Şefik ÇAKMAK İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi, Maliye Bakanlığı Eski Gelirler Genel Müdür Yardımcısı TEORİ DERGİSİ NİSAN 2009 - SAYI: 231
Cumhuriyetle
hesaplaşmanın maliye cephesi
Varlık Vergisi bugüne kadar karşı devrimcilerce Cumhuriyet
Devrimi'nin yumuşak karnı olarak görülmüş ve insafsız bir saldırının hedefi
yapılmıştır. Ne yazık ki, bu saldırıyı yalnızca karşı devrimcilere özgü saymak
doğru olmaz. Eğitim kurumlarında (lise tarih kitaplarında ve üniversitelerin
iktisat ve maliye derslerinde) bile Varlık Vergisi hoyrat bir ulusalcılık,
bilimsel temelleri olmayan bir vergi uygulaması olarak öğretilmeye
çalışılmıştır. "Hitler'in Yahudi düşmanlığının Türkiye'ye ithali"
olarak niteleyenler bile çıkmıştır.
Hitler zulmünden kaçan ve devrimci Türkiye'nin kucak açtığı Yahudi
Prof. Neumark'ın "Vergi Teorisi" ile ilgili yazılarında Varlık
Vergisi sistemine önemli yer verdiğinden hiç söz edilmez. Çünkü vergi teori ve
uygulamasında uluslararası ünü olan, herkesçe otorite kabul edilen Prof.
Neumark'ın Varlık Vergisi ile ilgili görüşlerinin bilinmesi istenmez. Varlık
Vergisini uygulaması için İstanbul Defterdarı yapılmış ve kendisine bu amaçla
verilen görevi kabul etmiş Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası[*]
adlı bir kitap yazmaktan da çekinmez.
Kapitülasyonlar, İttihat ve Terakki'nin Abdülhamit'e karşı
savaşının ulusal ekonomi boyutu, İstiklal Savaşı'nın malî kaynağını sağlayan
Tekâlifi Millîye Kanuna, Türk Devriminin Osmanlılıktan ulusalcılığa geçiş
eylemi olduğu gerçeği. Cumhuriyet'i ulusal bir ekonomi oluşturma ihtiyacına
zorlayan acı geçmiş... Evet, bütün bunlar bilinmeden ve irdelemeden Varlık
Vergisi doğru olarak değerlendirilemez ve irdelenemez.
Osmanlılıktan ulusalcılığa geçişin önemli nedenlerinden biri
Girit'in yitirilmesi ve Girit göçüdür. Abdülhamit'in 25 Ağustos 1896'da
onayladığı Girit için "özel reform programı" sonunda Girit
yitirilmiştir. Girit için kabul edilen "özel reform programı". Doğu
Anadolu'da devlet kurma peşinde olan Ermenilere cesaret ve ümit vermiştir.
Hemen ertesi günü çok önemli bir terör eylemi gerçekleştirilmiş. Taşnak
çeteleri İstanbul'da Bankalar Caddesi'ndeki Osmanlı Bankası'nı basarak bankanın
Türk güvenlik görevlilerini öldürmüşler, Girit'e tanınan hakların doğunun altı
vilayetine de verilmesini istemişlerdir. Silah seslerine koşan Karaköy ve
Eminönü'ndeki balıkçı ve hamallar çetecilere saldırmış ve bazı çetecileri
öldürmüşlerdir. Ermeni çetecilerin elebaşılarını, saldırıya uğrayan bankanın
Fransız Genel Müdürü çatıdan gizlice kaçırarak kurtarmıştır.
Varlık Vergisi olayım
iyi anlayabilmek için, İttihat ve Terakki ile hız kazanan ulusalcılığı yaratan olayları ve koşulları iyi
anlamak gerekir.
II.
ULUSAL EKONOMİ OLUŞTURMANIN TARİHÇESİ
1 . İttihat Terakki ve ekonomide ulusalcılık
İttihat Terakki'nin iktidar dönemi Balkan Savaşları ve Birinci
Dünya Savaşı yıllarına rastlar. Bu savaşlarda dışarı ile işbirliği içindeki
Rum, Ermeni ve Yahudi tüccar ve bankerlerin ulusumuzun boğazını sıkma gayret ve
eylemleri, ulusal bir ekonomi ve bunun için ulusal bir burjuvazinin
oluşturulması gayretlerinin tetikleyicileri olmuştur. İstanbul'da her zaman
yaşanan gıda sorunu savaş yıllarında çok fazla artmıştır. İttihat Terakki
yönetimi, iaşe sorununu çözme görevini Kara Kemal'e verir. Kara Kemal İstanbul
'da ticareti ellerinde tutan, gıdaları depolarda saklayan, karaborsa yoluyla
büyük vurgunlar peşinde koşan gayrimüslimlerin ticaret tekelini kırmadan
İstanbul'un gıda sorunun çözülemeyeceğini görmüştür.
"İaşe Müdürü" Kara Kemal, karaborsacı gayrimüslimlere
karşı esnafı örgütler. Türk şirketleri oluşturur. Kanı Kemal'in devlet
desteğinde Türklerden oluşan şirketler oluşturma gayretleri, İttihat Terakki
içinde çok tartışılmıştır. En önemli karşıtları Maliye Bakanı Cavit Bey ve
Yahudi milletvekili Emanuel Karasu'dur. Diğer yandan İktisat Mecmuasında Moiz
Kohen'in (ya da diğer adıyla, Muhsin Tekinalp'in) ekonominin ulusallaşması
girişimini desteklemesinin, bu konuda devletin öncülüğünü savunmasının altını
çizmesi gerekir.
2.
Türk şirket ve bankalarının kurulması
İttihat Terakki yönetimi Türklerin ekonomik faaliyette etkin
olmalarına önem vermiş, bunun için Türk şirket ve bankalarının kurulmasına ve
çalışmasına devletin desteğini sağlamıştır. Türk esnaf, tüccar ve çiftçisini
Yahudi, Rum, Ermeni tefecilerin elinden kurtarmak ve
tefeciliğe son vermek için yerel ve ulusal bankacılık devletçe desteklenerek
geliştirilmiştir. İttihat Terakki yönetiminden de önce Türk devriminin
öncülerinden Mithat Paşa Ziraat Bankasının çekirdeği "Memleket
Sandıkları"nı kurmuştu.
Türklerin ekonomi alanındaki uğraşıları asırlardır Ahilik
kuralları ile yürüyor ve yürütülüyordu. Türklerin dükkân açmaları, meslek
sınavını kazanmaları yanında, kentlerde nüfusa göre belirlenen dükkân sayısı
göz önünde tutularak verilen izin ile gerçekleşebiliyordu. Türklerin
İstanbul'da dükkân açması ve yerleşmesi de Ahi örgütünün ve Kethüda sisteminin
iznine bağlıydı. Lonca ve Kethüdalık sistemini kaldıran Esnaf Kararnamesi 26
Ocak 1910'da kabul edildi. Böylece "Esnaf Cemiyetleri" kurulmasının
yolu açılmış oldu. Kara Kemal'in yönlendirdiği esnaf derneklerinin girişimi
ile; Milli Mahsulât Osmanlı Anonim Şirketi, Milli İthalat Kantariye Anonim
Şirketi, Milli Ekmekçi Anonim Şirketi kuruldu.
Bu dönemde kurulan bankalarda aşağıdaki gibidir:
|
Kurulduğu il |
Kuruluş yılı |
İstanbul Bankası |
İstanbul |
1911 |
Emlak ve İkrazat Bankası |
İstanbul |
1914 |
Milli Aydın Bankası |
Aydın |
1914 |
İslam Ticaret Bankası |
Adapazarı |
1914 |
Karaman Milli Bankası |
Karaman |
1915 |
Kayseri Kök İktisat Bankası |
Kayseri |
1916 |
Akşehir Osmanlı İktisat Bankası |
Akşehir |
1916 |
Eskişehir Çiftçi Bankası |
Eskişehir |
1916 |
Ticaret ve İtibari Umumi Milli Bankası |
İstanbul |
1917 |
Konya Milli İktisat Bankası |
Konya |
1917 |
Manisa Bağcılar Bankası |
Manisa |
1917 |
Esnaf cemiyetleri ile yukarıda sayılan şirket ve bankalar, 1923
İzmir İktisat Kongresi'nde ulusal şirket ve burjuvazinin oluşumuna önem
verilmesi ve desteklenmesi için devletin etkin olması yönünde yoğun çabalar
sarf etmişler ve bildiriler sunmuşlar, İktisat Kongresi kararlarında da etkin
olmuşlardır.
III.
VARLIK VERGİSİ: DÜNYADAKİ TEORİ VE PRATİĞİ
1 . Varlık Vergisinin teorik dayanağı
Türkiye'de hemen herkes Varlık Vergisi'ni yerden yere vurmuş,
vergicilik anlayışı ile ilgili olmadığı, ulusalcı görüşlerin bir hezeyanı
olduğu ileri sürülmüştür. Bu konuda, hem bilgisizlik, hem de estirilen
"anti-demokratik" rüzgârının etkisinde katma yüzünden, hiç de bu
vergi aleyhinde olmaması gereken çevreler ve insanlar bile bu tezleri benimser
duruma düşmüşlerdir. Oysa durum hiç de bunların iddia etliği gibi değildir. Varlık
Vergisi'nin hem teoride, hem dünyadaki vergi uygulamasında önemli yeri vardır.
Varlık Vergisi anlayışının en önemli savunucusu J. M. Keynes'tir.
Keynes, klasik liberal ekonomi anlayışım kabul etmemiş, arz ve talep dengesinin
kendiliğinden oluşacağı ve J. B. Say'ın arzın talebini yaratacağı kuramını
reddetmiş, arz ve talep arasındaki dengesizliğin ekonomilerde tıkanıklık, hatta
büyük bunalımlar yaratacağını savunmuş, bu görüşlerine dayanan önlemler
önererek 1929 bunalımından çıkılmasını sağlamıştır. Arz talep dengesinin
sağlanması kapsamında sosyal politikalar uygulanmasını da savunmuştur.
Bu görüşleri yanında ve bunları tamamlar nitellikte, "Genel
Varlık Vergisi" diyebileceğimiz, borçla vergi arası bir kavram ileri
sürmüştür. Keynes, savaş
nedeniyle bozulan ekonomik düzenin yeniden normale dönmesi için, "savaşın
yarattığı olanakları kullanarak zenginleşen kesimin vergilendirilmesi"
gerektiği görüşündedir. Keynes, "zorla borç almayı" ve alınan
borcu ekonomi düzeltildikten sonra taksitlerle geri ödemeyi savunmuş,
buna amaçlayan görüşlerini savaşın bedelinin ödenmesi
üzerine yazdığı kitabında yayımlanmıştır. Keynes, Fransa Maliye Bakanı'na 1926
yılında yazdığı mektupta, "Umumi bir varlık vergisi, fazilet, adalet ve
nazariye bakımlarından münakaşa götürmeyecek şekilde faikdir
[üstündür-ŞÇ]" demiştir.[†]
Gene çok önemli bir vergi teorisyen ve uygulamacısı olan Prof. F.
Neumark da, savaştan haksız kazanç elde edenlerden "savaş vergisi"
olarak vergi alınmasını (borç değil) önermiştir. İddia edildiği gibi Varlık
Vergisi, teorik dayanağı olmayan ve sadece Cumhuriyet Türkiye'sine özgü bir
uygulama değildir. Dünya maliye literatüründe "Varlık Vergisi" (ya da
aynı anlama gelme üzere "Servet Vergisi") kavram ve tanımının önemli
bir yeri vardır.
Ülkenin varlıklarını koruyan devletin, kişilerin elinde olsa da
gerektiğinde bu varlıklardan pay alması gerektiğini ("Varlık
Vergisi"ni) savunan ve tarihi 16. yüzyıllara kadar uzanan görüşler.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra somut vergi uygulamalarına
dönüşmüştür. Neumark'ın "savaş zenginlerinden alınan vergilerle savaşın
yaralarının sarılması"nı savunan görüşleri doğrultusunda, varlık vergisi
benzeri vergiler Almanya, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, İsviçre,
Hollanda, ABD, Fransa, İngiltere'de de uygulanmıştır. Örneğin Almanya'da
savaştan kaynaklanan olağanüstü kazançlardan vergi alınması, 31Mart 1942 günlü
kararname ile düzenlenmiştir. Yunanistan'da 1942 yılında uygulamaya konan
"Arızi olarak elde edilen servetler vergisi" adı verilen vergi ile
"1 Nisan 1941 tarihinden sonra edinilmiş ve vergilendirilmemiş
servetler" ve "Nereden ve nasıl elde edildiği belgelenmeyen
paralar" vergilendirilmiştir. ABD'de savaş hazırlıkları giderlerini
karşılamak üzere şirket kârlarından %94 vergi alınmıştır.
III. VARLIK VERGİSİ'NİN
NEDENLERİ
1 . İstiklal Savaşı'nın mali yükünü
karşılamada Anadolu ve İstanbul
Varlık vergisi elbette, aşırı artan devlet giderlerinin
karşılanması amacı ile uygulamaya konmuştur. İstiklal Savaşı'nın Tekâlifi
Milliye vergileri de bir çeşit varlık vergisidir, hem de en ağırından.
İnanılmaz yoksunluk ve yoksulluk koşulları içinde İstiklal Savaşı'nı
yürütenler, savaşın giderlerini karşılamak için Anadolu halkından çok daha ağır
vergilerin ödenmesini istemiş ve bu vergileri almışlardır. Üstelik, ülke servet ve gelirinin yığıldığı yer olan İstanbul'un varlıklı
kesimi, İstiklal Savaşı'nın finansmanı
ile ilgili hiçbir mali yükün altına girmemiştir.
İstiklal Savaşı'nın mali
yükünü esas olarak Anadolu halkı
sırtlamıştır. Varlık Vergisi'nin
uygulanmasında, bu önemli gerçeğin de etkisinin olmadığı söylenemez. Varlık
Vergisi nedeniyle kıyameti koparanlar, fakir Anadolu halkının tüm varlıklarıma
%40'ını (yarıya yakınını) isteyen Tekâlifi Milliye Kanunu'nu görmezden
gelirler, İstiklal Savaşı'nı başaran devrimci kadroların, savaştan sonraki kamu
gereksinimlerinin karşılanmasında, İstanbul zenginlerini vergilendirmemeleri
zaten düşünülemezdi. Ancak, Varlık Vergisi'nin amacı, sadece devletin akçalı gereksiniminin
karşılanması ile sınırlı değildi.
Ulusal ekonominin kurulması, ekonomik etkenlik ve egemenliğin
ulusallaştırılması amacı da devlet gereksiniminin karşılanması amacı ile iç içe
olan bir başka amaçtı.
2. Ekonominin ulusallaştırması ve Varlık Vergisi
İstiklal Savaşı'ndan hemen sonra devrimci kadrolara, devrimin
önderlerinin ortaya koyduğu hedef olan "ekonomik bağımsızlık"
gerçekleştirilmeden ulusun siyasi bağımsızlığının olamayacağı ilkesi, sıkı
sıkıya bağlı kalmaları ve asla unutmamaları gereken bir ödev olarak verilmişti.
Bağımsızlık, ekonomi ulusallaştırılmadan sağlanamazdı. Sıcak savaş biter
bitmez, Lozan Anlaşması bile imzalanmadan toplanan İzmir İktisat Kongresinde,
ekonominin ulusallaştırılması amacı açıkça ve cesaretle vurgulanmıştır. Varlık
Vergisi'nin İstanbul burjuvazisini, özellikle azınlık kesimini vergilemeyi
amaçladığı elbette doğrudur! Bunun kaynakları, Osmanlı İmparatorluğu'nun
yıkılış ve yağmalanış nedenlerinden, Türk Devrimi'nin ve İstiklal Savaşı'nın
gerçeklerinden, devrimin amaçlarından soyutlanarak açıklanamaz. Bu verginin
kaynaklarını anlamak için her şeyden önce İzmir İktisat Kongresinin
hazırlıklarını, görüşmelerini ve kararlarını irdelemek gerekir.
İzmir İktisat Kongresinde (17 Şubat-4 Mart 1923) Müslüman
Türklerin gayrimüslim azınlıkların yerini alması, ekonomide etkinlik
sağlamaları tartışılan başlıca konulardan biri olmuştur. Ahmet Hamdi Başar'ın
(Limancı Hamdi diye bilinir), "Milli Türk Ticaret Birliği [ki, Ahmet Hamdi
Başar kurucusudur] gerek ihracat ve ithalat ticaretinde ve gerekse toptancı ve
yarı toptancı ticarette Türk tüccarının hâkim olmasını amaç edinmişti. Bu iş
için mutlaka Devletin yardımı ve enerjik müdahalesi lazımdı... (... ) devletin
Türk tüccarları arasında şirketler, tröstler, konsorsiyumlar kurmalarını sağlayarak,
onlara ithalat ihracat işlerinde bazı imtiyazlar tanınmasını istiyorduk.
Liberal bir görüş ve serbest rekabet şartları içinde ticaretin
millileştirilmesi, iktisadi hâkimiyetin Türk milletinin eline geçmesine imkân
olmadığı için, başlangıç döneminde, devlet gücüne dayanan bir mücadelenin
zorunlu olduğuna inanmaktaydık"2 sözleri İzmir
İktisat Kongresi'ndeki eğilimi göstermektedir.
Mustafa Kemal Paşanın kongreyi açış nutkundaki altı çizilmesi gereken
bazı sözlerini de vermek isteriz: "Daha önceki yıllarda, padişah hediyesi
olarak büyük bir onur ve benlik duygusu içinde, yabancı ülkelere tanınan haklar
ve memleket içindeki Müslüman olmayan azınlığa verilen her şey, sanki onların
doğal hakları imiş gibi kabul olundu. Fakat yabancı devletler, bununla da
yetinmediler. Her fırsatta bu hakları genişletmek ve geliştirmek için yollar
aradılar ve buldular.
"İçeride yaşamakta olan azınlık, korumayı başardıkları
kazanılmış haklara dayanarak ve dışarının planlama ve yardımına sığınmak
suretiyle, siyasi bir varlık kazanmak için çalışmaktan geri durmadılar. Bir
yandan içerideki azınlığı kışkırtmakta olan yabancılar, diğer yandan baskı ile
devlet ve millete karşı yeni imtiyazlar alıyorlardı. Bu sürekli baskı altında,
zaten kötü duruma düşmüş olan anayurt da, devlete verebilecek parayı güçlükle
sağlayabiliyordu. (... ) Bir devlet ki, kendi uyruğundaki halka koyduğu vergiyi
yabancılara uygulayamaz; bir devlet ki, kendi gümrük resimleri ve her türlü
vergi işlemlerini düzenleme hakkından alıkonulur; bir devlet ki, kendi
kanunlarına göre yargı hakkını yabancılara uygulayabilmekten yoksundur; o
devlete bağımsız denilemez."
Aktaran Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni I. Cilt, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1969, s. 226.
delegelerin (bu delegeler çiftçi, sanayici, işçi, tüccar olmak
üzere dört gruptan oluşmuştu) oy birliği ile aldıkları ve on iki madde ile
belirledikleri kongre kararlarına, "Misak-ı Miili"yi çağrıştıran
biçimde "Misak-ı İktisadi" denmesini de anlamlı buluyoruz. Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü 1942 yılında Meclis açış konuşmasında, "BMM'nin dikkatini
celbetmek isterim ki, patladığı günden beri dünya harbine memleketimiz en
ziyade bugün yaklaşmıştır" dedikten sonra aşağıdaki değerlendirmeyi
yapmıştır:
"Aziz arkadaşlarım;
şuursuz bir ticaret havası, haklı sebepleri çok aşan bir pahalılık belası bütün
vatanımızı ızdırap içinde bulunduruyor. (... ) elinden gelse teneffüs ettiğimiz
havayı ticaret metaı yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu
sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sayan ve hangi yabancı
hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün
hayatına küstah bir şekilde kundak koymaya çalışmaktadır. Üç beş yüzü
geçmeyen bu insanların vatana karşı zararlarını gidermek yolu elbette vardır.
"
Bu bölümü bitirmeden önce Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun, parti grup
toplantısında Varlık Vergisi yasa taslağı ile ilgili konuşmasından küçük bir
bölüm vermek istiyoruz; "Bu kanun aynı zamanda bir ihtilal kanunudur.
Bize iktisadi istiklalimizi kazandıracak bir fırsat karşısındayız.
Piyasamıza hâkim
olan gayrı Türk unsurları bu sayede bertaraf ederek Türk
piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline
vereceğiz. İstanbul'daki gayrimenkullerin Türklere intikalini yine bu sayede
temin edeceğiz. Gayrimenkullere tarh edilecek vergilerin ancak dörtte biri
Türklere tahmil edilecektir."
Günümüzde ikinci cumhuriyetçilerin, Cumhuriyet Devrimi öncesi ve hemen sonrası
yabancıların elindeki ticari, sınaî işletmeler ile finans kuramlarının sayısını
bugünkü sayıları ile karşılaştırıp, aradaki büyük farka demokrasi karşıtlığı ve
despotlukla açıklama gayretleri, Varlık Vergisi'ni kötüleme kampanyası ile
birlikte değerlendirilmelidir.
3.
Varlık Vergisi'nin akçalı nedenleri
Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun CHP grubundaki konuşmasından
alıntıladığımız aşağıdaki sözleri Varlık Vergisinin akçalı yönünü de ortaya
koymaktadır: (... ) eşya fiyatlarının bugünkü delice artışında filvaki istihsal
olmazlığının ithalat noksanının, yanlış tedbirlerin,
bilhassa doymak
bilmeyen hırsın ve ihtikârın geniş hisseleri vardır. Fakat bütün
bunların tesiri kadar diğer bir vaka vardır ki o da
tedavüldeki Türk parasının mütemadiyen artması ve 700 milyon liraya çok
yaklaşmış olmasıdır. Bu büyük parayı da ihmal etmek olmazdı. Onun için diğer işler ile beraber
bu para üstünde durarak bir
ilaç bulmayı en önde
gelen vazife saydık. Bu iş için tek yol; tedavüle çıkan paranın
bir kısmım vergi olarak geri çekmekten ibarettir. Bu geri alış başlıca, harp
yıllarında çok para kazanmış olanlardan yapılmalıdır. "
O yıllarda, İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak bütçe gelir
giderleri aşağıdaki tabloda görüldüğü gibiydi: Bütçe gelir gider dengesi yalnız
1942 yılında açık veriyor ve bu yılda bütçe giderleri gelirlerden 60.000.000
TL, yani %18 fazladır.
Tablo3
Yıl |
Gelirler |
Giderler |
Denge |
1938 |
250.049.000.-TL |
249.454.000.-TL |
(+) 595.000.-TL |
1939 |
261.110.000.-TL |
261.064.192.-TL |
(+) 45.808.-TL |
1940 |
268.481.000.-TL |
268.470.321.-TL |
( + ) 10.679.-TL |
1941 |
309.743.000.-TL |
309.740.396.-TL |
(+)
2.604.-TL |
1942 |
334.328.340.-TL |
394.326.938.-TL |
(-) 59.998.598.-TL |
1943 |
486.720.500.-TL |
486.717.349.-TL |
( + )
3.15İ.-TL |
Bu gerçek nedeniyle 1942 yılının Kasım ayında Varlık Vergisi
Kanunu kabul ediliyor. 1943 yılında
giderler 1940 yılma
göre, yaklaşık %70, bir önceki yıl 1942 ye göre yaklaşık
%23 arttığı halde, Varlık Vergisi'nin uygulandığı 1943 yılında
bütçe açık vermiyor, az da olsa fazla veriyor.
IV.
VARLIK VERGİSİ KANUNU VE UYGULAMASI
1.
Varlık Vergisi Kanunu'nun ana ilkeleri
Varlık Vergisi Kanunu yaklaşık beş sayfa ve 17 maddedir. Yasayı
ayrıntılı olarak açıklamayı gerekli görmüyoruz. Bu vergi konusunda bilinmesi
gereken birkaç noktayı özet olarak vermeyi yeterli buluyoruz.
Yasanın konusu: Servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve
fevkalade kazançlarıdır.
Mükellefleri: Kazanç vergisi mükellefleri, büyük çiftçiler, bina
sahipleri, 1939 yılından sonra şu ya da bu biçimde komisyon almış olanlardır.
Verginin hesaplanışı: İl ve ilçelerde en büyük mülkiye memurunun
(vali ya da kaymakam) başkanlığında toplanacak en büyük mal memuru (defterdar
ya da mal müdürü) ile ticaret odaları ve belediyelerin kendi üyeleri arasından
seçeceği iki üyeden kurulu komisyonlar,
— En son yılda tarh edilmiş kazanç vergisi tutarını,
— Çiftçilerin zirai vaziyetini,
— Gayrimenkullerin vergi kıymetini,
gözden geçireceklerdir. Ancak komisyonlar Varlık Vergisi'ni,
bunlarla bağlı olmaksızın kendi kanaatlerine göre saptayacaklardır. Yasada
Müslüman Gayrimüslim ayrımı yoktur. Uygulamada komisyonlara bu konuda talimat
verildiğini sanıyoruz.
Ceza uygulaması: Komisyonlarca tutarı saptanan ve tebliğ edilen
vergileri zamanında ödemeyenler "borçlarını tamamen ödeyinceye kadar"
memleketin herhangi bir yerinde genel hizmetlerde, belediye hizmetlerinde
çalıştırılacaklardır.
Komisyonlar, (G) başlığı altında gayrimüslimleri, (M) başlığı
altında Müslümanları listelemişler ve her mükellef için vergi takdir
etmişlerdir.
İstanbul'da 62.515
mükellefe 317.275.000.-TL
Anadoluda 51.793 mükellefe
148.073.000.-TL
Toplam
465.348.000. -lira tahakkuk ettirilmiş ve tahakkuk
eden
bu verginin 314.920.000.- lirası tahsil edilebilmiştir.4
Varlık Vergisi'nde yargı yolunun yasa ile engellenmiş olması ile
çalışma zorunluluğu getirilmesi tartışma konusu yapılmıştır. Bunlar
tartışılabilir. Çalışma zorunluluğunun uygulanmasında gayrimüslimlere yapılan
kimi işlemlere ilişkin eleştirilerin haklı yanları da vardır. Vergi yasasının daha olumlu, daha yumuşak yaklaşımlarla uygulanması
gerektiği söylenebilir. Ancak uygulamaya ilişkin bu eleştirilerin, verginin
amaç ve hedefini karartmaması; yasanın, yalnız bu yönüne bakılarak
"facia" diye nitelenmemesi gerekir. İkinci cumhuriyetçilerin ve
neoliberal siyasetçi ya da tarihçilerin, uygulamadaki kimi olumsuzluklara
bakarak verginin tümünü topa tutmalarının bilimsel ve haklı bir gerekçesi
yoktur.
Bu verginin uygulanması için özel olarak İstanbul Defterdarlığı'na
atanmış Faik Ökte'nin Varlık Vergisi Faciası diye kitap yazmasını anlamak mümkün
değildir. Maliye Bakanı Fuat Ağralı, İstanbul Defterdarı Şevket Adalan'ın
yerine defterdar olarak Faik Ökte'yi atarken, kendisine, İstanbul
Defterdarlığı'na atanması nedeninin, çıkacak Varlık Vergisi Kanununun sağlıklı
bir şekilde uygulanmasını sağlamak olduğunu açık ve net olarak bildirir. Görevi
kabul etmemek elindedir. Nitekim Varlık Vergisi Faciası adlı kitabında
kendisine daha önce Gelirler Genel Müdürlüğü'nün önerildiğini, bu görevi kabul
etmediğini belirtmiştir. Diğer yandan kitabındaki şu cümle oldukça anlamlıdır:
"Kanaatımca Ağralı'nın af edilemeyecek kusuru, Saraçoğlu'nun kafasından
çıkan varlık vergisini itiraz etmeden kabul eylemesidir." Oysa, Faik Ökte
12 Eylül 1942'de İstanbul Defterdarı olarak atanır. Atanmadan önce ve sonra Varlık
Vergisi hazırlık çalışmalarına katıldığını, yasa tasarılarının kendisine
gösterildiğini, düşüncesinin alındığını gene kitabında anlatır. Maliye Bakanı
Ağralı için söylediği "affedilemeyecek kusuru" hiç üzerine almaz.
Diğer yandan yasa metninde ne "facia", ne de Müslim-Gayrimüslim
ayırımı vardır. Verginin tutarını saptamak tamamen komisyonların yetkisindedir.
Komisyonların, haksız kazançları şu ya da bu biçimde belirleyip mükelleflere
makul ölçülerde vergi saptamaları gerekir. Komisyonların en etkili kişisi de
İstanbul'un en büyük mal memuru, yani Faik Ökte'dir. Ortada facia varsa, bu
faciayı yaratan da kendisidir. Kanun değildir.
[Hüseyin
Pervez Pur, Varlık Vergisi ve Azınlıklar. Eren Yayıncılık, İstanbul, 2007.
]
Faik Ökte, hem "Alman Mektebi'nden su içen bu çelimsiz nebat,
o devirlerde memlekette çiçek açmış ve meyve vermiştir" sözleriyle
uygulamadaki kimi olumsuzlukların sorumluluğunu adını anmadan Prof. Neumark'a
yükleyerek işin içinden sıyrılmaya, hem de bu ilerici vergiyi "facia"
diye niteleyerek 1950 sonrası açılan dönemin kuvvetlerine şirin gözükmeye
çalışmaktadır. Kaldı ki, Prof. Neumark'ın, vergi teorisinde savaşın bedelinin
savaştan yararlananlara ödettirilmem diye özetleyebileceğimiz görüşünün
ötesinde Türkiye'deki Varlık Vergisi çalışmalarına katıldığını, etkin olduğunu
gösteren bilgi ve bulguya biz rastlamadık. O yıllarda Prof. Neumark, ülkemizin
günümüze kadar (günümüz dahil) en tutarlı vergi kanunları olduğu herkesçe kabul
edilen Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Vergi Usul Kanunlarının hazırlık
çalışmalarını gene çok büyük vergicimiz Ali Alaybek'le birlikte yürütmektedir.
Faik Ökte'nin yukarıya aldığımız sözüne yanıtı, Boğaziçine Sığınanlar5 adlı kitabında çok
zarif olmuştur: "Bu kitap [Varlık Vergisi Faciası- ŞÇ] o zamanlar
İstanbul'da vergi toplama işlerini yürüten Faik Ökte tarafından yazılmış ve
müstehzi olarak bana ithaf edilmiştir." Faik Ökte'nin yukarıya aldığımız
sözünü, kitabın kendisine ithaf edildiği biçiminde alaya almıştır.
Verginin uygulanması konusunda Şükrü Saraçoğlu'nun kararlılığını
vurgulayarak yazımızı sonlandırmak istiyoruz.
Varlık Vergisi ile ilgili olarak dönemin önemli gazetecilerinden
Ahmet Emin Yalman Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na gider. Başbakanla eskiden beri
sürmekte olan yakın dostluğuna da güvenerek vergiye karşı tepkileri iletmek
ister. Kendisini dinleyen Başbakan çok sert konuşur. Özetle:
— Yıllardır
sabredildiğini, haksız kazanç sağlayanların bu sabrı yanlış
değerlendirdiklerini, ihtarlar karşılığında söz verdikleri halde sözlerini
tutmadıklarını,
— Haksız kazanç sağlamak
için yurttaşların ekmeğine göz diktiklerini,
— Üstelik "bu adamlara
dokunmaya gelmez, ülke dışı ilişkileri olduğundan, bütün ekonomik yaşamı
durdurabilirler" biçiminde söylemler olduğunu,
— Özel ticaretin gerek
duyduğu huzur ve güvenin, Türk toprağına ve milletine bağlı ve namuslu olmayı
gerektirdiğini,
— Varlık Vergisi
uygulamasında hata ve haksızlıklar olduğunu kabul edebileceğini, ancak Türk
vatandaşlığı sıfatının esas olduğunu, vatandaşlık sıfatının da yurda bağlılığı
ve hizmeti gerektirdiğini, belirtir ve ekler: "Yurda faydalı
olabilen her fert, aslı, nesebi,
dini ne olursa olsun
öz Türk
vatandaşıdır."6
Başbakanın siyaha boyadığımız cümlesi varlık vergisinin ırkçılık
ve din ayırımcılığı amacı taşımadığını açıkça göstermektedir. Hangi ırk ve
dinden olursa olsun, yurdunu seven, zarar vermeyen, kendini yurttaş gören
herkesin öz Türk vatandaşı olduğunu, yurda zarar verenlere karşı da ırkı, dini,
mezhebi ne olursa olsun önlem alınacağına vurgulamıştır.
Fritz Neumark, Boğaziçine
Sığınanlar, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Ed. Fak. Yayını, 1982.
Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, İstanbul, Pera
Turizm Yayınları, 1997.