikle Turgay ve Çatkal Dağları

çevresinde çatışmalar uzun süre devam eder. Ruslar ancak 1917 yılı sonlarına doğru hâkim olurlar.

Türkistan Genel Valisi Kropatkin yönetimindeki Rus ordusu büyük zulümler yapar. Bu zulümler Çarlık Duma’sına aksettirilir ve daha sonra başbakan olacak olan Kerensky başkanlığında bir araştırma heyeti bölgeye gönderilir. Heyet içinde Türkistanlı milletvekili Mustafa Çokay da vardır. Fergana, Sirderya ve Semerkant çevresi gezilir; yerle bir edilmiş kasabalar, köyler ve yanmış insan cesetleriyle dolu evler görülür. Cizzak’taki manzarayı gören Kerensky, fenalık geçirir ve Mustafa Çokay’a dönerek, “Ah, ne rezalet; artık yeter, tahammül edemiyorum. Buradan geri dönelim. ” diyerek incelemeye devam etmemiştir. (Tekin Erer, Enver Paşanın Türkistan Kurtuluş Mücadelesi, İstanbul 1971, s.54)

Bu ayaklanmalardan sonuç itibariyle Türkler çok zarar gördüler; ancak Rus Çarı da istediği ölçüde işçi toplayamadı ve Müslüman topluluklardaki farklılık şuuru biraz daha gelişmiş oldu.

* * *

1917 Şubat ihtilalinin başlaması ve Çarlığın devrilmesi Türk dünyasını sevindirirse de, böyle bir duruma hazırlıklı değillerdir. Umduklarını bulamazlar; ama, ihtilal havası içinde millî ve siyasi taleplerini daha rahat açıklama imkânına kavuşurlar. Orta Asya Türklerinin bu dönemdeki muhtariyet ve istiklal arayışlarında da birlik ve ortak hareket iradesi yoktur. İktisadî ve askerî bakımdan fevkalade zayıf olan Türk unsurlar, müşterek bir imanın yarattığı gizilgüçten mahrumdur. Pantürkizm sayılı aydınların heyecan kaynağıdır. Türk aydınları koruyucu dindarlar, milliyetçi liberaller ve millîci olmakla birlikte sosyalistlerle işbirliğine girenler olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır. Ruslar ise, Kızıl Ordu yahut Beyaz Ordu, Türk unsurların muhtariyet yahut bağımsızlık taleplerine karşı aynı acımasızlıkla saldırmaktadırlar. Ruslar, Çarlığın yıkıldığı en sıkışık zamanlarında bile Türklere hiçbir zaman ciddi bir yakınlık göstermezler, parti kavgalarında bile onları yanlarında görmek istemezler. Biraz da bu yüzden Bolşevikler Türk aydınlarının bir kesimini kolayca aldatabilmişlerdir. Bu grup içinde komünizme samimiyetle inanan yahut Bolşevik harekete Türk halklarının kurtuluşu için bir ümit olarak sarılanlar vardır. İhtilalin lideri Lenin’in

“Doğunun Müslümanları, kendi yönetiminizi kendiniz kurunuz. ” yönündeki beyannamesi de bu insanlara sıcak gelmiştir.

Liberal Müslümanların yakınlık duyduğu Kadet Partisi de, Boğazlar ve Türkiye konusunda Rus emperyalist istekleri açıklanınca, Sadri Maksudi, ünlü konuşmasını yapar ve Türklerin parti ile ilgileri kopar.

“İstanbul ve Boğazlar hakkında biz Müslümanlar, sizi şimdi Podişçev’in sözlerinden sonra heyecana getiren hislere katılmıyoruz. Türkiye’yi bitirmeye, tarumar etmeye biz asla razı değiliz. Türkiye’nin varlık ve bekasına aykırı bir siyasete, bizim dinî ve ırkî duygularımız karşıdır... Biz Müslümanlar Türkiye’nin başkentinin gitmesinin, Boğazların Türkiye’nin elinden çıkmasının barış şartları arasına girmesine kesinlikle razı değiliz; biz bunu protesto ediyoruz...” (Prof. Dr. Nadir Devlet, 1917 Ekim İhtilali ve Türk Tatar Millet Meclisi, İstanbul 1998, s. 79)

Unutulmasın ki Rus Dumasında bu nutuk söylenirken Türkiye, Rusya ile savaş halindedir.

Rus Dumasındaki Türk temsilciler, Selim Gerey, Necip Kurbanali, İsmail Liman, Ahmet Salih, Mustafa Çokay, Zeki Velidi ve Ali Han Bökeyhan’dan kurulu Rusya Müslümanlarının Geçici Merkezi’ni oluştururlar. Merkez bütün Rusya Müslümanlarının kurultayını toplamaya karar verir.

Bu dönem, Rusya Türklerinin yeni bir kongreler dönemidir. 7 Nisan 1917’de Kırım Türkleri Akmescit’te bir kurultay toplayarak millî muhtariyet ilanını kabul eder. Numan Çelebi Cihan Kırım müftülüğüne seçilir. İdil-Ural bölgesinde de Millî Şuralar kurulur. Ancak, aydınlar arasında Lenin’in ilkelerine ve vaatlarına inanmış olanlar da vardır. Türkistan’da 1917 Martında, Ceditçi aydınlar Münevver Kari başkanlığında Şûrâ-yı İslam’ı kurarlar. Kadimciler de Molla Şip Ali Lapin’in öncülüğünde başka bir grup kurar. Bu iki grubun ortak gayreti ile Taşkent’te 1917 Mart’ında bir Müslüman Kurultayı toplanır; Türkistan’ın kendi kendisini yönetmesi hususu tartışılır. Ülkenin geleceği konusunda sadece Rusların söz sahibi olmaması gerektiği konusunda anlaşsalar da, belli bir görüşte birleşemezler. Türkistan’ın sorunları ile uğraşmak üzere Mustafa Çokay başkanlığında Türkistan Müslüman Merkez Şurası kurulur. Millî Merkez olarak anılan bu şura Fergana’da, Semerkant’ta, Hazar ötesi bölgelerde, Sirderya ve Yedisu çevresinde mahalli teşkilatlar kurar.

Orenburg’ta, Ali Han Bökeyhan başkanlığında Birinci Kazak Kongresi toplanır. Alaş Orda Partisinin teşkilatları kurulur ve Kazaklar için toprağa

dayalı muhtariyet istenir.

Azerbaycan’da l917’de Bakü’de toplanan Kafkasya Müslümanları Kongresinde, Mehmet Emin Resulzade’nin milliyetçi Musavat Partisi ile Nasip Yusufbeyli’nin Türk Adem-i Merkeziyet Partisi ve Neriman Nerimanov’un, daha sonra Bolşeviklere katılan Himmet Partisinin fikirleri çekişir. Sonuçta Kongre, Rusya’da mahalli federasyonlar esasına dayalı bir cumhuriyet kurulması kararına varır.

Rusya Müslümanları Geçici Merkezi’nin düzenlediği ve sekiz yüz delegenin katıldığı İslam Kurultayı 1-11 Mayıs 1917’de, Geçici Merkez Başkanı Kafkasyalı Ahmet Salih başkanlığında Moskova’da toplanır. Bu kongrede Rusya’nın gelecekte alacağı devlet şekli, İslam-Türk kavimlerinin durumu, birlik ve bağımsızlıkları tartışılır. Bu tartışmalarda çok değişik fikirler ileri sürülür. Ahmet Salih Rusya’da adem-i merkeziyete dayalı bir parlamenter rejim kurulmasını, Müslümanların millî-medenî özerkliğe sahip olmasını önerir. M. Emin Resulzade toprağa dayalı gerçek bir federasyon kurulmasını ister. “Biz Türk-Tatar evladı ve o milletin balalarıyız. Biz Türk oğlu Türküz, bununla iftihar ederiz. Rusya’daki otuz milyon Müslümanın 29 Milyonu Türk’tür. Biz millî-mahalli muhtariyet esasına göre, Azerbaycan, Dağıstan, Türkistan vb. gibi ayrı mahalli hususiyetlere malik olan Türk kavimleri için muhtariyet istiyoruz.” diye konuşur. Zeki Velidi millî muhtariyetlerin kültür farklılıklarını dikkate alan özellikleri üzerinde durur. Rusya’daki Türkler ilk defa, ortak meselelerini birlikte konuşmuş olurlar. Resulzade’nin federal devlet teklifi kabul edilir. Müslüman milletlerin menfaatlerini gerçekleştirmek için en uygun rejim, millî birlik ve toprak özerkliğine dayalı halk cumhuriyetidir. Ayrıca, bütün Rusya Müslümanlarının dinî işlerini yürütmek üzere bir merkezî teşkilat kurulmalıdır. Kongre, İlkokullarda mahalli dillerin, ortaokullarda ortak Türkçe’nin okutulmasını kararlaştırmıştır. Kabul edilen 24 maddelik karar metninin 3. maddesi şöyledir: “İlkokullarda eğitim dili olarak her kabilenin kendi ana dili kullanılır. Ortaokullarda umumî Türk dilinin kullanılması mecburidir. Yüksekokullarda da eğitim dili Türk-Tatar kabileleri için ortak olan Türk dilidir. ” (Devlet, a.g.e., s.95)

Bu Kurultay’da Ayaz İshaki’nin yaptığı konuşma Türkistan’ın durumunu açıklayıcı niteliktedir: Türk milleti ayrı kapalı bölgelerde ve farklı kültür düzeylerinde yaşadığından “siyasî teşkilatı olmadığından, çeşitli

yolların hiç birinde millî fenerlerin bulunmamasından, milleti aydınlığa çıkarmak hayli zordur... İstiklalimizi kaybettiğimizden beri mirzalarımız, beylerimiz, ağalarımız, aksakallarımız Ruslara hizmet etmekten ileri gidememişlerdir... Hatta bugün de aydınlarımız Türk-Tatarların ayrı bir medeniyete sahip olduklarına inanmamaktadırlar... Bize Rus partilerinden fayda yoktur... Tarihî vazifemiz siyasi bir kuvvet haline dönüşmektir. İçimizdeki bütün zümreler, kabileler, gruplar kendi ufak menfaatlerinden, maddî kazançlarından vazgeçerek yeni binanın temeli atılıncaya, güçlü bir siyasi birlik kuruluncaya kadar birleşmek zorundadırlar. ” (Devlet, a.g.e., s.103)

İkinci Kongrenin Kazan’da, üçüncüsünün Taşkent’te ve dördüncüsünün Bakü’de toplanmasına karar verilir. Ahmet Salih başkanlığında daimî çalışacak bir Millî Merkezî Şûrâ oluşturulur. Otuz delegeden oluşan Millî Şûrâ’ya Türkistan, Buhara ve Hive’dan yedi, Kafkaslar’dan beş, Kırım’dan iki, Kazakistan’dan beş, Litvanya Tatarlarından bir ve İç Rusya Sibirya Müslümanlarından on kişi katılırlar.

3 Eylül 1917’de Kazan’da toplanan ikinci kongreye, şartların uygun olmaması sebebiyle istenen her yandan delege gelemez. Kongre, İç Rusya ve Sibirya Türklerinin kültür muhtariyetini ilan ederek Ufa’da bir Millî Meclis seçer.

Moskova’da toplanmış olan Birinci İslam Kongresi’nin seçtiği Millî Merkezî Şûrâ, Sadri Maksudi, Ayaz İshaki ve Şah İslam’dan oluşan bir heyeti Moskova’ya, zamanın hükûmeti ile görüşmeler yapmak üzere gönderir. Ancak heyet, Kerensky başkanlığındaki ihtilal hükûmetinin İslam-Türk topluluklarına ne ülke, ne de kültürel muhtariyet vermek niyetinde olmadığını görür. “Sevinç kısa sürdü, hayal kırıklığı ise büyük oldu. ” Türk kavimlerinin milliyetçi aydınları ihtilal olsa da, Çarlık devrilmiş bulunsa da, Rusların bırakıcı olmadıklarını bir kere daha anlarlar.

Millî Hükümetler

B

İRİNCİ Dünya Savaşı Kafkas cephesinde, Ruslara esir düşen askerler yanında, Rusya topraklarına gurbete çıkmış olanlardan ve Rusya elinde bulunan Kars, Ardahan ve Artvin illerinden bir çok Türk, savaşla birlikte enterne edilerek esir kamplarına gönderilir. Bunlar genellikle yol inşaatında ve orman işlerinde çalıştırılırlar. Özellikle subay olanlar Sibirya’nın uzak bölgelerindeki kamplara gönderilir. Bu alanlara yakın yerlerdeki Türkler bu Türk esirlerine hem çeşitli şekillerde destek olur, hem de kaçmalarına yardım ederler.

3 Mart 1918 Brest-Litovsk Anlaşması, esirlerin karşılıklı olarak serbest bırakılmasını öngörür. Ancak, Rusya’daki karışıklıklar ve yokluklar sebebiyle Türk esirlerinin vatana dönmeleri kolay olmaz. Osmanlı Hükümeti, Hilal-i Ahmer (Kızılay) ve yerli Türklerin kurdukları hayır cemiyetleri vasıtasıyla bu insanların Türkiye’ye dönmelerine yardımcı olmaya çalışır. Ayrıca, İstanbul İttihat Terakki hükümeti, esaretten gelecek bir kısım subayların Türkistan’a geçerek oraların bağımsızlık mücadelelerine katılmalarına sıcak bakmaktadır.

Hive ve Buhara Cumhuriyetlerinin askerî teşkilatlanması genellikle bu subaylar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yıllarda Buhara Savaş Bakanlığına getirilen Yüzbaşı Ali Rıza Bey, Sibirya kamplarından bine yakın Osmanlı subayını kurtarmış ve bunların bir kısmı Afganistan’a, Cemal Paşa’nın çalışmalarına katılmak üzere geçerken, bir kısmı Türkistan’da kalmış, bir kesimi de Türkiye’ye gönderilmişlerdir. Bu subayların önemli ve etkili bir çalışması da eğitim alanında olmuş, usul-i cedit okullarında öğretmenlik yapmışlardır. Bunlardan biri şöyle yazıyor:

“Demek Anadolumuzdan binlerce kilometre uzaktaki bir Türk ülkesinde öğretmenlik yapmak alın yazımızda varmış. Zaten bizden önce buraya gelmiş Türk subayları da öğretmenlik yapmaktaydılar. Bu arkadaşlardan Haydar Şevki 1 numaralı Nümune Mektebi’nde çalışıyor ve Temir Tüde’yi yönetiyordu. (Tüde: gençlik, izci teşkilatı)

Galip 6 numaralı Turan Mektebinde, Yüzbaşı Şükrü 2 numaralı Muhtariyet Mektebinde ve Turan Gücü Tüdesinin başında, Sait Ahrarî 12 numaralı Turan Mektebinde ve İzci Tüdesinin başında, İstanbul’da tahsil görerek dönmüş olan Abdurrahman Bey 10 numaralı İrfan Mektebinde ve Terakki Derneği Tüdesinin başında görev yapmaktaydı. Ben de 6 numaralı Turan Mektebine verildim. O okulun bünyesinde Türk Gücü Tüdesini kurarak eğitime başladım. Bu beşer sınıflı ilkokullarda Türkistanlı öğretmenlerle birlikte biz, Anadolu’dan gelmiş esir Türk subayları da ders veriyorduk...” (Dr. Timur Kocaoğlu, “Türkistan’da Türk Subayları, 1914-1923”, Anlatan Raci Çakıröz, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı:4, s. 42,43)

Daha sonra Bolşevikler buraları ele geçirdiklerinde hepsini tutuklayacak ve Türkistan dışına çıkartacaktır.

* * *

1784’de Osmanlı Kırım’ı kaybettikten sonra, on dokuzuncu yüzyıl boyunca Kırım’da Türk katliamı ve sürgünleri hiç bitmemiştir. Halkın gücü yetenleri Osmanlı topraklarına geçmeyi kurtuluş olarak görmüştür. Geride kalanların çoğunun toprakları ellerinden alınmış ve kalabalık Rus göçmenler yerleştirilmiştir. Yüzyılın başlarında bir buçuk milyona yakın Kırımlı Sibirya’ya sürülmüştür. Kuzey bozkırdaki Türk nüfus gittikçe azalmıştır. Daha sonra, sürülenlerden sağ dönebilenler de, kendi toprakları üzerinde fiilî kölelik şeklindeki köylüler olarak yaşayamamışlardır. Osmanlı döneminden kalan 1558 cami, yirminci yüzyılın başlarında 700’e inmiştir. Bütün bu şartlar içinde Gaspıralı İsmail Bey “Dilde, fikirde, işte birlik” ışığını burada yakmıştır.

1917 ihtilalinin ardından, Çarlık döneminin gizli Türk cemiyeti olan Vatan Derneği 17 Nisan 1917’de Kırım Müslümanları Birinci Kurultayı’nı toplar. Müfti Numan Çelebi Cihan başkanlığındaki komite, Rusya Müslümanları genel kurultayının kararları doğrultusunda çalışmalar yapar. 13 Kasım 1917’de on sekiz maddelik bir Anayasa kabul edilerek Kırım Millî Cumhuriyeti ilan edilir. Nisan 1919’da Bolşevikler Kırım’a egemen olurlarsa da Millî Kurultay çalışmalarını sürdürür. 24 Haziran 1919’da Beyaz Ruslar gelince bütün millî kuruluşları yasa dışı ilan ederler. Sonunda Bolşevikler yeniden egemen olur ve 18 Ekim 1921’de Muhtar Sovyet Cumhuriyetini ilan ederler.

1828’de, Şah Abbas Mirza ile Rus Çarı arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması ile Aras nehri sınır olmak üzere Azerbaycan ikiye bölünmüş ve Rusya kuzeye egemen olmuştur. On dokuzuncu yüzyıl boyunca Azerbaycan’da canlı bir kültür hayatı vardır ve millîcilik akımında Azerbaycanlı aydınlar Rusya Müslümanlarına öncülük etmektedir.

Rusya’daki ihtilalin ardından 28 Mayıs 1918’de Mehmet Emin Resulzade başkanlığında Azerbaycan Türk Cumhuriyeti ilan edilir. Merkezi Gence’dir. İstanbul hükûmeti yeni cumhuriyeti tanıyarak Nuri Paşa komutasındaki bir ordu ile desteklemeye karar verir. 19 Eylül’de Türk birlikleri Bakü’ye girerler. Ancak, müttefikimiz Almanya dahil bütün devletler karşımıza geçerler. Sonunda, Mondros silah bırakışmasının imzalanmasıyla Türk ordusu çekilmek zorunda kalır. 27 Nisan 1920’de Bolşevik orduları Azerbaycan’ı işgal ederek Sovyet Cumhuriyeti’ni kurarlar.

Aynı dönemde Kafkasya’da da, Terek Kale’de toplanan Millî Kurultay, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetini ilan eder. Mondros Mütarekesinin imzası ve Türk ordularının Kafkasya bölgesini boşaltması üzerine, bölge kendi başına kalır. On dokuzuncu yüzyıl boyunca Nakşî Şeyhi Mansur’un başlattığı ve Şeyh Şamil’in sürdürdüğü mücadelelere sahne olan Kafkasya’da bu sefer Dağıstan ordusu Beyaz ve Kızıl Ruslarla savaşmaya başlar. Komünistler, Beyazlara karşı önce millîcilerle işbirliği yaparlar ve kurulan cumhuriyeti tanırlar. Beyaz Rusların yenilmesinden sonra ise kendi işgallerini başlatarak, 1921 baharına kadar süren çarpışmalar sonunda Kuzey Kafkas Hükûmetini yıkarlar.

* * *

1917 Ekim Bolşevik ihtilali olunca, Taşkent’te de yönetimi Bolşevikler ele geçirir. Ulema Cemiyeti beş yüz on beş kişinin katıldığı bir kongre toplayarak, yönetimin Türklere devredilmesini ister; Sovyet Meclisi talebi reddeder. Millî Merkez Hokand’a taşınır.

25 Kasım 1917’de İslam Şûrâsı ve Ulema Cemiyeti ortak bir kongre toplarlar. Han sarayında toplanan kurultaya iki yüz sekiz delege katılır. 27 Kasım 1917’de yayımlanan bildiri ile, Demokratik ve Federatif Rusya Cumhuriyeti çerçevesinde, “Türkistan Mahalli Muhtar Cemiyeti” ilan edilir. Muhammed Tınışbay başkanlığında on kişilik bir hükûmet kurulur. Mustafa Çokay dışişleri bakanıdır. Kongrede, Kazak ordalarında kurulan Alaş-Orda

hükümeti ile birleşme konusu müzakere edilirse de başarılamaz. Moskova’dan Stalin, hiçbir şekilde bu muhtariyeti tanımadığını bildirir. Rusların Beyaz Ordu komutanı ise, ancak yönetimin Rus Kazaklarına devredilmesi halinde yardım edeceğini söyler.

Hokand Hükûmeti 1918 yılında genel seçimler yapılacağını ilan ederek, yardım için Anadolu ve Azerbaycan’a heyetler gönderir. Bakü’ye giden heyet orada bulunan Osmanlı subaylarından bir grup ile dönerler. Anadolu’ya giden heyet Moskova üzerinden İstanbul’a geçer. Abid Can Mahmud ve Ubeydullah Hoca Moskova’da kalırlar. Mir Adil, Mir Ahmet Fergana’dan, Sadreddin Hacı Taşkent’ten, Hacı Merdan Kul ve Mahmut Hoca Behbudî Semerkant’tan, Seyit Nasır, Mir Celil Yesi’den kurulu heyet İstanbul’da Talat ve Enver Paşa ile, ayrıca İttihat Terakki Merkez Heyeti üyeleriyle görüşür, yardım isterler. Enver Paşa’yı ziyaret eder ve ona Türkistan hakkında sekiz sayfalık bir rapor verirler. Raporun istekler bölümü şu cümlelerle biter:

“Şimdi bizim kalbimiz tamamiyle büyük Türkiye’ye iltihak ihtirası ile çarpıyor. Bütün Türklüğün birleşmesi ancak bizim ulvî maksatlarımıza uyan yoldur. Bütün arzumuz, emelimiz budur. Bu muallâ emel küçük, büyük bütün halkın ve sınıfların en kutsal gayesidir.”

Nuri Paşa o sıralarda Azerbaycan’a girmiştir. Buhara Emîri Âlim Han ise düşman bellediği Ceditçilerle görüşmeye yanaşmamaktadır.

17 Ocak 1918’de Tınışbay’ın istifası ile yerine Mustafa Çokay getirilir; Ubeydullah Hoca da yardımcısı olur. Taşkent’teki Bolşevikler bir iç ihtilalle Hokand’daki millî hükûmeti devirmeye çalışırlar. 7 Şubat 1918’de Rus birlikleri Hokand topraklarına girerler. Çarpışmalar başlar. 22 Şubat’ta Rus ve Ermenilerden oluşan Kızılordu birlikleri Hokand’a egemen olurlar. Hokand yakılır ve on binin üstünde Türk öldürülür. Devlet başkanı Mustafa Çokay, millî şuurdan başka ellerinde bir şey kalmadığını söyleyecek ve canını zor kurtararak Türkiye’ye kaçacaktır.

Hokand’ın işgalinden sonra Türk aydınlarının bağımsızlık ülküleri gittikçe zayıflar ve komünist partiler içinde yer tutma temayülleri artar.

Kazak aydınları ise, 1906 yılında Kazak Anayasal Demokratik Partisi’ni kurmuş ve millî şuuru uyandırmak için gayret içine girmişlerdi. 1917 Temmuz’unda partinin adı Alaş Orda olarak değiştirilir. 5 Nisan 1917’de toplanan Kazak Kongresi’nde başkan Bökeyhan iddialı ve ümitli konuşur: “Kurtuluş saati gelmiştir. Bizim siyasi hedefimiz millî kurtuluştur. ”

18-26 Aralık 1917’de toplanan 3. Kazak Kongresi, Demokratik Rusya Cumhuriyeti çerçevesinde, mahalli muhtariyetini ilan ederek, Bökeyhan başkanlığında Alaş-Orda hükûmetini kurar. Başkent Semey şehridir. Alaş Orda hükûmeti ile Hokand’daki Türkistan hükûmetinin birleşmesi için başlatılan teşebbüsler sonuç vermez; değişik gruplar ve farklı görüşler vardır. Merkezini Orenburg’a taşıyan Başkurdistan hükûmeti ile yakın ilişkiye girilir. Hızlı bir şekilde askerî birlikler kurulmaya çalışılır. Sibirya’da hâkim bulunan Beyaz ordu komutanı general Kolçak ile temas kurularak askerî yardım istenir; ancak, Kızıl veya Beyaz hiçbir Rus yardım niyetinde değildir ve hükûmetin dağıtılması için Başkurdistan ve Alaş Orda’ya baskıya başlar. Başkurdistan Hükûmeti adına Zeki Velidi ve Alaş Orda adına Ahmet Baydursunoğlu Moskova’ya giderek anlaşmak zorunda kalırlar. Lenin ve Stalin’in imzalarını taşıyan bu anlaşma, komünistler için hiçbir değer taşımayan bir zaman kazanma sözüdür ve sonucu değiştirmeyecektir. Daha sonra Zeki Velidi Hatıralar’ında şöyle yazacaktır:

“Lenin ve arkadaşlarının bizimle sulh mukavelesi yapmalarını muvakkat bir iş, bunların bizi görünürde arkadaş saymakla beraber, bir gün Özbeklerdeki imamlar, mollalar, Finlandiya’daki kapitalist burjuvalar gibi ortadan kaldırılacak bir unsur telakki ettiklerini, yani komünist partisini yerleştirip, sonunda idareyi onlara vermek kararında olduklarını daha o gün öğrenmiş olduk.”

Zeki Velidi’nin o gün dediği, yapılan anlaşmadan iki gün sonrasıdır ve Lenin parti kongresinde verdiği nutukta, millîcilerle yapılan anlaşmaların geçici ve taktik icabı olduğunu açıkça söylemiştir.

Her türlü askerî eğitim ve imkândan yoksun bulunan Alaş Orda hükûmetinin Kızılordu birlikleri karşısında tutunabilmesi beklenmez. 18 Mart 1919’da, Kızılordu birlikleri Alaş Orda hükûmetini dağıtır. Alaş Orda taraftarları bozkıra çekilerek, buradan halkı şuurlandırma yolunda çalışmalarını sürdürürler.

* * *

Ufa-Yayık bölgesinde yaşayan Başkurtlar, zaman zaman Kazak yahut Karakalpak hanlarına bağlılıklarını ilan ederek Ruslarla sürekli kavga halinde olmuşlardır. Zaman zaman Osmanlı’ya elçi göndererek yardım isterler. Rus Çarı, silahlarını kendileri yapan bu halka demirciliği yasaklar.

Ekim devriminin hemen ardından toplanan Başkurt Merkez Şûrâsı 29 Kasım 1917’de Bikbayoğlu Yunus Bey başkanlığında Başkurdistan Millî Hükûmeti’ni ilan eder. İçişleri ve Harbiye Bakanı Ahmet Zeki Velidi’dir. Hemen askerî bir idare kurulmaya çalışılır. Ocak 1918’de Kızılordu birliklerinin saldırısı ile hükûmet yıkılır ve yöneticiler tutuklanır. Başkurt askerlerinin tutukevini basarak Zeki Velidi’yi kurtarmasından sonra, Başkurt Hükûmeti yeniden faaliyete geçer ve Rus birlikleri ile savaşa girişilir. Temmuz 1918’de Ruslar Ufa ve Orenburg’u terketmek zorunda kalırlar. Hükûmet merkezi yeniden Orenburg’a taşınır. Türkistan Millî Hükûmetinden Çolpan, Ubeydullah Hoca, Mir Muhsin gibi aydınlar gelerek çalışmalara fiilen katılırlar. Alaş Orda hükûmeti ile ortak bir askerî birlik kurulur; diğer Muhtar Türk Hükûmetleri ile yeni bir birlik kurmak üzere toplantılar yapılır.

Zeki Velidi’nin Moskova ile yaptığı anlaşmaya dayalı olarak 1920 yılına kadar Başkurt Hükûmeti devam eder. Daha sonra, bütün diğer millî hükûmetlerin akıbetine uğrar. Zeki Velidi son anlarda kendisini kurtararak Türkistan’a geçer.

30 Kasım 1917’de Ufa’da toplanan Sibirya Müslümanları Kongresi de toprağa dayalı yahut kültürel muhtariyet konularını tartışır. Sonunda İdil-Ural Millî Muhtariyeti ilan edilir. 9 Şubat 1918’de toplanan Meclis Anayasayı kabul eder. Sadri Maksudi başkanlığındaki millî hükûmet, Bolşevikler hâkim oluncaya kadar çalışmalarını sürdürür. 12 Nisan 1918’de Bolşevikler millî hükûmeti dağıtarak mahalli sovyet cumhuriyetini kurarlar. Sadri Maksudi Türkiye’ye geçer.

* * *

Hive yahut Harzem Hanlığı Rusya’nın hâkimiyetinde olarak varlığını devam ettirmektedir. Rusya ise bir takım reformlar yoluyla Hive’yi topraklarına katmak üzere adım adım ilerlemektedir.

Yüzyılın başlarında önce gizli olarak başlayan Genç Hiveliler hareketi canlanmaya başlar. Hive Hanları Muhammed Rahim ve İsfendiyar Han da genç ceditçilere açık ve yumuşak davranırlar. İsfendiyar Han 1917’de Ceditçilerin isteklerine uygun olarak bir parlamento kurmayı kabul eder. 26 Mayıs 1917’de Meclis açılır. Mat Murad başkanlığında bir Bakanlar Kurulu oluşturulur. Ancak, beyler arasındaki çekişmeler ve Genç Hivelilerin beylere karşı mücadeleleri devam eder.

Sonunda Genç Hiveliler Bolşeviklerle işbirliğine girerler. İsfendiyar Han 1917 Haziranında on yedi Genç Hiveliyi hapsettirir. Genç Hiveliler parlamentodan atılır. Bu arada Dört Göl ve Hive çevresinde gençleri örgütlemekte olan Muhammed Kurban Serdar, İsfendiyar Han’ı öldürerek, Cüneyt Han namıyla 30 Eylül 1918’de ülkenin fiilî yönetimini eline alır. Sovyetlerle işbirliğine karşı olan Cüneyt Han, onların elindeki Türk şehirlerini savaşarak geri almaya çalışır. Çarpışmalar 1919 Nisanına kadar sürer. Sonunda bir anlaşma yapılır; Sovyet Hükûmeti Hive’nin bağımsızlığını tasdik eder. Bir yandan da mahalli bir Bolşevik ihtilali için çalışmalarını hızlandırır. Fakat, böyle bir ihtilali beklemeden 25 Aralık 1919’da Kızılordu birlikleri Hanlığın topraklarına girer. Hive 25 Ocak 1920’de düşer. 1 Şubat 1920’de Hive Hanı tahtından ayrılır ve Harzem Halk Cumhuriyeti ilan edilir. Genç Hivelilerden Pehlivan Hacı Niyaz Yusuf devlet başkanı olur. Baha Ahun Selimoğlu başbakanlığa getirilir. Sovyet Rus hükûmeti de Harzem Cumhuriyetinin bağımsızlığını kabul eder.

Mart 1921’de yerel komünistler Sovyetlerle birlikte harekete geçerler. Pehlivan Niyaz ve hükûmet üyeleri tutuklanır. 1921 Mayısında toplanan bir kongre devlet başkanlığına Ata Mahdum’u getirir ve yeni bir hükûmet kurulur. Çok kısa bir süre sonra Kızılordu birlikleri yeniden Hive’ye girerler. Devlet başkanı ve hükûmet üyeleri tutuklanır.

Bu arada Cüneyt Han, Kara Kum’a çekilerek mücadeleye devam eder. Direniş hareketi giderek güç kazanır. Cüneyt Han Hive’yi kuşatır ve Ocak 1924’te bir ayaklanma düzenlenir. Ancak gönderilen Sovyet kuvvetleri ayaklanmayı bastırırlar. Sovyet komünistlerinin talimat ve gözetiminde toplanan 5. Harzem Halk Kongresi Harzem Cumhuriyetinin lağvedilmesine karar verir. 29 Eylül 1924 tarihinde Rus birliklerinin kuşatması altındaki Harzem toprakları Özbek ve Türkmen Sosyalist Cumhuriyetleri arasında paylaştırılır.

* * *

Buhara Emîrliği ise, Rusya’ya bağlı, iç işlerinde bağımsız ve toprakları epeyce daralmış olarak varlığını sürdürmektedir. Burada, Jön Türkler’e benzeterek Genç Buharalılar adını alan ceditçi gruplar, reform isteklerinin kabulü için Emîr’e karşı mücadele etmektedirler. 1917 İhtilalinden sonra merkezi Kazan’da bulunan İlim Cemiyeti’nin İdil-Urallı başkanı Âlim Han,

bir heyetle Buhara’ya gelerek Kadimcilerle Ceditçileri barıştırmaya çalışırsa da başaramaz. Millîci gençler Türkistan şehirlerine dağılarak çeşitli gazeteler çıkarırlar. Feyzullah Hoca Taşkent’te “Uçkun” u, Mirza Abdülkadir “Kurtuluş”u ve Abdurrauf Fıtrat, Semerkant’a “Hürriyet”i yayımlar. Emîr’in gençlere karşı baskıları artar; Hoca Mahmud Behbudî dahil bir kısım ceditçiler suikastlerle yahut idam edilerek öldürülürler.

Bu arada Ceditçiler de iki gruba ayrılırlar. Kazanlı Necip Hüseyin’in öncülüğünde olan “İştirakiyyun” taraftarları, Rusların güvenini kazanarak gençleri silahlandırmak istemektedir. Milliyetçi-inkılâpçı grubun önderi ise Feyzullah Hoca’dır.

Hokand hükümetine son veren Kızılordu birlikleri 15 Mart 1918’de Buhara’ya saldırır; ancak yenilerek geri çekilirler. Genç Buharalılar da bir ayaklanma düzenleyerek onlara yardımcı olmaya çalışırlarsa da başarılı olamazlar. Sovyet Hükûmeti 25 Mart 1918’de Buhara’nın bağımsızlığını tanır. Emîr Âlim Han bu durumda Ceditçilerden bir kısmını idam ettirir. Ancak, 28 Ağustos 1920’de Kızılordu birlikleri yeniden Buhara sınırını geçer. Genç Buharalılar da içeriden destek olurlar. 2 Eylül’de Buhara düşer ve Emîr Âlim Han Doğu Buhara’ya, oradan Afganistan’a geçer.

6 Ekim 1920’de Ceditçi grupların birleşmesiyle Kağan’da kurultay toplanır ve Buhara Geçici Millî Hükûmeti ilan edilir. Mirza Rahim Han devlet başkanlığına, Feyzullah Hoca hükûmet başkanlığına getirilir. Bu hükûmette, İstanbul’da uzun süre kalmış ve Çar Hükûmetleri tarafından sürekli izlenmiş bir aydın olan Osman Hoca Maliye Bakanı, Abdülhamit Arif Savaş Bakanı, Kari Yoldaş Millî Eğitim Bakanı, Ata Hoca İçişleri Bakanı, Hasan Bey Sağlık Bakanı, Muhtarcan Bey Tarım Bakanı ve Mükemmeleddin Bey Adliye Bakanıdır.

Genç Buharalıların hâkim olduğu bu cumhuriyet, bağımsızlığını korur ve bir Sovyet Cumhuriyeti haline gelmez. Hükûmet Doğu Buhara’ya da egemen olur. Doğu Buhara’ya gönderilen Ata Hoca, bu çevredeki Basmacı başbuğlardan Devletmend Bey’le Ruslara karşı mücadelede anlaşır. Abdülkayyum Bey, Aşur Bey de bu çevredeki Basmacı liderlerdendir. Darvaz’da İşan Sultan ve Karatekin’de Fuzayl Bey, Korgantepe’de Togaysarı, Karadağ’da Abdurrahman Bey Rusları Türkistan’dan çıkarmak için mücadeleyi sürdüren başbuğlardır.

2 Eylül 1921’de Buhara’da toplanan ikinci Kurultay, Millî Hükûmeti, Buhara Halk Cumhuriyeti olarak ilan eder. Osman Hoca54 Cumhurbaşkanlığına, Feyzullah Hoca55 hükûmet başkanlığına getirilir. Bölgedeki Osmanlı subayları güvenlik ve askerlik işleriyle görevlendirilir. Bunlardan Ali Rıza Bey56 Harbiye müsteşarlığına getirilir. Münevver Kari, Sadullah Hoca ve Ubeydullah Hoca gibi Ceditçilerin önde gelenleri Buhara’ya çağrılarak görevler verilir. Ünlü şair Fıtrat, eğitim işiyle doğrudan ilgilenir. Resmî dil Türkçe olarak ilan edilir. Avrupa ve Türkiye’ye eğitim için öğrenciler gönderilir.

Bu arada Feyzullah Hoca ve Osman Hoca Moskova’da Lenin’le bizzat görüşüp mutabakata vardıktan sonra, Anadolu’daki Millî Mücadeleye yardım konusunu Buhara Parlamentosuna getirirler. “Buhara Parlamentosu, Türkiye’ye yüz milyon altın ruble yardıma, tek itiraz sesi yükselmeden, bir anda ve tam bir oy birliği ve tezahürat içinde alkışlarla karar vermişti. ” Bu yardım yüz milyon altın ruble olacaktır ve Çarlık döneminden Buhara hazinesinde kalan paradan ödenecektir.57 Ancak bu miktarı Moskova hiçbir zaman Türkiye’ye göndermedi (Mehmet Saray, Millî Mücadele Yıllarında Buhara Cumhuriyetinin Türkiye’ye Yardımı, Türkistanda Yenilik Hareketleri ve İhtilaller, Edit. Timur Kocaoğlu, Haarlem 2001, içinde)

Genç cumhuriyetin iki lideri olan Osman Hoca ve Feyzullah Hoca arasında da görüş ayrılığı giderek derinleşmektedir. Feyzullah Hoca ve taraftarları giderek Bolşeviklere yaklaşırken, Osman Hoca ve taraftarları millîci kalarak Bolşeviklerin gücünden yararlanmayı düşünmektedirler.

Ruslar ise, Buhara’yı içeriden ele geçirme kararı vermişlerdir ve mümkün olduğu kadar çok bölgenin parçalanarak ayrı ayrı muhtariyet ilan etmesini istemektedir. Ruslar, bu kararla, bir yanda Buhara Cumhuriyeti ile ilişkilerini sürdürür, müzakereler yaparken bir yandan da saldırı hazırlıklarını geliştirirler. Sovyetler ancak 1924’te Buhara’ya hâkim olacak ve Buhara Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildikten bir süre sonra da, cumhuriyet lağvedilerek Rusya’nın bir eyaleti haline getirilecektir.

Afganistan’a geçmiş olan Emîr Âlim Han’ın yardım isteklerine İngiltere cevap vermez. Han, kendisine bağlı boy beyleriyle direniş hareketini devam ettirmeye çalışır. Muhammed Sait Bey, Abdullah Hafız Pervaneci ve Lakay İbrahim önde gelen komutanlarındandır.

Enver Paşa’nın bağımsızlığı için mücadeleye gittiği Türkistan’ı tanımadığı, Zeki Velidi Togan tarafından da, vurgulanarak ifade edilir. Bu, doğru olmakla birlikte, çok da abartılmamalıdır. Z. Velidi Bey, Paşa’nın, Korbaşılarla beraber olmak çabasının ne kadar doğru olduğunu ileride anlatırken, O’nun Türkistan’ı epeyce tanıdığını da ifade etmiş olacaktır. Çünkü, görüyoruz ki, Osmanlı Hükûmetlerinin Türkistan’la ilgisi pek de yeni değildir ve Enver Paşa yurt dışına çıktıktan sonra da bu bölgeler hakkında, belgeleri bize intikal eden veya etmeyen bir çok raporlar almıştır, kişisel görüşmeler yapmıştır. 1917 Rus İhtilali ile bu ilişkiler iyice artmış ve kişiler yahut heyetlerin geliş gidişleri çoğalmıştır. Bunlardan birini Şevket Süreyya Bey kaydeder:

Azerbaycan’da ve Kuzey Kafkasya’da cumhuriyetler kurulmuş, bu gelişmelerin Türkistan’da büyük yankıları olmuştur. Bu sıralarda Türkistan’dan İstanbul’a bir heyet gelir ve Enver Paşa’yla görüşerek bir rapor sunarlar. Türkistan Merkezî İttihat ve Terakki Cemiyeti adına sunulan, Müfti Sadreddin, Hacı Şerif Hocaoğlu ve Celilof imzalarını taşıyan bu raporda şöyle denilmektedir:

“Biz Türkistan Türkleri, şimdi, öncekinden belki daha çok hırpalanıyoruz, eziliyoruz. Gerçi şimdiki şekle göre, bugün memleketimizin yönetiminde bir değişiklik oldu gibi görünür, ama, bu değişiklik, millî ve siyasi hukukumuzu tamamen kendi elimize teslim etmiş, bizleri de hâkim unsur ile eşit haklarda görmüş, eski ve koyu Hristiyanlık taassubundan sıyrılıp temizlenmiş, hür bir Rusya şeklinde ortaya çıkmıyor. Bilakis demokrasi ve halkların eşitliği bayrağının, sürükleyici korumasına sığınmış, cahil ve yağmacı bir yönetimin, biz şimdi her gün biraz daha keyif ve heveslerinin kurbanı bulunuyoruz.

“Eski idarenin hiç olmazsa zalim ve fakat belli kanun ve kararları vardı. Biz de onlara uyarak varlığımızı korumaya çalışıyorduk. Fakat şimdi öyle mi? Aşağıda anlattıklarımız, bugün yapılan zulüm ve hakaretin derecelerini birazcık olsun yüksek nazarlarınızda tecelli ettirir. On milyon Türk ve Müslüman’ı toplayan memleketimizde Rus, Yahudi, Ermeni nüfusu ancak 300.000 olduğu halde, bugün Türkistan Cumhuriyeti adı ile başımıza konan hükûmetin on altı bakanlığından ancak dördü Türk ve Müslümana veriliyor. Otuz altı üyelik parlamentoda, o da ancak Rusların emellerine uyan on bir Türk üye var. Hükûmet ve yönetim işlerinde ise, bu derecede az, hatta hiçiz. Birkaç ay önce Hokand ve Buhara’da meydana gelen ve Türk evladının gaddarca mahvına sebebiyet veren kanlı faciaların, herhangi bir zamanda tekrarına engel olamayız...”

Durumlarını uzunca anlatmaya çalıştıkları ve komünist yönetimden şikâyet ettikleri dilek yazısı şu paragrafla son bulur:

“Şimdi bizim kalbimiz, tamamıyla büyük Türkiye’ye iltihak ihtirası ile çarpıyor. Bütün

Türklüğün birleşmesi, ancak bizim ulvî maksadımıza uyan yoldur. Bugün arzumuz, emelimiz budur. Bu yüce emel, küçük, büyük bütün halkın ve sınıfların en kutsal gayesidir. Duygularımızın ve maksadımızın yücelik ve haklılığını, fedakâr ve genç Türkiye’nin, bugün iş başında bulunan milliyetçi, vatanperverleri hiç şüphesiz takdir ederler. Zira o vatanperverler, biz biliyoruz ki, bizlerde henüz doğmuş olan bu mukaddes emeli, o bütün Türklüğün millî birliğini, zaten çoktan hayatlarının gayesi saymışlardır...” (Aydemir, a.g.e., s. 455-6)

Paşa’ya gelen raporlardan biri olan Kırımlı Hafız Bey’in58 20 Şubat 1920 tarihli mektubunda, Azerbaycanlı Ali Merdan Topçubaşı ve Rusya Müslümanları Milletvekillerinden Sadri Maksudi ile görüştüğünü, kendisinin “Türkistan ve Buhara’da ancak silah ve paranın hakkı ile bir eser meydana getirilebileceğine, fikirden ziyade kuvvetle hareketin semereli olacağına inandığını” söyler. “Askerî teşkilatın kolaylıkla meydana gelebileceğinden ise, zerre kadar tereddüt göstermiyor. Herhalde, ilk dayanak noktasının Türkmenler olmasını, onlardan gerektiği gibi kuvvet çıkartılabileceğini o da kabul ediyor. ... Türkistan’da yararlanılabilecek bir İslam-Türk akımı doğmuştur.” (Yamauchi, a.g.e., s.88-9) Raporda Türkistan gençliğinin İslamcılar, Türkçüler ve Rus taraftarları olarak bölündükleri anlatılmaktadır. Bunlar son derece gerçekçi tespitlerdir.

Enver Paşa Moskova’da iken, Türkiyeli olduğu anlaşılan Batur Bey isimli bir subayı, Taşkent’ten çağırarak kendisinden Türkistan’ın durumu hakkında bilgi almıştır. Paşa Buhara’ya vardığında Batur Beyi yine yanına çağırmıştır. Batur Bey, Ermenilerin çalışmalarını Rusya içinde de sürdürdüklerini, Talat Paşa ve Bahattin Şakir’in şehit edilmelerini de hatırlatarak, buhran yatışıncaya kadar bir süre Afganistan’a geçmesinin yararlı olacağını söyler. (Feridun Kandemir, Enver Paşa’nın Son Günleri, İstanbul 1955, s. 17)

10 Şubat 1921 tarihinde Bedri Bey tarafından gönderilen mektupta ise, özellikle Hindistan Hilafet hareketleri, Afganistan ve Buhara’nın siyasi durumları hakkında geniş ve aydınlatıcı bilgiler verilmektedir. Enver Paşa’nın daha sonra, Emîr Âlim Han’ın İngilizlere hizmet ettiği yolundaki konuşmalarında bu mektuptaki bilgi ve değerlendirmelerin izi görülür. Bedri Bey Emanullah Han’la görüşmelerini anlatır:

“Kendileri zaten Türkçeye vakıf olmakla beraber bizi kabul ettikleri gün Türk kıyafetinde bulunuyorlardı. Yani, başlarına fes giydikleri halde bizi kabul etmişlerdi. ... Afgan Emîri Hazretleri, bugün önde gelenleri felakete düşen İslâm ve Doğu dünyası için bir kurtuluş ve saadet güneşi olarak kabul edilebilir. Yüksek tahsilli olmamakla birlikte, Kâbil Harp Okulunda okumuş ve oldukça bilgi edinmiştir. Zekâ ve dirayeti yüksek bir

derecededir. Fakat, bütün bunların önünde gelen özelliği, Türklere ve şahs-ı âlilerine olan saygı ve olağanüstü sevgisidir. Ne zaman sizden söz etsek, kardeşim Enver Paşa diye hitap etmekten özel bir zevk alır. Yine, çalışma arkadaşlarınızı aynı saygıyla anar.” (Yamauchi, a.g.e., s.144-5)

5 Nisan 1921 tarihli Osman Avni Bey’in mektubu, Enver Paşa’nın Buhara ve çevresi hakkında bilgi istemesi üzerine gönderilen bir rapordur. Osman Avni Bey, Buhara’daki Osmanlı subaylarındandır. Cemal Paşa’nın emrinde on beş Osmanlı subayı Hive’ye hizmet etmek üzere giderlerken, Buhara’da Genç Buharalıların iktidarı ele alması üzerine, yine Paşa’nın emri ile dokuz subay Buhara’da kalırlar. Başbakan Feyzullah Hoca, görevlerinin orduyu kurup, yetiştirmek olduğunu söylemesine rağmen, Savaş Bakanı Rus taraftarı olduğu için buna izin vermez. Millî Eğitim Bakanlığı emrine verilirler ve okullar açarak öğretmen yetiştirmeye çalışırlar. Aralarından bir kaçı da, güvenlik güçlerini düzene sokup, milis teşkilatları kurarlar.

Osman Avni Bey Buhara’nın askerî durumu, eğitimi, ordusu hakkında bilgiler verir. “Ordu denilen şey henüz Buhara’da yoktur. Şark pullakı denilen ve mevcutları bin kadar olan bir alay mevcut olup, bu alay da karışık milletlerdendir.” Buhara’daki Harbiye kursunun dili Rusçadır; kapatılmasına karar verilmiştir. Nüfus sayımı yapılamıyor. Osmanlı subaylarının baskısıyla Savaş Bakanı görevinden alınıyorsa da, adam Moskova’ya gidip, yeniden kendini tayin ettiriyor. İktisadî durumun sıfır olduğunu söyleyen Osman Avni Bey, olanı da Rusların götürdüğünü söylüyor ve açıklamalar yapıyor. Ekmek temini bile sorunlu; bu yüzden milisler bu işi denetimlerine almışlar. “Halkın Osmanlı Türklerine sevgi ve güvenleri vardır. Bunu Buhara Hükûmeti de takdir etmiştir. Yalnız, Türkleri Savaş Bakanlığında çalıştıracak cesaretleri yoktur. ” Vatanperverlik duyguları gelişmemiş ve askerlikten hoşlanmıyorlar. Bunun için, on sekiz yaşın altındakileri beklemek gerek. (Yamauchi, a.g.e., s. 176, 179)

Yine Osman Avni Bey, 23 Mayıs 1921’de, “Muhterem ve Fedakâr-ı Millet Kumandan Hazretlerine Maruzatımdır” hitaplı mektubunda, Buhara ve Hükûmet hakkında, Rusya’nın Türkistan politikaları konusunda çok ciddi bilgiler verir. Askerî Islahat Komisyonunda “Türk teşkilatını başka bir isimle kabul ettirmek istedimse de başaramadık; Rus teşkilatı kabul edildi. ” Buhara’daki önemli sayıda İranlı ve Yahudiler Bolşevikleri tutuyorlar. Millî Hükûmet baskı altındadır. Ruslar Türk olan herkesten şüphe ediyor.

“İstiklal sözü sırf maddî ve görünüşte kalmıştır. Hükûmet bağımsız bir işe başlar

başlamaz, işlerine gelmediğinde, Pan-İslamizm, Pan-Türkizm yaygaraları yükselir. Ve uygulayıcılar burjuvalıkla itham olunur. Tehdit edilir ve bir ihtilal karşısında bulundurulur. Bu ihtilal için her çareye tevessül edilmektedir. Hive’de yapılan plan burada da aynıyla sahneye konulmaktadır... Yetiştirilmekte olan milis güvenlik güçleri bir iç ihtilali bastırmaya yeterse de, Rusların Hive’de olduğu gibi el altından işe karışmaları halinde, milis kuvvetlerin yetmeyeceği ve zaten sınırlı olan ve halen Hükûmet başında bulunan birkaç münevver iş adamının da kaybedilmesiyle, Buhara istiklalinin de Hive gibi efsane olacağı açıktır.”

Bunun için Buhara Millî Hükûmetinin dış desteğe ihtiyacı olduğunu, ilk hamlede Türkiye ve İran’ın burada elçilik açmaları gereğini yazar. Daha sonra göreceğiz ki, Türkiye, Buhara’ya bir elçi atayacak; ama, Ruslar Türk elçisini sınırdan içeri sokmayacaklardır.

Bu ileri görüşlü Osmanlı subayının bütün değerlendirmeleri doğru çıkmıştır. İleriki yıllarda Sovyet idaresi, özellikle Stalin döneminde yüz binlerce Türk’ü, eski yandaşları başta olmak üzere, ‘burjuva’ diyerek öldürtmüştür. Osman Avni Bey, Emîr’in Afganistan’a kaçmasıyla Rus kuvvetlerinin artık Doğu Buhara’dan çekilmesi gerekirken -bu şartla bir ahitname yapılmıştır- çeşitli bahanelerle kuvvetlerini çekmeyip hatta takviye etmektedirler, demektedir. “Evvelce arzettiğim gibi, bu kuvvetler Doğu Buhara’yı tahrip ve servet ve zenginliklerini çekip götürüyorlar. Ve Buhara’nın iktisadı durumu günden güne yaralanıp, bugünkü iktisadı buhran doğuyor. ” Osman Avni Bey, Hive, Fergana ve Taşkent çevresi hakkında da çok sağlıklı ve güncel bilgiler verdikten sonra, Buhara Hükûmetinin bu haliyle bile Rusların çok gözüne battığını, “Bu kabine arasına nifak sokmak ve düşürmek, onların birinci emelidir. Bunun için türlü türlü yollara başvuruluyor. Şimdilik başarılı olamıyorlarsa da, gelecek belirsizdir.” (Yamauchi, a.g.e., s.217-220 )

Türk Tarih Kurumu Arşivinde Enver Paşa Dosyası içinde olan tarihsiz, uzun bir rapor, Türkistan halklarının, eğitim durumları, Türkçülük ve İslamcılık hassasiyetleri, ayrılıkları, bölünmeleri gibi toplumsal durumları hakkında geniş ve sağlıklı bilgiler içermektedir. (Yamauchi, a.g.e., s.295-300, Japon yazar, muhtemelen Türkistan’daki Osmanlı subayları tarafından yazılmıştır demekte ve 1921 tarihini vermektedir. Mektubun içeriğinden, Buhara Emîri Âlim Han’ın henüz tahtta olduğu dönemde yazıldığı belli olmaktadır.) İlk yapılacak işin, birliği sağlamak olduğunu belirten rapor, “Buhara’dan başlamak lazımdır.” demektedir. Buhara’da Meşrutiyetin ilanı üzerine Kadimcilerin baskısıyla, Emîr’in beyannameyi geri çektiğini ve bunun üzerine iki bin Ceditçinin ‘küfre’ saptıkları hakkında ulemanın fetva

vererek ölümlerine yol açtığını söyleyen raporun yazarı, “Pek vahşiyane bir surette katl ve ifna ettirmişlerdir ki, bu durumun bir kısmına fakir şahit olmuştum. ” demektedir.

Raporda, üç beş bin askerleri varsa da, bunların eğitimsiz oldukları ve Timur zamanından kalma çakmaklı tüfekler kullandıkları yazılmaktadır. Buhara’da bir inkılâp yapılmasını, bunun sekiz on bin kişiyle yapılabileceğini, Rusların bu işe kesinlikle karıştırılmaması gerektiğini, bu kuvvetin Başkurtlardan Zeki Velidi Bey’den alınabileceğini söyleyen yazar, Emîr yerinde bırakılmalı, meşrutî bir idare kurulmalı ve ulemadan kimseye kötülük yapılmamalı, gerekiyorsa başka bir yere sürülmelidir, gibi son derece gerçekçi ve soğukkanlı önerilerde bulunmaktadır. Buhara’nın mevcut ve muhtemel askerî gücü ve silahları hakkında da bilgi verilmektedir. Tek tek şahıslar ve aileler hakkında da değerlendirmeler yapılan raporda, “Türkistan halkı bugün memleketlerini müstakilen idareden pek uzak bulunuyorlar.” denilmektedir. Altı vilayeti içeren “Türkistan’dayirmi bin Rus ve on beş bin kadar Ermeni vardır. Ermeniler ekseriyetle Kafkaslıdır. İdare bütünüyle Rusların elindedir. Lütuf kabilinden bazı memuriyetleri Müslümanlara vermektedirler. Türkistan Hükûmet-i Cumhuriyesini teşkil eden on altı bakanlıktan sadece dördünü Müslümanlar işgal ediyorlar.” Eğitim konusunda da rakamlara dayalı bilgiler veren yazar, öğretmen konusunda sıkıntı çekildiğini söylüyor ve “Ufak bir yardımla Türkistan’da beş on yıl içinde pek büyük simaların ortaya çıkacağı iman ve itikadındayım.” diyor. “Türkistan halkı pek yumuşak ve eli açık kimselerdir. ... yalnız güzel bir yönetime ihtiyaçları vardır.” Rapor, Taşkent, Semerkant, Fergana, Aşkabad ve Merv çevresindeki öğretmen, tüccar, ulemadan faydalanılabilecek ileri gelen kişiler hakkında bilgiler vermekte ve bu etkili kişiler aracılığıyla Türkistan’da her türlü teşkilatın kurulabileceği bildirilmektedir.

O dönem Türkistan mücadelelerinin fiilen içinde ve Başkurt kesiminin başında bulunan Zeki Velidi Togan, Bakû’deki Şark Milletleri Kongresinden sonra, Rusya’daki tüm Türk topluluklarında bağımsızlıklarını kazanma fikrinin kuvvetlendiğini ve gizli-açık cemiyetler kurarak bu gaye için uğraştıklarını söyler. Daha ilk başlardan itibaren görülen odur ki, Türk toplulukları için temel mesele, birleşmek olmuştur ve de hep öyle kalmıştır. Ruslar, hâkimiyet dönemlerinde, özellikle ilk tesir çemberlerinde olan

okumuşlar üzerinde yeterince etkili olmuş ve daha sonraki parçalama siyasetlerinde de fazla zorluk çekmemişlerdir.

Daha önce temas edildiği gibi, Rusya Müslümanları bir çok kongreler toplamışlardır. Bu kongrelerde genellikle bağımsızlık fikri ortaktır, ama bunun şekli üzerinde birleşme olamamaktadır. Bu hususta bir çok program yahut bildiri düzenlenmiştir. Türkistan’daki genel temayülü de ifade etmesi açısından, kurulan en son cemiyetlerden biri olan “Orta Asya Müslüman Millî Avamî İhtilal Cemiyetlerinin İttifakı”nın Programını verelim. Bu kuruluş kısaca ‘Cemiyet’ olarak anılmış ve 1922 yılında adı Türkistan Millî Birliği olarak değiştirilmiştir.

1922 yılı Eylül ayında Taşkent’teki Özbek ve Kazak kongresinde de görüşülüp kabul edilen programın yedi maddesi şöyledir:

“1. Cemiyetin gayesi Türkistan’ın bağımsız olması ve Türkistan’ın mukadderatını, Türkistanlıların kendi ellerine alması.

2.     Bağımsız Türkistan’ın idare şekli demokratik cumhuriyettir.

3.     İstiklal kazanmak ancak millî ordu kurmakla mümkündür; millî hükûmetler ancak millî orduya dayanabilir.

4.     Türkistan’ın istiklali, iktisadî istiklal sayesinda mümkündür. Türkistan ekonomisinin genel hatlarını belirlemek, sanat ve ziraatın hangi kısımlarına daha ziyade önem vermek gerekeceğini tespit etmek, yapılacak demiryolları ile genel kanalların yönlerini belirlemek gibi meselelerin Türkistanlıların kendi ellerinde olması;

5.     Çağdaş eğitim ile profesyonel eğitimin geliştirilmesi ve Avrupa medeniyeti ile, ayrıca Rus medeniyeti yolu ile değil, doğrudan doğruya tanışmaya çalışmak;

6.     Milliyet meselesi ile memleketin doğal zenginliklerinden yararlanma meselelerinin nüfus sayısına uygunluk yöntemine göre halledilmesi;

7.     Din işlerinde tam hürriyet, devlet işleriyle din işlerinin karıştırılmaması.” (A. Zeki

Velidi Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul 1981, s.408-9)

Çok yüksek bir devlet ve istiklal düşüncesinin eseri olan ve Zeki Velidi Bey’in kaleminden çıktığı anlaşılan bu belge, Türkistan halkının genel düzeyinin çok üstünde incelik ve ileri görüşleri içerse de, o dönem okumuşlarının yönelişlerini ve Türkistan’ın sorunlarını belirtmesi açısından son derece önemli ve fikir vericidir.

O dönem Türk Sosyalistlerinin programlarına da kısaca dokunursak, bağımsızlık fikrinin ne ölçüde köklü ve belirleyici olduğunu anlayabiliriz. Dokuz maddelik bu programda, iktisadî alanda yer ve suyun, yeraltı servetlerinin millîleştirilmesi, “Türkistan’ın sömürgecilerin elinden kurtularak kendi kendisini yönetmesi,” Hür Türkistan’da demokrat bir

cumhuriyet kurulması, bütün bunların ancak millî ordu ile olacağı, din işlerinin devlet işlerinden ayrılması gereği, “Türkistan Sosyalistler tüdesi (partisi), ancak mazlum sınıflar gibi, mahkûm milletlerin hakları için de mücadele ilkesini kendisine prensip kabul eden bir enternasyonale girebilir. ” (Togan, a.g.e., s.410-11)

54    Osman Hoca 1878’de Oş’ta doğmuştur. Hoca lakabı, aydın kişilere karşı bir saygı hitabıdır. O zamanlar bütün dünya Müslümanlarının adını duydukları Plevne kahramanı Gazi Osman Paşaya atfen adı konulmuştur. 1910 yılında İstanbul’a gelerek o zamanki Öğretmen Okulunda okumuştur. Dönüşünde Buhara’da Cedit Okulları açarak eğitim ve aydınlatma çalışmalarına girdi. İnandıklarını savunmakta çok ateşli ve cesur biri olarak ün aldı. Buhara Emiri’nin devrilmesinde etkili oldu, ilk hükûmette Maliye Bakanı oldu. 1923’te Afganistan üzerinden Türkiye’ye geldi. Yeni Türkistan dergisini çıkardı. Kocaoğlu soyadını aldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Rusların baskısı ile Türkiye’den çıkartıldı. 1946 yılında Tekrar Türkiye’ye döndü ve 28 Temmuz 1968 yılında İstanbul’da vefat etti.

55    Osman Hocanın amcası olan Feyzullah Hoca Cedit mekteplerinde okumuştur. Ailesi zengindir. Ancak Feyzullah Hoca Marksist söylemlere kapılmıştır. Açıktan fazla bir şey yapamasa da Enver Paşa hareketine soğuktur. Sonunda Bolşeviklerle işbirliği yapacak, ancak 1938’de idam edilmekten kurtulamayacaktır.

56    Ali Rıza Bey, Birinci Dünya Savaşında Ruslara esir düşen Osmanlı subaylarındandır. Rus İhtilali sonrasında Türkistan’a geçerek, soydaşlarının mücadelelerine destek olmuştur. Emrindeki altı yüz kişilik kuvvetle, Düşenbe Rus kuvvetlerini teslim alır. Ünlü Tatar bilgini Ubeydullah Bibi’nin kızı Meryem Hanımla evlenir. Başarılı ve saygın bir kişiliği olan Miralay Ali Rıza Bey, Enver Paşa tarafından batıdaki Türkmen Cephesi komutanlığına getirilir. Paşanın şehadetinden sonra da bir süre bu görevine devam eder ve daha sonra eşi ve çocuklarıyla Türkiye’ye gelir.

57    1920 yılının Eylül ayında Buhara Emîri Âlim Han Afganistan’a geçer. Kızıllar Buhara’yı işgal ve Emîr’in Sitare-i Mahî Sarayını yağma ederler. Emîr yanında hiçbir şey götürmemiştir. Birkaç günden sonra Rus komutanlar yağma edilenleri geri toplamaya çalışırlar; bir kısım kıymetli silah ve mücevharatı toplayarak muhafaza edilmek üzere Moskova’ya gönderirler. Emîr’in beyanına göre hazinede “Otuz iki çuval padişah sikkesi, altın ziynetler, inci ve yakut gibi kıymetli mücevherlerin sayısını kendi de” bilmiyormuş. (Bakiyev, a.g.e., s.86) Türkiye’ye gönderilmek üzere Osman Hoca tarafından Rus hazinesine teslim edilen yüz milyon altın ruble, bu hazinedendir. Fakat, Lenin, bu paranın ancak on milyon rublesini Anadolu’ya gönderecektir... (Dr. Yusuf Gedikli, Yaver Muhiddin Beyin Hatıraları, s. 63, 64)

58    Kırımlı Hafız Bey müstearıyla yazan, Cafer Seydahmet Kırımer Beydir.

Basmacılar yahut Korbaşılar

B

ASKIN yapanlar anlamında ve önce Ruslar tarafından kullanılan bu tabir giderek yaygınlaşmıştır. Basmacılar, Kırım’dan Türkistan’a kadar Rus işgaline uğramış olan Türk topraklarında Ruslara karşı gerilla savaşı veren Türk savaşçılarını ifade etmektedir. Enver Paşa, Buhara’ya geldikten sonra bu savaşçılara ‘mücahit’ denilmesini isteyecektir. Bu topraklarda Hanlar yahut Beyler Ruslarla anlaşıp belli bir yönetimde uzlaşmış olsalar da, Korbaşılar bu anlaşmaları tanımaz, Rusların bütünüyle çekilmesi için baskınlarına devam ederler. Ünlü Basmacı Başbuğlarından Şir Muhammed Bey, hedeflerinin Türkistan’ın bağımsızlığı olduğunu söyler: “Türkistan Türkistanlılarındır. Türkistan’dan yabancı boyunduruğunu kovacağız.” Ülkelerinin tam bağımsızlığı için çarpışan bu mücahitler genellikle kendilerini korbaşılar olarak isimlendirirler. Korbaşı, Hokand Hanlığında polis müdürü ve Sancak Beyi anlamında kullanılmıştır. Safevîler’in “Gorcıbaşı” olarak kullandıkları kelimenin, Anadolu Türkçesinde “korucu” ve “korucubaşı” haline geldiği anlaşılıyor. Ali Bademci, bu tabirin daha önceleri de, “yiğitbaşı” anlamında kullanıldığını yazar. (Ali Bademci, 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi ve Enver Paşa, Korbaşılar, İstanbul 1975, s. 227)

Resmî daireleri basan, ele geçirdikleri ganimetleri halka dağıtıp çekilen bu mücahitler, bir ordu düzenine girememiş, yerel, zaman zaman gittikçe yaygınlaşan mücadelelerin kahramanları olmuşlardır. Köroğlu türü bu kahramanlardan Kırım’da Halim, Başkurdistan’da Burankay ve Semerkant’ta Namaz bu şekilde destanlaşmışlardır. Zeki Velidi Bey diyor ki, “Türkistan’ daki bu çetelerin manevi önderi Köroğlu’dur. Buhara, Semerkant, Cızak ve Türkmen Basmacıları geceleri toplanarak Köroğlu ve diğer destanları okurlardı. Zahiren eşkiyalık gibi görünen bu hareket, geniş halk kitlesinin düşünce ve heyecanlarına tercüman olur.” (Togan, a.g.e., s.387) Ancak, “1918 yılından sonra kurulan Basmacı yığınlarının bir çokları ve en etkinleri, eski

Köroğlu geleneğiyle kesinlikle ilgisi olmayan, ağırbaşlı köy ileri gelenleri, bazan eğitimli kimseler oldularsa da, hepsine Basmacı adı verilmiştir. ” Son Korbaşılardan Nur Muhammed Bey, “Basmacılar, vatan savunması, millet savunması ve din savunması şiarıyla mücadeleye başlamışlardır.” der. (Bademci, a.g.e., s. 224)

Aydın İdil’e göre ise, Basmacılar daha Enver Paşa gelmeden halkın desteklediği bir milli hareket haline dönüşmüştür; Sovyet istihbarat raporları da bu kanaati doğrulamaktadır. Paşa, Türkistan’a önceden hazırlanan bir zemin üzerine gelmiştir. Bu zemini kısmen, oralarda bulunan Osmanlı subayları hazırlamışlardır. Dolayısıyla Enver Paşa uygun zamanda ve uygun zemine gelmiştir. (Aydın İdil, a.g.e. s.273 ve devamı)

Hokand’ın işgali ve halkın katliamının ardından, Kiçkine Ergeş öncülüğündeki mücahitler çevreye yayılarak çarpışmalara devam ederler. Esasen Ergeş 1916’dan beri Ruslarla mücadele halindedir. Mustafa Çokay başkanlığında kurulan hükûmetin emrine girmiştir. Rusların Taşkent’i işgal edip yakmaları ve Hokand Cumhuriyetine son vermeleri üzerine Ergeş yeniden Basmacılığa dönmüş ve 1918 sonlarında Ruslarla yaptığı bir savaşta şehit olmuştur. Yerine Kette Ergeş geçer.

Fergana’nın ünlü Korbaşılarından Mehmet Emin Beğ ise Mergilan çevresindedir. Oş’dan Halhoca, Kırgızlardan Canı Beg Kadı, Rahmankul, Endican’dan Parpı, Kıpçaklardan Muhiddin Beğ, Nemangan’dan Aman Pehlivan, Mergilan’dan Kür Şirmet gibi ünlü Korbaşıları çevresinde toplayarak Ruslara karşı savaşmaya devam eder. Daha sonra, Şir Muhammed Bey Korbaşıların öncülüğünü alarak, kendisini Emîr-i Leşker-i İslam ilan eder ve Fergana çevresine hâkim olur.

Hokand çevresinde başlayan ve Türkistan’a bağımsızlık kazandırmak amacına dönük olan hareket, Rus birliklerinin katliamlarına rağmen 1918 yazında bütün Fergana vadisine yayılır. Asıl gücünü köylüler ve din

adamlarının oluşturduğu Basmacılar, Korbaşıların başbuğluğunda ve merkezî bir örgütlenmeden yoksun olarak çarpışmalarını sürdürürler. Ruslar her zamanki gibi, aralarına nifak sokarak onları bölmeye çalışırlar.

1919 Kasım’ına kadar Fergana savaşçıları önemli bütün bölgeleri ele geçirir ve Rus Sovyet teşkilatlarını ortadan kaldırırlar. 1919 Kongresinde Bolşevikler Doğu halklarını okşama kararı alır ve yumuşak politikalar izlemeye başlarlar. Bir çok Türkistanlı okumuş bu siyasete inanarak gevşer; ama, Korbaşılar inanmaz ve kavgalarına devam ederler.

1920’de Kızılordunun Harzem ve Buhara’ya girmesi, buraların da birer ayaklanma merkezi haline gelmesine yol açar. 1920-21 yıllarında Fergana havzasındaki çarpışmalar devam eder. Hive’de Cüneyt Han Kızılordu birlikleriyle savaşmaktadır. Tecen vahasında Oraz Serdar ve Aziz Han kuvvetleri, Kızıl ve Beyaz Rus birliklerine karşı savaşı sürdürmektedirler. Nur Muhammed Bey, Korbaşı Parpi ve Halhoca öncülüğündeki Basmacılar, Zerefşan vadisinde ise Behram Korbaşı öncülüğündeki kuvvetler dövüşmektedir.

3 Mart 1921’de Fuzayl Mahdum kuvvetleri Darvaz’a girer. 3 Ağustos 1921’de İşan Sultan Germ Kalesini kuşatır. Doğu Buhara çevresinde İbrahim Bey ve Devletmend Bey’in kuvvetleri tam egemen olurlar. Said Ahmet Hoca, Maçe’de ayaklanarak bağımsızlığını ilan eder. Mehmet Emin Bey 24 Eylül 1919’da Ergeştam’da geçici Fergana Hükümetini kurarsa da, Kızılordunun baskısı altında anlaşmaya gider. 3 Mayıs 1919’da Şir Muhammed Bey , geçici Türkistan Hükümetini kurar. Hiçbir dış destek bulamayan bu hükümet 1922’ye kadar varlığını sürdürür.

1922’de Ruslar, kurtuluş savaşçılarına karşı genel bir saldırı başlatırlar. İşgal ettikleri bölgelerde mahalli komünistlerle işbirliği yaparak Sovyet Cumhuriyetleri kurdururlar.

60     Enver Paşa öncesi ve sonrası Korbaşıları hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Ali Bademci, 1917­1934 Türkistan Millî İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa, 1-2 ciltler, İstanbul 2008.)

Cemal Paşa Afganistan ’da

C

EMAL Paşa Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra 1920 yılında Moskova’ya giderek Rus hükümetine, Afganistan’a geçip oradan Hindistan Müslümanlarını örgütleyerek İngilizlerle mücadele etmeyi kapsayan bir proje sunar ve destek ister. Bolşevik hükûmeti teklifi kabul eder. İngilizlerle mücadele edileceği gibi, böylece Afganistan da Rus nüfuz bölgesine girebilir ve Türkistan’daki Basmacı hareketler bu yoldan İngiltere aleyhine çevrilebilirdi.

Paşa ise, İngiltere’ye karşı yürütülecek mücadelede İslam toplumlarının uyanışını ve İslam Birliği yolunda bir adım atmayı düşünüyordu; böylece Anadolu’daki Millî Mücadele’ye de destek olunacaktı. Projenin, Ruslara söylenmeyen ikinci hamlesi ise, güneyde başarılı olacak hareketi kuzeye, Türkistan’a taşıyarak bağımsızlık savaşı veren Basmacılara destek olmaktı.

Afgan Kralı Emanullah Han, İngilizlerle yaptığı mücadelelerde başarılı adımlar atmış, eski anlaşmalara dayanan bütün kısıtlamaları kaldırarak tam bağımsız ilişkiler kurmaya başlamıştı. Ancak, Bolşeviklere karşı da tedbirli davranıyor, Afganistan’da örgütlenmelerine izin vermiyordu.

İslam Hilafetinin merkezi olan İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine, Mevlana Muhammed Ali başkanlığındaki Hindistan Hilafet Cemiyeti bir bildiri yayımlar. Bu bildiri, “Hukuk-ı Osmaniye (Osmanlıların hakları) kâmilen mahfuz kalıncaya (tam anlamıyla güvenlik altına alınıncaya) kadar Hint Müslümanlarının cihada ve mücadeleye devam etmeleri gerekir ve bunun için de Müslüman Hintliler, Müslüman bir ülkeye göç etmek zorundadırlar.” şeklinde bir fetvayı içeriyordu. Bunun üzerine yüz bini aşkın Hint Müslümanı Afganistan’a göç etmişlerdi. İşte Ruslar bu göçmenleri İngilizlere karşı örgütleyip eğitmek istemişler, Emanullah Han da izin vermemişti.

Taşkent’e geçen Cemal Paşa, burada bir süre temaslar yaptıktan sonra yirmi kadar Osmanlı ve Türkistanlı subayla birlikte Afganistan’a geçer. Bir kısım subayları da planın ikinci hamlesinin hazırlıklarını yapmak üzere Buhara, Hive ve Fergana bölgelerine gönderir.

Emanullah Han, Cemal Paşa’yla anlaşır; Hindistan’dan göçen Müslümanlar İngilizlerle mücadele için örgütlenecek, ayrıca Afgan ordusu yenilenip eğitilecektir. Bunun için Rus hükümetinden destek istenir. Ancak, Cemal Paşa’nın projesini kabul etmiş olan Rus hükûmeti destekten vazgeçer; yanı başında büyük bir gücün oluşmasını, İngiliz tehdidine rağmen kabullenmez.

Cemal Paşa, Afgan ordusunun eğitimi için Mustafa Kemal Paşa’dan Türk subaylar ister. 1921 yılının yaşanan bunca sıkıntısına rağmen, Mustafa Kemal Paşa, istenen subayların seçilip gönderilmesi için, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya emir verir. Cemal Paşa yönünü Almanlara çevirerek oradan destek almak ister; ancak, onlar da sıkıntı içindedirler. Emanullah Han, gerekli silahların alınması için dört yüz bin altın tahsis eder. Ancak, Almanya’dan temin edilebilecek olan bu silahların Rusya üzerinden Afganistan’a getirilmesi mümkün değildir. Bütün teşebbüsler sonuçsuz kalır.

Cemal Paşa gelen subayların komutasında “nümune kıtaları” oluşturarak askeri eğitime başlatır. Bu arada göçmen Hint Müslümanları da örgütlenip eğitilmektedir. Osmanlı subayları ayrıca Afgan kralının Hanabad kentinde kurduğu Korbaşılar Okulunda da eğitim vermektedir.

Ne var ki, Türkistanlılar, Ruslara karşı bağımsızlık savaşı vermekte olduklarından, Cemal Paşa’nın İngiltere aleyhinde ve Ruslarla işbirliğine dönük çalışmalarından hoşlanmazlar ve kendisini sert bir üslupla uyarırlar. Bu arada Bolşeviklerin Afganistan’a dönük çalışmalarından başından beri rahatsız olan Afgan yönetimi de Ruslarla işbirliği yapmak fikrinden gittikçe uzaklaşmaya başlar.

Enver Paşa’nın Buhara’da olduğu günlerde Cemal Paşa Taşkent üzerinden gelerek kendisiyle görüşmek ister; ancak Ruslar Buhara’ya geçmesine izin vermezler. Esasen, Anadolu hareketi ve başarıları belirginleştikçe, Bolşevik hükûmetlerin İttihatçı paşalara karşı tavrı değişmeye başlamıştır. Ankara ise, Enver Paşa ile ilişkilerini kesmesi şartıyla yardıma devam edeceğini Cemal Paşa’ya bildirir. Ancak, Moskova’ya geçen Cemal Paşa’nın burada Anadolu Hükûmeti adına konuşuyormuş gibi

havalara girmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa kendisiyle ilişkiyi tamamen keser.

Cemal Paşa’ya göre Enver yanlış yapmaktadır. Kendisi yeniden Afganistan’a geçip İngilizlere karşı mücadeleye devam edeceğini ve Enver’i de oraya çekeceğini söylemektedir. Ruslar Cemal Paşa’dan ülkeyi terk etmesini isterler. Cemal Paşa Tiflis’e geçerek burada Mustafa Kemal Paşa ile yeniden irtibat kurmayı ve oradan da Afganistan’a geçmeyi düşünmektedir. Halil Paşa (Enver Paşa’nın amcası), Rusların kendisini Tiflis’te öldüreceklerini, bunu da bir Ermeniye yaptırtacaklarını haber aldığını söyleyerek, Avrupa’ya geçmesi konusunda ısrar eder. Cemal Paşa aldırmaz; 21 Temmuz 1922 günü, Tiflis’te, bir caddede, yaverleriyle birlikte Ermeni kurşunlarıyla şehit edilir.

Cemal Paşa

TTİHAT Terakki Partisi’nin üç büyük paşasından biri, askerî kanadın ikinci adamı olarak bilinen Cemal Paşa, 6 Mayıs 1872’de, askerî eczacı Mehmet Nesib Bey’in oğlu olarak Girit’te doğmuştur. Kuleli Askerî İdadîsi ve Mekteb-i Şahane-i Harbiye’yi bitirdikten sonra Kurmaylık eğitimi almış ve 1895’te yüzbaşı rütbesiyle orduya katılmıştır.

Üçüncü Ordunun pek çok subayı gibi O da, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne 1906’da girerek gizli siyasi çalışmalara katılmıştır. 1908 Meşrutiyet’in ilanı ile yıldızı parlamaya başlar; Kaymakam rütbesiyle Islah Heyeti’ne katılarak Anadolu’ya gider. 31 Mart Olayı üzerine İstanbul’a dönerek, Hareket Ordusunda görev alır; Üsküdar mutasarrıflığına atanır.

Adana Ermeni İsyanı için görevlendirilen kuvvetin başında olarak 1909 yılında Adana’ya gider; başarılı çalışmalar yapar. Hastalanarak İstanbul’a döner. 1911 yılında Bağdat Valisi olarak atanır. Balkan Savaşı başlayınca, Konya Redif Tugayı komutanı olarak görev yapar. 1912’de miralay olur. Kolera hastalığına tutulduğu için İstanbul’a döner.

Bâbıâli baskınından sonra İstanbul Muhafızlığına getirilir. Yerinde ve zaman zaman sert tedbirleriyle dikkatleri çeker. Mahmut Şevket Paşa ile arası açılınca istifa eder. 1913’te Bayındırlık Bakanlığına getirilir ve mirliva olur. Kendisi İtilaf devletleri taraftarı olarak tanınır. 1914 yılında Fransa’ya gidip yaptığı ittifak teklifleri kabul edilmeyince, “Elleri koynunda parçalanmayı beklemektense, şerefimizle dövüşürüz. ” diyerek Alman İttifakını destekleyenlerin arasına katılır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal Harekâtına karar verilince, Denizcilik Bakanlığı üstünde kalmak üzere, bu hareketi gerçekleştirecek olan 4. Ordunun komutanlığına getirilir. Kanal Harekâtı başarısız olur. 1917’de, güney cephemizdeki gerilemeler karşısında ağır eleştirilere uğrar ve istifa ederek İstanbul’a gelir.

Bağdat Valiliği ve 4. Ordu Komutanı olarak Şam’da bulunduğu dönemlerde Arap milliyetçilerine karşı gereksiz sertlik gösterdiği ve haksız idamlar yaptığı yolunda eleştiriler almıştır.

8/9 Kasım 1918’de Talat ve Enver Paşalarla birlikte yurt dışına çıkar. Moskova’da iken, Anadolu’ya yardım için çalışır. Daha sonra Afgan Kralı Emanullah Han ile anlaşarak, Afgan Ordusunu modernleştirmek üzere Kâbil’e geçer. Buradan, Enver Paşa ve diğer arkadaşlarıyla görüşmek üzere Avrupa’ya giderken, Tiflis’te Ermeniler tarafından yaverleri Nusret ve Süreyya Beylerle birlikte, 21 Temmuz 1922’de şehit edilmiştir.

* * *

Cemal Paşa’nın Kurmay Başkanlarından Ali Fuat (Erden) Paşa, “Otoritesi müthişti.” dediği Paşa’nın, askerî yazıların açık, kısa ve tekrarsız olmasını istediğini söyler ve şöyle anlatır: “Cemal Paşa donuk siması, safravi mizacı, siyah gözleri, heybetli bakışları, enerjik burnu, Asuri hükümdarlarını andıran müstatil sakalıyla çok ihtişamlı ve vekarlı görünürdü. Sakin ve gelecekten emin bir hali vardı... ” (Erden, a.g.e., s.28)

Cemal Paşa’nın maiyetinde çalışmış olan Von Kress şöyle yazar: “Cemal keskin zekâlı, sürat-i intikal sahibi ve sağlam muhakemeli bir zattı. Kuvvetli bir irade ile, kayıtsız şartsız ve hatta bazen kaba bir enerji, onun nefsinde birleşmişti. ... Bu akıllı adamda, dikkati çekecek kadar büyük bir gurur da oluşmuştu. ... Alman muhitinde Cemal, İtilaf devletleri yanlısı olarak tanınıyordu. Aslında bütün Türk önderleri gibi Cemal de ne Alman, ne

de İtilaf dostu idi; bilakis, o sadece Türk’tü...” Von Kress, Cemal Paşa’nın Arap siyasetini de doğru bulur: “Cemal’in Arap siyasetine, Türk tarafından dahi şiddetle hücum ediliyordu. Fakat Cemal’in Arapları, yumuşaklık ve iyilikle yola getirmek ve kazanmak hususundaki gayretleri bir sonuç vermeyince, Suriye’de bir Arap isyanı hazırlamak için yapılan her teşebbüs ve denemeyi büyük bir enerji ve şiddetle bastırmış olmasından dolayı, o hiçbir yönden tahtie edilemezdi. ” (Z. Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.6, s.347, 348)


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to