E |
NVER
Paşa 28 Eylül 1921’de Batum’dan ayrılır; gizlice, Tiflis üzerinden Bakü’ye
geçer. Bakü Dışişleri Komiseri Mirza Hüseyin Davutov kendilerine bir bina
tahsis eder. Buradan da gemi ile güzel bir havada, iki günde Türkmenistan’da
Kresnabâd yahut Kızılsu’ya (bugünkü Türkmenbaşı limanı) ulaşır.61 Ulaştıkları yer
göçmenlerin daha içerilere sevk edildikleri bir merkezdi. Burada Rus
göçmenlerin araba, at gibi ulaşım vasıtaları içinde ve bütün malları yüklü
olarak gidişleri ile Müslüman göçmenlerin aç, çıplak ve perişan halde
sürülmelerini görürler. Yaveri Muhiddin Bey62 diyor ki, bu manzara Enver
Paşa’nın Türkistan’da mücadele kararını pekiştirmişti. Çünkü Bolşeviklerin
milliyet farkı tanımadıkları iddialarının boş bir aldatmaca olduğunu orada acı
ile anlamıştık. (Bekirağa Bölüğünden Türkistana, Bartınlı Muhiddin Bey,
Haz. Y. Gedikli, İst. 2004, s. 79)
Paşa
kitap okuyarak, özellikle daha önce kardeşi Kâmil’e ısmarladığı (Yamauchi, a.g.e.,
s.229, m.112) Liman von Sanders Paşa’nın hatıralarını okuyarak vakit geçirir; “Beni
tenkit ettiği yerler de var. ”
Oradan,
yine sessizce, Aşkabat’a giden bir trene binerler. Geçtikleri Karakum çölü geceleri
çok soğuktur. Hacı Sami de, dar kompartımanda sürekli gezinip “bana
varacağımız yerlerde, tahtlar, saltanatlar tasvir ediyordu”; yani,
okumasına pek fırsat vermiyormuş. “Tahta kompartımana büzüldüm. Ben başımın
altına çantamı aldım. Üstüme meşin pardesümü örttüm.... Çöl, gece soğuk ve
yolculuk kasvetliydi. ”
Yedi
günlük bir yolculuktan sonra Aşkabad’a varırlar. Ali Bademci, Paşa’nın burada
bir gün kaldığını ve Türkmenlerle bir Cuma namazı kıldığını yazar.
Eşine
yazdığı bir mektupta şöyle bir haber vardır: “Bugün Muhiddin (Yaver) birkaç
kitap getirdi; bunlardan bir tanesini takdim ediyorum. Ne
tuhaf
şey! M. Kemal Paşa’ya gazilik verilmeden önce, halk bize vermiş de, bizim
haberimiz yok... ” (Karaman, a.g.e., s.78)
Enver
Paşa, Çarçuy’da Kabil’den gelen Cemal Paşa ile görüşeceğini umuyordu. Ancak,
Çarçuy’a vardığında dört gün önce buraya gelmiş olan Cemal Paşa’ya, Ruslar
bekleme izni vermemiş ve kendisini Moskova’ya göndermişlerdir. Bu yolculuk
sırasında eline geçen bir mektupta, “Ermeni komitelerinin bir suikast için
münasebette bulunduklarına” dair duyumlar alındığı bildirilmektedir.
(Yamauchi, a.g.e., s.249)
Yol
arkadaşı Yaver Muhiddin Bey yolculuk intibalarını yazarken, muhtemelen Enver
Paşa da dahil, dönemin bütün aydınlarının duygularını dile getiriyordu: “Bu
âlem yalnız kitaplarda gördüğümüz ve nadiren kendileriyle temasa geldiğimiz bir
âlemdi. Fakat geniş, geniş olduğu kadar da bizden ve bize bağlı bir âlemdi.
Kalbimiz, şimdiye kadar bu âlemi duymuş, fakat gözümüz bu manzaraları görmemiş,
kulaklarımız bu keskin sesleri işitmemişti. ”(Bekirağa Bölüğünden Türkistana,
Bartınlı Muhiddin Bey, Haz. Y. Gedikli, İstanbul 2004, s. 92; bundan sonra
[Dr. Y. Gedikli, a.g.e., s...] diye bahsedilecektir.)
Aşkabad
ve Merv üzerinden kısa süreli duraklamalarla süren bir yolculuktan sonra 18
Ekim 1921’de Katman istasyonuna gelirler. Burası Buhara’nın Rus egemenliğinde
kalan bir istasyonudur. Enver Paşa da sivildir. Görevlilerin dikkatini çekmeden
iner ve yakındaki bir kahveye girerler.
Kahvede
oturan Türkmen reislerinden biri Enver Paşa’yı tanır; “Siz Enver Paşa değil
misiniz?” diye sorar. Paşa gizlemeye gerek duymaz, “Evet” der. Haber bir anda
yayılır. Türkmen reisi konukları arabayla evine götürür; izzet ikram eder;
Buhara’nın Osman Hoca hükümetine Paşa’nın geldiğini bildirir.
Buhara’da
2 Ekim 1920 tarihinde Genç Buharalılar Emîr Âlim Han’ı devirerek 6 Ekim’de
Cumhuriyet ilan etmişlerdir. O günlerde Buhara’da bağımsızlık yanlısı bir
hükümet vardır. Hükümetin başında, adı Plevne kahramanı Osman Paşa’ya atfen
konulmuş ve İstanbul Öğretmen Okulunda eğitim görerek Buhara’ya dönmüş olan
Osman Hoca bulunmaktadır. Rus istihbarat raporunda deniliyor ki, Türkiye’den
yeni gelmiş olan “Osman Hoca Türkçülük gayesi yolunda o denli zehirlenmiş
ki, bazı gençler, hatta onunla çok yakın ilişkileri olanlar bile ondan korkmaya
başladılar.” (Bakiyev, a.g.e., s.14) Osman Hoca, Buhara’da usul-i
cedit okulları açarak işe başlamış, gençleri teşkilatlandırarak Emîr’in
devrilmesinde etkili olmuştu. Kurulan
hükümette
Maliye Bakanlığından sonra Buhara Halk Temsilcilerinin İkinci Kurultayı’nda 24
Eylül 1921’de, Mirza Abdülkadir Muhiddin’in yerine Cumhurbaşkanlığına
seçilmişti.
Ancak,
Emîr taraftarlarıyla kavgalar bitmiş değildir ve halk, Ceditçilerin
Bolşeviklerle işbirliğini unutmamaktadır. Kızıllara karşı savaşan bir
Türkistanlı Mücahit şunları yazar:
“Allah’a şükür ki,
buralarda biz aslanlar gibi çarpıştık. İslam elbette galip gelecektir. İtiraf
etmek gerekirse, savaş çok çetin oldu. Fakat, bizi asıl yaralayan,
düşmanlarımızın safında, millî hükûmetimizin birkaç üyesinin de bulunmasıydı.
Onlar düşman cephesinde bize karşı savaştılar. Düşman bizi tamamen yok etmek
niyetindeydi; fakat, biz direndik. Ne var ki, zamanla ümidimiz kırılmaya
başladı ve saflarımız bozuldu...” (Bakiyev, a.g.e., s.111)
Doğu
Buhara’da Rusların da tahrikleriyle, Kadimî Basmacılarla Millî Kuvvetler yer
yer çarpışmaktadır. Bu mücadelelerin ne ölçüde kaba ve ölçüsüz olduğunu, bundan
sonraki gelişmelere uzun süre damgasını vuracak olan İbrahim Bey’e, Kabadiyan
aksakallılarının gönderdiği bir imdat mektubu anlatmaktadır:
“Coşkun Ümidimiz,
Mürüvvetperver Bey Cenapları
“Aşağıdaki
şikâyetimizi, sizin duacınız olan bahtı kara yöneticiler, vilayet ve Başkent
şehrinin bütün halkı adına kabul ediniz.
“Efendim, yakın
zamanlarda Kazak ve Türkmenler, ‘Bizler mücahidiz.’ diyerek Başkent’i bastılar
ve halka ‘Sizler ceditsiniz.’ diyerek, herkesin malını mülkünü yağmaladılar.
Kadın ve kızlarımızın namuslarına el sürdüler. Halkın çoğu korkudan kaçıp
gitti. Bu tür kötülüklerin, Müslüman olarak Türkmen ve Kazaklardan gelmesi daha
da kötü değil mi? Bu arada iki medrese öğrencisini de öldürdüler. Bahtı kara
mazlumların gözyaşlarına acıyın ve bize yardım edin. Bütün ümidimiz sizsiniz.
“Biz pek çok
yöneticiler gördük; fakat, onlar yağmacılık ve zorbalıktan başka bir şey
yapmadılar. Bu sebeple halkın Hisar’a, Çilligöl’e, Korgantepe ve başka yerlere
kaçıp gitmesi boşuna değildir...” (Bakiyev, a.g.e., s.113, 114)
Ayrıca
çeşitli kabileler arasında sonu gelmeyen çekişmeler vardır. Bu mücadeleler
içinde Lakay İbrahim Bey öne çıkmış ve halka, Gazi ünvanıyla bir kurtarıcı gibi
görünmüştür.
Yeni
Cumhuriyetin başkenti olan Taşkent Rusların elindedir ve Buhara’da önemli
miktarda Kızıl kuvvetler vardır ve Genç Buharalılar büyük ölçüde bu kuvvetlere
dayanmaktadır. Feyzullah Hoca Enver Paşa’ya Ruslar giderlerse, softaların bir
reaksiyonundan çekindiklerini söyler. Başbakan ve Dışişleri Bakanı olan
Feyzullah Hoca Bolşeviklerle yakın ilişki halindedir.
Bu
zat daha sonra, Bolşeviklerin kurduğu Sovyet Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı
olacak ve 1938’de millîcilik iddiasıyla idam edilecektir.
Bu
sırada Osman Hoca, Baysun kentindedir. Paşa’ya, Osman Hoca hükûmetinin Adliye
Bakanı olan -yine İstanbul Öğretmen Okulundan mezun- Rahmet Refik Bey
vasıtasıyla, Dışişleri Bakanlığı içinde bir bina tahsis edilir; burası eski
Emîr’in, Nur-u Hassa sarayıdır; hizmetine adamlar verilir. Ertesi gün Bartınlı
bir Osmanlı subayı olan Halil Bey’le tanışırlar. Halil Bey, Savaş Bakanı ve
Buhara kuvvetlerinin komutanıdır. Kendilerine katılır ve sonuna kadar Paşa’nın
en faal adamlarından biri olarak kalır. Buhara Cumhuriyeti’nde on iki Osmanlı
subayı vardır ve Cumhuriyetin eğitim, askerlik ve idarî işlerini
yüklenmişlerdir. Miralay Ali Rıza Bey (Savaş Bakanı yardımcısı, müsteşar),
Faruk Bey63 (Ali Rıza Bey’in Yardımcısı),
Kâzım Bey (Buhara Emniyet Müdürü), Teğmen Halil64 (Kâzım Bey’in yardımcısı) Yüzbaşı
Hasan Bey65 (Termiz İli Garnizon Komutanı),
İspirli Çavuş Osman Efendi (Kabadiyan İli Garnizon Komutanı), Kerküklü Çavuş
Hüseyin, Çerkez Hüseyin ve Cezayirli Hacı Mehmet Efendi, Osman Bey, Arif Bey,
Nafi Bey, Sabir Efendi bunlardandır. Bu subayların pek çoğu, daha sonraki
savaşlarda şehit olacaklardır.
Bu
arada Enver Paşa’yı öldürmek üzere Ermeni komitecilerin Buhara’ya geldiği
haberi alınır. Enver Paşa, şimdi hükûmet konağı olarak kullanılan Nur-u Hassa
Sarayında misafir edilmektedir. Bolşevikler daha önce Bakü’de yine Ermenilere
bir suikast yaptırmayı denemiş, başaramamışlardı. Enver Paşa’yı yakından
izleyen Ruslar, Paşa’nın Buhara’da olduğunu Ermenilere bildirirler. Buhara
emniyet müdürü olan Kâzım Bey ve yardımcısı Halil Bey, hemen harekete geçerek
üç Ermeni komitecisini yakalatır ve cezalandırırlar.
Enver
Paşa’nın geldiği hemen duyulmuş ve halk içinde büyük heyecan yaratmıştır; Paşa,
bütün Buhara ileri gelenleriyle görüşmek zorunda kalır. Burada,
Türkmenbaşı’ndaki Türk ve Rus göçmenlerinin durumunu görmesine ek olarak, Emîr
Timur zamanından kalma zenginliklerin Ruslar tarafından nasıl yağmalandığının
hikâyelerini dinler. Halk, Paşa’ya sevgi gösterileri yapar; “Yaşasın Turan,
Yaşasın İslam ve yaşasın Enver Paşa” diye bağırırlar.
Enver
Paşa, 16 Ekim’da Buhara’dan Berlin’deki kardeşi Kâmil’e şu mektubu gönderir:
“Kâmilciğim,
“Nihayet Buhara’ya
geldim. Sami de beraberdir. Memlekette durumun düzelmesi üzerine bu tarz
hareket hem umumî maksada, hem de memlekete daha faydalı görülüyor. Şimdilik
buralarda kalacağım. Zira niyetim veçhile Berlin’e gelirsem bir daha dönebilmek
imkânım kalmayacaktır. İnşallah yakında bura vaziyeti belirir de o zaman.
Cicimi sana tevdi ediyorum. Benim dünyada hayatım, namusum, her şeyim olan
kendilerine hizmet edeceğini biliyor ve bu şekilde ancak biraz teselli
oluyorum. ... Ben bir ay sonra silahlı ihtilalcilerin yanına gidip, onların
durumlarını göreceğim. Her bir mektubunda evlatlarımın ve Sultan ve kendinin
fotoğraflarını gönder.” (İnan, a.g.e., s.111)
Enver
Paşa bir yandan da, kendisine sunulanlardan ve kendi temin edebildiklerinden
Sultan Hanıma hediyeler gönderir. (Masayuki Yamauchi, a.g.e., s.249,
250, m.135, 136, 137)
29
Ekim 1921 tarihinde Kâmil’e yazdığı ikinci mektubunda, “Artık bizden kimse
Rusya’ya gelmesin. Keza babam da gelmesin.” diyor. Dört aydır sizden mektup
alamıyorum, ızdırap içindeyim. Seni İstanbul’a göndermem aile meselesidir. “İşte
ailenin tüm yükü senin omuzlarındadır. ” Bütün fedakârlığınla meşgul
olduğunu bildiren mektubunu alınca biraz huzura kavuşacağım. “Bilirim,
mektuplar yoldadır...” (Yamauchi, a.g.e., s.250)
*
* *
Enver
Paşa’nın Türkistan’a gidişi de, burada başladığı mücadeledeki tercihleri de
zaman zaman tartışılmıştır. Örnek olarak, Şevket Süreyya Bey’in Türkistan
konusundaki yorumları, çok gerçekçi gibi görünse de, ruhsuz ve biraz da o güne
egemen olan Bolşevik havanın ve propagandaların etkisindedir ve yanlıştır.
O
günün şartlarında Buharalı aydınlarda üç temayül görünüyordu. Osman Hoca ve
Abdülhamit Arifoğlu gibi öncüler Enver Paşa’nın Basmacılara katılarak, silahlı
mücadele ile Türkistan’ı kurtarmasını istiyorlardı. Bir başka grup, Paşa’nın
Buhara Cumhuriyeti ile Ruslar arasında arabuluculuk yapmasını istiyor, bu
yoldan zaman ve güç kazanacaklarını umuyorlardı. Zeki Velidi ve arkadaşları ise
O’nun Afganistan’a geçerek Afgan kralı ve Buhara Emîri’nin desteklerini de
alarak buradan mücadeleye destek vermesinin daha yararlı olacağını
düşünüyorlardı.
Enver
Paşa’nın Buhara’daki tercihi, Korbaşılara katılma kararı olmuştur ve bu da
doğrudur. Ceditçiler okumuş insanlardı, milliyetçi temayülleri de belirgindi;
ancak, mücadele gücü olmayan, halka kendilerini yeterince kabul
ettirememiş,
Bolşeviklerle anlaşma yollarında ve millî mücadeleyi Sovyetlerin iç işi telakki
ederek çıkış arayan kimselerdi. Bu tutumları son derece gerçekçi idi; ama
Paşa’nın aradığı bu değildi.
Şevket
Süreyya gibi, Zeki Velidi de, açık bir askerî ve siyasi başarı düşündüğü için,
Paşa’nın Türkistan hakkındaki bilgilerinin yetersiz olduğunu söyler ve
girişeceği mücadelede niçin başarılı olamayacağını uzun uzun, maddeler halinde
açıklar ve Paşa’nın kendisine de anlatır. Paşa’nın dinleyen fakat çok
konuşmaktan hoşlanmayan karakteri ve daha önce bir ölçüde dokunulan Türkistan
hakkındaki raporlar dikkate alındığında, anlaşılan odur ki, Paşa, onların
kafasındaki başarı için ortamın ve imkânların yetersiz olduğunu pek âlâ
biliyordu. Birkaç yıldır buralara gönderilen görevlilerden, Türkistan’dan
gelenlerden, Kırım ileri gelenlerinden velhasıl çeşitli kaynaklardan haberler,
yorumlar, raporlar almakta ve bunları değerlendirmektedir. Ama, O’nun hizmet ve
başarı anlayışı biraz farklıdır ve çok konuşmasa da, saygı duyduğu Zeki
Velidi’ye bunu söyleyecektir. Hacı Sami’nin mübalağalı anlatım ve teşvikleri de
Türkistan’a geçme kararı verildikten sonradır. Üstelik Paşa, yakın arkadaşı
Selim Sami’nin mübalağacı karakterini de pek âlâ bilmekte ve zaman zaman onu
uyarmaktadır. (Bkz. Yamauchi, a.g.e., s.274, 165. mektup)
Enver
Paşa bütün bunları biliyordu; ama, oturamazdı, mektuplarında hasret ve sevgiyle
andığı çocuklarını başına toplayıp sıradan bir insan gibi yaşayamazdı;
yaratılışı buna uygun değildi. Tek başına İslam Dünyasını kurtarmak için yola
çıktığını duyan Abbas Hilmi Paşa’nın Onu alkışlaması, İslam Dünyası senden bunu
beklerdi demesi, boşuna değildir. Kendisi de büyük görevler için yaratıldığına
inanıyordu.
Ayrıca
yaşadığı dünya ve şartlar, ona böyle bir rahat yaşama imkânı da vermezdi. Bizim
siyasi hayatımız artık sona erdi, diyen Talat Paşa Avrupa’da sakin bir hayat
yaşayabildi mi? Yaşayabildi mi? Hayır. Enver Paşa’nın yaşayabileceğini kim
söylüyor? Asıl hayal kurmak, gerçekleri değerlendirememek bu değil mi?
Ermenilerin intikam için Avrupa’da, Asya’da kol gezdiği bilinmiyor mu;
Sovyetlerin onların arkasında olduğu, Sait Halim Paşa’nın, Cemal Paşa’nın, Dr.
Bahattin Şakir’in şehit edildikleri bilinmiyor mu? Enver Paşa’nın peşinde
oldukları hakkında her gün duyumlar almıyorlar mı? Birkaç tanesi yakalanmadı
mı? Bunları görmezlikten gelen bir proje gerçekçi olabilir mi?
Nitekim,
Naciye Sultan, gurbette, sevdiği eşinden ayrı, çektiği bütün sıkıntılara
rağmen, Paşa’ya, Kâmil vasıtasıyla, “Kesinlikle gelme.” demiştir. Kendisinin
Kâbil’e gitmeye karar verdiğini, orada yardım kuruluşları oluşturarak Paşa’nın
büyük mücadelesine katkıda bulunmak istediğini bildirmiştir. (Yamauchi, a.g.e.,
s.272) Kocasını seven genç bir kadının o günlerde gördüğünü, doksan yıl sonra
görememek sağlıklı bir değerlendirme değildir.
Görünen
odur ki, en gerçekçi ve ülkücü olanı, bu insanların en delidolusu, maceracı
deyip hafife alınan Hacı Sami’dir. Onun Zeki Velidi’ye söylediklerini ileriki
sayfalarda göreceğiz. Enver Paşa’ya da, Türkistan’ın durumunu gerçekçi olarak
bildirmiştir. Ama, Enver Paşa için artık yapacak başka bir şey yoktur. Şevket
Süreyya ve diğerlerinin yeterince değerlendiremedikleri şey, bir gaye için yola
çıkılırken mutlaka güncel başarılar kazanılmak gerekmediğidir; o yolda birkaç
adım atmak, istikbal için, gelecek kuşaklar için bir ışık yakmak da başarıdır.
Bu noktayı teslim etmeyen bir zihniyetin, Paşa’yı yorumlaması mümkün değildir.
Enver Paşa’ya böyle bakmayan onu anlayamaz. Sürekli, “Çağ değişmiştir. Ve
Enver Paşa’nın tasavvur ve teşebbüsleri gerçeklerle çelişiyordu.” diyen
Şevket Süreyya Bey, “Biz başaramasak da bu yolda ölürüz; bu da gelecek için
bir başarıdır.” diyen ülkücü insanları - kendisi de bu imanı yaşamış
olmasına rağmen - anlamakta zorluk çekmektedir.
Yine Şevket Süreyya Bey, Türkistanlı
aydınlardan hiç birinin Enver Paşa’ya ilgi göstermediğini birkaç kere vurgular.
(Aydemir, a.g.e., s.639) Bu hüküm, şüphe yok ki mübalağalıdır. Okumuşlar
genellikle Ceditçidir; onların da büyük ekseriyeti millî duyarlıklara sahip
olmakla birlikte, onlar da Ş. Süreyya Bey gibi gerçekçidirler; bağımsızlık
isterler, ama bunu savaşarak alamayacaklarına inandıkları için Bolşeviklerle
işbirliği yaparak yahut barışçı görüşmeler yoluyla almak hevesindedirler.66 Ayrıca,
Kadimciler ne kadar Ceditçi düşmanı ise, Ceditçiler de o kadar Kadimci
düşmanıdır ve onlarla beraber olmaktan uzak durmaktadırlar. Enver Paşa ise,
ancak savaşarak bir şeyler yapmaya karar verdiğine göre, ona okumuş, gerçekçi
aydınlar değil, savaşacak insanlar gerekirdi. Onlar da, Korbaşıların çevresinde
olan halktan insanlardı.
Enver Paşa’nın Pençesi (Mührü)
(İsmetKeten’den alınmıştır.)
Bu hususta, konumu ve kudreti
itibariyle son sözü söyleyebilecek yetkinlikte olan Zeki Velidi Bey’i
dinleyelim. O, Paşa’nın başarılı olamayacağını çok iyi biliyor, ama onun
ülkücülüğünü anlıyordu; bu kararlılığı içinde, tercihlerinin doğru olduğunu
söylüyor ve harekâtının da, şehadetinin de işlevlerini, olduğu gibi
değerlendirebiliyordu. Zeki Velidi Bey, Enver Paşa’nın izlediği yolu şöyle
anlatır ve değerlendirir:
“Enver Paşa Genç
Buharalılara (yani okumuş, aydın denilen kesime) dayanmadı. Genç Buharalılar
şehirlerde yaşayıp Tacikleşmiş Türk yahut Türkleşmiş Tacik molla ve tüccar
çocuklarından ibaret olup, düşmana karşı silahla mücadeleden çok uzak bulunup,
yalnız barış ve anlaşma yoluyla iş görebilen ve herhangi bir hükûmetin siyasetinde
kendi millî gayeleri için uygun noktalar arayan bir zümre idi. Enver Paşa
kongreye davet ettiğinde, Fergana bozkır Özbeklerinden ve Kazaklardan
temsilciler gönderildiği halde, Buhara aydınlarından hiçbir temsilci
gönderilmedi. Semerkand aydınları tarafından gönderilen genç bir şair, benimle
ve Türkiyeli subay Sabir Beğle beraber, bir kar tipisinde Taht-ı Karaca’dan
geçerken, ansızın rastladığımız bir Rus birliği ile savaştığımız sırada ödü
patlayıp, o akşam uyuyamadı ve hasta oldu. Ertesi sabah gizlice Semerkand’a
doğru kaçtı.” Rus okullarındaki eğitim ötedenberi milli duyguları köreltmeye
yöneliktir. “Rusça eğitim gören aydınlar millî gayelerin gerçekleşmesine sadece
inanmamakla kalmazlar, bunların çoğu vesveselidir...
“Enver Paşa
Buhara’dayken, bizzat kendisine söz verip and içen bazı Ceditler, Rus’tan
korkularından cepheye gidip yürekten ağlaya ağlaya Rus lehine teşviklerde
bulundular. Fakat, Paşa’nın tarafına geçmeye cesaret edebilenler pek az oldu.
(Osman Hoca,
Abdülhamit
Arifoğlu ve Kari Abdullah gibi) Geçemeyip intihar edenleri ise hiç görülmedi.
Enver Paşa bunu pek iyi biliyordu. Lakay gibi oymakların Enver Paşa’ya karşı
vaziyet almaları, Enver Paşa’nın Buhara Ceditlerine dayanmasından değil, zaten
Cedit olan Enver Paşa’nın bunlara ‘yolu’ ile gelmemiş olduğundan, Buhara Emîri
ve taraftarları için tehlike teşkil ettiğinden vaki olmuştur. Enver Paşa
Türkistan’daki bütün harekâtında, bilakis geniş halk kitlesine ve aydınların da
bazı vilayetlerde (Fergana, Semerkand, Sirderya taraflarında) halk kitlesine
cidden yakın bulunanlarına dayanmıştır.” (Togan, a.g.e., s.457-8)
*
* *
Enver
Paşa Buhara’dayken, Sovyet Rusya Halk Komiserliğine bir mektup gönderir.
Mektupta, İslam Asya’nın İngiliz emperyalizminden kurtulabileceğini, bunun için
buralar halkına düşmanca davranan Kızıl birliklerin geri çekilmesi gerektiğini,
aksi halde Doğu Buhara’da başlayan ayaklanmaların bütün Türkistan’a
yayılabileceğini yazar ve “Buhara halkına kendi hayatını belirleme şansı
verilmelidir. Buhara halkının ricası üzerine Sovyet Rusya Hükûmeti ile Buhara
Cumhuriyeti arasında yapılacak görüşmelerde Buhara halkını temsil etmeye hazır
olduğumu belirtmek isterim. ” demektedir. Ancak Ruslar, yüzde yüz Komünist
Parti güdümünde olsalar bile, Türkistan’ın bağımsızlığını düşündürebilecek hiçbir
fikre ve kişiye yakınlık göstermemektedir.
Bu
dönemde, Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov gibi Komünist ihtilalin ve Partinin
önde gelen isimleri de tasfiye edilmek üzeredir. Sultan Galiyev Asya’daki
devrimin ancak Müslüman halklar tarafından gerçekleştirilebileceğini söylüyor
ve Sosyalizm üzerinden bir İslam-Türk birliğine yol arıyordu. Turar Rıskulov
ise güneyde bağımsız bir Sosyalist Türk Federasyonu kurulmasını istiyordu. Her
ikisi de, daha bir çok Türk aydınları gibi, Bolşevik ihtilalin açtığı yoldan
bağımsızlığa ulaşabilmeyi umuyorlardı. Oysa Rus emperyalizminin sadece adı
değişmişti ve Kızıllar Beyazlardan daha sert davranıyorlardı.
Paşa,
Afganistan elçisinin evinde Zeki Velidi ile görüşür. Enver Paşa Doğu Buhara ve
Fergana’ya geçerek Basmacıları toplamayı ve onların başında Kızıllara karşı
savaşmayı düşündüğünü söyler. Zeki Velidi, kendisine karşılaşacağı zorlukları
açıklıkla anlatır; tahliller yapar. Rusya’daki Türkler, kimisi resmen
Bolşeviklerle beraber, kimisi dışarıda olarak ve birbirleriyle işbirliği
halinde millî özerklik ve bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele
etmektedirler. Meseleyi Rusya’nın bir iç işi olarak tutmak, en azından öyle
göstermek
zorunluğunu duymaktadırlar. Aksi takdirde Beyaz Ruslarla Kızılların kolayca
birleşmesine hizmet edilmiş olur.
İngilizler
yahut diğer Avrupalı devletlerin ise, Rusya Türklerine yardım etmektense
Ruslarla işbirliğine girdikleri 1918 yılındaki tecrübelerle görüldü;
İngilizler, o zaman kendilerine katılmış olan Türkmenleri yüzüstü bırakarak
gittiler. Emir Şekip Aslan diyor ki, İngilizler Sovyetlerle mücadele halinde ve
onlardan nefret ettikleri halde, “Enver Paşa ile Moskova arasında başlayan
mücadelede Bolşeviklerin Enver Paşa’ya karşı kazanmasını açıktan tercih
ediyorlardı. ... Diğer tabirle söylemek gerekiyorsa, İngilizler Enver Paşa’nın
davasını Bolşeviklerden daha tehlikeli buluyorlardı. ” (Cihangir, a.g.e.,
s.135)
Halk
Avrupalı milletlere güvenmemektedir. Bu tür kapalı siyasetlerle kazanılacak
mevzilerin ve kurulacak askerî güçlerin, duruma göre Basmacılara katılmasını
düşünenler de vardır. Buralar halkı kendi dertleriyle meşguldür, Türkçülük,
Türk siyasi birliği gibi meselelerden haberi yoktur; Türk’ün gücü varsa gelsin
bizi alsın, der, buna çok sevinir, ama ötesine geçemez. İslam Halifesini ve bunun
Türk Hakanı olduğunu bilir ve saygı duyar. Bu meseleleri yakından bilenler,
İstanbul’da eğitim görmüş olan yahut Türk Yurdu Dergisini okumuş
olanlardır. (Togan, Hatıralar, Ank. 1999, s.332)
Zeki
Velidi diyor ki, bu bizim için bir kazançtı; ama, Doğu Buhara’ya geçmesi de
kesinlikle uygun değildi. Zeki Velidi bu sakıncaları on dört madde halinde
yazarak Paşa’ya gönderir. Özellikle Rusların dış gailelerden rahatlamak üzere
oldukları, o yıl Türkistan’da kıtlık olduğu, muntazam bir orduyu beslemenin çok
zor olacağı şeklinde başlayan on dört madde de, gerçekçi ve ikna edicidir. Ama,
Enver Paşa için değil; çünkü bütün bu mütalaalar askerî ve siyasi bir başarı
hedeflenerek ileri sürülüyordu. Paşa da gerçekçiydi, ama onun gerçekçiliği
başka bir zemine oturuyordu.
Enver
Paşa sükûnetle dinler, ama kararında bir değişiklik olmaz; Sovyet Rusya’da bir
yıldan çok bulunduğunu, İslamları herhangi bir emperyalizmden önce Kızıl
emperyalizmden kurtarmanın zorunlu olduğu fikrine geldiğini söyler.
“Şu anda kendimi öz
vatanımda hissediyorum. Başlayacağım mücadele, mukaddes bir mücadeledir.
Göreceksiniz ki, halk beni yalnız bırakmayacaktır.”
Zeki
Velidi de, Hacı Sami’nin abartılı sözlerle Paşa’nın bu kararında etkili
olduğunu yazar. Zeki Velidi Bey, Paşa ile dört kere görüştüğünü
kaydeder.
Böyle bir görüşmeden sonra, Hacı Sami tekrar Zeki Velidi’nin yanına gelerek ona
şunları söyler:
“Paşa’nın,
Sultan’ın (karısı) yanına gitmesine katiyen razı olmayın; onu orada (Berlin’de)
öldürürler. Paşa’nın buraya gelişi büyük bir fırsattır. Bu hareketlerden bir
netice çıkar veya çıkmaz, fakat Enver Paşa’nın bu işe karışması ile bu iş
cihanşumül bir ehemmiyet kesbeder. Türkistan bu nesilde kurtulmazsa, Paşa’yı ve
sizi şiar edinecek olan müstakbel bir nesil bu vatanı kurtarır. Paşa sizin
sözlerinize çok ehemmiyet veriyor; zinhar ona Almanya’ya geri gitmesinin caiz
olmadığını söyleyin.”
Bu sözlerdeki isabet ve gerçekçiliğe,
doksan yıl sonra da, ilave edilecek bir şey yoktur. Zeki Velidi de “Ben
Paşa’nın Türkistan’da yapacak işlerinde muvaffak olması için başta Afganistan’a
gitmesi gerektiğini ileri sürüyorum; siz de buna muhalefet etmeyin, mübalağalı
sözler söylemeyin.” der. (Togan, Hatıralar, s.334)
Enver
Paşa, Türkistanlıların bir kurtuluş mücadelesi için hazır olmadıklarını, yakın
bir zamanda da hazır olacak gibi görünmediklerini, ancak, Ruslarla mücadele
için ne yapılacaksa, onu şimdi yapmanın zaruri olduğunu söyler. Eğer
Afganistan’a geçerse, bir daha geri dönüp Millî Mücadelelere katılamayacağını
ifade eder.
“Enver
Paşa’nın itirazdan pek hoşlanmadığını anladım. Herhalde fikrinden dönmeyecekti.
Ertesi akşam birisinin evinde beş on kişi toplandık. Enver Paşa burada
ihtiyatlı ibarelerle kararını anlattı. Gözlerinden yaş akıyordu. Diğerleri de
müteessir oldular. Mamafih ben, Buhara’dan ayrılarak Semerkand’a gideceğim
akşam tekrar görüştüğümde, ‘Daha birkaç gün var; senin dediklerini de
düşünüyorum. Burdalık yolundaki hazırlığı da bırakmayalım.’ dedi. Yanında
yalnız Hacı Sami vardı. Paşa, yere serilen bir halı üzerine oturmuştu. Ayağında
Alman spor potini vardı. Şu saatte mücadeleye atılmak isteyen bir sporcu
tesirini veriyordu. Çok samimi fikirlerini söyledi.” (Z.V. Togan, Bugünkü
Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, s.437)
Paşa,
Ruslarla mücadele için her ne yapılmak gerekiyorsa, bugün yapılması gerektiğini
söyler. Zeki Velidi, bütün bu gerçekçi düşüncelerini Paşa’ya aktarırken, karar
vermiş bir insana, şartların zorluğunu, başarısız kalmış gayretleri anlatmanın
pek de anlamlı olmadığını gözardı etmiş gibidir.
Zeki
Velidi, Enver Paşa’nın Türkistan hakkında pek az bilgi sahibi olduğunu
kaydeder: “Bu zâtın büyük bir idealist olduğunu, hatta hayatla ve olaylarla
da pek hesaplaşmadığını, Türkistan ’ın coğrafya ve istatistiğine ait Avrupa ve
Rus yayınlarından haberdar olmadığını o gün öğrendim. ” der.
Paşa’nın
Türkistan hakkında yeterince bilgili olmadığı doğru olsa da, Rusları çok iyi
tanıdığı görülmektedir; kızıl ya da beyaz Rusların farklı bir tutumda
olmayacaklarını kesin olarak anlamıştır. Enver Paşa’nın arkadaşları tarafından
yayımlanan Liva-yı İslâm gazetesinde şöyle yazılmıştır: “Pek çok
zevattan ziyade Bolşevik siyasetini pek yakından tanıdığı için, o siyasetin pek
yalancı, hakikaten namert bir siyaset olduğunu gördüğü için, Türkistan Buhara
teşkilatının başına geçiyor. Bu güne kadar kendini aldatan, aralarında
kararlaştırılan anlaşma esaslarına sadık kalmayan Bolşeviklere karşı, yaşamaya
azmetmiş bir Türk-İslam âleminin mevcudiyetini göstermeye çalışıyor...” Bir
çok Türkistanlı aydın, yaşadıkları şartlar sebebiyle de olsa, bunu geç
anlayacak ve ağır bahalar ödeyeceklerdir.
Zeki
Velidi Beyin nihai hükmü şudur:
“Bu memleketin
kurtuluş hareketine canını feda etmek hususundaki kararı kesin idi.”
O
günlerde bağımsız Buhara Cumhuriyetinin başkanı olan Osman Hoca, Bolşevikliği
ve Enver Paşa’nın mücadelesini şöyle değerlendirir:
“Bâtıl zevâle
mahkûmdur. Komünizm yıkılacaktır. Türk anavatanı hürriyetine kavuşacaktır. Bu
sonuç, soyut siyasi sonuç değildir. İnsanlık bir ahlak ve haysiyet buhranı
içinde doğru yolu bulma mücadelesini yapıyor; doğru yolu bulma çabası içinde
bâtılı ezerek kurtuluşunu tamamlayacaktır. İşte, Enver Paşa’nın mücadelesi o
zaman, kendi çapında ve kendi yapısında değerini alacak, bu büyük sonucun
içindeki hüviyetini kazanacaktır. Yeter ki bilinsin ve unutulmasın.” (Nakleden
Cemal Kutay, Hür Türkistan Yolunda Buhara’da Enver Paşa, Tarih Sohbetleri,
c.5, Mayıs 1967, s. 117)
Avrupalı
milletlerin durumu da ortada olduğuna göre, Türkistan’ın bağımsızlığını
isteyenler için Basmacılara katılıp mücadele etmekten başka yol kalmamaktadır.
Türkistan’ın o günkü parçalanmış siyasi ve manevi ortamında Basmacıları
birleştirmek, hele genellikle kadimci ve emîrci olan bu güçleri ceditçilerle
bir cephede toplamak hiç de kolay olmayacaktır. Bu yol başarıya götürmeyebilir;
ama, tek gerçekçi çıkıştır. Aksi halde Enver Paşa’nın Berlin’e dönmesi gerekir
ki, bu da onun kişiliğine uymaz.
Buhara’da
kaldığı yirmi üç gün boyunca halk ve Buharalı gençler bir sel gibi Paşa’nın
ziyaretine koşarlar. Gençler genellikle hemen harekete geçilmesini isterler.
Hükûmet başkanı Osman Hoca da henüz Buhara’ya dönmemiştir. Baysun’dan Enver
Paşa’ya “Hoş geldin” mektubu gönderir. Enver Paşa, Manastır askerî idadîsinden
arkadaşı olan ve Hükûmetinin Buhara Garnizon Komutanlığını yürüten Hasan Bey’le
görüşür.
Rusya’nın
Buhara konsolosu, Paşa’ya yarı açık yarı kapalı bir üslupla, Cemal Paşa’nın
Türkistan’a da, Afganistan’a da geçmesine izin vermeyeceklerini, kendisinin
niyetlerini de bildiklerini ve yakından izlediklerini söyler. Esasen, Cemal
Paşa’nın Buhara’ya gelerek kendisiyle görüşmesini Ruslar engellemişlerdir. Bu
sırada Cemal Paşa’dan bir telgraf gelir; kendisini Moskova’ya çağırmaktadır.
Paşa telgraftan şüphelenir. Ertesi gün hem Cemal Paşa’dan hem de Dışişleri
Komiseri Çiçerin’den aynı mealde telgraflar alır. Moskova’nın kendisine bir komplo
kurduğu açıktır; O’nu ele geçirmek istemektedirler. Paşa, Rus konsolosuna üç
gün sonra Moskova’ya hareket edeceğini bildirir.
Sonuçta,
Rusların yakın denetim ve gözetiminde olan Buhara’da bir şey yapılamayacağına
kanaat getirerek, Basmacılara katılmak üzere Doğu Buhara’ya geçmeye karar
verir.
“Paşa
Buhara’dan ayrılırken şu sözleri söyledi: ‘Türkistan için mücadele lazım. Zaten
hak olan ölümden korkarsan, köpek gibi yaşamayı ihtiyar edersin. Hem
geçmişimizin, hem de geleceklerimizin lanetlerine müstahak oluruz. Halbuki
kurtuluş için ölmeği göze alırsak, bizden sonrakilerin, hür ve bahtiyar
olmasını temin etmiş oluruz.” (Z. Velidi, Hatıralar, s. 337)
Sovyet rejimi daha başlangıçta
kurduğu ispiyonaj sistemiyle mücahitlerin kelle avına
çıkmıştı.
Mücahidin kesik
başını övünçle teşhir eden yerli bir işbirlikçi (Kaynak, Nabican Bakiyev)
Muhiddin
Bey, Paşa’nın, Semerkand merkez olmak üzere bir Türkistan Devleti kurmayı
tasarladığını söyler. (Dr. y.
Gedikli, a.g.e., s. 104)
Enver
Paşa artık Buhara’yı bir an önce terk etmelidir. Kendisine telgrafları getiren
ve hemen hareket etmesini bildiren Rus elçiliği tercümanına, Çarşamba günü
hareket edebileceğini söyler. Eşine yazdığı mektupta, Rusların Buhara ve
Hive’de serbest kalmaları şartıyla Afgan ve Hint’i İngilizlere bıraktıklarını
yazar:
“Bütün hırsları ile
Türkistan ve Kafkasya’ya sarılıyorlar. ... Artık kesinlikle Pazara hareket
etmeye karar verdik. Bakalım Hak ne gösterecek? Seni ve yavrularımı Allah’a
emanet ederek öperim. Benim için ve İslâm için dua et.” (Aydemir, a.g.e.,
s.640)
4
Kasım 1921’de Kâmil’e de şunları yazar:
“Hâlâ sizden haber
alamadım. Çok üzgünüm. Fakat, zaman da dar; burada daha çok bekleyemeyeceğim.
Yarın öbürsü gün Moskova’dan telgraf gelir. Buna göre her şeyi hazırladım.
Cicime her şeyi etraflıca yazıyorum. Sultanım ve yavrularım sana emanettir.
Onların dünyada benim için her şey olduğunu düşünerek vazifeni, kardaşlığını
ona göre yerine getir. Senin mertliğine güvenirim. Hakkın yardımının bizimle
olduğuna eminim. Merkez-i Umumînin şahıslara âlet olmasına bakma ve maksadımız
uğrunda yalnız da olsak devama gayret et. Hepinizi Allah’a emanet ederim.
Sultanımın iffet ve namusunun her türlü şart altında muhafazasına çalış; yoksa
benim için her şeyin, hatta öldükten sonra da mahvolduğu gündür.” (Yamauchi, a.g.e.,
s.252)
Paşa,
muhtemelen eşi Sultan’a hemen her gün yazmakta, sonra imkân bulduğunda bu
mektupları toplu olarak göndermektedir.
61
Kendisiyle Bakü’de görüşen
Muhittin Birgen, hatıratına bir renk katmak için olsa gerek, Enver Paşa’nın
bindiği vapur limandan uzaklaşırken, kıyıda bir Azeri saz takımının şevkle,
daha önce Enver Paşa için bestelenmiş olan marşı, “Hoş gelişler ola Mustafa
Kemal Paşa”, şeklinde okuduklarını söyler. Şevket Süreyya ve Tekin Erer de bu
kısmı aynen alırlar. Gerçekten de bu marş, Kör Tağı isimli Azerbaycanlı bir
bestekâr tarafından “Kahraman Enver Paşa” olarak bestelenmiştir. Mustafa Kemal
Paşa adına okunması çok daha sonra, Atatürk’ün Kars’ı ziyareti sırasında
başlamıştır.
62
Yaver Muhiddin Bey, Bartınlı bir Osmanlı
subayıdır. Savaş sırasında Nuri Paşa ve Halil Paşa’nın yaverliklerini
yapmıştır. Bekirağa bölüğü hapishanesinde tutuklu iken Halil Paşa ile birlikte
kaçmış ve Bakü’ye gitmiştir. Enver Paşa’nın Türkistan yolculuğuna, yaveri
olarak katılmıştır. Daha sonra, Paşa’nın görevlendirmesiyle Afganistan’a geçen
Muhiddin Bey, şehadet haberini buradayken alır.
64
Zeki
Velidi Beyin, Türkistan’da Türk kahramanlık ve ülkücülüğünün mücessem sembolü
olarak kaldığını söylediği Faruk Bey, Rus esaretinden Türkistan’a gelen,
İstanbullu Osmanlı subaylarından bir diğeridir. Enver Paşa onu miralaylığa
yükseltmiştir. Paşa’nın cenaze töreninde bayılanlardandır. Daha sonra Hacı
Sami’yle birlikte kavgaya devam edecek ve Gölab Savaşı’nda şehit olarak, Enver
Paşa’nın yanına defnedilecektir.
65
Bartınlı
bir Osmanlı subayı olan Halil Bey, daha sonra Enver Paşa tarafından Binbaşılığa
terfi ettirilecektir.
66
Manastır
Askerî İdadisinde, Enver Paşa’dan bir sınıf önde olan süvari yüzbaşısı Hasan
Bey de, esaretten kaçarak Türkistan’a gelen Osmanlı subaylarındandır.
67
Bu aydınların belki de tamamı, daha sonraki
yıllarda burjuva yahut millîci ithamlarıyla kurşuna dizilecek yahut Sibirya
kamplarında can vereceklerdir. Dünya kamuoyu gibi, biz Türkiyeliler de bunların
pek azının isimlerini bilebilmekteyiz... Bişkek yakınlarında, öldürülen Kırgız
devlet adamlarının ele geçirilebilen resimlerinden yapılmış bir katliam müzesi
vardır.
Anadolu’da
Millî Mücadele ve Türkistan
B |
U sırada Anadolu’da Millî
Mücadeleyi yürütenler Türkistan’da olup bitenler hakkında bilgilenmek için
ancak, oralardan gelen gezginler yahut esaretten dönen subaylar gibi özel
kanalları kullanabiliyorlardı. Bunlardan biri olan Seyid Hamza, sunduğu
raporda, Hive, Buhara ve Taşkent’te halkın millî hükümetlere bağlı olduğunu,
buralarda birer sefaret, Kazaklar arasında ve Türkistan’da da birer konsolosluk
açılmasını önererek, ora ahalisinin “her türlü fedakârlığı ihtiyar
edeceğini” bildirmektedir.
1
Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türkiye-Afganistan İttifak antlaşmasında her
iki tarafın da “Buhara ve Hive devletlerinin istiklallerini onayladıkları”
vurgulanmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Moskova büyükelçisi
Ali Fuat (Cebesoy) bu belgeyi imzalamıştır. Ayrıca, Büyük Millet Meclisinin
genç üyelerinden İsmail Suphi (Soysallıoğlu), Türkistan’a gözlemci olarak
gönderilmiştir. Burdur mebusu İsmail Suphi, Taşkent’e geldiğinde oradaki
Osmanlı subaylarını görür. Memleketlerine dönmek isteyen bu insanlara
Türkistan’da kalmalarını, Türkistan’a hizmetin Anadolu’ya hizmet kadar değerli
olduğunu söyler ve bir süre sonra, Moskova’daki Türk büyükelçiliğinden
Türkistan’daki Türk subaylarına gizlice para gelir. İsmail Suphi, Türkistan millî
hükûmetlerinin yapılanmalarında onlara yardımcı olur.
Buhara
Cumhurbaşkanı Osman Hoca Ankara’ya üç kişilik bir heyet gönderir. 31 Aralık
1921’de Mustafa Kemal Paşa ile görüşen heyet, hediyelerini verir ve T.B.M.M.
Hükûmetinin Buhara’da bir elçilik açmasını ister. Mustafa Kemal şunları söyler:
“Türkistanlı
kardeşlerimiz Sakarya zaferi dolayısıyla bize üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim
göndermişlerdir. Kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes Kitab’ı Türk
milletine hediye ediyorum. Bu üç kılıçtan birisini ben aldım. İkincisini Batı
Cephesi komutanı İsmet Paşa’ya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum.
Bu kılıç, İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.”
Buhara
heyeti, bir sefaret heyeti gibi kabul görür. Büyük Meclis Buhara’ya bir sefaret
heyeti göndermeye karar verir. Ruslar, Galip Paşa başkanlığında gönderilecek
sefaret heyetine Batum’dan ileri geçme izni vermezler. Ruşen Eşref ve Hamdullah
Suphi(Tanrıöver)’nin de içinde olduğu heyet Trabzon’da kalır.
B |
UHARA
kuvvetleri komutanı olan Binbaşı Halil Bey yirmi beş kişilik bir süvari birliği
hazırlar; başlarında kalpakları olan bu Buhara askerleri Osmanlı askerî
kıyafetleri giymişlerdir. Enver Paşa, 8 Kasım 1921 Cuma günü, yanında Hacı Sami
Bey, Bartınlı Yüzbaşı Muhiddin Bey, Yüzbaşı Hasan Bey, Manastırlı Üsteğmen Nafi
Bey, Bolulu Çerkez Hüseyin Çavuş, Cezayirli Mehmet Çavuş, Kerküklü Hüseyin
Çavuş ve Buharalı Hikmet Bey olmak üzere, ava çıkıyorum diyerek Namazgah
Kapısından şehri terkeder. Binbaşı Halil Bey yirmi beş atlısı ile ayrı bir
kapıdan çıkar ve dağ yollarından geçerek ertesi gün Karağul Pazarlar denilen
yerde Paşa ile buluşur. Doğu Buhara’ya -bugünkü Bedahşan- bölgesine
gideceklerdir. Pamir Dağlarının eteklerindeki bu bölgede, Kâfirnihan vadisinde
Düşenbe, Baysun, Şirabad, Tirmiz gibi şehir ve kasabalar vardır ve buralarda
mahalli hükümetle işbirliği halinde olan Rus birlikleri egemendir. Bu bölgede
Türk asıllı beyler çok olmakla beraber halk karışıktır.
Hâtıralarında
bir rüya vardır. Bu rüyayı tabir ettirip ettirmediğini bilmiyoruz. Kendi
notlarında rüya şöyledir: “Dün gece bir rüya gördüm. Bir dere boyunca
yüksele yüksele ta kaynağa kadar gittim. Burada yeşil çimenlik ortasında bir
saray vardı. Onun önünde bir havuzun ortasında, fıskıyeden çıkan su, nehrin
kaynağını teşkil ediyordu. Diğer tarafı büyük bir parktı. Uyandım; kalbim
atıyordu.” Bu rüyayı yorumlatmışsa, herhalde şehadetini kendisine
söylemişlerdir...
Artık,
imzasını “Ulu Turan İhtilal Orduları Komutanı” olarak atacaktır. Eşine
yazdığı mektupta, “Artık ok yaydan çıktı, ” der. “Dua et! Artık,
ancak tam bir başarıdan sonra dönerim. Allah bu büyük işte de utandırmasın.
Sen, bu biçare Türklük ve İslam âlemi için dua et Naciyem!”
Arkasındaki
kırk atlı ile Pamir Dağlarının eteklerinde, Rus ordularına bayrak açan bu
insana, hayalperest diyenler belki de haklıdır... Ancak, her
şeyi,
akibetini bile bu ölçüde bilerek yola çıkan bir insana, nasıl hayalci
diyeceksiniz; bu yargınız gerçeğe uyar mı? Onu, Yirminci Yüzyılın Kürşat’ı ve
Böğü Alp’i olarak görmek, en gerçekçi değerlendirme olacaktır... Kıraç Ata,
Böğü Alp’a “Kırk atlısınız; bir köprü başında vuruşuyorsunuz ve kırkınız da
ölüyorsunuz. ” demişti. Ve onlar bu bilgi ile yürümüştü...
Ancak Fuzulî’nin dizesini
hatırlamamak da mümkün değil:
Âşık-ı
sâdık menem, Mecnun’un ancak adı var!
Enver
Paşa roman kahramanı değil, hayatı savaşlar içinde geçmiş, Osmanlı ordularının
başkomutanlığını yapmış, üç çocuğu ve sevgilisi bir eşi olan, yaşayan bir
insandı...
Hacı
Selim Sami şöyle yazar:
“Anavatanın,
bilhassa Zerefşan yani Altın-saçan adı verilen mıntıkanın, Buhara’nın,
Hive’nin, tarihî Harzem’in, Hokand Emîrliğinin feyizli, bereketli topraklarını
gördükçe, hüzünle içini çeker, bu cennet vatanı nasıl olup da düşmana
kaptırmışız, derdi. Türkistan’a asla macera maksadıyla girmedi. İstediği zaman,
hatta, şehadetinin önceki günlerinde bile Afganistan’a geçebilirdi. Burada
kendisini ikram ve itibar bekliyordu. Emanullah Han’ın Paşa’ya tarifi imkânsız
hürmeti vardı. Fakat Enver Paşa, Türkistan’a geçerken çok düşünmüş, kararını da
azimle uygulamıştı. Ya müstakil Türkistan’ın gazisi olacaktı, ya bu uğurda
şehit! Kader ikincisini nasip etti.” (Nakleden, Kutay, a.g.e., c.5,
s.135)
*
* *
On dört gün sürecek zor ve meşakkatli
bir yolculuk başlar: “8 Kasım sabahı. Kale’den67 atlara binmiştik. Son talimatı
vermiştim. Evvela, Emîr’in şehir dışındaki sarayı yakınında milis kışlasına
gittik. Bir Rus tüfeği ve yüz mermi aldım. Yola düzüldük. Nihayet bozkıra
çıktık. Asıl yola ulaştık. Gece saat sekizde bir hana vardık. Çay içip, pilav
yedik, yattık... ”
Kafile
dikkat çekmemek için, ana yol yerine Sungurköl bozkır yolunu seçmiştir. İlk
gece kaldıkları yer, Kâsân’ın iki kilometre kadar batısında, Core Hoca’nın bağ
evidir. Teğmen Halil Bey burada Paşa’ya katılır. Core Hoca ve adamları Enver
Paşa kafilesini Kühitan Dağı geçidine kadar götürür ve burada yeni kılavuzlara
devrederler.
9 Kasım günü Kargapazarı isimli bir
köye gelirler. “Buranın hanı olan bir binada, ocak başındayım. Bana tahta
bir kerevet verdiler. Dizlerim yürümekten sızlıyor...”68 Buradan, Kongrat Obasından
alınan kılavuzlarla
yola
girilir ve 10 Kasım’da Bayramcı köyüne gelirler. “10 Kasım. Bayramcı, saat:
1.30’da Kirteşehir Kışlağındaki hanlara vardık. Halk, askerlik ve savaş
taraftarı değil. Halk Türkmen; Mangut Türkmenleri. ”
11
Kasım günü Zağbulak’a ulaşan Paşa, Tirmiz (Petekkeser) garnizon komutanı Hasan
Bey ile buluşur. Buradan, Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca ve Savaş Bakanı Yardımcısı
Ali Rıza Bey’in kendisine gönderdikleri ‘Hoş geldiniz.’ mesajlarına cevaplar
yazarak, Teğmen Halil’le Düşenbe’ye gönderir. Osman Hoca’ya gönderdiği mektup
şöyledir:
“Muhterem
Osman Bey,
“Buhara
Reisicumhuru
“Düşenbe
“Bağımsız Buhara-yı
şerifin aziz topraklarını yabancı unsurların kirli çizmeleri altında ezdirmemek
için vatanın her köşesinde, yekdiğerinden habersiz gayret sarfetmekte olan
vatanperver mücahitleri, birlik halinde bir hedefe sevketmek maksadıyla
Çilligöl’e geçeceğim. Bugüne kadar geçirdiğimiz yolculuk seyahatini Halil Bey
size izah edecektir. İnşallah pek yakında, Düşenbe’de buluşmak ümidimi açıklar,
bilvesile üstün saygılarımı sunarım, efendim.
Dâmâd-ı
Halifetü’l-Müslimîn Enver.”
(A. Bademci, 1917-1934
Türkistan Millî İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa, c.2, İst. 2008,
s.43)
“12
Kasım, Yeni Mezar Köyü. Burada halk kim olduğumu anladılar. Ata binince, el,
ayak öpüyorlar. Harami Kent’e hareket ediyoruz... ”
“13
Kasım. Laylak Yaylası. Rus noktalarında hareket var. Fakat, kendilerine, Enver
Paşa’nın Afganistan’a gitmekte olduğu ve etrafı telaşa vermemeleri; şehirlere
uğramadığı söylenmiş. ”
“14
Kasım. Koşan Kışlağı: Afganistan’a kaçan Buhara Emîrine ait bir Kırgız
çadırındayız. Halk (Halifenin damadı Enver Canın Buhara’ya geldiğini duyduklarını
ve inşallah bundan bir hayır geleceğini) söylüyor. Ama, bütün obada hiç okuma
yazma bilen yok; Kur’an okumayı dahi bilen yok...
“Bu
köyden sonra doğuya, sarp geçitlere vurduk. Keçi etinden rahatsızlandım. Halk,
Enver Canın Halife’nin damadı, leşkerbaşısı (komutanı) olduğunu biliyorlar.
Onlara, Halifenin beni buraya, İslamın hallerini anlamak için gönderdiğini
söylüyorum...”
“17
Kasım, Sitare Kışlağı: Saat birde boş bir Rus menzil binasına indik.
Fişekliklerimizi çıkarmadım, büzülerek uyudum. Sitare Köyüne on ikide vardık.
Hedefim olan isyan bölgesine (Korbaşılar) girmeye az kaldı. Şimdiye kadar
Ruslarda bir hareket yok. Üç aydır Sultanımdan (eşi Naciye Sultan) haber
alamıyorum... ”
“19
Kasım. Akbulak’a vardık. Baltayın hanına iniyoruz. Kar var. Artık bizden
bahsetmemelerini halka tenbih ediyoruz. Artık ben de koyunu askerle beraber
aynı karavanadan yiyorum. Çok soğuk... Halk bizi Afganistan’a gidiyor, biliyor.
Kokayti’ye altı yüz mevcutlu bir Rus birliği gelmiş. Halk Ruslardan çok
korkuyor. ” Burada mola verilerek iki gün
dinlenilir.
“21
Kasım, Başçardak Kışlağı: Kâfirnihan Suyuna vardık. Bu suyun karşısındaki bölge
Basmacılar yani isyan sahası. Oradaki Basmacılar reisine bir mektup yazdım. O
tarafa geçeceğimi bildirdim. Korgantepe’deki isyan reisinden cevap geldi. ”
Bulundukları köyden, Kabadiyan milis komutanı? ve bir Osmanlı askeri olan
İspirli Osman Çavuş’a Enver Paşa’nın geldiği haberi ulaştırılır. Daha sonraki
çarpışmalarda şehit olacak olan Osman Çavuş kırk beş milisiyle hemen gelir ve
milislerin sayısı yetmiş beşe çıkar. Yine burada, Ferganalı Sabit Hoca ve
Mısır’da eğitim görmüş Nemanganlı Mirza Muhiddin, Paşa’ya katılırlar.
Başçardak
köyünde ilk ihtilal emrini yazar: “Böylece ilk ihtilal emrimi Başçardak’ta,
bir kamış kulübede yazdım. Gece saat birdi. İnşallah utanmayız. Şimdiye kadar
her iş yolunda gidiyor. Bu günü, köyde, iki metre genişliğinde, üç metre
uzunluğunda, üzeri sazla örtülü bu çamur kulübede geçirdim. ”
"jM Tl . i .‘îL'M’t
n><^
77& > < / f/
y7-/>>f
Enver Paşa Basmacıların güçlü
oldukları Çilligöl tarafı mücahitlerine bir mektup yazar. Osman Çavuş’un
ulaştıracağı mektup şöyledir:
“Çilligöl
Mücahitleri Huzur-ı âlisine
“Aziz vatanınızı
düşman-ı din olan Bolşevik askerlerinin zorbalığından kurtarmak amacıyla açmış
olduğunuz gazaya katılmak üzere, yarın Çilligöl’de bulunacağım. Sizlere bu
mektubu getiren zât, Osmanlı Devleti’nin bir subayıdır. Ona güvenin ve
yanımdakilerle birlikte ırmaktan sizin tarafınıza geçecek aracın hazır
bulundurulmasını rica eder, bilvesile İslam savaşçılarına sevgilerimin
iletilmesini dilerim. 21 Kasım 1921
Dâmâd-ı
Halifetü’l-Müslimîn, Enver.”
(A. Bademci, a.g.e.,
c.2, s.47)
Osman
Efendi gecenin geç bir vaktinde, Sabit Hoca ve Mirza Muhiddin’le birlikte
yanındaki on iki kişiyle yola çıkar. Irmağın kenarına geldiklerinde, Sabit
Hoca, tanıdığı olan Türkmen Mirza Pirnefes’i (Nafiz Bey yahut Molla Nefes)
çağırtır. Enver Paşa adı duyulunca karargâh canlanır; ancak mücahitler çok
kuşkuludur; Osman Efendi ve yanındakileri silahtan tecrit edip, bir kısım
mücahitleri de ırmak kenarında mevzilendirirler. Ali Bademci’nin yazdığına
göre, Korgantepe ve Çilligöl mücahit komutanları Abdülhakim Bek (Türkmen) ve
Destankul Bek (Kazak), fikir bakımından Ceditçi olmakla birlikte, Ruslarla,
zaman zaman da Kadimci Lakaylarla çarpışıyorlardı. (A. Bademci, a.g.e.,
c.2, s.53, 54 vd.)
Mirza
Pirnefes Paşa’yı karşılamaya gelir; ancak Paşa, Osman Efendi’den gelecek haberi
beklemeden yola girmiştir. Mirza Pirnefes şöyle anlatır: “Biz ilerledik;
onlar yaklaştılar. Gelenler ikişer süvari yan yana nizamî yürüyüş halinde
idiler. Enver Paşa en önde, Türkistan’ın cins atlarından doru renkte bir ata
binmişti. Atı, Sultan adını taşıyordu. Başında astragandan yapılmış siyah bir
kalpak, üzerinde koyu haki renkli bir elbise, ayağında kahve renkli, diz kapaklarına
kadar ilişikli şık bir Alman çizmesi. Göğsünde kocaman askerî dürbün, sağ ve
sol kalçalarında, ceketinin kabarık duruşundan belli olan iki lagant tabanca;
önünde sağ kasığının üzerinde bir brovnik tabanca; sakalı tıraşlı, uçları
yukarı kıvrılmış pek uzun olmayan simsiyah bıyıkları, büyüğe yakın, bebekleri
kumral ve beyazları gayet net, son derece keskin ve çekici gözleri; muntazam
kavisli siyah kaşları ve bakışlarındaki sihirli etkisi, hasılı beyaz, erkek
güzeli bir sima... Enver Paşa görünüşüyle olağanüstü bir insandı. O ana kadar
gördüğüm insanlar arasında hiç biri, üzerimde bu derece güven telkin etmemişti.
“Paşa’nın
sağ yanında yürüyen bir süvari vardı; Paşa, ‘Sami Bey’ diye takdim etmişti.
Uzun boylu, buğday benizli, keskin ela gözlü, kalın kaşlı, belinde üç-dört
tabanca asılı, insana ters ters bakıyor. Başında yine astragan derisinden sarı
bir kalpak, ayağında kısa ökçeli çizme, omuzunda kahve renkli pelerin; hasılı,
Hacı Sami denilen bu adam, tam korkunç bir tip...” (Bademci,
a.g.e, c.2, s. 50 dipnot)
Enver
Paşa ve arkadaşları kayıklarla nehri geçmiştir. İki taraf karşılaştıklarında
atlardan iner, selamlaşır, kucaklaşırlar. Enver Paşa, Pirnefesle sohbet eder,
bilgiler alır. Pirnefes, reisleri Abdülhakim Bek’in Afganistan’dan yeni
döndüğünü ve bir miktar da silah getirdiğini söyler.
Paşa
şöyle yazar: “23 Kasım, Çilligöl: Kâfirnihan Suyunu geçtik. Osman Efendi’nin
gönderdiği haber ile, Çilligöl’deki basmacılardan bir vekil bizi su başında
karşıladı. Suyu geçerken, karşı taraftan bir çok atlılar görüyorduk.
Kabadiyan’daki müfrezeye, bize katılmalarını yazdım. Nihayet Vahş Suyunu da
geçtik. Artık sergerdelerin arasındayız. Hoş-beş ettik, sarmaştık. Burada,
Afganistan’dan iki gün önce gelen Abdülhakim Bey’in evine konuk olduk. Kazak ve
Türkmen vekilleri de var. Saray Türkmenlerine de, Korgantepe’ye gelmelerini
yazdım. ”
Enver
Paşa’nın geldiğini duyan halk geniş bir meydanda toplanarak Enver Paşa hakkında
tezahürat yapar, sevgi gösterilerinde bulunurlar. Paşa, reis Abdülhakim
Toksabay’ın evine gelir. Evin önünde toplanan kalabalığa kısa bir konuşma yapar
ve “Türkistan’ın kurtuluşu için bu günden itibaren ölünceye kadar
birbirimize sadık kalacağımıza, Allahımız, namusumuz üzerine yemin edelim. ”
der. Halk hep bir ağızdan haykırır: “Kabul; yemin ederiz; Vallahi, billahi!”
Paşa
da, yörenin geleneği uyarınca, ekmek, tuz ve Kur’an üzerine ant içmeye davet
edilir.
Paşa
törenle ant içer. Çilligöl’de üç gün boyunca şenlikler yapılır. Halk, sazlar,
curalar ve davul zurnalarla meydanları doldurur. Halk şairleri atışır, cirit,
oğlak kapma gibi binicilik oyunları düzenlenir; gösteriler büyüleyicidir...
Yaver şöyle anlatır: “Çilligöl bu tarihî olayı üç gün kutladı. Orada
dinlenmek için kaldığımız üç gün içinde Paşa’nın şerefine eğlenceler tertip
edildi. Davul zurna bu umumî eğlenceler için yegâne millî bando- mızıka idi....
Burada oyunlar, ‘Türk gibi ata biner’ darbımeselini açıklar gibiydi. Cirit
oyunları, oğlak çapmalar hep bu müthiş binicilere yakışır biçimde hayatın
harikalarını içerir. ” (Dr. y.
Gedikli, a.g.e., s.111)
Bu
törenlerde ay yıldızlı al bayrağa bir kurt başı takılır; büyük heyecan yaşanır.
Çilligöl’ün
Türkmen ve Kazak mücahitleri içtikleri bu yemine sonuna kadar bağlı
kalacaklardır...
Enver
Paşa, yerli Türk lehçeleriyle beraber Afganca, Farsça ve Rusça’yı da çok iyi
bilen Mirza Pirnefes’i kendisine genel sekreter yapar. Buradan Afgan Kralı
Emanullah Han’a bir mektup göndererek, Düşenbe’ye gideceğini ve bir zorluk
halinde kendisinden yardım isteğini bildirir. (A. Bademci, a.g.e, c.2,
s.53)
Çevredeki
diğer milislere de haberler gönderilir ve gelen Kırgız, Türkmen ve Kazak
ulularının da katıldıkları geniş bir danışma toplantısı yapılır. Korbaşıların
hangi grubuna katılacaklarına dair yapılan uzun görüşmelerden sonra, eski
Buhara emîrinin komutanlarından Lakay İbrahim tarafına gitmeye karar verilir.
Kendisinin cesur ve döğüşken biri olduğu ve on beş bin kişilik kuvveti
bulunduğu söylenmiştir. Ancak, toplantıdaki mücahit reisleri Lakayların reisi
İbrahim’e güvenilemeyeceğini, kendisinin zaman zaman Ruslara yataklık ettiğini
ve Ceditçilere karşı amansız bir kin beslediğini; cahil ve laf anlamaz bir
insan olduğunu söylerler. Hacı Sami de bu adama güvenilemeyeceğini
söylemektedir. Korgantepe mücahitlerinin reisi olan Togaysarı da İbrahim
Lakay’ın yanındadır ve aynı yapıdadır. Bu iki reis, Emîr Âlim Han’ın
temsilcileri olarak görünmektedir. Paşa, kalabalık bir oymak olan Lakayları,
bir şekilde ikna edip yanına almak ister. Bu kuvvetleri de yanına alıp,
Düşenbe’ye saldırmak niyetindedir.
Askerlere
bir konuşma yapar: “Ben sizlerin Bolşevik esareti altında neler çektiğinizi
duydum ve gördüm... Bunun için kalktım, size yardım etmek için geldim. Hakiki
İslam hissiyle yüklü olan her bir Türk bu söylediklerime inanır... Kuvvetli
iman ve güvenle işe sarılmanızı tavsiye eder, hepinize cesaret niyaz ederim.”
Paşa’nın konuşması etkili olur. Buradan Belcivan, Darvaz, Gölab ve Karatekin
mücahit reisleri, Devlet Bey, İşan Sultan, Paşa Hoca ve Fuzayl Beylere birer
mektup gönderir: “.... Bolşevik askerlerinin memleketinizi terketmeleri
hususunda sizlerle beraber çalışmak maksadıyla aranıza geldim.” Düşenbe’den
başlamak niyetinde olduğunu ve orada olmalarını bildirir.
Üç
günün sonunda yüz altmış askerle Korgantepe’ye doğru yola çıkılır.
Korgantepe’ye yaklaştıklarında üç bin kişilik Togaysarı komutasında bir Lakay
süvari birliği ile karşılaşırlar. Bunlar Belcivan mücahitleridir; bir kısmı
tüfekli bir kesimi ise kılıçlıdır. Enver Paşa, bundan böyle Basmacılara mücahit
denilmesini emretmiştir. Heyecanlanırlar, ümitleri tazelenir. İçten kucaklaşmalardan
sonra, sahrada hep birlikte, yeniden Kur’an üzerine, sonuna kadar mücadele için
yemin ederler. Yaver Muhiddin Bey diyor ki, “Çilligöl’den sonra ettiğimiz bu
ikinci yeminin ruhlar üzerindeki etkisinin büyüklüğünü görüp, hissedebilmek
için” Korgantepe sırtlarında olmak gerekti...(Dr. Y. Gedikli, a.g.e.,
s. 113)
25
Kasım 1921’de Korgantepe’ye varılır; ileri gelenler tarafından karşılanırlar.
Burada kurulan bir danışma meclisinde, Paşa’ya daha ileri gidilmemesi önerilir;
Togaysarı da , “Lakayların reisi İbrahim’den eza ve cefa görürsünüz.”
diye ikaz eder; kendi birliğiyle beraber Belcivan’a gidilmesini, uygun bir
zamanda İbrahim’in karargâhı Göktaş’a gidilebileceğini söyler. Hacı Sami de, “Lakaylar
bize tuzak kuruyor, geri dönelim.” der. Fakat Paşa, “Ok yaydan
çıkmıştır, geri dönülmez.” der ve Göktaş’a gitmekte ısrar eder.
Togaysarı,
aslında Enver Paşa’ya karşı kötü niyetli olarak gelmiştir; bir destan kahramanı
gibi adını duyduğu bu insana, Emîr’in tesiri ve Halife’ye karşı ihtilal yaptığı
gerekçesiyle düşmanlık beslemektedir. Fakat, Enver Paşa’yı görüp, onunla
konuşunca, sarsılır ve bu insana kötülük yapamayacağını anlar. Enver Paşa şöyle
konuşur: “Siz bana, Emîr tarafından, beni tutuklamak için
görevlendirildiğinizi söylüyorsunuz. Ama, yapacağınız hareketin kötülüğünü,
beni gördükten ve gayemi anladıktan sonra, pişmanlık duygusu içinde itiraf
ediyor ve Lakaylara gitmememi tavsiye ediyorsunuz. Ben buraya, Müslüman
Türkleri Rus zulmünden kurtarmak için geldim. Lakayların otuz bin atlı ile
çevrenin en esaslı kuvveti olduğunu biliyorsunuz. Başbuğları İbrahim beni
tanımadığı ve kendisine anlatılanlara inandığı için, bu otuz bin yiğidi düşman
karşısında uzak tutmak doğru mu? İbrahim de Türk’tür ve elbet beni
anlayacaktır. ” der. (Cemal Kutay, a.g.e., c.4, Şubat, 1967,
İstanbul, s.230-31. Cemal Kutay bu yazı dizisini, Hacı Sami’nin hatıralarına
dayanarak hazırlamıştır.) Togaysarı Paşa’nın kararlılığını görür; ancak son bir
kere, daha sonra gelinebileceğini belirterek, “Biz seni baş tacı ederiz.
Korgantepe’de Türkmenler, Özbekler seni bekler. Bir eyyam Belcivan çevresinde
kal Paşam. ” der.
Karar
verilmiştir; İbrahim’in komutanlarından olan Togaysarı ile İbrahim’in arası o
sıralar açıktır; Togaysarı’nın ikazları buna yorulur.
Paşa
burada görüştüğü mücahitlerden, Osman Hoca başkanlığındaki Buhara Hükûmeti ile
anlaşmalarını ister; Emîr Âlim Han’ın Buhara’yı İngiliz boyunduruğuna
düşüreceğini söyler. Halk Emîrcidir ve Ceditçilerle onulmaz düşmanlığa
düşmüştür. Enver Paşa’nın sözlerinden hoşlanmazlar. Yüzüne karşı bir şey
diyemeseler de hakkında, Sultan Hamit’i deviren Ceditçilerden olduğu yolunda
propagandaya başlarlar. Bu propaganda uzun süre devam edecek ve Paşa’yı zor
durumlarda bırakacaktır. (Türkistanlı Abdullah Recep Baysun, Türkistan Millî
Hareketleri, İstanbul 1945, s.59)
25
Kasım Cuma günü; Enver Paşa şöyle anlatır:
“Harap bir camide
Cuma namazı kıldık. Lakay uluları, Türkmen ve Kırgız uluları geldiler. Kendimi
tekrar tanıtmamı ve Buhara’dan buraya nasıl geldiğimi anlatmamı istediler.
Halife damatlığından başlayarak, her şeyi söyledim. İnandık, dediler. Ve
benden, ekmekle Kur’an üstüne, İslamiyet namına yemin ettiğim takdirde,
kendilerinin de benim emirlerime uyacaklarını, kendilerine Ulu (baş)
bileceklerini, bunun için, kendilerinin de yemin edeceklerini söylediler. Bunun
üzerine, Kur’an’ı çıkararak evvela üç defa öptüm. Elimi ekmek ve Kur’an üzerine
koyarak yemin ettim. Eğer dinin ve milletin fenalığına, bilerek bir iş
emredecek olursam, sizlere (eşi ve yavrularına) kavuşmamamı söyledim. Bunun
üzerine gene gözlerim doldu. Gözyaşlarımı tutamayarak ağlamaya başladım.
Karşımdakiler de ağlıyorlardı. Onlar da aynı şekilde Kur’an’ı öperek, ekmeğe el
koyarak yemin ettiler: ‘Seni kendimize padişah tanıdık!’ dediler. ‘Ben İslamın
hizmetkârıyım, inşallah sizin yardımlarınızla Hak yolunda, milletin uluları ile
danışarak, Peygamberin sünnetlerine uyarak iş göreceğiz.’ Buna karar verdik;
Fatiha okuduk. Herkes, ‘Âmin’ diyerek elini sakalına sürdü. Buhara’dan beri
sakal tıraşı olmadım. Burada da sakal bırakmaya mecbur olacağım. Darılmazsın
değil mi, Naciyem, Sultanım?
“Sabah
Korgantepe’den hareket ettik...Hacı Sami Lakayların bizi pusuya düşüreceklerini
ileri sürüyor; Kabadiyan’a geri dönmemizi, hatta Ruslara mektup yazıp kendimizi
şüpheden temizlememizi istiyor. Fakat, ben artık yola devam etmenin zorunlu
olduğunu ve eğer Kabadiyan’a dönmeye kalkarsak, Kırgız ve Türkmenlerin
şüpheleneceklerini söyledim. Tevekkül ile hareket ettik. Ama, Sami çok
vesveseliydi. Boyuna, bizi pusuya düşüreceklerinde ısrar ediyordu. Çünkü yarı
yolda, sırtlarda iki yüz kadar atlı toplanmıştı. Bizi bekliyorlardı. Ben hiçbir
tertibat aldırmadan ilerledim. Birkaç atlı bize karşı geldi. Bunlar, Lakayların
uluları olan Murat Bey İşan, Abdülgaffar İşan ve diğer biriydi. Ben attan
indim. Sarmaştık, öpüştük. Gölab leşkerbaşısı Tohsabay da geldi. Onunla da
sarmaştık, öpüştük. Nihayet akşam üzeri, bütün alayla Korgantepe’ye böyle
girmiştik.
“Şehrin girişinde,
şehrin beyi ve uluları da karşıladılar. Elimi öptüler. Şehrin kenarında İşan
Akay Abdüssettar’ın evine indik. Pazarda, halkın korkup dağılma hareketleri de
oldu. Teskin edildi. Burayı Bolşevikler tümüyle yıkmışlar. Geceyi, toprağa
serilmiş bir keçe üzerinde geçirdim. Lakaylar etrafa muhafızlar koydular.
Üzerime kürkümü, ceketimi çektim. Yemeği de artık elle yiyorduk. Çorbayı ise,
tek bir kaşıkla ve onu sırayla kullanarak yemek gerekiyordu.”
Cemal
Paşa ise O’nu ısrarla Moskova’ya çağırıyor ve “Allah aşkına inadı ve ısrarı
terk et.” Moskova’ya gel; Almanya’da bir kongre toplayıp, birlikte karar
veririz, diyordu. (Yamauchi, a.g.e., s.257)
Paşa,
buradan Lakay İbrahim Bey’e bir mektup gönderir. Rusları Buhara’dan çıkarmak
üzere, mücahit kuvvetleri birleştirip “sevk ve idaresini üzerime alarak,
başınızda, birlikte çalışmak üzere yarın Göktaş’ta olacağım.” Beraberimde
olan subay ve erlerin “ihtiyaçlarının temini için gerekli hazırlıkları
yapmanızı rica eder, bilvesile muhabbetlerimi sunarım. ”
Enver
Paşa, bulunduğu şartlar içinde her zamanki gibi ümitlidir. “Bura halkı,
herhalde Bingazililer (Kuzey Afrika) kadar zahmet vermeyecek. Buraları, eski
bir medeniyet görmüş, devlet kurmuş adamlardır. Düşenbe’den Ruslar çekilmiş,
diyorlar. Sabah namazında, “İnna fetehnaleke fethan mübina.. (fetih âyeti)
okudum. Askerimi (150 kadar) üç takımlı bir bölük halinde düzenlemek istiyorum...”
Enver Paşa değerlendirmesinde kuramsal olarak haklı idi; ama, çöküşün
derinliğini henüz görmemiş, yeterince kavrayamamıştı. Bunu anladığında “Trabluslu
Araplarını” hasretle anacaktır...
Şevket Süreyya’nın yazdığına göre,
Enver Paşa’nın elindeki defter de bitmiş ve bundan sonraki notlarını ufak
kâğıtlara yazmaya başlamıştır. Bir süre sonra onları bulmakta da sıkıntı
çekecektir...
68
Kale,
Buhara Hükûmet Konağı.
69
Şevket
Süreyya’nın da ifade ettiği gibi, A. Recep Baysun ve Enver Paşa’nın notları
arasında, belki aynı yerlerden söz etseler de isim farklılıkları vardır. Yaver
Muhiddin Bey’in ve Ali Bademci’nin yazdıkları da durumu düzeltecek gibi değil.
Bu yüzden, ben de bu yolculuğu, Paşa’nın notlarına dayanması sebebiyle Şevket
Süreyya’dan ve yer yer Ali Bademci’den aldım.
Lakay
İbrahim’in Topraklarında
Lakay
İbrahim, Zeki Velidi Togan’ın eski Eftalitlerin kalıntılarından bir Türk boyu
olduğunu söylediği Lakayların, Esan Hoca kolunun Aksarı aşiretine mensuptur.
Lakaylar, dört ana kabileden, otuz üç kol, yetmiş aşiret ve kırk cemaat olarak
genişleyen kalabalık bir boydur. Bölgenin en verimli yerlerinde otururlar ve
geçimleri de diğer kabilelere nazaran iyidir. Genellikle dünyaya kapalı, kendi
din adamlarının telkinleri altında, cahil topluluklardır. İbrahim Bey 1859’da
doğmuş, Lakay bölgesinde Hisar beyi, daha sonra Karakul beyi olmuştur. Zeki
Velidi Bey, başında bulunduğu Millî Merkez’le Korbaşılar arasında ilişkiler
kurmak üzere temas ettiği İbrahim Bey ve Togaysarı hakkında “cahil ve vahşi ve
mutaassıp adamlar” tabirini kullanır. (Z. Velidi Togan, Türkili Türkistan
Tarihi, s. 427)
Buhara
Emîri tarafından mirivan beyi, topçubaşı ve sonunda ordu komutanı yapılan Lakay
İbrahim Bey, Emîr Âlim Han’ın Afganistan’a geçmesinden sonra onun adına
mücadeleyi, Enver Paşa’nın şehadetinden sonra da sürdürmüş ve 1931 yılı
ortalarında komünistlere teslim olmuş, korbaşılarıyla birlikte idam edilmiştir.
Ruslar, İbrahim Bey’in mensup olduğu Aksarı aşiretini bütünüyle yok
etmişlerdir.
Her
şeye rağmen, Enver Paşa’ya karşı takındığı tutumu anlamak ve hoşgörmek mümkün
olmayan bu cahil fakat gerilimi yüksek vatanperverin, sonunda Ruslara teslim
oluşunu anlamak için, Kızılordunun Merkez Arşivinde bulunan, aşağıdaki belgeyi
okumak gerekir. Belge Kızılordu birliklerine tamimdir:
“Eğer Lakaylar
silahlarını teslim etmeyip, hububat maddelerinden alınan vergiyi zamanında
ödemez, Sovyet egemenliğini tanımayı reddederlerse, köylerde derhal genel arama
yapılsın. Arama sırasında, tek bir silah bulunsa bile, o köy olduğu gibi yok
edilsin. Aramalar, her beş günde bir, planlı olarak uygulansın. Köylerde gıda
ürünleri ve tahıl bulunduğu takdirde el konsun; eğer buna imkân olmazsa, bunlar
oldukları yerde imha edilsin. Lakay Korbaşılarını teslim olmaya mecbur etmek
için, Aksakallar rehin
olarak alınsın. Eğer
buna rağmen, Korbaşılar teslim olmazlarsa, tutuklanan Aksakal iki gün içinde
kurşuna dizilsin.” (Bakiyev, a.g.e., s.191)
Lakay
İbrahim Bey, dünyadan kopuk, kendi başına kavgasını sürdüren, bu şartlar içinde
teslim olmuş, ancak Aşiretini olsun kurtaramamıştır. Tacikistan Komünist
Partisi Arşivindeki bir belgeye göre, Millî Mücadelenin ilk dört yılında, Lakay
Boyundan 12.000 insan katledilmiştir. 1920’lerde 30.000 olan Lakay nüfusu
1924’te 13.285’e düşmüştür. (Bakiyev, a.g.e., s. 192)
*
* *
Paşa,
beraberindeki yüz elli kişilik bir birlikle İbrahim Beyin karargâhının
bulunduğu Karamendi’ye doğru hareket eder. Geçtiği köylerde halkın büyük sevgi
gösterileriyle karşılanır.
“27 Kasım 1921,
Aral Kışlağı: Türkmen, Kırgız, Kabadiyan, Lakay büyükleri geldiler. Korgantepe’yi
terkettik.”
Aralköy,
Lakayların Batratlı oymağının ve biraz da Kongratların oturduğu bir yerdir.
Reisleri Ali Merdan Toksabay, İbrahim’e itaat etse de, onu sevmeyen aydın
biridir. Öncü giden Destankul ve Seyyit Aksakal, bu zatla temas ederek Paşa’yı
karşılamışlardı. Ali Merdan Bey de, İbrahim’e gitmemesi için Paşa’yı uyarır;
ama, Paşa kararını vermiştir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.67)
Karamendi’ye
beş kilometre kala, İbrahim Bey’in yardımcısı Kaim Toksabay başkanlığında ileri
gelenlerden bir heyet Paşa’yı karşılar. 28 Kasım 1921 günü Karamendi’ye
gelinir, Enver Paşa bir eve konuk edilir; diğerleri de kalmak üzere evlere
dağıtılırlar. (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 438)
Lakay
İbrahim’in adamları Osman Hoca’ya güvenmediklerini, Rusların çok hilekâr
olduğunu, kendilerini tuzağa düşürmek için her yolu denediklerini, Ruslar
tarafından içlerine gönderilen adamlardan çok çektiklerini uygun üsluplarla
anlatır ve sonunda açıkça ifade ederler: “Belki siz Enver Paşa değilsiniz;
Enver Paşa’nın bir benzeri (taklidi) olabilirsiniz!...” Bir kere şüphe
edildikten sonra, büyük şöhretini çoktan duydukları bu insanın Enver Paşa
olduğunu ispatlamak kolay değildi. Sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek
yemelerine benzeyen bu tavır, Paşa’nın etrafındakileri öfkelendirirse de, Paşa
sakin ve mütevekkil, dinlemekle yetinir. Yaver, yaşadıkları bunca olaydan sonra
mücahitlere hak vermemek de kolay değil, diyor. Lakay İbrahim henüz
gelmemiştir.
O
gün Lakay İbrahim’den bir mektup gelir; şöyle demektedir:
“Enver Paşa iseniz
de, değilseniz de, Göktaş’a gelip benimle görüşebilmeniz için, önce
silahlarınızı benim mutemedim (yasavulum) Abdi Samed’e teslim etmelisiniz.”
(Bademci, a.g.e , c.2, s. 69)
O
gece yenilir, içilir ama, Osmanlı subaylarının yüreğine bir kurt düşmüştür. Enver
Paşa, atıldığı bu yolda, muhtemelen ilk büyük darbesini o gece yer:
“Gece birkaç atlı
geldi. Bunlar Lakaylardandı. Silah ve cephanelerimizi teslim etmemizi
istediler. Bunları teslim edersek, bize inanacaklarını söylediler. Birliği
topladım. Onların önünde maksadımızı anlattım. Benim de eşim, yuvam, yavrularım
olduğunu, onları bırakarak buraya geldiğimi, bu davaya kendimi verdiğimi
anlatırken, kendimi tutamadım, ağladım...”
Lakay atlıları o gece çekip giderler.
Ancak, sıkıntılı bir geceden sonraki sabah işler iyice karışır; askerlerin
tüfekleri çalınmıştır... Kaim Toksabay’a çıkarlar, “Endişe etmeyin İbrahim
Bey gelsin her şey düzelir. ” der. Belli ki silahlar gece gizlice
toplatılmıştır69...
Ertesi gün durum iyice nazikleşir; bir vadi içinde olan Karamendi’nin, çukurda
kalan kışlak tarafı mücahitler tarafından sarılmıştır. Paşa yine sakin ve güven
vericidir. Askerler de onun halini görerek biraz rahatlarlar.
“30 Kasım 1921,
Göktaş.
“Lakay İbrahim Bey’in
adamları bizi karşıladılar. Göktaş geçidinin ağzında, bir dere yatağında bir
Tacik köyü, Taşlık. Oradan da hareketle Karamendi köyüne vardık. Burada
Belcivanlı Toksabay bizi karşıladı. Gece Lakay İbrahim Bey’e, buraya
vardığımıza dair kâğıt yazdık.
“Dokuzda geldi. Biz
de atlanıp çıktık. Oldukça tuhaf bir adam. Önünde birkaç atlı tüfekli, sonra
İbrahim Bey, siyah çuhadan pantolon ve setre giymişti. Omuzunda iki sıra
fişeklik. Bir Kazak beygirinde. Otuz beşlik bir adam. Kuzu derisinden kalpak.
İbrahim Bey’in önünde bir zurnacı; durmadan çalıyor. Sonra da, sopalı, kılıçlı
Lakaylar, iki bin kadar var. Ancak yüz elli kadarı silahlı, ötekiler sopalı.
İbrahim Bey yaklaşınca atından indi. Ben de indim. Kucaklaştık; oturduk,
konuştuk...”
Selim
Sami hatıralarında İbrahim Lakay’ın, kesinlikle güven vermeyen bir yüzle
geldiğini söyler:
“Paşa’ya hudutsuz hürmetim olmasaydı, bu melunun
hesabını o anda görecektim. Nitekim, Paşa’nın şehadetinden sonra onun cezasını
verdim ve bir fino köpeği gibi kullandım70. Fakat, Paşa’nın arzusu
dışında bir iş yapabilmeme imkân yoktu. Onun altın gibi temiz kalbi de, bir
vatansızın hıyaneti bahsinde fikir sahibi değildi.”(Nakleden, C. Kutay, a.g.e.,
c.4, s.233)
İbrahim
Bey bu sohbetten sonra, “Bundan sonra burada kalacaksınız; kendinizi bizim
misafirimiz sayınız.” diyerek, maiyetiyle toplantıya girer. Selim Sami
diyor ki, “İlk anda ne kadar habis ruhlu olduğunu anladığım bu melunun,
başımıza çok iş getireceğini tahmin etmiştim. Lakay İbrahim Türkistan ’da geçen
dokuz senelik hayatım içinde tanıdığım en kalleş, en kötü ruhlu, vatan
muhabbeti asla olmayan, soyguncu ve cahil bir adamdı. Fakat, Paşa’nın tek
gayesi emri altında ve cidden mükemmel muharip olan otuz bin yiğidi davamız
safına katmaktı. Paşa, bu gayenin meşruiyetine ve asaletine o kadar iman
etmişti ki, damarlarında Türk kanı olan kim olursa olsun, mücadeleye şevkle
gireceğine kani idi. Yeter ki ona maksat iyice anlatılabilsin. Enver Paşa,
şehit oluncaya kadar bu fikrini, Lakay İbrahim’in acı misaline rağmen korudu. ”
(C. Kutay, a.g.e., c.4, s.234)
Enver
Paşa, Zeki Velidi Bey’in Millî Merkez adına İbrahim Bey ve Lakaylarıyla uzun
süre uğraştığını, ama ortak harekete ikna edemediğini de biliyordu. “Hülasa
bizim arkadaşlarımızın sekiz on aylık çalışmaları sonucunda, Doğu Buhara’daki
eski beyleri ve onların etkisinde bulunan Lakay, Marka, Dürmen aşiretlerini
hiçbir şekilde Buhara Emîrine sadakat ve Ceditlere karşı düşmanlık fikrinden
vazgeçirmek, Cemiyet ve Millî Teşkilat
etkisi
altına almak mümkün olmadığı ve olamayacağı artık tahakkuk etmiş bulunuyordu. ”
(Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.428)
Nabican
Bakiyev ise, İbrahim Bey’in dünyasının pek dar olduğunu, İslam’ı kendi
kabilesinin hocalarından nasıl öğretmişlerse öyle bellediğini, cehaletinin
yoğun olduğunu, dünyadaki gelişmeleri değerlendirebilecek durumda olmadığını,
ancak vatan sevgisinin hayatıyla eşdeğerde olduğunu söyler. Enver Paşa’ya da,
kendi durumunun sarsılacağı endişesiyle uzak durmuş, ama mücadelesini sonuna
kadar sürdürmüştür. Eski Emîr’in taraftarlarından İbrahim Bey’e Paşa aleyhinde
mektuplar geldiği gibi, O’nun çok değerli bir insan ve asker olduğunu, O’ndan
bir çok şeyler öğrenebileceğini öğütleyen mektuplar da vardır. (Bakiyev, a.g.e.,
s.122-126)
Lakay
reislerinin toplantısının iki saate yakın sürmesi Paşa ve çevresindekileri
rahatsız eder. Sonunda, Tacik reislerinden Yar Muhammet gelerek, toplantıda
varılan kararı açıklar:
“Padişaha karşı
olan Enver’in benzeri (sahtesi) ile Buhara cedit askerlerine, mücahitler inanmadıklarından
geleneğimize göre cedit -yani Buhara Cumhuriyeti- askerlerinin silahları, yedi
gün sonra gönlümüz dolunca -yani güven gelince- iade edilmek üzere
toplanacaktır. Ceditçiler daha önce Ruslarla çalıştıkları sırada mücahitlerin
burunlarını, kulaklarını kesmişler, acımasızca öldürmüşlerdir. Silahların
alınması da, herhangi birinin meydana getirebileceği bu tür bir fenalığı
önlemek içindir.” (Dr. Y. Gedikli, a.g.e, s. 118)
Enver Paşa da şöyle yazar:
“Gece yarısı Mehmet
Bey geldi; halka emniyet gelmek üzere, silah ve cephanelerin teslimini
istediklerini bildirdi. Ekmeğe yemin ederek bu işi, sırf mücahitlere güven
vermek için yaptıklarını bildirdi. İbrahim Bey uyuz olduğundan, yerinde rahat
oturamıyordu.”
Abdullah Recep Baysun’un nakli
şöyledir:
“Biraz
sonra Molla Ziyaeddin Mahdum, Alimcan Toksaba, Molla Egemberdi, Yar Muhammed,
yani molla ve bey, uşaklar Paşa’nın yanına girerler. İbrahim Lakay’ın emri ile
yanlarındaki askerlerin bütün silahlarını, güya muvakkaten almaya geldiklerini
söylerler. Enver Paşa sorar:
-
Silahlarımızı niçin istiyorsunuz?
-
Siz bizi Buhara Hükûmeti ile barıştırmak
istiyorsunuz. O halde aramızda niçin silahlı bulunacaksınız? Bize güvenmiyor
musunuz? Bize karşı tam bir güven beslediğinizi anlamak için, silahlarınızı
teslim etmenizi istiyoruz...” (Baysun, a.g.e., s. 60)
Herkes
şaşkın ve öfkeli, Paşa ise yine sakindir; yanıldıklarını, bu yanılgının
pahalıya mal olacağını, geçecek her günün mücadele açısından ziyan olacağını
anlatmaya çalışır. Ama Lakaylar inatçıdır ve Enver Paşa’nın o olduğuna
inanmamakta yahut inanmak istememektedirler.
Enver
Paşa düşünür; başka çare kalmamıştır. “Tekliflerini reddedersem, arada
güvensizlik doğup, belki de çatışmaya mecbur kalacağımızı ve bu durumda
bunlarla birlikte çalışmanın mümkün olmayacağını ve bütün Türkistan ihtilalinin
tehlikeye gireceğini, daha başta, başarısızlık olacağını düşünerek,
arkadaşların da rızasını alıp, kabul ettim. En çok beş gün sonra silahların
geri verileceğini söyleyerek, gene yemin ettiler. Ama, askerimin ağlayarak
silahlarını getirip teslim etmeleri, beni de ağlattı....”
1
Aralık 1921 günü askerler silahlarını teslim ederler. Sadece Paşa ve Hacı
Sami’nin silahlarına dokunmazlar. Yaver, “Tuz, ekmek üstüne, Kur’an’ayemin
edenler de dönüyordu. ” diye yazar.
1931
yılına kadar mücadelesini sürdürüp, sonunda Bolşeviklere teslim olan ve idam
edilen İbrahim Bey, 28 Haziran 1931 tarihinde GPU (Rus gizli servisi)
hapishanesinde verdiği ifadede, Enver Paşa ile karşılaşmasını şöyle anlatır:
“Güz
faslıydı, Enver Paşa, yanında doksan kişilik maiyetiyle Hisar’ın Karamendi
köyünde yanıma geldiler. Sohbet esnasında ‘Türk milletindenim’ dedi. O,
Ruslarla Bolşeviklere karşı bana yardım edeceğini söyledi. Yanında altı da Türk
subayı vardı. Bu subaylardan şimdi ikisinin adını hatırlayabiliyorum: Birinin
adı Hacı Sami, diğeri Hasan Efendi idi. Enver Paşa adını ben daha önce, hacca
gidip gelenlerden duymuştum. Büyük bir asker ve Türk Padişahının damadı
olduğunu söylemişlerdi. Fakat, ben onun gerçek Enver Paşa olup olmadığından
şüphelendim. Bunun için, kendisinin ve askerlerinin silahlarına elkoydurdum.
Daha sonra, onun gerçekten Enver Paşa olduğunu anladığımda, onun Ruslara ve
Bolşeviklere karşı mücadele yolunda İslam Orduları Başkomutanı sıfatını kabul
ettim. Fakat, şimdilik benim misafirim olacaksınız deyip, arkadaşlarıyla
birlikte Göktaş’a gönderdim.” (Bakıyev, a.g.e., s.120)
*
* *
İbrahim
Lakay’la birlikte, Düşenbe önlerinde Taş Kışlağa doğru hareket ederler: “Sonra,
oradan ayrıldık. İbrahim Bey zurnalar çaldırarak hareket ettik. Biz önde
gidiyorduk. Silahsız bölük de arkadan geliyordu. Böylece ve bir esir gibi
muamele görerek hareket ettirildik. Akşama doğru Düşenbe önlerindeki Taş
Kışlağa vardık. Bir odaya yerleştik. Arkadaşlar ve erler pek sönük bir
haldeydiler... Hülasa burada adeta bir esir gibiyim... ”
Aslında
Lakay ileri gelenleri kesin bir kanaate varamamışlardır; hem şüphe ediyor, hem
de aksini düşünüyorlardı. Bu ikircikli durum davranışlarından da anlaşılıyordu.
Ertesi
gün Göktaş’a girerken davul zurna ile karşılanırlar. Enver Paşa’nın günlük
notlarını izleyelim:
“1 Aralık 1921.
“Göktaş’ta, sabah
namazından sonra senin ve yavrularımın fotoğraflarınızı yakarak ağladım. Bura
halkı çok mutaassıp. Aleyhimde boyuna propagandalar yapılıyor. Taassuba dokunan
her şeyi ortadan kaldırmak için, yanımda bulunan eserleri de yaktım. Sizin
resimleriniz de böylece yandı...
“Maiyetimdekileri
de dağıtacaklarını söylediler. Bana da, asıl işin şu olduğunu söylüyorlar: Ben
yalnız Ruslarla değil, asıl Ceditlerle savaşmak zorundaymışım. Ben de Ruslarla
ve onlarla beraber olanlara karşı mücadele taraftarı olduğumu ve kutsal şeriat
üzere hareket edeceğimi söyledim. Gittiler. Gene alelusûl iaşe karışıklığı.
Gece Mehmet Mirahur, bir küfe üzümle, iki ekmek getirebildi. Ne yapalım;
dayanmak gerek. Fakat, en çok ciğerime işleyen acı, resimlerin yanmasıdır.
Sabah, efradı alıp götürdüler. Gene, silahların üç güne kadar geri verileceğini
söylediler. Hepsi masal... Sonunda beni de, Beyin evinin yanında bir toprak
dama yerleştirdiler. Maiyetimdekilere karşı şahane bir esaret!...
“Doğrusu, eğer
imanlı biri olmasam, işin sonundan ürküp, pişman olurdum. İnşallah iyi olur...”
Askerleri,
misafir edilmek üzere civar köylere dağıtılır.
“Enver Paşa’nın
Buhara’dan çıkarken bıraktığı sakal da epeyce büyümüş, beyazı az bir siyah
daire sevimli çehresini halelendirmişti.”
Paşa, Bir Karluk aksakalı vasıtasıyla
dış irtibatlarını kurmaya çalışır.
Durumu
haber alan Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca, Harbiye Müsteşarı Ali Rıza Bey’i
Lakay İbrahim’e göndererek, ne yapmak istiyorsun diye paylamak ister. İbrahim
Bey Kur’an’a el basarak, Rusları memleketten atmaktan gayrı bir gayesi
olmadığını, Enver Paşa’nın Göktaş’ta kalmasında bir sakınca görmediğini söyler.
Enver Paşa ile de uzunca konuşan Ali Rıza Bey Düşenbe’ye döner. İbrahim Bey,
bir yandan da Ali Rıza Bey ve arkadaşlarının bir baskınla Paşa’yı
kaçırmalarından endişelidir.
Bir
emriyle üç milyon insanı seferberlikte toplayan, Osmanlı Ordularının
Başkomutanı, Halife-i ruy-i zemîn’in damadı Enver Paşa,
kurtarmaya
geldiği Türkistan’da, kurtaracaklarının elinde esirdir ve bir gün önce bir
dilim ekmek ve bir parça üzümle kifaf-ı nefs ettiğini yazmaktadır. Yaver, “Bu
manzara cidden feci ve ibret verici idi.” diyor. Buna rağmen yıkılmamış,
ümidini kaybetmemiştir; mümin bir insan olmasaydım pişman olurdum diyor...
Yatarken
belki de Sarıkamış’ta karların üstünde kıvrılıp yattığı zamanları
düşünmüştür... Yanına bir kişiyi vermişlerdir. Paşa müezzinlik eder ve beş
vakti birlikte kılarlar. Paşa’ya en çok dokunanı, adamın çirkin sesi ve doğru
dürüst okuyamamasıdır. “Dünyada bundan daha çirkin sesli bir insan olamaz. ”
diyor.
Gelip
giden beyler, ağalar sürekli yalan söyleyip oyalamaktadırlar. Paşa, defterine
şunları yazacaktır: “Burada Bingazi’deki samimiyet dahi yok.”
“3 Aralık. Göktaş.
“Tuhsa
Bey geldi. Bütün mülkdarları (toprak sahibi beyler) toplayarak halka, benim
kendilerine Büyük olmamı teklif ettiğini, yarın ikişer seçilmiş vekil gelerek,
bana aht ve biat edeceklerini söyledi. Kur’an-ı Kerim’e el basacaklarmış. Sonra
silah teslimi meselesini hoş görmeyen Devletmend Bey ve Molla Allahverdi
geldiler. Ağladılar. Ekmek getirdiler...
“4 Aralık. Göktaş.
“Mülkdarların hepsi
gelmedi. On sekiz mülkdarın onu, Abdülkasım Tuhsa Beye vekâlet vermişler.
“5 Aralık.
“Ancak üç kişi
toplandık. Gene yeminler, Şeriat üzere hareket edeceğimize gene söz verdik.
Bizim imam, o gayet çirkin sesiyle akşam ezanını okuyor.
“8 Aralık
“Her
şey karmakarışık. Burada Bingazi’deki samimiyet de yok...”
Doğu
Buhara beyleri, “Hakanlar hakanı hazret-i gazi padişahımız” diye
mektuplar yazarlar. Ama, görüntü hiç de öyle değildir. Hem Ceditçi düşmanlığı,
hem Kızılların korkusu, hem de herkesin ayrı bir hesabı vardır. Enver Paşa’nın
durumu her gün biraz daha kötüleşmektedir. Ama Lakay İbrahim ve diğerleri, sen
bizim büyük padişahımızsın diye yeminler etmeye devam etmektedirler. Paşa
şaşkındır, “Bunlar ne tuhaf insanlar” diye yazar. Şüphesiz sık sık,
Trablusgarp’taki çöl insanlarının o temiz ve derinden
bağlanışlarını
düşünür... “Tuhsa Bey geldi; kendisini Taşkent’e hakim yapmamı istiyor;
planları varmış! İbrahim Bey de, her geleni etrafına topluyor. Hepsi de ya
silahlı, ya sopalı. Anlıyorum ki onun da planları var... Ah, ruhum! Bu koğuş
gibi boş odada, köşede üstüme kürkümü çekerek büzülürken, seni düşünerek
ağlamak tek tesellim. İnşallah Hak, bu cezaya yakında son verir... ”
Bir
gün Enver Paşa’ya yeni bir teklifle gelirler: “Mademki sen Türksün ve
komutansın ve mademki Düşenbe’deki hasımlarımızın (ceditçi cumhuriyetçilerin)
komutanları da Türktürler, öyleyse bunlara emretmelisin. Onlar da Ruslarla
savaşa başlayıp silahlarını almalı ve bu silahları bize vermelidirler. ”
(Dr. y. Gedikli, a.g.e, s.
122) Paşa bu teklifi tereddütsüz kabul eder ve bir mektup yazar. Mektubu alan
Karluk aksakalı yola düşer. Mektup Osman Hoca ve Ali Rıza Bey’e ulaşır.
Osman
Hoca, 9-10 Aralık 1921’de bir yemek verir ve Rus görevlileri de çağırır. Bu
yemekte, Buhara’nın bağımsız olduğunu, Rus görevlilerin zulmettiklerini, burada
kalmaya hakları olmadığını ve çekilip gitmeleri gerektiğini açıklıkla ifade
eder. Ve Rus komutan ve konsolosla diğerlerine dönerek, şu andan itibaren esir
olduklarını, silahlarını bırakırlarsa sağ salim Semerkand’a kadar
götürüleceklerini bildirir. Rus birliklerinden Buhara’yı terk etmelerini ister.
Halil Bey ve Dağıstanlı süvari alay komutanı Danyal Bey o gece Rus taburuna
giderek orayı teslim alırlar. O gece Ruslardan yüz otuz tüfek, yüz kılıç, üç
yüz bomba, doksan altı makineli tüfek ve yetmiş sandık cephane ele geçirilir.
“9 Aralık. Göktaş.
“Timurlenk
zamanında ve Timur’un Anadolu’dan topladığı hayvanları sürmek için Ankara,
Sivas taraflarından getirilmiş Türklerden (yani onların soyundan) iki kişi
bugün geldiler. Bunların simaları, tıpkı bizim Türkler gibi; şive de öyle.
Düşenbe civarında bin kadar varmışlar; Devhev çevresinde de üç bin kadar.
“Bugün Düşenbe
tarafından silah sesleri geldi. Ali Rıza Bey’le Sami benim oraya gelmem için
haber gönderdiler. Ama, beyler izin vermediler. Kalben derin bir hüzün duydum.
Anlıyorum ki, günler gittikçe bana elem verecek; beni ezecek. Yavaş yavaş her
şeyi feda ederek, yalnız sizler için yaşamaya karar vereceğimi sanıyorum.”
Birkaç gün sonraki notlarında da, “Böyle giderse, çekilip Afganistan’a
gideceğim. Oradan da, büsbütün işten çekilip, senin yanına geleceğim. Ama,
başaramadan gelince, sen beni nasıl kabul edeceksin? Fakat, başarmak istedim,
Naciye!..” diye yazar.
Görülüyor
ki, Enver Paşa’nın o yıkılmaz kişiliği sarsıntı geçirmektedir...
Yine
Aralık ayı notlarında, eşine, ne yapıyorsunuz, sıkıntı çekiyor musunuz, diye
yazar. “Biz artık bir takım değersiz, akılsız kimselerin, daha doğrusu
Ruslara hizmet ettiklerine kani olduğum Mehmet Yar Bey’le, Molla Allahverdi
gibilerin eğlencesi olduk...”
70
A. Bademci, silahların Göktaş’a
girilmeden alındığını yazar ve yukarıdaki mektubu verir. Enver Paşa’nın
notlarına dayandığını belirten Şevket Süreyya’nın yazdıklarına göre, silahlar
iki kere istenmiş ve görüşmeden sonraki gece alınmıştır.
71
Enver Paşa’nın şehadetinden sonra Başkomutanlığa
geçen Selim Sami, İbrahim Bey’i itaate almış ve İbrahim Bey güzel hizmetler
yapmıştır.
1 |
0
ARALIK 1921’de, Düşenbe’de çatışmalar başlar. Osman Hoca bir bildiri
yayımlayarak halkı, hürriyet ve istiklal için silahlı mücadeleye çağırır.
Toplanan gönüllüler silahlandırılır. Enver Paşa’yla birlikte gelip de silahları
alınmış olan askerler de Düşenbe’ye geçerek Osman Efendi komutasında
çatışmalara girerler. Lakay İbrahim’e haber gönderilerek, Rusların takviye
birlikleri gelmeden Enver Paşa’nın hemen Doğu Buhara’ya gelmesi istenir. Ancak,
Lakay İbrahim aldırış etmez ve Enver Paşa gidemez. Hacı Sami, Bartınlı Muhiddin
ve Hasan Bey Düşenbe’ye giderler.
O
günlerde bazı Lakay birliklerinin Düşenbe’ye gittikleri bilinir; fakat Ruslarla
dövüşmek yerine halkı yağmaladıkları duyulur. Ali Rıza Bey İbrahim Bey’e bir
mektup yazarak, kuvvetlerine hâkim olmasını ister.
Düşenbe’de millî kuvvetlerle Ruslar
arasında çatışmalar devam etmektedir. Millî kuvvetler mutlaka Enver Paşa’yı
görmek istemektedirler. Ama, Paşa’nın dediği gibi, beyler izin vermezler...
Osman Hoca, Osmanlı eğitimcisi İsmail Hakkı Bey’i- Enver Paşa’ya göndererek nasıl
hareket etmeleri gerektiği konusunda talimat ister. Enver Paşa gerekli talimatı
verdikten sonra hemen Düşenbe’ye dönmesini ister. Ancak, İsmail Hakkı Bey’in
atı çalınmıştır!... Paşa hiddetlenir ve “Benim atıma bin, git.” diye
bağırır. Bunun üzerine bir başka at getirirler. İsmail Hakkı Bey Düşenbe’ye
döner.
Buhara
Savaş Bakanı Yardımcısı Ali Rıza Bey, Enver Paşa’ya ilk raporlarını göndermeye
başlar, gelen mücahitlerin Buhara Cumhuriyeti askerlerine çok kötü
davrandıklarını, Ruslarla savaşmak yerine evleri yağmaya yöneldiklerini
bildirir ve kendisinin Düşenbe’ye gelerek duruma el koymasını ister. Raporlar,
“İttihad-ı İslam Ordusu Komutanı Enver Paşa Hazretlerine”, hitabıyla yazılır.
Düşenbe’de
Enver Paşa heyecanla beklenmekte ve Lakay birliklerinin de Şahmansur üzerinden
saldırıya geçmesi istenmektedir; ama Lakay İbrahim kıpırdamaz. Gelenler de
yağma ve ganimete yönelince, kuvvet yerine yeni bir zaaf unsuru olurlar.
Rusların silahlarını ve Buhara askerlerinin atlarını alıp kaçarlar ve çevrede
talana girerler. Ceditçilere olan öfkeleri dinmek bilmez; kendilerine öğüt
vermek isteyenlere de, “Bizim Ruslarla işimiz yok. Asıl görülecek hesabımız
Bolşeviklerle birleşen ceditçilerledir. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e, s. 134) derler ve Osman Hoca ile
Danyal Bey’in kendilerine teslimini isterler.
Yaver
Muhiddin Bey’in yazdığına göre, İbrahim Bey Enver Paşa’yı artık tanımış, bir
mektubunun Osman Hoca ve Ali Rıza Bey üzerindeki etkisini görmüştür. Ama,
nefsaniyeti, elindeki gücü Paşa gibi bir adama teslim etmeye engel oluyordu. “Düşenbe’deki
hareketi Enver Paşa’nın ismi idare etmekteydi. ” (Dr. Y. Gedikli, a.g.e,
s. 135)
On
yıl sonra Rus güçlerince tutuklanıp sorgulanan Lakay İbrahim Bey’in kayınpederi
Abdulkayyum Tuhsaba, İbrahim Bey’in tutumunu şöyle açıklar: “Millî Mücadele
önderliğinin Enver Paşa’ya verilmesinden dolayı, İbrahim Bey gerek Âlim Han’a,
gerekse Emanullah Han’a kırılmış ve darılmıştır. ” (Bakıyev, a.g.e., s.147)
Bu
arada, Paşa’ya mektup yazan Mirza Recep, Paşa Hoca (Semizler ve Muinabad
reisleri) ve Belcivan Leşkerbaşısı (komutanı) Devletmend Bey, bazı Lakay
birliklerinin, bölgelerindeki köyleri basıp halkı soyduklarını, bu yüzden
şimdilik buraları bırakıp gelemeyeceklerini bildirirler. (Bademci, a.g.e, c.2,
s.86 vd.) Paşa durumu İbrahim Bey’e bildirirse de, sonuçsuz kalır.
Mücahitler
bir yandan da askerler arasında propaganda yaparak kaçaklara yol açarlar. Bu
arada, Düşenbe’de olan Hacı Sami’nin sert ve fevrî bir hareketi işleri iyice
karıştırır. Hacı Sami, Göktaş’ta erlerinden birinin atını çalan mücahidi orada
görünce, hemen tabancasına davranır ve adamı kasığından vurur. Zaten bahane
arayan mücahitler çekilirler.
Rus
birlikleri Düşenbe’ye yaklaşırken Enver Paşa İsmail Hakkı Bey’i gönderir.
İsmail Hakkı Bey Birinci Dünya Savaşından önce Hoten ve Koçer bölgesinde Doğu
Türkistanlıları eğitmiş, daha sonra da sonuna kadar kavgaya devam edecek olan
bir eğitimcidir. Rus birlikleri arasından şehre girmeyi başarır ve Osman Hoca
ile görüşerek geri döner.
Ali
Rıza Bey’in komuta ettiği Hareket Ordusu ve Buhara Hükûmeti birkaç gün sonra 12
Aralık’ta şehri boşaltarak geri çekilir. Ali Rıza Bey
Enver
Paşa’ya raporlarını düzenli olarak göndermeye devam etmektedir. Bu arada
Göktaş’ta, Ali Rıza Bey ve Osman Hoca’nın Düşenbe’den çıkarak köye gelecekleri
ve Enver Paşa’yı alacakları haberleri dolaşmaya başlar.
12
Aralık 1921 gecesi kaldıkları evin kapısı sarsılarak açılır; süngülü mücahitler
kapıyı tutmuşlardır. Paşa silahını çekerek arkasını duvara yaslar; öfkelidir.
İbrahim’e, “Maksadın bana suikast yapmaksa, bu silahla önce seni
gebertirim.” diye bağırır. İbrahim yemin billah ederek kötü bir niyetinin
olmadığını söyler, güvenlik açısından dağa çekilmelerinin gerektiğini söyler.
Paşa kısa bir duraklamadan sonra “Muhiddin,” der “mukadderata teslim
olacağız. ”
Enver
Paşa o gece, seyisi Salim’in haykırışı ile uyanır: “Paşam, atı
götürüyorlar!... Gözümü açtım, odanın içi karmakarışıktı. Mumu yaktım. Kapıda
bir ses, silahları teslim edin, diye bağırıp duruyordu.” Halbuki silahlar
teslim edilmişti. “Giyindim. Kur’an’ı koynuma koydum. Dürbünümü taktım.
Paltomu giydim.
-
Gidelim, diye
sesleniyorlardı.
-
Gitmem, diye
direttim. Yaver Muhiddin, ‘Paşam bizi nereye götürüyorlar.’ diye ağlıyordu.
Gene İbrahim’in bir oyunu. Ama, yirmi kişi geleydiler, hepimizi alırlardı. Bu
gece ve bu gün, telaş arasında çok şey çaldılar. Gelen Afganlıların da
eşyalarını çalmışlar. Hülasa bir sürü masallar ve karışıklıklar! Benim de her
şeyimi çaldılar. Birkaç parça çamaşırımdan başka bir şey kalmamış. Mesela,
biri, bir tek kundura bulmuş, onu almış, götürmüş; ama, memnun... ”
Paşa’nın
atı da çalınmıştır. İbrahim Bey’in emri ile getirirler. Paşa atlı,
maiyetindekiler yaya olarak yola çıkarlar.
Enver
Paşa, Hareket Ordusu Komutanı Ali Rıza Bey’e gönderdiği 14 Aralık 1921 tarihli
yazıda, Düşenbe’den çıkıp, kuzey doğuya doğru hareket ettiğiniz haberi üzerine
burada fevkalade telaşa düştüler; “sizin buraları basmak üzere harekette
bulunduğunuz zannıyla köyden harice çıkıldı.” demektedir. Gerçekten de bu
sırada Ali Rıza Bey’in birlikleriyle Lakaylar arasında çatışmalar olmaktadır.
Paşa,
14 Aralık günlü notlarında şunları yazar: “Bu gece fena bir rüya gördüm.
Sana Hermelin kürk almıştım. Bir de baktım, hermelini sökmüşler, yalnız kurşuni
kadife kalmış. Artık yorumumu sorma; yazmayacağım...
Buhara
Emîrine de bir mektup yazdım. Burayı, bizi koruyucu bir şeyler yazmasını rica
ettim. Tuhsa Bey’e de hiddetle bağırdım: Siz beni istemiyorsunuz! Afganistan’a
giderim. Beni küçük zannetmeyiniz; ben sizin Emîrinizden de büyüğüm!”
Hep
birlikte dağ yolunu tutarlar. Dağ sırtına geldiklerinde, kazılmış mezarlar
gören Yaver, Togaysarı’nın sözlerini hatırlar: “İleri gitmeyin; eza ve cefa
görürsünüz!” Acaba oraya, öldürülmek üzere mi getirilmişlerdir; belli
olmuyor. O sıralarda Göktaş karargâhına, eski Buhara Emîri Âlim Han’ın,
Nurullah Han isimli bir ulakla gönderilen mektubu gelmiştir; nezdinizdeki zat
Enver Paşa’dır, iyi davranın denilmektedir. Orta Asya İslam Cemiyeti üyesi olan
Afgan kralı Emanullah Han bu mektubu yazdırmış ve ayrıca bir de Afgan heyeti
göndererek Enver Paşa’ya “Serdar-ı âlâ” (En büyük başbuğ) ünvanı vermiştir.
Baymirza Hayit, Âlim Han’ın amcası olan Afganistan’daki Togay Bek’in de, ayrıca
bir mektup göndererek, “Enver şu anda elinizde esirdir. Kaçmasına imkân
sağlanmaması çok önemlidir. Hareket etmesine kesinlikle izin vermeyiniz. ”
dediğini yazar. (Baymirza Hayit, Ruslara Karşı Basmacılar Hareketi,
İstanbul 2006, s.271)
Ali
Bademci’nin yayımladığı belgelere göre, olay şöyledir: Emîr’in dayısı Togay
Dadha, İbrahim Bey’e şu mektubu yazmıştır:
“Leşker-i İslam
Başlığı
“İbrahim Bek
Karakul,
“Gözümün Nuru,
“İyi
bilesiniz ki, Enver Paşa’yım diye yanınıza gelen adamı yanınızda çok tutmayın.
Bir gecede hesabını gör. Şayet böyle yapmazsan
size çok zararı dokunur. Onun dedikleri yalandır. Ceditçilik mektebini yer
yüzünde icat eden, bir çok Müslümanın evini yıkan, bir çok günahsızları öldüren
odur. Onun sağ kalması Müslümanların felaketidir. Bu işten Emîr de memnun olur.
Bu
mektuptan haberdar olan Türkmen Korbaşı Abdülhakim Bey’in adamlarından
Allahverdi, postacıyı Afgan sınırına kadar gizlice izleyip, burada vurarak
mektubu koynundan almış ve ulaştırdığı Abdülhakim Bey de bir mektupla Enver
Paşa’ya göndermiştir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.92-93)
Zeki
Velidi’ye göre, bu mektup, Afganistan’da kendisini pek de serbest hissetmeyen
Emîr Âlim Han’ın kendi talimatıdır. (z.v.
Togan, Türkili Türkistan
Tarihi,
s.439) Enver Paşa ise, Ali Rıza Bey’e yazdığı 14 Aralık 1921 tarihli mektupta, “Ben
burada şimdilik Buhara Emîri’ne karşılık oturuyorum. Sizin tarafınıza gelmem
mümkün olsa iyi olacaktır. ” demekte ve büsbütün yalnız kalmamak için Halil
Bey’i göndermediğini söylemektedir. Paşa, ayrıca Süreyya Bey’i mutlaka
göndermesini istemektedir: “Süreyya Bey ile yeteri miktarda kâğıt ve madeni
para ile Afganlılara verilecek hediyeler gönderiniz. Tüfenk olsun. Gönderilecek
para bizim harçlığımız içindir. ” (Dr. y.
Gedikli, a.g.e., s. 143) Afgan Savaş Bakanına yazdığı mektupta da,
Buhara Emîri’ne karşılık olarak burada tutulduğumu söylüyorlar, der. (Türk
Tarih Kurumu Enver Paşa Arşivi, B.1347)
Afgan
Kralı Emanullah Han’ın Paşa için yazdıkları da fayda etmemiştir. Eski Emîr Âlim
Han ise, Türkiye, İran ve Milletler Cemiyetine gönderdiği yazıda, “Batum’dan
Buhara’ya gelen meşhur Gazi Enver Paşa, Buhara, Türkistan, Hive Müslümanlarının
iç duygularını anlayarak, çok duygulanmış ve mücahitlere yardımcı olmak için
Buhara’da savaşanlara katılmıştı... Halkın duygularını dikkatle inceledikten
sonra benden görev istemişti. Ben de onun içtenlik ve yeteneklerini gözönünde
tutarak, Mücahit Ordusunun komutasını ona vermiştim. ” demektedir. (Dr.
Salahi R. Sonyel, “Enver Paşa ve Orta Asya’da Başgösteren Basmacı Akımı”, Belleten,
Aralık 1990, S. 54, C.211, s.1205)
Ali
Bademci, Afgan Kralı’nın, Enver Paşa’yı yeniden Afganistan’a davet eden
mektubunu yayımlar:
“Huzur-ı
Biraderlerine,
“Âlem-i
İslamın yükselmesi için ömrünüzü harcamış, bu uğurda bir çok zorluklara karşı
göstermiş olduğunuz fedakârlıklar, Müslümanlık âleminde şayan-ı takdirdir.
Kalan ömrünüzü sükûn ve refah içinde devam ettirmek, diyar-ı İslamın zât-ı
âlilerine karşı bir borcudur. Bu hususta, zât-ı devletlerine ilk hizmet
fırsatını bulan bahtiyar devletin, Afganistan Devlet-i Aliyyesine bahşetmek
suretiyle mülkümüze teşrifleri Afgan milletini mutlu edecektir.
3 Aralık 1921 Eman”
Enver
Paşa, yazdığı cevapta, “Buhara Cumhuriyeti’nin yeni askerî kuvvetleri ve
halkı, elbirliği ile işgalcileri vatanlarından çıkarmak için cihat ilan etmiş
durumdadır. Galeyana gelmiş olan bu kuvvetlerin, birlik içinde
yönetilmesi
için,” ortaya çıkan bu fırsatı değerlendirmek istediğini
bildirir.
(Bademci,
a.g.e., c.2, s.91)
*
* *
Millî
Hükûmet Düşenbe’yi terkederken, Devlet Başkanı Osman Hoca halkına şöyle
seslenir: “Elli yıldan beri işgal altında bulunan Türkistan’ın istiklal ve
hürriyetine kavuşmasını gönülden istiyoruz; bunda hiçbir şüphe yoktur. Silah
taşıyan ya da silah tutan her Türkistan erkeğini bu şerefli görevde yardımda
bulunmaya çağırıyorum. Yaşasın hürriyet, yaşasın bağımsızlık. ” (Baysun, a.g.e.,
s.65)
Düşenbe’yi
terk etmek zorunda kalan Osman Hoca ve arkadaşları Tal köyünde karargâh
kurarlar. Basmacı komutanlardan Cabbar Bey iki yüz kişilik kuvvetiyle onlara
katılır. Abdürrahim Karakcı ve Danyal Bey de Osman Hoca’nın emrine girerler. Bu
sırada, Başkurdistan Hükûmetinin savaş bakanı Zeki Velidi Togan Türkistan’a
gelmiştir. Osmanlı subaylarından Sabit Efendi ile beraber Tal karargâhına
gelerek Osman Hoca’yla görüşürler. Zeki Velidi de, Lakaylara, ellerinde
bulundurdukları zatın Enver Paşa olduğuna dair haber gönderir. Osmanlı
subaylarından Süreyya Bey, millî hükûmete karşı olan Darvaz hâkimi İşan Sultan
ile Karatekin hâkimi Fuzayl Mahdum’u barıştırmaya çalışırsa da başaramaz. Lakay
İbrahim ise Düşenbe’ yi işgal eden Rus birliklerine sığır, koyun, pirinç gibi
erzak göndermektedir. Enver Paşa, “Sen ne yapıyorsun?” dediğinde de “Yarın
Düşenbe’yi terk edecekler. ” diye cevap verir...
“16
Aralık.
“Lakaylar
tuhaf. Bir taraftan bana Padişah derler; diğer taraftan da Ceditler geliyor,
diye kaçırmak ve beni götürmek isterler. Dün gece de aynı hal. Bu gece de imam
ve ben, loş bir mumun etrafındayız. Çünkü, benden başka kimse yok; karşımda
hitap edecek kimse yok! Bana, heybem yastıklık etmektedir. Yani ben, bunların
Padişahımız dedikleri! İşte çalışma ve yatak odam. Çalınan battaniye vesairem
hâlâ bulunamadı...”
Fakat,
çok geçmeden Paşa, elinde kalanların bir kısımını, birkaç gün sonra da gerisini
vermek zorunda kalacaktır:
Enver
Paşa’ya bir zarar gelmesinden endişe eden Osman Hoca, İbrahim’e, kan dökülmesin
diye haber gönderir. Enver Paşa da, Lakaylara karşı silah kullanılmasın diye
Osman Hoca’ya mektup yazar. Ne var ki,
Osman
Hoca’nın kuvvetleri içinde de, Lakayların elinde bulunan zatın Enver Paşa olduğuna
inanmayanlar vardır. Herhalde, çok uzaktan ve bir destan havası içinde adını
duydukları Enver Paşa’yı bu kadar yakınlarında ve bu durumda kabul
edememektedirler... Ali Rıza Bey gönderdiği bir yazıda, “Asker sizin Enver
Paşa olduğunuza inanmıyor; gelip bir kere görünmeniz lazım.” demektedir. “Herhalde
askerin bir defa sizi görmesi lazımdır. 18 Aralık akşamına kadar gelmediğiniz
takdirde, biz bütün muharip kuvvetimizle oraya geleceğiz. ” (Dr. Y.
Gedikli, a.g.e, s. 144)
Bu
arada, Enver Paşa’nın, eski Buhara Emîrine karşılık olarak tutulduğu
söylentileri yayılmaya başlar. Buhara Emîri Afganistan’da mülteci olarak
yaşamaktadır. Enver Paşa’nın Lakaylar elindeki tutsaklığı devam etmekle
birlikte, gönderdiği talimatlarla Buhara Hareket Ordusunu yönetmeye devam etmektedir.
Ortalık
yatışacak gibiyken, Lakay’ın askerleri, Ali Rıza Bey komutasındaki Buhara
milislerinin bulunduğu Beşkefe köyünü kuşatıp askerin silahlarını toplamak
isterler. Milislere çatışmaya girmemeleri emredilir. Ancak, Buhara milisleri
şaşkın ve öfkelidir; çatışmalar engellenemez ve geceye kadar sürer. Ali Merdan
Toksabay öldürülür; Ali Rıza Bey sağ bacağından yaralanır.
Gece,
milisler Kâfirnihan suyu kenarında Suhte Çınar köyüne çekilirler. Ertesi gün
kalktıklarında yine kuşatılmış olduklarını görürler. Lakaylar çemberi
daraltmaktadır. Ali Rıza Bey yine çatışmaya girmek istemez; esasen sürüp gelen
propagandalar milisleri dağıtmış, savaşacak doğru dürüst güç de kalmamıştır.
Çekilmeye karar verirler. Seksentepe köyüne geldiklerinde, artık milislerde de
hayır kalmamış, altı yüz milis yüz elliye düşmüştür.
Babadağ
Korbaşısı Hait Bey’in karargâhına gelir, buradan durumu Enver Paşa’ya bildiren
Ali Rıza Bey imzasıyla bir mektup gönderirler. Birkaç gün sonra Enver Paşa’dan
gelen cevapta, Osman Hoca’ya bir zarar gelmemesi için, Afganistan’a
geçmelerini, Darvaz leşkerbaşısı İşan Sultan’ın iki gün sonra yanında olacağını
bildirmektedir.
Lakayların
takip ve kuşatması altındaki Millî Kuvvetler üçe ayrılırlar. Danyal Bey,
Abdürresul Bey ve Buharalı Kari Abdullah Bey, maiyetlerinde bulunan askerlerle
tekrar Babadağ’a doğru çekilirler. Bıraktıkları ağırlıklar Lakaylar tarafından
yağmalanır.
Merkezdeki
Osman Hoca, Ali Rıza Bey ve Hacı Sami, Guzer, Karşı ve Kerki üzerinden,
milisleri büyük ölçüde dökülmüş olarak Afganistan’a geçerler.
Çilligöl
ve Şehrisebz tarafına giden Halil Bey komutasındaki askerler bitkin, fakat
kararlı olarak Göktaş’a varmaya çalışırlar; çok zor ve hüzünlü bir yolculuk
olur. Faruk, Hasan, Nafi Beyler, Kadir Çavuş, Osman Çavuş ve Mustafa Şahkulı bu
kafilenin içindedirler. Akşam üstü bir köye varır ve tepe üstündeki mescide
inerler. Perişan bir halde atlarını kapıya bağlayıp mescitte uzanırlar. Onları
izleyen bir Lakay gece atlarını çalar. Ertesi sabah uyandıklarında atlılar,
yaya olmuşlardır. O dağ yollarında at her şeydir... Yayan dağlara koyulurlar.
Derken, çalınan atlardan ikisini dağda bulurlar; onlar için bir zafer müjdesi
gibi olur. Ancak Lakaylar tarafından izlenmektedirler. Bir geçitte Lakaylar
yaklaşıp ateş etmeye başlayınca, kılavuzları olan köylü de kaçar. Yol iz bilmez
olarak dağda kalırlar. Çilligöl’e gitmek üzere yola çıkmışlarken, geri Yürçi
ovasına dönerler. Burada toplantı yapmakta olan Lakaylar, mücadele
arkadaşlarını esir alırlar... Hakaret görür, soyulurlar; saçları ve sakalları güya
“sünnete” uydurulmak üzere kesilir... İleri gelenlerinden bir kaçı müdahale
ederler. Halil Bey ve arkadaşları bir çadıra konulur ve beş gün sonra Göktaş’a,
İbrahim’in yanına götürülürler. Durumdan haberdar olan Paşa müdahale eder ve
Osmanlı subayları bırakılır; Paşa’nın yanına gelirler.
Aksakal
üzerinden Şehrisebz’e geçebilenler, burada Cabbar Bek kuvvetleriyle
birleşirler. (Bademci, a.g.e., c.2, s.96)
Bu
gelişmelerden sonra Paşa üzerindeki baskılar azalmış ise de, Ruslar
karşısındaki cephe dağılmış, sadece İbrahim’in karargâh kurduğu Göktaş cephesi
kalmıştı. Paşa şunları yazar:
“19 Aralık,
“Süreyya Bey,
Kâfirnihan nehrini geçerek yanıma gelmek istemiş. Ama, suyu geçer geçmez, Lakay
İbrahim ve adamlarına rastlamışlar. İbrahim, onu ve yanındakileri tepeden
tırnağa soymuşlar. Mollalar boyuna, bizim düşmanımız Ruslar değil Ceditlerdir,
diyorlarmış. Soyulanlar geldiler. Onların da kimisine son çamaşırlarımı, son
elbiselerimi, birine de kürkümü verdim. Ama, beyler gene geldiler; gene, Sen
bizim Padişahımızsın, diye sırıtıyorlar...
“Muhiddin (Yaver)
yarın Kâbil’i gidiyor. Mektuplarımı, notlarımı size gönderiyorum...”
Ruslara
teslim olduktan sonra GPU’da verdiği ifadede İbrahim Bey, olayları şöyle
anlatır:
“Enver Paşa
Göktaş’ta bütün İslam ordularının başkomutanı seçildi. Paşa’nın yanındaki Türk
subaylarından Ali Rıza, Danyal Bey ve Süreyya Bey ile varılan mutabakat gereği,
Cedit kuvvetlerine komuta eden Osman Hoca ile birlikte hareket edilecekti.
Osman Hoca tam o sıralar Düşenbe’de Rus askerleriyle çatışmaya girer. Fakat,
herhangi bir başarı elde edemeden Düşenbe’den çekilerek Süktıçınar’a gelir.
Neler olduğunu öğrenmem için Enver Paşa beni oraya gönderdi. Ben Süktıçınar’a
gelerek, Enver Paşa’nın emri üzerine buraya geldiğimi bildirdim. Fakat, onlar
benimle görüşmeyerek, benimle çatışmaya girdiler. Ben kuvvetlerimle onları
darmadağın ettiğim gibi, Süreyya Bey’i de esir ederek Enver Paşa’nın huzuruna
getirdim.
“Göktaş’a
döndüğümde Enver Paşa bana Düşenbe’deki Ruslara karşı savaşmam emrini verdi.
Çatışmalar başladı ve yaklaşık iki ay sürdü. Sonuçta Rusları Düşenbe’den
çıkarmayı başardık.”
İbrahim
Bey’in anlattığına göre, Rusları kovalayan mücahitler köyleri yağmalamışlar, o
da askerlere bağırmış; fakat, Enver Paşa onu huzuruna çağırarak “Orduların
Başkomutanı benim. Neden bana danışmadan askerlerime hakaret ettin.” diye
çıkışmış. “Sonradan duyduğuma göre, o beni silahsızlandırarak, askerlerin
safına katmak istiyormuş. Onun bu niyetini öğrendikten sonra, bana bağlı
askerlerimin bir kısmını yanıma alarak Göktaş’a döndüm....
“O günlerde Emîr
Âlim Han’dan bir mektup aldım. Emîr, mektubunda ‘Eğer beni dinleyip, öğütlerimi
dikkate alıyorsan, derhal Enver Paşa’ya katılmalısın.’ diyordu. Fakat, Enver
Paşa’nın, Karatekin Beyi Fuzayl Mahdum’dan, yanındaki kuvvetlerle kendisine yardım
etmesini isterken, diğer yandan Belcivan Beyi Devletmend Bey’e haber
göndererek, ‘İbrahim Bey’in tutuklanması için Göktaş’a adam gönderdim. Siz de
oraya giderek yardım edin.’ dediğini duydum.” (Bakiyev, a.g.e., s.152-3)
İbrahim Bey’in bu ifadeyi, GPU hapishanesinde,
olaydan on sene sonra ve hangi şartlar altında, nasıl bir psikoloji içinde
verdiğini bilemiyoruz. Ancak, bütünüyle çelişkili ve yanlıştır.73
Mirza
Pirnefes’in notlarına göre, bu sıralarda Enver Paşa ile İbrahim Bey arasında
bir konuşma geçer; Enver Paşa İbrahim Bey’i çağırtır, ama sergerdeleri aldırış
etmez, duymazlıktan gelirler. Paşa Mirza Pirnefes’i yanına alarak atlanır; yola
çıkarken İbrahim Bey gelir.
“Paşa sağ elini
kaldırarak,
“- Ne istiyorsun
İbrahim? Niyetin ne; doğru söyle? Geçen gece neden rahatsızlık çıkardın; sebep
nedir? Seninle hesaplaşacağım! Müslüman askerlere silah çektin değil mi?
Yurdunuzun düşmanı Ruslara yardım ettin; onlara erzak veriyorsun; bu memleketi
kurtarmak
isteyenlere karşı çıkıyor, düşmanlık ediyorsun! Bir de Emîr’in adamıyım
diyorsun ha? Cevap ver mendebur herif! dedi.
“İbrahim bu ara
Ruslarla da pek iyi değildi. Paşa’nın maiyet subayları da gelmiş, etrafı
sarmıştı. İbrahim,
“- Tevbe kıldım;
Ruslara artık hiçbir şey vermem. Siz ne söylüyorsanız, onu kabul ediyoruz, diye
yalvarmaya başladı. Paşa,
“- Bin atına
bakayım!” (22 Aralık notları, Bademci, a.g.e., c.2, s.97-8)
Böylece
Enver Paşa, İbrahim ve diğer Lakaylar beraberce Göktaş’a dönerler. Paşa,
Afganistan’daki emîrcilerden Lakaylara sızacak haberlerin engellenmesi için
Çilligöl mücahit reisi Abdülhakim’e haber gönderir.
O
günden sonra İbrahim Bey artık Paşa’nın işlerine karışmaz. Paşa, Fergana ve
Semerkand taraflarına haberciler gönderir.
Enver
Paşa, 23 Aralık 1921’de Göktaş’tan, kardeşi Kâmil’e yazdığı mektupta şunları
söylemektedir:
“Kâmilciğim,
“Naciyeme
gönderdiğim mektuplardan başka, günlük tutulan kayıtların özetini de gönderdim.
Bunda en gizli hususlar da yazılıdır. Bunu Cicim ile senden başkası şimdilik
bilmemelidir. Güç olan işte, Allah’ın yardımı ile inşallah başarılı olacağız.
Ve yakında hepinizi birlikte kucaklarım...”
24
Aralık’ta Darvaz Korbaşısı İşan Sultan’ın geleceği duyulur. İşan Sultan Emîrci
olmakla beraber, Lakayların çekindiği, aynı zamanda dinî bir iderdir; Enver
Paşa’yı kurtaracağı söylentileri dolaşır. Ertesi gün İşan Sultan’ın üç yüz
atlıyla Feyzabad’a geçtiği ve Düşenbe’ye doğru ilerlediği duyulur. Paşa’ya
gönderdiği mektupta, iki gün içinde buluşuruz, demektedir.
Birkaç
gün geçtiği halde, İşan Sultan henüz gelmemiştir. Lakayların onu aldatmış
olmasından şüphe edilmektedir. İşan Sultan saygın bir din adamı ve Taciklerin
başbuğudur. Lakaylar ile Tacikler arasında geçimsizlikler vardır. Güçlü olan
Lakaylar bölgenin en verimli otlak ve yaylaklarını ellerinde tutmakta ve fakir
Tacik halkı üzerinde baskı kurmaktadırlar. Emîr Âlim Han ise Lakaylara
dayanmaktadır. Enver Paşa, zaman içinde, kabileler arasındaki anlaşmazlıkları
bütünüyle halledemese de özellikle Doğu Buhara çevresinde, onların birbirine
yönelen düşmanlıklarını büyük ölçüde ortak düşmana çevirebilecektir.
Bu
endişeler içinde Enver Paşa, Pirnefes ve Destankulu’nu, İşan Sultan’la görüşmek
üzere Todekışlak’a gönderir. İşan Sultan, birkaç kere
niyetlenmesine
rağmen, Lakayların bir şekilde engel olduklarını söyler.
İşan
Sultan’ın niçin gelemediğini, nasıl olup da Lakay engelini aşamadığını, Mustafa
Şahkulı’nın hatıralarında, belki biraz abartılı olarak anlattıklarından
çıkarabiliriz. Şeyhin kuvvetleri şöyle anlatılır:
“Bunlar
Şeyhin müritlerinden, molla ve mahdumlarından ibarettirler. Halkı aldatıp,
yiyip yürümeye alışmışlar. Tacik’te şişman adam az bulunursa da, bunların hepsi
şişmandır. Bunları hiçbir nizam ve intizam altına almak kabil değildir. Savaşta
hiçbir işe yaramazlar. Ayaklarında büyük ağaç takunyaları (başmak), altlarında
(eyerleri üzerinde) büyük yorganları (körpece), her birinin eyer kaşında bir
çaydanlığı olur. Vuruşma falan olup kaçmaya başlarlarsa, bunların hepsi düşüp
kalır. Ağaç takunyaları ise pek büyük olup, ökçeleri beş santimden fazladır.
Takunyaların burnu çok kalın ve yüksek olduğundan üzengiye sığmaz; o sebeple,
önce ökçe tarafını üzengiye geçirirler. Bu sebepten, at kaçıp, takunyaları
düşerse, kendileri de takunyaları ile beraber düşüp kalırlar. Yürçi’den Düşenbe’ye
gelen Rus birliğine tesadüf edip kaçmalarından sonra, İlgıtay halkı Tacik
takunyaları ile bir ay çay ve yemek pişirmişler. Bu sebepten Lakay, Kongrat ve
diğer Özbekler bunlarla sürekli alay eder ve adam sırasına koymazlar.”
(Nakleden: Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 440)
“27 Aralık.
“Ahvalin
gidişi o kadar karışık ki, bu karışıklık içinde uyuşup kaldım. Sekiz Türk daha
geldi; hepsi de soyulmuşlar. Hepsi de ağlıyorlardı. Gelen Türklerin kimisine
son varımı ve çamaşırlarımı verdim. Hırsımdan dişlerimi sıkıyorum. Bizim gibi
bir yabancı, bura halkı ile burada iş görmek fikrine düşerse, işte böyle
aldanır. Bütün bu işlerde Hacı Sami’nin çok dahli var...”
Bu
satırları yazan Enver Paşa, çökmüş gibi görünmektedir; çevresi dağılmıştır;
muhtemelen en zayıf anlarını yaşamaktadır. Buraya gelişine kabahatli arayacak
kadar sıkıntılıdır. Ama, bütün bunlar bir anlık duygulanmalardır ve Paşa, her
şeye rağmen yenilgi kabul etmeyen bir kutlu nesildendir; notları şöyle devam
eder: “Eğer Ruslar buralardan çekilirlerse, fikrim, burada illerin
vekillerini toplayarak bir Maslahat Meclisi kurmak, sonra Fergana, Kırgız ve
saire taraflarına yazarak, onların vekilleri ile burada bir Turan İhtilal
Askerî Teşkilatı oluşturmak istiyorum.” “Fakat” der, “Şimdi, şu
etrafımdaki adamların tesiriyle çok küskünüm. ”
* * *
O
sıralarda Vahş Suyu Ruslarla Mücahitler arasında sınırdır; karşıdaki Düşenbe
Rus kuvvetlerinin elindedir. Kâfirnihan vadisindeki kent ve kasabalar da
Rusların elindedir; ancak, buralarda fazla askerleri yoktur. O yıl
kıtlık
vardır; Rus askerleri için de durum zordur; ama, Moskova’da Komünist Parti
Polit Bürosu hareket kararını almıştır. Buhara’daki askerlerin takviyesi için
özel tümenler kurulması, mahalli bolşevik milislerin toplanması, mahalli parti
teşkilatlarının gerekli ikmal işlerini düzenlemesi kararlaştırılmış ve harekete
geçilmiştir. Parti genel sekreteri Stalin’in yakın arkadaşı Orjenikidze bölgeye
gönderilerek raporlar hazırlattırılır. Bu işleri yerinden yürütmek üzere
Buhara’da Doğu Buhara Diktatörlük Komitesi kurulur. Bu komitede Moskova’ya
kesin bağlı A. Akçurin, Nasır Hakimov gibi komünistler yer alırlar. Bunların
çoğu, sonunda Stalin tarafından 1932 ve 1938’de, millîci suçlamasıyla kurşuna
dizileceklerdir. Bu çalışmaların ilk hamlesi olarak Enver Paşa’yı İngiliz
casusu ilan eden geniş bir propaganda hareketi başlatılır.
Enver
Paşa çevredeki Korbaşılara, beylere, görüşmek istediğine dair mektuplar
gönderir. “Maksadım i’lay-ı kelimetullahtır.” (Allah’ın adını
yüceltmektir) der. Doğu Buhara’daki mücahit komutanların da aralarında
çekişmeler vardır.
Darvaz
mücahit komutanı İşan Sultan iki yüz elli askeri ile yakın bir köye gelir.
Lakay
İbrahim, Paşa’yı Karakuyu köyüne götürür; şerefine bir ziyafet verilir. Fergana
mücahit komutanı Şir Mehmet Bey’in gönderdiği hediyeler, Hacı Kadir tarafından
Paşa’ya sunulur. Bu Hacı Kadir, hacca giderken İstanbul’da Paşa’yı ziyaret
ederek elini öpmüş ve ona sevgiyle bağlanmıştır. Koynundan Paşa’nın resmini
çıkarıp gösterir. İkisinin uzun süreli kucaklaşması herkesi duygulandırır.
Ertesi
gün, İşan Sultan Enver Paşa’yı ziyaret eder ve uzun uzun görüşürler ve
kuvvetleriyle Paşa’ya katılır. Paşa ilk defa burada Türkistan millî
kıyafetlerini giyer: ipek çapan, kalpak ve ipek kemer.
Birkaç
gün sonra bir sabah, İbrahim Lakay askerlerini de alarak sessizce köyü terk
eder. Enver Paşa artık tamamen hür ve yalnız kalmıştır. Bir süre burada kalır;
çevreyle ilişkiler kurar. Daha sonra Muin kışlağına geçer ve burada İşan Sultan
tarafından coşkun bir törenle karşılanır. Buradan eski Buhara Emîrine yazdığı
mektupta, onun adına bütün yetkileri kullanmak üzere selahiyet ister.
Şimdi
artık Enver Paşa’nın elinde sayıca az da olsa birlikler vardır. 15 Ocak 1922’de
Lakay bölgesinden ayrılan Paşa, Rahatı kışlağında karargâh
kurar.
Bir yandan da Rusların elindeki Düşenbe’ye İşan Sultan, Nafi Bey, İsmail Hakkı
Bey, Rahman Minbaşı ve Fuzayl Mahdum’un kuvvetleriyle taciz saldırıları
düzenler. Rus kaynaklarına göre Doğu Buhara’da on iki veya sekiz bin civarında
mücahit kuvveti vardır. Şevket Süreyya Bey ise, bu kuvvetlerin en çok altı bin
civarında olduğunu söyler. (Aydemir, a.g.e., s.664)
Paşa,
buradan kamuoyuna bir bildiri yayımlar ve mücahitleri, Türkistan’ı kurtarmak
üzere birliğe çağırır:
“Ben Allah’ın kulu,
Resûlünün halifesi, emîrü’l-müminîn Sultan Mehmet’in damadı ve ordularının
başkomutanı, dîn-i mübîn-i Ahmedînin âciz hizmetçisi, Afganistan emîri şevketli
Emanullah Han hazretlerinin serdar-ı âlâsı ve kâfirlerin barışmaz düşmanı olan
Enver Paşa, dini ve vatanı korumak için çarpışan gazilere selam ve duadan sonra
bildiririm ki, bu andan itibaren Buhara-yı şerif, Hive ve Türkistan’ı istila
eden Ruslardan temizlemek üzere, Ruslara savaş ilan ederek, Allah’ın izni ile
bütün Müslüman kuvvetlerin komutasını üstüme aldım.”
Mücahitlerin
Ali Rıza Bey’le temas kurmalarını isteyen Paşa, kendisinin de Korgantepe
üzerinde Düşenbe’ye doğru harekete geçeceğini bildirir. (Dr. Y. Gedikli, a.g.e,
s. 153)
Fergana, Hive, Darbaz, Gölap, Dihnev,
Baysun ve Karatekin’den mücahitler gelir. Hiveliler, Han Cüneyt’in selam ve
bağlılıklarını bildirirler. Bu arada, Buhara Hükûmeti Savaş Bakanı Abdülhamit
Arif Bey74,
çevresindeki Malegine Efendi ve diğerleriyle birlikte Mücahitlere katılmaya
karar verirler:
“Buhara
memleketinin, eskiden beri büyük bir tarihe ve görkemli bir geçmişe sahip olan
bir devlet ve millet olduğu herkesçe bilinmektedir. Fakat bugünkü günde ne bu
memleketin ve milletin geleceği ve ne devletinin bağımsızlığı Rus Hükûmeti
tarafından dikkate alınmayıp, bütün geçmişi ve dinî ve millî mukaddesleri
ayaklar altında çiğnenmeye teşebbüs edilmiştir. Nasıl ki, bu memleketin gerçek
evladı Osman Hoca Buhara Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olduğu halde ve Savaş
Bakanı Danyal Bey’le birlikte Rusların memleketimizin geleceğini mahvettiğini
görüp Mücahitlere katıldıysa, ben de bu memleketin evladı olduğuma göre,
Merkezî İcra Komitesi Üyesi, Bakanlar Kurulu Başkan Vekili ve memleketin Savaş
Bakanı olduğum halde, Rusların eline oyuncak olmak istemeyip, bütün ruhum ve
varlığımla isyan edip Türkistan’ın kurtarılması için gayret kemerini bağlayarak
ve ayaklanan evlatlarına katılarak memleketin kurtulması yoluna koyuldum....”
(Yamauchi, a.g.e., s.300 )
Rus
ordularına karşı, Türkistan’ın kurtuluşu için savaşan bu gözü kara insanlara,
hele Osmanlı subaylarına sıradan bir bakışla, gerçekten de hayalperestler yahut
maceracılar demek ilk akla gelen yargıdır. Ama, daha önce de söylediğimiz gibi,
bu kahramanlar, akibetleri dahil her şeyi bile bile
yürüyorlardı;
hiç de hayal kurmuyorlardı. Bizim günlük havsalamız bu destanı kavrayamadığı
için, böyle kolay yargılara sapmaktadır. Aşağıdaki mektubu yazan Nafi Bey,
Enver Paşa’nın en yakınındaki Osmanlı subaylarındandır; mektuptaki edaya bakın:
“Türk
Ordusunun Süvari Subaylarından Mülazım-ı Evvel Cavit Beyefendiye,
“Kardeşim Cavit,
“Şimdiye kadar
mektup yazamadığımdan kabahatli isem, bunun yarısı da size düşer. Hamdolsun,
ben afiyetteyim. Şimdi, Mücahitler ordusuyla Enver Paşa’nın yanındayım. Cavit
sana bir şey yazmayacağım; durumumuzdan haberdarsın. Yalnız, şu kadar
söyleyeyim ki, biz bura halkı tarafından, tepeden tırnağa kadar hiçbir şeyimiz
kalmamak üzere soyulduk. Bu sebeple, aşağıdaki listedeki eşyayı göndermenizi
rica ederim. Sen bunları tedarik et; param olduğu zaman ben sana öderim. Cavit,
ne yaparsan yap, bu eşyayı mümkün olan hızla gönder. Çünkü çırılçıplak bir
haldeyim. İslamlara hizmet böyle oluyormuş; özellikle Buharalılara. Fakat
İnşallah vaziyetin yakında iyi olacağını ümit etmekteyiz. Bâki muhabbet cümle
arkadaşlara, özellikle Bulgar Osman’a çok selam.
Kardeşiniz Nafi
-
Bir kat elbise, boyunun ölçüsü 1.55, bir kalpak, bir çizme, 41.5 numara, 2
takım çamaşır, bir mahmuz, bir bel kemeri, bir kaput, birkaç mendil.”
(Yamauchi, a.g.e., s.258 )
Belli
ki, Paşa’nın bavulunda da artık çamaşır kalmamış; zaten, sonuncusunu da
verdiğini 19 Aralık tarihli mektubunda yazmıştı.
Bu
insanlar kendi durumlarını gayet gerçekçi olarak görüyor ve o hallerinde bile
kendilerini alaya alabiliyorlar; ama, yollarından dönmüyorlardı. Hem ağlanacak,
hem gülünecek bu mektubu okurken, Miralay Nafi Bey’de, o yenilgi kabul etmeyen,
yıkılmayan neslin ruh halini görüyoruz... Küçük Talat Bey’in, eğer Ankara
Hükûmeti kendisini yurt dışına sürmez de İstanbul’da bırakırsa evlenmeyi
düşündüğünü, hatta bir iki adayın da olduğunu anlatan mektubu tatlı
istihzalarla doludur. Halil (Kut) Paşa, kendisine yazılan bu mektubu, “Biraz
gülesin diye” Enver Paşa’ya yazdığı mektubun içine koyar. (Yamauchi, a.g.e,
s.234)
Kendi
yokluğu ve çaresizliği ile istihza eden bu adam, o devrin önde gelen insanlarından
biridir.
Aralık
ayı ortalarında Enver Paşa komutasındaki Türkistanlı mücahit kuvvetler
Düşenbe’yi kuşatırlar. Sovyet konsolosu Enver Paşa ile temas imkânı arar. Paşa,
Rusların tamamen çekilmesini ister: “Türkistanlılar ile Buharalılara kendi
işlerini halletme imkânı tanınmalıdır. ” der. (Baymirza Hayit, Ruslara
Karşı Basmacılar Hareketi, İstanbul 2006, s.275) Zeki Velidi’ye göre Enver
Paşa Düşenbe’yi, yukarıda tasvir edilen bu takunyalı mücahitlerle kuşatmıştır.
Ondan dinleyelim:
“İşte,
kendi milleti olan Lakay Türklerinin esaretinden kurtulan Paşa, İran unsuru
olan bu Taciklere dayanarak 16 Aralık’ta Düşenbe’deki Rus garnizonunu kuşatmaya
başlıyor. Kuşatmaya başladığı zaman, iki yüz kişi olan Taciklerin, ancak on üç
tanesi Rus tüfeğine sahip olup, kalanları çakmaklı eski usul av tüfekleriyle
donanmış yahut büsbütün silahsız idiler. Etraftaki Türk ve Tacik köylerinden
birkaç adam daha toplayıp yaptığı ilk hücumda, Ruslardan elli asker ölüyor.
Bundan başka 180 tüfek ve iki mitralyöz Enver Paşa’nın eline geçiyor. 20-22
Ocak çarpışmalarında Ruslar büyük zayiat verip çekiliyorlar. Ben o günlerde
Semerkand dağlarındayken, Düşenbe’den telsizle Rus karargâhına gönderilen
raporların suretlerini okuyordum. Düşenbe’deki Ruslar, Enver Paşa’ya karşı
direnmenin mümkün olmadığını abartılı bir şekilde ifade ediyor ve kendilerine
Düşenbe’den çekilmeye izin istiyorlardı. 8 Şubat taarruzunda Ruslar yüz ölü
verdiler. Ayrıca, seksen iki nefer Enver Paşa’ya katıldı. Kalan Ruslar,
toplarını meydanda bırakıp kaçtılar. Fakat, kalan topları Enver Paşa’nın
karargâhına taşıyacak vasıta bulunamadı. Nihayet Ruslar 14 Şubat’ta Düşenbe’yi
terkettiler.” (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 240)
Yaver’in
yazdığına göre 8 Şubat saldırısında Ruslar “yüzden fazla ölü verdiler.
Mücahitler bir mitralyöz ile pek çok tüfek ve cephane ganimet aldılar. Ruslar
tarafından seksen iki kişi mücahitlere katıldı. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e., s.159)
Çarpışmaların
devam ettiği 28 Ocak 1922 gününde Paşa, Berlin’de Merkez-i Umumî’ye yazdığı
mektupta ilgi çekici bir haber verir:
“Muhterem
Arkadaşlar,
“Doğu Buhara,
Düşenbe civarı.
“Artık işler
istediğim yola girmektedir. Doğu Buhara’da Rus istilası dışındaki Gölab,
Belcivan, Darvaz, Karatekin vilayetlerinin beyleri askerleriyle geliyor.
Bunlardan oluşan bir meclis ilk yeni Buhara Hükûmeti olacak. Hepsi istediğimi
yapmaya hazır.” Gelemeyen vilayet beğleri de vekil gönderiyorlar. Son on gün
içinde beş kere muharebe oldu; Ruslar için pek kanlı geçti. “Hisar vilayeti
beyi İbrahim çok zorluk çıkarıyordu. Dün halk toplanıp, iş görmemesinden ve
düşman ile vuruşmamasından, kendisini azletti. Yerine atanan bey tamamen emrime
tâbidir...” (Yamauchi, a.g.e., s.261 )
Fakat,
Paşa’nın bu tarihten sonraki kayıtlarında da böyle bir gelişmeye
rastlanmamaktadır.
Aynı
gün kardeşi Kâmil’e yazdığı mektupta, “Ben bir senede işlere hâkim olacağımı
sanırken, şimdi iki ayda durum istediğim şekle giriyor.” İnşallah yakında
daha da iyi olacaktır. Hacı Sami’nin değil, benim fikrim galebe çaldı,
demektedir. “Büyük parebellum tabancalarından hiç olmazsa on tane göndermeyi
unutma. Sonra, acaba zeplin ile bura ile bağlantı kurmak mümkün olamaz mı ve
kaça mal olur?” (A. İnan, a.g.e., s.117)
Türk
kuvvetlerine Enver Paşa’nın komuta ettiği haberi Rusların morallerini
bozmuştur. Çevredeki Rus birliklerinin de yardıma gelmelerini isterler.
Düşenbe’yi terk eden Rus birliklerini takip eden Enver Paşa kırk kilometre
kadar ileride önlerini keser ve Rusları bozguna uğratır. 19 Şubat’ta
Sarıasya’da toparlanmaya çalışan Ruslar yeniden bozulur ve Enver Paşa, İşan
Sultan, binbaşı Nafi Bey ve Rahman Minbaşı kuvvetlerinin saldırıları altında
Baysun’a kadar çekilirler. Faruk, Halil ve Osman Efendiler ile Musa, Hacı
Mehmet, Hüseyin ve Kadir Çavuş’un büyük kahramanlıkları görülür. Paşa son
çarpışmalarda hafifçe yaralanır.
Paşa, Abdurrahman Toksabay’ı Düşenbe,
Polat Bek’i Sarıasya valiliklerine atar. Düşenbe’nin kurtarıldığı gün,
Destankulu, Molla Egemberdi ve Orazkul Mirahur kuvvetleri Kabadiyan’ı kuşatır
ve düşürürler.75
Semerkant’taki
Rus tümeni Buhara’ya doğru harekete geçerek Kette Korgan civarında mücahitlerle
sekiz saatlik bir çarpışmaya girer. Sonunda karargâh ağırlıklarını bırakarak
çekilmek zorunda kalır. Şirabad ve Torgan kalelerini terk ederler. Ruslar silah
bırakışmasıyla, Akmescit’te barış görüşmelerine girerler. Görüşmelerin esası
Türkistan ve Buhara’nın bağımsızlığıdır; ancak, Ruslar zaman kazanmak üzere
görüşmeleri uzatmaktadırlar. Enver Paşa bir protesto göndererek yeniden askerî
hareketi başlatır.
Bu
arada Türkistanlı faal komünistlerden Alimcan Akçurin, Paşa’ya bir mekup
yazarak, “Sizler Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altındadır. Askerî
gücünüzü oraya yoğunlaştırırsanız sizin için daha iyi olur. ” yolunda öğüt
verir. Enver Paşa cevabında, “Türkiye’yi kurtarabilecek niteliklere sahip
çok arkadaşım var; bundan hiç şüpheniz olmasın. Orada arkadaşlarımız bütün
imkânlarını seferber ederek mücadele ediyorlar. Bu ülke benim anavatanımın
bir
parçasıdır. Buradaki hemşehrilerimin damarlarında akan kan ile benim kanım
aynıdır. Bu ülke Rusların değil sadece Türklerindir. İnsanlar nasıl buradan
Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı mücadele
etmek için bulunuyorum. Türkler, her nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız
olmalıdırlar. ” (Tekin Erer, Enver Paşa’nın
Türkistan Kurtuluş Savaşı, s.103, B. Hayit, a.g.e., s.276)
Enver Paşa bu başarıların ardından,
Seksentepe’den, eski Buhara Emîri Âlim Han’a yazdığı mektupta, “Hizmet-i
dîn-i mübîn olan teklif-i şahanelerini kabul ve bi-iznillah-i taâlâ işe
başladım.” der ve harekât hakkında bilgiler verir. “İbrahim Bey
arkamızdan gecikerek geldi. Fakat, Anbarsay’da ve sonra vuruşa girmedi. Eğer
girseydi Ruslar hiç kurtulamazdı Abdülcebbar
ve Danyal Beyler Şehrisebz ve Guzar ve Karşı
taraflarında
cenk etmektedirler. Ruslar sadece Şehrisebz, Guzar ve Karşı ’da kalmışlardır;
şehirden çıkamamaktadırlar. ... İşan Sultan, Ali Merdan, Eşikağası ve Damulla
Öğünverdi askerleriyle Seksentepe’deyiz. Döşneli Emir Ahur, Rahman Binbaşı da
askerleriyle birlikte yanımızdadır. İbrahim Bey askerlerini alıp Hisar
vilayetine döndü. Mamafih kendisine yazdık; geleceğini ümit ederim. ”
(Yamauchi, a.g.e., s.262 )
Kâbil’de
bulunan Osman Hoca ve Hacı Sami, mücahit gönüllüler toplamakta ve silah satın
alarak göndermektedirler.
Enver
Paşa’nın Buhara’ya geçmesiyle, yurt dışındaki İttihatçılar arasında
huzursuzluklar, gevşeme, hatta aleyhte konuşmalar başlar. Esasen hepsi çeşitli
sıkıntılar ve gelecek endişesi içindedir. Enver Paşa’ya yardım etmeye karar
verirlerse de, hem gönülsüzdürler, hem de himmete muhtaç haldedirler. Bütün bu
işlerin merkezinde bulunan Kâmil ise, en çok bunalanlardandır. “Ağabey, bu
adamlarla çalışmak mecburiyetinde kaldığımdan, son derece muazzebim. ... Burada
sizin için canla başla çalışmakta olan Ziya ve İlyas’tan başka kimse yok.”
diyor. Enver Paşa uzaklara gitmiş, Sovyetler desteğini çekmiş, Ankara’nın da
gücü artmıştır. Kâmil, Birliğin yayın organı olarak çıkartılan gazetenin
çıkarılmasının da tehlikeye girdiğini söylüyor; on sayının parasının bir kenara
konulup, dokunulmamasını isteyeceğim, kabul etmezlerse işbirliğini keseceğim,
diyor. Fiyatların iyice arttığından, geçim işinin zorlaştığından ve
İstanbul’dan bir şeyler satmak zorunda kalacaklarından söz ediyor. “Gelelim
şimdi de özel işlerimize. Biçare Sultan Efendi ruhen çok rahatsızdırlar. Sizden
uzak yaşamak kendisine pek güç geliyor. ” (Yamauchi, a.g.e.,
s.263-4)
25
Şubat 1922’de, Seksentepe’den Kâmil’e yazdığı mektupta, çocukları alıp,
Hindistan-Kâbil üzerinden gelmeniz mümkün müdür, bir araştır; durumumuz
gittikçe iyileşmektedir, der. “Mümkünse, bana 45 fişekli parabellum
tabancalardan beş on, hiç olmazsa bir tane gönder.” Benden mektup aldıkça,
Merkez-i Umumî’ye, Halil’e ve Nuri’ye de bildir. (Yamauchi, a.g.e.,
s.264)
Buradan,
Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi, eski Dışişleri Bakanı Halil Menteş’e yazdığı
mektupta ise, onlardan uzakta çalışmanın çok zor olduğunu söyler:
“Eski
Dışişleri Bakanı Halil Bey’e,
“Tosun Halilciğim,
“Sizden uzak, yalnız ve bilmediğim bir çevrede
çalışmak çok zor. Fakat ne yaparsın? Bolşevikler buraları harabeye çevirmişler.
Bir ev, bir mescit kalmamıştır. Halk tamamıyla soyulmuş, yanmıştır. Mamafih
dayanmaya başladılar. Şimdilik kuvvetimiz pek çok değil. Fakat gittikçe
artmaktadır. Bütün arkadaşlara hürmet eder, gözlerinden öperim...
Enver”
Paşa karargâhını Yürçi’ye taşır.
Buradan Afgan Kralı Emanullah Han’a bir mektup yazar:
“Âla Hazret
Emanullah Han,
“Buhara
Cumhurbaşkanının, düşman askerlerini silahtan tecrit etmek için yaptığı
teşebbüs, Lakay İbrahim’in Bolşeviklerin lehine yaptığı müdahalesi ile sonuca
ulaşamadı. Dışarıdan Lakaylar, içeriden Bolşeviklerin ateşleri arasında kalan
askerleri, Düşenbe’den çıktılar. Havanın birden bozulması, şiddetli rüzgâr ile
sağnak halinde yağan yağmur altında, açıkta kalan erler arasında panik hasıl
oldu. Böyle feci duruma düşen birlikler yekdiğerinden ayrıldı ve her biri ayrı
istikamete dağıldı. Cumhurbaşkanı Osman Bey, komutan Ali Rıza Bey yalnız
kaldılar. Bu sebepten dolayı Devlet-i Aliyye’ye (Afganistan’a) iltica ettiler.
İbrahim’in aleyhtarlığı ile Cumhuriyet kuvvetleri dağılınca, düşmana erzak
göndermek tarzında yardımda bulundu.
“Darvaz
Leşkerbaşısı kuvvetleriyle bize katıldı. Bundan yararlanarak, İbrahim’in
kontrolünden kurtulup düşmanı muhasara ettim; iaşe gönderilen yolu kapattırdım.
İki gün sonra Ruslar Düşenbe’yi terkedeceklerine dair söz verdiler; silahlarını
istedim, vermek istemediler. İki gün önce de, gecenin karanlığından
yararlanarak Düşenbe’yi terkettiler. Şimdi, Yürçi-Baysun arasında dümdar savaşı
vererek çekiliyorlar. Mücahitlerimiz düşmanı takip ederek zayiat
verdirmektedirler.
“Kabadiyan
garnizonunu muhasara ederek iaşe yollarını kesmesi için Çilligöl
mücahitlerine emir
verdim. Yakın zamanda geri alınacağını umut etmekteyim.
“Buhara
halkının, memleketlerini Bolşeviklerden kurtarmak için yaptıkları mücadele,
Afgan Devlet-i Aliyyesinin korumasına muhtaçtır. Bu hususta taraf-ı şahaneden
sadır iradeyi beklemekteyim. Buhara halkı arasındaki nüfuzumun etkili olması
için, Emîr Âlim tarafından benim adıma bir vekâletname alınıp gönderilmesi
halinde, başarılı olacağımızı, üstün saygılarıma terdifen arzederim.
Enver Paşanın, Afgan Kıralı
Emanullah Han’a yazdığı,
“Şevketmeap Gazi Kardaşım Efendim” hitabıyla
başlayan ve gönüllü Afgan askerlerinin iyi savaştıklarını bildiren mektubu.
İmza: Biraderiniz Enver. (Türk
Tarih Kurumu, Enver Paşa Arşivi, B. 1098)
Enver”
Enver
Paşa her şeye rağmen Lakayları yanına çekmeye çalışmaktadır. Lakayların bölgesi
olan Düşenbe ve Hisar çevresinin Ruslardan temizlendiğini de söyleyerek Lakay
İbrahim’in de mücadeleye katılmasını ister. İsmail Hakkı Bey’in götürdüğü
mektuba pek sevinen Lakaylar, tamam, geliyoruz derlerse de, yerlerinden
kıpırdamazlar.
Şubat
ayı içinde Şehrisebz Korbaşıları Abdülcebbar ve Evliyakul beş bin civarında
atlı ile kendisine katılacaklarını bildirirler. Kerki Türkmenleri komutanı
Kulmuhammedoğlu ise, üç bin süvarisi olduğunu, Rusları Kerki Kalesine
sıkıştırdıklarını, ancak, savaş sanatını bilen adamları olmadığı için son
darbeyi vuramadıklarını yazar: “Bekliyoruz. Düşenbe’yi, Dihnev’i,
Kabadiyan’ı
geri aldığınız haberi bizi memnun etti. Cesur, yiğit arkadaşlarınızı tebrik,
başarılarınıza dua eder, yardımlarınızı bekleriz.” (Bademci,
a.g.e., c.2, s.119)
Enver Paşa’nın annesinin,
Türkistan’daki oğluna gönderdiği nuska:
“Allahu Teala kudretiyle
istediğini yapar ve dilediği şekilde hükmeder. Bütün işler Allah’ta
son bulmaz mı? Her şey fâni olup, bâki olan Allah’tır. Hüküm sahibi O’dur ve
dönüş O’nadır.
Allah size yeter. O, dua
edenleri işitir ve bilir. O’nun gücü mutlaktır. Kim Allah’a tutunursa
kurtulur. Allah her türlü eksiklikten uzaktır; Rahimdir, Kerimdir.”
Görüleceği gibi nuska,
âyetlerden oluşturulmuştur. (T.T.K. Enver Paşa Arşivi. B.1379)
Enver
Paşa karargâhını Pulhakiyan’a kurmak üzere yola çıkar. Paşa’nın geçtiği
yerlerde köylü halk yollara dökülerek sevinç gösterileri yaparlar. Afgan Kralı
Emanullah Han, Harbiye Bakanı Nadir Han’a Enver Paşa’yla irtibatta olmasını
emreder. Enver Paşa Düşenbe’ye hareketinin ilk günlerinde silah ve malzeme
sağlamak üzere Hasan Bey’i Nadir Han’a göndermiştir. 22 Şubat’ta Seksentepe
köyünde görüşürler. Bu yolculuğunda Mezar-ı Şerif’e de uğrayan Hasan Bey, orada
bulunan Osman Hoca ile görüşür. Osman Hoca, Paşa’ya bazı hediyelerle birlikte
bin beş yüz Buhara altını gönderir. Osman Hoca Basmacı komutanlardan Danyal ve
Cebbar Beylere de yardım etmektedir. Ayrıca Buhara’da bulunan Müncan Mahdum’u
da harekete katılmaya ikna eder. Enver Paşa’nın başarıları da, mücadeleye olan
sempatiyi artırmaktadır. Doğu Buhara, Fergana, Semerkand, Batı Buhara ve Harzem
mücahitleri Enver Paşa’nın başkomutanlığını kabul etmişlerdir. Molla
Abdülkahhar Buhara’yı, Cüneyt Han Hive’yi geri alırlar. Fergana’daki Kızıl Ordu
yenilgiye uğratılır. Paşa, Afganistan Kralına bir mektup yazarak, Kâbil’de olan
Ali Rıza Bey’in Kerki Türkmenlerine komuta etmesi için gönderilmesini ister.
(Bademci, a.g.e., c.2, s. 122)
Düşenbe’nin
ve ardından diğer kentlerin alınmasıyla Paşa’nın Türkistan’daki itibarı artmaya
ve yayılmaya başlar. Eski Hokand Millî Şûrâ Reisi Alim Can, Türkmen Hudaynazar,
daha önce Kâşgar’da Yakup Han emrinde çalışmış olan seksenlik ihtiyar Hacı
Hekem, Katagan kabilesi reisi Paşahan, Belcivan Karluklarının reisi Abdülkadir
ve Molla Niyaz da Paşa’nın yanına gelmişlerdir.
Enver
Paşa’nın çevresinde Ruslara casusluk eden bir bolşevik, Paşa’nın o günlerdeki
hayatı hakkında şunları yazar:
“Enver Paşa’nın
yaşamakta olduğu oda, son derece sade döşenmiş olup, odanın ortasında bir soba,
oturup yazı yazmak için, bizzat kendisinin yaptığı bir tahta masa ve köşede bir
karyola bulunuyordu. Paşa, bacak bacak üstüne atıp, bacaklarını sık sık
değiştirmeyi severdi. Haşlanmış et, çorba ve pilavı iştahla yer, süt ve
kaymaktan da hoşlanırdı. Önceleri yerli aşçıların hazırladığı yemekleri
tereddütle yerken, daha sonraları buna alışmıştı. Kıyafeti, İngiliz stilinde
siyah askerî üniforma, belinde silah ve kılıç, boynunda dürbünü eksik olmazdı.
Ata son derece ustalıkla biner, beş vakit namazını ihmal etmediği gibi, teravih
namazlarını da yerli halkla birlikte kılardı. Yerli halka iyi görünmek için kısa
sakal da bırakmıştı.” (Bakiyev, a.g.e., s.171)
Paşa’nın,
İbrahim Bey’in peşine gönderdiği anlaşılan Miralay Hüseyin İzzet Bey, 3 Mart
1922 tarihli mektupta, o gün İbrahim Bey’e yetişeceğini ve
Karatak’ta
Turakol Efendi askeriyle birlikte bulduğunu yazıyor. Otuz tüfekli, otuz
tüfeksiz altmış askeriyle Turakol Efendi, “Şeriat ve İslamiyet için Paşa
Hazretleri nezdinde kanımızı dökeceğiz.” demektedir. Kendisine, bir iki
hediye ayırırsanız pek güzel olur. “Dursun karakol beyi burada,
Karatak’tadır. Fakat ızdırabı çok fazladır; bir yere hareket edecek durumda
değildir. Yarası şişmiş ve kemikler tabii ki kırılmıştır. Teselli için
Afganistan ’a göndermeyi teklif ettimse de, kabul etmedi. ”(Yamauchi, a.g.e.,
s.265) Akıbetini bilemediğimiz Karakol beyi Dursun da, o neslin isimsiz nice
kahramanlarından biridir.
Aynı
günlerde Kâmil Bey’den can sıkıcı mektuplar gelmektedir: “Ruhen pek
muazzebim. Merkez-i Umumî üyeleri olan Rüsuhî, Baha Şakir, Cemal Azmi ve Azmi
Beylerle tamaman ilişkiyi kesip, ‘Efendiler bundan sonra sizinle çalışılamaz.
Siz Ali Bey’in hareketi aleyhindesiniz. Ali Bey’in bin bela topladığı paraları,
yine onun için sarfetmek gerekir.’ demeyi düşünüyorum. Bir taraftan da bunların
arasından ayrılmak istemiyorum. Onların hareketlerinden haberdar olmak için gazetenin
hiç olmazsa bir yıllık masrafını bir kenara ayıralım, dedim. Az kaldı beni
boğacaklardı. ... İki haftaya kadar Nuri ağabeyimin tedavisi bitecek. O zaman
burada toplanıp, size yardım etmek için ne yapmak gerekeceğini
kararlaştıracağız. ” (Yamauchi, a.g.e., s.266 )
Başsız
ve yad ellerde parasız kalan İttihatçılar dağıtmış görünüyorlar: “Bizden
maaş alıp, aleyhimize ağızlarına geleni söylüyorlar ve burada yazmaktan
çekinmiyorlar.” Anlaşılan o ki, mevcut para tamamen Enver Paşa’nın teşebbüs
ve itibarıyla temin edilmektedir. (Yamauchi, a.g.e., s.266 )
Kâmil’in
Batum’a yolladığı mektuplar da, dönüp dolaşıp tekrar Kâmil’e gelmiş, o da
hepsini yeniden Paşa’ya göndermiştir. Enver Paşa buradan yazdığı 19 Mart 1922
tarihli mektubunda, yeniden çocukları alıp yanına gelmelerinden bahseder: “Ne
olurdu sen Sultan Efendi ve çocuklarla şöyle Hindistan üzerinden Afganistan’a
gelseniz. Oradan da buraya gelmek pek iyi olurdu. Tabii, İngilizlerden izin
alabilirseniz böyle güzel bir yolculuk yapılabilir. ” (Yamauchi, a.g.e.,
s.267 )
Mart
ve Nisan ayları ufak çatışmalarla ve mücahitlere katılan gönüllülerin eğitimi
ile geçer. Daha önce dağılan askerlerden bir kısmını Danyal Bey’in toplayarak
Şehrisebz’de Cebbar Bey’e katıldığı haberi gelir. Paşa, Halil Bey’i oraya
gönderir. Halil ve Danyal Beyler, Kongrat boylarının
bulunduğu
Hacı İpek Ata’ya geldiklerinde, Paşa da Baysun’a sekiz kilometre uzaklıktaki
Pulhakiyan kışlağına gelir. Paşa buradan Baysun’u kuşatır; bir ay kadar burada
kalarak Rusların ikmal yollarını vurur.
“25 Mart-Pulhakiyan.
“Kâğıtsızlıktan
sana bir şey yazamıyorum... Ruslardan ilk ganimet olarak bir top basma
getirdiler. Bundan, sana mendil, Mahpeykere yastık yüzü vesaire yapacağım...”
Mezar-ı
Şerif’teki Ali Nazif Bey’den, İttihad-ı İslam Ordusu Başkomutanlığına mektup
gelir; buna göre, 1. Buhara Hükûmeti Afganistan’a Haşim Efendi’yi göndermiştir;
asıl amaç, yeni başlayan millî harekete ne ölçüde yardım edebileceklerini
öğrenmektir. 2. Buhara’daki Rus kuvvetleri üç-dört bin civarındadır; ama, on
bin olarak göstermektedirler. 3. Cebbar Bey’in kuvveti yedi yüzü geçmiştir. 4.
Karşi ve Kerki’deki teşkilat gün geçtikçe kuvvetleniyor; bugün yarın harekete
geçerler. Ben mahkûm gibi, burada kaldım; emir bekliyorum. 5. Altıkol, Muhammed
Pehlivan ve Muhammed Şah adındaki Türkmenlerin emrindeki beş yüzü geçen kuvvet
harekete hazırlanmaktadır. 6. Osman Hoca ve Sami Bey Kâbil’e vardılar. 7. Fazla
vakit geçirmeden Merv ve Çarçuy taraflarına geçerek “şimendifer hattını
tahrip ettireceğim. O civar Türkmenleri bu işi iyi bilirler.” (Yamauchi, a.g.e.,
s.267-8)
28
Mart 1922 günü, bir süredir Afganistan’da bulunan Hasan Bey, Afgan Kralı’nın
mektubu, Emîr’in vekâletnamesi ve yardımlarla döner. Emanullah Han şunları
yazmaktadır:
“Huzur-ı
Biraderlerime,
“Buhara
topraklarının düşmandan kurtulmasını Afgan halkı ve hükûmeti çok arzu
etmektedir. Bu hususu ispat için, üç yüz silahlı gönüllü toplayıp, Buhara
halkının istiklal gazasına iştirak etmek üzere Efzaleddin Han komutasında
emrinize gönderilmiştir. Afgan tüccarları Buhara’nın istiklal mücadelesine
yardım olmak üzere iki bin kilo bakır, sekiz yüz kilo barut, dört yüz asker
için elbise, 2500 altın para bağış olarak gönderilmiştir. Bu eşyaları
getirenler arasında mermi imal edecek ustalar mevcut olup, emirlerinizi yerine
getireceklerdir. Arzu etmiş olduğunuz vekâletname Emîr Âlim Han’dan tasdikçe
gönderilmiştir.
Savur 1332
Emanullah”
(Bademci, a.g.e.
c.II, s.86)
Beklenen
vekâletname Enver Paşa hakkında “Nâzır-ı Külli’l-Asâkir” ifadesini
kullanmaktadır; yani “Bütün askerlerin komutanı”. Vekâletnamenin suretleri
Lakay İbrahim Bey ve Togaysarı’ya da gönderilir. Karargâhta büyük sevinç
yaşanır.
Paşa,
Pulhakiyan’dan Osman Hoca’ya bir mektup yazar: “Sizin fedakârlığınızla
başlayan hareket hamdolsun ilerlemektedir. Bir taraftan Buhara hakiki vatan ordusu
oluşmakta, bir taraftan da yurt yabancı hâkimiyetinden kendi gücüyle
kurtulmaktadır.” Paşa mektubunda İbrahim Lakay’ın şimdilik iyi çalıştığını,
yakın bir gelecekte beraber olabileceklerini yazar. (Baysun, a.g.e.,
s.84)
2
Nisan 1922. Guzar mıntıkasından ziyaret için gelmiş olan Abdülcebbar ve Evliya
Kulu Beyler, kendi bölgelerine dönerler. Akşam üzeri, karakol komutanı Yüzbaşı
Hacı Mehmet Bey, Sarıasya kışlağından Baysun’a kadar Rusları takip eder; Ruslar
çarpışarak çekilirler. Yüzbaşı Hüseyin Bey yardımına gönderilir.
Enver
Paşa’nın, Baysun’u terkedin çağrısına cevap veren Baysun Garnizon komutanı,
Moskova’dan haber gelmedikçe şehri terkedemeyeceklerini bildirir.
“3
Nisan 1922. Hava kapalı. Karargâh Pulhakiyan’dadır.”
Paşa çeşitli yerlere askerin ihtiyaçları için emirler yazar. Ali Merdan Bey,
Baysun kuşatma kuvvetleri komutanlığına atanır. İbrahim Lakay Bey’den,
karargâha gelmek üzere hareket ettiğine dair mektup gelir. Lakay Abdülkadir
Eşik Ağası’na, askerleriyle Şirabâd üzerine yürümesi emri verilir.
4
Nisan’da, eşine, bir Buhara elbisesi ve içinde bir miktar para gönderir. Ulaşıp
ulaşmayacağı bilinmez.
Düşenbe
çarpışmalarında yararlığı görülen elli bir mücahit için eski Emîr’in gönderdiği
taltifnameleri İbrahim Bey’in alarak, kendi yakınlarına dağıttığı anlaşılır.
İbrahim Bey’in yapığı hareket komutanlara duyurulur. Baysun’dan kaçıp Paşa’ya
iltica edenlerden Ruslar hakkında çeşitli bilgiler alınır ve komutanlara
bildirilir. Saray Kemer halkına, silahlanarak mücadeleye katılmaları için Paşa
tarafından mektup yazılır. “Bugün Abdülcebbar Bey’in askerlerinin, yerlerine
giderken kışlaklarda halktan zorla at ve eşya aldıklarına dair halktan şikâyet
geldi.” Fergana mücahitlerinin reisi Şir Muhammed ve batı Buhara
mücahitlerinden
Feyzullah
İşan da birlikleriyle katılırken, Fuzayl Mahdum’un iki bin kişilik mücahit
kuvvetiyle gelmekte olduğu haberi sevinç yaratır.
Leyakan
taraflarında çetecilik yapmakla görevli Binbaşı Osman Bey’e, Ali Merdan Bey’in
o taraflara geleceği, kendisine katılması bildirilir. Hakan kışlağında İşan
Arslan Hoca Sudur’a, asker toplayarak Ali Merdan Bey’in yanına gitmesi yazılır.
Sarıasya hâkimi Alem Hasan Bey’e, beylik mansıbı gönderilir.
6
Nisan, Hava
yağmurlu. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Binbaşı Faruk Bey nizamiye kuvvetleri
komutanlığına atanır. Osman Hoca, Hacı Sami ve Emîr Âlim Han’dan mektuplar
gelir. Karatekin Beyi Fuzayl Mahdum’un üç bin atlı ile gelmekte olduğuna dair
mektubu, ayrıca Paşa tarafından gönderilen İsmail ve Süreyya Beylerin teyit
mektupları gelir. Paşa, Fazluddin Bey’in habercisine bir at, bir hilat hediye
eder.
7
Nisan. Hava
açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa, Kurmay Başkanı Hasan Bey’i, Fuzayl
Mahdum’u karşılamak üzere yola çıkarır. Hasan Bey Karlık Kışlağına vardığında
Fuzayl Bey’in, Denav tarafından gittiğini öğrenir. Rus birlikleriyle çeşitli
yerlerde çarpışmalar olur.
8
Nisan. Hava
açık. Karatekin komutanı Fuzayl Mahdum’un geliş haberi sevinç yaratırsa da,
fitneyi durdurmaz. İbrahim Bey’in, Fuzayl Mahdum’un Lakay bölgesinden geçmesine
izin vermeyeceğine dair duyumlar alınır. Fuzayl Bey bir çatışmaya meydan
vermeden yoluna devam eder. Ancak, yorgun ve arkada kalan iki yüz kadar
askerini İbrahim Bey engeller; tüfeklerini almak isterse de, silahlar verilmez.
Koytan dağlarında Hacı İpek Ata’daki Halil ve Dalyan Beylere de gelmeleri
emredilir; sekiz yüz kişilik kuvvetle gelirler.
9
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Miralay Hasan Bey Karlık’tan ilerleyerek
Fuzayl Bey’in kuvvetlerine yetişir. Beş yüzü tüfekli, gerisi kılıçlı üç bin
kişidirler.
İbrahim
Bey’in tutumu biraz mübalağalı olarak bildirilmiş olmalı ki, Paşa, Hasan Bey’e,
o tarafa gitmesini ve Fuzayl Bey’e de çatışmaya meydan vermemesini bildiren
mektuplar yazmış, kendisi de yüz elli Afgan askeriyle yola çıkmış, Karlık
civarına gelmiştir. “Hemen bir çok askerle Fazluddin Bey ve Kurmay Başkanı
Miralay Hasan Beyler Paşa’yı karşılamaya gitmişler. O gün Karlık’ta
geçirilmiştir.” O gece Fuzayl Bey, Paşa’ya iki at, biri sırmalı,
gümüşlü
ancamla sekiz bohça ipek sırmalı hilatlar, çocuşlar, ipekler vesaire ile iki büyük
torba gümüş akça armağan sunar.
Enver
Paşa bütün Korbaşılara dokuz maddelik bir genelge yayımlayarak durumu anlatır,
davranışlarla ilgili öğütler verir: “Bütün mücahitlerin birbirlerine
inanması, itaat etmesi, düşüncelerine hürmet etmesi şarttır. ... Hepiniz aynı
vatanın çocukları bulunmanız hasebiyle münferit yahut ikilikleri ortadan
kaldırıp bir bayrak altında toplanıp, tek bir ideale hizmet etmenizi rica
ediyorum. ” Karşınızdaki düşmanın ikmal kaynakları çok uzaktadır; sizin
nimetlerinizle besleniyorlar, beslenme yollarını kapatın, der: “Bu hususta
çok titiz olmanız şarttır.” Düşmanın ikmal kollarına baskınlar yapın, iyi
bir haber alma ağı kurun. “10 Nisan 1922’den sonra yapılacak olan kurultayda
bulunmak üzere heyetlerinizi göndermenizi rica ederim. Buhara Mücahidîn-i İslam
Komutanı, Dâmâd-ı Halîfe-i Müslimîn Enver” (Bademci, a.g.e., c.2,
s.132-3)
Paşa
gönderdiği habercilere ayrıca, savaşta davranış kurallarıyla ilgili sözlü
talimatlar verir.
Enver
Paşa’nın Pulhakiyan’dan Ali Rıza Bey ve diğerlerine yazdığı mektuplar, mücahit
sayısının önemli ölçüde artmakta olduğunu göstermektedir. Düşenbe önlerindeki
kuvvetlerin altı ile on bin arasında olduğu kabul edilebilir. Bu, çok önemli
bir gelişmedir. Paşa, bu kuvvetleri doğrudan savaşa sürmek yerine, Rusları kuşatma
ve ikmal yollarını vurarak onları çekilmeye zorlamaktadır.
Paşa,
Korbaşılara Dadhalık ve Toksabaylık gibi rütbeler veren yarlıklar da gönderir:
“Abdurrahman
Pehlivan,
“Mukaddes vatanın
kurtuluşu için, hayatınıza mal olacak tehlikelere katlanıp, uzun yollardan,
düşman arasından geçmek suretiyle Türkmenistan cephesinden haber getirmekte
gösterdiğiniz cesaret-i vatanperverane fedakârlığınıza karşı, Toksabaylık
rütbesiyle taltif edildiniz.
Dâmâd-ı Halîfe-i
Müslimîn Naib-i Emîr-i Buhara-yı Şerîf Enver”
(Bademci, a.g.e.,
c.2, s.138)
10
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Karlık’tadır. Sabah saat dokuzda, Enver Paşa, Fuzayl Bey’in
askerini selamlar ve yola çıkılır. Evlad’daki karakol komutanı Yüzbaşı Hacı
Mehmet Bey’in askerlerinin Ruslar
11
tarafından
kuşatıldığı haberi üzerine, Paşa süratle Pulhakiyan’a geçer ve buradan yardım
gönderir. Nafi Bey de yardıma koşmuştur. Rus kuvvetleri ağır kayıplar vererek
çekilmişlerdir. Afgan Kralı Emanullah Han’ın gönderdiği, Efzaleddin Han
komutasındaki üç yüz gönüllü ve yardımlar ulaşır. “Bugün Afganistan’dan
altmış küsur Afganlı ile kırk-elli deve yükü tüfek, fişek, elbise, dürbün
vesaire asker malzeme vesair hediyeler gönderilerek, Loz Ahmet Han vasıtası ile
Pulhakiyan’a ulaştı.” Gelen gönüllüleri Binbaşı Ziya Bey bir süreden beri
Afganistan’da eğitmekte idi. Paşa, gönüllüleri bizzat karşılar; onlara
iltifatlar eder. Afgan Hanının kardeşi Ahmet Han da, birinci murahhas olarak
gelmiştir.
Nafi
Bey de, çevreden gelen gönüllüleri karargâhta eğitmektedir.
Pulhakiyan’daki
karargâhta bir de fişek ve bomba atelyesi kurulur. Gelen para ve malzemenin bir
kısmı Korbaşılara gönderilir.
12
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa bugün elindeki esir iki Rus subayı
ile Baysun’da esir olan Hüdaydât Efendi’nin takas edilmesini Baysun Garnizon
Komutanına teklif eder. Kabul edilir. Esirlere Hindistan kahvesi, İngiliz
sigarası ve beşer-onar altın verilerek gönderilir.
İbrahim
Bey, cepheye gelmek istediğini, ancak Fuzayl Bey’le görüşmek istemediğini
bildiren bir mektup yazar. Paşa da, Sarıkamış üzerinden gelmesini bildirir.
O
akşam Paşa, Fuzayl Beye bir Kur’an-ı Kerim, bir İngiliz tüfeği vesair hediyeler
verir.
13
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa, Miralay Hasan Bey’i bazı
hediyelerle İbrahim Bey’i karşılamak üzere Karlık tarafına gönderir ve durumu
hakkında bilgi vermesini ister. Hasan Bey İbrahim Bey’i bulur, görüşür,
hediyeleşirler.
14
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Miralay Hasan Bey döner ve İbrahim Bey’in
hali ve askeri hakkında bilgiler verir. İbrahim’in askeri dört yüz kadar,
tüfekli, kılıçlı Tacik, Harka vesair kavimlerden oluşmaktadır.
Afganistan
Kralından, siyasi durumun nazik olduğunu bildiren bir mektup gelir.
İki
yüz kişilik bir Nizamiye Süvari Bölüğü oluşturularak, komutanlığına Yüzbaşı
Hüseyin Bey atanır.
Karargâhın
Kâfirun’a taşınması için emir verilir.
15
Nisan 1922.
Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Kâfirun’a taşınma işi öğle üzeri
tamamlanır. Şirabad İnkılap Komitesi Başkanı Ahmet Toka Bey, Paşa’ya iltica
eder. (2-14 Nisan arası askerî günlük, Türk Tarih Kurumu arşivinde olup,
Masayukı Yamauchi’den alınmıştır: s. 305-311)
*
* *
Ruslar,
Buhara Hükümetinden Osman Hoca’nın hain ilan edilmesini ve böylece bozulan
ilişkilerin düzeltilmesini isterler. Dışişleri Bakanı Feyzullah Hoca
başkanlığında toplanan hükümet direnemez ve kabul etmek zorunda kalır. Osman
Hoca’nın amcası oğlu ve daha sonra Özbekistan’ın başbakanı ve Polit Büro üyesi
olacak olan Feyzullah Hoca, Moskova tarafından, 1936’da, milliyetçi düşünceleri
olduğu gerekçesiyle idam edilecektir.
Ruslar
birliklerini toplayarak, Tal köyüne top ve makineli tüfeklerle saldırıya
geçerler. Çetin bir savaş olur. Köyü tamamen yıkarlar ama giremeyip çekilmek
zorunda kalırlar. Olaylar şöyle gelişir:
Bir
gece Buhara Harbiye Bakanı Abdülhamit Arifoğlu’ndan gizli bir haberci gelir ve
Rusların büyük bir saldırıya geçeceklerini söyler. Komutanlar, Enver Paşa’nın
karargâhına gitmeye karar verirler; ancak Cebbar Bey, “Gelsinler dövüşelim”
diye ayak direr. Bir süre onu ikna için uğraşırlar. Harekete geçerler.
Türk
kuvvetleri kuru bir dere yatağından ilerlerken, kalın bir sis tabakası
bastırır. Aynı anda Rus kuvvetleri de biraz yukarıdan ilerlemektedirler;
birbirlerini göremezler. Ruslar boşalmış olan köyü topa tutarlar. Bu sırada
Osman Hoca’nın teklif ve telkinleriyle Buhara Harbiye Bakanı Abdülhamit Bey üç
yüz elli askeriyle Abdülkahhar Bey’e gelir ve onu da alarak Enver Paşa’nın
Kâfirun’daki karargâhına hareket ederler. Bin sekiz yüz kişiyi bulan Cebbar ve
Dalyan Beyin kuvvetleri de karşılaştıkları Rus birlikleriyle savaşarak
ilerlemektedir. Enver Paşa, Hasan Bey’i karşılayıcı olarak gönderir. Bu gelen
kuvvetlerin içindeki mücahitlerden biri olan Abdullah Recep Baysun şöyle yazar:
“Paşa’nın karargâhına yaklaşıyoruz; sevinç ve heyecan birbirine karıştı.
Atlarımızın üstünde uçuyoruz...” (Baysun, a.g.e., s.88)
Atlılar
tek katlı evin yani Enver Paşa karargâhının önünde dizilirler. Paşa’nın yanında
kurmay başkanı Hasan Bey, İşan Sultan, komutanlardan
Nafi,
Halil, Faruk, Danyal, Şeref, Cebbar, Abdülcemal ve Allahkulu Bey ve diğer
komutanlar vardır.
“Takdim töreni
ifadelendiremeyeceğim kadar heyecanlı oldu. Senelerden beri ismini işittiğimiz
Enver Paşa’nın yanındayız. Gözlerimiz gözlerinde... Dalgalanan ay yıldızlı
bayrakların altında güneş gibi parlıyor. Milyonlarca insanın istiklal ümidi, bu
güneşin nuruyla var olacak... Başında Türkistan’ın meşhur karakul derisinden
kahverengi kalpağı, hâki renkteki elbisesi, açık renk çizmesi içinde o kadar
dinç ve sevimli idi ki...” Eli kalem tutan mücahit şöyle devam eder: “Paşa’nın mütevazi
konuşmaları arasında büyük bir kahramanlık seziliyordu. Mektuplarından da
anlaşılan cesaret, kahramanlık niteliklerini tahayyülümüzden çok yüksek
buluyorduk.... Paşa yalnız cesaret ve kahramanlığıyla değil, özel yaşayışıyla
da herkesin hayranlığını kazanıyordu. Gece çok geç yattığı halde güneş doğmadan
kalkar, namazını kılar, senelerden beri yanında taşıdığı Kur’ân’ını sessiz ve
uzun uzun okurdu...” (Baysun, a.g.e., s.88-9)
Paşa,
çevresine gelen bütün insanlarla külfetsiz ve rahat konuşur; insanlar onu
tanıdıkça bağlanırlar. Bir gün, Baysun vilayetinden kendisine katılan üç
gençten biri elinde tuttuğu gazetedeki bir yazıyı gösterir: “Bütün dünya
işçileri birleşiniz!” Paşa birden sinirlenir; ama hemen gülümsemeye başlar
ve şunları söyler: “Hayır oğlum; bu bir hayaldir. Sen kafanda daima , bütün
dünya Türklerinin birleşmesini yaşat!”
Enver
Paşa, Afgan Kralına bir teşekkür mektubu yazar; ümitleri büyük, ufku çok
yukarılardadır: “... Buhara ve Türkistan vaziyeti tamamen lehimize
dönmüştür. Martın 25’inde Buhara Savaş Bakanı Arifoğlu da bir mitralyöz ve
maiyetiyle birlikte Buhara’dan çıkıp askerlerimize katılmıştır.”
Mücadelenin askerî hareket ve başarıları hakkında açıklamalar yapan Paşa,
kuvvetler hakkında bilgi verir: “Diğer taraftan Fazluddin Mahdum Bey (Fuzayl
Mahdum) askerleriyle geldi. Beş yüzü silahlı olmak üzere iki bin beş yüz
neferdir. İbrahim Bey de Mukbil Bey’den sonra dahil olacaktır. Yüksek
yardımlarınız sayesinde Buhara ve Türkistan’dan Rusların hâkimiyetine son
verilerek, başkanlığımızda bir Doğu İslam Hükûmeti meydana gelir ki, bu suretle
Doğuda kısa zamanda güçlü bir Almanya birliği gibi, şuûn-ı dünyaya meydan
okuyacak bir hükûmet oluşur. ” (Masayuki Yamauchi, a.g.e., s.268,
m.158. Bu mektupta tarih yoktur; Masayuki, Mart-Nisan 1922 tarihini koymuştur.
Emanullah Han’ın yukarıdaki mektubuyla birlikte bakıldığında, 28 Mart ertesinde
yazıldığı anlaşılmaktadır.)
* * *
Kâfirun
karargâhında toplanan mücahit komutanları arasında şu isimler vardır: Oş,
Namangan ve genel Fergana’yı temsilen Gazi Şirmet Bek adına
Ruzi
Muhammed Bek, Taşkent ve Çimket’i temsilen Rahmankul Korbaşı adına İş Murat
Bek, Cizak’ı temsilen Halbuta Bek adına Mamur ve Türab Bek, Semerkand’ı
temsilen Açil Bek adına Nusret Şah, Şehrisebz adına Cebbar ve Evliyakul Bekler,
Karşi adına Core Hoca, Kettekorgan’ı temsilen Abdülkahhar Bek adına Nureddin
Atalık, Guzar’ı temsilen Abdüsselam Toksabay, Garım ve Karatekin’i temsilen
Fuzayl Mahdum, Darvaz’ı temsilen İşan Sultan. Belcivan’dan Devletmend Bey.
Ayrıca, Buhara eski Savaş Bakanı Abdülhamit Arifoğlu, Behbudî vilayetinden
Böribetaş, Şeref, Tirmiz Garnizon Komutanı Yüzbaşı Hasan Bey, Buhara
tümenlerinden gelen Hamit, Çilligöl’den Nazar Pehlivan ve Destan Toksabalar,
Mirza Pirnefes, Düşenbe’ den Rahman Binbaşı, Molla Niyaz Toksaba, Kerki’den
Abdurrahman Toksaba, Şirabad’dan Mehmet Ali, Babadağ’dan Hayıt, Gölab ve
Belcivan’dan Abdülkadir Aşur, Paşa Hoca, Abdülkayyum Toksaba, Afganistan’dan
Efzaleddin ve Ahmet Han, Düşenbe’den eski Millî Eğitim Müdürü Abdullah Recep,
eski iktisat müdürü Mustafa Şahkul, eski emniyet müdürü Kari Ekrem, Kazan’dan
İbrahim Efendi, Afganistan’daki Buhara eski Emîr’i Âlim Han’ın temsilcisi Core
Hoca, Meçhal’den Nusret ve Yusuf Beyler ve diğerleri, askerleriyle birlikte
oradadırlar.
Fergana’dan
mücahit komutanı Şirmet Bey, Ruz Muhammed Bey komutasında yüz atlı
göndermiştir. Karatekin’in büyük mücahit komutanı Fuzayl Mahdum iki bin atlısı
ile oradadır. Paşa, Semerkand çevresi mücahit komutanlarından Açil Bey’e bir
mektupla Behram Bey’i göndermiştir. Buhara’dan Abdulkahhar Öretepe ve
Meççah’tan Ahmet Han ve daha bir çok beyler bağlılıklarını bildiren mektuplarla
heyetler gönderirler. Lakaylardan da bir topluluğun Pulhakiyan’a kadar gelerek
oradan geri döndüğü öğrenilir.
Baysun
kuşatması daraltılmış, fakat sonuç alınamamıştır. Togaysarı’nın kuvvetleriyle
çevrede yine eşkiyalık yaptığı, halkı soyduğu şikâyetleri gelir. Paşa, İbrahim
Bey’e bir mektup yazarak Togaysarı’ya hâkim olmasını ister. Ayrıca, “Bu emri
alır almaz, maiyetinizde bulunan süvarilerinizle Baysun kuşatmasına katılmak
üzere burada bulunacaksınız. Aksi takdirde üzerinize, cezalandırmak üzere
kuvvet gönderilecektir. ” (Bademci, a.g.e., c.2, s.151)
Kâfirun
büyük bir askerî karargâha döner; sekiz binin üstünde asker toplanmıştır. Bir
güç merkezi oluşmuştur ve insanlar ümitlidir. Halk, askerlerin yiyecek ve
giyecek ihtiyaçlarını seve seve karşılamaktadır. Bu bakımdan, lojistik destek
işlerini yürüten Halil Bey’in sıkıntısı yoktur.
Lakay
İbrahim de dört yüz atlısı ile gelir; Enver Paşa, kendisine bunca saygısızlık
eden ve engelleyen adamı güler yüzle karşılar.
*
* *
Bundan
sonrasının hikâyesine geçmeden önce, okuyucunun izniyle Anadolu ve
Türkistan’daki mücadele hakkında bir iki söz söyleyelim.
Biliyoruz
ki, aynı günlerde Anadolu’da da, iyice köşeye sıkıştırılmak istenen bir
milletin millî mücadelesi sürmektedir. Evet, Osmanlı çökmüştür, Türk
milleti/kültürü artık bir imparatorluğu taşıyabilecek güçte değildir; ama, bu
millet yok edilmek derecesinde tüketilebilir mi? Asla! Bu medeniyet - Avrupa
topraklarında mezar taşlarına kadar kırılsa da- yok edilemez; onu yaratan
millet de yok edilemez. Belki küçülür, çekilir ama yok edilemez. Olay, bir
milletin var olma sorunu halini aldığı zaman, Anadolu insanının gerilimi, değil
Yunan’ı kovmak, Ermeni’yi temizlemek, yeni bir imparatorluğa yürüyecek gerilimi
kendinde bulabilir. Çünkü, Osmanlı gibi bir Devlet-i Aliyye’nin, bir
medeniyetin geri çekilmesi, sönmesi, olağan sayılabilir ama yok olması
düşünülemez. İmparatorluktan gelen o insanların - avamî bir ifade kullanalım-
ölüsü yeter. Onlar ki savaşın en kötü günlerinde aynı zamanda Turan
imparatorluğu kurma hayali ile çarpışmışlardır. Bütün bu heyecanların tortusu
yeter...
Anadolu’da
zafer kaçınılmazdır. İrdelenecek ve değerlendirilecek olan, bu zafere yürüyüş
içinde fertlerin sorumluluklarını ne ölçüde duydukları ve yüklendikleridir;
üstlerine düşeni ne ölçüde yapabildikleridir. Elbetteki, Millî Mücadele’nin de
öncüleri, kahramanları, gevşekleri hatta hainleri vardır.
Türkistan’a
gelince, girişte kısaca dokunulduğu gibi, Türkistan tarihî gerilimini
kaybetmiştir; nefislerinin peşinde ve kavgalar içindedir. Bu toplum kısa bir
süre içinde, hiç değilse bir nesil geçmeden yeni bir medeniyet hamlesi yapacak
gerilime kavuşamaz. Öyleyse, kaybedecekleri kesindir. Ancak, zafere yürüyüş
gibi yenilgiye gidişin de önderleri, kahramanları, gevşekleri ve hainleri
vardır. Onların da sorumluluklarını ne ölçüde yüklendiklerine, yapmaları
gerekenleri yapıp yapmadıklarına bakmak gerekir.
Göreceğiz
ki, Enver Paşa karargâhındaki o kahraman komutanlar, beyler ve onların
savaşçıları, bu sonu belli yürüyüşte gereken her şeyi yapmışlardır. Onun için
onlar da, Anadolu kahramanları gibi, zafer tâkının
altından
gururla geçecek mücahitlerdir. Tıpkı Sarıkamış’ta vuruşan ve şehit düşenlerin,
Çanakkale’de şehit olanlar kadar muazzez oluşları gibi...
*
* *
Enver
Paşa’nın karargâhında 15 Nisan 1922’de toplanan ve eski Emîr’in temsilcisi Core
Hoca’nın da bulunduğu kurultayda, Paşa, büyük bir tezahürat altında kısa bir
konuşma yapar ve yedi bin asker hep bir ağızdan and içerler: “Allah’a yemin
ederiz ki, son nefesimize kadar vatanımızı düşmana karşı savunacak ve
koruyacağız! ”
Sonra
komutanların atanması, ikmal ve iaşe işlerinden vilayetlerde yerel hükümetlerin
kurulmasına kadar kurtuluş mücadelesinin esasları on altı madde halinde tespit
edilir ve “Bütün askerî ve siyasi hareketin idaresi Enver Paşa’nın uhdesine
müttefikan tevdi edildi.” Enver Paşa için bir mühür kazınır ve seyyidlik
ünvanı eklenir. “Damad-ı Hilafeti’l-Müslimîn, Emîr-i Leşker-i İslam Seyyid
Enver. ” (Baysun, a.g.e., s.93)
İbrahim
Bey, GPU’daki ifadesinda şöyle anlatır: “Aradan epeyce zaman geçtikten
sonra, Emîr Âlim Han’ın fermanına uyarak, Enver Paşa’nın huzuruna vardım. ”
Korbaşıların toplantısına katılıp açık yüreklilikle birbirlerine karşı
konuştuklarını, tartıştıklarını ve O’nu İslam Ordularının Başkomutanı kabul
edip, kendisine bildirdiklerini söyleyen İbrahim Bey, O’nun emri üzerine
Filhanak civarında Ruslarla çarpışmak üzere cephe kurduğunu, ancak Paşa’nın,
başına buyruk hareket ettiği gerekçesiyle kendisini Kâfirun’a çağırdığını
söyler. “Doğrusu, benim onun yanına gitmem gerekiyordu ama, bu defa ben
alınganlık gösterip, askerimi yanıma alarak Göktaş üzerinden Rangantav’a doğru
gittim.” (Bakiyev, a.g.e., s.195)
Görülüyor
ki, İbrahim Bey, Enver Paşa’ya itaatten gayrı yol olmadığını anlamakla
birlikte, bunu bir türlü içine sindirememektedir. Paşa’nın şehadetine kadar da
bu tutumunu sürdürecek ve mücahitlere köstek olmaktan öte bir işe
yaramayacaktır. Bu sakat tutumda, aşağıda, Paşa’nın mektubunda sözünü ettiği,
‘çevresi’nin de bir ölçüde etkili olduğu kesindir.
Afganistan’daki
eski Buhara Emîri de “Hizmetinizde bulunabilir miyim, topraklarıma
kavuşabilir miyim. ” gibi yalvarış edalı mektuplar yazmaktadır. Belli ki,
Enver Paşa havaya hâkim olmaktadır. Mektupları gülümseyerek okuyan Paşa, “Hele
bir kurtaralım da...” der.
Enver
Paşa, eski Emîr’e yazdığı mektupta İbrahim’den yakınır: “Düşenbe’ den
çekilen Rusları takip ederek Mortepe, Şorab, Mavabad, Çeşme, Sarıasya,
Mirşadiye’ye kadar vardık. Elliden fazla ölü, bir o kadar da yaralı
bırakmışlardı. At ve arabaları elimize geçti. İbrahim Bey arkamızdan Regare’de
bize yetişti. Fakat Ambarsay’da girdiğimiz çarpışmalara katılmadı. Eğer yardım
edip savaşa katılsaydı, Rusların elimizden kurtulması mümkün değildi... İbrahim
Bey askerlerini yanına alarak Hisar’a döndü. Yanına aldığı elli civarında
askeriyle giderken, halktan zorla at, gıda ve para topladığını duydum. İnşallah
bunlardan vazgeçip doğru yolu bulur. Kendine mektup yazarak, saflarımıza
katılmasını istedik; ümit ederim döner.” (Bakiyev, a.g.e., s.199)
14
Nisan 1922 tarihinde, Afgan Kralı Emanullah Han’a yazdığı mektupta silah
yardımı ister ve şunları söyler: “Buhara Emîri hakkındaki fikirlerinize
tamamiyle katılıyorum. Bendeniz şimdi, Cedit sözünün manasını anlatmaya
çalışıyorum. İbrahim Bey’e gelince, onun öyle bir çevresi var ki, söyleyecek
bir şey bulamıyorum. Hanabad’da bulunan Sait Bey son derece kabiliyetsiz biri.
Ancak, her şeyden istisna olarak, Darvaz, Karatekin, Belcivan, Korgantepe,
Kabadiyan’ın hemen bütün halkı bana ve kurtuluş fikrine inanmış durumda. Lakin,
Emîr buralara gelmeye kalkarsa, yeniden Ceditçilik-Kadimcilik meselesi
alevlenir. Sizin de buyurduğunuz gibi, her şey mahvolur. ” (Yamauchi, a.g.e.,
s.271)
Kurultay
sonrasında Buhara Savaş Bakanı Abdülhamit Arif Bey Avrupa’ya, Yusuf Ziya Bey
Batı Buhara’ya gönderilir. Ancak, Afganistan üzerinden Avrupa’ya geçecek olan
Abdülhamit Arif Bey, Afganistan hükûmetinin tutumunun değişmesi üzerine, hiçbir
yere gidememiştir.
Hive mücahidi Han Cüneyt’le ilişki
kurulur. Hive, Ürgenç ve Dörtgöl tarafları mücahitlerinin başkomutanı olan Han
Cüneyt elli yıldır mücadelesini sürdürmektedir.76
Bu
sırada Moskova hükûmeti Darvaz, Karatekin, Gölab ve Düşenbe’nin Enver Paşa’ya
bırakılmasını öngören bir barış anlaşması teklif eder. “Sulh, ancak Rus
kuvvetlerinin Türkistan’ı terk etmesiyle mümkün olacaktır. Komutanı bulunduğum
mücahitler istiklal ve hürriyet için son nefeslerine kadar dövüşmeye ant
içmişlerdir.” Enver Paşa, çevresindekilere, “Arkadaşlar, bir memlekette
istiklal ya tam olur ya olmaz.” diye başlayan bir konuşma yapar ve teklifi
reddeder. Selim Sami diyor ki: “Enver Paşa’ya
Türkistan
mücadelesi sırasında en cazip imkânlar bir çok defalar ve büyük ısrarlarla
teklif edilmiştir. Bunu yapanlar, Paşa’nın karakterini bilmeyenlerdi. Ben bir
çok devlet adamı, komutan ve siyasi tanıdım. Bunların arasında hiç birisi Enver
Paşa kadar kanaatkâr ve idealist değildi. Ahlakının bu tarafı ile Talat ve
Enver Paşalar birbirlerine benzerler. ” (Kutay, a.g.e.,
c.5. s.128)
Aynı
gün (15 Nisan) Zerefşan vadisindeki Korbaşılar da Semerkand’da bir toplantıya
çağrılır. Bu kurultayda, Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti ilan edilir.
Şir Muhammed devlet başkanlığına seçilir.
Kâmil
Bey, 18 Nisan 1922 tarihli mektubunda, “Size bir kara haber vereceğim.”
der; “Ermeniler Cemal Azmi Bey ile Bahattin Şakir Bey’i de dün gece
geceyarısını biraz geçe şehit ettiler. Bahattin Şakir Bey’in eşi, dört
çocuğuyla ortada kalmıştır ve kendilerini idareden âcizdir. Cemal Azmi’nin
ailesine de hemen yardım edilmelidir. Dükkânı güç bela idare ediyorlardı. Allah
hemen yardım etsin. Yoksa er geç sefalete mahkûmdurlar. Biz tabii, elimizden
geldiği kadar kendilerine yardım edeceğiz. Efendimiz, Cemiyetin kendileri için
vermekte olduğu ödeneği iki aileye terkettiler... Efendimiz pek üzgündür.
Kesinlikle sizin buraya gelmenizi istemiyorlar. Bilakis, kendileri, durum
müsait olur olmaz hemen Kâbil’e gelmeye karar verdiler.... Orada bir hayır
kurumu meydana getirmek emelindedirler. Efendimiz, başladığınız büyük
mücadelede size canla başla yardım etmeye karar vermişlerdir. Sultan Efendi’nin
bu kararının ne kadar yüce duygulara dayandığını bildiğim için pek bahtiyarım.
İnşallah, Sultanı ve çocukları bizzat ben Kâbil’e getiririm.” (A. İnan, a.g.e.,
s. 55)
Alman
Dışişlerinin verdiği bilgilere göre Ruslar, gittikçe genişleyen hareketten çok
rahatsızlar ve Paşa’nın aleyhinde olabilecek kimseleri Moskova’ya toplamaya
çalışıyorlarmış.
1922
Mayıs’ında Kâfirun renk renk çiçeklerle bezenmiştir. Karargâh çevresinde dokuz
bin asker vardır. Düşenbe, Hisar, Belcivan, Gölab, Darvaz, Karatekin,
Saraykonur, Korgantepe, Kabadiyan Ruslardan temizlenmiş, mülkî idare
kurulmuştur. Ancak Baysun, uzun bir kuşatma ve gayretlere rağmen düşürülememiştir.
Enver
Paşa Lakay İbrahim’in yanında bir tür esaret yaşarken, Moskova’da toplanan
Komünist Parti Polit Bürosu, O’nun ve Korbaşıların tasfiyesi için bir dizi
kararlar almış ve harekete geçmiştir. Enver Paşa İngiliz ajanı olarak ilan
edilir; adı çeveresinde geniş ve yoğun bir propaganda başlatılır.
Afganistan
Savunma Bakanı, Rusların büyük kuvvetlerle, geniş çaplı bir saldırıya
hazırlandıklarını bildirir. Birkaç gün sonra, aynı bilgileri alan Türkistan
Millî Birliği Semerkand merkezi, durumu Ahmet Zeki imzasıyla gönderdikleri
mektupla Paşa’ya bildirir ve şimdilik Afganistan’a geçmesini isterler. Enver
Paşa bu mektuba sinirlenir. Mektupta şöyle denilmektedir: “Bolşevikler
Türkistan istiklal hareketini tenkil etmek için büyük bir ordu toplayıp Türkistan’a
göndermek üzere hazırlanmışlardır. Bu ordunun öncü birliklerinin
Orenburg-Almatı’ya geldiklerini haber aldık... Siz askerî vaziyetinizi bu
duruma göre düzenlersiniz. Cephenizi açmayın; kuvvetlerinizi toplu bulundurun.
”
Doğu Buhara’da yeni birlikler kurup
silah takviyesi yapan Komünist kuvvetler, karşı saldırılara geçmişlerdir. Rus
kaynaklarına göre Buhara çevresindeki mücahit kuvvetleri on-on iki bin
civarındadır. Enver Paşa’nın çevresinde toplanmış olanlar ise, Lakay’ın
kuvvetleri dahil altı bin kadardır.77
Buhara
çevresindeki kuvvetler şöyle yerleştirilmiştir: Yusuf Mirahur, güney Kerki
bölgesinde, Enver Paşa ve Lakay İbrahim Baysun bölgesinde; Hasan Toksaba, Deno
bölgesinde; Daniyar, Guzar-Darbant arasında; Behram Bek, Karşı şehrinin kuzey
doğusunda; Osman Efendi, Karşı’nın kuzeyinde; Abdulkahhar, Nurata Dağlarında,
Danyal, Buhara çevresinde; Sultan Bek, Kuzey Ziyaaddin’de; Karakul Bek,
Kettekorgan yöresinde; Nusret Bek, Maçe’de; İşan Sultan, Düşenbe’de; Kayim
Toksaba, Faizabad’da; Devletmend Bek, Belcivan’da; Togaysarı, Kızılsu nehri
çevresinde. (Hayit, a.g.e., s.282)
Çarpışmalarda
Ruslar esirlere pek kötü davranmakta, çekildikleri köyleri yakmaktadır. Bu
zulümleri duyan mücahitler doğal olarak öfkelenmektedir. Komutanlardan
Togaysarı bir Rus esirinin kulağını keserek gönderir. Enver Paşa Togaysarı’ya
öğüt verir, bir daha yapmamasını ister.
Enver
Paşa çarpışmalara askerin en önünde girmektedir; gönülleri razı gelmese de
mücahitler bir şey diyemezler. Baysun üzerine yapılan bir saldırıda kolundan
yaralanır.
Bir
gün Baysun çevresindeki kırlarda gezinti yaparken, Türkmen komutanlardan Danyal
Bey’e konuk olur. O sırada Rus kuvvetleri şiddetli bir baskına geçerler.
Çarpışmalarda Paşa en önlerdedir.
15
Mayıs 1922’de Enver Paşa, Danyal Bey, Böri Bey, Efzaleddin Han, Hasan Bey,
Faruk Bey, Abdürresul Bey, Türe Bey, Behram ve Şeref Beyler de olduğu halde
Baysun’a saldırırlar. Faruk ve Abdürresul Beyler ve Enver Paşa birer er gibi
Rus avcı hatlarına kadar girerler. Karşı tepeden gelen makineli tüfek ateşi
karşısında çok at kaybederler. Enver Paşa’nın ceketinde iki kurşun deliği
açılır. Hasan Bey, kuvvetleri geri çekilerek tüfek atışına geçerler.
Bu
çetin vuruşmalarda da Baysun’u alamazlar. Gece, yüklü bir ganimetle dönülürken,
dört nala gelen bir atlı Paşa’ya bir zarf verir. Zarfın içinden bir resim, bir
mektup ve “bazubend-i hümâyun” çıkar. Enver Paşa’nın ağladığını
görürler. Mektubu bir çok kereler okur; Berlin’de bulunan eşi Naciye Sultan’dan
gelmektedir.
Sonra
Paşa’nın neşesi artar ve atına atlayıp karargâha sürer. Karargâha
ulaştıklarında askerlerin türkü söyleyerek eğitim yaptıklarını görürler:
Tahta
köprü bitti mi
Asker
balalar geçti mi
Asker
balalar nalesi
Paşamızga
yetti mi ?
Aman
aman, aman aman....
Şehrimizge
dorulaman...
Hisar
balıb yataylık
Bolşevikni
ataylık
Bolşevikni
göştini
Kargalara
sataylık
Aman
aman, aman aman
Şehrimizge
dorulaman...
Enver
Paşa Rus yetkililere bir nota göndererek Kızıl Ordu birliklerinin on dört gün
içinde Türkistan, Buhara ve Hive’den çekilmesini ister: “Ben, Buhara,
Türkistan ve Hive halklarının hür ve bağımsız yaşama isteklerini size iletmekle
görevliyim. Bu bağımsızlık talebi Sovyet Rusyası tarafından kabul edilmelidir.
” (Hayit, a.g.e., s.287)
Bu arada kahramanlara rütbeler
verilmeye devam edilir:
“Can Muhammed Han,
“Şimdiye kadar din
ve devlet uğrunda gösterdiğiniz gayrete ödül olarak size binbaşılık rütbesi
verildi. Üstün gayret ve fedakârlıkla her yerde görevini yapasın.
Dâmâd-ı Halîfe-i
Müslimîn
Emîr-i Leşker-i
İslam Seyyit
Enver”
(Bademci, a.g.e, c.II, s.112)
* * *
Enver
Paşa’nın Türkistan Millî Mücadelesinin başına geçmesi uzak Türk illerinde de
mücadele azmini körükler. Doğu Türkistan’dan, Ufa’dan yanına gelen genç
subaylar vardır. Bunların bir kısmı sonuna kadar savaşırlar. Bir kısmı
Kadimcilerin tehditlerine maruz kalırlar; şehit edilenleri olur.
Hive
Talikan’dan yazan Fazlüddin Mahdum Bey, “Handar tarafından gelen Birinci
Süvari Alayı içinde, Taşkent’ten gelen bölükler varmış. Sizinle görüşüp, bütün
Rus askerlerini Buhara’dan çıkartacaklarmış. Bizler Enver Paşa ile vuruş
kılmayacağız diye kıtaları gelmiş.” haberi verir. Ayrıca, “Düşman bu
gece bizi üç taraftan asker çıkartarak, Hive Talikan’ı bastı. Onun çizdiği
planı ben üç gün evvel çizmiştim.” Fuzayl Bey, Paşa’ya ve komutanlara
hediye olarak yedi koyun gönderir. “En büyüklerini size münasip gördük, ak
koyun, İşan Sultan hazretlerinindir, kara koyun Hasan Tahsin Beye, altındâr ak
meşe Halil Beye, bir tanesi Danyal Beye, bir tanesi Cebbar Beye, bir tanesi
Evliya Kulu Beye. ” (Yamauchi, a.g.e., s.273-4)
Ceditçi-Kadimci
çekişmesi hiç bitmemektedir. Hatta, Fuzayl Mahdum ve İşan Sultan ile Lakay
İbrahim arasındaki sürtüşmeler giderek artmaktadır. Emîrciler bir yandan da
aleyhte propaganda yapmaktadırlar. Ceditçi olan Fuzayl Mahdum’un mücahitlerinin
sakalsız ve bıyıksız olmaları da ayrı bir propaganda konusu olur. Öyle ki,
Mahdum’un birliğinde kaçaklar gittikçe artmaya başlar ve sonunda yüz elli kişi
kalırlar. Belcivan komutanı Devletmend Bey de, Lakayların aykırı bir cephe
tuttuklarını ve yağmaya yöneldiklerini bildirir. Paşa çok üzülür. Kurmay
başkanı Hasan Bey’i bölgeye göndererek durumu düzeltmesini ister.
Hasan
Bey Çilligöl üzerinden hızla ilerleyerek Lakay Togaysarı kuvvetlerini
sıkıştırır ve dağıtır. Ancak Lakay İbrahim, askerlerini alarak kuşatmadan
çekilir ve bununla kalmayıp Fuzayl Mahdum’un hâkimi olduğu
bölgeleri
işgal etmeye, buralara kendi adına yöneticiler atamaya başlar. Fuzayl Mahdum,
Paşa’dan izin alarak memleketine doğru yola çıkar. Ancak yolda Lakaylar tarafından
pusuya düşürülerek esir edilir.
Afganistan
bölgesi Türkistan’ının merkezi olan Mezar-ı Şerif’teki Osman Hoca’nın savaş
bakanı Ali Rıza Bey ve Hacı Sami Bey, Kızılayak bölgesindeki Abid Halife’nin
yanına geçerek buradan bir cephe açarlar. Çarköy’e kadar başarıyla
ilerlediklerini Paşa’ya bildirirler. Buhara Ceditçilerinden Kerkili Mümin Sofu
ve Molla Nöbet de kendilerine katılırlar.
Enver
Paşa, mücahitlerin maneviyatını yüksek tutmak için, çevreden alınan başarı
raporlarını askere duyurur. Semerkant Korbaşısı Açil Bey’e gönderdiği “İnşallah
ileride daha başarılı faaliyet gösterir, İslam mücahitlerinin bir numarası
olursunuz. Cenab-ı Allah’ın indinde ve aziz vatanımızın kurtuluşunda gösterilen
gayretler râyegân olmaz. ” diyen mektubunu askere okutmuştur. (Bademci, a.g.e.,
c.2, s. 179-80)
Görülüyor
ki, kurtuluş cephesine bir çok mücahit katılmış olmasına rağmen, bunların
bütünü, bir ordu disiplini içinde Paşa’nın emrine girememiştir. Aralarında,
rekabet, geçimsizlik ve Kadimci-Ceditçi çekişmesi, özel düşmanlıklar yahut
bulundukları yerin özel şartlarından ötürü gelmiş olanlar vardır; ortak bir
vatanseverlik olsa da birliği sağlayamamışlardır. Bu kadar dağınık cephelerde
ve her biri kendi başına yapılan mücadeleler, ancak Rusların ikmal zorlukları
ve mevcut birliklerinin azlığı sebebiyle, sınırlı başarılar verebilmektedir.
Vatanları için dövüşen bu insanlar, gerektiğinde ölmesini bilmektedir; fakat,
eğitimli bir ordu karşısında nasıl düzenli bir savaş yürüteceklerinden
habersizdirler. Türkmen Açil Bey gibi bazıları bunu açıkça ifade ederek komutan
isterler.
Enver
Paşa’nın çevresinde toplanabilen kuvvetlerin de eğitimlerinin yetersiz olduğu
kesindir. Belgelerde asker sayısı verilirken, 100 atlı, 50 tüfekli, 200 sopalı
gibi rakamlar geçmektedir. Bu sopalı kahramanların eğitilip, asker haline
getirilebildikleri şüphelidir. Gerçi Paşa’nın yanındaki Osmanlı subaylarının
bir kesimi bu eğitim işiyle uğraşmaktadır; ama, zaman kıtlığı, bu tür
çalışmalara alışkın olmamaları yanında, silah ve mühimmat eksikliği de düşünülürse,
bu gayretlerin istenilen sonuca yetmeyeceği anlaşılır. Aslında Baysun’da çok
sayıda Rus askeri yoktur; ama, komutanların avcı hatlarında çarpışmaya girme
kahramanlığına rağmen düşürülemeyişi, Rusların dirençleri yanında, mücahitlerin
eğitim noksanlığı ile açıklanabilir.
Enver Paşa’nın savaş içindeki
halini, Türkistanlı yazar şöyle anlatır:
“1922
yılı Mayıs ayı ortalarında, Enver Paşa’nın karargâhına Allahkulu’nun
hafiyelerinden biri gelerek, Kızılordu birliklerinin sabah, şafak vakti
Mirkaragöz- Bibişirin ve Şorsay üzerinden bir hücuma geçeceklerini bildirdi.
Başkomutan, subayları karargâhta toplayarak, Kızılordu birliklerine karşı,
hücum hususunda planlarını anlatıp, ertesi sabah seher vaktinde yanına hafif
makinalısını alarak, Mirkaragöz’e doğru yola çıktı. Gerçekten Kızılordu
birlikleri şafakta hücuma geçtiler. Enver Paşa hazırlıklı olduğundan düşmanın
taarruzuna aynı şiddetle karşılık verdi. Çarpışma durana kadar o, makineli
tüfeği elinden bırakmadı.78 Enver Paşa son derece geniş
ufuklu, askerî taktik ve stratejiyi çok iyi bilen, savaş sırasında saldırı,
geri çekilme gibi askerî manevraları fevkalade yöneten bir komutandı. Kendisi
de bir asker olarak keskin nişancı olup, hedefini şaşırmazdı. Bu çarpışmada
Kızılordu birlikleri büyük kayıplar verdiler. Paşa, savaş esnasında sağ kolunun
dirseğine bağladığı bir mıknatıs taşırdı. Söylediklerine göre, bu mıknatıs
sayesinde silahın nişan yönünü tayin edermiş. Savaş esnasında Enver Paşa,
kendinden geçercesine bütün benliğini savaşa verir, dürbünüyle ayakta durup
düşman hatlarını kontrol eder, aniden yere çöktüğünde, üzerinden mermiler
vızıldayarak geçer giderdi. Bazen bulunduğu yerden kendini sağa, sola çevik
hareketlerle yere atar, terketmiş olduğu yere mermi yağardı; ama, o, bu tür
hareketlerle mermilere hedef olmaktan kurtulurdu. Kısacası, Paşa’da, bizim
anlayamadığımız bir sır veya büyü vardı.” (Hayit Nar ve Osman Tahir’den
nakleden, Nabican Bakiyev, a.g.e., s.222-3)
Mayıs
ayının sonlarına doğru Kâbil’deki Hacı Sami’den mektup gelir. Osman Hoca’nın
gelmesi meselesi ve sair siyasi gelişmeler sebebiyle dönüşünün geciktiğini
bildirmektedir. Enver Paşa, Hacı Sami’nin mübalağacı yapısını pek iyi bildiği
ve kendisini uyarmış olduğu için, şöyle yazar: “7 Nisan tarihli mektubunuzda
Afganistan Devlet-i Aliyyesini lüzumsuz yere tahrik etme, diye emrinizi telakki
eyledim. Bendeniz Afganistan-Türkistan genel durumu hakkında genişçe bilgi
vermekten başka bir şey tarafımdan yapılmamıştır.” Hacı Sami Bey,
mektubunun sonrasında silah yardımı için yapılan çalışmaları anlatır.
(Yamauchi, a.g.e., s.274)
71
İsmail
Hakkı Bey, Doğu Türkistan’da okul açmak üzere yola çıkmış İstanbullu Osmanlı
ülkücülerinden biridir. Hoten’de bir okul açmış ancak veba salgını çıkması
üzerine burayı kapatmak zorunda kalmıştır. Enver Paşa’nın görevlisi olarak
buralara gelen Hacı Sami, Ahmet Kemal İlkul ve arkadaşlarına yardımcı olmuş,
Kuçar’da yeniden bir okul açmıştır. Daha sonra Doğu Türkistan’da çalışma ortamı
kalmayınca Batı Türkistan’a geçmiş ve Buhara ve Taşkent’te Millî Eğitim
Müfettişliği
73
Dadha, Karakul’dan üç derece üstün, vezirliğin
(Kuşbeylik) altındaki rütbedir.
74
Nabican Bakiyev, Moskova’nın
emrinde çalışan Alimcan Akçurin isimli komünistin, Enver Paşa, İbrahim Bey ve
diğer mücahitler arasında sahte mektuplar düzenleyerek, yahut haberler yayarak
bunları birbirine düşürdüğünü, roman kurgusu içinde yazar. Akçurin, kişiliği ve
çalışmaları bilinen biri olarak, benzeri şeyler yapabilir. Enver Paşa’ya, git
kendi memleketini kurtar diye yazan da odur. Ancak, İbrahim Bey’in ifadesindeki
olaylar da, Düşenbe’de çarpıştığı da doğru değildir.
75
Abdülhamit
Arif Bey aslen Buharalı bir Özbek olup, Zeki Velidi Bey Başkurt Hükûmeti
kurduğunda onun yanında sekreterlik yapmış yetenekli bir gençtir. Daha sonra
Buhara’ya geçerek buradaki mücadelelere katılmıştır.
76
Değerli
okuyucu, Zeki Velidi’den bu satırları okuduktan sonra, Enver Paşa için
‘Delidir.’ diyenlere, belki de katılmak gerekecektir!
77
Han
Cüneyt Eylül 1928’de, elinde kalan bin yüz askerle, İran Asterabâd’a iltica
edecektir. Ancak, İran Hükûmetinin, silahlarını teslim etmesini istemesini
kabul etmeyip, buradan Afganistan’a geçmiştir.
78
Enver Paşa’nın çevresindeki kuvvetler, değişik
kaynaklarda farklı farklı verilmektedir.
79
Yazarın
sözünü ettiği makineli tüfek, muhtemelen Paşa’nın, kardeşi Kâmil’den istediği
45 fişeklik parabellumdur.
Komünist
Partisi Merkez Komitesi “İngiliz ajanı ve doğu halklarının düşmanı” olarak ilan
ettiği Enver Paşa’ya karşı, bölgeye takviye askerî birlikler göndermiştir.
Ayrıca, Akçurin gibi yerli Bolşevikler aracılığıyla geniş bir propaganda
başlatır. Bolşevik İhtilal Komitesinden Lev Troçki ise, silahlı kızıl
kuvvetlere şu talimatı vermiştir: “Mücahitlerin her bir hücumuna misliyle
cevap verilsin. Ele geçen Basmacılar ve taraftarları acımasızca
cezalandırılsın. Bundan böyle, Kızılordu komutanlarının Basmacılarla
görüşmelere girişmesi kesinlikle yasaklanmıştır. ” (Bakiyev, a.g.e.,
s.191)
Mayıs
ayı boyunca Baysun’daki çatışmalar devam eder; genellikle karşılıklı baskınlar
halindedir. Kerki’ye bir hayli geç ulaşabilmiş olan Ali Rıza Bey’den, Mayıs
ayının sonlarına doğru şu mektup gelir:
“Paşa
Hazretlerine,
“Emirleri üzerine
Kabil’den ayrılıp Eski Kerki cephesine geldim. Kulmuhammed Bey’le buluştuk.
Burada cephe temerküz etmiş, Türkmen mücahitleri düşmana göz açtırmıyorlar. O
kadar cesur insanlar ki, ölümü hiçe sayıyorlar. Esasen halk tamamen disipline
uyuyor; aldırış etmedikleri için yaralanan çok. Bu durum, mücahitlerin hıncını
artırıyor. Ben buraya gelince mücahitleri mangalara ayırdım. Siperlere manga
manga gönderiyoruz. Bir sahra hastanesi yaptık. Benim Meryem Hanım da
yaralılara bakıyor, pansuman yapıyor, düzenli ilaçlar dağıtıyor. Beraber getirmem
çok isabetli oldu.
“Kulmuhammed Bey,
Molla Halmurad ve Molla Hüseyin gibi yiğitler mülkî işleriyle meşgul. İaşe
durumları da mükemmeldir; mevcudumuz gün geçtikçe artıyor. Silah ve cephanemiz
de yeterli durumdadır. Başka emirlerinizi bekler, tüm mücahit arkadaşlara
saygılarımızı arz ve takdim ederiz, efendim. Ramazan 1922
Türkistan
İhtilal Orduları Batı Cephesi Komutanı Miralay Ali Rıza” (Bademci, a.g.e.,
c.2, s.183)
29
Mayıs 1922. Ramazan Bayramıdır. Paşa, güzel bir günde, çimenler üzerinde bayram
namazını kılmış, askerlerin bayramlarını tebrik edip, ufak
tefek
hediyeler dağıtmaktadır. Ardından, Baysun kuşatmasındaki birlikleri, Faruk Bey
cephesinden başlayarak ziyaret etmekte ve bayramlarını kutlamaktadır. Takviye
gelen Rus birlikleri Baysun çevresinde görülmeye başlamıştır. Çeşitli
yörelerden, bu birliklerin hareketlerine dair haberler gelir.
Yeni
güçlerle takviye edilen kızılordu birlikleri, Türkistan’da, kendi başlarına
savaşan Korbaşı güçlerini bir bir saf dışı etmeye başlar. Enver Paşa’nın
Sovyetlerde kalan arkadaşları da sınır dışı edilirler. “Ali Bey’in
hareketine karşılık olarak Sovyet de bütünümüzü sınır dışına çıkardı.” Semerkand’ın
kahraman Korbaşısı Açil Bey çarpışmalarda şehit olur. Gelen haberler Baysun
kuşatmasını da tehlikeye sokmaktadır. Enver Paşa kuvvetlerde, savunmaya dönük
yeni düzenlemeler yapar. Nafi Bey, cephane imalathanesini Hisar’a taşır.
Baysun
üzerinde baskılar artmaktadır. Ele geçirilen Rus esirlerinden, Rus
birliklerinin hareketleri hakkında bilgiler alınır. Haziran sonuna doğru Baysun
üzerine büyük bir saldırı düzenleneceği öğrenilir. Enver Paşa Danyal Bey’e
haber göndererek, yirmişer kişilik mangalar kurup, yaklaşmakta olan Rus
birliklerine baskınlar yapması talimatı verir. Ayrıca, elde ettiği bilgileri
çeşitli yerlerdeki Korbaşılara bildirir.
24
Haziran 1922.
Baysun’da şiddetli çarpışmalar olmaktadır; bir kısım Rus askerleri bulundukları
yerleri terkederek Kağan yönüne çekilirler. Ama, diğerleri direnirler ve Baysun
yine alınamaz. Ele geçirilen bir hayli savaş ganimeti Kâfirun’daki karargâha
göderilir.
25
Haziran 1922.
Baysun cephesinden Faruk Bey’in raporu şöyledir:
“Paşa Hazretlerine,
“Guzar yönünden Çal
Garnizonuna yeni iki alay Bolşevik kuvveti gelmiştir Bugün öğleden sonra bir
tabur kadar Bolşevik askeri siperlerimize saldırdı. Şiddetli çarpışma akşama
kadar devam etti. Ortalık kararınca, Abdülcebbar’ın askerleriyle düşmanın sol
cenahına baskın yaptık. Düşman böyle bir baskını tasavvur etmediğinden
şaşkınlığa uğradı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Abdurrahman Bey’in
kuvvetleri de sağ cenahına saldırdı. Daha fazla paniğe uğrayan düşman üç ölü
bırakarak Çal’a yaklaştığında, bir tabur kadar Bolşevik kuvveti imdadına
yetişti. Tekrar bize saldırıya geçtiler. Siperlerimize çarparak mevzi aldılar.
Çatışma devam etmektedir. Behramkul Bek’in verdiği rapora göre düşman, Çal’ın
güney sırtlarına yayılmak istidadındadır. Bunu iki kere denemişlerdir. Belki bu
gece bunu bir kere daha deneyeceklerdir. Şayet düşman kuvvetleri Çal’ın güney
tarafını tutarsa, Kâfirun’un tehlikeye düşmesi muhtemeldir. Durumun gelişmesini
ikinci raporumda açıklığa kavuştururum. Keyfiyet beray-ı malumat arzolunur
efendim. 29 Şevval 1922” (Bademci, a.g.e., c.2, s.193-4)
Paşa,
Efzaleddin ve Faruk Bey cephesine giderek 25-26 gecesi yapılan taarruzu kendisi
yönetir. Ertesi gün öğleye kadar devam eden çarpışmalarda, Paşa namazını
siperlerde kılar. Yine sonuç alınamaz. Gelen takviye Rus birlikleri çevredeki
geçitleri tutmaya başlar. Enver Paşa, cephe komutanlarına yazdığı emirde, geri
çekilme halinde, toplanma noktası olarak Yürçi’yi gösterir. (Bademci, a.g.e.,
c.2, s.195)
Molla
Abdülkahhar ve Danyal Bey’in kuvvetleri Buhara ve Karşi’den çekilirler.
26-27
Haziran gecesi yine Paşa’nın yönettiği ve bir er gibi çarpıştığı saldırı sabaha
kadar sürer. Rus kuvvetleri iç kaleye hapsedilir ve teslim olmaları çağrısı
yapılır. Sabah vakti, Baysun üzerine sevkedilen Rus kuvvetlerinin geldiği
bildirilir. Yeni gelen kuvvetler kenti işgale başlamıştır. Mücahitler çekilmeye
başlar; Sarıasya suyu üzerinde süren üç günlük çarpışmalar sonunda mücahitler
çekilmek zorunda kalmışlardır. Paşa, çete savaşlarına geçilmesi emrini verir.
Muhtemelen
bu savaşlardan sonra Paşa, Afgan Hanı’na yazdığı, “Şevketmeab Gazi Kardeşim
Efendim” hitabıyla başlayan mektupta Afgan gönüllülerinin ve komutanları
Efzaleddin Han ile Dilaver Han’ın kahramanlıklarını anlatır. “Yani cümlesi
iltifat-ı şahanelerine bütün anlamıyla layıktır.” Mektup şöyle devam eder: “Buranın
iç durumu mükemmeldir. İbrahim’den başka hepsi emirlerime uyarlar. Hisar
vilayetinden başka vilayetlere atadığım beyler her hususta yardıma başladılar.
İbrahim de, son defa yaklaşmış olan nadanlığı bir türlü bırakmak istemeyerek
hilelere başvurmaktadır. Zât-ı şahanelerine de pek bağlı olan Fazluddin
Mahdum’un askerleri arasına nifak soktuktan sonra, İbrahim kendisi
hapsedileceğinden korkarak kaçmıştı. Fazluddin askeri toplamak üzere tekrar
memleketine giderken, onun önüne çıkıp üşüşmüşler ve sonra İbrahim kendisini
tutturarak hapsettirmiştir. ” (Yamauchi, a.g.e., s.280)
Enver
Paşa yeni bir karargâh için çevreyi dolaşmaya çıkar. Bu sırada Rus topçu ateşi
başlar. Paşa aldırmaz; dürbünüyle çevreyi incelemeye devam eder. Topçu ateşi
şiddetlenir. Düşmanın, atların çıkardığı tozdan hedef belirlediği anlaşılır ve
bir süre atlardan inilerek dere yatağında dinlenirler. Ateş kesilir.
Cebbar
ve Allahkulu beyler, Şehrisebz tarafındaki Ruslarla savaşmak üzere o cepheye
uğurlanırlar. 28 Haziran 1922’de ileri karakol
komutanlarından
gelen habere göre, Ruslar büyük bir kuvvetle Kâfirnihan’ı sarmaktadır. Paşa,
karargâhı terk etmeye karar verir. Silahbaşı yapan asker toplanır. Atlılar
süratle Paşa’nın gösterdiği yöne ilerlerken, Rus kuvvetlerinin de tepeleri
işgal etmekte olduğu görülür.
Rus
kuvvetleri Kâfirun’a inmeye çalışırken, Enver Paşa ve Danyal Bey iki taraftan
Rus kuvvetlerinin önünü keserek çarpışmaya başlarlar. İki saat süren
çarpışmalarda alınan esirlerden öğrenildiğine göre Baysun’da yedi bin Rus
askeri vardır. Öğle namazının ardından Rus kuvvetleri saldırıya geçer;
Kâfirnihan’a on beş kilometre uzaklıktaki Karlık sırtlarında tutuşurlar.
İkindiye doğru Efzaleddin Han da gelir. Vuruşarak çekilir; Sarıasya, Dihnev ve
Gingüzar üzerinden Yürçi’nin güney doğu sırtlarına ulaşır, Babadağı’na dayalı
Üçbulak kasabasında geçici karargâh kurarlar.
Bir
hafta boyunca süren çarpışmalarda, bütün ısrarlara rağmen Paşa savaş alanını
terk etmemiş, yandaki köye gitmemiştir. Sarıkamış’ta yaptığı gibi orada da
dövüşen askerlerle birlikte açıkta geceler. “Atlarının yularları ellerinde
yatan mücahitler arasında Paşa da, bir taşı kendine yastık yaparak
yatıyordu...”
Miralay
Faruk Bey’den gelen haberde, Pulhakiyan sırtlarında olduğunu bildirmekte ve Rus
kuvvetlerinin hareketleri hakkında bilgi vermektedir. Kendisine, çarpışarak ve
yollara barikatlar kurarak Dihnev’e doğru çekilmesi emredilir. Böylece
Türkistan askerlerinin düzenli çekilmesi sağlanır.
Bolşevikler
girdikleri yerlerde katliam yaparlar. Bu durum Paşa’yı çok etkiler.
Karargâhının yakınındaki Tekerbulak köyündeki katliamı görünce, “Bir millet
ancak bu kadar alçak, bir rejim ancak bu kadar kâfir ve şerefsiz olabilir. ”
demekten kendini alamaz. (Bademci, a.g.e., c.2, s.210)
Miralay
Faruk Bey de Yürçi önlerine gelir. 3 Temmuz 1922’de, Bolşeviklerin saldırısı
ile Yürçi’de çarpışmalar başlar. Faruk Bey’in raporuna göre, “Kâh çekilerek,
kâh sokularak tacizata devam etmekteyiz.” (Bademci, a.g.e., c.2, s.
212-3)
4
Temmuz 1922. Ruslar, Danyal Bey kuvvetlerine yüklenerek Yürçi- Gingizar arasını
işgal eder, Surhab Suyunu geçerler. Bolşevik kuvvetleri, bir topçu taburu ile
dört süvari tugayı civarındadır. Akşam üzeri saldırılar şiddetlenir; Enver
Paşa, Faruk Bey’in yanına gider. Diğer cephe komutanlarına da vuruşarak çekilme
emri gönderir.
Paşa,
2 Temmuz tarihli notlarında, Çilligöl ve Korgantepe’nin Ruslar tarafından
alındığını ve geri çekildiklerini yazar. Korgantepe valisi Abdurrahman Bek’ten
bir mektup gelmiştir:
“Enver Paşamıza,
“Köp köp dua-yı
selam. Çilligölü Ruslar aldı. Türkmenlerin mıltıklı (tüfekli) yiğitleri
silahlarını alıp Korgantepe’ye geldiler. Men de olarbilen Aladağ’a çıkıp, sizin
ol yana gelmenizi gözleyicek. Siz ol yanda köp kalman; neme dersen, Ruslar
Feyzabad köprüsünü tutarsa, bul yana etmene yol bulamazsınız. Ondan yalı bul
yana gelin. Selamünaleyküm.
“Korgantepe
Valisi Abdurrahman” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 216-7)
Enver
Paşa Sultankışlağı’nda yazdıklarında, “Gerisin geriye, Düşenbe’ye gidiyorum.
Zerger’den beri her gün çarpışma oluyor. Geri çekiliyoruz. ” der. (Aydemir,
a.g.e., s.670)
“6 Temmuz,
“Düşenbe’den
yazmıştım. Ruslar Çilligöl ve Korgantepe’yi işgal etmişler. Otuz atlı ve iki
yüz doksan piyade ile ben dağlarda kayalar arasında yatıyorum. Nehirler
üzerinde ancak otuz kilometre ötede köprü var. Bana iki sandık içinde
Afganistan’dan para vesaire getiren iki Afganlı, Rusların eline düşmüşler.
Bilmem bu yardımlar için Ruslar Afganistan’a savaş açarlar mı? Ruslar Karadağ’a
da varmışlar. Düşenbe’den hareketten altı gün sonra, artık toprak haline gelmiş
olan Düşenbe’ye tekrar geldim.”
Ruslar
Afganistan’a savaş açmaz, ama Paşa’ya gönderdikleri iki yüz kişilik kuvveti
geri çekmesi için baskı yaparlar.
Çarpışa
çarpışa Karadağ, Hisar yolundan 10 Temmuz 1922’de Düşenbe’ye gelirler. Paşa
hükûmet konağına yerleşir. Kardeşi Nuri Paşa ise, o gün tarihli mektubunda,
yanına gelmeye hazır olduğunu bildirir ve gelmesini istediğin başka kimseler
var mı, diye sorar. Bu mektup, Enver Paşa’nın T.T.K arşivindeki dosyasında
mevcut olduğuna göre, eline geçmiştir; ama ne zaman; şehadetine yakın günlerde
olduğunu söylesek de, bu tarihi bilemiyoruz. Nuri Paşa’nın hasta olduğunu ve
ailesini İstanbul’a bıraktıktan sonra sanatoryumda tedavisine devam edeceğini
Kâmil’in mektuplarından biliyoruz. Nuri Paşa şöyle yazar:
“Sevgili
Ağabeyciğim,
“...Şimdi yanınıza
gelmeye hazırım. Azerbaycan ve Dağıstanlılar benden yardım bekliyorlarsa da,
oralarda ancak, Anadolu’nun yahut Avrupa’nın yardımı ile bir iş yapmak mümkün
olduğu için, şimdilik fiilî bir teşebbüste bulunmayı lüzumsuz görüyorum.
Başladığınız işi başarmanız halinde, Kafkasya’nın da kurtulacağı tabiîdir. Bu
durumda, önce yanınıza gelerek, ortak gayeyi gerçekleştirmek için çalışmayı
daha uygun buluyorum. Amcam da buraya geldi (Halil Paşa olsa gerek). Kendisiyle
birlikte geleceğim tabiîdir. Kâmil’e mektupta istediğiniz her şey hazırlandı;
bu postayla gönderiliyor. Ben de, özellikle Zeplin işini ehemmiyetle takip
ediyorum. İmkân dahilinde cebhanesiyle birlikte 5.000 silah, elli kadar subay,
büyücek bir tamirhane, hatta bir iki de uçak bir defada taşınabilecektir. Bunun
için her şeyden önce para gerekir. Siz, otuz ila elli bin altın gönderebilecek
misiniz? Zeplin ve sairenin ne kadara mal olabileceğini tahmin edemiyorum.
Araştırmamın sonucunu bu postaya yetiştiremezsem, gelecek postayla gönderirim.
Alman hükûmeti İtilaf devletleri tarafından sıkı denetim altında olduğundan, bu
gibi şeyler ancak fazla para harcamakla temin olunabilecektir.
“Almanların
ekserisi Sovyet Rusya ile dost yaşamak taraftarı olduklarından hareketinizin
aleyhindedirler. Hofmann’lar da bunlar meyanındadır. Zeplin meselesini
güveninizi kazanmış zâtlar vasıtasıyla çözmeye çalışıyorum. Parayı bulduğunuz
takdirde, ben de bu vasıta ile geleceğim. Ben Berlin’de pek serbest
dolaşamıyorum. Ermeniler takip ediyor. Biz de birbirimizden geri durmuyoruz.
Sizin cevabınızla birlikte, parayı ve ihtiyaç listesini dört gözle bekliyorum.”
(Yamauchi, a.g.e., s.277-8)
Bu
zeplin projesini, Enver Paşa, daha önceki mektuplarından birinde yazmış, konuyu
incelemesini istemişti; muhtemelen, gelen bu mektuba cevap verememiştir.
Düşenbe’ye
geldiği gece, komutanlarıyla uzun bir sohbete dalar. Afgan Hanının gönderdiği mektuptan
söz ederler, Emanullah Han, âdeta yalvarmaktadır:
“Kardaşım Enver
Paşa’nın Yüksek Huzuruna,
“Uzun bir yıl
boyunca düşmana karşı gösterdiğiniz feragat ve şecaati, az bir kuvvetin çok
büyük bir düşman kuvvetine meydan okuması, sizin hareketinizden önce
görülmediği gibi, bundan sonra da asırlarca görülmeyecektir. Şimdi değil, geçen
zamanlardaki hareketiniz, İslam diyarlarının övünç kaynağıdır. Bundan sonra da
kahramanlıklarınızın övülmesini, İslam milletlerinin dilinde zikr edilmesi için
yaşamanızı istiyoruz. Sizi tekrar Afganistan’a davet ediyorum. Afgan Devletinin
kapısı ve Afgan milletinin kucağı daima sizin için açıktır. Düşmanlar hudut
yollarını kapamadan önce geçebilmek için hareketinizi süratlendirmenizi
istirham ederim. Teşrifinize Efzaleddin rehberlik edecektir. 10 Zilkade 1922 (5
Temmuz)” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 217-8)
Enver Paşa, “Bu dava benim
kanımın üzerinde yeşerecektir. ” diyerek konuyu kapatır. Efdaleddin Bey’e
teşekkür ederek, “Sizin buradaki vazifeniz
bitmiştir;
memleketinize dönünüz.” der ve Afgan Hanına da bir
cevabî mektup yazar: “Benim Afganistan’a sığınmama imkân yoktur. Başlamış
olduğum hareketi ve bana inanmış olan bu milleti yüzüstü bırakmak hata olur;
bunu tasvip etmiyorum... Nazik davetinize özür dilerim. Burada kalacağım. ”
(Bademci, a.g.e., c.2, s.219)
Görülüyor
ki, Enver Paşa Trablusgarp’taki Enver Bey’dir; aynı sorumluluk duygusuyla,
başladığı işe hayatını koymaktadır.
Karısına
yazdığı mektupta ise şöyle der: “Dua et Naciyem, dua et!”
*
* *
Düşenbe’de
Paşa’yı derinden yaralayan; ama, sadece acı acı gülümsediği bir olay yaşanır.
Birbirine düşman çetelerle bir bağımsızlık savaşının verilemeyeceği bir kere
daha anlaşılmış olur. Lakay İbrahim, pusu kurarak askerlerinin bir kısmını
şehit edip, bir kısmının silahlarını aldığı Fuzayl Bey’i yanında getirip “Afganistan’a
kaçarken yakaladım, size teslim ediyorum. ” diyerek güya Paşa’ya teslim
eder. (Bademci, a.g.e., c.2, s.218) Enver Paşa, çevirdiğin bütün
melanetleri biliyorum, kabilinden müstehzi gülümser; başka bir şey söylemez. Şehrisebz
tarafında ise, Emîr taraftarlarından Evliyakul Toksaba, Cebbar Bey’in
askerleriyle vuruşmuş ve gidip Ruslara teslim olmuştur. Bütün bunlardan sonra
Cebbar Bey’in üvey kardeşi tarafından öldürüldüğünü duyunca, Paşa’nın üzüntüsü
katlanır...
İbrahim
Bey ise, yıllar sonra Sovyet hapishanesinde verdiği ifadede olayı şöyle
anlatacaktır: “Fuzayl’ın kuvvetlerinin halkı yağmaladığı haberiyle,
kendilerini Fuzayl’dan korumam için bana geldiler. Adamlarım Fuzayl’ı yakalayıp
getirdiler. Fuzayl yanımda kırk gün esir olarak kaldı. Halk Fuzayl’ı öldürmemi
istiyordu; fakat ben onu affedip, Enver Paşa’nın yanına gönderdim. ”
(Bakiyev, a.g.e., s.215)
Türkistan
kurtuluş mücadelesinin acı tatlı bir çok olayına sahne olan Düşenbe’de uzun
süre kalması mümkün değildir. Rus birliklerinin Amuderya sahilinden köylere
sarkmakta olduğu haberleri gelmektedir. Paşa, sabahleyin bizzat yaptığı
keşifte, Bolşevik kuvvetlerinin yaklaşmakta olduklarını görür. Komutanları
toplantıya çağırır; İşan Sultan ve Fuzayl Mahdum ile de danışır ve çekilmeye,
kenti terk etmeye karar verir; Belcivan’a gidilecektir. Çoluk çocuk ağlayarak
Paşa’ya yalvarırlar: “Bizi Ruslara bırakma...” Paşa derin üzüntüler
içindedir; teskin etmeye çalışır, “Merak etmeyin, bu güzel
topraklarda
sadece Türkler yaşayacak.” der ve ne olursa olsun
Düşenbe’yi terketmemelerini ister: “Bu topraklar Türk topraklarıdır.
Burasını geçici olarak terketsek de, biz veya bizden sonrakiler elbette bir gün
geleceklerdir. Vatan toprağı terkedilmez; orada doğulur, yaşanır ve ölünür.
Düşmanın zaten arzusu, sizlerin bu mübarek toprakları terketmesi değil midir?
Bana kalırsa, ne bahasına olursa olsun bu yerleri terketmeyin. ”
Enver
Paşa hükûmet konağının balkonundan bu konuşmayı yaparken, konağın bayrak
direğinde Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Hacı Sami diyor ki, “Paşa bu
bayrağı yanından hiç ayırmazdı. Birkaç defa, ben şehit olursam, bu bayrağa
sararak gömünüz, demişti. ” (C. Kutay, Tarih Sohbetleri, c. 6, Eylül
1967, s. 40)
Miralay
Nafi Bey’in çarpışarak Yenipazar’a çekildiği haberi gelir. Feyzabad’a gelmesi
ve köprüyü havaya uçurması bildirilir.
Çarpışarak
geri çekilmeye başlarlar. Bir gece boş bir köye gelirler. Halk, Ruslar geliyor
korkusuyla dağlara çekilmiştir. Askerler kayısı toplayıp getirirler. Paşa
kayısıları askere pay eder; o akşamı öyle geçirirler. Paşa hiçbir zaman ümidini
yitirmez; onu gören askerler de öyle...
Bu sıralarda, Paşa’yı çok sevdiğini ve
emrinde çalışmak üzere Erivan’dan geldiğini söyleyen biri yakalanır. Miralay
Nafi Bey sorgular. Paşa’yı öldürmek üzere Rus istihbaratından, Ermeni kökenli
Ağabekof tarafından tutulmuş bir Ermeni olduğu anlaşılır.79 Enver
Paşa Düşenbe’den ayrılırken, Faruk, Danyal ve Behram Beyler Bolşevik
kuvvetlerine karşı kenti savunurlar. Gece yarısına kadar süren çatışmalar
sonunda, millî kuvvetler şehri terkederler.
“Buralarda su acı
ve tuzlu. Orta Asya çöllerinden bir parça. Ahali dağlara kaçmış.
Afgan askerinin
hali değişti.”
“Gelir
gelmez, evin önüne postu sererek uykuya vardım. Buraların beylerinden İbrahim
Devletmend, Molla Kemal İnaklar ve Abdurrahman kâğıt yazıp, Afgan ve Buhara
Emirlerinden yardım istediler. Tabiî, yardım edemeyeceklerini biliyorlar.
Fakat, hiç olmazsa bizim İngilizlerle müzakereye girmemize izin vermelerini
rica ettim. Bilmem izin verirler mi?
“Bu sefer de Afgan
ordusu seraskerinden bir kâğıt geldi. Afgan askerini geri istiyorlar.
Afgan siyaseti de
değişti.”
16
Temmuz’da Feyzabad’a gelinir. Burada İşan Sultan, Paşa’dan izin alarak, askerleriyle
memleketi olan Darvaz’a gitmek üzere ayrılır. Paşa
geçtiği
yerlerde halkla ilgilenir; onların sorunlarını dinler ve onlara umut vermeye
çalışır. Yolda, atının yarasını sarmak için, köylüden izin almadan bir parça
keçe alan bir askere Paşa’nın ilk defa bağırdığı işitilir.
Feyzabad’da
bir gece geçiren Paşa, ertesi sabah Aksu’ya geçer. Danyal Bey’in kuvvetleri
Gevrekli, Miralay Faruk Bey’in kuvvetleri Perkendçi ve Behram ile Osman
Çavuş’un kuvvetleri Vurzap köyüne dağıtılır. Askerin noksanları tamamlanır.
Gevrekli’nin
Poşiyan köyü yakınlarında Ruslarla savaşa girilir. Üç gün süren çatışmalarda
iki taraftan da ağır kayıplar verilir. Murat Çavuş ve altı Korbaşı şehit
düşerler. Yaralıları Hanâbad’a gönderirler. Ruslar ilerledikçe, zulümden korkan
çevre halkı Afganistan’a doğru göçe başlar.
Devletmend
Bey’den gelen rapordan, Kenkürt savaşından sonra Rusların Belcivan üzerine
yürüdükleri anlaşılır. Paşa hemen o tarafa yönelir. Karargâhını Satılmış
köyünde kurar. Karargâhtan top sesleri duyulmaktadır ama, Paşa’nın topu yoktur.
21 Temmuz, Satılmış
Kışlağı:
“Afganistan’dan
şimdilik ümit kalmadı. Afgan Emîri de Afganistan’ın Buhara, Türkistan işlerine
karışmamasına ikna edilmiş. Oradan, ...Han, buradaki sağlık malzemeleri, fişek
doldurma makinelerinin ve sairenin alıp götürülmesini yazmış. Hatta oradan
gönderilen paranın da nerede olduğunu öğrenip, onun da geri istenmesi
bildirilmiş.” (Aydemir, a.g.e., s.671) Bu ikna oluştaki Rus baskısı ve
korkusunun boyutları anlaşılabilmektedir. Enver Paşa, şimdi gerçekten bir avuç
mücahitle başbaşadır.
21
Temmuz ve sonrasındaki günlerde yine çevre köylerdeki birlikleri teftiş eder;
talimatlar verir. 23 Temmuz’da Fuzayl Bey’den erzak ve mühimmat desteği gelir;
bir de haber: Ruslar Belcivan’a yirmi dört süvari, iki topçu taburu
getirmişler; gerisi de yoldaymış. (Bademci, a.g.e., c.2, s.227)
24 Temmuz,
“Ruslar Kâfirnihan
Suyunu geçtiler. Düşenbe Rusların eline geçti.”
Fergana
mücahitlerinden gelen haberde, Bolşeviklerin mezalimleri ve mücahitlerin Altay
Dağlarına çekildikleri bildirilmektedir.
Enver
Paşa 25 Temmuz’da Satılmış Kışlağında son mektubunu yazar. Pamir eteklerinde
Belcivan sahrasındadır.
“Pek sıkıntılı bir
hava. Tuhaf bir sis. Güneş görünmüyor. Düşmanda hareket yok. Henüz sabah.
Hastalarımı geri gönderdim. Afgan Emîrine, askerlerinin ve yardımlarının
çekilmesinin iyi
olmadığını ve Bolşeviklere güvenilemeyeceğini bildirdim. Hiç olmazsa sağlık ve
diğer malzemelerin geri verilmesini istedim. Bakalım sonu ne olacak? Afganistan
şimdi, Hacı Sami ve diğer arkadaşların da bu tarafa geçmelerine izin vermiyor.
Bu izni de rica ettim.
“İşte efendiciğim,
şu son satırlarımı yazarak mektubumu kapıyorum. İçine, buranın her gün sana
yolladığım yabani çiçeklerinden başka, kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan
kopardığım ufak bir dalı da gönderiyorum. ... Seni Hüda’nın birliğine
yavrularımla beraber emanet ederim; ruhum, efendiciğim...
“Karaağaca çakımla
ismini yazdım.” (Ş. Süreyya, a.g.e., c.III, s.674-5)
Enver
Paşa, Afganistan’a geçmeyi hiç düşünmemiştir; üzerine salınan yüz bin kişiyi
aşkın Kızılordu birliklerine karşı silahsız ve askersiz bir zaferi de
düşlememiştir; ama, bu yola çıkarken verdiği bir karar vardır ki, o hedefe
doğru yürümekte tereddüdü yoktur. Yolunu, Doğu Buhara’nın sarp Pamir Dağlarına
çevirir; Temmuz ayının sonlarına doğru karargâhını Abıdere yahut Âbıderya
köyünün şirin bağlarına taşır. Günlerce süren yolculuk ve savaşlardan sonra
biraz dinlenilecektir. Danyal Bey’in 1. Alayı Dere-i Payan’a, Miralay Faruk
Bey’in 2. Alayı Hendekuş köyüne ve Mirza Salih komutasındaki 3. Alay Çildere
siperlerine yerleştirilir. Danyal Bey, Nafi Bey ve diğerleri merkezde kalırlar.
(Bademci, a.g.e., c.2, s.225)
Belcivan
ve Paşa’nın karargâh kurduğu Âbıderya köyü, doğal açıdan Doğu Buhara’nın en
güzel yerlerindendir. Üç tarafı Karadağ, Aladağ ve Karatekin dağlarıyla çevrili
ve vadiler üzüm bağlarıyla doludur. İki tarafından da dere ile çevrili olan
bölge, gerilla savaşı için de uygun bir yerdir.
Enver
Paşa çevre köylerdeki birlikleri ziyaret eder. Belcivan Kalesinde Devletmend
Bey’in misafiri olur. Devletmend Bey son derece bağlı olduğu Paşa’ya Rusların
Âbıderya’yı basacaklarını, karargâhını daha güvenli bir yer olan Destâbâd’a
nakletmesini önerir. Paşa gülümseyerek, “Ne olacaksa bir an evvel olsun.”
der. Devletmend Bey’in ısrarları karşısında, Kurban Bayramından sonra karargâhı
taşımaya söz verir.
25
Temmuz günü, Fuzayl Mahdum, Belcivan’a kuvvetli bir Rus saldırısının olacağını
söyleyerek, kışı geçirmek üzere maiyetiyle birlikte Karatekin’e gelmesini
ister. Aynı gün İşan Sultan, 400 miskal altın, 10 çuval kuru dut ve 100 kilo da
dut helvası göndermiştir; Paşa, bayramda askerlere dağıtsın diye. Dere-i Bâlâ
Leşkerbaşısı Teber Bek de, yine bayramda askerlere dağıtılmak üzere, on yedi
parça altın, dokuz adet Buhara kumaşından kemha çapan, iki at ve Paşa’ya da,
kendi ustalarının yapmış olduğu ‘Mahyer’ tabancayı armağan göndermiştir.
O
gece Osman Efendi’den haber gelir ki, Havalin şosesinde Rus askerleri hareket
halindedir, bir süre de çatışma olmuştur.
79 Ağabekof
o zamanki Rus istihbarat örgütü tarafından Paşa’nın yerini tespit etmek için
görevlendirilmiş Ermeni kökenli biridir. Köylerde çerçicilik yapanlar
vasıtasiyle aldığı bilgileri Bolşeviklere ulaştırmaktadır. Yayımlanan
hatıralarının muhtemelen pek çoğu uydurmadır. Enver Paşa’nın, bir gözeden
eğilip su içerken Ağabekof tarafından hançerlenerek şehit edildiğini ileri
sürenler de vardır.
El
İyd-i Ekber eyledi, biz matem eyledik...
2 |
6 TEMMUZ 1922. Paşa cepheleri
denetlemeye çıkar. Avşar, Cindere köylerini gezer, askerlerle ilgilenir,
iltifatlar eder. Dönüşte Hendekent köyünde Mirza Salih Toksabay’a konuk olur;
hediyeleşirler; Toksabay’a bir brovning tabanca, askerlerine dağıtılmak üzere
de elli altın ve ayrıca Korbaşılara rütbeler verilir.
Paşa
ertesi gün yine erkenden siperleri dolaşır; Osman Efendi’yle sohbet eder. O
gün, Rusların saldırısı ile Pençtut önünde çarpışmalar olur. Paşa bölgeye
giderek siperleri gezer. Mirza Salih Bek’in takviyesi için Cüneyt ve Sahipnazar
Beylere mektuplar yazar.
28
Temmuz günü küçük bir tacik birliği gelir; Sengizor’a yerleştirilir. Bu sırada
Togaysarı’dan mektup gelir; Rusların Gölab’daki Poşiyan köyünü işgal ve halka
zulmettiklerini bildirerek yardım istemektedir. Aklı başına gelmiş gibidir.
Kendisine, mektup yazılarak Belcivan’a gelmesi söylenir.
Belcivan
Korbaşısı Devletmend Bey Paşa’yı ziyarete gelerek, askerlerin bayram izni
istediklerini; ama Rusların hareketsizliğine inanılmaması gerektiğini,
özellikle bayramın ilk günü müteyakkız olmak gerektiğini söyler. Paşa, cepheyi
boş bırakmamak üzere, ikinci gün askerlere izin verilmesini söyler.
30
Temmuz’da, Çerkez Hüseyin ve Murat Togay’ın bulundukları Havalin cephesi
takviye edilir; İş Murat, Osman Çavuş, Behram ve Börütaş o tarafa gönderilir.
(Bademci, a.g.e., c.2, s.231) Komutanlarla yapılan görüşmeler sonucu, şu
tertibat alınır: “Belcivan yönünden gelecek saldırıyı Devletmend’in bin
kişilik silahlı kuvveti ile bir tabur Baysun askeri karşılayacaktır. Gölab
istikametini dört yüz silahlı kuvveti ile Teber Bey, yüz yetmiş dokuz silahlı
kuvveti ile Togay Murat ve bir bölük Ferganalı ile Hüseyin Çavuş, bir mitralyöz
bölüğü ile İşmurat Çavuş, eğer katılabilirlerse dört yüz kadar silahlı kuvveti
ile Paşa Hoca ve Aşur Bey savunacaklardır.
Danyal
ve Faruk Beylerin alayları ile Behram ve Börütaş’ın taburları ve Türkmen bölüğü
yedekte kalacaklardır. Tertibat leşkerbeşılarına bildirilir. ” (Bademci,
a.g.e., c.2, s. 232) Akşam üzeri Ruslar Osman Çavuş’un siperlerine
yüklenirler; ama, ilerleyemezler.
Gölap
Leşkerbaşısı Paşa Hoca ve Aşur Bey’le temas sağlanır; talimat iletilir ve
Havalin’e destek sağlamaları istenir. Bu kuvvetler Hanabâd’a çekilmişlerdir.
31
Temmuz 1922. Öğleye doğru Belcivan cephesinde yeniden vuruşmalar başlar. Büyük
kayıplarına rağmen, Ruslar asker yığmaya devam ederler. Enver Paşa akşama
kadar, askerin içinde ve çarpışmaktadır.
1
Ağustos 1922.
Çarpışmalar devam etmektedir. Devletmend Bey Enver Paşa’yı, bayramı birlikte
yapmak üzere köyüne davet eder. Paşa, pek sevdiği ve güvendiği bu komutanını
kırmaz.
Paşa
ve arkadaşlarının o yılki Kurban Bayramını yanlışlıkla bir gün önce kıldığı,
Şevket Süreyya ve diğer kaynaklarda tekrarlanmaktadır. Paşa’nın sekreteri Mirza
Pirnefes’in notlarına dayanan Ali Bademci, olaya başka bir açıklama ve açıklık
getirmektedir: Rusların, Bayramın birinci günü ve muhtemelen Bayram namazında
bir baskın yapabilecekleri düşünülmektedir. Devletmend Bey, daha önce de bu
yolda bir uyarıda bulunmuştur. Bunu düşünen Paşa, komutanlar ve din adamlarına,
Bayram namazının bir gün önceye alınmasının caiz olup olmayacağını sorar. Halk
üzerinde etkili bir din adamı olan Düşenbe müftüsü Lakay Molla Egemberdi, cihat
eden Müslümanların seferî sayıldığını, oruçlarını kaza ve namazlarını
kısaltabileceklerini, bu cihetten, vacip olan “Kurban ve Ramazan bayramlarının
namazlarının da, askeri, düşman saldırısından korumak maksadıyla Bayramın
arefesinde yahut ikinci, günlerinde dahi eda edilmesinde şer’an bir sakınca
olmadığı” yolunda fetva verir. Böylece Hicrî 1340 yılının Zilhicce ayının
10’una denk gelen Kurban Bayramının, namazının Zilhicce’nin 9’unda kılınmasına
karar verilir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.233-4)
2
Ağustos 1922.
Çevredeki siperlerde yer yer çatışmalar olmaktadır. Paşa, silah seslerinin
geldiği siperlere koşar. Sipere girerken, Karakul derisinden yapılmış kalpağını
bir kurşun sıyırır. Paşa gayet rahat, kalpağı eline alıp evirir, çevirir ve “Ucuz
kurtardık.” der. Siperleri gezmeye devam
3
eder.
Karargâhta Devletmend Bey onu beklemektedir. Bir süre sohbetten sonra, Bayram
namazı için, Deştâbad köyüne doğru yola çıkarlar.
4
Ağustos, sabah
erkenden Paşa’nın Âbıderya’daki otuz süvarilik maiyeti de gelir. Miralay Nafi
Bey komutasındaki kırk Türkmen atlısı Âbıderya’da kalır.
O
gün çocuklarından bir mektup almış olan Paşa neşelidir. Belki de kardeşi
Kâmil’in, Paşa’nın çocuklarını anlatan mektubu o gün eline geçmiştir:
“Mahpeyker koca kız
oldu. Herkes güzelliğine, zekâsına hayran oluyor. Her gün düzenli birer saat
ders alıyor. Size mektup yazdı. Mürebbiyesi masallar okuyor, o da dinliyor ve
anlıyor. İcabında da gayet temiz Almancasıyla anlatıyor.
“Türkân
bir melektir. Sakin, halim, kimseyi incitmek istemez; gezdiğini, yürüdüğünü
kimseler hissetmez. Çehrece ablasından daha güzel oldu. En çok sevdiği şey,
küçük kardeşiyle oynamaktır. O da ablasını pek sever. Beraberce saatlerce
oynaşırlar. Üç gün sonra Türkân’ın doğum günüdür; üç yaşını tamamlıyor.
“Küçük
Ali Beyimize gelince, her şeyden önce sizden güzel bir isim bekliyor. Bu kadar
güzel, bu kadar sevimli, şirin bir çocuk sanırım dünyada bir daha bulunmaz.
Önden
mini mini ikinci dişi çıkı; ısırmadığı, koparmadığı şey bırakmıyor....” (A.
İnan, a.g.e., s.59)
Enver
Paşa çocuğuna ‘güzel bir isim’ koyamamış, “Ali”, Paşanın takma adı olan bu
göbek adıyla büyümüştür.
Çevre
köylerden gelen büyük bir kalabalık köyü doldurmuştur. Devletmend Bey, Paşa’ya
hediye olarak altın ve gümüş işlemeli bir çapan, altın işlemeli bir çalam
(yelek) sunar. Paşa bunları giyerek bayram namazına durur. Beş bin kişilik
büyük bir cemaatle, namazı Devletmend Bey’in imamı Molla Abdüssamed kıldırır.
Halk
Enver Paşa’yı görmek ve ondan herhangi bir hatıra alabilmek ümidiyle
kaynamaktadır. Paşa, ulu ağaçların gölgesinde tebrikleri kabul eder. Ardından
sofralar kurulur, yemekler yenilir, kımızlar içilir; neşeli bir gün geçirilir.
Tebrikler akşam karanlığına kadar sürer.
Akşam
uzun ve tatlı bir sohbetten sonra, Paşa biraz hüzünlü, “Size verecek bir
bayram hediyesi bulamadım. Arkadaşlığımızı belirten birkaç satır yazı
yazarsanız, mühürlerim. Günün birinde size beni hatırlatacak olan bu yazıların
Millî Mücadele arkadaşlığımızın da birer hatırası olacağını düşündüm. ”
der. Yazıları Ömer Efendi yazmış, Paşa da altlarını resmî mührü ve ta Harp
Okulunda kazıtmış olduğu özel mührü ile mühürlemiştir.
O
akşam herkes Paşa’da bir tuhaf hal sezmişler ama açıklayamamışlar. Kimi Bayram
günleri yaşanan vatan hasretine, kimi son günlerin beklenmedik olaylarına
yormuşlar. Paşa o gece, uzun zamanlar uyumamış; sabaha yakın ışıklarının
söndüğünü görmüşler.
O
gün, 4 Ağustos 1922 Cuma sabahı karargâh sessizlik içindedir. Âdeti üzre sabah
vakti, belki de hiç uyumadan kalkıp namazını kılan Paşa, askerlerinin genişçe
bir alanda toplanmalarını emreder. Bayramlarını kutlayacak ve harçlık
dağıtacaktır. İsmail Hakkı Bey’in anlattığına göre, o gece, bütün varlığı bir
bavulun içinde olan Paşa, Afganistan’dan gelen altın ve gümüş paraları da bu
bavulda bulundurmaktadır ve bunları çıkartarak ikişer ikişer, kâğıtlara sarmaya
başlar; askere dağıtacaktır. Bu paraları daha emin bir yerde tutsak, diyen
Hakkı Bey’e gülümseyerek, “Bizim için bir mermi değeri bile yok. ” der.
Askerler
toplanmaya devam ederken, ileri karakoldan tek bir silah sesi duyulur: bu,
baskın var demektir.
Paşa
bazı emirler verdikten sonra atını sesin geldiği yana mahmuzlar. Bu tür
baskınlar günlük işlerden olduğu için fazla önem verilmez. Fakat, işin rengi
değişmekte; Rusların sayısı artmakta ve ateş yoğunlaşmaktadır. Paşa bütün
komutanların çatışmaya katılmalarını emreder. Faruk, Danyal, Börütaş
birliklerinin başına geçerler.
Ruslar
iyi bir plan yapmışlardır: Bayram namazı kılınırken cemaatı kuşatıp, Enver
Paşa’yı esir alacaklardır. Ancak, Paşa ve arkadaşları, fetva ile bayram
namazını bir gün önce kılmışlardır.
Ruslar
Çegen tepeden, iki makineli tüfekle vadiyi çapraz ateşe almışlardır. Paşa,
yanında Türkiye’den Yüzbaşı Çerkez Hüseyin Nafiz, Kazak Eş Murad, Kazan’dan
Kerim Bey, Afganlı Sayis ve Müslümankul’un askerleri olduğu halde ateşin
üzerine yürür. Rus mevzilerine yaklaşınca kılıcını çekip, “Basın, basın!”
diye haykırarak mevzilere girer. Tepede mevzilenmiş Rus birlikleri, kırk atlının
bu çılgın gelişi karşısında önce şaşırırlar. Birkaç Rus, Paşa’nın kılıç
darbeleriyle ölür. Öndeki mitralyöz teslim alınarak susturulur. Mevzilerdeki
askerler tüfeklerini baş aşağı yaparak, topçular ellerini kaldırarak teslim
olmuşlardır. Tam bu sırada, öbür taraftaki mitralyöze doğru atını süren Enver
Paşa kalbinden yediği bir kurşunla düşer. Sonradan, vücudunda yedi kurşun
sayarlar. Atı Derviş de yanına yıkılmıştır. Arkasındaki yiğitler de teker teker
düşerler.
Rusların
ikinci koluyla savaşan Devletmend Bey aklını kaybeder gibi olur: “Enver Paşa
mı? Enver Paşa artık yok mu? Haydi intikam, intikam!..” diye kılıcını
çekerek atılır. Birkaç dakika sonra o da Paşa’nın yanına düşer. Makineli
tüfeklere karşı kılıçların savaşı durulmaya başlar. Hendekuş’ta bulunan Miralay
Faruk, Âbıderya-yı Payan’da olan Danyal, Miralay Nafi Bey ve İspirli Osman
Çavuş, cephelerini bırakarak karargâha dönerler. Çeşitli cephelerde başlayan
çarpışmalar, Paşa’nın şehadet haberi mücahitler tarafından duyuluncaya kadar
devam eder; haberin duyulmasıyla, savaş uranlarının yerini, ağıtlar ve yürekten
feryatlar alır. Ancak, Danyal Bey ve Faruk Bey, kuvvetleri hemen toplayarak
Rusları kuşatırlar; alevlenen çılgın vuruşmada, Çegen’e kadar ilerleyen Rus
birlikleri imha edilir.
Ruslar
Paşa’nın öldüğünü sonradan anlarlar. Paşa’nın yanındakilerden Muhiddin ve Mirza
Pirnefes Türkmen’in anlattığına göre, Paşa olduğunu da tam kestiremezler. Yerli
Tacikler onun elbiselerini çıkartmış, sarıklarıyla kefen yaparak naşını
sarmışlar. Zeki Velidi, Rusların eline geçen elbise ve bazı yazıların bu Tacik
köylülerden alınmış olabileceğini yazar. Aksi halde, Enver Paşa olduğunu
bilselerdi, kuşkusuz Korbaşlarına yaptıkları gibi, onun da başını keserlerdi,
der.
Türk
karargâhında ise derin bir keder vardır ve Paşa’nın naaşının Ruslarca
götürüldüğü zannı acılarını ağırlaştırmaktadır.
Baysun’un
anlattığına göre, ertesi sabah yaşlı bir köylü Paşa’nın naaşını Dere-i Payan’da
gördüğünü haber verir. Bu haber müjde gibi olur. Paşa’yı tanımayan Ruslar
Paşa’nın elbiselerini, çizmelerini soyarak götürmüşlerdir.
Mirza Pirnefes’in bu konuda
anlattıkları gerçeğe daha uygun gibidir:
“Enver Paşa ve
Devletmend Bey’in cesetlerinin Ruslar tarafından kaçırıldığı zannedildiği
halde, Faruk Bey mücahitlerden doğrusunu öğrendi. Danyal, Faruk, Osman Efendi,
Mirza Pirnefes, Destankulu perişan halde kendilerini Çegen köyüne attılar. Ve
gece saat 23.00 raddelerinde cesetleri aramaya çıktılar, ki, Paşa ve Devletmend
daha olduğu yerde duruyorlardı. Faruk Bey cesedi görür görmez bayıldı. Bu yüzden
naaşların başında bir iki saat kaybedildi ve Devletmend Bey’le Enver Paşa Çegen
köyüne, diğer şehitlerse, Âbıderya-yı Payan’a nakledildiler.” (Bademci, a.g.e.,
c.2, s.241-2)
*
* *
Abdullah
Baysun diyor ki: “Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer
gök ağlıyor... Kaybolan sade bir insan değil, milyonlarca Türk’ün ümidi,
istiklali, zaferi, tarihi idi... Onu gözyaşlarıylayıkadık; üzerine
bayrak
örterek, çevresine nöbetçiler diktik.” Devletmend Bey’in
tabutu da yanındadır. (Baysun, a.g.e., s.111)
Mücahitlerden Mustafa Şahkulu— şöyle anlatır: “Kurban
Bayramının ikinci günü idi, 5 Ağustos 1922 Cumartesi günü... Paşa’nın
şehadetine inanmayanlar geliyorlar, naaşın üstüne örttüğümüz ve onun hayatında
bir an yanından ayırmadığı Türk bayrağını kaldırıyorlar, müsterih ve mütebessim
ebedî uykusuna dalmış bu aziz ölünün elini, ayağını öpüyorlar, ‘Muy mübarek,
muy mübarek!’ feryatlarıyla afakı inletiyorlardı. Bir çok ihtiyarlar yalvararak
Paşa’nın sakalından bir kıl istiyorlar; onu en değerli çevrelerine sararak
kalplerinin üstüne koyuyorlardı. Hülasa bir kıyamet koptu ki, tasviri mümkün
değildir.
“Asgari
otuz bin kişi toplanmıştı; Belcivan boşalmış gibiydi, herkes Çeğen’e gelmişti.
Ahali ağlıyor, hafızların tekbir sesleri, yüksek sesle Kur’an-ı Kerim tilaveti,
halkın feryatlarına karışıyordu. Ben bu kadar ölü gördüm; hiç birisi Enver
Paşa’nın ebedî uykusu gibi müsterih ve huzurlu değildi. Sanırdınız ki,
neredeyse gözlerini açacak ve size gülümseyecek...” (Z.V.
Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.453; C. Kutay, a.g.e., c.6,
s.58)
O
gün Belcivan’ın Âbıderya, Çeğen köyüne, öğlene doğru otuz bin civarında insan
toplanmıştır. Aziz şehitler bir pınarın başındaki ulu ceviz ağacının
altındadır. Binlercesi, “O’nun nurlu yüzünü son kere olsun görebileyim” diye
didişiyorlardı. Miralay Faruk Bey, bayılanlar arasındaydı ve şüphesiz, kısa bir
süre sonra aynı mertebeyi kazanıp Paşa’sının yanına yatacağını bilmiyordu.
Muhteşem bir namazdan sonra, o
ceviz ağacının altına defnedilirler.
Türkistan-Anadolu Köprüsü
kurulmuştur.
*
* *
Şöyle bir ölüm tutanağı
düzenlenir:
“Şehid-i Muhterem
Enver Paşa Hazretleri, pek mukaddes ve âlî bir maksat peşinde, Buhara-yı
Şerîfin Belh-i Cevan vilayetinin Çegan nam mahallinde, miladî 4 Ağustos 1922 ve
kamerî 11 Zilhicce 1340 senelerinin Kurban Bayramının ikinci Cuma günü, gündüz
öğle vaktine karib bir zamanda hun-i pâkini mahall-i mezkür toprakları üstüne
akıta akıta kahramanâne ve merdane bir surette rütbe-i şehadete nail olmuştur.
(Mühür ve imza) Turan İhtilal
Ordusu
Türkistan
Cephesi Komutanı ve Emir-i Leşker-i İslam-ı Buhara Enver Paşa’nın Naibi Miralay
Ali Rıza”81
11.
10. 1922 tarihli Pravda gazetesi, “Enver Paşa’nın cesedi, vücudunda beş kurşun
yarası, Türk sitili başlığı ve çizmeleriyle bulundu” diye yazar (Joseph
Costagne, Türkistan Milli Kurtuluş Hareketi, İstanbul-1980, s.150)
Paşa’nın
elbiseleri, dürbünü, botları, kılıcı, yanından ayırmadığı, Naciye Sultan’ın,
kolundaki bazubent içinde olduğunu söylediği Kur’an-ı Kerim’i Moskova Askerî
müzesindedir.
Enver
Paşa’nın Sultan isimli atı miralay Ali Rıza Bey’e verilir. Tabancası Afganistan
Savaş Bakanı Nadir Han’a gönderilir. Bartınlı Muhiddin, Halil ve Mirza Muhiddin
Beyler, çamaşırlarından bir parça ile İstanbul’a gönderilirler.
Rusların
ele geçirdikleri, Enver Paşa’nın çizmeleri, elbisesi, kılıcı, dürbünü ve
Kur’an’ı Moskova’da askerî müzede sergilenmektedir. (Aydemir, a.g.e.,
c.3, s.688)
*
* *
Eşi
Naciye Sultan, Enver Paşa’nın kendisine yazdığı son mektubundan söz eder; ilgi
çekicidir. Bu mektubun 4 Ağustos 1922 tarihinde eline geçtiğini ve okuduğunu
söyler ki, Paşa’nın şehadet günüdür. “Bu mektupta İsviçre’ye geçmek
istediğini yazıyordu. Fakat bu projesini yerine getirebilmek için, kendisinin
ölmüş olduğuna herkesi inandırması gerektiğini söylüyordu. Hatta benim bile,
ölüm haberini aldığım takdirde buna inanmış görünmemi tembih ediyordu.”
(Naciye Sultan a.g.e, s.65) Enver Paşa’nın gerçekten böyle bir şey
yapacağını yani İsviçre’ye geçeceğini düşünmek mümkün değildir; nitekim eşinin
yorumu da, ölüm haberi karşısında kendisini oyalamak için yazdığı yolundadır.
Kendisine Enver Paşa’nın ölüm haberi gelince, son mektupta yazdıklarını
hatırlayan eşi, inanmış görünür; ama ölümüne inanmaz. Eşi şöyle devam eder:
“Her şeyden önce
memleketini, ondan sonra da beni seven ve düşünen kocam, ölümünden sonra bile
beni aylarca oyalayıp, üzmemenin yolunu bulmuştu. Gerek mektubun elime varışı,
gerekse ölüm olayının aynı tarihte olması garip bir tesadüf
eseriydi. Kocamın
hakikaten ölmüş olduğunu üç ay sonra öğrendim ve ancak o zaman bu kara habere
inandım.” (Naciye Sultan, a.g.e, s.67)
Nabican
Bakiyev, Paşa’nın, Tacikistan SSR Komünist Partisi arşivinde bulunan bir de
vasiyetnamesinden söz eder. (Bakiyev, a.g.e., s.251-2) Bu metnin ve sözü
edilecek olan giriş yazısının Paşa’nın el yazısı olup olmadığını bilemiyoruz.
Bakiyev vasiyetnamenin giriş yazısının da Paşa tarafından yazıldığını ileri
sürmektedir. Giriş kısmı şöyledir:
Yazar
diyor ki, “Evet, bir insanın kendi ölüm ilanı niteliğini taşıyan ibareleri
Enver Paşa bizzat kendisi yazmış dünyadaki nadir fanilerden biri olmuştur. ”
“Her can ölümü muhakkak tadacaktır. ” âyetinin hatırlatıldığı
vasiyetnamede, istiklal için mücadele edilmesi, aşağılanmalara boyun eğilmemesi
istenmektedir.82
O
günlerde yayımlanan Afgan gazetesi İttihad-ı İslam, Enver Paşa’nın, “3
Ağustos 1922 arife günü, subay ve erlerine, şehit olacağına dair bir rüya
gördüğünü söylemişti.” diye yazar. Türkistan halkı uzun süre O’nun
şehadetine
inanmaz; türlü söylentiler çıkartılarak yaşadığı ileri sürülür. Türkistan Pravda
gazetesi O’nun 15 Ağustos’ta Doğu Buhara’da öldüğünü yazar. Ama Türkistan halkı
bu haberin asılsız olduğunu ileri sürerek kabullenmez. İngiliz istihbaratının
Eylül ayı sonlarına doğru sağladığı bilgi, Enver Paşa’nın ölmediği yolundaydı.
Baysun’dan gelen iki Türk subayı, Enver Paşa’nın, Tirmiz yakınlarındaki bir
çarpışmada hafif yaralandığını, ama daha sonra büsbütün iyileştiğini iddia
ediyordu. Emir Şekip Aslan diyor ki, “Enver Paşa’nın şehadet haberi bütün
dünyaya yayıldı. Doğu milletleri Enver’e çok bağlı ve onun hayatında çok haris
olduklarından, şehadet haberlerine bu milletler bir türlü inanmak
istemiyorlardı. Bu felaket haberini yalanlamaya meyyal idiler. Bahusus bu
kabilden bir telgraf Kafkaslardan gelmişti. Buna göre Enver Paşa’nın şehadet
haberi bir Rus uydurmasından ibaret idi.” Doğu milletlerinin gazetelerinde
de, O’nun sağ olduğuna dair haberler eksik olmaz. (Cihangir, a.g.e.,
s.96-7)
Eski
Buhara Savunma Bakanı Abdülhamit Beyin, Paşa’nın şehadetiyle ilgili verdiği
bilgilere rağmen, “Daha önce Meşhed’den gelen haberlerde, Enver Paşa’nın
hâlâ sağ olduğu ve Türkistan Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığına getirildiği
iddia ediliyor”du. (Dr. Salahi r.
Sonyel, a.g.e, s.54, c.
211, s.1201-1202)
Fransız
haber alma teşkilatını raporlarına göre “Onun mezarı, âsi (mücahit)
Müslümanların ziyaret yeri olup, Kızılordu ile savaşacak bir birlik herşeyden
önce onun mezarını ziyaret ederek, onun huzurunda İslamcılığı korumak için
savaşacaklarına söz verirler. ” (Yamauchi, a.g.e., s.76)
Enver
Paşa’nın ölümünden sonra Türkistan’da, onun Türkistan Müslümanlarını
ayaklandırmak için Buhara’da gizlendiği inancı yayılır. Türkiye’de de, resmî
bilgilere rağmen, O’nun öldüğüne değil, gizlendiğine inananlar vardır.
Türkistanlı şairlerin şiirleriyle besledikleri bu inanç, özellikle Arap
ülkelerinde O’nu tanıyanlar arasında yaygındır. Zeki Velidi Bey, “O günlerde
hiç kimse Enver Paşa’nın öldüğüne inanmak istemiyordu. ” diye yazar. “Yalnız,
kendi Cemiyet adamlarımız tarafından yazılan resmî haberden sonra, kanaat hasıl
olup, her tarafta mersiyeler yazılmaya başlandı. ” (Z.V. Togan, Türkili
Türkistan Tarihi, s.453)
Afganistan
Hükûmeti, 2 Ekim 1922’de, Paşa’nın ölümü için bir günlük yas ilan eder ve
yapılan törene Afgan Kralı Emanullah Han da katılır.
Cemal
Kutay diyor ki, “Enver Paşa’nın bir macera peşinde koştuğunu söyleyenler,
tarihi tahrif etmektedirler ve utanmalıdırlar. Enver Paşa hiç şüphesiz son devir
Türklüğünün idealist, kahraman askerlerinden birisidir. İstemiş olsaydı ve eğer
hayatına zerrece değer vermiş olsaydı, Afgan Hanının ısrarlı davetlerini kabul
eder, Afganistan’a geçerdi. Burada kendisini sadece izzet ve ikram bekliyordu.
Hayır... Enver Paşa Türkistan topraklarında şehit olarak yaratacağı destan ile,
Moskofların bütün baskılarına ve mezarının taşsız olmasına rağmen, anneler Türk
çocuklarının kulaklarına onun destanını fısıldayacaklar, kızılların zulüm ve
tedhişine rağmen, hürriyet ateşini o aziz şehidin hatırasıyla ayakta ve şuurlu
tutacaklardı. ” (Kutay, a.g.e., c.6, s .43)
Buhara
uleması, Şehit Enver Paşa için “Buhara’daki evliyanın en büyüğü Enver
Padişahımız.” diye fetva verir. Çeğen’deki mezarı halkın ziyaretleriyle bir
kutsiyet kazanır. Türkistanlılar toprağından avuç avuç alarak, yüzlerine
gözlerine sürerler. Tabutu parçalanarak kıymıkları, uğur olsun, mutluluk
getirsin diye halka dağıtılır. Buharalı genç, “Enver, bizim için ölmüş bir
kahramandır. Onun tabutunun kıymıkları mukaddes bir armağan olarak her
Buharalının sandığında saklıdır. ” der. O, Doğu Türkistan dahil büyük
Türkistan’ın her yanında aysıt (aziz) olarak yaşamaktadır. Birden çok yerde
makamı vardır. Enver Paşa’nın sakalından alındığına inanılan kıllar, “Mübarek
kıl” diye kâğıtlara sarılarak ceplerde taşınır; onu öpüp ağlarlar. Hasta
olanların medet umduğu Çeğen’deki bu mezarın gönüllü türbedarları vardır ve her
yıl çevresinde kurbanlar kesilir.
O
yıllardaki Hindistan Hilafet Komitesi üyesi ise şunları söyler:
“Enver Paşa muvaffak
olsaydı iş başka olurdu. Fakat onun Türkistan davasına bizzat iştirak edip
orada şehit olması bu davaya bir kudsiyet vererek Hindistan Müslümanlarına
tesir eden bir hadise oldu.”
Kuzey
Kaskasya eski savunma bakanı Ali Kantemir ise şöyle der:
“Türkiye’de
Enver Paşa için ne düşünürlerse düşünsünler, o her Türkistanlı tarafından
hürmetle yad edilecektir.” (Hayit, a.g.e., s.298)
Özbek
yazar Nabican Bakiyev şunları yazar:
“Türk âleminin,
Enver Paşa olmasaydı, mutlaka bir başka Enver Paşa çıkarması şarttı. Şükürler
olsun ki, Cenab-ı Allah bize Enver Paşa’yı armağan etmiş, Türkistan’a
göndermişti... Rus işgaline karşı, kimsenin o güne kadar yapamadığını
gerçekleştirmiş,
dağdaki basit
çobanından beyine kadar halkı tek cephede birleştirerek bunu başarmıştı. Bundan
daha da önemlisi, yanında Türkiye’den gelme pek çok Osmanlı subayıyla,
olağanüstü fedakârlıklar içinde, Türk âleminin tek kardeş, tek cephe
olabileceğini, kendi hayatlarını şehit vererek ispat etmişlerdi.” (Bakiyev, a.g.e.,
s.254)
Onu
en iyi tanıyan ve ülküsüne sadık kalan Lübnanlı Arap aydınlarından Emir Şekip
Aslan, Enver Paşa’nın kişiliği hakkında şunları söyler:
“Zamanımızın
Müslümanları arasında Onun himmet ve maksadının baş döndürücü yüceliklerine,
azim ve iradesinin hedef tuttuğu uzaklıklara, ateş gibi parlak ve yakıcı
hamiyetinin yüksek düzeyine kolay kolay yaklaşacak hiçbir kimse yoktur. Onu
tanıyanların hepsi, Onun şahsında bir taraftan, hiçbir kimseye baş eğmeyen bir
şecaat ve kahramanlığın, diğer yandan ise utangaçlık, incelik, merhamet ve alçak
gönüllülük gibi faziletlerin sonuna kadar tamamı tamamına bir arada toplanmış
bulunmasına şaşarlardı. İnsanlık, Enver Paşa’nın şahsiyetinde, bir güvercinin
sakin ve sevimli haliyle, hırçın bir arslanda görülen heybetten doğmuş bir
örnek veriyordu. İdaresine karşı nefretinden dolayı en katı düşmanlarından olan
bir adamın dahi, Enver Paşa’yı tanıdığında, kendisini sevmediği için içinde
suçluluk hissetmediği pek azdır. Çok kere bize açıkça söylenmiştir ki, bir
takım kimseler Enver Paşa’yla görüşmeden önce ona karşı kalplerinde kin ve
düşmanlık ateşi alev saçarken onunla görüşüp tanıştıktan sonra, kalplerindeki
bu kin ateşi yerine güven ve samimiyet peydah oluvermiştir.
“Enver Paşa, iş
yapmayı söz söylemeye tercih eder, sevinmekten ve övünmekten hoşlanmazdı. ...
Onun rütbesi ve makamı yükseldikçe, alçak gönüllülüğü artıyordu. ... Kendisi
son derece şecaat sahibi, dini bütün, eli ve beli tertemiz, hür seciyeli bir
zât idi.” (Cihangir, a.g.e., s.100, 101, 105)
*
* *
Şehit Enver Paşa kitabını, yine
büyük bir Türkistan mücahidi olan bilgin tarihçi A. Zeki Velidi Togan’ın
değerlendirmesiyle bitirebiliriz.
“Enver Paşa’nın
Türkiye’deki hayatının henüz tarafsız olarak yazılmadığını, Şerif ve Saffet
Örfî Beylerin, Paşa aleyhindeki kitaplarını okuduğumuz halde, diyebiliriz ki,
Enver Paşa son Türk tarihinin şüphesiz en büyük şahsiyetlerinden biridir. Bu
zât Türk ve Dünya siyasi hayatındaki konumunu şüphesiz ki tesadüfen yahut
birisinin korumasında elde etmedi. Bence, 1914-1916 yıllarında Çanakkale’yi
mucizevi bir başarıyla savunan Türklerin başında bulunan kimseler, elbette son
Türk tarihinin en önemli şahsiyetleridir. Çünkü Türkler burada gösterdikleri
emsalsiz fedakârlık ve şehametle, Dünya Savaşına başka bir yön verdiler ve onu,
sonuç itibariyle hiç kimseye kazandırmayıp, Rusya’da ihtilal çıkmasına ve o
yoldan Türkiye, İran ve Afganistan için yeni kurtuluş yolları açılmasına sebep
oldular. Türklerin bu rolü, Onaltıncı yüz yıldan beri görülmeyen bir aktivite
işareti idi ki, bundan sonra da dünya tarihinin inkılap noktalarında
bulunacakları, bununla ispat edilmiştir. Aynı zamanda 1916 yılında
Türkistan’daki ayaklanmalar da, Rusya’nın ensesinde bir yumruk olmakla,
Çanakkale savunmasının hedefine hizmet eden, fakat tarihî önemi bugüne kadar
iyi belirlenemeyen olaylardan
biridir.
“Enver Paşa
şecaati, temizliği, yüksek himmeti, sabır ve metaneti ile Türkistanlıları
hayrette bıraktı. Enver Paşa ve yanındaki Türk subayları, bilhassa Faruk Bey,
Türkistanlıların nazarında Türk şecaatinin, Türk ülkücülüğünün somut sembolü
olup kalmışlardır. Enver Paşa’nın Türkistan’daki harekâtı esnasında yanında
bulunanlardan çoğunun hatıraları elimdedir. Hepsi de bu zâtın, şüphesiz temiz
ve ekseriya hesap ve muhakeme çerçevesine sığmayan bir idealist olduğunu
söylemektedir.”
Zeki
Velidi Bey, Rusların Paşa’yı, hayalî bir İslam devleti kurmak peşinde bir
maceracı olarak göstermeye çalıştıklarını, Suriye’de gazetelerin, Enver
Paşa’nın Akdeniz ile Çin arasında bir Turan devleti kurmak üzere İslamiyeti
istismar ettiğini yazdıklarını, bir kesim Avrupalı yazarın O’nun şehadetini
İslamcılığın iflası olarak gördüğünü, söyler. Türkiye’de nasıl gösterilmek
istendiğini de okuyucu hatırlayabilir.
Türkistan’daki
mücadeleyi şöyle değerlendirir: “Yalnız Rusya değil, İngiltere tarafından da
cidden kontrol edilmekte olan, hiçbir yerden silah ve cephane getiremeyen Enver
Paşa, halk kitlesi tarafından bundan fazla bir yardım göremezdi. ”
Afganistan’dan gelen iki yüz elli tüfek, Türkistan’da yüz bin diye yankılanmış
ve halk silah almak için korbaşılara koşmuştur. “Silahsız ve cephanesiz
olduğu halde Enver Paşa, Yedisu ve Akmola vilayetlerinin ücra köşelerindeki
Kırgız-Kazakların gönlünde bile bir ateş yakabilmiştir. ”
Enver
Paşa ile olan görüşmelerinde, kendisine “Hazır değiliz” dediği zaman, Paşa’nın “Daha
uzun zaman hazır olacak da değilsiniz” dediğini ve bunda da haklı çıktığını
söyleyen Zeki Velidi Hoca şöyle devam eder:
“Enver
Paşa Türkistan olaylarına katılmamış olsaydı, yıllardan beri devam eden
Türkistan ayaklanması, yavaş yavaş prozaique bir şekilde yatışacakmış. Enver
Paşa bu harekete yeni bir anlam kazandırdı ve olaylar gösterdi ki, eğer Buhara
Emîri ve köhneperestler engel olmasa, Enver Paşa Düşenbe’deki kuvvetlerle bile,
bir darbede Semerkand’a gelebilecekmiş; bunu, Enver Paşa’ya karşı iş gören Rus
kuvvetlerinin önemli komutanları bile söylemiştir.83 Enver Paşa elbette en büyük
idealist idi. Buhara’dayken, bütün zorlukları anladığı halde, hiç görmediği,
hatta hiçbir kitaptan bile öğrenmediği bir ülke ve çevrede, milyonda bir ölçülü
bir haritayı ele alarak ata binip, Buhara’dan Pamir’e koşması, başka biçimde
açıklanamaz... Enver Paşa elbette Türklerin Deli Dumrul’larından biridir.
Türkistan’a geldikleri zaman bunu idare eden ruh ve ülkü, Türkiye’de bilhassa Balkan
Savaşından sonra yaşatılan ‘Türkçülük’ ruhu idi. Doğrudan doğruya bir siyasi
Panislamizm ve Pantürkizm hayalleri değildi.”
Enver
Paşa’nın istediği her an, yanındakilerle birlikte Afganistan’a geçebileceğini,
burada kendisini izzet ve hürmetin beklediğini, hatta
Efzaleddin
Han’ın, Afgan askerleriyle geri dönerken, kendisini zorla götürmek istediğini,
Paşa’nın şiddetle reddettiğini söyleyerek, şöyle bitirir:
“O,
mutlaka Türkistan toprağında ölmek kararını vermişti. Enver Paşa Türkistan
toprağında ölmekle, bu ülkede ve Türk tarihindeki en büyük görevini yapmıştır.
...Mustafa Kemal Paşa yaşayarak, Cemal ve Enver Paşalar şehit olarak, Ön ve
Orta Asya İslam ve Türklerinin tarihinde, on altıncı yüz yıldan itibaren
başlayan ikinci devrenin (gerileme dönemi) artık kapandığını ve üçüncü devrin,
istiklal ve aktivite devrinin başlamış olduğunu gösterdiler.” (Togan, Türkili
Türkistan Tarihi, s. 457-460)
*
* *
Enver Paşa için bir çok ağıtlar
yazılır. Biri de, Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca’nındır:
Türk
balası Oruslardan köb sıkıldı
Er
kırıldı, kız ezildi, yurt yıkıldı
Hamiyetlik
Enver Paşa onu surab
Kelib azad etmek için şehid
boldu
İntikam... al intikam....
Ünlü
Özbek şairi Çolpan’ın ağıtı, Talat ve Cemal Paşaların şehadetlerini de anar:84
Feryadım
dünyanın barlığın boğsun, Feryadım dünyanın tümünü boğsun
Ümitnin
en songnı iplerin üzsün Ümidin en son ipini koparsın,
Gazaptan
titreğen yaş bir yiğitnin Ki gazaptan titreyen genç bir yiğidin
Taşdin
sinesige oklar ornaşmış. Taştan sinesine oklar saplanmış.
Tağlarda
erk üçün yürügen kiyiknin Dağlarda özgürlük için gezen geyiğin
Kara
gözlerige matemler girmiş. Kara gözlerini matem bürümüş
Deryalar,
tolgınlar titretken bir er Deryalar, tolgunlar titreten bir er
Darbalar
kahridin yıkılmış galmış. Darbeler altında yıkılmış kalmış.
Gurtuluş
yulduzu yoklugga kirmiş Kurtuluş yıldızı yokluğa gitmiş
Senin
son canını yavların almış. Senin son nefesini düşmanlar çalmış.
Mermere
boyları, Edirne yolu, Marmara boyları, Edirne yolu,
Çatalca
kenliği, Boğaz tarlığı Çatalca genliği, Boğaz darlığı
Karpat
belendliği, Trablus çölü Karpat dorukları, Trablus çölü
Güzel
Selaniknin şirin bağları Güzel Selaniğin şirin bağları
Şehitler
yüzige tamguçi nurlar Şehitler yüzünde yansıyan nurlar
Kanlar
yığlattı bizi bu haber Bu haber bizlere kanlar ağlattı...
Berlin
küçeleri yigitnin birin Berlin caddelerinde kan dalgaları
Toptuluk
gulbeler goynıga aldı. Yiğitlerden birini koynuna aldı
Tiflis
havaları bir necat erin Tiflis havaları bir kurtuluş erini
Gara
ganga boyap yerlerge saldı. Boyayıp kara kana, yerlere serdi.
Tarihnin
rengini köp ganlar bilen Tarihinin rengini çok kanlar ile
Garaytgan,
toldırgan birak Belcuvan Boyayıp, doldurmuş olan Belcivan
En
songı ümidni ganga boyagan En son ümidini kana boyadı.
Ah!
Gandag uğırsız zamanlar kelgen Ah! Nasıl da uğursuz zamanlar geldi...
Feryadım
dünyanı boğup öldürsün Feryadım dünyayı boğup öldürsün
Gapgara
bahtımga şeytanlar külsün Kapkara bahtıma şeytanlar gülsün...
Enver Paşa’nın askerlerinden olup
“Mim u Nun” imzasıyla yazan şair de şöyle demektedir:
Ketdi dünyadan u kün ul ğazı Anvar, kaydadur?
Yığlamay naylay, biradar, sahibkıran halin körüb?
Köz yümüb-açkunça kaldım bu falakning dastida,
Ul mubarak gismi kaldı Balcuvanıda sölüb.
‘‘Mim-u nün’’, sen yığlağıl har bir zaman faryad
etub, Şayad Allah mağfirat kılğay gunahıng, rahm etub. Gitti dünyadan o gün ol
gazi Enver nerdedir? Ağlıyorum arkadaş sahipkıranın halin görüp Zalim felek
aniden bu felaketi yağdırdı O mübarek cismi Belcivan’da soldu, kaldı.
Mim ü Nun sen her zaman feryad ile ağla
Belki Allah acıyıp günahlarını
bağışlar.85
80
Mustafa Şahkulu, Kırımlı olup
Moskova’da eğitim görmüş, Başkurt Hükûmetinde Yüksek İktisat Şubesinde
çalışmış, daha sonda Buhara’ya geçip Genç Buharalılar Hükûmetinde görev
almıştır. Enver Paşa’nın gelişi ile ona katılmış ve şehadetinden sonra da Hacı
Sami’nin yanında mücadeleyi sürdürmüştür. Hatıraları Zeki Velidi Bey’in özel
kütüphanesindedir.
81
Ali Bademci, bu ölüm tutanağının sonradan ve
muhtemelen Bartınlı Muhiddin Bey’le birlikte düzenlenmiş olabileceğini söyler.
Protokolde 11 Zilhicce 1340 tarihi, 4 Ağustos 1922 olarak gösterilmektedir ki,
bu yanlıştır; 10 Zilhicce olması gerekir. Ayrıca 4 Ağustos, bayramın ikinci
değil, birinci günüdür. (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.244)
Ali Bademci’nin bu
tespitlerini destekleyen bir noktaya daha işaret edelim: “El iyd-i ekber
eyledi, biz matem eyledik” sözü o günlerde söylenmiştir ve Paşa’nın iyd-i
ekberde yani 4 Ağustos, Cuma ve bayramın birinci gününde şehadetini gösterir.
Eğer bayramın birinci günü aynı zamanda Cuma’ya tesadüf ederse, buna “Büyük
Bayram” yahut “İyd-i ekber” denilir. Zeki Velidi Bey de şehadeti bayramın
birinci, Cuma günü olarak gösterir. (Z. Velidi Togan, Türkili Türkistan Tarihi,
s.452.) Baysun ise, bayramın birinci günü olarak 4 Ağustos 1922’yi Perşembe
olarak gösterir ve Paşa’nın şehadetinin 5 Ağustos Cuma günü olduğunu yazar;
yani bayramın ikinci günü. (Baysun, a.g.e., s.108, 109) Bayram namazının
bir gün önceye alınması, bu karışıklığı açıklamaktadır. Paşanın askerlerinden
olup, onun hakkında bir mersiye yazan şair de, Cumartesi günü naaşının
bulunduğunu söylemekle, şehadetin Cuma günü olduğunu belirtmiş olur.
Roz-ı şanba,
saat onda bir habar keldi, biling,
Deydilar,
keltirdilar cism-i mubarakni bulub.
82
Paşa’nın
sözü edilen vasiyetnamesinin aslına ulaşabilmek için Nabican Bakiyev ile
irtibat kurduk ve bir resmini yahut fokokopisini istedik. Ancak, yazar,
arşivdeki belgenin, vasiyetnamenin Rusça tercümesi olduğunu, aslının muhtamelen
Moskova’ya götürüldüğünü bildirdi.
83
Okuyucu
burada, Sarıkamış Harekâtını da, bizimkilerin ancak Rus komutanların eserleri
yayımlandıktan sonra doğru olarak değerlendirebildiklerini, Paşa’nın emirlerine
uygun hareket edilseydi, Sarıkamış’ın felaket değil zafer olacağını, Rus
komutanları okuduktan sonra anladıklarını hatırlamalıdır. Burada Hoca, bir ilim
adamı ve Türksever niteliğiyle, vaktiyle Paşa’ya yaptığı telkinler hilafına
gerçeği dürüstçe yorumlayabilmektedir.
84
Şiir
Z.Velidi Togan’ın Türkili Türkistan Tarihi, s. 454’ten alınmış, Anadolu
Türkçesine aktarması yer yer değiştirilmiştir.
85
Askerlerinden biri Özbekçe mersiye yazmıştır.
“Mim-u Nun” takma adını kullanan o kişi Enver Paşa askerlerinden birisi olduğu
şiirden anlaşılmaktadır. T. Kahhar bu mersiyenin “Yaş Türkistan” dergisinde
(Paris, 1930, sayı 3-4, s. 41-42) “edebî değerine bakmadan, Enver Paşa ölümüne
ithafen yazıldığı için baıldı” diye vurgulandığını bildirmekte.
Enver
Paşa ve Sonrası Hacı Sami Bey
H |
ACI Sami Bey, Eşref Sencer
Kuşçubaşı’nın küçük kardeşidir. Teşkilat-ı
Mahsusanın mensuplarından olup, bir
süre İzmir Emniyetinde çalışmıştır. Balkan Savaşı sonrasında Edirne’nin
kurtarılması hareketinde ve Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda hizmet
etmiştir. Enver Paşa’nın İslamcı ve Türkçü propagandalar yapmak üzere
Türkistan’a gönderdiği beş kişi içinde O da vardır.86
Türkistan’da
bulundukları 1916 yılında Hacı Sami ve arkadaşları, Yedisu’ daki büyük
ayaklanmaya, Şabdan Batır idaresindeki Kırgızlara katılırlar. “Kırgızların
işi artık bozulmak üzere idi. İki ay içinde sert çarpışmalar oldu. ”
Sonunda mücahit Kırgızlar büyük kitleler halinde Doğu Türkistan’a sığınırlar.
Ruslar büyük katliam yaparlar. (Z. v.
Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.341)
Sonunda,
Çin’den Türkiye’ye döneceklerinde, Hacı Sami Bey, gidip anavatanı düşman işgali
altında görmektense, Türkistan’a geçip oradaki kardeşlerimizin bağımsızlık
davaları için çalışalım der; arkadaşları kabul etmezler.
Hacı
Sami arkadaşlarından ayrılır ve Türkistan’a geçer. Enver Paşa ile irtibatını
kesmez. O’na Türkistan hakkında verdiği ilk bilgilerde, buraların, bir istiklal
mücadelesi yürütmeye hazır olmadıklarını söyler. Anadolu’ya girmeden Millî
Mücadele’yi desteklemek gerektiği fikrini savunur. Enver Paşa Türkistan’a gitme
kararını verdikten sonra ise, hep bu fikri destekler ve yanında olur.
*
* *
Paşa’nın
şehadetinden sonra, Korbaşılar toplanarak mücadeleye devam kararı almış ve
Azerbaycanlı Türkmen Mücahit Danyal Bey’i komutanlığa getirmişlerdi. Ancak kısa
bir süre sonra, bu sorumluluğu ancak Hacı Sami
Bey’in
taşıyabileceği düşünülerek, Danyal Bey’in mektubuyla, kendisini davet
etmişlerdir. Hacı Sami, 10 Ocak 1922’de, Düşenbe’nin geri alınması sırasında
Afganistan’a geçmiş. 3 Ağustos 1922’de de, Enver Paşa’nın yanında olmak üzere
Emanullah Han’dan izin alarak Feyzabad’a geçmişti.
Paşa’nın
şehadet haberi ve ardından Danyal Bey’in mektubu burada alınır. Buhara
Cumhurbaşkanı Osman Hoca, Selim Sami Bey’e, paşalık rütbesi vererek, onu bütün
mücahit birliklerinin komutanı yaptığını açıklar ve durumu Afgan Hanına da
bildirir. Hacı Sami, paşa ünvanını hiç kullanmamıştır. 25 Ağustos 1922’de,
yanında Abdülhamit Arif Bey, Azebaycanlı Nureddin Bey olduğu halde, bir miktar
cephaneyle Darvaz’a geçer. Burda kendisine, Paşa’nın şehadet haberini bildirmek
üzere orada olan İspirli Osman Çavuş katılır.
Sami
Paşa ve maiyeti 2 Eylül 1922’de Fuzayl Mahdum’un köyü olan Şirabad’a gelirler
ve büyük bir tören, ardından şenliklerle karşılanırlar. Recep Baysun’un yazdığına
göre, Enver Paşa’nın ölümünden doğan derin üzüntüden, Paşa’nın cesaret ve
yiğitliğini övdüğü Hacı Sami’nin gelişi ile kurtulmaya çalışırlar. (Baysun, a.g.e.,
s.143)
Onun
için “Türkistan İhtilal Orduları Başkomutanı” yazılı bir mühür kazıtılır. Ertesi
gün Miralay Faruk Bey ve kuvvetleri gelir. Yusuf Ziya Bey ve bir çok korbaşılar
da gelirler. Hacı Sami Paşa hemen kuvvetleri görevlendirmeye başlar. Çete
savaşlarından başka yol olmadığını gören Sami Paşa, kuvvetleri buna göre ve
oymaklar temelinde yeniden düzenler, başbuğ atamaları yapar. Şehadet haberi
üzerine başgösteren gevşeklik ve dağılmanın yerini yeni bir canlanma ve
toparlanma alır.
25
Eylül 1922’de, Sami Paşa yönetimindeki millî kuvvetler, Dere-i Payan üzerinden
Belcivan tepesine, Enver Paşa’nın kabri başına gelirler. Burada askere hitaben
güzel, duygulu bir konuşma yapar:
“Ey halk!
“Şu kabr-i şerifte
yatan şehid-i âlâ ve gazi-i namdâr, İslamın medar-ı iftiharı ve insanlığın
saygın tanıdığı Uluğ Enver Paşa, niçin buralara gelip, her türlü mahrumiyet
içinde, halk arasında haşır neşir olup, sonunda, şimdiye kadar medeniyet ve
İslamiyet tarihinin kaydetmediği biçimde, aslanca ve kahramanca bir arzu ile,
severek ve sevinerek gözleriniz önünde rütbe-i şehadete kavuştu. Temiz kanını,
sizin mübarek vatanınız üzerine serpti. ... Yüreğimizi kanatan bu şehitlik
olayı, size yeni yeni uyanışlar verdi. Şimdiye kadar akıttığınız kanlar
inşallah boşa gitmeyecektir. Türk vatanı ve İslâm
yurtlarının
bağımsız olacağına yüce şehit Enver Paşa merhumun kutlu mezarı şahittir...
“Ey Halk,
“Biliniz ki, emîr-i
şehit Enver Paşa merhum, sizleri kurtarmak için, yalnız gördüğünüz buradaki
mücadelesi ile değil, çocukluğundan beri Kafkas, Türkistan, Hive ve Buhara-yı
şerif’in gerçekten kurtulması için çalıştı...” Hacı Sami Paşa Türkistanlıları,
el ve gönül birliği içinde, Paşa’nın başlattığı savaşı zafere götürmeye
çağırır; Bolşevik güruhunu “Sizin birliğiniz hürmeti ve azameti için en yakın
zamanda mahvedeceğimize inanın ve güvenin. Bu kurtuluş, nusret-i İslâmdır.
Enver’in kabri İslam dünyasının kalesidir. Gerçek hayat odur ki, ya onurumuzla
bağımsız yaşarız yahut kahramanca şehit oluruz.” “Zillet hiçbir zaman İslâmın
şerefi ile bağdaşmaz.” (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.263-4; Masayuki
Yamauchi, a.g.e., s.301)
Sami
Paşa, Belcivan önünde Ruslarla tutuştuktan sonra, kuvvetlerini Darvaz’a çeker.
Buradan Ali Rıza Bey’e bir mektup yazarak yanına çağırır. O da hep iyimserdir:
“Belcivan’dan
alınan ganimet, iki mitralyöz, on iki sandık cephane birinci savaşta; ikinci
savaşta, iki gün topçu ateşiyle saldırıyı koruyan Rus askerini def ettik. Ve
gece karşı saldırımızda düşman panik yaptı; yedi sandık cephane, yirmi beş
tüfek ve bir çok askeri malzeme ve elbise ele geçirdik. Devletabâd ile Gölab
arasındaki savaşta, otuz iki ölü bırakan Rusların silahları ganimet edildi.
Müminabâd savaşında tüm kuvvetlerimi savaşa sürdüm. Lakaylar İbrahim Lakay ve
Togay kaçtılar. Ben yakayı zor kurtardım. Lakin düşmanda dehşetli kayıp var.
Yine Doğu Buhara’yı allak bullak edeceğiz. Belcivan, Gölab, Darvaz, Karatekin
vilayetlerinde Savaş Meclisi İdareleri kuruldu. Halkın hakları sömürücülerin
elinden kurtarılabilmiştir.” (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.264- 5)
Bu
arada Fergana’yı terketmek zorunda kalan ve Karatekin’e kabul edilmesi Sami
Paşa tarafından emredilen Şir Mehmet Bey kuvvetleri gelir. Danyal, Fuzayl
Mahdum ve Şir Mehmet Bey arasındaki geçimsizlik çatışmaya döner. Hacı Sami Paşa
sert davranır; fitne çıkartanları kurşuna dizer. Ruslarla görüşmeler yaptığı ve
Karatekin’in kendisine verilmesi halinde anlaşacağı duyumu üzerine İşan
Sultan’ı idam ettirir. Sami Bey’in Afganistan’dan getirip Darvaz’da depo ettiği
cephanelere de el koymak istediği söylenmiştir. Hareketi haklı da olsa, Enver
Paşa’ya ilk el uzatanlardan bir din adamı olan İşan Sultan’ın idamı huzursuzluk
yaratır. Belli ki, Sami Paşa disiplinli olmakla birlikte, Enver Paşa’sı kadar
kendine güvenli değildir. Enver Paşa’dan yayılan sevgi ve güvenin yerini,
tedirginlik ve ürkeklik almaya başlar. Ancak bazı Özbek ve Barlas oymakları
daha çok bağlanırlar.
14
Kasım Çildere civarındaki savaşlarda Danyal Bey şehit olur. Onun şehadeti
üzerine, “Madem ki o öldü, herkes ölsün!” diyerek, askerlerin bozgununa
yol açan Toygun Bek’i, Sami Paşa vurur. Hacı Sami’nin kuvvetleri gittikçe
azalmaktadır; Miralay Faruk ve Miralay Nafi Beylerle, Osman Çavuş
yanıbaşındadır.
Millî
kuvvetler, 16 Aralık’ta Poşiyan köyünü işgal ederler. Bu sırada Togaysarı
çıkagelir; Sami Paşa kendisini fena halde azarlar ve tehdit eder. Muhtemelen,
zaten hizmet niyetiyle gelmiş olan Togay Bek, o vakitten sonra itaatten
ayrılmaz ve Sami Paşa’nın her emrini canla başla yerine getirir. Gölab Kalesini
kuşatan millî kuvvetler, yardımcı Rus güçlerin gelmesiyle, birkaç gün
vuruştuktan sonra çekilirler.
Ocak
1923 başlarında Belcivan Kalesi yeniden kuşatılarak düşürülür. 20 Ocak’ta
Sazaklı köyü savaşlarında Miralay Faruk Bey yaralanır. Karluk köyüne gelinip,
yeniden Ruslarla tutuşulur ve geri atılır. Hacı Sami Paşa, Rusların Kengürt
garnizonunu kuşatır. Kalabalık bir Rus kuvvetinin yardıma gelmesiyle, millî
kuvvetler bozguna uğrayacakken, birdenbire Togaysarı’nın kuvvetlerinin
yetişmesiyle durum tersine döner. Ne var ki bu arada, üç günden beri yaralı
olarak savaşa devam eden Miralay Faruk Bey’in atından düştüğü ve Hakka yürüdüğü
görülür. Şehidin naaşı taşınarak, Enver Paşa ve Devlet Bey’in yanına
defnedilir.
Hacı
Sami Paşa, elindeki küçük kuvvetlerle büyük başarılar elde ediyor, şehirleri
kuşatarak düşürüyordu. Ancak, mevcut kuvvetlerle buraların ne kadar elde
tutulabileceği belirsizdi. Ancak Türkmen Cephesi Komutanı Ali Rıza Bey’e
yazdığı mektupta, eşi ve çocuklarıyla yanına gelmesini istiyordu. Diyor ki,
“Vahş
Derya’dan Kâşgar’a kadar Rusları işten çıkardık. Vilayet teşkilatı yaptım ve
askeri iki kısma ayırdım. Bir vilayet askeri birer alay kuvvetinde, diğeri
kuvve-i seyyare emrinde akıncı vazifesi görüyorlar. Bu şekilde çok başarılar
görüldü. Subaya çok ihtiyaç var. Bizim Türk askerleri de olsa yeterlidir; bölük
komutanlığı ederler. İki aylık savaşlar bizlere ağır geldi. Büyük rütbedeki
subay kayıplarının yerini doldurmak mümkün olamıyor. Siz arkadaşlarla
gelirseniz, Doğu Buhara cephesi ile Fergana-Kâşgar cephesini size bırakıp, ben,
seyyar alaylarla Semerkand, Tümen ve Türkmen içlerine akmak tasavvurundayım.
Rusya içinde büyük karışıklıklar var. Türkistan’ın mukadderatını Türkler
belirleyeceklerdir. Ruslar bana barış teklif ettiler. Bizi Afganlılarla
çarpıştırmak istiyorlar. O mektuplarını Afgan Emîrine gönderdim............................................................................................................................ Hacı
Sami” (Bademci, a.g.e.,
c.2, s.284)
Şubat
ayı ortaları, kışın şiddetli zamanlarıdır. Millî kuvvetler Taşbulak üzerinden
Lengeran köyüne geçmişlerdir. Burada, Enver Paşa’nın değerli komutanlarından
Aşur Bek’in, Afganistan’a iltica etmek üzere hareket halinde olduğu görülür.
Miralay Nafi Bey tarafından yakalanan Aşur Bey için Savaş Divanı kurulur ve “Altmış
silahlı süvari ile savaş alanını terkederek Afgan Hükümetine” sığınmak
teşebbüsünden, kurşuna dizilmesine karar verilir. Aşur Bek kurşuna dizilir.
Bu
arada, Hacı Sami Paşa, İbrahim Lakay’ı bulup, onunla hesaplaşmayı kafaya
koymuştur. Bir mektup yazar:
“Bir
kaç günden beri sizinle buluşmak için dere tepe gezdiğim halde, kaçıyorsunuz.
Enver
Paşa’nın şehadetinden sonra Genel Karargâh ile hiç temas etmediniz. ... Sizi
takip edeceğim. Benim kuvvetlerimi arkanızda yormayın. Çünkü bunlarla daha bir
çok düşmanla hesaplaşmak niyetindeyim. Binaenaleyh, bu mektubu alınca hemen
Menlibey köyüne geliniz.
Türkistan İhtilal Orduları
Başkomutanı Hacı Sami”
Mektubu
götürüp, İbrahim Bey’e ulaştıran postacı dönünce, Sami Paşa hemen harekete
geçerek İbrahim Bey’in bulunduğu köyü kuşatır. İbrahim Bey gelir. Sami Paşa,
azarlamaya başlar:
“Bu
yaptıkların nedir?... Bu büyük millî davada başkalarının komutası altına
girmemek için çıkardığın bin bir zorluktan vaz geçmeyecek misin?”
İbrahim
Bey:
“Aman Paşam; ben
ettim sen etme. Hüda’ya tövbe kıldım; bağışla. ”
Sami
Paşa:
“Bu
kadar ihaneti bağışlamak bir şartla olur; Millî Mücadeleye bütün kuvvetlerinle
katılacağına söz verir misin?”
Açıklanması
zor; ama, o günden sonra İbrahim Bey, Hacı Sami Paşa’nın emirlerinin hiç dışına
çıkmayan, en sadık korbaşılarından biri oldu ve Onun Türkiye’ye dönmesinden
sonra da Millî Mücadeleyi sürdürdü.
İbrahim
Bey kuvvetlerini Düşenbe üzerine gönderen Sami Paşa, emrindeki birliklerle
Yürçi-Kekeydi şosesi üzerinde, Yürçi’ye doğru ilerlerken, Rus kuvvetlerinin ani
bir saldırısına uğrar. 6 Mart 1923 günü, Enver Paşa’nın pek sevdiği İspirli
Osman Çavuş, alnından yediği bir kurşunla
şehit olur. İki tarafın da aldığı
takviyelerle çarpışmalar birkaç gün sürer. “11 Mart 1923 günü,
Türkistan’daki en faal Türk subaylarından Osman Çavuş’un naaşı Hayit Bek’e
teslim edilerek Babadağı’na” gönderilir ve burada defnedilir.87
Hacı
Sami Paşa, elindeki kuvvetlerle sürekli hareket halindedir ve Batı Buhara,
Güzar, Karşı, Küyten ve Şirabâd taraflarına baskınlar yapmakta, çete
savaşlarına devam etmektedir. “Ruslar her yerde o kadar kalabalık oldukları,
uçakları, telefonları, telgrafları, telsizleri, casusları çalıştığı halde,
atları ve yedek atları da her zaman hazır olduğu halde, Hacı Sami Rus
garnizonlarını çocuk gibi oynatıyordu. Bununla çeteciliğin nasıl yapılmak
gerektiğini Türkistanlılara gösterdi. ” (z.v.
Togan, a.g.e., s.468)
Bolşevikler
bir yandan Korbaşılarla savaşırken, bir yandan da türlü desiselerle mücahitleri
birbirine düşürmeye ve dağıtmaya çalışmaktadırlar; yer yer başarılı da
olmaktadırlar.
Mayıs
ayının ortalarına doğru, mücadeleye devam etmenin artık bir anlamının
kalmadığını düşünen mücahitler, Sami Paşa’ya kendi söyleyemediklerini, Gölab
Müftüsü Sadreddin Han’a söyletirler. Son günlerde Özbek Korbaşılardan
Abdürrahim Bayveçe ve Babadağ’ın güçlü Korbaşısı Hayit Bek de şehit
olmuşlardır.
Hacı
Sami Paşa başını önüne eğmiş, susmaktadır. Ortalığa bir ölüm sessizliği çöker.
Bu sırada Korbaşılardan Sahipnazar’ın gür sesi duyulur:
“Ben
mücadeleden vaz geçmeyeceğim. Ölünceye kadar devam edeceğim. Bolşevikler
ocağıma incir diktiler. Sağ kaldığım müddetçe silahımı elimden bırakmayacağım.
Yalnız da kalsam, yurdumdan ve Enver Paşa’nın yolundan ayrılmayacağım. Eğer
ölürsem ve cesedimi gömecek kimse bulunmazsa, varsın benim vatanımın çakalları
yesinler!”
Yine
tam bir suskunluk çökerken, Hacı Sami Paşa ayağa kalkar; gözlerinden yaşlar
akmaktadır; Sahipnazar’ı kucaklar, alnından, yanaklarından öper, öper, “Sahibim,”
der, “senin gibi çok az kahraman gördüm. Cenab-ı Allah sana yardım etsin ve
memleketine bağışlasın. Beni çok mutlu ettin. Bu, öyle büyük bir ülküdür ki,
şimdilik ölsek de, sonsuza dek yaşayacağına dair şu mert karakterinle bana ümit
verdin. Ben hayatı dağ başlarında geçmiş, on yıldan beri çocuklarının yüzünü
bile görmemiş, doğduğu yerden uzakta yaşayan bir insanım. Mücadeleden yılmadım;
çünkü
bu
ülküye ömrümü vakfetmişim. Ama, arkadaşlar haklı. Şimdi sana düşen bir vazife
var; bize son bir hizmetin olsun. Ne yapalım mukadderat böyle imiş. ”
Sahipnazar,
“Emret Paşam!” der. Hacı Sami, “Hayır, artık Paşa ben değilim,
sensin.” der, “Komutanlık sana yakışır. Kalmak isteyen arkadaşların
komutanı sensin. Bu durumda sana düşen görev şudur: Bizi Ceyhun Nehrine kadar
götürüp, karşıya geçmemizi sağlayacaksın; sonra, hareketinde serbestsin.”
*
* *
Sahipnazar, aldığı görevi göz yaşları
içinde yerine getirmiş ve Hacı Sami Bey’le arkadaşlarını Afganistan’a
geçirmiştir. Buradan, Türkiye’ye gelmek üzere, Türk Büyükelçiliğine verilen mücahitler
listesi içinde Miralay Nafi Bey, Bolulu Hüseyin Çavuş ve Çerkez Hüseyin de
vardır.88 Zeki Velidi Bey, Hacı Sami’nin
bir mektubundan söz eder: Kâbil’e geçmiş olan Hacı Sami Bey’le mektuplaşıyorlarmış.
Bir mektubunda, Enver Paşa’yı Batı Buhara’ya geçmesi için teşvik ederken çok
iyimserdin; şimdi kötümser görünüyorsun, der. Hacı Sami cevap verir: “Kötümser
değil, yaralıyım ve ata binemiyorum. Türkiye’ye dönüp, biraz dinlendikten
sonra, bir gün yine dönüp geleceğim. ” (Z.V. Togan, Türkili Türkistan
Tarihi, s.469)
Hacı
Selim Sami Bey’in, yani yenilgi kabul etmeyen bir neslin bu kahraman mensubunun
bundan sonraki hayatı pek kısadır. Ve bu kısa süre, gelecek kuşaklar için örnek
olmaktan çok, ibret alınacak, düşündürücü, hüzünlü bir macera olarak geçecek ve
sona erecektir.
Mülteciler,
Meşhed’e gelirler. Hacı Sami Bey burada, Türkmenistan Cephe Komutanı Ali Rıza
Bey’le karşılaşır; o da Türkiye’ye dönmektedir; karısı ve çocuğu da yanındadır.
24 Ekim 1923 tarihinde, Türkiye’nin Meşhed Şehbenderliğine, beklenen yazı
gelir: Hacı Sami Bey hariç, diğer bütün mücahitler Türkiye’ye kabul
edileceklerdir.
Enver
Paşa ile yakınlığı herkesçe bilinen Hacı Sami Bey, bu kararı nasıl karşıladı?
Bilinmiyor. Selim Sami 1914 yılından beri Türkiye dışındadır ve artık çoluk
çocuğuna kavuşmak istemektedir; ama Türkiye’nin kapısı yüzüne kapanmıştır.
Şimdi arkadaşlarından ayrılmak zorundadır. Ancak, Hacı Sami parasız olduğu gibi
Miralay Nafi Bey’in de, diğerlerinin de beş paraları yoktur. Hacı Sami ne
yapacaktır? Türk Hükümetinin bu kararından bir şey anlamayan ve şaşkına dönen
Türkistanlılar, yanlarında taşıdıkları ufak tefek
ne
varsa satarak, Sami Bey’e 700 tümen (İran parası) verirler. Bu mücahitlerin de
bir kısmı, Türkiye’den beklenen cevabın gecikmesiyle, oralarda kalmaya karar
vermiş, sayıları azalmıştır; Hacı Sami Paşalarını, 28 Ekim 1923 günü
gözyaşlarıyla uğurlarlar. Hacı Sami Tahran’a gideceğini söylemiştir.
Kalan
mücahitler Türkiye’ye gelirler. Hacı Sami Tahran’da bir süre, yine Türkiye
vizesi alabilmek için uğraşır; olmaz. Buradan Bağdat’a geçerek yine epeyce bir
süre Türkiye vizesi için uğraşır; yine olmaz. Halep’e geçer. Dört yıl olmuştur.
Bundan
sonrası hakkındaki bilgiler iyice siliktir; bir takım duyumlar ve yorumlara
dayalıdır: Hacı Sami Bey, İskenderiye’ye, buradan da bir yolunu bulup Sisam
Adasına ve oradan 1927 yılı Ağustos başlarında Kuşadası’na geçmiş. Niyeti
gizlice, ailesinin bulunduğu Salihli’ye gitmekmiş. Ancak, resmî makamlara, “Mustafa
Kemal Paşa’nın İzmir’e gittiği trene bomba koyacağı” yolunda bir ihbar
gelmiş. Jandarmalar yola çıkmışlar ve Salihli’ye giderken, 24 Ağustos 1927
günü, Çine ile Bozdoğan arasındaki Madran Yaylasında çıkan çatışmada
öldürülmüş.
Millî
Mücadele boyunca yurt dışında bulunmuş olan Hacı Sami Beyin, ilişkileri ve
özellikle Enver Paşa ile olan yakınlığı sebebiyle olsa gerek, Yüzellilikler
listesine alınmış olduğu bilinmektedir. Ağabeyi Eşref Bey de bu listeye dahil
edilmiştir. Hacı Sami Beyin yeni Cumhuriyetin yönetimine dost olmayacağı
açıktır. Ancak niyet ve faaliyetleri hakkında o günün duyumlarına ve İstiklal
Mahkemelerinin tutanaklarına güvenmek de zordur.
86
Hindistan
üzerinden Türkistan ve Çin’e kadar uzanan bu yolculuk ve mücadelelerin geniş
hikâyesi, Adil Hikmet Bey’in, Asya’da Beş Türk (Ötüken Yayınevi,
İstanbul 1998) isimli eserinde anlatılmıştır. Hatıraların ilk tefrika edildiği
(1928 yılı) dönemde nasıl bir hava esiyor olmalıydı ki, Adil Hikmet Bey, altı
yüz sayfalık kitap içinde, Hacı Sami’nin adını bir kere olsun anmaz; çok
zorunlu olduğu zaman, “beşinci arkadaşımız” ibaresini kullanır.
87
Bu hususlarda Zeki Velidi Togan’ın, muhtemelen
Mustafa Şahkulu’nun hatıralarına dayanarak anlattıkları biraz farklıdır. Buna
göre, İbrahim Bey Gölab savaşında Hacı Sami’yi bu çarpışmalarda arkadan vurması
için Togaysarı’ya talimat verir; fakat Togay buna cesaret edemez. Tam tersine,
Sami
89
Ali Bademci, bu bilgileri aldığımız ve yukarıdan
beri alıntılar yaptığımız kitabında (a.g.e., s.293- 4), Hacı Sami Beyle
birlikte, tespit edebildiğini söylediği yirmi dört mücahidin adını vermektedir.
ENVER Paşa’nın eşi Naciye Sultan,
Paşa’nın şahadetiyle, yirmi altı yaşında dul kaldı. Bir yıl sonra Paşa’nın
kardeşi hariciyeci Kâmil Killigil ile evlendi. Bu evlilikten Rana isimli bir
kızları oldu. 1952 yılında Osmanlı Hanedanının kadın üyelerinin Türkiye’ye
dönmelerine izin veren kanunun çıkmasıyla İstanbul’a geldi. 5 Aralık 1957’de,
İstanbul’da altmış bir yaşında öldü.
Enver
Paşa’nın kardeşi, Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Killigil Paşa, savaştan
sonra gayretlerini silah sanayii kurulmasına yöneltti. Eyüp- Sütlüce’de bir
silah fabrikası kurdu. 5 Mayıs 1949’da fabrikada, sabotaj olduğu söylenen büyük
bir patlama oldu ve Nuri Paşa da burada vefat etti.
Enver
Paşa’nın yaşıtı olan amcası, Kûtü’l-Amare kahramanı Halil Kut Paşa, Millî
Mücadeleden sonra ne siyaset, ne de askerlikle ilgilendi. 1957 yılında
İstanbul’da vefat etti.
Paşanın
büyük kızı Mahpeyker Ürgüp, Dr. Psikiyatrist oldu ve meslektaşı Dr. Fikret
Ürgüp ile evlendi. Çeşitli ülkelerde yaşadılar. Çocukları Hasan Bey 1989
yılında vefat etti.
Küçük
kızı Türkân Mayatepek kimya mühendisi oldu. Dış işlerinden Hüveyda Mayatepek
ile evlendi. Eşi çeşitli ülkelerde büyükelçilik yaptı. Türkân Hanım 1989
yılında vefat etti. Oğulları Osman Mayatepek halen Ankara’da yaşamaktadır ve
Mihrişah isimli bir kızı vardır.
Oğlu
Ali Enver hava subayı oldu. Dünyanın en iyi pilotlarından biri olarak ün yaptı.
İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda Enver Paşa’nın çocukları için özel izin
çıkardı ve Ali Enver Türkiye’ye geldi. Akademi sınavlarına girdi ve kazandı.
Ancak, Enver Paşa’nın oğlunun kurmay olması istenmediği için Akademi’ye
alınmadı. Çok üzülen Ali Enver yüzbaşı iken istifa ederek subaylıktan ayrıldı
ve önce İsveç, sonra Avustralya’ya yerleşti. Uçakla akrobasi gösterileri
pilotluğu yaptı. 1974 yılında bir dağ tırmanışında uğradığı kaza sonucu vefat
etti. Ali Enver Bey, Abidin Daver’in kızı ile evlenmiştir. 1955 doğumlu Arzu
isimli bir kızı vardır. Arzu Hanımın Burak isimli oğlu yirmi yaşlarındadır.