Beşinci Bölüm
Şiilerin
Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın (R. Anhum) Halifelikleri
Hakkında Uydurdukları İftiralar
Râfizî şöyle diyor:
“Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'den öncekiler bazı
sebeplerden dolayı halife değildirler.”
Ey Râfizî!
Aksine onlar halifeliğe en lâyık olanlardır. Allah (celle celâlühü)
Onlara kıt'aların fethini müyesser kılmıştır. Onlar Râşid Halifelerdir.
Halifelerin bu güzel meziyetlerinde sizden başka hiç bir müslüman ihtilâfa
düşmemiştir.
Ey Râfizîler!.. Ebubekir, Ömer ve Osman (Allah cümlesinden razı olsun)
halifeliğe en lâyık ve onun gerçek sahipleri idi. Biz buna kesin olarak
inanıyoruz. Aksini isbatlıyacak kat'î veya zannî hiçbir delil yoktur.
Hülasa olarak, Râfizî'nin getirdiği deliller iki şeyden hâlî değildir.
Birincisi, sıhhatini bilmediğimiz nakli deliller.
İkincisi, getirdiği delillerin ilk üç halifenin imametini batıl kılacak
güçte olmamaları...
Şüphesiz ki, bilinmeyen hükümlerle doğruluğu kat'î olan hükümler iptal
edilemez. İlk üç halifenin imametinde şüphemiz olmadığına göre, şüpheli şeylere
tafsili bir şekilde cevap vermeye gerek duymuyoruz. Ancak, şüpheli olan
delillerin bozukluğunu açıkladığımız taktirde bu durum, hakiki daha da güçlü
kılacaktır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir şöyle demiştir:
“Bana musallat olan bir şeytanım vardır. Binaenaleyh doğru yolu takip
ettiğim müddetçe bana yardımcı olunuz. Şeytana uyar, haktan ayrılırsam beni
doğrultunuz.” halbuki imamın mahiyetindekilerini doğrultması gerekirken nasıl
oluyor da mahiyetindekilerden kendisinin doğrultulmasını ister?”
Râfizî'nin bu iddiasına karşı cevabımız şudur:
Bu rivayetin gerçeği şöyledir:
“Benim gazaplı olduğum haller vardır. O hal bende görülür görülmez benden
sakının ki, bedenlerinize bir zarar gelmesin” ve devamla Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) şöyle diyor:
“Allah'a itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz. O'na isyan
ettiğim taktirde de sizin bana itaat etmeniz farz değildir.”
Aslında bu söz Ebu Bekir'in (r.a.) methedilimesini gerektiriyor. Çünkü O,
gazap anında başkasına zarar vermekten korkuyor. Kaldı ki, Buhari'de rivayet
edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Hâkim gazaplı (sinirli) olduğu halde iki kişinin
arasındaki davaya bakmasın”[2]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadisiyle sinirlilik halinde
hâkimin karar vermekten sakınmasını emretmektedir. Zaten sinirlilik hâli
insanoğlunun başına gelen tabiî bir durumdur. Hatta insanoğlunun efendisi şöyle
buyurur:
“Ben de bir insanım. Diğer insanlar gibi sinirlenebilirim.”[3]
Müslim'in rivayet ettiğine göre, iki kişi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'ın yanına girerek O'nu kızdırdılar, bunun üzerine onlara lanet etti.
Netice şu ki, Ebubekir'e (r.a.) veya Ali'ye (r.a.) isyan edip, onları
sebbeden (söven) herkesin te'dip edilmesi gerekir. Buhari'de İbn-i Mes'ud'dan rivayet
edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Sizden her birinizin cinlerden bir arkadaşı vardır.”
“ Senin de mi? Ya Rasulallah, demeleri üzerine”:
“Benim de vardır. Ancak, Allah beni ona galip kılmıştır. Onun için
bana ancak hayırlı olanı söylüyor.”buyurdular.[4]
Müslim'de de Aişe'den (r.a.) rivayet edilen ve buna benzeyen bir hadis
daha vardır.
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) “Saparsam beni doğrultunuz” sözü,
adalet, takva ve insafının kemâline delâlet eder.
Ey Râfizî :
“Mahiyetindekilerini düzeltmek imamın özelliklerindendir. Nasıl oluyor da
bu görevi onlardan isteyebilir?” sözüne karşı cevabımız şudur:
Senin bu iddianı kabul etmiyoruz, çünkü imam onları kemâle erdiremediği
gibi, onlar da imamı kemale erdiremezler. Ancak iyilikte ve takvada
birbirlerine yardımcı olurlar.
Başkasını kemâle erdirmek, hiçkimseye muhtaç olmayan yalnız Allah'ın
zâtına mahsustur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla istişare eder ve
gerektiğinde onların görüşleriyle ameI ederdi.
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer şöyle demiştir: Ebubekir'e biat bir kayma idi. Allah bizi onun
şerrinden korudu, kim bu biat'a benzer bir biat'a dönerse onu öldürün. Bu söz
ise Ebubekir'e töhmeti gerektirir.
Bu iddiaya da cevabımız şudur:
Müslim ve Buhari'de rivayet edilen Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) sözü
şöyledir:
“Sizden bazılarınızın şayet Ömer ölürse, filan adama biat edeceğim,
dediğini duydum, sizden biriniz, Ebubekir'in biati bir kayma idi deyip de
kendisini aldatmasın. O biat gerçek bir biat idi. Fakat Allah (celle celâlühü)
-ihtilafı bir an önce sona
erdirmekle- fitneyi söndürdü. Aranızda boyunların kendisine râm olacağı, kim
varsa o da ancak Ebubekir'dir.”
Râfizî şöyle diyor:
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Senin zürriyetinden olan zâlimler benim ahdime nail olamaz.”[5]
Allah (celle celâlühü) bu âyetle imametin zâlime verilemiyeceğini haber
veriyor. Zâlim ise kâfirdir. Çünkü Allah (celle celâlühü):
“Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurmuştur. Şüphesiz ki ilk
üç halife Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ortaya çıkıncaya kadar
putlara tapan kâfirler idiler.”
Ey Sapık Râfizîcik!
Her şeyden önce küfürden sonra İslâm sahibine geçmişten hiçbir günah
bırakmaz. İslâm geçmişi tümü ile siler. Bu, dinin bilinen zaruretlerindendir.
İslâm fıtratı üzerine doğanlar, bilâhare ve bizzat müslüman olanlardan üstün
değildir. Böyle olsaydı İslâm fıtratı üzerine doğan herkes ashaptan üstün
sayılması gerekirdi. Halbuki insanların en hayırlıları Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in içinde yaşadığı asrın mü'min insanlarıdır. Onlardan
bazıları bilahare müslüman olmalarına rağmen, sonradan müslüman anne ve babadan
doğanlardan daha faziletlidirler. Bunun içindir ki, birçok âlimler,
peygamberlere iman edenlerden birini peygamber olarak göndermesi Allah için
caizdir, demişlerdir.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Bunun üzerine İbrahim'e (ilk olarak) Lût iman etti”[6]
Zaten Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlik geldiği
zaman küçüklü büyüklü bütün Kureyş mü'min değildi. Eğer Kureyşin erkekleri putlara
tapıyorlardı, deniyorsa, çocukları da kendileri gibidir. Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) de bunlardandır. Çocuğun küfrü kendisine zarar vermez
diyorsanız, büyüğün imanı gibi küçüğün imanı yoktur, cevabını veririz. Üstelik
baliğ olanı kimse küfrü bıraktığı takdirde imana girmiş olur, fakat bulûğa
varmamış çocuk için iman da küfür de söz konusudur. Ebeveyni kâfir olan
çocuklar dünyada kâfir muamelesine tabî oldukları icmâ ile sabittir. Ama
bulûğdan önce çocuk müslüman olursa İslâmî hükümlere tabî olup olmaması
hususunda ihtilaf vardır. Fakat bulûğ çağında İslâmı kabul edenin
müslümanlığında asla ihtilaf yoktur. Ondan sonra Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) putlara secde etmediği de kesin bir şekilde sabit
değildir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) gibi Zübeyr (r.a.) de
bulûğdan önce müslüman olmuştur.
Netice olarak deriz ki: kim küfürden sonra İslâmı kabul eder ve Allah'tan
korkarak emirlerine sarılırsa ona zulüm isnad etmek caiz değildir. Allah (c.c):
“Zalimler
benim (ahdim) imametime nail olamaz”[7]
buyuruyor.
Bu âyetin mânâsı şudur: Yani imametim zalime değil âdil'e tevdi edilir.
Binaenaleyh zâlim bir kimse tevbe eder âdil olursa imamet ona tevdi edilebilir.
Böylece övülenlerden olur.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“İyiler cennettedir”[8]
“Gerçekten Allah'tan korkanlar emin makamdadırlar.”[9] Şunu da iyi bil ki, müslümana
imanından sonra kâfirdir diyen, ümmetin icmaı ile kendisi kâfir olur.
Ebubekr'in (r.a.) imametini reddeden râfizî şöyle diyor:
“Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şöyle demiştir:
“Beni vazifeden alınız. Ben sizin hayırlınız değilim.” Eğer gerçekten
imam olsaydı, kendisinin işten elçektirilmesini talep etmezdi.”
Ey Râfizî!
Bunun sıhhati nedir?
Yoksa naklettiğin herşey sahih mi kabul edilecektir?
Ebubekir'e (r.a.) isnad edilen söz doğru da olsa, “Eğer gerçekten imam
olsaydı kendisinin işten el çektirilmesini talep etmezdi” sözün bu konuda
hiçbir kıymet ifade etmez. Çünkü bu sözün kuru bir iddiadır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir sekeratta iken şöyle demiştir:
“Keşke Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar'ın (Medinelilerin
) imamette haklarının olup olmadığını sorsaydım”.
Bu durum kendisine yapılan biattan şüphe ettiğini ifade eder. Halbuki
Sakîfe günü, ensarı ilk olarak biata zorlayan Ebubekir olmuştur.”
Ey Râfizî!
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın:
“Bütün imamlar Kureyştendir” hadisi sahihtir.[10]
Böyle olmasına rağmen Ebubekr'in (r.a.) bu hadisten ve imametinden şüphe
ettiğini kim söyleyebilir?
Ebubekir'e (r.a.) isnad ettiklerin tamamen yalandır. Durum Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) ve arkadaşlarınca tamamen malûmdur. Hz. Ebubekir'in
(radiyallâhü anh) bu sözü söylediğini farzetsek dahi, bu Onun yüceliğine
işarettir. Çünkü imamların Kureyş'ten olduklarını bilmemiş olabilir.
Binâenaleyh içtihad etti ve içtihadı da nassa uymuş oldu. Ebubekir'e (r.a.)
isnad ettiğin bu sözde aynı zamanda Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh)'nin halifeliğine delâlet eden bir nass'ın olmadığı anlaşılıyor.
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir ölmek üzere iken şöyle demiştir:
“Keşke Fâtıma'nın evini bulmaz olaydım. Keşke beni Sâide'nin evinde
birine biat ederek Onu Emir yapıp ben de vezir olaydım.”
Bu söz de, Ali ve Zübeyr'in başkalarıyla birlikte Fatıma'nın evinde
toplantı halinde iken Ebubekir'in oraya gittiğini, aynı zamanda hilafetin
kendisinden başkasına daha lâyık olduğunu ifade eder.”
Ey Râfizî!
Sahih nakil olmadığı müddetçe bu gibi uydurmalar kabul edilemez.
Ebubekir'in, Ali ve Zübeyr'e (r.a.) eziyet etmediğini kesin olarak
biliyoruz.
Hatta Ona biat etmeden vefat eden Sâ'd b. Ubâde'ye de eziyet etmiş
değildir. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) eve gitmesinin gayesi müslümanlara
paylaştıracak Allah'ın malından birşey bulunup bulunmadığını öğrenmek için idi.
Fakat daha sonra orada bulunan malın kendilerine bırakılmasını uygun görmüştür.
Maalesef câhiller Ashab-ı Kiramı Fatma'nın (r.a.) evini bastıklarını, onu
yaktıklarını ve karnındaki çocuğunu düşürünceye kadar Fâtıma'yı dövdüklerini
iddia ediyorlar. Hiçbir sebep yokken bu ümmetin en mümtazı olan Sahabe neslinin,
peygamberlerinin kızına bu şekilde hakarette bulunduklarını hangi akıl kabul
edebilir?
Allah (celle celâlühü) bu haberleri uyduranlara ve râfizîliği icad
edenlere lanet etsin!
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Üsâmenin ordusunu techiz ediniz”. Bunu defalarca tekrar etti. Orduda
Ebubekir ve Ömer de vardı. Rasulullah Ali'nin gitmesini istemedi, çünkü
kendisinden sonra bu ikisinin halifelik üzerinde hak iddia etmelerini menetmek
istedi. Fakat Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Rasulullah'ı (sallallahu
aleyhi ve sellem) dinlemediler.”
Ey Râfizî!
Bu haberin sıhhati nerededir?
Naklî delilleri hüccet olarak getiren herkesin mutlaka bu delillerin
sıhhatini bildikten sonra onlara dayanması gerekir. Halbuki bu haber tamamen
yalandır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) kesinlikle Üsame'nin ordusunda
değildi. Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in orduda bulunduğuna yalnız bir tek görüş
vardır. Gerçek ve tevatürle sabit olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in hastalığı esnasında vefat edinceye kadar Ebubekir'i (r.a.) namazı
kıldırmak için yerine imam olarak tayin etmesidir. Hatta Rasulullah'ın vefat
ettiği günün sabah namazını Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) kıldırmıştır.
Vefatından bir müddet önce Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
hücre-i saadetinin perdesini kaldırıp, ashab-ı kiramı Hz. Ebubekir'in
(radiyallâhü anh) arkasında saf bağladıklarını görünce çok sevinmiştir.
Hâl böyle iken Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) yola çıkmış olan Üsame'nin
ordusunda bulunması mümkün mü?
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yi (r.a.) halife yapmak
isteseydi bu iki zat Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emrine nasıl
mâni olabilirlerdi?
Üstelik bütün müslümanlar Allah ve Rasulüne itaat ederek bu nass'ı
uygulayacaklardı. Kaldı ki, Rasulullah, Ali'yi (r.a.) imamete getirmek
isteseydi hastalığı esnasında Onu yerine vekil olarak tayin edecekti. Hiç de
Ebubekir'i (r.a.) namaz için vekil tayin etmezdi.
Râfizî:
“Rasulullah Ebubekir'i hiçbir işe halife olarak tayin etmemiştir. Aksine
Ebubekir'in üstüne halife tayin etmiştir” diyor.
Ey Râfizî!
Namaz, hac ve zekat gibi ibadetlerin ifâsı için yapılan vekâletten üstün
bir vekâlet var mıdır?
Rasulullah ayrıca Ebubekir'in dışında birçok kimseleri de zaman zaman
Emîr olarak tayin etmiştir. Amr b. As, Velid İbn-i Ukbe ve Ebu Süfyan b. Harb
gibi.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebubekir'i (r.a.) tayin
etmemesi de Onun noksanlığına delâlet etmez. Ebubekir Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) veziri idi. Mühim işlerinde hiçbir zaman ondan ayrı kalmazdı.
Ondan sonra da Hz. Ömer (radiyallâhü anh) gelirdi.
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Berâe sûresini (müşriklere)
tebliğ etmek üzere önce Ebubekir'i tayin etti. Daha sonra tebliğ işini
üstlenmek üzere Ali'yi tayin ederek Ebubekir'in geri dönmesi için Ali'ye emir
verdi. Bir sûreyi tebliğ etmeye yaramayan bir kişi, halife olabilir mi?”
Ey Râfizî!
Bu tam bir iftiradır. Üstelik tevatür yoluyla reddedilmiştir. Çünkü
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i (r.a.) hicrî dokuzuncu
senede hac emirliğine tayin etmiş, ne onu geri çağırmış ve ne de o geri
dönmüştür. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) müslümanların hac işlerini deruhte
ederken, onlara namaz kıldırırken Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
de Ona tabî olan ve O'nun yolunu izleyen müslümanlar arasında bulunuyordu.
Gerçek olan budur. Bu hususta iki kişi arasıda bile ihtilaf yoktur. Nasıl
oluyor ki:
“Rasulullah Ebubekir'in dönmesi için emretmiştir” diyorsun.
Fakat, arapların âdetler gereğince andlaşmaları bizzat kavmin reisi veya
onun pek yakın akrabalarından birisinin akdetmesi veya bozması gerekli
olduğundan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Berâe” Sûresinin
müşriklere tebliği için Ebubekr'in (r.a.) arkasından Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh)'yi gönderdiği doğrudur.
Ey Râfizî!
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı ile çok yakından
ilgisi olan bu durumları bilmiyorsan, sende ilim ne arar?
Sana ve senin gibilere gereken en iyi şey susmaktır.
Allah (celle celâlühü) kalbini körletmişse sana ne yapabilirim?
Senden ne fayda ve ne de hayır beklenir. Sen ancak râfizîllkle
tanınıyorsun. Allah'a hamd olsun, afiyet de bize olsun.
Ey Râfizî!
“İmamet, bütün şer'i hükümleri ümmete tebliğ etmeyi zimmetinde bulunduran
bir iştir” diyorsun.
Bu iddian da doğru değildir.
Çünkü ümmet bütün şer'î hükümleri peygamberinden almıştır. Bu hususta
imama ihtiyaç yoktur. İmam ancak Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
koyduğu ahkâmı infaz eder. Ebubekir Es-Sıddık (r.a.) bütün bunları en iyi
şekilde biliyordu. Bir şeyi kesin olarak bilemediğinde de Ashabı- Kirama
sorardı.
Hatta ninenin mirastaki payını Ashaba sormuştur. Onlar da Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) nineye altıda bir verdiğini kendisine
bildirmişlerdir. Onun için Ebubekir'in nassa aykırı hiçbir sözü olmamıştır. Ama
Hz. Ömer (radiyallâhü anh) ve Osman'ın (r.a.) nassa aykırı bazı hükümleri
olmuştur. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) nassa aykırı olan
hükümleri ise her ikisininkinden daha fazla olmuştur. Mesela:
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), kocası vefat ederken
hâmile olan kadının “eb'ad'ül eceleyn”[11]
iddet beklemesine hükmetmiştir. Halbuki Buhari ve Müslim'de rivayet
edilen ve Subey (r.a.) ile ilgili olan hadiste beyan edildiği gibi hâmile
doğurur doğurmaz nikâhının kıyılması helâl olur.
Şafiî, (Allah Ona rahmet eylesin) Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud'un nasslara aykırı olan hükümleriyle ilgili
olarak bir kitap derlemiştir.
Şâfiîden sonra Muhammed b. Nasr el-Mervezî de Ondan fazlasını
toplamıştır. Mervezî Kûfelilerle münakaşa ettiğinde onlara delil olarak nass
getirmesine rağmen Kûfeliler:
“Biz Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud'un
görüşleriyle amel ederiz” diyorlardı.
Bunun üzerine Mervezî bizzat Kûfelilerin veya diğerlerinin terkettiği ve Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile İbn-i Mes'ud'un görüşü olan bazı
meseleleri toplayarak onlara şöyle dedi:
“Size topladığım bu meselelerde Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) ve İbn-i Mes'ud'a muhalefetiniz caiz ise -nassa aykırı olan- diğer
meselelerde de onlara muhalefet etmeniz gerekir.”
Ama Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) için böyle bir şey söz konusu
değildir. Sonra herkes Kur'an-ı Kerim'i Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve
sellem) alıp rivayet ettiği için Ebu Bekir'in (r.a.) bu işe yaramıyacağını
söylemek caiz değildir. Hele “Kur'an'ın tebliği Ali'ye (r.a.) mahsus bir iştir”
demek hiç de doğru değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim haberi vâhid ile sabit olmuş değildir.
Râfizî, Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'i tezyif için şöyle diyor:
“Ömer şöyle demiştir:
“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmemiştir”. Bu durum Onun
akılsızlığına delâlet eder. Ömer bir hamileyi recm etmek isteyince, Ali O’nu
vazgeçirmiştir. Bunun üzerine Ömer:
“Ali olmasaydı Ömer helak olacaktı” demiştir.”
Ey Râfizî!
Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in allâmeliği ile ilgili olarak sana nice
deliller getirmiştik. Zira Ömer, Ebubekir'den sonra insanların en âlimi idi.
Onun Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vefat etmediğini söylemesi
bir an meselesiydi. Sonra vefatına yakînen inanmıştır. Kaldı ki Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) doğru olarak bildiği bazı şeylerin,
bilahare onları bildiği gibi olmadıkları meydana çıkmıştır. Böyle olmasına
rağmen Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) hakkında
yaptığınız iftiralar gibi hiçbir zaman Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh)'ye iftira edilmemiştir.
Hamilenin durumuna gelince, Hz. Ömer (radiyallâhü anh) onun hâmile
olduğunu bilmiyordu, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) O'na durumu
hatırlatmıştır.
Ey Râfizî!
Şunu iyi bil ki, Kur'an-ı Kerim bazı yerlerde Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in
görüşünü te'yid edici olarak inmiştir. Rasululluh (sallallahu aleyhi ve
sellem)'da Ömer için şöyle buyuruyordu:
“Benden sonra peygamber olsaydı Ömer olurdu,”
Hz. Ömer (radiyallâhü anh) tabutuna konulunca Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) Onu övmüş ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in Rabbine
kavuştuğu gibi Allah'a kavuşmasını temenni etmiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey insanlar, Ramazanda gece namazını toplu olarak kılmak bidattir,
kuşluk namazı bidattir, ramazanda gece namazı için toplanmayın ve kuşluk
namazını kılmayın”; demesine rağmen, Ömer teravih namazı bidatini icad
etmiştir. Şöyle ki:
Ömer, geceleyin dışarıya çıktığında, mescitlerin yandığını görüyor.
“Bu lâmbalar nedir?” deyince; insanlar nafile namazı için toplanmışlar,
cevabını veriyorlar. Bunun üzerine Ömer, evet bid'attır, fakat ne iyi bir
bid'attır, diyor.”
Ey Râfizî!
Râfizîlerden daha fazla yalan söyleyen hiçbir güruh yoktur. Hatta
peygambere dahi yalan isnad etmişlerdir. Bu da aşırı cahilliklerinden
kaynaklanır.
Ey Râfizî!
Yukarıdaki sözlerinin isnadı nedir? Sıhhat dereceleri nasıldır? Bunun
doğruluğu hiç mümkün müdür? Bu öyle bir yalandır ki, bütün yalanlar ondan imal
edilebilir. Kaldı ki, bunu hiçbir âlim rivayet etmiş değildir. Âlimlerin en
zayıfı dahi bu sözün uydurma ve hiçbir mesnedi bulunmadığını bilir.
Asr-ı Saadette ramazan ayında müslümanlar, peygamberi zîşânın maiyetinde
geceleri cemaatla nafile namaz kıldıkları sabittir. Yine sabit olmuştur ki,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına nafile namaz için üç gece
imamlık yapmıştır. Ancak dördüncü gecede cami, cemaatı olmayınca ve bu durumun
kendilerine farz olabileceği, cemaatın da bu ibadeti îfa edemiyecekleri korkusu
söz konusu olunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) camiye gitmemiştir.
Bu anlattıklarımız Âişe'nin (r.a.) rivayet ettiği ve sıhhati üzerine ittifak
edilen hadis ile sâbittir.
Buhari'de rivayet edildiğine göre Urve, Abdurrahman b. Abdulkâri'nin
şöyle dediğini naklediyor:
“Bir ramazan gecesi Ömer b. Hattab (r.a.) ile mescide çıkmıştım. Gördük
ki, halk teker teker ve cemaatler halinde teravih namazı kılıyorlar. Kimi de
namaz kılanken bunun namazına bir kısım halk da uyuyordu. Hz. Ömer (radiyallâhü
anh):
“Öyle zannediyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha hoş
olacak” dedi. Sonra azmetti ve hakikaten ertesi gün, Ubey b. Kâ'b (r.a.)'yı
teravih namazı için imam olarak tayin edip, cemaatı onun arkasında topladı.
Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı. Başka bir gece yine Ömer b.
Hattab ile mescide çıkmıştım. Müslümanlar imamları Ubey b. Kâ'b ile beraber
namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer (radiyallâhü anh) halkın dini bir heyecan ile
namaz kıldıklarını görünce:
“Şu teravihin böyle cemaatle kılınması her yönüyle güzel âdet oldu” diye
sevincini belirtti. Ve “Fakat yattıktan sonra kalkıp kıldığınız namaz şu anda
kıldığınız namazdan daha üstündür”, sözünü de ilave etti. Bununla gecenin son
vaktini kastediyordu.
Daha önce bu şekilde cemaat olmadığı için Hz. Ömer (radiyallâhü anh) buna
bid'at demiştir. Fakat şer'i bid'at değildir. Çünkü şer'i bid'at bâtıl
bid'attır. Ama Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in yaptığı şer'i delili olmayan
bid'attır. Eğer Ramazanın gecelerinde nafileleri cemaatla kılmak kötü birşey
olsaydı Emirü'l Mü'minin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Kûfe'de
iken bunu yasaklardı. Aksine Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
şöyle diyordu:
“Allah Ömer'in kabrini nurlandırsın. O, mescitlerimizi nurlandırmıştır.”
Abdurrahman es-Sülemi'den rivayet edildiğine göre Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) Ramazan ayında Kurrâ'yı toplayarak, onlardan birisinin
cemaate imam olup yirmi rekat kıldırmasını emretmiştir. Râvî devamla, Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin cemaate vitir kıldırdığını beyan
ediyor.
Arfece Es-Sekafî de şöyle diyor:
“Ali b. Ebi Talib Ramazan gecelerinin ihyâsı için emreder, erkeklere bir,
kadınlara da bir imam tayin ederdi. Ben kadınların imamıydım.”[12] Kuşluk namazına gelince; sahih
hadislerde sabit olduğu gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namaza
çok teşvik etmiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Osman caiz olmayan birçok işler yapmıştır. Bundan dolayı da bütün
müslümanlar O'na karşı gelmişlerdir Hatta bütün müslümanlar öldürülmesinde bir
olmuşlardır.”
Ey Râfizî!
Bu da câhilliliğinin eserinden ve iftiralarındandır Çünkü Osman'ın (r.a.)
hilafetinde iki kişi bile ihtilafa düşmemiş, hatta bir kişi dahi bîattan geri
kalmamıştır. Halbuki başkasının bîatına insanların bir bölümü iştirak
etmemiştir. Şu halde Osman'ın (r.a.) ölümü üzerinde ittifak edenler kimlerdir?
Bunlar şer ve zulüm ehlinden başka bir güruh mudur? İlk müslümanlardan
hiç kimse Onun ölüm hâdisesine iştirak etmemiştir. Kaldı ki, Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile harp edenler ve onu kabul etmeyenler
kat kattır. Hatta askerlerden binlerce kişi O'nu tekfir etmişler ve o'na karşı
gelmişlerdir. Sonunda da halası oğlu Osman'ın öldürüldüğü gibi O'da öldürüldü.
Allah (celle celâlühü)'da onları katledenleri katletti.
Şiilerin
Ebu Bekir'in ( radiya'llâhü anh) İmameti Aleyhindeki Delilleri
Râfizî şöyle diyor:
“Ehl-i Sünnet, Ebubekir'in hilâfeti icmâ'ile sabittir, diyorlar. Halbuki
icmâ' olmamıştır. Çünkü, Hâşim oğullarından bir topluluk Ebu Bekr'in (r.a.)
halifeliğini kabul etmemişlerdir. Selmân, Ebu Zerr, Mikdad, Amımâr, Huzeyfe,
Sa'd b. Ubâde, Zeyd b. Erkâm, Usâme, ve Hâlid b. Saîd b. El-Âs gibi bir çok
sahabi de hilafetini kabul etmemişlerdir. Hatta babası da bu işi ona uygun
görmeyerek:
“Kim halife oldu?” diye sordu. Oğlun, demeleri üzerine, şöyle demiştir:
“Peki, iki mustaz'af Ali ve Abbas ne yapıyorlardı?” Ona da şu cevabı
verdiler:
“Onlar Rasulullah'ın tekfin işleriyle uğraşıyorlardı. Diğerleri de oğlunu
kendilerinden yaşlı görünce omu seçtiler.”
Hanife oğulları da hilafetini kabul etmiyerek ona zekatı vermemişlerdir.
Bunun üzerine Ebubekir onları mürted ilan etmiş, onlarla savaşmış ve
birçoklarını esir etmiştir. Hatta bu durumu kabul etmeyen Ömer, halifeliği
esnasında bu esirleri geri vermiştir.”
Râfizînin bu iddiasına karşı cevabımız şudur:
Biraz ilmi olup ta bu iddiayı işiten kimse, iddia sahibinin ya insanların
en cahili veya iftira etme hususunda en cesaretlisi olduğunu kesin olarak beyan
edecektir.
Evet, Râfizîler kör bir cehalete sahiptirler. Deccal da olsa onların
batıl istekleri doğrultusunda konuşursa mutlaka onu tasdik ederler. Fakat,
arkadaşlarına da:
Nâsibîlerden (Ehl-i beyti zemmedenler) korunmak için Takiyye kabilinden
bu tasdiki yaptık derler. Menfaatina göre, evet veya hayır diyen bir kimseden
hayır gelir mi? Yoksa bu hastalığından iyileşeceğini mi bekliyoruz? Bunlar
aşağıdaki ayet-i Kerimeden fazlasıyla nasiblerini almışlardır.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Allaha (ortak koşarak) yalan uyduran yahut kendine halk (peygamber
ve kitap) gelince onu yalanlayan kimseden daha zalim kimdir?”516
Bizim nasibimiz ise:
“Doğruyu (Kur'anı) getiren (Peygamber) ve onu tasdik eden
(müminler) ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir.”517
mealindeki ayeti kerimededir.
(Ankebut: 29/68)
Bütün âlimler Museylimenin tabileri olan Hanife oğullarının mürted
olduklarını kabul etmelerine rağmen, mezkûr râfizî onları icma ehlinden kabul
etmektedir. Bunun gibi bir başka cahil ve müfteri görülmüş müdür?
Güya Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), ona biat etmedikleri ve zekatı
vermedikleri için onları öldürmüş ve esir etmiştir. Râfizî'nin Ebubekir'e
(r.a.) yaptığı iftiradan, her türlü iftira ve hezeyanın naklinden ve insan
olmayan şu adama cevap vermekle yapılan zaman kaybından Allah'a sığınırız.
Şiir :
İrşad için gösterdiğim şu güzelliklerim günah ise,
De ki, ben nasıl özür dileyebilirim.
Ebubekir es-Sıddîk'ın (r.a.) bu pis insanları öldürüp, onları esir etmesi
onun en büyük faziletlerindendir. Hatta, bu kafirleri sırf zekat vermedikleri
için katletmemiştir. Bu kafirler Müseylime'ye inanmış yüzbin kişi civarındaydı.
Hanife oğulları ise, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
ailesindendir. Ümmü Muhammed b. El-Hanefiyye'den gelmektedirler. (Ali (r.a)
İslâm Şeriatının hükümleri doğrultusunda Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh)
bunlara savaş açmasından dolayı onu tebrik etmiştir. (Necef Toplantısı
Risalesi, S. 31)
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zekatı vermedikleri için kendilerine
savaş açtığı kimseler ise, Hanife oğullarının dışında olan bazı arap
kabileleridir. Bunlar, zekatın tümünü vermemeyi mubah kılmışlardı.
Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel ve başkaları herhangi bir kavim “zekatı
veririz fakat, emire teslim etmeyiz” derse onlarla savaşmak caiz değildir,
demişlerdir.
Ey Râfizî!
Ebubekir'e (r.a.) biat etmeyenler arasında Yahudileri, Berberileri, Kisra
ve Kayseri'de neden saymadın?
Ey Râfizî!
“Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) irtidat
edenlere karşı ilan ettiği savaşından dolayı onu tenkit etmiş ve savaştan geri
dönmüştür.” sözün apaçık bir iftiradır.
Aksine Hz. Ömer (radiyallâhü anh) zekâtı kabul etmeyenlere karşı savaşta Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) safında yer almıştır. Ancak, aralarında bir
münazara çıkmış neticesinde de Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) görüşünü kabul
etmiştir.
Yukarıda Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafetini kabul etmemişler,
diye sıraladığın sahabilerin durumuna gelince, bu da onlara isnad edilen bir
yalandır. Ancak, Sa'd b. Ubâde, bîat etmemiştir. Diğerlerinin biati, senin onu
inkar etmenden daha meşhurdur.
Usame (r.a.) de Ebubekir'e (r.a.) biat etmeden ordusuyla yürümemiştir.
Halid bin Said ise, Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) vekili idi.
Vefatından sonra, ondan başkasına vekalet etmem, demiştir. Sa'd b. Ubade'den
başka herkesin Ebubekir'e (r.a.) biat ettiği tevatür ile bilinmektedir.
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve Hâşim oğullarına
gelince, bütün bunlar vefatlarından önce Ebubekir'e (r.a.) biat etmişlerdir.
Fakat, biatlarının altı ay sonra, bazılarına göre de ertesi gün ve kendi
istekleriyle gerçekleştiği söylenmektedir.[13]
Abbas (r.a.) ise, Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) üç yaş büyük
idi. Bu hadisenin doğru olan rivayeti şöyledir:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edince Mekke çalkalandı.
Ebu Kuhafe de bu durumdan haberdar oldu.
“Müslümanlara ne oluyor?” dedi. Ona:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat etti” cevabını verdiler.
Ebu Kuhafe:
“Çok büyük bir haber, peki yerine kimi seçildi?” diye sordu.
“Oğlun seçildi” cevabını vermeleri üzerine, Ebu Kuhafe:
“Menaf ve Muğire oğulları kabul ettiler mi?” dedi. Evet, dediler.
Neticede Ebu Kuhafa:
“Allah'ın verdiğine mani olabilecek, vermediğini de zorla verecek kimse
yoktur.” dedi.
Buhârî ve Müslimde rivayet edildiğine göre, Âişe (r.a.) şöyle diyor:
Resûl-i Ekrem'in kızı Fâtıma (r.a.), Ebû Bekir'e (r.a.) haber göndererek
babasının Medine, Fedek ve Hayber Humusu (beşte biri)nden kalan mirasını
istedi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) şu cevabı verdi:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Biz Peygamberlerden miras alınmaz, geride bıraktıklarımız
sadakadır. Âl-i Muhammed bu maldan yer, buyurmuştur”.
Bu itibârla Resûlullahın icraatından bir şey değiştirmem. Ancak, onun
yaptığını yaparım.”
Bunun üzerine Fâtıma (r.a.) Ebu Bekir'e gücenmiş ve ondan küsmüştü vefat
edinceye kadar onunla konuşmadı. Fâtıma (r.a.) Resulûllah'tan (sallallahu
aleyhi ve sellem) sonra Altı ay yaşadı. Fâtıma (r.a.) vefat edince efendisi Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) onu geceleyin defnederek Ebubekir'e
(r.a.) haber vermedi. Cenaze namazını da Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) kılmıştı.
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Fâtıma'dan (r.a.) dolayı
herkesten hürmet görüyordu. Fâtıma (r. Anha) vefat ettikten sonra herkesin
kendine karşı yüzünü astığını gördü. Bunun üzerine Ebubekir'le (r.a.) barışmak
ve ona biat etmek için çare aradı. Çünkü O, geçen şu aylar zarfında Ebubekir'e
(r.a.) biat etmemişti. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh),
Ebubekir'e (r.a.)
haber göndererek onu davet etti ve yalnız başına gelmesini istedi. Çünkü,
Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) onunla birlikte gelmesinden endişe ediyordu. Hz.
Ömer (radiyallâhü anh), Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) yalnız gitmemesini
tavsiye etti. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):
“Bana yapabilecekleri birşey yoktur, gideceğim!” dedi ve kalkıp gitti. Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Ebu Bekir'i (r.a.) görünce şehâdet
getirdi ve sonra şöyle konuştu:
“Biz senin fazilet ve meziyetlerini, Allah'ın sana neler ihsan ettiğini
biliyoruz, Allah'ın sana verdiği nimetten dolayı sana haset etmiyoruz. Fakat,
bize karşı sert davrandın. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a
yakınlığımız dolayısıyla kendimizi hisse sahibi görmüştük.”
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) sözlerini dinleyen Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) gözleri yaşarmıştı. Söz sırası Ebubekir'e (r.a.)
gelince O da şöyle konuştu:
“Bütün varlığıma hâkim olan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'ın akrabasını gözetmek benim için kendi akrabamı
gözetmekten daha çok sevimlidir. Bu mallar yüzünden aramızda çıkan ihtilafa
gelince, benim maksadım tamamen hayır idi. Resulullah'ın yaptığını gördüğüm
şeyi yaptım.”
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh):
“Bugün zeval vaktinden sonra sana biat edeceğim.” dedi.
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) öğle namazından sonra minbere çıktı.
Şehâdet getirdi. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) biat
hususunda gecikmesinin mevzuunu açarak onun mazeretini kabul ettiğini açıkladı.
Sonra Allah (celle celâlühü)'dan müminlere af ve mağfiret diledi. Ebubekir 'i
(r.a.) müteakip Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) şehâdet getirerek
söze başladı. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) ta'zime şayan olduğunu söyledi.
Biatta gecikmesinin Ebubekir'e (r.a.) rekabetten ileri gelmediğini anlattı.
Ancak, akrabalık dolayısıyla hisse sahibi olduklarını sandıklarını, Ebubekir'e
(r.a.) biati müslümanları sevindirdi.
Şüphesiz ki, imametle ilgili muteber icmaya bir-iki kişinin muhalefet
etmesi ona zarar vermez. Bu küçük ihtilaflar muteber olsaydı hiçbir imamet
kesinleşemezdi.
Umûma müteallik hükümler için bu durum söz konusu değildir. Bir-iki
kişinin muhalefeti vuku bulduğunda icma kabul edilir mi, edilmez mi meselesinde
Ahmed bin Hanbel'den iki rivayet vardır.
Birincisi, bir-iki kişinin muhalefeti icma'ya mâni değildir,
İstikametindedir. Muhammed b. Cerir et-Taberi ve başkalarının görüşü de
böyledir.
İkincisi, bir-iki ikisinin muhalefeti ile, hükümler üzerinde
yapılan icmaya zarar gelir, istikametindedir. Eğer birtek kişi nassa muhalefet
ederse zaten bunun muhalefetine itibar olunmaz. Said b. el-müseyyeb'in üç
talakla boşanan kadının bir başkasına (iddet beklemeden) mücerret olarak
nikahlanması ve tekrar boşanması ile ilk erkeğine helal olduğunu söylemesi
gibi.
Kaldı ki, hilafetin sıhhati mevzuunda şart olan hakça güçlü bulunan
cumhurun ittifakıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Cemaattan ayrılmayınız. Allah'ın eli cemaatın üzerindedir.”,
“Büyük topluluktan ayrılmayınız, onlardan ayrılan cehenneme
atılmıştır.” buyururlar.
Ümmetten Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti üzerine ittifak
edenler Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilafeti üzerine
ittifak edenlerden daha çoktur. Müslümanların üçte biri, belki de daha fazlası
Ali'ye (r.a.) biat etmedikleri gibi, onunla savaşmışlardı. Hatta Büyük
sahablerden bir kısmı onun safında yer almamışlar ve ondan ayrılmışlardır.
Ümmetten bazılarının geri çekilmeleriyle imametin zemmedilmesi caiz olsaydı, Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imameti bir çoklarının
imametinden daha fazla zemmedilmesi gerekecekti.
Ey Râfizî!
“Ali'nin imameti nass ile sabittir, icmaya ihtiyaç yoktur.” diyecek
olursan, şöyle deriz:
İmaen veya sarahaten Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) takdim edilmesiyle
ilgili bir çok nasslar geçti. Ayrıca sahabilerin ona biat edip, onu
Resulullah2ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi ismiyle tesmiyede icma
etmeleri üstünlüğünün bir başka yönüdür. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh)
hilafeti hakkında yapılan tartışmalar iki yönlüdür.
Birincisi, hilafetin fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği;
İkincisi, gerçekleşmemişse onun hakkı olup olmadığı doğrultusundadır.
Birinci yönü tevatürle sabittir. Yani bütün insanlar Resulullah'tan (sallallahu
aleyhi ve sellem) sonra Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti yürüttüğü,
Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yerine geçtiği, onun yerinde ümmete
halife olduğu, hadleri tatbik edip hukuku yerine getirdiği, kafirlere savaş
açıp mürtedleri öldürdüğü, işleri ehline tevdi edip, malları taksim ettiği,
imamın yapması gereken ne varsa onu yaptığı ve hakikaten ümmet arasında imameti
ilk önce onun aldığı hususunda ittifak etmişlerdir.
Meselenin ikinci cihetine gelince, yani, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) hilafete layık olduğu hususunda icmadan başka birçok nakli deliller de
vardır. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilâfete lâyık
olduğunu ispatlayacak bir yol varsa, mutlaka aynı yolla Hz. Ebubekir'in
(radiyallâhü anh), Ali ve başkasından hilafete daha layık olduğunu yine daha
güzel bir şekilde ispatlamak mümkündür. Böyle olunca her iki halde de Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti üstlendiğine ve ona layık olduğuna dair
icmaya da ihtiyaç kalmaz. Ama yine de icmanın meydana geldiğini söyleyebiliriz.
Ey Râfizî!
“Delâlet konusunda icma esas değildir, mutlaka aklî veya nakli bir delile
dayanmış olması gerekir. Halbuki, bu hususta ne akli ve ne de nakli delil
vardır.” diyecek olursan, sana verecek cevabımız şudur:
“Delâlete, icma esas değildir.” sözünle, icma ile seçilen halifenin
mücerred zatına değil, Allah'ın emirlerini yürüttüğü takdirde ona itaat
vacibtir, mânâsını kastedersen bu doğrudur. Hatta Resulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) emirlerine itaat mücerret zatından değil, belki ona itaat
Allah'a itaat gibi kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında Allah'tan
başka, mücerred kişiliklerinden dolayı hiç kimseye itaat olunmaz.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Dikkat ediniz ki, hem yaratma, hem de emretmek Ona
mahsustur.”[14] “Hüküm ancak
Allah'ındır.”[15]
Yok eğer yukarıdaki sözünle, icmanın bazen, hakka muvafık, bazan da
muhalif olduğunu kasdediyorsan, bu iddia icmanın delilliği hakkında büyük bir
ithamdır. Bu iddian ümmetin batıl üzerine toplanabileceğini ifade ediyor. Bu da
En-Nazzam ve râfizîlerin iddiasından ibarettir iki, tamamen yanlıştır.
Ebubekir'in (r.a) imameti hususunda bizim böyle bir icmaya da ihtiyacımız
yoktur.
Yine biz, hiç kimseye “İcma ile sabit olan her hükmün bir nassa dayalı
olması gerekir” şartını koşmayız. Çünkü, bizzat icma, mevcut nassa delildir.
Ancak, âlimler ictihad üzerine icma'ın caiz olup olmadığı hususunda ihtilafa
düşmüşlerdir. Buna rağmen her iki çeşit icma' için nassın gizli olduğu
söylenemez.
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafetini bu yolla ele alacak olursak,
zaten hilafetinin hak ve doğru olduğuna dair bir çok nasslar vârid olmuştur.
Bunda hiç ihtilaf yoktur. İhtilaf, yapılan hilafet ahdinin has bir nassla mı,
yoksa icma' ile mi sabit oluşu hakkındadır. Sıddık (r.a.)’ın hilafeti hakkında
nass ve icma vardır, sözümüzün dayanağı şu ayet-i Kerimedir. Allah (celle
celâlühü) şöyle buyurur:
“(Ey Muhammed'in Ümmeti!) Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıyorsunuz ve Allah'a
imanınızda devam edersiniz..”[16]
Bu nass-ı Kur'anî, Ashab-ı Kiramın her hak olanı emir ve her batılı yasak
etmelerinin gerekli olduğunu beyan ediyor. Vâcib ve haram her ikisi de kesinlikle
buna dahildir. Böylece Allah'ın vâcib kıldığı her şeyi vâcib, haram ettiği her
şeyi haram kılmaları ve haksızlık karşısında susmaları farz oldu. Şu halde
nasıl olur da bu mümtaz zevat, hakkı bırakır onun zıddı olan bâtılı getirirler?
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) velayeti haram, batıl bir şey olsaydı,
onu bu işten vazgeçirmeleri gerekirdi. Ona karşı susmaları haram olurdu. Yine Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) tercihi vacib olsaydı, bu
doğrultuda çalışmaları en büyük ma'ruf olurdu.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır: İyiliği
emrederler, fenalıktan alıkoyarlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekatı
verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları, muhakkak surette
Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah Azizdir, Hakimdir.”[17]
“Ey müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki,
bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de
sizin üzerinize şâhid olsun.”[18]
Allah'ın insanlar üzerine şâhid kıldığı kimselerin, şâhidlik edecekleri
hususu elbette ki en iyi bir şekilde bilmeleri şarttır.
Eğer onlar Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram
kılsalardı, insanlar üzerinde şâhid olmağa yaraşmazlardı.
Onlar medhedilmişti, zem edileni medhedecek olsalardı yine insanlar
üzerine şâhid kılınmayacaklardı.
Şu halde Ashab-ı Kiram, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti
hakkettiğine şahitlik etmişlerse -ki etmişlerdir- onların sözlerinde doğru
olduklarını tasdik etmek vaciptir. Yine onların tümü, birine sâlih birine âsi
diyecek olsalar, bu şehâdetlerinin de kabul edilmesi vaciptir.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Her kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra,
Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar
giderse, onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme
koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir.”[19]
Görülüyor ki, Allah (celle celâlühü) , Peygambere aykırı hareket edenlere
Cehennemi hazırladığı gibi, O'na uyan müminlerin yolundan başka bir yola
sapanlara da aynı cezayı va'd etmiştir.
Ashâb-ı Kiram bir şeyin haram veya helalliği üzerinde ittifak etmelerine
rağmen, herhangi birisi onlara muhalefet ederse, müminlerden başkasının yoluna
gitmiş sayılır ki, bundan dolayı da zemmedilmesi gerekir.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Elbirlik Allah'ın dinine (şeriatına) sımsıkı sarılın.
Birbirinizden ayrılıp dağılmayın.”[20]
Ashabın ittifak halinde oldukları ayrıca görülmektedir. Çünkü, birlik
içinde oldukları hal, ihtilaf telakki edilirse kimsenin arasında fark kalmaz.
Bir başka âyette Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la onun Peygamberidir; bir
de iman edenler ki, onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler. Ve zekat verirler.”[21]
Bu Âyet-i Kerime ile de Allah (c.c), iman edenlerin veliliğini, Allah ve
Resulünün veliliği gibi olduğunu beyan etmiştir. Allah (celle celâlühü) da
hiçbir zaman bu ümmeti bâtıl bir şey üzerinde birleştirmez. İman edenlerden bu
yüce sıfata en yakın olan elbette ki Ashâb-Kirâm'dır.
Böylece Ashab'ın Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) hilafeti hakkındaki
kararlarının hak olduğu ispat edilmiş oldu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurur:
“Kimi iyilikle zikrederseniz Cennet ona vacib olmuş olur. Kimi
kötülükle zikrederseniz ona da cehennem vacib olur. Siz ey Ashâb! Allah'ın
yeryüzündeki şahitlerisiniz.”[22]
Râfizî şöyle diyor:
“İcma1 delil olarak kabul edilse de herkesin ittifakı ile
meydana gelmiş olması lazımdır. Bu da olmamıştır. İnsanların çoğu da Osman'ın
öldürülmesi üzerine ittifak etmişlerdir.”
Bu sözüne karşı da şöyle diyoruz:
“Bu sözüne daha önce cevab vermiştik. Ehlülhall vel Akd'in ittifakı ile
meydana gelen icmaya birkaç kişinin muhalefet etmesi hiçbir zaman ona halel
getirmez. Hz. Osman'ı (radiyallâhü anh) öldürenler ise âsi ve zâlim az bir
topluluktur.
Râfizînin:
“Hata yapması mümkün olanları, icma anında onları yalandan koruyacak bir
koruyucuları var mıdır?” iddiasına karşı da şöyle deriz:
İcmanın sıfatları ferdlere mahsus sıfatlar ise elbette ki bir kişinin
hükmü icmanın hükmü yerine geçemez. Çünkü ayrı ayrı kişilerin yalan söylemeleri
veya hata etmeleri mümkündür. Bir tek lokma doyurmaz ama lokmalar doyururlar.
Bir kişi tekbaşına düşmanla savaşamaz ama kişiler toplandıkları takdirde bunu
yapabilirler. Çoklukta kuvvet ve ilim vardır.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur :
“Böylece o iki kadından biri unutursa, diğerine şahitliği
hatırlatsın.”[23]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Şeytan teklerle beraber, ikilerden uzaktır.”[24]
Malum olduğu gibi insan birtek oku kırabilir, ama birkaç oku
birleştirdiği takdirde onları birden kıramaz.
Ey Râfizî!
Eğer icma bazan hata üzerine yapılır diyorsan, bu iddiana göre Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de masumiyeti yoktur. Çünkü sence
Ali'nin masumiyeti icma ile sabittir. Ve sence ondan başka masum yoktur. Eğer
icma için hata caiz ise, Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
başkasının da masum olması mümkündür. Yok eğer icmanın aslında şüphen varsa,
zaten mezhebinizin temeli batıl oldu demektir.
Yok icma hüccettir diyorsan, zaten Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) önce Ashab-ı Kiram Ebubekir, Ömer ve Osman'ın (Allah
cümlesinden razı olsun) hilafetleri üzerine icma etmişlerdir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ehl-i sünnet Rasulullan'ın:
“Benden sonra gelecek iki kişiye: Ebubekir ve Ömer'e uyunuz” buyurduğunu
rivayet ederler.[25] Evet, bu rivayetin aslı belli
olmayıp, delâleti de imamet için değildir. Zira fakihlere uymak onların halife
olmalarını gerektirmez. Kaldı ki, bu ikisi kendi aralarında çok ihtilaf
etmişlerdir. Onlara uymak mümkün değildir. Sonra hadis diye rivayet ettikleri
bu haber :
“Ashabım yıldızlar gibidir”[26]
şeklindeki hadislerine de
muarızdır.”
Râfizî'nin bu iddiasına da cevabımız şudur :
Yukarıdaki rivayetlerimiz mutlaka sizin iddia ettiğiniz delillerden daha
kuvvetlidir. Çünkü mezkûr rivayetimizi Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi
nakletmişlerdir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkındaki nass
ise tamamen bâtıldır. Hatta nassınız hakkında İbn-i Hazm şöyle demiştir:
Râfizîlerin bu rivayeti, mechûlun meçhulden rivayet ettiği bir nakildir.
Bu mechûl kimse de Ebul Hamra lakabıyla bilinmektedir ki, biz âlimler içinde
böyle bir kişi tanımıyoruz.”
Rasûlullah'ın, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Ömer'e (r.a.) uymayı
emretmesi, bu iki zatın zâlim ve mürted olmadıklarını ispatlamaktadır. Çünkü bu
vasıflara hâiz olan kimse rehber olamaz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer
(radiyallâhü anh) arasındaki ihtilaflar da çok nadirdir. Kardeşlerle beraber
dedenin hissesi, cihad mallarının eşit dağıtılıp dağıtılmaması meselesi ve
Hâlid'in (r.a.) tayin ve azli gibi mevzulardır. Bu konularda ayrı ayrı
ictihadları olmuştur.
“Benden sonraki iki kişiye, Ebubekir ve Ömer'e uyunuz”
mealindeki hadis, onların ittifak ettikleri meselelerde kendilerine uymayı
vacip kılar.
“Ashabım yıldızlar gibidir” mealindeki hadis ise, hadis
imamları tarafından zaif görlüdüğü için hüccet değildir.
Râfizî devamla şöyle diyor:
“Ehl-i sünnet mağara hadisesi ile ilgili olarak,
“Uzaklaştırılacaktır ondan takva sahibi olan” ve
“(Ey Resulüm, Hüdeybiye seferinden) geri kalan o bedevilere de
ki: Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için
çağrılacaksınız.” meallerindeki âyetleri zikrederek, çağıracak bu kişinin Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) olduğunu, Onun Bedir günü Rasûlullah'ın yanında ve
çadırda bulunduğunu, malını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için
harcadığını ve namaz için imam tayin edildiğini iddia ediyorlar. Halbuki
Rasûlullah'la (sallallahu aleyhi ve sellem) beraber mağarada bulunmasında onun
için bir fazilet yoktur. Peygamberin onu arkadaş kabul etmesi, şerrinden emin
kalması içindir. Çünkü bu işi ifşa edebilirdi. Mezkûr âyetler de, onun
eksikliğine, zayıflığına ve sabırsızlığına delildir. Âyetteki “Üzülme” sözü
durumu bize daha açık göstermektedir. Üzülmek, sıkılmak iyi bir şey veya itaat
olsaydı, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onu bundan alıkoyması
imkansız olurdu. Yok eğer üzülmek, sıkılmak ma'siyet ise onun fazileti rezalete
dönüşmüş olur.
“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan” mealindeki âyetten
murad ise, Ebu Ed-Dahdahtır. Komşusuna bir hurmalık alınca bu âyet nazil
olmuştur.
“Geri kalan o bedevilere de ki”, mealindeki âyetten murad ise,
Hudeybiye'ye gitmeyenlerdir. Bunlar hayber ganimetlerini almağa çıktılar,
fakat:
“De ki, bize tabi olamazsınız” âyeti ile engellenmişlerdir. Çünkü,
Allah (celle celâlühü) Hayber ganimetlerini, Hudeybiye'ye gidenler için
kılmıştır.” (Hüdeybiye seferinden) geri kalan o bedevilere de ki:
“Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için
çağrılacaksınız.” âyetiyle, sonradan sizi çağıracağız mânâsı anlaşılıyor.
Bilahare Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları Mute, Hayber ve Tebuk
gibi gazvelere çağırmıştır. Bu davetçinin, savaştığı için Emirulmü'minin olması
da mümkündür.
“Çadırda Rasûlullah'ın yalnızlığını gidericiydi” sözü de doğru değildir.
Çünkü Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dostu ve yalnızlığını gideren
Allah'dır. Fakat, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Bekri savaşmağa
emrettiği takdirde defalarca kaçacağından ve bundan dolayı da fitne
çıkabileceğinden onu yanında tutmuştur. Durum böyle olunca, savaşmadan oturan
mı, yoksa cihad eden mi üstündür. Ebu Bekr'in (r.a.) malını infak ettiğini
iddia etmeleri ise tamamen yalandır. Çünkü malı yoktu. Babası da gayet fakir
idi. Malı olsaydı babasına yardım ederdi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
câhiliyye devrinde çocuk mürebbisi, İslâm devrinde de terzi idi. Onu halife
ilan ettiklerinde terzilikten alıkoydular.
“Azığa ihtiyacım var.” demesi üzerine, Ona hergünü için beytül-maldan üç
dirhem maaş vermeye başladılar. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise,
daha Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bir şeyi yokken, hicretten evvel ve
hicretten sonra da Haticenin malı ile zengindi. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
malını infak etseydi, Ali hakkında “Hel Eta” suresi indiği gibi, onun
hakkında da ayet nazil olurdu. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) kendilerine yardım ettiği kişilerin en üstünü de şüphesiz ki, Rûsûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)tır.
Ehl-i sünnetin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında iddia ettikleri
mal infakı, Ali'nin mal intakından fazla olmasına rağmen bu hususta âyet nazil
olmamıştır. Binaenaleyh bu konu ile ilgili rivayetlerin yalan olduğu ortaya
çıkmış oluyor. Ebu Bekrin (r.a.) namaz için imamete geçirilmesi bir hata
neticesidir. Çünkü Bilal ezanı okuyunca, Aişe (r.a.) babasının öne geçirilmesi
için Bilâl'e emretmiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uyanır ve
ezan sesini işitince, “Beni camiye götürün” dedi Abbas r.a.) ve Ali'nin r.a.)
koltukları arasında camiye giderek, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i imametten
azledip, kendisi namaza başlıyor. Bütün bunlar cumhurun delilleridir. Akıllı
olan insaf gözüyle baksın, nefsin arzularını bırakarak hak olanı bulsun. Âbâ ve
ecdadı taklit etmekten vazgeçsin.”
Râfizî'nin bu uzun iddiasına karşı da cevabımız şudur:
-
Bu sözlerde hiçbir insan
için mümkün olmayan yalan ve iftiralar vardır.
-
Şüphesizki, râfizîler bu
iftiraları uydurmada yahudiler gibidirler.
-
Gerçekten râfizîler
iftiracı bir kavimdir. Allah'ın nurunu söndürmek ve hakikatleri ters çevirmek
istiyorlar.
-
Râfizîler hakkı red ve
yalanı tasdik etmede bidatçıların en kalabalık olanlarıdır.
Mağara hadisesi de Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) için açık ve öğücü bir
fazilettir. Onun hakkında Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Hani Mekke kafirleri onu Mekke'den çıkarttıklarında ikinin ikincisi (Peygamberin
arkadaşı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar.
O vakit Peygamber arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma, zira Allah'ın yardımı
bizimle beraberdir.”[27]
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh) şöyle der:
“Bir mağarada iken müşriklerin tepemize kadar gelen ayaklarını gördüm.
Ve:
“Onlardan birisi kendi ayaklarına bakacak olursa bizi görür” dedim. Bunun
üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Üçüncüleri Allah olan iki kişinin durumundan haberin var mıdır?” buyurdular.[28]
Buradaki beraberlik özeldir;
“Korkmayınız, zira ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” ayetinde
olduğu gibi.
İbn-i Uyeyne şöyle diyor:
Peygamberlerine karşı olan tavırlarından dolayı Allah (celle celâlühü) Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) dışında bütün insanlara itabta bulunarak şöyle
buyurmuştur:
“Eğer siz, Peygambere yardım etmeseniz, Allah vaktiyle ona yardım
ettiği gibi yine eder. Hani Mekke kafirleri onu Mekke'den çıkarttıklarında
ikinin İkincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekr) ile (Sevr
dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun
olma, zira Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.”[29]
Ebu Kasım es-Suheylî ve daha bir çokları:
Bu beraberlik Ebubekir'e (r.a.) hastır. Ondan başkasına ait olduğu
bilinmemektedir, diyorlar.
“O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma Allah'ın
yardımı bizimle beraberdir.” mealindeki âyet Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) ashab arasında zirvede bulunduğuna delildir.
Sıddik (r.a.) Peygamberliğin gelmesinden vefat edinceye kadar
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşlık etmiştir. Bu dostluk o
kadar ileriye gitmiştir ki, “Hayatta da, ölümde de ondan ayrılmamıştır.”
sözünün meşhur olmasına vesile olmuştur.
Buhari'deki bir başka hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Arkadaşımı bana bırakmıyacakmısınız?” buyurmuştur.
Buhâri ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Hz. Aişe şöyle der:
“Babamla anamın İslam diniyle mütedeyyin olmıyarak yaşadıklarını hiç
hatırlamam. O zamanlarda bir günümüz geçmezdi ki, o günde sabah ve akşam
vakitlerinde Rasûlullah bize gelmemiş olsun.”
Buhârî'de rivayet edildiğine göre, Hudeybiye antlaşmasının şartlarını
ağır gören Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a:
“Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız batıl üzerinde bulunmuyorlar mı?”
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Evet öyledir” buyurdu.Hz. Ömer (radiyallâhü anh):
“Şu halde dinimiz uğrunda bu denâeti niçin kabul edelim?” dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Muhakkak surette ben, Allah 'ın peygamberiyim. Ben (bu
maddeyi kabul etmekle) Allah'a isyan etmiş değilim. Allah benim
yardımcımdır” buyurdu.Hz. Ömer (radiyallâhü anh):
“Vaktiyle sen bize yakında varıp Beyti (Kabe'yi) tavaf edeceğiz, diye
haber vermemiş miydin?” deyince, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Yok, ben sana (Vakit tayin ederek) bu sene varıp
tavaf edeceğiz, diye haber vermedim” buyurdu. Hz. Ömer (radiyallâhü
anh) devamla şöyle dedi:
“Bu konuşmayı takiben Ebubekir'e (r.a.) vardım ve: Ey Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh)! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. O da:
“Evet hak peygamberidir” dedi. Ben:
“Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız batıl üzerinde değil midirler?”
dedim. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):
“Evet öyledir” diye cevap verdi. Ben;
“Öyle ise niçin dinimizi küçük görüyoruz?” dedim. Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh):
“Behey adam, Muhammed Allah'ın peygamberidir. O, Rabbine âsi değildir,
Allah onun yardımcısıdır, sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak
üzeredir, dedi...”[30] Bu ve buna benzer
hareketlerinden dolayı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) sıddik unvanına nail
olmuştur.
Yine Buhâri'nin rivayetine göre, Ebu ed-Derda (r.a.), Rasûlullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey insanlar, Ebubekir'in hakkını veriniz. O hiçbir zaman bana
kötülük etmemiştir.” buyurduğunu rivayet etmiştir.[31]
Akıllı kimse, sahih hadisleri güzelce incelerse, doğru ve yalanın hangisi
olduğu kendisine açıkça belirlenmiş olur. Her kim gerçek hadisler ile
râfizîlerin şüpheli hadislerini birbirine karıştırırsa, onların asılsız
iddialarına sapacaktır.
Onun için sanatı sanatkara, tababet tabibe, dil bilgisini dilciye, parayı
sarrafa teslim etmek gerekir.
Buna rağmen bütün bunların yanılmaları mümkündür. Ama, fakih ve
muhaddisler böyle değildir. Fakihlerin batıl bir mes'ele üzerinde ittifak
etmeleri mümkün olmadığı gibi, muhaddislerin de yalanı tasdik veya doğruyu
yalanlamaları mümkün değildir.
Binaenaleyh iyi düşünen bir kimse, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh)
zatına mahsus faziletlerini çok açık bir şekilde müşahede edecektir. “Allah
bizimledir” ayet-i kerimesini:
“İnsanların Rasûlulah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) en sevimli olanı
Ebu Bekir'dir”,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yokken müracaatın Ebu Bekir'e
yapılması ve sıddikiyeti ona mahsus kılan hadisler, bütün bunlar Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) faziletine delalet eden apaçık delillerdir.[32]
Namaz ve hac için Rasûlullah'ın onu vekil etmesi, vefatından sonra da
müslümanların topyekün ona itaat etmeleri ayrıca onun üstünlüğüne delalet eder.
Bunlardan başka kendisiyle Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'in faziletlerini
dile getiren hadisler vardır. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) her
ikisine iman ile şehadette bulunması, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh)'nin: Rasûlullah'ın:
“Ebubekir ve Ömer'le beraber çıktım” sözünü çokça
söylediğini nakletmesi:
“Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanıyoruz” hadisi de bu
kabildendir.
Fakat Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) menkibeleri çok
olmasına rağmen, yalnız ona mahsus faziletleri belirten yirmi kadar hadis
vardır. Menkibeleri de sayısızdır. Bütün bunlar Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dost olduğunu gösteren
delillerdir.
Râfizî'nin iddia ettiği gibi Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh),
Rasûlullah'ın düşmanı olsaydı, müşrikler mağaranın dibine geldiklerinde
sevincini ilan etmesi gerekirdi. Aksine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) üzülmüş,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da “üzülme Allah bizimledir.”
buyurarak, Allah'ın onları koruyacağını ve onlara yardımcı olacağını
bildirmiştir.
İnsanların en geri zekalısı dahi böyle tehlikeli bir yolculukta
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşlık edemin halini idrak
etmekten âciz değildir. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yalnız onun
arkadaşlığını ve dostluğunu kabul ettiği bir kimse, gizlice onun düşmanı olması
mümkün müdür?
Böyle bir şeyi ancak insanların en câhili ve en geri zekâlı olanı kabul
edebilir. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine gizliden düşman
olan birisini dost kabul ettiğini iddia edenleri, hasseten bunu akıl ve ilimce
mahlukatın en mükemmeli olan zata caiz görenleri Allah rezil etsin.
Râfizî:
“Rasûlullah, sırrını ifşa etmesinden korktuğu için Ebubekir'i (r.a.)
arkadaş edinmiştir.” diyor.
Râfizî'nin bu iddiası birçok yönden batıldır.
Birincisi: Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Rasûlullah'ı
(sallallahu aleyhi ve sellem) sevdiği ve ona dost olduğu Kuran'ın nassı ile
sabittir.
Manevi tevatür ile de Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) çok
sevdiği, ona derinden iman ettiği, maddeten ve manen de ona çok iltifat ettiği
sabittir. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) bu yolu izlerken cömertlikte Hâtemi,
cesarette Antere'yi geçmişti. Fakat, Râfizîler öyle iftiracı bir topluluktur
ki, bazıları Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh)
hücre-i Nevebi'de defnedildiklerini dahi inkar ediyorlar.
İkincisi: Râfizî'nin bu iddiası, onun tam ve aşırı bir cahil
olduğuna delildir. Hasseten hicret esnasında vuku bulan hadiselerde bu durum
çok açıktır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadaşı Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) ile mağarada saklanırken, Mekke müşrikleri bu hadiseyi
işittiler. Ertesi gün her tarafa adam göndererek ikisini veya onlardan birini
bulana büyük mükafaatlar vadettiler.
Bu hadise de Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Rasûlullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem) dost, müşriklerin de bu dostluğundan dolayı Ebubekir'e (r.a.)
düşman olduklarını açıkça ortaya koyuyor.
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem) gizliden düşman, müşriklere de dost olsaydı onun yakalanması için azâmi
gayreti sarf edecekti. Üstelik onu bulana mükafaat vadetmezlerdi.
Üçüncüsü: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) geceleyin
çıkmıştı, bu çıkışından da kimsenin haberi yoktu. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) arkadaşlığını ne yapacaktı?
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bu çıkışından haberi vardı, diye itiraz
edilirse, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu yolculuğu müşriklerden
gizli tuttuğu gibi, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'den de gizli tutabilirdi,
deriz.
Buhârî ve Müsim'de rivayet edildiğine göre; Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh) hicret etmesi için Rasûlullah'tan izin istemesi üzerine Rasûlullah,
beraber hicret edinceye kadar sabretmesini emretmiştir.
Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Berâ (r.a.) Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) şöyle buyurduğunu söylüyor:
“... Gece boyunca yol yürüdük. Ertesi gün öğle vaktine kadar yürümeğe
devam ettik. Yolda kimsenin bulunmadığı bir sırada gölgesi olan bir kaya
parçasını gördük. Orada durduk. Rasûlullah'ın yatması için taşın gölgesinde
elimle bir yer hazırladım. Cübbemi sererek, Ya Rasûlullah! uyu dedim. Öğleden
sonra yola düşünceye kadar uyudu. Toprağı sert bir arazide yürüyüp giderken,
Sürakâ b. Mâlik bize yetişti. Ya Rasûlullah! Sürâka bize yetişti, dedim.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Üzülme Allah bizimle beraberdir” dedi, ve ona beddua etti.
Süraka'nın atı karnına kadar gömüldü. Sürâka:
“Bana beddua ettiniz fakat dua ederseniz, geri dönüp sizi takibedenlerin
hepsini geri çevireceğim” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah ona dua etti ve kurtuldu. Böylece Surâka geri
döndü. Önüne gelen herkese, buralarda kimsenin bulunmadığını söyleyerek, onları
geri çevirdi.” (Buhari Fedail: 2, Menakıb: 45)
Buhârî'nin rivayetine göre Âişe (r.a.) şöyle der:
“Müslümanlar müşrikler tarafından eza ve işkenceye uğrayınca Rasûlullah
onların Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi. Ebubekirde Habeş diyarı
tarafına hicret etmek üzere Mekke'den çıktı. Ebubekir, Berk'ül Ğimad denilen
mıntıkaya gelince kendisine İbnüddüğünne yetişti. İbnüddüğünne Kare kabilesinin
büyüğü idi. Ebubekir'e:
“Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu. Ebubekir:
“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada
Rabbime ibadet etmek istiyorum” cevabını verdi...”
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
ile mağarada iken Abdurrahman b, Ebi Bekir, yanında Âmir b. Füheyre olduğu
halde gelip onlara haber iletiyordu. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) gizliden
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) düşman olsaydı, Âmir b. Füheyre'ye
durumu gizlice iletebilirdi.
Yine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) Rasûlullah'ın gizli düşmanı olsaydı,
müşrikler mağaraya yaklaşıp, ayakları göründüğünde dışarıya çıkıp onlara haber
vermesi ve Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim etmesi gerekirdi.
Bütün bunlar Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh), Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) için gerçek dost olduğuna delâlet ederler.
Kalbini körelten Allah'ı takdis ederim ey râfizî!
Ey Râfizî!
“Üzülme Allah bizimle beraberdir.” ayeti Ebubekir'in zaifliğine ve
sabırsızlığına delâlet eder, diyorsun. Bu iddian da:
“Rasûlullah planını açığa vurmasın diye Ebubekir'i arkadaş edinmiştir”
sözünle mütenakızdır.
Zira sen Ebubekir'i sabırsız ve zaif kabul etmiştin. Allah aşkına neden
Ebubekir'e hased ediyorsun? Keşke bileydim.
Şunu da bil iki, ey Râfizî; muhacirler arasında bir tek münafık yoktu. Bu
mustahil gibidir. Bundan başka da Mekke'de üstünlük ve kuvvet müşriklerin
elindeydi. O kafirler İslâm'a giren herkes şüphesiz ki Allah rızası için
girmiştir. Korktukları için değildir. Binaenaleyh münafıklık onlar için
kesinlikle söz konusu değildir.[33]
Münafıklık Medine ehlinde mevcuttu. Çünkü İslâm orada yayılıp, küfre
galip gelince, kalbleri İslam'a karşı kin ve nefretle dolu olan bazı insanlar
iman etmedikleri gibi, kılıç korkusundan müslüman olduklarını ilan etmişlerdir.
Muhacirler ise, İslam'a girmeleri için hiç kimse onları zorlamamış ve
müslümanlardan korktukları için de iman etmiş değillerdir. Aksine muhacirler şu
âyetin sırrına nail olmuşlardır.
“(Bilhassa bu ganimet). O, fukara muhacirler içindir ki, (Mekke
müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır.
Halleri şudur: Allah'dan (Dünyada) bir rızık ve rıza isterler. Allah'a
ve Peygamber'ine, (mal ve canları ile Allah'ın dinine) yardım ederer.
İşte bunlar, sâdık olanlardır, (imanlarında sadakat gösterenlerdir.)”[34]
Ebubekirde (r.a.) bunların en üstünüdür. Hepsi de onu “Rasûlullah'ın
halifesi” olarak çağırıyorlardı. Allah'ın kendilerini “Sadıklar” diye
nitelendirdiği kimselerin dalâlette ittifak etmeleri mümkün değildir.
Ey Râfizî!
“...eksikliğine delâlet eder” sözün bir cihetten doğrudur. Çünkü hepimiz
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbeten çak noksanız. Sizin,
bazıları için iddia ettiğiniz gibi biz, Ebu Bekir'in (r.a.) masum olduğunu
iddia etmiyoruz. Kaldı ki Allah (celle celâlühü) elçisine:
“Ey Rasûlum, sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir.
Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma ve yaptıkları hileden de telaş edip
sıkıntıya düşme.”[35] mü'minlere de:
“Ey mü'minler, savaştan gevşemeyin ve (Uhud bozgununa) üzülmeyin.
Haliniz onlardan netice itibariyle çok yüksektir, eğer gerçekten (va'dimize)
inanıyorsanız.”[36] diye hitap etmiştir.
Bu da üzülmenin imana aykırı bir şey olmadığını ispat etmektedir.
Ebubekir Es-sıddîk'ın (r.a.) iman ve sabrını diğer sahabilerin iman ve
sabrına benzeten cahildir. Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) menkibeleri,
Osman'ın (r.a.) menkıbelerinden kat kat fazladır. Bununla beraber Hz. Osman
(radiyallâhü anh), kimsenin sabredemediği şekilde sabretmesini bilmiştir. Onu
muhasara ettiler, öldürmek için ok yağmuruna tuttular, buna rağmen
taraftarlarının onlarla savaş etmelerine müsaade etmemiştir. Şehîd oluncaya
kadar sabır, vekâr ve imanla sabretmiştir.
“Üzülme Allah bizimle beraberdir” âyet-i kerimesi, üzüntü ve korkunun
vukuuna delâlet etmez. Kendisinden nehyedilen her şey için de bu durum söz
konusudur. Aşağıdaki âyetler buna delildir. Allah (celle celâlühü) şöyle
buyuruyor:
“Ey Peygamber, takvada sebat et (ve kafirlerle münafıklara
verdiğin emanı bozmak hususunda) Allah'dan kork. Kafirlere ve münafıklara (teklif
ettikleri masiyetlerde) uyma.”[37]
“Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme.”[38]
“O halde, sakın bunu bilmezlerden olma...”[39]
Farzet ki, üzülmüştür. Haddi zatında onun bu üzülmesi, Rasûlullahın
(sallallahu aleyhi ve sellem) şehid edilip, İslâmın yok olma korkusundan
kaynaklanıyordu.
Veki, Nâfi'den, O'da İbn-iHz. Ömer (radiyallâhü anh)'den rivayet ettiğine
göre, İbn-i Ebi Müleyke şöyle buyurur:
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edip, Sevr mağarasının
yolunu tutunca, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) Onun önünden ve arkasından
yürümeğe başladı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey Ebubekir ne oluyor sana?” Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh):
“Yâ Rasûlallah Arkadan saldırıya uğrayacaksın diye arkanızdan, önden
saldırıya uğrayacaksınız diye de önünüzden yürüyorum” buyurdu. Mağaraya
vardıklarında Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):
“Ya Rasûlallah, sizi uyandırıncaya kadar buyurunuz, istirahat ediniz,”
sözlerini ekledi.[40]
Nâfi': Bir zat, İbn-i Ebi Müleyke'den naklederek bana şöyle dedi:
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) mağarada bir delik gördü. Ayağını oraya
soktu ve:
“Yâ Rasûlallah! bir yılan veya bir akrep sokması olursa, bana olsun”
buyurdu.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz beni evladından, babasından ve bütün insanlardan
daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) üzüntüsü, her ihtimale karşı
Rasûlullah'ın eziyet görebileceğinden kaynaklamıyordu. Binaenaleyh, bu durum,
onun Rasûlullah'a karşı olan aşırı sevgisine delâlet eder. Allah (celle
celâlühü) Ya'kub'un (a.s.) durumundan haber vererek şöyle buyurur:
“O (Ya'kub) dedi ki; Ben büyük kederimi ve hüznümü ancak
Allah'a şikayet, ediyorum.”[41]
Sonra siz, Fâtimetüzzehranın, babasının vefatına sonsuz hüzünde
bulundunuz, kendisini hüzün evine kapattığını iddia ederek ve hatta ona layık
olmayan şeyleri isnad edecek kadar aşırı gidiyorsunuz. Ama gerçekten cahil,
medhetmek isterken, farkına varmadan zemmeden kimsedir.
Ey Râfizî!
“Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) üzüntüsü ölüm korkusundan idi.”
dersen, bu da onun mümin olduğunu ve gizliden müşrik Kureyş'in dostu olmadığını
ispat ediyor. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da:
“Ey İbrahim! Gerçekten senin vefatın için çok üzgünüz.”
buyurmuştur. Görülüyor ki, üzüntü tabii ve mubahtır. Nassla dabuna delâlet
etmektedir.
Ey Râfizî,
“Arkadaş” kelimesini zikrederek, arkadaşlığın imana delâlet etmediğini
iddia ediyorsun. Delil olarak da “Bundan dolayı (bu kâfir dönerek mümin)
arkadaşına şöyle dedi”[42] Ayetini getiriyorsun.
Evet, “arkadaş” kelimesi umumîdir. Komşu arkadaş gibi. Fakat, mağara
ayetindeki ifade bu arkadaşlığın sevgi, dostluk ve iman arkadaşlığı olduğunu
ifade ediyor.
Ey Râfizî,
“Allah, Resûlü'nün ve müminlerin üzerine manevi huzuru indirmiştir.”[43] âyetini delil getirerek,
müslümanların hezimete uğradıklarını iddia ediyorsun.
Ey Râfizî,
Eğer yalnız “Resulünün üzerine indirdi” denilseydi, huzurun ashab üzerine
inmediği anlaşılabilirdi. Onun için bu ayet iddianı ispatlamaz. Çünkü, Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tâbi
hem de itaatkâr idi. O, Rasûlullah'ın arkadaşı idi. Allah da her ikisi ile
beraberdir. Tâbi olunana manevi kuvvet gelmiş ise, ona tâbi olan da bu manevî
kuvvete dahildir. Onun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zafere
ulaştığı hiçbir yer yoktur ki, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) orada zafere
ulaşanların başta gelenlerinden olmasın. Onun için:
“Ebubekir'in imanı ile yeryüzündekilerin imanı karşılıklı olarak
tartılacak olursa, Onun imanı cümlesinin imanından ağır gelir.” demişlerdir.
Bir başka hadiste, Ebu Bekrete'nin rivayet ettiğine göre Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Aranızda rüya göreniniz var mıdır?” diye sordu, Orada
bulunanlardan biri:
“Gördüm, yâ Resulallah dedi ve şöyle devam etti: Semadan bir terazi indi,
Siz ile Ebubekir tartıldınız ve siz ağır geldiniz. Sonra Ebubekir ile Ömer
tartıldılar. Ebubekir ağır geldi. Sonra Ömer ile Osman tartıldılar, Ömer ağır
geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”[44]
Ey Râfizî,
“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan,”[45] âyet-i kerimesinin Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) değil, Ebu ed-Dehdah hakkında nazil olduğunu
iddia ediyorsun. Aslında diğer iddiaların gibi bu da gülünçtür. Ebu
ed-Dahdah'ın hadisesi ittifakla Medine'de vâki olmuştur. Âyet ise Mekke'de
inmiştir. Hal böyle olunca, âyet Ebu ed-Dahdah hakkında nazil olmuştur,
denilebilir mi?
Şayet biri “Âyet Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuştur
fakat, Ebu ed- Dahdah'a da şâmildir,” derse buna inanırız. Çünkü, birçok ashab
ve tabiin:
“Şu âyet şunun hakkında nazil olmuş ve bu hükme delâlet eder” derken, bir
kısım ashab ve tabiin de:
“Ayet iki sebepten dolayı iki defa nazil olmuştur.” demişlerdir.
İbn-i Hazm, Abdullah b. Zübeyr ve başkalarından rivayet ettiğine göre,
yukardaki âyet Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuştur. Aynı
görüşün Abdullah b. Zübeyr ve Said b. el-Müseyyib'ten rivayet edildiği Sa'lebî
tarafından zikredilmiştir.
Süfyan b. Uyeyne, Hişam'dan, O da Urve'den, O da babasından rivayet
ettiğine göre, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Allah'a inandıkları için işkence
edilen yedi köleyi âzad etmiştir. Bunlar Bilâl, Âmir b. Füheyre, Nehdiye,
Nehdiye'nin kızı, Zübeyre, Ummu Ümeys ve Mu'mil oğullarının (kız)
hizmetçisidir. Hatta Zübeyre rum olup, Abduddar oğullarının kölesi idi.
Müslüman olduktan sonra gözleri kapanması üzerine müşrikler onun için:
“Gözlerini Lât ve Uzza körelttiler,” demeğe başladılar. Zübeyre de
onların aksine, defalarca Lât ve Uzza'yı inkar ettiğini söylemeğe başlayınca,
Allah (celle celâlühü), gözlerini açtı ve sıhhate kavuşturdu.
Bilâl-i Habeşi'nin âzadlığına gelince; Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) onu
taşlar arasında gömülü iken satın almıştır. Bilal'ın bu haline acıyan Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh), müşrik Ümeyye'ye karşı çıkması üzerine, Ümeyye:
“Bilal'in bu halini istemiyorsan satın al” dedi. Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh):
“Yüz okka istersen de alacağım” buyurdu. Bu şekilde Bilal'i satın alarak
âzad etti.
Süfyan b. Üyeyne devamla şöyle diyor:
“Uzaklaştırılacaktır ondan takva sahibi olan” âyeti ile âyetin içinde
bulunduğu el-Leyl süresinin sonuna kadarki bütün âyetler Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuşlardır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
müslüman olduğunda kırkbin dinarı vardı. Hepsini Allah yolunda harcadı. Ayrıca
hiç kimse yukardaki ayetin Ebu ed-Dahdah hakkında indiğini ve onun sair
müslümanlardan daha muttaki olduğunu söylememiştir. Aksine aşere-i mübeşşere ve
diğer bir kısım ashab ondan daha muttaki ve ondan daha üstün idiler.
Şu halde yakardaki âyetin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil
olduğunu söyleyenlerin sözü doğrudur. Çünkü Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
sahabelerin en müttakisi ve Allah indinde en sevimli olanı idi.
Buhârî'de rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında şöyle buyurur:
“Ebubekir'in malından faydalandığım kadar hiçbir maldan faydalanmış
değilim.”[46]
[47]
Buhârî'deki bir başka rivayette de İbn-i Abbas (r. anhuma) şöyle buyurur:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatı ile son bulan hastalığı
esnasında ve mübarek başını bir bez ile bağlamış olduğu halde mescide çıkıp
minbere oturdu. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
“İnsanlar içinde canı ve malı ile Ebubekir b. Ebi Kuhafe kadar
üzerimde minneti olan hiç kimse yoktur. İnsanlar arasında bir dost edinseydim,
Ebubekir'i dost edinirdim. Lâkin İslâm için olan kardeşlik efdaldir.
Ebubekir'in kapısından başka bu mescitteki kapıların hepsini kapatınız. ”552
Tirmizî'nin naklettiği sahih bir rivayette Hz. Ömer (radiyallâhü anh), şöyle
buyuruyor:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) malımızdan tasadduk etmek için
bize emir verdiler. O sırada malım çok idi. Kendi kendime; bugün tasaddukta
Ebubekir'i geçeceğim, dedim. Ve malımın yarısını Rasûlullah'a getirdim.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) :
“Ailene ne kadar bıraktın?” dedi.
“Getirdiğimin yarısı kadarını” cevabını verdim.
Biraz sonra Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) malının tümünü getirdi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona:
“Aile efradına ne kadarını bıraktın?” diye sorması üzerine,
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):
“Onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine Ebubekir'e
(r.a.):
“Hiçbir şeyde, ebediyyen ve katiyyetle seninle yarışmıyacağım” dedim.[48]
“(Ey Resulüm, Hudeybiye seferinden) geri kalan O bedevilere de
ki; Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için
çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar (da
kurtulurlar). Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafaat verir.
Şayet bundan önce yaptığınız gibi, cihaddan dönerseniz, sizi acıklı bir azab
ile azaplandırır.”[49]
Âyet-i Kerimesine gelince, Şafiî, Eş'arî ve İbn-i Hazm bu Âyeti Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) halifeliğine delil olarak zikrederler. Mezkur
zatlar:
“Eğer Tebuk savaşından sonra Allah, seni, Medine'de kalan
münafıklardan bir kısmının yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmak için
senden izin isterlerse, de ki: Artık benimle beraber ebediyyen sefere
çıkamazsınız, beraberimde olarak hiçbir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü
ilk defa, oturup kalmayı arzu ettiniz. (Tebuk seferine çıkmadınız) Şimdi
de geri kalan kadın ve çocuklarla oturup kalın”.[50]
Âyet-i kerimesinde bahsedilen davetçinin Rasûlullah olmadığı ve ondan
sonra gelecek olan imamın olacağı, bunun da Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) veya
Hz. Ömer (radiyallâhü anh)'den başka bir kimsenin olamıyacağı kesindir. Çünkü
bu iki zât Fars, Rum ve başkalarına karşı müslümanları cihada çağırmışlar ve
müslüman oluncaya kadar onlarla savaşmışlardır.
Râfizîler El-Fetih süresindeki ayette zikredilenlerin, Tevbe süresindeki
ayette zikredilenlerin aynısı olduklarını iddia ediyorlar. Dolayısıyla
delilleri boşa çıktı. Çünkü, El-Feth süresinin Hudeybiye kısasında nazil olduğu
ittifakla kabul edilmiştir.
İbn-i Teymiyye bu mevzuda uzun uzadıya konuştuktan sonra, El-Feth
sûresinde zikredilen âyet Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nin
kendileriyle çarpıştığı kimseler olmadığını, çünkü Allah (c.c):
“Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar” buyurduğunu,
söyler. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'in kendileriyle savaştığı
kimseler Kur'ân'ın nassı ile müslüman idiler.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Eğer mü'minlerden iki birlik
çarpışırlarsa, hemen aralarını düzeltin”[51]
İşte Allah (celle celâlühü), birbirlerine düşmanca davranmalarına rağmen
her ikisini iman ile tavsif etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
da, Hasan (r.a.) hakkında:
“Allah onun vasıtasıyla iki müslüman birlik arasını İslah
edecektir.” buyurmuşlardır.
Hakikaten de böyle olmuştur. Hz. Hasan'ın yaptığı Allah indinde
çarpışmadan daha sevimli olduğu anlaşılmış oldu.
Kötü âdet ve alışkanlığına binaen, yaldızladığın yalan ve hezeyanlarından
biri de, El-Arîş[52] meselesi hakkındaki
görüşlerindir. (Bu konuda bâtıl görüşlerini serdederken “Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh), Rasûlullah ile birlikte katıldığı savaşlarda defalarca
kaçmıştır.” diyorsun. Halbuki, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilk
savaşı Bedir savaşıdır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü
anh) de bu savaştan önce savaşmamışlardır. Durum böyle iken, Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) ne zaman kaçmıştır?
Hayır hayır O, hiçbir zaman kaçmamıştır. Hatta Uhud savaşında bile Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) hezimete
uğramamışlardır. Hz. Osman (radiyallâhü anh) geri çekilmiştir ama, bilahere
nass ile affedilmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh), Huneyn savaşında Rasûlullah'ın etrafında tek başına çarpışmıştır.
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) iddia ettiğin gibi korkak olsaydı,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), El-Arîş'te (gölgelik) yanında kalması
için yalnız onu tahsis etmezdi. Üstelik Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) bu
gölgelikte Rasûlullah'ın niyazlarını işitip:
“Yâ Resûlallah, yetişir, Sen Rabbine çok İsrar ettin. Allah, sana olan
va'dini elbette yerine getirecektir.” demesi onun sebatına ve Rasûlullah'a olan
kuvvetli inancına delâlet eder. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh), Bedir'deki çarpışmaya iştirak etmemelerine rağmen,
Bedir ehlinin en faziletlileridirler. O’nun için her savaşçı, savaşmayandan
üstün kabul edilemez.
Ey Râfizî,
Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) defalarca savaştan kaçtığını, terzilik
yaptığı için güçsüz, fakir ve müflis olduğunu, Menaf ve Manzum oğulları gibi
akraba, köle ve hizmetçileri olmadığını iddia ediyorsun...
Peki, Allah aşkına İslama ilk önce giren O yüce sahabiler neden ona karşı
tevazu edip, halifeliğine biat ederek:
“Ey Rasûlullah'ın halifesi” dediler?
Vallahi bütün bu teveccühler Onun nass'la halife olduğuna işaret
ediyorlar. Vallahi yine onlara göre Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
kendilerinden üstün olmasaydı ona böyle yapmazlardı. Hz. Ömer (radiyallâhü anh)
Onun hakkında şöyle diyor:
“Vallahi boynumu takdim edip onu kesmeleri, içinde Ebubekir'in bulunduğu
bir kavmin başına geçip emir olmaktan bana daha hoş geliyor.”
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir, malını Rasûlullah için harcamıştır, sözü yalandır. Çünkü, malı
yoktu.”
Ey Râfizî,
Belaların en büyüğü, mütevatir ve kat'i olan haberleri inkar etmektir.
Senin bu iddia ettiğini, güvenilir veya güvenilmez kimler nakletmiştir?
Yoksa hayasızlık ve iftira ile Hâtem'in cömertliği, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) cesareti, Muaviye'nin (r.a.) yumuşaklığı, Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zenginlik ve faziletini inkar edebileceğini mi
zannediyorsun?
Bunlar hakkında nass-ı Kur'an yoktur ama Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) fazileti ve zenginliği hakkında nass-ı Kur'ân vardır.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre:
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) akrabası olan Mistah'a mali yardımda
bulunuyordu. Mistah Âişe (r.a.)'ye (ifk hadisesinde) iftira edince, Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) bundan böyle Mistah'a mâli yardımda bulunmayacağına
yemin etti. Bunun üzerine:
“Bir de, içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara,
yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek (yedirmemek) üzere
yemin etmesinler; (kusurlarını) bağışlasınlar, aldırmasınlar. Allah'ın
sizi bağışlamasını sevmezmisiniz? Allah Ğâfûrdur=çok bağışlayıcıdır,
Rahîmdir=çok merhametlidir.”[53] âyet-î kerimesi nazil oldu.
Bunu işiten Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh); “Vallahi ben, Allah'ın beni
mağfiret etmesini muhakkak severim” dedi ve Mistah'a veregeldiği yardımı devam
ettirdi.
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Allah'a inandıkları için işkence gören
yedi köleyi kendi malıyla satın alarak, onları âzâd etmiştir.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)
hakkında :
“Vallahi Ebubekir'in malı kadar hiçbir mal bana fayda vermemiştir.”
buyurmuştur.[54]
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hicret edince bütün malını
Allah ve Rasülü yolunda infak etmek üzere yanına almıştır. O zaman malı altıbin
dinar kadardı.
Ey Râfizî,
(Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) zengin olmadığını ispatlamak için) “Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh), müeddip idi.” diyorsun. Bu da yalandır. Müeddip
olduğunu kabul etsek ne olur? Mekke ehlinin yazıyı çok az bildikleri malumdur. Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) muallim olsaydı, Kureşlilerde yazı yazabilenler çok
olurdu. O terzi de değildi. KureyşIilerin elbisesi genelde cübbe ve entari
olduğu için, terzilere az ihtiyaç vardı. Halife olunca da, nafakasını temin
için ticaret yapmak istedi. Ancak müslümanlar halifeliğin ağır yükünü nazar-i
dikkate alarak nafakasına yetecek kadar beytülmaldan ona maaş ayırdılar.
Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre;
Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) eza ve işkenceye uğrayınca,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Habeşistan'a hicrete izin verdi. Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere
(Mekke'den) yola çıktı. Berkül Gimad mevkiine gelince kendisine İbnüddüğünne
yetişti. -İbnüddüğünne, Kare kabilesinin büyüğü idi- İbnüddüğünne:
“Nereye gitmek istiyorsun?”
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh):
“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada
Rabbime ibadet etmek istiyorum.”
İbnüddüğünne:
“Ey Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), senin gibi bir zat, ne yurdundan
çıkar, ne de çıkarılır. Bir hakikattir ki, sen, herkeste bulunmayan (en
değerli) bir malı ihsan edersin, akrabanı ziyaret edersin, aile efradının
yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hayır işlere koşarsın. Şimdi ben senin
için bir hamiyim. Haydi Mekke'ye dön de, kendi memleketinde Rabbine ibadet et,”
dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) geri döner. İbnüddüğünne de
kendisine refakat eder. O akşam Mekkeye varan İbnüddüğünne Kureyş ileri
gelenlerine şunları söyledi:
“Ey Kureyş, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) gibi muhterem bir zat şüphesiz
ki, ne memleketinden darılıp çıkar, ne de çıkarılmağa mecbur edilir. Ey Kureyş!
Siz, şu yüce faziletlere hâiz olan bir adamı memleketinden çıkarmak mı
istersiniz? O, hayır işlere yardım eder, akrabayı ziyaret eyler, aile yükünü
çeker, misafiri ağırlar, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder.”
Ve Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i himayesine aldı. Kureyş de,
İbnüddüğünne'nin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'i himayesine almasını
reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Fakat, İbnüddüğünne'ye şu
sözleri söylediler:
“Ebubekir'e söyle. O, bir şeye karışmasın, evinde Rabbine ibadet etsin,
namaz kılsın ne dilerse okusun. Fakat okuduğu ile bize eza vermesin, açıktan
okumasın, çünkü biz, kadınlarımızı ve çocuklarımızı saptırmasından korkarız”
dediler.
Ey Râfizî!
“Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), malını Allah yolunda infak etseydi, Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında (Hel Etâ) süresi nazil
olduğu gibi, onun hakkında da âyet inmesi gerekirdi.” diyorsun.
Ey Râfizî!
Daha önce belirttiğimiz gibi (Hel Etâ)nın nuzulu ile ilgili hadis,
uydurmalardandır. Ayrıca, her meselede âyet inmesi şart olsaydı, Kur'ân-ı
Kerîm'in bir yirmi misli daha olması gerekecekti.[55]
Ey Râfizi,
“Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh), namaz için imamete tayini, Âişe
(r.a.)'nin işidir.” diyorsan.
Evet, bu ddian da yaptığın iftira, inad ve mütevatiri inkar etmene
benzer. Bunu kim sana nakletti? Yoksa kitapları yalan ve iftira ile dolu olan
üstadların El- Mufid ve El-Karacikî mi naklettiler? Yoksa bu imamet birtek farz
için mi idi ki, bu naklettiğin dile getirilebilsin? Hayır!... Hayır!.
İlim ve insaf erbabı, Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) Hücre-i Nebevî
yakınında, defalarca müslümanlara imamlık yaptığını bilirler. Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)da, O'nun namazdaki kiraatini işitiyordu. Bu iş
hiç de gizli değildi. Bu imametin Rasûlullah'ın izni ile olduğu tevatür ile
sabittir. Bu konudaki nasslar oldukça çoktur.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) son hastalığı sırasında Âişe (r.a.)'ye şöyle buyurdu:
“Babamı ve kardeşini bana çağır da, bir mektup yazayım. Belki biri bir
sevdaya kapılıp, bir müddei davaya kalkar da; ben daha lâyıkım, der, Lâkin
Allah'da, mü'minler de Ebubekir'den başkasını istemezler.”[56] [57]
“Bu Hadis-i Şerif, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
kendisinden sonra vuku bulacak hadiseleri haber verdiğini bildiriyor.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Allahu Tealâ'nın, Ashabı ve
bütün mü'minleri Ebubekir'e (r.a.) biat edip, O'nun halifeliği üzerine ittifak
etmede muvaffak kılacağını bildiği için, bilahere bu mektubu Ebubekir'e (r.a.)
yazmaktan vazgeçmiştir.
Allah (celle celâlühü) bize ve size her dördünü sevmiş bir halde
iken ölümü nasip eylesin.
“Muhakkak Ki, Kişi Sevdiği İle Beraberdir.”561
İslâm ve Ehl-i Sünnet nimeti üzerine Allah'a hamd olsun.
Ebede kadar selât ve selâm Resulüne, akrabasına, ashabına ve temiz
zevcelerine olsun.
Müellif, bu eseri Ebü'l Abbas Ahmed b. Teymiyye'nin “Minhâc es-Sünne”
adlı eserinden derlemiştir. Allah (celle celâlühü) bu yüce imamı, Bağdatlı Şîî
İbnü'l Mutahhar'a karşı olan reddiyyesi ile ehl-i sünnete yaptığı hizmetinden
dolayı yüce cennetlere idhal buyursun.
Kitabın aslı doksan forma kadardır. Onun için elinizdeki “El-Münteka”
bizlerin, kitabın aslı olan “Minhâc es-Sünne” ise Şeyhül İslâm'ın gayretini
gösteriyor. Allah, onu rahmetine gark eylesin. Âmin...
“El-Münteka”yı Cümâdelûlâ ayında ve hicri sekizyüzyirmidört senesinde
Yusuf eş-Şâfiî -Allah onu rahmet etsin- istinsah etmiştir.
Allah'a (celle celâlühü) hamd olsun. O bize kâfidir. O, ne güzel
vekildir.
Mukaddime 3
GIRIŞ
ŞİA'YA (ŞÎÎ İBNÜ'L MUTAHHAR'A KARŞI
OLAN) REDDIYYE 12
YUKARIDAKİ İDDİALARA BİRKAÇ YÖNDEN BAKACAĞIZ 15
BIRINCI BÖLÜM
RÂFIZÎ'NIN “ALLAH (C.C) ÂLEME LÜTFUNDAN HISSESIZ BIRAKMAMASI
İÇIN
GÜNAHSIZ (MASUM) İMAMLAR
TAYIN ETMIŞTIR.” SÖZÜNE CEVAP 21
İKINCI BÖLÜM
UYULMASI VACIP OLAN MEZHEP
HAKKINDA 43
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ
VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETI HAKKINDA ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ
VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) ÜSTÜNLÜĞÜNÜ İSBAT EDEN DELILLER VARDIR İDDIALARI 89
ŞIILERIN HZ. EBUBEKİR (RADİYALLÂHÜ ANH)
HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR . 121
ŞIILERIN HZ.
ÖMER (RADİYALLÂHÜ ANH) HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR 134
ŞIILERIN HZ.
OSMAN (RADİYALLÂHÜ ANH) HAKKINDA UYDURDUKLARI İFTIRALAR 155
ŞIILERIN HZ.
ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE RADİYALLÂHÜ ANH) MA'SUMIYETI VE İMAMIN MA'SUM
OLMASI GEREKIR İDDIALARI 176
ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE
RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELALET EDEN KUR'AN'DAN
DELILLER VARDIR, İDDIALARI 189
ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE
RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELALET EDEN DELILLERIN BIR
BÖLÜMÜ HADISLERDIR İDDIALARI 241
FASIL
260
ŞIILERIN HZ. ALİ'NİN (KERREM'ALLAHÜ VECHE
RADİYALLÂHÜ ANH) İMAMETINE DELÂLET EDEN DELILLERIN DIĞER
BIR KISMI YAŞAYIŞI İLE İLGILI
OLAN HALLERDIR, İDDIALARI 265
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ONIKI İMAMDAN SONUNCUSUNUN
İMAMETI 306
BEŞINCI BÖLÜM
ŞIILERIN EBU BEKIR, ÖMER VE OSMAN'IN (R. ANHUM) HALIFELIKLERI
HAKKINDA UYDURDUKLARI
İFTIRALAR 306
ALTINCI BÖLÜM
ŞIILERIN EBU BEKIR'IN (R.A.) İMAMETI ALEYHINDEKI
DELILLERI 318
NOTLAR
344 |
[2] (Buhârî Ahkam: 13, Müslim Akdiye: 16,
Tirmizi, Ahkam: 7 Ebu Davud, Akdiye: 9, Nesai Kudat: 17)
[3] (Müslim Birr: 25)
[4] (Müslim Münafıkun: 70, Nesai, İşaretü'n-
Nisa: 4)
[8] (Muttaffifin: 83/22),
[9] (Duhan: 44/51)
[10] (Müslim İmaret: 1)
[11] (Eb'ed'ül-eceleyn: Hâmile kadının
kocası vefat ettikten sonra, hamilenin veladetiyle vefat arasındaki zaman dört
ay on günden az ise, kadının o müddeti dört ay on güne tamamlanmasına eb'ad'ül-eceleyn
denir. Aslında doğru ve râcih olan görüş, kocası vefat eden hamilenin doğum
yapar yapmaz nikâhının helâl olmasıdır. Koca bir gün önce vefat etse de bu
böyledir. )
[12] (Yukarıdaki her iki rivayeti Beyhakî Süneninde
nakletmiştir.)
[13] Biatları gecikmesine rağmen bir farz dahi
olsa Ebubekir'in (r.a.) arkasında namaz kılmaktan geri kalmamışlardır. Yine
Ebubekir'e (r.a.) biat etmemişler diye saydıkların bütün bu zatlar Sa'd hariç,
hepsi de Ömer (r.a.)'e biat etmişlerdir. Sad' da Ömer (r.a.)'in hilafeti
zamanında vefat etmiştir. O, daha Sakife gününde iken hilafeti kabul etmiyordu.
Çünkü, hilafetin Kureyş'in hakkı olduğunu bilmiyordu. Râfızînin Ebubekir'in
(r.a.) babası Ebu Kuhafeden rivayet ettikleri de tamamen batıldır. Çünkü,
Ebubekir (r.a.) sahabelerin en yaşlısı değildi. Ancak, Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) dan bir kaç yaş büyük idi. (Eğer Ashab Ebubekir (r.a.)'i yaşı
için halife seçmiş olsalardı, babasını seçeceklerdi. Çünkü, babası ondan
yaşlıydı.
[14] (A'raf: 7/54),
[15] (En'am: 6/57).
[16] (Âl-i İmrân: 3/110)
[17] (Tevbe: 9/71)
[18] (Bakara: 2/143)
[19] (Nisa: 4/115)
[20] (Âl-i İmran: 3/103.)
[21] (Maide: 5/55).
[22] (Buhari Cenaiz: 86, Şehadet: 6, Tirmizi Cenaiz: 60).
[23] (Bakara: 2/286)
[24] (Muvatta İstizan: 36)
[25] (Tirmizi, Menakıb: 16, 37, İbn Mace,
Mukaddime: 11)
[26] (Feyzul Kadir: 4, 76, Camiu'l- İlm: 2, 91)
[27] (Tevbe: 9/40)
[28] (Buhari Fedail: 2, Menakıb: 45, Tefsir Tevbe:
1, Müslim, Fedail: 1, Tirmizi Tefsir Tevbe)
[29] (Tevbe: 9/40)
[30] (Buhari Şurut: 1,15, Hacc: 106, Muhsar: 3,
Meğazi: 35, Ebu Davud Cihad: 168, Sünnet: 9)
[31] (Buhari Fedail: 2)
[32] (Rasûlullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) bir kadına: “Beni bulamazsan, Ebubekir'e sor” buyurmuşlardır.
)
[33] (Büyük âlimlerin isbatına göre, Mekki süre ve âyetlerde
münafıklardan şikayet edilmemiştir. Çünkü münafıklık arapların ahlâkından
değildir. Bilhassa bu kötü ahlak Kureyşlilerde hiç yoktur. Medeni âyet ve
sürelerde nifaktan bahsedilmiştir. Çünkü,orada yahudi ve hıristiyanların
yanında kalbleri hastalıklı olan münafıklar çok idi.)
[34] (Haşr: 59/8)
[35] (Nahl: 16/127)
[36] (Âl-i İmrân: 3/127)
[37] (Ahzab: 33/1)
[38] (Kasas: 28/88)
[39] (En'âm: 6/35)
[40] (Buhari Fedail: 2,Müslim Fedail: 1)
[41] (Yusuf: 12/86)
[42] (Kehf: 18/34)
[43] (Feth: 48/26)
[44] (Buhari Tefsir Sure: 7/3)
[45] (Leyl: 92/17)
[46] (Buhari Salat: 80)
[47] (Buhari Menakıb: 45, Müslim Fedail:2)
[52] El-Arîş: Ashabın Rasûlullah'a
yaptıkları gölgeliktir. Rasûlullah'ın isteği üzerine Ebubekir (r.a.) bu
gölgelikte bir müddet Onunla beraber kalmıştır. Burada Rasûlullahın, Rabbine
karşı yaptığı niyazları dinlemiştir. )
[53] (Nur: 24/72)
[54] (Tirmizi Menakıb: 10)
[55] (Bununla birlikte En-Nûr suresinin 22'ci ve
El-Leyl suresinin 17'ci âyetleri ittifak ile Ebubekir (r.a.) hakkında nazil
olmuşlardır. )
[56] (Müslim Fedail: 11)
[57] (Buhari Edeb: 96, Birr: 165, Tirmizi Zühd: 50)