Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

ŞEHİT ENVER PAŞA...NEVZAT KÖSOĞLU 4

 

BUHARA

Bilirim Mektuplar Yoldadır

E

NVER Paşa 28 Eylül 1921’de Batum’dan ayrılır; gizlice, Tiflis üzerinden Bakü’ye geçer. Bakü Dışişleri Komiseri Mirza Hüseyin Davutov kendilerine bir bina tahsis eder. Buradan da gemi ile güzel bir havada, iki günde Türkmenistan’da Kresnabâd yahut Kızılsu’ya (bugünkü Türkmenbaşı limanı) ulaşır.61 Ulaştıkları yer göçmenlerin daha içerilere sevk edildikleri bir merkezdi. Burada Rus göçmenlerin araba, at gibi ulaşım vasıtaları içinde ve bütün malları yüklü olarak gidişleri ile Müslüman göçmenlerin aç, çıplak ve perişan halde sürülmelerini görürler. Yaveri Muhiddin Bey62 diyor ki, bu manzara Enver Paşa’nın Türkistan’da mücadele kararını pekiştirmişti. Çünkü Bolşeviklerin milliyet farkı tanımadıkları iddialarının boş bir aldatmaca olduğunu orada acı ile anlamıştık. (Bekirağa Bölüğünden Türkistana, Bartınlı Muhiddin Bey, Haz. Y. Gedikli, İst. 2004, s. 79)

Paşa kitap okuyarak, özellikle daha önce kardeşi Kâmil’e ısmarladığı (Yamauchi, a.g.e., s.229, m.112) Liman von Sanders Paşa’nın hatıralarını okuyarak vakit geçirir; “Beni tenkit ettiği yerler de var. ”

Oradan, yine sessizce, Aşkabat’a giden bir trene binerler. Geçtikleri Karakum çölü geceleri çok soğuktur. Hacı Sami de, dar kompartımanda sürekli gezinip “bana varacağımız yerlerde, tahtlar, saltanatlar tasvir ediyordu”; yani, okumasına pek fırsat vermiyormuş. “Tahta kompartımana büzüldüm. Ben başımın altına çantamı aldım. Üstüme meşin pardesümü örttüm.... Çöl, gece soğuk ve yolculuk kasvetliydi. ”

Yedi günlük bir yolculuktan sonra Aşkabad’a varırlar. Ali Bademci, Paşa’nın burada bir gün kaldığını ve Türkmenlerle bir Cuma namazı kıldığını yazar.

Eşine yazdığı bir mektupta şöyle bir haber vardır: “Bugün Muhiddin (Yaver) birkaç kitap getirdi; bunlardan bir tanesini takdim ediyorum. Ne

tuhaf şey! M. Kemal Paşa’ya gazilik verilmeden önce, halk bize vermiş de, bizim haberimiz yok... ” (Karaman, a.g.e., s.78)

Enver Paşa, Çarçuy’da Kabil’den gelen Cemal Paşa ile görüşeceğini umuyordu. Ancak, Çarçuy’a vardığında dört gün önce buraya gelmiş olan Cemal Paşa’ya, Ruslar bekleme izni vermemiş ve kendisini Moskova’ya göndermişlerdir. Bu yolculuk sırasında eline geçen bir mektupta, “Ermeni komitelerinin bir suikast için münasebette bulunduklarına” dair duyumlar alındığı bildirilmektedir. (Yamauchi, a.g.e., s.249)

Yol arkadaşı Yaver Muhiddin Bey yolculuk intibalarını yazarken, muhtemelen Enver Paşa da dahil, dönemin bütün aydınlarının duygularını dile getiriyordu: “Bu âlem yalnız kitaplarda gördüğümüz ve nadiren kendileriyle temasa geldiğimiz bir âlemdi. Fakat geniş, geniş olduğu kadar da bizden ve bize bağlı bir âlemdi. Kalbimiz, şimdiye kadar bu âlemi duymuş, fakat gözümüz bu manzaraları görmemiş, kulaklarımız bu keskin sesleri işitmemişti. ”(Bekirağa Bölüğünden Türkistana, Bartınlı Muhiddin Bey, Haz. Y. Gedikli, İstanbul 2004, s. 92; bundan sonra [Dr. Y. Gedikli, a.g.e., s...] diye bahsedilecektir.)

Aşkabad ve Merv üzerinden kısa süreli duraklamalarla süren bir yolculuktan sonra 18 Ekim 1921’de Katman istasyonuna gelirler. Burası Buhara’nın Rus egemenliğinde kalan bir istasyonudur. Enver Paşa da sivildir. Görevlilerin dikkatini çekmeden iner ve yakındaki bir kahveye girerler.

Kahvede oturan Türkmen reislerinden biri Enver Paşa’yı tanır; “Siz Enver Paşa değil misiniz?” diye sorar. Paşa gizlemeye gerek duymaz, “Evet” der. Haber bir anda yayılır. Türkmen reisi konukları arabayla evine götürür; izzet ikram eder; Buhara’nın Osman Hoca hükümetine Paşa’nın geldiğini bildirir.

Buhara’da 2 Ekim 1920 tarihinde Genç Buharalılar Emîr Âlim Han’ı devirerek 6 Ekim’de Cumhuriyet ilan etmişlerdir. O günlerde Buhara’da bağımsızlık yanlısı bir hükümet vardır. Hükümetin başında, adı Plevne kahramanı Osman Paşa’ya atfen konulmuş ve İstanbul Öğretmen Okulunda eğitim görerek Buhara’ya dönmüş olan Osman Hoca bulunmaktadır. Rus istihbarat raporunda deniliyor ki, Türkiye’den yeni gelmiş olan “Osman Hoca Türkçülük gayesi yolunda o denli zehirlenmiş ki, bazı gençler, hatta onunla çok yakın ilişkileri olanlar bile ondan korkmaya başladılar.” (Bakiyev, a.g.e., s.14) Osman Hoca, Buhara’da usul-i cedit okulları açarak işe başlamış, gençleri teşkilatlandırarak Emîr’in devrilmesinde etkili olmuştu. Kurulan

hükümette Maliye Bakanlığından sonra Buhara Halk Temsilcilerinin İkinci Kurultayı’nda 24 Eylül 1921’de, Mirza Abdülkadir Muhiddin’in yerine Cumhurbaşkanlığına seçilmişti.

Ancak, Emîr taraftarlarıyla kavgalar bitmiş değildir ve halk, Ceditçilerin Bolşeviklerle işbirliğini unutmamaktadır. Kızıllara karşı savaşan bir Türkistanlı Mücahit şunları yazar:

“Allah’a şükür ki, buralarda biz aslanlar gibi çarpıştık. İslam elbette galip gelecektir. İtiraf etmek gerekirse, savaş çok çetin oldu. Fakat, bizi asıl yaralayan, düşmanlarımızın safında, millî hükûmetimizin birkaç üyesinin de bulunmasıydı. Onlar düşman cephesinde bize karşı savaştılar. Düşman bizi tamamen yok etmek niyetindeydi; fakat, biz direndik. Ne var ki, zamanla ümidimiz kırılmaya başladı ve saflarımız bozuldu...” (Bakiyev, a.g.e., s.111)

Doğu Buhara’da Rusların da tahrikleriyle, Kadimî Basmacılarla Millî Kuvvetler yer yer çarpışmaktadır. Bu mücadelelerin ne ölçüde kaba ve ölçüsüz olduğunu, bundan sonraki gelişmelere uzun süre damgasını vuracak olan İbrahim Bey’e, Kabadiyan aksakallılarının gönderdiği bir imdat mektubu anlatmaktadır:

“Coşkun Ümidimiz, Mürüvvetperver Bey Cenapları

“Aşağıdaki şikâyetimizi, sizin duacınız olan bahtı kara yöneticiler, vilayet ve Başkent şehrinin bütün halkı adına kabul ediniz.

“Efendim, yakın zamanlarda Kazak ve Türkmenler, ‘Bizler mücahidiz.’ diyerek Başkent’i bastılar ve halka ‘Sizler ceditsiniz.’ diyerek, herkesin malını mülkünü yağmaladılar. Kadın ve kızlarımızın namuslarına el sürdüler. Halkın çoğu korkudan kaçıp gitti. Bu tür kötülüklerin, Müslüman olarak Türkmen ve Kazaklardan gelmesi daha da kötü değil mi? Bu arada iki medrese öğrencisini de öldürdüler. Bahtı kara mazlumların gözyaşlarına acıyın ve bize yardım edin. Bütün ümidimiz sizsiniz.

“Biz pek çok yöneticiler gördük; fakat, onlar yağmacılık ve zorbalıktan başka bir şey yapmadılar. Bu sebeple halkın Hisar’a, Çilligöl’e, Korgantepe ve başka yerlere kaçıp gitmesi boşuna değildir...” (Bakiyev, a.g.e., s.113, 114)

Ayrıca çeşitli kabileler arasında sonu gelmeyen çekişmeler vardır. Bu mücadeleler içinde Lakay İbrahim Bey öne çıkmış ve halka, Gazi ünvanıyla bir kurtarıcı gibi görünmüştür.

Yeni Cumhuriyetin başkenti olan Taşkent Rusların elindedir ve Buhara’da önemli miktarda Kızıl kuvvetler vardır ve Genç Buharalılar büyük ölçüde bu kuvvetlere dayanmaktadır. Feyzullah Hoca Enver Paşa’ya Ruslar giderlerse, softaların bir reaksiyonundan çekindiklerini söyler. Başbakan ve Dışişleri Bakanı olan Feyzullah Hoca Bolşeviklerle yakın ilişki halindedir.

Bu zat daha sonra, Bolşeviklerin kurduğu Sovyet Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olacak ve 1938’de millîcilik iddiasıyla idam edilecektir.

Bu sırada Osman Hoca, Baysun kentindedir. Paşa’ya, Osman Hoca hükûmetinin Adliye Bakanı olan -yine İstanbul Öğretmen Okulundan mezun- Rahmet Refik Bey vasıtasıyla, Dışişleri Bakanlığı içinde bir bina tahsis edilir; burası eski Emîr’in, Nur-u Hassa sarayıdır; hizmetine adamlar verilir. Ertesi gün Bartınlı bir Osmanlı subayı olan Halil Bey’le tanışırlar. Halil Bey, Savaş Bakanı ve Buhara kuvvetlerinin komutanıdır. Kendilerine katılır ve sonuna kadar Paşa’nın en faal adamlarından biri olarak kalır. Buhara Cumhuriyeti’nde on iki Osmanlı subayı vardır ve Cumhuriyetin eğitim, askerlik ve idarî işlerini yüklenmişlerdir. Miralay Ali Rıza Bey (Savaş Bakanı yardımcısı, müsteşar), Faruk Bey63 (Ali Rıza Bey’in Yardımcısı), Kâzım Bey (Buhara Emniyet Müdürü), Teğmen Halil64 (Kâzım Bey’in yardımcısı) Yüzbaşı Hasan Bey65 (Termiz İli Garnizon Komutanı), İspirli Çavuş Osman Efendi (Kabadiyan İli Garnizon Komutanı), Kerküklü Çavuş Hüseyin, Çerkez Hüseyin ve Cezayirli Hacı Mehmet Efendi, Osman Bey, Arif Bey, Nafi Bey, Sabir Efendi bunlardandır. Bu subayların pek çoğu, daha sonraki savaşlarda şehit olacaklardır.

Bu arada Enver Paşa’yı öldürmek üzere Ermeni komitecilerin Buhara’ya geldiği haberi alınır. Enver Paşa, şimdi hükûmet konağı olarak kullanılan Nur-u Hassa Sarayında misafir edilmektedir. Bolşevikler daha önce Bakü’de yine Ermenilere bir suikast yaptırmayı denemiş, başaramamışlardı. Enver Paşa’yı yakından izleyen Ruslar, Paşa’nın Buhara’da olduğunu Ermenilere bildirirler. Buhara emniyet müdürü olan Kâzım Bey ve yardımcısı Halil Bey, hemen harekete geçerek üç Ermeni komitecisini yakalatır ve cezalandırırlar.

Enver Paşa’nın geldiği hemen duyulmuş ve halk içinde büyük heyecan yaratmıştır; Paşa, bütün Buhara ileri gelenleriyle görüşmek zorunda kalır. Burada, Türkmenbaşı’ndaki Türk ve Rus göçmenlerinin durumunu görmesine ek olarak, Emîr Timur zamanından kalma zenginliklerin Ruslar tarafından nasıl yağmalandığının hikâyelerini dinler. Halk, Paşa’ya sevgi gösterileri yapar; “Yaşasın Turan, Yaşasın İslam ve yaşasın Enver Paşa” diye bağırırlar.

Enver Paşa, 16 Ekim’da Buhara’dan Berlin’deki kardeşi Kâmil’e şu mektubu gönderir:

“Kâmilciğim,

“Nihayet Buhara’ya geldim. Sami de beraberdir. Memlekette durumun düzelmesi üzerine bu tarz hareket hem umumî maksada, hem de memlekete daha faydalı görülüyor. Şimdilik buralarda kalacağım. Zira niyetim veçhile Berlin’e gelirsem bir daha dönebilmek imkânım kalmayacaktır. İnşallah yakında bura vaziyeti belirir de o zaman. Cicimi sana tevdi ediyorum. Benim dünyada hayatım, namusum, her şeyim olan kendilerine hizmet edeceğini biliyor ve bu şekilde ancak biraz teselli oluyorum. ... Ben bir ay sonra silahlı ihtilalcilerin yanına gidip, onların durumlarını göreceğim. Her bir mektubunda evlatlarımın ve Sultan ve kendinin fotoğraflarını gönder.” (İnan, a.g.e., s.111)

Enver Paşa bir yandan da, kendisine sunulanlardan ve kendi temin edebildiklerinden Sultan Hanıma hediyeler gönderir. (Masayuki Yamauchi, a.g.e., s.249, 250, m.135, 136, 137)

29 Ekim 1921 tarihinde Kâmil’e yazdığı ikinci mektubunda, “Artık bizden kimse Rusya’ya gelmesin. Keza babam da gelmesin.” diyor. Dört aydır sizden mektup alamıyorum, ızdırap içindeyim. Seni İstanbul’a göndermem aile meselesidir. “İşte ailenin tüm yükü senin omuzlarındadır. ” Bütün fedakârlığınla meşgul olduğunu bildiren mektubunu alınca biraz huzura kavuşacağım. “Bilirim, mektuplar yoldadır...” (Yamauchi, a.g.e., s.250)

* * *

Enver Paşa’nın Türkistan’a gidişi de, burada başladığı mücadeledeki tercihleri de zaman zaman tartışılmıştır. Örnek olarak, Şevket Süreyya Bey’in Türkistan konusundaki yorumları, çok gerçekçi gibi görünse de, ruhsuz ve biraz da o güne egemen olan Bolşevik havanın ve propagandaların etkisindedir ve yanlıştır.

O günün şartlarında Buharalı aydınlarda üç temayül görünüyordu. Osman Hoca ve Abdülhamit Arifoğlu gibi öncüler Enver Paşa’nın Basmacılara katılarak, silahlı mücadele ile Türkistan’ı kurtarmasını istiyorlardı. Bir başka grup, Paşa’nın Buhara Cumhuriyeti ile Ruslar arasında arabuluculuk yapmasını istiyor, bu yoldan zaman ve güç kazanacaklarını umuyorlardı. Zeki Velidi ve arkadaşları ise O’nun Afganistan’a geçerek Afgan kralı ve Buhara Emîri’nin desteklerini de alarak buradan mücadeleye destek vermesinin daha yararlı olacağını düşünüyorlardı.

Enver Paşa’nın Buhara’daki tercihi, Korbaşılara katılma kararı olmuştur ve bu da doğrudur. Ceditçiler okumuş insanlardı, milliyetçi temayülleri de belirgindi; ancak, mücadele gücü olmayan, halka kendilerini yeterince kabul

ettirememiş, Bolşeviklerle anlaşma yollarında ve millî mücadeleyi Sovyetlerin iç işi telakki ederek çıkış arayan kimselerdi. Bu tutumları son derece gerçekçi idi; ama Paşa’nın aradığı bu değildi.

Şevket Süreyya gibi, Zeki Velidi de, açık bir askerî ve siyasi başarı düşündüğü için, Paşa’nın Türkistan hakkındaki bilgilerinin yetersiz olduğunu söyler ve girişeceği mücadelede niçin başarılı olamayacağını uzun uzun, maddeler halinde açıklar ve Paşa’nın kendisine de anlatır. Paşa’nın dinleyen fakat çok konuşmaktan hoşlanmayan karakteri ve daha önce bir ölçüde dokunulan Türkistan hakkındaki raporlar dikkate alındığında, anlaşılan odur ki, Paşa, onların kafasındaki başarı için ortamın ve imkânların yetersiz olduğunu pek âlâ biliyordu. Birkaç yıldır buralara gönderilen görevlilerden, Türkistan’dan gelenlerden, Kırım ileri gelenlerinden velhasıl çeşitli kaynaklardan haberler, yorumlar, raporlar almakta ve bunları değerlendirmektedir. Ama, O’nun hizmet ve başarı anlayışı biraz farklıdır ve çok konuşmasa da, saygı duyduğu Zeki Velidi’ye bunu söyleyecektir. Hacı Sami’nin mübalağalı anlatım ve teşvikleri de Türkistan’a geçme kararı verildikten sonradır. Üstelik Paşa, yakın arkadaşı Selim Sami’nin mübalağacı karakterini de pek âlâ bilmekte ve zaman zaman onu uyarmaktadır. (Bkz. Yamauchi, a.g.e., s.274, 165. mektup)

Enver Paşa bütün bunları biliyordu; ama, oturamazdı, mektuplarında hasret ve sevgiyle andığı çocuklarını başına toplayıp sıradan bir insan gibi yaşayamazdı; yaratılışı buna uygun değildi. Tek başına İslam Dünyasını kurtarmak için yola çıktığını duyan Abbas Hilmi Paşa’nın Onu alkışlaması, İslam Dünyası senden bunu beklerdi demesi, boşuna değildir. Kendisi de büyük görevler için yaratıldığına inanıyordu.

Ayrıca yaşadığı dünya ve şartlar, ona böyle bir rahat yaşama imkânı da vermezdi. Bizim siyasi hayatımız artık sona erdi, diyen Talat Paşa Avrupa’da sakin bir hayat yaşayabildi mi? Yaşayabildi mi? Hayır. Enver Paşa’nın yaşayabileceğini kim söylüyor? Asıl hayal kurmak, gerçekleri değerlendirememek bu değil mi? Ermenilerin intikam için Avrupa’da, Asya’da kol gezdiği bilinmiyor mu; Sovyetlerin onların arkasında olduğu, Sait Halim Paşa’nın, Cemal Paşa’nın, Dr. Bahattin Şakir’in şehit edildikleri bilinmiyor mu? Enver Paşa’nın peşinde oldukları hakkında her gün duyumlar almıyorlar mı? Birkaç tanesi yakalanmadı mı? Bunları görmezlikten gelen bir proje gerçekçi olabilir mi?

Nitekim, Naciye Sultan, gurbette, sevdiği eşinden ayrı, çektiği bütün sıkıntılara rağmen, Paşa’ya, Kâmil vasıtasıyla, “Kesinlikle gelme.” demiştir. Kendisinin Kâbil’e gitmeye karar verdiğini, orada yardım kuruluşları oluşturarak Paşa’nın büyük mücadelesine katkıda bulunmak istediğini bildirmiştir. (Yamauchi, a.g.e., s.272) Kocasını seven genç bir kadının o günlerde gördüğünü, doksan yıl sonra görememek sağlıklı bir değerlendirme değildir.

Görünen odur ki, en gerçekçi ve ülkücü olanı, bu insanların en deli­dolusu, maceracı deyip hafife alınan Hacı Sami’dir. Onun Zeki Velidi’ye söylediklerini ileriki sayfalarda göreceğiz. Enver Paşa’ya da, Türkistan’ın durumunu gerçekçi olarak bildirmiştir. Ama, Enver Paşa için artık yapacak başka bir şey yoktur. Şevket Süreyya ve diğerlerinin yeterince değerlendiremedikleri şey, bir gaye için yola çıkılırken mutlaka güncel başarılar kazanılmak gerekmediğidir; o yolda birkaç adım atmak, istikbal için, gelecek kuşaklar için bir ışık yakmak da başarıdır. Bu noktayı teslim etmeyen bir zihniyetin, Paşa’yı yorumlaması mümkün değildir. Enver Paşa’ya böyle bakmayan onu anlayamaz. Sürekli, “Çağ değişmiştir. Ve Enver Paşa’nın tasavvur ve teşebbüsleri gerçeklerle çelişiyordu.” diyen Şevket Süreyya Bey, “Biz başaramasak da bu yolda ölürüz; bu da gelecek için bir başarıdır.” diyen ülkücü insanları - kendisi de bu imanı yaşamış olmasına rağmen - anlamakta zorluk çekmektedir.

Yine Şevket Süreyya Bey, Türkistanlı aydınlardan hiç birinin Enver Paşa’ya ilgi göstermediğini birkaç kere vurgular. (Aydemir, a.g.e., s.639) Bu hüküm, şüphe yok ki mübalağalıdır. Okumuşlar genellikle Ceditçidir; onların da büyük ekseriyeti millî duyarlıklara sahip olmakla birlikte, onlar da Ş. Süreyya Bey gibi gerçekçidirler; bağımsızlık isterler, ama bunu savaşarak alamayacaklarına inandıkları için Bolşeviklerle işbirliği yaparak yahut barışçı görüşmeler yoluyla almak hevesindedirler.66 Ayrıca, Kadimciler ne kadar Ceditçi düşmanı ise, Ceditçiler de o kadar Kadimci düşmanıdır ve onlarla beraber olmaktan uzak durmaktadırlar. Enver Paşa ise, ancak savaşarak bir şeyler yapmaya karar verdiğine göre, ona okumuş, gerçekçi aydınlar değil, savaşacak insanlar gerekirdi. Onlar da, Korbaşıların çevresinde olan halktan insanlardı.

Enver Paşa’nın Pençesi (Mührü) (İsmetKeten’den alınmıştır.)

Bu hususta, konumu ve kudreti itibariyle son sözü söyleyebilecek yetkinlikte olan Zeki Velidi Bey’i dinleyelim. O, Paşa’nın başarılı olamayacağını çok iyi biliyor, ama onun ülkücülüğünü anlıyordu; bu kararlılığı içinde, tercihlerinin doğru olduğunu söylüyor ve harekâtının da, şehadetinin de işlevlerini, olduğu gibi değerlendirebiliyordu. Zeki Velidi Bey, Enver Paşa’nın izlediği yolu şöyle anlatır ve değerlendirir:

“Enver Paşa Genç Buharalılara (yani okumuş, aydın denilen kesime) dayanmadı. Genç Buharalılar şehirlerde yaşayıp Tacikleşmiş Türk yahut Türkleşmiş Tacik molla ve tüccar çocuklarından ibaret olup, düşmana karşı silahla mücadeleden çok uzak bulunup, yalnız barış ve anlaşma yoluyla iş görebilen ve herhangi bir hükûmetin siyasetinde kendi millî gayeleri için uygun noktalar arayan bir zümre idi. Enver Paşa kongreye davet ettiğinde, Fergana bozkır Özbeklerinden ve Kazaklardan temsilciler gönderildiği halde, Buhara aydınlarından hiçbir temsilci gönderilmedi. Semerkand aydınları tarafından gönderilen genç bir şair, benimle ve Türkiyeli subay Sabir Beğle beraber, bir kar tipisinde Taht-ı Karaca’dan geçerken, ansızın rastladığımız bir Rus birliği ile savaştığımız sırada ödü patlayıp, o akşam uyuyamadı ve hasta oldu. Ertesi sabah gizlice Semerkand’a doğru kaçtı.” Rus okullarındaki eğitim ötedenberi milli duyguları köreltmeye yöneliktir. “Rusça eğitim gören aydınlar millî gayelerin gerçekleşmesine sadece inanmamakla kalmazlar, bunların çoğu vesveselidir...

“Enver Paşa Buhara’dayken, bizzat kendisine söz verip and içen bazı Ceditler, Rus’tan korkularından cepheye gidip yürekten ağlaya ağlaya Rus lehine teşviklerde bulundular. Fakat, Paşa’nın tarafına geçmeye cesaret edebilenler pek az oldu. (Osman Hoca,

Abdülhamit Arifoğlu ve Kari Abdullah gibi) Geçemeyip intihar edenleri ise hiç görülmedi. Enver Paşa bunu pek iyi biliyordu. Lakay gibi oymakların Enver Paşa’ya karşı vaziyet almaları, Enver Paşa’nın Buhara Ceditlerine dayanmasından değil, zaten Cedit olan Enver Paşa’nın bunlara ‘yolu’ ile gelmemiş olduğundan, Buhara Emîri ve taraftarları için tehlike teşkil ettiğinden vaki olmuştur. Enver Paşa Türkistan’daki bütün harekâtında, bilakis geniş halk kitlesine ve aydınların da bazı vilayetlerde (Fergana, Semerkand, Sirderya taraflarında) halk kitlesine cidden yakın bulunanlarına dayanmıştır.” (Togan, a.g.e., s.457-8)

* * *

Enver Paşa Buhara’dayken, Sovyet Rusya Halk Komiserliğine bir mektup gönderir. Mektupta, İslam Asya’nın İngiliz emperyalizminden kurtulabileceğini, bunun için buralar halkına düşmanca davranan Kızıl birliklerin geri çekilmesi gerektiğini, aksi halde Doğu Buhara’da başlayan ayaklanmaların bütün Türkistan’a yayılabileceğini yazar ve “Buhara halkına kendi hayatını belirleme şansı verilmelidir. Buhara halkının ricası üzerine Sovyet Rusya Hükûmeti ile Buhara Cumhuriyeti arasında yapılacak görüşmelerde Buhara halkını temsil etmeye hazır olduğumu belirtmek isterim. ” demektedir. Ancak Ruslar, yüzde yüz Komünist Parti güdümünde olsalar bile, Türkistan’ın bağımsızlığını düşündürebilecek hiçbir fikre ve kişiye yakınlık göstermemektedir.

Bu dönemde, Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov gibi Komünist ihtilalin ve Partinin önde gelen isimleri de tasfiye edilmek üzeredir. Sultan Galiyev Asya’daki devrimin ancak Müslüman halklar tarafından gerçekleştirilebileceğini söylüyor ve Sosyalizm üzerinden bir İslam-Türk birliğine yol arıyordu. Turar Rıskulov ise güneyde bağımsız bir Sosyalist Türk Federasyonu kurulmasını istiyordu. Her ikisi de, daha bir çok Türk aydınları gibi, Bolşevik ihtilalin açtığı yoldan bağımsızlığa ulaşabilmeyi umuyorlardı. Oysa Rus emperyalizminin sadece adı değişmişti ve Kızıllar Beyazlardan daha sert davranıyorlardı.

Paşa, Afganistan elçisinin evinde Zeki Velidi ile görüşür. Enver Paşa Doğu Buhara ve Fergana’ya geçerek Basmacıları toplamayı ve onların başında Kızıllara karşı savaşmayı düşündüğünü söyler. Zeki Velidi, kendisine karşılaşacağı zorlukları açıklıkla anlatır; tahliller yapar. Rusya’daki Türkler, kimisi resmen Bolşeviklerle beraber, kimisi dışarıda olarak ve birbirleriyle işbirliği halinde millî özerklik ve bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele etmektedirler. Meseleyi Rusya’nın bir iç işi olarak tutmak, en azından öyle

göstermek zorunluğunu duymaktadırlar. Aksi takdirde Beyaz Ruslarla Kızılların kolayca birleşmesine hizmet edilmiş olur.

İngilizler yahut diğer Avrupalı devletlerin ise, Rusya Türklerine yardım etmektense Ruslarla işbirliğine girdikleri 1918 yılındaki tecrübelerle görüldü; İngilizler, o zaman kendilerine katılmış olan Türkmenleri yüzüstü bırakarak gittiler. Emir Şekip Aslan diyor ki, İngilizler Sovyetlerle mücadele halinde ve onlardan nefret ettikleri halde, “Enver Paşa ile Moskova arasında başlayan mücadelede Bolşeviklerin Enver Paşa’ya karşı kazanmasını açıktan tercih ediyorlardı. ... Diğer tabirle söylemek gerekiyorsa, İngilizler Enver Paşa’nın davasını Bolşeviklerden daha tehlikeli buluyorlardı. ” (Cihangir, a.g.e., s.135)

Halk Avrupalı milletlere güvenmemektedir. Bu tür kapalı siyasetlerle kazanılacak mevzilerin ve kurulacak askerî güçlerin, duruma göre Basmacılara katılmasını düşünenler de vardır. Buralar halkı kendi dertleriyle meşguldür, Türkçülük, Türk siyasi birliği gibi meselelerden haberi yoktur; Türk’ün gücü varsa gelsin bizi alsın, der, buna çok sevinir, ama ötesine geçemez. İslam Halifesini ve bunun Türk Hakanı olduğunu bilir ve saygı duyar. Bu meseleleri yakından bilenler, İstanbul’da eğitim görmüş olan yahut Türk Yurdu Dergisini okumuş olanlardır. (Togan, Hatıralar, Ank. 1999, s.332)

Zeki Velidi diyor ki, bu bizim için bir kazançtı; ama, Doğu Buhara’ya geçmesi de kesinlikle uygun değildi. Zeki Velidi bu sakıncaları on dört madde halinde yazarak Paşa’ya gönderir. Özellikle Rusların dış gailelerden rahatlamak üzere oldukları, o yıl Türkistan’da kıtlık olduğu, muntazam bir orduyu beslemenin çok zor olacağı şeklinde başlayan on dört madde de, gerçekçi ve ikna edicidir. Ama, Enver Paşa için değil; çünkü bütün bu mütalaalar askerî ve siyasi bir başarı hedeflenerek ileri sürülüyordu. Paşa da gerçekçiydi, ama onun gerçekçiliği başka bir zemine oturuyordu.

Enver Paşa sükûnetle dinler, ama kararında bir değişiklik olmaz; Sovyet Rusya’da bir yıldan çok bulunduğunu, İslamları herhangi bir emperyalizmden önce Kızıl emperyalizmden kurtarmanın zorunlu olduğu fikrine geldiğini söyler.

“Şu anda kendimi öz vatanımda hissediyorum. Başlayacağım mücadele, mukaddes bir mücadeledir. Göreceksiniz ki, halk beni yalnız bırakmayacaktır.”

Zeki Velidi de, Hacı Sami’nin abartılı sözlerle Paşa’nın bu kararında etkili olduğunu yazar. Zeki Velidi Bey, Paşa ile dört kere görüştüğünü

kaydeder. Böyle bir görüşmeden sonra, Hacı Sami tekrar Zeki Velidi’nin yanına gelerek ona şunları söyler:

“Paşa’nın, Sultan’ın (karısı) yanına gitmesine katiyen razı olmayın; onu orada (Berlin’de) öldürürler. Paşa’nın buraya gelişi büyük bir fırsattır. Bu hareketlerden bir netice çıkar veya çıkmaz, fakat Enver Paşa’nın bu işe karışması ile bu iş cihanşumül bir ehemmiyet kesbeder. Türkistan bu nesilde kurtulmazsa, Paşa’yı ve sizi şiar edinecek olan müstakbel bir nesil bu vatanı kurtarır. Paşa sizin sözlerinize çok ehemmiyet veriyor; zinhar ona Almanya’ya geri gitmesinin caiz olmadığını söyleyin.”

Bu sözlerdeki isabet ve gerçekçiliğe, doksan yıl sonra da, ilave edilecek bir şey yoktur. Zeki Velidi de “Ben Paşa’nın Türkistan’da yapacak işlerinde muvaffak olması için başta Afganistan’a gitmesi gerektiğini ileri sürüyorum; siz de buna muhalefet etmeyin, mübalağalı sözler söylemeyin.” der. (Togan, Hatıralar, s.334)

Enver Paşa, Türkistanlıların bir kurtuluş mücadelesi için hazır olmadıklarını, yakın bir zamanda da hazır olacak gibi görünmediklerini, ancak, Ruslarla mücadele için ne yapılacaksa, onu şimdi yapmanın zaruri olduğunu söyler. Eğer Afganistan’a geçerse, bir daha geri dönüp Millî Mücadelelere katılamayacağını ifade eder.

“Enver Paşa’nın itirazdan pek hoşlanmadığını anladım. Herhalde fikrinden dönmeyecekti. Ertesi akşam birisinin evinde beş on kişi toplandık. Enver Paşa burada ihtiyatlı ibarelerle kararını anlattı. Gözlerinden yaş akıyordu. Diğerleri de müteessir oldular. Mamafih ben, Buhara’dan ayrılarak Semerkand’a gideceğim akşam tekrar görüştüğümde, ‘Daha birkaç gün var; senin dediklerini de düşünüyorum. Burdalık yolundaki hazırlığı da bırakmayalım.’ dedi. Yanında yalnız Hacı Sami vardı. Paşa, yere serilen bir halı üzerine oturmuştu. Ayağında Alman spor potini vardı. Şu saatte mücadeleye atılmak isteyen bir sporcu tesirini veriyordu. Çok samimi fikirlerini söyledi.” (Z.V. Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, s.437)

Paşa, Ruslarla mücadele için her ne yapılmak gerekiyorsa, bugün yapılması gerektiğini söyler. Zeki Velidi, bütün bu gerçekçi düşüncelerini Paşa’ya aktarırken, karar vermiş bir insana, şartların zorluğunu, başarısız kalmış gayretleri anlatmanın pek de anlamlı olmadığını gözardı etmiş gibidir.

Zeki Velidi, Enver Paşa’nın Türkistan hakkında pek az bilgi sahibi olduğunu kaydeder: “Bu zâtın büyük bir idealist olduğunu, hatta hayatla ve olaylarla da pek hesaplaşmadığını, Türkistan ’ın coğrafya ve istatistiğine ait Avrupa ve Rus yayınlarından haberdar olmadığını o gün öğrendim. ” der.

Paşa’nın Türkistan hakkında yeterince bilgili olmadığı doğru olsa da, Rusları çok iyi tanıdığı görülmektedir; kızıl ya da beyaz Rusların farklı bir tutumda olmayacaklarını kesin olarak anlamıştır. Enver Paşa’nın arkadaşları tarafından yayımlanan Liva-yı İslâm gazetesinde şöyle yazılmıştır: “Pek çok zevattan ziyade Bolşevik siyasetini pek yakından tanıdığı için, o siyasetin pek yalancı, hakikaten namert bir siyaset olduğunu gördüğü için, Türkistan Buhara teşkilatının başına geçiyor. Bu güne kadar kendini aldatan, aralarında kararlaştırılan anlaşma esaslarına sadık kalmayan Bolşeviklere karşı, yaşamaya azmetmiş bir Türk-İslam âleminin mevcudiyetini göstermeye çalışıyor...” Bir çok Türkistanlı aydın, yaşadıkları şartlar sebebiyle de olsa, bunu geç anlayacak ve ağır bahalar ödeyeceklerdir.

Zeki Velidi Beyin nihai hükmü şudur:

“Bu memleketin kurtuluş hareketine canını feda etmek hususundaki kararı kesin idi.”

O günlerde bağımsız Buhara Cumhuriyetinin başkanı olan Osman Hoca, Bolşevikliği ve Enver Paşa’nın mücadelesini şöyle değerlendirir:

“Bâtıl zevâle mahkûmdur. Komünizm yıkılacaktır. Türk anavatanı hürriyetine kavuşacaktır. Bu sonuç, soyut siyasi sonuç değildir. İnsanlık bir ahlak ve haysiyet buhranı içinde doğru yolu bulma mücadelesini yapıyor; doğru yolu bulma çabası içinde bâtılı ezerek kurtuluşunu tamamlayacaktır. İşte, Enver Paşa’nın mücadelesi o zaman, kendi çapında ve kendi yapısında değerini alacak, bu büyük sonucun içindeki hüviyetini kazanacaktır. Yeter ki bilinsin ve unutulmasın.” (Nakleden Cemal Kutay, Hür Türkistan Yolunda Buhara’da Enver Paşa, Tarih Sohbetleri, c.5, Mayıs 1967, s. 117)

Avrupalı milletlerin durumu da ortada olduğuna göre, Türkistan’ın bağımsızlığını isteyenler için Basmacılara katılıp mücadele etmekten başka yol kalmamaktadır. Türkistan’ın o günkü parçalanmış siyasi ve manevi ortamında Basmacıları birleştirmek, hele genellikle kadimci ve emîrci olan bu güçleri ceditçilerle bir cephede toplamak hiç de kolay olmayacaktır. Bu yol başarıya götürmeyebilir; ama, tek gerçekçi çıkıştır. Aksi halde Enver Paşa’nın Berlin’e dönmesi gerekir ki, bu da onun kişiliğine uymaz.

Buhara’da kaldığı yirmi üç gün boyunca halk ve Buharalı gençler bir sel gibi Paşa’nın ziyaretine koşarlar. Gençler genellikle hemen harekete geçilmesini isterler. Hükûmet başkanı Osman Hoca da henüz Buhara’ya dönmemiştir. Baysun’dan Enver Paşa’ya “Hoş geldin” mektubu gönderir. Enver Paşa, Manastır askerî idadîsinden arkadaşı olan ve Hükûmetinin Buhara Garnizon Komutanlığını yürüten Hasan Bey’le görüşür.

Rusya’nın Buhara konsolosu, Paşa’ya yarı açık yarı kapalı bir üslupla, Cemal Paşa’nın Türkistan’a da, Afganistan’a da geçmesine izin vermeyeceklerini, kendisinin niyetlerini de bildiklerini ve yakından izlediklerini söyler. Esasen, Cemal Paşa’nın Buhara’ya gelerek kendisiyle görüşmesini Ruslar engellemişlerdir. Bu sırada Cemal Paşa’dan bir telgraf gelir; kendisini Moskova’ya çağırmaktadır. Paşa telgraftan şüphelenir. Ertesi gün hem Cemal Paşa’dan hem de Dışişleri Komiseri Çiçerin’den aynı mealde telgraflar alır. Moskova’nın kendisine bir komplo kurduğu açıktır; O’nu ele geçirmek istemektedirler. Paşa, Rus konsolosuna üç gün sonra Moskova’ya hareket edeceğini bildirir.

Sonuçta, Rusların yakın denetim ve gözetiminde olan Buhara’da bir şey yapılamayacağına kanaat getirerek, Basmacılara katılmak üzere Doğu Buhara’ya geçmeye karar verir.

“Paşa Buhara’dan ayrılırken şu sözleri söyledi: ‘Türkistan için mücadele lazım. Zaten hak olan ölümden korkarsan, köpek gibi yaşamayı ihtiyar edersin. Hem geçmişimizin, hem de geleceklerimizin lanetlerine müstahak oluruz. Halbuki kurtuluş için ölmeği göze alırsak, bizden sonrakilerin, hür ve bahtiyar olmasını temin etmiş oluruz.” (Z. Velidi, Hatıralar, s. 337)

Sovyet rejimi daha başlangıçta kurduğu ispiyonaj sistemiyle mücahitlerin kelle avına
çıkmıştı.

Mücahidin kesik başını övünçle teşhir eden yerli bir işbirlikçi (Kaynak, Nabican Bakiyev)

Muhiddin Bey, Paşa’nın, Semerkand merkez olmak üzere bir Türkistan Devleti kurmayı tasarladığını söyler. (Dr. y. Gedikli, a.g.e., s. 104)

Enver Paşa artık Buhara’yı bir an önce terk etmelidir. Kendisine telgrafları getiren ve hemen hareket etmesini bildiren Rus elçiliği tercümanına, Çarşamba günü hareket edebileceğini söyler. Eşine yazdığı mektupta, Rusların Buhara ve Hive’de serbest kalmaları şartıyla Afgan ve Hint’i İngilizlere bıraktıklarını yazar:

“Bütün hırsları ile Türkistan ve Kafkasya’ya sarılıyorlar. ... Artık kesinlikle Pazara hareket etmeye karar verdik. Bakalım Hak ne gösterecek? Seni ve yavrularımı Allah’a emanet ederek öperim. Benim için ve İslâm için dua et.” (Aydemir, a.g.e., s.640)

4 Kasım 1921’de Kâmil’e de şunları yazar:

“Hâlâ sizden haber alamadım. Çok üzgünüm. Fakat, zaman da dar; burada daha çok bekleyemeyeceğim. Yarın öbürsü gün Moskova’dan telgraf gelir. Buna göre her şeyi hazırladım. Cicime her şeyi etraflıca yazıyorum. Sultanım ve yavrularım sana emanettir. Onların dünyada benim için her şey olduğunu düşünerek vazifeni, kardaşlığını ona göre yerine getir. Senin mertliğine güvenirim. Hakkın yardımının bizimle olduğuna eminim. Merkez-i Umumînin şahıslara âlet olmasına bakma ve maksadımız uğrunda yalnız da olsak devama gayret et. Hepinizi Allah’a emanet ederim. Sultanımın iffet ve namusunun her türlü şart altında muhafazasına çalış; yoksa benim için her şeyin, hatta öldükten sonra da mahvolduğu gündür.” (Yamauchi, a.g.e., s.252)

Paşa, muhtemelen eşi Sultan’a hemen her gün yazmakta, sonra imkân bulduğunda bu mektupları toplu olarak göndermektedir.

61    Kendisiyle Bakü’de görüşen Muhittin Birgen, hatıratına bir renk katmak için olsa gerek, Enver Paşa’nın bindiği vapur limandan uzaklaşırken, kıyıda bir Azeri saz takımının şevkle, daha önce Enver Paşa için bestelenmiş olan marşı, “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa”, şeklinde okuduklarını söyler. Şevket Süreyya ve Tekin Erer de bu kısmı aynen alırlar. Gerçekten de bu marş, Kör Tağı isimli Azerbaycanlı bir bestekâr tarafından “Kahraman Enver Paşa” olarak bestelenmiştir. Mustafa Kemal Paşa adına okunması çok daha sonra, Atatürk’ün Kars’ı ziyareti sırasında başlamıştır.

62    Yaver Muhiddin Bey, Bartınlı bir Osmanlı subayıdır. Savaş sırasında Nuri Paşa ve Halil Paşa’nın yaverliklerini yapmıştır. Bekirağa bölüğü hapishanesinde tutuklu iken Halil Paşa ile birlikte kaçmış ve Bakü’ye gitmiştir. Enver Paşa’nın Türkistan yolculuğuna, yaveri olarak katılmıştır. Daha sonra, Paşa’nın görevlendirmesiyle Afganistan’a geçen Muhiddin Bey, şehadet haberini buradayken alır.

63    Buradan Türkiye’ye dönen Yaver Muhiddin Bey, hatıralarını 1923 yılında Vakit Gazetesinde yayımlar. (Dr. Yusuf Gedikli, a.g.e, s.43,44)

64    Zeki Velidi Beyin, Türkistan’da Türk kahramanlık ve ülkücülüğünün mücessem sembolü olarak kaldığını söylediği Faruk Bey, Rus esaretinden Türkistan’a gelen, İstanbullu Osmanlı subaylarından bir diğeridir. Enver Paşa onu miralaylığa yükseltmiştir. Paşa’nın cenaze töreninde bayılanlardandır. Daha sonra Hacı Sami’yle birlikte kavgaya devam edecek ve Gölab Savaşı’nda şehit olarak, Enver Paşa’nın yanına defnedilecektir.

65    Bartınlı bir Osmanlı subayı olan Halil Bey, daha sonra Enver Paşa tarafından Binbaşılığa terfi ettirilecektir.

66    Manastır Askerî İdadisinde, Enver Paşa’dan bir sınıf önde olan süvari yüzbaşısı Hasan Bey de, esaretten kaçarak Türkistan’a gelen Osmanlı subaylarındandır.

67    Bu aydınların belki de tamamı, daha sonraki yıllarda burjuva yahut millîci ithamlarıyla kurşuna dizilecek yahut Sibirya kamplarında can vereceklerdir. Dünya kamuoyu gibi, biz Türkiyeliler de bunların pek azının isimlerini bilebilmekteyiz... Bişkek yakınlarında, öldürülen Kırgız devlet adamlarının ele geçirilebilen resimlerinden yapılmış bir katliam müzesi vardır.

Anadolu’da Millî Mücadele ve Türkistan

B

U sırada Anadolu’da Millî Mücadeleyi yürütenler Türkistan’da olup bitenler hakkında bilgilenmek için ancak, oralardan gelen gezginler yahut esaretten dönen subaylar gibi özel kanalları kullanabiliyorlardı. Bunlardan biri olan Seyid Hamza, sunduğu raporda, Hive, Buhara ve Taşkent’te halkın millî hükümetlere bağlı olduğunu, buralarda birer sefaret, Kazaklar arasında ve Türkistan’da da birer konsolosluk açılmasını önererek, ora ahalisinin “her türlü fedakârlığı ihtiyar edeceğini” bildirmektedir.

1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türkiye-Afganistan İttifak antlaşmasında her iki tarafın da “Buhara ve Hive devletlerinin istiklallerini onayladıkları” vurgulanmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Moskova büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) bu belgeyi imzalamıştır. Ayrıca, Büyük Millet Meclisinin genç üyelerinden İsmail Suphi (Soysallıoğlu), Türkistan’a gözlemci olarak gönderilmiştir. Burdur mebusu İsmail Suphi, Taşkent’e geldiğinde oradaki Osmanlı subaylarını görür. Memleketlerine dönmek isteyen bu insanlara Türkistan’da kalmalarını, Türkistan’a hizmetin Anadolu’ya hizmet kadar değerli olduğunu söyler ve bir süre sonra, Moskova’daki Türk büyükelçiliğinden Türkistan’daki Türk subaylarına gizlice para gelir. İsmail Suphi, Türkistan millî hükûmetlerinin yapılanmalarında onlara yardımcı olur.

Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca Ankara’ya üç kişilik bir heyet gönderir. 31 Aralık 1921’de Mustafa Kemal Paşa ile görüşen heyet, hediyelerini verir ve T.B.M.M. Hükûmetinin Buhara’da bir elçilik açmasını ister. Mustafa Kemal şunları söyler:

“Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferi dolayısıyla bize üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim göndermişlerdir. Kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes Kitab’ı Türk milletine hediye ediyorum. Bu üç kılıçtan birisini ben aldım. İkincisini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’ya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç, İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.”

Buhara heyeti, bir sefaret heyeti gibi kabul görür. Büyük Meclis Buhara’ya bir sefaret heyeti göndermeye karar verir. Ruslar, Galip Paşa başkanlığında gönderilecek sefaret heyetine Batum’dan ileri geçme izni vermezler. Ruşen Eşref ve Hamdullah Suphi(Tanrıöver)’nin de içinde olduğu heyet Trabzon’da kalır.

Korbaşılar Arasında

B

UHARA kuvvetleri komutanı olan Binbaşı Halil Bey yirmi beş kişilik bir süvari birliği hazırlar; başlarında kalpakları olan bu Buhara askerleri Osmanlı askerî kıyafetleri giymişlerdir. Enver Paşa, 8 Kasım 1921 Cuma günü, yanında Hacı Sami Bey, Bartınlı Yüzbaşı Muhiddin Bey, Yüzbaşı Hasan Bey, Manastırlı Üsteğmen Nafi Bey, Bolulu Çerkez Hüseyin Çavuş, Cezayirli Mehmet Çavuş, Kerküklü Hüseyin Çavuş ve Buharalı Hikmet Bey olmak üzere, ava çıkıyorum diyerek Namazgah Kapısından şehri terkeder. Binbaşı Halil Bey yirmi beş atlısı ile ayrı bir kapıdan çıkar ve dağ yollarından geçerek ertesi gün Karağul Pazarlar denilen yerde Paşa ile buluşur. Doğu Buhara’ya -bugünkü Bedahşan- bölgesine gideceklerdir. Pamir Dağlarının eteklerindeki bu bölgede, Kâfirnihan vadisinde Düşenbe, Baysun, Şirabad, Tirmiz gibi şehir ve kasabalar vardır ve buralarda mahalli hükümetle işbirliği halinde olan Rus birlikleri egemendir. Bu bölgede Türk asıllı beyler çok olmakla beraber halk karışıktır.

Hâtıralarında bir rüya vardır. Bu rüyayı tabir ettirip ettirmediğini bilmiyoruz. Kendi notlarında rüya şöyledir: “Dün gece bir rüya gördüm. Bir dere boyunca yüksele yüksele ta kaynağa kadar gittim. Burada yeşil çimenlik ortasında bir saray vardı. Onun önünde bir havuzun ortasında, fıskıyeden çıkan su, nehrin kaynağını teşkil ediyordu. Diğer tarafı büyük bir parktı. Uyandım; kalbim atıyordu.” Bu rüyayı yorumlatmışsa, herhalde şehadetini kendisine söylemişlerdir...

Artık, imzasını “Ulu Turan İhtilal Orduları Komutanı” olarak atacaktır. Eşine yazdığı mektupta, “Artık ok yaydan çıktı, ” der. “Dua et! Artık, ancak tam bir başarıdan sonra dönerim. Allah bu büyük işte de utandırmasın. Sen, bu biçare Türklük ve İslam âlemi için dua et Naciyem!”

Arkasındaki kırk atlı ile Pamir Dağlarının eteklerinde, Rus ordularına bayrak açan bu insana, hayalperest diyenler belki de haklıdır... Ancak, her

şeyi, akibetini bile bu ölçüde bilerek yola çıkan bir insana, nasıl hayalci diyeceksiniz; bu yargınız gerçeğe uyar mı? Onu, Yirminci Yüzyılın Kürşat’ı ve Böğü Alp’i olarak görmek, en gerçekçi değerlendirme olacaktır... Kıraç Ata, Böğü Alp’a “Kırk atlısınız; bir köprü başında vuruşuyorsunuz ve kırkınız da ölüyorsunuz. ” demişti. Ve onlar bu bilgi ile yürümüştü...

Ancak Fuzulî’nin dizesini hatırlamamak da mümkün değil:

Âşık-ı sâdık menem, Mecnun’un ancak adı var!

Enver Paşa roman kahramanı değil, hayatı savaşlar içinde geçmiş, Osmanlı ordularının başkomutanlığını yapmış, üç çocuğu ve sevgilisi bir eşi olan, yaşayan bir insandı...

Hacı Selim Sami şöyle yazar:

“Anavatanın, bilhassa Zerefşan yani Altın-saçan adı verilen mıntıkanın, Buhara’nın, Hive’nin, tarihî Harzem’in, Hokand Emîrliğinin feyizli, bereketli topraklarını gördükçe, hüzünle içini çeker, bu cennet vatanı nasıl olup da düşmana kaptırmışız, derdi. Türkistan’a asla macera maksadıyla girmedi. İstediği zaman, hatta, şehadetinin önceki günlerinde bile Afganistan’a geçebilirdi. Burada kendisini ikram ve itibar bekliyordu. Emanullah Han’ın Paşa’ya tarifi imkânsız hürmeti vardı. Fakat Enver Paşa, Türkistan’a geçerken çok düşünmüş, kararını da azimle uygulamıştı. Ya müstakil Türkistan’ın gazisi olacaktı, ya bu uğurda şehit! Kader ikincisini nasip etti.” (Nakleden, Kutay, a.g.e., c.5, s.135)

* * *

On dört gün sürecek zor ve meşakkatli bir yolculuk başlar: “8 Kasım sabahı. Kale’den67 atlara binmiştik. Son talimatı vermiştim. Evvela, Emîr’in şehir dışındaki sarayı yakınında milis kışlasına gittik. Bir Rus tüfeği ve yüz mermi aldım. Yola düzüldük. Nihayet bozkıra çıktık. Asıl yola ulaştık. Gece saat sekizde bir hana vardık. Çay içip, pilav yedik, yattık... ”

Kafile dikkat çekmemek için, ana yol yerine Sungurköl bozkır yolunu seçmiştir. İlk gece kaldıkları yer, Kâsân’ın iki kilometre kadar batısında, Core Hoca’nın bağ evidir. Teğmen Halil Bey burada Paşa’ya katılır. Core Hoca ve adamları Enver Paşa kafilesini Kühitan Dağı geçidine kadar götürür ve burada yeni kılavuzlara devrederler.

9 Kasım günü Kargapazarı isimli bir köye gelirler. “Buranın hanı olan bir binada, ocak başındayım. Bana tahta bir kerevet verdiler. Dizlerim yürümekten sızlıyor...”68 Buradan, Kongrat Obasından alınan kılavuzlarla

yola girilir ve 10 Kasım’da Bayramcı köyüne gelirler. “10 Kasım. Bayramcı, saat: 1.30’da Kirteşehir Kışlağındaki hanlara vardık. Halk, askerlik ve savaş taraftarı değil. Halk Türkmen; Mangut Türkmenleri. ”

11 Kasım günü Zağbulak’a ulaşan Paşa, Tirmiz (Petekkeser) garnizon komutanı Hasan Bey ile buluşur. Buradan, Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca ve Savaş Bakanı Yardımcısı Ali Rıza Bey’in kendisine gönderdikleri ‘Hoş geldiniz.’ mesajlarına cevaplar yazarak, Teğmen Halil’le Düşenbe’ye gönderir. Osman Hoca’ya gönderdiği mektup şöyledir:

“Muhterem Osman Bey,

“Buhara Reisicumhuru

“Düşenbe

“Bağımsız Buhara-yı şerifin aziz topraklarını yabancı unsurların kirli çizmeleri altında ezdirmemek için vatanın her köşesinde, yekdiğerinden habersiz gayret sarfetmekte olan vatanperver mücahitleri, birlik halinde bir hedefe sevketmek maksadıyla Çilligöl’e geçeceğim. Bugüne kadar geçirdiğimiz yolculuk seyahatini Halil Bey size izah edecektir. İnşallah pek yakında, Düşenbe’de buluşmak ümidimi açıklar, bilvesile üstün saygılarımı sunarım, efendim.

Dâmâd-ı Halifetü’l-Müslimîn Enver.”

(A. Bademci, 1917-1934 Türkistan Millî İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa, c.2, İst. 2008, s.43)

“12 Kasım, Yeni Mezar Köyü. Burada halk kim olduğumu anladılar. Ata binince, el, ayak öpüyorlar. Harami Kent’e hareket ediyoruz... ”

“13 Kasım. Laylak Yaylası. Rus noktalarında hareket var. Fakat, kendilerine, Enver Paşa’nın Afganistan’a gitmekte olduğu ve etrafı telaşa vermemeleri; şehirlere uğramadığı söylenmiş. ”

“14 Kasım. Koşan Kışlağı: Afganistan’a kaçan Buhara Emîrine ait bir Kırgız çadırındayız. Halk (Halifenin damadı Enver Canın Buhara’ya geldiğini duyduklarını ve inşallah bundan bir hayır geleceğini) söylüyor. Ama, bütün obada hiç okuma yazma bilen yok; Kur’an okumayı dahi bilen yok...

“Bu köyden sonra doğuya, sarp geçitlere vurduk. Keçi etinden rahatsızlandım. Halk, Enver Canın Halife’nin damadı, leşkerbaşısı (komutanı) olduğunu biliyorlar. Onlara, Halifenin beni buraya, İslamın hallerini anlamak için gönderdiğini söylüyorum...”

“17 Kasım, Sitare Kışlağı: Saat birde boş bir Rus menzil binasına indik. Fişekliklerimizi çıkarmadım, büzülerek uyudum. Sitare Köyüne on ikide vardık. Hedefim olan isyan bölgesine (Korbaşılar) girmeye az kaldı. Şimdiye kadar Ruslarda bir hareket yok. Üç aydır Sultanımdan (eşi Naciye Sultan) haber alamıyorum... ”

“19 Kasım. Akbulak’a vardık. Baltayın hanına iniyoruz. Kar var. Artık bizden bahsetmemelerini halka tenbih ediyoruz. Artık ben de koyunu askerle beraber aynı karavanadan yiyorum. Çok soğuk... Halk bizi Afganistan’a gidiyor, biliyor. Kokayti’ye altı yüz mevcutlu bir Rus birliği gelmiş. Halk Ruslardan çok korkuyor. ” Burada mola verilerek iki gün dinlenilir.

“21 Kasım, Başçardak Kışlağı: Kâfirnihan Suyuna vardık. Bu suyun karşısındaki bölge Basmacılar yani isyan sahası. Oradaki Basmacılar reisine bir mektup yazdım. O tarafa geçeceğimi bildirdim. Korgantepe’deki isyan reisinden cevap geldi. ” Bulundukları köyden, Kabadiyan milis komutanı? ve bir Osmanlı askeri olan İspirli Osman Çavuş’a Enver Paşa’nın geldiği haberi ulaştırılır. Daha sonraki çarpışmalarda şehit olacak olan Osman Çavuş kırk beş milisiyle hemen gelir ve milislerin sayısı yetmiş beşe çıkar. Yine burada, Ferganalı Sabit Hoca ve Mısır’da eğitim görmüş Nemanganlı Mirza Muhiddin, Paşa’ya katılırlar.

Başçardak köyünde ilk ihtilal emrini yazar: “Böylece ilk ihtilal emrimi Başçardak’ta, bir kamış kulübede yazdım. Gece saat birdi. İnşallah utanmayız. Şimdiye kadar her iş yolunda gidiyor. Bu günü, köyde, iki metre genişliğinde, üç metre uzunluğunda, üzeri sazla örtülü bu çamur kulübede geçirdim. ”

"jM Tl . i .‘îL'M’t

n><^ 77& > < /                    f/ y7-/>>f

Enver Paşa Basmacıların güçlü oldukları Çilligöl tarafı mücahitlerine bir mektup yazar. Osman Çavuş’un ulaştıracağı mektup şöyledir:

“Çilligöl Mücahitleri Huzur-ı âlisine

“Aziz vatanınızı düşman-ı din olan Bolşevik askerlerinin zorbalığından kurtarmak amacıyla açmış olduğunuz gazaya katılmak üzere, yarın Çilligöl’de bulunacağım. Sizlere bu mektubu getiren zât, Osmanlı Devleti’nin bir subayıdır. Ona güvenin ve yanımdakilerle birlikte ırmaktan sizin tarafınıza geçecek aracın hazır bulundurulmasını rica eder, bilvesile İslam savaşçılarına sevgilerimin iletilmesini dilerim. 21 Kasım 1921

Dâmâd-ı Halifetü’l-Müslimîn, Enver.”

(A. Bademci, a.g.e., c.2, s.47)

Osman Efendi gecenin geç bir vaktinde, Sabit Hoca ve Mirza Muhiddin’le birlikte yanındaki on iki kişiyle yola çıkar. Irmağın kenarına geldiklerinde, Sabit Hoca, tanıdığı olan Türkmen Mirza Pirnefes’i (Nafiz Bey yahut Molla Nefes) çağırtır. Enver Paşa adı duyulunca karargâh canlanır; ancak mücahitler çok kuşkuludur; Osman Efendi ve yanındakileri silahtan tecrit edip, bir kısım mücahitleri de ırmak kenarında mevzilendirirler. Ali Bademci’nin yazdığına göre, Korgantepe ve Çilligöl mücahit komutanları Abdülhakim Bek (Türkmen) ve Destankul Bek (Kazak), fikir bakımından Ceditçi olmakla birlikte, Ruslarla, zaman zaman da Kadimci Lakaylarla çarpışıyorlardı. (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.53, 54 vd.)

Mirza Pirnefes Paşa’yı karşılamaya gelir; ancak Paşa, Osman Efendi’den gelecek haberi beklemeden yola girmiştir. Mirza Pirnefes şöyle anlatır: “Biz ilerledik; onlar yaklaştılar. Gelenler ikişer süvari yan yana nizamî yürüyüş halinde idiler. Enver Paşa en önde, Türkistan’ın cins atlarından doru renkte bir ata binmişti. Atı, Sultan adını taşıyordu. Başında astragandan yapılmış siyah bir kalpak, üzerinde koyu haki renkli bir elbise, ayağında kahve renkli, diz kapaklarına kadar ilişikli şık bir Alman çizmesi. Göğsünde kocaman askerî dürbün, sağ ve sol kalçalarında, ceketinin kabarık duruşundan belli olan iki lagant tabanca; önünde sağ kasığının üzerinde bir brovnik tabanca; sakalı tıraşlı, uçları yukarı kıvrılmış pek uzun olmayan simsiyah bıyıkları, büyüğe yakın, bebekleri kumral ve beyazları gayet net, son derece keskin ve çekici gözleri; muntazam kavisli siyah kaşları ve bakışlarındaki sihirli etkisi, hasılı beyaz, erkek güzeli bir sima... Enver Paşa görünüşüyle olağanüstü bir insandı. O ana kadar gördüğüm insanlar arasında hiç biri, üzerimde bu derece güven telkin etmemişti.

“Paşa’nın sağ yanında yürüyen bir süvari vardı; Paşa, ‘Sami Bey’ diye takdim etmişti. Uzun boylu, buğday benizli, keskin ela gözlü, kalın kaşlı, belinde üç-dört tabanca asılı, insana ters ters bakıyor. Başında yine astragan derisinden sarı bir kalpak, ayağında kısa ökçeli çizme, omuzunda kahve renkli pelerin; hasılı, Hacı Sami denilen bu adam, tam korkunç bir tip...” (Bademci, a.g.e, c.2, s. 50 dipnot)

Enver Paşa ve arkadaşları kayıklarla nehri geçmiştir. İki taraf karşılaştıklarında atlardan iner, selamlaşır, kucaklaşırlar. Enver Paşa, Pirnefesle sohbet eder, bilgiler alır. Pirnefes, reisleri Abdülhakim Bek’in Afganistan’dan yeni döndüğünü ve bir miktar da silah getirdiğini söyler.

Paşa şöyle yazar: “23 Kasım, Çilligöl: Kâfirnihan Suyunu geçtik. Osman Efendi’nin gönderdiği haber ile, Çilligöl’deki basmacılardan bir vekil bizi su başında karşıladı. Suyu geçerken, karşı taraftan bir çok atlılar görüyorduk. Kabadiyan’daki müfrezeye, bize katılmalarını yazdım. Nihayet Vahş Suyunu da geçtik. Artık sergerdelerin arasındayız. Hoş-beş ettik, sarmaştık. Burada, Afganistan’dan iki gün önce gelen Abdülhakim Bey’in evine konuk olduk. Kazak ve Türkmen vekilleri de var. Saray Türkmenlerine de, Korgantepe’ye gelmelerini yazdım. ”

Enver Paşa’nın geldiğini duyan halk geniş bir meydanda toplanarak Enver Paşa hakkında tezahürat yapar, sevgi gösterilerinde bulunurlar. Paşa, reis Abdülhakim Toksabay’ın evine gelir. Evin önünde toplanan kalabalığa kısa bir konuşma yapar ve “Türkistan’ın kurtuluşu için bu günden itibaren ölünceye kadar birbirimize sadık kalacağımıza, Allahımız, namusumuz üzerine yemin edelim. ” der. Halk hep bir ağızdan haykırır: “Kabul; yemin ederiz; Vallahi, billahi!”

Paşa da, yörenin geleneği uyarınca, ekmek, tuz ve Kur’an üzerine ant içmeye davet edilir.

Paşa törenle ant içer. Çilligöl’de üç gün boyunca şenlikler yapılır. Halk, sazlar, curalar ve davul zurnalarla meydanları doldurur. Halk şairleri atışır, cirit, oğlak kapma gibi binicilik oyunları düzenlenir; gösteriler büyüleyicidir... Yaver şöyle anlatır: “Çilligöl bu tarihî olayı üç gün kutladı. Orada dinlenmek için kaldığımız üç gün içinde Paşa’nın şerefine eğlenceler tertip edildi. Davul zurna bu umumî eğlenceler için yegâne millî bando- mızıka idi.... Burada oyunlar, ‘Türk gibi ata biner’ darbımeselini açıklar gibiydi. Cirit oyunları, oğlak çapmalar hep bu müthiş binicilere yakışır biçimde hayatın harikalarını içerir. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e., s.111)

Bu törenlerde ay yıldızlı al bayrağa bir kurt başı takılır; büyük heyecan yaşanır.

Çilligöl’ün Türkmen ve Kazak mücahitleri içtikleri bu yemine sonuna kadar bağlı kalacaklardır...

Enver Paşa, yerli Türk lehçeleriyle beraber Afganca, Farsça ve Rusça’yı da çok iyi bilen Mirza Pirnefes’i kendisine genel sekreter yapar. Buradan Afgan Kralı Emanullah Han’a bir mektup göndererek, Düşenbe’ye gideceğini ve bir zorluk halinde kendisinden yardım isteğini bildirir. (A. Bademci, a.g.e, c.2, s.53)

Çevredeki diğer milislere de haberler gönderilir ve gelen Kırgız, Türkmen ve Kazak ulularının da katıldıkları geniş bir danışma toplantısı yapılır. Korbaşıların hangi grubuna katılacaklarına dair yapılan uzun görüşmelerden sonra, eski Buhara emîrinin komutanlarından Lakay İbrahim tarafına gitmeye karar verilir. Kendisinin cesur ve döğüşken biri olduğu ve on beş bin kişilik kuvveti bulunduğu söylenmiştir. Ancak, toplantıdaki mücahit reisleri Lakayların reisi İbrahim’e güvenilemeyeceğini, kendisinin zaman zaman Ruslara yataklık ettiğini ve Ceditçilere karşı amansız bir kin beslediğini; cahil ve laf anlamaz bir insan olduğunu söylerler. Hacı Sami de bu adama güvenilemeyeceğini söylemektedir. Korgantepe mücahitlerinin reisi olan Togaysarı da İbrahim Lakay’ın yanındadır ve aynı yapıdadır. Bu iki reis, Emîr Âlim Han’ın temsilcileri olarak görünmektedir. Paşa, kalabalık bir oymak olan Lakayları, bir şekilde ikna edip yanına almak ister. Bu kuvvetleri de yanına alıp, Düşenbe’ye saldırmak niyetindedir.

Askerlere bir konuşma yapar: “Ben sizlerin Bolşevik esareti altında neler çektiğinizi duydum ve gördüm... Bunun için kalktım, size yardım etmek için geldim. Hakiki İslam hissiyle yüklü olan her bir Türk bu söylediklerime inanır... Kuvvetli iman ve güvenle işe sarılmanızı tavsiye eder, hepinize cesaret niyaz ederim.” Paşa’nın konuşması etkili olur. Buradan Belcivan, Darvaz, Gölab ve Karatekin mücahit reisleri, Devlet Bey, İşan Sultan, Paşa Hoca ve Fuzayl Beylere birer mektup gönderir: “.... Bolşevik askerlerinin memleketinizi terketmeleri hususunda sizlerle beraber çalışmak maksadıyla aranıza geldim.” Düşenbe’den başlamak niyetinde olduğunu ve orada olmalarını bildirir.

Üç günün sonunda yüz altmış askerle Korgantepe’ye doğru yola çıkılır. Korgantepe’ye yaklaştıklarında üç bin kişilik Togaysarı komutasında bir Lakay süvari birliği ile karşılaşırlar. Bunlar Belcivan mücahitleridir; bir kısmı tüfekli bir kesimi ise kılıçlıdır. Enver Paşa, bundan böyle Basmacılara mücahit denilmesini emretmiştir. Heyecanlanırlar, ümitleri tazelenir. İçten kucaklaşmalardan sonra, sahrada hep birlikte, yeniden Kur’an üzerine, sonuna kadar mücadele için yemin ederler. Yaver Muhiddin Bey diyor ki, “Çilligöl’den sonra ettiğimiz bu ikinci yeminin ruhlar üzerindeki etkisinin büyüklüğünü görüp, hissedebilmek için” Korgantepe sırtlarında olmak gerekti...(Dr. Y. Gedikli, a.g.e., s. 113)

25 Kasım 1921’de Korgantepe’ye varılır; ileri gelenler tarafından karşılanırlar. Burada kurulan bir danışma meclisinde, Paşa’ya daha ileri gidilmemesi önerilir; Togaysarı da , “Lakayların reisi İbrahim’den eza ve cefa görürsünüz.” diye ikaz eder; kendi birliğiyle beraber Belcivan’a gidilmesini, uygun bir zamanda İbrahim’in karargâhı Göktaş’a gidilebileceğini söyler. Hacı Sami de, “Lakaylar bize tuzak kuruyor, geri dönelim.” der. Fakat Paşa, “Ok yaydan çıkmıştır, geri dönülmez.” der ve Göktaş’a gitmekte ısrar eder.

Togaysarı, aslında Enver Paşa’ya karşı kötü niyetli olarak gelmiştir; bir destan kahramanı gibi adını duyduğu bu insana, Emîr’in tesiri ve Halife’ye karşı ihtilal yaptığı gerekçesiyle düşmanlık beslemektedir. Fakat, Enver Paşa’yı görüp, onunla konuşunca, sarsılır ve bu insana kötülük yapamayacağını anlar. Enver Paşa şöyle konuşur: “Siz bana, Emîr tarafından, beni tutuklamak için görevlendirildiğinizi söylüyorsunuz. Ama, yapacağınız hareketin kötülüğünü, beni gördükten ve gayemi anladıktan sonra, pişmanlık duygusu içinde itiraf ediyor ve Lakaylara gitmememi tavsiye ediyorsunuz. Ben buraya, Müslüman Türkleri Rus zulmünden kurtarmak için geldim. Lakayların otuz bin atlı ile çevrenin en esaslı kuvveti olduğunu biliyorsunuz. Başbuğları İbrahim beni tanımadığı ve kendisine anlatılanlara inandığı için, bu otuz bin yiğidi düşman karşısında uzak tutmak doğru mu? İbrahim de Türk’tür ve elbet beni anlayacaktır. ” der. (Cemal Kutay, a.g.e., c.4, Şubat, 1967, İstanbul, s.230-31. Cemal Kutay bu yazı dizisini, Hacı Sami’nin hatıralarına dayanarak hazırlamıştır.) Togaysarı Paşa’nın kararlılığını görür; ancak son bir kere, daha sonra gelinebileceğini belirterek, “Biz seni baş tacı ederiz. Korgantepe’de Türkmenler, Özbekler seni bekler. Bir eyyam Belcivan çevresinde kal Paşam. ” der.

Karar verilmiştir; İbrahim’in komutanlarından olan Togaysarı ile İbrahim’in arası o sıralar açıktır; Togaysarı’nın ikazları buna yorulur.

Paşa burada görüştüğü mücahitlerden, Osman Hoca başkanlığındaki Buhara Hükûmeti ile anlaşmalarını ister; Emîr Âlim Han’ın Buhara’yı İngiliz boyunduruğuna düşüreceğini söyler. Halk Emîrcidir ve Ceditçilerle onulmaz düşmanlığa düşmüştür. Enver Paşa’nın sözlerinden hoşlanmazlar. Yüzüne karşı bir şey diyemeseler de hakkında, Sultan Hamit’i deviren Ceditçilerden olduğu yolunda propagandaya başlarlar. Bu propaganda uzun süre devam edecek ve Paşa’yı zor durumlarda bırakacaktır. (Türkistanlı Abdullah Recep Baysun, Türkistan Millî Hareketleri, İstanbul 1945, s.59)

25 Kasım Cuma günü; Enver Paşa şöyle anlatır:

“Harap bir camide Cuma namazı kıldık. Lakay uluları, Türkmen ve Kırgız uluları geldiler. Kendimi tekrar tanıtmamı ve Buhara’dan buraya nasıl geldiğimi anlatmamı istediler. Halife damatlığından başlayarak, her şeyi söyledim. İnandık, dediler. Ve benden, ekmekle Kur’an üstüne, İslamiyet namına yemin ettiğim takdirde, kendilerinin de benim emirlerime uyacaklarını, kendilerine Ulu (baş) bileceklerini, bunun için, kendilerinin de yemin edeceklerini söylediler. Bunun üzerine, Kur’an’ı çıkararak evvela üç defa öptüm. Elimi ekmek ve Kur’an üzerine koyarak yemin ettim. Eğer dinin ve milletin fenalığına, bilerek bir iş emredecek olursam, sizlere (eşi ve yavrularına) kavuşmamamı söyledim. Bunun üzerine gene gözlerim doldu. Gözyaşlarımı tutamayarak ağlamaya başladım. Karşımdakiler de ağlıyorlardı. Onlar da aynı şekilde Kur’an’ı öperek, ekmeğe el koyarak yemin ettiler: ‘Seni kendimize padişah tanıdık!’ dediler. ‘Ben İslamın hizmetkârıyım, inşallah sizin yardımlarınızla Hak yolunda, milletin uluları ile danışarak, Peygamberin sünnetlerine uyarak iş göreceğiz.’ Buna karar verdik; Fatiha okuduk. Herkes, ‘Âmin’ diyerek elini sakalına sürdü. Buhara’dan beri sakal tıraşı olmadım. Burada da sakal bırakmaya mecbur olacağım. Darılmazsın değil mi, Naciyem, Sultanım?

“Sabah Korgantepe’den hareket ettik...Hacı Sami Lakayların bizi pusuya düşüreceklerini ileri sürüyor; Kabadiyan’a geri dönmemizi, hatta Ruslara mektup yazıp kendimizi şüpheden temizlememizi istiyor. Fakat, ben artık yola devam etmenin zorunlu olduğunu ve eğer Kabadiyan’a dönmeye kalkarsak, Kırgız ve Türkmenlerin şüpheleneceklerini söyledim. Tevekkül ile hareket ettik. Ama, Sami çok vesveseliydi. Boyuna, bizi pusuya düşüreceklerinde ısrar ediyordu. Çünkü yarı yolda, sırtlarda iki yüz kadar atlı toplanmıştı. Bizi bekliyorlardı. Ben hiçbir tertibat aldırmadan ilerledim. Birkaç atlı bize karşı geldi. Bunlar, Lakayların uluları olan Murat Bey İşan, Abdülgaffar İşan ve diğer biriydi. Ben attan indim. Sarmaştık, öpüştük. Gölab leşkerbaşısı Tohsabay da geldi. Onunla da sarmaştık, öpüştük. Nihayet akşam üzeri, bütün alayla Korgantepe’ye böyle girmiştik.

“Şehrin girişinde, şehrin beyi ve uluları da karşıladılar. Elimi öptüler. Şehrin kenarında İşan Akay Abdüssettar’ın evine indik. Pazarda, halkın korkup dağılma hareketleri de oldu. Teskin edildi. Burayı Bolşevikler tümüyle yıkmışlar. Geceyi, toprağa serilmiş bir keçe üzerinde geçirdim. Lakaylar etrafa muhafızlar koydular. Üzerime kürkümü, ceketimi çektim. Yemeği de artık elle yiyorduk. Çorbayı ise, tek bir kaşıkla ve onu sırayla kullanarak yemek gerekiyordu.”

Cemal Paşa ise O’nu ısrarla Moskova’ya çağırıyor ve “Allah aşkına inadı ve ısrarı terk et.” Moskova’ya gel; Almanya’da bir kongre toplayıp, birlikte karar veririz, diyordu. (Yamauchi, a.g.e., s.257)

Paşa, buradan Lakay İbrahim Bey’e bir mektup gönderir. Rusları Buhara’dan çıkarmak üzere, mücahit kuvvetleri birleştirip “sevk ve idaresini üzerime alarak, başınızda, birlikte çalışmak üzere yarın Göktaş’ta olacağım.” Beraberimde olan subay ve erlerin “ihtiyaçlarının temini için gerekli hazırlıkları yapmanızı rica eder, bilvesile muhabbetlerimi sunarım. ”

Enver Paşa, bulunduğu şartlar içinde her zamanki gibi ümitlidir. “Bura halkı, herhalde Bingazililer (Kuzey Afrika) kadar zahmet vermeyecek. Buraları, eski bir medeniyet görmüş, devlet kurmuş adamlardır. Düşenbe’den Ruslar çekilmiş, diyorlar. Sabah namazında, “İnna fetehnaleke fethan mübina.. (fetih âyeti) okudum. Askerimi (150 kadar) üç takımlı bir bölük halinde düzenlemek istiyorum...” Enver Paşa değerlendirmesinde kuramsal olarak haklı idi; ama, çöküşün derinliğini henüz görmemiş, yeterince kavrayamamıştı. Bunu anladığında “Trabluslu Araplarını” hasretle anacaktır...

Şevket Süreyya’nın yazdığına göre, Enver Paşa’nın elindeki defter de bitmiş ve bundan sonraki notlarını ufak kâğıtlara yazmaya başlamıştır. Bir süre sonra onları bulmakta da sıkıntı çekecektir...

68    Kale, Buhara Hükûmet Konağı.

69    Şevket Süreyya’nın da ifade ettiği gibi, A. Recep Baysun ve Enver Paşa’nın notları arasında, belki aynı yerlerden söz etseler de isim farklılıkları vardır. Yaver Muhiddin Bey’in ve Ali Bademci’nin yazdıkları da durumu düzeltecek gibi değil. Bu yüzden, ben de bu yolculuğu, Paşa’nın notlarına dayanması sebebiyle Şevket Süreyya’dan ve yer yer Ali Bademci’den aldım.

Lakay İbrahim’in Topraklarında

Lakay İbrahim, Zeki Velidi Togan’ın eski Eftalitlerin kalıntılarından bir Türk boyu olduğunu söylediği Lakayların, Esan Hoca kolunun Aksarı aşiretine mensuptur. Lakaylar, dört ana kabileden, otuz üç kol, yetmiş aşiret ve kırk cemaat olarak genişleyen kalabalık bir boydur. Bölgenin en verimli yerlerinde otururlar ve geçimleri de diğer kabilelere nazaran iyidir. Genellikle dünyaya kapalı, kendi din adamlarının telkinleri altında, cahil topluluklardır. İbrahim Bey 1859’da doğmuş, Lakay bölgesinde Hisar beyi, daha sonra Karakul beyi olmuştur. Zeki Velidi Bey, başında bulunduğu Millî Merkez’le Korbaşılar arasında ilişkiler kurmak üzere temas ettiği İbrahim Bey ve Togaysarı hakkında “cahil ve vahşi ve mutaassıp adamlar” tabirini kullanır. (Z. Velidi Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 427)

Buhara Emîri tarafından mirivan beyi, topçubaşı ve sonunda ordu komutanı yapılan Lakay İbrahim Bey, Emîr Âlim Han’ın Afganistan’a geçmesinden sonra onun adına mücadeleyi, Enver Paşa’nın şehadetinden sonra da sürdürmüş ve 1931 yılı ortalarında komünistlere teslim olmuş, korbaşılarıyla birlikte idam edilmiştir. Ruslar, İbrahim Bey’in mensup olduğu Aksarı aşiretini bütünüyle yok etmişlerdir.

Her şeye rağmen, Enver Paşa’ya karşı takındığı tutumu anlamak ve hoşgörmek mümkün olmayan bu cahil fakat gerilimi yüksek vatanperverin, sonunda Ruslara teslim oluşunu anlamak için, Kızılordunun Merkez Arşivinde bulunan, aşağıdaki belgeyi okumak gerekir. Belge Kızılordu birliklerine tamimdir:

“Eğer Lakaylar silahlarını teslim etmeyip, hububat maddelerinden alınan vergiyi zamanında ödemez, Sovyet egemenliğini tanımayı reddederlerse, köylerde derhal genel arama yapılsın. Arama sırasında, tek bir silah bulunsa bile, o köy olduğu gibi yok edilsin. Aramalar, her beş günde bir, planlı olarak uygulansın. Köylerde gıda ürünleri ve tahıl bulunduğu takdirde el konsun; eğer buna imkân olmazsa, bunlar oldukları yerde imha edilsin. Lakay Korbaşılarını teslim olmaya mecbur etmek için, Aksakallar rehin

olarak alınsın. Eğer buna rağmen, Korbaşılar teslim olmazlarsa, tutuklanan Aksakal iki gün içinde kurşuna dizilsin.” (Bakiyev, a.g.e., s.191)

Lakay İbrahim Bey, dünyadan kopuk, kendi başına kavgasını sürdüren, bu şartlar içinde teslim olmuş, ancak Aşiretini olsun kurtaramamıştır. Tacikistan Komünist Partisi Arşivindeki bir belgeye göre, Millî Mücadelenin ilk dört yılında, Lakay Boyundan 12.000 insan katledilmiştir. 1920’lerde 30.000 olan Lakay nüfusu 1924’te 13.285’e düşmüştür. (Bakiyev, a.g.e., s. 192)

* * *

Paşa, beraberindeki yüz elli kişilik bir birlikle İbrahim Beyin karargâhının bulunduğu Karamendi’ye doğru hareket eder. Geçtiği köylerde halkın büyük sevgi gösterileriyle karşılanır.

“27 Kasım 1921, Aral Kışlağı: Türkmen, Kırgız, Kabadiyan, Lakay büyükleri geldiler. Korgantepe’yi terkettik.”

Aralköy, Lakayların Batratlı oymağının ve biraz da Kongratların oturduğu bir yerdir. Reisleri Ali Merdan Toksabay, İbrahim’e itaat etse de, onu sevmeyen aydın biridir. Öncü giden Destankul ve Seyyit Aksakal, bu zatla temas ederek Paşa’yı karşılamışlardı. Ali Merdan Bey de, İbrahim’e gitmemesi için Paşa’yı uyarır; ama, Paşa kararını vermiştir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.67)

Karamendi’ye beş kilometre kala, İbrahim Bey’in yardımcısı Kaim Toksabay başkanlığında ileri gelenlerden bir heyet Paşa’yı karşılar. 28 Kasım 1921 günü Karamendi’ye gelinir, Enver Paşa bir eve konuk edilir; diğerleri de kalmak üzere evlere dağıtılırlar. (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 438)

Lakay İbrahim’in adamları Osman Hoca’ya güvenmediklerini, Rusların çok hilekâr olduğunu, kendilerini tuzağa düşürmek için her yolu denediklerini, Ruslar tarafından içlerine gönderilen adamlardan çok çektiklerini uygun üsluplarla anlatır ve sonunda açıkça ifade ederler: “Belki siz Enver Paşa değilsiniz; Enver Paşa’nın bir benzeri (taklidi) olabilirsiniz!...” Bir kere şüphe edildikten sonra, büyük şöhretini çoktan duydukları bu insanın Enver Paşa olduğunu ispatlamak kolay değildi. Sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek yemelerine benzeyen bu tavır, Paşa’nın etrafındakileri öfkelendirirse de, Paşa sakin ve mütevekkil, dinlemekle yetinir. Yaver, yaşadıkları bunca olaydan sonra mücahitlere hak vermemek de kolay değil, diyor. Lakay İbrahim henüz gelmemiştir.

O gün Lakay İbrahim’den bir mektup gelir; şöyle demektedir:

“Enver Paşa iseniz de, değilseniz de, Göktaş’a gelip benimle görüşebilmeniz için, önce silahlarınızı benim mutemedim (yasavulum) Abdi Samed’e teslim etmelisiniz.” (Bademci, a.g.e , c.2, s. 69)

O gece yenilir, içilir ama, Osmanlı subaylarının yüreğine bir kurt düşmüştür. Enver Paşa, atıldığı bu yolda, muhtemelen ilk büyük darbesini o gece yer:

“Gece birkaç atlı geldi. Bunlar Lakaylardandı. Silah ve cephanelerimizi teslim etmemizi istediler. Bunları teslim edersek, bize inanacaklarını söylediler. Birliği topladım. Onların önünde maksadımızı anlattım. Benim de eşim, yuvam, yavrularım olduğunu, onları bırakarak buraya geldiğimi, bu davaya kendimi verdiğimi anlatırken, kendimi tutamadım, ağladım...”

Lakay atlıları o gece çekip giderler. Ancak, sıkıntılı bir geceden sonraki sabah işler iyice karışır; askerlerin tüfekleri çalınmıştır... Kaim Toksabay’a çıkarlar, “Endişe etmeyin İbrahim Bey gelsin her şey düzelir. ” der. Belli ki silahlar gece gizlice toplatılmıştır69... Ertesi gün durum iyice nazikleşir; bir vadi içinde olan Karamendi’nin, çukurda kalan kışlak tarafı mücahitler tarafından sarılmıştır. Paşa yine sakin ve güven vericidir. Askerler de onun halini görerek biraz rahatlarlar.

“30 Kasım 1921, Göktaş.

“Lakay İbrahim Bey’in adamları bizi karşıladılar. Göktaş geçidinin ağzında, bir dere yatağında bir Tacik köyü, Taşlık. Oradan da hareketle Karamendi köyüne vardık. Burada Belcivanlı Toksabay bizi karşıladı. Gece Lakay İbrahim Bey’e, buraya vardığımıza dair kâğıt yazdık.

“Dokuzda geldi. Biz de atlanıp çıktık. Oldukça tuhaf bir adam. Önünde birkaç atlı tüfekli, sonra İbrahim Bey, siyah çuhadan pantolon ve setre giymişti. Omuzunda iki sıra fişeklik. Bir Kazak beygirinde. Otuz beşlik bir adam. Kuzu derisinden kalpak. İbrahim Bey’in önünde bir zurnacı; durmadan çalıyor. Sonra da, sopalı, kılıçlı Lakaylar, iki bin kadar var. Ancak yüz elli kadarı silahlı, ötekiler sopalı. İbrahim Bey yaklaşınca atından indi. Ben de indim. Kucaklaştık; oturduk, konuştuk...”

Selim Sami hatıralarında İbrahim Lakay’ın, kesinlikle güven vermeyen bir yüzle geldiğini söyler:

“Paşa’ya hudutsuz hürmetim olmasaydı, bu melunun hesabını o anda görecektim. Nitekim, Paşa’nın şehadetinden sonra onun cezasını verdim ve bir fino köpeği gibi kullandım70. Fakat, Paşa’nın arzusu dışında bir iş yapabilmeme imkân yoktu. Onun altın gibi temiz kalbi de, bir vatansızın hıyaneti bahsinde fikir sahibi değildi.”(Nakleden, C. Kutay, a.g.e., c.4, s.233)

İbrahim Bey bu sohbetten sonra, “Bundan sonra burada kalacaksınız; kendinizi bizim misafirimiz sayınız.” diyerek, maiyetiyle toplantıya girer. Selim Sami diyor ki, “İlk anda ne kadar habis ruhlu olduğunu anladığım bu melunun, başımıza çok iş getireceğini tahmin etmiştim. Lakay İbrahim Türkistan ’da geçen dokuz senelik hayatım içinde tanıdığım en kalleş, en kötü ruhlu, vatan muhabbeti asla olmayan, soyguncu ve cahil bir adamdı. Fakat, Paşa’nın tek gayesi emri altında ve cidden mükemmel muharip olan otuz bin yiğidi davamız safına katmaktı. Paşa, bu gayenin meşruiyetine ve asaletine o kadar iman etmişti ki, damarlarında Türk kanı olan kim olursa olsun, mücadeleye şevkle gireceğine kani idi. Yeter ki ona maksat iyice anlatılabilsin. Enver Paşa, şehit oluncaya kadar bu fikrini, Lakay İbrahim’in acı misaline rağmen korudu. ” (C. Kutay, a.g.e., c.4, s.234)

Enver Paşa, Zeki Velidi Bey’in Millî Merkez adına İbrahim Bey ve Lakaylarıyla uzun süre uğraştığını, ama ortak harekete ikna edemediğini de biliyordu. “Hülasa bizim arkadaşlarımızın sekiz on aylık çalışmaları sonucunda, Doğu Buhara’daki eski beyleri ve onların etkisinde bulunan Lakay, Marka, Dürmen aşiretlerini hiçbir şekilde Buhara Emîrine sadakat ve Ceditlere karşı düşmanlık fikrinden vazgeçirmek, Cemiyet ve Millî Teşkilat

etkisi altına almak mümkün olmadığı ve olamayacağı artık tahakkuk etmiş bulunuyordu. ” (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.428)

Nabican Bakiyev ise, İbrahim Bey’in dünyasının pek dar olduğunu, İslam’ı kendi kabilesinin hocalarından nasıl öğretmişlerse öyle bellediğini, cehaletinin yoğun olduğunu, dünyadaki gelişmeleri değerlendirebilecek durumda olmadığını, ancak vatan sevgisinin hayatıyla eşdeğerde olduğunu söyler. Enver Paşa’ya da, kendi durumunun sarsılacağı endişesiyle uzak durmuş, ama mücadelesini sonuna kadar sürdürmüştür. Eski Emîr’in taraftarlarından İbrahim Bey’e Paşa aleyhinde mektuplar geldiği gibi, O’nun çok değerli bir insan ve asker olduğunu, O’ndan bir çok şeyler öğrenebileceğini öğütleyen mektuplar da vardır. (Bakiyev, a.g.e., s.122-126)

Lakay reislerinin toplantısının iki saate yakın sürmesi Paşa ve çevresindekileri rahatsız eder. Sonunda, Tacik reislerinden Yar Muhammet gelerek, toplantıda varılan kararı açıklar:

“Padişaha karşı olan Enver’in benzeri (sahtesi) ile Buhara cedit askerlerine, mücahitler inanmadıklarından geleneğimize göre cedit -yani Buhara Cumhuriyeti- askerlerinin silahları, yedi gün sonra gönlümüz dolunca -yani güven gelince- iade edilmek üzere toplanacaktır. Ceditçiler daha önce Ruslarla çalıştıkları sırada mücahitlerin burunlarını, kulaklarını kesmişler, acımasızca öldürmüşlerdir. Silahların alınması da, herhangi birinin meydana getirebileceği bu tür bir fenalığı önlemek içindir.” (Dr. Y. Gedikli, a.g.e, s. 118)

Enver Paşa da şöyle yazar:

“Gece yarısı Mehmet Bey geldi; halka emniyet gelmek üzere, silah ve cephanelerin teslimini istediklerini bildirdi. Ekmeğe yemin ederek bu işi, sırf mücahitlere güven vermek için yaptıklarını bildirdi. İbrahim Bey uyuz olduğundan, yerinde rahat oturamıyordu.”

Abdullah Recep Baysun’un nakli şöyledir:

“Biraz sonra Molla Ziyaeddin Mahdum, Alimcan Toksaba, Molla Egemberdi, Yar Muhammed, yani molla ve bey, uşaklar Paşa’nın yanına girerler. İbrahim Lakay’ın emri ile yanlarındaki askerlerin bütün silahlarını, güya muvakkaten almaya geldiklerini söylerler. Enver Paşa sorar:

-   Silahlarımızı niçin istiyorsunuz?

-    Siz bizi Buhara Hükûmeti ile barıştırmak istiyorsunuz. O halde aramızda niçin silahlı bulunacaksınız? Bize güvenmiyor musunuz? Bize karşı tam bir güven beslediğinizi anlamak için, silahlarınızı teslim etmenizi istiyoruz...” (Baysun, a.g.e., s. 60)

Herkes şaşkın ve öfkeli, Paşa ise yine sakindir; yanıldıklarını, bu yanılgının pahalıya mal olacağını, geçecek her günün mücadele açısından ziyan olacağını anlatmaya çalışır. Ama Lakaylar inatçıdır ve Enver Paşa’nın o olduğuna inanmamakta yahut inanmak istememektedirler.

Enver Paşa düşünür; başka çare kalmamıştır. “Tekliflerini reddedersem, arada güvensizlik doğup, belki de çatışmaya mecbur kalacağımızı ve bu durumda bunlarla birlikte çalışmanın mümkün olmayacağını ve bütün Türkistan ihtilalinin tehlikeye gireceğini, daha başta, başarısızlık olacağını düşünerek, arkadaşların da rızasını alıp, kabul ettim. En çok beş gün sonra silahların geri verileceğini söyleyerek, gene yemin ettiler. Ama, askerimin ağlayarak silahlarını getirip teslim etmeleri, beni de ağlattı....”

1 Aralık 1921 günü askerler silahlarını teslim ederler. Sadece Paşa ve Hacı Sami’nin silahlarına dokunmazlar. Yaver, “Tuz, ekmek üstüne, Kur’an’ayemin edenler de dönüyordu. ” diye yazar.

1931 yılına kadar mücadelesini sürdürüp, sonunda Bolşeviklere teslim olan ve idam edilen İbrahim Bey, 28 Haziran 1931 tarihinde GPU (Rus gizli servisi) hapishanesinde verdiği ifadede, Enver Paşa ile karşılaşmasını şöyle anlatır:

“Güz faslıydı, Enver Paşa, yanında doksan kişilik maiyetiyle Hisar’ın Karamendi köyünde yanıma geldiler. Sohbet esnasında ‘Türk milletindenim’ dedi. O, Ruslarla Bolşeviklere karşı bana yardım edeceğini söyledi. Yanında altı da Türk subayı vardı. Bu subaylardan şimdi ikisinin adını hatırlayabiliyorum: Birinin adı Hacı Sami, diğeri Hasan Efendi idi. Enver Paşa adını ben daha önce, hacca gidip gelenlerden duymuştum. Büyük bir asker ve Türk Padişahının damadı olduğunu söylemişlerdi. Fakat, ben onun gerçek Enver Paşa olup olmadığından şüphelendim. Bunun için, kendisinin ve askerlerinin silahlarına elkoydurdum. Daha sonra, onun gerçekten Enver Paşa olduğunu anladığımda, onun Ruslara ve Bolşeviklere karşı mücadele yolunda İslam Orduları Başkomutanı sıfatını kabul ettim. Fakat, şimdilik benim misafirim olacaksınız deyip, arkadaşlarıyla birlikte Göktaş’a gönderdim.” (Bakıyev, a.g.e., s.120)

* * *

İbrahim Lakay’la birlikte, Düşenbe önlerinde Taş Kışlağa doğru hareket ederler: “Sonra, oradan ayrıldık. İbrahim Bey zurnalar çaldırarak hareket ettik. Biz önde gidiyorduk. Silahsız bölük de arkadan geliyordu. Böylece ve bir esir gibi muamele görerek hareket ettirildik. Akşama doğru Düşenbe önlerindeki Taş Kışlağa vardık. Bir odaya yerleştik. Arkadaşlar ve erler pek sönük bir haldeydiler... Hülasa burada adeta bir esir gibiyim... ”

Aslında Lakay ileri gelenleri kesin bir kanaate varamamışlardır; hem şüphe ediyor, hem de aksini düşünüyorlardı. Bu ikircikli durum davranışlarından da anlaşılıyordu.

Ertesi gün Göktaş’a girerken davul zurna ile karşılanırlar. Enver Paşa’nın günlük notlarını izleyelim:

“1 Aralık 1921.

“Göktaş’ta, sabah namazından sonra senin ve yavrularımın fotoğraflarınızı yakarak ağladım. Bura halkı çok mutaassıp. Aleyhimde boyuna propagandalar yapılıyor. Taassuba dokunan her şeyi ortadan kaldırmak için, yanımda bulunan eserleri de yaktım. Sizin resimleriniz de böylece yandı...

“Maiyetimdekileri de dağıtacaklarını söylediler. Bana da, asıl işin şu olduğunu söylüyorlar: Ben yalnız Ruslarla değil, asıl Ceditlerle savaşmak zorundaymışım. Ben de Ruslarla ve onlarla beraber olanlara karşı mücadele taraftarı olduğumu ve kutsal şeriat üzere hareket edeceğimi söyledim. Gittiler. Gene alelusûl iaşe karışıklığı. Gece Mehmet Mirahur, bir küfe üzümle, iki ekmek getirebildi. Ne yapalım; dayanmak gerek. Fakat, en çok ciğerime işleyen acı, resimlerin yanmasıdır. Sabah, efradı alıp götürdüler. Gene, silahların üç güne kadar geri verileceğini söylediler. Hepsi masal... Sonunda beni de, Beyin evinin yanında bir toprak dama yerleştirdiler. Maiyetimdekilere karşı şahane bir esaret!...

“Doğrusu, eğer imanlı biri olmasam, işin sonundan ürküp, pişman olurdum. İnşallah iyi olur...”

Askerleri, misafir edilmek üzere civar köylere dağıtılır.

“Enver Paşa’nın Buhara’dan çıkarken bıraktığı sakal da epeyce büyümüş, beyazı az bir siyah daire sevimli çehresini halelendirmişti.”

Paşa, Bir Karluk aksakalı vasıtasıyla dış irtibatlarını kurmaya çalışır.

Durumu haber alan Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca, Harbiye Müsteşarı Ali Rıza Bey’i Lakay İbrahim’e göndererek, ne yapmak istiyorsun diye paylamak ister. İbrahim Bey Kur’an’a el basarak, Rusları memleketten atmaktan gayrı bir gayesi olmadığını, Enver Paşa’nın Göktaş’ta kalmasında bir sakınca görmediğini söyler. Enver Paşa ile de uzunca konuşan Ali Rıza Bey Düşenbe’ye döner. İbrahim Bey, bir yandan da Ali Rıza Bey ve arkadaşlarının bir baskınla Paşa’yı kaçırmalarından endişelidir.

Bir emriyle üç milyon insanı seferberlikte toplayan, Osmanlı Ordularının Başkomutanı, Halife-i ruy-i zemîn’in damadı Enver Paşa,

kurtarmaya geldiği Türkistan’da, kurtaracaklarının elinde esirdir ve bir gün önce bir dilim ekmek ve bir parça üzümle kifaf-ı nefs ettiğini yazmaktadır. Yaver, “Bu manzara cidden feci ve ibret verici idi.” diyor. Buna rağmen yıkılmamış, ümidini kaybetmemiştir; mümin bir insan olmasaydım pişman olurdum diyor...

Yatarken belki de Sarıkamış’ta karların üstünde kıvrılıp yattığı zamanları düşünmüştür... Yanına bir kişiyi vermişlerdir. Paşa müezzinlik eder ve beş vakti birlikte kılarlar. Paşa’ya en çok dokunanı, adamın çirkin sesi ve doğru dürüst okuyamamasıdır. “Dünyada bundan daha çirkin sesli bir insan olamaz. ” diyor.

Gelip giden beyler, ağalar sürekli yalan söyleyip oyalamaktadırlar. Paşa, defterine şunları yazacaktır: “Burada Bingazi’deki samimiyet dahi yok.”

“3 Aralık. Göktaş.

“Tuhsa Bey geldi. Bütün mülkdarları (toprak sahibi beyler) toplayarak halka, benim kendilerine Büyük olmamı teklif ettiğini, yarın ikişer seçilmiş vekil gelerek, bana aht ve biat edeceklerini söyledi. Kur’an-ı Kerim’e el basacaklarmış. Sonra silah teslimi meselesini hoş görmeyen Devletmend Bey ve Molla Allahverdi geldiler. Ağladılar. Ekmek getirdiler...

“4 Aralık. Göktaş.

“Mülkdarların hepsi gelmedi. On sekiz mülkdarın onu, Abdülkasım Tuhsa Beye vekâlet vermişler.

“5 Aralık.

“Ancak üç kişi toplandık. Gene yeminler, Şeriat üzere hareket edeceğimize gene söz verdik. Bizim imam, o gayet çirkin sesiyle akşam ezanını okuyor.

“8 Aralık

“Her şey karmakarışık. Burada Bingazi’deki samimiyet de yok...”

Doğu Buhara beyleri, “Hakanlar hakanı hazret-i gazi padişahımız” diye mektuplar yazarlar. Ama, görüntü hiç de öyle değildir. Hem Ceditçi düşmanlığı, hem Kızılların korkusu, hem de herkesin ayrı bir hesabı vardır. Enver Paşa’nın durumu her gün biraz daha kötüleşmektedir. Ama Lakay İbrahim ve diğerleri, sen bizim büyük padişahımızsın diye yeminler etmeye devam etmektedirler. Paşa şaşkındır, “Bunlar ne tuhaf insanlar” diye yazar. Şüphesiz sık sık, Trablusgarp’taki çöl insanlarının o temiz ve derinden

bağlanışlarını düşünür... “Tuhsa Bey geldi; kendisini Taşkent’e hakim yapmamı istiyor; planları varmış! İbrahim Bey de, her geleni etrafına topluyor. Hepsi de ya silahlı, ya sopalı. Anlıyorum ki onun da planları var... Ah, ruhum! Bu koğuş gibi boş odada, köşede üstüme kürkümü çekerek büzülürken, seni düşünerek ağlamak tek tesellim. İnşallah Hak, bu cezaya yakında son verir... ”

Bir gün Enver Paşa’ya yeni bir teklifle gelirler: “Mademki sen Türksün ve komutansın ve mademki Düşenbe’deki hasımlarımızın (ceditçi cumhuriyetçilerin) komutanları da Türktürler, öyleyse bunlara emretmelisin. Onlar da Ruslarla savaşa başlayıp silahlarını almalı ve bu silahları bize vermelidirler. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e, s. 122) Paşa bu teklifi tereddütsüz kabul eder ve bir mektup yazar. Mektubu alan Karluk aksakalı yola düşer. Mektup Osman Hoca ve Ali Rıza Bey’e ulaşır.

Osman Hoca, 9-10 Aralık 1921’de bir yemek verir ve Rus görevlileri de çağırır. Bu yemekte, Buhara’nın bağımsız olduğunu, Rus görevlilerin zulmettiklerini, burada kalmaya hakları olmadığını ve çekilip gitmeleri gerektiğini açıklıkla ifade eder. Ve Rus komutan ve konsolosla diğerlerine dönerek, şu andan itibaren esir olduklarını, silahlarını bırakırlarsa sağ salim Semerkand’a kadar götürüleceklerini bildirir. Rus birliklerinden Buhara’yı terk etmelerini ister. Halil Bey ve Dağıstanlı süvari alay komutanı Danyal Bey o gece Rus taburuna giderek orayı teslim alırlar. O gece Ruslardan yüz otuz tüfek, yüz kılıç, üç yüz bomba, doksan altı makineli tüfek ve yetmiş sandık cephane ele geçirilir.

“9 Aralık. Göktaş.

“Timurlenk zamanında ve Timur’un Anadolu’dan topladığı hayvanları sürmek için Ankara, Sivas taraflarından getirilmiş Türklerden (yani onların soyundan) iki kişi bugün geldiler. Bunların simaları, tıpkı bizim Türkler gibi; şive de öyle. Düşenbe civarında bin kadar varmışlar; Devhev çevresinde de üç bin kadar.

“Bugün Düşenbe tarafından silah sesleri geldi. Ali Rıza Bey’le Sami benim oraya gelmem için haber gönderdiler. Ama, beyler izin vermediler. Kalben derin bir hüzün duydum. Anlıyorum ki, günler gittikçe bana elem verecek; beni ezecek. Yavaş yavaş her şeyi feda ederek, yalnız sizler için yaşamaya karar vereceğimi sanıyorum.” Birkaç gün sonraki notlarında da, “Böyle giderse, çekilip Afganistan’a gideceğim. Oradan da, büsbütün işten çekilip, senin yanına geleceğim. Ama, başaramadan gelince, sen beni nasıl kabul edeceksin? Fakat, başarmak istedim, Naciye!..” diye yazar.

Görülüyor ki, Enver Paşa’nın o yıkılmaz kişiliği sarsıntı geçirmektedir...

Yine Aralık ayı notlarında, eşine, ne yapıyorsunuz, sıkıntı çekiyor musunuz, diye yazar. “Biz artık bir takım değersiz, akılsız kimselerin, daha doğrusu Ruslara hizmet ettiklerine kani olduğum Mehmet Yar Bey’le, Molla Allahverdi gibilerin eğlencesi olduk...”

70     A. Bademci, silahların Göktaş’a girilmeden alındığını yazar ve yukarıdaki mektubu verir. Enver Paşa’nın notlarına dayandığını belirten Şevket Süreyya’nın yazdıklarına göre, silahlar iki kere istenmiş ve görüşmeden sonraki gece alınmıştır.

71     Enver Paşa’nın şehadetinden sonra Başkomutanlığa geçen Selim Sami, İbrahim Bey’i itaate almış ve İbrahim Bey güzel hizmetler yapmıştır.

Sen Bizim Padişahımızsın

1

0 ARALIK 1921’de, Düşenbe’de çatışmalar başlar. Osman Hoca bir bildiri yayımlayarak halkı, hürriyet ve istiklal için silahlı mücadeleye çağırır. Toplanan gönüllüler silahlandırılır. Enver Paşa’yla birlikte gelip de silahları alınmış olan askerler de Düşenbe’ye geçerek Osman Efendi komutasında çatışmalara girerler. Lakay İbrahim’e haber gönderilerek, Rusların takviye birlikleri gelmeden Enver Paşa’nın hemen Doğu Buhara’ya gelmesi istenir. Ancak, Lakay İbrahim aldırış etmez ve Enver Paşa gidemez. Hacı Sami, Bartınlı Muhiddin ve Hasan Bey Düşenbe’ye giderler.

O günlerde bazı Lakay birliklerinin Düşenbe’ye gittikleri bilinir; fakat Ruslarla dövüşmek yerine halkı yağmaladıkları duyulur. Ali Rıza Bey İbrahim Bey’e bir mektup yazarak, kuvvetlerine hâkim olmasını ister.

Düşenbe’de millî kuvvetlerle Ruslar arasında çatışmalar devam etmektedir. Millî kuvvetler mutlaka Enver Paşa’yı görmek istemektedirler. Ama, Paşa’nın dediği gibi, beyler izin vermezler... Osman Hoca, Osmanlı eğitimcisi İsmail Hakkı Bey’i- Enver Paşa’ya göndererek nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda talimat ister. Enver Paşa gerekli talimatı verdikten sonra hemen Düşenbe’ye dönmesini ister. Ancak, İsmail Hakkı Bey’in atı çalınmıştır!... Paşa hiddetlenir ve “Benim atıma bin, git.” diye bağırır. Bunun üzerine bir başka at getirirler. İsmail Hakkı Bey Düşenbe’ye döner.

Buhara Savaş Bakanı Yardımcısı Ali Rıza Bey, Enver Paşa’ya ilk raporlarını göndermeye başlar, gelen mücahitlerin Buhara Cumhuriyeti askerlerine çok kötü davrandıklarını, Ruslarla savaşmak yerine evleri yağmaya yöneldiklerini bildirir ve kendisinin Düşenbe’ye gelerek duruma el koymasını ister. Raporlar, “İttihad-ı İslam Ordusu Komutanı Enver Paşa Hazretlerine”, hitabıyla yazılır.

Düşenbe’de Enver Paşa heyecanla beklenmekte ve Lakay birliklerinin de Şahmansur üzerinden saldırıya geçmesi istenmektedir; ama Lakay İbrahim kıpırdamaz. Gelenler de yağma ve ganimete yönelince, kuvvet yerine yeni bir zaaf unsuru olurlar. Rusların silahlarını ve Buhara askerlerinin atlarını alıp kaçarlar ve çevrede talana girerler. Ceditçilere olan öfkeleri dinmek bilmez; kendilerine öğüt vermek isteyenlere de, “Bizim Ruslarla işimiz yok. Asıl görülecek hesabımız Bolşeviklerle birleşen ceditçilerledir. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e, s. 134) derler ve Osman Hoca ile Danyal Bey’in kendilerine teslimini isterler.

Yaver Muhiddin Bey’in yazdığına göre, İbrahim Bey Enver Paşa’yı artık tanımış, bir mektubunun Osman Hoca ve Ali Rıza Bey üzerindeki etkisini görmüştür. Ama, nefsaniyeti, elindeki gücü Paşa gibi bir adama teslim etmeye engel oluyordu. “Düşenbe’deki hareketi Enver Paşa’nın ismi idare etmekteydi. ” (Dr. Y. Gedikli, a.g.e, s. 135)

On yıl sonra Rus güçlerince tutuklanıp sorgulanan Lakay İbrahim Bey’in kayınpederi Abdulkayyum Tuhsaba, İbrahim Bey’in tutumunu şöyle açıklar: “Millî Mücadele önderliğinin Enver Paşa’ya verilmesinden dolayı, İbrahim Bey gerek Âlim Han’a, gerekse Emanullah Han’a kırılmış ve darılmıştır. ” (Bakıyev, a.g.e., s.147)

Bu arada, Paşa’ya mektup yazan Mirza Recep, Paşa Hoca (Semizler ve Muinabad reisleri) ve Belcivan Leşkerbaşısı (komutanı) Devletmend Bey, bazı Lakay birliklerinin, bölgelerindeki köyleri basıp halkı soyduklarını, bu yüzden şimdilik buraları bırakıp gelemeyeceklerini bildirirler. (Bademci, a.g.e, c.2, s.86 vd.) Paşa durumu İbrahim Bey’e bildirirse de, sonuçsuz kalır.

Mücahitler bir yandan da askerler arasında propaganda yaparak kaçaklara yol açarlar. Bu arada, Düşenbe’de olan Hacı Sami’nin sert ve fevrî bir hareketi işleri iyice karıştırır. Hacı Sami, Göktaş’ta erlerinden birinin atını çalan mücahidi orada görünce, hemen tabancasına davranır ve adamı kasığından vurur. Zaten bahane arayan mücahitler çekilirler.

Rus birlikleri Düşenbe’ye yaklaşırken Enver Paşa İsmail Hakkı Bey’i gönderir. İsmail Hakkı Bey Birinci Dünya Savaşından önce Hoten ve Koçer bölgesinde Doğu Türkistanlıları eğitmiş, daha sonra da sonuna kadar kavgaya devam edecek olan bir eğitimcidir. Rus birlikleri arasından şehre girmeyi başarır ve Osman Hoca ile görüşerek geri döner.

Ali Rıza Bey’in komuta ettiği Hareket Ordusu ve Buhara Hükûmeti birkaç gün sonra 12 Aralık’ta şehri boşaltarak geri çekilir. Ali Rıza Bey

Enver Paşa’ya raporlarını düzenli olarak göndermeye devam etmektedir. Bu arada Göktaş’ta, Ali Rıza Bey ve Osman Hoca’nın Düşenbe’den çıkarak köye gelecekleri ve Enver Paşa’yı alacakları haberleri dolaşmaya başlar.

12 Aralık 1921 gecesi kaldıkları evin kapısı sarsılarak açılır; süngülü mücahitler kapıyı tutmuşlardır. Paşa silahını çekerek arkasını duvara yaslar; öfkelidir. İbrahim’e, “Maksadın bana suikast yapmaksa, bu silahla önce seni gebertirim.” diye bağırır. İbrahim yemin billah ederek kötü bir niyetinin olmadığını söyler, güvenlik açısından dağa çekilmelerinin gerektiğini söyler. Paşa kısa bir duraklamadan sonra “Muhiddin,” der “mukadderata teslim olacağız. ”

Enver Paşa o gece, seyisi Salim’in haykırışı ile uyanır: “Paşam, atı götürüyorlar!... Gözümü açtım, odanın içi karmakarışıktı. Mumu yaktım. Kapıda bir ses, silahları teslim edin, diye bağırıp duruyordu.” Halbuki silahlar teslim edilmişti. “Giyindim. Kur’an’ı koynuma koydum. Dürbünümü taktım. Paltomu giydim.

-    Gidelim, diye sesleniyorlardı.

-       Gitmem, diye direttim. Yaver Muhiddin, ‘Paşam bizi nereye götürüyorlar.’ diye ağlıyordu. Gene İbrahim’in bir oyunu. Ama, yirmi kişi geleydiler, hepimizi alırlardı. Bu gece ve bu gün, telaş arasında çok şey çaldılar. Gelen Afganlıların da eşyalarını çalmışlar. Hülasa bir sürü masallar ve karışıklıklar! Benim de her şeyimi çaldılar. Birkaç parça çamaşırımdan başka bir şey kalmamış. Mesela, biri, bir tek kundura bulmuş, onu almış, götürmüş; ama, memnun... ”

Paşa’nın atı da çalınmıştır. İbrahim Bey’in emri ile getirirler. Paşa atlı, maiyetindekiler yaya olarak yola çıkarlar.

Enver Paşa, Hareket Ordusu Komutanı Ali Rıza Bey’e gönderdiği 14 Aralık 1921 tarihli yazıda, Düşenbe’den çıkıp, kuzey doğuya doğru hareket ettiğiniz haberi üzerine burada fevkalade telaşa düştüler; “sizin buraları basmak üzere harekette bulunduğunuz zannıyla köyden harice çıkıldı.” demektedir. Gerçekten de bu sırada Ali Rıza Bey’in birlikleriyle Lakaylar arasında çatışmalar olmaktadır.

Paşa, 14 Aralık günlü notlarında şunları yazar: “Bu gece fena bir rüya gördüm. Sana Hermelin kürk almıştım. Bir de baktım, hermelini sökmüşler, yalnız kurşuni kadife kalmış. Artık yorumumu sorma; yazmayacağım...

Buhara Emîrine de bir mektup yazdım. Burayı, bizi koruyucu bir şeyler yazmasını rica ettim. Tuhsa Bey’e de hiddetle bağırdım: Siz beni istemiyorsunuz! Afganistan’a giderim. Beni küçük zannetmeyiniz; ben sizin Emîrinizden de büyüğüm!”

Hep birlikte dağ yolunu tutarlar. Dağ sırtına geldiklerinde, kazılmış mezarlar gören Yaver, Togaysarı’nın sözlerini hatırlar: “İleri gitmeyin; eza ve cefa görürsünüz!” Acaba oraya, öldürülmek üzere mi getirilmişlerdir; belli olmuyor. O sıralarda Göktaş karargâhına, eski Buhara Emîri Âlim Han’ın, Nurullah Han isimli bir ulakla gönderilen mektubu gelmiştir; nezdinizdeki zat Enver Paşa’dır, iyi davranın denilmektedir. Orta Asya İslam Cemiyeti üyesi olan Afgan kralı Emanullah Han bu mektubu yazdırmış ve ayrıca bir de Afgan heyeti göndererek Enver Paşa’ya “Serdar-ı âlâ” (En büyük başbuğ) ünvanı vermiştir. Baymirza Hayit, Âlim Han’ın amcası olan Afganistan’daki Togay Bek’in de, ayrıca bir mektup göndererek, “Enver şu anda elinizde esirdir. Kaçmasına imkân sağlanmaması çok önemlidir. Hareket etmesine kesinlikle izin vermeyiniz. ” dediğini yazar. (Baymirza Hayit, Ruslara Karşı Basmacılar Hareketi, İstanbul 2006, s.271)

Ali Bademci’nin yayımladığı belgelere göre, olay şöyledir: Emîr’in dayısı Togay Dadha, İbrahim Bey’e şu mektubu yazmıştır:

“Leşker-i İslam Başlığı

“İbrahim Bek Karakul,

“Gözümün Nuru,

“İyi bilesiniz ki, Enver Paşa’yım diye yanınıza gelen adamı yanınızda çok tutmayın.

Bir gecede hesabını gör. Şayet böyle yapmazsan size çok zararı dokunur. Onun dedikleri yalandır. Ceditçilik mektebini yer yüzünde icat eden, bir çok Müslümanın evini yıkan, bir çok günahsızları öldüren odur. Onun sağ kalması Müslümanların felaketidir. Bu işten Emîr de memnun olur.

Togay Dadha”72

Bu mektuptan haberdar olan Türkmen Korbaşı Abdülhakim Bey’in adamlarından Allahverdi, postacıyı Afgan sınırına kadar gizlice izleyip, burada vurarak mektubu koynundan almış ve ulaştırdığı Abdülhakim Bey de bir mektupla Enver Paşa’ya göndermiştir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.92-93)

Zeki Velidi’ye göre, bu mektup, Afganistan’da kendisini pek de serbest hissetmeyen Emîr Âlim Han’ın kendi talimatıdır. (z.v. Togan, Türkili Türkistan

Tarihi, s.439) Enver Paşa ise, Ali Rıza Bey’e yazdığı 14 Aralık 1921 tarihli mektupta, “Ben burada şimdilik Buhara Emîri’ne karşılık oturuyorum. Sizin tarafınıza gelmem mümkün olsa iyi olacaktır. ” demekte ve büsbütün yalnız kalmamak için Halil Bey’i göndermediğini söylemektedir. Paşa, ayrıca Süreyya Bey’i mutlaka göndermesini istemektedir: “Süreyya Bey ile yeteri miktarda kâğıt ve madeni para ile Afganlılara verilecek hediyeler gönderiniz. Tüfenk olsun. Gönderilecek para bizim harçlığımız içindir. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e., s. 143) Afgan Savaş Bakanına yazdığı mektupta da, Buhara Emîri’ne karşılık olarak burada tutulduğumu söylüyorlar, der. (Türk Tarih Kurumu Enver Paşa Arşivi, B.1347)

Afgan Kralı Emanullah Han’ın Paşa için yazdıkları da fayda etmemiştir. Eski Emîr Âlim Han ise, Türkiye, İran ve Milletler Cemiyetine gönderdiği yazıda, “Batum’dan Buhara’ya gelen meşhur Gazi Enver Paşa, Buhara, Türkistan, Hive Müslümanlarının iç duygularını anlayarak, çok duygulanmış ve mücahitlere yardımcı olmak için Buhara’da savaşanlara katılmıştı... Halkın duygularını dikkatle inceledikten sonra benden görev istemişti. Ben de onun içtenlik ve yeteneklerini gözönünde tutarak, Mücahit Ordusunun komutasını ona vermiştim. ” demektedir. (Dr. Salahi R. Sonyel, “Enver Paşa ve Orta Asya’da Başgösteren Basmacı Akımı”, Belleten, Aralık 1990, S. 54, C.211, s.1205)

Ali Bademci, Afgan Kralı’nın, Enver Paşa’yı yeniden Afganistan’a davet eden mektubunu yayımlar:

“Huzur-ı Biraderlerine,

“Âlem-i İslamın yükselmesi için ömrünüzü harcamış, bu uğurda bir çok zorluklara karşı göstermiş olduğunuz fedakârlıklar, Müslümanlık âleminde şayan-ı takdirdir. Kalan ömrünüzü sükûn ve refah içinde devam ettirmek, diyar-ı İslamın zât-ı âlilerine karşı bir borcudur. Bu hususta, zât-ı devletlerine ilk hizmet fırsatını bulan bahtiyar devletin, Afganistan Devlet-i Aliyyesine bahşetmek suretiyle mülkümüze teşrifleri Afgan milletini mutlu edecektir.

3 Aralık 1921 Eman”

Enver Paşa, yazdığı cevapta, “Buhara Cumhuriyeti’nin yeni askerî kuvvetleri ve halkı, elbirliği ile işgalcileri vatanlarından çıkarmak için cihat ilan etmiş durumdadır. Galeyana gelmiş olan bu kuvvetlerin, birlik içinde

yönetilmesi için,” ortaya çıkan bu fırsatı değerlendirmek istediğini bildirir.

(Bademci, a.g.e., c.2, s.91)

* * *

Millî Hükûmet Düşenbe’yi terkederken, Devlet Başkanı Osman Hoca halkına şöyle seslenir: “Elli yıldan beri işgal altında bulunan Türkistan’ın istiklal ve hürriyetine kavuşmasını gönülden istiyoruz; bunda hiçbir şüphe yoktur. Silah taşıyan ya da silah tutan her Türkistan erkeğini bu şerefli görevde yardımda bulunmaya çağırıyorum. Yaşasın hürriyet, yaşasın bağımsızlık. ” (Baysun, a.g.e., s.65)

Düşenbe’yi terk etmek zorunda kalan Osman Hoca ve arkadaşları Tal köyünde karargâh kurarlar. Basmacı komutanlardan Cabbar Bey iki yüz kişilik kuvvetiyle onlara katılır. Abdürrahim Karakcı ve Danyal Bey de Osman Hoca’nın emrine girerler. Bu sırada, Başkurdistan Hükûmetinin savaş bakanı Zeki Velidi Togan Türkistan’a gelmiştir. Osmanlı subaylarından Sabit Efendi ile beraber Tal karargâhına gelerek Osman Hoca’yla görüşürler. Zeki Velidi de, Lakaylara, ellerinde bulundurdukları zatın Enver Paşa olduğuna dair haber gönderir. Osmanlı subaylarından Süreyya Bey, millî hükûmete karşı olan Darvaz hâkimi İşan Sultan ile Karatekin hâkimi Fuzayl Mahdum’u barıştırmaya çalışırsa da başaramaz. Lakay İbrahim ise Düşenbe’ yi işgal eden Rus birliklerine sığır, koyun, pirinç gibi erzak göndermektedir. Enver Paşa, “Sen ne yapıyorsun?” dediğinde de “Yarın Düşenbe’yi terk edecekler. ” diye cevap verir...

“16 Aralık.

“Lakaylar tuhaf. Bir taraftan bana Padişah derler; diğer taraftan da Ceditler geliyor, diye kaçırmak ve beni götürmek isterler. Dün gece de aynı hal. Bu gece de imam ve ben, loş bir mumun etrafındayız. Çünkü, benden başka kimse yok; karşımda hitap edecek kimse yok! Bana, heybem yastıklık etmektedir. Yani ben, bunların Padişahımız dedikleri! İşte çalışma ve yatak odam. Çalınan battaniye vesairem hâlâ bulunamadı...”

Fakat, çok geçmeden Paşa, elinde kalanların bir kısımını, birkaç gün sonra da gerisini vermek zorunda kalacaktır:

Enver Paşa’ya bir zarar gelmesinden endişe eden Osman Hoca, İbrahim’e, kan dökülmesin diye haber gönderir. Enver Paşa da, Lakaylara karşı silah kullanılmasın diye Osman Hoca’ya mektup yazar. Ne var ki,

Osman Hoca’nın kuvvetleri içinde de, Lakayların elinde bulunan zatın Enver Paşa olduğuna inanmayanlar vardır. Herhalde, çok uzaktan ve bir destan havası içinde adını duydukları Enver Paşa’yı bu kadar yakınlarında ve bu durumda kabul edememektedirler... Ali Rıza Bey gönderdiği bir yazıda, “Asker sizin Enver Paşa olduğunuza inanmıyor; gelip bir kere görünmeniz lazım.” demektedir. “Herhalde askerin bir defa sizi görmesi lazımdır. 18 Aralık akşamına kadar gelmediğiniz takdirde, biz bütün muharip kuvvetimizle oraya geleceğiz. ” (Dr. Y. Gedikli, a.g.e, s. 144)

Bu arada, Enver Paşa’nın, eski Buhara Emîrine karşılık olarak tutulduğu söylentileri yayılmaya başlar. Buhara Emîri Afganistan’da mülteci olarak yaşamaktadır. Enver Paşa’nın Lakaylar elindeki tutsaklığı devam etmekle birlikte, gönderdiği talimatlarla Buhara Hareket Ordusunu yönetmeye devam etmektedir.

Ortalık yatışacak gibiyken, Lakay’ın askerleri, Ali Rıza Bey komutasındaki Buhara milislerinin bulunduğu Beşkefe köyünü kuşatıp askerin silahlarını toplamak isterler. Milislere çatışmaya girmemeleri emredilir. Ancak, Buhara milisleri şaşkın ve öfkelidir; çatışmalar engellenemez ve geceye kadar sürer. Ali Merdan Toksabay öldürülür; Ali Rıza Bey sağ bacağından yaralanır.

Gece, milisler Kâfirnihan suyu kenarında Suhte Çınar köyüne çekilirler. Ertesi gün kalktıklarında yine kuşatılmış olduklarını görürler. Lakaylar çemberi daraltmaktadır. Ali Rıza Bey yine çatışmaya girmek istemez; esasen sürüp gelen propagandalar milisleri dağıtmış, savaşacak doğru dürüst güç de kalmamıştır. Çekilmeye karar verirler. Seksentepe köyüne geldiklerinde, artık milislerde de hayır kalmamış, altı yüz milis yüz elliye düşmüştür.

Babadağ Korbaşısı Hait Bey’in karargâhına gelir, buradan durumu Enver Paşa’ya bildiren Ali Rıza Bey imzasıyla bir mektup gönderirler. Birkaç gün sonra Enver Paşa’dan gelen cevapta, Osman Hoca’ya bir zarar gelmemesi için, Afganistan’a geçmelerini, Darvaz leşkerbaşısı İşan Sultan’ın iki gün sonra yanında olacağını bildirmektedir.

Lakayların takip ve kuşatması altındaki Millî Kuvvetler üçe ayrılırlar. Danyal Bey, Abdürresul Bey ve Buharalı Kari Abdullah Bey, maiyetlerinde bulunan askerlerle tekrar Babadağ’a doğru çekilirler. Bıraktıkları ağırlıklar Lakaylar tarafından yağmalanır.

Merkezdeki Osman Hoca, Ali Rıza Bey ve Hacı Sami, Guzer, Karşı ve Kerki üzerinden, milisleri büyük ölçüde dökülmüş olarak Afganistan’a geçerler.

Çilligöl ve Şehrisebz tarafına giden Halil Bey komutasındaki askerler bitkin, fakat kararlı olarak Göktaş’a varmaya çalışırlar; çok zor ve hüzünlü bir yolculuk olur. Faruk, Hasan, Nafi Beyler, Kadir Çavuş, Osman Çavuş ve Mustafa Şahkulı bu kafilenin içindedirler. Akşam üstü bir köye varır ve tepe üstündeki mescide inerler. Perişan bir halde atlarını kapıya bağlayıp mescitte uzanırlar. Onları izleyen bir Lakay gece atlarını çalar. Ertesi sabah uyandıklarında atlılar, yaya olmuşlardır. O dağ yollarında at her şeydir... Yayan dağlara koyulurlar. Derken, çalınan atlardan ikisini dağda bulurlar; onlar için bir zafer müjdesi gibi olur. Ancak Lakaylar tarafından izlenmektedirler. Bir geçitte Lakaylar yaklaşıp ateş etmeye başlayınca, kılavuzları olan köylü de kaçar. Yol iz bilmez olarak dağda kalırlar. Çilligöl’e gitmek üzere yola çıkmışlarken, geri Yürçi ovasına dönerler. Burada toplantı yapmakta olan Lakaylar, mücadele arkadaşlarını esir alırlar... Hakaret görür, soyulurlar; saçları ve sakalları güya “sünnete” uydurulmak üzere kesilir... İleri gelenlerinden bir kaçı müdahale ederler. Halil Bey ve arkadaşları bir çadıra konulur ve beş gün sonra Göktaş’a, İbrahim’in yanına götürülürler. Durumdan haberdar olan Paşa müdahale eder ve Osmanlı subayları bırakılır; Paşa’nın yanına gelirler.

Aksakal üzerinden Şehrisebz’e geçebilenler, burada Cabbar Bek kuvvetleriyle birleşirler. (Bademci, a.g.e., c.2, s.96)

Bu gelişmelerden sonra Paşa üzerindeki baskılar azalmış ise de, Ruslar karşısındaki cephe dağılmış, sadece İbrahim’in karargâh kurduğu Göktaş cephesi kalmıştı. Paşa şunları yazar:

“19 Aralık,

“Süreyya Bey, Kâfirnihan nehrini geçerek yanıma gelmek istemiş. Ama, suyu geçer geçmez, Lakay İbrahim ve adamlarına rastlamışlar. İbrahim, onu ve yanındakileri tepeden tırnağa soymuşlar. Mollalar boyuna, bizim düşmanımız Ruslar değil Ceditlerdir, diyorlarmış. Soyulanlar geldiler. Onların da kimisine son çamaşırlarımı, son elbiselerimi, birine de kürkümü verdim. Ama, beyler gene geldiler; gene, Sen bizim Padişahımızsın, diye sırıtıyorlar...

“Muhiddin (Yaver) yarın Kâbil’i gidiyor. Mektuplarımı, notlarımı size gönderiyorum...”

Ruslara teslim olduktan sonra GPU’da verdiği ifadede İbrahim Bey, olayları şöyle anlatır:

“Enver Paşa Göktaş’ta bütün İslam ordularının başkomutanı seçildi. Paşa’nın yanındaki Türk subaylarından Ali Rıza, Danyal Bey ve Süreyya Bey ile varılan mutabakat gereği, Cedit kuvvetlerine komuta eden Osman Hoca ile birlikte hareket edilecekti. Osman Hoca tam o sıralar Düşenbe’de Rus askerleriyle çatışmaya girer. Fakat, herhangi bir başarı elde edemeden Düşenbe’den çekilerek Süktıçınar’a gelir. Neler olduğunu öğrenmem için Enver Paşa beni oraya gönderdi. Ben Süktıçınar’a gelerek, Enver Paşa’nın emri üzerine buraya geldiğimi bildirdim. Fakat, onlar benimle görüşmeyerek, benimle çatışmaya girdiler. Ben kuvvetlerimle onları darmadağın ettiğim gibi, Süreyya Bey’i de esir ederek Enver Paşa’nın huzuruna getirdim.

“Göktaş’a döndüğümde Enver Paşa bana Düşenbe’deki Ruslara karşı savaşmam emrini verdi. Çatışmalar başladı ve yaklaşık iki ay sürdü. Sonuçta Rusları Düşenbe’den çıkarmayı başardık.”

İbrahim Bey’in anlattığına göre, Rusları kovalayan mücahitler köyleri yağmalamışlar, o da askerlere bağırmış; fakat, Enver Paşa onu huzuruna çağırarak “Orduların Başkomutanı benim. Neden bana danışmadan askerlerime hakaret ettin.” diye çıkışmış. “Sonradan duyduğuma göre, o beni silahsızlandırarak, askerlerin safına katmak istiyormuş. Onun bu niyetini öğrendikten sonra, bana bağlı askerlerimin bir kısmını yanıma alarak Göktaş’a döndüm....

“O günlerde Emîr Âlim Han’dan bir mektup aldım. Emîr, mektubunda ‘Eğer beni dinleyip, öğütlerimi dikkate alıyorsan, derhal Enver Paşa’ya katılmalısın.’ diyordu. Fakat, Enver Paşa’nın, Karatekin Beyi Fuzayl Mahdum’dan, yanındaki kuvvetlerle kendisine yardım etmesini isterken, diğer yandan Belcivan Beyi Devletmend Bey’e haber göndererek, ‘İbrahim Bey’in tutuklanması için Göktaş’a adam gönderdim. Siz de oraya giderek yardım edin.’ dediğini duydum.” (Bakiyev, a.g.e., s.152-3)

İbrahim Bey’in bu ifadeyi, GPU hapishanesinde, olaydan on sene sonra ve hangi şartlar altında, nasıl bir psikoloji içinde verdiğini bilemiyoruz. Ancak, bütünüyle çelişkili ve yanlıştır.73

Mirza Pirnefes’in notlarına göre, bu sıralarda Enver Paşa ile İbrahim Bey arasında bir konuşma geçer; Enver Paşa İbrahim Bey’i çağırtır, ama sergerdeleri aldırış etmez, duymazlıktan gelirler. Paşa Mirza Pirnefes’i yanına alarak atlanır; yola çıkarken İbrahim Bey gelir.

“Paşa sağ elini kaldırarak,

“- Ne istiyorsun İbrahim? Niyetin ne; doğru söyle? Geçen gece neden rahatsızlık çıkardın; sebep nedir? Seninle hesaplaşacağım! Müslüman askerlere silah çektin değil mi? Yurdunuzun düşmanı Ruslara yardım ettin; onlara erzak veriyorsun; bu memleketi

kurtarmak isteyenlere karşı çıkıyor, düşmanlık ediyorsun! Bir de Emîr’in adamıyım diyorsun ha? Cevap ver mendebur herif! dedi.

“İbrahim bu ara Ruslarla da pek iyi değildi. Paşa’nın maiyet subayları da gelmiş, etrafı sarmıştı. İbrahim,

“- Tevbe kıldım; Ruslara artık hiçbir şey vermem. Siz ne söylüyorsanız, onu kabul ediyoruz, diye yalvarmaya başladı. Paşa,

“- Bin atına bakayım!” (22 Aralık notları, Bademci, a.g.e., c.2, s.97-8)

Böylece Enver Paşa, İbrahim ve diğer Lakaylar beraberce Göktaş’a dönerler. Paşa, Afganistan’daki emîrcilerden Lakaylara sızacak haberlerin engellenmesi için Çilligöl mücahit reisi Abdülhakim’e haber gönderir.

O günden sonra İbrahim Bey artık Paşa’nın işlerine karışmaz. Paşa, Fergana ve Semerkand taraflarına haberciler gönderir.

Enver Paşa, 23 Aralık 1921’de Göktaş’tan, kardeşi Kâmil’e yazdığı mektupta şunları söylemektedir:

“Kâmilciğim,

“Naciyeme gönderdiğim mektuplardan başka, günlük tutulan kayıtların özetini de gönderdim. Bunda en gizli hususlar da yazılıdır. Bunu Cicim ile senden başkası şimdilik bilmemelidir. Güç olan işte, Allah’ın yardımı ile inşallah başarılı olacağız. Ve yakında hepinizi birlikte kucaklarım...”

24 Aralık’ta Darvaz Korbaşısı İşan Sultan’ın geleceği duyulur. İşan Sultan Emîrci olmakla beraber, Lakayların çekindiği, aynı zamanda dinî bir iderdir; Enver Paşa’yı kurtaracağı söylentileri dolaşır. Ertesi gün İşan Sultan’ın üç yüz atlıyla Feyzabad’a geçtiği ve Düşenbe’ye doğru ilerlediği duyulur. Paşa’ya gönderdiği mektupta, iki gün içinde buluşuruz, demektedir.

Birkaç gün geçtiği halde, İşan Sultan henüz gelmemiştir. Lakayların onu aldatmış olmasından şüphe edilmektedir. İşan Sultan saygın bir din adamı ve Taciklerin başbuğudur. Lakaylar ile Tacikler arasında geçimsizlikler vardır. Güçlü olan Lakaylar bölgenin en verimli otlak ve yaylaklarını ellerinde tutmakta ve fakir Tacik halkı üzerinde baskı kurmaktadırlar. Emîr Âlim Han ise Lakaylara dayanmaktadır. Enver Paşa, zaman içinde, kabileler arasındaki anlaşmazlıkları bütünüyle halledemese de özellikle Doğu Buhara çevresinde, onların birbirine yönelen düşmanlıklarını büyük ölçüde ortak düşmana çevirebilecektir.

Bu endişeler içinde Enver Paşa, Pirnefes ve Destankulu’nu, İşan Sultan’la görüşmek üzere Todekışlak’a gönderir. İşan Sultan, birkaç kere

niyetlenmesine rağmen, Lakayların bir şekilde engel olduklarını söyler.

İşan Sultan’ın niçin gelemediğini, nasıl olup da Lakay engelini aşamadığını, Mustafa Şahkulı’nın hatıralarında, belki biraz abartılı olarak anlattıklarından çıkarabiliriz. Şeyhin kuvvetleri şöyle anlatılır:

“Bunlar Şeyhin müritlerinden, molla ve mahdumlarından ibarettirler. Halkı aldatıp, yiyip yürümeye alışmışlar. Tacik’te şişman adam az bulunursa da, bunların hepsi şişmandır. Bunları hiçbir nizam ve intizam altına almak kabil değildir. Savaşta hiçbir işe yaramazlar. Ayaklarında büyük ağaç takunyaları (başmak), altlarında (eyerleri üzerinde) büyük yorganları (körpece), her birinin eyer kaşında bir çaydanlığı olur. Vuruşma falan olup kaçmaya başlarlarsa, bunların hepsi düşüp kalır. Ağaç takunyaları ise pek büyük olup, ökçeleri beş santimden fazladır. Takunyaların burnu çok kalın ve yüksek olduğundan üzengiye sığmaz; o sebeple, önce ökçe tarafını üzengiye geçirirler. Bu sebepten, at kaçıp, takunyaları düşerse, kendileri de takunyaları ile beraber düşüp kalırlar. Yürçi’den Düşenbe’ye gelen Rus birliğine tesadüf edip kaçmalarından sonra, İlgıtay halkı Tacik takunyaları ile bir ay çay ve yemek pişirmişler. Bu sebepten Lakay, Kongrat ve diğer Özbekler bunlarla sürekli alay eder ve adam sırasına koymazlar.” (Nakleden: Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 440)

“27 Aralık.

“Ahvalin gidişi o kadar karışık ki, bu karışıklık içinde uyuşup kaldım. Sekiz Türk daha geldi; hepsi de soyulmuşlar. Hepsi de ağlıyorlardı. Gelen Türklerin kimisine son varımı ve çamaşırlarımı verdim. Hırsımdan dişlerimi sıkıyorum. Bizim gibi bir yabancı, bura halkı ile burada iş görmek fikrine düşerse, işte böyle aldanır. Bütün bu işlerde Hacı Sami’nin çok dahli var...”

Bu satırları yazan Enver Paşa, çökmüş gibi görünmektedir; çevresi dağılmıştır; muhtemelen en zayıf anlarını yaşamaktadır. Buraya gelişine kabahatli arayacak kadar sıkıntılıdır. Ama, bütün bunlar bir anlık duygulanmalardır ve Paşa, her şeye rağmen yenilgi kabul etmeyen bir kutlu nesildendir; notları şöyle devam eder: “Eğer Ruslar buralardan çekilirlerse, fikrim, burada illerin vekillerini toplayarak bir Maslahat Meclisi kurmak, sonra Fergana, Kırgız ve saire taraflarına yazarak, onların vekilleri ile burada bir Turan İhtilal Askerî Teşkilatı oluşturmak istiyorum.” “Fakat” der, “Şimdi, şu etrafımdaki adamların tesiriyle çok küskünüm. ”

* * *

O sıralarda Vahş Suyu Ruslarla Mücahitler arasında sınırdır; karşıdaki Düşenbe Rus kuvvetlerinin elindedir. Kâfirnihan vadisindeki kent ve kasabalar da Rusların elindedir; ancak, buralarda fazla askerleri yoktur. O yıl

kıtlık vardır; Rus askerleri için de durum zordur; ama, Moskova’da Komünist Parti Polit Bürosu hareket kararını almıştır. Buhara’daki askerlerin takviyesi için özel tümenler kurulması, mahalli bolşevik milislerin toplanması, mahalli parti teşkilatlarının gerekli ikmal işlerini düzenlemesi kararlaştırılmış ve harekete geçilmiştir. Parti genel sekreteri Stalin’in yakın arkadaşı Orjenikidze bölgeye gönderilerek raporlar hazırlattırılır. Bu işleri yerinden yürütmek üzere Buhara’da Doğu Buhara Diktatörlük Komitesi kurulur. Bu komitede Moskova’ya kesin bağlı A. Akçurin, Nasır Hakimov gibi komünistler yer alırlar. Bunların çoğu, sonunda Stalin tarafından 1932 ve 1938’de, millîci suçlamasıyla kurşuna dizileceklerdir. Bu çalışmaların ilk hamlesi olarak Enver Paşa’yı İngiliz casusu ilan eden geniş bir propaganda hareketi başlatılır.

Enver Paşa çevredeki Korbaşılara, beylere, görüşmek istediğine dair mektuplar gönderir. “Maksadım i’lay-ı kelimetullahtır.” (Allah’ın adını yüceltmektir) der. Doğu Buhara’daki mücahit komutanların da aralarında çekişmeler vardır.

Darvaz mücahit komutanı İşan Sultan iki yüz elli askeri ile yakın bir köye gelir.

Lakay İbrahim, Paşa’yı Karakuyu köyüne götürür; şerefine bir ziyafet verilir. Fergana mücahit komutanı Şir Mehmet Bey’in gönderdiği hediyeler, Hacı Kadir tarafından Paşa’ya sunulur. Bu Hacı Kadir, hacca giderken İstanbul’da Paşa’yı ziyaret ederek elini öpmüş ve ona sevgiyle bağlanmıştır. Koynundan Paşa’nın resmini çıkarıp gösterir. İkisinin uzun süreli kucaklaşması herkesi duygulandırır.

Ertesi gün, İşan Sultan Enver Paşa’yı ziyaret eder ve uzun uzun görüşürler ve kuvvetleriyle Paşa’ya katılır. Paşa ilk defa burada Türkistan millî kıyafetlerini giyer: ipek çapan, kalpak ve ipek kemer.

Birkaç gün sonra bir sabah, İbrahim Lakay askerlerini de alarak sessizce köyü terk eder. Enver Paşa artık tamamen hür ve yalnız kalmıştır. Bir süre burada kalır; çevreyle ilişkiler kurar. Daha sonra Muin kışlağına geçer ve burada İşan Sultan tarafından coşkun bir törenle karşılanır. Buradan eski Buhara Emîrine yazdığı mektupta, onun adına bütün yetkileri kullanmak üzere selahiyet ister.

Şimdi artık Enver Paşa’nın elinde sayıca az da olsa birlikler vardır. 15 Ocak 1922’de Lakay bölgesinden ayrılan Paşa, Rahatı kışlağında karargâh

kurar. Bir yandan da Rusların elindeki Düşenbe’ye İşan Sultan, Nafi Bey, İsmail Hakkı Bey, Rahman Minbaşı ve Fuzayl Mahdum’un kuvvetleriyle taciz saldırıları düzenler. Rus kaynaklarına göre Doğu Buhara’da on iki veya sekiz bin civarında mücahit kuvveti vardır. Şevket Süreyya Bey ise, bu kuvvetlerin en çok altı bin civarında olduğunu söyler. (Aydemir, a.g.e., s.664)

Paşa, buradan kamuoyuna bir bildiri yayımlar ve mücahitleri, Türkistan’ı kurtarmak üzere birliğe çağırır:

“Ben Allah’ın kulu, Resûlünün halifesi, emîrü’l-müminîn Sultan Mehmet’in damadı ve ordularının başkomutanı, dîn-i mübîn-i Ahmedînin âciz hizmetçisi, Afganistan emîri şevketli Emanullah Han hazretlerinin serdar-ı âlâsı ve kâfirlerin barışmaz düşmanı olan Enver Paşa, dini ve vatanı korumak için çarpışan gazilere selam ve duadan sonra bildiririm ki, bu andan itibaren Buhara-yı şerif, Hive ve Türkistan’ı istila eden Ruslardan temizlemek üzere, Ruslara savaş ilan ederek, Allah’ın izni ile bütün Müslüman kuvvetlerin komutasını üstüme aldım.”

Mücahitlerin Ali Rıza Bey’le temas kurmalarını isteyen Paşa, kendisinin de Korgantepe üzerinde Düşenbe’ye doğru harekete geçeceğini bildirir. (Dr. Y. Gedikli, a.g.e, s. 153)

Fergana, Hive, Darbaz, Gölap, Dihnev, Baysun ve Karatekin’den mücahitler gelir. Hiveliler, Han Cüneyt’in selam ve bağlılıklarını bildirirler. Bu arada, Buhara Hükûmeti Savaş Bakanı Abdülhamit Arif Bey74, çevresindeki Malegine Efendi ve diğerleriyle birlikte Mücahitlere katılmaya karar verirler:

“Buhara memleketinin, eskiden beri büyük bir tarihe ve görkemli bir geçmişe sahip olan bir devlet ve millet olduğu herkesçe bilinmektedir. Fakat bugünkü günde ne bu memleketin ve milletin geleceği ve ne devletinin bağımsızlığı Rus Hükûmeti tarafından dikkate alınmayıp, bütün geçmişi ve dinî ve millî mukaddesleri ayaklar altında çiğnenmeye teşebbüs edilmiştir. Nasıl ki, bu memleketin gerçek evladı Osman Hoca Buhara Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olduğu halde ve Savaş Bakanı Danyal Bey’le birlikte Rusların memleketimizin geleceğini mahvettiğini görüp Mücahitlere katıldıysa, ben de bu memleketin evladı olduğuma göre, Merkezî İcra Komitesi Üyesi, Bakanlar Kurulu Başkan Vekili ve memleketin Savaş Bakanı olduğum halde, Rusların eline oyuncak olmak istemeyip, bütün ruhum ve varlığımla isyan edip Türkistan’ın kurtarılması için gayret kemerini bağlayarak ve ayaklanan evlatlarına katılarak memleketin kurtulması yoluna koyuldum....” (Yamauchi, a.g.e., s.300 )

Rus ordularına karşı, Türkistan’ın kurtuluşu için savaşan bu gözü kara insanlara, hele Osmanlı subaylarına sıradan bir bakışla, gerçekten de hayalperestler yahut maceracılar demek ilk akla gelen yargıdır. Ama, daha önce de söylediğimiz gibi, bu kahramanlar, akibetleri dahil her şeyi bile bile

yürüyorlardı; hiç de hayal kurmuyorlardı. Bizim günlük havsalamız bu destanı kavrayamadığı için, böyle kolay yargılara sapmaktadır. Aşağıdaki mektubu yazan Nafi Bey, Enver Paşa’nın en yakınındaki Osmanlı subaylarındandır; mektuptaki edaya bakın:

“Türk Ordusunun Süvari Subaylarından Mülazım-ı Evvel Cavit Beyefendiye,

“Kardeşim Cavit,

“Şimdiye kadar mektup yazamadığımdan kabahatli isem, bunun yarısı da size düşer. Hamdolsun, ben afiyetteyim. Şimdi, Mücahitler ordusuyla Enver Paşa’nın yanındayım. Cavit sana bir şey yazmayacağım; durumumuzdan haberdarsın. Yalnız, şu kadar söyleyeyim ki, biz bura halkı tarafından, tepeden tırnağa kadar hiçbir şeyimiz kalmamak üzere soyulduk. Bu sebeple, aşağıdaki listedeki eşyayı göndermenizi rica ederim. Sen bunları tedarik et; param olduğu zaman ben sana öderim. Cavit, ne yaparsan yap, bu eşyayı mümkün olan hızla gönder. Çünkü çırılçıplak bir haldeyim. İslamlara hizmet böyle oluyormuş; özellikle Buharalılara. Fakat İnşallah vaziyetin yakında iyi olacağını ümit etmekteyiz. Bâki muhabbet cümle arkadaşlara, özellikle Bulgar Osman’a çok selam.

Kardeşiniz Nafi

- Bir kat elbise, boyunun ölçüsü 1.55, bir kalpak, bir çizme, 41.5 numara, 2 takım çamaşır, bir mahmuz, bir bel kemeri, bir kaput, birkaç mendil.” (Yamauchi, a.g.e., s.258 )

Belli ki, Paşa’nın bavulunda da artık çamaşır kalmamış; zaten, sonuncusunu da verdiğini 19 Aralık tarihli mektubunda yazmıştı.

Bu insanlar kendi durumlarını gayet gerçekçi olarak görüyor ve o hallerinde bile kendilerini alaya alabiliyorlar; ama, yollarından dönmüyorlardı. Hem ağlanacak, hem gülünecek bu mektubu okurken, Miralay Nafi Bey’de, o yenilgi kabul etmeyen, yıkılmayan neslin ruh halini görüyoruz... Küçük Talat Bey’in, eğer Ankara Hükûmeti kendisini yurt dışına sürmez de İstanbul’da bırakırsa evlenmeyi düşündüğünü, hatta bir iki adayın da olduğunu anlatan mektubu tatlı istihzalarla doludur. Halil (Kut) Paşa, kendisine yazılan bu mektubu, “Biraz gülesin diye” Enver Paşa’ya yazdığı mektubun içine koyar. (Yamauchi, a.g.e, s.234)

Kendi yokluğu ve çaresizliği ile istihza eden bu adam, o devrin önde gelen insanlarından biridir.

Aralık ayı ortalarında Enver Paşa komutasındaki Türkistanlı mücahit kuvvetler Düşenbe’yi kuşatırlar. Sovyet konsolosu Enver Paşa ile temas imkânı arar. Paşa, Rusların tamamen çekilmesini ister: “Türkistanlılar ile Buharalılara kendi işlerini halletme imkânı tanınmalıdır. ” der. (Baymirza Hayit, Ruslara Karşı Basmacılar Hareketi, İstanbul 2006, s.275) Zeki Velidi’ye göre Enver Paşa Düşenbe’yi, yukarıda tasvir edilen bu takunyalı mücahitlerle kuşatmıştır. Ondan dinleyelim:

“İşte, kendi milleti olan Lakay Türklerinin esaretinden kurtulan Paşa, İran unsuru olan bu Taciklere dayanarak 16 Aralık’ta Düşenbe’deki Rus garnizonunu kuşatmaya başlıyor. Kuşatmaya başladığı zaman, iki yüz kişi olan Taciklerin, ancak on üç tanesi Rus tüfeğine sahip olup, kalanları çakmaklı eski usul av tüfekleriyle donanmış yahut büsbütün silahsız idiler. Etraftaki Türk ve Tacik köylerinden birkaç adam daha toplayıp yaptığı ilk hücumda, Ruslardan elli asker ölüyor. Bundan başka 180 tüfek ve iki mitralyöz Enver Paşa’nın eline geçiyor. 20-22 Ocak çarpışmalarında Ruslar büyük zayiat verip çekiliyorlar. Ben o günlerde Semerkand dağlarındayken, Düşenbe’den telsizle Rus karargâhına gönderilen raporların suretlerini okuyordum. Düşenbe’deki Ruslar, Enver Paşa’ya karşı direnmenin mümkün olmadığını abartılı bir şekilde ifade ediyor ve kendilerine Düşenbe’den çekilmeye izin istiyorlardı. 8 Şubat taarruzunda Ruslar yüz ölü verdiler. Ayrıca, seksen iki nefer Enver Paşa’ya katıldı. Kalan Ruslar, toplarını meydanda bırakıp kaçtılar. Fakat, kalan topları Enver Paşa’nın karargâhına taşıyacak vasıta bulunamadı. Nihayet Ruslar 14 Şubat’ta Düşenbe’yi terkettiler.” (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 240)

Yaver’in yazdığına göre 8 Şubat saldırısında Ruslar “yüzden fazla ölü verdiler. Mücahitler bir mitralyöz ile pek çok tüfek ve cephane ganimet aldılar. Ruslar tarafından seksen iki kişi mücahitlere katıldı. ” (Dr. y. Gedikli, a.g.e., s.159)

Çarpışmaların devam ettiği 28 Ocak 1922 gününde Paşa, Berlin’de Merkez-i Umumî’ye yazdığı mektupta ilgi çekici bir haber verir:

“Muhterem Arkadaşlar,

“Doğu Buhara, Düşenbe civarı.

“Artık işler istediğim yola girmektedir. Doğu Buhara’da Rus istilası dışındaki Gölab, Belcivan, Darvaz, Karatekin vilayetlerinin beyleri askerleriyle geliyor. Bunlardan oluşan bir meclis ilk yeni Buhara Hükûmeti olacak. Hepsi istediğimi yapmaya hazır.” Gelemeyen vilayet beğleri de vekil gönderiyorlar. Son on gün içinde beş kere muharebe oldu; Ruslar için pek kanlı geçti. “Hisar vilayeti beyi İbrahim çok zorluk çıkarıyordu. Dün halk toplanıp, iş görmemesinden ve düşman ile vuruşmamasından, kendisini azletti. Yerine atanan bey tamamen emrime tâbidir...” (Yamauchi, a.g.e., s.261 )

Fakat, Paşa’nın bu tarihten sonraki kayıtlarında da böyle bir gelişmeye rastlanmamaktadır.

Aynı gün kardeşi Kâmil’e yazdığı mektupta, “Ben bir senede işlere hâkim olacağımı sanırken, şimdi iki ayda durum istediğim şekle giriyor.” İnşallah yakında daha da iyi olacaktır. Hacı Sami’nin değil, benim fikrim galebe çaldı, demektedir. “Büyük parebellum tabancalarından hiç olmazsa on tane göndermeyi unutma. Sonra, acaba zeplin ile bura ile bağlantı kurmak mümkün olamaz mı ve kaça mal olur?” (A. İnan, a.g.e., s.117)

Türk kuvvetlerine Enver Paşa’nın komuta ettiği haberi Rusların morallerini bozmuştur. Çevredeki Rus birliklerinin de yardıma gelmelerini isterler. Düşenbe’yi terk eden Rus birliklerini takip eden Enver Paşa kırk kilometre kadar ileride önlerini keser ve Rusları bozguna uğratır. 19 Şubat’ta Sarıasya’da toparlanmaya çalışan Ruslar yeniden bozulur ve Enver Paşa, İşan Sultan, binbaşı Nafi Bey ve Rahman Minbaşı kuvvetlerinin saldırıları altında Baysun’a kadar çekilirler. Faruk, Halil ve Osman Efendiler ile Musa, Hacı Mehmet, Hüseyin ve Kadir Çavuş’un büyük kahramanlıkları görülür. Paşa son çarpışmalarda hafifçe yaralanır.

Paşa, Abdurrahman Toksabay’ı Düşenbe, Polat Bek’i Sarıasya valiliklerine atar. Düşenbe’nin kurtarıldığı gün, Destankulu, Molla Egemberdi ve Orazkul Mirahur kuvvetleri Kabadiyan’ı kuşatır ve düşürürler.75

Semerkant’taki Rus tümeni Buhara’ya doğru harekete geçerek Kette Korgan civarında mücahitlerle sekiz saatlik bir çarpışmaya girer. Sonunda karargâh ağırlıklarını bırakarak çekilmek zorunda kalır. Şirabad ve Torgan kalelerini terk ederler. Ruslar silah bırakışmasıyla, Akmescit’te barış görüşmelerine girerler. Görüşmelerin esası Türkistan ve Buhara’nın bağımsızlığıdır; ancak, Ruslar zaman kazanmak üzere görüşmeleri uzatmaktadırlar. Enver Paşa bir protesto göndererek yeniden askerî hareketi başlatır.

Bu arada Türkistanlı faal komünistlerden Alimcan Akçurin, Paşa’ya bir mekup yazarak, “Sizler Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altındadır. Askerî gücünüzü oraya yoğunlaştırırsanız sizin için daha iyi olur. ” yolunda öğüt verir. Enver Paşa cevabında, “Türkiye’yi kurtarabilecek niteliklere sahip çok arkadaşım var; bundan hiç şüpheniz olmasın. Orada arkadaşlarımız bütün imkânlarını seferber ederek mücadele ediyorlar. Bu ülke benim anavatanımın

bir parçasıdır. Buradaki hemşehrilerimin damarlarında akan kan ile benim kanım aynıdır. Bu ülke Rusların değil sadece Türklerindir. İnsanlar nasıl buradan Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı mücadele etmek için bulunuyorum. Türkler, her nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar. ” (Tekin Erer, Enver Paşa’nın Türkistan Kurtuluş Savaşı, s.103, B. Hayit, a.g.e., s.276)

Enver Paşa bu başarıların ardından, Seksentepe’den, eski Buhara Emîri Âlim Han’a yazdığı mektupta, “Hizmet-i dîn-i mübîn olan teklif-i şahanelerini kabul ve bi-iznillah-i taâlâ işe başladım.” der ve harekât hakkında bilgiler verir. “İbrahim Bey arkamızdan gecikerek geldi. Fakat, Anbarsay’da ve sonra vuruşa girmedi. Eğer girseydi Ruslar hiç kurtulamazdı     Abdülcebbar ve Danyal Beyler Şehrisebz ve Guzar ve Karşı

taraflarında cenk etmektedirler. Ruslar sadece Şehrisebz, Guzar ve Karşı ’da kalmışlardır; şehirden çıkamamaktadırlar. ... İşan Sultan, Ali Merdan, Eşikağası ve Damulla Öğünverdi askerleriyle Seksentepe’deyiz. Döşneli Emir Ahur, Rahman Binbaşı da askerleriyle birlikte yanımızdadır. İbrahim Bey askerlerini alıp Hisar vilayetine döndü. Mamafih kendisine yazdık; geleceğini ümit ederim. ” (Yamauchi, a.g.e., s.262 )

Kâbil’de bulunan Osman Hoca ve Hacı Sami, mücahit gönüllüler toplamakta ve silah satın alarak göndermektedirler.

Enver Paşa’nın Buhara’ya geçmesiyle, yurt dışındaki İttihatçılar arasında huzursuzluklar, gevşeme, hatta aleyhte konuşmalar başlar. Esasen hepsi çeşitli sıkıntılar ve gelecek endişesi içindedir. Enver Paşa’ya yardım etmeye karar verirlerse de, hem gönülsüzdürler, hem de himmete muhtaç haldedirler. Bütün bu işlerin merkezinde bulunan Kâmil ise, en çok bunalanlardandır. “Ağabey, bu adamlarla çalışmak mecburiyetinde kaldığımdan, son derece muazzebim. ... Burada sizin için canla başla çalışmakta olan Ziya ve İlyas’tan başka kimse yok.” diyor. Enver Paşa uzaklara gitmiş, Sovyetler desteğini çekmiş, Ankara’nın da gücü artmıştır. Kâmil, Birliğin yayın organı olarak çıkartılan gazetenin çıkarılmasının da tehlikeye girdiğini söylüyor; on sayının parasının bir kenara konulup, dokunulmamasını isteyeceğim, kabul etmezlerse işbirliğini keseceğim, diyor. Fiyatların iyice arttığından, geçim işinin zorlaştığından ve İstanbul’dan bir şeyler satmak zorunda kalacaklarından söz ediyor. “Gelelim şimdi de özel işlerimize. Biçare Sultan Efendi ruhen çok rahatsızdırlar. Sizden uzak yaşamak kendisine pek güç geliyor. ” (Yamauchi, a.g.e., s.263-4)

25 Şubat 1922’de, Seksentepe’den Kâmil’e yazdığı mektupta, çocukları alıp, Hindistan-Kâbil üzerinden gelmeniz mümkün müdür, bir araştır; durumumuz gittikçe iyileşmektedir, der. “Mümkünse, bana 45 fişekli parabellum tabancalardan beş on, hiç olmazsa bir tane gönder.” Benden mektup aldıkça, Merkez-i Umumî’ye, Halil’e ve Nuri’ye de bildir. (Yamauchi, a.g.e., s.264)

Buradan, Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi, eski Dışişleri Bakanı Halil Menteş’e yazdığı mektupta ise, onlardan uzakta çalışmanın çok zor olduğunu söyler:

“Eski Dışişleri Bakanı Halil Bey’e,

“Tosun Halilciğim,

“Sizden uzak, yalnız ve bilmediğim bir çevrede çalışmak çok zor. Fakat ne yaparsın? Bolşevikler buraları harabeye çevirmişler. Bir ev, bir mescit kalmamıştır. Halk tamamıyla soyulmuş, yanmıştır. Mamafih dayanmaya başladılar. Şimdilik kuvvetimiz pek çok değil. Fakat gittikçe artmaktadır. Bütün arkadaşlara hürmet eder, gözlerinden öperim...

Enver”

Paşa karargâhını Yürçi’ye taşır. Buradan Afgan Kralı Emanullah Han’a bir mektup yazar:

“Âla Hazret Emanullah Han,

“Buhara Cumhurbaşkanının, düşman askerlerini silahtan tecrit etmek için yaptığı teşebbüs, Lakay İbrahim’in Bolşeviklerin lehine yaptığı müdahalesi ile sonuca ulaşamadı. Dışarıdan Lakaylar, içeriden Bolşeviklerin ateşleri arasında kalan askerleri, Düşenbe’den çıktılar. Havanın birden bozulması, şiddetli rüzgâr ile sağnak halinde yağan yağmur altında, açıkta kalan erler arasında panik hasıl oldu. Böyle feci duruma düşen birlikler yekdiğerinden ayrıldı ve her biri ayrı istikamete dağıldı. Cumhurbaşkanı Osman Bey, komutan Ali Rıza Bey yalnız kaldılar. Bu sebepten dolayı Devlet-i Aliyye’ye (Afganistan’a) iltica ettiler. İbrahim’in aleyhtarlığı ile Cumhuriyet kuvvetleri dağılınca, düşmana erzak göndermek tarzında yardımda bulundu.

“Darvaz Leşkerbaşısı kuvvetleriyle bize katıldı. Bundan yararlanarak, İbrahim’in kontrolünden kurtulup düşmanı muhasara ettim; iaşe gönderilen yolu kapattırdım. İki gün sonra Ruslar Düşenbe’yi terkedeceklerine dair söz verdiler; silahlarını istedim, vermek istemediler. İki gün önce de, gecenin karanlığından yararlanarak Düşenbe’yi terkettiler. Şimdi, Yürçi-Baysun arasında dümdar savaşı vererek çekiliyorlar. Mücahitlerimiz düşmanı takip ederek zayiat verdirmektedirler.

“Kabadiyan garnizonunu muhasara ederek iaşe yollarını kesmesi için Çilligöl

mücahitlerine emir verdim. Yakın zamanda geri alınacağını umut etmekteyim.

“Buhara halkının, memleketlerini Bolşeviklerden kurtarmak için yaptıkları mücadele, Afgan Devlet-i Aliyyesinin korumasına muhtaçtır. Bu hususta taraf-ı şahaneden sadır iradeyi beklemekteyim. Buhara halkı arasındaki nüfuzumun etkili olması için, Emîr Âlim tarafından benim adıma bir vekâletname alınıp gönderilmesi halinde, başarılı olacağımızı, üstün saygılarıma terdifen arzederim.

Enver Paşanın, Afgan Kıralı Emanullah Han’a yazdığı,
“Şevketmeap Gazi Kardaşım Efendim” hitabıyla
başlayan ve gönüllü Afgan askerlerinin iyi savaştıklarını bildiren mektubu.

İmza: Biraderiniz Enver. (Türk Tarih Kurumu, Enver Paşa Arşivi, B. 1098)

Enver”

Enver Paşa her şeye rağmen Lakayları yanına çekmeye çalışmaktadır. Lakayların bölgesi olan Düşenbe ve Hisar çevresinin Ruslardan temizlendiğini de söyleyerek Lakay İbrahim’in de mücadeleye katılmasını ister. İsmail Hakkı Bey’in götürdüğü mektuba pek sevinen Lakaylar, tamam, geliyoruz derlerse de, yerlerinden kıpırdamazlar.

Şubat ayı içinde Şehrisebz Korbaşıları Abdülcebbar ve Evliyakul beş bin civarında atlı ile kendisine katılacaklarını bildirirler. Kerki Türkmenleri komutanı Kulmuhammedoğlu ise, üç bin süvarisi olduğunu, Rusları Kerki Kalesine sıkıştırdıklarını, ancak, savaş sanatını bilen adamları olmadığı için son darbeyi vuramadıklarını yazar: “Bekliyoruz. Düşenbe’yi, Dihnev’i,

Kabadiyan’ı geri aldığınız haberi bizi memnun etti. Cesur, yiğit arkadaşlarınızı tebrik, başarılarınıza dua eder, yardımlarınızı bekleriz.” (Bademci, a.g.e., c.2, s.119)

Enver Paşa’nın annesinin, Türkistan’daki oğluna gönderdiği nuska:

“Allahu Teala kudretiyle istediğini yapar ve dilediği şekilde hükmeder. Bütün işler Allah’ta
son bulmaz mı? Her şey fâni olup, bâki olan Allah’tır. Hüküm sahibi O’dur ve dönüş O’nadır.

Allah size yeter. O, dua edenleri işitir ve bilir. O’nun gücü mutlaktır. Kim Allah’a tutunursa
kurtulur. Allah her türlü eksiklikten uzaktır; Rahimdir, Kerimdir.”

Görüleceği gibi nuska, âyetlerden oluşturulmuştur. (T.T.K. Enver Paşa Arşivi. B.1379)

Enver Paşa karargâhını Pulhakiyan’a kurmak üzere yola çıkar. Paşa’nın geçtiği yerlerde köylü halk yollara dökülerek sevinç gösterileri yaparlar. Afgan Kralı Emanullah Han, Harbiye Bakanı Nadir Han’a Enver Paşa’yla irtibatta olmasını emreder. Enver Paşa Düşenbe’ye hareketinin ilk günlerinde silah ve malzeme sağlamak üzere Hasan Bey’i Nadir Han’a göndermiştir. 22 Şubat’ta Seksentepe köyünde görüşürler. Bu yolculuğunda Mezar-ı Şerif’e de uğrayan Hasan Bey, orada bulunan Osman Hoca ile görüşür. Osman Hoca, Paşa’ya bazı hediyelerle birlikte bin beş yüz Buhara altını gönderir. Osman Hoca Basmacı komutanlardan Danyal ve Cebbar Beylere de yardım etmektedir. Ayrıca Buhara’da bulunan Müncan Mahdum’u da harekete katılmaya ikna eder. Enver Paşa’nın başarıları da, mücadeleye olan sempatiyi artırmaktadır. Doğu Buhara, Fergana, Semerkand, Batı Buhara ve Harzem mücahitleri Enver Paşa’nın başkomutanlığını kabul etmişlerdir. Molla Abdülkahhar Buhara’yı, Cüneyt Han Hive’yi geri alırlar. Fergana’daki Kızıl Ordu yenilgiye uğratılır. Paşa, Afganistan Kralına bir mektup yazarak, Kâbil’de olan Ali Rıza Bey’in Kerki Türkmenlerine komuta etmesi için gönderilmesini ister. (Bademci, a.g.e., c.2, s. 122)

Düşenbe’nin ve ardından diğer kentlerin alınmasıyla Paşa’nın Türkistan’daki itibarı artmaya ve yayılmaya başlar. Eski Hokand Millî Şûrâ Reisi Alim Can, Türkmen Hudaynazar, daha önce Kâşgar’da Yakup Han emrinde çalışmış olan seksenlik ihtiyar Hacı Hekem, Katagan kabilesi reisi Paşahan, Belcivan Karluklarının reisi Abdülkadir ve Molla Niyaz da Paşa’nın yanına gelmişlerdir.

Enver Paşa’nın çevresinde Ruslara casusluk eden bir bolşevik, Paşa’nın o günlerdeki hayatı hakkında şunları yazar:

“Enver Paşa’nın yaşamakta olduğu oda, son derece sade döşenmiş olup, odanın ortasında bir soba, oturup yazı yazmak için, bizzat kendisinin yaptığı bir tahta masa ve köşede bir karyola bulunuyordu. Paşa, bacak bacak üstüne atıp, bacaklarını sık sık değiştirmeyi severdi. Haşlanmış et, çorba ve pilavı iştahla yer, süt ve kaymaktan da hoşlanırdı. Önceleri yerli aşçıların hazırladığı yemekleri tereddütle yerken, daha sonraları buna alışmıştı. Kıyafeti, İngiliz stilinde siyah askerî üniforma, belinde silah ve kılıç, boynunda dürbünü eksik olmazdı. Ata son derece ustalıkla biner, beş vakit namazını ihmal etmediği gibi, teravih namazlarını da yerli halkla birlikte kılardı. Yerli halka iyi görünmek için kısa sakal da bırakmıştı.” (Bakiyev, a.g.e., s.171)

Paşa’nın, İbrahim Bey’in peşine gönderdiği anlaşılan Miralay Hüseyin İzzet Bey, 3 Mart 1922 tarihli mektupta, o gün İbrahim Bey’e yetişeceğini ve

Karatak’ta Turakol Efendi askeriyle birlikte bulduğunu yazıyor. Otuz tüfekli, otuz tüfeksiz altmış askeriyle Turakol Efendi, “Şeriat ve İslamiyet için Paşa Hazretleri nezdinde kanımızı dökeceğiz.” demektedir. Kendisine, bir iki hediye ayırırsanız pek güzel olur. “Dursun karakol beyi burada, Karatak’tadır. Fakat ızdırabı çok fazladır; bir yere hareket edecek durumda değildir. Yarası şişmiş ve kemikler tabii ki kırılmıştır. Teselli için Afganistan ’a göndermeyi teklif ettimse de, kabul etmedi. ”(Yamauchi, a.g.e., s.265) Akıbetini bilemediğimiz Karakol beyi Dursun da, o neslin isimsiz nice kahramanlarından biridir.

Aynı günlerde Kâmil Bey’den can sıkıcı mektuplar gelmektedir: “Ruhen pek muazzebim. Merkez-i Umumî üyeleri olan Rüsuhî, Baha Şakir, Cemal Azmi ve Azmi Beylerle tamaman ilişkiyi kesip, ‘Efendiler bundan sonra sizinle çalışılamaz. Siz Ali Bey’in hareketi aleyhindesiniz. Ali Bey’in bin bela topladığı paraları, yine onun için sarfetmek gerekir.’ demeyi düşünüyorum. Bir taraftan da bunların arasından ayrılmak istemiyorum. Onların hareketlerinden haberdar olmak için gazetenin hiç olmazsa bir yıllık masrafını bir kenara ayıralım, dedim. Az kaldı beni boğacaklardı. ... İki haftaya kadar Nuri ağabeyimin tedavisi bitecek. O zaman burada toplanıp, size yardım etmek için ne yapmak gerekeceğini kararlaştıracağız. ” (Yamauchi, a.g.e., s.266 )

Başsız ve yad ellerde parasız kalan İttihatçılar dağıtmış görünüyorlar: “Bizden maaş alıp, aleyhimize ağızlarına geleni söylüyorlar ve burada yazmaktan çekinmiyorlar.” Anlaşılan o ki, mevcut para tamamen Enver Paşa’nın teşebbüs ve itibarıyla temin edilmektedir. (Yamauchi, a.g.e., s.266 )

Kâmil’in Batum’a yolladığı mektuplar da, dönüp dolaşıp tekrar Kâmil’e gelmiş, o da hepsini yeniden Paşa’ya göndermiştir. Enver Paşa buradan yazdığı 19 Mart 1922 tarihli mektubunda, yeniden çocukları alıp yanına gelmelerinden bahseder: “Ne olurdu sen Sultan Efendi ve çocuklarla şöyle Hindistan üzerinden Afganistan’a gelseniz. Oradan da buraya gelmek pek iyi olurdu. Tabii, İngilizlerden izin alabilirseniz böyle güzel bir yolculuk yapılabilir. ” (Yamauchi, a.g.e., s.267 )

Mart ve Nisan ayları ufak çatışmalarla ve mücahitlere katılan gönüllülerin eğitimi ile geçer. Daha önce dağılan askerlerden bir kısmını Danyal Bey’in toplayarak Şehrisebz’de Cebbar Bey’e katıldığı haberi gelir. Paşa, Halil Bey’i oraya gönderir. Halil ve Danyal Beyler, Kongrat boylarının

bulunduğu Hacı İpek Ata’ya geldiklerinde, Paşa da Baysun’a sekiz kilometre uzaklıktaki Pulhakiyan kışlağına gelir. Paşa buradan Baysun’u kuşatır; bir ay kadar burada kalarak Rusların ikmal yollarını vurur.

“25 Mart-Pulhakiyan.

“Kâğıtsızlıktan sana bir şey yazamıyorum... Ruslardan ilk ganimet olarak bir top basma getirdiler. Bundan, sana mendil, Mahpeykere yastık yüzü vesaire yapacağım...”

Mezar-ı Şerif’teki Ali Nazif Bey’den, İttihad-ı İslam Ordusu Başkomutanlığına mektup gelir; buna göre, 1. Buhara Hükûmeti Afganistan’a Haşim Efendi’yi göndermiştir; asıl amaç, yeni başlayan millî harekete ne ölçüde yardım edebileceklerini öğrenmektir. 2. Buhara’daki Rus kuvvetleri üç-dört bin civarındadır; ama, on bin olarak göstermektedirler. 3. Cebbar Bey’in kuvveti yedi yüzü geçmiştir. 4. Karşi ve Kerki’deki teşkilat gün geçtikçe kuvvetleniyor; bugün yarın harekete geçerler. Ben mahkûm gibi, burada kaldım; emir bekliyorum. 5. Altıkol, Muhammed Pehlivan ve Muhammed Şah adındaki Türkmenlerin emrindeki beş yüzü geçen kuvvet harekete hazırlanmaktadır. 6. Osman Hoca ve Sami Bey Kâbil’e vardılar. 7. Fazla vakit geçirmeden Merv ve Çarçuy taraflarına geçerek “şimendifer hattını tahrip ettireceğim. O civar Türkmenleri bu işi iyi bilirler.” (Yamauchi, a.g.e., s.267-8)

28 Mart 1922 günü, bir süredir Afganistan’da bulunan Hasan Bey, Afgan Kralı’nın mektubu, Emîr’in vekâletnamesi ve yardımlarla döner. Emanullah Han şunları yazmaktadır:

“Huzur-ı Biraderlerime,

“Buhara topraklarının düşmandan kurtulmasını Afgan halkı ve hükûmeti çok arzu etmektedir. Bu hususu ispat için, üç yüz silahlı gönüllü toplayıp, Buhara halkının istiklal gazasına iştirak etmek üzere Efzaleddin Han komutasında emrinize gönderilmiştir. Afgan tüccarları Buhara’nın istiklal mücadelesine yardım olmak üzere iki bin kilo bakır, sekiz yüz kilo barut, dört yüz asker için elbise, 2500 altın para bağış olarak gönderilmiştir. Bu eşyaları getirenler arasında mermi imal edecek ustalar mevcut olup, emirlerinizi yerine getireceklerdir. Arzu etmiş olduğunuz vekâletname Emîr Âlim Han’dan tasdikçe gönderilmiştir.

Savur 1332 Emanullah”

(Bademci, a.g.e. c.II, s.86)

Beklenen vekâletname Enver Paşa hakkında “Nâzır-ı Külli’l-Asâkir” ifadesini kullanmaktadır; yani “Bütün askerlerin komutanı”. Vekâletnamenin suretleri Lakay İbrahim Bey ve Togaysarı’ya da gönderilir. Karargâhta büyük sevinç yaşanır.

Paşa, Pulhakiyan’dan Osman Hoca’ya bir mektup yazar: “Sizin fedakârlığınızla başlayan hareket hamdolsun ilerlemektedir. Bir taraftan Buhara hakiki vatan ordusu oluşmakta, bir taraftan da yurt yabancı hâkimiyetinden kendi gücüyle kurtulmaktadır.” Paşa mektubunda İbrahim Lakay’ın şimdilik iyi çalıştığını, yakın bir gelecekte beraber olabileceklerini yazar. (Baysun, a.g.e., s.84)

2 Nisan 1922. Guzar mıntıkasından ziyaret için gelmiş olan Abdülcebbar ve Evliya Kulu Beyler, kendi bölgelerine dönerler. Akşam üzeri, karakol komutanı Yüzbaşı Hacı Mehmet Bey, Sarıasya kışlağından Baysun’a kadar Rusları takip eder; Ruslar çarpışarak çekilirler. Yüzbaşı Hüseyin Bey yardımına gönderilir.

Enver Paşa’nın, Baysun’u terkedin çağrısına cevap veren Baysun Garnizon komutanı, Moskova’dan haber gelmedikçe şehri terkedemeyeceklerini bildirir.

“3 Nisan 1922. Hava kapalı. Karargâh Pulhakiyan’dadır.” Paşa çeşitli yerlere askerin ihtiyaçları için emirler yazar. Ali Merdan Bey, Baysun kuşatma kuvvetleri komutanlığına atanır. İbrahim Lakay Bey’den, karargâha gelmek üzere hareket ettiğine dair mektup gelir. Lakay Abdülkadir Eşik Ağası’na, askerleriyle Şirabâd üzerine yürümesi emri verilir.

4 Nisan’da, eşine, bir Buhara elbisesi ve içinde bir miktar para gönderir. Ulaşıp ulaşmayacağı bilinmez.

Düşenbe çarpışmalarında yararlığı görülen elli bir mücahit için eski Emîr’in gönderdiği taltifnameleri İbrahim Bey’in alarak, kendi yakınlarına dağıttığı anlaşılır. İbrahim Bey’in yapığı hareket komutanlara duyurulur. Baysun’dan kaçıp Paşa’ya iltica edenlerden Ruslar hakkında çeşitli bilgiler alınır ve komutanlara bildirilir. Saray Kemer halkına, silahlanarak mücadeleye katılmaları için Paşa tarafından mektup yazılır. “Bugün Abdülcebbar Bey’in askerlerinin, yerlerine giderken kışlaklarda halktan zorla at ve eşya aldıklarına dair halktan şikâyet geldi.” Fergana mücahitlerinin reisi Şir Muhammed ve batı Buhara mücahitlerinden

Feyzullah İşan da birlikleriyle katılırken, Fuzayl Mahdum’un iki bin kişilik mücahit kuvvetiyle gelmekte olduğu haberi sevinç yaratır.

Leyakan taraflarında çetecilik yapmakla görevli Binbaşı Osman Bey’e, Ali Merdan Bey’in o taraflara geleceği, kendisine katılması bildirilir. Hakan kışlağında İşan Arslan Hoca Sudur’a, asker toplayarak Ali Merdan Bey’in yanına gitmesi yazılır. Sarıasya hâkimi Alem Hasan Bey’e, beylik mansıbı gönderilir.

6   Nisan, Hava yağmurlu. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Binbaşı Faruk Bey nizamiye kuvvetleri komutanlığına atanır. Osman Hoca, Hacı Sami ve Emîr Âlim Han’dan mektuplar gelir. Karatekin Beyi Fuzayl Mahdum’un üç bin atlı ile gelmekte olduğuna dair mektubu, ayrıca Paşa tarafından gönderilen İsmail ve Süreyya Beylerin teyit mektupları gelir. Paşa, Fazluddin Bey’in habercisine bir at, bir hilat hediye eder.

7   Nisan. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa, Kurmay Başkanı Hasan Bey’i, Fuzayl Mahdum’u karşılamak üzere yola çıkarır. Hasan Bey Karlık Kışlağına vardığında Fuzayl Bey’in, Denav tarafından gittiğini öğrenir. Rus birlikleriyle çeşitli yerlerde çarpışmalar olur.

8   Nisan. Hava açık. Karatekin komutanı Fuzayl Mahdum’un geliş haberi sevinç yaratırsa da, fitneyi durdurmaz. İbrahim Bey’in, Fuzayl Mahdum’un Lakay bölgesinden geçmesine izin vermeyeceğine dair duyumlar alınır. Fuzayl Bey bir çatışmaya meydan vermeden yoluna devam eder. Ancak, yorgun ve arkada kalan iki yüz kadar askerini İbrahim Bey engeller; tüfeklerini almak isterse de, silahlar verilmez. Koytan dağlarında Hacı İpek Ata’daki Halil ve Dalyan Beylere de gelmeleri emredilir; sekiz yüz kişilik kuvvetle gelirler.

9   Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Miralay Hasan Bey Karlık’tan ilerleyerek Fuzayl Bey’in kuvvetlerine yetişir. Beş yüzü tüfekli, gerisi kılıçlı üç bin kişidirler.

İbrahim Bey’in tutumu biraz mübalağalı olarak bildirilmiş olmalı ki, Paşa, Hasan Bey’e, o tarafa gitmesini ve Fuzayl Bey’e de çatışmaya meydan vermemesini bildiren mektuplar yazmış, kendisi de yüz elli Afgan askeriyle yola çıkmış, Karlık civarına gelmiştir. “Hemen bir çok askerle Fazluddin Bey ve Kurmay Başkanı Miralay Hasan Beyler Paşa’yı karşılamaya gitmişler. O gün Karlık’ta geçirilmiştir.” O gece Fuzayl Bey, Paşa’ya iki at, biri sırmalı,

gümüşlü ancamla sekiz bohça ipek sırmalı hilatlar, çocuşlar, ipekler vesaire ile iki büyük torba gümüş akça armağan sunar.

Enver Paşa bütün Korbaşılara dokuz maddelik bir genelge yayımlayarak durumu anlatır, davranışlarla ilgili öğütler verir: “Bütün mücahitlerin birbirlerine inanması, itaat etmesi, düşüncelerine hürmet etmesi şarttır. ... Hepiniz aynı vatanın çocukları bulunmanız hasebiyle münferit yahut ikilikleri ortadan kaldırıp bir bayrak altında toplanıp, tek bir ideale hizmet etmenizi rica ediyorum. ” Karşınızdaki düşmanın ikmal kaynakları çok uzaktadır; sizin nimetlerinizle besleniyorlar, beslenme yollarını kapatın, der: “Bu hususta çok titiz olmanız şarttır.” Düşmanın ikmal kollarına baskınlar yapın, iyi bir haber alma ağı kurun. “10 Nisan 1922’den sonra yapılacak olan kurultayda bulunmak üzere heyetlerinizi göndermenizi rica ederim. Buhara Mücahidîn-i İslam Komutanı, Dâmâd-ı Halîfe-i Müslimîn Enver” (Bademci, a.g.e., c.2, s.132-3)

Paşa gönderdiği habercilere ayrıca, savaşta davranış kurallarıyla ilgili sözlü talimatlar verir.

Enver Paşa’nın Pulhakiyan’dan Ali Rıza Bey ve diğerlerine yazdığı mektuplar, mücahit sayısının önemli ölçüde artmakta olduğunu göstermektedir. Düşenbe önlerindeki kuvvetlerin altı ile on bin arasında olduğu kabul edilebilir. Bu, çok önemli bir gelişmedir. Paşa, bu kuvvetleri doğrudan savaşa sürmek yerine, Rusları kuşatma ve ikmal yollarını vurarak onları çekilmeye zorlamaktadır.

Paşa, Korbaşılara Dadhalık ve Toksabaylık gibi rütbeler veren yarlıklar da gönderir:

“Abdurrahman Pehlivan,

“Mukaddes vatanın kurtuluşu için, hayatınıza mal olacak tehlikelere katlanıp, uzun yollardan, düşman arasından geçmek suretiyle Türkmenistan cephesinden haber getirmekte gösterdiğiniz cesaret-i vatanperverane fedakârlığınıza karşı, Toksabaylık rütbesiyle taltif edildiniz.

Dâmâd-ı Halîfe-i Müslimîn Naib-i Emîr-i Buhara-yı Şerîf Enver”

(Bademci, a.g.e., c.2, s.138)

10   Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Karlık’tadır. Sabah saat dokuzda, Enver Paşa, Fuzayl Bey’in askerini selamlar ve yola çıkılır. Evlad’daki karakol komutanı Yüzbaşı Hacı Mehmet Bey’in askerlerinin Ruslar

11   tarafından kuşatıldığı haberi üzerine, Paşa süratle Pulhakiyan’a geçer ve buradan yardım gönderir. Nafi Bey de yardıma koşmuştur. Rus kuvvetleri ağır kayıplar vererek çekilmişlerdir. Afgan Kralı Emanullah Han’ın gönderdiği, Efzaleddin Han komutasındaki üç yüz gönüllü ve yardımlar ulaşır. “Bugün Afganistan’dan altmış küsur Afganlı ile kırk-elli deve yükü tüfek, fişek, elbise, dürbün vesaire asker malzeme vesair hediyeler gönderilerek, Loz Ahmet Han vasıtası ile Pulhakiyan’a ulaştı.” Gelen gönüllüleri Binbaşı Ziya Bey bir süreden beri Afganistan’da eğitmekte idi. Paşa, gönüllüleri bizzat karşılar; onlara iltifatlar eder. Afgan Hanının kardeşi Ahmet Han da, birinci murahhas olarak gelmiştir.

Nafi Bey de, çevreden gelen gönüllüleri karargâhta eğitmektedir.

Pulhakiyan’daki karargâhta bir de fişek ve bomba atelyesi kurulur. Gelen para ve malzemenin bir kısmı Korbaşılara gönderilir.

12    Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa bugün elindeki esir iki Rus subayı ile Baysun’da esir olan Hüdaydât Efendi’nin takas edilmesini Baysun Garnizon Komutanına teklif eder. Kabul edilir. Esirlere Hindistan kahvesi, İngiliz sigarası ve beşer-onar altın verilerek gönderilir.

İbrahim Bey, cepheye gelmek istediğini, ancak Fuzayl Bey’le görüşmek istemediğini bildiren bir mektup yazar. Paşa da, Sarıkamış üzerinden gelmesini bildirir.

O akşam Paşa, Fuzayl Beye bir Kur’an-ı Kerim, bir İngiliz tüfeği vesair hediyeler verir.

13    Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Paşa, Miralay Hasan Bey’i bazı hediyelerle İbrahim Bey’i karşılamak üzere Karlık tarafına gönderir ve durumu hakkında bilgi vermesini ister. Hasan Bey İbrahim Bey’i bulur, görüşür, hediyeleşirler.

14    Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Miralay Hasan Bey döner ve İbrahim Bey’in hali ve askeri hakkında bilgiler verir. İbrahim’in askeri dört yüz kadar, tüfekli, kılıçlı Tacik, Harka vesair kavimlerden oluşmaktadır.

Afganistan Kralından, siyasi durumun nazik olduğunu bildiren bir mektup gelir.

İki yüz kişilik bir Nizamiye Süvari Bölüğü oluşturularak, komutanlığına Yüzbaşı Hüseyin Bey atanır.

Karargâhın Kâfirun’a taşınması için emir verilir.

15     Nisan 1922. Hava açık. Karargâh Pulhakiyan’dadır. Kâfirun’a taşınma işi öğle üzeri tamamlanır. Şirabad İnkılap Komitesi Başkanı Ahmet Toka Bey, Paşa’ya iltica eder. (2-14 Nisan arası askerî günlük, Türk Tarih Kurumu arşivinde olup, Masayukı Yamauchi’den alınmıştır: s. 305-311)

* * *

Ruslar, Buhara Hükümetinden Osman Hoca’nın hain ilan edilmesini ve böylece bozulan ilişkilerin düzeltilmesini isterler. Dışişleri Bakanı Feyzullah Hoca başkanlığında toplanan hükümet direnemez ve kabul etmek zorunda kalır. Osman Hoca’nın amcası oğlu ve daha sonra Özbekistan’ın başbakanı ve Polit Büro üyesi olacak olan Feyzullah Hoca, Moskova tarafından, 1936’da, milliyetçi düşünceleri olduğu gerekçesiyle idam edilecektir.

Ruslar birliklerini toplayarak, Tal köyüne top ve makineli tüfeklerle saldırıya geçerler. Çetin bir savaş olur. Köyü tamamen yıkarlar ama giremeyip çekilmek zorunda kalırlar. Olaylar şöyle gelişir:

Bir gece Buhara Harbiye Bakanı Abdülhamit Arifoğlu’ndan gizli bir haberci gelir ve Rusların büyük bir saldırıya geçeceklerini söyler. Komutanlar, Enver Paşa’nın karargâhına gitmeye karar verirler; ancak Cebbar Bey, “Gelsinler dövüşelim” diye ayak direr. Bir süre onu ikna için uğraşırlar. Harekete geçerler.

Türk kuvvetleri kuru bir dere yatağından ilerlerken, kalın bir sis tabakası bastırır. Aynı anda Rus kuvvetleri de biraz yukarıdan ilerlemektedirler; birbirlerini göremezler. Ruslar boşalmış olan köyü topa tutarlar. Bu sırada Osman Hoca’nın teklif ve telkinleriyle Buhara Harbiye Bakanı Abdülhamit Bey üç yüz elli askeriyle Abdülkahhar Bey’e gelir ve onu da alarak Enver Paşa’nın Kâfirun’daki karargâhına hareket ederler. Bin sekiz yüz kişiyi bulan Cebbar ve Dalyan Beyin kuvvetleri de karşılaştıkları Rus birlikleriyle savaşarak ilerlemektedir. Enver Paşa, Hasan Bey’i karşılayıcı olarak gönderir. Bu gelen kuvvetlerin içindeki mücahitlerden biri olan Abdullah Recep Baysun şöyle yazar: “Paşa’nın karargâhına yaklaşıyoruz; sevinç ve heyecan birbirine karıştı. Atlarımızın üstünde uçuyoruz...” (Baysun, a.g.e., s.88)

Atlılar tek katlı evin yani Enver Paşa karargâhının önünde dizilirler. Paşa’nın yanında kurmay başkanı Hasan Bey, İşan Sultan, komutanlardan

Nafi, Halil, Faruk, Danyal, Şeref, Cebbar, Abdülcemal ve Allahkulu Bey ve diğer komutanlar vardır.

“Takdim töreni ifadelendiremeyeceğim kadar heyecanlı oldu. Senelerden beri ismini işittiğimiz Enver Paşa’nın yanındayız. Gözlerimiz gözlerinde... Dalgalanan ay yıldızlı bayrakların altında güneş gibi parlıyor. Milyonlarca insanın istiklal ümidi, bu güneşin nuruyla var olacak... Başında Türkistan’ın meşhur karakul derisinden kahverengi kalpağı, hâki renkteki elbisesi, açık renk çizmesi içinde o kadar dinç ve sevimli idi ki...” Eli kalem tutan mücahit şöyle devam eder: “Paşa’nın mütevazi konuşmaları arasında büyük bir kahramanlık seziliyordu. Mektuplarından da anlaşılan cesaret, kahramanlık niteliklerini tahayyülümüzden çok yüksek buluyorduk.... Paşa yalnız cesaret ve kahramanlığıyla değil, özel yaşayışıyla da herkesin hayranlığını kazanıyordu. Gece çok geç yattığı halde güneş doğmadan kalkar, namazını kılar, senelerden beri yanında taşıdığı Kur’ân’ını sessiz ve uzun uzun okurdu...” (Baysun, a.g.e., s.88-9)

Paşa, çevresine gelen bütün insanlarla külfetsiz ve rahat konuşur; insanlar onu tanıdıkça bağlanırlar. Bir gün, Baysun vilayetinden kendisine katılan üç gençten biri elinde tuttuğu gazetedeki bir yazıyı gösterir: “Bütün dünya işçileri birleşiniz!” Paşa birden sinirlenir; ama hemen gülümsemeye başlar ve şunları söyler: “Hayır oğlum; bu bir hayaldir. Sen kafanda daima , bütün dünya Türklerinin birleşmesini yaşat!”

Enver Paşa, Afgan Kralına bir teşekkür mektubu yazar; ümitleri büyük, ufku çok yukarılardadır: “... Buhara ve Türkistan vaziyeti tamamen lehimize dönmüştür. Martın 25’inde Buhara Savaş Bakanı Arifoğlu da bir mitralyöz ve maiyetiyle birlikte Buhara’dan çıkıp askerlerimize katılmıştır.” Mücadelenin askerî hareket ve başarıları hakkında açıklamalar yapan Paşa, kuvvetler hakkında bilgi verir: “Diğer taraftan Fazluddin Mahdum Bey (Fuzayl Mahdum) askerleriyle geldi. Beş yüzü silahlı olmak üzere iki bin beş yüz neferdir. İbrahim Bey de Mukbil Bey’den sonra dahil olacaktır. Yüksek yardımlarınız sayesinde Buhara ve Türkistan’dan Rusların hâkimiyetine son verilerek, başkanlığımızda bir Doğu İslam Hükûmeti meydana gelir ki, bu suretle Doğuda kısa zamanda güçlü bir Almanya birliği gibi, şuûn-ı dünyaya meydan okuyacak bir hükûmet oluşur. ” (Masayuki Yamauchi, a.g.e., s.268, m.158. Bu mektupta tarih yoktur; Masayuki, Mart-Nisan 1922 tarihini koymuştur. Emanullah Han’ın yukarıdaki mektubuyla birlikte bakıldığında, 28 Mart ertesinde yazıldığı anlaşılmaktadır.)

* * *

Kâfirun karargâhında toplanan mücahit komutanları arasında şu isimler vardır: Oş, Namangan ve genel Fergana’yı temsilen Gazi Şirmet Bek adına

Ruzi Muhammed Bek, Taşkent ve Çimket’i temsilen Rahmankul Korbaşı adına İş Murat Bek, Cizak’ı temsilen Halbuta Bek adına Mamur ve Türab Bek, Semerkand’ı temsilen Açil Bek adına Nusret Şah, Şehrisebz adına Cebbar ve Evliyakul Bekler, Karşi adına Core Hoca, Kettekorgan’ı temsilen Abdülkahhar Bek adına Nureddin Atalık, Guzar’ı temsilen Abdüsselam Toksabay, Garım ve Karatekin’i temsilen Fuzayl Mahdum, Darvaz’ı temsilen İşan Sultan. Belcivan’dan Devletmend Bey. Ayrıca, Buhara eski Savaş Bakanı Abdülhamit Arifoğlu, Behbudî vilayetinden Böribetaş, Şeref, Tirmiz Garnizon Komutanı Yüzbaşı Hasan Bey, Buhara tümenlerinden gelen Hamit, Çilligöl’den Nazar Pehlivan ve Destan Toksabalar, Mirza Pirnefes, Düşenbe’ den Rahman Binbaşı, Molla Niyaz Toksaba, Kerki’den Abdurrahman Toksaba, Şirabad’dan Mehmet Ali, Babadağ’dan Hayıt, Gölab ve Belcivan’dan Abdülkadir Aşur, Paşa Hoca, Abdülkayyum Toksaba, Afganistan’dan Efzaleddin ve Ahmet Han, Düşenbe’den eski Millî Eğitim Müdürü Abdullah Recep, eski iktisat müdürü Mustafa Şahkul, eski emniyet müdürü Kari Ekrem, Kazan’dan İbrahim Efendi, Afganistan’daki Buhara eski Emîr’i Âlim Han’ın temsilcisi Core Hoca, Meçhal’den Nusret ve Yusuf Beyler ve diğerleri, askerleriyle birlikte oradadırlar.

Fergana’dan mücahit komutanı Şirmet Bey, Ruz Muhammed Bey komutasında yüz atlı göndermiştir. Karatekin’in büyük mücahit komutanı Fuzayl Mahdum iki bin atlısı ile oradadır. Paşa, Semerkand çevresi mücahit komutanlarından Açil Bey’e bir mektupla Behram Bey’i göndermiştir. Buhara’dan Abdulkahhar Öretepe ve Meççah’tan Ahmet Han ve daha bir çok beyler bağlılıklarını bildiren mektuplarla heyetler gönderirler. Lakaylardan da bir topluluğun Pulhakiyan’a kadar gelerek oradan geri döndüğü öğrenilir.

Baysun kuşatması daraltılmış, fakat sonuç alınamamıştır. Togaysarı’nın kuvvetleriyle çevrede yine eşkiyalık yaptığı, halkı soyduğu şikâyetleri gelir. Paşa, İbrahim Bey’e bir mektup yazarak Togaysarı’ya hâkim olmasını ister. Ayrıca, “Bu emri alır almaz, maiyetinizde bulunan süvarilerinizle Baysun kuşatmasına katılmak üzere burada bulunacaksınız. Aksi takdirde üzerinize, cezalandırmak üzere kuvvet gönderilecektir. ” (Bademci, a.g.e., c.2, s.151)

Kâfirun büyük bir askerî karargâha döner; sekiz binin üstünde asker toplanmıştır. Bir güç merkezi oluşmuştur ve insanlar ümitlidir. Halk, askerlerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını seve seve karşılamaktadır. Bu bakımdan, lojistik destek işlerini yürüten Halil Bey’in sıkıntısı yoktur.

Lakay İbrahim de dört yüz atlısı ile gelir; Enver Paşa, kendisine bunca saygısızlık eden ve engelleyen adamı güler yüzle karşılar.

* * *

Bundan sonrasının hikâyesine geçmeden önce, okuyucunun izniyle Anadolu ve Türkistan’daki mücadele hakkında bir iki söz söyleyelim.

Biliyoruz ki, aynı günlerde Anadolu’da da, iyice köşeye sıkıştırılmak istenen bir milletin millî mücadelesi sürmektedir. Evet, Osmanlı çökmüştür, Türk milleti/kültürü artık bir imparatorluğu taşıyabilecek güçte değildir; ama, bu millet yok edilmek derecesinde tüketilebilir mi? Asla! Bu medeniyet - Avrupa topraklarında mezar taşlarına kadar kırılsa da- yok edilemez; onu yaratan millet de yok edilemez. Belki küçülür, çekilir ama yok edilemez. Olay, bir milletin var olma sorunu halini aldığı zaman, Anadolu insanının gerilimi, değil Yunan’ı kovmak, Ermeni’yi temizlemek, yeni bir imparatorluğa yürüyecek gerilimi kendinde bulabilir. Çünkü, Osmanlı gibi bir Devlet-i Aliyye’nin, bir medeniyetin geri çekilmesi, sönmesi, olağan sayılabilir ama yok olması düşünülemez. İmparatorluktan gelen o insanların - avamî bir ifade kullanalım- ölüsü yeter. Onlar ki savaşın en kötü günlerinde aynı zamanda Turan imparatorluğu kurma hayali ile çarpışmışlardır. Bütün bu heyecanların tortusu yeter...

Anadolu’da zafer kaçınılmazdır. İrdelenecek ve değerlendirilecek olan, bu zafere yürüyüş içinde fertlerin sorumluluklarını ne ölçüde duydukları ve yüklendikleridir; üstlerine düşeni ne ölçüde yapabildikleridir. Elbetteki, Millî Mücadele’nin de öncüleri, kahramanları, gevşekleri hatta hainleri vardır.

Türkistan’a gelince, girişte kısaca dokunulduğu gibi, Türkistan tarihî gerilimini kaybetmiştir; nefislerinin peşinde ve kavgalar içindedir. Bu toplum kısa bir süre içinde, hiç değilse bir nesil geçmeden yeni bir medeniyet hamlesi yapacak gerilime kavuşamaz. Öyleyse, kaybedecekleri kesindir. Ancak, zafere yürüyüş gibi yenilgiye gidişin de önderleri, kahramanları, gevşekleri ve hainleri vardır. Onların da sorumluluklarını ne ölçüde yüklendiklerine, yapmaları gerekenleri yapıp yapmadıklarına bakmak gerekir.

Göreceğiz ki, Enver Paşa karargâhındaki o kahraman komutanlar, beyler ve onların savaşçıları, bu sonu belli yürüyüşte gereken her şeyi yapmışlardır. Onun için onlar da, Anadolu kahramanları gibi, zafer tâkının

altından gururla geçecek mücahitlerdir. Tıpkı Sarıkamış’ta vuruşan ve şehit düşenlerin, Çanakkale’de şehit olanlar kadar muazzez oluşları gibi...

* * *

Enver Paşa’nın karargâhında 15 Nisan 1922’de toplanan ve eski Emîr’in temsilcisi Core Hoca’nın da bulunduğu kurultayda, Paşa, büyük bir tezahürat altında kısa bir konuşma yapar ve yedi bin asker hep bir ağızdan and içerler: “Allah’a yemin ederiz ki, son nefesimize kadar vatanımızı düşmana karşı savunacak ve koruyacağız! ”

Sonra komutanların atanması, ikmal ve iaşe işlerinden vilayetlerde yerel hükümetlerin kurulmasına kadar kurtuluş mücadelesinin esasları on altı madde halinde tespit edilir ve “Bütün askerî ve siyasi hareketin idaresi Enver Paşa’nın uhdesine müttefikan tevdi edildi.” Enver Paşa için bir mühür kazınır ve seyyidlik ünvanı eklenir. “Damad-ı Hilafeti’l-Müslimîn, Emîr-i Leşker-i İslam Seyyid Enver. ” (Baysun, a.g.e., s.93)

İbrahim Bey, GPU’daki ifadesinda şöyle anlatır: “Aradan epeyce zaman geçtikten sonra, Emîr Âlim Han’ın fermanına uyarak, Enver Paşa’nın huzuruna vardım. ” Korbaşıların toplantısına katılıp açık yüreklilikle birbirlerine karşı konuştuklarını, tartıştıklarını ve O’nu İslam Ordularının Başkomutanı kabul edip, kendisine bildirdiklerini söyleyen İbrahim Bey, O’nun emri üzerine Filhanak civarında Ruslarla çarpışmak üzere cephe kurduğunu, ancak Paşa’nın, başına buyruk hareket ettiği gerekçesiyle kendisini Kâfirun’a çağırdığını söyler. “Doğrusu, benim onun yanına gitmem gerekiyordu ama, bu defa ben alınganlık gösterip, askerimi yanıma alarak Göktaş üzerinden Rangantav’a doğru gittim.” (Bakiyev, a.g.e., s.195)

Görülüyor ki, İbrahim Bey, Enver Paşa’ya itaatten gayrı yol olmadığını anlamakla birlikte, bunu bir türlü içine sindirememektedir. Paşa’nın şehadetine kadar da bu tutumunu sürdürecek ve mücahitlere köstek olmaktan öte bir işe yaramayacaktır. Bu sakat tutumda, aşağıda, Paşa’nın mektubunda sözünü ettiği, ‘çevresi’nin de bir ölçüde etkili olduğu kesindir.

Afganistan’daki eski Buhara Emîri de “Hizmetinizde bulunabilir miyim, topraklarıma kavuşabilir miyim. ” gibi yalvarış edalı mektuplar yazmaktadır. Belli ki, Enver Paşa havaya hâkim olmaktadır. Mektupları gülümseyerek okuyan Paşa, “Hele bir kurtaralım da...” der.

Enver Paşa, eski Emîr’e yazdığı mektupta İbrahim’den yakınır: “Düşenbe’ den çekilen Rusları takip ederek Mortepe, Şorab, Mavabad, Çeşme, Sarıasya, Mirşadiye’ye kadar vardık. Elliden fazla ölü, bir o kadar da yaralı bırakmışlardı. At ve arabaları elimize geçti. İbrahim Bey arkamızdan Regare’de bize yetişti. Fakat Ambarsay’da girdiğimiz çarpışmalara katılmadı. Eğer yardım edip savaşa katılsaydı, Rusların elimizden kurtulması mümkün değildi... İbrahim Bey askerlerini yanına alarak Hisar’a döndü. Yanına aldığı elli civarında askeriyle giderken, halktan zorla at, gıda ve para topladığını duydum. İnşallah bunlardan vazgeçip doğru yolu bulur. Kendine mektup yazarak, saflarımıza katılmasını istedik; ümit ederim döner.” (Bakiyev, a.g.e., s.199)

14 Nisan 1922 tarihinde, Afgan Kralı Emanullah Han’a yazdığı mektupta silah yardımı ister ve şunları söyler: “Buhara Emîri hakkındaki fikirlerinize tamamiyle katılıyorum. Bendeniz şimdi, Cedit sözünün manasını anlatmaya çalışıyorum. İbrahim Bey’e gelince, onun öyle bir çevresi var ki, söyleyecek bir şey bulamıyorum. Hanabad’da bulunan Sait Bey son derece kabiliyetsiz biri. Ancak, her şeyden istisna olarak, Darvaz, Karatekin, Belcivan, Korgantepe, Kabadiyan’ın hemen bütün halkı bana ve kurtuluş fikrine inanmış durumda. Lakin, Emîr buralara gelmeye kalkarsa, yeniden Ceditçilik-Kadimcilik meselesi alevlenir. Sizin de buyurduğunuz gibi, her şey mahvolur. ” (Yamauchi, a.g.e., s.271)

Kurultay sonrasında Buhara Savaş Bakanı Abdülhamit Arif Bey Avrupa’ya, Yusuf Ziya Bey Batı Buhara’ya gönderilir. Ancak, Afganistan üzerinden Avrupa’ya geçecek olan Abdülhamit Arif Bey, Afganistan hükûmetinin tutumunun değişmesi üzerine, hiçbir yere gidememiştir.

Hive mücahidi Han Cüneyt’le ilişki kurulur. Hive, Ürgenç ve Dörtgöl tarafları mücahitlerinin başkomutanı olan Han Cüneyt elli yıldır mücadelesini sürdürmektedir.76

Bu sırada Moskova hükûmeti Darvaz, Karatekin, Gölab ve Düşenbe’nin Enver Paşa’ya bırakılmasını öngören bir barış anlaşması teklif eder. “Sulh, ancak Rus kuvvetlerinin Türkistan’ı terk etmesiyle mümkün olacaktır. Komutanı bulunduğum mücahitler istiklal ve hürriyet için son nefeslerine kadar dövüşmeye ant içmişlerdir.” Enver Paşa, çevresindekilere, “Arkadaşlar, bir memlekette istiklal ya tam olur ya olmaz.” diye başlayan bir konuşma yapar ve teklifi reddeder. Selim Sami diyor ki: “Enver Paşa’ya

Türkistan mücadelesi sırasında en cazip imkânlar bir çok defalar ve büyük ısrarlarla teklif edilmiştir. Bunu yapanlar, Paşa’nın karakterini bilmeyenlerdi. Ben bir çok devlet adamı, komutan ve siyasi tanıdım. Bunların arasında hiç birisi Enver Paşa kadar kanaatkâr ve idealist değildi. Ahlakının bu tarafı ile Talat ve Enver Paşalar birbirlerine benzerler. ” (Kutay, a.g.e., c.5. s.128)

Aynı gün (15 Nisan) Zerefşan vadisindeki Korbaşılar da Semerkand’da bir toplantıya çağrılır. Bu kurultayda, Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti ilan edilir. Şir Muhammed devlet başkanlığına seçilir.

Kâmil Bey, 18 Nisan 1922 tarihli mektubunda, “Size bir kara haber vereceğim.” der; “Ermeniler Cemal Azmi Bey ile Bahattin Şakir Bey’i de dün gece geceyarısını biraz geçe şehit ettiler. Bahattin Şakir Bey’in eşi, dört çocuğuyla ortada kalmıştır ve kendilerini idareden âcizdir. Cemal Azmi’nin ailesine de hemen yardım edilmelidir. Dükkânı güç bela idare ediyorlardı. Allah hemen yardım etsin. Yoksa er geç sefalete mahkûmdurlar. Biz tabii, elimizden geldiği kadar kendilerine yardım edeceğiz. Efendimiz, Cemiyetin kendileri için vermekte olduğu ödeneği iki aileye terkettiler... Efendimiz pek üzgündür. Kesinlikle sizin buraya gelmenizi istemiyorlar. Bilakis, kendileri, durum müsait olur olmaz hemen Kâbil’e gelmeye karar verdiler.... Orada bir hayır kurumu meydana getirmek emelindedirler. Efendimiz, başladığınız büyük mücadelede size canla başla yardım etmeye karar vermişlerdir. Sultan Efendi’nin bu kararının ne kadar yüce duygulara dayandığını bildiğim için pek bahtiyarım. İnşallah, Sultanı ve çocukları bizzat ben Kâbil’e getiririm.” (A. İnan, a.g.e., s. 55)

Alman Dışişlerinin verdiği bilgilere göre Ruslar, gittikçe genişleyen hareketten çok rahatsızlar ve Paşa’nın aleyhinde olabilecek kimseleri Moskova’ya toplamaya çalışıyorlarmış.

1922 Mayıs’ında Kâfirun renk renk çiçeklerle bezenmiştir. Karargâh çevresinde dokuz bin asker vardır. Düşenbe, Hisar, Belcivan, Gölab, Darvaz, Karatekin, Saraykonur, Korgantepe, Kabadiyan Ruslardan temizlenmiş, mülkî idare kurulmuştur. Ancak Baysun, uzun bir kuşatma ve gayretlere rağmen düşürülememiştir.

Enver Paşa Lakay İbrahim’in yanında bir tür esaret yaşarken, Moskova’da toplanan Komünist Parti Polit Bürosu, O’nun ve Korbaşıların tasfiyesi için bir dizi kararlar almış ve harekete geçmiştir. Enver Paşa İngiliz ajanı olarak ilan edilir; adı çeveresinde geniş ve yoğun bir propaganda başlatılır.

Afganistan Savunma Bakanı, Rusların büyük kuvvetlerle, geniş çaplı bir saldırıya hazırlandıklarını bildirir. Birkaç gün sonra, aynı bilgileri alan Türkistan Millî Birliği Semerkand merkezi, durumu Ahmet Zeki imzasıyla gönderdikleri mektupla Paşa’ya bildirir ve şimdilik Afganistan’a geçmesini isterler. Enver Paşa bu mektuba sinirlenir. Mektupta şöyle denilmektedir: “Bolşevikler Türkistan istiklal hareketini tenkil etmek için büyük bir ordu toplayıp Türkistan’a göndermek üzere hazırlanmışlardır. Bu ordunun öncü birliklerinin Orenburg-Almatı’ya geldiklerini haber aldık... Siz askerî vaziyetinizi bu duruma göre düzenlersiniz. Cephenizi açmayın; kuvvetlerinizi toplu bulundurun. ”

Doğu Buhara’da yeni birlikler kurup silah takviyesi yapan Komünist kuvvetler, karşı saldırılara geçmişlerdir. Rus kaynaklarına göre Buhara çevresindeki mücahit kuvvetleri on-on iki bin civarındadır. Enver Paşa’nın çevresinde toplanmış olanlar ise, Lakay’ın kuvvetleri dahil altı bin kadardır.77

Buhara çevresindeki kuvvetler şöyle yerleştirilmiştir: Yusuf Mirahur, güney Kerki bölgesinde, Enver Paşa ve Lakay İbrahim Baysun bölgesinde; Hasan Toksaba, Deno bölgesinde; Daniyar, Guzar-Darbant arasında; Behram Bek, Karşı şehrinin kuzey doğusunda; Osman Efendi, Karşı’nın kuzeyinde; Abdulkahhar, Nurata Dağlarında, Danyal, Buhara çevresinde; Sultan Bek, Kuzey Ziyaaddin’de; Karakul Bek, Kettekorgan yöresinde; Nusret Bek, Maçe’de; İşan Sultan, Düşenbe’de; Kayim Toksaba, Faizabad’da; Devletmend Bek, Belcivan’da; Togaysarı, Kızılsu nehri çevresinde. (Hayit, a.g.e., s.282)

Çarpışmalarda Ruslar esirlere pek kötü davranmakta, çekildikleri köyleri yakmaktadır. Bu zulümleri duyan mücahitler doğal olarak öfkelenmektedir. Komutanlardan Togaysarı bir Rus esirinin kulağını keserek gönderir. Enver Paşa Togaysarı’ya öğüt verir, bir daha yapmamasını ister.

Enver Paşa çarpışmalara askerin en önünde girmektedir; gönülleri razı gelmese de mücahitler bir şey diyemezler. Baysun üzerine yapılan bir saldırıda kolundan yaralanır.

Bir gün Baysun çevresindeki kırlarda gezinti yaparken, Türkmen komutanlardan Danyal Bey’e konuk olur. O sırada Rus kuvvetleri şiddetli bir baskına geçerler. Çarpışmalarda Paşa en önlerdedir.

15 Mayıs 1922’de Enver Paşa, Danyal Bey, Böri Bey, Efzaleddin Han, Hasan Bey, Faruk Bey, Abdürresul Bey, Türe Bey, Behram ve Şeref Beyler de olduğu halde Baysun’a saldırırlar. Faruk ve Abdürresul Beyler ve Enver Paşa birer er gibi Rus avcı hatlarına kadar girerler. Karşı tepeden gelen makineli tüfek ateşi karşısında çok at kaybederler. Enver Paşa’nın ceketinde iki kurşun deliği açılır. Hasan Bey, kuvvetleri geri çekilerek tüfek atışına geçerler.

Bu çetin vuruşmalarda da Baysun’u alamazlar. Gece, yüklü bir ganimetle dönülürken, dört nala gelen bir atlı Paşa’ya bir zarf verir. Zarfın içinden bir resim, bir mektup ve “bazubend-i hümâyun” çıkar. Enver Paşa’nın ağladığını görürler. Mektubu bir çok kereler okur; Berlin’de bulunan eşi Naciye Sultan’dan gelmektedir.

Sonra Paşa’nın neşesi artar ve atına atlayıp karargâha sürer. Karargâha ulaştıklarında askerlerin türkü söyleyerek eğitim yaptıklarını görürler:

Tahta köprü bitti mi

Asker balalar geçti mi

Asker balalar nalesi

Paşamızga yetti mi ?

Aman aman, aman aman....

Şehrimizge dorulaman...

Hisar balıb yataylık

Bolşevikni ataylık

Bolşevikni göştini

Kargalara sataylık

Aman aman, aman aman

Şehrimizge dorulaman...

Enver Paşa Rus yetkililere bir nota göndererek Kızıl Ordu birliklerinin on dört gün içinde Türkistan, Buhara ve Hive’den çekilmesini ister: “Ben, Buhara, Türkistan ve Hive halklarının hür ve bağımsız yaşama isteklerini size iletmekle görevliyim. Bu bağımsızlık talebi Sovyet Rusyası tarafından kabul edilmelidir. ” (Hayit, a.g.e., s.287)

Bu arada kahramanlara rütbeler verilmeye devam edilir:

“Can Muhammed Han,

“Şimdiye kadar din ve devlet uğrunda gösterdiğiniz gayrete ödül olarak size binbaşılık rütbesi verildi. Üstün gayret ve fedakârlıkla her yerde görevini yapasın.

Dâmâd-ı Halîfe-i Müslimîn

Emîr-i Leşker-i İslam Seyyit

Enver” (Bademci, a.g.e, c.II, s.112)

* * *

Enver Paşa’nın Türkistan Millî Mücadelesinin başına geçmesi uzak Türk illerinde de mücadele azmini körükler. Doğu Türkistan’dan, Ufa’dan yanına gelen genç subaylar vardır. Bunların bir kısmı sonuna kadar savaşırlar. Bir kısmı Kadimcilerin tehditlerine maruz kalırlar; şehit edilenleri olur.

Hive Talikan’dan yazan Fazlüddin Mahdum Bey, “Handar tarafından gelen Birinci Süvari Alayı içinde, Taşkent’ten gelen bölükler varmış. Sizinle görüşüp, bütün Rus askerlerini Buhara’dan çıkartacaklarmış. Bizler Enver Paşa ile vuruş kılmayacağız diye kıtaları gelmiş.” haberi verir. Ayrıca, “Düşman bu gece bizi üç taraftan asker çıkartarak, Hive Talikan’ı bastı. Onun çizdiği planı ben üç gün evvel çizmiştim.” Fuzayl Bey, Paşa’ya ve komutanlara hediye olarak yedi koyun gönderir. “En büyüklerini size münasip gördük, ak koyun, İşan Sultan hazretlerinindir, kara koyun Hasan Tahsin Beye, altındâr ak meşe Halil Beye, bir tanesi Danyal Beye, bir tanesi Cebbar Beye, bir tanesi Evliya Kulu Beye. ” (Yamauchi, a.g.e., s.273-4)

Ceditçi-Kadimci çekişmesi hiç bitmemektedir. Hatta, Fuzayl Mahdum ve İşan Sultan ile Lakay İbrahim arasındaki sürtüşmeler giderek artmaktadır. Emîrciler bir yandan da aleyhte propaganda yapmaktadırlar. Ceditçi olan Fuzayl Mahdum’un mücahitlerinin sakalsız ve bıyıksız olmaları da ayrı bir propaganda konusu olur. Öyle ki, Mahdum’un birliğinde kaçaklar gittikçe artmaya başlar ve sonunda yüz elli kişi kalırlar. Belcivan komutanı Devletmend Bey de, Lakayların aykırı bir cephe tuttuklarını ve yağmaya yöneldiklerini bildirir. Paşa çok üzülür. Kurmay başkanı Hasan Bey’i bölgeye göndererek durumu düzeltmesini ister.

Hasan Bey Çilligöl üzerinden hızla ilerleyerek Lakay Togaysarı kuvvetlerini sıkıştırır ve dağıtır. Ancak Lakay İbrahim, askerlerini alarak kuşatmadan çekilir ve bununla kalmayıp Fuzayl Mahdum’un hâkimi olduğu

bölgeleri işgal etmeye, buralara kendi adına yöneticiler atamaya başlar. Fuzayl Mahdum, Paşa’dan izin alarak memleketine doğru yola çıkar. Ancak yolda Lakaylar tarafından pusuya düşürülerek esir edilir.

Afganistan bölgesi Türkistan’ının merkezi olan Mezar-ı Şerif’teki Osman Hoca’nın savaş bakanı Ali Rıza Bey ve Hacı Sami Bey, Kızılayak bölgesindeki Abid Halife’nin yanına geçerek buradan bir cephe açarlar. Çarköy’e kadar başarıyla ilerlediklerini Paşa’ya bildirirler. Buhara Ceditçilerinden Kerkili Mümin Sofu ve Molla Nöbet de kendilerine katılırlar.

Enver Paşa, mücahitlerin maneviyatını yüksek tutmak için, çevreden alınan başarı raporlarını askere duyurur. Semerkant Korbaşısı Açil Bey’e gönderdiği “İnşallah ileride daha başarılı faaliyet gösterir, İslam mücahitlerinin bir numarası olursunuz. Cenab-ı Allah’ın indinde ve aziz vatanımızın kurtuluşunda gösterilen gayretler râyegân olmaz. ” diyen mektubunu askere okutmuştur. (Bademci, a.g.e., c.2, s. 179-80)

Görülüyor ki, kurtuluş cephesine bir çok mücahit katılmış olmasına rağmen, bunların bütünü, bir ordu disiplini içinde Paşa’nın emrine girememiştir. Aralarında, rekabet, geçimsizlik ve Kadimci-Ceditçi çekişmesi, özel düşmanlıklar yahut bulundukları yerin özel şartlarından ötürü gelmiş olanlar vardır; ortak bir vatanseverlik olsa da birliği sağlayamamışlardır. Bu kadar dağınık cephelerde ve her biri kendi başına yapılan mücadeleler, ancak Rusların ikmal zorlukları ve mevcut birliklerinin azlığı sebebiyle, sınırlı başarılar verebilmektedir. Vatanları için dövüşen bu insanlar, gerektiğinde ölmesini bilmektedir; fakat, eğitimli bir ordu karşısında nasıl düzenli bir savaş yürüteceklerinden habersizdirler. Türkmen Açil Bey gibi bazıları bunu açıkça ifade ederek komutan isterler.

Enver Paşa’nın çevresinde toplanabilen kuvvetlerin de eğitimlerinin yetersiz olduğu kesindir. Belgelerde asker sayısı verilirken, 100 atlı, 50 tüfekli, 200 sopalı gibi rakamlar geçmektedir. Bu sopalı kahramanların eğitilip, asker haline getirilebildikleri şüphelidir. Gerçi Paşa’nın yanındaki Osmanlı subaylarının bir kesimi bu eğitim işiyle uğraşmaktadır; ama, zaman kıtlığı, bu tür çalışmalara alışkın olmamaları yanında, silah ve mühimmat eksikliği de düşünülürse, bu gayretlerin istenilen sonuca yetmeyeceği anlaşılır. Aslında Baysun’da çok sayıda Rus askeri yoktur; ama, komutanların avcı hatlarında çarpışmaya girme kahramanlığına rağmen düşürülemeyişi, Rusların dirençleri yanında, mücahitlerin eğitim noksanlığı ile açıklanabilir.

Enver Paşa’nın savaş içindeki halini, Türkistanlı yazar şöyle anlatır:

“1922 yılı Mayıs ayı ortalarında, Enver Paşa’nın karargâhına Allahkulu’nun hafiyelerinden biri gelerek, Kızılordu birliklerinin sabah, şafak vakti Mirkaragöz- Bibişirin ve Şorsay üzerinden bir hücuma geçeceklerini bildirdi. Başkomutan, subayları karargâhta toplayarak, Kızılordu birliklerine karşı, hücum hususunda planlarını anlatıp, ertesi sabah seher vaktinde yanına hafif makinalısını alarak, Mirkaragöz’e doğru yola çıktı. Gerçekten Kızılordu birlikleri şafakta hücuma geçtiler. Enver Paşa hazırlıklı olduğundan düşmanın taarruzuna aynı şiddetle karşılık verdi. Çarpışma durana kadar o, makineli tüfeği elinden bırakmadı.78 Enver Paşa son derece geniş ufuklu, askerî taktik ve stratejiyi çok iyi bilen, savaş sırasında saldırı, geri çekilme gibi askerî manevraları fevkalade yöneten bir komutandı. Kendisi de bir asker olarak keskin nişancı olup, hedefini şaşırmazdı. Bu çarpışmada Kızılordu birlikleri büyük kayıplar verdiler. Paşa, savaş esnasında sağ kolunun dirseğine bağladığı bir mıknatıs taşırdı. Söylediklerine göre, bu mıknatıs sayesinde silahın nişan yönünü tayin edermiş. Savaş esnasında Enver Paşa, kendinden geçercesine bütün benliğini savaşa verir, dürbünüyle ayakta durup düşman hatlarını kontrol eder, aniden yere çöktüğünde, üzerinden mermiler vızıldayarak geçer giderdi. Bazen bulunduğu yerden kendini sağa, sola çevik hareketlerle yere atar, terketmiş olduğu yere mermi yağardı; ama, o, bu tür hareketlerle mermilere hedef olmaktan kurtulurdu. Kısacası, Paşa’da, bizim anlayamadığımız bir sır veya büyü vardı.” (Hayit Nar ve Osman Tahir’den nakleden, Nabican Bakiyev, a.g.e., s.222-3)

Mayıs ayının sonlarına doğru Kâbil’deki Hacı Sami’den mektup gelir. Osman Hoca’nın gelmesi meselesi ve sair siyasi gelişmeler sebebiyle dönüşünün geciktiğini bildirmektedir. Enver Paşa, Hacı Sami’nin mübalağacı yapısını pek iyi bildiği ve kendisini uyarmış olduğu için, şöyle yazar: “7 Nisan tarihli mektubunuzda Afganistan Devlet-i Aliyyesini lüzumsuz yere tahrik etme, diye emrinizi telakki eyledim. Bendeniz Afganistan-Türkistan genel durumu hakkında genişçe bilgi vermekten başka bir şey tarafımdan yapılmamıştır.” Hacı Sami Bey, mektubunun sonrasında silah yardımı için yapılan çalışmaları anlatır. (Yamauchi, a.g.e., s.274)

71   İsmail Hakkı Bey, Doğu Türkistan’da okul açmak üzere yola çıkmış İstanbullu Osmanlı ülkücülerinden biridir. Hoten’de bir okul açmış ancak veba salgını çıkması üzerine burayı kapatmak zorunda kalmıştır. Enver Paşa’nın görevlisi olarak buralara gelen Hacı Sami, Ahmet Kemal İlkul ve arkadaşlarına yardımcı olmuş, Kuçar’da yeniden bir okul açmıştır. Daha sonra Doğu Türkistan’da çalışma ortamı kalmayınca Batı Türkistan’a geçmiş ve Buhara ve Taşkent’te Millî Eğitim Müfettişliği

72   yapmış, Türkistan gençliği ile yakından ilgilenmiştir. Enver Paşa kendisini teşkilatların denetlenmesi ve muhabere işleriyle görevlendirmiştir. Çeşitli Türk topluluklarının birleşmesi yolunda çok gayreit sarfetmiştir. Paşa’nın şehadetinden sonra Afganistan’a geçerse de, Hacı Sami zamanında tekrar Doğu Buhara’ya dönmüştür.

73    Dadha, Karakul’dan üç derece üstün, vezirliğin (Kuşbeylik) altındaki rütbedir.

74    Nabican Bakiyev, Moskova’nın emrinde çalışan Alimcan Akçurin isimli komünistin, Enver Paşa, İbrahim Bey ve diğer mücahitler arasında sahte mektuplar düzenleyerek, yahut haberler yayarak bunları birbirine düşürdüğünü, roman kurgusu içinde yazar. Akçurin, kişiliği ve çalışmaları bilinen biri olarak, benzeri şeyler yapabilir. Enver Paşa’ya, git kendi memleketini kurtar diye yazan da odur. Ancak, İbrahim Bey’in ifadesindeki olaylar da, Düşenbe’de çarpıştığı da doğru değildir.

75     Abdülhamit Arif Bey aslen Buharalı bir Özbek olup, Zeki Velidi Bey Başkurt Hükûmeti kurduğunda onun yanında sekreterlik yapmış yetenekli bir gençtir. Daha sonra Buhara’ya geçerek buradaki mücadelelere katılmıştır.

76    Değerli okuyucu, Zeki Velidi’den bu satırları okuduktan sonra, Enver Paşa için ‘Delidir.’ diyenlere, belki de katılmak gerekecektir!

77     Han Cüneyt Eylül 1928’de, elinde kalan bin yüz askerle, İran Asterabâd’a iltica edecektir. Ancak, İran Hükûmetinin, silahlarını teslim etmesini istemesini kabul etmeyip, buradan Afganistan’a geçmiştir.

78     Enver Paşa’nın çevresindeki kuvvetler, değişik kaynaklarda farklı farklı verilmektedir.

79    Yazarın sözünü ettiği makineli tüfek, muhtemelen Paşa’nın, kardeşi Kâmil’den istediği 45 fişeklik parabellumdur.

“Dua Et Naciyem, Dua Et! ”

Komünist Partisi Merkez Komitesi “İngiliz ajanı ve doğu halklarının düşmanı” olarak ilan ettiği Enver Paşa’ya karşı, bölgeye takviye askerî birlikler göndermiştir. Ayrıca, Akçurin gibi yerli Bolşevikler aracılığıyla geniş bir propaganda başlatır. Bolşevik İhtilal Komitesinden Lev Troçki ise, silahlı kızıl kuvvetlere şu talimatı vermiştir: “Mücahitlerin her bir hücumuna misliyle cevap verilsin. Ele geçen Basmacılar ve taraftarları acımasızca cezalandırılsın. Bundan böyle, Kızılordu komutanlarının Basmacılarla görüşmelere girişmesi kesinlikle yasaklanmıştır. ” (Bakiyev, a.g.e., s.191)

Mayıs ayı boyunca Baysun’daki çatışmalar devam eder; genellikle karşılıklı baskınlar halindedir. Kerki’ye bir hayli geç ulaşabilmiş olan Ali Rıza Bey’den, Mayıs ayının sonlarına doğru şu mektup gelir:

“Paşa Hazretlerine,

“Emirleri üzerine Kabil’den ayrılıp Eski Kerki cephesine geldim. Kulmuhammed Bey’le buluştuk. Burada cephe temerküz etmiş, Türkmen mücahitleri düşmana göz açtırmıyorlar. O kadar cesur insanlar ki, ölümü hiçe sayıyorlar. Esasen halk tamamen disipline uyuyor; aldırış etmedikleri için yaralanan çok. Bu durum, mücahitlerin hıncını artırıyor. Ben buraya gelince mücahitleri mangalara ayırdım. Siperlere manga manga gönderiyoruz. Bir sahra hastanesi yaptık. Benim Meryem Hanım da yaralılara bakıyor, pansuman yapıyor, düzenli ilaçlar dağıtıyor. Beraber getirmem çok isabetli oldu.

“Kulmuhammed Bey, Molla Halmurad ve Molla Hüseyin gibi yiğitler mülkî işleriyle meşgul. İaşe durumları da mükemmeldir; mevcudumuz gün geçtikçe artıyor. Silah ve cephanemiz de yeterli durumdadır. Başka emirlerinizi bekler, tüm mücahit arkadaşlara saygılarımızı arz ve takdim ederiz, efendim. Ramazan 1922

Türkistan İhtilal Orduları Batı Cephesi Komutanı Miralay Ali Rıza” (Bademci, a.g.e., c.2, s.183)

29 Mayıs 1922. Ramazan Bayramıdır. Paşa, güzel bir günde, çimenler üzerinde bayram namazını kılmış, askerlerin bayramlarını tebrik edip, ufak

tefek hediyeler dağıtmaktadır. Ardından, Baysun kuşatmasındaki birlikleri, Faruk Bey cephesinden başlayarak ziyaret etmekte ve bayramlarını kutlamaktadır. Takviye gelen Rus birlikleri Baysun çevresinde görülmeye başlamıştır. Çeşitli yörelerden, bu birliklerin hareketlerine dair haberler gelir.

Yeni güçlerle takviye edilen kızılordu birlikleri, Türkistan’da, kendi başlarına savaşan Korbaşı güçlerini bir bir saf dışı etmeye başlar. Enver Paşa’nın Sovyetlerde kalan arkadaşları da sınır dışı edilirler. “Ali Bey’in hareketine karşılık olarak Sovyet de bütünümüzü sınır dışına çıkardı.” Semerkand’ın kahraman Korbaşısı Açil Bey çarpışmalarda şehit olur. Gelen haberler Baysun kuşatmasını da tehlikeye sokmaktadır. Enver Paşa kuvvetlerde, savunmaya dönük yeni düzenlemeler yapar. Nafi Bey, cephane imalathanesini Hisar’a taşır.

Baysun üzerinde baskılar artmaktadır. Ele geçirilen Rus esirlerinden, Rus birliklerinin hareketleri hakkında bilgiler alınır. Haziran sonuna doğru Baysun üzerine büyük bir saldırı düzenleneceği öğrenilir. Enver Paşa Danyal Bey’e haber göndererek, yirmişer kişilik mangalar kurup, yaklaşmakta olan Rus birliklerine baskınlar yapması talimatı verir. Ayrıca, elde ettiği bilgileri çeşitli yerlerdeki Korbaşılara bildirir.

24   Haziran 1922. Baysun’da şiddetli çarpışmalar olmaktadır; bir kısım Rus askerleri bulundukları yerleri terkederek Kağan yönüne çekilirler. Ama, diğerleri direnirler ve Baysun yine alınamaz. Ele geçirilen bir hayli savaş ganimeti Kâfirun’daki karargâha göderilir.

25    Haziran 1922. Baysun cephesinden Faruk Bey’in raporu şöyledir:

“Paşa Hazretlerine,

“Guzar yönünden Çal Garnizonuna yeni iki alay Bolşevik kuvveti gelmiştir Bugün öğleden sonra bir tabur kadar Bolşevik askeri siperlerimize saldırdı. Şiddetli çarpışma akşama kadar devam etti. Ortalık kararınca, Abdülcebbar’ın askerleriyle düşmanın sol cenahına baskın yaptık. Düşman böyle bir baskını tasavvur etmediğinden şaşkınlığa uğradı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Abdurrahman Bey’in kuvvetleri de sağ cenahına saldırdı. Daha fazla paniğe uğrayan düşman üç ölü bırakarak Çal’a yaklaştığında, bir tabur kadar Bolşevik kuvveti imdadına yetişti. Tekrar bize saldırıya geçtiler. Siperlerimize çarparak mevzi aldılar. Çatışma devam etmektedir. Behramkul Bek’in verdiği rapora göre düşman, Çal’ın güney sırtlarına yayılmak istidadındadır. Bunu iki kere denemişlerdir. Belki bu gece bunu bir kere daha deneyeceklerdir. Şayet düşman kuvvetleri Çal’ın güney tarafını tutarsa, Kâfirun’un tehlikeye düşmesi muhtemeldir. Durumun gelişmesini ikinci raporumda açıklığa kavuştururum. Keyfiyet beray-ı malumat arzolunur efendim. 29 Şevval 1922” (Bademci, a.g.e., c.2, s.193-4)

Paşa, Efzaleddin ve Faruk Bey cephesine giderek 25-26 gecesi yapılan taarruzu kendisi yönetir. Ertesi gün öğleye kadar devam eden çarpışmalarda, Paşa namazını siperlerde kılar. Yine sonuç alınamaz. Gelen takviye Rus birlikleri çevredeki geçitleri tutmaya başlar. Enver Paşa, cephe komutanlarına yazdığı emirde, geri çekilme halinde, toplanma noktası olarak Yürçi’yi gösterir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.195)

Molla Abdülkahhar ve Danyal Bey’in kuvvetleri Buhara ve Karşi’den çekilirler.

26-27 Haziran gecesi yine Paşa’nın yönettiği ve bir er gibi çarpıştığı saldırı sabaha kadar sürer. Rus kuvvetleri iç kaleye hapsedilir ve teslim olmaları çağrısı yapılır. Sabah vakti, Baysun üzerine sevkedilen Rus kuvvetlerinin geldiği bildirilir. Yeni gelen kuvvetler kenti işgale başlamıştır. Mücahitler çekilmeye başlar; Sarıasya suyu üzerinde süren üç günlük çarpışmalar sonunda mücahitler çekilmek zorunda kalmışlardır. Paşa, çete savaşlarına geçilmesi emrini verir.

Muhtemelen bu savaşlardan sonra Paşa, Afgan Hanı’na yazdığı, “Şevketmeab Gazi Kardeşim Efendim” hitabıyla başlayan mektupta Afgan gönüllülerinin ve komutanları Efzaleddin Han ile Dilaver Han’ın kahramanlıklarını anlatır. “Yani cümlesi iltifat-ı şahanelerine bütün anlamıyla layıktır.” Mektup şöyle devam eder: “Buranın iç durumu mükemmeldir. İbrahim’den başka hepsi emirlerime uyarlar. Hisar vilayetinden başka vilayetlere atadığım beyler her hususta yardıma başladılar. İbrahim de, son defa yaklaşmış olan nadanlığı bir türlü bırakmak istemeyerek hilelere başvurmaktadır. Zât-ı şahanelerine de pek bağlı olan Fazluddin Mahdum’un askerleri arasına nifak soktuktan sonra, İbrahim kendisi hapsedileceğinden korkarak kaçmıştı. Fazluddin askeri toplamak üzere tekrar memleketine giderken, onun önüne çıkıp üşüşmüşler ve sonra İbrahim kendisini tutturarak hapsettirmiştir. ” (Yamauchi, a.g.e., s.280)

Enver Paşa yeni bir karargâh için çevreyi dolaşmaya çıkar. Bu sırada Rus topçu ateşi başlar. Paşa aldırmaz; dürbünüyle çevreyi incelemeye devam eder. Topçu ateşi şiddetlenir. Düşmanın, atların çıkardığı tozdan hedef belirlediği anlaşılır ve bir süre atlardan inilerek dere yatağında dinlenirler. Ateş kesilir.

Cebbar ve Allahkulu beyler, Şehrisebz tarafındaki Ruslarla savaşmak üzere o cepheye uğurlanırlar. 28 Haziran 1922’de ileri karakol

komutanlarından gelen habere göre, Ruslar büyük bir kuvvetle Kâfirnihan’ı sarmaktadır. Paşa, karargâhı terk etmeye karar verir. Silahbaşı yapan asker toplanır. Atlılar süratle Paşa’nın gösterdiği yöne ilerlerken, Rus kuvvetlerinin de tepeleri işgal etmekte olduğu görülür.

Rus kuvvetleri Kâfirun’a inmeye çalışırken, Enver Paşa ve Danyal Bey iki taraftan Rus kuvvetlerinin önünü keserek çarpışmaya başlarlar. İki saat süren çarpışmalarda alınan esirlerden öğrenildiğine göre Baysun’da yedi bin Rus askeri vardır. Öğle namazının ardından Rus kuvvetleri saldırıya geçer; Kâfirnihan’a on beş kilometre uzaklıktaki Karlık sırtlarında tutuşurlar. İkindiye doğru Efzaleddin Han da gelir. Vuruşarak çekilir; Sarıasya, Dihnev ve Gingüzar üzerinden Yürçi’nin güney doğu sırtlarına ulaşır, Babadağı’na dayalı Üçbulak kasabasında geçici karargâh kurarlar.

Bir hafta boyunca süren çarpışmalarda, bütün ısrarlara rağmen Paşa savaş alanını terk etmemiş, yandaki köye gitmemiştir. Sarıkamış’ta yaptığı gibi orada da dövüşen askerlerle birlikte açıkta geceler. “Atlarının yularları ellerinde yatan mücahitler arasında Paşa da, bir taşı kendine yastık yaparak yatıyordu...”

Miralay Faruk Bey’den gelen haberde, Pulhakiyan sırtlarında olduğunu bildirmekte ve Rus kuvvetlerinin hareketleri hakkında bilgi vermektedir. Kendisine, çarpışarak ve yollara barikatlar kurarak Dihnev’e doğru çekilmesi emredilir. Böylece Türkistan askerlerinin düzenli çekilmesi sağlanır.

Bolşevikler girdikleri yerlerde katliam yaparlar. Bu durum Paşa’yı çok etkiler. Karargâhının yakınındaki Tekerbulak köyündeki katliamı görünce, “Bir millet ancak bu kadar alçak, bir rejim ancak bu kadar kâfir ve şerefsiz olabilir. ” demekten kendini alamaz. (Bademci, a.g.e., c.2, s.210)

Miralay Faruk Bey de Yürçi önlerine gelir. 3 Temmuz 1922’de, Bolşeviklerin saldırısı ile Yürçi’de çarpışmalar başlar. Faruk Bey’in raporuna göre, “Kâh çekilerek, kâh sokularak tacizata devam etmekteyiz.” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 212-3)

4 Temmuz 1922. Ruslar, Danyal Bey kuvvetlerine yüklenerek Yürçi- Gingizar arasını işgal eder, Surhab Suyunu geçerler. Bolşevik kuvvetleri, bir topçu taburu ile dört süvari tugayı civarındadır. Akşam üzeri saldırılar şiddetlenir; Enver Paşa, Faruk Bey’in yanına gider. Diğer cephe komutanlarına da vuruşarak çekilme emri gönderir.

Paşa, 2 Temmuz tarihli notlarında, Çilligöl ve Korgantepe’nin Ruslar tarafından alındığını ve geri çekildiklerini yazar. Korgantepe valisi Abdurrahman Bek’ten bir mektup gelmiştir:

“Enver Paşamıza,

“Köp köp dua-yı selam. Çilligölü Ruslar aldı. Türkmenlerin mıltıklı (tüfekli) yiğitleri silahlarını alıp Korgantepe’ye geldiler. Men de olarbilen Aladağ’a çıkıp, sizin ol yana gelmenizi gözleyicek. Siz ol yanda köp kalman; neme dersen, Ruslar Feyzabad köprüsünü tutarsa, bul yana etmene yol bulamazsınız. Ondan yalı bul yana gelin. Selamünaleyküm.

“Korgantepe Valisi Abdurrahman” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 216-7)

Enver Paşa Sultankışlağı’nda yazdıklarında, “Gerisin geriye, Düşenbe’ye gidiyorum. Zerger’den beri her gün çarpışma oluyor. Geri çekiliyoruz. ” der. (Aydemir, a.g.e., s.670)

“6 Temmuz,

“Düşenbe’den yazmıştım. Ruslar Çilligöl ve Korgantepe’yi işgal etmişler. Otuz atlı ve iki yüz doksan piyade ile ben dağlarda kayalar arasında yatıyorum. Nehirler üzerinde ancak otuz kilometre ötede köprü var. Bana iki sandık içinde Afganistan’dan para vesaire getiren iki Afganlı, Rusların eline düşmüşler. Bilmem bu yardımlar için Ruslar Afganistan’a savaş açarlar mı? Ruslar Karadağ’a da varmışlar. Düşenbe’den hareketten altı gün sonra, artık toprak haline gelmiş olan Düşenbe’ye tekrar geldim.”

Ruslar Afganistan’a savaş açmaz, ama Paşa’ya gönderdikleri iki yüz kişilik kuvveti geri çekmesi için baskı yaparlar.

Çarpışa çarpışa Karadağ, Hisar yolundan 10 Temmuz 1922’de Düşenbe’ye gelirler. Paşa hükûmet konağına yerleşir. Kardeşi Nuri Paşa ise, o gün tarihli mektubunda, yanına gelmeye hazır olduğunu bildirir ve gelmesini istediğin başka kimseler var mı, diye sorar. Bu mektup, Enver Paşa’nın T.T.K arşivindeki dosyasında mevcut olduğuna göre, eline geçmiştir; ama ne zaman; şehadetine yakın günlerde olduğunu söylesek de, bu tarihi bilemiyoruz. Nuri Paşa’nın hasta olduğunu ve ailesini İstanbul’a bıraktıktan sonra sanatoryumda tedavisine devam edeceğini Kâmil’in mektuplarından biliyoruz. Nuri Paşa şöyle yazar:

“Sevgili Ağabeyciğim,

“...Şimdi yanınıza gelmeye hazırım. Azerbaycan ve Dağıstanlılar benden yardım bekliyorlarsa da, oralarda ancak, Anadolu’nun yahut Avrupa’nın yardımı ile bir iş yapmak mümkün olduğu için, şimdilik fiilî bir teşebbüste bulunmayı lüzumsuz görüyorum. Başladığınız işi başarmanız halinde, Kafkasya’nın da kurtulacağı tabiîdir. Bu durumda, önce yanınıza gelerek, ortak gayeyi gerçekleştirmek için çalışmayı daha uygun buluyorum. Amcam da buraya geldi (Halil Paşa olsa gerek). Kendisiyle birlikte geleceğim tabiîdir. Kâmil’e mektupta istediğiniz her şey hazırlandı; bu postayla gönderiliyor. Ben de, özellikle Zeplin işini ehemmiyetle takip ediyorum. İmkân dahilinde cebhanesiyle birlikte 5.000 silah, elli kadar subay, büyücek bir tamirhane, hatta bir iki de uçak bir defada taşınabilecektir. Bunun için her şeyden önce para gerekir. Siz, otuz ila elli bin altın gönderebilecek misiniz? Zeplin ve sairenin ne kadara mal olabileceğini tahmin edemiyorum. Araştırmamın sonucunu bu postaya yetiştiremezsem, gelecek postayla gönderirim. Alman hükûmeti İtilaf devletleri tarafından sıkı denetim altında olduğundan, bu gibi şeyler ancak fazla para harcamakla temin olunabilecektir.

“Almanların ekserisi Sovyet Rusya ile dost yaşamak taraftarı olduklarından hareketinizin aleyhindedirler. Hofmann’lar da bunlar meyanındadır. Zeplin meselesini güveninizi kazanmış zâtlar vasıtasıyla çözmeye çalışıyorum. Parayı bulduğunuz takdirde, ben de bu vasıta ile geleceğim. Ben Berlin’de pek serbest dolaşamıyorum. Ermeniler takip ediyor. Biz de birbirimizden geri durmuyoruz. Sizin cevabınızla birlikte, parayı ve ihtiyaç listesini dört gözle bekliyorum.” (Yamauchi, a.g.e., s.277-8)

Bu zeplin projesini, Enver Paşa, daha önceki mektuplarından birinde yazmış, konuyu incelemesini istemişti; muhtemelen, gelen bu mektuba cevap verememiştir.

Düşenbe’ye geldiği gece, komutanlarıyla uzun bir sohbete dalar. Afgan Hanının gönderdiği mektuptan söz ederler, Emanullah Han, âdeta yalvarmaktadır:

“Kardaşım Enver Paşa’nın Yüksek Huzuruna,

“Uzun bir yıl boyunca düşmana karşı gösterdiğiniz feragat ve şecaati, az bir kuvvetin çok büyük bir düşman kuvvetine meydan okuması, sizin hareketinizden önce görülmediği gibi, bundan sonra da asırlarca görülmeyecektir. Şimdi değil, geçen zamanlardaki hareketiniz, İslam diyarlarının övünç kaynağıdır. Bundan sonra da kahramanlıklarınızın övülmesini, İslam milletlerinin dilinde zikr edilmesi için yaşamanızı istiyoruz. Sizi tekrar Afganistan’a davet ediyorum. Afgan Devletinin kapısı ve Afgan milletinin kucağı daima sizin için açıktır. Düşmanlar hudut yollarını kapamadan önce geçebilmek için hareketinizi süratlendirmenizi istirham ederim. Teşrifinize Efzaleddin rehberlik edecektir. 10 Zilkade 1922 (5 Temmuz)” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 217-8)

Enver Paşa, “Bu dava benim kanımın üzerinde yeşerecektir. ” diyerek konuyu kapatır. Efdaleddin Bey’e teşekkür ederek, “Sizin buradaki vazifeniz

bitmiştir; memleketinize dönünüz.” der ve Afgan Hanına da bir cevabî mektup yazar: “Benim Afganistan’a sığınmama imkân yoktur. Başlamış olduğum hareketi ve bana inanmış olan bu milleti yüzüstü bırakmak hata olur; bunu tasvip etmiyorum... Nazik davetinize özür dilerim. Burada kalacağım. ” (Bademci, a.g.e., c.2, s.219)

Görülüyor ki, Enver Paşa Trablusgarp’taki Enver Bey’dir; aynı sorumluluk duygusuyla, başladığı işe hayatını koymaktadır.

Karısına yazdığı mektupta ise şöyle der: “Dua et Naciyem, dua et!”

* * *

Düşenbe’de Paşa’yı derinden yaralayan; ama, sadece acı acı gülümsediği bir olay yaşanır. Birbirine düşman çetelerle bir bağımsızlık savaşının verilemeyeceği bir kere daha anlaşılmış olur. Lakay İbrahim, pusu kurarak askerlerinin bir kısmını şehit edip, bir kısmının silahlarını aldığı Fuzayl Bey’i yanında getirip “Afganistan’a kaçarken yakaladım, size teslim ediyorum. ” diyerek güya Paşa’ya teslim eder. (Bademci, a.g.e., c.2, s.218) Enver Paşa, çevirdiğin bütün melanetleri biliyorum, kabilinden müstehzi gülümser; başka bir şey söylemez. Şehrisebz tarafında ise, Emîr taraftarlarından Evliyakul Toksaba, Cebbar Bey’in askerleriyle vuruşmuş ve gidip Ruslara teslim olmuştur. Bütün bunlardan sonra Cebbar Bey’in üvey kardeşi tarafından öldürüldüğünü duyunca, Paşa’nın üzüntüsü katlanır...

İbrahim Bey ise, yıllar sonra Sovyet hapishanesinde verdiği ifadede olayı şöyle anlatacaktır: “Fuzayl’ın kuvvetlerinin halkı yağmaladığı haberiyle, kendilerini Fuzayl’dan korumam için bana geldiler. Adamlarım Fuzayl’ı yakalayıp getirdiler. Fuzayl yanımda kırk gün esir olarak kaldı. Halk Fuzayl’ı öldürmemi istiyordu; fakat ben onu affedip, Enver Paşa’nın yanına gönderdim. ” (Bakiyev, a.g.e., s.215)

Türkistan kurtuluş mücadelesinin acı tatlı bir çok olayına sahne olan Düşenbe’de uzun süre kalması mümkün değildir. Rus birliklerinin Amuderya sahilinden köylere sarkmakta olduğu haberleri gelmektedir. Paşa, sabahleyin bizzat yaptığı keşifte, Bolşevik kuvvetlerinin yaklaşmakta olduklarını görür. Komutanları toplantıya çağırır; İşan Sultan ve Fuzayl Mahdum ile de danışır ve çekilmeye, kenti terk etmeye karar verir; Belcivan’a gidilecektir. Çoluk çocuk ağlayarak Paşa’ya yalvarırlar: “Bizi Ruslara bırakma...” Paşa derin üzüntüler içindedir; teskin etmeye çalışır, “Merak etmeyin, bu güzel

topraklarda sadece Türkler yaşayacak.” der ve ne olursa olsun Düşenbe’yi terketmemelerini ister: “Bu topraklar Türk topraklarıdır. Burasını geçici olarak terketsek de, biz veya bizden sonrakiler elbette bir gün geleceklerdir. Vatan toprağı terkedilmez; orada doğulur, yaşanır ve ölünür. Düşmanın zaten arzusu, sizlerin bu mübarek toprakları terketmesi değil midir? Bana kalırsa, ne bahasına olursa olsun bu yerleri terketmeyin. ”

Enver Paşa hükûmet konağının balkonundan bu konuşmayı yaparken, konağın bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Hacı Sami diyor ki, “Paşa bu bayrağı yanından hiç ayırmazdı. Birkaç defa, ben şehit olursam, bu bayrağa sararak gömünüz, demişti. ” (C. Kutay, Tarih Sohbetleri, c. 6, Eylül 1967, s. 40)

Miralay Nafi Bey’in çarpışarak Yenipazar’a çekildiği haberi gelir. Feyzabad’a gelmesi ve köprüyü havaya uçurması bildirilir.

Çarpışarak geri çekilmeye başlarlar. Bir gece boş bir köye gelirler. Halk, Ruslar geliyor korkusuyla dağlara çekilmiştir. Askerler kayısı toplayıp getirirler. Paşa kayısıları askere pay eder; o akşamı öyle geçirirler. Paşa hiçbir zaman ümidini yitirmez; onu gören askerler de öyle...

Bu sıralarda, Paşa’yı çok sevdiğini ve emrinde çalışmak üzere Erivan’dan geldiğini söyleyen biri yakalanır. Miralay Nafi Bey sorgular. Paşa’yı öldürmek üzere Rus istihbaratından, Ermeni kökenli Ağabekof tarafından tutulmuş bir Ermeni olduğu anlaşılır.79 Enver Paşa Düşenbe’den ayrılırken, Faruk, Danyal ve Behram Beyler Bolşevik kuvvetlerine karşı kenti savunurlar. Gece yarısına kadar süren çatışmalar sonunda, millî kuvvetler şehri terkederler.

13     Temmuz Senktepe:

“Buralarda su acı ve tuzlu. Orta Asya çöllerinden bir parça. Ahali dağlara kaçmış.

Afgan askerinin hali değişti.”

14     Temmuz, Gâvur Kışlağı:

“Gelir gelmez, evin önüne postu sererek uykuya vardım. Buraların beylerinden İbrahim Devletmend, Molla Kemal İnaklar ve Abdurrahman kâğıt yazıp, Afgan ve Buhara Emirlerinden yardım istediler. Tabiî, yardım edemeyeceklerini biliyorlar. Fakat, hiç olmazsa bizim İngilizlerle müzakereye girmemize izin vermelerini rica ettim. Bilmem izin verirler mi?

“Bu sefer de Afgan ordusu seraskerinden bir kâğıt geldi. Afgan askerini geri istiyorlar.

Afgan siyaseti de değişti.”

16 Temmuz’da Feyzabad’a gelinir. Burada İşan Sultan, Paşa’dan izin alarak, askerleriyle memleketi olan Darvaz’a gitmek üzere ayrılır. Paşa

geçtiği yerlerde halkla ilgilenir; onların sorunlarını dinler ve onlara umut vermeye çalışır. Yolda, atının yarasını sarmak için, köylüden izin almadan bir parça keçe alan bir askere Paşa’nın ilk defa bağırdığı işitilir.

Feyzabad’da bir gece geçiren Paşa, ertesi sabah Aksu’ya geçer. Danyal Bey’in kuvvetleri Gevrekli, Miralay Faruk Bey’in kuvvetleri Perkendçi ve Behram ile Osman Çavuş’un kuvvetleri Vurzap köyüne dağıtılır. Askerin noksanları tamamlanır.

Gevrekli’nin Poşiyan köyü yakınlarında Ruslarla savaşa girilir. Üç gün süren çatışmalarda iki taraftan da ağır kayıplar verilir. Murat Çavuş ve altı Korbaşı şehit düşerler. Yaralıları Hanâbad’a gönderirler. Ruslar ilerledikçe, zulümden korkan çevre halkı Afganistan’a doğru göçe başlar.

Devletmend Bey’den gelen rapordan, Kenkürt savaşından sonra Rusların Belcivan üzerine yürüdükleri anlaşılır. Paşa hemen o tarafa yönelir. Karargâhını Satılmış köyünde kurar. Karargâhtan top sesleri duyulmaktadır ama, Paşa’nın topu yoktur.

21 Temmuz, Satılmış Kışlağı:

“Afganistan’dan şimdilik ümit kalmadı. Afgan Emîri de Afganistan’ın Buhara, Türkistan işlerine karışmamasına ikna edilmiş. Oradan, ...Han, buradaki sağlık malzemeleri, fişek doldurma makinelerinin ve sairenin alıp götürülmesini yazmış. Hatta oradan gönderilen paranın da nerede olduğunu öğrenip, onun da geri istenmesi bildirilmiş.” (Aydemir, a.g.e., s.671) Bu ikna oluştaki Rus baskısı ve korkusunun boyutları anlaşılabilmektedir. Enver Paşa, şimdi gerçekten bir avuç mücahitle başbaşadır.

21 Temmuz ve sonrasındaki günlerde yine çevre köylerdeki birlikleri teftiş eder; talimatlar verir. 23 Temmuz’da Fuzayl Bey’den erzak ve mühimmat desteği gelir; bir de haber: Ruslar Belcivan’a yirmi dört süvari, iki topçu taburu getirmişler; gerisi de yoldaymış. (Bademci, a.g.e., c.2, s.227)

24 Temmuz,

“Ruslar Kâfirnihan Suyunu geçtiler. Düşenbe Rusların eline geçti.”

Fergana mücahitlerinden gelen haberde, Bolşeviklerin mezalimleri ve mücahitlerin Altay Dağlarına çekildikleri bildirilmektedir.

Enver Paşa 25 Temmuz’da Satılmış Kışlağında son mektubunu yazar. Pamir eteklerinde Belcivan sahrasındadır.

“Pek sıkıntılı bir hava. Tuhaf bir sis. Güneş görünmüyor. Düşmanda hareket yok. Henüz sabah. Hastalarımı geri gönderdim. Afgan Emîrine, askerlerinin ve yardımlarının

çekilmesinin iyi olmadığını ve Bolşeviklere güvenilemeyeceğini bildirdim. Hiç olmazsa sağlık ve diğer malzemelerin geri verilmesini istedim. Bakalım sonu ne olacak? Afganistan şimdi, Hacı Sami ve diğer arkadaşların da bu tarafa geçmelerine izin vermiyor. Bu izni de rica ettim.

“İşte efendiciğim, şu son satırlarımı yazarak mektubumu kapıyorum. İçine, buranın her gün sana yolladığım yabani çiçeklerinden başka, kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı da gönderiyorum. ... Seni Hüda’nın birliğine yavrularımla beraber emanet ederim; ruhum, efendiciğim...

“Karaağaca çakımla ismini yazdım.” (Ş. Süreyya, a.g.e., c.III, s.674-5)

Enver Paşa, Afganistan’a geçmeyi hiç düşünmemiştir; üzerine salınan yüz bin kişiyi aşkın Kızılordu birliklerine karşı silahsız ve askersiz bir zaferi de düşlememiştir; ama, bu yola çıkarken verdiği bir karar vardır ki, o hedefe doğru yürümekte tereddüdü yoktur. Yolunu, Doğu Buhara’nın sarp Pamir Dağlarına çevirir; Temmuz ayının sonlarına doğru karargâhını Abıdere yahut Âbıderya köyünün şirin bağlarına taşır. Günlerce süren yolculuk ve savaşlardan sonra biraz dinlenilecektir. Danyal Bey’in 1. Alayı Dere-i Payan’a, Miralay Faruk Bey’in 2. Alayı Hendekuş köyüne ve Mirza Salih komutasındaki 3. Alay Çildere siperlerine yerleştirilir. Danyal Bey, Nafi Bey ve diğerleri merkezde kalırlar. (Bademci, a.g.e., c.2, s.225)

Belcivan ve Paşa’nın karargâh kurduğu Âbıderya köyü, doğal açıdan Doğu Buhara’nın en güzel yerlerindendir. Üç tarafı Karadağ, Aladağ ve Karatekin dağlarıyla çevrili ve vadiler üzüm bağlarıyla doludur. İki tarafından da dere ile çevrili olan bölge, gerilla savaşı için de uygun bir yerdir.

Enver Paşa çevre köylerdeki birlikleri ziyaret eder. Belcivan Kalesinde Devletmend Bey’in misafiri olur. Devletmend Bey son derece bağlı olduğu Paşa’ya Rusların Âbıderya’yı basacaklarını, karargâhını daha güvenli bir yer olan Destâbâd’a nakletmesini önerir. Paşa gülümseyerek, “Ne olacaksa bir an evvel olsun.” der. Devletmend Bey’in ısrarları karşısında, Kurban Bayramından sonra karargâhı taşımaya söz verir.

25 Temmuz günü, Fuzayl Mahdum, Belcivan’a kuvvetli bir Rus saldırısının olacağını söyleyerek, kışı geçirmek üzere maiyetiyle birlikte Karatekin’e gelmesini ister. Aynı gün İşan Sultan, 400 miskal altın, 10 çuval kuru dut ve 100 kilo da dut helvası göndermiştir; Paşa, bayramda askerlere dağıtsın diye. Dere-i Bâlâ Leşkerbaşısı Teber Bek de, yine bayramda askerlere dağıtılmak üzere, on yedi parça altın, dokuz adet Buhara kumaşından kemha çapan, iki at ve Paşa’ya da, kendi ustalarının yapmış olduğu ‘Mahyer’ tabancayı armağan göndermiştir.

O gece Osman Efendi’den haber gelir ki, Havalin şosesinde Rus askerleri hareket halindedir, bir süre de çatışma olmuştur.

79 Ağabekof o zamanki Rus istihbarat örgütü tarafından Paşa’nın yerini tespit etmek için görevlendirilmiş Ermeni kökenli biridir. Köylerde çerçicilik yapanlar vasıtasiyle aldığı bilgileri Bolşeviklere ulaştırmaktadır. Yayımlanan hatıralarının muhtemelen pek çoğu uydurmadır. Enver Paşa’nın, bir gözeden eğilip su içerken Ağabekof tarafından hançerlenerek şehit edildiğini ileri sürenler de vardır.

El İyd-i Ekber eyledi, biz matem eyledik...

2

6 TEMMUZ 1922. Paşa cepheleri denetlemeye çıkar. Avşar, Cindere köylerini gezer, askerlerle ilgilenir, iltifatlar eder. Dönüşte Hendekent köyünde Mirza Salih Toksabay’a konuk olur; hediyeleşirler; Toksabay’a bir brovning tabanca, askerlerine dağıtılmak üzere de elli altın ve ayrıca Korbaşılara rütbeler verilir.

Paşa ertesi gün yine erkenden siperleri dolaşır; Osman Efendi’yle sohbet eder. O gün, Rusların saldırısı ile Pençtut önünde çarpışmalar olur. Paşa bölgeye giderek siperleri gezer. Mirza Salih Bek’in takviyesi için Cüneyt ve Sahipnazar Beylere mektuplar yazar.

28 Temmuz günü küçük bir tacik birliği gelir; Sengizor’a yerleştirilir. Bu sırada Togaysarı’dan mektup gelir; Rusların Gölab’daki Poşiyan köyünü işgal ve halka zulmettiklerini bildirerek yardım istemektedir. Aklı başına gelmiş gibidir. Kendisine, mektup yazılarak Belcivan’a gelmesi söylenir.

Belcivan Korbaşısı Devletmend Bey Paşa’yı ziyarete gelerek, askerlerin bayram izni istediklerini; ama Rusların hareketsizliğine inanılmaması gerektiğini, özellikle bayramın ilk günü müteyakkız olmak gerektiğini söyler. Paşa, cepheyi boş bırakmamak üzere, ikinci gün askerlere izin verilmesini söyler.

30 Temmuz’da, Çerkez Hüseyin ve Murat Togay’ın bulundukları Havalin cephesi takviye edilir; İş Murat, Osman Çavuş, Behram ve Börütaş o tarafa gönderilir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.231) Komutanlarla yapılan görüşmeler sonucu, şu tertibat alınır: “Belcivan yönünden gelecek saldırıyı Devletmend’in bin kişilik silahlı kuvveti ile bir tabur Baysun askeri karşılayacaktır. Gölab istikametini dört yüz silahlı kuvveti ile Teber Bey, yüz yetmiş dokuz silahlı kuvveti ile Togay Murat ve bir bölük Ferganalı ile Hüseyin Çavuş, bir mitralyöz bölüğü ile İşmurat Çavuş, eğer katılabilirlerse dört yüz kadar silahlı kuvveti ile Paşa Hoca ve Aşur Bey savunacaklardır.

Danyal ve Faruk Beylerin alayları ile Behram ve Börütaş’ın taburları ve Türkmen bölüğü yedekte kalacaklardır. Tertibat leşkerbeşılarına bildirilir. ” (Bademci, a.g.e., c.2, s. 232) Akşam üzeri Ruslar Osman Çavuş’un siperlerine yüklenirler; ama, ilerleyemezler.

Gölap Leşkerbaşısı Paşa Hoca ve Aşur Bey’le temas sağlanır; talimat iletilir ve Havalin’e destek sağlamaları istenir. Bu kuvvetler Hanabâd’a çekilmişlerdir.

31 Temmuz 1922. Öğleye doğru Belcivan cephesinde yeniden vuruşmalar başlar. Büyük kayıplarına rağmen, Ruslar asker yığmaya devam ederler. Enver Paşa akşama kadar, askerin içinde ve çarpışmaktadır.

1    Ağustos 1922. Çarpışmalar devam etmektedir. Devletmend Bey Enver Paşa’yı, bayramı birlikte yapmak üzere köyüne davet eder. Paşa, pek sevdiği ve güvendiği bu komutanını kırmaz.

Paşa ve arkadaşlarının o yılki Kurban Bayramını yanlışlıkla bir gün önce kıldığı, Şevket Süreyya ve diğer kaynaklarda tekrarlanmaktadır. Paşa’nın sekreteri Mirza Pirnefes’in notlarına dayanan Ali Bademci, olaya başka bir açıklama ve açıklık getirmektedir: Rusların, Bayramın birinci günü ve muhtemelen Bayram namazında bir baskın yapabilecekleri düşünülmektedir. Devletmend Bey, daha önce de bu yolda bir uyarıda bulunmuştur. Bunu düşünen Paşa, komutanlar ve din adamlarına, Bayram namazının bir gün önceye alınmasının caiz olup olmayacağını sorar. Halk üzerinde etkili bir din adamı olan Düşenbe müftüsü Lakay Molla Egemberdi, cihat eden Müslümanların seferî sayıldığını, oruçlarını kaza ve namazlarını kısaltabileceklerini, bu cihetten, vacip olan “Kurban ve Ramazan bayramlarının namazlarının da, askeri, düşman saldırısından korumak maksadıyla Bayramın arefesinde yahut ikinci, günlerinde dahi eda edilmesinde şer’an bir sakınca olmadığı” yolunda fetva verir. Böylece Hicrî 1340 yılının Zilhicce ayının 10’una denk gelen Kurban Bayramının, namazının Zilhicce’nin 9’unda kılınmasına karar verilir. (Bademci, a.g.e., c.2, s.233-4)

2    Ağustos 1922. Çevredeki siperlerde yer yer çatışmalar olmaktadır. Paşa, silah seslerinin geldiği siperlere koşar. Sipere girerken, Karakul derisinden yapılmış kalpağını bir kurşun sıyırır. Paşa gayet rahat, kalpağı eline alıp evirir, çevirir ve “Ucuz kurtardık.” der. Siperleri gezmeye devam

3    eder. Karargâhta Devletmend Bey onu beklemektedir. Bir süre sohbetten sonra, Bayram namazı için, Deştâbad köyüne doğru yola çıkarlar.

4     Ağustos, sabah erkenden Paşa’nın Âbıderya’daki otuz süvarilik maiyeti de gelir. Miralay Nafi Bey komutasındaki kırk Türkmen atlısı Âbıderya’da kalır.

O gün çocuklarından bir mektup almış olan Paşa neşelidir. Belki de kardeşi Kâmil’in, Paşa’nın çocuklarını anlatan mektubu o gün eline geçmiştir:

“Mahpeyker koca kız oldu. Herkes güzelliğine, zekâsına hayran oluyor. Her gün düzenli birer saat ders alıyor. Size mektup yazdı. Mürebbiyesi masallar okuyor, o da dinliyor ve anlıyor. İcabında da gayet temiz Almancasıyla anlatıyor.

“Türkân bir melektir. Sakin, halim, kimseyi incitmek istemez; gezdiğini, yürüdüğünü kimseler hissetmez. Çehrece ablasından daha güzel oldu. En çok sevdiği şey, küçük kardeşiyle oynamaktır. O da ablasını pek sever. Beraberce saatlerce oynaşırlar. Üç gün sonra Türkân’ın doğum günüdür; üç yaşını tamamlıyor.

“Küçük Ali Beyimize gelince, her şeyden önce sizden güzel bir isim bekliyor. Bu kadar güzel, bu kadar sevimli, şirin bir çocuk sanırım dünyada bir daha bulunmaz.

Önden mini mini ikinci dişi çıkı; ısırmadığı, koparmadığı şey bırakmıyor....” (A. İnan, a.g.e., s.59)

Enver Paşa çocuğuna ‘güzel bir isim’ koyamamış, “Ali”, Paşanın takma adı olan bu göbek adıyla büyümüştür.

Çevre köylerden gelen büyük bir kalabalık köyü doldurmuştur. Devletmend Bey, Paşa’ya hediye olarak altın ve gümüş işlemeli bir çapan, altın işlemeli bir çalam (yelek) sunar. Paşa bunları giyerek bayram namazına durur. Beş bin kişilik büyük bir cemaatle, namazı Devletmend Bey’in imamı Molla Abdüssamed kıldırır.

Halk Enver Paşa’yı görmek ve ondan herhangi bir hatıra alabilmek ümidiyle kaynamaktadır. Paşa, ulu ağaçların gölgesinde tebrikleri kabul eder. Ardından sofralar kurulur, yemekler yenilir, kımızlar içilir; neşeli bir gün geçirilir. Tebrikler akşam karanlığına kadar sürer.

Akşam uzun ve tatlı bir sohbetten sonra, Paşa biraz hüzünlü, “Size verecek bir bayram hediyesi bulamadım. Arkadaşlığımızı belirten birkaç satır yazı yazarsanız, mühürlerim. Günün birinde size beni hatırlatacak olan bu yazıların Millî Mücadele arkadaşlığımızın da birer hatırası olacağını düşündüm. ” der. Yazıları Ömer Efendi yazmış, Paşa da altlarını resmî mührü ve ta Harp Okulunda kazıtmış olduğu özel mührü ile mühürlemiştir.

O akşam herkes Paşa’da bir tuhaf hal sezmişler ama açıklayamamışlar. Kimi Bayram günleri yaşanan vatan hasretine, kimi son günlerin beklenmedik olaylarına yormuşlar. Paşa o gece, uzun zamanlar uyumamış; sabaha yakın ışıklarının söndüğünü görmüşler.

O gün, 4 Ağustos 1922 Cuma sabahı karargâh sessizlik içindedir. Âdeti üzre sabah vakti, belki de hiç uyumadan kalkıp namazını kılan Paşa, askerlerinin genişçe bir alanda toplanmalarını emreder. Bayramlarını kutlayacak ve harçlık dağıtacaktır. İsmail Hakkı Bey’in anlattığına göre, o gece, bütün varlığı bir bavulun içinde olan Paşa, Afganistan’dan gelen altın ve gümüş paraları da bu bavulda bulundurmaktadır ve bunları çıkartarak ikişer ikişer, kâğıtlara sarmaya başlar; askere dağıtacaktır. Bu paraları daha emin bir yerde tutsak, diyen Hakkı Bey’e gülümseyerek, “Bizim için bir mermi değeri bile yok. ” der.

Askerler toplanmaya devam ederken, ileri karakoldan tek bir silah sesi duyulur: bu, baskın var demektir.

Paşa bazı emirler verdikten sonra atını sesin geldiği yana mahmuzlar. Bu tür baskınlar günlük işlerden olduğu için fazla önem verilmez. Fakat, işin rengi değişmekte; Rusların sayısı artmakta ve ateş yoğunlaşmaktadır. Paşa bütün komutanların çatışmaya katılmalarını emreder. Faruk, Danyal, Börütaş birliklerinin başına geçerler.

Ruslar iyi bir plan yapmışlardır: Bayram namazı kılınırken cemaatı kuşatıp, Enver Paşa’yı esir alacaklardır. Ancak, Paşa ve arkadaşları, fetva ile bayram namazını bir gün önce kılmışlardır.

Ruslar Çegen tepeden, iki makineli tüfekle vadiyi çapraz ateşe almışlardır. Paşa, yanında Türkiye’den Yüzbaşı Çerkez Hüseyin Nafiz, Kazak Eş Murad, Kazan’dan Kerim Bey, Afganlı Sayis ve Müslümankul’un askerleri olduğu halde ateşin üzerine yürür. Rus mevzilerine yaklaşınca kılıcını çekip, “Basın, basın!” diye haykırarak mevzilere girer. Tepede mevzilenmiş Rus birlikleri, kırk atlının bu çılgın gelişi karşısında önce şaşırırlar. Birkaç Rus, Paşa’nın kılıç darbeleriyle ölür. Öndeki mitralyöz teslim alınarak susturulur. Mevzilerdeki askerler tüfeklerini baş aşağı yaparak, topçular ellerini kaldırarak teslim olmuşlardır. Tam bu sırada, öbür taraftaki mitralyöze doğru atını süren Enver Paşa kalbinden yediği bir kurşunla düşer. Sonradan, vücudunda yedi kurşun sayarlar. Atı Derviş de yanına yıkılmıştır. Arkasındaki yiğitler de teker teker düşerler.

Rusların ikinci koluyla savaşan Devletmend Bey aklını kaybeder gibi olur: “Enver Paşa mı? Enver Paşa artık yok mu? Haydi intikam, intikam!..” diye kılıcını çekerek atılır. Birkaç dakika sonra o da Paşa’nın yanına düşer. Makineli tüfeklere karşı kılıçların savaşı durulmaya başlar. Hendekuş’ta bulunan Miralay Faruk, Âbıderya-yı Payan’da olan Danyal, Miralay Nafi Bey ve İspirli Osman Çavuş, cephelerini bırakarak karargâha dönerler. Çeşitli cephelerde başlayan çarpışmalar, Paşa’nın şehadet haberi mücahitler tarafından duyuluncaya kadar devam eder; haberin duyulmasıyla, savaş uranlarının yerini, ağıtlar ve yürekten feryatlar alır. Ancak, Danyal Bey ve Faruk Bey, kuvvetleri hemen toplayarak Rusları kuşatırlar; alevlenen çılgın vuruşmada, Çegen’e kadar ilerleyen Rus birlikleri imha edilir.

Ruslar Paşa’nın öldüğünü sonradan anlarlar. Paşa’nın yanındakilerden Muhiddin ve Mirza Pirnefes Türkmen’in anlattığına göre, Paşa olduğunu da tam kestiremezler. Yerli Tacikler onun elbiselerini çıkartmış, sarıklarıyla kefen yaparak naşını sarmışlar. Zeki Velidi, Rusların eline geçen elbise ve bazı yazıların bu Tacik köylülerden alınmış olabileceğini yazar. Aksi halde, Enver Paşa olduğunu bilselerdi, kuşkusuz Korbaşlarına yaptıkları gibi, onun da başını keserlerdi, der.

Türk karargâhında ise derin bir keder vardır ve Paşa’nın naaşının Ruslarca götürüldüğü zannı acılarını ağırlaştırmaktadır.

Baysun’un anlattığına göre, ertesi sabah yaşlı bir köylü Paşa’nın naaşını Dere-i Payan’da gördüğünü haber verir. Bu haber müjde gibi olur. Paşa’yı tanımayan Ruslar Paşa’nın elbiselerini, çizmelerini soyarak götürmüşlerdir.

Mirza Pirnefes’in bu konuda anlattıkları gerçeğe daha uygun gibidir:

“Enver Paşa ve Devletmend Bey’in cesetlerinin Ruslar tarafından kaçırıldığı zannedildiği halde, Faruk Bey mücahitlerden doğrusunu öğrendi. Danyal, Faruk, Osman Efendi, Mirza Pirnefes, Destankulu perişan halde kendilerini Çegen köyüne attılar. Ve gece saat 23.00 raddelerinde cesetleri aramaya çıktılar, ki, Paşa ve Devletmend daha olduğu yerde duruyorlardı. Faruk Bey cesedi görür görmez bayıldı. Bu yüzden naaşların başında bir iki saat kaybedildi ve Devletmend Bey’le Enver Paşa Çegen köyüne, diğer şehitlerse, Âbıderya-yı Payan’a nakledildiler.” (Bademci, a.g.e., c.2, s.241-2)

* * *

Abdullah Baysun diyor ki: “Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyor... Kaybolan sade bir insan değil, milyonlarca Türk’ün ümidi, istiklali, zaferi, tarihi idi... Onu gözyaşlarıylayıkadık; üzerine

bayrak örterek, çevresine nöbetçiler diktik.” Devletmend Bey’in tabutu da yanındadır. (Baysun, a.g.e., s.111)

Mücahitlerden Mustafa Şahkulu şöyle anlatır: “Kurban Bayramının ikinci günü idi, 5 Ağustos 1922 Cumartesi günü... Paşa’nın şehadetine inanmayanlar geliyorlar, naaşın üstüne örttüğümüz ve onun hayatında bir an yanından ayırmadığı Türk bayrağını kaldırıyorlar, müsterih ve mütebessim ebedî uykusuna dalmış bu aziz ölünün elini, ayağını öpüyorlar, ‘Muy mübarek, muy mübarek!’ feryatlarıyla afakı inletiyorlardı. Bir çok ihtiyarlar yalvararak Paşa’nın sakalından bir kıl istiyorlar; onu en değerli çevrelerine sararak kalplerinin üstüne koyuyorlardı. Hülasa bir kıyamet koptu ki, tasviri mümkün değildir.

“Asgari otuz bin kişi toplanmıştı; Belcivan boşalmış gibiydi, herkes Çeğen’e gelmişti. Ahali ağlıyor, hafızların tekbir sesleri, yüksek sesle Kur’an-ı Kerim tilaveti, halkın feryatlarına karışıyordu. Ben bu kadar ölü gördüm; hiç birisi Enver Paşa’nın ebedî uykusu gibi müsterih ve huzurlu değildi. Sanırdınız ki, neredeyse gözlerini açacak ve size gülümseyecek...” (Z.V. Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.453; C. Kutay, a.g.e., c.6, s.58)

O gün Belcivan’ın Âbıderya, Çeğen köyüne, öğlene doğru otuz bin civarında insan toplanmıştır. Aziz şehitler bir pınarın başındaki ulu ceviz ağacının altındadır. Binlercesi, “O’nun nurlu yüzünü son kere olsun görebileyim” diye didişiyorlardı. Miralay Faruk Bey, bayılanlar arasındaydı ve şüphesiz, kısa bir süre sonra aynı mertebeyi kazanıp Paşa’sının yanına yatacağını bilmiyordu.

Muhteşem bir namazdan sonra, o ceviz ağacının altına defnedilirler.

Türkistan-Anadolu Köprüsü kurulmuştur.

* * *

Şöyle bir ölüm tutanağı düzenlenir:

“Şehid-i Muhterem Enver Paşa Hazretleri, pek mukaddes ve âlî bir maksat peşinde, Buhara-yı Şerîfin Belh-i Cevan vilayetinin Çegan nam mahallinde, miladî 4 Ağustos 1922 ve kamerî 11 Zilhicce 1340 senelerinin Kurban Bayramının ikinci Cuma günü, gündüz öğle vaktine karib bir zamanda hun-i pâkini mahall-i mezkür toprakları üstüne akıta akıta kahramanâne ve merdane bir surette rütbe-i şehadete nail olmuştur.

(Mühür ve imza) Turan İhtilal Ordusu

Türkistan Cephesi Komutanı ve Emir-i Leşker-i İslam-ı Buhara Enver Paşa’nın Naibi Miralay Ali Rıza”81

11. 10. 1922 tarihli Pravda gazetesi, “Enver Paşa’nın cesedi, vücudunda beş kurşun yarası, Türk sitili başlığı ve çizmeleriyle bulundu” diye yazar (Joseph Costagne, Türkistan Milli Kurtuluş Hareketi, İstanbul-1980, s.150)

Paşa’nın elbiseleri, dürbünü, botları, kılıcı, yanından ayırmadığı, Naciye Sultan’ın, kolundaki bazubent içinde olduğunu söylediği Kur’an-ı Kerim’i Moskova Askerî müzesindedir.

Enver Paşa’nın Sultan isimli atı miralay Ali Rıza Bey’e verilir. Tabancası Afganistan Savaş Bakanı Nadir Han’a gönderilir. Bartınlı Muhiddin, Halil ve Mirza Muhiddin Beyler, çamaşırlarından bir parça ile İstanbul’a gönderilirler.

Rusların ele geçirdikleri, Enver Paşa’nın çizmeleri, elbisesi, kılıcı, dürbünü ve Kur’an’ı Moskova’da askerî müzede sergilenmektedir. (Aydemir, a.g.e., c.3, s.688)

* * *

Eşi Naciye Sultan, Enver Paşa’nın kendisine yazdığı son mektubundan söz eder; ilgi çekicidir. Bu mektubun 4 Ağustos 1922 tarihinde eline geçtiğini ve okuduğunu söyler ki, Paşa’nın şehadet günüdür. “Bu mektupta İsviçre’ye geçmek istediğini yazıyordu. Fakat bu projesini yerine getirebilmek için, kendisinin ölmüş olduğuna herkesi inandırması gerektiğini söylüyordu. Hatta benim bile, ölüm haberini aldığım takdirde buna inanmış görünmemi tembih ediyordu.” (Naciye Sultan a.g.e, s.65) Enver Paşa’nın gerçekten böyle bir şey yapacağını yani İsviçre’ye geçeceğini düşünmek mümkün değildir; nitekim eşinin yorumu da, ölüm haberi karşısında kendisini oyalamak için yazdığı yolundadır. Kendisine Enver Paşa’nın ölüm haberi gelince, son mektupta yazdıklarını hatırlayan eşi, inanmış görünür; ama ölümüne inanmaz. Eşi şöyle devam eder:

“Her şeyden önce memleketini, ondan sonra da beni seven ve düşünen kocam, ölümünden sonra bile beni aylarca oyalayıp, üzmemenin yolunu bulmuştu. Gerek mektubun elime varışı, gerekse ölüm olayının aynı tarihte olması garip bir tesadüf

eseriydi. Kocamın hakikaten ölmüş olduğunu üç ay sonra öğrendim ve ancak o zaman bu kara habere inandım.” (Naciye Sultan, a.g.e, s.67)

Nabican Bakiyev, Paşa’nın, Tacikistan SSR Komünist Partisi arşivinde bulunan bir de vasiyetnamesinden söz eder. (Bakiyev, a.g.e., s.251-2) Bu metnin ve sözü edilecek olan giriş yazısının Paşa’nın el yazısı olup olmadığını bilemiyoruz. Bakiyev vasiyetnamenin giriş yazısının da Paşa tarafından yazıldığını ileri sürmektedir. Giriş kısmı şöyledir:

Yazar diyor ki, “Evet, bir insanın kendi ölüm ilanı niteliğini taşıyan ibareleri Enver Paşa bizzat kendisi yazmış dünyadaki nadir fanilerden biri olmuştur. ”

“Her can ölümü muhakkak tadacaktır. ” âyetinin hatırlatıldığı vasiyetnamede, istiklal için mücadele edilmesi, aşağılanmalara boyun eğilmemesi istenmektedir.82

O günlerde yayımlanan Afgan gazetesi İttihad-ı İslam, Enver Paşa’nın, “3 Ağustos 1922 arife günü, subay ve erlerine, şehit olacağına dair bir rüya gördüğünü söylemişti.” diye yazar. Türkistan halkı uzun süre O’nun

şehadetine inanmaz; türlü söylentiler çıkartılarak yaşadığı ileri sürülür. Türkistan Pravda gazetesi O’nun 15 Ağustos’ta Doğu Buhara’da öldüğünü yazar. Ama Türkistan halkı bu haberin asılsız olduğunu ileri sürerek kabullenmez. İngiliz istihbaratının Eylül ayı sonlarına doğru sağladığı bilgi, Enver Paşa’nın ölmediği yolundaydı. Baysun’dan gelen iki Türk subayı, Enver Paşa’nın, Tirmiz yakınlarındaki bir çarpışmada hafif yaralandığını, ama daha sonra büsbütün iyileştiğini iddia ediyordu. Emir Şekip Aslan diyor ki, “Enver Paşa’nın şehadet haberi bütün dünyaya yayıldı. Doğu milletleri Enver’e çok bağlı ve onun hayatında çok haris olduklarından, şehadet haberlerine bu milletler bir türlü inanmak istemiyorlardı. Bu felaket haberini yalanlamaya meyyal idiler. Bahusus bu kabilden bir telgraf Kafkaslardan gelmişti. Buna göre Enver Paşa’nın şehadet haberi bir Rus uydurmasından ibaret idi.” Doğu milletlerinin gazetelerinde de, O’nun sağ olduğuna dair haberler eksik olmaz. (Cihangir, a.g.e., s.96-7)

Eski Buhara Savunma Bakanı Abdülhamit Beyin, Paşa’nın şehadetiyle ilgili verdiği bilgilere rağmen, “Daha önce Meşhed’den gelen haberlerde, Enver Paşa’nın hâlâ sağ olduğu ve Türkistan Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığına getirildiği iddia ediliyor”du. (Dr. Salahi r. Sonyel, a.g.e, s.54, c. 211, s.1201-1202)

Fransız haber alma teşkilatını raporlarına göre “Onun mezarı, âsi (mücahit) Müslümanların ziyaret yeri olup, Kızılordu ile savaşacak bir birlik herşeyden önce onun mezarını ziyaret ederek, onun huzurunda İslamcılığı korumak için savaşacaklarına söz verirler. ” (Yamauchi, a.g.e., s.76)

Enver Paşa’nın ölümünden sonra Türkistan’da, onun Türkistan Müslümanlarını ayaklandırmak için Buhara’da gizlendiği inancı yayılır. Türkiye’de de, resmî bilgilere rağmen, O’nun öldüğüne değil, gizlendiğine inananlar vardır. Türkistanlı şairlerin şiirleriyle besledikleri bu inanç, özellikle Arap ülkelerinde O’nu tanıyanlar arasında yaygındır. Zeki Velidi Bey, “O günlerde hiç kimse Enver Paşa’nın öldüğüne inanmak istemiyordu. ” diye yazar. “Yalnız, kendi Cemiyet adamlarımız tarafından yazılan resmî haberden sonra, kanaat hasıl olup, her tarafta mersiyeler yazılmaya başlandı. ” (Z.V. Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.453)

Afganistan Hükûmeti, 2 Ekim 1922’de, Paşa’nın ölümü için bir günlük yas ilan eder ve yapılan törene Afgan Kralı Emanullah Han da katılır.

Cemal Kutay diyor ki, “Enver Paşa’nın bir macera peşinde koştuğunu söyleyenler, tarihi tahrif etmektedirler ve utanmalıdırlar. Enver Paşa hiç şüphesiz son devir Türklüğünün idealist, kahraman askerlerinden birisidir. İstemiş olsaydı ve eğer hayatına zerrece değer vermiş olsaydı, Afgan Hanının ısrarlı davetlerini kabul eder, Afganistan’a geçerdi. Burada kendisini sadece izzet ve ikram bekliyordu. Hayır... Enver Paşa Türkistan topraklarında şehit olarak yaratacağı destan ile, Moskofların bütün baskılarına ve mezarının taşsız olmasına rağmen, anneler Türk çocuklarının kulaklarına onun destanını fısıldayacaklar, kızılların zulüm ve tedhişine rağmen, hürriyet ateşini o aziz şehidin hatırasıyla ayakta ve şuurlu tutacaklardı. ” (Kutay, a.g.e., c.6, s .43)

Buhara uleması, Şehit Enver Paşa için “Buhara’daki evliyanın en büyüğü Enver Padişahımız.” diye fetva verir. Çeğen’deki mezarı halkın ziyaretleriyle bir kutsiyet kazanır. Türkistanlılar toprağından avuç avuç alarak, yüzlerine gözlerine sürerler. Tabutu parçalanarak kıymıkları, uğur olsun, mutluluk getirsin diye halka dağıtılır. Buharalı genç, “Enver, bizim için ölmüş bir kahramandır. Onun tabutunun kıymıkları mukaddes bir armağan olarak her Buharalının sandığında saklıdır. ” der. O, Doğu Türkistan dahil büyük Türkistan’ın her yanında aysıt (aziz) olarak yaşamaktadır. Birden çok yerde makamı vardır. Enver Paşa’nın sakalından alındığına inanılan kıllar, “Mübarek kıl” diye kâğıtlara sarılarak ceplerde taşınır; onu öpüp ağlarlar. Hasta olanların medet umduğu Çeğen’deki bu mezarın gönüllü türbedarları vardır ve her yıl çevresinde kurbanlar kesilir.

O yıllardaki Hindistan Hilafet Komitesi üyesi ise şunları söyler:

“Enver Paşa muvaffak olsaydı iş başka olurdu. Fakat onun Türkistan davasına bizzat iştirak edip orada şehit olması bu davaya bir kudsiyet vererek Hindistan Müslümanlarına tesir eden bir hadise oldu.”

Kuzey Kaskasya eski savunma bakanı Ali Kantemir ise şöyle der:

“Türkiye’de Enver Paşa için ne düşünürlerse düşünsünler, o her Türkistanlı tarafından hürmetle yad edilecektir.” (Hayit, a.g.e., s.298)

Özbek yazar Nabican Bakiyev şunları yazar:

“Türk âleminin, Enver Paşa olmasaydı, mutlaka bir başka Enver Paşa çıkarması şarttı. Şükürler olsun ki, Cenab-ı Allah bize Enver Paşa’yı armağan etmiş, Türkistan’a göndermişti... Rus işgaline karşı, kimsenin o güne kadar yapamadığını gerçekleştirmiş,

dağdaki basit çobanından beyine kadar halkı tek cephede birleştirerek bunu başarmıştı. Bundan daha da önemlisi, yanında Türkiye’den gelme pek çok Osmanlı subayıyla, olağanüstü fedakârlıklar içinde, Türk âleminin tek kardeş, tek cephe olabileceğini, kendi hayatlarını şehit vererek ispat etmişlerdi.” (Bakiyev, a.g.e., s.254)

Onu en iyi tanıyan ve ülküsüne sadık kalan Lübnanlı Arap aydınlarından Emir Şekip Aslan, Enver Paşa’nın kişiliği hakkında şunları söyler:

“Zamanımızın Müslümanları arasında Onun himmet ve maksadının baş döndürücü yüceliklerine, azim ve iradesinin hedef tuttuğu uzaklıklara, ateş gibi parlak ve yakıcı hamiyetinin yüksek düzeyine kolay kolay yaklaşacak hiçbir kimse yoktur. Onu tanıyanların hepsi, Onun şahsında bir taraftan, hiçbir kimseye baş eğmeyen bir şecaat ve kahramanlığın, diğer yandan ise utangaçlık, incelik, merhamet ve alçak gönüllülük gibi faziletlerin sonuna kadar tamamı tamamına bir arada toplanmış bulunmasına şaşarlardı. İnsanlık, Enver Paşa’nın şahsiyetinde, bir güvercinin sakin ve sevimli haliyle, hırçın bir arslanda görülen heybetten doğmuş bir örnek veriyordu. İdaresine karşı nefretinden dolayı en katı düşmanlarından olan bir adamın dahi, Enver Paşa’yı tanıdığında, kendisini sevmediği için içinde suçluluk hissetmediği pek azdır. Çok kere bize açıkça söylenmiştir ki, bir takım kimseler Enver Paşa’yla görüşmeden önce ona karşı kalplerinde kin ve düşmanlık ateşi alev saçarken onunla görüşüp tanıştıktan sonra, kalplerindeki bu kin ateşi yerine güven ve samimiyet peydah oluvermiştir.

“Enver Paşa, iş yapmayı söz söylemeye tercih eder, sevinmekten ve övünmekten hoşlanmazdı. ... Onun rütbesi ve makamı yükseldikçe, alçak gönüllülüğü artıyordu. ... Kendisi son derece şecaat sahibi, dini bütün, eli ve beli tertemiz, hür seciyeli bir zât idi.” (Cihangir, a.g.e., s.100, 101, 105)

* * *

Şehit Enver Paşa kitabını, yine büyük bir Türkistan mücahidi olan bilgin tarihçi A. Zeki Velidi Togan’ın değerlendirmesiyle bitirebiliriz.

“Enver Paşa’nın Türkiye’deki hayatının henüz tarafsız olarak yazılmadığını, Şerif ve Saffet Örfî Beylerin, Paşa aleyhindeki kitaplarını okuduğumuz halde, diyebiliriz ki, Enver Paşa son Türk tarihinin şüphesiz en büyük şahsiyetlerinden biridir. Bu zât Türk ve Dünya siyasi hayatındaki konumunu şüphesiz ki tesadüfen yahut birisinin korumasında elde etmedi. Bence, 1914-1916 yıllarında Çanakkale’yi mucizevi bir başarıyla savunan Türklerin başında bulunan kimseler, elbette son Türk tarihinin en önemli şahsiyetleridir. Çünkü Türkler burada gösterdikleri emsalsiz fedakârlık ve şehametle, Dünya Savaşına başka bir yön verdiler ve onu, sonuç itibariyle hiç kimseye kazandırmayıp, Rusya’da ihtilal çıkmasına ve o yoldan Türkiye, İran ve Afganistan için yeni kurtuluş yolları açılmasına sebep oldular. Türklerin bu rolü, Onaltıncı yüz yıldan beri görülmeyen bir aktivite işareti idi ki, bundan sonra da dünya tarihinin inkılap noktalarında bulunacakları, bununla ispat edilmiştir. Aynı zamanda 1916 yılında Türkistan’daki ayaklanmalar da, Rusya’nın ensesinde bir yumruk olmakla, Çanakkale savunmasının hedefine hizmet eden, fakat tarihî önemi bugüne kadar iyi belirlenemeyen olaylardan

biridir.

“Enver Paşa şecaati, temizliği, yüksek himmeti, sabır ve metaneti ile Türkistanlıları hayrette bıraktı. Enver Paşa ve yanındaki Türk subayları, bilhassa Faruk Bey, Türkistanlıların nazarında Türk şecaatinin, Türk ülkücülüğünün somut sembolü olup kalmışlardır. Enver Paşa’nın Türkistan’daki harekâtı esnasında yanında bulunanlardan çoğunun hatıraları elimdedir. Hepsi de bu zâtın, şüphesiz temiz ve ekseriya hesap ve muhakeme çerçevesine sığmayan bir idealist olduğunu söylemektedir.”

Zeki Velidi Bey, Rusların Paşa’yı, hayalî bir İslam devleti kurmak peşinde bir maceracı olarak göstermeye çalıştıklarını, Suriye’de gazetelerin, Enver Paşa’nın Akdeniz ile Çin arasında bir Turan devleti kurmak üzere İslamiyeti istismar ettiğini yazdıklarını, bir kesim Avrupalı yazarın O’nun şehadetini İslamcılığın iflası olarak gördüğünü, söyler. Türkiye’de nasıl gösterilmek istendiğini de okuyucu hatırlayabilir.

Türkistan’daki mücadeleyi şöyle değerlendirir: “Yalnız Rusya değil, İngiltere tarafından da cidden kontrol edilmekte olan, hiçbir yerden silah ve cephane getiremeyen Enver Paşa, halk kitlesi tarafından bundan fazla bir yardım göremezdi. ” Afganistan’dan gelen iki yüz elli tüfek, Türkistan’da yüz bin diye yankılanmış ve halk silah almak için korbaşılara koşmuştur. “Silahsız ve cephanesiz olduğu halde Enver Paşa, Yedisu ve Akmola vilayetlerinin ücra köşelerindeki Kırgız-Kazakların gönlünde bile bir ateş yakabilmiştir. ”

Enver Paşa ile olan görüşmelerinde, kendisine “Hazır değiliz” dediği zaman, Paşa’nın “Daha uzun zaman hazır olacak da değilsiniz” dediğini ve bunda da haklı çıktığını söyleyen Zeki Velidi Hoca şöyle devam eder:

“Enver Paşa Türkistan olaylarına katılmamış olsaydı, yıllardan beri devam eden Türkistan ayaklanması, yavaş yavaş prozaique bir şekilde yatışacakmış. Enver Paşa bu harekete yeni bir anlam kazandırdı ve olaylar gösterdi ki, eğer Buhara Emîri ve köhneperestler engel olmasa, Enver Paşa Düşenbe’deki kuvvetlerle bile, bir darbede Semerkand’a gelebilecekmiş; bunu, Enver Paşa’ya karşı iş gören Rus kuvvetlerinin önemli komutanları bile söylemiştir.83 Enver Paşa elbette en büyük idealist idi. Buhara’dayken, bütün zorlukları anladığı halde, hiç görmediği, hatta hiçbir kitaptan bile öğrenmediği bir ülke ve çevrede, milyonda bir ölçülü bir haritayı ele alarak ata binip, Buhara’dan Pamir’e koşması, başka biçimde açıklanamaz... Enver Paşa elbette Türklerin Deli Dumrul’larından biridir. Türkistan’a geldikleri zaman bunu idare eden ruh ve ülkü, Türkiye’de bilhassa Balkan Savaşından sonra yaşatılan ‘Türkçülük’ ruhu idi. Doğrudan doğruya bir siyasi Panislamizm ve Pantürkizm hayalleri değildi.”

Enver Paşa’nın istediği her an, yanındakilerle birlikte Afganistan’a geçebileceğini, burada kendisini izzet ve hürmetin beklediğini, hatta

Efzaleddin Han’ın, Afgan askerleriyle geri dönerken, kendisini zorla götürmek istediğini, Paşa’nın şiddetle reddettiğini söyleyerek, şöyle bitirir:

“O, mutlaka Türkistan toprağında ölmek kararını vermişti. Enver Paşa Türkistan toprağında ölmekle, bu ülkede ve Türk tarihindeki en büyük görevini yapmıştır. ...Mustafa Kemal Paşa yaşayarak, Cemal ve Enver Paşalar şehit olarak, Ön ve Orta Asya İslam ve Türklerinin tarihinde, on altıncı yüz yıldan itibaren başlayan ikinci devrenin (gerileme dönemi) artık kapandığını ve üçüncü devrin, istiklal ve aktivite devrinin başlamış olduğunu gösterdiler.” (Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 457-460)

* * *

Enver Paşa için bir çok ağıtlar yazılır. Biri de, Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca’nındır:

Türk balası Oruslardan köb sıkıldı

Er kırıldı, kız ezildi, yurt yıkıldı

Hamiyetlik Enver Paşa onu surab

Kelib azad etmek için şehid boldu 

İntikam... al intikam....

Ünlü Özbek şairi Çolpan’ın ağıtı, Talat ve Cemal Paşaların şehadetlerini de anar:84

Feryadım dünyanın barlığın boğsun, Feryadım dünyanın tümünü boğsun

Ümitnin en songnı iplerin üzsün Ümidin en son ipini koparsın,

Gazaptan titreğen yaş bir yiğitnin Ki gazaptan titreyen genç bir yiğidin

Taşdin sinesige oklar ornaşmış. Taştan sinesine oklar saplanmış.

Tağlarda erk üçün yürügen kiyiknin Dağlarda özgürlük için gezen geyiğin

Kara gözlerige matemler girmiş. Kara gözlerini matem bürümüş

Deryalar, tolgınlar titretken bir er Deryalar, tolgunlar titreten bir er

Darbalar kahridin yıkılmış galmış. Darbeler altında yıkılmış kalmış.

Gurtuluş yulduzu yoklugga kirmiş Kurtuluş yıldızı yokluğa gitmiş

Senin son canını yavların almış. Senin son nefesini düşmanlar çalmış.

Mermere boyları, Edirne yolu, Marmara boyları, Edirne yolu,

Çatalca kenliği, Boğaz tarlığı Çatalca genliği, Boğaz darlığı

Karpat belendliği, Trablus çölü Karpat dorukları, Trablus çölü

Güzel Selaniknin şirin bağları Güzel Selaniğin şirin bağları

Şehitler yüzige tamguçi nurlar Şehitler yüzünde yansıyan nurlar

Kanlar yığlattı bizi bu haber Bu haber bizlere kanlar ağlattı...

Berlin küçeleri yigitnin birin Berlin caddelerinde kan dalgaları

Toptuluk gulbeler goynıga aldı. Yiğitlerden birini koynuna aldı

Tiflis havaları bir necat erin Tiflis havaları bir kurtuluş erini

Gara ganga boyap yerlerge saldı. Boyayıp kara kana, yerlere serdi.

Tarihnin rengini köp ganlar bilen Tarihinin rengini çok kanlar ile

Garaytgan, toldırgan birak Belcuvan Boyayıp, doldurmuş olan Belcivan

En songı ümidni ganga boyagan En son ümidini kana boyadı.

Ah! Gandag uğırsız zamanlar kelgen Ah! Nasıl da uğursuz zamanlar geldi...

Feryadım dünyanı boğup öldürsün Feryadım dünyayı boğup öldürsün

Gapgara bahtımga şeytanlar külsün Kapkara bahtıma şeytanlar gülsün...

Enver Paşa’nın askerlerinden olup “Mim u Nun” imzasıyla yazan şair de şöyle demektedir:

Ketdi dünyadan u kün ul ğazı Anvar, kaydadur?

Yığlamay naylay, biradar, sahibkıran halin körüb?

Köz yümüb-açkunça kaldım bu falakning dastida,

Ul mubarak gismi kaldı Balcuvanıda sölüb.

‘‘Mim-u nün’’, sen yığlağıl har bir zaman faryad etub, Şayad Allah mağfirat kılğay gunahıng, rahm etub. Gitti dünyadan o gün ol gazi Enver nerdedir? Ağlıyorum arkadaş sahipkıranın halin görüp Zalim felek aniden bu felaketi yağdırdı O mübarek cismi Belcivan’da soldu, kaldı.

Mim ü Nun sen her zaman feryad ile ağla

Belki Allah acıyıp günahlarını bağışlar.85

80    Mustafa Şahkulu, Kırımlı olup Moskova’da eğitim görmüş, Başkurt Hükûmetinde Yüksek İktisat Şubesinde çalışmış, daha sonda Buhara’ya geçip Genç Buharalılar Hükûmetinde görev almıştır. Enver Paşa’nın gelişi ile ona katılmış ve şehadetinden sonra da Hacı Sami’nin yanında mücadeleyi sürdürmüştür. Hatıraları Zeki Velidi Bey’in özel kütüphanesindedir.

81    Ali Bademci, bu ölüm tutanağının sonradan ve muhtemelen Bartınlı Muhiddin Bey’le birlikte düzenlenmiş olabileceğini söyler. Protokolde 11 Zilhicce 1340 tarihi, 4 Ağustos 1922 olarak gösterilmektedir ki, bu yanlıştır; 10 Zilhicce olması gerekir. Ayrıca 4 Ağustos, bayramın ikinci değil, birinci günüdür. (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.244)

Ali Bademci’nin bu tespitlerini destekleyen bir noktaya daha işaret edelim: “El iyd-i ekber eyledi, biz matem eyledik” sözü o günlerde söylenmiştir ve Paşa’nın iyd-i ekberde yani 4 Ağustos, Cuma ve bayramın birinci gününde şehadetini gösterir. Eğer bayramın birinci günü aynı zamanda Cuma’ya tesadüf ederse, buna “Büyük Bayram” yahut “İyd-i ekber” denilir. Zeki Velidi Bey de şehadeti bayramın birinci, Cuma günü olarak gösterir. (Z. Velidi Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.452.) Baysun ise, bayramın birinci günü olarak 4 Ağustos 1922’yi Perşembe olarak gösterir ve Paşa’nın şehadetinin 5 Ağustos Cuma günü olduğunu yazar; yani bayramın ikinci günü. (Baysun, a.g.e., s.108, 109) Bayram namazının bir gün önceye alınması, bu karışıklığı açıklamaktadır. Paşanın askerlerinden olup, onun hakkında bir mersiye yazan şair de, Cumartesi günü naaşının bulunduğunu söylemekle, şehadetin Cuma günü olduğunu belirtmiş olur.

Roz-ı şanba, saat onda bir habar keldi, biling,

Deydilar, keltirdilar cism-i mubarakni bulub.

82    Paşa’nın sözü edilen vasiyetnamesinin aslına ulaşabilmek için Nabican Bakiyev ile irtibat kurduk ve bir resmini yahut fokokopisini istedik. Ancak, yazar, arşivdeki belgenin, vasiyetnamenin Rusça tercümesi olduğunu, aslının muhtamelen Moskova’ya götürüldüğünü bildirdi.

83    Okuyucu burada, Sarıkamış Harekâtını da, bizimkilerin ancak Rus komutanların eserleri yayımlandıktan sonra doğru olarak değerlendirebildiklerini, Paşa’nın emirlerine uygun hareket edilseydi, Sarıkamış’ın felaket değil zafer olacağını, Rus komutanları okuduktan sonra anladıklarını hatırlamalıdır. Burada Hoca, bir ilim adamı ve Türksever niteliğiyle, vaktiyle Paşa’ya yaptığı telkinler hilafına gerçeği dürüstçe yorumlayabilmektedir.

84    Şiir Z.Velidi Togan’ın Türkili Türkistan Tarihi, s. 454’ten alınmış, Anadolu Türkçesine aktarması yer yer değiştirilmiştir.

85    Askerlerinden biri Özbekçe mersiye yazmıştır. “Mim-u Nun” takma adını kullanan o kişi Enver Paşa askerlerinden birisi olduğu şiirden anlaşılmaktadır. T. Kahhar bu mersiyenin “Yaş Türkistan” dergisinde (Paris, 1930, sayı 3-4, s. 41-42) “edebî değerine bakmadan, Enver Paşa ölümüne ithafen yazıldığı için baıldı” diye vurgulandığını bildirmekte.

Enver Paşa ve Sonrası Hacı Sami Bey

H

ACI Sami Bey, Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın küçük kardeşidir. Teşkilat-ı

Mahsusanın mensuplarından olup, bir süre İzmir Emniyetinde çalışmıştır. Balkan Savaşı sonrasında Edirne’nin kurtarılması hareketinde ve Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda hizmet etmiştir. Enver Paşa’nın İslamcı ve Türkçü propagandalar yapmak üzere Türkistan’a gönderdiği beş kişi içinde O da vardır.86

Türkistan’da bulundukları 1916 yılında Hacı Sami ve arkadaşları, Yedisu’ daki büyük ayaklanmaya, Şabdan Batır idaresindeki Kırgızlara katılırlar. “Kırgızların işi artık bozulmak üzere idi. İki ay içinde sert çarpışmalar oldu. ” Sonunda mücahit Kırgızlar büyük kitleler halinde Doğu Türkistan’a sığınırlar. Ruslar büyük katliam yaparlar. (Z. v. Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.341)

Sonunda, Çin’den Türkiye’ye döneceklerinde, Hacı Sami Bey, gidip anavatanı düşman işgali altında görmektense, Türkistan’a geçip oradaki kardeşlerimizin bağımsızlık davaları için çalışalım der; arkadaşları kabul etmezler.

Hacı Sami arkadaşlarından ayrılır ve Türkistan’a geçer. Enver Paşa ile irtibatını kesmez. O’na Türkistan hakkında verdiği ilk bilgilerde, buraların, bir istiklal mücadelesi yürütmeye hazır olmadıklarını söyler. Anadolu’ya girmeden Millî Mücadele’yi desteklemek gerektiği fikrini savunur. Enver Paşa Türkistan’a gitme kararını verdikten sonra ise, hep bu fikri destekler ve yanında olur.

* * *

Paşa’nın şehadetinden sonra, Korbaşılar toplanarak mücadeleye devam kararı almış ve Azerbaycanlı Türkmen Mücahit Danyal Bey’i komutanlığa getirmişlerdi. Ancak kısa bir süre sonra, bu sorumluluğu ancak Hacı Sami

Bey’in taşıyabileceği düşünülerek, Danyal Bey’in mektubuyla, kendisini davet etmişlerdir. Hacı Sami, 10 Ocak 1922’de, Düşenbe’nin geri alınması sırasında Afganistan’a geçmiş. 3 Ağustos 1922’de de, Enver Paşa’nın yanında olmak üzere Emanullah Han’dan izin alarak Feyzabad’a geçmişti.

Paşa’nın şehadet haberi ve ardından Danyal Bey’in mektubu burada alınır. Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca, Selim Sami Bey’e, paşalık rütbesi vererek, onu bütün mücahit birliklerinin komutanı yaptığını açıklar ve durumu Afgan Hanına da bildirir. Hacı Sami, paşa ünvanını hiç kullanmamıştır. 25 Ağustos 1922’de, yanında Abdülhamit Arif Bey, Azebaycanlı Nureddin Bey olduğu halde, bir miktar cephaneyle Darvaz’a geçer. Burda kendisine, Paşa’nın şehadet haberini bildirmek üzere orada olan İspirli Osman Çavuş katılır.

Sami Paşa ve maiyeti 2 Eylül 1922’de Fuzayl Mahdum’un köyü olan Şirabad’a gelirler ve büyük bir tören, ardından şenliklerle karşılanırlar. Recep Baysun’un yazdığına göre, Enver Paşa’nın ölümünden doğan derin üzüntüden, Paşa’nın cesaret ve yiğitliğini övdüğü Hacı Sami’nin gelişi ile kurtulmaya çalışırlar. (Baysun, a.g.e., s.143)

Onun için “Türkistan İhtilal Orduları Başkomutanı” yazılı bir mühür kazıtılır. Ertesi gün Miralay Faruk Bey ve kuvvetleri gelir. Yusuf Ziya Bey ve bir çok korbaşılar da gelirler. Hacı Sami Paşa hemen kuvvetleri görevlendirmeye başlar. Çete savaşlarından başka yol olmadığını gören Sami Paşa, kuvvetleri buna göre ve oymaklar temelinde yeniden düzenler, başbuğ atamaları yapar. Şehadet haberi üzerine başgösteren gevşeklik ve dağılmanın yerini yeni bir canlanma ve toparlanma alır.

25 Eylül 1922’de, Sami Paşa yönetimindeki millî kuvvetler, Dere-i Payan üzerinden Belcivan tepesine, Enver Paşa’nın kabri başına gelirler. Burada askere hitaben güzel, duygulu bir konuşma yapar:

“Ey halk!

“Şu kabr-i şerifte yatan şehid-i âlâ ve gazi-i namdâr, İslamın medar-ı iftiharı ve insanlığın saygın tanıdığı Uluğ Enver Paşa, niçin buralara gelip, her türlü mahrumiyet içinde, halk arasında haşır neşir olup, sonunda, şimdiye kadar medeniyet ve İslamiyet tarihinin kaydetmediği biçimde, aslanca ve kahramanca bir arzu ile, severek ve sevinerek gözleriniz önünde rütbe-i şehadete kavuştu. Temiz kanını, sizin mübarek vatanınız üzerine serpti. ... Yüreğimizi kanatan bu şehitlik olayı, size yeni yeni uyanışlar verdi. Şimdiye kadar akıttığınız kanlar inşallah boşa gitmeyecektir. Türk vatanı ve İslâm

yurtlarının bağımsız olacağına yüce şehit Enver Paşa merhumun kutlu mezarı şahittir...

“Ey Halk,

“Biliniz ki, emîr-i şehit Enver Paşa merhum, sizleri kurtarmak için, yalnız gördüğünüz buradaki mücadelesi ile değil, çocukluğundan beri Kafkas, Türkistan, Hive ve Buhara-yı şerif’in gerçekten kurtulması için çalıştı...” Hacı Sami Paşa Türkistanlıları, el ve gönül birliği içinde, Paşa’nın başlattığı savaşı zafere götürmeye çağırır; Bolşevik güruhunu “Sizin birliğiniz hürmeti ve azameti için en yakın zamanda mahvedeceğimize inanın ve güvenin. Bu kurtuluş, nusret-i İslâmdır. Enver’in kabri İslam dünyasının kalesidir. Gerçek hayat odur ki, ya onurumuzla bağımsız yaşarız yahut kahramanca şehit oluruz.” “Zillet hiçbir zaman İslâmın şerefi ile bağdaşmaz.” (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.263-4; Masayuki Yamauchi, a.g.e., s.301)

Sami Paşa, Belcivan önünde Ruslarla tutuştuktan sonra, kuvvetlerini Darvaz’a çeker. Buradan Ali Rıza Bey’e bir mektup yazarak yanına çağırır. O da hep iyimserdir:

“Belcivan’dan alınan ganimet, iki mitralyöz, on iki sandık cephane birinci savaşta; ikinci savaşta, iki gün topçu ateşiyle saldırıyı koruyan Rus askerini def ettik. Ve gece karşı saldırımızda düşman panik yaptı; yedi sandık cephane, yirmi beş tüfek ve bir çok askeri malzeme ve elbise ele geçirdik. Devletabâd ile Gölab arasındaki savaşta, otuz iki ölü bırakan Rusların silahları ganimet edildi. Müminabâd savaşında tüm kuvvetlerimi savaşa sürdüm. Lakaylar İbrahim Lakay ve Togay kaçtılar. Ben yakayı zor kurtardım. Lakin düşmanda dehşetli kayıp var. Yine Doğu Buhara’yı allak bullak edeceğiz. Belcivan, Gölab, Darvaz, Karatekin vilayetlerinde Savaş Meclisi İdareleri kuruldu. Halkın hakları sömürücülerin elinden kurtarılabilmiştir.” (A. Bademci, a.g.e., c.2, s.264- 5)

Bu arada Fergana’yı terketmek zorunda kalan ve Karatekin’e kabul edilmesi Sami Paşa tarafından emredilen Şir Mehmet Bey kuvvetleri gelir. Danyal, Fuzayl Mahdum ve Şir Mehmet Bey arasındaki geçimsizlik çatışmaya döner. Hacı Sami Paşa sert davranır; fitne çıkartanları kurşuna dizer. Ruslarla görüşmeler yaptığı ve Karatekin’in kendisine verilmesi halinde anlaşacağı duyumu üzerine İşan Sultan’ı idam ettirir. Sami Bey’in Afganistan’dan getirip Darvaz’da depo ettiği cephanelere de el koymak istediği söylenmiştir. Hareketi haklı da olsa, Enver Paşa’ya ilk el uzatanlardan bir din adamı olan İşan Sultan’ın idamı huzursuzluk yaratır. Belli ki, Sami Paşa disiplinli olmakla birlikte, Enver Paşa’sı kadar kendine güvenli değildir. Enver Paşa’dan yayılan sevgi ve güvenin yerini, tedirginlik ve ürkeklik almaya başlar. Ancak bazı Özbek ve Barlas oymakları daha çok bağlanırlar.

14 Kasım Çildere civarındaki savaşlarda Danyal Bey şehit olur. Onun şehadeti üzerine, “Madem ki o öldü, herkes ölsün!” diyerek, askerlerin bozgununa yol açan Toygun Bek’i, Sami Paşa vurur. Hacı Sami’nin kuvvetleri gittikçe azalmaktadır; Miralay Faruk ve Miralay Nafi Beylerle, Osman Çavuş yanıbaşındadır.

Millî kuvvetler, 16 Aralık’ta Poşiyan köyünü işgal ederler. Bu sırada Togaysarı çıkagelir; Sami Paşa kendisini fena halde azarlar ve tehdit eder. Muhtemelen, zaten hizmet niyetiyle gelmiş olan Togay Bek, o vakitten sonra itaatten ayrılmaz ve Sami Paşa’nın her emrini canla başla yerine getirir. Gölab Kalesini kuşatan millî kuvvetler, yardımcı Rus güçlerin gelmesiyle, birkaç gün vuruştuktan sonra çekilirler.

Ocak 1923 başlarında Belcivan Kalesi yeniden kuşatılarak düşürülür. 20 Ocak’ta Sazaklı köyü savaşlarında Miralay Faruk Bey yaralanır. Karluk köyüne gelinip, yeniden Ruslarla tutuşulur ve geri atılır. Hacı Sami Paşa, Rusların Kengürt garnizonunu kuşatır. Kalabalık bir Rus kuvvetinin yardıma gelmesiyle, millî kuvvetler bozguna uğrayacakken, birdenbire Togaysarı’nın kuvvetlerinin yetişmesiyle durum tersine döner. Ne var ki bu arada, üç günden beri yaralı olarak savaşa devam eden Miralay Faruk Bey’in atından düştüğü ve Hakka yürüdüğü görülür. Şehidin naaşı taşınarak, Enver Paşa ve Devlet Bey’in yanına defnedilir.

Hacı Sami Paşa, elindeki küçük kuvvetlerle büyük başarılar elde ediyor, şehirleri kuşatarak düşürüyordu. Ancak, mevcut kuvvetlerle buraların ne kadar elde tutulabileceği belirsizdi. Ancak Türkmen Cephesi Komutanı Ali Rıza Bey’e yazdığı mektupta, eşi ve çocuklarıyla yanına gelmesini istiyordu. Diyor ki,

“Vahş Derya’dan Kâşgar’a kadar Rusları işten çıkardık. Vilayet teşkilatı yaptım ve askeri iki kısma ayırdım. Bir vilayet askeri birer alay kuvvetinde, diğeri kuvve-i seyyare emrinde akıncı vazifesi görüyorlar. Bu şekilde çok başarılar görüldü. Subaya çok ihtiyaç var. Bizim Türk askerleri de olsa yeterlidir; bölük komutanlığı ederler. İki aylık savaşlar bizlere ağır geldi. Büyük rütbedeki subay kayıplarının yerini doldurmak mümkün olamıyor. Siz arkadaşlarla gelirseniz, Doğu Buhara cephesi ile Fergana-Kâşgar cephesini size bırakıp, ben, seyyar alaylarla Semerkand, Tümen ve Türkmen içlerine akmak tasavvurundayım. Rusya içinde büyük karışıklıklar var. Türkistan’ın mukadderatını Türkler belirleyeceklerdir. Ruslar bana barış teklif ettiler. Bizi Afganlılarla çarpıştırmak istiyorlar. O mektuplarını Afgan Emîrine gönderdim............................................................................................................................ Hacı

Sami” (Bademci, a.g.e., c.2, s.284)

Şubat ayı ortaları, kışın şiddetli zamanlarıdır. Millî kuvvetler Taşbulak üzerinden Lengeran köyüne geçmişlerdir. Burada, Enver Paşa’nın değerli komutanlarından Aşur Bek’in, Afganistan’a iltica etmek üzere hareket halinde olduğu görülür. Miralay Nafi Bey tarafından yakalanan Aşur Bey için Savaş Divanı kurulur ve “Altmış silahlı süvari ile savaş alanını terkederek Afgan Hükümetine” sığınmak teşebbüsünden, kurşuna dizilmesine karar verilir. Aşur Bek kurşuna dizilir.

Bu arada, Hacı Sami Paşa, İbrahim Lakay’ı bulup, onunla hesaplaşmayı kafaya koymuştur. Bir mektup yazar:

“Bir kaç günden beri sizinle buluşmak için dere tepe gezdiğim halde, kaçıyorsunuz.

Enver Paşa’nın şehadetinden sonra Genel Karargâh ile hiç temas etmediniz. ... Sizi takip edeceğim. Benim kuvvetlerimi arkanızda yormayın. Çünkü bunlarla daha bir çok düşmanla hesaplaşmak niyetindeyim. Binaenaleyh, bu mektubu alınca hemen Menlibey köyüne geliniz.

Türkistan İhtilal Orduları Başkomutanı Hacı Sami”

Mektubu götürüp, İbrahim Bey’e ulaştıran postacı dönünce, Sami Paşa hemen harekete geçerek İbrahim Bey’in bulunduğu köyü kuşatır. İbrahim Bey gelir. Sami Paşa, azarlamaya başlar:

“Bu yaptıkların nedir?... Bu büyük millî davada başkalarının komutası altına girmemek için çıkardığın bin bir zorluktan vaz geçmeyecek misin?”

İbrahim Bey:

“Aman Paşam; ben ettim sen etme. Hüda’ya tövbe kıldım; bağışla. ”

Sami Paşa:

“Bu kadar ihaneti bağışlamak bir şartla olur; Millî Mücadeleye bütün kuvvetlerinle katılacağına söz verir misin?”

Açıklanması zor; ama, o günden sonra İbrahim Bey, Hacı Sami Paşa’nın emirlerinin hiç dışına çıkmayan, en sadık korbaşılarından biri oldu ve Onun Türkiye’ye dönmesinden sonra da Millî Mücadeleyi sürdürdü.

İbrahim Bey kuvvetlerini Düşenbe üzerine gönderen Sami Paşa, emrindeki birliklerle Yürçi-Kekeydi şosesi üzerinde, Yürçi’ye doğru ilerlerken, Rus kuvvetlerinin ani bir saldırısına uğrar. 6 Mart 1923 günü, Enver Paşa’nın pek sevdiği İspirli Osman Çavuş, alnından yediği bir kurşunla

şehit olur. İki tarafın da aldığı takviyelerle çarpışmalar birkaç gün sürer. “11 Mart 1923 günü, Türkistan’daki en faal Türk subaylarından Osman Çavuş’un naaşı Hayit Bek’e teslim edilerek Babadağı’na” gönderilir ve burada defnedilir.87

Hacı Sami Paşa, elindeki kuvvetlerle sürekli hareket halindedir ve Batı Buhara, Güzar, Karşı, Küyten ve Şirabâd taraflarına baskınlar yapmakta, çete savaşlarına devam etmektedir. “Ruslar her yerde o kadar kalabalık oldukları, uçakları, telefonları, telgrafları, telsizleri, casusları çalıştığı halde, atları ve yedek atları da her zaman hazır olduğu halde, Hacı Sami Rus garnizonlarını çocuk gibi oynatıyordu. Bununla çeteciliğin nasıl yapılmak gerektiğini Türkistanlılara gösterdi. ” (z.v. Togan, a.g.e., s.468)

Bolşevikler bir yandan Korbaşılarla savaşırken, bir yandan da türlü desiselerle mücahitleri birbirine düşürmeye ve dağıtmaya çalışmaktadırlar; yer yer başarılı da olmaktadırlar.

Mayıs ayının ortalarına doğru, mücadeleye devam etmenin artık bir anlamının kalmadığını düşünen mücahitler, Sami Paşa’ya kendi söyleyemediklerini, Gölab Müftüsü Sadreddin Han’a söyletirler. Son günlerde Özbek Korbaşılardan Abdürrahim Bayveçe ve Babadağ’ın güçlü Korbaşısı Hayit Bek de şehit olmuşlardır.

Hacı Sami Paşa başını önüne eğmiş, susmaktadır. Ortalığa bir ölüm sessizliği çöker. Bu sırada Korbaşılardan Sahipnazar’ın gür sesi duyulur:

“Ben mücadeleden vaz geçmeyeceğim. Ölünceye kadar devam edeceğim. Bolşevikler ocağıma incir diktiler. Sağ kaldığım müddetçe silahımı elimden bırakmayacağım. Yalnız da kalsam, yurdumdan ve Enver Paşa’nın yolundan ayrılmayacağım. Eğer ölürsem ve cesedimi gömecek kimse bulunmazsa, varsın benim vatanımın çakalları yesinler!”

Yine tam bir suskunluk çökerken, Hacı Sami Paşa ayağa kalkar; gözlerinden yaşlar akmaktadır; Sahipnazar’ı kucaklar, alnından, yanaklarından öper, öper, “Sahibim,” der, “senin gibi çok az kahraman gördüm. Cenab-ı Allah sana yardım etsin ve memleketine bağışlasın. Beni çok mutlu ettin. Bu, öyle büyük bir ülküdür ki, şimdilik ölsek de, sonsuza dek yaşayacağına dair şu mert karakterinle bana ümit verdin. Ben hayatı dağ başlarında geçmiş, on yıldan beri çocuklarının yüzünü bile görmemiş, doğduğu yerden uzakta yaşayan bir insanım. Mücadeleden yılmadım; çünkü

bu ülküye ömrümü vakfetmişim. Ama, arkadaşlar haklı. Şimdi sana düşen bir vazife var; bize son bir hizmetin olsun. Ne yapalım mukadderat böyle imiş. ”

Sahipnazar, “Emret Paşam!” der. Hacı Sami, “Hayır, artık Paşa ben değilim, sensin.” der, “Komutanlık sana yakışır. Kalmak isteyen arkadaşların komutanı sensin. Bu durumda sana düşen görev şudur: Bizi Ceyhun Nehrine kadar götürüp, karşıya geçmemizi sağlayacaksın; sonra, hareketinde serbestsin.”

* * *

Sahipnazar, aldığı görevi göz yaşları içinde yerine getirmiş ve Hacı Sami Bey’le arkadaşlarını Afganistan’a geçirmiştir. Buradan, Türkiye’ye gelmek üzere, Türk Büyükelçiliğine verilen mücahitler listesi içinde Miralay Nafi Bey, Bolulu Hüseyin Çavuş ve Çerkez Hüseyin de vardır.88 Zeki Velidi Bey, Hacı Sami’nin bir mektubundan söz eder: Kâbil’e geçmiş olan Hacı Sami Bey’le mektuplaşıyorlarmış. Bir mektubunda, Enver Paşa’yı Batı Buhara’ya geçmesi için teşvik ederken çok iyimserdin; şimdi kötümser görünüyorsun, der. Hacı Sami cevap verir: “Kötümser değil, yaralıyım ve ata binemiyorum. Türkiye’ye dönüp, biraz dinlendikten sonra, bir gün yine dönüp geleceğim. ” (Z.V. Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s.469)

Hacı Selim Sami Bey’in, yani yenilgi kabul etmeyen bir neslin bu kahraman mensubunun bundan sonraki hayatı pek kısadır. Ve bu kısa süre, gelecek kuşaklar için örnek olmaktan çok, ibret alınacak, düşündürücü, hüzünlü bir macera olarak geçecek ve sona erecektir.

Mülteciler, Meşhed’e gelirler. Hacı Sami Bey burada, Türkmenistan Cephe Komutanı Ali Rıza Bey’le karşılaşır; o da Türkiye’ye dönmektedir; karısı ve çocuğu da yanındadır. 24 Ekim 1923 tarihinde, Türkiye’nin Meşhed Şehbenderliğine, beklenen yazı gelir: Hacı Sami Bey hariç, diğer bütün mücahitler Türkiye’ye kabul edileceklerdir.

Enver Paşa ile yakınlığı herkesçe bilinen Hacı Sami Bey, bu kararı nasıl karşıladı? Bilinmiyor. Selim Sami 1914 yılından beri Türkiye dışındadır ve artık çoluk çocuğuna kavuşmak istemektedir; ama Türkiye’nin kapısı yüzüne kapanmıştır. Şimdi arkadaşlarından ayrılmak zorundadır. Ancak, Hacı Sami parasız olduğu gibi Miralay Nafi Bey’in de, diğerlerinin de beş paraları yoktur. Hacı Sami ne yapacaktır? Türk Hükümetinin bu kararından bir şey anlamayan ve şaşkına dönen Türkistanlılar, yanlarında taşıdıkları ufak tefek

ne varsa satarak, Sami Bey’e 700 tümen (İran parası) verirler. Bu mücahitlerin de bir kısmı, Türkiye’den beklenen cevabın gecikmesiyle, oralarda kalmaya karar vermiş, sayıları azalmıştır; Hacı Sami Paşalarını, 28 Ekim 1923 günü gözyaşlarıyla uğurlarlar. Hacı Sami Tahran’a gideceğini söylemiştir.

Kalan mücahitler Türkiye’ye gelirler. Hacı Sami Tahran’da bir süre, yine Türkiye vizesi alabilmek için uğraşır; olmaz. Buradan Bağdat’a geçerek yine epeyce bir süre Türkiye vizesi için uğraşır; yine olmaz. Halep’e geçer. Dört yıl olmuştur.

Bundan sonrası hakkındaki bilgiler iyice siliktir; bir takım duyumlar ve yorumlara dayalıdır: Hacı Sami Bey, İskenderiye’ye, buradan da bir yolunu bulup Sisam Adasına ve oradan 1927 yılı Ağustos başlarında Kuşadası’na geçmiş. Niyeti gizlice, ailesinin bulunduğu Salihli’ye gitmekmiş. Ancak, resmî makamlara, “Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e gittiği trene bomba koyacağı” yolunda bir ihbar gelmiş. Jandarmalar yola çıkmışlar ve Salihli’ye giderken, 24 Ağustos 1927 günü, Çine ile Bozdoğan arasındaki Madran Yaylasında çıkan çatışmada öldürülmüş.

Millî Mücadele boyunca yurt dışında bulunmuş olan Hacı Sami Beyin, ilişkileri ve özellikle Enver Paşa ile olan yakınlığı sebebiyle olsa gerek, Yüzellilikler listesine alınmış olduğu bilinmektedir. Ağabeyi Eşref Bey de bu listeye dahil edilmiştir. Hacı Sami Beyin yeni Cumhuriyetin yönetimine dost olmayacağı açıktır. Ancak niyet ve faaliyetleri hakkında o günün duyumlarına ve İstiklal Mahkemelerinin tutanaklarına güvenmek de zordur.

86    Hindistan üzerinden Türkistan ve Çin’e kadar uzanan bu yolculuk ve mücadelelerin geniş hikâyesi, Adil Hikmet Bey’in, Asya’da Beş Türk (Ötüken Yayınevi, İstanbul 1998) isimli eserinde anlatılmıştır. Hatıraların ilk tefrika edildiği (1928 yılı) dönemde nasıl bir hava esiyor olmalıydı ki, Adil Hikmet Bey, altı yüz sayfalık kitap içinde, Hacı Sami’nin adını bir kere olsun anmaz; çok zorunlu olduğu zaman, “beşinci arkadaşımız” ibaresini kullanır.

87    Bu hususlarda Zeki Velidi Togan’ın, muhtemelen Mustafa Şahkulu’nun hatıralarına dayanarak anlattıkları biraz farklıdır. Buna göre, İbrahim Bey Gölab savaşında Hacı Sami’yi bu çarpışmalarda arkadan vurması için Togaysarı’ya talimat verir; fakat Togay buna cesaret edemez. Tam tersine, Sami

88    Paşa ona Hisar’ın kuşatılmasını emrederek o tarafa gönderir. Kendisi de süratle İbrahim Bey’in karargâhının bulunduğu Göktaş’a yürür. Lakayları bozarak İbrahim’i esir eder. “Yayan kalan İbrahim, elinden düşürdüğü tabancasını bile yerden kaldıramadı.” (Z. V. Togan, Türkili Türkistan Tarihi, s. 466) İbrahim Bey, felaketlerin sebebi benim; öldürürsen haklısın. Ama affedersen, bütün varlığımla hizmet ederim, diye aman diler. Hacı Sami, İbrahim Bey’i vurmaz, bağışlar. Hacı Sami’nin bu şiddetli disiplini Lakayların, Barlas ve Marka gibi Özbeklerin hoşuna gider ve bağlanırlar.

Zeki Velidi Bey’in farklı anlattığı diğer husus da, Osmanlı subaylarının şehadetleridir. Onun kaydına göre Danyal Bey ve Binbaşı Osman Bey, Gölab çarpışmalarında şehit oldular; Enver Paşa’ya bağlanıp onun birlikleri içinde sadakatle hizmet eden Rus Kozağı Rayev de bu çarpışmalarda öldü. Miralay Faruk Bey ve Murat Çavuş da Gölab’a dönerken şehit oldular. Sami Paşa, Miralay Faruk Bey, Danyal Bey, Binbaşı Osman Bey ve Murat Çavuş’u, Enver Paşa’nın yanına defnettirdi. Rayev’in cenazesini de Lakaylara vererek gömdürdü.

89    Ali Bademci, bu bilgileri aldığımız ve yukarıdan beri alıntılar yaptığımız kitabında (a.g.e., s.293- 4), Hacı Sami Beyle birlikte, tespit edebildiğini söylediği yirmi dört mücahidin adını vermektedir.

Enver Paşa Ailesi

ENVER Paşa’nın eşi Naciye Sultan, Paşa’nın şahadetiyle, yirmi altı yaşında dul kaldı. Bir yıl sonra Paşa’nın kardeşi hariciyeci Kâmil Killigil ile evlendi. Bu evlilikten Rana isimli bir kızları oldu. 1952 yılında Osmanlı Hanedanının kadın üyelerinin Türkiye’ye dönmelerine izin veren kanunun çıkmasıyla İstanbul’a geldi. 5 Aralık 1957’de, İstanbul’da altmış bir yaşında öldü.

Enver Paşa’nın kardeşi, Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Killigil Paşa, savaştan sonra gayretlerini silah sanayii kurulmasına yöneltti. Eyüp- Sütlüce’de bir silah fabrikası kurdu. 5 Mayıs 1949’da fabrikada, sabotaj olduğu söylenen büyük bir patlama oldu ve Nuri Paşa da burada vefat etti.

Enver Paşa’nın yaşıtı olan amcası, Kûtü’l-Amare kahramanı Halil Kut Paşa, Millî Mücadeleden sonra ne siyaset, ne de askerlikle ilgilendi. 1957 yılında İstanbul’da vefat etti.

Paşanın büyük kızı Mahpeyker Ürgüp, Dr. Psikiyatrist oldu ve meslektaşı Dr. Fikret Ürgüp ile evlendi. Çeşitli ülkelerde yaşadılar. Çocukları Hasan Bey 1989 yılında vefat etti.

Küçük kızı Türkân Mayatepek kimya mühendisi oldu. Dış işlerinden Hüveyda Mayatepek ile evlendi. Eşi çeşitli ülkelerde büyükelçilik yaptı. Türkân Hanım 1989 yılında vefat etti. Oğulları Osman Mayatepek halen Ankara’da yaşamaktadır ve Mihrişah isimli bir kızı vardır.

Oğlu Ali Enver hava subayı oldu. Dünyanın en iyi pilotlarından biri olarak ün yaptı. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda Enver Paşa’nın çocukları için özel izin çıkardı ve Ali Enver Türkiye’ye geldi. Akademi sınavlarına girdi ve kazandı. Ancak, Enver Paşa’nın oğlunun kurmay olması istenmediği için Akademi’ye alınmadı. Çok üzülen Ali Enver yüzbaşı iken istifa ederek subaylıktan ayrıldı ve önce İsveç, sonra Avustralya’ya yerleşti. Uçakla akrobasi gösterileri pilotluğu yaptı. 1974 yılında bir dağ tırmanışında uğradığı kaza sonucu vefat etti. Ali Enver Bey, Abidin Daver’in kızı ile evlenmiştir. 1955 doğumlu Arzu isimli bir kızı vardır. Arzu Hanımın Burak isimli oğlu yirmi yaşlarındadır.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to