Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

EL - MUNTEKA (ŞİİLİK VE MAHİYETİ) Şeyhü'l İslam İbn-i Teymiyye 6

 

Beşinci Bölüm

Şiilerin Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın (R. Anhum) Halifelikleri
Hakkında Uydurdukları İftiralar

Râfizî şöyle diyor:

“Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'den öncekiler bazı sebeplerden dolayı halife değildirler.”

Ey Râfizî!

Aksine onlar halifeliğe en lâyık olanlardır. Allah (celle celâlühü) Onlara kıt'aların fethini müyesser kılmıştır. Onlar Râşid Halifelerdir. Halifelerin bu güzel meziyetlerinde sizden başka hiç bir müslüman ihtilâfa düşmemiştir.

Ey Râfizîler!.. Ebubekir, Ömer ve Osman (Allah cümlesinden razı olsun) halifeliğe en lâyık ve onun gerçek sahipleri idi. Biz buna kesin olarak inanıyoruz. Aksini isbatlıyacak kat'î veya zannî hiçbir delil yoktur.

Hülasa olarak, Râfizî'nin getirdiği deliller iki şeyden hâlî değildir.

Birincisi, sıhhatini bilmediğimiz nakli deliller.

İkincisi, getirdiği delillerin ilk üç halifenin imametini batıl kılacak güçte olmamaları...

Şüphesiz ki, bilinmeyen hükümlerle doğruluğu kat'î olan hükümler iptal edilemez. İlk üç halifenin imametinde şüphemiz olmadığına göre, şüpheli şeylere tafsili bir şekilde cevap vermeye gerek duymuyoruz. Ancak, şüpheli olan delillerin bozukluğunu açıkladığımız taktirde bu durum, hakiki daha da güçlü kılacaktır.

Râfizî şöyle diyor:

“Ebubekir şöyle demiştir:

“Bana musallat olan bir şeytanım vardır. Binaenaleyh doğru yolu takip ettiğim müddetçe bana yardımcı olunuz. Şeytana uyar, haktan ayrılırsam beni doğrultunuz.” halbuki imamın mahiyetindekilerini doğrultması gerekirken nasıl oluyor da mahiyetindekilerden kendisinin doğrultulmasını ister?”

Râfizî'nin bu iddiasına karşı cevabımız şudur:

Bu rivayetin gerçeği şöyledir:

“Benim gazaplı olduğum haller vardır. O hal bende görülür görülmez benden sakının ki, bedenlerinize bir zarar gelmesin” ve devamla Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şöyle diyor:

“Allah'a itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz. O'na isyan ettiğim taktirde de sizin bana itaat etmeniz farz değildir.”

Aslında bu söz Ebu Bekir'in (r.a.) methedilimesini gerektiriyor. Çünkü O, gazap anında başkasına zarar vermekten korkuyor. Kaldı ki, Buhari'de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Hâkim gazaplı (sinirli) olduğu halde iki kişinin arasındaki davaya bakmasın”[2]

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadisiyle sinirlilik halinde hâkimin karar vermekten sakınmasını emretmektedir. Zaten sinirlilik hâli insanoğlunun başına gelen tabiî bir durumdur. Hatta insanoğlunun efendisi şöyle buyurur:

“Ben de bir insanım. Diğer insanlar gibi sinirlenebilirim.”[3] Müslim'in rivayet ettiğine göre, iki kişi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına girerek O'nu kızdırdılar, bunun üzerine onlara lanet etti.

Netice şu ki, Ebubekir'e (r.a.) veya Ali'ye (r.a.) isyan edip, onları sebbeden (söven) herkesin te'dip edilmesi gerekir. Buhari'de İbn-i Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Sizden her birinizin cinlerden bir arkadaşı vardır.”

“ Senin de mi? Ya Rasulallah, demeleri üzerine”:

“Benim de vardır. Ancak, Allah beni ona galip kılmıştır. Onun için bana ancak hayırlı olanı söylüyor.”buyurdular.[4]

Müslim'de de Aişe'den (r.a.) rivayet edilen ve buna benzeyen bir hadis daha vardır.

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) “Saparsam beni doğrultunuz” sözü, adalet, takva ve insafının kemâline delâlet eder.

Ey Râfizî :

“Mahiyetindekilerini düzeltmek imamın özelliklerindendir. Nasıl oluyor da bu görevi onlardan isteyebilir?” sözüne karşı cevabımız şudur:

Senin bu iddianı kabul etmiyoruz, çünkü imam onları kemâle erdiremediği gibi, onlar da imamı kemale erdiremezler. Ancak iyilikte ve takvada birbirlerine yardımcı olurlar.

Başkasını kemâle erdirmek, hiçkimseye muhtaç olmayan yalnız Allah'ın zâtına mahsustur.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla istişare eder ve gerektiğinde onların görüşleriyle ameI ederdi.

Râfizî şöyle diyor:

“Ömer şöyle demiştir: Ebubekir'e biat bir kayma idi. Allah bizi onun şerrinden korudu, kim bu biat'a benzer bir biat'a dönerse onu öldürün. Bu söz ise Ebubekir'e töhmeti gerektirir.

Bu iddiaya da cevabımız şudur:

Müslim ve Buhari'de rivayet edilen Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) sözü şöyledir:

“Sizden bazılarınızın şayet Ömer ölürse, filan adama biat edeceğim, dediğini duydum, sizden biriniz, Ebubekir'in biati bir kayma idi deyip de kendisini aldatmasın. O biat gerçek bir biat idi. Fakat Allah (celle celâlühü) -ihtilafı bir an önce sona
erdirmekle- fitneyi söndürdü. Aranızda boyunların kendisine râm olacağı, kim varsa o da ancak Ebubekir'dir.”

Râfizî şöyle diyor:

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Senin zürriyetinden olan zâlimler benim ahdime nail olamaz.”[5]

Allah (celle celâlühü) bu âyetle imametin zâlime verilemiyeceğini haber veriyor. Zâlim ise kâfirdir. Çünkü Allah (celle celâlühü):

“Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurmuştur. Şüphesiz ki ilk üç halife Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ortaya çıkıncaya kadar putlara tapan kâfirler idiler.”

Ey Sapık Râfizîcik!

Her şeyden önce küfürden sonra İslâm sahibine geçmişten hiçbir günah bırakmaz. İslâm geçmişi tümü ile siler. Bu, dinin bilinen zaruretlerindendir. İslâm fıtratı üzerine doğanlar, bilâhare ve bizzat müslüman olanlardan üstün değildir. Böyle olsaydı İslâm fıtratı üzerine doğan herkes ashaptan üstün sayılması gerekirdi. Halbuki insanların en hayırlıları Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in içinde yaşadığı asrın mü'min insanlarıdır. Onlardan bazıları bilahare müslüman olmalarına rağmen, sonradan müslüman anne ve babadan doğanlardan daha faziletlidirler. Bunun içindir ki, birçok âlimler, peygamberlere iman edenlerden birini peygamber olarak göndermesi Allah için caizdir, demişlerdir.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Bunun üzerine İbrahim'e (ilk olarak) Lût iman etti”[6]

Zaten Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlik geldiği zaman küçüklü büyüklü bütün Kureyş mü'min değildi. Eğer Kureyşin erkekleri putlara tapıyorlardı, deniyorsa, çocukları da kendileri gibidir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de bunlardandır. Çocuğun küfrü kendisine zarar vermez diyorsanız, büyüğün imanı gibi küçüğün imanı yoktur, cevabını veririz. Üstelik baliğ olanı kimse küfrü bıraktığı takdirde imana girmiş olur, fakat bulûğa varmamış çocuk için iman da küfür de söz konusudur. Ebeveyni kâfir olan çocuklar dünyada kâfir muamelesine tabî oldukları icmâ ile sabittir. Ama bulûğdan önce çocuk müslüman olursa İslâmî hükümlere tabî olup olmaması hususunda ihtilaf vardır. Fakat bulûğ çağında İslâmı kabul edenin müslümanlığında asla ihtilaf yoktur. Ondan sonra Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) putlara secde etmediği de kesin bir şekilde sabit değildir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) gibi Zübeyr (r.a.) de bulûğdan önce müslüman olmuştur.

Netice olarak deriz ki: kim küfürden sonra İslâmı kabul eder ve Allah'tan korkarak emirlerine sarılırsa ona zulüm isnad etmek caiz değildir. Allah (c.c):

Metin Kutusu: 508
509
510
“Zalimler benim (ahdim) imametime nail olamaz”[7] buyuruyor.

Bu âyetin mânâsı şudur: Yani imametim zalime değil âdil'e tevdi edilir. Binaenaleyh zâlim bir kimse tevbe eder âdil olursa imamet ona tevdi edilebilir. Böylece övülenlerden olur.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“İyiler cennettedir”[8]

“Gerçekten Allah'tan korkanlar emin makamdadırlar.”[9] Şunu da iyi bil ki, müslümana imanından sonra kâfirdir diyen, ümmetin icmaı ile kendisi kâfir olur.

Ebubekr'in (r.a.) imametini reddeden râfizî şöyle diyor:

“Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şöyle demiştir:

“Beni vazifeden alınız. Ben sizin hayırlınız değilim.” Eğer gerçekten imam olsaydı, kendisinin işten elçektirilmesini talep etmezdi.”

Ey Râfizî!

Bunun sıhhati nedir?

Yoksa naklettiğin herşey sahih mi kabul edilecektir?

Ebubekir'e (r.a.) isnad edilen söz doğru da olsa, “Eğer gerçekten imam olsaydı kendisinin işten el çektirilmesini talep etmezdi” sözün bu konuda hiçbir kıymet ifade etmez. Çünkü bu sözün kuru bir iddiadır.

Râfizî şöyle diyor:

“Ebubekir sekeratta iken şöyle demiştir:

“Keşke Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar'ın (Medinelilerin ) imamette haklarının olup olmadığını sorsaydım”.

Bu durum kendisine yapılan biattan şüphe ettiğini ifade eder. Halbuki Sakîfe günü, ensarı ilk olarak biata zorlayan Ebubekir olmuştur.”

Ey Râfizî!

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın:

“Bütün imamlar Kureyştendir” hadisi sahihtir.[10]

Böyle olmasına rağmen Ebubekr'in (r.a.) bu hadisten ve imametinden şüphe ettiğini kim söyleyebilir?

Ebubekir'e (r.a.) isnad ettiklerin tamamen yalandır. Durum Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve arkadaşlarınca tamamen malûmdur. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bu sözü söylediğini farzetsek dahi, bu Onun yüceliğine işarettir. Çünkü imamların Kureyş'ten olduklarını bilmemiş olabilir. Binâenaleyh içtihad etti ve içtihadı da nassa uymuş oldu. Ebubekir'e (r.a.) isnad ettiğin bu sözde aynı zamanda Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin halifeliğine delâlet eden bir nass'ın olmadığı anlaşılıyor.

Râfizî şöyle diyor:

“Ebubekir ölmek üzere iken şöyle demiştir:

“Keşke Fâtıma'nın evini bulmaz olaydım. Keşke beni Sâide'nin evinde birine biat ederek Onu Emir yapıp ben de vezir olaydım.”

Bu söz de, Ali ve Zübeyr'in başkalarıyla birlikte Fatıma'nın evinde toplantı halinde iken Ebubekir'in oraya gittiğini, aynı zamanda hilafetin kendisinden başkasına daha lâyık olduğunu ifade eder.”

Ey Râfizî!

Sahih nakil olmadığı müddetçe bu gibi uydurmalar kabul edilemez.

Ebubekir'in, Ali ve Zübeyr'e (r.a.) eziyet etmediğini kesin olarak biliyoruz.

Hatta Ona biat etmeden vefat eden Sâ'd b. Ubâde'ye de eziyet etmiş değildir. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) eve gitmesinin gayesi müslümanlara paylaştıracak Allah'ın malından birşey bulunup bulunmadığını öğrenmek için idi. Fakat daha sonra orada bulunan malın kendilerine bırakılmasını uygun görmüştür.

Maalesef câhiller Ashab-ı Kiramı Fatma'nın (r.a.) evini bastıklarını, onu yaktıklarını ve karnındaki çocuğunu düşürünceye kadar Fâtıma'yı dövdüklerini iddia ediyorlar. Hiçbir sebep yokken bu ümmetin en mümtazı olan Sahabe neslinin, peygamberlerinin kızına bu şekilde hakarette bulunduklarını hangi akıl kabul edebilir?

Allah (celle celâlühü) bu haberleri uyduranlara ve râfizîliği icad edenlere lanet etsin!

Râfizî şöyle diyor:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Üsâmenin ordusunu techiz ediniz”. Bunu defalarca tekrar etti. Orduda Ebubekir ve Ömer de vardı. Rasulullah Ali'nin gitmesini istemedi, çünkü kendisinden sonra bu ikisinin halifelik üzerinde hak iddia etmelerini menetmek istedi. Fakat Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) dinlemediler.”

Ey Râfizî!

Bu haberin sıhhati nerededir?

Naklî delilleri hüccet olarak getiren herkesin mutlaka bu delillerin sıhhatini bildikten sonra onlara dayanması gerekir. Halbuki bu haber tamamen yalandır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) kesinlikle Üsame'nin ordusunda değildi. Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in orduda bulunduğuna yalnız bir tek görüş vardır. Gerçek ve tevatürle sabit olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hastalığı esnasında vefat edinceye kadar Ebubekir'i (r.a.) namazı kıldırmak için yerine imam olarak tayin etmesidir. Hatta Rasulullah'ın vefat ettiği günün sabah namazını Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) kıldırmıştır.

Vefatından bir müddet önce Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hücre-i saadetinin perdesini kaldırıp, ashab-ı kiramı Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) arkasında saf bağladıklarını görünce çok sevinmiştir.

Hâl böyle iken Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) yola çıkmış olan Üsame'nin ordusunda bulunması mümkün mü?

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yi (r.a.) halife yapmak isteseydi bu iki zat Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emrine nasıl mâni olabilirlerdi?

Üstelik bütün müslümanlar Allah ve Rasulüne itaat ederek bu nass'ı uygulayacaklardı. Kaldı ki, Rasulullah, Ali'yi (r.a.) imamete getirmek isteseydi hastalığı esnasında Onu yerine vekil olarak tayin edecekti. Hiç de Ebubekir'i (r.a.) namaz için vekil tayin etmezdi.

Râfizî:

“Rasulullah Ebubekir'i hiçbir işe halife olarak tayin etmemiştir. Aksine Ebubekir'in üstüne halife tayin etmiştir” diyor.

Ey Râfizî!

Namaz, hac ve zekat gibi ibadetlerin ifâsı için yapılan vekâletten üstün bir vekâlet var mıdır?

Rasulullah ayrıca Ebubekir'in dışında birçok kimseleri de zaman zaman Emîr olarak tayin etmiştir. Amr b. As, Velid İbn-i Ukbe ve Ebu Süfyan b. Harb gibi.

Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebubekir'i (r.a.) tayin etmemesi de Onun noksanlığına delâlet etmez. Ebubekir Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) veziri idi. Mühim işlerinde hiçbir zaman ondan ayrı kalmazdı. Ondan sonra da Hz. Ömer (radiyallâhü anh) gelirdi.

Râfizî şöyle diyor:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Berâe sûresini (müşriklere) tebliğ etmek üzere önce Ebubekir'i tayin etti. Daha sonra tebliğ işini üstlenmek üzere Ali'yi tayin ederek Ebubekir'in geri dönmesi için Ali'ye emir verdi. Bir sûreyi tebliğ etmeye yaramayan bir kişi, halife olabilir mi?”

Ey Râfizî!

Bu tam bir iftiradır. Üstelik tevatür yoluyla reddedilmiştir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i (r.a.) hicrî dokuzuncu senede hac emirliğine tayin etmiş, ne onu geri çağırmış ve ne de o geri dönmüştür. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) müslümanların hac işlerini deruhte ederken, onlara namaz kıldırırken Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de Ona tabî olan ve O'nun yolunu izleyen müslümanlar arasında bulunuyordu. Gerçek olan budur. Bu hususta iki kişi arasıda bile ihtilaf yoktur. Nasıl oluyor ki:

“Rasulullah Ebubekir'in dönmesi için emretmiştir” diyorsun.

Fakat, arapların âdetler gereğince andlaşmaları bizzat kavmin reisi veya onun pek yakın akrabalarından birisinin akdetmesi veya bozması gerekli olduğundan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Berâe” Sûresinin müşriklere tebliği için Ebubekr'in (r.a.) arkasından Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'yi gönderdiği doğrudur.

Ey Râfizî!

Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı ile çok yakından ilgisi olan bu durumları bilmiyorsan, sende ilim ne arar?

Sana ve senin gibilere gereken en iyi şey susmaktır.

Allah (celle celâlühü) kalbini körletmişse sana ne yapabilirim?

Senden ne fayda ve ne de hayır beklenir. Sen ancak râfizîllkle tanınıyorsun. Allah'a hamd olsun, afiyet de bize olsun.

Ey Râfizî!

“İmamet, bütün şer'i hükümleri ümmete tebliğ etmeyi zimmetinde bulunduran bir iştir” diyorsun.

Bu iddian da doğru değildir.

Çünkü ümmet bütün şer'î hükümleri peygamberinden almıştır. Bu hususta imama ihtiyaç yoktur. İmam ancak Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) koyduğu ahkâmı infaz eder. Ebubekir Es-Sıddık (r.a.) bütün bunları en iyi şekilde biliyordu. Bir şeyi kesin olarak bilemediğinde de Ashabı- Kirama sorardı.

Hatta ninenin mirastaki payını Ashaba sormuştur. Onlar da Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nineye altıda bir verdiğini kendisine bildirmişlerdir. Onun için Ebubekir'in nassa aykırı hiçbir sözü olmamıştır. Ama Hz. Ömer (radiyallâhü anh) ve Osman'ın (r.a.) nassa aykırı bazı hükümleri olmuştur. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) nassa aykırı olan hükümleri ise her ikisininkinden daha fazla olmuştur. Mesela:

Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), kocası vefat ederken hâmile olan kadının “eb'ad'ül eceleyn”[11] iddet beklemesine hükmetmiştir. Halbuki Buhari ve Müslim'de rivayet edilen ve Subey (r.a.) ile ilgili olan hadiste beyan edildiği gibi hâmile doğurur doğurmaz nikâhının kıyılması helâl olur.

Şafiî, (Allah Ona rahmet eylesin) Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud'un nasslara aykırı olan hükümleriyle ilgili olarak bir kitap derlemiştir.

Şâfiîden sonra Muhammed b. Nasr el-Mervezî de Ondan fazlasını toplamıştır. Mervezî Kûfelilerle münakaşa ettiğinde onlara delil olarak nass getirmesine rağmen Kûfeliler:

“Biz Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud'un görüşleriyle amel ederiz” diyorlardı.

Bunun üzerine Mervezî bizzat Kûfelilerin veya diğerlerinin terkettiği ve Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile İbn-i Mes'ud'un görüşü olan bazı meseleleri toplayarak onlara şöyle dedi:

“Size topladığım bu meselelerde Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud'a muhalefetiniz caiz ise -nassa aykırı olan- diğer meselelerde de onlara muhalefet etmeniz gerekir.”

Ama Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) için böyle bir şey söz konusu değildir. Sonra herkes Kur'an-ı Kerim'i Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) alıp rivayet ettiği için Ebu Bekir'in (r.a.) bu işe yaramıyacağını söylemek caiz değildir. Hele “Kur'an'ın tebliği Ali'ye (r.a.) mahsus bir iştir” demek hiç de doğru değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim haberi vâhid ile sabit olmuş değildir.

Râfizî, Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'i tezyif için şöyle diyor:

“Ömer şöyle demiştir:

“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmemiştir”. Bu durum Onun akılsızlığına delâlet eder. Ömer bir hamileyi recm etmek isteyince, Ali O’nu vazgeçirmiştir. Bunun üzerine Ömer:

“Ali olmasaydı Ömer helak olacaktı” demiştir.”

Ey Râfizî!

Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in allâmeliği ile ilgili olarak sana nice deliller getirmiştik. Zira Ömer, Ebubekir'den sonra insanların en âlimi idi. Onun Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vefat etmediğini söylemesi bir an meselesiydi. Sonra vefatına yakînen inanmıştır. Kaldı ki Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) doğru olarak bildiği bazı şeylerin, bilahare onları bildiği gibi olmadıkları meydana çıkmıştır. Böyle olmasına rağmen Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) hakkında yaptığınız iftiralar gibi hiçbir zaman Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'ye iftira edilmemiştir.

Hamilenin durumuna gelince, Hz. Ömer (radiyallâhü anh) onun hâmile olduğunu bilmiyordu, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) O'na durumu hatırlatmıştır.

Ey Râfizî!

Şunu iyi bil ki, Kur'an-ı Kerim bazı yerlerde Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in görüşünü te'yid edici olarak inmiştir. Rasululluh (sallallahu aleyhi ve sellem)'da Ömer için şöyle buyuruyordu:

“Benden sonra peygamber olsaydı Ömer olurdu,”

Hz. Ömer (radiyallâhü anh) tabutuna konulunca Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Onu övmüş ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in Rabbine kavuştuğu gibi Allah'a kavuşmasını temenni etmiştir.

Râfizî şöyle diyor:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ey insanlar, Ramazanda gece namazını toplu olarak kılmak bidattir, kuşluk namazı bidattir, ramazanda gece namazı için toplanmayın ve kuşluk namazını kılmayın”; demesine rağmen, Ömer teravih namazı bidatini icad etmiştir. Şöyle ki:

Ömer, geceleyin dışarıya çıktığında, mescitlerin yandığını görüyor.

“Bu lâmbalar nedir?” deyince; insanlar nafile namazı için toplanmışlar, cevabını veriyorlar. Bunun üzerine Ömer, evet bid'attır, fakat ne iyi bir bid'attır, diyor.”

Ey Râfizî!

Râfizîlerden daha fazla yalan söyleyen hiçbir güruh yoktur. Hatta peygambere dahi yalan isnad etmişlerdir. Bu da aşırı cahilliklerinden kaynaklanır.

Ey Râfizî!

Yukarıdaki sözlerinin isnadı nedir? Sıhhat dereceleri nasıldır? Bunun doğruluğu hiç mümkün müdür? Bu öyle bir yalandır ki, bütün yalanlar ondan imal edilebilir. Kaldı ki, bunu hiçbir âlim rivayet etmiş değildir. Âlimlerin en zayıfı dahi bu sözün uydurma ve hiçbir mesnedi bulunmadığını bilir.

Asr-ı Saadette ramazan ayında müslümanlar, peygamberi zîşânın maiyetinde geceleri cemaatla nafile namaz kıldıkları sabittir. Yine sabit olmuştur ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına nafile namaz için üç gece imamlık yapmıştır. Ancak dördüncü gecede cami, cemaatı olmayınca ve bu durumun kendilerine farz olabileceği, cemaatın da bu ibadeti îfa edemiyecekleri korkusu söz konusu olunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) camiye gitmemiştir. Bu anlattıklarımız Âişe'nin (r.a.) rivayet ettiği ve sıhhati üzerine ittifak edilen hadis ile sâbittir.

Buhari'de rivayet edildiğine göre Urve, Abdurrahman b. Abdulkâri'nin şöyle dediğini naklediyor:

“Bir ramazan gecesi Ömer b. Hattab (r.a.) ile mescide çıkmıştım. Gördük ki, halk teker teker ve cemaatler halinde teravih namazı kılıyorlar. Kimi de namaz kılanken bunun namazına bir kısım halk da uyuyordu. Hz. Ömer (radiyallâhü anh):

“Öyle zannediyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha hoş olacak” dedi. Sonra azmetti ve hakikaten ertesi gün, Ubey b. Kâ'b (r.a.)'yı teravih namazı için imam olarak tayin edip, cemaatı onun arkasında topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı. Başka bir gece yine Ömer b. Hattab ile mescide çıkmıştım. Müslümanlar imamları Ubey b. Kâ'b ile beraber namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer (radiyallâhü anh) halkın dini bir heyecan ile namaz kıldıklarını görünce:

“Şu teravihin böyle cemaatle kılınması her yönüyle güzel âdet oldu” diye sevincini belirtti. Ve “Fakat yattıktan sonra kalkıp kıldığınız namaz şu anda kıldığınız namazdan daha üstündür”, sözünü de ilave etti. Bununla gecenin son vaktini kastediyordu.

Daha önce bu şekilde cemaat olmadığı için Hz. Ömer (radiyallâhü anh) buna bid'at demiştir. Fakat şer'i bid'at değildir. Çünkü şer'i bid'at bâtıl bid'attır. Ama Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in yaptığı şer'i delili olmayan bid'attır. Eğer Ramazanın gecelerinde nafileleri cemaatla kılmak kötü birşey olsaydı Emirü'l Mü'minin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Kûfe'de iken bunu yasaklardı. Aksine Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) şöyle diyordu:

“Allah Ömer'in kabrini nurlandırsın. O, mescitlerimizi nurlandırmıştır.”

Abdurrahman es-Sülemi'den rivayet edildiğine göre Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Ramazan ayında Kurrâ'yı toplayarak, onlardan birisinin cemaate imam olup yirmi rekat kıldırmasını emretmiştir. Râvî devamla, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin cemaate vitir kıldırdığını beyan ediyor.

Arfece Es-Sekafî de şöyle diyor:

“Ali b. Ebi Talib Ramazan gecelerinin ihyâsı için emreder, erkeklere bir, kadınlara da bir imam tayin ederdi. Ben kadınların imamıydım.”[12] Kuşluk namazına gelince; sahih hadislerde sabit olduğu gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namaza çok teşvik etmiştir.

Râfizî şöyle diyor:

“Osman caiz olmayan birçok işler yapmıştır. Bundan dolayı da bütün müslümanlar O'na karşı gelmişlerdir Hatta bütün müslümanlar öldürülmesinde bir olmuşlardır.”

Ey Râfizî!

Bu da câhilliliğinin eserinden ve iftiralarındandır Çünkü Osman'ın (r.a.) hilafetinde iki kişi bile ihtilafa düşmemiş, hatta bir kişi dahi bîattan geri kalmamıştır. Halbuki başkasının bîatına insanların bir bölümü iştirak etmemiştir. Şu halde Osman'ın (r.a.) ölümü üzerinde ittifak edenler kimlerdir?

Bunlar şer ve zulüm ehlinden başka bir güruh mudur? İlk müslümanlardan hiç kimse Onun ölüm hâdisesine iştirak etmemiştir. Kaldı ki, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile harp edenler ve onu kabul etmeyenler kat kattır. Hatta askerlerden binlerce kişi O'nu tekfir etmişler ve o'na karşı gelmişlerdir. Sonunda da halası oğlu Osman'ın öldürüldüğü gibi O'da öldürüldü. Allah (celle celâlühü)'da onları katledenleri katletti.

Altıncı Bölüm

Şiilerin Ebu Bekir'in ( radiya'llâhü anh) İmameti Aleyhindeki Delilleri

Râfizî şöyle diyor:

“Ehl-i Sünnet, Ebubekir'in hilâfeti icmâ'ile sabittir, diyorlar. Halbuki icmâ' olmamıştır. Çünkü, Hâşim oğullarından bir topluluk Ebu Bekr'in (r.a.) halifeliğini kabul etmemişlerdir. Selmân, Ebu Zerr, Mikdad, Amımâr, Huzeyfe, Sa'd b. Ubâde, Zeyd b. Erkâm, Usâme, ve Hâlid b. Saîd b. El-Âs gibi bir çok sahabi de hilafetini kabul etmemişlerdir. Hatta babası da bu işi ona uygun görmeyerek:

“Kim halife oldu?” diye sordu. Oğlun, demeleri üzerine, şöyle demiştir:

“Peki, iki mustaz'af Ali ve Abbas ne yapıyorlardı?” Ona da şu cevabı verdiler:

“Onlar Rasulullah'ın tekfin işleriyle uğraşıyorlardı. Diğerleri de oğlunu kendilerinden yaşlı görünce omu seçtiler.”

Hanife oğulları da hilafetini kabul etmiyerek ona zekatı vermemişlerdir. Bunun üzerine Ebubekir onları mürted ilan etmiş, onlarla savaşmış ve birçoklarını esir etmiştir. Hatta bu durumu kabul etmeyen Ömer, halifeliği esnasında bu esirleri geri vermiştir.”

Râfizînin bu iddiasına karşı cevabımız şudur:

Biraz ilmi olup ta bu iddiayı işiten kimse, iddia sahibinin ya insanların en cahili veya iftira etme hususunda en cesaretlisi olduğunu kesin olarak beyan edecektir.

Evet, Râfizîler kör bir cehalete sahiptirler. Deccal da olsa onların batıl istekleri doğrultusunda konuşursa mutlaka onu tasdik ederler. Fakat, arkadaşlarına da:

Nâsibîlerden (Ehl-i beyti zemmedenler) korunmak için Takiyye kabilinden bu tasdiki yaptık derler. Menfaatina göre, evet veya hayır diyen bir kimseden hayır gelir mi? Yoksa bu hastalığından iyileşeceğini mi bekliyoruz? Bunlar aşağıdaki ayet-i Kerimeden fazlasıyla nasiblerini almışlardır.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Allaha (ortak koşarak) yalan uyduran yahut kendine halk (peygamber ve kitap) gelince onu yalanlayan kimseden daha zalim kimdir?”516 Bizim nasibimiz ise:

“Doğruyu (Kur'anı) getiren (Peygamber) ve onu tasdik eden (müminler) ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir.”517 mealindeki ayeti kerimededir.

(Ankebut: 29/68)

Bütün âlimler Museylimenin tabileri olan Hanife oğullarının mürted olduklarını kabul etmelerine rağmen, mezkûr râfizî onları icma ehlinden kabul etmektedir. Bunun gibi bir başka cahil ve müfteri görülmüş müdür?

Güya Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), ona biat etmedikleri ve zekatı vermedikleri için onları öldürmüş ve esir etmiştir. Râfizî'nin Ebubekir'e (r.a.) yaptığı iftiradan, her türlü iftira ve hezeyanın naklinden ve insan olmayan şu adama cevap vermekle yapılan zaman kaybından Allah'a sığınırız.

Şiir :

İrşad için gösterdiğim şu güzelliklerim günah ise,

De ki, ben nasıl özür dileyebilirim.

Ebubekir es-Sıddîk'ın (r.a.) bu pis insanları öldürüp, onları esir etmesi onun en büyük faziletlerindendir. Hatta, bu kafirleri sırf zekat vermedikleri için katletmemiştir. Bu kafirler Müseylime'ye inanmış yüzbin kişi civarındaydı. Hanife oğulları ise, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ailesindendir. Ümmü Muhammed b. El-Hanefiyye'den gelmektedirler. (Ali (r.a) İslâm Şeriatının hükümleri doğrultusunda Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bunlara savaş açmasından dolayı onu tebrik etmiştir. (Necef Toplantısı Risalesi, S. 31)

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zekatı vermedikleri için kendilerine savaş açtığı kimseler ise, Hanife oğullarının dışında olan bazı arap kabileleridir. Bunlar, zekatın tümünü vermemeyi mubah kılmışlardı.

Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel ve başkaları herhangi bir kavim “zekatı veririz fakat, emire teslim etmeyiz” derse onlarla savaşmak caiz değildir, demişlerdir.

Ey Râfizî!

Ebubekir'e (r.a.) biat etmeyenler arasında Yahudileri, Berberileri, Kisra ve Kayseri'de neden saymadın?

Ey Râfizî!

“Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) irtidat edenlere karşı ilan ettiği savaşından dolayı onu tenkit etmiş ve savaştan geri dönmüştür.” sözün apaçık bir iftiradır.

Aksine Hz. Ömer (radiyallâhü anh) zekâtı kabul etmeyenlere karşı savaşta Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) safında yer almıştır. Ancak, aralarında bir münazara çıkmış neticesinde de Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) görüşünü kabul etmiştir.

Yukarıda Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafetini kabul etmemişler, diye sıraladığın sahabilerin durumuna gelince, bu da onlara isnad edilen bir yalandır. Ancak, Sa'd b. Ubâde, bîat etmemiştir. Diğerlerinin biati, senin onu inkar etmenden daha meşhurdur.

Usame (r.a.) de Ebubekir'e (r.a.) biat etmeden ordusuyla yürümemiştir. Halid bin Said ise, Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) vekili idi. Vefatından sonra, ondan başkasına vekalet etmem, demiştir. Sa'd b. Ubade'den başka herkesin Ebubekir'e (r.a.) biat ettiği tevatür ile bilinmektedir.

517     (Zümer: 39/33)

Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve Hâşim oğullarına gelince, bütün bunlar vefatlarından önce Ebubekir'e (r.a.) biat etmişlerdir. Fakat, biatlarının altı ay sonra, bazılarına göre de ertesi gün ve kendi istekleriyle gerçekleştiği söylenmektedir.[13] Abbas (r.a.) ise, Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) üç yaş büyük idi. Bu hadisenin doğru olan rivayeti şöyledir:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edince Mekke çalkalandı. Ebu Kuhafe de bu durumdan haberdar oldu.

“Müslümanlara ne oluyor?” dedi. Ona:

“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat etti” cevabını verdiler. Ebu Kuhafe:

“Çok büyük bir haber, peki yerine kimi seçildi?” diye sordu.

“Oğlun seçildi” cevabını vermeleri üzerine, Ebu Kuhafe:

“Menaf ve Muğire oğulları kabul ettiler mi?” dedi. Evet, dediler. Neticede Ebu Kuhafa:

“Allah'ın verdiğine mani olabilecek, vermediğini de zorla verecek kimse yoktur.” dedi.

Buhârî ve Müslimde rivayet edildiğine göre, Âişe (r.a.) şöyle diyor:

Resûl-i Ekrem'in kızı Fâtıma (r.a.), Ebû Bekir'e (r.a.) haber göndererek babasının Medine, Fedek ve Hayber Humusu (beşte biri)nden kalan mirasını istedi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şu cevabı verdi:

“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Biz Peygamberlerden miras alınmaz, geride bıraktıklarımız sadakadır. Âl-i Muhammed bu maldan yer, buyurmuştur”.

Bu itibârla Resûlullahın icraatından bir şey değiştirmem. Ancak, onun yaptığını yaparım.”

Bunun üzerine Fâtıma (r.a.) Ebu Bekir'e gücenmiş ve ondan küsmüştü vefat edinceye kadar onunla konuşmadı. Fâtıma (r.a.) Resulûllah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Altı ay yaşadı. Fâtıma (r.a.) vefat edince efendisi Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) onu geceleyin defnederek Ebubekir'e (r.a.) haber vermedi. Cenaze namazını da Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) kılmıştı.

Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Fâtıma'dan (r.a.) dolayı herkesten hürmet görüyordu. Fâtıma (r. Anha) vefat ettikten sonra herkesin kendine karşı yüzünü astığını gördü. Bunun üzerine Ebubekir'le (r.a.) barışmak ve ona biat etmek için çare aradı. Çünkü O, geçen şu aylar zarfında Ebubekir'e (r.a.) biat etmemişti. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Ebubekir'e (r.a.)

haber göndererek onu davet etti ve yalnız başına gelmesini istedi. Çünkü, Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) onunla birlikte gelmesinden endişe ediyordu. Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) yalnız gitmemesini tavsiye etti. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Bana yapabilecekleri birşey yoktur, gideceğim!” dedi ve kalkıp gitti. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Ebu Bekir'i (r.a.) görünce şehâdet getirdi ve sonra şöyle konuştu:

“Biz senin fazilet ve meziyetlerini, Allah'ın sana neler ihsan ettiğini biliyoruz, Allah'ın sana verdiği nimetten dolayı sana haset etmiyoruz. Fakat, bize karşı sert davrandın. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a yakınlığımız dolayısıyla kendimizi hisse sahibi görmüştük.”

Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) sözlerini dinleyen Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) gözleri yaşarmıştı. Söz sırası Ebubekir'e (r.a.) gelince O da şöyle konuştu:

“Bütün varlığıma hâkim olan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın akrabasını gözetmek benim için kendi akrabamı gözetmekten daha çok sevimlidir. Bu mallar yüzünden aramızda çıkan ihtilafa gelince, benim maksadım tamamen hayır idi. Resulullah'ın yaptığını gördüğüm şeyi yaptım.”

Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh):

“Bugün zeval vaktinden sonra sana biat edeceğim.” dedi.

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) öğle namazından sonra minbere çıktı. Şehâdet getirdi. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) biat hususunda gecikmesinin mevzuunu açarak onun mazeretini kabul ettiğini açıkladı. Sonra Allah (celle celâlühü)'dan müminlere af ve mağfiret diledi. Ebubekir 'i (r.a.) müteakip Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) şehâdet getirerek söze başladı. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) ta'zime şayan olduğunu söyledi. Biatta gecikmesinin Ebubekir'e (r.a.) rekabetten ileri gelmediğini anlattı. Ancak, akrabalık dolayısıyla hisse sahibi olduklarını sandıklarını, Ebubekir'e (r.a.) biati müslümanları sevindirdi.

Şüphesiz ki, imametle ilgili muteber icmaya bir-iki kişinin muhalefet etmesi ona zarar vermez. Bu küçük ihtilaflar muteber olsaydı hiçbir imamet kesinleşemezdi.

Umûma müteallik hükümler için bu durum söz konusu değildir. Bir-iki kişinin muhalefeti vuku bulduğunda icma kabul edilir mi, edilmez mi meselesinde Ahmed bin Hanbel'den iki rivayet vardır.

Birincisi, bir-iki kişinin muhalefeti icma'ya mâni değildir, İstikametindedir. Muhammed b. Cerir et-Taberi ve başkalarının görüşü de böyledir.

İkincisi, bir-iki ikisinin muhalefeti ile, hükümler üzerinde yapılan icmaya zarar gelir, istikametindedir. Eğer birtek kişi nassa muhalefet ederse zaten bunun muhalefetine itibar olunmaz. Said b. el-müseyyeb'in üç talakla boşanan kadının bir başkasına (iddet beklemeden) mücerret olarak nikahlanması ve tekrar boşanması ile ilk erkeğine helal olduğunu söylemesi gibi.

Kaldı ki, hilafetin sıhhati mevzuunda şart olan hakça güçlü bulunan cumhurun ittifakıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Cemaattan ayrılmayınız. Allah'ın eli cemaatın üzerindedir.”,

“Büyük topluluktan ayrılmayınız, onlardan ayrılan cehenneme atılmıştır.” buyururlar.

Ümmetten Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti üzerine ittifak edenler Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilafeti üzerine ittifak edenlerden daha çoktur. Müslümanların üçte biri, belki de daha fazlası Ali'ye (r.a.) biat etmedikleri gibi, onunla savaşmışlardı. Hatta Büyük sahablerden bir kısmı onun safında yer almamışlar ve ondan ayrılmışlardır. Ümmetten bazılarının geri çekilmeleriyle imametin zemmedilmesi caiz olsaydı, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imameti bir çoklarının imametinden daha fazla zemmedilmesi gerekecekti.

Ey Râfizî!

“Ali'nin imameti nass ile sabittir, icmaya ihtiyaç yoktur.” diyecek olursan, şöyle deriz:

İmaen veya sarahaten Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) takdim edilmesiyle ilgili bir çok nasslar geçti. Ayrıca sahabilerin ona biat edip, onu Resulullah2ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi ismiyle tesmiyede icma etmeleri üstünlüğünün bir başka yönüdür. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti hakkında yapılan tartışmalar iki yönlüdür.

Birincisi, hilafetin fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği;

İkincisi, gerçekleşmemişse onun hakkı olup olmadığı doğrultusundadır. Birinci yönü tevatürle sabittir. Yani bütün insanlar Resulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti yürüttüğü, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yerine geçtiği, onun yerinde ümmete halife olduğu, hadleri tatbik edip hukuku yerine getirdiği, kafirlere savaş açıp mürtedleri öldürdüğü, işleri ehline tevdi edip, malları taksim ettiği, imamın yapması gereken ne varsa onu yaptığı ve hakikaten ümmet arasında imameti ilk önce onun aldığı hususunda ittifak etmişlerdir.

Meselenin ikinci cihetine gelince, yani, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafete layık olduğu hususunda icmadan başka birçok nakli deliller de vardır. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilâfete lâyık olduğunu ispatlayacak bir yol varsa, mutlaka aynı yolla Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh), Ali ve başkasından hilafete daha layık olduğunu yine daha güzel bir şekilde ispatlamak mümkündür. Böyle olunca her iki halde de Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti üstlendiğine ve ona layık olduğuna dair icmaya da ihtiyaç kalmaz. Ama yine de icmanın meydana geldiğini söyleyebiliriz.

Ey Râfizî!

“Delâlet konusunda icma esas değildir, mutlaka aklî veya nakli bir delile dayanmış olması gerekir. Halbuki, bu hususta ne akli ve ne de nakli delil vardır.” diyecek olursan, sana verecek cevabımız şudur:

“Delâlete, icma esas değildir.” sözünle, icma ile seçilen halifenin mücerred zatına değil, Allah'ın emirlerini yürüttüğü takdirde ona itaat vacibtir, mânâsını kastedersen bu doğrudur. Hatta Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emirlerine itaat mücerret zatından değil, belki ona itaat Allah'a itaat gibi kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında Allah'tan başka, mücerred kişiliklerinden dolayı hiç kimseye itaat olunmaz.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Dikkat ediniz ki, hem yaratma, hem de emretmek Ona mahsustur.”[14] “Hüküm ancak Allah'ındır.”[15]

Yok eğer yukarıdaki sözünle, icmanın bazen, hakka muvafık, bazan da muhalif olduğunu kasdediyorsan, bu iddia icmanın delilliği hakkında büyük bir ithamdır. Bu iddian ümmetin batıl üzerine toplanabileceğini ifade ediyor. Bu da En-Nazzam ve râfizîlerin iddiasından ibarettir iki, tamamen yanlıştır. Ebubekir'in (r.a) imameti hususunda bizim böyle bir icmaya da ihtiyacımız yoktur.

Yine biz, hiç kimseye “İcma ile sabit olan her hükmün bir nassa dayalı olması gerekir” şartını koşmayız. Çünkü, bizzat icma, mevcut nassa delildir. Ancak, âlimler ictihad üzerine icma'ın caiz olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Buna rağmen her iki çeşit icma' için nassın gizli olduğu söylenemez.

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafetini bu yolla ele alacak olursak, zaten hilafetinin hak ve doğru olduğuna dair bir çok nasslar vârid olmuştur. Bunda hiç ihtilaf yoktur. İhtilaf, yapılan hilafet ahdinin has bir nassla mı, yoksa icma' ile mi sabit oluşu hakkındadır. Sıddık (r.a.)’ın hilafeti hakkında nass ve icma vardır, sözümüzün dayanağı şu ayet-i Kerimedir. Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

(Ey Muhammed'in Ümmeti!) Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıyorsunuz ve Allah'a imanınızda devam edersiniz..”[16]

Bu nass-ı Kur'anî, Ashab-ı Kiramın her hak olanı emir ve her batılı yasak etmelerinin gerekli olduğunu beyan ediyor. Vâcib ve haram her ikisi de kesinlikle buna dahildir. Böylece Allah'ın vâcib kıldığı her şeyi vâcib, haram ettiği her şeyi haram kılmaları ve haksızlık karşısında susmaları farz oldu. Şu halde nasıl olur da bu mümtaz zevat, hakkı bırakır onun zıddı olan bâtılı getirirler?

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) velayeti haram, batıl bir şey olsaydı, onu bu işten vazgeçirmeleri gerekirdi. Ona karşı susmaları haram olurdu. Yine Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) tercihi vacib olsaydı, bu doğrultuda çalışmaları en büyük ma'ruf olurdu.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır: İyiliği emrederler, fenalıktan alıkoyarlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları, muhakkak surette Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah Azizdir, Hakimdir.”[17]

“Ey müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhid olsun.”[18]

Allah'ın insanlar üzerine şâhid kıldığı kimselerin, şâhidlik edecekleri hususu elbette ki en iyi bir şekilde bilmeleri şarttır.

Eğer onlar Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kılsalardı, insanlar üzerinde şâhid olmağa yaraşmazlardı.

Onlar medhedilmişti, zem edileni medhedecek olsalardı yine insanlar üzerine şâhid kılınmayacaklardı.

Şu halde Ashab-ı Kiram, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti hakkettiğine şahitlik etmişlerse -ki etmişlerdir- onların sözlerinde doğru olduklarını tasdik etmek vaciptir. Yine onların tümü, birine sâlih birine âsi diyecek olsalar, bu şehâdetlerinin de kabul edilmesi vaciptir.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Her kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir.”[19]

Görülüyor ki, Allah (celle celâlühü) , Peygambere aykırı hareket edenlere Cehennemi hazırladığı gibi, O'na uyan müminlerin yolundan başka bir yola sapanlara da aynı cezayı va'd etmiştir.

Ashâb-ı Kiram bir şeyin haram veya helalliği üzerinde ittifak etmelerine rağmen, herhangi birisi onlara muhalefet ederse, müminlerden başkasının yoluna gitmiş sayılır ki, bundan dolayı da zemmedilmesi gerekir.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Elbirlik Allah'ın dinine (şeriatına) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın.”[20]

Ashabın ittifak halinde oldukları ayrıca görülmektedir. Çünkü, birlik içinde oldukları hal, ihtilaf telakki edilirse kimsenin arasında fark kalmaz.

Bir başka âyette Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la onun Peygamberidir; bir de iman edenler ki, onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam ederler. Ve zekat verirler.”[21]

Bu Âyet-i Kerime ile de Allah (c.c), iman edenlerin veliliğini, Allah ve Resulünün veliliği gibi olduğunu beyan etmiştir. Allah (celle celâlühü) da hiçbir zaman bu ümmeti bâtıl bir şey üzerinde birleştirmez. İman edenlerden bu yüce sıfata en yakın olan elbette ki Ashâb-Kirâm'dır.

Böylece Ashab'ın Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti hakkındaki kararlarının hak olduğu ispat edilmiş oldu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Kimi iyilikle zikrederseniz Cennet ona vacib olmuş olur. Kimi kötülükle zikrederseniz ona da cehennem vacib olur. Siz ey Ashâb! Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.”[22]

Râfizî şöyle diyor:

“İcma1 delil olarak kabul edilse de herkesin ittifakı ile meydana gelmiş olması lazımdır. Bu da olmamıştır. İnsanların çoğu da Osman'ın öldürülmesi üzerine ittifak etmişlerdir.”

Bu sözüne karşı da şöyle diyoruz:

“Bu sözüne daha önce cevab vermiştik. Ehlülhall vel Akd'in ittifakı ile meydana gelen icmaya birkaç kişinin muhalefet etmesi hiçbir zaman ona halel getirmez. Hz. Osman'ı (radiyallâhü anh) öldürenler ise âsi ve zâlim az bir topluluktur.

Râfizînin:

“Hata yapması mümkün olanları, icma anında onları yalandan koruyacak bir koruyucuları var mıdır?” iddiasına karşı da şöyle deriz:

İcmanın sıfatları ferdlere mahsus sıfatlar ise elbette ki bir kişinin hükmü icmanın hükmü yerine geçemez. Çünkü ayrı ayrı kişilerin yalan söylemeleri veya hata etmeleri mümkündür. Bir tek lokma doyurmaz ama lokmalar doyururlar. Bir kişi tekbaşına düşmanla savaşamaz ama kişiler toplandıkları takdirde bunu yapabilirler. Çoklukta kuvvet ve ilim vardır.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur :

“Böylece o iki kadından biri unutursa, diğerine şahitliği hatırlatsın.”[23]

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Şeytan teklerle beraber, ikilerden uzaktır.”[24]

Malum olduğu gibi insan birtek oku kırabilir, ama birkaç oku birleştirdiği takdirde onları birden kıramaz.

Ey Râfizî!

Eğer icma bazan hata üzerine yapılır diyorsan, bu iddiana göre Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de masumiyeti yoktur. Çünkü sence Ali'nin masumiyeti icma ile sabittir. Ve sence ondan başka masum yoktur. Eğer icma için hata caiz ise, Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) başkasının da masum olması mümkündür. Yok eğer icmanın aslında şüphen varsa, zaten mezhebinizin temeli batıl oldu demektir.

Yok icma hüccettir diyorsan, zaten Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) önce Ashab-ı Kiram Ebubekir, Ömer ve Osman'ın (Allah cümlesinden razı olsun) hilafetleri üzerine icma etmişlerdir.

Râfizî şöyle diyor:

“Ehl-i sünnet Rasulullan'ın:

“Benden sonra gelecek iki kişiye: Ebubekir ve Ömer'e uyunuz” buyurduğunu rivayet ederler.[25] Evet, bu rivayetin aslı belli olmayıp, delâleti de imamet için değildir. Zira fakihlere uymak onların halife olmalarını gerektirmez. Kaldı ki, bu ikisi kendi aralarında çok ihtilaf etmişlerdir. Onlara uymak mümkün değildir. Sonra hadis diye rivayet ettikleri bu haber :

“Ashabım yıldızlar gibidir”[26] şeklindeki hadislerine de

muarızdır.”

Râfizî'nin bu iddiasına da cevabımız şudur :

Yukarıdaki rivayetlerimiz mutlaka sizin iddia ettiğiniz delillerden daha kuvvetlidir. Çünkü mezkûr rivayetimizi Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi nakletmişlerdir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkındaki nass ise tamamen bâtıldır. Hatta nassınız hakkında İbn-i Hazm şöyle demiştir:

Râfizîlerin bu rivayeti, mechûlun meçhulden rivayet ettiği bir nakildir. Bu mechûl kimse de Ebul Hamra lakabıyla bilinmektedir ki, biz âlimler içinde böyle bir kişi tanımıyoruz.”

Rasûlullah'ın, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Ömer'e (r.a.) uymayı emretmesi, bu iki zatın zâlim ve mürted olmadıklarını ispatlamaktadır. Çünkü bu vasıflara hâiz olan kimse rehber olamaz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) arasındaki ihtilaflar da çok nadirdir. Kardeşlerle beraber dedenin hissesi, cihad mallarının eşit dağıtılıp dağıtılmaması meselesi ve Hâlid'in (r.a.) tayin ve azli gibi mevzulardır. Bu konularda ayrı ayrı ictihadları olmuştur.

“Benden sonraki iki kişiye, Ebubekir ve Ömer'e uyunuz” mealindeki hadis, onların ittifak ettikleri meselelerde kendilerine uymayı vacip kılar.

“Ashabım yıldızlar gibidir” mealindeki hadis ise, hadis imamları tarafından zaif görlüdüğü için hüccet değildir.

Râfizî devamla şöyle diyor:

“Ehl-i sünnet mağara hadisesi ile ilgili olarak,

“Uzaklaştırılacaktır ondan takva sahibi olan” ve

(Ey Resulüm, Hüdeybiye seferinden) geri kalan o bedevilere de ki: Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için çağrılacaksınız.” meallerindeki âyetleri zikrederek, çağıracak bu kişinin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) olduğunu, Onun Bedir günü Rasûlullah'ın yanında ve çadırda bulunduğunu, malını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için harcadığını ve namaz için imam tayin edildiğini iddia ediyorlar. Halbuki Rasûlullah'la (sallallahu aleyhi ve sellem) beraber mağarada bulunmasında onun için bir fazilet yoktur. Peygamberin onu arkadaş kabul etmesi, şerrinden emin kalması içindir. Çünkü bu işi ifşa edebilirdi. Mezkûr âyetler de, onun eksikliğine, zayıflığına ve sabırsızlığına delildir. Âyetteki “Üzülme” sözü durumu bize daha açık göstermektedir. Üzülmek, sıkılmak iyi bir şey veya itaat olsaydı, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onu bundan alıkoyması imkansız olurdu. Yok eğer üzülmek, sıkılmak ma'siyet ise onun fazileti rezalete dönüşmüş olur.

“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan” mealindeki âyetten murad ise, Ebu Ed-Dahdahtır. Komşusuna bir hurmalık alınca bu âyet nazil olmuştur.

“Geri kalan o bedevilere de ki”, mealindeki âyetten murad ise, Hudeybiye'ye gitmeyenlerdir. Bunlar hayber ganimetlerini almağa çıktılar, fakat:

“De ki, bize tabi olamazsınız” âyeti ile engellenmişlerdir. Çünkü, Allah (celle celâlühü) Hayber ganimetlerini, Hudeybiye'ye gidenler için kılmıştır.” (Hüdeybiye seferinden) geri kalan o bedevilere de ki:

“Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için çağrılacaksınız.” âyetiyle, sonradan sizi çağıracağız mânâsı anlaşılıyor. Bilahare Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları Mute, Hayber ve Tebuk gibi gazvelere çağırmıştır. Bu davetçinin, savaştığı için Emirulmü'minin olması da mümkündür.

“Çadırda Rasûlullah'ın yalnızlığını gidericiydi” sözü de doğru değildir. Çünkü Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dostu ve yalnızlığını gideren Allah'dır. Fakat, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Bekri savaşmağa emrettiği takdirde defalarca kaçacağından ve bundan dolayı da fitne çıkabileceğinden onu yanında tutmuştur. Durum böyle olunca, savaşmadan oturan mı, yoksa cihad eden mi üstündür. Ebu Bekr'in (r.a.) malını infak ettiğini iddia etmeleri ise tamamen yalandır. Çünkü malı yoktu. Babası da gayet fakir idi. Malı olsaydı babasına yardım ederdi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) câhiliyye devrinde çocuk mürebbisi, İslâm devrinde de terzi idi. Onu halife ilan ettiklerinde terzilikten alıkoydular.

“Azığa ihtiyacım var.” demesi üzerine, Ona hergünü için beytül-maldan üç dirhem maaş vermeye başladılar. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, daha Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bir şeyi yokken, hicretten evvel ve hicretten sonra da Haticenin malı ile zengindi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) malını infak etseydi, Ali hakkında “Hel Eta” suresi indiği gibi, onun hakkında da ayet nazil olurdu. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) kendilerine yardım ettiği kişilerin en üstünü de şüphesiz ki, Rûsûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)tır.

Ehl-i sünnetin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında iddia ettikleri mal infakı, Ali'nin mal intakından fazla olmasına rağmen bu hususta âyet nazil olmamıştır. Binaenaleyh bu konu ile ilgili rivayetlerin yalan olduğu ortaya çıkmış oluyor. Ebu Bekrin (r.a.) namaz için imamete geçirilmesi bir hata neticesidir. Çünkü Bilal ezanı okuyunca, Aişe (r.a.) babasının öne geçirilmesi için Bilâl'e emretmiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uyanır ve ezan sesini işitince, “Beni camiye götürün” dedi Abbas r.a.) ve Ali'nin r.a.) koltukları arasında camiye giderek, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i imametten azledip, kendisi namaza başlıyor. Bütün bunlar cumhurun delilleridir. Akıllı olan insaf gözüyle baksın, nefsin arzularını bırakarak hak olanı bulsun. Âbâ ve ecdadı taklit etmekten vazgeçsin.”

Râfizî'nin bu uzun iddiasına karşı da cevabımız şudur:

-    Bu sözlerde hiçbir insan için mümkün olmayan yalan ve iftiralar vardır.

-    Şüphesizki, râfizîler bu iftiraları uydurmada yahudiler gibidirler.

-    Gerçekten râfizîler iftiracı bir kavimdir. Allah'ın nurunu söndürmek ve hakikatleri ters çevirmek istiyorlar.

-    Râfizîler hakkı red ve yalanı tasdik etmede bidatçıların en kalabalık olanlarıdır.

Mağara hadisesi de Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) için açık ve öğücü bir fazilettir. Onun hakkında Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

“Hani Mekke kafirleri onu Mekke'den çıkarttıklarında ikinin ikincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma, zira Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.”[27]

Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şöyle der:

“Bir mağarada iken müşriklerin tepemize kadar gelen ayaklarını gördüm. Ve:

“Onlardan birisi kendi ayaklarına bakacak olursa bizi görür” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Üçüncüleri Allah olan iki kişinin durumundan haberin var mıdır?” buyurdular.[28]

Buradaki beraberlik özeldir;

“Korkmayınız, zira ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” ayetinde olduğu gibi.

İbn-i Uyeyne şöyle diyor:

Peygamberlerine karşı olan tavırlarından dolayı Allah (celle celâlühü) Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) dışında bütün insanlara itabta bulunarak şöyle buyurmuştur:

“Eğer siz, Peygambere yardım etmeseniz, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine eder. Hani Mekke kafirleri onu Mekke'den çıkarttıklarında ikinin İkincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekr) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma, zira Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.”[29]

Ebu Kasım es-Suheylî ve daha bir çokları:

Bu beraberlik Ebubekir'e (r.a.) hastır. Ondan başkasına ait olduğu bilinmemektedir, diyorlar.

“O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.” mealindeki âyet Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) ashab arasında zirvede bulunduğuna delildir.

Sıddik (r.a.) Peygamberliğin gelmesinden vefat edinceye kadar Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşlık etmiştir. Bu dostluk o kadar ileriye gitmiştir ki, “Hayatta da, ölümde de ondan ayrılmamıştır.” sözünün meşhur olmasına vesile olmuştur.

Buhari'deki bir başka hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Arkadaşımı bana bırakmıyacakmısınız?” buyurmuştur.

Buhâri ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Hz. Aişe şöyle der:

“Babamla anamın İslam diniyle mütedeyyin olmıyarak yaşadıklarını hiç hatırlamam. O zamanlarda bir günümüz geçmezdi ki, o günde sabah ve akşam vakitlerinde Rasûlullah bize gelmemiş olsun.”

Buhârî'de rivayet edildiğine göre, Hudeybiye antlaşmasının şartlarını ağır gören Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a:

“Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız batıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Evet öyledir” buyurdu.Hz. Ömer (radiyallâhü anh):

“Şu halde dinimiz uğrunda bu denâeti niçin kabul edelim?” dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Muhakkak surette ben, Allah 'ın peygamberiyim. Ben (bu maddeyi kabul etmekle) Allah'a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcımdır” buyurdu.Hz. Ömer (radiyallâhü anh):

“Vaktiyle sen bize yakında varıp Beyti (Kabe'yi) tavaf edeceğiz, diye haber vermemiş miydin?” deyince, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Yok, ben sana (Vakit tayin ederek) bu sene varıp tavaf edeceğiz, diye haber vermedim” buyurdu. Hz. Ömer (radiyallâhü anh) devamla şöyle dedi:

“Bu konuşmayı takiben Ebubekir'e (r.a.) vardım ve: Ey Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. O da:

“Evet hak peygamberidir” dedi. Ben:

“Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız batıl üzerinde değil midirler?” dedim. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Evet öyledir” diye cevap verdi. Ben;

“Öyle ise niçin dinimizi küçük görüyoruz?” dedim. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Behey adam, Muhammed Allah'ın peygamberidir. O, Rabbine âsi değildir, Allah onun yardımcısıdır, sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir, dedi...”[30] Bu ve buna benzer hareketlerinden dolayı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) sıddik unvanına nail olmuştur.

Yine Buhâri'nin rivayetine göre, Ebu ed-Derda (r.a.), Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ey insanlar, Ebubekir'in hakkını veriniz. O hiçbir zaman bana kötülük etmemiştir.” buyurduğunu rivayet etmiştir.[31]

Akıllı kimse, sahih hadisleri güzelce incelerse, doğru ve yalanın hangisi olduğu kendisine açıkça belirlenmiş olur. Her kim gerçek hadisler ile râfizîlerin şüpheli hadislerini birbirine karıştırırsa, onların asılsız iddialarına sapacaktır.

Onun için sanatı sanatkara, tababet tabibe, dil bilgisini dilciye, parayı sarrafa teslim etmek gerekir.

Buna rağmen bütün bunların yanılmaları mümkündür. Ama, fakih ve muhaddisler böyle değildir. Fakihlerin batıl bir mes'ele üzerinde ittifak etmeleri mümkün olmadığı gibi, muhaddislerin de yalanı tasdik veya doğruyu yalanlamaları mümkün değildir.

Binaenaleyh iyi düşünen bir kimse, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zatına mahsus faziletlerini çok açık bir şekilde müşahede edecektir. “Allah bizimledir” ayet-i kerimesini:

“İnsanların Rasûlulah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) en sevimli olanı Ebu Bekir'dir”,

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yokken müracaatın Ebu Bekir'e yapılması ve sıddikiyeti ona mahsus kılan hadisler, bütün bunlar Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) faziletine delalet eden apaçık delillerdir.[32]

Namaz ve hac için Rasûlullah'ın onu vekil etmesi, vefatından sonra da müslümanların topyekün ona itaat etmeleri ayrıca onun üstünlüğüne delalet eder.

Bunlardan başka kendisiyle Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in faziletlerini dile getiren hadisler vardır. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) her ikisine iman ile şehadette bulunması, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin: Rasûlullah'ın:

“Ebubekir ve Ömer'le beraber çıktım” sözünü çokça söylediğini nakletmesi:

“Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanıyoruz” hadisi de bu kabildendir.

Fakat Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) menkibeleri çok olmasına rağmen, yalnız ona mahsus faziletleri belirten yirmi kadar hadis vardır. Menkibeleri de sayısızdır. Bütün bunlar Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dost olduğunu gösteren delillerdir.

Râfizî'nin iddia ettiği gibi Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah'ın düşmanı olsaydı, müşrikler mağaranın dibine geldiklerinde sevincini ilan etmesi gerekirdi. Aksine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) üzülmüş, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da “üzülme Allah bizimledir.” buyurarak, Allah'ın onları koruyacağını ve onlara yardımcı olacağını bildirmiştir.

İnsanların en geri zekalısı dahi böyle tehlikeli bir yolculukta Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşlık edemin halini idrak etmekten âciz değildir. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yalnız onun arkadaşlığını ve dostluğunu kabul ettiği bir kimse, gizlice onun düşmanı olması mümkün müdür?

Böyle bir şeyi ancak insanların en câhili ve en geri zekâlı olanı kabul edebilir. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine gizliden düşman olan birisini dost kabul ettiğini iddia edenleri, hasseten bunu akıl ve ilimce mahlukatın en mükemmeli olan zata caiz görenleri Allah rezil etsin.

Râfizî:

“Rasûlullah, sırrını ifşa etmesinden korktuğu için Ebubekir'i (r.a.) arkadaş edinmiştir.” diyor.

Râfizî'nin bu iddiası birçok yönden batıldır.

Birincisi: Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) sevdiği ve ona dost olduğu Kuran'ın nassı ile sabittir.

Manevi tevatür ile de Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) çok sevdiği, ona derinden iman ettiği, maddeten ve manen de ona çok iltifat ettiği sabittir. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) bu yolu izlerken cömertlikte Hâtemi, cesarette Antere'yi geçmişti. Fakat, Râfizîler öyle iftiracı bir topluluktur ki, bazıları Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) hücre-i Nevebi'de defnedildiklerini dahi inkar ediyorlar.

İkincisi: Râfizî'nin bu iddiası, onun tam ve aşırı bir cahil olduğuna delildir. Hasseten hicret esnasında vuku bulan hadiselerde bu durum çok açıktır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadaşı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ile mağarada saklanırken, Mekke müşrikleri bu hadiseyi işittiler. Ertesi gün her tarafa adam göndererek ikisini veya onlardan birini bulana büyük mükafaatlar vadettiler.

Bu hadise de Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dost, müşriklerin de bu dostluğundan dolayı Ebubekir'e (r.a.) düşman olduklarını açıkça ortaya koyuyor.

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gizliden düşman, müşriklere de dost olsaydı onun yakalanması için azâmi gayreti sarf edecekti. Üstelik onu bulana mükafaat vadetmezlerdi.

Üçüncüsü: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) geceleyin çıkmıştı, bu çıkışından da kimsenin haberi yoktu. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) arkadaşlığını ne yapacaktı?

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bu çıkışından haberi vardı, diye itiraz edilirse, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu yolculuğu müşriklerden gizli tuttuğu gibi, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'den de gizli tutabilirdi, deriz.

Buhârî ve Müsim'de rivayet edildiğine göre; Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hicret etmesi için Rasûlullah'tan izin istemesi üzerine Rasûlullah, beraber hicret edinceye kadar sabretmesini emretmiştir.

Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Berâ (r.a.) Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) şöyle buyurduğunu söylüyor:

“... Gece boyunca yol yürüdük. Ertesi gün öğle vaktine kadar yürümeğe devam ettik. Yolda kimsenin bulunmadığı bir sırada gölgesi olan bir kaya parçasını gördük. Orada durduk. Rasûlullah'ın yatması için taşın gölgesinde elimle bir yer hazırladım. Cübbemi sererek, Ya Rasûlullah! uyu dedim. Öğleden sonra yola düşünceye kadar uyudu. Toprağı sert bir arazide yürüyüp giderken, Sürakâ b. Mâlik bize yetişti. Ya Rasûlullah! Sürâka bize yetişti, dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Üzülme Allah bizimle beraberdir” dedi, ve ona beddua etti. Süraka'nın atı karnına kadar gömüldü. Sürâka:

“Bana beddua ettiniz fakat dua ederseniz, geri dönüp sizi takibedenlerin hepsini geri çevireceğim” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah ona dua etti ve kurtuldu. Böylece Surâka geri döndü. Önüne gelen herkese, buralarda kimsenin bulunmadığını söyleyerek, onları geri çevirdi.” (Buhari Fedail: 2, Menakıb: 45)

Buhârî'nin rivayetine göre Âişe (r.a.) şöyle der:

“Müslümanlar müşrikler tarafından eza ve işkenceye uğrayınca Rasûlullah onların Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi. Ebubekirde Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere Mekke'den çıktı. Ebubekir, Berk'ül Ğimad denilen mıntıkaya gelince kendisine İbnüddüğünne yetişti. İbnüddüğünne Kare kabilesinin büyüğü idi. Ebubekir'e:

“Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu. Ebubekir:

“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada Rabbime ibadet etmek istiyorum” cevabını verdi...”

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile mağarada iken Abdurrahman b, Ebi Bekir, yanında Âmir b. Füheyre olduğu halde gelip onlara haber iletiyordu. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) gizliden Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) düşman olsaydı, Âmir b. Füheyre'ye durumu gizlice iletebilirdi.

Yine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) Rasûlullah'ın gizli düşmanı olsaydı, müşrikler mağaraya yaklaşıp, ayakları göründüğünde dışarıya çıkıp onlara haber vermesi ve Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim etmesi gerekirdi.

Bütün bunlar Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh), Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için gerçek dost olduğuna delâlet ederler.

Kalbini körelten Allah'ı takdis ederim ey râfizî!

Ey Râfizî!

“Üzülme Allah bizimle beraberdir.” ayeti Ebubekir'in zaifliğine ve sabırsızlığına delâlet eder, diyorsun. Bu iddian da:

“Rasûlullah planını açığa vurmasın diye Ebubekir'i arkadaş edinmiştir” sözünle mütenakızdır.

Zira sen Ebubekir'i sabırsız ve zaif kabul etmiştin. Allah aşkına neden Ebubekir'e hased ediyorsun? Keşke bileydim.

Şunu da bil iki, ey Râfizî; muhacirler arasında bir tek münafık yoktu. Bu mustahil gibidir. Bundan başka da Mekke'de üstünlük ve kuvvet müşriklerin elindeydi. O kafirler İslâm'a giren herkes şüphesiz ki Allah rızası için girmiştir. Korktukları için değildir. Binaenaleyh münafıklık onlar için kesinlikle söz konusu değildir.[33]

Münafıklık Medine ehlinde mevcuttu. Çünkü İslâm orada yayılıp, küfre galip gelince, kalbleri İslam'a karşı kin ve nefretle dolu olan bazı insanlar iman etmedikleri gibi, kılıç korkusundan müslüman olduklarını ilan etmişlerdir. Muhacirler ise, İslam'a girmeleri için hiç kimse onları zorlamamış ve müslümanlardan korktukları için de iman etmiş değillerdir. Aksine muhacirler şu âyetin sırrına nail olmuşlardır.

(Bilhassa bu ganimet). O, fukara muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Halleri şudur: Allah'dan (Dünyada) bir rızık ve rıza isterler. Allah'a ve Peygamber'ine, (mal ve canları ile Allah'ın dinine) yardım ederer. İşte bunlar, sâdık olanlardır, (imanlarında sadakat gösterenlerdir.)[34]

Ebubekirde (r.a.) bunların en üstünüdür. Hepsi de onu “Rasûlullah'ın halifesi” olarak çağırıyorlardı. Allah'ın kendilerini “Sadıklar” diye nitelendirdiği kimselerin dalâlette ittifak etmeleri mümkün değildir.

Ey Râfizî!

“...eksikliğine delâlet eder” sözün bir cihetten doğrudur. Çünkü hepimiz Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbeten çak noksanız. Sizin, bazıları için iddia ettiğiniz gibi biz, Ebu Bekir'in (r.a.) masum olduğunu iddia etmiyoruz. Kaldı ki Allah (celle celâlühü) elçisine:

“Ey Rasûlum, sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma ve yaptıkları hileden de telaş edip sıkıntıya düşme.”[35] mü'minlere de:

“Ey mü'minler, savaştan gevşemeyin ve (Uhud bozgununa) üzülmeyin. Haliniz onlardan netice itibariyle çok yüksektir, eğer gerçekten (va'dimize) inanıyorsanız.”[36] diye hitap etmiştir.

Bu da üzülmenin imana aykırı bir şey olmadığını ispat etmektedir.

Ebubekir Es-sıddîk'ın (r.a.) iman ve sabrını diğer sahabilerin iman ve sabrına benzeten cahildir. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) menkibeleri, Osman'ın (r.a.) menkıbelerinden kat kat fazladır. Bununla beraber Hz. Osman (radiyallâhü anh), kimsenin sabredemediği şekilde sabretmesini bilmiştir. Onu muhasara ettiler, öldürmek için ok yağmuruna tuttular, buna rağmen taraftarlarının onlarla savaş etmelerine müsaade etmemiştir. Şehîd oluncaya kadar sabır, vekâr ve imanla sabretmiştir.

“Üzülme Allah bizimle beraberdir” âyet-i kerimesi, üzüntü ve korkunun vukuuna delâlet etmez. Kendisinden nehyedilen her şey için de bu durum söz konusudur. Aşağıdaki âyetler buna delildir. Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber, takvada sebat et (ve kafirlerle münafıklara verdiğin emanı bozmak hususunda) Allah'dan kork. Kafirlere ve münafıklara (teklif ettikleri masiyetlerde) uyma.”[37]

“Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme.”[38]

“O halde, sakın bunu bilmezlerden olma...”[39]

Farzet ki, üzülmüştür. Haddi zatında onun bu üzülmesi, Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) şehid edilip, İslâmın yok olma korkusundan kaynaklanıyordu.

Veki, Nâfi'den, O'da İbn-iHz. Ömer (radiyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre, İbn-i Ebi Müleyke şöyle buyurur:

“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edip, Sevr mağarasının yolunu tutunca, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) Onun önünden ve arkasından yürümeğe başladı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ey Ebubekir ne oluyor sana?” Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Yâ Rasûlallah Arkadan saldırıya uğrayacaksın diye arkanızdan, önden saldırıya uğrayacaksınız diye de önünüzden yürüyorum” buyurdu. Mağaraya vardıklarında Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Ya Rasûlallah, sizi uyandırıncaya kadar buyurunuz, istirahat ediniz,” sözlerini ekledi.[40]

Nâfi': Bir zat, İbn-i Ebi Müleyke'den naklederek bana şöyle dedi:

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) mağarada bir delik gördü. Ayağını oraya soktu ve:

“Yâ Rasûlallah! bir yılan veya bir akrep sokması olursa, bana olsun” buyurdu.

Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Sizden biriniz beni evladından, babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) üzüntüsü, her ihtimale karşı Rasûlullah'ın eziyet görebileceğinden kaynaklamıyordu. Binaenaleyh, bu durum, onun Rasûlullah'a karşı olan aşırı sevgisine delâlet eder. Allah (celle celâlühü) Ya'kub'un (a.s.) durumundan haber vererek şöyle buyurur:

“O (Ya'kub) dedi ki; Ben büyük kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikayet, ediyorum.”[41]

Sonra siz, Fâtimetüzzehranın, babasının vefatına sonsuz hüzünde bulundunuz, kendisini hüzün evine kapattığını iddia ederek ve hatta ona layık olmayan şeyleri isnad edecek kadar aşırı gidiyorsunuz. Ama gerçekten cahil, medhetmek isterken, farkına varmadan zemmeden kimsedir.

Ey Râfizî!

“Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) üzüntüsü ölüm korkusundan idi.” dersen, bu da onun mümin olduğunu ve gizliden müşrik Kureyş'in dostu olmadığını ispat ediyor. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da:

“Ey İbrahim! Gerçekten senin vefatın için çok üzgünüz.” buyurmuştur. Görülüyor ki, üzüntü tabii ve mubahtır. Nassla dabuna delâlet etmektedir.

Ey Râfizî,

“Arkadaş” kelimesini zikrederek, arkadaşlığın imana delâlet etmediğini iddia ediyorsun. Delil olarak da “Bundan dolayı (bu kâfir dönerek mümin) arkadaşına şöyle dedi”[42] Ayetini getiriyorsun.

Evet, “arkadaş” kelimesi umumîdir. Komşu arkadaş gibi. Fakat, mağara ayetindeki ifade bu arkadaşlığın sevgi, dostluk ve iman arkadaşlığı olduğunu ifade ediyor.

Ey Râfizî,

“Allah, Resûlü'nün ve müminlerin üzerine manevi huzuru indirmiştir.”[43] âyetini delil getirerek, müslümanların hezimete uğradıklarını iddia ediyorsun.

Ey Râfizî,

Eğer yalnız “Resulünün üzerine indirdi” denilseydi, huzurun ashab üzerine inmediği anlaşılabilirdi. Onun için bu ayet iddianı ispatlamaz. Çünkü, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tâbi hem de itaatkâr idi. O, Rasûlullah'ın arkadaşı idi. Allah da her ikisi ile beraberdir. Tâbi olunana manevi kuvvet gelmiş ise, ona tâbi olan da bu manevî kuvvete dahildir. Onun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zafere ulaştığı hiçbir yer yoktur ki, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) orada zafere ulaşanların başta gelenlerinden olmasın. Onun için:

“Ebubekir'in imanı ile yeryüzündekilerin imanı karşılıklı olarak tartılacak olursa, Onun imanı cümlesinin imanından ağır gelir.” demişlerdir.

Bir başka hadiste, Ebu Bekrete'nin rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Aranızda rüya göreniniz var mıdır?” diye sordu, Orada bulunanlardan biri:

“Gördüm, yâ Resulallah dedi ve şöyle devam etti: Semadan bir terazi indi, Siz ile Ebubekir tartıldınız ve siz ağır geldiniz. Sonra Ebubekir ile Ömer tartıldılar. Ebubekir ağır geldi. Sonra Ömer ile Osman tartıldılar, Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”[44]

Ey Râfizî,

“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan,”[45] âyet-i kerimesinin Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) değil, Ebu ed-Dehdah hakkında nazil olduğunu iddia ediyorsun. Aslında diğer iddiaların gibi bu da gülünçtür. Ebu ed-Dahdah'ın hadisesi ittifakla Medine'de vâki olmuştur. Âyet ise Mekke'de inmiştir. Hal böyle olunca, âyet Ebu ed-Dahdah hakkında nazil olmuştur, denilebilir mi?

Şayet biri “Âyet Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuştur fakat, Ebu ed- Dahdah'a da şâmildir,” derse buna inanırız. Çünkü, birçok ashab ve tabiin:

“Şu âyet şunun hakkında nazil olmuş ve bu hükme delâlet eder” derken, bir kısım ashab ve tabiin de:

“Ayet iki sebepten dolayı iki defa nazil olmuştur.” demişlerdir.

İbn-i Hazm, Abdullah b. Zübeyr ve başkalarından rivayet ettiğine göre, yukardaki âyet Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuştur. Aynı görüşün Abdullah b. Zübeyr ve Said b. el-Müseyyib'ten rivayet edildiği Sa'lebî tarafından zikredilmiştir.

Süfyan b. Uyeyne, Hişam'dan, O da Urve'den, O da babasından rivayet ettiğine göre, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Allah'a inandıkları için işkence edilen yedi köleyi âzad etmiştir. Bunlar Bilâl, Âmir b. Füheyre, Nehdiye, Nehdiye'nin kızı, Zübeyre, Ummu Ümeys ve Mu'mil oğullarının (kız) hizmetçisidir. Hatta Zübeyre rum olup, Abduddar oğullarının kölesi idi. Müslüman olduktan sonra gözleri kapanması üzerine müşrikler onun için:

“Gözlerini Lât ve Uzza körelttiler,” demeğe başladılar. Zübeyre de onların aksine, defalarca Lât ve Uzza'yı inkar ettiğini söylemeğe başlayınca, Allah (celle celâlühü), gözlerini açtı ve sıhhate kavuşturdu.

Bilâl-i Habeşi'nin âzadlığına gelince; Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) onu taşlar arasında gömülü iken satın almıştır. Bilal'ın bu haline acıyan Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), müşrik Ümeyye'ye karşı çıkması üzerine, Ümeyye:

“Bilal'in bu halini istemiyorsan satın al” dedi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Yüz okka istersen de alacağım” buyurdu. Bu şekilde Bilal'i satın alarak âzad etti.

Süfyan b. Üyeyne devamla şöyle diyor:

“Uzaklaştırılacaktır ondan takva sahibi olan” âyeti ile âyetin içinde bulunduğu el-Leyl süresinin sonuna kadarki bütün âyetler Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuşlardır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) müslüman olduğunda kırkbin dinarı vardı. Hepsini Allah yolunda harcadı. Ayrıca hiç kimse yukardaki ayetin Ebu ed-Dahdah hakkında indiğini ve onun sair müslümanlardan daha muttaki olduğunu söylememiştir. Aksine aşere-i mübeşşere ve diğer bir kısım ashab ondan daha muttaki ve ondan daha üstün idiler.

Şu halde yakardaki âyetin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olduğunu söyleyenlerin sözü doğrudur. Çünkü Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) sahabelerin en müttakisi ve Allah indinde en sevimli olanı idi.

Buhârî'de rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında şöyle buyurur:

“Ebubekir'in malından faydalandığım kadar hiçbir maldan faydalanmış değilim.”[46] [47]

Buhârî'deki bir başka rivayette de İbn-i Abbas (r. anhuma) şöyle buyurur:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatı ile son bulan hastalığı esnasında ve mübarek başını bir bez ile bağlamış olduğu halde mescide çıkıp minbere oturdu. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“İnsanlar içinde canı ve malı ile Ebubekir b. Ebi Kuhafe kadar üzerimde minneti olan hiç kimse yoktur. İnsanlar arasında bir dost edinseydim, Ebubekir'i dost edinirdim. Lâkin İslâm için olan kardeşlik efdaldir. Ebubekir'in kapısından başka bu mescitteki kapıların hepsini kapatınız. ”552 Tirmizî'nin naklettiği sahih bir rivayette Hz. Ömer (radiyallâhü anh), şöyle buyuruyor:

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) malımızdan tasadduk etmek için bize emir verdiler. O sırada malım çok idi. Kendi kendime; bugün tasaddukta Ebubekir'i geçeceğim, dedim. Ve malımın yarısını Rasûlullah'a getirdim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) :

“Ailene ne kadar bıraktın?” dedi.

“Getirdiğimin yarısı kadarını” cevabını verdim.

Biraz sonra Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) malının tümünü getirdi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona:

“Aile efradına ne kadarını bıraktın?” diye sorması üzerine, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine Ebubekir'e (r.a.):

“Hiçbir şeyde, ebediyyen ve katiyyetle seninle yarışmıyacağım” dedim.[48]

(Ey Resulüm, Hudeybiye seferinden) geri kalan O bedevilere de ki; Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar (da kurtulurlar). Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafaat verir. Şayet bundan önce yaptığınız gibi, cihaddan dönerseniz, sizi acıklı bir azab ile azaplandırır.”[49]

Âyet-i Kerimesine gelince, Şafiî, Eş'arî ve İbn-i Hazm bu Âyeti Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) halifeliğine delil olarak zikrederler. Mezkur zatlar:

“Eğer Tebuk savaşından sonra Allah, seni, Medine'de kalan münafıklardan bir kısmının yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Artık benimle beraber ebediyyen sefere çıkamazsınız, beraberimde olarak hiçbir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü ilk defa, oturup kalmayı arzu ettiniz. (Tebuk seferine çıkmadınız) Şimdi de geri kalan kadın ve çocuklarla oturup kalın”.[50]

Âyet-i kerimesinde bahsedilen davetçinin Rasûlullah olmadığı ve ondan sonra gelecek olan imamın olacağı, bunun da Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) veya Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'den başka bir kimsenin olamıyacağı kesindir. Çünkü bu iki zât Fars, Rum ve başkalarına karşı müslümanları cihada çağırmışlar ve müslüman oluncaya kadar onlarla savaşmışlardır.

Râfizîler El-Fetih süresindeki ayette zikredilenlerin, Tevbe süresindeki ayette zikredilenlerin aynısı olduklarını iddia ediyorlar. Dolayısıyla delilleri boşa çıktı. Çünkü, El-Feth süresinin Hudeybiye kısasında nazil olduğu ittifakla kabul edilmiştir.

İbn-i Teymiyye bu mevzuda uzun uzadıya konuştuktan sonra, El-Feth sûresinde zikredilen âyet Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin kendileriyle çarpıştığı kimseler olmadığını, çünkü Allah (c.c):

“Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar” buyurduğunu, söyler. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'in kendileriyle savaştığı kimseler Kur'ân'ın nassı ile müslüman idiler.

Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:

Metin Kutusu: 553
554
555
556
“Eğer mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzeltin”[51]

İşte Allah (celle celâlühü), birbirlerine düşmanca davranmalarına rağmen her ikisini iman ile tavsif etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da, Hasan (r.a.) hakkında:

“Allah onun vasıtasıyla iki müslüman birlik arasını İslah edecektir.” buyurmuşlardır.

Hakikaten de böyle olmuştur. Hz. Hasan'ın yaptığı Allah indinde çarpışmadan daha sevimli olduğu anlaşılmış oldu.

Kötü âdet ve alışkanlığına binaen, yaldızladığın yalan ve hezeyanlarından biri de, El-Arîş[52] meselesi hakkındaki görüşlerindir. (Bu konuda bâtıl görüşlerini serdederken “Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah ile birlikte katıldığı savaşlarda defalarca kaçmıştır.” diyorsun. Halbuki, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilk savaşı Bedir savaşıdır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) de bu savaştan önce savaşmamışlardır. Durum böyle iken, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ne zaman kaçmıştır?

Hayır hayır O, hiçbir zaman kaçmamıştır. Hatta Uhud savaşında bile Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) hezimete uğramamışlardır. Hz. Osman (radiyallâhü anh) geri çekilmiştir ama, bilahere nass ile affedilmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Huneyn savaşında Rasûlullah'ın etrafında tek başına çarpışmıştır.

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) iddia ettiğin gibi korkak olsaydı, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), El-Arîş'te (gölgelik) yanında kalması için yalnız onu tahsis etmezdi. Üstelik Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bu gölgelikte Rasûlullah'ın niyazlarını işitip:

“Yâ Resûlallah, yetişir, Sen Rabbine çok İsrar ettin. Allah, sana olan va'dini elbette yerine getirecektir.” demesi onun sebatına ve Rasûlullah'a olan kuvvetli inancına delâlet eder. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Bedir'deki çarpışmaya iştirak etmemelerine rağmen, Bedir ehlinin en faziletlileridirler. O’nun için her savaşçı, savaşmayandan üstün kabul edilemez.

Ey Râfizî,

Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) defalarca savaştan kaçtığını, terzilik yaptığı için güçsüz, fakir ve müflis olduğunu, Menaf ve Manzum oğulları gibi akraba, köle ve hizmetçileri olmadığını iddia ediyorsun...

Peki, Allah aşkına İslama ilk önce giren O yüce sahabiler neden ona karşı tevazu edip, halifeliğine biat ederek:

“Ey Rasûlullah'ın halifesi” dediler?

Vallahi bütün bu teveccühler Onun nass'la halife olduğuna işaret ediyorlar. Vallahi yine onlara göre Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) kendilerinden üstün olmasaydı ona böyle yapmazlardı. Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Onun hakkında şöyle diyor:

“Vallahi boynumu takdim edip onu kesmeleri, içinde Ebubekir'in bulunduğu bir kavmin başına geçip emir olmaktan bana daha hoş geliyor.”

Râfizî şöyle diyor:

“Ebubekir, malını Rasûlullah için harcamıştır, sözü yalandır. Çünkü, malı yoktu.”

Ey Râfizî,

Belaların en büyüğü, mütevatir ve kat'i olan haberleri inkar etmektir.

Senin bu iddia ettiğini, güvenilir veya güvenilmez kimler nakletmiştir? Yoksa hayasızlık ve iftira ile Hâtem'in cömertliği, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) cesareti, Muaviye'nin (r.a.) yumuşaklığı, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zenginlik ve faziletini inkar edebileceğini mi zannediyorsun?

Bunlar hakkında nass-ı Kur'an yoktur ama Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) fazileti ve zenginliği hakkında nass-ı Kur'ân vardır.

Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre:

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) akrabası olan Mistah'a mali yardımda bulunuyordu. Mistah Âişe (r.a.)'ye (ifk hadisesinde) iftira edince, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) bundan böyle Mistah'a mâli yardımda bulunmayacağına yemin etti. Bunun üzerine:

“Bir de, içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek (yedirmemek) üzere yemin etmesinler; (kusurlarını) bağışlasınlar, aldırmasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmezmisiniz? Allah Ğâfûrdur=çok bağışlayıcıdır, Rahîmdir=çok merhametlidir.”[53] âyet-î kerimesi nazil oldu.

Bunu işiten Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh); “Vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim” dedi ve Mistah'a veregeldiği yardımı devam ettirdi.

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Allah'a inandıkları için işkence gören yedi köleyi kendi malıyla satın alarak, onları âzâd etmiştir.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında :

“Vallahi Ebubekir'in malı kadar hiçbir mal bana fayda vermemiştir.” buyurmuştur.[54]

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hicret edince bütün malını Allah ve Rasülü yolunda infak etmek üzere yanına almıştır. O zaman malı altıbin dinar kadardı.

Ey Râfizî,

(Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zengin olmadığını ispatlamak için) “Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), müeddip idi.” diyorsun. Bu da yalandır. Müeddip olduğunu kabul etsek ne olur? Mekke ehlinin yazıyı çok az bildikleri malumdur. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) muallim olsaydı, Kureşlilerde yazı yazabilenler çok olurdu. O terzi de değildi. KureyşIilerin elbisesi genelde cübbe ve entari olduğu için, terzilere az ihtiyaç vardı. Halife olunca da, nafakasını temin için ticaret yapmak istedi. Ancak müslümanlar halifeliğin ağır yükünü nazar-i dikkate alarak nafakasına yetecek kadar beytülmaldan ona maaş ayırdılar.

Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre;

Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) eza ve işkenceye uğrayınca, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Habeşistan'a hicrete izin verdi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den) yola çıktı. Berkül Gimad mevkiine gelince kendisine İbnüddüğünne yetişti. -İbnüddüğünne, Kare kabilesinin büyüğü idi- İbnüddüğünne:

“Nereye gitmek istiyorsun?”

Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):

“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada Rabbime ibadet etmek istiyorum.”

İbnüddüğünne:

“Ey Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), senin gibi bir zat, ne yurdundan çıkar, ne de çıkarılır. Bir hakikattir ki, sen, herkeste bulunmayan (en değerli) bir malı ihsan edersin, akrabanı ziyaret edersin, aile efradının yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hayır işlere koşarsın. Şimdi ben senin için bir hamiyim. Haydi Mekke'ye dön de, kendi memleketinde Rabbine ibadet et,” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) geri döner. İbnüddüğünne de kendisine refakat eder. O akşam Mekkeye varan İbnüddüğünne Kureyş ileri gelenlerine şunları söyledi:

“Ey Kureyş, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) gibi muhterem bir zat şüphesiz ki, ne memleketinden darılıp çıkar, ne de çıkarılmağa mecbur edilir. Ey Kureyş! Siz, şu yüce faziletlere hâiz olan bir adamı memleketinden çıkarmak mı istersiniz? O, hayır işlere yardım eder, akrabayı ziyaret eyler, aile yükünü çeker, misafiri ağırlar, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder.”

Ve Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i himayesine aldı. Kureyş de, İbnüddüğünne'nin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i himayesine almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Fakat, İbnüddüğünne'ye şu sözleri söylediler:

“Ebubekir'e söyle. O, bir şeye karışmasın, evinde Rabbine ibadet etsin, namaz kılsın ne dilerse okusun. Fakat okuduğu ile bize eza vermesin, açıktan okumasın, çünkü biz, kadınlarımızı ve çocuklarımızı saptırmasından korkarız” dediler.

Ey Râfizî!

“Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), malını Allah yolunda infak etseydi, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında (Hel Etâ) süresi nazil olduğu gibi, onun hakkında da âyet inmesi gerekirdi.” diyorsun.

Ey Râfizî!

Daha önce belirttiğimiz gibi (Hel Etâ)nın nuzulu ile ilgili hadis, uydurmalardandır. Ayrıca, her meselede âyet inmesi şart olsaydı, Kur'ân-ı Kerîm'in bir yirmi misli daha olması gerekecekti.[55]

Ey Râfizi,

“Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh), namaz için imamete tayini, Âişe (r.a.)'nin işidir.” diyorsan.

Evet, bu ddian da yaptığın iftira, inad ve mütevatiri inkar etmene benzer. Bunu kim sana nakletti? Yoksa kitapları yalan ve iftira ile dolu olan üstadların El- Mufid ve El-Karacikî mi naklettiler? Yoksa bu imamet birtek farz için mi idi ki, bu naklettiğin dile getirilebilsin? Hayır!... Hayır!.

İlim ve insaf erbabı, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Hücre-i Nebevî yakınında, defalarca müslümanlara imamlık yaptığını bilirler. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)da, O'nun namazdaki kiraatini işitiyordu. Bu iş hiç de gizli değildi. Bu imametin Rasûlullah'ın izni ile olduğu tevatür ile sabittir. Bu konudaki nasslar oldukça çoktur.

Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) son hastalığı sırasında Âişe (r.a.)'ye şöyle buyurdu:

“Babamı ve kardeşini bana çağır da, bir mektup yazayım. Belki biri bir sevdaya kapılıp, bir müddei davaya kalkar da; ben daha lâyıkım, der, Lâkin Allah'da, mü'minler de Ebubekir'den başkasını istemezler.”[56] [57]

“Bu Hadis-i Şerif, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden sonra vuku bulacak hadiseleri haber verdiğini bildiriyor.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Allahu Tealâ'nın, Ashabı ve bütün mü'minleri Ebubekir'e (r.a.) biat edip, O'nun halifeliği üzerine ittifak etmede muvaffak kılacağını bildiği için, bilahere bu mektubu Ebubekir'e (r.a.) yazmaktan vazgeçmiştir.

Allah (celle celâlühü) bize ve size her dördünü sevmiş bir halde iken ölümü nasip eylesin.

“Muhakkak Ki, Kişi Sevdiği İle Beraberdir.”561 İslâm ve Ehl-i Sünnet nimeti üzerine Allah'a hamd olsun.

Ebede kadar selât ve selâm Resulüne, akrabasına, ashabına ve temiz zevcelerine olsun.

Müellif, bu eseri Ebü'l Abbas Ahmed b. Teymiyye'nin “Minhâc es-Sünne” adlı eserinden derlemiştir. Allah (celle celâlühü) bu yüce imamı, Bağdatlı Şîî İbnü'l Mutahhar'a karşı olan reddiyyesi ile ehl-i sünnete yaptığı hizmetinden dolayı yüce cennetlere idhal buyursun.

Kitabın aslı doksan forma kadardır. Onun için elinizdeki “El-Münteka” bizlerin, kitabın aslı olan “Minhâc es-Sünne” ise Şeyhül İslâm'ın gayretini gösteriyor. Allah, onu rahmetine gark eylesin. Âmin...

“El-Münteka”yı Cümâdelûlâ ayında ve hicri sekizyüzyirmidört senesinde Yusuf eş-Şâfiî -Allah onu rahmet etsin- istinsah etmiştir.

Allah'a (celle celâlühü) hamd olsun. O bize kâfidir. O, ne güzel vekildir.

İçindekiler

Mukaddime 3

GIRIŞ

ŞİA'YA (ŞÎÎ İBNÜ'L MUTAHHAR'A KARŞI OLAN) REDDIYYE 12

YUKARIDAKİ İDDİALARA BİRKAÇ YÖNDEN BAKACAĞIZ  15

BIRINCI BÖLÜM

RÂFIZÎ'NIN “ALLAH (C.C) ÂLEME LÜTFUNDAN HISSESIZ BIRAKMAMASI İÇIN

GÜNAHSIZ (MASUM) İMAMLAR TAYIN ETMIŞTIR.” SÖZÜNE CEVAP 21

İKINCI BÖLÜM

UYULMASI VACIP OLAN MEZHEP HAKKINDA 43

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETI HAKKINDA ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) ÜSTÜNLÜĞÜNÜ İSBAT EDEN DELILLER VARDIR İDDIALARI 89

ŞIILERIN HZ. EBUBEKİR (RADİYALLÂHÜ ANH) HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR . 121

ŞIILERIN HZ. ÖMER (RADİYALLÂHÜ ANH) HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR 134

ŞIILERIN HZ. OSMAN (RADİYALLÂHÜ ANH) HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR  155

ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) MA'SUMIYETI VE İMAMIN MA'SUM OLMASI GEREKIR İDDIALARI 176

ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELALET EDEN KUR'AN'DAN

DELILLER VARDIR, İDDIALARI 189

ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELALET EDEN DELILLERIN BIR

BÖLÜMÜ HADISLERDIR İDDIALARI  241

FASIL 260

ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELÂLET EDEN DELILLERIN DIĞER

BIR KISMI YAŞAYIŞI İLE İLGILI OLAN HALLERDIR, İDDIALARI  265

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ONIKI İMAMDAN SONUNCUSUNUN İMAMETI 306

BEŞINCI BÖLÜM

ŞIILERIN EBU BEKIR, ÖMER VE OSMAN'IN (R. ANHUM) HALIFELIKLERI

HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR  306

ALTINCI BÖLÜM

ŞIILERIN EBU BEKIR'IN (R.A.) İMAMETI ALEYHINDEKI DELILLERI  318

NOTLAR


344


 

 

 



[2]   (Buhârî Ahkam: 13, Müslim Akdiye: 16, Tirmizi, Ahkam: 7 Ebu Davud, Akdiye: 9, Nesai Kudat: 17)

[3]   (Müslim Birr: 25)

[4]   (Müslim Münafıkun: 70, Nesai, İşaretü'n- Nisa: 4)

(Bakara: 2/124)

(Ankebut: 29/26)

(Bakara: 2/124)

[8]   (Muttaffifin: 83/22),

[9]   (Duhan: 44/51)

[10]  (Müslim İmaret: 1)

[11]   (Eb'ed'ül-eceleyn: Hâmile kadının kocası vefat ettikten sonra, hamilenin veladetiyle vefat arasındaki zaman dört ay on günden az ise, kadının o müddeti dört ay on güne tamamlanmasına eb'ad'ül-eceleyn denir. Aslında doğru ve râcih olan görüş, kocası vefat eden hamilenin doğum yapar yapmaz nikâhının helâl olmasıdır. Koca bir gün önce vefat etse de bu böyledir. )

[12]  (Yukarıdaki her iki rivayeti Beyhakî Süneninde nakletmiştir.)

[13]   Biatları gecikmesine rağmen bir farz dahi olsa Ebubekir'in (r.a.) arkasında namaz kılmaktan geri kalmamışlardır. Yine Ebubekir'e (r.a.) biat etmemişler diye saydıkların bütün bu zatlar Sa'd hariç, hepsi de Ömer (r.a.)'e biat etmişlerdir. Sad' da Ömer (r.a.)'in hilafeti zamanında vefat etmiştir. O, daha Sakife gününde iken hilafeti kabul etmiyordu. Çünkü, hilafetin Kureyş'in hakkı olduğunu bilmiyordu. Râfızînin Ebubekir'in (r.a.) babası Ebu Kuhafeden rivayet ettikleri de tamamen batıldır. Çünkü, Ebubekir (r.a.) sahabelerin en yaşlısı değildi. Ancak, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan bir kaç yaş büyük idi. (Eğer Ashab Ebubekir (r.a.)'i yaşı için halife seçmiş olsalardı, babasını seçeceklerdi. Çünkü, babası ondan yaşlıydı.

[14]  (A'raf: 7/54),

[15]  (En'am: 6/57).

[16]  (Âl-i İmrân: 3/110)

[17]  (Tevbe: 9/71)

[18]  (Bakara: 2/143)

[19]  (Nisa: 4/115)

[20]  (Âl-i İmran: 3/103.)

[21]  (Maide: 5/55).

[22]  (Buhari Cenaiz: 86, Şehadet: 6, Tirmizi Cenaiz: 60).

[23]  (Bakara: 2/286)

[24]  (Muvatta İstizan: 36)

[25]  (Tirmizi, Menakıb: 16, 37, İbn Mace, Mukaddime: 11)

[26]  (Feyzul Kadir: 4, 76, Camiu'l- İlm: 2, 91)

[27]  (Tevbe: 9/40)

[28]  (Buhari Fedail: 2, Menakıb: 45, Tefsir Tevbe: 1, Müslim, Fedail: 1, Tirmizi Tefsir Tevbe)

[29]  (Tevbe: 9/40)

[30]  (Buhari Şurut: 1,15, Hacc: 106, Muhsar: 3, Meğazi: 35, Ebu Davud Cihad: 168, Sünnet: 9)

[31]  (Buhari Fedail: 2)

[32] (Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kadına: “Beni bulamazsan, Ebubekir'e sor” buyurmuşlardır. )

[33]   (Büyük âlimlerin isbatına göre, Mekki süre ve âyetlerde münafıklardan şikayet edilmemiştir. Çünkü münafıklık arapların ahlâkından değildir. Bilhassa bu kötü ahlak Kureyşlilerde hiç yoktur. Medeni âyet ve sürelerde nifaktan bahsedilmiştir. Çünkü,orada yahudi ve hıristiyanların yanında kalbleri hastalıklı olan münafıklar çok idi.)

[34]  (Haşr: 59/8)

[35]  (Nahl: 16/127)

[36]  (Âl-i İmrân: 3/127)

[37]  (Ahzab: 33/1)

[38]  (Kasas: 28/88)

[39]  (En'âm: 6/35)

[40]  (Buhari Fedail: 2,Müslim Fedail: 1)

[41]  (Yusuf: 12/86)

[42]  (Kehf: 18/34)

[43]  (Feth: 48/26)

[44]  (Buhari Tefsir Sure: 7/3)

[45]  (Leyl: 92/17)

[46]  (Buhari Salat: 80)

[47]  (Buhari Menakıb: 45, Müslim Fedail:2)

(Tirmizi Menakıb: 2)

(Feth: 48/16)

(Tevbe: 9/83)

(Hucurat: 49/9)

[52]   El-Arîş: Ashabın Rasûlullah'a yaptıkları gölgeliktir. Rasûlullah'ın isteği üzerine Ebubekir (r.a.) bu gölgelikte bir müddet Onunla beraber kalmıştır. Burada Rasûlullahın, Rabbine karşı yaptığı niyazları dinlemiştir. )

[53]  (Nur: 24/72)

[54]  (Tirmizi Menakıb: 10)

[55]   (Bununla birlikte En-Nûr suresinin 22'ci ve El-Leyl suresinin 17'ci âyetleri ittifak ile Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuşlardır. )

[56]   (Müslim Fedail: 11)

[57]  (Buhari Edeb: 96, Birr: 165, Tirmizi Zühd: 50)


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to