DR. JOHN COLEMAN
Çevirmen: Dr. Mert Akcanbaş
BAŞLARKEN
Yalıtılmışlık içinde yaşadığımız hayatlarımızda, bırakın dünyada olan
bitenleri komşu şehirde bile olan bitenlerden haberimiz yoktur. Bu kitabın
içeriğini anlamak bu açıdan pek kolay değildir. Kansas’ın ufak bir kasabasında
yaşayan bir kişi, Miami’de meydana gelen olaylardan ne kadar haberdardır? Böyle
bir durumda bu kişinin öğrenecekleri ancak olayın medyaya yansıdığı miktarda
olacaktır. Biz genelde diğer insanlar gibi dünyayı kendi sınırlı bakış açımız
içinde görürüz. Zaten bunun dışında davranmamız olanaksızdır. Dolayısı ile
sınırlı kapasitemizi aşan bilgileri aldığımızda bunların doğruluklarından
şüpheleniriz. Bu koşullar altında sıradan bir insanın ülkesinde veya dünyada
olan korkunç değişiklikleri ve çevrilen entrikaları anlaması imkânsızdır.
Anlaması daha da imkânsız olan, sıradan insanların kusursuzca planlanmış bu
komplolarda rol aldıklarıdır.
Aile yapısının yıkılması, ailenin geleneksel işini bırakmak durumunda
kalması, insanların mecburen memleketlerinden, sevdiklerini arkada bırakarak
göç etmeye zorlanmaları gibi üzüntü verici yıkım ve yozlaşma faaliyetleri
uzmanlarca planlamış bir komplonun parçaları olup, sıradan bir vatandaşın yaşam
deneyimi bu komployu görmeye yetmez. Sıradan vatandaş yaşamındaki bu çalkantı
veya çöküşü genel koşullara veya şansa bağlar. Bu sıradan insanın olanları bir
komplonun parçası olarak görmesi için ne deneyimi ne de bir nedeni vardır.
Sıradan insanın bilinci, eğitildiği sistem ve yaşadığı deneyimler dolayısı ile
karanlık komploları görmez. Zaten bu durum komplocuların güvendikleri en büyük
gerçektir. İnsanları aydınlatmayı amaçlayan her türlü girişim anında yok
edilir.
Sıradan vatandaşın yaşamında onu şüpheye düşürecek normal dışı olaylar ve
gelişmeler pek az ve sınırlıdır. Onun için tarih, birbirini takip eden olaylar
zinciridir ve sıradan vatandaş bu birbirini takip eden olayların manipüle
edilerek kendisine yaşatıldığından hiç şüphelenmez.
“Gizli Bilgi” sıradan insandan hep saklanır, milyonlarca diğer sıradan
vatandaşlar misali cahil, eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış halde yaşaması
sağlanır. Bu vatandaşın bilmediği ve hiç öğrenemeyeceği şey, gerçek önemli
tarihsel olayların, yüksek mevkilerdeki gizli adamlar tarafından halkı kandırma
amacıyla önceden planlandığıdır. Bu gizli adamlar İncil’in bahsettiği “En seçilmişler” grubudur ve
dünyadaki güç kademelerinin en üstündeki kişilerdir. Bu adamlar,
İngilizlerin East India Company unvanlı firmasındaki, soyları Kathariler,
Bogomiller ve Albigensiyanlar gibi ortaçağ tarikatlarına dayanan ve dinlerinin
temelini Babil’in Mani inancı oluşturan kişiler olup sadece İngiltere’yi değil
tüm dünyayı kontrol edecek durumdadırlar. Tarihte insanların ortak arzularından
birinin kontrole sahip olmak olduğu bilinir.
Hangi sosyal oluşuma bakılırsa bakılsın bu topluluklar içinde kontrolü
elinde tutma arzusunun tavan yaptığı alt gruplar bulunur. Son üç yüz yıldır bu
tip pek çok kişi ve grubun “gizli cemiyetler” diye tanımlanan kurumlarda ortaya
çıktığını görmekteyiz. Bu kitap dünyayı yöneten en güçlü iki grup hakkında
yazılmıştır.
Şimdiye kadar haklarında pek çok kitabın yazıldığı tüm gizli cemiyetler
“genel merkezin” şubeleri gibi çalışmaktadırlar. İşte bu sayede 300’ler
Komitesi Amerikan halkından şimdiye kadar saklanmayı başarmıştır.
Bazı araştırmacılar Federal Rezerv Bankası gibi bazı mahalli oluşumları
kontrol ve koordine eden bir üst yapının olduğunu fark etmişlerdir. Yine de tüm
bu oluşumlar “gizli cemiyetler” başlığı altında toplanmışlardır. Ancak ben 1991
yılında ismini açıklayana kadar komplo teoricileri ve yazarları her zaman en
önemli örgütü gözden kaçırmışlardır.
-
300’ler Komitesi nasıl ortaya çıkmıştır?
-
Bu kurumun serveti ve gücü nereden gelir?
-
Komite özellikle İngiltere ve Amerika Birleşik
Devletleri başta olmak üzere dünyayı nasıl kontrol altında tutmaktadır?
-
Tek bir kurum nasıl olur da
dünyada tüm olan biteni bilir ve kontrol eder?
Bu kitap bu ve benzeri sorulara yanıt aramak için yazılmıştır. Komitenin
başarısını kavrayabilmek için detayların incelenmesi ve tartışılması
gerekmektedir. Bu çalışmada bulabildiğimiz kadar çok gizli cemiyet, tabela
örgütleri, bağlantılı devlet kurumları, bankalar, sigorta şirketleri, petrol
firmaları, uluslararası kurumlar ve binlerce dernek ve vakfı incelemek
gerekmektedir çünkü bu kurumların başındaki kişiler en az 150 yıldır dünyayı yöneten
300’ler Komitesi’nin üyelerini oluşturmaktadırlar.
Bu kitap umarız ki araştırmacılar için yeni bir alan açacaktır. Bugünkü
yapıyı anlamamız için önce East India Company sonra da British East India
Company diye bilinen ve 300’ler Komitesi’ne dönüşen yapıyı araştırmamız
gereklidir.
ÖNSÖZ
Kariyerim boyunca ziyaret ettiğim pek çok ülkede oldukça fazla sayıda
gizli dokümanı okuma şansım oldu. Gördüklerim beni çok üzdü ve öfkelendirdi. O
zamandan bu yana İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerini kontrol
edip yöneten gücü ortaya çıkarmaya uğraştım.
Royal Institute for International Affairs (RIIA), The Council on Foreign
Relations (CFR), Bilderberg Grubu, The Trilateral Commission, Siyonistler,
Farmasonlar, Bolşevikler, Gül ve Haç Kardeşliği gibi gruplar ve bunlara benzer
bazı diğer gizli grupları zaten bilmekteydim.
Daha önceleri İngiltere’de öğrenciyken British Museum’daki çalışmalarımda
pek çok gizli örgütü öğrenmiştim. Fakat 1969 yılında Amerika’ya geldiğimde
Kudüs St John Birliği, Roma Kulübü, Alman Marshall Fonu, Cini Vakfı, Yuvarlak
Masa, Fabian Örgütü, Venedik Kara Asalet Aileleri, Mont Pelerin Cemiyeti,
Cehennem Ateşi Kulüpleri, İlluminati ve Malta Şövalyeleri gibi örgütlerin
burada bilinmediklerine veya fonksiyonlarının Amerikalılarca anlaşılmadığına
şahit oldum.
1969-1970 döneminde bu durumu düzeltmek için “İlk raporları” yüzlerce
monograf ve kaset halinde yayımlamaya başladım. Bu süreçte araştırmalarımı
şahsıma ve eşime yapılan tehditler, iş kaybım ve beni gözden düşürmek için
uygulanan iyi planlanmış bir oyuna karşı devam ettirdim. Bana karşı olan
ajanlar hâlâ “Siyonist karşıtı” olduklarını beyan ederek çalışmalarını devam
ettirmekte ve bizi yalanlarına inandırmaya çalışmaktadırlar.
Çalışmalarıma karşı saldırılar ve dezenformasyon çabaları beni hiçbir
şekilde desteklemeyerek, çalışmalarımı izinsiz kullanarak veya başka yazarlara
atfederek yıllardır devam etmektedir.
Ben İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerine paralel ancak
gizli çalışarak bu devletleri yöneten güç üzerine yaptığım çalışmalarıma devam
edeceğim. Bu kitap bu çabalarımın bir ürünüdür.
-John Coleman Ocak 1994 - Ocak 2010
Giriş
Son yıllarda “komplo teorileri” üzerine pek çok kitap, rapor ve araştırma
yayımlanmaya başlandı. Tüm ajanda saptırma yöntemlerine rağmen artık
Amerikalılar ülkeleriyle ilgili bazı şeylerin gerçekten yanlış olarak
geliştiğini görmeye başladılar. Yalnız komplo yazarlarının yaptığı en büyük
hata, problemin nedenini The Council on Foreign Relations, The Trilateral
Commission veya Bilderberg Grup gibi sınırlı alanlarda aramaktır.
Bu grupları incelemek çok önemli olmakla beraber yazarlar bu incelemeyi
yeterince derin yapmamaktadırlar. Yazarların “komplo” organizasyonları
isimlerini verdikleri yukarıdaki kurumlar aslında “Komplo Kademesinde” liderliğin
altında bulunan oluşumlardır.
Bu şekilde 300’ler Komitesi Amerikan halkından uzun süredir başarılı
şekilde saklamıştır. Bazı yazarlar yerel seviyedeki gizli cemiyetleri yöneten
ve koordine eden bir üst yapının varlığını hissetmişlerdir.
Londra’daki British Museum’daki çalışmalarım ilk başlarda yavaş gitse de
sonuçta beni dünyada tüm gizli cemiyetleri yöneten çok güçlü bir gizli kuruluş
olduğuna inandırmıştır. Fransız Devrimi, Anglo-Boer Savaşı, Japon-Rus Savaşı,
Bolşevik Devrimi ve I.Dünya Savaşı gibi Avrupa ve dünya tarihini derinden
etkileyen olaylar konusunda yaptığım çalışmalarla en üstteki gizli kurumun
varlığına inancım daha da artmıştır. Fransız Devrimi’nin aslında İngiltere’de
Jeremy Bentham ve William Petty tarafından organize edildiğini öğrendiğimde
dünyadaki olayları kontrol eden gizli bir “Üst yapı” olduğuna iyice inandım.
Fransız Devrimi’nde Londra merkezli gizli Quator Coronati (Gizli
Hıristiyan dört taş işçisi efsanesine istinaden kurulmuş bir Mason Locasıdır.)
ve Paris merkezli Dokuz Kız Kardeş Localarını inceledim. Artık Fransız
Devrimi’nin sadece Petty ve Bentham’ın işi olamayacağını anlamıştım. Fransız ve
Bolşevik Devrimlerinin benim ilgimi çeken en önemli yanları ikisinin de
Hıristiyan düşmanlığı içermeleridir.
Hıristiyan düşmanlığının Fransız ve Bolşevik Devrimleri gibi dünyada
değerli madenler için ilk soykırımın yapıldığı Anglo-Boer Savaşı’nda da ana
tema olduğunu gördükten sonra Lord Milner, Başkan Wilson, Lenin, Troçki,
Kerensky ve benzerlerinin arkasında çok büyük kaynakları olan gizli bir örgütün
olduğuna kanaat getirdim.
Ancak çok iyi eğitimli, büyük maddi ve haber alma kaynaklarına sahip
kişilerin yönettiği gizli bir dev organizasyon Fransız ve Bolşevik Devrimlerini
ya da Anglo-Boer Savaşı’nı kontrol edebilirdi.
Weishaupt, Rathenau ve Doktor Weitzman zaman zaman “300’ler” isimli
örgütün ismini gündeme getirmişlerse de kamuoyu böyle dev bir örgütün mümkün
olamayacağına inandığından bu iddialar halk arasında kabul görmemiştir. Halbuki
bu iddialara inanmak için başta George Washington olmak üzere Amerika Birleşik
Devletleri kurucuları, Disraeli ve Bismarck gibi pek çok nedenimiz vardır.
Başkan Wilson nasıl olur da Leon Troçki gibi Rusya’ya giderek devrim
yapacağını söyleyen anti-Hıristiyan biriyle ilişkiye girmiştir?
Başkan Wilson hangi güçle Kanada polisi tarafından tutuklanmış olan
Troçki’yi kurtarabilmiştir? Amerikan başkanlarının Kanada’da bir yetkileri
olmadığına göre kim veya hangi organizasyon Wilson’a yardım etmiştir?
Troçki gibi bir yabancı nasıl kolaylıkla Amerikan pasaportu alabilmiştir?
Bu tip işler büyük paralarla bile başarılacak şeyler değildir. Ama Troçki denen
uç devrimci ve Amerikan aleyhtarı biri aldığı Amerikan pasaportu ve büyük maddi
imkânlarla Rusya’ya devrim yapmaya gitmiştir. Kanada’da tutuklandığında ise Troçki
mucizevi şekilde kurtulabilmiştir. Bana göre bu olaylar uluslar üstü gizli bir
organizasyonun bağımsız hükümetlere emir verecek kadar kuvvetli olduğunu
göstermektedir.
Tarihindeki en
kritik noktada hangi güç ve otorite sayesinde Helphand (Parvus) Alman
hükümetine danışman olarak atanmıştır? Helpland Berlin’deki hangi üst
kadrolardan talimat almıştır? Alman hükümeti Helpland’in teklifi üzerine
Lenin’in Almanya’dan devrim yapmak üzere Rusya’ya gizli bir trenle yollanmasına
nasıl izin vermiştir?
İsveç bu olayda neden destekçi olmuştur? Ünlü Alman casus Willy
Munzenberg nasıl Lenin ile yakın çalışma arkadaşı olmuştur? Bu olaylar öyle
şansa ortaya çıkmış şeyler değildir.
Troçki ve Lenin’in bu efsanevi seyahatleri en azından bana göre
arkalarında olan çok güçlü ve gizli örgütün sayesinde başarıya ulaşmıştır.
Genelde insanlar olayların kendi başlarına olduğuna inanır fakat benim gibiler
bazı olayların onlarla ilişkisi yokmuş gibi gözüken bir dizi başka olay sonucu
ortaya çıktığını düşünür. Dikkatli bir araştırmacı birbirleriyle alakasız gibi
gözüken olayların aslında ilişkili olduklarını ancak olaylar arası ilişkilerin
genelde halktan saklandığını çabuk öğrenir. Devletler üstü kontrol gücünün
varlığına belki de en iyi kanıt Başkan Wilson’dan gelmiştir.
Bozulan sağlığı nedeni ile tekrar seçimlere girmesine Demokrat Parti’nin
sıcak bakmadığı başkan kendisinin iyi bildiği bazı şeyleri sorgulamaya
başlamıştır. Eşi Ellen’in ölümü Wilson’u yasa boğmuştur. Karısına bakan Dr.
Grayson başkana eşinin öldüğünü söylediğinde Wilson Beyaz Saray’ın camından
dışarı bakarak, “Allah’ım, Ben ne yapacağım?” demiştir. Belki de eşinin ölümü
Wilson’un devletler üstü gizli süper gücü aşağıdaki sözlerde olduğu gibi
açıklama noktasına getirmiştir:
“Amerika’da ticaret ve endüstrinin en önemli adamları bir şeyden veya
birinden korkuyorlar. Bu adamlar çok organize, her şeyi bilen, korkunç bir
güçten o kadar korkarlar ki bu gücün aleyhine konuşmaları fısıltı düzeyini
aşamaz.”
Ben de istihbaratçılarla konuşurken 300’ler Komitesi yönetim merkezi
olarak bilinen “Olimpos” hakkında açık konuşmadıklarını veya çok sınırlı bilgi
verdiklerini her zaman görmüşümdür. Yine de bu oluşumun varlığına ilişkin pek
çok kanıt bulunmaktadır, örneğin Komite’nin önemli sözcülerinden olan ve
Komite’nin Tek Dünya Devleti - Yeni Dünya Düzeni planlarını sıkça gündeme
getiren H. G. Wells Açık Komplo isimli kitapta şöyle demektedir:
“Açık Komplo siyaseti, dünyada var olan hükümetleri zayıflatmak, dağıtmak
ve onları yöneten hale gelmek olmalıdır. Açık Komplo sosyalist ve komünist
akımların devamı olup Moskova’yı New York’tan önce ele geçirebilir. Açık Komplo
hareketinin karakteri şimdi açıklanacaktır. O bir dünya dini olacaktır.
Birbirleriyle gevşek bağlantı içinde olan büyük
topluluklar ve toplumlar asimilasyon yoluyla sonunda tüm dünya nüfusunu
yutacaklardır. O zaman yeni bir insan toplumu ortaya çıkacaktır.”
Devam edersek:
“Açık Komplo diye tanımladığım baskıcı teknikler ve halka direkt hizmeti
öğretecek olan bu kurumun hayata geçirilmesi bugün dünyanın gerçekleştirmesi gereken
en önemli görevdir. Kriz zeminini hazırlayınca bu hareket kolayca hayata
geçecektir. Bazen bunun gerçekleşmesi için nesiller boyu propaganda ve eğitim
gerektiğini düşünüyorum. Tüm insanlık için ortak bir inanç ve yasa
olmalıdır...”
Tahminimce buraya
kadar anlattıklarım isminin 300’ler Komitesi olduğunu öğrendiğim gizli ve
yüksek bir güç odağının varlığını ortaya çıkartma yönünde iyi bir başlangıç
olmuştur. Yazdıklarımın iyi anlaşılması için dikkatli okunması gereklidir çünkü
Komite hakkındaki gerçekler çelişkili olmasalar bile oldukça karmaşıktırlar.
Bu karmaşıklık nedeni ile Amerika Birleşik Devletleri pek çok kere
yaşamsal düşmanı olan dünya liderleriyle işbirliği içine girmiştir. Bu kitabı
okuduğunuzda 300’ler Komitesi’ni araştırmak için harcanan binlerce saatlik çaba
daha iyi anlaşılacaktır.
Parçalar yerine oturduğunda resmin ortaya çıkacağına ve bu resmin
hepimizi yakından ilgilendiren yerel politikaların çok ötesinde olduğuna
eminim.
300’ler Komitesi ve Roma
Kulübü
Aramızda pek çok vatandaş hükümetteki kişilerin ekonomi, siyasi, içişleri
ve dışişleri konularında bizi gerçek yönetenler olmadığının farkındadır. Bu
vatandaşlar dolayısıyla doğruyu alternatif medyada ararlar. Benim gibi
alternatif medya yazarları da bazen başarılı olmamakla beraber sürekli
Amerika’yı hasta eden mikrobun peşindedirler.
“Ara sonunda bulursun!” diye bize öğretilen İncil prensibi bu
konuda her zaman başarılı değildir. Bizim gibi araştırmacıların bulduğu şey
sıradan vatandaşların genelde ülkelerinin ne kadar kötüye gittiği konusundaki
umursamaz ve cahil yaklaşımlarıdır. Sıradan vatandaş, Benjamin Franklin,
Lincoln ve Washington gibi devlet büyüklerimizin öğütlerine kulaklarını
tıkayarak devletin her zaman kendi yanında olacağına iman etmiştir. Zaten bu
inançlar sayesinde büyük nüfuslar kontrol altında tutulurlar ve davranışları
gizli hükümetin istekleri doğrultusunda şekillendirilir. Bu teknikler konusunda
detaylı bilgi için okuyucuların Tavistock İnsani İlişkiler Enstitüsü üzerine
yaptığım araştırmaları incelemelerini tavsiye ederim. Bu araştırmam sonunda
dünyadaki beyin yıkama ve propaganda teknikleri konusunda tüm “think tank”lerin
anası olan kurum ortaya çıkarılmıştır. Sıradan vatandaşlar olarak her zaman
“Bazılarının” bir şeyler yaptığını veya yapmadıklarını duyarız. Buradaki
“Bazıları” cinayeti örtmek ve katili saklamak için çalışan ancak bilmediğimiz
kişiler için kullanılır. Bu “Bazıları” vergilerimizi arttırır ve çocuklarımızı
savaşa gönderirler.
“Bazıları” onlara karşı çıkmak istediğimizde ortadan kaybolurlar ve
onları bulmamız imkânsızlaşır. Bu durum iki yüz yıldır böyledir. Bu kitabın
ilerleyen bölümlerinde bu gizemli “Bazılarının” kim olduğunu anlatmaya
çalışacağım.
Bundan sonra Amerikan Birleşik Devletleri’nin düştüğü
korkunç tuzaktan kurtarmak sıradan vatandaşlara kalacaktır. Çünkü gerektirdiği
özellikler nedeni ile yaşamım boyunca hiçbir zaman siyasi bir lider olmak
istemedim.
30 Nisan 1981 tarihinde hükümette üst düzeyde görev yapan kişileri de
içeren 300 yıkıcı adamın varlıklarını ve Roma Kulübü isimli kuruluşu ortaya
çıkaran bir araştırma yayımladım
Bu araştırmam aslında 1969 yılında yayımlanan çalışmamın üstüne inşa
edilmişti. Bu iki çalışmamda her iki örgütün Amerika’daki varlığından söz
edilmekteydi. Bu yazılarımda okuyuculara, anlatılanları hayali bulmamaları ve
Bavyera hükümetince ele geçirilen İlluminati örgütünün gizli planlarıyla
paralellik kurmalarını tavsiye etmiştim.
1981 yılında öngördüklerimin pek çoğu gerçekleşti. Reagan yönetiminin
etkisizleştirilmesi, çelik endüstrimizin çökertilmesi, endüstriyel üretim
kapasitemizin düşürülmesi, tarım, gemi yapımı ve otomotiv sektörlerinin “0”
büyüme oranına endekslenmeleri gibi kararlar 300’ler Komitesi’nin Fransız
(bazılarına göre Belçikalı) liderlerinden aristokrat Kont Etienne Davignon
verilmişti.
Davignon’un önemi Roma Kulübü’nü (COR) kullanarak “post endüstriyel
toplum” yalanıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin tarım ve sanayisine indirdiği
büyük darbeden gelmekteydi. Aynı COR, İran “Rehineler” bunalımını körükleyen ve
Amerika’nın egemenlik haklarını ihlal etme pahasına “Rehineler Sorununu”
300’ler Komitesi’nin bir kurumu olan Lahey Adalet Divanı’na götürmeye çalışan
kurumun ta kendisidir.
300’ler Komitesi’nin yürütme organlarından biri olan COR Amerika’daki
Hıristiyan Birliği’ni parçalamak amacı ile görevlendirilmiştir. Gerçekten de
Roma Kulübü (COR) Amerikan Hıristiyan Kilisesi’ni tarikatlara, cemaatlere,
köktendinci ve Evangelist gruplara parçalamakta başarı sağlamıştır. Bu yeni
akımlardan biri de Armand Hammer tarafından milyonlarca dolar harcanarak ve
kendilerine göre laik amaçlarla “özel” bir proje olarak finanse edilmiştir.
Şu anda millet olarak tüm dünyanın imrendiği Amerikan yaşam tarzımızı
kaybetmeyi kabullenmiş durumdayız. Örneğin zamanında dünya devi olan denizcilik
sektörümüze bakalım. Deniz taşımacılığı Amerikan tarihinde devletimizin refahı
için çok büyük hizmetler yapmış bir endüstridir. Bu sektörün eğitimli ve yüksek
ücretlerle çalışan personeli Amerikan ekonomisine her zaman büyük katkıda
bulunmuştur. Ancak “Tarife ve Ticaret” kanunlarının Başkan Wilson tarafından
düzenlenmesiyle ve Cumhuriyetçi Eisenhower başkanlığında kanunların uygulanmaya
devam edilmesiyle deniz taşımacılığımız Roma Kulübü’nün amaçları doğrultusunda
çökertilmiştir. COR Davignon’un “Sıfır Büyüme Hızıyla Post Endüstriyel Dönem”
planını uygulamaktadır.
Açık Komplo ismi verilen ve Tanrı ile dünyada savaşlar, afetler,
salgınlar sonrası kalan insanlara karşı bu savaş gün geçtikçe daha açık hale
gelmektedir. Örneğin 1938 yılında Almanya’nın yeni geliştirdiği ve tüm dünyadan
gizli tuttuğu Messerschmitt savaş uçağı aniden Paris Hava Gösterisi’nde yerini
almıştır. Casus ve istihbaratçıların bin bir güçlükle hakkında bilgi almak için
uğraştığı bu savaş makinesi aniden karşılarına çıkarılmıştır.
Dünya hükümetlerine paralel çalışan gizli teşkilatlar istihbarat
kurumları gibi karanlık ofislerde faaliyet göstermezler. Bu teşkilatlar Beyaz
Saray, Kongre, 10 Downing Street ve İngiliz Kamaraları’nda açıkça görünür
haldedirler. Bu teşkilatların üyeleri korku filmlerindeki ürkütücü yaratıklara
benzemezler. Gerçek canavarlar ütülü elbiseleri, kolalı gömlekleri ile
limuzinlerinde Capitol Hill’deki işlerine giderler. Bunlar gün ışığında
aramızda olan kişilerdir.
Bir de oligarşi vardır; bu hükümette görev alan ve genelde yozlaşmış
politikalar ve şahsi çıkarları uygulamakla yükümlü kişilerden oluşur. Bu
adamlar Yeni Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti’nin hizmetkârlarıdırlar. Bir
tecavüzcü ilk başta kurbanına dost ve efendi gözükür. Çünkü aksi halde kurban
çığlık atarak tecavüzcüden kaçacaktır. Aynı şey hükümet kadroları için de
geçerlidir. Örneğin eski başkanlardan George Bush hiçbir zaman paralel gizli
hükümete çalışır gibi gözükmemiştir ancak görünüş sizi yanıltmasın çünkü
başkanın kendisi korku filmlerindeki mahlûklar kadar ürkütücüdür. Biraz durup başkanın
Saddam Hüseyin’i Amerikan Büyükelçisi April Glaspie ile tuzağa düşürerek ona
nasıl savaş açtığını düşünün.
Bu savaş içlerinde pek çoğu kadın ve çocuk olan 150.000 İraklının ilk
anda ölümlerine neden olmuştur. Daha önemlisi Irak halkı bu müdahaleden sonra
gıda ve tıbbi malzeme ambargosu altında özellikle de antibiyotiklerin
bulunmamasından dolayı binlerce ölü daha vermiştir. Amerikan’ın savaşta
kullandığı zayıflatılmış uranyum mermiler, top mermi kalıntıları, yanmış kamyon
ve tanklar çevreyi kirlettikleri gibi yaydıkları radyasyon ile savaş bittikten
sonra bile binlerce İraklının ölümüne neden olmuşlardır. Başkan Bush bu korkunç
operasyon emrini kimden almıştır? Kendisinin yetkisi nedir ve bu yetki kim
tarafından verilmiştir? Başkan böyle bir yetkiyi kesinlikle Amerikan Anayasası
veya uluslararası hukuktan almamıştır. Demek ki bu yetki uluslar üstü 300’ler
Komitesi gibi bir kurumdan gelmiştir. Rasyonel düşünce bize durumun bu olduğunu
göstermektedir. Bu olaylar, bilincimize, Tavistock Enstitüsü’nün bilinç
bulandırma teknikleriyle başkanın bu korkunç cinayetleri işlemek için
Kongre’nin onayını aldığı şeklinde işlenmiştir.
Amerikan halkı o kadar şartlandırılmıştır ki vatandaşlar başkanın bu
savaş yetkisine sahip olduğuna inanmıştır. Yaygın medya toplumlarında insanlar
yanlış yönlendirilmeye çok açıktırlar. Böyle toplumlarda vatandaşlar önce
gazetelerde okuduklarına inanırlar daha sonra da okuduklarının kendi
çıkardıkları sonuçlar olduğuna inanırlar. Bu şekilde yanlış hükümet
politikalarına kamuoyu desteği bir süreliğine bile olsa yaratılır.
1991 yılında baba Bush yönetimi tarafından Irak’a yapılan müdahale bu
konuda güzel bir örnektir. Amerika Birleşik Devletleri’ni oluşturan ilk 13
Cumhuriyet eskiden özgür birer devlettiler. Bu devletler her birinin mutlak
koruma altında olması kaydıyla Konfederasyon Anlaşması veya Amerikan Anayasası
kapsamında eyaletleri oluşturmuşlardır. Başkan Bush devleti savaşa sokarken her
eyaletin görüşünü almış mıdır? Tabii ki hayır! Dolayısı ile Başkan’ın Irağı
işgal ve barbarca insanlık suçları işlemede Amerika Birleşik Devletleri çatısı
altındaki eyaletleri suç ortağı yapma hakkı yoktur.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 50 eyaleti temsil ettiğini söyleyenlere 5
Mayıs 1776 tarihli Virginia Konvansiyonu’nu okumalarını tavsiye ederim. O
tarihte Virginia “bağımsız ve özgür” bir devlet olarak tanınmıştır. Amerikan
Bağımsızlık Savaşı sonrası İngiltere ile yapılan Paris Anlaşması’nda her eyalet
özgür ve bağımsız birer devlet olarak kabul edilmiştir. Bu durum 1789
Konvansiyonu ve 10. Anayasa değişikliğine temel teşkil etmiştir.
George Bush Irak’a Amerikan ordusuyla saldırırken Amerikan halkını
kandırmıştır. Kendisinin Kongre’den aldığı “Savaş Deklarasyonu” bulunmamaktadır
ve tutumu yasadışıdır. Başkan, Birleşik Devletleri teşkil eden eyaletlerin
vatandaşlarını sanki özgürlük ve bağımsızlıklarını tek taraflı olarak federal
hükümete bıraktıkları konusunda kandırmıştır. Ancak böyle tek taraflı bir durum
sözkonusu değildir. Anayasal desteği olmadan Irak’a karşı savaşa girerek Bush
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm vatandaşların can güvenliklerini ve
özgürlüklerini koruyan anayasayı çiğnemiştir.
Kesin olmamakla beraber görüşüme göre baba Bush talimatları Royal
Institute for International Affairs (RIIA)’dan almıştır. Bu kurum da
talimatlarını 300’ler Komitesi’nin yüksek yönetim halkası olan “Olimpos”tan
almaktadır. Bush başkanlık yeminini Amerikan halkını kandırarak ve bir dış gücü
Amerikan Anayasası’nın üstünde tutarak ihlal etmiştir. Yani başkan “vatana
ihanet” suçu işlemiştir.
Aslında “Olimpos” üyelerinin de yüzlerini saklamadıklarını yakında
göreceğiz. Hatta bazen daha önce bahsettiğimiz üzere Paris Hava Gösterisi’ndeki
gibi istihbaratçılar onları başka yerlerde ararken aniden herkesin karşısına
çıkabilirler. Hiç televizyonlarınızda İngiltere Kraliçesi’nin İngiliz
Parlamentosu’nu açış konuşmasını izlemediniz mi? İşte 300’ler Komitesi’nin
başında olduğu söylenen dünyanın en güçlü kadını karşınızdadır. Ya da siz
televizyon veya diğer medya kaynaklarında hiç Amerika Birleşik Devletleri
Başkanlarının yemin törenlerini görmediniz mi? Bu kişi de 300’ler Komitesi’nin
önemli üyelerindendir. Tüm bunlar halkın gözünün önünde olan olaylar olup
önemli olan “algı” sorunudur.
Amerikan halkı kim
kanıtlamaya çalışırsa çalışın böyle devletler üstü bir otoritenin varlığını
aklında şekillendiremez. Hatta böyle konuları gündeme taşıyan kişiler
“paranoyak” veya “komplo teoricisi” olarak damgalanırlar.
300’ler Komitesi isimli güçlü kurumun planlayıcıları ve üyeleri
kimlerdir? Bilgili bazı vatandaşlar bir komplonun varlığından haberdarlardır ve
bu komplonun İlluminati, Farmasonlar, Yuvarlak Masa, Milner Grup ve Royal
Institute of International Affairs gibi kurumlarca yapıldığını düşünürler.
İnsanlara göre Amerikan iç ve dış siyasetinde sevmedikleri şeyler The
Council on Foreign Relations ve The Trilateral Commission gibi kurumlardan
kaynaklanmaktadır. Bazıları Yuvarlak Masa Teşkilatı’nın Amerikan siyasetinde
Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği kanalıyla oynadığı önemli rolün
farkındadırlar. Problem bu görünmeyen ve gizli hükümet üyelerinin faaliyetleri
hakkında net bilgi edinilmesinin zorluğundan kaynaklanmaktadır. İncil’de söylendiği
gibi “İnsanlar bilgisizlikten helak olacaklardır.”
Bazı okurlarımız daha önceki çalışmamda ortaya çıkardığım Amerikan Dış
Yardım skandalında pek çok gizli örgütün ismini açıkladığımı bilirler ve bu
örgütler oldukça yüksek sayıdaydılar. Bunların amaçları Amerikan Anayasası’nı
yok ederek Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti adı altındaki feodal devlette
Amerika’nın lider rolü üstlenmesini sağlamaktır. Bu baskıcı ve acımasız yönetim
içinde dünya halkları karanlık çağlardaki kölelerden daha kötü duruma
düşeceklerdir. Yeni Dünya Düzeni komünist rejim kurallarının en sıkı şekilde
uygulanacağı bir yönetim olacaktır.
Dünya iş gücü içinde fazlalık olarak görülen milyonlarca insanın yok
edilmesine yönelik pek çok girişim bulunmaktadır. Milletlerden bazıları yıllar
öncesinde 300’ler Komitesi’nce “Fazladan yemeğe ortak olanlar” ya da “Kaşık
düşmanları” olarak görülmüş ve daha küçük bir dünya nüfusu bu probleme çözüm
olarak sunulmuştur. Gereksiz “Kaşık Düşmanları” (Bertrand Russell isimli
300’ler Komitesi Sözcüsü) az olan doğal kaynakları yok etmektedirler. Bunların
ortadan kalkması gereklidir. Endüstriyel büyüme nüfus artışı demektir. Dolayısı
ile İncil’de “Genesis-Yaradılış” diye geçen ve çoğalmayı ve dünyayı kullanmayı
emreden bab terse çevrilmelidir. Dünya için, yeni bir plan gündeme
taşınmalıdır. Bu endüstriyelleşmiş ve mekanize tarım sektörü olan ülkelere
(nükleer enerji üretimi dahil olmak üzere) saldırı anlamını taşır ve yüz
milyonlarca insanın 300’ler Komitesi’nin belirttiği gibi “fazla nüfus”
kapsamına alınarak yok edilmelerini içerir. Tabii ki bu Komite’nin küresel
planlarına karşı duran liderlerin de yok edilmeleri demektir.
Komitenin ilk başlardaki iki hedefi İtalya ve Pakistan’dır. İtalya şu
anda de facto olarak P2 Mason Locası’nın kontrolündedir. Firmalar İtalya’yı
yönetmektedirler. İtalyan muhalefeti durumu “Şirketlerin faşizmi” olarak
nitelemektedir. 1991’den beri kontrolü elinde tutan endüstriyel liderler bu
durumu açıkça ortaya koymaktadırlar. Yeni Dünya Düzenini işleme koymak için ilk
denemeler Sigmund Freud’un yeğeni olan Tavistock Enstitüsü teorisyenlerinden
Edward Bernays (Doğumu 22 Kasım 1891) kamuoyunu şekillendirme çalışmalarıyla
başlamıştır. Burada takip edilen metot, insanların 300’ler Komitesi tarafından
planlanan radikal değişiklikleri kendi fikirleriymiş gibi algılamalarını
sağlamaktır. Bernays öyle bir yöntem geliştirmiştir ki Kissinger gibi ajanlar
Yeni Dünya Düzeni’nin Amerikan siyaseti olduğuna halkı inandırmak için ortaya
çıkarılmışlardır. Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti projesi Amerikan halkınca
Kissinger’in Ortadoğu, Kore, Vietnam ve Körfez Savaşlarında oynadığı roller
sayesinde Amerikan Devleti’nin politikası olarak algılanmaktadır.
1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda “Açık Sır” Amerikan Silahlı
Kuvvetleri’nin 300’ler Komitesi kararları doğrultusunda Kuveyt’i İngiliz
kontrolü altına getirmek için kullanılmıştır. Aynı zamanda Irak’a gerekli ceza
verilerek küçük ülkelerin kendi kaderlerini belirlemeye kalkışmaları
önlenmiştir. Tüm bunlar Tavistock İnsani İlişkiler Enstitüsü’nün Londra
Wellington House adresindeki ilk faaliyetlerinin ürünüdürler. Tavistock hızla
dünyadaki en önemli “Beyin Yıkama” merkezi haline gelmiştir.
Dünya ülkelerini uluslar üstü süper bir gücün yönetimindeki feodal
bağımlı devletler haline getirmek şimdiye kadar yapılan her savaş-barış-savaş
kombinasyonundaki anafikirdir. Bu bakımdan bağımsız kalmak isteyen devletler
her zaman büyük plana aykırı görülmüşlerdir, bu durum en azından son yüz yıldır
devam etmektedir. Bağımsız olmak için bir ülkenin enerji kaynaklarını kontrol
eder durumda olması gereklidir. Bu kapsamda Roma Kulübünce desteklenen “Nükleer
Enerji” karşıtı “Çevreci Hareketin” aslında devletler üstü bir kurumun
planlarını uyguladığı ortadadır. Bir ülke bağımsız olabilmek için kendi enerji
kaynaklarını kontrol etmek durumundadır. İnsanların, elektrik üretiminde
nükleer enerji kullanımına karşı tüm dünyada oluşan nefretin ve Roma Kulübü
tarafından kurularak finanse edilen “Çevreci hareketin” aslında nükleer enerji
istemeyen uluslar üstü bir güçten kaynaklandığını, anlamaları gereklidir.
Nükleer santraller sayesinde ucuz ve kaliteli elektrik üretimi mümkündür.
Endüstriyelleşmeye çalışan Üçüncü Dünya Ülkeleri ucuz enerji sayesinde Amerikan
dış yardımına olan ihtiyaçlarından kurtulacak ve sanayileştikçe vatandaşlarına
daha güzel yaşam standartları sağlar hale geleceklerdir.
Üçüncü Dünya Ülkelerinin geri kalmışlıktan kurtulmalarında nükleer enerji
anahtar rol oynamaktadır. Komite’nin yüzyıllardır yönettiği Çin ve Hindistan
gibi ülkeler nükleer enerji sayesinde özgürlüklerini kazanmışlardır. Bol ve
ucuz elektrik enerjisi yabancı devlet yardımlarına daha az gereksinim, daha az
dış bağımlılık ve ülke insanının refah düzeyinin artması demektir. Yüksek refah
düzeyi ülke kaynaklarının yabancılar tarafından daha az kontrol edilmeleri ve
daha az IMF kontrolü anlamına gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin kendi
kaderlerini belirlemeleri Roma Kulübü ve 300’ler Komitesi tarafından hoş
karşılanmaz. Böyle bir durum Bertrand Russell’ın tanımladığı şeklide “Kaşık
Düşmanları” sayısında gereksiz bir artış yaratacaktır. Russell’a göre
gelişmekte olan ülkelerde gereksiz bir nüfus fazlası mevcuttur. Gelişmekte olan
ülkelerin gittikçe artan milli gelirlerini “adil dağılım” çerçevesinde halk
tabanına yaymaları halinde bu ülkeler kendi kaderlerini belirleyebilir hale
geleceklerdir.
Kısacası endüstriyel gelişme şu anda sürünen milyarlarca insana daha iyi
yaşam standartları sağlayacaktır. Tabii bu durum Davignon’un “Sıfır Büyüme
Oranıyla Gelişme Planına” aykırıdır. Kont Davignon’un “Post Endüstriyel Sıfır
Büyüme Oranıyla Gelişme Planını” biz ABD’deki nükleer enerji karşıtı
hareketlerde gördük ki nükleer santrallerin kapatılmaları ve yenilerinin
inşaatlarının durdurulmalarıyla, Amerika mucize büyüme hızından feci bir
stagflâsyona sürüklendi. Yabancı ülkeleri köleleştirmenin bir yolu onları
Amerikan yardımına muhtaç halde tutmaktır. Bu ülke halklarının çok az bölümü
Amerikan yardımından istifade edebilmektedir çünkü bu ülkelerin yozlaşmış
liderleri yardımların büyük kısmını ülkelerinin kaynaklarını IMF gibi kurumlara
peşkeş çekmek suretiyle cebe indirmektedirler.
Amerikan yardımları bazı durumlarda ise bu ülkelerde faaliyet gösteren
Bechtel gibi Amerikan firmalarının kasalarına gider. Tabii ki alt yapı
yatırımları için alınan dev krediler zavallı halklar tarafından faizi ile
birlikte ödenirler. Doğal kaynak istismarına en güzel örneklerden biri Zimbabwe
(eski Rodezya) Cumhurbaşkanı Robert Mugabe vakasıdır. Bu ülkenin yüksek
kaliteli krom madenleri dış yardım tezgâhı ile başında Kraliçe Elizabeth’in
kuzeni Angus Ogilvie’nin olduğu LONRHO firması tarafından kontrol edilmektedir.
Firma ve İngiliz yatırımcılar Zimbabwe krom kaynaklarından milyarlarca dolar
kazanırken Zimbabwe %70 işsizlik oranı, kısalan ortalama yaşam süresi ve sosyal
hizmet sistemi iflas etmiş, anarşinin kol gezdiği bir ülke haline gelmiştir.
LOHNRO bu ülkenin ismi Rodezya iken krom madenleri üzerindeki tekel
hakkını ülkeye “demokrasi” getirme tezgâhı ile ele geçirmiş ve ülke eski lider
Ian Smith zamanında kontrol uygulanan krom fiyatlarını serbest bırakarak “demokratikleşmesini”
gerçekleştirmiştir.
Mugabe rejiminin Amerikan onayı ile İngilizler tarafından başa
getirilmesinden önceki son 25 yılda dünya krom fiyatları oldukça istikrarlı
haldedir. lan Smith yönetiminde ülkenin 14 yıl boyunca yaşadığı kargaşa liderin
ülkeyi terk etmesiyle ekonomik ve sosyal kaosa dönüşmüştür. İşsizlik oranının
bir anda %400 artmasıyla yeni cumhuriyet Zimbabwe de facto iflas halinde
dünyaya gelmiştir.
Bu tam da Davignon Planı’nın görmek istediği ülke tipidir. Kraliçe II.
Elizabeth tarafından şövalye unvanı verilen diktatör Mugabe yıllık 300 milyon
dolar Amerikan yardımı sayesinde Cote d’azur, Cap Ferat ve Monte Carlo’da üç
büyük otel sahibi olurken halkı muhalefet yapma hakkı olmaksızın işsizlik,
açlık ve hastalıklarla uğraşır hale gelmiştir.
Dolayısı ile dış yardımın Zimbabwe hatta tüm Afrika ülkelerinin
sömürülmelerinde önemli bir araç olduğu açıktır. 300’ler Komitesi’nin önlemeye
çalıştığı nükleer üretim tesislerine en yeni örnek İran’da yaşanmaktadır.
1971 yılında aldığı kararla ülkede bir seri nükleer santral kurarak
feodal yapıyı yıkmak ve 20. yüzyıl medeniyet seviyesine ulaşmak isteyen
İran’daki Şah rejimi bir CIA operasyonu ile yıkılmış ve nükleer santral
programına son verilmiştir. İran ile benzer kaderi Arjantin ve Güney Afrika
Cumhuriyeti de yaşamışlardır. Yalnız bu ülkelerde dış yardım silah olarak
kullanılmıştır. Amerikan dış yardımının iki faydası bulunur: Bu yardımlar
vergileri aracıyla Amerikan vatandaşlarını dolaylı olarak sistemin zorunlu
hizmetkârları haline getirir ve muhalefet güçlerini kırar. İkinci olarak
yardımların yapıldığı ülkeler 300’ler Komitesi’ne bağımlı hale gelirler.
“Nelson Rockefeller, Dış Yardım Tasarısı 1946 yılında
kanunlaştırıldığında ne yaptığını iyi bilmektedir. Bu kanun Amerikan çalışan
kesiminin devlet tarafından soyulması projesidir. Amerikan halkının
vergileriyle ödediği ‘Dış Yardımlar’ onları kölelikten biraz daha iyi olan
zorunlu devlet hizmetkârları haline getirmiştir. Ödenen vergiler sayesinde
tabii ki Nelson Rockefeller Hanedanlığı ’na milyonlarca dolarlık servet
aktarmıştır. ”
(Kaynak: The
Truth about Rockefeller, Emmanuel Josephson 1964)
300’ler Komitesi tüm dünyayı ve özellikle de Amerika ve İngiltere’yi
nasıl boyunduruk altına almıştır? Bir kurum nasıl olur da her zaman olan
bitenden haberdar olabilir ve her durumu kontrol edebilir?
Bu kitapta bu tip sorulara yanıt vermeye çalışıyoruz. Bunu yapabilmek
için önce 300’ler Komitesi’nin varlığı ispatlamamız gerekir.
Bu Komite’nin varlığını ispat için pek çok gizli cemiyet, tabela
örgütleri, bağlantılı devlet kurumları, bankalar, sigorta şirketleri, petrol
firmaları, uluslararası kurumlar ve binlerce dernek ve vakfı incelemek
gerekmektedir. Çünkü bu kurumların başlarındaki kişiler en az 150 yıldır
dünyayı yöneten 300’ler Komitesi’nin üyelerini oluşturmaktadırlar.
Amerika’da Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü, Roma Kulübü, Tapınak
Şövalyeleri, Alman Marshall Fonu, Fabian Örgütü, Gizli Altılı, Felsefi
Radikaller, Venedik Kara Asalet Hanedanı, Malta Şövalyeleri, Cincinnati
Cemiyeti, Dokuz Gizli Adam örgütlerinin varlıkları ya hiç bilinmemekte veya
gerçek işlevleri iyi anlaşılmamaktadır.
Kont Etienne Davignon’un gizli ajandası da Amerika’da bilinmemektedir.
Amerika’da pek az kişinin Davignon, Jeremy Bentham, John Stuart, James Mill ve
William Allen gibi isimleri bildiği bir gerçektir. Benzer şekilde çok az
Amerikalı British East India Co.’nun Amerikan sanayi ve tarımsal gelişimini
baltaladığını ve dünyayı feodalizmin karanlık çağına çekmeyi planladığını
bilmektedir.
Uyanış: Bazı Gizli
Örgütler
Londra British Museum’da yaptığım çalışmalar ve halka kapalı bazı
belgeleri inceleme şansı bulmam beni pek çok yönden aydınlatmıştır. İlk başta
yavaş ilerlemekle beraber araştırmalarım sonucunda dünyadaki tüm gizli örgüt ve
cemaatlerin üzerinde ve onları yöneten bir kurumun olduğunu gördüm. Gördüğüm ve
bende kalıcı etki yapmış belgelerin başında Rahip Robert Frerichs’in 9 Temmuz
1963 yılında Amerikan Baptist Kongresi’nde yapmış olduğu konuşma gelmektedir.
1.
O zaman bu kongre
Amerika’daki en radikal Hıristiyan örgütün toplantısıydı. O yıl kongre
başkanlığını Harold Stassen yapmaktadır. Kongrede önemli konuşmacı Rahip Robert
T. Frerichs’in söylevi tamamen Rahip Thomas Malthus’un teorisiyle
örtüşmektedir. Malthus dünyadaki sınırlı kaynakları çok fazla insanın
tükettiğini iddia etmektedir. Malthus bir İngiliz köy vaizinin oğlu ve East
India Company çalışanıdır. Bu adam 150 yıl önceden dünyada olacak nüfus
patlamasından söz ederek “nüfus fazlası” fikrinin temelini oluşturmuştur. Bu
fikir o zamanki İlluminati tarafından kabul görerek halefleri tarafından 20.
yüzyıla taşınmıştır. Rahip Frerichs’in konuşması “nüfus fazlası”, “eğitim eksikliği,”
gibi konular yanında ticari dünya ile ilgili konuları da kapsamaktadır. “Nasıl
söylesem? İnsanlar ticari, kooperatif veya kolektif toplumlar olarak
yaşamalıdırlar.” Bu fikir Felsefi Radikallerden Jeremy Bentham ve William
Allen’e ait olup onlardan 100 yıl sonra Harold Mackinder ve Lord Bertrand
Russell tarafından savunulmuştur. Hatta Harold Mackinder, Benito Mussolini’den alıntı yapıyor olmamak
amacıyla fikirlerinin gerçekleşmesi için “Faşist rejim” gerektiğini
belirtmekten kaçınmıştır. Russell’a göre çözüm salgın ve pandemiklerle dünya
nüfusunun bir kısmını yok etmekte yatmaktadır. Russell bugün yaşıyor olsa
Amerika ve İngiltere’de “Irkçı” olarak nitelendirilirdi. Ancak yaşadığı dönemde
Russell British East India Co. ’nun saygı duyulan ve güvenilen bir sözcüsüdür.
Russell aslında bu tip karar vermeyi ve bu kararları uygulamayı kendine hak
gören “Olimpos” yaklaşımının takipçisidir.
Amerika’da sosyalist eğilimler gösteren pek çok tarikat ve mezhep ortaya
çıkmıştır. Presbiteryen ve Baptist Kiliseleri bu akımın en başında gelirler.
Amerikan Baptist Birliği Merkezi, Rockefeller Riverside Kilisesi’ne yakın bir
yerde bulunmaktadır. Rahip Frerichs Amerika’nın ticari bir toplum olacağını
iddia eden radikal bir vaizdir. Rahip böyle bir durumda nüfusun 1/3 ile ^’si
gibi kısmına artık gerek kalmayacağını söylemektedir.
(Kaynak: The Christian Science Monitor,
Helen Henley, 19 Temmuz 1963)
Ne tesadüf ki Helen Henley’in American Country Life Association
Konferansı hakkındaki makalesinden bir gün sonra The Christian Science
Monitor dergisi 300’ler Komitesi’nin duruşunu teyit etmektedir: “Dünya
nüfusunun üçte ikisini tehdit eden nüfus patlaması ancak radikal
değişikliklerle etkisiz hale getirilebilir.”
Doğal olarak East India Co.’nun halefleri kendilerini radikal önlemlerden
etkilenmeyecek olan şanslı nüfus grubunda görmektedirler.
6 Eylül 1963 tarihinde New York Commodore Hotel’de gerçekleşen American
Political Science Association Konferansı’nda Prof. Andrew Hacker’in yaptığı
konuşma perspektifimi geliştirmemde önemli rol oynamıştır:
“Günümüzde iki Amerika ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri dev
firmaların şemsiyesi altındaki kimseleri diğeri ise büyük kurumlarla bağlantılı
olmayanları kapsayan Amerika’dır.
Dev firmaların şemsiyesi altına girmeyen ikinci Amerika küçük işadamları
ve diğer bağımsız nüfusu kapsamaktadır. Bu grubun üyeleri az eğitimli, işsiz ve
Amerikan ticari dünyasının ihtiyaç duymayacağı kişiler olacaklardır. ”
(The New York Times, 7 Eylül 1963)
300’ler Komitesi’nin kurucusu olarak British East India Company (BEIC)
hakkında detaylı bilgi elinizdeki kitapta bulunmaktadır. British Museum’da bu
firmanın tarihi hakkında incelediğim belgeler firmanın tarihi, gizli ajandası
ve takipçileri hakkında benim için çok önemli bir dönüm noktası
oluşturmaktadırlar.
2.
East India Co. ’nin
(Atası The London Staplers tarafından kurulan Mercers Company’dir.) merkezi
Londra’da India House’da bulunur. Bu kurumun ana sözleşmesi Kraliçe I.
Elizabeth tarafından 1600 yılında onaylanmıştır. Bu kurumun içinde Venedik ve
Cenova’nın bankacı Kara Asalet aileleri bulunmaktadır. Doğu Liberal Örgütü’nden
Cabot ailesine mensup “Sebastian Cabot” da kurucular arasındadır.
Bu ailelerin geçmişleri eski ticari aileler olarak bilinen Venedik ve
Cenovalı Levantenlere dayanır. India House 1929 yılına kadar “300’ler Komitesi”
ve “Yeni Dünya Düzeni” hakkındaki tüm sırlara sahiptir.
3.
Levanten Firmasıyla
ortak olup Venedik Kara Asalet Grubu’nca yönetilen London Co. 1606 yılında
Virginia plantasyonunu komünizme benzer sosyalist prensipler çerçevesinde
işletme hakkını kazanmıştır.
Bu, korkunç servetlerin kazanıldığı Çin afyon ticaretine Doğu Liberal
Örgütüne mensup ailelerin kabul edildikleri tarihtir. Bu ayrıca bazı
Brethrenlerin New England kolonilerine yerleşmesiyle Amerika’daki manevi kaosun
başladığı tarihtir. Bunlar Swedenborg Tarikatı mensupları, Gnostikler, Gül ve
Haç Tarikatı mensupları, Üniteryanlar ve Humanistlerden oluşmaktadırlar.
Nerdeyse üç yüz yıl sonra bu aileler içinde en önemlisi
Rockefeller-Standard Oil petrol firmasının sahibi olarak Rockefeller ailesi
yükselir. Bu network sayesinde 300’ler Komitesi Fabian Sosyalist kökenli “Yeni
Düzen” isimli tezgâhı Roosevelt’i kullanarak Amerikan halkına uygular. Bu
ailelerin çoğunluğu Hıristiyan olduklarını söyleseler de kökenleri sosyalist
felsefeye dayanan panteist, gnostik, Gül ve Haç tarikatı üyeleri ve deist
üniteryanlardan gelmektedir.
4.
Bu ailelerin bazılarının kökleri
siyasetleri komünist prensipler üzerine oturmuş radikal reformist Anabaptistler
ve Wycliff Lollardlara dayanmaktadırlar. Ayrıca bu gruplar içinde engizisyon
sürecinde Balkanlardan kaçan Bogomiller ve barbar Hazar Türkü kökenli olanlar
da bulunmaktadır. Nitekim Rockefeller ve Astor ailelerinin Türkiye’den göç
ettikleri sanılmaktadır.
(Rockefeller Internationalist, Emmanuel Josephson 1952)
5.
The East India ve
British East India firmaları yöneticilerinin Evangelistlere (tebliğciler) hibe
yapmak gibi bir alışkanlıkları vardır. Rockefeller da Amerika Birleşik
Devletleri ve dünyayı kontrolü altına alma amacını aynı çizgiyi izleyerek yani
Evangelist Hıristiyan akımlara para yardımı yaparak gizlemiştir. Amerika
Birleşik Devletleri’nde British East India firması John Nelson Darby
vasıtasıyla en kökten dinici Hıristiyan mezhebi olan “Dispensation” mezhebini
kurmuştur.
Çin’de China Inland Mission ve Anglo-Boer Savaşı
öncesi Güney Afrika’da Londra Misyoner Cemiyetleri Hıristiyanlık kisvesi
altında siyaseti etkileyerek savaşlara neden olmuşlardır. Tüm bu Hıristiyan
örgütlerin gayet iyi finanse edildikleri görülmektedir. Amerikan Bağımsızlık
Savaşı’nda Quakerler Nelson Aldrich Rockefeller’ın büyükbabalarından William
Aldrech ve Stephen Hopkins tarafından finanse edilerek komünist yaşam tarzına
benzer komünler oluşturmuşlardır. 1940 ve 1950’lerde Presbiteryen Kilisesi John
Foster ve Allen Dulles sayesinde Amerikan iç ve dış politikalarına damgasını
vurmuştur. Güneyde Presbiteryen Kilisesi iki zenci üniversitesinin destekçisi
olmuştur. London Staplers’in devamı olan East India Co. ve London Company
belgelerinde açıkça Yeni Dünya Düzeni içinde kendi ölçü ve vizyonlarının
dışındaki insanların fazla önemi olmadığını vurgulamaktadırlar. East India
Company, British East India Company ve halefleri 300’ler Komitesi:
“17. Yüzyıldan beri aşırı çoğalma nedeni ile parçalanma belirtileri
gösteren insanlık ve dünyayı Olimpos üyeleri kontrol etmelidir. ”prensibi
üzerinden faaliyet göstermişlerdir.
East India Co. Üyeleri insanların Tanrı tarafından
sosyal ilişkiler ve ortak savunma güdüleriyle yaratıklarına inanmazlar. Bu
ekolün düşünürleri insanların kontrol edilmeleri ve yönetilmeleri gereğine
inanırlar. Ve bu adamlar insanlığın iyiliğini koruma görevini korkunç sonuçlara
neden olacak şekilde üstlenmişlerdir. Kısacası insanlar kendilerinin demokratik
yollarla seçtiklerini sandıkları hükümetler tarafından büyük baskılar gördükleri
ancak aslında bir grup kötü insan tarafından yönetilen bir sistemin tuzağına
düşmüşlerdir. Bu adamların Amerika’daki kolları da zengin ve iyi eğitimli
kimselerden oluşmuştur. 1905 yılı gibi Amerika’daki sosyalist network Clarence
Darrow, Upton Sinclair ve Morris Hillquit gibi ünlü ve Darrow haricinde tamamen
300’ler Komitesi’nceyönetilen adamlarca kurulmuştur.
6.
Hindistan’ın Agra
şehrine 1603 yılında Türk-Moğol yönetimden afyon ticareti imtiyazı almak için
gelen John Mildenhall, East India Co. ’nun önemli isimlerindendir. Yerel
yöneticilerin kendilerini 1608 yılına kadar oyalamaları sonucu Robert Clive ve
William Watson Mir Cafer’e savaş açarak afyon imtiyazı vermeye zorlamışlardır.
22 Ekim 1765 tarihinde firma Benares, Bengal ve Bihar gibi Hindistan’ın en
önemli afyon üretim bölgelerinin tüm gelirlerini ele geçirmiştir.
(Kaynak: India House Belgeleri: William Langer, Coolidge Professor
of History Emeritus, Harvard University 1972)
East India Co. üst düzey yöneticilerinin pek çoğu sosyalist inançlara
sahiptirler ve gizli sosyalist örgütlerden gelmektedirler. Fabian Örgütünden
gelenler arasında George Bernard Shaw ve daha sonra Tavistock Enstitüsü
tarafından çocuk kitapları serisi olacak “Harry Potter”in yazarı Richard Potter
bulunmaktadır. Diğer üyeler arasında sonradan Dışişleri Bakanı olacak Stafford
Cripps, Lord Bertrand Russell ve Annie Besant vardır. H. G. Wells genç Amerikan
devletine büyük zarar verecek olan British East India Co.’nun iç ve dış
siyasetini belirleyen kişidir.
Felsefi Radikaller Grubu
ve East India Co.’nun Yükselişi
Gizli organizasyonun çalışma sistemi, East India Co.’nun bir kolu olarak
300 yıl sonra ortaya çıkan Pasifik İlişkileri Enstitüsü’nde (PİE)
görülmektedir. Üyeleri arasında Philip Jessup, Owen Lattimore, John Carter Vincent,
Henry Luce, John Foster Dulles ve Joseph Barnes gibi isimlerin bulunduğu PİE
Rockefeller ailesi tarafından her biri 2.000.000 dolar tutarındaki ödemelerle
finanse edilmiştir. Laurence S. Rockefeller Kanada’nın Banff şehrindeki PİE
toplantısına 1933 yılında başkanlık yapmıştır.
Phillip Jaffe olduğu sanılan bir PİE yetkilisi Dışişleri Bakanlığı’na ait
belgeleri fotoğraflayarak PİE’nin Japonya ofisine vermiştir. Bu faaliyetler
için gerekli emirler 300’ler Komitesi’nce verilmişlerdir. PİE ve onun Japonya’daki
Ofisi Stalin için Tokyo’dan büyük bir casusluk teşkilatını yöneten ünlü Rus
casus Richard Sorge’ye büyük miktarda para geçmektedirler. Sorge Japon
Hanedanı’ndan bir kişinin de içlerinde bulunduğu önemli güç odaklarına
sızmıştır. Sorge’nin PİE’nin Japonya ofisinden aldığı fonları Japonları Pearl
Harbor baskınına teşvik için kullandığı düşünülmektedir.
(Kaynak: And I Was There, Emekli Tuğamiral Edwin T. Layton)
Disraeli’ye göre “seçilmiş hükümetler pek nadiren halklarını yönetirler”
ve halkın seçtiği kişilerin ipleri çok farklı kişilerin ellerindedir. Bu
noktadan itibaren Tanrı’nın tüm insanlığın iyiliği için yarattığı tüm sosyal ve
ekonomik sistemler ortadan kalkmaktadırlar. Bu adil düzen yerine insanları
gizli saklı saldırı yöntemleriyle baskı altında tutarak onların tüm varlık ve
özgürlüklerini sömüren acımasız bir yönetim yapısı ortaya çıkmaktadır.
Hıristiyan öğretisine göre Tanrı insanı yüksek bir amaç için yani kendisine
hizmet edebilecek maneviyata sahip olarak yaratmıştır. Ancak bu amaç Kabil’in Habil’i
öldürmesiyle birlikte yok olmuştur. O andan itibaren cinayetler tekil
öldürmeler (Federal Bankacılık sisteminin yapısını açıklamaya cüret edip
öldürülen Kongre üyesi Louis T. Mc Fadden gibi) veya Birinci Dünya Savaşı’ndaki
gibi toplu kıyımlar şekillerinde kötülerin en önemli yönetim yöntemleri haline
gelmişlerdir. Bu kötüler her zaman kullandıkları dindar söylemlerle halka dini
bütün bir görüntü verseler de gizli toplantılarında Tanrı’ya en büyük hakaret
ve küfürleri etmektedirler. İşte 2006 yılında Tanrı adına savaştığımız canavar
budur. Seçilenler (şu anki Amerikan yönetimi ve Başkan G. W. Bush dahil) ahlak
kurallarına inanmamaktadırlar. 300’ler Komitesi ise Irak örneğinde olduğu
şekilde insanların varlıklarını, mülkiyetlerini ve özgürlüklerini ellerinden
istediği gibi alacak şekilde dünyayı yönetmektedir.
Bu konudaki görüşlerim Fransız ve Rus Devrimlerini incelememden sonra
daha da kesinleşmiştir. Bu devrimler, ilgili ülkelerin iç dinamikleriyle değil
ülke dışındaki gizli cemiyetler tarafından empoze edilerek başlatılmışlar ve
Avrupa hatta dünya tarihini derinden etkilemişlerdir. 1899-1902 sürecinde yer
alan Anglo-Boer Savaşı konusundaki araştırmalarım benim uyanışıma neden
olmuştur. Bu noktada bu savaşın 20. yüzyılın en önemli savaşı olduğuna kanaat getirdim.
Düşüncelerim Güney Afrika’da gerçekleştirdiğim alan çalışmalarım ve Lord Alfred
Milner’in Londra Whitehall arşivlerinde bulunan Güney Afrika raporlarıyla da
teyit edilmiştir.
Bu korkunç, kanlı, soykırımlarla dolu önemli savaşın tarih bilimince hasıraltı
edilmesinin nedeni 300’ler Komitesi’nin gücünü ortaya çıkarması ve ayrıca bir
avuç iyi silahlandırılmış vatanseverin bu gücü durdurabilme yeteneklerini
göstermesidir. Hiçbir askeri yapısı bulunmayan tarımsal Hıristiyan Boer’lerin,
300’ler Komitesi’nin gücü ve öfkesine karşı yazdığı bu destan dünya tarihinde
hak ettiği yeri almalıdır. Boer savaşı daha sonra olacakların habercisidir.
Transvaal Başkanı Paul Kruger, Kraliçe Viktorya’ya “Siz ticari imtiyaz değil
benim ülkemi istiyorsunuz!” derken İngilizlerin amaçlarını açıkça ortaya
koymaktadır.
Anglo-Boer Savaşı’nda gösterilen vahşet ve binlerce masum Boer kadın ve
çocuğunun katledilmeleri aslında dünyayı sarsmalıydı. Neden İngiliz
İmparatorluğu bu tarım toplumuna savaş açmıştır? Bunun yanıtı basittir ve 300’ler
Komitesi tarafından saklanmamıştır.
Savaşın nedeni Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Portakal Nehri Devleti
topraklarının altında bulunan değerli madenler, altın ve elmasların kontrolünü
ele geçirme isteğidir. Ancak bu amaç birkaç basın organı dışında tüm medya
tarafından dünyadaki insanlardan gizlenmiştir. Bu davranışla 300’ler
Komitesi’nin işlediği büyük suçun üstü örtülmüştür ve halen Komite’nin işlediği
suçlar medya tarafından kapatılmaktadırlar.
Sonraları Boer’lerin kuyusunu kazanlar arasında birkaç gizli örgütün
anahtar rol oynadığını fark ettim. Cecil Rhodes Güney Afrika’ya Rothschild
temsilcisi olarak gönderilen ve gizli örgütlerle işbirliği yaparak altın
rezervlerini 300’ler Komitesi’ne kazandırmaya çalışan bir kişidir. Bu onun
hayatının işidir. Cecil savaşın sona erdiği 1902 yılında ölerek 300’ler
Komitesi’nce kendisine verilen görevi tamamlamıştır.
1899’da Boer’lerle savaşa giren İngiliz emperyalistler aslında Fransız
Devrimindeki yöntemleri takip etmektedirler. Fransız Devrimi’nin ateşi Fransız
halkının haberi olmadan Jeremy Bentham ve William Petty tarafından Farmason
Locaları networku kullanılarak yakılmıştır.
Önceden gizlenen gerçekler Fransız Devrimi’nin üyeleri arasında Jeremy
Bentham ve William Petty’nin de bulunduğu İngiltere’deki iki veya üç gizli
örgüt tarafından yönetildiğini ortaya koymaktadır. Araştırmalarımda Bentham’ın,
East India Co.’da önemli bir görevi olduğu ve Felsefi Radikaller Grubu’nun da
başkanı olduğunu keşfettim. Bentham East India Co.’da “Kralların Kralı” olarak
bilinmektedir.
Sonuç olarak her incelediğim gizli örgütün aslında kanunsuz teşkilatlar
olduğu kanısına vardım. Bu kanı Saint Thomas Aquinas’ın sözleri ışığında çok
önem kazanmaktadır:
“İnsanların kanunları sadece adil ve sağduyulu oldukları sürece ilahi
adalete hizmet ederler. Adil olmaktan uzaklaşmış kanunlar aslında adaleti değil
şiddeti temsil ederler. ”
London Staplers Firması:
Kara Asalet ve Levanten Ticareti
Araştırmalarımda artık dünya olaylarını kontrol eden bir “üst” gizli
örgütün varlığını kesinlikle söyleyebilirim. Bulduğum bu en güçlü “üst” örgüt
300’ler Komitesi olarak bilinmektedir. Bu örgütün organizasyon yapısı
İngiltere’nin en eski (Kuruluşu 1319) ticari kuruluşu olup zaman içinde East
India Co. ve British East India Co.’ya dönüşen London Staplers Firmasına tıpa
tıp benzemektedir. East India Co. Venedik ve Cenova Kara Asaleti ile yakından
bağlantılıdır.
Bu gizli örgüt kendi kuralları dışında hiçbir kanun tanımaz halde
Amerika’yı sosyalist bir devlet haline getirmeyi amaçlar. Amerika’yı sosyalist
düzene soktuktan sonra diğer çağdaş ülkeleri karanlık çağların feodal düzenine
benzeyen Yeni Dünya Düzeni’ne girmeye zorlayacaktır.
Upton Sinclair’e göre Amerika’da devlet sosyalizmi 1962’den beri vardır.
Rahip Robert Frerich’e göre “Vahşi Batı döneminde gördüğümüz Amerikan
bireyselciliği geçmişte kalmıştır. Bugün Amerika ticari bir topluma
dönüşmüştür.” “Ticari toplum” Lenin’in “Devlet Kapitalizmine” eşdeğer bir terim
olup aslında sosyalizmin (bazılarına göre faşizmin) bir türüdür ve komünizmden bir
önceki aşamadır.
Ben pek çok Amerikalının inandığı gibi Komünizmin Bolşevik Rusya’dan
kaynaklandığına inanmıyorum ve bu akımın sol kanattaki Hussitler ve
Anabaptistlere dayandığını düşünmekteyim. Dolayısı ile komünist felsefe
inanmaya zorlandığımız gibi Marx, Lenin, Troçki ve Bolşeviklerle
başlamamaktadır. Bu çok saldırgan bir organizasyon olup üyeleri özellikle
İngiltere ve Amerika’da dışa karşı Hıristiyan olarak görünseler bile pek çok
gizli tanrı tanımaz cemiyetten gelmektedir. Bu kişiler Amerikan Anayasası ve
diğer ülkelerin anayasalarından nefret etmektedirler. Bunu Fabian Örgütü’nden
Ramsey McDonald ve pozisyonu itibarıyla Felsefi Radikaller Grubu liderlerinden
Jeremy Bentham veya British East India Co.’dan John Stuart Mill ayarı olan
300’ler Komitesi politika yapıcılarından Harold Mackinder açıkça ortaya
koymuşlardır.
Burada ortak payda şu bağlantılarla oluşmaktadır. East
India Co. Kara Asalet ve Levanten tüccarlarıyla bağlantılı olup, Babil
bankacılık sistemine dayanan ve sosyalist Saint Simanitler ile aristokrat Hint
finans sınıfı tarafından yönetilen Hint “Kısmi Rezerv Bankacılığı” sistemini
İngiltere’ye taşımıştır. Fransız Devrimi, Napolyon Savaşları, Rothschild’ler,
Anglo- Boer Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi başta Hindistan, Çin
ve Güney Afrika Cumhuriyeti olmak üzere doğal kaynakları zengin olan ülkeleri
sömürmek için ortaya çıkmışlardır. Bu ülkelerin hepsi British East India
Co.’nın kucağına düşmüşlerdir. Bu firmanın liderleri “yüksek bilgiye sahip
dinler” dışındaki Hıristiyanlık, Müslümanlık ve tüm diğer dinlere karşı nefret
göstermişlerdir. İlluminati’nin bu konuda ne söylediğini araştırdığım
çalışmalarımda örgütün kurucularından Adam Weishaupt’un aşağıdaki açıklamasıyla
karşılaştım.
Sırrımız
şudur: Eğer dinleri yok edeceksek kendimizi tam dindar göstermeliyiz. Unutmayın
ki amaca bizi ulaştıran her yol mubahtır ve iyi insanlar kötülerin yaptıkları
gibi amaçlarına ulaşmak için her yolu denemelidirler. Bunu yapmanın tek yolu
gizli bir cemaat olarak çalışmak, sessizlik içinde devlet yönetimlerini ele
geçirmek ve onların olanaklarını kendi amaçlarımız için kullanmaktır. Bu
düzenin amacı Hıristiyanlık ve tüm dinlerin yok edilmesi ve tüm sivil
hükümetlerin devrilmesidir.
(Adam Weishaupt, 1
Mayıs 1776)
300’ler Komitesi’nin Amerika’yı yönetmesine en iyi
örneklerden biri Franklin D. Roosevelt’in başkan seçilmesidir. Roosevelt East
India Co.’nun Çin afyon ticaretinden büyük servet kazanmış olan Delano ailesine
mensuptur. Delano Hanedanlığı 1828 yılında Kaptan Joseph Clement Delano Sr. ile
başlar. 1886 yılında ölen Kaptan Delano Black Baill isimli deniz taşımacılığı
firmasında görev yapmıştır. Alice Russell Howland Delano, yani Kaptan’ın karısı
bu firmanın sahiplerinin kızıdır ve eşiyle “Columbia” isimli gemide seyahat
etmiştir. Aile Çin afyon ticareti içindedir. Alice 1834 yılında 28 yaşında
ölmüştür.
(Kaynak: The Delano Family Photo Album, 1899)
Fransız ve Bolşevik Devrimlerinin korkunç sonuçlarına neden olup, Anglo-
Boer Savaş’ında resmen soykırım uygulayan ve illegal afyon ticaretini yönetip
hiçbir şekilde yakalanmayan veya cezalandırılmayan gücün süper bir güç olması
gerekir. Adam Weishaupt, Lloyd George, Georges Clemenceau, Walter Rathenau ve
Dr. Jacob de Hass gibi kişiler 300’ler Komitesi adı verilen bu güç hakkında
zaman zaman açıklamalar yapsalar da bu organizasyon hakkında duyulanlar
sınırlıdır.
Biography of Justice Brandeis, isimli eserinde Dr. Jacob De Haas
aslında oldukça açıklayıcı bilgiler vermektedir. Örneğin Balfour
Deklarasyonu’nun kaynağını açıklarken bunun Arthur Balfour (Lord Balfour)
tarafından Lionel Rothschild’e yazılan bir mektupla başlayarak 2 Kasım 1917
tarihinde ünlü deklarasyon halini aldığını açıklamaktadır. De Haas bu
deklarasyon sonrası ihanetleri açıklarken şöyle demektedir:
“Bu tip işlerde hükümetler arası pazarlıklar her zaman gizli tutulur
ve detayların öğrenilmesi neredeyse imkânsızdır. Ancak zaman tüneli içinde olay
önemini yitirdiğinde ve onarılmayacak sonuçlar ortaya çıktığında bu
pazarlıklarda yer alan insanlar hatıralarında karşı tarafa nasıl kazık attıklarını
açıklayacaklar ve kurnazlıklarıyla övüneceklerdir. ”
Jacob de Haas dünyayı üç yüz insanın yönettiğini hatta bunların Wilson
gibi Amerikan Başkanlarını seçtiklerini ve bu adamların Başkan’a Paris
Milletler Cemiyeti toplantısında kimlerin eşlik edeceğini bile belirlediklerini
açıklamaktadır.
Aynı Walter Rathenau (1870-1922) gibi De Haas da 300’ler Komitesi’nin
sırlarını açıkladığı için kendisine düzenlenen bir suikastta öldürülmüştür.
De Haas ve Rathenau gayet bilgili kişilerdi ancak söyledikleri her zaman
göz ardı edilmişti. Sıradan halkın kafası bu adamların ortaya koyduğu şeyleri
yönetecek kadar büyük ve gizli bir örgütün olabileceğini almıyordu. Walter
Rathenau 6 Nisan 1922 tarihinde imzalanarak Alman-Rus ilişkilerini düzelten
Rapallo Anlaşmasında büyük rol oynamıştır. Rathenhau Alman Dışişleri Bakanı
olarak meslektaşı Rus Dışişleri Komiseri Georgy (Yuri) Çiçerin ile bu
anlaşmanın pazarlıklarını yapan kişidir.
İngiltere ve Müttefikler Rusya ile savaş borçlarının ödenmesi ve Rusya’ya
yeni kredi açılması konusunda tartışırlarken Alman ve Rus devletleri gizlice
Nisan ayında İtalya’nın Rapallo şehrinde buluştular. Bu toplantıda Almanya’nın
Bolşevik Rusya’yı tanıması ve ona kredi açması kabul edildi. Bu toplantıda
alınan kararlara göre iki devlet ayrıca birbirlerine olan borçlarını karşılıklı
olarak sileceklerdi. Anlaşma dünyaya açıklandığında İngiliz, Fransız ve
Amerikalılar panik oldular. Bu kadar önemli sonuçları olan anlaşmaya 300’ler
Komitesi onay vermemişti. Bu anlaşma sonucu Almanya Fransa ve İngiltere’nin
Rusya üzerindeki ticari planlarını suya düşürmüştü.
Görüldüğü kadarıyla I. Dünya Savaşı’nda yenilmesine rağmen Almanya ticari
olarak İngiltere’ye rakip olmaktaydı. Rapallo’nun yakında toplanan Cenova
Konferansı İngiltere’yi Rusya pazarında rakipsiz kılmayı amaçlamaktaydı. Fakat
300’ler Komitesi’nin haberi olmadan Rathenau ve Çiçerin Almanya-Rusya arası
anlaşma yaparak İngiltere’yi açığa düşürmüşlerdi. Cenova Konferansından önceki
yıl Rathenau Versay Anlaşması’nın ağır yükü altından Almanya’nın kalkabilmesi
için Fransız ve İngiliz hükümetleri nezdinde defalarca ticari anlaşma yapma
teklifinde bulunmuştu.
Eğer Rathenau’nun bu ticari teklifleri Müttefiklerce kabul görseydi II.
Dünya Savaşı çıkmayacaktı.
Rathenau Müttefiklerce Versay Anlaşması ile empoze edilen savaş
borçlarını ödemeyi kolaylaştıracak Alman ekonomik kalkınmasını hızlandırmayı
hedeflemekteydi. Ancak tüm girişimleri Fransız ve İngilizlerce reddedildi. Daha
da kötüsü Almanya’yı en az yüz yıl köleleştirecek şekilde İngiltere tarafından
Alman mallarına %26 gümrük vergisi kondu. Almanya zaten hammadde kaynakları ve
bunları işlemeye yarayan tüm teçhizattan Versay Anlaşması gereği mahrum
bırakılmıştı. Örneğin Almanların 5.000 lokomotifi, 150.000’den fazla tren
vagonuna el konmuş, pek çok fabrikası sökülerek İngiltere ve Fransa’ya
taşınmıştı.
Dünya kredi pazarı Almanya’ya kapatıldığı gibi Almanya’nın demir
kaynaklarının %75’ine, çinko madenlerinin % 68’ine ve kömür kaynaklarının
%26’sına el konmuştur. Ayrıca Alman ticari deniz filosunun tümüne ve ticari
nehir filosunun %20’sinin Müttefiklerce üstüne yatılmıştır. Tüm bunların üstüne
Müttefikler Almanya’nın ödeyebileceğinin %300 fazlası miktarında savaş
tazminatı talep etmektedirler. İngiliz ve Fransız delegeleri Cenova’dan döner
dönmez 300’ler Komitesi’nin güdümündeki hükümetleri Almanya ve Rusya arasında
imzalanan Rapallo Anlaşması’nın geçersiz kılınması için kampanya başlattılar.
Rapallo zaferinden iki ay sonra yani 22 Haziran 1922 tarihinde
Berlin’deki Grunewald semtindeki evinden çıkan Rathenau vurularak öldürüldü.
Rathenau daha önce 300’ler Komitesi’nin dünyadaki pek çok olayın arkasında
olduğunu açıklamıştır. Belki de bu nedenle öldürüldü.
Cinayetin İngiliz Gizli Servis ajanlarınca işlendiğine şüphe yoktu.
Almanya’nın Rapallo’daki ekonomik mimarı ve parlak devlet adamı Rathenau’nun
öldürülmesi Almanya’yı sarstı. Rathenau belki de dünyayı gizli ve sinsice
yöneten bu süper gücü açığa vuran ilk devlet adamıydı. Rathenau’nun ölümü
sonrası Almanya’ya empoze edilen ve öncekilerden çok ağır olan koşullar nedeni
ile Alman halkı çaresizliğe düşmüştü, artık II. Dünya savaşı kaçınılmazdı.
Rathenau belki de zamanında Rothschild’lere danışmanlık yaptığından ve
sosyalist dünya görüşü bilindiğinden kendini güvende görmekteydi. 1914-1945
yıllarında KRA Ekonomik Savaş Yönetimi’nin başında bulunmuş ve 1915 yılından
sonra babası Emile’nin kurduğu dev Alman firması Allgemeine
Elektritzitats-Gesellschaft (AEG) başına geçmiş çok bilgili ve değerli bir
devlet adamıydı. Hindenburg ve Ludendorff tarafından başı çekilen 3. Üst Komuta
Askeri Endüstriyel Kompleksinin formülasyonunda da büyük rol oynayan Rathenau
300’ler Komitesi’nin sırlarını bilecek bir pozisyondaydı. Belki Weimar
Cumhuriyeti’nde (ki Weimar dergisinde yayımlanan makalesi öncesi güçlü
bağlantılarının kendisini koruyabileceklerini sanıyordu) 24 Aralık 1921
tarihinde basılan makalesinin bir bölümünde Rathenau aşağıdakileri
söylemekteydi:
“BIRBIRINI
TANIYAN SADECE ÜÇ YÜZ ADAM AVRUPA’NIN KADERİNİ IDARE ETMEKTEDIR. BU ADAMLAR HALEFLERINI
KENDI ÇEVRELERİNDEN SEÇERLER. BU ADAMLARIN TASVİP ETMEDİKLERİ
HER DEVLETİ YOK EDECEK ARAÇLARI BUL UNMAKTADIR. ”
Bu gizli gücü bilmekle övünen insanların bu komitenin
neden olabileceği kötülükler ve nasıl organize olduğu konusunda hataları
vardır. De Haas bu gizli gücün varlığına işaret ederken Rathenau durumu açıkça
ortaya koymaktan kaçınmamıştır.
Konu hakkında daha fazla için aşağıdaki
referanslara bakabilirsiniz:
My Three Revolutions, Morgan
Philips Price;
The German Exchange Act in the Quarterly
Journal of Economics vol. xi 1897;
Prelüde to Modern Europe, Sir Llewellyn
Woodward; Deutsche Wirtschaft seit 1870, Gustav Stolper and Kurt;
The German Slump Politics and Economics 1924-1936,
by Harold James and the Lockhart ;
The Reconstruction of the International Monetary
System: The Attempts of 1922 and 1933, Franck C. Heighton.
Dünyada 300’ler Komitesi ile ilişkisi olup komite
hakkında bilgi veren konuşmalardan hiçbirisi aşağıda 1962 yılında İsrail
Başbakanı David Ben Gurion’nunki kadar açık olamaz:
“Hayalimdeki 1987 yılında Soğuk Savaş sona ermiş
olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk topluluklarının
yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar Sovyetler Birliği’ni
demokrasiye sürükleyecektir.
Diğer taraftan, çiftçi ve işçilerin artan
güçleri ile bilim adamlarının artan politik erkleri Amerika’yı da planlı
ekonomi güdülen sosyal bir devlet haline getirecektir. Batı ve Doğu Avrupa
bağımsız cumhuriyetlerden oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon halinde
birleşecektir.
Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan
Rusya dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir. Bu birliğin
uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular lağvedilecektir.
Böylece artık savaşlar olmayacaktır. İbrani peygamberi Yeşaya tarafından
öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler tarafından tüm insanlar için
büyük bir tapınak inşa edilecektir. Yüksek öğretim dünyadaki herkesin
kullanabileceği bir hak haline gelecektir. Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat
edilecek bir hap yavaşlatacaktır. ”
Ben Gurion ve diğer dünya liderlerinin söyleyemediği bu gelişmelerin
Londra, Cenevre, Venedik ve Washington’daki toplantı odalarında görünmeyen bir
güç tarafından hayata geçirilecekleridir. Bu gizli güç Ben Gurion’un kehanetini
doğru çıkartmak için planlarını yapacak ve hükümetlere empoze edecektir.
Başta belirttiğim gibi bu açıkladıklarım herkese açık olsaydı bile çoğu
insanın bu gerçekleri anlaması mümkün olmazdı. Ben Gurion’un söyleyemediği her
zaman ezoterik bir giz olarak saklanmıştır. Bu “yüksek bilgiler” Eski Çağ Mısır
Rahiplerinden Babil’e sonra Gnostik ve panteistlere geçmiş, onlardan Masonlara
ve Bilderberg Grubuna kadar aktarılmışlardır. Bu güçler arasındaki bağlantılar
çok açıktır.
Ben Gurion’a 300’ler Komitesi tarafından verilen planın büyük kısmı 2006
yılında tamamlanmamıştır. Fransızların icadı seks sonrası sabah kullanılan
gebelik önleyici ilaç tüm dünya devletlerinde satılmakta ve kullanılmaktadır.
Bu ilacın Amerika’ya ithalini önlemeye yönelik tüm mücadeleler kaybedilmiştir.
Bugün on üç yaşındaki ergen kızlar bile bu tehlikeli ilacı kullanmaktadırlar.
Gençler artık sekse erken başladıkları gibi cinselliklerini okul partilerine
kadar yansıtır hale gelmişlerdir. Bu fütursuzca davranışlar pek çok okulun bu
tip cinsel görsellik içeren faaliyetleri okul binalarında yasaklamasına neden olmuştur.
Pornografi 1991 yılındaki ilk baskımızda belirttiğimiz üzere artık
sıradan olup her yerde ulaşılabilir haldedir.
Danimarka’da başlayan pornografik magazin ve kasetlerin bakkal
dükkânlarında satılır hale gelmesi İngiltere ve Amerika’ya da sirayet etmiştir.
19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısında hiçbir nezaket ortamında ağza
alınmayan sözler artık televizyon programları, gazeteler ve ciddi dergilerde
olduğunca açıklıkla söylenmekte ve tartışılmaktadırlar. Örneğin gazeteci Pamela
Paul Pornified: Pornografi yaşamımızı nasıl değiştiriyor, ilişkilerimizi ve
aile hayatımızı nasıl etkiliyor? isimli kitabında porno kültürüne
odaklanmaktadır.
Kadın ve erkek ilişkilerindeki yozlaşma özel yaşamdaki problemlere neden
olmaktadır. Özellikle gelir düzeyi yüksek beyaz yakalı çalışanların porno
bağımlılığına kapılmaları, bu kişilerin zengin fantezi dünyaları yüzünden daha
olasıdır. Porno tiryakileri tüm cinsel faaliyetlere aşırı önem vermektedirler.
2004 yılında MSNBC ve Elle magazinin yaptığı araştırmalarda kadınlar pornonun
yaşamlarının eskiye göre daha önemli bir kısmını işgal ettiğini
bildirmektedirler. Araştırmaya katılan kadınlardan yüzde kırk biri erotik film
ve resimleri seyrettiklerini ve internetten indirdiklerini belirtmişlerdir.
Aynı araştırmaya katılan erkeklerin yüzde on yedisi düzenli olarak porno
kullanımının normal cinsel uyarımı düşürdüğünü bildirmiş, yüzde onu ise porno
sonrası gerçek yaşamlarındaki ilişkilerden daha az zevk aldıklarını ifade
etmişlerdir.
Ben Gurion’un konuşmasına dönersek bahsettiği Kudüs şehri aslında
Siyonizm’in babası Herzl tarafından tüm Filistin’in fethi sonrası kurulacak ve
dünyayı yönetecek olan otoriter devletin başkenti olarak tanımlanmaktadır. Bu
amaç gerçek gücün sahibi 300’ler Komitesi’nce belirlenmiştir.
Aynı East India Company ve yavrusu British East India Company günlerinde
olduğu gibi dünyadaki hiçbir siyaset Komite’nin oluru alınmadan formüle
edilemez. “Kozmopolitler” diye hitap ettiği Yahudilere yaptığı saldırılar ve
hükümetini Yahudi bakanlardan temizlemesiyle ünlü Stalin “Tek Dünya Devleti”
fikrine karşıdır. İşte bu nedenle Ben Gurion Rusya’yı Birleşik Avrupa devleti
dışında tutmaktadır. Ben Gurion’un öngörülerini okuyan herhangi bir kişi tüm
bunları ancak uluslar üstü gizli bir güç tarafından yapılabileceğini görür.
Belli ki Ben Gurion benim 300’ler Komitesi diye isimlendirdiğim krallar,
kraliçeler, patrikler, prensler, bankacılık dünyasının liderleri, Yakın Doğu
kökenli Bogomiller, Katharistler, Manistler ve Pavlikyanların torunlarından
oluşan örgütten haberdardır. Bunlardan Londra kökenli Savoylar East India
Co.’nun ve 300’ler Komitesi’nin atalarıdırlar.
London Mercer Firmasından Sir Thomas Gresham tarafından kurulan Gresham
Koleji’nin Mütevelli Heyeti’nde East India Co. ve Venedik Kara Asaleti’nin
kardeş kuruluşu Levanten firmasının yöneticileri bulunmaktadır.
Bu bağlantının tarihi geçmişi ve günümüzde Rockefeller-Standard Oil
Firmasıyla bağlantıları mevcuttur. Burada dikkatinizi dağıtmak istemesem de
300’ler Komitesi’nin nereden çıktığı ve Amerika’yla olan bağlantıları hakkında
biraz detay vermek istedim. İşte bu şekilde olması olanaksız gibi gözüken
gelişmeler dünyada gerçekleştirilmişlerdir.
Örneğin bu noktada Amerikan, İngiliz ve
Alman hükümetlerinin Rusya’da Bolşeviklerin iktidara geçmesini sağladıklarına
dikkat edilmelidir. Bu Hıristiyan kapitalist devletlerin yardımları olmaksızın
Lenin ve Troçki’nin iktidara konmalarının imkânsız olduğu artık açıktır.
East India Co.’dan British
East India Co.’ya
1600 yılında East India Company ana sözleşmesi Kraliçe I. Elizabeth
tarafından onaylanmış, 1622 yılında ise firma Kral James’in onayıyla anonim
şirket kimliği kazanmıştır. Takip eden 25 yıl içinde firma Hintli prens,
işadamları ve bankerlerle çok sıkı ilişkiler kurmuştur. 1625 yılında Hint
bankacılık sistemini öğrenen firma bu sistemin işleyişini krala rapor halinde
sunmuştur. Raporlarda sunulan yoz bankacılık sistemi daha sonra Hollanda,
İngiltere ve Amerika tarafından da benimsenmiştir.
“Kısmi Rezerv Bankacılığı” İngiltere ve Amerika tarafından Birinci Dünya Savaşı’nın
finansmanında kullanılmıştır ve halen kullanılmaktadır. 1661 yılında II.
Charles (Stuart) East India Co.’ya bağımsız devletlere savaş açmak veya onlarla
barış yapma imtiyazını vermiştir. Bu daha önce kimseye verilmemiş bir
imtiyazdır. Burada özel bir firmaya bağımsız devletlerle savaşa girme hakkı
tanınmaktadır. Bu hakla firma Hindistan’daki Benares ve Ganj bölgelerindeki
afyon tarımına ve tüm getirisine zorla el koymuştur. Aynı zamanda firma Hint
prensleri ile muhatap hale gelmiş ve piyasadaki para arzını arttıran kısmi
rezerv sistemine hâkim olmuştur. 1830 yılı itibarı ile tüm Hindistan East India
Co.’nun egemenliği altına girmiştir.
1702 yılında East India Co. önce United East India Co. ve sonra da
British East India Co. adını almıştır. Hindistan’da öğrenilen bankacılık
sistemi nerdeyse hiç değişikliğe uğramadan Norman Montague tarafından Bank of
England’da, Woodrow Wilson tarafından da Federal Rezerv Bankalarında
uygulanmaya başlanmıştır.
İngiltere’nin en köklü ailelerinden Josiah Child, Thomas Papillion,
Montague, Marlborough (Churchill,) Russell ve onların Amerikalı kuzenleri
(özellikle Warren Delano ailesi) afyon ticaretinden büyük servetler kazanmışlar
ve artık pek az kişinin kabul edildiği 300’ler Komitesi’ne girerek dünyayı
yönetmeye başlamışlardır.
Konudan biraz farklı olmasına rağmen şunu da belirtmek isterim ki
İngiltere ve Amerika tarafından bağımsız bir hareket gibi gösterilmek istenen
Bolşevik Devrimi de bu gizli örgüt tarafından planlanmış ve finanse edilmiştir.
Devrimin bağımsız bir hareket olmadığını Mart 1922’de Lenin de kabul etmiştir.
11. Parti Kongresinde Lenin partinin “dev bir bürokrasi” tarafından idare
edildiğini söyleme hatasına düşmüştür. Lenin kongreden birkaç ay sonra ölmüştür
ve ölüm nedeni olarak frengi belirtileri gösteren bir zehirden
şüphelenilmektedir. Bolşevik Devrimi diye bilinen olay Rockefeller’ların
aracısı Lord Alfred Milner, Kuhn Loeb’in kaynakları ve kuklalarıyla, Woodrow
Wilson tarafından finanse edilmiştir.
Rockefeller grubu ve aracıları bildiğimiz gibi 300’ler Komitesi’nin
emirleriyle hareket ederek Sovyetler Birliği’nde “Yeni Dünya Düzeni”
çerçevesinde Tek Dünya Devleti deneyi gerçekleştirilmesine olanak
sağlamışlardır. Bu “Tek Dünya Devleti” deneyi Gorbaçov’un Amerika tarafına
geçmesiyle sonlanmıştır.
Yeni Dünya Düzeni’nden
Feodal Yapıya Geçiş
Daha önce kısaca değindiğim Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü benim
Amerika’da gündeme ilk defa getirdiğim 500’den fazla daha önce bilinmeyen
gerçeklerden biridir.
Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü: Amerika Birleşik Devletlerindeki
Politik, Ahlaki, Ekonomik, Sosyal ve Dini Gerilemeyi Yeniden Şekillendirmek
isimli kitap Temmuz 2006 yılında basılmıştır.
1981 yılında Roma Kulübü makalesinde belirtilen pek çok öngörü bugün
gerçekleşmiş durumdadır. Amerikan çelik, gemi inşa, makine ve sanayi üretimi Post-Endüstriyel
Sıfır-Büyüme Hızı prensibi kapsamında yok edilmiş ve Feodal Topluma
Geçiş Planı uygulanmaya konmuştur. Bu aslında 300’ler Komitesi’nce
Kont Etienne Davignon’a verilen görevin yerine getirilmesidir. Bu Amerikan orta
sınıfının NAFTA, GATT anlaşmaları ve Dünya Ticaret Örgütün kuruluşuyla uğradığı
büyük ihanettir. Bu anlaşma ve örgütler iç piyasayı ayakta tutan Amerikan orta
sınıfının işgücünün ortadan kaldırılması için seçilmişlerdir.
1984 yılında Amerikan endüstrisinin baş düşmanı ilan ettiğim Kont
Davignon bugünlerde Bilderberg Grubu’nun başındadır.
Bu gruptan bahsetmek gerekirse ismini Hollanda’daki küçük turistik bir
merkezden alan organizasyon 300’ler Komitesi’nce dünyanın geleceğinde önemli
rol oynamakla görevlendirilmiştir.
Her yıl değişik yerlerde büyük güvenlik ve gizlilik altında toplanan
gruba Çin ve Rusya dışındaki tüm ülkelerden delegeler katılarak pek çok dünya
problemini tartışırlar. Bu grup toplantıları hakkında bilinen gerçek savaşlar, salgınlar
ve soykırımlar sonrası hayatta kalan insanların köleleştirilmesi gibi
komploların ve Tanrı’ya ihanetin konuşulduğudur.
Daha önce belirttiğim gibi Amerika’daki paralel gizli devlet karanlık
dehlizler veya gizli sığınaklarda faaliyet göstermemektedir. Bu gizli teşkilat
kendini açıkça Beyaz Saray, Downing Street 10 Numara, parlamento binaları ve
ünlü gazetelerin ön sayfalarında göstermektedir.
Bu örgütün adamları filmlerde görmeye alışık olduğumuz uzun saçlı, uzun
dişli, kükreyen ve ağzından salyaları akan canavarlara benzemezler. Bu gerçek
canavarlar şık kıyafetleriyle limuzinler içinde Wall Street ve Capitol
Hill’deki işlerine giderler.
Bu açık komplonun elemanları açıkça ortalıkta dolaşmaktadırlar. Bunlar
Mecliste, Senatoda, Parlamentoda, Oval Ofiste, Wall Street’teki toplantı
salonlarında kısacası tüm güç merkezlerinde bulunurlar. Bazıları en yüksek
rütbeli üniformaları giyerken bazıları da Adalet sistemindeki en yüksek
kürsülerde cübbeleriyle oturmaktadırlar. “Balfour Deklarasyonun” ünlü ismi hâkim
Brandeis işte bunlardan biridir.
Bunlardan bir diğeri NAACP’nin avukatı ve baş propagandacısı olan Louis
Marshall’dır. İşte bu tip kişiler dünya nüfusunun çoğunluğunu köleleştirerek
karanlık çağlardaki feodal sistemi geri getirmeye çalışan 300’ler Komitesi ve
Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti komplosunun hizmetkârlarıdırlar. Kurbanına
yardım etme görüntüsü altında yanaşan tecavüzcü misali bu adamlar gerçek
yüzlerini hemen göstermezler. Zaten gösterseler kurbanlardan hiçbiri bunların
yanında kalmaz. Aynı tuzak hükümet adamları için de geçerlidir. Eski Başkan
George Bush paralel gizli devletin hizmetkârı gibi gözükmemekteydi ancak
görünüşü sizleri yanıltmasın çünkü Başkan tam bir kuklaydı ve filmlerde
gördüğünüz insanın kanını donduran canavarlardan bir farkı yoktur.
Bir dakika durun ve Cenevre Konvansiyonu kurallarının koruması altında ve
Irak adına Yevgeni Primakov ile Amerika Birleşik Devletleri adına General
Norman Schwarzkopf tarafından mutabakata varılmış geri çekilme operasyonundaki
binlerce Iraklı askerin ölüm emrini Başkan Bush’un nasıl verdiğini düşünün.
Beyaz bayrak sallayan Iraklı askerlerin Amerikan uçaklarınca taranmaları
karşısında yaşadıkları korkuyu gözlerinizde canlandırın.
Ya da araçlarını terk ederek siperlere sığınan 12.000 Irak askerinin
General Schwarzkopf’un emri üzerine Amerikan ordusuna ait buldozerlerle canlı
canlı toprağa gömülüşlerini hayal edin.
Bu kelimenin tam anlamıyla korkunç bir
ölüm değil midir?
Başkan Bush ve General Schwarzkopf
emirleri kimden almışlardır?
Bu adamlar emirleri 300’ler
Komitesi’nden almışlardır.
Tam on iki yıl boyunca Amerikan Başkanı ve halefi Irak halkını
bombalayarak, üzerlerine radyasyon yayan zayıflatılmış uranyum mermileri
sıkarak, korkunç bir ambargo ile Irak hükümetinin ilaç ve gıda ihtiyaçlarını
önleyerek dünyada eşi benzeri görülmemiş bir canilik örneği ortaya
koymuşlardır.
“Müttefik Güçler” dünya tarihinde eşi
görülmemiş barbarlığı Irak’ta dünya üzerindeki cehennemi yaratarak
sergilemişlerdir.
Peki, Irak devleti ve halkının suçu nedir?
Onlar petrollerinin Kuveyt ve Batılı petrol firmalarınca çalınmasına
karşı çıkmışlardır. Irak’taki savaş daha önce bahsettiğim Anglo-Boer Savaşı’nın
aynısıdır.
Hedefe Giden Yol
Bu eser ilk baskısı 1991 yılında yapıldıktan sonra pek çok kere
değiştirilmiştir. Artık komplocular güçlerini ve kendilerini göstermek
istediklerinden komplo açık hale gelmiştir. Usta komplocuların kendilerini
gösterme gücünü buldukları tarihin her noktasında bu böyle olmuştur. MI6
ajanlarından H. G. Wells bunu “Açık Komplo” diye isimlendirerek “Gizli Devlet”
kavramına bağlamıştır. Artık komplonun başarıya ulaştığı düşünülebilir.
Şimdi benim “Komplo ötesi” nitelediğim safhaya geldik. Bu faz artık
uygulanabilir hale gelmiştir çünkü Amerikan halkı şu anda akıl tutulması
içinde, uzaktan ve derinden koşullandırılmış biçimde bundan on yıl önce kabul
etmeyeceği şeyleri kabul edecek hale getirilmiştir. Dolayısı ile komplocuların
açığa çıkmaktan korkuları kalmamıştır. Halk o kadar koşullanmış ve beyni
yıkanmış haldedir ki artık olanları “komplo” diye nitelendiremez.
2006 yılında komplo, Amerikan Başkanı’nın Yeni Dünya Düzeni’nin doğuşunu
müjdelemekten utanmayacağı kadar açık hale gelmiştir. Yeni Dünya Düzeni dünyayı
acımasız diktatoryası ile karanlık çağlara sürükleyecek olan Enternasyonal
Komünizm’in gelişmiş bir versiyonudur.
İlk defa 1982 yılında açıkladığım Davignon Projesi artık çiçek açmıştır.
Amerika artık feodal topluma yarı yarıya geçmiş durumdadır. Amerikan sanayi
tesisleri, çelik endüstrisi, makine ekipman sektörü öldürülmüş, ayakkabı üretim
tesisleri, tekstil sanayi, hafif endüstriyel araç tesisleri yabancı ülkelere
taşınmışlardır.
Amerikan tarım sektörü 300’ler Komitesi’nden Archer Daniels Midland,
Nestle ve Bunge Corporation gibi firmaların ellerine teslim edilmiştir. Artık
gerektiğinde açlıkla terbiye edilecek hale geldik. Yeni Dünya Düzeni veya Tek
Dünya Devleti isimli totaliter rejimde liderlik rolü 300’ler Komitesi’nin
Woodrow Wilson’u Beyaz Saray’a atamasıyla Amerika’ya verilmiştir.
Kasım 2005 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük
ticari açığına ulaştı. Eskiden Amerika’da üretilen ürünlerin %85’i artık
yabancı ülkelerden ithal edilmektedir. Ford Motor ve General Motor firmalarının
her biri 30.000 değişik pozisyonu kapatacaklarını açıklamaktadırlar. Bu
pozisyonlar mevsimlik veya geçici değil yaşam boyu devam eden görevlerdir ve
kapatıldıktan sonra bir daha açılmayacaklardır. Amerikan halkı endüstride
olanların ilk defa British East India Co. tarafından ortaya atılan “serbest
ticaret” yalanıyla bağlantılı olduğunu göremeyecek kadar koşullanmış haldedir.
Pek çok kişi benim Amerikan Dış Yardım Skandalı isimli ve içinde pek çok
komplo örgütünün açıklandığı çalışmamı okumuştur. Gerçekte Amerikan Yardımı
denilen zorunlu hizmet Amerikan Anayasası’nca yasaklanmış bir faaliyettir.
300’ler Komitesi’nin son hedefi Amerikan Anayasası’nı ortadan kaldırmak ve
devletimizi Tanrıtanımaz Yeni Dünya Düzeni - Tek Dünya Devleti içine gömmektir.
Bu yeni düzen dünyayı karanlık çağlardan beter feodal bir yapıya götürecektir.
Şimdi İtalya’yı endüstrisiz hale getirmek ve komünist sisteme geçirmek
için yaşanan gerçek olayları inceleyelim.
300’ler Komitesi çok önceden beri daha küçük bir dünyanın daha iyi bir
dünya olacağı kanısına varmıştır. Dünyada kısıtlı kaynakları tüketen gereksiz
halk toplulukları yok edilmelidir. Endüstriyel gelişim dünyada nüfus artışını
desteklemektedir. İncil’in Yaradılış Bab’ında belirtilen “üre ve dünyayı
fethet” emri ancak uzun vadeli işlerin güvencesi olan endüstriyel iş pazarının
yok edilmesiyle durdurulabilir. Bunu gerçekleştirmenin yolu Hıristiyanlığa
saldırmak, yavaşça endüstriyel ülkeleri çökertmek, 300’ler Komitesi’nce
gereksiz görülen “nüfus fazlalığını” oluşturan yüz milyonlarca insanın imha
edilmeleri ve Komite’nin küresel planına karşı çıkan her liderin ortadan
kaldırılmasından geçmektedir.
Komite’nin ilk üç hedefi Arjantin, İtalya ve Pakistan’dı. Başta Güney
Afrika, Sırbistan, Filistin ve Irak gibi devletler ortadan kaldırılacaklardı.
Özellikle endüstriyelleşmeye çalışan üniter milli devletlerin parçalanmaları
hızlandırılacaktı.
Öldürülen İtalya Başbakanı Aldo Moro “sıfır büyüme” prensibine karşı
olan, ülkesinde nüfus planlamasıyla nüfus azalmasına neden olan politikaları
desteklemeyen bir liderdi ve bu yüzden 300’ler Komitesi’nce görevlendirilen
Roma Kulübü’nün nefretini üstüne çekti. 10 Kasım 1982 tarihinde Roma’daki
mahkemede yakın arkadaşı Moro’nun kendisi 300’ler Komitesi’nin üyesi olan
Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden bir kişi ve Amerikan Dışişleri
Bakanı’nca tehdit edildiğini ifadesinde belirtmiştir. Şahit bu kişiyi Henry
Kissinger olarak açıklamıştır.
Başbakan Moro, Kızıl Tugaylarca 1978 yılında kaçırıldı ve korkunç şekilde
vurularak öldürüldü. Kızıl Tugaylar davasında pek çok tutuklu Moro cinayetinde
Amerika bağlantısından bahsetmişlerdir ve özellikle bir tanesi Henry
Kissinger’ın bu cinayette rol oynadığını belirtmiştir. Kissinger bu cinayette
Amerikan devletini değil 300’ler Komitesi’nin dışişleri ayağını oluşturan Roma
Kulübü’nün emirlerini yerine getirmiştir. Medyanın davayı halka yansıtmamasının
ardında da Roma Kulübü’nün baskısı bulunmaktadır.
Aldo Moro gibi önemli politikacının 1978 yılının baharında gün ortasında
kaçırılması ve tüm korumalarının vahşice katledilmeleri Amerikan medyasının
ilgisini çekmemiştir. Acaba Henry Kissinger’in olayın içinde oluşu ile bu
ilgisizlik arasında bir bağlantı mı vardır?
Bu cinayet hakkında 1982 yılında yazdığım raporda Hıristiyan Demokrat
Parti Başkanı olan Moro’nun P2 Mason Locası tarafından kullanılan katillerce
öldürüldüğü ve cinayet nedeninin Roma Kulübü’nün İtalya’yı endüstriden
arındırmak ve nüfusunu azaltmak olduğunu belirttim. Moro’nun İtalya’da
işsizliği ortadan kaldırma ve ekonomik barış sağlama çabaları Komünistlere
karşı Katoliklerin direncini arttırmaktaydı ve bu durum 300’ler Komitesi’nin
Ortadoğu’yu dengesizleştirme politikası karşısında engel oluşturmaktaydı.
Komplocuların planlarını anlamak için araştırma yapmak ve olaylar arası
bağlantılar kurmak gerekir. Bu adamlar 5 Yıllık Kalkınma Planları yazar gibi
çalışmazlar. Moro cinayeti İtalya’yı dengesizleştirme siyasetinin önü açmış ve
14 yıl sonra I. Körfez Savaşı’na giden yolda Ortadoğu üzerine oynanacak
oyunlara zemin hazırlamıştır.
İtalya Ortadoğu’ya, Ortadoğu ekonomi ve siyasetine en yakın Avrupa ülkesi
olarak 300’ler Komitesi tarafından denek olarak kullanılmıştır. İtalya ayrıca
Rothschild’lerin yok edilmesi için Weishaupt’u görevlendirdiği Katolik
Kilisesi’nin merkezine de ev sahipliği yapmaktadır.
İtalya bunların yanında tarihi Kara Asalet aileleri gibi Avrupa’daki pek
çok köklü aileye sahiptir. İtalya’nın Moro cinayetiyle zayıflatılmasının
Ortadoğu’daki etkileri de kaçınılmazdır çünkü İtalya İran ve Lübnan’dan
Avrupa’ya kaçak giren uyuşturucu trafiğinde giriş kapısı görevi üstlenmiştir.
Roma Kulübü’nün 1968 yılında kurulmasından sonra pek çok değişik topluluk
sosyalizm şemsiyesi altına girerek İtalya’yı dengesizleştirme siyaseti
gütmüştür. Hükümetleri yıkarak İtalya’yı dengesizleştirme çabalarına katılan
gruplar içinde Kızıl Tugaylar, P2 Mason Locası, Venedik ve Cenova Kara Asalet
aileleri bulunmaktadır. Aldo Moro cinayetindeki polis araştırmalarında pek çok
tanınmış İtalyan ailesinin Kızıl Tugaylar isimli terör örgütüyle ilişkileri
saptanmıştır. Polis bu köklü ailelerin evlerini teröristlere güvenli hücre
evler olarak kullanılmak üzere açtıklarını da tespit etmiştir.
Başkan Carter’in atadığı Roma Büyükelçisi Richard Gardner sayesinde
Amerikan aristokrasisi de İtalya’yı dengesizleştirme çabalarına katılmıştır.
Aldo Moro cinayeti sürecinde Gardner Roma Kulübü yöneticisi ve NATO’nun güçlü isimlerinden
Bettino Craxi’nin emrinde çalışmaktadır.
Craxi İtalya’yı dengesizleştirme sürecinde büyük rol oynamış bir
kişiliktir. Craxi boşanma ve kürtaj kanunlarını İtalyan Parlamentosu’ndan
geçirmeyi başararak Katolik Kilisesine büyük darbe vurmuş, İtalya’da sosyal,
ahlaki ve dini değişime imzasını atmış bir kişidir.
Üstünden kırk yıl geçmesine rağmen bu sosyal felaketin etkileri halen
İtalya’da görülmektedir ve kanımca daha elli yıl bunları görmeye devam
edeceğiz. Bu yaranın iyileşmesine olanak yoktur.
Yeni Dünya Düzeni
Komplosundaki Entrikalar
Yeni Dünya Düzeni komplosunun ne kadar büyük ve geniş kapsamlı olduğu
anlamak için önce 300’ler Komitesi’nin dünyayı ele geçirmek üzere koyduğu
hedeflere bakmamız gerekir. 300’ler Komitesi’nin bugün bilinen 40 kolu
bulunmaktadır. Bunların isimlerini ve fonksiyonlarını liste halinde
bulacaksınız. Bu liste incelendiğinde merkeziyetçi yapıya sahip bir komplo
teşkilatının bireysel özgürlükleri temel alan her türlü medeni kurum ve
kuruluşu yıkma çabalarına neden karşı durulamayacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Nükleer santraller sayesinde ucuz ve bol elektrik üretecek olan
gelişmekte olan ülkeler artık Amerikan yardımına gereksinim duymayacak hale
gelecek ve gerçek özgürlüklerini ilan etmeye başlayacaklardır. Nükleer enerji
Üçüncü Dünya Ülkelerini onların doğal kaynaklarını soymayı hedefleyen 300’ler
Komitesi’nden kurtaracak anahtardır.
“Yeni Dünya Düzeni” I. Körfez Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış bir kavram
olarak görülse de aslında “Tek Dünya Devleti” kavramı yüzyıllar öncesine
dayanmaktadır. Hatta bu kavramın kökeni Kraliçe I. Elizabeth’in East India
Company (EIC) ana sözleşmesini 1600 yılında onaylamasına dayanmaktadır.
Yeni Dünya Düzeni kavramı değişik isimler altında yüzyıllardır takip
edilen bir amaçtır. Temelleri London Mercer Company, London Staplers Company,
Alman ve Belçika Hansa Birlikleri ve Hindistan’a kadar uzanır. Bu temeller
üstüne yönetim kurulu üyelerinin çoğu komünist Anabaptistlerden oluşan East
India Company kurulmuştur.
Amerika kıtasındaki kolonileşme sürecinde bazı Avrupalı Anabaptistler
İngiltere’den Amerika’ya göç etmişlerdir. Tüm Anabaptist grup ve tarikatlar
Yeni Dünya Düzeni isimli otoriter yönetim kavramı altında birleşmişlerdir. Yeni
Dünya Düzeni eskiden vardı şimdi de varlığını devam ettirmektedir. Aurelio
Peccei bir keresinde yakın arkadaşı Alexander Haig’e kendisini “Adam
Weishaupt’un reenkarnasyonu” gibi hissettiğini belirtmiştir. Gerçekten de
Peccei’de Weishaupt’un İlluminatiyi yönetmekte ve organize etmekte kullandığı
parlak zekâ vardır. Peccei’nin parlak zekâsı NATO’yu yönetme tarzında küresel
planlarını hazırlamada gösterdiği başarıdan bellidir. Peccei Atlantik Enstitüsü
Ekonomik Konseyi’ne 30 yıl başkanlık yaparken aynı zamanda Giovanni Agnelli’ye
ait Fiat Motor Company’nin CEO’sudur. İtalyan Kara Asalet ailelerinden gelen
Agnelli ölene kadar 300’ler Komitesi’nin en önemli üyelerinden biri olmuştur.
Agnelli ayrıca Sovyetler Birliği’ndeki bazı projelerde de önemli görevler
almıştır.
Roma Kulübü aslında Anglo-Amerikan bankacılar ile Avrupa’nın Kara Asalet
Aileleri arasında gerçekleşen bir evliliktir. Bu grubun dünyayı kontrolde
kullandığı en büyük araç ekonomik resesyon ve depresyon yaratma kapasitesidir.
300’ler Komitesi ekonomik kasılma ve gevşemelere küresel bazda bakar. Komite
ekonomik depresyonu halk kitlelerini sosyal yardıma muhtaç hale getirmekte
kullanır.
Komite insanları etkileyecek kararlarında genelde Polonyalı aristokrat
Felix Dzerzhinsky’nin felsefesine uyar. Dzerzhinsky insanları sığırların bir
üst sınıfında gören bir felsefeye sahiptir. Dzerzhinsky yakın arkadaşı İngiliz
ajan Sydney Reilly’e özellikle içki sofralarında pek çok şey itiraf etmiştir.
(Reilly Bolşevik Devrim sürecinde Dzerzhinsky’nin patronudur.) Dzerzhinsky
Bolşevik Devrim sürecinde Kızıl Terör diye bilinen korkunç katliamların
mimarıdır. Sıkı içtikleri bir gece Dzerzhinsky şöyle demiştir: “İnsanoğlunun
hiçbir değeri yoktur. Onu aç bıraktığında en yakını yemeyi düşünecek kadar
alçak bir varlıktır insan. İnsan sadece yaşamda kalmayı düşünür. Spinoza’nın
sözleri saçma ve geçersizdir.”
Roma Kulübü’nün kendi istihbarat örgütü vardır ama David Rockefeller’ın
INTERPOL’ünü de zaman zaman kullanır. Berlin duvarının yıkılışı öncesi KGB’nin
yaptığı gibi tüm Amerikan istihbarat teşkilatları Roma Kulübü ile bilgi
paylaşırlar. Mossad kuruluşundan itibaren Roma Kulübü’yle çalışmıştır. Kulüp
ile çalışmayan tek istihbarat örgütü Doğu Alman teşkilatı STASI’dir. Roma
Kulübü’nün çok güçlü siyasi ve ekonomik üniteleri de vardır. İşte bunlar Ronald
Reagan’a 300’ler Komitesi’nin önemli üyesi Paul Volcker’la çalışma telkininde
bulunan kişilerdir. Reagan seçilir seçilmez işine son vereceğine dair söz
vermiş olmasına rağmen başkanlığı süresince Volcker’i Federal Rezerv’in başında
tutmuştur.
Küba Misil Krizinde oynadığı büyük rol sonrası Roma Kulübü “kriz
yönetimi” (FEMA isimli kuruluşun atası) konseptini Başkan Kennedy’e pazarlamak
istemiştir. Tavistock Enstitüsü’nden pek çok bilim adamı başkanı ikna
çalışmalarına katılmışsa da Kennedy tüm tavsiyeleri reddetmiştir. Başkan
Kennedy’nin öldürüldüğü yıl Tavistock bilim adamları Washington’da NASA ile
görüşmelere başlamışlardır. Bu sefer pazarlıklardan başarıyla çıkan Tavistock
NASA uzay projesinin Amerikan halkı üzerindeki etkilerini araştırma projesini
kazanmıştır. Tavistock kazandığı kontratı taşeronları olarak Stanford Research
Institute ve Rand Corporation’a vermiştir. Şimdiye kadar Tavistock, Stanford ve
Rand Corporation’ın çalışmaları gün ışığına çıkmamıştır. Araştırmalarımda
başvurduğum pek çok Senato komitesi veya alt komiteler böyle bir çalışmadan
haberdar bile değillerdir. İşte bu, 300’ler Komitesi’nin gücü ve prestijidir.
1961 yılında Amerikan yönetimine bir rapor sunan Dr. Anatol Rappaport ile
görüşmem tavsiye edildi. Rapor NASA’nın görevini tamamladığını ve lağvedilmesi
gerektiğini açıklayan bir belgeydi. Rappaport bana raporundan bir kopya
vermekten mutluluk duydu. Raporunda NASA’nın Amerikan halkını kötü etkileyen
pek çok bilim adamına sahip olduğunu ve bilim adamlarının okulları gezerek
roket teknolojisini anlattıklarını belirtmekteydi.
Rappaport’a göre NASA bilim adamları gençleri uzay araştırmalarına
özendiriyorlardı halbuki bu sektöre 2020 yılında gerek bile kalmayacaktı. Roma
Kulübü’nün NATO’da bu raporu paylaşması üzerine 300’ler Komitesi aşağıdaki
kişilerden oluşan anti-NASA komitesini hayata geçirdi:
-Aurelio Peccei
-
Robert Strausz-Hupe (
NATO’daki Amerikan Büyükelçisi)
Mayıs 1967’de Kuzey Atlantik Asamblesi Bilim ve Teknoloji Komitesi ve Dış
Siyaset Araştırmaları Enstitüsü’nce bir toplantı organize edildi. Toplantının
ismi “Atlantik Ötesi Dengesizlik ve Dayanışma Konferansıydı.” Konferans Kraliçe
Elizabeth’in Fransa Deauville’de bulunan sarayında yapıldı. Bu konferansın
amacı Amerikan teknolojik ve endüstriyel gelişiminin durdurulmasıydı. Konferans
sonrası benim de pek çok kere referans gösterdiğim iki kitap yazıldı; Bunlardan
ilki Zbigniew Brzezinski’nin İki Çağ Arasında, diğeri ise Aurelio
Peccei’nin Önümüzdeki Uçurum isimli yapıtıydı.
İki eser de pek çok noktada mutabakat içindeydi ve Tek Dünya Devleti
kurulmaması halinde insanlığı kaosun beklediğini söylüyorlardı. Bu kapsamda
Peccei Sovyetler Birliği’nin NATO’ya dahil edilerek Yeni Dünya Düzeni’nde
Amerika ile eşit ortak haline getirtilmesinde ısrar etmekteydi. Bu teklif yeni
bir şey değildi çünkü 300’ler Komitesi aynı teklifi 1905 yılında yapmıştı.
Sonradan Stalin bu plana tamamen karşı çıkmıştır. Roma Kulübü’nün ilk “Küresel
Planlama Projesi” 300’ler Komitesi’nin önemli araştırma merkezlerinden
Massachusetts Institute of Technology (MIT)’e verilmiştir. Bu projeyi Jay
Forrestor ve Dennis Meadows yönetmişlerdir.
Proje sonunda Malthus veya Von Hayek’in tespitlerinden öte bir şey
çıkmamış, dünyada yeterli kaynakların bulunmadığına karar verilmiştir.
Forrestor-Meadows Raporu aslında Amerikan orta sınıfının çöküşüne neden olan
NAFTA GATT ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumları ortaya çıkaran Kont
Davignon’un “Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Hızı” kavramına tamamlayıcı rolü
üstlenmiştir. Raporda düşünülmeyen insan zekâsının her türlü kıtlık veya
yokluğu aşma kapasitesidir.
Mesela 300’ler Komitesi’nin hep karşı çıktığı füzyon enerjisi yeni doğal
kaynaklar üretiminde kullanılabilir özelliktedir. Örneğin bir füzyon meşalesi
bir mil kare sıradan kayayı Amerikan’ın dört yıllık gereksinimini karşılayacak
alüminyuma dönüştürebilmektedir. Peccei milli üniter devletlerin aleyhlerine
propaganda yapmaktan ve bu ülkelerin insanlığın gelişimini önlediklerini
anlatmaktan hiç bıkmadı. O kendi deyimiyle “Kolektif Sorumluluk” istiyordu.
Yaptığı konuşmaların pek çoğunda “Milliyetçilik insanlık için bir
kanserdir.” vurgusunu yapmaktaydı. Yakın arkadaşı Ervin Lazlo 1977 yılında İnsanlığın
Amaçları adındaki eseri ile Roma Kulübü’ne bir şaheser hediye etti. Halbuki
bu eser sadece endüstriyel büyüme ve kentsel gelişim konseptlerine saldıran bir
kitaptır. Kitap aslında Davignon’un Amerikan endüstriyel ve tarımsal gelişimini
durdurmayı amaçlayan Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Planı’nın bir versiyonudur.
Yıllar boyunca Kissinger atanmış bir kişi olarak Roma Kulübü’nü temsilen
Moskova ile yakın temas içinde oldu. “Küresel Modelleme” raporları düzenli
olarak Kissinger’in Sovyetler Birliği’ndeki arkadaşlarıyla paylaşıldı. Böylece
Sovyet liderler Amerikan ajandasını takip edebildiler. Roma Kulübü’nden Harland
Cleveland’ın Üçüncü Dünya ülkeleri hakkında hazırladığı rapor ise bu ülkelerle
dalga geçmenin ötesindeydi. O tarihte Cleveland Amerika Birleşik Devletleri’nin
NATO’daki Büyükelçisi pozisyonundaydı. Cleveland raporunda özetle Üçüncü Dünya
Ülkelerinin nüfuslarının ne kadarının imha edilmelerine kendilerinin karar
vermesi gerektiğini söylemekteydi. Peccei Cleveland Raporu üzerine
aşağıdakileri yazmıştır:
“Üç bloklu dünyada birbirleriyle uyuşmayan politikalar nedeni ile ekonomik
düzen neredeyse parçalanmış haldedir. (...) Dünyada kimin yaşayıp kimin imha
edilmesine karar verme gereksinimi, gerçekten korkunç kararlar
gerektirmektedir. Ancak durum bu kararları vermeyi gerektirecek hale geldiğinde
bu kararları vermek birkaç ülkenin inisiyatifine bırakılamaz. Çünkü bu durumda
karar veren bu ülkeler fakir ülkelerin kaderleri üzerinde mutlak güç edinmiş
olacaklardır. ”
Komite’nin özellikle Aşağı Sahra bölgesindeki Afrika halklarını açlıkla
telef etme siyaseti burada ortaya çıkmaktadır. “Plan” daha sonra
resmileştirilerek “Küresel Rapor 2000” ismini almıştır. Rapordaki üslup içinde
fakir ülkeleri aşağılama ve hor görme en üst düzeye gelmiştir çünkü Peccei
zaten 300’ler Komitesi’nin diğer halkların yaşam veya ölüm hakkını kendinde gördüğünü
iyi bilmektedir. Daha önce yazdığı Büyümenin Sınırları isimli eserde
Peccei tarımsal ve endüstriyel büyümeyi sıfırlayarak dünyanın Roma Kulübü ve
NATO gibi kuruluşlar içinde Yeni Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti haline
gelmesini önermektedir.
Komite’nin tüm organları gelecek planlarını Lord Bertrand Russell’in
ifadesiyle “2,5 milyar gereksiz kaşık düşmanının” imhası üzerine kurmuşlardır.
Dünyadaki doğal kaynaklar uluslar üstü küresel planlama çerçevesinde
dağıtılacaktır. Ulus devletler ya Roma Kulübü’nün yönetimine girecekler veya
orman kanunlarına tabi yaşam mücadelesi vereceklerdir.
Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nü temsilen Meadows ve
Forrestor ilk test uygulamasını 1973 Arap-İsrail Savaşını tezgâhlayarak ortaya
koydular. Savaş sonunda petrol gibi önemli bir doğal kaynağın üretiminin
yönetilmesi gerçeği ortaya çıktı. Gelecekte petrol üretimi küresel
planlamacılar yani 300’ler Komitesi’nce kontrol edilecektir.
Olayların akışı içinde Tavistock Enstitüsü Londra’da düzenlediği
konferansa danışman olarak Peccei, McGeorge Bundy, Homer Pearlmutter ve Dr.
Alexander King’i davet eder, konferans sonrası Peccei Beyaz Saray’a giderek
başkan ve kabine üyeleriyle görüşür. Bu görüşmeyi takiben Peccei Dışişleri
Bakanlığında, Bakan, Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Servisi yetkilileri ve
Dışişleri Bakanlığı Planlama Konseyi ile görüşür.
Yani baştan itibaren Amerikan hükümetinin 300’ler Komitesi’nin Amerika
hakkındaki planlarından haberi vardır. “Amerikan hükümeti neden Roma Kulübü’nün
Amerika’daki yıkıcı faaliyetlerine göz yumuyor?” sorusunun yanıtı da işte budur
zaten.
Volcker’ın ekonomik politikaları sadece İngiliz Hazinesi Başkanı ve
300’ler Komitesi üyesi Sir Geoffrey Howe’ın politikalarının takipçisidir.
İngiltere’nin 1812 savaşı sonrası Amerika’nın kontrolünü ele geçirdiği ve halen
300’ler Komitesi kanalıyla bu ülkeyi yönettiği açıktır. Dionysos Tarikatı, İsis
Tarikatı, İlluminati, Katharsistler, Bogomiller ve Komünistlere dayanan gizli
elit grubun amaçları nedir?
Bu elit grup kendisini “Olimpos Kurulu” olarak da nitelendirmektedir
çünkü kendilerini Olimpos Tanrıları kadar güçlü saymaktadırlar. Şeytana
tapanlar misali bu elitler kendilerini Tanrı’nın üstünde görerek aşağıdaki
amaçları gerçekleştirmeyi kendilerine verilmiş kutsal bir hakka
dayandırmaktadırlar:
1. Tüm dinlerin ve para politikalarının tek elden yönetildiği Yeni
Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti’ni kurmak. Pek çok kimse bilmese de Yeni Dünya
Düzeni temsilcileri tüm kiliseleri bir araya toplayacak tek kilise
çalışmalarına 1920’lerden beri devam etmektedirler. İnsanların doğuştan sahip
oldukları din ve inanç ihtiyaçlarının muhakkak tatmin edilmesi gerekli olduğunu
bilen Komite bunu tek elden kontrol etmeyi amaçlamaktadır.
2.
Tüm ulusal-milliyetçi
düşünceyi, milli gururu, milli aidiyet duygularını ortadan kaldırmak. Tek Dünya
Devleti içinde tüm insanları kalabalıklar haline getirmek.
3.
Tüm dinleri ortadan
kaldırarak insanları Tek Dünya Devleti dini gibi uyduruk bir inanç sistemi
altında toplamak.
4.
Tüm insanları akıl
okuma teknikleri sayesinde kontrol altına almak. Brzezinski’nin
“Technetronics,” diye isimlendirdiği kavram genetik olarak klonlanmış
insan-robotlarla terör devleti kurmayı hedeflemektedir ki kıyaslandığında bu
devletin uygulamaları Felix Dzerzinhski’nin “Kızıl Terör” faaliyetlerini solda
sıfır haline getirecektir.
5.
“Post Endüstriyel Sıfır
Büyüme” prensibi içinde bilgisayar ve hizmet sektörleri hariç tüm endüstriyel
gelişimi sonlandırmak ve nükleer elektrik üretimini ortadan kaldırmak. Amerikan
endüstrisinin Meksika veya Uzak doğu ülkeleri gibi köle işçiliğin geçerli
olduğu bölgelere taşınmasını sağlamak. Endüstrinin ölüm sürecinde işsiz kalan
Amerikalılar ya uyuşturucu bağımlısı haline gelecekler veya “Global Rapor 2000”
isimli belgedeki “imha edilmesi gereken nüfus fazlalığını” oluşturacaklardır.
6.
Yayılmalarını ve
toplumsal kabullerini arttırmak için uyuşturucu maddeleri yasal hale getirmek,
pornografiyi sanat kapsamına almak. Zaten 2004 yılından itibaren pornografi
normal sinemalarda gösterilir hale gelmiştir.
Ekim 2005’te Hollanda’da pornografi “Canlı seks ve uyuşturucu
kullanımı” programıyla BNN isimli gençlik kanalında yayımlanmaya başlamıştır.
Bu programın yayımlanması sonrası pek çok panel düzenlenerek değişik bakış
açıları ortaya konmuştur. Televizyon programında 26 yaşındaki bir Hollandalı
genç önce bir kulübe giderek hap halinde eroin içer daha sonra eve giderek
annesinin yanında LSD kullanır. Bunlardan sonra genç hangisinin daha fazla zevk
aldığını tespit amaçlı olarak bir genç kadın ile oral seks yapar. Burada
Tavistock tarafından geliştirilen uzun menzilli içsel yönelim koşullama
projesinin aslında Oswald Spengler’in 1946 tarihli Batının Çöküşü isimli
unutulmaz eserine dayandığını unutmamalıyız.
7.
Pol Pot rejimince
Kamboçya’da uygulanan soykırım yöntemleriyle büyük şehirlerde nüfus artışını
durdurmak. Enteresan şekilde Pol Pot rejiminin soykırım planlarının temelleri
Dışişleri Bakanlığı’nda yüksek bir pozisyonda olan Roma Kulübü üyesi Thomas
Enders tarafından atılmıştır. Komite’nin Kamboçya’daki Pol Pot kasaplarının
yargı sürecinde soykırım suçlarından yargılanmalarını önleme çabaları da
enteresandır.
8.
Komite’ye yararı
olacaklar dışında tüm bilimsel araştırmaların durdurulması. Özellikle de
nükleer enerjinin barışçıl amaçlar doğrultusunda kullanılmasını engellemek. Bu
çalışmalara ısrarla devam eden İran, Arjantin, Pakistan ve Güney Afrika gibi
devletlerin ağır şekilde cezalandırılmaları. Komite ve yandaş medyası özellikle
füzyon çalışmalarından nefret etmektedir. Çünkü füzyon meşalesi teknolojisinin
geliştirilmesi Komite’nin “yetersiz doğal kaynaklar” argümanına son verecek
kapasitededir
Doğru kullanıldığında füzyon meşalesi teknolojisi en sıradan maddelerden
sınırsız doğal kaynak yaratabilecek güce sahiptir. Bu teknolojinin insanlık
hayrına kullanılabileceği alanlar pek çok olmakla beraber pek az kişi
tarafından bilinirler. Pek çok bilim adamı füzyon meşalesi teknolojisinin yeni
petrol kaynakları yaratmakta kullanılabileceğini iddia etmektedir.
9.
Gelişmiş ülkelerde
çıkarılacak sınırlı çerçevedeki savaşlarla nüfusu azaltmak, Üçüncü Dünya
ülkelerinde ise açlık ve salgınlarla gereksiz nüfustan kurtulmak. Sonuçta 2050
yılına kadar, Russell’in değimiyle, 3 milyar “gereksiz kaşık düşmanından”
kurtulmak. Komite böyle bir soykırımı en iyi şekilde planlaması için Cyrus
Vance’i görevlendirmiştir. Vance’in hazırladığı rapor “Küresel Rapor 2000” ismi
altında uygulanmaya konmak üzere Amerika Birleşik Devletleri adına Başkan James
(Jimmy), Earl Carter ve Dışişleri Bakanı Edwin Muskie tarafından teslim
alınmıştır. İlgili rapora göre Amerika Birleşik Devletleri nüfusu 2050 yılına
kadar 100 milyon kişi azaltılmalıdır.
10.
Halkın ahlaki
değerlerini yozlaştırılması. Bu iş için “ünlü yıldızlar” kullanılacaktır. Aile
ve evlilik kavramları çökertilecektir. Aile içinde dejenere edilmiş cinsellik,
uyuşturucu kullanımı ve uygunsuz konuşma tarzı teşvik edilecektir.
Tavistock’taki sosyal bilimler uzmanlarınca yaratılan bazı “yıldızlar”
Madonna, Kate Moss ve Britney Spears’dirler. Bugün sinema, televizyon, moda, iş
dünyası, talk şovlar gibi alanlarda boy gösteren “Oprah”, “Dr. Phil”, “Bob Barker”,
“Rosie O’Donnell” ve “Ellen DeGeneres” gibi ünlüler kendilerinin aslında Edward
Bernays (Sigmund Freud’un yeğeni), H. V. Byron, Dicks, Madalyn O’Hair ve
Tavistock’taki diğer bilim adamlarının ürünleri olduklarını öğrendiklerinde
üzüleceklerdir.
11.
Rapor Roma Kulübü’nün
Post Endüstriyel Sıfır Büyüme prensibiyle işsizlik arttıkça işsiz ve ümitsiz
işçi gruplarının alkol ve uyuşturucu batağına saplanmasını öngörmektedir.
Rapora göre gençlerin müzik, uyuşturucu ve pornografi ile sisteme karşı
isyanları teşvik edilmeli ve sonunda aile kurumu yıkılmalıdır. Bu konuda Komite
Tavistock Enstitüsü’nü bir plan hazırlamakla görevlendirmiştir. Tavistock bu
görev için Stanford Araştırma grubunu Prof. Willis Harmon Başkanlığında
harekete geçirmiştir. Bu çalışma daha sonra “Kova Burcu Komplosu” olarak
tanınacaktır.
12.
Dünyadaki insanların
kendilerini kendi başlarına yönetmemeleri için krizler çıkarılacak ve bu
krizler Komite tarafından yönetileceklerdir. Bu durum halkları şaşırtacak ve
demoralize ettiği gibi halk kendisine sunulan seçenekler karşısında tam bir
duyarsız topluluk haline düşecektir. Nitekim ilk kitap 1991 yılında basıldıktan
sonra Amerikalılar en hayati olaylara bile tepki veremeyecek şekilde bir akıl
tutulmasına girmiştir. Amerika’da kriz yönetimi için oluşturulan grubun ismi
Federal Emergency Management Agency (FEMA) olup bu kuruma daha sonra tekrar
değineceğiz.
13.
Yeni kültler yaratmak
ve halen olanları desteklemek. Mick Jagger’in Avrupa Kara Asalet ailesince
desteklenen ve sevilen grubu “Rolling Stones” veya Tavistock tarafından ortaya
çıkarılan “Beatles” gibi müzik dünyasının gangsterlerini desteklemek. Kabala
kültü gibi sapkın akımların ritüel ve dini uygulamalarını “yıldızlar” kanalıyla
geniş kitlelere duyurmak. 2005 yılı itibarıyla Kabala kültü Shirley McLain,
“Madonna” ve “Demi Moore” gibi “yıldızlar” sayesinde tüm Amerika’yı sarmış
vaziyettedir. Tüm Amerika’da yayılan bu kült Hollywood California’da en büyük
katılımcı grubuna ulaşmıştır.
14.
Hıristiyan
köktendinciliğini British East India Co.’dan John Nelson Darby yaptığı şekilde
yaymak. Darby gibi fakir bir vaizin Amerika’nın her köşesini hangi parayla
gezerek vaazlar verdiği hep gizli kalmıştır. Darby’nin “Avrupa’daki
bağlantıları” da muammadır. Bu bağlantılar içinde John Henry, Francis Newman,
Frere Brothers, Joseph Wolff, Lady Powercourt, Carlyle ve ünlü banker Henry
Drummond gibi isimler vardır. Bu kişiler Brethen Kilisesini oluşturan,
Avrupa’nın zenginleriyle sıkı temasları İngiliz elit kesimine aittirler.
Otto J. Scott kitabı The Secret Six’da Amerika’daki köleliliğin
ortadan kaldırılması çabalarının altı dinsiz zengin adamı tarafından çıkarılan
Amerikan İç Savaşı gibi iki ırk arasında onarılmaz yaralar açan kanlı
mücadeleye dönüştürüldüğünü yazmaktadır. Bu altı kişiden birisinin 300’ler
Komitesi’nden olduğu bilinmektedir. Scott bu altı karanlık adamın Boston’da
yaşadıkları ve 1850’lerde Kansas’ı kendi sapkın fikirlerine test alanı olarak
seçtiklerini söylemektedir.
Hıristiyan köktendincilik akımı İsrail’i İncil ile bağlantılayarak ve
Yahudilerin “Tanrı tarafından seçilmiş halk” olduklarına vurgu yaparak İsrail
Devleti’ni güçlendirmeyi amaçlar. Bu grubun İsrail’e verdiği inanılmaz
finans desteğinin arkasında çabalarını İncil’in kurallarını yerine getirerek
Hıristiyanlığa iyilik yaptıkları inancı yatmaktadır. Hâlbuki günümüzdeki İsrail
dini kurallar değil Siyonist temeller üzerine inşa edilmiş bir devlettir.
(Kaynak: A History of Zionism,
Walter Laqueur)
15.
İhvan (Müslüman
Kardeşler Örgütü), Sihler ve diğer köktendinci akımların dünyada
yaygınlaşmasını sağlamak ve Jim Jones’un akıl kontrol deneylerini bu gruplar
üstünde uygulamak.
Burada Ayetullah
Humeyni’nin İngiliz Askeri İstihbarat Servisi 6. Bölümünün yani yaygın adıyla
MI6’in bir ürünü olduğunu da 1985 yılında yazdığım What Really Happened in
Iran ? isimli kitabımda belirttiğim gibi vurgulamak gerekir. MI6’in detaylı
planı Amerika tarafından adım adım uygulanarak Humeyni iktidara getirilmiştir.
16.
Dünyada “dini
özgürleşme” akımlarını teşvik ederek var olan tüm dini kurumları yok etmek. Bu
iş ilk defa “Cizvit Özgürleşme Teolojisi” ismiyle Nikaragua’da Somoza rejimini
yıkmak ve El Salvador’u 25 yıl sürecek iç savaşa sürüklemek şeklinde
uygulanmıştır. Kosta Rika ve Honduras’ta da devrimci Cizvit hareketleri vardır.
1991 yılında Nikaragua çökmüş, Peru gerilla savaşı ile boğuşur hale gelmiş,
Şili’deki istikrarlı rejim devrilmiş, Arjantin ve Venezüella ekonomik olarak
çökertilmişlerdir. Yugoslavya ve Irak’ın durumları zaten ortadadır.
17.
Dünya ekonomisin
çöküşünü hızlandırmak ve politik kaos yaratmak.
18.
Amerika Birleşik Devletleri’nin
iç ve dış siyasetini ele geçirmek.
19.
Ulusal kurumları yok
ederek devletleri Birleşmiş Milletler, IMF ve benzeri yeni kurulacak devletler
üstü kurumların yönetimi altına sokmak.
20.
Demokrasiyi
yaygınlaştırmak yalanıyla tüm ulusal devletlerin hükümetlerine sızmak ve bu
hükümetlerce temsil edilen ulusal bağımsızlığı ortadan kaldırmak.
21.
Dünya üzerindeki terör
faaliyetlerini düzenler hale gelerek bağımsız ulusal hükümetleri bu terör
gruplarıyla görüşmelere zorlamak ve terör gruplarının isteklerini kabul ettirmek.
Bunu sağlamak için “Demokrasi Getirme Misyonu” adı altında bu ülkelerde
Amerikan üsleri kurmak.
22.
Amerikan eğitim
sistemini ele geçirmek, müfredat ve öğretim yöntemleri değişiklikleriyle yok
etmek. 1993 yılında artık bu çabalar açık hale gelmiştir ve ilk, ortaokulların
“Sonuç Odaklı Eğitime” geçişleri sonrası iyice korkunç hale gelecektir. Bu
sistemde yetişen biri Amerika’nın 250 yıllık bir devlet olduğunu hiçbir detay
bilmeden öğrenecektir. Bu kişinin Amerikan Anayasası hakkında da fikri minimum
düzeyde olacaktır. Bu kişi tarihte birbirleriyle ilişkileri yok gibi gözüken
olayların aslında birbirleriyle çok ilintili olduklarını ve gizli güçlerce
planlanarak ortaya çıkarıldıklarını bilmeyecektir. Halbuki Fransız Devrimi iki
Mason Locası tarafından tezgâhlanmış, Napolyon ve savaşları Rothschild’lerce
yaratılmış, Bolşevik Devrimi, Komünizm ve I. Dünya savaşı belli güç odaklarınca
planlanmışlardır.
Bu önemli detaylar bu kişinin okulda göreceği eğitimde yer almayacak,
olaylar birbirlerinden kopuk ve ilintisiz olarak öğretileceklerdir. Tabii ki bu
kişi dünyadaki önemli olayları öğrenecek ama örneğin Amerika’nın aniden ve
âdeta şansa ortaya çıktığı kanısına kapılacaktır. Tarihteki korkunç olayların
mükemmel şekilde planlanarak önceden belirlenen hedefler doğrultusunda
uygulandıklarını bu kişi bilmeyecektir. Bu kişi eğer bir gün “Büyük Komployu”
öğrenirse bu gerçek “uçuk düşünce tarzına” ait kişilerin uyduruk hikâyesi
olarak yalanlanacaktır.
Kontrol altındaki eğitim böyle araştırmalara izin vermez, onlar tabudur.
Sözleşme hukukundan bihaber olan sıradan vatandaş
özellikle uluslararası sözleşmeleri hiç anlamaz ve bu sözleşmelerin doğal
şartlar altında yapıldığını sanır. Bu kişi eğer bir gün British Museum gibi bir
dev arşive girip iki yıl Amerika ve İngiltere’nin en ünlü gazete ve dergileri
üzerinde araştırma yaparsa 1890-1900’larm The NewYork Times, The London
Times, The Telegraph,Punch ve The New Yorker magazinlerine bakarken 2006
yılının New York Times, The Washington Post ve The London Times’larını
görecektir.
Daha da şaşırtıcısı eski baskılarda okunan klişelerin içerik ve tasarım
açılarından Komünizm, Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Devleti söylemleriyle
tıpatıp aynı olduğu görülür.
Kullanılan dil ve sözleri söyleyen kişiler tabii ki yıllar içinde
değişmiştir ancak propagandanın tonu ve içeriği aynıdırlar. Bunları okuyan kişi
elinde tuttuğu 1910’lardan kalma gazeteyi gözlerini kapatsa 2006’daki haberler
gibi görebilir. Bu sürecin sonunda bu kişi dünya olaylarındaki amaç ve niyetin
önce Sosyalizm sonra Komünizm ve en son Yeni Dünya Düzeni’ni kurmak olduğu
sonucuna varacaktır. Olaylar arasında böyle kusursuz ve kuşkusuz bir
tutarlılığın olması için dünyadaki ve Amerika’daki tarihsel olayları kontrol
edenlerin yüksek mevkilerde bulunan kişiler ve onların bağlı bulundukları bazı
kurumların işin içinde olması kaçınılmazdır. İngiliz koloni tarihi
incelendiğinde rastlanacak olan British East India Co. büyük tarihi olayları
yönetecek elit grubu içinde barındırmaktadır.
23.
Amerikan eyalet ve
federal anayasalarını ortadan kaldırmak için sosyalizmi Amerika’ya
yerleştirmek. British East India Co.’nun başardığı en önemli şeylerden biri
sosyalizmin siyasi bir akım olarak tesisidir. Fabian Cemiyeti East India Co.
ürünüdür. Londra Fabian Cemiyeti ve liderleri Beatrice ve Sydney Webb, Annie
Besant, G. D. H. Cole, Ramsey McDonald, Bertrand Russell, H.G. Wells, Thomas
Davidson ve Henry George güçlerini ve pozisyonlarını “Firmaya” borçludurlar.
Pratt ailesi East India Co.’nun Hindistan ticaretiyle bağlantısı çok
kuvvetlidir ve bu aile Rockefeller Standard Oil İmparatorluğu’nda da büyük
sermayedarlardandır. Beatrice ve Sydney Webb 1895 yılında pek çok İngiliz ve
Amerikan siyasetçisi, işadamı ve bürokratının yetiştiği London School of
Economics’i kurmuşlardır. Bu okulun ünlü mezunları içinde Ulusal
Cumhuriyetçiler Kulübü Başkanı, Rockefeller Standard Oil Co. CEO’su, ünlü
Pasifik İlişkiler Enstitüsü’nün finansal destekleyicisi David Rockefeller
vardır. British East India Co. ve 300’ler Komitesi’ne bağlı olan Pasifik
İlişkileri Enstitüsü 7 Aralık 1941 yılında Japonlarca gerçekleştirilen Pearl
Harbor saldırısını finanse etmiştir. David Rockefeller ayrıca başkanlardan
George Herbert Walker Bush ve John F. Kennedy’nin akıl hocasıdır.
Beatrice Webb ünlü demiryolcu ve mistik çalışmalarıyla tanınan Richard
Potter’in üç kızından biridir. Kardeşi Theresa Ramsay McDonald tarafından
kurulan İşçi Partisi hükümetinde kabine üyesi Sir Alfred Cripps ile evlidir.
Diğer kız kardeş Georgina East India Co. bağlantılı banker Daniel Meinertzhagen
ile evlidir.
Richard Potter’in para kazanmaya ihtiyacı yoktur ve zamanını mistik okült
çalışmalara adamıştır. Richard bir anda ortaya çıkarak dünya çocuk romanları
çok satanlar listelerini altüst eden Harry Potter serisindeki ana
kahramandır. Şimdi Richard Potter masallarının Tavistock Enstitüsü’nce
tekrardan yazılıp bastırılmak üzere tanınmamış bir yazara verildiği
bilinmektedir. 1991 yılında sıraladığım yukarıdaki hedeflerin pek çoğuna
ulaşılmıştır veya ulaşılmak üzeredir. Bunlar içinde özel önemi olan 300’ler
Komitesi ekonomik politikaları British East India Co. yöneticilerinden
Malthus’un öğretilerine ve teorilerine dayanır.
East India ve British East
India Firmalarının Tarihçesi
Bildiğimiz gibi East India Co. 1606 yılında Tudor Hanedanı’nın son
temsilcisi Kraliçe I Elizabeth tarafından ana sözleşmesi onaylanarak hayata
geçmiştir. Bu firmanın çalışanları Hindistan’a giderek Moğol-Türk Hanedanı,
tüccarlar ve bankerler ile iyi ilişkiler geliştirmek suretiyle Venedik Levanten
firmasının izinden İngiliz-Hint ticaretini arttırmayı hedeflemektedirler. Firma
London Staplers Loncası ve daha sonra ortaya çıkan London Mercers Company’nin
devamıdır.
Bu tip ticareti tekel altına alan loncalar ilk başta Venedik ve Cenova’da
bankacılık ile uğraşan Kara Asalet ailelerince yaratılmışlardır. Başlangıçtan
itibaren East India Co. Virginia Plantasyonunda görüldüğü gibi komünist
kurallar çerçevesinde yönetilmiştir. Firmanın üst yönetiminde pek çok
Hıristiyan tarikat, Gnostikler ve Gül ve Haç örgütü üyeleri bulunmaktadır.
Gnostikler, Hz İsa kilisesini kurduğu andan itibaren var olmuşlardır.
Gnostikler için kurtuluş imanda değil bilgide saklıdır. Bu güne kadar
Hıristiyanlığa muhalefetini sürdüren bu akımdaki bazı yazarlar ve tarihçiler
genelde Hıristiyanlığın saygınlığını sarsan “gizli bilgileri” ortaya
çıkartmakla ünlüdürler. Gnostik edebiyat akımının son örneklerinden biri Hz.
İsa’nın çarmıha gerildikten sonra ölmediğini ve Maria Magdalena ile evlenerek
çoluk çocuğa karıştığını anlatan Kutsal Kan, Kutsal Kâse isimli eserdir.
Bu kitabın yayımlanmasını takiben yüzlerce benzeri aynı “sırrı” açıklamak üzere
Batı yayıncılık pazarındaki yerlerini almışlardır
2006 yılında bu kitabın çalıntısı Da Vinci Şifresi ismiyle
piyasaya sürülmüştür. Bu kitap Gnostiklerin Hz. İsa ve kilisesi gerçeklerini
çarpıtmaya yönelik bir girişimleridir. Daha önce belirttiğim gibi 1661 yılında
Stuart hanedanından Kral II. Charles East India Co.’ya ticari hakların çok
üstünde imtiyazlar sağlamıştır. Bu imtiyazlara firmanın Hindistan’daki yönetici
sınıf, bankerler ve tüccarlarla paktlar oluşturması, bağımsız devletlere savaş
açması veya barış yapması dahildir. Hindistan’daki Türk-Moğol Hanedanın East
India Co. yüzünden yıkılıp yıkılmadığı şüphelidir ancak tüm tarihçilerin ortak
görüşü firmanın Hindistan’daki yıkılışa mani olacak hiçbir şey yapmadığıdır.
1700 yılındaki çöküşten sonraki 130 yıl içinde firma tüm Hindistan yarımadasını
kontrol altına alır. Bu süreçte firma önce United East India Company sonra da
British East India Company ismi altında faaliyetlerine devam eder.
East India Co. yöneticilerinin Hindistan’daki bankacılık prenslerinden
öğrendikleri en önemli şey “Kısmi Rezerv Sistemi” bankacılığıdır. Bu sistem
1625 yılında İngiltere’ye adapte edilmiş daha sonra Amerika ve Avrupa’da
geçerli bankacılık sistemi olarak kullanılmıştır. Hintlilerin Babillerden
kopyalayarak kusursuzca uyguladıkları bu bankacılık sistemi tüm detaylarıyla
İngiltere’ye aktarılmıştır.
Yüzyıllardır Hindistan’ın bankacılık sistemi olan “Kısmi Rezerv
Bankacılığı” Hollanda, Amerika ve İngiltere’nin bankacılık sistemi haline
gelmiştir. Bu sistemi İngiltere’ye adapte eden William Patterson ve Charles
Montague’nun amaçları savaş borçlarının finanse edilmesidir. Enteresan şekilde
300’ler Komitesi hizmetkârlarından Woodrow Wilson’un Federal Rezerv Kanunu
uygulaması da I. Dünya Savaşı giderlerini finanse etmek içindir. Amerikan
halkını boyunduruk altına alan bu gelişmeyi daha sonra detaylı anlatacağım.
East India Co.’nun büyümesine paralel olarak 300’ler Komitesini oluşturan
ailelerin de güçlenip zenginleştikleri ortadadır. Bunlar İngiltere’de
Churchill, Russell, Montague, Bentham, Thomas Papillon ve Bedford, Amerika’da
ise Forbes, Delano, Mellon, Perkins, Russell, Morgan ve Colin Campbell
aileleridirler. Bu aileler Hindistan’dan Çin’e yapılan afyon ticaretiyle büyük
gelirler ve servetler elde etmişlerdir.
East India Company firması yöneticileri içinde en önemlilerinden biri
Danton ve Marat’a danışmanlık yaparak Fransız Devrimi’ni ateşleyen Jeremy
Bentham’dır. Bentham East India Co.’da “Kralların Kralı” olarak tanınırdı ve
Fabian Cemiyeti öncesi kurulan Felsefi Radikaller Grubunun başkanıdır. Bentham
Tek Dünya Devletini gündeme getiren ilk kişidir ve fikirleri “Faydacıl Felsefe”
ismi altında toplanmıştır.
Bentham’ın teklifleri İngiliz Barış Cemiyeti kurucusu Quaker milyoner
William Allen ve Lanark Pamuk Tesisleri’ndeki ortağı ateist, serbest seks ve
kürtaj yanlısı Robert Owen tarafından kabul görmüşler hatta daha sonra Amerikan
devletine empoze edilmişlerdir. Bentham 1782 yılından sonra British East India
Company’i yönetirken Owen Amerika’ya gelerek Wabash Nehri üzerinde “New
Harmony” ismini verdiği sosyalist komünü kurmuştur. Politik bir terim olarak
“sosyalizm” ilk defa 1830 yılında kullanılmıştır.
Robert Owen Amerikan siyasetinin şekillenmesinde büyük rol oynamış biridir.
Francis Wright ile birlikte tüm Amerika’yı dolaşarak özgür seks, ateizm, kürtaj
ve köleliğin kaldırılması taraftarı konferanslar vermişlerdir. Bu ikili
Amerika’daki ilk sosyalist teşkilat olan İşçi Partisi’ni 1829’da New York
City’de kurmuşlardır. Okuyucunun Owen’in Amerika’daki misyonunun aşağıda özeti
verilen 300’ler Komitesi ajandasının gerçekleştirilmesi olduğunu not etmesini
isterim:
-
Komünizm öncesi sosyalizmi yerleştirmek
-
Kadınlara eşit haklar vermek suretiyle aile
düzenini sarsmak
-
Çocukları ebeveynlerinden uzun süreli ayırmak
üzere yatılı okullar açmak
-
Özgür seksi kürtaj ile birlikte sosyal normlar
içine sokmak
-
Irkları karışmaya zorlayacak ve edilgen melez bir
ırkın ortaya çıkmasına neden olacak bir siyasi hareketi başlatmak
- Gizlice Lusifer
(Şeytan) Cemiyetini kurmak. Prof. Arnold Toynbee daha sonra bu en gizli
teşkilatı İngiltere ve Amerika’da yönetmiştir.
Owen’in Robert Dale Owen ve David Dale Owen isimli iki oğlu vardır.
Bunlardan ikincisi Amerikan Kongre üyesidir. Robert Owen’in kızı ise 300’ler
Komitesi bağlantılı Lord Oliphant ile evlidir. Robert Owen Sr. İngiltere’ye
döndüğünde “Marks’ın beyninin yarısı” olarak tanınan Frederick Engels’i yanına
almıştır. Tarihsel gelişmeler Owen’nin Amerikan siyasi sistemindeki büyük
değişikliklerin mimarı olup Amerika’yı 300’ler Komitesi amaçları doğrultusunda
Yeni Dünya Düzeni içindeki “Tek Devlet”e bağlamaya çalıştığını göstermektedir.
Owen Amerikan eyalet ve federal anayasalarından nefret etmektedir ve John
Quincy Adams’ın oğlu Charles Francis Adams ile birlikte Eyaletler Arası Ticaret
Komisyonun atası olacak kurumu kurmak için çok çalışmıştır. Amerikan
Anayası’nın dayandığı prensiplerin iyi anlaşılmaması için Owen okullarda
Latince ve Yunanca öğretimine karşı çıkmıştır ve 300’ler Komitesi’nden Lord Bertrand
Russell’in sıkı bir takipçisidir. East India Co.’nun başka bir önemli yetkilisi
de Jeremy Betham ve William Allen’in sırdaşları olan John Stuart’tır. Robert
Owen ve William Allen Stuart’ın kızının özel öğretmeni olan James Mill ile sıkı
arkadaş olmuşlardır. 1819 yılında Mill East India Co.’nun sekretaryasına
seçilir. Bu pozisyon çok önemlidir çünkü firma tüm Hint Yarımadası’nı ele
geçirmiştir ve Ganj, Benares afyon bölgelerinden Çin’e büyük ticaret
yapmaktadır.
Ürün maliyetinin çok düşük olduğu bu ticarette kâr marjı bugün için bile
korkunçtur. Daha sonra Sekretarya Başkanlığı’na seçilen Mill bu imparatorluğun
siyasi, hukuki ve ekonomik başkanı haline gelmiştir. O artık Rusya ve
Amerika’yı bile siyaseten etkileyen “Direktörler Kurulunun” bir üyesidir. Teorileri
dünyaca tanınır, özellikle Marksist Doktrinin önemli bir parçası olan Rant
Teorisi yazarı David Ricardo bu teorilerden çok etkilenmiştir. Oğlu John Stuart
Mill babasından sonra Sekretarya Başkanlığı’na atanır ve İngiliz devleti
firmanın siyasi kısmını ele alıp ismini British East India Company’e
değiştirinceye kadar bu güçlü pozisyonda kalır.
1859 yılı itibarı ile her zaman John Stuart Mill’in “Uzun vadeli istikrar
mutlak gücün bilgilinin emrinde olmasıyla sağlanır.” prensibiyle çalışan
British East India Co. gücünün zirvesindedir. Güç ve bilgi bağlantısı East
India Company ve Felsefi Radikal doktrinleriyle örtüşmektedir. Burada sözü
edilen bilgi Gnostik İlluministlerin inandığı “kutsal sırlar” anlamına
gelmektedir. 1859’dan itibaren British East India firmasından 300 kişi İngiliz
hükümetini kontrol etmeye ve dünya siyasetinde etki yaratmaya başlarlar.
Amerika büyüklüğü ve homojen olmayan yapısı ile bu adamlara kontrol konusunda
zor gelmektedir. Felsefi Radikaller East India Co. ajandasını İngiltere’de
hayata geçirirlerken Amerika Birleşik Devletleri eyalet ve federal
anayasalarıyla kompleks bir yapı halinde görülmektedir.
Piyasada Dış İlişkiler Konseyi ve Üçlü Komisyon hakkında yeterince kaynak
bulunduğundan ben şimdi daha önce belirttiğim Roma Kulübü ve Alman Marshall
Fonu’na girmek istiyorum. Bu örgütleri ilk defa Amerikan halkına tanıttığım
1970 yılında pek az kişi bunları bilmekteydi. Roma Kulübü isimli eserim 1969
yılında basılmış ancak yeterli ilgiyi görmemişti. Pek çok insan Roma Kulübü’nü
Katolik Kilisesiyle bağlantılı bir kurum, Alman Marshall Fonu’nu da Amerikan
Marshall Planı gibi bir şey sanmaktaydı.
Komite zaten bu isimleri insanların kafasını karıştırmak ve dikkatlerini
başka yerlere çekmek için özellikle seçmiştir. Amerikan devleti tabii ki
bunları biliyordu ancak Amerikan halkının gerçeklerden haberi yoktu. Roma
Kulübü isimli kitabım yayımlandıktan sonra birkaç uyanık yazar konunun
zenginliğini fark ederek sanki eskiden beri biliyorlarmış gibi Roma Kulübü
hakkında yazmaya ve konuşmaya başladılar. On beş yıl sonra Roma Kulübü ve
300’ler Komitesi isimli eserlerim Amerika’nın yakın geçmişinde en fazla intihal
yapılan kitapları haline gelmişlerdir. Komplo teorileri okur ve takipçileri
Roma Kulübü ve mali kaynaklarının (Alman Marshall Fonu üyeleri) NATO şemsiyesi
altında hareket eden iki büyük komplo organizasyonu olduğunu anlamışlardır.
Zaten önemli Roma Kulübü üyeleri NATO’dan gelmektedirler.
Roma Kulübü tüm NATO politikalarını belirler ve 300’ler Komitesi
kararları uyarınca Lord Peter Carrington NATO’yu iki parçaya ayırmıştır.
Bunlardan biri sol kanat siyasi güç, diğeri ise eski askeri ittifaktır. Roma
Kulübü ve Bilderberg Grubu 300’ler Komitesi’nin en önemli dış siyaset
kuramlarıdırlar. Roma Kulübü 1968 yılında Peccei’den gelen bir telefonla eski
Morganthau Grup üyelerinden oluşturuldu. Aurelio Peccei Tek Dünya Devletine
veya şimdi anıldığı gibi Yeni Dünya Düzenine geçişi hızlandırmak için yeni bir
oluşumun gerektiğini vurgulamaktaydı. Tek Dünya Devleti tanımı Yeni Dünya
Düzeni’nden çok daha açıklayıcıdır. Yeni Dünya Düzeni 1991’deki Körfez Savaşı
sonrası ortaya çıkmış bir tanım olarak görülse de Tek Dünya Devleti kavramı
yüzyıllar önce ortaya konmuştur.
Peccei’nin çağrısı 1968-1970 yılları arasında Amerika, İsviçre, Fransa,
İsveç İngiltere ve Japonya’daki pek çok “gelecek mimarını” bir araya getirdi.
Roma Kulübü bu dönemde yeni bilim adamları, küresel stratejisiler, gelecek
mimarları ve her türden enternasyonalistlerce doldu taştı. Peccei’nin Human
Quality isimli eserinden alıntılanan aşağıdaki bölüm aslında NATO’nun
siyasi doktrinini oluşturmaktadır:
“Hıristiyanlığın ilk milenyumundan sonra ilk defa büyük insan
toplulukları kolektif insanlık kaderini değiştirecek bir gelişmenin olmasından
tedirginlik duymaktadırlar... İnsanoğlu modern insan olmayı bilmez... İnsanoğlu
kötü canavar masalını uydurmuştur ancak bu canavar sadece insanoğlunun
kendisidir. İnsanlık paradoksu içinde kişi kapasitesi ve başarılarıyla âdeta
bir bataklığa düşmüş gibidir. İnsan gücünü kullandıkça daha fazlasına
gereksinim duymaktadır. İnsanlığın içinde bulunduğu patolojik durumu hiçbir
zaman geçici krizler karşısında yaşadığımız adaptasyon bozuklukları ile
karıştırmamalıyız. İnsanoğlunun yeni teknolojililer denilen Pandora kutusunun
kapağını açmasıyla insanlık nüfus patlaması, enerji kıtlığı, çevre kirlenmesi,
nükleer çılgınlık, doğal kaynak sıkıntıları gibi pek çok problemle yüzleşmek
durumunda kalmıştır. ”
Bu argümanlar Roma Kulübü’nce desteklenen endüstriyelleşme karşıtı
“çevreci” hareketin kullandığı program haline gelmişlerdir. Peccei’nin
yazısında nükleer çılgınlık diyerek nükleer santralleri önlemeyi
planlamaktadır. Mesaj açıktır Roma Kulübü Amerika’da endüstriyelleşme karşıtı
fikirler yaratacak ve yayacaktır. Bunun yanında uyuşturucu, seks, rock,
hedonizm, Gnostisizm, Manizm, Şeytana Tapma, büyücülük ve çevrecilik gibi
anti-kültürel akımlar da desteklenecektir.
Tavistock Enstitüsü, Stanford Araştırma Enstitüsü ve Sosyal İlişkiler
Enstitüleri hatta sosyal psikiyatri üzerinde çalışan tüm önemli araştırma
kuramlarının ya Roma Kulübü’nde delegeleri veya NATO’nun “Kova Burcu Komplosu”
adaptasyonunda danışmanları bulunur. Yeni Dünya Düzeni yeni bir kavram gibi
görülse de aslında değişik isimler altında hep varlığını sürdürmüştür. Sanki
geleceğin gelişimi gibi anlaşılan bu kavram eskiden de vardı şimdi de var.
Jeremy Bentham Fransız Devrimi’ni planlarken bu olayı “Yeni Dünya Düzeni’ne
doğru ilk adım” olarak nitelendirmiştir. Daha önce belirttiğim üzere Tek Dünya
Devleti daha anlamlı bir terimdir. Aurelio Peccei bir keresinde yakın arkadaşı
Alexander Haig’e kendisini “Adam Weishaupt’un reenkarnasyonu” gibi hissettiğini
belirtmiştir. Gerçekten de Peccei’nin parlak zekâsı NATO’yu yönetme tarzında ve
küresel planlarını hazırlamada gösterdiği başarıdan bellidir. Peccei, Atlantik
Enstitüsü Ekonomik Konseyi’ne 30 yıl başkanlık yaparken aynı zamanda Giovanni
Agnelli’ye ait Fiat Motor Company’nin CEO’sudur. İtalyan Kara Asalet
Ailelerinden gelen Agnelli ölene kadar 300’ler Komitesi’nin en önemli
üyelerinden biri olmuştur. Kruçev ve Brejnev ile yakın dost olan Agnelli ayrıca
Sovyetler Birliği’ndeki bazı projelerde de önemli görevler almıştır.
Roma Kulübü aslında Anglo-American bankacılar ile Avrupa’nın Kara Asalet
Aileleri arasında gerçekleşen bir evliliktir. Özelikle Londra asilleri ile Venedik,
Cenova ve Floransa Kara Asillerinin birleştiği bir evlilik. Bu grubun dünyayı
kontrolde kullandığı en büyük araç savaş çıkartma, ekonomik resesyon ve
depresyon yaratma kapasitesidir. 300’ler Komitesi ekonomik gerginlik ve
gevşemelere küresel bazda bakar. Komite ekonomik depresyonu halk kitlelerini
sosyal yardıma muhtaç hale getirmekte kullanır.
Yıllar içinde aktörler değişse de yaygın propaganda ile kontrol yöntemi
aşağıdaki örnekte göreceğimiz gibi aynı kalmıştır:
Bu gün Amerikan ve İngiliz devletlerince kullanılan modern propaganda
yöntemleri ilk defa I. Dünya Savaşı sırasında kullanılmışlardır. Düşmanlıkların
ortaya çıkmasından itibaren İngiltere ve Almanya propaganda faaliyetleriyle
Amerika’nın sempatisini kazanmaya çalışmışlardır. Alman propagandacılar Alman
kökenli Amerikan vatandaşları ve İngiltere karşıtlıkları bilinen İrlanda
kökenli Amerikalılar üzerine yoğunlaşmışlardır. O günkü yöntemler doğal olarak
bugünkülere göre oldukça basit olmakla beraber eksikler Wellington House’un
büyük katkılarıyla giderilmeye çalışılmıştır.
1916 yılında Başkan Woodrow Wilson seçim kampanyasını “Amerikan
evlatlarını Avrupa’daki savaşa sokmayacağım.” sözü üstüne kurdu. Başkan %87’si
Almanya ile savaşa karşı olup bunu dillendirmekten kaçınmayan Amerikan halkına
böyle bir seçim vaadinde bulunmanın iyi bir taktik olduğunu biliyordu. Ancak
tekrardan başkan seçilmesini takip eden yıl içinde başkan sözünü ve içtiği andı
unutarak Amerikan askeri güçlerinin Avrupa’daki savaşa girmelerine izin verdi.
Görevinden uzaklaştırılarak vatan hainliğinden yargılanması gereken başkan
sanki hiçbir yanlışı yokmuş gibi görevine devam etti.
Amerika savaşa angaje olduktan sonra Wilson kamuoyunu yönlendirmek üzere
Amerika’da kurulan ilk kurum olan Kamu Bilgilendirme Komitesini kurdu. Komite özellikle
de Özgürlük Bonoları satış programında çok başarılı oldu. Bu program Beyaz
Saray için Tavistock tarafından hazırlandı ve İngiltere’den yönetildi. Savaşın
galip ve mağluplarına barış vaat eden Başkan Wilson’un On Dört Prensibinin
müttefiklerce istismar edilmesi sonucu tam tersine savaşın devamını körükledi.
Wilson’un On Dört Prensibinin aslında Amerikan Yüksek Mahkemesi üyelerinden
Justice Brandeis tarafından hazırlanarak 300’ler Komitesi’nden J.P. Morgan’ın
emriyle Wilson’a Paris’e götürmesi için verildiği kamuoyuna hiç açıklanmadı.
Wilson Paris’e MI6 Kuzey Amerika Masası yöneticisi Sir William Wiseman ve başka
kişilerle gitti ancak Başkan’ın bu seyahatine Temsilciler Meclisi veya
Senato’dan kimse davet edilmedi.
Kitabın pek çok yerinde anlattığım gibi Bryce Komitesi’nce gerçekleri
çarpıtarak kamuoyunu yönlendirmesi aşağılık yalanların halka nasıl doğru diye
yutturulduğunu göstermektedir. Bu yalanlarda zamanının dünyadaki en büyük
propaganda merkezi olan Wellington House’daki Amerikalıların rollerini daha
sonra anlatacağım. II. Dünya Savaşı’ndaki propaganda yöntemleri I. Dünya
Savaşındakilere benzerdi, II. Dünya Savaşı da I. Dünya Savaşı gibi İngiltere
tarafından çıkarılmış uluslararası bankerlerce finanse edilmişti. Savaş
propagandasında radyo büyük rol oynamıştır. Radyolardaki “haberler” gerçeklerin
yalanlarla karışımı olarak halka sunulmuşlardır. Savaşta dış propaganda daha da
yoğun şekilde yapılmaktaydı. Tavistock Enstitüsü 19141919 sürecinde öğrendiği
dersleri yeni propaganda çalışmalarına yansıtarak propaganda yaptığı ülke
sayısını arttırmıştı. Tavistock’un tüm faaliyetlerinde medya çakalları en
önemli rolü üstlenmişlerdi.
Propaganda faaliyetlerinde hem İngiltere hem de Almanya Amerikan
kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlardı. Alman propagandacılar Amerikalıların
“İngiliz nefreti” ve komünizme karşı mücadele de Almanya’nın lider pozisyonuna
vurgu yaparken bir yandan da savaş dışı kalmak isteyen Amerikan akımlarına
destek vermekteydiler.
Medya çakalları ise Amerikan halkının %87’si Almanya ile savaşı istememesine
rağmen savaştan uzak kalma çabalarını “içe kapanma” şeklinde aşağılayıcı
ifadelerle yıpratmaktaydılar.
Tavistock’un deneyimi ve İngiltere’nin kaynakları (Roosevelt yönetiminden
aldıkları yüklü gizli destek de vardı.) karşısında Alman propagandası rekabet
edemiyordu. Amerikan yönetiminde “gizlilik” prensip haline gelmişti. Örneğin
Japonların Pearl Harbor’a yapacakları saldırı Roosevelt, Stimson ve Knox
tarafından bir ay öncesinden bilinmesine rağmen bu durum gelişmelerden bihaber
Amerikan halkından saklanmıştı. Amerika’yı İngiltere tarafında savaşa sokmaya
çalışan Roosevelt için 1941 yılı “Tanrı’nın” bir lütfuydu. Pearl Harbor
saldırısı sonrası Amerikan halkına Almanya’nın Amerika’yı işgal etmek isteyen
saldırgan bir devlet olduğu, onun müttefiki Japonya’nın ise yeni saldırılar
planladığı yalanları pompalanmaya başlandı.
Tavistock propaganda makinesi ünlü pilot Charles Lindbergh ve bazı savaş
karşıtı senatörlerin halkı Roosevelt ve Amerika’nın savaşa girmemesi konusunda
yaptıkları uyarıları yaladı yuttu. Yalanlar içinde en önemlisi olan Pearl
Harbor baskını kamuoyunun fikrini değiştirmişti ve Roosevelt bunun olacağını
biliyordu. Tavistock kaynaklı Müttefik propagandaları İtilaf devletlerindeki
halkları hükümetlerinden ayırmayı ve hükümetlerini savaştan sorumlu tutmayı
amaçlamaktaydı. Düşman ülkelere propaganda uçaklardan atılan bildiriler ve
radyo yayınlarıyla yapılmaktaydı. II. Dünya Savaşı’ndaki resmi Amerikan
propaganda kurumları Tavistock ürünlerini içte ve dışta yaymayı amaçlayan Savaş
Enformasyon Ofisi (OWI) ve CIA’nın atası olan Stratejik Servis Ofisleriydi
(OSS). İkisi de Tavistok tarafından kurulan bu kurumlar psikolojik savaş görevi
üstlenmişlerdi.
Avrupa’daki Genel Merkez’de, OWI ve OSS operasyonları Tavistock
uzmanlarının yönetiminde askeri Psikolojik Harp Dairesi operasyonları ile
eşgüdümlü hale getirilmekteydiler. II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği
ile yaşanan Soğuk Savaş’ta propaganda Amerikan dış siyasetinin önemli bir aracı
olmaya devam etmiştir. Soğuk Savaşta Amerika ve SSCB propaganda faaliyetleriyle
bağımsız ülkeleri savaşa girmeden kazanmaya çalışmışlardır. Bu dönemde
hedefteki bağımsız ülkelerin siyasetleri ve günlük yaşamları propaganda
amacıyla istismar edilmişlerdir.
Soğuk Savaş döneminde propaganda amacıyla sığınmacılar, bunların
itirafları ve göstermelik duruşmaları çok sık kullanılmışlardır. Bu propaganda
savaşında Komünist blok sınırları içindeki medya üzerindeki sıkı kontrolüyle
avantajlı durumdadır. Stalin’in Troçki dönemine ait Bolşevikleri tasfiye
sürecinde “Şov” amaçlı mahkemeler kullanılırlar. Bolşeviklerden kurtulduktan
sonra Stalin dikkatini Amerika Birleşik Devletleri’ne odaklar. Peki,
kendilerini Olimpos Tanrıları’yla eş düzeyde gören İlluminati, Dionysos Kültü,
İsis Kültü, Katharistler, Gnostikler ve Bogomiller’in amaçları nedir? Haber
alma dünyasında bu elit grubun amacının kendisine verilen ilahi hakka dayanarak
dünyayı tekrar feodal düzene döndürmek olduğu bilinmektedir. Bu elit grubun
1969’dan beri açığa vurduğumuz gizli amaçlarının pek çoğu gerçekleşmiş veya
gerçekleşmek üzeredir. Özellikle 300’ler Komitesi’nin ekonomik hedefleri
British East India Co. yöneticilerinden Malthus’un teori ve öngörülerine
dayandırılmaktadır.
Malthus insanoğlunun gelişiminin dünya kaynaklarının besleyebileceği
insan nüfusuna bağlı olduğunu savunmaktadır. Malthus’a göre dünyadaki doğal
kaynakların tükenmelerinden sonra tekrar yerlerine konmaları imkânsızdır.
Dolayısı ile azalan doğal kaynaklara bağlı olarak insan nüfusu da
sınırlandırılmalıdır. Tabii ki elit grup üyeleri bu gereksiz nüfusun kendi
kaynaklarını tüketmelerine izin vermeyeceklerdir. Bu durumda gereksiz nüfusun
itlafı gereklidir ve itlaf bugün “Küresel Rapor 2000” yöntemleriyle devam
etmektedir. Komitenin görüşü Malthus ve Roma Kulübü tarafından desteklenen
ekonomist Frederick Von Hayek’inkilerle uyuşmaktadır. Avusturya doğumlu olan
Von Hayek uzun süredir David Rockefeller’in kontrolü altında olup teorileri
Amerikan muhafazakâr çevrelerinde uzun süredir kabul görmektedir. Von Hayek’e
göre Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomisinin geleceği (a) Kentsel zenci
pazarına, (b) Köle işçiliğin geçerli olduğu Hong-Kong tarzı küçük sanayinin
gelişmesine, (c) Turizme, (d) Uyuşturucu trafiğinin yeşereceği serbest bölge
yatırımlarına, (e) Endüstriyel faaliyetlerin durdurulmasına ve (f) Nükleer
santrallerin kapanmalarına bağlıdır.
Von Hayek’in Amerika’da sağ kesim tarafından sevilmesinin nedeni
fikirlerinin Roma Kulübü ile tam uyumlu olmalarından kaynaklanmaktadır. Von
Hayek’in postu Jeffrey Sachs isimli yeni ekonomiste geçer. “Jeffrey Sachs
Özelleştirme Modeli” ekonomik bir proje olarak Rusya’da geniş çaplı uygulanır.
Ancak Vladimir Putin tarafından başı çekilen muhalefet güçleri Başkan Yeltsin’i
görevden uzaklaştırarak Jeffrey Sachs’ın ekonomik modeline son verirler.
Vladimir Putin Rusya’nın ekonomisini kan kaybından ölüme götüren Wharton School
of Economics planını defederek ülkesini kurtarır. Daha sonra göreceğimiz gibi
Sachs modeli Rusya’nın büyük KİT’lerinin yok pahasına özel firmalara satışını
içermektedir.
Daha önce belirttiğim Brzezinski’nin İki Çağ Arasında,
Amerika’nınTechnetronic Dönemdeki Rolü isimli kitabı bence her Amerikalı
okumalıdır. Kitap gelecekte Amerika’nın hangi yöntemlerle kontrol edileceğini
açıklayan “Açık Komplo” örneğidir. Kitap ayrıca klonlama yöntemiyle yaratılacak
insan olmayan ancak onun gibi davranan “robotoids” denilen varlıklardan söz
etmektedir. Komite adına konuşan Brzezinski Amerika Birleşik Devletleri’nin
daha önce hiç benzerini yaşamadığı ve kolaylıkla diktatörlüğe dönüşebilecek
“technetronic” döneme gireceğini bildirmektedir. Halford Mackinder’dan
öğrendiğimize göre “Yeni Dünya Düzeni” de diktatörlük olacaktır.
İki Çağ Arasında aslında Brzezinski’nin Amerikan halkının geleceği
hakkındaki öngörülerini açıklayan bir eserdir. Brzezinski kitapta “Amerika
eğlence odaklı bilişsel devrime girmiştir ve bu sürekli artan amaçsız halk
kitleleri için afyon görevi görecektir.” demektedir.
Brzezinski geleceği gören bir kâhin midir? Yoksa sadece Halford
Mackinder’ın yazdıklarını mı tekrarlamaktadır? Brzezinski geleceği görebilir
mi? Yanıt tabii ki “hayır”dır. Bu projede Komite’nin proje detayları Mackinder
tarafından derlenerek Roma Kulübü uygulamaları için kitap haline getirilmiş ve
basılmak üzere Brzezinski’ye verilmiştir. Brzezinski’nin kitabında belirttiği ancak
uyuyan halkı uyandırmamak için detaylarına girmediği kontrol yöntemlerinden
biri cisim ve kişilerin elektronik olarak fişlenmeleridir. Bu sistem Amerikan
Savunma Bakanlığınca 1993 yılında envanter kontrol amaçlı kullanılmaya
başlanmış daha sonra kredi kartları, pasaportlar gibi pek çok şeyin mikro
elektronik kartlarla donatılmasıyla yaygınlaşmıştır.
2006 yılında amaçsız halk kitleleri ortaya çıkmamış mıdır? 40 milyon
işsiz, 5 milyon iş verilemez ve 4 milyon evsiz insan “amaçsız halk kitlesi”
veya onun çekirdeği kabul edilebilir mi? Lenin ve Marks’ın belirttiği
“kitleleri uyuşturmaya yarayan afyon” “din” dışında bugün büyük spor kulüpleri,
evlilik dışı ilişkilerin norm haline gelmeleri, her türlü vahşi cinayet ve
şiddetin gösterildiği sadist “gerilim” filmleri, rock müzik, yeni jenerasyon
uyuşturucular ve müptezel cinselliğin televizyon programlarına kadar girmesi
ekonomik ve siyasi bunalım içindeki Amerikan halkının dikkatini başka yöne
çekmek ve onu uyuşturmak için özellikle kullanılan araçlardırlar. İki Çağ
Arasında isimli eserinde Brzezinski insanlardan sanki cansızmışlar gibi
“kalabalıklar, kitleler” diye bahsetmektedir. Belki de bu Komite’nin kendi
dışındaki insanlara bakış açısıdır. Brzezinski kitabın bir yerinde “kitlelerin
kontrolü” gereğinden bahsetmektedir. Enteresan şekilde Karl Marks da aynı
terimi insan grupları için kullanmıştır. Kitabın bir yerinde Brzezinski
aşağıdakileri açıklar:
“Kişiler üzerine uygulanabilecek siyasi ve sosyal baskı kapasitesi de
aynı zamanda artacaktır. Çok yakında her vatandaşı sürekli kontrol etmek,
sıradan vatandaşlık verileri dışında onun sağlık, günlük yaşam ve diğer çok
özel kişisel verilerine en güncel şekilde ulaşmak mümkün olacaktır. Bu veri
dosyaları yetkili mercilerce her zaman incelenebileceklerdir. Güç bilgiyi
elinde bulunduranların ve yönetenlerin olacaktır. Şu anki kurumlarımız olası
sosyal krizleri öngörebilen ve kriz yönetiminden sorumlu yan kuruluşlarla
destekleneceklerdir. ”
Bu tam da daha sonra kurulan FEMA’yı
tanımlamaktadır.
“Bu önümüzdeki yıllarda şimdiki politik prosedürlere çok az yer
bırakacak bir diktatörlüğün hüküm süreceği technetronic döneme olan yatkınlığı
arttıracaktır. Yüzyılın sonuna bakacak olursak insan beyninin biyokimyasal
kontrolü, insan gibi davranıp onun gibi düşünen varlıkları genetik tasarımı
bazı çözülmeleri zor problemlere neden olacaktır. ”
Brzezinski bu sözlerinde aynen Mackinder ve MI6 ajanı George Orwell’in 1984
isimli yapıtını çağrıştırmaktadır.
İngiltere’de önemli bir yetkiliden devletin “Kimlik Kartı” uygulamasına
geçeceğini öğrendim. Bu uygulamaya göre ehliyet veya pasaport almak isteyen her
İngiliz vatandaşı her türlü kişisel detayın yer alacağı biyometrik Kimlik Kart
Formunu doldurmak zorunda kalacaktır. 2010 itibarıyla uygulamaya konacak bu
sistem sayesinde İngiliz devleti herkesin dosyasını elinde bulundurarak herkesi
kontrolü altına almış olacaktır.
Ünlü kitabını yazarken Brzezinski sıradan bir vatandaş değildir. O
dönemde kendisi Başkan Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı, Roma Kulübü’nün,
300’ler Komitesi’nin, CFR’ın ve Polonya
Kara Asaleti’nin önemli bir üyesidir.
İki Çağ Arasında isimli kitap bize
Amerika’nın endüstriyel kimliğini geride bırakarak yeni bir döneme girmesini
anlatmaktadır. Amerika’yı burada özel kılan, halkının ister LSD ister pop-sanat
olsun her şeyi denemeye yatkın olmasıdır. Bugün Amerika yaratıcı bir toplumu
temsil ederken diğerleri bilerek veya bilmeyerek Amerika’yı taklit edenler
durumundadırlar.
Brzezinski’nin asıl söylemesi gereken
Amerika’nın eski dünya düzeninin yıkılarak Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya
Devleti’ni içeren 300’ler Komitesi planlarına uygulama alanı olarak
seçildiğidir.
Eski Düzenin Ölümü
Avrupa’daki savaş ve devrimlerin ekonomik sonuçlarından Rusya dışında
aristokrasi burjuvaziden daha az etkilenmiştir. Aristokratların çoğunluk
servetleri toprağa bağlıdır ve toprak enflasyonist ortamlarda çok değer
yitirmez. İngiltere dışındaki monarşilerin yıkılmaları üst sınıf halkın eski
düzeninin bozulmasına yol açmıştır. Özellikle de toplumlarına eskiden olduğu
gibi asker veya diplomat olarak hizmet etme yeteneklerini kaybeden
aristokratlar çok yıpranmışlardır. Onların hizmetlerine II. Dünya Savaşı öncesi
gibi rağbet kalmamıştır. Savaş sonrası Paris’te görüldüğü gibi pek çok Rus
aristokrat işçi sınıfına ait görevleri kabul etmişler hatta taksi şoförlüğü,
kulüp kapıcılığı veya garsonluk gibi işlerde çalışmaya başlamışlardır. Eski
monarşilerin başkentlerinde elit kesimin eskiden çok sıkı korunan sosyal
sınırları yavaş yavaş bulanıklaşmaya hatta ortadan kalmaya başlamıştır. Windsor
Dükü’nün A King’s Story isimli hatıratında şöyle denmektedir:
“Değişimin gücü henüz İngiliz toplumundaki eski şıklığı ortadan
kaldıracak hale gelmemiştir... Londra mevsimi diye adlandırılan dönemde West
End bölgesi gece yarılarından sabahlara kadar eğlencenin olduğu bir yerdir.
Geceler her zaman o günlerde çok moda olan hatta saygı gören gay kulüplerini
ziyaretlerle biterdi. ”
(O tarihte “gay” “mutluluk, eğlence” anlamına gelirdi. Bu kelime
1950’lere kadar homoseksüellik anlamı taşımamıştır.) Zaten Dükün açıklamaya çalıştığı
“değişimin gücü” de Tavistock Enstitüsü tarafından 300’ler Komitesi adına
uygulanmaya konan plan değildir. I. Dünya Savaşı sonrası kadınların sosyal
dejenerasyonu başlamış ve her yerde görülür olmuştur. Bilmeyenler için bu bir
sosyal değişimdir. Kimse bunun Wellington House ve yardakçısı sosyal bilim
adamlarınca tasarlandığından şüphelenmemektedir.
Kadınlarda görülen bu aşırı özgürleşme hareketini özellikle gençler
arasında her maddi ve manevi kurala karşı isyan hareketi takip etmiştir. Savaş
sonrası Avrupa’daki nesil savaş nedeni ile yaşadıkları korkunç olayların
etkilerini üstlerinden atmak için her gelenek ve ahlaki kurala karşı isyan
durumundadır. Kadınların elbiselerinde yakaların iyice açılması, sokakta sigara
içmek ve alkolizm birer sosyal isyan sembolü haline gelmiştir. Homoseksüellik
ve lezbiyenlik savaşın yok ettiklerini protesto etmenin yöntemi olarak açıkça
yaşanır hale gelmiştir. Radikal devrimci yaklaşım kendini sanat, müzik ve
modada da göstermiştir. Artık “Jazz” popüler, modern sanat “şık” kabul
edilmektedirler. Her şeyde görülen yaklaşım “bananecilik”tir ve bu yaklaşım
huzur vermeyen gerçekdışıcılık taşımaktadır. O yıllar tüm Avrupa’nın savaş
şokunda olduğu yıllardır. Wellington House ve Tavistock görevlerini
başarmışlardır.
Kontrol edilemeyen olaylar insanlarda manevi ve duygusal uyuşma
yaratmaktadırlar. Milyonlarca gencin savaşta öldürülmesi, sakat kalması ve
yaralanmaları insanların beyinlerine işlemeye başlamıştır. Dolayısı ile bunu
önlemek için yapılacak şey eski düzenin inkârı yoluyla bilinçaltına
bastırılmalarıdır. Savaşın neden olduğu kayıplar o kadar korkunç ve gerçektir
ki insanlar şoka girmiş durumdadırlar. Batı medeniyetinin sembolü olan
Avrupalılar Amerikalılardan daha fazla savaş şoku yaşamaktadırlar. Onlar
milletlerini yükselten ve atalarından gelen gelenek ve sosyal kurallara olan
güvenlerini kaybetmişlerdir. Bu durum özellikle Almanya, Rusya, Fransa ve
İngiltere için geçerlidir. Bu ülkelerin düşünürleri bile dünyadaki iki büyük
gücün neden birbirlerini yiyerek milyonlarca gencin ölümüne neden olduklarını
anlayamamışlardır.
Sanki korkunç bir cinnet dalgası Almanya ve İngiltere’yi sarmıştır.
İnsanlar medeniyetin bu kadar yüksek olduğu bir çağda böyle bir savaşın
yaşanmasından dolayı travma yaşamaktadırlar. Aslında İngiliz gençliğini saran
cinnet değil Wellington House’dur. Savaşın tekrardan yaşanma korkusu neredeyse
II. Dünya Savaşı’nı önlemiştir. Ancak hainler ve yüksek mevkilerdeki kötüler
ikinci kan dökümünden mahrum kalmak istememektedirler. I. Dünya Savaşı’ndan
dönen askerler “Büyük Savaş”ta sıkça yaşadıkları vahşeti gazetelere
anlatmaktadırlar. Bu askerler dehşet içinde, korkmuş ve sinmiş bir haldedirler.
Pek azı savaşın nedenlerini bilmektedir.
Wellington House ve “Olimpos” üyeleri halen oldukları gibi o zaman da
gizlenmektedirler. 1920 yılında bu uğursuz gidişatı ve korkuyu geçirecek hiçbir
umut yoktur. Zamanında halkı teselli eden ve Londra, Whitehall’daki “Meçhul
Asker” anıtında İngiliz Kraliyet Ailesi’nin katılımı ile yapılan anma töreni
artık halkta öfke, üzüntü ve nefret uyandırmaya başlamıştır. Tavistock’un büyük
rol üstleneceği İkinci Dünya Savaşı’nın temelleri o zaman atılmaya
başlanmıştır.
Bu sırada konuşan pek az düşünür bulunmaktadır. Oswald Spengler,
Hemingway, Evelyn Waugh, Upton Sinclair ve Jack London bunlardan bazılarıdır
ancak verdikleri mesajlar çok iç karartıcıdır hatta bu mesajların çoğu
Spengler’in Batı Medeniyetinin kaçışı olmayan çöküşü teorisinden bile daha iç
karartıcıdır. Savaş sonrası yaşanan özel ilişkilerdeki dejenerasyon da bu
çöküşü teyit etmektedir. Boşanma ve aldatma oranları artmıştır. Güzel kadın
konsepti, yumuşak ve feminen kadın figürü, kadın sesinin güzelliği, kadının
Tanrı’nın çiçeği olduğu inancı artık ortadan kalkmaya başlayan olgulardır.
Bunun yerine saldırgan, yaygaracı, edepsiz ve düşük kaliteli kadın imajı önce
radyo sonra televizyon yayınlarıyla yaygınlaştırılmıştır. Ancak kimse bunun
Tavistock’un batılı kadına açtığı savaşın bir sonucu olduğundan şüphelenmedi.
II. Dünya Savaşı sonrası Paris’teki Montparnasse hüzünlü bir yere dönüştü.
Evlatlarının çoğunu savaşta kaybeden Viyana daha da melankolik bir yer haline
gelmişti. Ama hepsinden daha acılı olan şehir savaş öncesi temizliği ve
güzelliği ile büyüleyici olan Berlin’di.
Tarihçi Zweig şöyle yazıyordu: “Bu cehennem aylarını ve yıllarını
yaşayarak hayata küsenler ve yaşamdan tiksinen insanlar korkunç bir reaksiyonun
ortaya çıkacağını hissediyorlardı.”
Stefan Zweig ayrıca biyografi yazarı ve psikanaliz konusunda ünlü bir
“kozmopolitti”. 1917 yılında halen askerdeyken yazdığı oyunu Jeremiah
bunun en güzel örneğidir. 1940 yılında Zweig eserleri dünyada en fazla çevrilen
yazarlar arasına girmişti. Avrupa’nın çöküş sürecinde müziğin rolü de
kolaylıkla görülecek haldeydi. Müziğin siyaset üstündeki etkilerini yazan
Aristo şöyle
demektedir:
“(...) Tüm duygular melodi ve ritim ile üretilirler. İnsan müzikle
doğru duyguları hissetmeyi öğrenir; müziğin insanda karakter oluşturma gücü de
vardır; değişik modlarda oluşturulan değişik müzikler karakter üzerinde
yaptıkları etkiyle birbirlerinden ayrılırlar. Bazıları melankoliyi, bazıları
kadınsallığı, bazıları öz kontrolü, bazıları heyecanı teşvik ederler. ”
Yaptığım araştırmalarda ünlü beyin yıkama merkezi Tavistock Enstitüsü’nün
sosyal bilim adamlarını Aristo’nun müzik teorisini incelemeye ve Dionysos Kült
müziğini araştırmaya yönlendirdiğini gördüm. Buradaki amaç modern “yeni”
müziğin şekillendirilmesiydi. Theodor Adorno İngiltere’ye gelmeden önce
Tavistock tarafından bilinmekteydi ve araştırmalarını yapabilmesi için
İskoçya’daki Gordstoun School’un kullanımı kendisine teklif edilmişti. Adorno
İngiltere’ye ayak basar basmaz Tavistock’un kanatları altına girdi. Alman
yöneticilerin dikkatini çektikten sonra Adorno’nun Almanya’yı terk etmesi
gerekmişti. Kendisi Aristo’nun belirttiği şekilde çocukların beyinlerini müzik
ile şekillendirme çalışmaları yapmaktaydı. Müziğin Karl Marks’ı olarak ün yapan
Adorno kompozisyon tekniği olarak çağdaş ve geleneksel müziklerin tonlarını
zorlayan müziğin radikallerinden Alban Berg ekolündendi. Adorno kendi müziğinin
şok edici ve anlaması zor olduğunu belirtirken kendisinin “yüksel duyulmama”
düzeyinde olduğunu söylemekteydi. Adorno tınısını “yıkıcı kabul edilemezlik”
olarak nitelemekteydi ve yeni bir müzik formu yaratmak için Dionysos Kült
müzisyenlerinin 12 atonal sistemini kullanmaktaydı. Adorno’ya göre orta sınıf
halkı dominant kültürel varsayımlardan uzaklaştırmanın yolu ticari şekilde
koşullanmış duyumlamaların yıkıcı kabul edilemezlik ile değiştirilmesi
yöntemiydi.
Adorno müziğinin Stalinist veya faşist olduğunu kabul etmekte, müziğin
büyük konseptleri kulağa hoş gelip gelmediklerini görmek ve verilere
uygunluklarını kontrol için kullandığını söylemekteydi. İşte bu nedenle
Tavistock ile 12-atonal sistemde kulağa hoş gelen ve verilere tam oturan müzik
yapma çalışmalarına girişmişti. Sonuçta 18 albümlük Beatles serisi ortaya
çıktı. “Beatle müzik konsepti” Adorno’nun yaşam boyu inancı olan kapitalizmin
kötü olduğu ve insanları kültür endüstrisinin ürünleriyle besleyerek onları
pasifize ettiği inancıydı.
Adorno’nun “12-atonal Beatle müziği” dünyanın en büyük kapitalist ülkesi
olan Amerika Birleşik Devletleri’ne de sıçradı. Adorno müziğinde Karl Marks’ın
fikirleri ve sözlerini yansıttı. Marks önceliği ekonomiye verirken Adorno
politik statükoyu korumada kültürün oynadığı role odaklanmıştı.12-atonal müzik
Marks’ın batı kapitalizmine açtığı savaştan daha etkin olmuştu. Adorno iyi bir
öğrenci, tanınmış bir yazar ve klasik müzik üstadıydı. O belki de yeni
zamanların en önemli müzik filozofu ve müzikteki modernizmin deviydi. Frankfurt
Üniversitesi’ne giderken Alban Berg ile arkadaş olmuş ve ondan 1924 yılında
kompozisyon dersleri almaya başlamıştı. Adorno, Georg Hegel’in diyalektiğini
orada öğrenmiş ve müziğine taşımıştır. Adorno Frankfurt Üniversitesinde Felsefe
Profesörü oldu. Onun “Beatle” müziğini anlamak için onun neden böyle bir “yeni
müziği” desteklediğini anlamak gereklidir. Bu onun “burjuvazi duygularını talep
eden müziği sevmez” inancından kaynaklanmaktadır. Adorno Tavistock bilim
adamlarına “futbol topu gibi tekmelenebilir bir müzik yaratmaları gerektiğini”
açıkladı. Bu tekmelenebilir müzik kalabalık grupları yeni müzik deneyimi içine
sokacak ve milyonlarca müzik sever bu devrim içinde basit bir müzikal
deneyimden etkilenecekti. Böylece “Rahatsız edici” 12 atonal sistem üzerine
kurulu müzik yaratıldı. Beatles gençleri memnun ederken yaşlılarca sevilmedi.
Daha fazla devam etmeden önümüzdeki birkaç paragrafta yazacaklarımın bu
kitabın ilk baskısından itibaren olduğu gibi yine çok tartışılacağını ve kabul
görmeyeceğini belirtmeliyim. Çünkü müzisyenler dahil çok az kişi rahatsız edici
(rock) müziğin Komite’nin amaçlarıyla bağlantılarını anlayabilmişlerdir.
Halbuki müziğin iyi ve kötü, mutluluk ve keder, kişisel denetim ve kontrolü
kaybetme üzerinde önemli rol oynadığı tartışılmazdır. Müziğin insan
davranışları üzerindeki derin etkisi Hz. İsa öncesi ve sonrası, ortaçağda,
Rönesans döneminde ve 20. yüzyılda her zaman olmuştur. Müziğin “vahşi canavarı
yatıştırdığı” ve insan karakterini derinden etkilediği insanlık tarihince bilinmektedir.
Antik çağ düşünürlerinden hepsi müziğin insan karakterini ve davranışlarını
etkilediği konusunda hemfikirlerdir. Bu soyut bir kavram değildir. Adorno ve
Tavistock bilim adamları Aristo ve Platon’ca iyice açıklanan müziğin psikolojik
ve sosyal etkilerini değişik formdaki müziklerle insanların fark etmeden
davranış ve düşüncelerine yansıtmayı başarmışlardır. Tavistock’ta bunun teori
ötesi olduğu bilinmektedir. Ayrıca yaşamdaki her şeyin bir titreşim ömrü olduğu
da bilinmektedir. Dolayısı ile titreşim matrislerinin münferit kişiler veya
grupların üzerine empoze edilmeleri mümkündür. Bu konseptten ilhamla Adorno
12-atonal sistem içeren “rock and roll” ve “heavy metal” müziklerini
yaratmıştır. “Sert ve tekrar eden davul ritmi” Moloş Kültü ve Afrika Voodoo
müziklerinde kullanılmakta olup insan beynini uyuşturmaktadır. Tavistock’un
Adorno’un standartlarında çalan bir grup bulma çabaları Hamburg’un genelev
muhiti olan Reeperbahn’daki uyduruk seks kulüplerinde son bulmuştur. Adorno
burada bir kayıt bulur Bu kayıt “Akustik Stüdyo” denilen ve insanların
kendilerini kayıt ettikleri cinsten ucuz bir üründür. Kayıt edilen parça ise Summertime
ismindedir.
Tavistock bu grubu ve kaydı nasıl bulmuştur bilinmez ama grup 1961
yılında değişik kulüplerde değişik isimler altında çalışmaktadır. George
Harrison The Top Ten Club’ta çalarlarken sınır dışı edilmiştir.
Reeperbahn’da grubun çaldığı diğer yerler Kaiserkeller, Indra Club, Star
Club ve Bambi Kino Club’tur. Bu grup bir striptiz kulübünün üstündeki katta
pislik içinde yaşamaktadır. O zamanlar grubun ismi “The Quarrymen”dir. Grup
ismini bir yıl sonra “Johnny and the Moondogs”a değiştirmiştir. Grubun
repertuarı Chuck Berry, Little Richard ve Elvis Presley şarkılarından
oluşmaktadır. Grubun üyeleri Amerika’ya gönderilen “Beatles” haline gelmeden
önce Theo Adorno ve Tavistock tarafından eğitimden geçirilerek
belirlenmişlerdir. Ancak grubun önce yeni bir isme ihtiyacı vardır ve
Adorno’nun müziğini öğrenmesi gereklidir. Adorno Mısır mitolojisi ve sanatın
önemli rolü olan Mısır bokböceğinin ismini “The Beatles” olarak gruba verir.
Mısır bokböceği Antik Mısır’da sihirli iyi ve kötü güçlere sahip bir semboldür.
Böcek Mısır firavunları ve rahiplerince kutsal sayılan bir hayvandır.
“Beatles” grubu üyeleri ilk başta nota okumayı bilmediklerinden kulaktan
dolma müzik yapmaktadırlar. İyice eğitildikten sonra “The Beatles” Adorno’nun
dünya gençliğine özellikle de Amerikan gençliğine açtığı Haçlı Seferinde önemli
rol oynayacaktır. Dünyanın o zaman fark etmediği yeni bir anarşi türünün yayılmaya
başladığıdır. Çünkü Adorno müziğini insan ruhunu aşağılamak üzerine kurmuştur.
Mısır, Hint ve Çin tarihlerinde görüldüğü gibi bu medeniyetlerin çöküşleri
müzik standartlarının düşmesiyle kesin bağlantılıdır. Eski Yunan ve Roma
medeniyetleri en yüksek devirlerini müzikleri temiz ve namuslu standartlarda
kaldığı süreçlerde yaşamışlardır. Antik Yunan’da düşüş devri MÖ 444-429
yıllarına dayanır ki bu Antik Yunan sanat ve müziğinin dejenere olmaya
başladığı yıllardır. Antik Yunan müziğinin kirlenmesiyle diğer sanatlar ve
Antik Yunan medeniyeti de düşüşe geçmiştir.
Adorno bunu iyi bilmektedir ve hayâsız, dejenere 12-atonal sistem ile
bundan kazanç sağlama çabasındadır. Bu sistemde şarkılar sürekli yüksek davul
ritminde ve şarkıcının nota üstü ve altı tonlarda söylediği sözlerden
ibarettirler. Bu çirkin ve yıkıcı müzik türünün milyonlarca genç tarafından
sevilerek dinlenmesini sağlamak Tavistock’taki sosyal bilimcilerin görevi
olmuştur. Yeni müzik kulağa hoş gelememektedir ancak barbar Moloş Kültü ve
Afrika Voodoo ritimleri eklendiğinde “çekici” hale gelmektedir. Antik Yunan
klasik müziğinde olduğu şekilde yeni ortaya çıkan müptezel müzik türü büyük
kitlelerce kabul görerek medeniyetin çöküşünü hızlandırmıştır. Yeni müzik
eskiden saygınlık gören “düzen” yerine “düzensizlik” getirmiştir. MÖ 404
yılındaki kanlı devrimi tetikleyen aslında Antik Yunan müziğindeki devrim
olmuştur. Bu müzik âdeta toplumsal değerlerin yıkılmasında davetiye rolü
oynamıştır.
Antik Yunan’da yaşananlar 1960 ve 1970’lerde dünyayı devrime sürüklemeyi
amaçlayan “Beatles” müziğinin tarihçesi gibidir. Sıradan bir vatandaş için
Beatles’in “Roll over Beethoven” şarkısı sadece eğlenceli bir şarkıdır.
Ancak zorunlu değişimi gözlemleyen kişiler bu şarkıda Tavistock’un önemli
bir mesaj verdiğini anlarlar. Mesaja göre şarkı ve müzik dünyası geri dönülmez
şekilde değiştirilmiştir. Beethoven “rock and roll” tarafından devrilmiştir.
Beatles’in doğuşu üzerine yaptığım çalışmalarda müziklerinin Dionysos ve Moloş
Kült müziklerine eklenen davul ritimlerini fark ettim. Bu adaptasyonda kompleks
davul teknikleri uyumsuz şarkı teknikleriyle desteklenmektedir. Dionysos müziği
Afrika Voodoo davul müziklerinden esinlenmiştir ve tahminen Moloş Kült
müziğinin tekrar eden yapısını taklit etmektedir.
Voodoo davul müziği insan beynini etkileyen kompleks bir tekniği içerir.
Beatles müziği ilk başlarda gençlik üstünde böyle bir etki bırakmasa da
ilerleyen yıllarda insan beynini uyuşturan kompleks hale ulaşmıştır. Voodoo
davul ritmi kendini tekrar eder gibi gözükse de eğitimsiz bir kulağın fark
edemeyeceği şekilde değişir ve bu inanca göre mistik güçlerin daveti bu şekilde
gerçekleşmektedir. Bu kendini sürekli tekrar ederek “mistik güçleri çağırma”
ritüeli 1960, 1970, 1980, 1990 ve 2000’li yılların müziğinde açıkça görülür. Rock
müzik insan beynini sarsar ve uyuşturur. Bu müziğin sürekli bozuk metier’i sol
elle sürekli çalınan davul “sound”unda görülür ve artan temposunun insanın
bilinci ve organlarında yarattığı histerik etki kanıtlanmıştır. İşte tam bu
noktada “rock and roll” ve modern müzik tehlikeli hale gelir. Çünkü
insanoğlunun yaşamdaki dengesini koruyabilmesi için doğasına aykırı ritimlere
uzun süreyle maruz kalmaması gereklidir.
Büyük Rus bilim adamı Prof. Gurvich “titreşim” biliminin babası sayılır
ve gerçeği ilk fark eden kişidir. Laboratuvarında gerçekleştirdiği binlerce
“düşük frekans dalgaları” deneylerinde Gurvich her insanın bir “titreşim
çemberi” olduğunu kanıtlamıştır. Gurvich’in öğrencilerinden Vlail Kaznacheev de
her insanın ritmik bir varlık olduğu keşfetmiştir. İnsan vücudundaki her şey
önceden belirlenmiş bir ritmik haritaya göre işlemektedir. Gurvich insanların
yaşam alanları veya vücutlarına verilecek çok düşük frekanslı elektromanyetik
dalgalarla hasta edilebileceklerini göstermiştir. Adorno’da böyle bir teknoloji
yoktur fakat kendisinin jazz müzikte bulduğunu söylediği düzensiz ancak sürekli
tekrar eden müzik tarzı üzerinde deneyler yapmaktadır. Adorno deneylerinin
bazıları Alman polisinin eline geçtiğinde ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır
çünkü deneylerinin amacı ortaya çıkmıştır. Bu müzik hakkında bazı detaylar 22
Haziran 1922 tarihinde New York American’da yayımlanmıştır:
“Illinois Vigilance Association ’a göre jazz müziğin sinir bozucu ve
cinsellik uyarıcı patolojik etkileri nedeni ile kızlarımızda ahlaki çöküntü
yaşamamız kaçınılmazdır. Sürekli ve tekrar eden yüksek ton ve davul ritmi
yeterli süre içinde herkes de olmasa bile bazı kişilerde şu semptomlara neden
olmaktadır: isyankârlık, efori, umutsuzluk, cinsel uyarılma, atalet.”
Göründüğü kadarıyla halk 1922’de bu konu hakkında yıllar sonra yani Ed
Sullivan ve Tavistock ile Liverpool’daki dostları gençlerin ahlakını bozmaya
karar verdikleri zamandan çok daha fazla haberdardır. Son zamanlarda açıklanan
bilgilere göre Adorno’nun müzik teorisi ve jazz aslında müzik dejenerasyonunda
bir köprü rolü oynamaktadırlar. Tavistock’un ürettiği müziğe “rock and roll”
demesinin nedeni bu müziğin insan beynindeki etkisini göstermesidir. “Rock and
roll” terimi Tavistock tarafından icat edilmiş olup beyinde düzensiz hale
getirilen edilen dalgaların akım tarzını tanımlamaktadır. “Beatles” grubunun
hiçbir üyesi nota okumayı bilmediğinden şarkıları önce kulak dolgunluğu ile
çalmaya başlamışlardır. Başladıklarında gitarlarını sınırlı şekilde
kullanabilen grubun üyelerinin eğitimden geçmeleri gerekmiştir.
Buradan çıkan önemli sonuç Tavistock tarafından yaratılan efsane “The
Beatles” grubunun kendi şarkılarını yazıp bestelemedikleri gerçeğidir. Grubun
lideri John Lennon hiçbir zaman nota okumasını öğrenememiştir. Başlangıçta tüm
“Beatles” şarkıları sözlerinin de yazarı olan Theodor Adorno tarafından
bestelenmiştir. Grubun dağılmasına yakın McCartney ve John Lennon tarafından
yazılan birkaç şarkı sözü dışında bu gruba ait hiçbir beste ve lirik
bulunmamaktadır. Lennon’un Adorno-Tavistock planına karşı başkaldırısı onun
ölümüne neden olmuştur. Bu nedenle bir mikrop gibi olan grup Amerika’ya varana
dek kimse onların bir tek “hit” parçasını dinlememiştir. Hatta kimsenin grubun
Hamburg’daki striptiz kulüpleri ve underground şovlarından haberi yoktur. Ta ki
grup Adorno’un 18 plaklık serisini çalana dek kimse onlardan haberdar değildir.
Her ne kadar 18 albümlük seri, harmoni ve ritim açısından güzel ve grup
“umursamaz” havasıyla şık olsa bile grubun Ed Sullivan, medya ve televizyon kanallarınca
aldığı destek de o kadar şıktır. Bu noktada Sullivan’ın Amerikan gençliğine
oynanan oyunda rol aldığı açıktır.
Daha önce Brzezinski’nin kehanetlerinden söz etmiştim ve şimdi
gözlemlerimi aktarmak istiyorum: Technetronic Dönem kitabının bir
bölümünde Brezezniski sosyal ve enternasyonal barışı zedeleyecek bir
yüzleşmeden bahsetmektedir. Brzezinski’nin aslında bahsettiği dünyanın üstüne
çökecek olan bireyleri kesin gözetleme ve onların faaliyetlerini araştıran
casusluk faaliyetleridir. Brzezinski aslında İngiliz MI6 ajanı George Orwell’in
kitabı 1984’te bahsettiklerini genişletmektedir. 1981 yılında
Sovyetler Birliği dahil tüm ülkeler “300’ler Komitesi Yeni Dünya Düzeni
hazırlıklarında kontrolü almadığı sürece dünyada kaos olacaktır. Kontrol
Komite, küresel planlama ve kriz yönetimi ajanslarınca yapılmalıdır.” diye
uyarılmışlardır. Ben bu bilgileri 1981
yılında elime geçer geçmez yayımladım.
O zamanlar halka duyurduğun başka bir şey de Rusya’nın Tek Dünya
Devleti’ne katılmaya davet edilmesiydi. Ancak Rusya bu daveti kabul etmedi.
Ben bunları 1981 yılında yazdığımda hainler hazırlıklarını neredeyse
tamamlamışlardı. Son 25 yıla baktığımda Komite’nin planlarını ne kadar
gerçekleştirdiğini görüyorum. 1981 yılında yazdıklarım halkımıza alarm
niteliğindeydi ancak şimdi yazdıklarım daha da önemliler çünkü bildiğimiz
kadarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin çözüm sürecinin sonuna
yaklaşmaktayız. Sonsuz finansman olanakları, 500 think tank, 5000 sosyal
bilimci, kontrol altındaki medya, bankacılık ve dünyadaki pek çok hükümet
karşısında hiçbir milletin tek başına başa çıkamayacağı bir problemle yüzleşmek
üzereyiz. Pek çok kere tekrarladığım gibi Amerikalılar şimdiye kadar başlarına
gelen tüm belalardan Rusları ve Komünistleri sorumlu tutmuşlardır. Ama bu doğru
değildir. Amerika için büyük tehdit içimizdeki hainlerden gelmektedir.
Anayasamız bizi içimizdeki düşmana karşı uyarmaktadır. Tüm dünyadaki özgür
insanların baş düşmanı hükümetlerinde yer alan ve 300’ler Komitesi üyeleri olan
kişilerdir. Amerika Birleşik Devletleri bu düşmanlarla yüzleşilerek yenilmeleri
gereken yerdir. Kavgamız dış kaynaklı teröre karşı değil Washington’tan gelen
tehdide karşı olmalıdır. Bizim düşmanlarımızın içimizden birileri olduğunu
görerek onlardan kurtulmamız gerekmektedir yoksa sonumuz Antik Yunan veya
Roma’dan farklı olmayacaktır.
Çoğumuzun bildiği gibi Amerika’da sağ ve sol kanatlar aynı kişilerce
kontrol edilmektedirler. 300’ler Komitesi’nin Amerika’daki önemli ayaklarından
biri olan Colorado Aspen Enstitüsü Arjantin’deki olayları planladı, İran
Şahı’nın devrilmesinde rol oynadı, Yugoslavya’nın bölünmesine katkıda bulundu,
Irak istilasına yardım etti ve Amerika için önemli olan sağ kanat Latin
Amerikan grupları kutuplaştırdı. Latin Amerika ülkeleri bizim sadece savunma
ortaklarımız değil ayrıca Amerikan teknolojik ürünleri ve ağır sanayi makine
ihracatına uygun hale gelen ülkelerdi. İşte Komite’nin düşmanca tavrı buradan
kaynaklanmaktadır. Latin Amerika ülkelerindeki gelişmeyi olumlu göreceği yerde
Komite bunu Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Planlarına aykırı bulmuş ve
Arjantin’i diğer Latin Amerika ülkelerine örnek olsun diye cezalandırmıştır.
Komitenin bu ülkelere mesajı, “Milliyetçiliği, bağımsızlığı ve ulusal
bütünlüğü unutun!” olmuştur.
Bu nedenle pek çok Latin Amerika ülkesi ihracat gelirlerini uyuşturucu
ticaretinden kazanmaya yönelmiştir. Belki de bu hainlerin öteden beri istediği
bir yaklaşımdır. Amerikalılar genelde Meksika’yı hor görürler çünkü bu
Komite’nin Amerikalılardan talebidir. Halbuki bizim Meksika’ya bakış açımızı
değiştirmemiz gerekmektedir. Meksika Amerikan ürünleri için bulunmaz bir
pazardır ve bu pazara açılmak Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’da
milyonlarca yeni iş olanağının yaratılması demektir. Amerikan endüstrisinin
sınırın güneyine taşınarak Meksika’daki düşük işçilik ücretlerinden kâr etmeye
çalışmak iki ülkenin de yararına değildir. Bu durum sadece Olimpos üyelerini
sevindirmektedir. Önceden Meksika nükleer enerji teknolojisini Arjantin’den
sağlamaktaydı. Ancak Falkland Savaşı buna son verdi ve 1986 yılında Roma Kulübü
gelişmekte olan ülkelere nükleer teknoloji transferini önleyeceğini açıkladı.
Nükleer enerji ile üretilen ucuz elektriği kullanan Meksika “Latin Amerika’nın
Almanya’sı” olabilirdi. Ancak bu 1991 yılında Arjantin’in İsrail dışında hiçbir
ülkeye nükleer enerji transferi yapmasına izin vermeyen hainleri sevindirmezdi.
Komite Meksika’nın petrolünü kolayca yağmalamak için bu ülkenin feodal
tarım toplumu olarak kalmasını tercih etti. İstikrarlı ve zengin bir Meksika
Amerika Birleşik Devletleri için ucuz işçiliğin ve kötü çalışma koşullarının
bulunduğu bir komşu değil eşit ticari ortak olabilirdi. Ülkemizi politikacılar
yerine devlet adamları yönetseydi Meksika’yı çaresizlik içine sürükleyecek olan
Yeni Dünya Düzeni planlarını kolaylıkla durdurabilirdik. Roma Kulübü’nün
Meksika planlarını suya düşürseydik Komite’ye ölümcül bir darbe vurmuş
olacaktık. Pek çok yan kuruluşu olan Komite her zaman Beyaz Saray’a kendini
adamını yerleştirmiş veya haddini aşan başkanları yola getirmiştir. Bunlardan
biri de Başkan Reagan’dır. Reagan’ın seçim zaferi üzerine Heritage
Foundation’dan Stuart Butler şöyle demektedir: “1980 yılında Muhafazakâr Sağ
kazandığını sanıyordu ancak kaybetti.” Gördüğünüz gibi seçmenlerin “sağ ve
sol” kanatlar gibi terimler kullanılarak kafaları karıştırılmaktadır. Butler
aslında şunu söylemektedir; kazandığını sanan sağ-kesim Reagan yönetimindeki
tüm önemli pozisyonların sosyalist Fabian Örgütü üyelerince alındığını
bilmemektedir. Bu kişiler Reagan’a Heritage Foundation tarafından tavsiye edilmişlerdir.
Butler ayrıca Heritage’in sağ-kanat fikirlerini radikal sol ideolojiyi
Amerika’ya empoze etmekte maske olarak kullandığını söylemektedir. Bunlar 1980
seçimleri esnasında Heritage Foundation’un başında olan ve Fabian Örgütü üyesi
Sir Peter Vickers Hall’un bahsettiği radikal fikirlerdir. Muhafazakâr bir
think-tank kurumunu yöneten Sir Peter Vickers Hall sosyalist Fabian olarak
kalmaya devam etmiştir. Vickers silah sanayine sahip bir İngiliz aileden gelen
bir kişi olarak mevki ve güç sahibidir. Vickers ailesi Senato ve halkın karşı
durmasına rağmen Amerika’yı II. Dünya Savaşı’na teşvik eden İngiltere elit
tabakasına aittir.
Savaş Sanayi Kurulu Başkan Wilson tarafından kurularak başına Wall Street
spekülatörü Bernard Baruch getirilmiştir. Bu kurulda Prescott Bush’un babası
Samuel Bush da vardır ve I. Dünya Savaşı süresince her iki tarafa da silah
satmış, Hitler’in yükselişine yardım etmiştir. Vickers’ın resmi maskesi onu
University of California Urban and Regional Development Institute çalışanı
olarak saklamaktadır. Vickers İngiliz İşçi Partisi lideri ve 300’ler Komitesi
üyesi Anthony Wedgwood Benn ile yakın dosttur. Bu iki adam dünyanın bir
numaralı beyin yıkama makinesi olan Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nde
yer almışlardır. Sir Vickers Tavistock’ın aldığı eğitim, etkili konuşma tarzına
yansıtmıştır. Aşağıdaki örneğe bir bakın:
“İki Amerika vardır. Bunlardan biri 19. yüzyıl ağır sanayi toplumu.
Diğeri ise post endüstriyel Amerikan toplumudur. Post endüstriyel toplum bazı
hallerde eski Amerika’yı temel taşı olarak kullanmıştır. Bu iki Amerika’nın
çarpışmaları önümüzdeki yıllarda sosyal ve ekonomik felaketlere neden
olacaktır. Bu iki Amerika kesinlikle birbirlerine karşıdırlar ve bir arada
yaşayamazlar. Sonuçta post endüstriyel Amerika’nın diğerinin başını ezerek yok
etmesi gereklidir. ”
Unutmayınız ki bu konuşma 1981 yılında yapılmıştır ve şu anki ekonomimiz
ve endüstrimize baktığımızda Sir Peter’in öngörüsünün ne kadar haklı olduğunu
görmekteyiz. Çünkü Eski Düzen (Cumhuriyetçi Anayasal Amerikan yönetim sistemi)
Yeni Dünya Düzeni tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır. Amerika sistemini
değiştirecek veya Tek Dünya Devleti tarafından yok edilecektir. Burada durup
radikal Yeni Sağ’ın 300’ler Komitesi üyesi George Herbert Walker Bush zamanında
Beyaz Saray’a yerleştiğini vurgulayalım. Bush tarafından yönetilen Cumhuriyetçi
Savaş Partisi Lincoln tarafından oturtulan prensipler çerçevesinde Amerikan
Anayasası’nı çiğneyerek Irak’la savaşa tutuşmuştur. Şimdi Sir Peter’in samimi
söylevine geri dönelim:
“Ekonomi bozuldukça bu (demoralizasyon süreci) Amerika Birleşik
Devletleri’nde gerçekleşecektir. Bu (süreç) halkın zor kararlar alması için
gereklidir. Gelecek planları yapılmadığı veya sürecin gelişimine engel olunduğu
takdirde hayal bile edemeyeceğimiz sosyal kaos ortaya çıkacaktır. Kentsel
Amerika’nın geleceği bulanıktır. Daha küçük kentler için kurtuluş umudu vardır
ancak sonuçta kentlerin küçülüp, sanayi üretiminin azalması gereklidir. Bu da
sosyal gerilimi arttıracaktır. ”
İleriki yıllarda Zbigniew Brzezinski bu İngiliz soyluya Yeni Amerika için
yol haritası hazırlamakla görevlendirilmiştir. Sir Peter Vickers Hall kâhin
midir? Güçlü bir sihirbaz mıdır? Yoksa şansı yaver giden bir şarlatan mıdır?
Bunların tabii ki hiçbiri doğru değildir. Sir Peter’in yaptığı sadece
Komite-Roma Kulübü tarafından hazırlanmış olan dünyanın endüstriyel lideri
Amerika Birleşik Devletleri’ni öldürme planını okumaktır. Sir Peter’in
öngörülerini takip eden 25 yıla baktığımızda endüstriyel Amerika Birleşik
Devletleri’ni yok etme planlarının son kelimesine kadar oldu bittiye
getirildiğini görebiliriz. Burada şunu belirtmek isterim ki Sir Peter Vickers
Hall’un kayınpederi Başkan Reagan’a verilen 3000 sayfalık tavsiye belgesinin
kaynağı olan Stanford araştırması “İnsanın Değişen İmajı” da çalışmıştır.
Kıdemli bir MI6 yetkilisi olarak Sir Peter Vickers Hall Heritage Foundation’a
pek çok önemli bilgiyi önceden verme kapasitesindedir. 300’ler Komitesi ve NATO
yönetimi üyesi olan Sir Peter Vickers Hall NATO’nun Roma Kulübü’ne Amerikan
halkının isteklerini tersyüz edecek geniş kapsamlı bir sosyal proje hazırlama
görevini vermesini sağlamıştır. Tavistock yönetimi altındaki Roma Kulübü bu
görevi Stanford Research Institute (SRI)’a havale ederek sadece Amerika değil
tüm NATO ve OECD üyesi ülkeler için bu sosyal projenin hazırlanmasını talep
etmiştir.
Diğer önemli oyuncular 10 Aralık 1980 tarihinde Washington’daki Roma
Kulübü toplantısına katılan William F. Buckley Jr, Hoover Enstitüsü’nden Milton
Friedman ve Etienne D’Avignon’dur. Toplantı Amerikan ekonomisini
istikrarsızlaştırmak üzerine yapılmıştır. 300’ler Komitesi üyesi Etienne
Davignon Amerikan çelik endüstrisini çökertmekle görevlendirilmiştir. Son otuz
yılda işlerini kaybeden ve halen iş bulamayan yüz binlerce eğitimli tersane ve
çelik sanayi işçisi Davignon ismini hiç duymamıştır. Bazı gerçekler Nisan 1981
tarihli World Economic Review’da açıklanmışlardır. Özellikle 10 Aralık
1980 tarihinde Francois Mitterand’ın yaptığı konuşma dikkatimi çekmişti.
Okuyucuların “Mitterand nerden çıktı şimdi? O eskilerde kaldı.” dediklerini
duyabiliyorum ancak o gün olanın bugün için büyük önem taşıdığına inanmaktayım.
Fransa uzun süre önce Mitterand’ı unutmuştu ancak önemli bir bilgi kaynağım
Mitterand’ın birileri tarafından tekrardan zirveye hazırlandığını bildirmekteydi.
Dolayısı ile Mitterand’ın aşağıda söyledikleri çok önemliydiler:
“Endüstriyel kapitalist gelişim özgürlüğün karşıtıdır. Buna bir son
vermeliyiz. 20. ve 21. yüzyılın ekonomik sistemleri insanları ezmek üzerine
kurulmuşlardır. Nükleer enerji şimdiden korkunç sonuçlar doğurmaktadır. ”
Mitterand’ın Elysee Sarayı’na geri dönüşü 300’ler Komitesi’nin büyük
zaferidir. Bu olay Komite’nin halkın siyasi tercihleri ve ulusal sınırları hiçe
sayarak istediği değişiklikleri muhalefete aldırmadan ve her türlü yöntemi
kullanarak gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Daha birkaç gün öncesine
kadar Paris’in güç odaklarından yüz bulamayan Mitterand’ın zaferi aslında
ilerleyen Yeni Dünya Düzeni planının zaferidir. Tavistock’ta geçirdiği süre
sonunda Walter Lippmann Amerika’ya döner ve yukarıda anlatılan Marksist
komploları planlar. Amacı işçi takımını kendi deyimiyle “kapitalist sınıf” ile
kapıştırmaktır. Lippman’ın projesi Komitenin eğitim siyasetine ülkenin her
yerinde türeyen kurumlarıyla girişini sağlamaktadır. Lippman İngiliz ve
Amerikan devletleri arası “özel ilişkiyi” teşvik eden kişilerin başında
gelmektedir.
Bu “özel ilişkiye” en güzel örnek Kore Savaşı’nda yaşanmıştır. Yalu
Nehri’ni geçmeye hazırlanan Çin ordusunun ikmal merkezlerini vurmayı planlayan
General Douglas MacArthur Başkan Harry Truman’a saldırı planlarını bildirir.
Bu bildirim sosyalistlerce yönetilen Dışişleri
Bakanlığı’nda panik yaratır ve Başkan Blair House’da toplantıya çağrılır.
Burada 300’ler Komitesi yöneticilerinden Dean Rusk kontrolü ele alarak Başkana
MacArthur planını reddetmesi bildirilir
Bu toplantıda olan bir yöneticinin aktardıklarına göre Acheson görüşmede
İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki “özel ilişkiye” vurgu
yapmıştır. Acheson toplantıda Amerikan silahlı kuvvetlerinin Yalu Nehri’nin
Mançurya kısmında kalan Çin kuvvetlerine saldırması için İngiltere’nin onayını
alması gerektiğini bildirmiştir. Ve İngiltere Kore Savaşı’nı bitireceği gibi
Çin’in ileride dünyada önemli bir silahlı güç olmasını önleyecek MacArthur planına
onayı yoktur. Yüzyıllardır süren afyon siyasetinin devamı olarak İngiltere,
Çin’e yaptığı uyuşturucu ticaretini korumaktadır. Churchill ve Lord Halifax
tarafından vurgulanan “özel ilişki” bu temel üzerinden kurulmuştur. Bu “özel
ilişki” nedeni ile milyonlarca insan II. Dünya Savaşı, Kore ve Vietnam’da
yaşamlarını yitirmişlerdir. Irak’taki “Körfez Savaşında” da bu ilişki
kullanılmış Amerikan askerleri Kraliçe Elizabeth’in ailesinin büyük sermayedarı
olduğu ve 300’ler Komitesi’nin amiral gemilerinden British Petroleum (BP)’u
korumak için canlarını feda etmişlerdir.
1938 yılından itibaren bu özel yapı dışından hiçbir istihbarat
faaliyetine izin verilmemiştir. Interpol’ün de içinde olduğu bu özel yapı
Komite’nin dünyadaki olayları ister halk ayaklanmaları isterse CIA kanalıyla
devlet başkanlarının devrilmeleri olsun kolayca kontrol etmesini sağlamaktadır.
Bunlar “Olimpos” kurulundaki kişilerin gündelik işleri içindedirler. Bu
adamların kolayca harekete geçireceği uzmanlar da her zaman hazırdırlar.
Örneğin Bernard Levin Amerika’da bilinmeyen bir kişidir. Levin “Pop starlar”
veya uyduruk “Discovery Channel” bilim adamları gibi televizyonda boy
göstermez. Roma Kulübü adına Amerika’da çalışan yüzlerce uzman arasında Levin
İran, Filipinler, Güney Afrika, Nikaragua, Güney Kore ve Sırbistan’da oynadığı
önemli roller açısından diğerlerinden daha önemlidir.
İran Şahı’nın devrilmesi sürecinde kullanılan plan Bernard Levin, Richard
Falk tarafından hazırlanmış ve Amerika’daki 300’ler Komite Merkezi olarak
bilinen Robert Andersen’in Aspen Enstitüsü’nce kontrol edilmiştir. Levin,
300’ler Komitesi’nce yayımlanan, halkın ve liderlerin moralini bozarak yıkma yöntemlerinin
anlatıldığı Time Perspective and Morale isimli kitabın yazarıdır.
Aşağıda kitabın sunduğu yol haritasından kısa
bir paragraf verilmektedir:
“İnsanların moralini terör stratejisiyle yıkmada kullanılacak önemli
bir taktik şöyle açıklanabilir: Kişinin ne durumda olduğu ve beklentileri
konularında muğlâk hale getirin. Sonra şiddet içeren cezalandırmalar ve çözüm
içeren vaatler ve tutarsız habercilik uygulamalarıyla kişinin bulunduğu durumu
iyice bilinmez hale sokun. Bu noktada kişi kendisine önerilen planların ve
sunulan vaatlerin kendi yararına veya zararına olacağı konusunda şüpheye
düşecektir. Bunu başardığınızda planları, amaçları olan ve bunlar için risk
alabilecek kişiler bile ne yapılması konusunda hissettiği içsel karmaşa nedeni
ile paralize olacaktır. ”
Roma Kulübü’nün bu yol haritası ülke liderleri, hükümetleri ve halkı için
geçerlidir. Örneğin Amerika’da biz “Burası Amerika, burada böyle şeyler
olamaz!” diyebiliriz. Sizi temin ederim ki “böyle şeyler” ülkemizde fazlasıyla
olmaktadır. 300’ler Komitesi kararlarına ters düşen hiç kimse onun
misillemesinden kurtulamaz. Levin-Roma Kulübü planı hepimizi demoralize ederek
karmaşık ruh haline sokmak ve önümüze konan her yol haritasını sorgulamadan
kabul etmek durumuna getirmiştir. Amerikan halkı Roma Kulübü emirlerini bir
koyun sürüsü gibi takip etmektedir. Bir anda ortaya devleti kurtarma
planlarıyla çıkan tüm güçlü liderlerden şüphelenmemiz gereklidir.
Humeyni’nin özellikle
Paris’teki sürgün yıllarında İngiliz istihbarat örgütünce eğitildiği ve
iktidara hazırlandığı bilinmektedir ve daha sonra Humeyni İran’a bir kurtarıcı
olarak sunulmuştur. Pek çok okur Humeyni’nin Afganistan kökenli olup babasının
yıllarca İngiliz istihbarat örgütü MI6’te çalıştığını bilmez. Rusya’ya
kurtarıcı olarak sunulan Kerensky de İngiliz çıkarlarını gözetmiştir. Ha keza
Güney Afrika’da John Voster ve F. W. de Klerk İngiltere adına halklarına büyük
ihanetlerde bulunmuşlardır.
Uzun yıllardır sürdürdüğüm araştırmalarım sonucunda dünya tarihinde en
kandırılmış milletin Amerikan halkı olduğu kanısına vardım. 47 yıldır uygulanan
“yumuşatma” politikalarıyla Amerikan halkı artık 300’ler Komitesi’nin Yeni
Dünya Düzeni planını kabul edecek hale getirilmiştir. Etrafınızda olan
bitenlere baktığınızda 300’ler Komitesi’nin neredeyse tüm hedeflerine
ulaştığını görmüyor musunuz? Amerikan halkının nasıl demoralize olduğunu
görmemiz için çevremizdekilere bakmamız yeterlidir. Tarihimizde devletimizin
çöküş sürecinde olduğunu kabul ettiğimiz başka bir dönem var mıdır? Kırk yıldır
sürdürdüğüm araştırmalarıma göre Amerika üzerinde oynanan oyun 1861 İç Savaşı
ile başlamıştır. Ben bu savaşa “Eyaletler arası savaş” demeyi daha uygun
görmekteyim. Bu korkunç olay hakkında üretilen mit ve yalanlar gerçekleri
görmemizi engellemektedirler.
300’ler Komitesi ve onun önemli ajanları olan Rothschild’ler ve diğer
yardakçıları olmasaydı Amerika’da iç savaş çıkmazdı. Bu savaş Avrupa’nın maddi
gücünü temsil eden 300’ler Komitesi ve genç Amerikan halkı arasında özellikle
çıkarılmıştır. Bu savaş büyük potansiyele sahip Amerikan topraklarını kimin
ekonomik ve siyasi olarak yöneteceği konularındaki bir güç mücadelesidir. Bu
tarihi olaydaki karmaşa kimin savaştan daha fazla etkilendiği konusunda net bir
ayrım yapılamamasından kaynaklanmaktadır.
Örneğin Abraham Lincoln’un eşinin üç kardeşi ve Thomas Jefferson, George
W. Randolph gibi kişilerin torunları bu savaşta Güney Konfederasyon Ordusu
saflarında çarpışmışlardır. Güney eyaletlerine açılması gerek savaşın ateşli
savunucularından Thaddeus Stevens daha sonra kendi eyaleti Pensilvanya’ya
iltica eden özgürleştirilmiş zenci kölelere seçme hakkı tanımamıştır.
1847 yılında yaptığı Kongre konuşmasında Abraham Lincoln Güney
eyaletlerinin birleşik devletlerden ayrılma hakları olduğunu savunmuştur:
“Herkes kurulu devletten ayrılabilir ve kendisine daha uygun olan bir
devlet kurabilir. ”
Ancak kısa süre sonra birlikten ayrılmak isteyen Güney eyaletlerine
açtığı savaştan sorumlu tutulacaktır. Daha da kötüsü Lincoln siyasi aldatmacaya
başvurarak birlikten ayrılmak isteyen eyaletleri “isyancılar” olarak
nitelemiştir. Bu konuda yazacak çok daha fazla şey olmasına karşın bu kitap
Amerikan İç Savaşı üzerine yazılmamış olup odak noktamızı saptırmak
istemiyorum. Lincoln’ün “isyancılar” nitelendirmesini kullanmasının nedeni
milis güçleri harekete geçirmektir. Anayasamıza göre isyan bu güçleri harekete
geçirmeye yarayan üç geçerli koşuldan biridir. Bu savaştaki anormalliklerden
başka biri Tom Amcanın Kulübesi isimli eserin yazarı Harriet Beecher
Stowe’un Florida’ya yerleşerek eğitimsiz zencilere verilecek seçme hakkının
tehlikeleri konusunda propaganda yapması olmuştur.
Bugün siyasi olarak doğru olmakla beraber Kuzey’in zenci hakları
koruyucusu olduğunu söylemek tarihi açıdan yanlıştır. Hollywood sayesinde Kuzey
tarihi filmlerle zenci hakları savunucusu olarak yıllardır tanıtılmaktadır.
İşin gerçeği o zamanlar Güney eyaletleri tarım bölgeleri olup köle işçiliğe ihtiyaç
duymaktadırlar. Bugün Kaliforniya ve Florida’da Meksikalı kaçak işçiler de köle
gibi çalıştırılmaktadırlar.
1860 yılında Kuzey endüstriyelleşmiş bir bölgedir ve köle işçiliğe
gereksinimi yoktur. Ancak pek çok önemli Kuzeylinin köleleri bulunmaktadır.
Örneğin General General Ulysses Grant pek çok köleye sahiptir, Lincoln’nun eşi
babasından miras kalan kölelerin satışından büyük servet edinmiştir. Washington
DC’de kölelik barıştan bir yıl sonrasına kadar kaldırılmamıştır. Güya Güney
eyaletlerinde kölelik 30 Ağustos 1861 tarihinde General Fremont’un Missouri’ye
savaş açması ve sıkıyönetim ilan etmesiyle kaldırılmıştır. Ancak bu
özgürleştirme hareketi çok uzun sürmemiştir çünkü Lincoln kısa süre sonra
Fremont’un emrini yürürlükten kaldırmıştır. Savaş sonrası zencilere seçme şansı
verilmesi konusunda yapılan referandumda 7.369 karşı oya karşı sadece 36 evet
oyu çıkmıştır. Lincoln Birlik Ordusu için sınır eyaletlerinden asker
istediğinde Bayan Lincoln’ün eyaleti olan Kentucky’nin valisi aşağıdaki şekilde
yanıt vermiştir:
“Kentucky kardeş Güney eyaletlerini yok etmeye çalışan silahlı
kuvvetlere asker vermeyecektir. ”
Ağustos 1862’de Frederick Douglas ile yaptığı tartışmada kendisine neden
binlerce Kuzeyli köleyi özgürleştirmediği sorulduğunda Lincoln “Bu, anayasa
dışı olduğu için yapmadım.” diye yanıt vermiştir. Halbuki bu doğru değildir,
özgürleştirme hareketi ile Lincoln aslında Güneyli kölelerin sahiplerine karşı
isyan etmelerini ummuştur. Ancak bu ayaklanma hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.
Lincoln bu sonucu önceden görebilse vatan hainliğini gerçekleştirmek için 1
Ocak 1863 yılın beklemez ve önceden köleliği kaldırırdı.
Köleliğin 1 Ocak 1863 tarihinde kaldırılmasından sonra
radikal Cumhuriyetçileri şaşırtan şeyler olmuştur. Örneğin yüzlerce Birlik
Ordusu subayı ve binlerce asker ordudan ayrılarak bu kararı protesto
etmişlerdir. Bunun nedeni Birlik Ordusu’nda bulunan köle sahiplerinin sayısının
315.000 olmasıdır. (Güney Ordusu’nda köle sahibi olan asker sayısı
200.000’dir). Birlik ordusundaki köle sahipleri köleliğin kaldırılmasını
istemeyerek ordudan ayrılmışlardır. Burada verdiğim sayılarla tarihi gerçekleri
göstermek istemekteyim. Yani savaşın köleliğin kaldırması için yapılmadığını
söylemekteyim.
25 Temmuz 1861 tarihinde Kongre savaşın amacının köleliği kaldırmak değil
birliği korumak olduğu konusunda karar almıştır. 15 Haziran 1864 tarihinde
yapılan Kongre toplantısında Birlik Ordusu’nca işgal edilen Güney eyaleti
temsilcileri bulunmamasına karşın köleliğin kaldırılması konusunda yapılan
teklif çoğunluk tarafından reddedilmiştir. Pek çok savaş gibi 1861 Amerikan İç
Savaşı da 300’ler Komitesi ve onun Amerika’daki uzantılarınca kendi çıkarları
için başlatılmıştır. Bu grupların başında bankacılık hanedanı Rothschild ailesi
bulunmaktadır. Bu tarih ayrıca Amerika’da gücün başkanlık makamınca savaş için
gasp edildiği tarihtir. Amerikan başkanlarınca kullanılan yetki gaspı 1861
savaşıyla başlamış ve artarak devam etmiştir. Lincoln sonrası başkanlar
anayasaya aykırı olarak gerçekleştirdikleri yetki gasplarını anayasa ortadan
kalkacak hale gelene kadar sürdürmüşlerdir.
Enternasyonal sosyalist Başkan Theodore Roosevelt anayasal olarak sahip
olmadığı hak ve yetkileri utanmaz ve hayâsızca kullanan başkanlardandır.
Roosevelt 1000’den fazla anayasa dışı emre imza atmıştır. Yetkinin kötü
kullanımı Woodrow Wilson’un başkanlığı sırasında daha da korkunç hale
gelmiştir. Bu durumda artık başkanın anayasa dışı yaptığı kanunları Kongre
noter gibi onaylamaktadır. 1861 Amerikan İç Savaşı yaralarının çoğu kapansa da
anayasal yaralar hâlâ açıktırlar. Bence İç Savaş’ın en büyük ve en korkunç
etkisi anayasa üzerinde mevcuttur.
Bu durum Fabian Örgütü’nün Amerikan eyalet ve federal anayasalarının Tek
Dünya Devleti kurulmadan önce kaldırılması gerektiğini belirten planlarına
uygundur. Propaganda amaçlı binlerce Hollywood senaryosuna göre İç Savaş
köleliğin kaldırılması amacıyla yaşanmıştır. Ancak Lincoln anayasal olarak
köleliği kaldırma yetkisine sahip değildir çünkü o zamanlar köleler özel mülkiyet
sayılmaktadırlar. Bu savaşta köle sahibi olup kölelik kurumunun çok kötü
olduğuna inanan kişiler de vardır. Güney aslında köleliği kaldırma noktasına
savaş öncesi gelmiştir. Güneyli büyük toprak sahipleri köleliğin ahlaki
olmayışı yanında köle işçiliğin ekonomik olmadığı konusunda da hemfikirdirler.
Yani kölelik ekonomik veya ahlaki nedenlerle zaten kaldırılmak üzeredir. Ancak
uluslararası entrikacılar köleliği kaldırma zaferini başkalarına kaptırmak
istememektedirler. Daha önce belirttiğim gibi 1861 İç Savaşı 300’ler
Komitesi’nin kapitalistleri ve onların entrikacıları tarafından çıkartılmıştır.
Bu savaş onlar için olması gereken bir olaydır. 31 Ocak 1866 tarihli
Congressional Globe 546-548. sayfalarında bu olaya ışık tutmaktadır:
“Kongrenin eyaletlere ve eyaletlerin birbirlerinin haklarına saygı duymaları
halinde bu savaş yaşanmayabilirdi. Bu savaş “ilk kurşun” terimini çok sıkça
duymaktayız. Bu ilk kurşun isyancılar tarafından Fort Sumter’da veya Virginyalı
John Brown tarafından atılmamıştır. Bu kurşun Amerikan Kongresi’nin kölelik
konusunda yetki gaspına giren Missouri Uzlaşması tarafından atılmıştır. Halbuki
kölelik her eyaletin iç meselesidir ve o eyaletin insanlarınca
düzenlenmelidir... ”
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yozlaşma Güney eyaletlerinin birlikten
ayrılma haklarının tanınmaması, mülkiyet haklarının ihlali ve Lincoln’ce
kaldırılan “habeas corpus ” kuralı gibi ihlallerle başlamıştır. Bu
anayasa ihlallerinden başka biri başkan Woodrow Wilson’un halkın % 87 karşı
çıkmasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri’ni I. Dünya Savaşı’na sokmasıdır.
Burada da Komite’nin entrikaları ve gizli planları Amerikan Anayasası ve
halkının önüne geçmiştir. II. Dünya Savaşı Wilson zamanında Amerika’yı yöneten
gizli güçlerce I. Dünya Savaşı’nın bitimini takiben planlanmaya başlanmıştır.
Bu süreçte en dirayetli ve isabetli eleştirileri yapanların başında senatör
Schell gelmektedir. Senatoda yaptığı konuşmada senatör aşağıdakileri
söylemektedir:
“Wilson’dan başlamak üzere Amerika’yı Avrupa seviyesine çekme çabaları
devam etmektedir. Wilson zamanında bizi savaşa sokarak mahveden kadrolar yine
işbaşındalar. Başkanın iktidara geldikten sonraki ilk “önemli deneyimi”
yetkisini normalde kullanamayacağı bir şeyi gerçekleştirmek için neden aramak
olmuştur. Florence Kelly’nin sosyalist Fabian Örgütü yayınlarından “Yeni Düzen”
isimli eseri kendisine hediye etmesi başkan için bir dönüm noktasıdır. Aslında
eski başkanlardan Wilson gibi Roosevelt’in de başında savaş belası yoktur.
Wilson kendi savaşını demokrasi-depresyona karşı olan savaş ismi altında kendi
icat etmiştir. Şimdi I. Dünya Savaşı’nda demokrasi için verilen mücadelenin
sonuçları olan diktatörleri görmekteyiz. Başkanın insanların kendisinin yetki
gaspı karşısındaki protestolarını susturmak için yasal bir güce ihtiyacı
vardır. ”
(Bu Lincoln’nun İç Savaş’ta, Başkan Herbert Walker
Bush ve oğlu başkan George W. Bush’un Irak Savaşında yaptıklarının aynısıdır.)
“Dolayısı ile Başkan Başsavcılığa davranışlarına
yasal bir dayanak bulma görevini vermiştir. Başsavcı Wilson zamanında kabul
edilen ve ülkedeki tüm bankaların kapatılmasına neden olan amacı dünyaya
demokrasi getirmek olan bir yasa ile gerçekleştirmiştir. Bankaların kapanması
ile halkın morali dibe vurmuş ve halkın cesareti, kendine olan güveni elinden
alınmıştır. ”
Gerçekten de Amerika kendisine yarar sağlamayacak nedenlerle
bu savaşa girmiştir. Amerikan İç Savaşı’ndan neredeyse yüz yıl önce 1787’de
ünlü Fransız düşünür ve yazarı olan Robert Jacques Turgot Amerikan Devrimi
hakkında aşağıdaki paragrafı da kapsayan uzun bir yorum yazmıştır:
“Bu insanların ellerindeki yüksek refah
kapasitesini kullanmalarını dilememek mümkün değildir. Bu insanlar dünya için
bir umutturlar. Bunlar dünyadaki diğer insanlara model olabilecek insanlardır.
Bu insanlar kamu yararı adı altında insanları köleleştiren tiran ve
diktatörlerden kurtulma şansına sahiptirler ve insanların aynı anda özgür ve
huzurlu olabileceklerini ispat edebilecek durumdadırlar. Bu insanlar siyasi,
dini, ticari ve endüstriyel özgürlüklerin sembolleri olabilirler. Bu insanların
baskı altında yaşayan diğer halklara açtıkları sığınma alanı dünyayı
rahatlatmalıdır. Baskı altında inleyen halkların baskıcı yönetimlerden
kaçabilme şansları gücü elinde bulunduran aristokratlar ve diktatörleri daha
adil ve duyarlı olmaya zorlayacaktır. Dünya sonunda politikacılar tarafından şimdiye
kadar uğratıldığı ihaneti görecek hale
gelecektir.
İşte bize verilen bu değer biçilemez nimet ve şanslı tarihimiz Tek Dünya
Devleti adı altında devletlerin bir şemsiye altında toplanmasıyla yok edilmeye
çalışılmaktadır. Tek Dünya Devleti kavramı Londra’da sosyalist Fabian Örgütüyle
yakın ilişkiler içinde olan “İlerici” hareket tarafından tezgâhlanmıştır.
Fabian Örgütü kurucusu Sydney Webb ve karısı Beatrice yazdıkları Sosyalizmin
Dört Sütunu isimli eserde Tek Dünya Devleti kavramı içinde enternasyonal sosyalizmin
geleceğini tanımlamaktadırlar. Üretimde rekabetin yok edilmesini isteyen
kitapta ayrıca sınırsız vergilendirme, geniş tabanlı sosyal güvenlik sistemi,
özel mülkiyetin kaldırılması ve Tek Dünya Devleti hedefleri vurgulanmaktadır.
300’ler Komitesi’nin öncülerinden Lord Bertrand Russell Sydney ve
Beatrice Webb’in faaliyetlerini Komite’ye derhal bildirmiştir. Sosyalizmi
İngiltere’ye taşıyacak bu kişileri aslında Russell küçük görmüştür ve Sydney’i
Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevinden attırmıştır. Bu kişilerin amaçları 1848
yılında Karl Marks tarafından Komünist Manifesto’da belirtilen prensiplerden
farklı değildir. Farklar içerikten çok uygulama tarzlarında görülmektedirler.
300’ler Komitesi daha sonra British East India Company isminde faaliyet gösterecek
olan East India Co.’yu ele geçirmiştir ve amacı Tek Dünya Devleti’dir.1861
yılında baş gösteren Amerikan İç Savaşı Yeni Dünya Düzeni ve feodal toplumsal
yapı için büyük bir adımdır.
Şimdi filmi hızla, “rock and roll” müzik, uyuşturucu kullanımı, korku
filmleri, pornografi, özgür seks, homoseksüellik ve lezbiyenliğin kabulü, aile
yapısının çökertilmesi ve milyonlarca doğmamış bebeğin anneleri tarafından
kürtaj yöntemiyle öldürülmelerinin normal olduğu çağımıza saralım. Dünya
tarihinde kürtaj kadar can alan bir soykırım olmuş mudur? Ahlaki olarak
çökertilen, endüstriyel tabanı yok edilen, 40 milyon işsizin bulunduğu, büyük
şehirleri âdeta suç batağına dönüşmüş, dünyadaki diğer ülkelerden üç kat fazla
cinayetin işlendiği, 4 milyon evsizin insanın sokaklarda yaşadığı ve dünyadaki
en büyük hapishane nüfusuna sahip Amerika Birleşik Devletleri’nin Tek Dünya
Devleti ve temsil ettiği karanlık çağa düşmeyeceğini kim söyleyebilir?
Eisenhower yönetimi ve Douglas Dillon sayesinde son iki yüzyıldır deniz
gücümüzü yabancı ülkelere kaptırmış durumdayız. Dillon Dillon Reed isimli
kuruluştan gelen bir Wall Street bankeridir. Bu kuruluşun yöneticileri Demokrat
ve Cumhuriyetçi Partilerde hep en üst düzey görevlerde bulunmuşlardır.
Dillon’un her iki parti ile harmoni içinde oluşu seçmenlerin Beyaz Saray’a kimi
seçerlerse seçsinler sonucun değişmeyeceğinin en önemli göstergesidir. Dillon
başkan Wilson’dan sonra Amerikan ticari yaşamına en büyük zararı veren Komite
hizmetkârıdır. Sosyalist Başkanlarımız Wilson, Roosevelt ve Clinton endüstriyel
gücümüzden geri kalanı yok etmeye çalışmışlardır. Hatta Clinton, Newt Gingrich
gibi Cumhuriyetçiler tarafından Temsilciler Meclisi’nde Tek Dünya Devleti
konusunda desteklenmiştir.
Zaman değişmez, zaman değiştirilir. Dolayısı ile “zaman değişiyor”
yalanına sakın inanmayınız. Komite ve Roma Kulübü isimli örgütlerin tamamen
Avrupa kurumları olduğuna da inanmamalıyız. Roma Kulübü’nün Amerika’daki
faaliyetleri çok geniş olup Washington DC’de şubesi bulunmaktadır. Bu kurumun
gücünü 132 Cumhuriyetçinin Bush-Clinton ittifakınca ortaya atılan NAFTA-GATT ve
Dünya Ticaret Örgütü kanunlarında verdikleri destekten görmekteyiz. Roma
Kulübü’nün Amerika’daki lideri eski senatör Claiborne Pell olup diğer önemli
üyeleri Richard Cheney, senatör Alan Simpson, senatör Olympia Snow ve senatör
John Forbes Kerry’dir. (Şimdiki Amerikan Dışişleri Bakanı.)
John Kerry Vaka Çalışması
Senatör John Forbes Kerry’nin siyasi yaşamı 300’ler Komitesi’nin gücü
hakkında tam bir vaka çalışmasıdır. Kerry Çin ve Boston’daki John Murray Forbes
ailesinin üyesidir. Bu aile armatörlük yaparak özellikle British East India
Company’nin Çin Afyon Savaşı sürecinde afyon ticaretinden büyük servet
edinmiştir.
Fransa’da doğan John Murray Forbes amcası T. H. Perkins’in tavsiyeleri
üzerine Çin afyon ticaretine girmiştir. Robert Bennet Forbes’in önemli rol
oynadığı Çin Afyon Savaşları sonrası aile afyon ticareti ile uğraşan firmasını
Robert Forbes tarafından yönetilen Russell Co. isimli denizcilik firmasına
devretmiştir. Russell ve Forbes daha sonraları Yale Üniversitesi’nin finansal
sponsorlarından olmuşlardır. Bu kişiler daha sonra zengin Russell ailesinden
William H. Russell ile birlikte Yale Üniversitesi Kafatası ve Kemikler
Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Forbes ailesinden bazıları Çin afyon ticaretiyle
uğraşan firmalarını devrettikten sonra 19. yüzyılın önemli yatırımlarından olan
John Murray Forbes’un Pasifik Demiryolları projesine para yatırmışlardır. Diğer
aile üyeleri yatırımlarını Fransa ve Massachusetts’te emlak piyasalarında
yapmışlardır. John Forbes Kerry aile firmasında hiç çalışmamış olup yaşamını
devlet görevlerine adamıştır.
Forbes ailesi köklerini MS 870’de İskoç Sir John De Forbes’tan başlayarak
1793’te Archibald Forbes’a kadar uzanan üstsoya dayandırmaktadır. Archibald
Forbes’un Amerika’daki soyu ise 1783’te Vaiz John Forbes’dan 1943’de John
Forbes Kerry’e uzanmaktadır. Francis Murray Forbes, Cabot ve Forbes
ortaklığının kurucusudur ki Cabot ailesinin gücü ve serveti dillere destandır.
1897’de John Forbes Kerry’nin dedesi Amerika’ya göçer ve soyadını İrlanda
haritasında bulduğu bir yer ismi olan Kerry olarak değiştirir. Richard Kerry
yani John’un babası Çin afyon ticaretinden büyük servet edinen Forbes ailesinin
mirasçısı Rosemary Forbes ile evlenir.
John F. Kerry 1943 yılında doğar ve gençliğinden beri “Forbes-Kerry”
soyadını değil sadece “Kerry” soyadını kullanır. Kerry’nin dedesi James Grant
Forbes ailenin afyon ticareti merkezi olan Şangay’da doğmuştur. John Kerry’nin
babası Richard Kerry 28 Temmuz 1915’te Massachusetts’te doğmuş ve Dışişleri
Bakanlığı’nda çalışmıştır.1962 yılında John Kerry Yale Üniversitesi’ne siyaset
bilimi okumak için yazılır. Kerry George W. Bush’tan iki yıl önce Kafatası ve
Kemikler Cemiyeti’ne Katılır.
Amerikan halkının çoğunluğu 300’ler Komitesi’nin seçimleri nasıl
tezgâhladığını bilmez. Halk Senatör John Kerry ve eski Dışişleri Bakanı
Madeline Albright gibi isimlerin bağlantılarını da bilmez. Burada belirtmek
isterim ki Kerry ve Gore başkanlık seçimlerini Irak Savaşı’na karşı oldukları
için kaybetmişlerdir. (Dictionary of American Biography, Life and Recollections
of John Murray Forbes, published by: Houghton, Miflin and Co. 1899 and An
American Railroad Builder, John Murray Forbes, Published by Houghton and Miflin
1911)
300’ler Komitesi Seçimleri Nasıl Tezgâhlar?
“Adil ve özgür seçimler” teriminin Amerika’da hiçbir önemi yoktur.
Başkanlık için adaylar 300’ler Komitesi’nce seçildiklerinden seçimi kimin
kazanıp Beyaz Saray’a çıktığının da önemi yoktur. Adaylarda aranan en önemli
özellik kendilerini iktidara taşıyan kişilere gösterecekleri sadakattir.
Başkaldıran veya biraz özgürce davranan tüm başkanlara yerleri
hatırlatılır. Başkanların uyarıları göz ardı etmeleri halinde görevden
uzaklaştırılmaları kaçınılmazdır. Başkanın açık tehlike oluşturması halinde ise
en ciddi cezalandırma uygulanır.
C. B. Scott-Jones personel, bütçe ve kapsam olarak CIA’in kat kat üstünde
olan Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisinde (ONI) çalışmıştır. Deniz
Kuvvetlerinden ayrıldıktan sonra Scott-Jones Amerikan hükümetince desteklenen
Nükleer Savunma Ajansı’nda işe başlamıştır. Scott-Jones Rockefeller Vakfı’ndaki
üyeliği ile hatırlanır.
Scott-Jones’un Savunma istihbarat Ajansı ve Amerikan Fiziksel Araştırma
Cemiyeti ile de sıkı bağları bulunur. Scott Jones beyin kontrolü ve psikotronik
araştırmalarda John Alexander ile çalışmıştır. Los Alamos’ta çalışırken
Alexander Moskova Psikokorelasyon Araştırma Enstitüsü’nden Dr. Igor Smirnov
tarafından Sovyetler Birliği’ne davet edilmiştir. Alexander Moskova’da Janet
Morris isimli meslektaşıyla Rus bilim adamları ve doktorlarınca
eğitilmişlerdir. Rus bilim adamlarının verdikleri eğitim insan beyninin
elektronik olarak analizi ve bu şekilde insan davranışlarının istem dışı
değiştirilmeleri üzerinedir.
Roma Kulübü’nün Amerika şubesine dönersek Tavistock dosyalarına göre bu
tip araştırmaların 1961 yılından itibaren burada da olduğunu tespit etmek
şaşırtıcı olmayacaktır. Bu araştırmalardan heyecan duyan Brzezinski zaten İki
Çağ Arasında isimli eserinde bunları detaylı anlatmaktadır.
Burada ürkütücü olan beyin kontrol yöntemlerinin bugün ulaştıkları
düzeydir. Bu yöntemler insan beynini kontrol etmekte %100 başarı oranı
sağlamaktadırlar. Bu bilgiler isminin açıklanmasını istemeyen ancak çok yetkin
kişilerce doğrulanmıştır.
İnsan beynini etkileyerek algıyı ve kemikleşmiş inanç ya da fikirleri
değiştirmede kullanılan yöntem aşağıdaki gibidir:
“Denek bilinçaltı emir mesajlarını ‘Beyaz Gürültü’ veya müzik formatında
alır. Bu ‘beyaz gürültü’ veya müzik sinir siteminden geçmez ve deneğe
kafatasındaki kemikler yoluyla iletilir. Burada kullanılan araç çok düşük
frekanslı infra-sound’dur (VLFIS). Bu iletişime hiçbir akustik bariyer karşı
duramaz ve sadece “Tam Vücut Koruması” mesajı engelleyebilir. Verilen mesaj
bilinci baypas eder ve sonuçlar çok hızlı görülür.”
Bundan daha tehlikeli ve tüyler ürpertici bir şey olabilir mi? Bu bizim
nasıl düşünmeye koşullandırıldığımızın kanıtıdır. Örneğin Tek Dünya Devleti’ni
içine sindiremeyen kişiler psiko-düzeltmede başarısız olurlarsa kolaylıkla
Deniz Kuvvetleri Bakanı James Forrestal gibi şizofreni teşhisi ile
etiketlenerek akıl hastanelerine yatırılacaklardır.
Hâlâ bu tip şeylerin Amerika Birleşik Devletleri’nde olmayacağını düşünen
okurlarımıza Dr. Paul Bennowitz vakasını hatırlatmak isterim. Bennovwitz’in UFO
araştırmaları kendisini New Mexico Kirkland Hava Üssü’ndeki Menzano
Silah Deposu yetkilileriyle karşı karşıya
getirmiştir.
Bennowitz UFO’lar ve UFO bağlantılı sinyaller konusunda büyük veri
toplamıştır ancak yapılan gizli bir operasyonla psikiyatri hastanesine
kapatılmıştır. Bu vakadan sonra insanların Roma Kulübü’nün komplo
teorisyenlerince uydurulmuş bir kurum olmadığını gördüklerini sanırım. Roma
Kulübü’nden Kont Etienne Davignon’in Amerika’yı endüstriyel olarak öldürme
planları Amerikalılarca öğrenilmelidir. Ancak bu plan hiçbir güçlü muhalefetle
karşılaşmadan adım adım ilerlemektedir. Nükleer enerji karşıtı çevreci
muhalefetin Roma Kulübü üyesi senatör ve temsilcilerden geldiği de açıktır.
Belki de Roma Kulübü’nün en büyük başarısı Temsilciler Meclisi ve Senatoyu nükleer
enerji konusunda kontrol etmek suretiyle Amerika Birleşik Devletleri’ni 21.
yüzyılın endüstriyel devi olmaktan alıkoymasıdır.
“Roma Kulübü’nün
anti nükleer politikalarının etkileri kapanan çelik fırınları, unutulan
demiryolları, paslanan tersaneler, ülkenin her yanına dağılan eğitimli işgücü
olarak ölçülebilir. Tahminimizce 2006 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri
çelik üreticisi endüstriyel bir ülke olmaktan çıkacaktır. ”
(Death of the US Steel Industry John Coleman 1981)
Diğer Roma Kulübü üyeleri Kongre Araştırma Servisi’nden Walter A. Hahn,
kıdemli ekonomistler Ann Cheatham ve Douglas Ross’turlar. Ross’un kendi
sözleriyle görevi “Roma Kulübü perspektifini yasal zemine oturtarak ülkeyi
kaynakların israfından korumaktır.” Ann Cheatham Kongrenin “Gelecek İçin Takas
Odasını” yönetmektedir. Cheatham’ın görevi Kongre üyelerini Astroloji ve Yeni
Çağ safsatalarına inanışları açılarından değerlendirmektir. Cheatham’ın
derslerine her defasında 100’den fazla Kongre üyesinin katıldığı görülmüştür.
Günlük verilen derslerde Astrolojik tahminler yapılmaktadır.
Kongre üyeleri dışında Michael Walsh, 300’ler Komitesi’nden Thornton
Bradshaw ve Allstate Sigorta Firması Başkan Yardımcısı David Sternlight gibi
kişiler de bu derslere katılmışlardır. Bu yozlaşma Beyaz Saray’a bile sıçramış
Nancy Reagan özel astrolog bulundururken, Hillary Clinton özel gurusuyla
dolaşır olmuştur. Dolayısı ile 1950’lerdeki Kova Burcu Çağı 1990’lara
taşınmıştır. Bazı önemli NATO ve 300’ler Komitesi üyeleri mesleki olarak birden
fazla pozisyonda bulunurlar. NATO ve Roma Kulübü üyelikleri bulunanlardan
bazıları eski NATO temsilcimiz büyükelçi Harland Cleveland, Aspen Enstitüsü
Başkanı Joseph Slater, Amerika Birleşik Devletleri Güvenlik Ajansından Donald
Lesh, George McGhee, senatör Claiborne Pell, Hillary Clinton, senatör Alan
Simpson ve senatör Arlene Specter gibidirler.
Modus operandi uyarınca Komite liderleri en masum hallerinde
televizyonlarda görünürler. Ama bunların yaptıklarının masumiyetle hiçbir
alakası olmadığını bilmemiz gerekir. Bunların kim olduklarını bilsek yaptıkları
ve savunduklarının ülkemiz aleyhine olduğunu görmemiz çok daha kolay olacaktır.
300’ler Komitesi ajanlarını Amerika Birleşik Devletleri’nin kaslarına ve
eklemlerine yani kabinesine, Kongre’ye ve danışman kadrolarına başkan Wilson
zamanından beri yerleştirmiştir.
Bazı insanları bir anda yüksek pozisyonlara geldiklerini gördüğümüzde
kesinlikle bu kişilerin 300’ler Komitesi ile olan bağlantılarını araştırmamız
gerekir. Daha önce belirttiğim gibi Clinton kabinesinde Dışişleri Bakanı olan
Madeline Albright bunlara güzel bir örnektir. Clinton Albright’ı Dışişleri
Bakanlığı’na atadığında sıradan Amerikan vatandaşlarının bu kadın hakkında en
ufak bir fikirleri yoktu. Bu nedenle Albright’ın geçmişindeki bağlantıları
araştırmaya başladım.
Aslında Albright Kerry gibi zengin ve güçlü elit gruptan gelmekteydi.
Ailesi dede Prescott Bush’tan beri Bush ailesini desteklemekteydi. Aile 300’ler
Komitesi’nin bankalarından Brown Brothers, Harriman firmasına ortaktı.
Bu bankanın kıdemli müşterilerinden olan Eugene Meyer, Bush ailesinin ilk
petrol yatırımlarına ortak olmuştur. Meyer 1933 yılındaki açık arttırmayla Washington
Post gazetesini satın almıştır. Bazıları bu yatırımı Hitler’in yükselişini
önlemeye yönelik bir girişim olarak görmektedirler. Meyer ailesinin
bağlantıları Fransa’ya kadar uzanmaktadır. Eugene’nin halası Rothschild’lerle
akraba olan Fransa Baş Hahamı ile evlidir. Bağlantı çok zengin ve güçlü olan
altın tüccarı Weill ailesiyle devam eder. Meyer Jr sonradan Bernard Baruch ile
ortaklık kurarak Alaska Juneau Altın Madeni firmasını satın almıştır. Bu
firmanın Federal Rezerv ile ilişkisi Federal Rezervin II. Dünya Savaşı’nda
Müttefiklerin finansörü olması kadar açıktır. Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na
girişi 300’ler Komitesi’nce tasarlanmış ve bu işte başkan Wilson
kullanılmıştır.
Savaş başladıktan sonra Wall Street bankerleri ve borsa
simsarları servetlerini kat kat arttırmışlardır.
İçeriden haber alan Rockefeller ailesi halkın büyük muhalefetine karşın
Amerika’yı neyin beklediğini iyi bilmektedir.1914 yılında Percy Rockefeller
National City Bank kanalıyla Amerikan silah sanayine yatırım yapmaya başlar.
Önce İngiliz silah üreticisi Vickers ile bağlantılı olan Remington Arms Company
alınır ve başına Samuel geçirilir. Prescott Bush’un babası Samuel Bush ise
Remingtona danışmanlık ve silahlı kuvvetlerle olan ilişkileri düzenlemesi için
görevlendirilir.
Burada açıkça savaşı başlatanlar siyasiler olmakla beraber bundan yarar
sağlayanların elit gruplar olduğu görülmektedir. Bu büyük günahta en suçlu
kişiler silah üreticileri, askeri teçhizat üreticileri ve savaşı finanse eden
uluslararası bankacılardır. Wilson başkanlık yemini ihlal ederek 1917’de savaşa
girmeye karar vermişken Rockefeller ailesi artık silah satışlarından
milyonlarca dolar kazanmaya hazırdır. Tertemiz ütülü üniformalı gencecik
Amerikalıları Avrupa’da ölüme göndermek artık “vatanseverlik meselesi”
olmuştur.
Savaşlarda sıradan insanlar vatanseverlik kisvesi altında kandırılarak
feda edecekleri vücutlarıyla anahtar rol oynarlar. Prescott’un babası Samuel P.
Bush (G. H. W. Bush’un dedesi ) Savaş Endüstrisi Kurulu Hafif Silahlar ve
Mühimmat Departmanı’nın başına getirildi. Bu kurul Wilson tarafından kurulmuş
olup seçim kampanyasındaki yandaşlarını yerleştirdiği bir arpalık halindeydi.
Aksi halde Samuel P. Bush gibi silah endüstrisiyle uzaktan yakından deneyimi
olmayan birinin buraya seçilmesi olanaksızdı. Ancak böyle detaylar Kafatası ve
Kemikler Cemiyeti üyesi Rockefeller-Harriman gibi adamları ilgilendirmiyordu.
O zamana kadar iş yaşamını demiryolları ve çelik endüstrilerinde geçirip
silah ve mühimmat hakkında en ufak bir deneyimi olmayan Samuel Bush’a bu görevi
Bernard (“Bernie”) Baruch sağlamıştır. Bernie bir Wall Street spekülatörü
olarak Savaş Endüstrisi Kurulu Başkanı E.H. Harriman’ın yakın arkadaşıdır.
Sonuçta Wall Street spekülatörü Bernard Baruch kendisi ve 300’ler Komitesi için
korkunç kazançlar sağlayacağı savaş araç gereçleri ticaretini arkadaş ve dost
çevresi ile ele geçirmiştir. Kansas, Oklahoma ve Missouri’li köy çocuklarının
kan deryası savaş alanlarında ölmeleri bunun için midir? Yoksa “Dünyayademokrasi
getirmek” için midir?
Bu noktada tüm silah, teçhizat ve mühimmat alımları artık içlerinde Union
Pacific Demiryolu firması başkanı Robert S. Lovett, E.H. Harriman’ın özel
bankacıları ve Barusch’a asistanlık yapan Clarence Dillon gibi Wall Street
spekülatörlerinin eline geçmiştir.
Wilson Amerika’yı
Kandırıyor
Kansas ve Oklahoma gibi eyaletlerin evlatları temiz üniformaları içinde
Avrupa’ya ölmeye giderlerken Amerikan vatandaşları ülkelerini savaşa sokan ve
savaşı önceden kestirip savaş endüstrisini ele geçiren ahlaksızlara
vergileriyle servet kazandırmaktadırlar. Remington silah satışlarını sadece
Amerika Birleşik Devletleri’yle sınırlı tutmayıp tüm “Müttefik Güçlerin” en
büyük üreticisi olmuştur.
Çarlık Rusya’sı bu firmadan iki milyon tüfek ve binlerce otomatik Colt
marka tabanca almıştır. Remington Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nde kullanılan
tüfeklerin %69’nu ve hafif silah mühimmatının %50’ni sağlamaktadır. Maalesef
arşivlerde yer açmak için savaştaki silah satın alım dosyaları yok
edildiklerinden sağlayıcılar hakkında net rakamlar vermek imkânsızdır. Gözünü
para bürümüş bu karanlık adamların neden oldukları ve 1 Temmuz 1916 tarihinde
cereyan eden Somme Muharebesi gibi korkunç olaylara kafaları hiç takılmamıştır.
Beş mil kare önemsiz bir arazinin ele geçirilmesi için verilen bu mücadelede
400.000 İngiliz, 200.000 Fransız ve 400.000 Alman askeri ölmüştür.
Askerlerimizi bekleyen bu korkunç vahşetin farkında olan Başkan Wilson
kendisine Wall Street bankeri J. P. Morgan tarafından iletilen 300’ler Komitesi
emirleri uyarınca devletimizi savaşa sokmuştur. I. Dünya Savaşı sonucunda dünya
ülkeleri 10.000.000 kayıp ve 20.000.000 yaralı ile baş başa kalmışlardır.
|
ÖJü |
Yaralı |
Ingiltere |
947,000 |
2.123. 000 |
Fransa |
1,335, 000 |
3,044, DDO |
Rusya |
1,799. 000 |
4,950. 000 |
İtalya |
400,000 |
947,000 |
ABD |
115.000 |
206. 000 |
Almanya |
1,303, 000 |
4,247, 000 |
Avusimya-Macarislan |
1.200. 000 |
3,620, 000 |
Türiuye |
325,000 |
400,000 |
Dünya Savaşı’nın maliyeti 180.500.000.000 dolardır.
(Kaynak: Professor William Langer Coolidge. Professor of History,
Emeritus
Harvard University 1952)
Bush ailesi 300’ler Komitesi’ne iki dünya savaşında da hizmet etmiş olup
karşılığında baba ve oğul Bush’ları Beyaz Saray’a çıkarmaya hak kazanmıştır.
Bush ailesinin en önemli destekçileri John Foster Dulles, Allan Dulles, David
Rockefeller ve Madeleine Korbel Albright’ın babası Dr. Josef Korbel’dirler.
Albright üniversitedeyken bir yaz Denver Post Kütüphanesinde staj
yapmıştır. Burada tanıştığı müstakbel eşi Joseph Medill Patterson Albright Post
için çalışan bir gazetecidir. Joseph’in dedesi Yüzbaşı Joseph Medill New
York Times’ın kurucusu, yazarı ve editörü olup ayrıca Chicago Tribune’de
büyük sermayedardır.
Joseph Medill’in iki kızından biri olan Kate ünlü gıda ve baharat devi
Robert Sanderson McCormick ile evlidir. Ailenin 300’ler Komitesi bağlantısı bir
taraftan Colorado kurşun ve gümüş madenlerine yaptığı yatırımlarla tanınan
Meyer Guggenheim tarafından sağlanmaktadır. Diğer bağlantı ise Presbiteryen
Kilisesi ve Amerikan Dışişlerini Komite adına yöneten John Foster Dulles
kanalıyla sağlanmıştır.
Tek oğul olan Simon Guggenheim Colorado senatörü olmuş ve 1939 yılında
Simon’un yeğeni Madeline Albright’ın müstakbel kayınvalidesiyle evlenmiştir.
Dolayısı ile Wilson’dan itibaren her dışişleri bakanının olduğu gibi Albright
da Komite’yle bağlantılıdır. Başkan Wilson’dan başlamak üzere Demokrat veya
Cumhuriyetçi her başkan Komite’nin yönetimi altındadır.
Tüm bu Komite etkisi Woodrow Wilson ve siyasetinde görülmektedir. Aslında
Wilson yönetiminin “House Yönetimi” diye adlandırılması daha anlamlı olacaktır
çünkü başkan uluslararası bankacıları temsil eden Albay Mandel House tarafından
yönetilmektedir. House’un talimatlarıyla hareket eden Wilson Amerika Birleşik
Devletlerinde üç ölümcül yara açmıştır:
-George Washington’un borçlarımızı ödemek, milli para arzını sağlamak
için en güvenli yol olarak belirttiği Gümrük Tarife politikası sosyalist
prensiplere dayalı göreceli gelir vergisi sistemine dönüştürülmüştür
-
Merkez Bankası Amerikan
Anayasası tarafından yasak olduğu halde Federal Rezerv kurulmuştur.
-
Halkın % 87’sinin
muhalefetine rağmen Amerika Birleşik Devletleri I. Dünya Savaşı’na sokulmuştur.
Amerikan halkı o tarihten itibaren ekonomik olarak iflas etmiş bir toplum
olarak yaşamaktadır.
Roma Kulübü toplantıları değişik isimler altında II. Dünya Savaşı sonrası
da devam etmiş olup bu toplantılarda değişik amaçlar için değişik komiteler
kurulmuş ve bu kurulan komitelere görevlerini tamamlamaları gereken tarihler
verilmiştir. NAFTA ve Başkan Clinton’un geçirdiği Vergi Kanunları böyle
projelerdir. Komite proje tarihlerine çok önem verse de bazen gecikmeler
kaçınılmaz olmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk Roma Kulübü toplantısı “Roma Kulübü
Birliği” adı altında 1969 yılında yapılmıştır. İkinci toplantı 1970 yılında
“Riverdale Dini Araştırma Merkezi Toplantısı” adı altında Thomas Burney
başkanlığında yapılmıştır. Houston yakınındaki Woodlands’da 1971 yılında
yapılan toplantı artık gelenek haline gelmiştir. 1971’deki toplantı sonrası
Mitchell Enerji ve Gelişim Firması enerji stratejileri toplantısını Roma Kulübü
adına düzenlemiştir. 1972 yılında İtalya’nın Bellagio kentindeki toplantıda
Vaiz William Sloane Coffin ve Dışişleri Bakanı Cyrus Vance başkanlığındaki
toplantıda Roma Kulübü nüfus planlaması stratejisini ortaya koymuştur.
“Dinler arası diyalog konferansları” aslında tek din altında birleşmeyi
hedeflemektedir ve dünya nüfusundaki fazlalığı azaltma konusundaki planlama
seanslarından oluşmaktadırlar. Bu toplantıların birinden sonra ortaya çıkan en
büyük katliamlardan biri Afrika ülkesi olan Rwanda’da Hutuların rakipleri
Tutsiler tarafından soykırıma uğratılmalarıdır.
Eski CIA ajanı William Sloane Coffin Presbiteryen Kilisesi tarafından
rahipliğe atanmıştır. Coffin Yale Üniversitesi’ne gitmiş ve eğitim sürecinde
okulun rahibi olmuştur. Yale sonrası Rockefeller’in New York’taki Riverside
Kilisesi’ne katılmıştır. William Sloan Coffin eşcinselliği destekleyen zengin
ve sosyetik bir New York ailesinden gelmektedir. Babası Edmund Coffin tanınmış
bir avukattır. William ünlü bir piyanist olan Arthur Rubenstein’in kızı Eva
Rubenstein ile evlidir. Aslında William Vietnam Savaş karşıtlığı nedeni ile
Roma Kulübü’nün gözünde puan kaybetmiştir ancak sonradan rehabilite edilerek
Bellagio Konferansı’nda nüfus kontrol projesi başına geçirilmiştir.
Bu konferanstaki ana tema, fazlalık nüfusun yok edilmesi ve Amerika
Birleşik Devletleri’nin nüfusunun sınırlandırılmasıdır. Bu toplantı sonuçları
1980 yılında Roma Kulübü ile bağlantılı 4.000 sosyal bilimci ve think-tank
üyelerinin katıldığı “I. Gelecek İçin Küresel Konferans” ile taçlandırılmıştır.
Gelecek İçin Küresel Konferans kendisi de bu tip bir konferans düzenlemiş
olan Beyaz Saray’ca desteklenmiştir. Beyaz Saray’ın konferansı “1980’ler İçin
Beyaz Saray Komisyon Toplantısı” adını taşımakta olup amacı Roma Kulübü
kararlarını “Amerikan Gelecek Politikaları Rehberi” adında yayımlamaktır.
Komisyon bildirisi “Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi endüstriyel çağdan
çıkmaktadır” diyecek kadar ileri gitmiştir. Bu sözler âdeta Sir Peter Vickers
Hall ve Zbigniew Brzezinski’nin sözlerinin yankıları gibidirler. İşte bu olay
bile Amerikan iç ve dış siyasetinin nasıl 300’ler Komitesi’nce kontrol
edildiğini göstermektedir.1981 yılında söylediğim gibi biz halk olarak
kandırılmış, sosyal, ekonomik ve siyasi olarak Roma Kulübü planlarına teslim
olmuşuzdur. Roma Kulübü ise 300’ler Komitesi’nin yönetimi altındadır. 300’ler
Komitesi kararlarının uygulamasında Roma Kulübü büyük rol oynamaktadır.
Amerikan halkının bilmediği 300’ler Komitesi tarafından gizlice
yönetildiğidir. Her şey Amerikan halkının aleyhine işlemektedir. Var olmak için
bu boyunduruktan kurtulmamız gerekmektedir.
Calvin Coolidge’ın başkanlık yarışından itibaren Komite siyasi partilerin
tümüne ve hükümete ajanlarını sokmayı başarmıştır. Dolayısı ile hangi partinin
seçimi kazandığı önemli değildir. Örneğin Teddy Roosevelt zamanından itibaren
tüm başkan adayları Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kontrolü altında
çalışan Dış İlişkiler Konseyi tarafından seçilmektedir. Amerika’yı II. Dünya
Savaşı’na zorla sokarak Anglo-Amerikan vatandaşların hayatlarını karartan
Woodrow Wilson, Albay House, Baruch, Prescott Bush ve 300’ler Komitesi üyesi
Amerikalı elitist kesimi daha önce tanıdık. Bu gruplar ve 300’ler Komitesi’nce
desteklenen Wilson Bob Follette ve Gerald Nye gibi sağduyulu senatörlerin tüm
muhalefetlerini göz ardı etmiştir. 1934 yılında senatör Nye Amerika’nın I.
Dünya Savaşı’na giriş nedenlerini araştırmak için komisyon kurulmasını istemiş
ve savaş çığırtkanlarını “Ölüm Tacirleri” diye nitelendirmiştir. Ancak Nye’ın
bu girişimi başarılı olmamıştır.
Beş yıl süren başarısız komisyon sorgulamaları sonrası 1939 yılında aynı
hainler dünyada yeni bir ölüm süreci başlatmışlardır. Amerikan halkı yine
kandırılıp tuzağa düşürülmüş ve evlatlarını kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir
savaşta ölüme yollar hale getirilmiştir. İşin ilginç tarafı Amerika havadan ve
karadan tehdit altında değildir. Kendi anavatanlarını korumak dışında
Amerika’yı savaşa sokan ne olabilir?
Tanınmış yargıçlardan Hannis Taylor sert muhalefet yaparak Senato’ya
başvurmuş ve Wilson’un askeri güç kullanımında hiçbir yetkisi olmadığını
savunmuştur. Ancak Taylor’un sözleri tüm anayasal dayanağına rağmen sağır
kulaklarca duyulmamıştır.
Tavistock Enstitüsü tarafınca beyni yıkanan Amerikan halkı veya Kongre
dahil hiçbir organizasyon askerlerimizin yurtdışındaki savaşlara
gönderilmelerine seslerini çıkaramamışlardır. Amerika artık ulusal marşını bile
okuyacak halde değildir.
Geniş seyirci kitlelerine hitap eden sporlar ve kendisine sağlanan sahte
“rahat” yaşam içinde Amerikan halkı ölüm öncesi ortaya çıkan yüksek ateşin
yarattığı bir sersemliğe benzer bir duruma girmiştir. Büyük vatansever Hannis
Taylor’un öngörüsü doğru çıkmıştır. Yani Cumhuriyetimizin hayatı
sonlandırılmıştır.
Bir de seçilme korkusu olmayan yani Komitece atanmış Douglas Dillon gibi
adamlar vardır. Halk tarafından seçilmiş hükümetlerin siyasetlerini
değiştirmenin en kolay yolu atanmışları kullanmaktır. John Foster Dulles ve
kardeşi Allen 300’ler Komitesi’nin kontrol yöntemlerine başka birer
örnektirler. Bu kardeşler Komitenin adamları olarak Dışişleri Bakanlığı’nı
1953-1960 arası yönetmişlerdir. Bu kardeşler İlluminati üyesi Dillon’u Hazine
Bakanlığı’na getiren kişilerdir.
John Foster Dulles Amerikan Devleti içinde uzun süredir güçlü olan
Presbiteryenlerden gelmektedir. Hatırlanacağı gibi East India ve British East
India Co. yöneticilerinin önemli bir kısmı siyasi olarak sol görüşü benimsemiş
Presbiteryen Kilisesi mensuplarıdır. John Foster Dulles Rockefeller
Vakıflarınca finanse edilen ünlü Pasifik İlişkileri Enstitüsü üyesidir.
Laurence Rockefeller ise Banff’ta 1933 yılında yapılan görüşmede Amerikan
delegasyonunun sekreterliğini yapmaktadır.
1944 yılında Dulles Breton Woods Konferansı’na Amerikan delegesi olarak
katılır. Kendisi Rockefeller-Standard grubunca kontrol edilen bir İlluminati
üyesidir. “Irk ayrımına karşı hareket”in başlamasından en az yirmi yıl önceden
beri Dulles Presbiteryen Kilisesi’nin de parçası olduğu Federal Kiliseler
Kurulunu Tek Dünya Devleti temelinde değiştirmeye çalışmaktadır. John Foster
Dulles 300’ler Komitesi’nce Birleşmiş Milletleri Amerikan toprakları üzerinde
kurmak için görevlendirilmiştir. Dulles gençlik yıllarından beri
enternasyonalist akımlar içindedir. Anne tarafından dedesi John Watson Foster
Başkan Benjamin Harrison kabinesinde Dışişleri Bakanlığı yaparken amcası Robert
Lansing Amerika Birleşik Devletleri’ni kandırarak I. Dünya Savaşı’na sokma
tezgâhında başkan Wilson’un Dışişleri Bakanı’dır. Dulles’in Presbiteryen inancı
rahip olan babası Allen Macy Dulles ve Presbiteryen misyoneri olan büyükbabası
John Welsh Dulles’tan gelmektedir. John Foster’in üniversite olarak Princeton’u
seçmesi bu okulun Presbiteryen bir kurum olmasından ve Woodrow Wilson’un bu
okulda ders vermesinden kaynaklanmaktadır. Mezuniyet sonrası John ve kardeşi
Allen 300’ler Komitesi’nin prestijli hukuk bürosu olan Sullivan & Cromwell
tarafından işe alınmışlardır. İkili burada iş yaşamları ülke sınırlarını aşan
ve döviz kuru dalgalanmaları karşısında ortaya çıkacak yasal değişikliklere
karşı korunması gereken pek çok ünlü işadamıyla tanışırlar. Kardeşlerin bu
firmada kazandıkları deneyimler daha sonra federal yasalar haline
geleceklerdir. John Foster güneyde Presbiteryen Kilisesi’nde faaliyetlerini
devam ettirmiş ve özellikle Alabama Tuscaloosa’daki Stillman College ile
ilgilenmiştir. Bu okul 1861 Amerikan İç Savaşı sonrası Kuzeyden gelen
yardımlarla zenci Presbiteryen rahipler yetiştirmek için açılmıştır.
Bu okulun finansörlerinden biri William Rockefeller ve John D.
Rockefeller ile birlikte National City Bank’ın sahibi olan James Stillman’dır.
Bu okula benzer başka bir kurum ise Charlotte, North Carolina’da yer alan
Johnson C. Smith Üniversitesi’dir. Woodrow Wilson’un 1918 yılında Versay Barış
görüşmelerinde hukuk danışmanı olarak kendi gibi Presbiteryen olan John Foster
Dulles ataması sürpriz değildir. Wilson ve Dulles politik kariyerlerinin
başında uluslararası sosyalizm hayranı olmuş kişilerdir. Paris dönüşü John
Foster Dulles tüm dikkatini Federal Kiliseler Kuruluna odaklamış ve tüm
etkisini güneydeki okullardan mezun olan zencilerin Amerika ve yabancı
ülkelerdeki hükümetlerde görev almaları için kullanmıştır. Dulles Federal
Kiliseler Kurulu Komisyonu başkanı olarak amacını daha da ilerilere taşımıştır.
300’ler Komitesi’nce planlanarak İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nce
desteklenen Komünist Afrika Milli Konseyi (ANC) Devrimi’nde Güney Afrika
Cumhuriyeti’ndeki beyaz yönetime karşı Rahip Alan Boesak ve Rahip Desmond Tutu
ajitatörler olarak önemli rol oynamışlardır. Bu adamlar tüm dünyayı dolaşarak
ve özellikle Amerika’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyaz yönetimi
devirecek Mandela ihtilalı için destek aramışlardır. Ancak John Foster Dulles’in
Komite için gerçekleştirdiği en önemli görev 1945 yılında delege olarak
katıldığı San Francisco Birleşmiş Milletler Konferansı’ndaki performansıdır.
John Foster Dulles’in Amerika’da Birleşmiş Milletleri yasal hale getirme
başarısını görmek için 1945-1946 Kongre tutanaklarını okumanız gerekir. Bu
korkunç bir vatan hainliğidir. Dulles’in ikinci önemli başarısı ise bu konudaki
Senato görüşmelerini üç günle sınırlı kılmasıdır. Bu süre senatörlerin
kendilerine empoze edilen durum hakkındaki belgelerin dörtte birini bile
okumalarına yetmeyecek kadar kısadır.
Dulles tarafından hızlı karar almaya zorlanan Senato Amerikan Anayasasını
ihlal ederek suç işlemiştir. Amerikan Anayasası tüm kanun taslaklarının
anayasaya uygunlukları konusunda Temsilciler Meclisi ve Senatoda tartışılmaları
gerektiğini söylemektedir. Ancak bu böyle olmamıştır.
Joseph Medill Patterson
Albright ailesi ve Eugene Meyer’in yatırım firması Cromwell & Sullivan
hukuk bürosunun müşterileridir. Ve John Foster Dulles’un bir davayı almadan
önce müşteri hakkında her şeyi bilmek istediği bilinir. Bu şekilde Dulles
Albright ve karısı Madeline Korbel Albright hakkında her şeyi öğrenir.
Komite’nin ajanları aracılığı ile Amerika’da seçilmiş ve atanmışları nasıl
kontrol aldığı düşünüldüğünde kendisi de 300’ler Komitesi’nce seçilmiş olan
başkan Clinton’ın neden Dışişleri Bakanı olarak Madeline Albright’ı seçtiği
daha kolay anlaşılacaktır. Özellikle 1980 seçimlerinde Amerika’daki her önemli
pozisyona gelecek adaylar Dış İlişkiler Kurulunca (CFR) seçilmişlerdir.
Bu kurul da zaten 300’ler Komitesi’nin Amerika şubesidir. Aday seçimleri yıllık
yapılan Bohemya Kulübü toplantısında gerçekleşmiştir. Böylece hainler için
başkanlık yarışını kimin kazanacağının önemi kalmamıştır. Heritage Foundation
gibi Truva atlarıyla Amerika’daki önemli siyasi görevlere gelecek kişileri
1960’lardan beri Dış İlişkiler Kurulu ve NATO-Roma Kulübü belirlemektedir.
Böylece tüm siyasi kararlar 300’ler Komitesi onayını taşımaktadırlar.
John Foster Dulles’ün asıl amacı Kongreyi “küresel ekonomiye” olan
ihtiyaca inandırmaktır. Bu “küresel ekonomi” kavramı 1960 yılında İsviçre’nin
Cenevre şehrinde imzalanan Ticaret ve Gümrük Tarifeleri Hakkındaki Genel
Anlaşma (GATT) ile ortaya çıkmıştır. İşte bu kritik noktada Wall Street bankeri
olan Dillon Başkan Wilson tarafından geçirilen “Gümrük Tarifeleri Karşıtı”
yasalarda son düzenlemeleri yapmıştır. Bu yasalar sonucunda Amerikan ticaret ve
endüstrisi büyük yara almıştır. 1960-1962 GATT görüşmeleri “Dillon Süreci”
olarak bilinir.”
Seçimler hep aynı rotayı
izler
1981 ve 1989 seçimleri en açık ve utanmaz biçimde eski rotayı
izlemişlerdir. Dış İlişkiler Kurulu gizli liderlerinden Henry Kissinger’ın
kuklası Dışişleri Bakanı George Schultz Komite için mükemmel adaydır. Ayrıca
Schultz’un 300’ler Komitesi’nin ünlü firması Bechtel’deki pozisyonu onun
Kissinger ile bağlantısını örtmektedir. Tüm bunların dışında Schultz önemli
görevler için adayların seçildiği Bohemya Kulübü üyesidir. Tüm bunlar 300’ler
Komitesi’nin son 47 yıldır Amerikan halkı tarafından fark edilmeyen gizli bir
savaş götürdüğünü göstermektedir. Tavistock İngilizcesiyle: “Bir şey olarak
algılanmayan şey hiç algılanmamış demektir.”
Biz fark etmeden sistematik şekilde beyinleri yıkanmış insanlarız.
Tavistock Enstitüsü daha önce Almanya’da uyguladığı düşük yoğunluklu savaş
tekniğini şimdi Amerika’ya taşımıştır. Buna karşı durmanın yolu hainleri ve
organizasyonlarını ortaya çıkartmaktır. Bizim kaybedildikten sonra bir daha
kazanamayacağımız kıymetli tarihi geleneğimizi koruyacak stratejileri geliştirecek
insanlara ihtiyacımız vardır. Hainlerin yöntemlerini öğrenmemiz, onlar üstünde
uzmanlaşmamız ve bu yöntemleri hainlere karşı kullanmamız da gerekmektedir.
Ancak böyle güçlü bir program Amerika’nın cumhuriyet tarzı yönetimini yıkmaya
çalışan çabaları durdurabilir.
Bazı kişilerin küresel bir komplonun olduğuna inanmamalarının nedeni pek
çok yazarın bu konuyu istismar etmiş olmalarıdır. Bazıları ise küresel bir
komplonun tek bir organizasyonun işi olacağına inanmamaktadırlar. Kompleks ve
karmaşık Amerikan bürokrasisini gören bu kişiler: “Özel veya tüzel kişilerin
devletin bu karmaşık sistemini kontrol ettiğine nasıl inanalım?” demektedirler.
Ancak bu görüşte yapılan hata devleti yöneten hükümetlerin de komplonun
araçları olduklarını unutmaktır. Bazı kişiler ise küresel komplo hakkında elle
tutulur deliller istemektedirler. Bu komplo hakkında elle tutulur kanıt bulmak
zor olsa bile imkânsız değildir. Örneğin Bush ailesinin medya kuruluşlarıyla
özellikle de Columbia Broadcasting System (CBS) ile olan ilişkileri sonrası
yükselişini düşünün. Prescott Bush (1895-1972) Komite’nin pek çok yatırım
bankasının ortağıdır. En büyük ortaklığı ise Brown Brothers, Harriman
firmasındadır.
Bu ilişkiler 1916 yılında Prescott Bush Averill Harriman’ın küçük kardeşi
Roland Harriman’la birlikte Yale Üniversitesi’ndeki Kafatası ve Kemikler
Cemiyeti’ne girmesiyle başlamıştır.
Roland’ın babası Edward H. Harriman (1848-1909) 1898 yılında William
Rockefeller tarafından sağlanan ve 300’ler Komitesi’nin parçaları olan Jacob
Schiff, Felix Warburg ve Otto Khan tarafından desteklenen büyük finansman
sayesinde Pasifik Demiryolu İşletmelerinden büyük bir servet edinmiştir.
William Standard Oil firması kurucusu John D. Rockefeller’in kardeşidir.
Rockefeller ailesi National City Bank ve James Stillman Bank isimli kuramların
büyük sermayedarlarıdır. Harriman Kuhn Loeb yatırım firması aracılığında
yapılan Union Pacifik Demiryolu hisse senedi sahtekârlığından da büyük gelir
elde etmiştir.
Bush ailesi Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyelerine ayrılan dünyadaki
düşük düzeyli siyasi ve finansal güç çemberine dahil edilmiştir. Bush ailesinin
diğer bağlantısı olan ve G. H. W. Bush’un petrol firmasına yatırım yapan Eugene
Meyer’i daha önce tanımıştık. Meyer Brown Brothers isimli kurumun müşterisidir.
Prescott Bush’un oğlu George Herbert Walker Bush Yale Üniversitesi’ndeki
Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne 1948 yılında kabul edilmiştir. Böylece Bush
ailesi Çin afyon ticaretinden milyonlar kazanan ailelerin mirasçılarından
oluşan “Doğu Liberal Oluşumu”na kabul edilmiştir. Prescott, babası kendisine
servet ve güç sağlayacak olan Dorothy Walker ile evlenmiştir. Columbus, Ohio’lu
olan Prescott önce aynı yerdeki Douglas School Columbus’a sonra da Rhode Island
Newport’ta bulunan St. George School’a devam etmiştir. Prescott 1913 yılında
Yale Üniversitesi’nde W. Averill Harriman’nın kardeşi E. Roland “Bunny”
Harriman’la tanışarak turnayı gözünden vurmuştur.
Kayıtlara geçmesi açısından bilinmelidir ki 300’ler Komitesi üyelikleri
sayesinde Harriman ailesi Prescott Bush’u dünya para, siyaset ve prestij
sahnesine çıkartmış olup Prescott’un oğlu George Herbert Walker Bush’a da Oval
Ofis yolunu açmıştır. Peki, bu nasıl gerçekleşmiştir? Bu Yale Üniversitesi 1900
yılı mezunu Percy Rockefeller ve 1913 mezunu Averill Harriman’ın 1917 yılı
mezunları içinde Wall Street’e taşıyabilecekleri özellikle de 300’ler
Komitesi’nin önemli bankacılık kurumu olan Brown Brothers, Harriman’a
alabilecekleri adayları inceledikleri süreçte gerçekleşmiştir.
Babasından öğrendiği verilen emirleri köle gibi sorgulamadan uygulama
alışkanlığı yüzünden eski başkan George Bush Margaret Thatcher’den aldığı
emirler uyarınca Körfez Savaşı’nı başlatmıştır. Fakat Bush yeni İngiliz
Başbakanı John Major tarafından kendisine iletilen ve sevmediği bir kişi olan Bhutros
Ghalli’nin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne getirilmesini içeren
300’ler Komitesi emri karşısında zorda kalmıştır.
Okuyucu şöyle diyebilir: “Bana ne bu tarihi olaylardan? Ben zaten oy bile
vermiyorum.” Amerikan halkındaki bu yaklaşım kriz üstüne kriz yaşayan
insanlarda görülen karar vermekten bıkkınlık davranışıdır. Yani Amerikan halkı
bu şekilde davranmaya koşullandırılmıştır. Tavistock terminolojisinde buna
“Uyumsuz Davranış” denmektedir.
47 yıldır kendine uygulanan düşük yoğunluklu psikolojik savaş nedeni ile
Amerikan halkı kafası karışık ve şok halindedir. Bunun nasıl ortaya çıktığı ve
ne kadar sürdüğü Bernard Levin’in kitaplarında açıklanmaktadır ancak kaç kişi
akademik kitap okumak ister? Biz tam koşullandığımız şekilde davranmaktayız. Demoralize
olmuş ve kafası karışık bir kişinin aniden ortaya çıkarak kendisine her
problemi çözebileceğini ve toplumu herkesin işinin olduğu, mutlu ailelerin
olacağı bir düzene kavuşturacağını iddia eden bir insana inanması çok kolaydır.
Dolayısı ile ileride ne olacağı belli olan diktatör halk tarafından çabucak
kucaklanır.
George Herbert Walker Bush bu kapsamda akla gelen isimlerdendir. 300’ler
Komitesi’ne Averill Harriman, Bernard Baruch ve Rockefeller firmalarında hizmet
eden babası sayesinde 1988 seçimlerinde George Herbert Walker Bush en uygun
aday olarak görülmüştür. Burada Amerikan halkının bilmediği Harriman
fraksiyonunun Amerikan Milli Güvenliği’ni ele geçirmesinden sonra G. H. W.
Bush’un seçimlere katıldığıdır.
Bush II. Dünya Savaşı sonrası İngilizlerce kurulan ve yarattığı sonuçlar
itibarı ile Amerikan ve dünya halklarını derinden etkileyen CIA kurumunun
başına getirilir. Bush’u CIA’nın başına geçirerek 300’ler Komitesi kendisine
diktatörlüğün zevkini tatmasını sağlamaktadır. Pek çok uygun aday arasından
Bush nasıl bu göreve seçilmiştir?
Bu soruya yanıt Bush’un Doğu Liberalleri Oluşumu’nun prestijli okulu Yale
Üniversitesi’ne kayıt olmasında yatmaktadır. Bu okulun ünlü mezunları arasında
Harriman, Rockefeller, Dulles ve Prescott Bush bulunmaktadır. Bu adamlar ortak
iki özelliği Protestan ve Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne üye olmalarıdır.
Hıristiyan olarak görülmekle beraber Yale Satanist Kafatası ve Kemikler
Cemiyeti’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bu cemiyete Prescott Bush 1916 yılında
girmiştir. (“Herbie Amca” ise 1927’de cemiyete katılmıştır.) George Herbert
Walker Jr Yeğeni konusunda çok ilgili bir insandır. Herbie Amca yeğeninin Texas
petrol piyasasına girişini ve onun başarılı bir iş adamı olmasını sağlayan esas
güçtür.
Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyeliği sır olarak saklansa da bugün pek
çok üyesinin Amerika’yı yöneten dünya para, güç odakları içinde yer aldıkları
bilinmektedir.
Aynı gruptaki ailelerin üyeleri I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Kore,
Vietnam, Irak, Yugoslavya Savaşlarını başlatan ve Amerika’yı yöneten
kişilerdir. Dört yıl boyunca Irak’ta kazanamayacağı bir savaşın bataklığına
saplanan Amerika için şu soru sorulabilir: Amerika’daki zeki insanlar nasıl
böyle uzun bir süre kandırılabilirler?
Bu sorunun yanıtını kitabım, Tavistock İnsan İlişkileri
Enstitüsü:Amerika’nın Ahlaki Manevi, Kültürel, Politik ve Ekonomik Çöküşü’nde
bulabilirsiniz.
Jüpiter Adası’nın Sırları
Pek az kişi Jüpiter
Adası’nın önemini bilir. Florida eyaletinin Atlas Okyanusu kıyısında Palm
Beach’in birkaç mil ötesindeki bu ada dokuz mil kare büyüklüğünde olup
Anglo-Amerikan ünlülere ev sahipliği yapar. Çoğunluk ada sakininin istihbarat
servisleriyle bağlantıları olup, pek çoğu Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
kurulu bulunan satanist Mason Locası Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyesidirler.
Ada sakinlerinden Averill Harriman ve Prescott Bush gibi kimselerin II. Dünya
Savaşı öncesi Hitler ve Nasyonal Sosyalist Parti destekçileri oldukları
bilinmektedir.
Zamanının çoğunu Jüpiter Adası’nda geçiren baba George Bush’un adresini
hâlâ neden Connecticut’ta gösterdiği merak konusudur. Jüpiter Adası Birinci
Dünya Savaşı sonrası 300’ler Komitesi hizmetkârlarının İngiliz direktifleriyle
Amerikan devletini yeniden şekillendirdikleri, anayasamıza aykırı olarak
Amerika Birleşik Devletleri’ni “cumhuriyet” yönetiminden uzaklaştırmayı
planladıkları yerdir. Komplocular hiyerarşisinde Kafatası ve Kemikler
Cemiyeti’nin üyelerinin yeri önemli olup bu adamlar Amerikan istihbarat
örgütlerini İngiliz modeli içinde yeniden tasarlayarak Amerikan istihbaratını
Kongre yerine kendilerine bağlamışlardır. Bush zaman zaman Maine,
Massachusetts, Connecticut ve Texas’ı ikâmet adresi olarak gösterir. Ama neden
yetişkin yaşamının büyük bölümünü geçirdiği Florida Jüpiter Adası’nı unutur? Bu
acaba Jüpiter Adası’nın 300’ler Komitesi Amerikan şubesinin merkezi olduğundan
mıdır? Ada İngiliz firması Brown Brothers’ın W. A. Harriman firmasıyla
birleşmesi sonrası güvenlikli bir kale haline getirilmiştir. Brown Brothers
&Co. Amerikan iç ve dış siyasetinde önemli bir oyuncudur.
Âdeta bir güvenlik kompleksine çevrilen adada sakinlerin çoğunluğunun
300’ler Komitesi üyesi olduğu herkesten saklanan bir sırdır. Bush ailesinin
Texaslı oldukları ve Texas’da petrol işi ile uğraştıkları imajı yalandan
uydurulmuştur. Amerika’yı II. Dünya Savaşı’na sokan Pearl Harbor baskınından on
yıl önce 300’ler Komitesi’nin önemli firmalarından Brown Brothers ile kendi
firmasını birleştirdikten sonra Averill Harriman gizli operasyonlarının üssünü
Jüpiter Adası’nda kurmuştur. Harriman Jüpiter Adası’ndan Amerika güvenlik
sistemini kontrolü altına almıştır. Adayı üs olarak kullanmak komplocuların
Pearl Harbor sürprizinin kamuoyundan saklamalarını sağlamıştır.
Bush ailesi de diğer elit Jüpiter Adası sakinleriyle ortak özelliklere
sahiptir. Örneğin baba ve amcanın iş ortakları ve arkadaşları arasında Çin
afyon ticaretinden servet edinmiş Mellon ailesinden Paul Mellon vardır. Mellon
ailesiyle Harrimanlar Middleburg, Virginia’dan komşudurlar. Adadaki diğer
elitler arasında Başkan Wilson’u “Gümrük tarifeleri karşıtı kanunu” çıkarmaya
zorlayan C. Douglas Dillon, Carl Tucker, Robert Lovett, Gordon Gray ve
Prudential Sigorta Şirketi Başkanı olarak İngiltere’deki tüm önemli kişiler ve
Tavistock ile yakın ilişkiler içinde bulunan Nicholas Brady gibi kimseler
vardır. Alman endüstrisinin II. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek bahanesiyle yerle
bir edilmesi projesini Tavistock Enstitüsü ile birlikte Prudential Sigorta
Şirketi hazırlamıştır.
Pek çok Amerikan gizli operasyonunun Jüpiter Adası’nda planlandığı ve
uygulandığını sanılmaktadır. Bu operasyonlardan birisi General Douglas
McArthur’un Japonya modelinden etkilenerek 300’ler Komitesi’yle yollarını
ayırmaya çalışan James Forrestal’a yapılmıştır. Forrestal uzun süre Wall Street
yatırım bankası Dillon, Read firmasında üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra
Donanma Bakanlığı’na atanmıştır. Forrestal Harriman’ın, Stalin’le yakın
dostluğu, Sovyetler Birliği’nin silahlandırılması ve bu ülkenin desteklenmesi
konusundaki fikirlerine karşı çıkana kadar Wall Street ve 300’ler Komitesi’nin
gözdesidir. Donanma Bakanlığı görevindeki beş yıl içinde Forrester Amerikan-
Sovyet anlaşmalarına karşı çıktığı gibi konu hakkındaki bilgileri Temsilciler
Meclisi ve Senato üyeleriyle de paylaşmaya başlamıştır. Bu gelişmeler en sonunda
1949 yılında krize dönüşür ve Harriman ile Hobe Sound Forrestal’ı bakanlıktan
indirmeye karar verirler. 28 Mart 1949 tarihinde Forrester ofisinden zorla
çıkarılarak bir uçakla Jüpiter Adası’na getirilir. Burada kendisini silahlı
kuvvetlerde çalışan ve Robert Lovett’e sadık psikiyatrisiler beklemektedirler.
Forrester’a 300’ler Komitesi’nin uzun vadeli stratejilerini kabul etmesi için
Rawlings Reese psikiyatrik yöntemi uygulanır. Ancak Forrester direnmektedir
dolayısı ile kendisi ağır iş koşullarından dolayı “ruhen yorgun düşmüş”
denilerek Washington’daki Walter Reed Silahlı Kuvvetler Psikiyatri hastanesine
yatırılır. Jüpiter Adası’nda başlanan ensülin şok tedavisine burada devam
edilir.
Tarihi Stalin görüşmesinde, Harrison’a Moskova’da danışmanlık eden Forrestal’ın
oğlu, babası hakkındaki tüm resmi açıklamaları reddetmektedir. Oğlunun ısrarcı
tutumu karşısında karısı ve çocuklarının Forrestal’i ziyaret etmelerine izin
verilir. Ancak Forrestal aklını yitirmiştir.
Eski 300’ler Komitesi üyesi ailesine olan biteni anlatmaya kalktığında
psikiyatrisiler kendisinin halüsinasyon gördüğünü söylemektedirler.
Forrestal’ın sonu ailesinin kendisine oynanan korkunç oyunu ortaya çıkarmasına
an meselesi kala gelir. Bir aile ziyareti sonrası Forrestal’ın günlükleri zorla
elinden alınır ve Harriman uzmanlarınca %80’i tekrar yazılır.
22 Mayıs tarihinde Walter Reed Hastanesi yazılı bir açıklamayla James
Forrestal’ın aile ziyareti sonrası geçirdiği ağır depresyon sonucu kendini
hastanenin on altıncı katından atarak intihar ettiğini duyurur. Psikiyatr
Walter Reid savcılıkça hiçbir kovuşturma başlamadan olayın intihar olduğunu
deklare etmiştir. Otopsi sonu “Çok Gizli” olarak dosyalanır. Hükümet sansürü
Forrestal’ın ölümünü perdelemiştir. Yıllar sonra ağır ilaç tedavisi altında
olduğu halde Forrestal’in son aile ziyaretinde Kore Savaşı’ndaki Harriman-Dean
Acheson planlarını neredeyse açığa vurduğu açıklanır. Kanıt olmamakla beraber
Kore hadisesindeki durum bu açıklamayı desteklemektedir. Çünkü Forrerstal’ın
intihardan iki yıl sonra Dışişleri Bakanı Dean Acheson dünyaya artık
Amerika’nın Güney Kore’yi korumayacağını duyurmuştur. Haziran 1950’de Kuzey
Kore, Güney’i işgal eder.
Pek çok kere belirttiğim gibi Beyaz Saray’da temsil edilen politik
partinin önemi yoktur ve Amerika’nın dış siyaseti 300’ler Komitesi denen
komplocular hiyerarşisi tarafından belirlenir. Bu değişmez bir kuraldır.
Örneğin Averill Harriman Başkan Truman’a milli güvenlik danışmanı olarak
atanması tesadüf değildir.
Bu beklenmeyen atama Harriman’ın 1950-1953 döneminde tüm güvenlik
sistemini kontrolü altına almasını sağlamıştır. Dulles kardeşler, avukatları ve
iş ortaklarının teşvikiyle Harriman Amerikan halkı üzerinde Rawling Reese
psikoloji modeli gizli bir beyin yıkma kampanyası başlatmıştır.