Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

300’LER KOMİTESİ “Komplocular Hiyerarşisi” 1

 


DR. JOHN COLEMAN

Çevirmen: Dr. Mert Akcanbaş

BAŞLARKEN

Yalıtılmışlık içinde yaşadığımız hayatlarımızda, bırakın dünyada olan bitenleri komşu şehirde bile olan bitenlerden haberimiz yoktur. Bu kitabın içeriğini anlamak bu açıdan pek kolay değildir. Kansas’ın ufak bir kasabasında yaşayan bir kişi, Miami’de meydana gelen olaylardan ne kadar haberdardır? Böyle bir durumda bu kişinin öğrenecekleri ancak olayın medyaya yansıdığı miktarda olacaktır. Biz genelde diğer insanlar gibi dünyayı kendi sınırlı bakış açımız içinde görürüz. Zaten bunun dışında davranmamız olanaksızdır. Dolayısı ile sınırlı kapasitemizi aşan bilgileri aldığımızda bunların doğruluklarından şüpheleniriz. Bu koşullar altında sıradan bir insanın ülkesinde veya dünyada olan korkunç değişiklikleri ve çevrilen entrikaları anlaması imkânsızdır. Anlaması daha da imkânsız olan, sıradan insanların kusursuzca planlanmış bu komplolarda rol aldıklarıdır.

Aile yapısının yıkılması, ailenin geleneksel işini bırakmak durumunda kalması, insanların mecburen memleketlerinden, sevdiklerini arkada bırakarak göç etmeye zorlanmaları gibi üzüntü verici yıkım ve yozlaşma faaliyetleri uzmanlarca planlamış bir komplonun parçaları olup, sıradan bir vatandaşın yaşam deneyimi bu komployu görmeye yetmez. Sıradan vatandaş yaşamındaki bu çalkantı veya çöküşü genel koşullara veya şansa bağlar. Bu sıradan insanın olanları bir komplonun parçası olarak görmesi için ne deneyimi ne de bir nedeni vardır. Sıradan insanın bilinci, eğitildiği sistem ve yaşadığı deneyimler dolayısı ile karanlık komploları görmez. Zaten bu durum komplocuların güvendikleri en büyük gerçektir. İnsanları aydınlatmayı amaçlayan her türlü girişim anında yok edilir.

Sıradan vatandaşın yaşamında onu şüpheye düşürecek normal dışı olaylar ve gelişmeler pek az ve sınırlıdır. Onun için tarih, birbirini takip eden olaylar zinciridir ve sıradan vatandaş bu birbirini takip eden olayların manipüle edilerek kendisine yaşatıldığından hiç şüphelenmez.

“Gizli Bilgi” sıradan insandan hep saklanır, milyonlarca diğer sıradan vatandaşlar misali cahil, eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış halde yaşaması sağlanır. Bu vatandaşın bilmediği ve hiç öğrenemeyeceği şey, gerçek önemli tarihsel olayların, yüksek mevkilerdeki gizli adamlar tarafından halkı kandırma amacıyla önceden planlandığıdır. Bu gizli adamlar İncil’in bahsettiği “En seçilmişler” grubudur ve dünyadaki güç kademelerinin en üstündeki kişilerdir. Bu adamlar, İngilizlerin East India Company unvanlı firmasındaki, soyları Kathariler, Bogomiller ve Albigensiyanlar gibi ortaçağ tarikatlarına dayanan ve dinlerinin temelini Babil’in Mani inancı oluşturan kişiler olup sadece İngiltere’yi değil tüm dünyayı kontrol edecek durumdadırlar. Tarihte insanların ortak arzularından birinin kontrole sahip olmak olduğu bilinir.

Hangi sosyal oluşuma bakılırsa bakılsın bu topluluklar içinde kontrolü elinde tutma arzusunun tavan yaptığı alt gruplar bulunur. Son üç yüz yıldır bu tip pek çok kişi ve grubun “gizli cemiyetler” diye tanımlanan kurumlarda ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu kitap dünyayı yöneten en güçlü iki grup hakkında yazılmıştır.

Şimdiye kadar haklarında pek çok kitabın yazıldığı tüm gizli cemiyetler “genel merkezin” şubeleri gibi çalışmaktadırlar. İşte bu sayede 300’ler Komitesi Amerikan halkından şimdiye kadar saklanmayı başarmıştır.

Bazı araştırmacılar Federal Rezerv Bankası gibi bazı mahalli oluşumları kontrol ve koordine eden bir üst yapının olduğunu fark etmişlerdir. Yine de tüm bu oluşumlar “gizli cemiyetler” başlığı altında toplanmışlardır. Ancak ben 1991 yılında ismini açıklayana kadar komplo teoricileri ve yazarları her zaman en önemli örgütü gözden kaçırmışlardır.

-    300’ler Komitesi nasıl ortaya çıkmıştır?

-    Bu kurumun serveti ve gücü nereden gelir?

-    Komite özellikle İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere dünyayı nasıl kontrol altında tutmaktadır?

-    Tek bir kurum nasıl olur da dünyada tüm olan biteni bilir ve kontrol eder?

Bu kitap bu ve benzeri sorulara yanıt aramak için yazılmıştır. Komitenin başarısını kavrayabilmek için detayların incelenmesi ve tartışılması gerekmektedir. Bu çalışmada bulabildiğimiz kadar çok gizli cemiyet, tabela örgütleri, bağlantılı devlet kurumları, bankalar, sigorta şirketleri, petrol firmaları, uluslararası kurumlar ve binlerce dernek ve vakfı incelemek gerekmektedir çünkü bu kurumların başındaki kişiler en az 150 yıldır dünyayı yöneten 300’ler Komitesi’nin üyelerini oluşturmaktadırlar.

Bu kitap umarız ki araştırmacılar için yeni bir alan açacaktır. Bugünkü yapıyı anlamamız için önce East India Company sonra da British East India Company diye bilinen ve 300’ler Komitesi’ne dönüşen yapıyı araştırmamız gereklidir.

 

ÖNSÖZ

Kariyerim boyunca ziyaret ettiğim pek çok ülkede oldukça fazla sayıda gizli dokümanı okuma şansım oldu. Gördüklerim beni çok üzdü ve öfkelendirdi. O zamandan bu yana İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerini kontrol edip yöneten gücü ortaya çıkarmaya uğraştım.

Royal Institute for International Affairs (RIIA), The Council on Foreign Relations (CFR), Bilderberg Grubu, The Trilateral Commission, Siyonistler, Farmasonlar, Bolşevikler, Gül ve Haç Kardeşliği gibi gruplar ve bunlara benzer bazı diğer gizli grupları zaten bilmekteydim.

Daha önceleri İngiltere’de öğrenciyken British Museum’daki çalışmalarımda pek çok gizli örgütü öğrenmiştim. Fakat 1969 yılında Amerika’ya geldiğimde Kudüs St John Birliği, Roma Kulübü, Alman Marshall Fonu, Cini Vakfı, Yuvarlak Masa, Fabian Örgütü, Venedik Kara Asalet Aileleri, Mont Pelerin Cemiyeti, Cehennem Ateşi Kulüpleri, İlluminati ve Malta Şövalyeleri gibi örgütlerin burada bilinmediklerine veya fonksiyonlarının Amerikalılarca anlaşılmadığına şahit oldum.

1969-1970 döneminde bu durumu düzeltmek için “İlk raporları” yüzlerce monograf ve kaset halinde yayımlamaya başladım. Bu süreçte araştırmalarımı şahsıma ve eşime yapılan tehditler, iş kaybım ve beni gözden düşürmek için uygulanan iyi planlanmış bir oyuna karşı devam ettirdim. Bana karşı olan ajanlar hâlâ “Siyonist karşıtı” olduklarını beyan ederek çalışmalarını devam ettirmekte ve bizi yalanlarına inandırmaya çalışmaktadırlar.

Çalışmalarıma karşı saldırılar ve dezenformasyon çabaları beni hiçbir şekilde desteklemeyerek, çalışmalarımı izinsiz kullanarak veya başka yazarlara atfederek yıllardır devam etmektedir.

Ben İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerine paralel ancak gizli çalışarak bu devletleri yöneten güç üzerine yaptığım çalışmalarıma devam edeceğim. Bu kitap bu çabalarımın bir ürünüdür.

-John Coleman Ocak 1994 - Ocak 2010

BÖLÜM 1

Giriş

Son yıllarda “komplo teorileri” üzerine pek çok kitap, rapor ve araştırma yayımlanmaya başlandı. Tüm ajanda saptırma yöntemlerine rağmen artık Amerikalılar ülkeleriyle ilgili bazı şeylerin gerçekten yanlış olarak geliştiğini görmeye başladılar. Yalnız komplo yazarlarının yaptığı en büyük hata, problemin nedenini The Council on Foreign Relations, The Trilateral Commission veya Bilderberg Grup gibi sınırlı alanlarda aramaktır.

Bu grupları incelemek çok önemli olmakla beraber yazarlar bu incelemeyi yeterince derin yapmamaktadırlar. Yazarların “komplo” organizasyonları isimlerini verdikleri yukarıdaki kurumlar aslında “Komplo Kademesinde” liderliğin altında bulunan oluşumlardır.

Bu şekilde 300’ler Komitesi Amerikan halkından uzun süredir başarılı şekilde saklamıştır. Bazı yazarlar yerel seviyedeki gizli cemiyetleri yöneten ve koordine eden bir üst yapının varlığını hissetmişlerdir.

Londra’daki British Museum’daki çalışmalarım ilk başlarda yavaş gitse de sonuçta beni dünyada tüm gizli cemiyetleri yöneten çok güçlü bir gizli kuruluş olduğuna inandırmıştır. Fransız Devrimi, Anglo-Boer Savaşı, Japon-Rus Savaşı, Bolşevik Devrimi ve I.Dünya Savaşı gibi Avrupa ve dünya tarihini derinden etkileyen olaylar konusunda yaptığım çalışmalarla en üstteki gizli kurumun varlığına inancım daha da artmıştır. Fransız Devrimi’nin aslında İngiltere’de Jeremy Bentham ve William Petty tarafından organize edildiğini öğrendiğimde dünyadaki olayları kontrol eden gizli bir “Üst yapı” olduğuna iyice inandım.

Fransız Devrimi’nde Londra merkezli gizli Quator Coronati (Gizli Hıristiyan dört taş işçisi efsanesine istinaden kurulmuş bir Mason Locasıdır.) ve Paris merkezli Dokuz Kız Kardeş Localarını inceledim. Artık Fransız Devrimi’nin sadece Petty ve Bentham’ın işi olamayacağını anlamıştım. Fransız ve Bolşevik Devrimlerinin benim ilgimi çeken en önemli yanları ikisinin de Hıristiyan düşmanlığı içermeleridir.

Hıristiyan düşmanlığının Fransız ve Bolşevik Devrimleri gibi dünyada değerli madenler için ilk soykırımın yapıldığı Anglo-Boer Savaşı’nda da ana tema olduğunu gördükten sonra Lord Milner, Başkan Wilson, Lenin, Troçki, Kerensky ve benzerlerinin arkasında çok büyük kaynakları olan gizli bir örgütün olduğuna kanaat getirdim.

Ancak çok iyi eğitimli, büyük maddi ve haber alma kaynaklarına sahip kişilerin yönettiği gizli bir dev organizasyon Fransız ve Bolşevik Devrimlerini ya da Anglo-Boer Savaşı’nı kontrol edebilirdi.

Weishaupt, Rathenau ve Doktor Weitzman zaman zaman “300’ler” isimli örgütün ismini gündeme getirmişlerse de kamuoyu böyle dev bir örgütün mümkün olamayacağına inandığından bu iddialar halk arasında kabul görmemiştir. Halbuki bu iddialara inanmak için başta George Washington olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri kurucuları, Disraeli ve Bismarck gibi pek çok nedenimiz vardır.

Başkan Wilson nasıl olur da Leon Troçki gibi Rusya’ya giderek devrim yapacağını söyleyen anti-Hıristiyan biriyle ilişkiye girmiştir?

Başkan Wilson hangi güçle Kanada polisi tarafından tutuklanmış olan Troçki’yi kurtarabilmiştir? Amerikan başkanlarının Kanada’da bir yetkileri olmadığına göre kim veya hangi organizasyon Wilson’a yardım etmiştir?

Troçki gibi bir yabancı nasıl kolaylıkla Amerikan pasaportu alabilmiştir? Bu tip işler büyük paralarla bile başarılacak şeyler değildir. Ama Troçki denen uç devrimci ve Amerikan aleyhtarı biri aldığı Amerikan pasaportu ve büyük maddi imkânlarla Rusya’ya devrim yapmaya gitmiştir. Kanada’da tutuklandığında ise Troçki mucizevi şekilde kurtulabilmiştir. Bana göre bu olaylar uluslar üstü gizli bir organizasyonun bağımsız hükümetlere emir verecek kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.

Tarihindeki en kritik noktada hangi güç ve otorite sayesinde Helphand (Parvus) Alman hükümetine danışman olarak atanmıştır? Helpland Berlin’deki hangi üst kadrolardan talimat almıştır? Alman hükümeti Helpland’in teklifi üzerine Lenin’in Almanya’dan devrim yapmak üzere Rusya’ya gizli bir trenle yollanmasına nasıl izin vermiştir?

İsveç bu olayda neden destekçi olmuştur? Ünlü Alman casus Willy Munzenberg nasıl Lenin ile yakın çalışma arkadaşı olmuştur? Bu olaylar öyle şansa ortaya çıkmış şeyler değildir.

Troçki ve Lenin’in bu efsanevi seyahatleri en azından bana göre arkalarında olan çok güçlü ve gizli örgütün sayesinde başarıya ulaşmıştır. Genelde insanlar olayların kendi başlarına olduğuna inanır fakat benim gibiler bazı olayların onlarla ilişkisi yokmuş gibi gözüken bir dizi başka olay sonucu ortaya çıktığını düşünür. Dikkatli bir araştırmacı birbirleriyle alakasız gibi gözüken olayların aslında ilişkili olduklarını ancak olaylar arası ilişkilerin genelde halktan saklandığını çabuk öğrenir. Devletler üstü kontrol gücünün varlığına belki de en iyi kanıt Başkan Wilson’dan gelmiştir.

Bozulan sağlığı nedeni ile tekrar seçimlere girmesine Demokrat Parti’nin sıcak bakmadığı başkan kendisinin iyi bildiği bazı şeyleri sorgulamaya başlamıştır. Eşi Ellen’in ölümü Wilson’u yasa boğmuştur. Karısına bakan Dr. Grayson başkana eşinin öldüğünü söylediğinde Wilson Beyaz Saray’ın camından dışarı bakarak, “Allah’ım, Ben ne yapacağım?” demiştir. Belki de eşinin ölümü Wilson’un devletler üstü gizli süper gücü aşağıdaki sözlerde olduğu gibi açıklama noktasına getirmiştir:

“Amerika’da ticaret ve endüstrinin en önemli adamları bir şeyden veya birinden korkuyorlar. Bu adamlar çok organize, her şeyi bilen, korkunç bir güçten o kadar korkarlar ki bu gücün aleyhine konuşmaları fısıltı düzeyini aşamaz.”

Ben de istihbaratçılarla konuşurken 300’ler Komitesi yönetim merkezi olarak bilinen “Olimpos” hakkında açık konuşmadıklarını veya çok sınırlı bilgi verdiklerini her zaman görmüşümdür. Yine de bu oluşumun varlığına ilişkin pek çok kanıt bulunmaktadır, örneğin Komite’nin önemli sözcülerinden olan ve Komite’nin Tek Dünya Devleti - Yeni Dünya Düzeni planlarını sıkça gündeme getiren H. G. Wells Açık Komplo isimli kitapta şöyle demektedir:

“Açık Komplo siyaseti, dünyada var olan hükümetleri zayıflatmak, dağıtmak ve onları yöneten hale gelmek olmalıdır. Açık Komplo sosyalist ve komünist akımların devamı olup Moskova’yı New York’tan önce ele geçirebilir. Açık Komplo hareketinin karakteri şimdi açıklanacaktır. O bir dünya dini olacaktır.

Birbirleriyle gevşek bağlantı içinde olan büyük topluluklar ve toplumlar asimilasyon yoluyla sonunda tüm dünya nüfusunu yutacaklardır. O zaman yeni bir insan toplumu ortaya çıkacaktır.”

Devam edersek:

“Açık Komplo diye tanımladığım baskıcı teknikler ve halka direkt hizmeti öğretecek olan bu kurumun hayata geçirilmesi bugün dünyanın gerçekleştirmesi gereken en önemli görevdir. Kriz zeminini hazırlayınca bu hareket kolayca hayata geçecektir. Bazen bunun gerçekleşmesi için nesiller boyu propaganda ve eğitim gerektiğini düşünüyorum. Tüm insanlık için ortak bir inanç ve yasa olmalıdır...”

Tahminimce buraya kadar anlattıklarım isminin 300’ler Komitesi olduğunu öğrendiğim gizli ve yüksek bir güç odağının varlığını ortaya çıkartma yönünde iyi bir başlangıç olmuştur. Yazdıklarımın iyi anlaşılması için dikkatli okunması gereklidir çünkü Komite hakkındaki gerçekler çelişkili olmasalar bile oldukça karmaşıktırlar.

Bu karmaşıklık nedeni ile Amerika Birleşik Devletleri pek çok kere yaşamsal düşmanı olan dünya liderleriyle işbirliği içine girmiştir. Bu kitabı okuduğunuzda 300’ler Komitesi’ni araştırmak için harcanan binlerce saatlik çaba daha iyi anlaşılacaktır.

Parçalar yerine oturduğunda resmin ortaya çıkacağına ve bu resmin hepimizi yakından ilgilendiren yerel politikaların çok ötesinde olduğuna eminim.

BÖLÜM 2

300’ler Komitesi ve Roma Kulübü

Aramızda pek çok vatandaş hükümetteki kişilerin ekonomi, siyasi, içişleri ve dışişleri konularında bizi gerçek yönetenler olmadığının farkındadır. Bu vatandaşlar dolayısıyla doğruyu alternatif medyada ararlar. Benim gibi alternatif medya yazarları da bazen başarılı olmamakla beraber sürekli Amerika’yı hasta eden mikrobun peşindedirler.

“Ara sonunda bulursun!” diye bize öğretilen İncil prensibi bu konuda her zaman başarılı değildir. Bizim gibi araştırmacıların bulduğu şey sıradan vatandaşların genelde ülkelerinin ne kadar kötüye gittiği konusundaki umursamaz ve cahil yaklaşımlarıdır. Sıradan vatandaş, Benjamin Franklin, Lincoln ve Washington gibi devlet büyüklerimizin öğütlerine kulaklarını tıkayarak devletin her zaman kendi yanında olacağına iman etmiştir. Zaten bu inançlar sayesinde büyük nüfuslar kontrol altında tutulurlar ve davranışları gizli hükümetin istekleri doğrultusunda şekillendirilir. Bu teknikler konusunda detaylı bilgi için okuyucuların Tavistock İnsani İlişkiler Enstitüsü üzerine yaptığım araştırmaları incelemelerini tavsiye ederim. Bu araştırmam sonunda dünyadaki beyin yıkama ve propaganda teknikleri konusunda tüm “think tank”lerin anası olan kurum ortaya çıkarılmıştır. Sıradan vatandaşlar olarak her zaman “Bazılarının” bir şeyler yaptığını veya yapmadıklarını duyarız. Buradaki “Bazıları” cinayeti örtmek ve katili saklamak için çalışan ancak bilmediğimiz kişiler için kullanılır. Bu “Bazıları” vergilerimizi arttırır ve çocuklarımızı savaşa gönderirler.

“Bazıları” onlara karşı çıkmak istediğimizde ortadan kaybolurlar ve onları bulmamız imkânsızlaşır. Bu durum iki yüz yıldır böyledir. Bu kitabın ilerleyen bölümlerinde bu gizemli “Bazılarının” kim olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Bundan sonra Amerikan Birleşik Devletleri’nin düştüğü korkunç tuzaktan kurtarmak sıradan vatandaşlara kalacaktır. Çünkü gerektirdiği özellikler nedeni ile yaşamım boyunca hiçbir zaman siyasi bir lider olmak istemedim.

30 Nisan 1981 tarihinde hükümette üst düzeyde görev yapan kişileri de içeren 300 yıkıcı adamın varlıklarını ve Roma Kulübü isimli kuruluşu ortaya çıkaran bir araştırma yayımladım

Bu araştırmam aslında 1969 yılında yayımlanan çalışmamın üstüne inşa edilmişti. Bu iki çalışmamda her iki örgütün Amerika’daki varlığından söz edilmekteydi. Bu yazılarımda okuyuculara, anlatılanları hayali bulmamaları ve Bavyera hükümetince ele geçirilen İlluminati örgütünün gizli planlarıyla paralellik kurmalarını tavsiye etmiştim.

1981 yılında öngördüklerimin pek çoğu gerçekleşti. Reagan yönetiminin etkisizleştirilmesi, çelik endüstrimizin çökertilmesi, endüstriyel üretim kapasitemizin düşürülmesi, tarım, gemi yapımı ve otomotiv sektörlerinin “0” büyüme oranına endekslenmeleri gibi kararlar 300’ler Komitesi’nin Fransız (bazılarına göre Belçikalı) liderlerinden aristokrat Kont Etienne Davignon verilmişti.

Davignon’un önemi Roma Kulübü’nü (COR) kullanarak “post endüstriyel toplum” yalanıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin tarım ve sanayisine indirdiği büyük darbeden gelmekteydi. Aynı COR, İran “Rehineler” bunalımını körükleyen ve Amerika’nın egemenlik haklarını ihlal etme pahasına “Rehineler Sorununu” 300’ler Komitesi’nin bir kurumu olan Lahey Adalet Divanı’na götürmeye çalışan kurumun ta kendisidir.

300’ler Komitesi’nin yürütme organlarından biri olan COR Amerika’daki Hıristiyan Birliği’ni parçalamak amacı ile görevlendirilmiştir. Gerçekten de Roma Kulübü (COR) Amerikan Hıristiyan Kilisesi’ni tarikatlara, cemaatlere, köktendinci ve Evangelist gruplara parçalamakta başarı sağlamıştır. Bu yeni akımlardan biri de Armand Hammer tarafından milyonlarca dolar harcanarak ve kendilerine göre laik amaçlarla “özel” bir proje olarak finanse edilmiştir.

Şu anda millet olarak tüm dünyanın imrendiği Amerikan yaşam tarzımızı kaybetmeyi kabullenmiş durumdayız. Örneğin zamanında dünya devi olan denizcilik sektörümüze bakalım. Deniz taşımacılığı Amerikan tarihinde devletimizin refahı için çok büyük hizmetler yapmış bir endüstridir. Bu sektörün eğitimli ve yüksek ücretlerle çalışan personeli Amerikan ekonomisine her zaman büyük katkıda bulunmuştur. Ancak “Tarife ve Ticaret” kanunlarının Başkan Wilson tarafından düzenlenmesiyle ve Cumhuriyetçi Eisenhower başkanlığında kanunların uygulanmaya devam edilmesiyle deniz taşımacılığımız Roma Kulübü’nün amaçları doğrultusunda çökertilmiştir. COR Davignon’un “Sıfır Büyüme Hızıyla Post Endüstriyel Dönem” planını uygulamaktadır.

Açık Komplo ismi verilen ve Tanrı ile dünyada savaşlar, afetler, salgınlar sonrası kalan insanlara karşı bu savaş gün geçtikçe daha açık hale gelmektedir. Örneğin 1938 yılında Almanya’nın yeni geliştirdiği ve tüm dünyadan gizli tuttuğu Messerschmitt savaş uçağı aniden Paris Hava Gösterisi’nde yerini almıştır. Casus ve istihbaratçıların bin bir güçlükle hakkında bilgi almak için uğraştığı bu savaş makinesi aniden karşılarına çıkarılmıştır.

Dünya hükümetlerine paralel çalışan gizli teşkilatlar istihbarat kurumları gibi karanlık ofislerde faaliyet göstermezler. Bu teşkilatlar Beyaz Saray, Kongre, 10 Downing Street ve İngiliz Kamaraları’nda açıkça görünür haldedirler. Bu teşkilatların üyeleri korku filmlerindeki ürkütücü yaratıklara benzemezler. Gerçek canavarlar ütülü elbiseleri, kolalı gömlekleri ile limuzinlerinde Capitol Hill’deki işlerine giderler. Bunlar gün ışığında aramızda olan kişilerdir.

Bir de oligarşi vardır; bu hükümette görev alan ve genelde yozlaşmış politikalar ve şahsi çıkarları uygulamakla yükümlü kişilerden oluşur. Bu adamlar Yeni Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti’nin hizmetkârlarıdırlar. Bir tecavüzcü ilk başta kurbanına dost ve efendi gözükür. Çünkü aksi halde kurban çığlık atarak tecavüzcüden kaçacaktır. Aynı şey hükümet kadroları için de geçerlidir. Örneğin eski başkanlardan George Bush hiçbir zaman paralel gizli hükümete çalışır gibi gözükmemiştir ancak görünüş sizi yanıltmasın çünkü başkanın kendisi korku filmlerindeki mahlûklar kadar ürkütücüdür. Biraz durup başkanın Saddam Hüseyin’i Amerikan Büyükelçisi April Glaspie ile tuzağa düşürerek ona nasıl savaş açtığını düşünün.

Bu savaş içlerinde pek çoğu kadın ve çocuk olan 150.000 İraklının ilk anda ölümlerine neden olmuştur. Daha önemlisi Irak halkı bu müdahaleden sonra gıda ve tıbbi malzeme ambargosu altında özellikle de antibiyotiklerin bulunmamasından dolayı binlerce ölü daha vermiştir. Amerikan’ın savaşta kullandığı zayıflatılmış uranyum mermiler, top mermi kalıntıları, yanmış kamyon ve tanklar çevreyi kirlettikleri gibi yaydıkları radyasyon ile savaş bittikten sonra bile binlerce İraklının ölümüne neden olmuşlardır. Başkan Bush bu korkunç operasyon emrini kimden almıştır? Kendisinin yetkisi nedir ve bu yetki kim tarafından verilmiştir? Başkan böyle bir yetkiyi kesinlikle Amerikan Anayasası veya uluslararası hukuktan almamıştır. Demek ki bu yetki uluslar üstü 300’ler Komitesi gibi bir kurumdan gelmiştir. Rasyonel düşünce bize durumun bu olduğunu göstermektedir. Bu olaylar, bilincimize, Tavistock Enstitüsü’nün bilinç bulandırma teknikleriyle başkanın bu korkunç cinayetleri işlemek için Kongre’nin onayını aldığı şeklinde işlenmiştir.

Amerikan halkı o kadar şartlandırılmıştır ki vatandaşlar başkanın bu savaş yetkisine sahip olduğuna inanmıştır. Yaygın medya toplumlarında insanlar yanlış yönlendirilmeye çok açıktırlar. Böyle toplumlarda vatandaşlar önce gazetelerde okuduklarına inanırlar daha sonra da okuduklarının kendi çıkardıkları sonuçlar olduğuna inanırlar. Bu şekilde yanlış hükümet politikalarına kamuoyu desteği bir süreliğine bile olsa yaratılır.

1991 yılında baba Bush yönetimi tarafından Irak’a yapılan müdahale bu konuda güzel bir örnektir. Amerika Birleşik Devletleri’ni oluşturan ilk 13 Cumhuriyet eskiden özgür birer devlettiler. Bu devletler her birinin mutlak koruma altında olması kaydıyla Konfederasyon Anlaşması veya Amerikan Anayasası kapsamında eyaletleri oluşturmuşlardır. Başkan Bush devleti savaşa sokarken her eyaletin görüşünü almış mıdır? Tabii ki hayır! Dolayısı ile Başkan’ın Irağı işgal ve barbarca insanlık suçları işlemede Amerika Birleşik Devletleri çatısı altındaki eyaletleri suç ortağı yapma hakkı yoktur.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 50 eyaleti temsil ettiğini söyleyenlere 5 Mayıs 1776 tarihli Virginia Konvansiyonu’nu okumalarını tavsiye ederim. O tarihte Virginia “bağımsız ve özgür” bir devlet olarak tanınmıştır. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonrası İngiltere ile yapılan Paris Anlaşması’nda her eyalet özgür ve bağımsız birer devlet olarak kabul edilmiştir. Bu durum 1789 Konvansiyonu ve 10. Anayasa değişikliğine temel teşkil etmiştir.

George Bush Irak’a Amerikan ordusuyla saldırırken Amerikan halkını kandırmıştır. Kendisinin Kongre’den aldığı “Savaş Deklarasyonu” bulunmamaktadır ve tutumu yasadışıdır. Başkan, Birleşik Devletleri teşkil eden eyaletlerin vatandaşlarını sanki özgürlük ve bağımsızlıklarını tek taraflı olarak federal hükümete bıraktıkları konusunda kandırmıştır. Ancak böyle tek taraflı bir durum sözkonusu değildir. Anayasal desteği olmadan Irak’a karşı savaşa girerek Bush Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm vatandaşların can güvenliklerini ve özgürlüklerini koruyan anayasayı çiğnemiştir.

Kesin olmamakla beraber görüşüme göre baba Bush talimatları Royal Institute for International Affairs (RIIA)’dan almıştır. Bu kurum da talimatlarını 300’ler Komitesi’nin yüksek yönetim halkası olan “Olimpos”tan almaktadır. Bush başkanlık yeminini Amerikan halkını kandırarak ve bir dış gücü Amerikan Anayasası’nın üstünde tutarak ihlal etmiştir. Yani başkan “vatana ihanet” suçu işlemiştir.

Aslında “Olimpos” üyelerinin de yüzlerini saklamadıklarını yakında göreceğiz. Hatta bazen daha önce bahsettiğimiz üzere Paris Hava Gösterisi’ndeki gibi istihbaratçılar onları başka yerlerde ararken aniden herkesin karşısına çıkabilirler. Hiç televizyonlarınızda İngiltere Kraliçesi’nin İngiliz Parlamentosu’nu açış konuşmasını izlemediniz mi? İşte 300’ler Komitesi’nin başında olduğu söylenen dünyanın en güçlü kadını karşınızdadır. Ya da siz televizyon veya diğer medya kaynaklarında hiç Amerika Birleşik Devletleri Başkanlarının yemin törenlerini görmediniz mi? Bu kişi de 300’ler Komitesi’nin önemli üyelerindendir. Tüm bunlar halkın gözünün önünde olan olaylar olup önemli olan “algı” sorunudur.

Amerikan halkı kim kanıtlamaya çalışırsa çalışın böyle devletler üstü bir otoritenin varlığını aklında şekillendiremez. Hatta böyle konuları gündeme taşıyan kişiler “paranoyak” veya “komplo teoricisi” olarak damgalanırlar.

300’ler Komitesi isimli güçlü kurumun planlayıcıları ve üyeleri kimlerdir? Bilgili bazı vatandaşlar bir komplonun varlığından haberdarlardır ve bu komplonun İlluminati, Farmasonlar, Yuvarlak Masa, Milner Grup ve Royal Institute of International Affairs gibi kurumlarca yapıldığını düşünürler.

İnsanlara göre Amerikan iç ve dış siyasetinde sevmedikleri şeyler The Council on Foreign Relations ve The Trilateral Commission gibi kurumlardan kaynaklanmaktadır. Bazıları Yuvarlak Masa Teşkilatı’nın Amerikan siyasetinde Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği kanalıyla oynadığı önemli rolün farkındadırlar. Problem bu görünmeyen ve gizli hükümet üyelerinin faaliyetleri hakkında net bilgi edinilmesinin zorluğundan kaynaklanmaktadır. İncil’de söylendiği gibi “İnsanlar bilgisizlikten helak olacaklardır.”

Bazı okurlarımız daha önceki çalışmamda ortaya çıkardığım Amerikan Dış Yardım skandalında pek çok gizli örgütün ismini açıkladığımı bilirler ve bu örgütler oldukça yüksek sayıdaydılar. Bunların amaçları Amerikan Anayasası’nı yok ederek Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti adı altındaki feodal devlette Amerika’nın lider rolü üstlenmesini sağlamaktır. Bu baskıcı ve acımasız yönetim içinde dünya halkları karanlık çağlardaki kölelerden daha kötü duruma düşeceklerdir. Yeni Dünya Düzeni komünist rejim kurallarının en sıkı şekilde uygulanacağı bir yönetim olacaktır.

Dünya iş gücü içinde fazlalık olarak görülen milyonlarca insanın yok edilmesine yönelik pek çok girişim bulunmaktadır. Milletlerden bazıları yıllar öncesinde 300’ler Komitesi’nce “Fazladan yemeğe ortak olanlar” ya da “Kaşık düşmanları” olarak görülmüş ve daha küçük bir dünya nüfusu bu probleme çözüm olarak sunulmuştur. Gereksiz “Kaşık Düşmanları” (Bertrand Russell isimli 300’ler Komitesi Sözcüsü) az olan doğal kaynakları yok etmektedirler. Bunların ortadan kalkması gereklidir. Endüstriyel büyüme nüfus artışı demektir. Dolayısı ile İncil’de “Genesis-Yaradılış” diye geçen ve çoğalmayı ve dünyayı kullanmayı emreden bab terse çevrilmelidir. Dünya için, yeni bir plan gündeme taşınmalıdır. Bu endüstriyelleşmiş ve mekanize tarım sektörü olan ülkelere (nükleer enerji üretimi dahil olmak üzere) saldırı anlamını taşır ve yüz milyonlarca insanın 300’ler Komitesi’nin belirttiği gibi “fazla nüfus” kapsamına alınarak yok edilmelerini içerir. Tabii ki bu Komite’nin küresel planlarına karşı duran liderlerin de yok edilmeleri demektir.

Komitenin ilk başlardaki iki hedefi İtalya ve Pakistan’dır. İtalya şu anda de facto olarak P2 Mason Locası’nın kontrolündedir. Firmalar İtalya’yı yönetmektedirler. İtalyan muhalefeti durumu “Şirketlerin faşizmi” olarak nitelemektedir. 1991’den beri kontrolü elinde tutan endüstriyel liderler bu durumu açıkça ortaya koymaktadırlar. Yeni Dünya Düzenini işleme koymak için ilk denemeler Sigmund Freud’un yeğeni olan Tavistock Enstitüsü teorisyenlerinden Edward Bernays (Doğumu 22 Kasım 1891) kamuoyunu şekillendirme çalışmalarıyla başlamıştır. Burada takip edilen metot, insanların 300’ler Komitesi tarafından planlanan radikal değişiklikleri kendi fikirleriymiş gibi algılamalarını sağlamaktır. Bernays öyle bir yöntem geliştirmiştir ki Kissinger gibi ajanlar Yeni Dünya Düzeni’nin Amerikan siyaseti olduğuna halkı inandırmak için ortaya çıkarılmışlardır. Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti projesi Amerikan halkınca Kissinger’in Ortadoğu, Kore, Vietnam ve Körfez Savaşlarında oynadığı roller sayesinde Amerikan Devleti’nin politikası olarak algılanmaktadır.

1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda “Açık Sır” Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin 300’ler Komitesi kararları doğrultusunda Kuveyt’i İngiliz kontrolü altına getirmek için kullanılmıştır. Aynı zamanda Irak’a gerekli ceza verilerek küçük ülkelerin kendi kaderlerini belirlemeye kalkışmaları önlenmiştir. Tüm bunlar Tavistock İnsani İlişkiler Enstitüsü’nün Londra Wellington House adresindeki ilk faaliyetlerinin ürünüdürler. Tavistock hızla dünyadaki en önemli “Beyin Yıkama” merkezi haline gelmiştir.

Dünya ülkelerini uluslar üstü süper bir gücün yönetimindeki feodal bağımlı devletler haline getirmek şimdiye kadar yapılan her savaş-barış-savaş kombinasyonundaki anafikirdir. Bu bakımdan bağımsız kalmak isteyen devletler her zaman büyük plana aykırı görülmüşlerdir, bu durum en azından son yüz yıldır devam etmektedir. Bağımsız olmak için bir ülkenin enerji kaynaklarını kontrol eder durumda olması gereklidir. Bu kapsamda Roma Kulübünce desteklenen “Nükleer Enerji” karşıtı “Çevreci Hareketin” aslında devletler üstü bir kurumun planlarını uyguladığı ortadadır. Bir ülke bağımsız olabilmek için kendi enerji kaynaklarını kontrol etmek durumundadır. İnsanların, elektrik üretiminde nükleer enerji kullanımına karşı tüm dünyada oluşan nefretin ve Roma Kulübü tarafından kurularak finanse edilen “Çevreci hareketin” aslında nükleer enerji istemeyen uluslar üstü bir güçten kaynaklandığını, anlamaları gereklidir. Nükleer santraller sayesinde ucuz ve kaliteli elektrik üretimi mümkündür. Endüstriyelleşmeye çalışan Üçüncü Dünya Ülkeleri ucuz enerji sayesinde Amerikan dış yardımına olan ihtiyaçlarından kurtulacak ve sanayileştikçe vatandaşlarına daha güzel yaşam standartları sağlar hale geleceklerdir.

Üçüncü Dünya Ülkelerinin geri kalmışlıktan kurtulmalarında nükleer enerji anahtar rol oynamaktadır. Komite’nin yüzyıllardır yönettiği Çin ve Hindistan gibi ülkeler nükleer enerji sayesinde özgürlüklerini kazanmışlardır. Bol ve ucuz elektrik enerjisi yabancı devlet yardımlarına daha az gereksinim, daha az dış bağımlılık ve ülke insanının refah düzeyinin artması demektir. Yüksek refah düzeyi ülke kaynaklarının yabancılar tarafından daha az kontrol edilmeleri ve daha az IMF kontrolü anlamına gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin kendi kaderlerini belirlemeleri Roma Kulübü ve 300’ler Komitesi tarafından hoş karşılanmaz. Böyle bir durum Bertrand Russell’ın tanımladığı şeklide “Kaşık Düşmanları” sayısında gereksiz bir artış yaratacaktır. Russell’a göre gelişmekte olan ülkelerde gereksiz bir nüfus fazlası mevcuttur. Gelişmekte olan ülkelerin gittikçe artan milli gelirlerini “adil dağılım” çerçevesinde halk tabanına yaymaları halinde bu ülkeler kendi kaderlerini belirleyebilir hale geleceklerdir.

Kısacası endüstriyel gelişme şu anda sürünen milyarlarca insana daha iyi yaşam standartları sağlayacaktır. Tabii bu durum Davignon’un “Sıfır Büyüme Oranıyla Gelişme Planına” aykırıdır. Kont Davignon’un “Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Oranıyla Gelişme Planını” biz ABD’deki nükleer enerji karşıtı hareketlerde gördük ki nükleer santrallerin kapatılmaları ve yenilerinin inşaatlarının durdurulmalarıyla, Amerika mucize büyüme hızından feci bir stagflâsyona sürüklendi. Yabancı ülkeleri köleleştirmenin bir yolu onları Amerikan yardımına muhtaç halde tutmaktır. Bu ülke halklarının çok az bölümü Amerikan yardımından istifade edebilmektedir çünkü bu ülkelerin yozlaşmış liderleri yardımların büyük kısmını ülkelerinin kaynaklarını IMF gibi kurumlara peşkeş çekmek suretiyle cebe indirmektedirler.

Amerikan yardımları bazı durumlarda ise bu ülkelerde faaliyet gösteren Bechtel gibi Amerikan firmalarının kasalarına gider. Tabii ki alt yapı yatırımları için alınan dev krediler zavallı halklar tarafından faizi ile birlikte ödenirler. Doğal kaynak istismarına en güzel örneklerden biri Zimbabwe (eski Rodezya) Cumhurbaşkanı Robert Mugabe vakasıdır. Bu ülkenin yüksek kaliteli krom madenleri dış yardım tezgâhı ile başında Kraliçe Elizabeth’in kuzeni Angus Ogilvie’nin olduğu LONRHO firması tarafından kontrol edilmektedir. Firma ve İngiliz yatırımcılar Zimbabwe krom kaynaklarından milyarlarca dolar kazanırken Zimbabwe %70 işsizlik oranı, kısalan ortalama yaşam süresi ve sosyal hizmet sistemi iflas etmiş, anarşinin kol gezdiği bir ülke haline gelmiştir.

LOHNRO bu ülkenin ismi Rodezya iken krom madenleri üzerindeki tekel hakkını ülkeye “demokrasi” getirme tezgâhı ile ele geçirmiş ve ülke eski lider Ian Smith zamanında kontrol uygulanan krom fiyatlarını serbest bırakarak “demokratikleşmesini” gerçekleştirmiştir.

Mugabe rejiminin Amerikan onayı ile İngilizler tarafından başa getirilmesinden önceki son 25 yılda dünya krom fiyatları oldukça istikrarlı haldedir. lan Smith yönetiminde ülkenin 14 yıl boyunca yaşadığı kargaşa liderin ülkeyi terk etmesiyle ekonomik ve sosyal kaosa dönüşmüştür. İşsizlik oranının bir anda %400 artmasıyla yeni cumhuriyet Zimbabwe de facto iflas halinde dünyaya gelmiştir.

Bu tam da Davignon Planı’nın görmek istediği ülke tipidir. Kraliçe II. Elizabeth tarafından şövalye unvanı verilen diktatör Mugabe yıllık 300 milyon dolar Amerikan yardımı sayesinde Cote d’azur, Cap Ferat ve Monte Carlo’da üç büyük otel sahibi olurken halkı muhalefet yapma hakkı olmaksızın işsizlik, açlık ve hastalıklarla uğraşır hale gelmiştir.

Dolayısı ile dış yardımın Zimbabwe hatta tüm Afrika ülkelerinin sömürülmelerinde önemli bir araç olduğu açıktır. 300’ler Komitesi’nin önlemeye çalıştığı nükleer üretim tesislerine en yeni örnek İran’da yaşanmaktadır.

1971 yılında aldığı kararla ülkede bir seri nükleer santral kurarak feodal yapıyı yıkmak ve 20. yüzyıl medeniyet seviyesine ulaşmak isteyen İran’daki Şah rejimi bir CIA operasyonu ile yıkılmış ve nükleer santral programına son verilmiştir. İran ile benzer kaderi Arjantin ve Güney Afrika Cumhuriyeti de yaşamışlardır. Yalnız bu ülkelerde dış yardım silah olarak kullanılmıştır. Amerikan dış yardımının iki faydası bulunur: Bu yardımlar vergileri aracıyla Amerikan vatandaşlarını dolaylı olarak sistemin zorunlu hizmetkârları haline getirir ve muhalefet güçlerini kırar. İkinci olarak yardımların yapıldığı ülkeler 300’ler Komitesi’ne bağımlı hale gelirler.

“Nelson Rockefeller, Dış Yardım Tasarısı 1946 yılında kanunlaştırıldığında ne yaptığını iyi bilmektedir. Bu kanun Amerikan çalışan kesiminin devlet tarafından soyulması projesidir. Amerikan halkının vergileriyle ödediği ‘Dış Yardımlar’ onları kölelikten biraz daha iyi olan zorunlu devlet hizmetkârları haline getirmiştir. Ödenen vergiler sayesinde tabii ki Nelson Rockefeller Hanedanlığı ’na milyonlarca dolarlık servet aktarmıştır. ”

(Kaynak: The Truth about Rockefeller, Emmanuel Josephson 1964)

300’ler Komitesi tüm dünyayı ve özellikle de Amerika ve İngiltere’yi nasıl boyunduruk altına almıştır? Bir kurum nasıl olur da her zaman olan bitenden haberdar olabilir ve her durumu kontrol edebilir?

Bu kitapta bu tip sorulara yanıt vermeye çalışıyoruz. Bunu yapabilmek için önce 300’ler Komitesi’nin varlığı ispatlamamız gerekir.

Bu Komite’nin varlığını ispat için pek çok gizli cemiyet, tabela örgütleri, bağlantılı devlet kurumları, bankalar, sigorta şirketleri, petrol firmaları, uluslararası kurumlar ve binlerce dernek ve vakfı incelemek gerekmektedir. Çünkü bu kurumların başlarındaki kişiler en az 150 yıldır dünyayı yöneten 300’ler Komitesi’nin üyelerini oluşturmaktadırlar.

Amerika’da Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü, Roma Kulübü, Tapınak Şövalyeleri, Alman Marshall Fonu, Fabian Örgütü, Gizli Altılı, Felsefi Radikaller, Venedik Kara Asalet Hanedanı, Malta Şövalyeleri, Cincinnati Cemiyeti, Dokuz Gizli Adam örgütlerinin varlıkları ya hiç bilinmemekte veya gerçek işlevleri iyi anlaşılmamaktadır.

Kont Etienne Davignon’un gizli ajandası da Amerika’da bilinmemektedir. Amerika’da pek az kişinin Davignon, Jeremy Bentham, John Stuart, James Mill ve William Allen gibi isimleri bildiği bir gerçektir. Benzer şekilde çok az Amerikalı British East India Co.’nun Amerikan sanayi ve tarımsal gelişimini baltaladığını ve dünyayı feodalizmin karanlık çağına çekmeyi planladığını bilmektedir.

BÖLÜM 3

Uyanış: Bazı Gizli Örgütler

Londra British Museum’da yaptığım çalışmalar ve halka kapalı bazı belgeleri inceleme şansı bulmam beni pek çok yönden aydınlatmıştır. İlk başta yavaş ilerlemekle beraber araştırmalarım sonucunda dünyadaki tüm gizli örgüt ve cemaatlerin üzerinde ve onları yöneten bir kurumun olduğunu gördüm. Gördüğüm ve bende kalıcı etki yapmış belgelerin başında Rahip Robert Frerichs’in 9 Temmuz 1963 yılında Amerikan Baptist Kongresi’nde yapmış olduğu konuşma gelmektedir.

1.       O zaman bu kongre Amerika’daki en radikal Hıristiyan örgütün toplantısıydı. O yıl kongre başkanlığını Harold Stassen yapmaktadır. Kongrede önemli konuşmacı Rahip Robert T. Frerichs’in söylevi tamamen Rahip Thomas Malthus’un teorisiyle örtüşmektedir. Malthus dünyadaki sınırlı kaynakları çok fazla insanın tükettiğini iddia etmektedir. Malthus bir İngiliz köy vaizinin oğlu ve East India Company çalışanıdır. Bu adam 150 yıl önceden dünyada olacak nüfus patlamasından söz ederek “nüfus fazlası” fikrinin temelini oluşturmuştur. Bu fikir o zamanki İlluminati tarafından kabul görerek halefleri tarafından 20. yüzyıla taşınmıştır. Rahip Frerichs’in konuşması “nüfus fazlası”, “eğitim eksikliği,” gibi konular yanında ticari dünya ile ilgili konuları da kapsamaktadır. “Nasıl söylesem? İnsanlar ticari, kooperatif veya kolektif toplumlar olarak yaşamalıdırlar.” Bu fikir Felsefi Radikallerden Jeremy Bentham ve William Allen’e ait olup onlardan 100 yıl sonra Harold Mackinder ve Lord Bertrand Russell tarafından savunulmuştur. Hatta Harold Mackinder, Benito Mussolini’den alıntı yapıyor olmamak amacıyla fikirlerinin gerçekleşmesi için “Faşist rejim” gerektiğini belirtmekten kaçınmıştır. Russell’a göre çözüm salgın ve pandemiklerle dünya nüfusunun bir kısmını yok etmekte yatmaktadır. Russell bugün yaşıyor olsa Amerika ve İngiltere’de “Irkçı” olarak nitelendirilirdi. Ancak yaşadığı dönemde Russell British East India Co. ’nun saygı duyulan ve güvenilen bir sözcüsüdür. Russell aslında bu tip karar vermeyi ve bu kararları uygulamayı kendine hak gören “Olimpos” yaklaşımının takipçisidir.

Amerika’da sosyalist eğilimler gösteren pek çok tarikat ve mezhep ortaya çıkmıştır. Presbiteryen ve Baptist Kiliseleri bu akımın en başında gelirler. Amerikan Baptist Birliği Merkezi, Rockefeller Riverside Kilisesi’ne yakın bir yerde bulunmaktadır. Rahip Frerichs Amerika’nın ticari bir toplum olacağını iddia eden radikal bir vaizdir. Rahip böyle bir durumda nüfusun 1/3 ile ^’si gibi kısmına artık gerek kalmayacağını söylemektedir.

(Kaynak: The Christian Science Monitor, Helen Henley, 19 Temmuz 1963)

Ne tesadüf ki Helen Henley’in American Country Life Association Konferansı hakkındaki makalesinden bir gün sonra The Christian Science Monitor dergisi 300’ler Komitesi’nin duruşunu teyit etmektedir: “Dünya nüfusunun üçte ikisini tehdit eden nüfus patlaması ancak radikal değişikliklerle etkisiz hale getirilebilir.”

Doğal olarak East India Co.’nun halefleri kendilerini radikal önlemlerden etkilenmeyecek olan şanslı nüfus grubunda görmektedirler.

6 Eylül 1963 tarihinde New York Commodore Hotel’de gerçekleşen American Political Science Association Konferansı’nda Prof. Andrew Hacker’in yaptığı konuşma perspektifimi geliştirmemde önemli rol oynamıştır:

“Günümüzde iki Amerika ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri dev firmaların şemsiyesi altındaki kimseleri diğeri ise büyük kurumlarla bağlantılı olmayanları kapsayan Amerika’dır.

Dev firmaların şemsiyesi altına girmeyen ikinci Amerika küçük işadamları ve diğer bağımsız nüfusu kapsamaktadır. Bu grubun üyeleri az eğitimli, işsiz ve Amerikan ticari dünyasının ihtiyaç duymayacağı kişiler olacaklardır. ”

(The New York Times, 7 Eylül 1963)

300’ler Komitesi’nin kurucusu olarak British East India Company (BEIC) hakkında detaylı bilgi elinizdeki kitapta bulunmaktadır. British Museum’da bu firmanın tarihi hakkında incelediğim belgeler firmanın tarihi, gizli ajandası ve takipçileri hakkında benim için çok önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadırlar.

2.    East India Co. ’nin (Atası The London Staplers tarafından kurulan Mercers Company’dir.) merkezi Londra’da India House’da bulunur. Bu kurumun ana sözleşmesi Kraliçe I. Elizabeth tarafından 1600 yılında onaylanmıştır. Bu kurumun içinde Venedik ve Cenova’nın bankacı Kara Asalet aileleri bulunmaktadır. Doğu Liberal Örgütü’nden Cabot ailesine mensup “Sebastian Cabot” da kurucular arasındadır.

Bu ailelerin geçmişleri eski ticari aileler olarak bilinen Venedik ve Cenovalı Levantenlere dayanır. India House 1929 yılına kadar “300’ler Komitesi” ve “Yeni Dünya Düzeni” hakkındaki tüm sırlara sahiptir.

3.    Levanten Firmasıyla ortak olup Venedik Kara Asalet Grubu’nca yönetilen London Co. 1606 yılında Virginia plantasyonunu komünizme benzer sosyalist prensipler çerçevesinde işletme hakkını kazanmıştır.

Bu, korkunç servetlerin kazanıldığı Çin afyon ticaretine Doğu Liberal Örgütüne mensup ailelerin kabul edildikleri tarihtir. Bu ayrıca bazı Brethrenlerin New England kolonilerine yerleşmesiyle Amerika’daki manevi kaosun başladığı tarihtir. Bunlar Swedenborg Tarikatı mensupları, Gnostikler, Gül ve Haç Tarikatı mensupları, Üniteryanlar ve Humanistlerden oluşmaktadırlar.

Nerdeyse üç yüz yıl sonra bu aileler içinde en önemlisi Rockefeller-Standard Oil petrol firmasının sahibi olarak Rockefeller ailesi yükselir. Bu network sayesinde 300’ler Komitesi Fabian Sosyalist kökenli “Yeni Düzen” isimli tezgâhı Roosevelt’i kullanarak Amerikan halkına uygular. Bu ailelerin çoğunluğu Hıristiyan olduklarını söyleseler de kökenleri sosyalist felsefeye dayanan panteist, gnostik, Gül ve Haç tarikatı üyeleri ve deist üniteryanlardan gelmektedir.

4.   Bu ailelerin bazılarının kökleri siyasetleri komünist prensipler üzerine oturmuş radikal reformist Anabaptistler ve Wycliff Lollardlara dayanmaktadırlar. Ayrıca bu gruplar içinde engizisyon sürecinde Balkanlardan kaçan Bogomiller ve barbar Hazar Türkü kökenli olanlar da bulunmaktadır. Nitekim Rockefeller ve Astor ailelerinin Türkiye’den göç ettikleri sanılmaktadır.

(Rockefeller Internationalist, Emmanuel Josephson 1952)

5.    The East India ve British East India firmaları yöneticilerinin Evangelistlere (tebliğciler) hibe yapmak gibi bir alışkanlıkları vardır. Rockefeller da Amerika Birleşik Devletleri ve dünyayı kontrolü altına alma amacını aynı çizgiyi izleyerek yani Evangelist Hıristiyan akımlara para yardımı yaparak gizlemiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde British East India firması John Nelson Darby vasıtasıyla en kökten dinici Hıristiyan mezhebi olan “Dispensation” mezhebini kurmuştur.

Çin’de China Inland Mission ve Anglo-Boer Savaşı öncesi Güney Afrika’da Londra Misyoner Cemiyetleri Hıristiyanlık kisvesi altında siyaseti etkileyerek savaşlara neden olmuşlardır. Tüm bu Hıristiyan örgütlerin gayet iyi finanse edildikleri görülmektedir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda Quakerler Nelson Aldrich Rockefeller’ın büyükbabalarından William Aldrech ve Stephen Hopkins tarafından finanse edilerek komünist yaşam tarzına benzer komünler oluşturmuşlardır. 1940 ve 1950’lerde Presbiteryen Kilisesi John Foster ve Allen Dulles sayesinde Amerikan iç ve dış politikalarına damgasını vurmuştur. Güneyde Presbiteryen Kilisesi iki zenci üniversitesinin destekçisi olmuştur. London Staplers’in devamı olan East India Co. ve London Company belgelerinde açıkça Yeni Dünya Düzeni içinde kendi ölçü ve vizyonlarının dışındaki insanların fazla önemi olmadığını vurgulamaktadırlar. East India Company, British East India Company ve halefleri 300’ler Komitesi:

“17. Yüzyıldan beri aşırı çoğalma nedeni ile parçalanma belirtileri gösteren insanlık ve dünyayı Olimpos üyeleri kontrol etmelidir. ”prensibi üzerinden faaliyet göstermişlerdir.

East India Co. Üyeleri insanların Tanrı tarafından sosyal ilişkiler ve ortak savunma güdüleriyle yaratıklarına inanmazlar. Bu ekolün düşünürleri insanların kontrol edilmeleri ve yönetilmeleri gereğine inanırlar. Ve bu adamlar insanlığın iyiliğini koruma görevini korkunç sonuçlara neden olacak şekilde üstlenmişlerdir. Kısacası insanlar kendilerinin demokratik yollarla seçtiklerini sandıkları hükümetler tarafından büyük baskılar gördükleri ancak aslında bir grup kötü insan tarafından yönetilen bir sistemin tuzağına düşmüşlerdir. Bu adamların Amerika’daki kolları da zengin ve iyi eğitimli kimselerden oluşmuştur. 1905 yılı gibi Amerika’daki sosyalist network Clarence Darrow, Upton Sinclair ve Morris Hillquit gibi ünlü ve Darrow haricinde tamamen 300’ler Komitesi’nceyönetilen adamlarca kurulmuştur.

6.    Hindistan’ın Agra şehrine 1603 yılında Türk-Moğol yönetimden afyon ticareti imtiyazı almak için gelen John Mildenhall, East India Co. ’nun önemli isimlerindendir. Yerel yöneticilerin kendilerini 1608 yılına kadar oyalamaları sonucu Robert Clive ve William Watson Mir Cafer’e savaş açarak afyon imtiyazı vermeye zorlamışlardır. 22 Ekim 1765 tarihinde firma Benares, Bengal ve Bihar gibi Hindistan’ın en önemli afyon üretim bölgelerinin tüm gelirlerini ele geçirmiştir.

(Kaynak: India House Belgeleri: William Langer, Coolidge Professor of History Emeritus, Harvard University 1972)

East India Co. üst düzey yöneticilerinin pek çoğu sosyalist inançlara sahiptirler ve gizli sosyalist örgütlerden gelmektedirler. Fabian Örgütünden gelenler arasında George Bernard Shaw ve daha sonra Tavistock Enstitüsü tarafından çocuk kitapları serisi olacak “Harry Potter”in yazarı Richard Potter bulunmaktadır. Diğer üyeler arasında sonradan Dışişleri Bakanı olacak Stafford Cripps, Lord Bertrand Russell ve Annie Besant vardır. H. G. Wells genç Amerikan devletine büyük zarar verecek olan British East India Co.’nun iç ve dış siyasetini belirleyen kişidir.

BÖLÜM 4

Felsefi Radikaller Grubu ve East India Co.’nun Yükselişi

Gizli organizasyonun çalışma sistemi, East India Co.’nun bir kolu olarak 300 yıl sonra ortaya çıkan Pasifik İlişkileri Enstitüsü’nde (PİE) görülmektedir. Üyeleri arasında Philip Jessup, Owen Lattimore, John Carter Vincent, Henry Luce, John Foster Dulles ve Joseph Barnes gibi isimlerin bulunduğu PİE Rockefeller ailesi tarafından her biri 2.000.000 dolar tutarındaki ödemelerle finanse edilmiştir. Laurence S. Rockefeller Kanada’nın Banff şehrindeki PİE toplantısına 1933 yılında başkanlık yapmıştır.

Phillip Jaffe olduğu sanılan bir PİE yetkilisi Dışişleri Bakanlığı’na ait belgeleri fotoğraflayarak PİE’nin Japonya ofisine vermiştir. Bu faaliyetler için gerekli emirler 300’ler Komitesi’nce verilmişlerdir. PİE ve onun Japonya’daki Ofisi Stalin için Tokyo’dan büyük bir casusluk teşkilatını yöneten ünlü Rus casus Richard Sorge’ye büyük miktarda para geçmektedirler. Sorge Japon Hanedanı’ndan bir kişinin de içlerinde bulunduğu önemli güç odaklarına sızmıştır. Sorge’nin PİE’nin Japonya ofisinden aldığı fonları Japonları Pearl Harbor baskınına teşvik için kullandığı düşünülmektedir.

(Kaynak: And I Was There, Emekli Tuğamiral Edwin T. Layton)

Disraeli’ye göre “seçilmiş hükümetler pek nadiren halklarını yönetirler” ve halkın seçtiği kişilerin ipleri çok farklı kişilerin ellerindedir. Bu noktadan itibaren Tanrı’nın tüm insanlığın iyiliği için yarattığı tüm sosyal ve ekonomik sistemler ortadan kalkmaktadırlar. Bu adil düzen yerine insanları gizli saklı saldırı yöntemleriyle baskı altında tutarak onların tüm varlık ve özgürlüklerini sömüren acımasız bir yönetim yapısı ortaya çıkmaktadır. Hıristiyan öğretisine göre Tanrı insanı yüksek bir amaç için yani kendisine hizmet edebilecek maneviyata sahip olarak yaratmıştır. Ancak bu amaç Kabil’in Habil’i öldürmesiyle birlikte yok olmuştur. O andan itibaren cinayetler tekil öldürmeler (Federal Bankacılık sisteminin yapısını açıklamaya cüret edip öldürülen Kongre üyesi Louis T. Mc Fadden gibi) veya Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi toplu kıyımlar şekillerinde kötülerin en önemli yönetim yöntemleri haline gelmişlerdir. Bu kötüler her zaman kullandıkları dindar söylemlerle halka dini bütün bir görüntü verseler de gizli toplantılarında Tanrı’ya en büyük hakaret ve küfürleri etmektedirler. İşte 2006 yılında Tanrı adına savaştığımız canavar budur. Seçilenler (şu anki Amerikan yönetimi ve Başkan G. W. Bush dahil) ahlak kurallarına inanmamaktadırlar. 300’ler Komitesi ise Irak örneğinde olduğu şekilde insanların varlıklarını, mülkiyetlerini ve özgürlüklerini ellerinden istediği gibi alacak şekilde dünyayı yönetmektedir.

Bu konudaki görüşlerim Fransız ve Rus Devrimlerini incelememden sonra daha da kesinleşmiştir. Bu devrimler, ilgili ülkelerin iç dinamikleriyle değil ülke dışındaki gizli cemiyetler tarafından empoze edilerek başlatılmışlar ve Avrupa hatta dünya tarihini derinden etkilemişlerdir. 1899-1902 sürecinde yer alan Anglo-Boer Savaşı konusundaki araştırmalarım benim uyanışıma neden olmuştur. Bu noktada bu savaşın 20. yüzyılın en önemli savaşı olduğuna kanaat getirdim. Düşüncelerim Güney Afrika’da gerçekleştirdiğim alan çalışmalarım ve Lord Alfred Milner’in Londra Whitehall arşivlerinde bulunan Güney Afrika raporlarıyla da teyit edilmiştir.

Bu korkunç, kanlı, soykırımlarla dolu önemli savaşın tarih bilimince hasıraltı edilmesinin nedeni 300’ler Komitesi’nin gücünü ortaya çıkarması ve ayrıca bir avuç iyi silahlandırılmış vatanseverin bu gücü durdurabilme yeteneklerini göstermesidir. Hiçbir askeri yapısı bulunmayan tarımsal Hıristiyan Boer’lerin, 300’ler Komitesi’nin gücü ve öfkesine karşı yazdığı bu destan dünya tarihinde hak ettiği yeri almalıdır. Boer savaşı daha sonra olacakların habercisidir. Transvaal Başkanı Paul Kruger, Kraliçe Viktorya’ya “Siz ticari imtiyaz değil benim ülkemi istiyorsunuz!” derken İngilizlerin amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Anglo-Boer Savaşı’nda gösterilen vahşet ve binlerce masum Boer kadın ve çocuğunun katledilmeleri aslında dünyayı sarsmalıydı. Neden İngiliz İmparatorluğu bu tarım toplumuna savaş açmıştır? Bunun yanıtı basittir ve 300’ler Komitesi tarafından saklanmamıştır.

Savaşın nedeni Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Portakal Nehri Devleti topraklarının altında bulunan değerli madenler, altın ve elmasların kontrolünü ele geçirme isteğidir. Ancak bu amaç birkaç basın organı dışında tüm medya tarafından dünyadaki insanlardan gizlenmiştir. Bu davranışla 300’ler Komitesi’nin işlediği büyük suçun üstü örtülmüştür ve halen Komite’nin işlediği suçlar medya tarafından kapatılmaktadırlar.

Sonraları Boer’lerin kuyusunu kazanlar arasında birkaç gizli örgütün anahtar rol oynadığını fark ettim. Cecil Rhodes Güney Afrika’ya Rothschild temsilcisi olarak gönderilen ve gizli örgütlerle işbirliği yaparak altın rezervlerini 300’ler Komitesi’ne kazandırmaya çalışan bir kişidir. Bu onun hayatının işidir. Cecil savaşın sona erdiği 1902 yılında ölerek 300’ler Komitesi’nce kendisine verilen görevi tamamlamıştır.

1899’da Boer’lerle savaşa giren İngiliz emperyalistler aslında Fransız Devrimindeki yöntemleri takip etmektedirler. Fransız Devrimi’nin ateşi Fransız halkının haberi olmadan Jeremy Bentham ve William Petty tarafından Farmason Locaları networku kullanılarak yakılmıştır.

Önceden gizlenen gerçekler Fransız Devrimi’nin üyeleri arasında Jeremy Bentham ve William Petty’nin de bulunduğu İngiltere’deki iki veya üç gizli örgüt tarafından yönetildiğini ortaya koymaktadır. Araştırmalarımda Bentham’ın, East India Co.’da önemli bir görevi olduğu ve Felsefi Radikaller Grubu’nun da başkanı olduğunu keşfettim. Bentham East India Co.’da “Kralların Kralı” olarak bilinmektedir.

Sonuç olarak her incelediğim gizli örgütün aslında kanunsuz teşkilatlar olduğu kanısına vardım. Bu kanı Saint Thomas Aquinas’ın sözleri ışığında çok önem kazanmaktadır:

“İnsanların kanunları sadece adil ve sağduyulu oldukları sürece ilahi adalete hizmet ederler. Adil olmaktan uzaklaşmış kanunlar aslında adaleti değil şiddeti temsil ederler. ”

BÖLÜM 5

London Staplers Firması: Kara Asalet ve Levanten Ticareti

Araştırmalarımda artık dünya olaylarını kontrol eden bir “üst” gizli örgütün varlığını kesinlikle söyleyebilirim. Bulduğum bu en güçlü “üst” örgüt 300’ler Komitesi olarak bilinmektedir. Bu örgütün organizasyon yapısı İngiltere’nin en eski (Kuruluşu 1319) ticari kuruluşu olup zaman içinde East India Co. ve British East India Co.’ya dönüşen London Staplers Firmasına tıpa tıp benzemektedir. East India Co. Venedik ve Cenova Kara Asaleti ile yakından bağlantılıdır.

Bu gizli örgüt kendi kuralları dışında hiçbir kanun tanımaz halde Amerika’yı sosyalist bir devlet haline getirmeyi amaçlar. Amerika’yı sosyalist düzene soktuktan sonra diğer çağdaş ülkeleri karanlık çağların feodal düzenine benzeyen Yeni Dünya Düzeni’ne girmeye zorlayacaktır.

Upton Sinclair’e göre Amerika’da devlet sosyalizmi 1962’den beri vardır. Rahip Robert Frerich’e göre “Vahşi Batı döneminde gördüğümüz Amerikan bireyselciliği geçmişte kalmıştır. Bugün Amerika ticari bir topluma dönüşmüştür.” “Ticari toplum” Lenin’in “Devlet Kapitalizmine” eşdeğer bir terim olup aslında sosyalizmin (bazılarına göre faşizmin) bir türüdür ve komünizmden bir önceki aşamadır.

Ben pek çok Amerikalının inandığı gibi Komünizmin Bolşevik Rusya’dan kaynaklandığına inanmıyorum ve bu akımın sol kanattaki Hussitler ve Anabaptistlere dayandığını düşünmekteyim. Dolayısı ile komünist felsefe inanmaya zorlandığımız gibi Marx, Lenin, Troçki ve Bolşeviklerle başlamamaktadır. Bu çok saldırgan bir organizasyon olup üyeleri özellikle İngiltere ve Amerika’da dışa karşı Hıristiyan olarak görünseler bile pek çok gizli tanrı tanımaz cemiyetten gelmektedir. Bu kişiler Amerikan Anayasası ve diğer ülkelerin anayasalarından nefret etmektedirler. Bunu Fabian Örgütü’nden Ramsey McDonald ve pozisyonu itibarıyla Felsefi Radikaller Grubu liderlerinden Jeremy Bentham veya British East India Co.’dan John Stuart Mill ayarı olan 300’ler Komitesi politika yapıcılarından Harold Mackinder açıkça ortaya koymuşlardır.

Burada ortak payda şu bağlantılarla oluşmaktadır. East India Co. Kara Asalet ve Levanten tüccarlarıyla bağlantılı olup, Babil bankacılık sistemine dayanan ve sosyalist Saint Simanitler ile aristokrat Hint finans sınıfı tarafından yönetilen Hint “Kısmi Rezerv Bankacılığı” sistemini İngiltere’ye taşımıştır. Fransız Devrimi, Napolyon Savaşları, Rothschild’ler, Anglo- Boer Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi başta Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti olmak üzere doğal kaynakları zengin olan ülkeleri sömürmek için ortaya çıkmışlardır. Bu ülkelerin hepsi British East India Co.’nın kucağına düşmüşlerdir. Bu firmanın liderleri “yüksek bilgiye sahip dinler” dışındaki Hıristiyanlık, Müslümanlık ve tüm diğer dinlere karşı nefret göstermişlerdir. İlluminati’nin bu konuda ne söylediğini araştırdığım çalışmalarımda örgütün kurucularından Adam Weishaupt’un aşağıdaki açıklamasıyla karşılaştım.

Sırrımız şudur: Eğer dinleri yok edeceksek kendimizi tam dindar göstermeliyiz. Unutmayın ki amaca bizi ulaştıran her yol mubahtır ve iyi insanlar kötülerin yaptıkları gibi amaçlarına ulaşmak için her yolu denemelidirler. Bunu yapmanın tek yolu gizli bir cemaat olarak çalışmak, sessizlik içinde devlet yönetimlerini ele geçirmek ve onların olanaklarını kendi amaçlarımız için kullanmaktır. Bu düzenin amacı Hıristiyanlık ve tüm dinlerin yok edilmesi ve tüm sivil hükümetlerin devrilmesidir.

(Adam Weishaupt, 1 Mayıs 1776)

300’ler Komitesi’nin Amerika’yı yönetmesine en iyi örneklerden biri Franklin D. Roosevelt’in başkan seçilmesidir. Roosevelt East India Co.’nun Çin afyon ticaretinden büyük servet kazanmış olan Delano ailesine mensuptur. Delano Hanedanlığı 1828 yılında Kaptan Joseph Clement Delano Sr. ile başlar. 1886 yılında ölen Kaptan Delano Black Baill isimli deniz taşımacılığı firmasında görev yapmıştır. Alice Russell Howland Delano, yani Kaptan’ın karısı bu firmanın sahiplerinin kızıdır ve eşiyle “Columbia” isimli gemide seyahat etmiştir. Aile Çin afyon ticareti içindedir. Alice 1834 yılında 28 yaşında ölmüştür.

(Kaynak: The Delano Family Photo Album, 1899)

Fransız ve Bolşevik Devrimlerinin korkunç sonuçlarına neden olup, Anglo- Boer Savaş’ında resmen soykırım uygulayan ve illegal afyon ticaretini yönetip hiçbir şekilde yakalanmayan veya cezalandırılmayan gücün süper bir güç olması gerekir. Adam Weishaupt, Lloyd George, Georges Clemenceau, Walter Rathenau ve Dr. Jacob de Hass gibi kişiler 300’ler Komitesi adı verilen bu güç hakkında zaman zaman açıklamalar yapsalar da bu organizasyon hakkında duyulanlar sınırlıdır.

Biography of Justice Brandeis, isimli eserinde Dr. Jacob De Haas aslında oldukça açıklayıcı bilgiler vermektedir. Örneğin Balfour Deklarasyonu’nun kaynağını açıklarken bunun Arthur Balfour (Lord Balfour) tarafından Lionel Rothschild’e yazılan bir mektupla başlayarak 2 Kasım 1917 tarihinde ünlü deklarasyon halini aldığını açıklamaktadır. De Haas bu deklarasyon sonrası ihanetleri açıklarken şöyle demektedir:

“Bu tip işlerde hükümetler arası pazarlıklar her zaman gizli tutulur ve detayların öğrenilmesi neredeyse imkânsızdır. Ancak zaman tüneli içinde olay önemini yitirdiğinde ve onarılmayacak sonuçlar ortaya çıktığında bu pazarlıklarda yer alan insanlar hatıralarında karşı tarafa nasıl kazık attıklarını açıklayacaklar ve kurnazlıklarıyla övüneceklerdir. ”

Jacob de Haas dünyayı üç yüz insanın yönettiğini hatta bunların Wilson gibi Amerikan Başkanlarını seçtiklerini ve bu adamların Başkan’a Paris Milletler Cemiyeti toplantısında kimlerin eşlik edeceğini bile belirlediklerini açıklamaktadır.

Aynı Walter Rathenau (1870-1922) gibi De Haas da 300’ler Komitesi’nin sırlarını açıkladığı için kendisine düzenlenen bir suikastta öldürülmüştür.

De Haas ve Rathenau gayet bilgili kişilerdi ancak söyledikleri her zaman göz ardı edilmişti. Sıradan halkın kafası bu adamların ortaya koyduğu şeyleri yönetecek kadar büyük ve gizli bir örgütün olabileceğini almıyordu. Walter Rathenau 6 Nisan 1922 tarihinde imzalanarak Alman-Rus ilişkilerini düzelten Rapallo Anlaşmasında büyük rol oynamıştır. Rathenhau Alman Dışişleri Bakanı olarak meslektaşı Rus Dışişleri Komiseri Georgy (Yuri) Çiçerin ile bu anlaşmanın pazarlıklarını yapan kişidir.

İngiltere ve Müttefikler Rusya ile savaş borçlarının ödenmesi ve Rusya’ya yeni kredi açılması konusunda tartışırlarken Alman ve Rus devletleri gizlice Nisan ayında İtalya’nın Rapallo şehrinde buluştular. Bu toplantıda Almanya’nın Bolşevik Rusya’yı tanıması ve ona kredi açması kabul edildi. Bu toplantıda alınan kararlara göre iki devlet ayrıca birbirlerine olan borçlarını karşılıklı olarak sileceklerdi. Anlaşma dünyaya açıklandığında İngiliz, Fransız ve Amerikalılar panik oldular. Bu kadar önemli sonuçları olan anlaşmaya 300’ler Komitesi onay vermemişti. Bu anlaşma sonucu Almanya Fransa ve İngiltere’nin Rusya üzerindeki ticari planlarını suya düşürmüştü.

Görüldüğü kadarıyla I. Dünya Savaşı’nda yenilmesine rağmen Almanya ticari olarak İngiltere’ye rakip olmaktaydı. Rapallo’nun yakında toplanan Cenova Konferansı İngiltere’yi Rusya pazarında rakipsiz kılmayı amaçlamaktaydı. Fakat 300’ler Komitesi’nin haberi olmadan Rathenau ve Çiçerin Almanya-Rusya arası anlaşma yaparak İngiltere’yi açığa düşürmüşlerdi. Cenova Konferansından önceki yıl Rathenau Versay Anlaşması’nın ağır yükü altından Almanya’nın kalkabilmesi için Fransız ve İngiliz hükümetleri nezdinde defalarca ticari anlaşma yapma teklifinde bulunmuştu.

Eğer Rathenau’nun bu ticari teklifleri Müttefiklerce kabul görseydi II. Dünya Savaşı çıkmayacaktı.

Rathenau Müttefiklerce Versay Anlaşması ile empoze edilen savaş borçlarını ödemeyi kolaylaştıracak Alman ekonomik kalkınmasını hızlandırmayı hedeflemekteydi. Ancak tüm girişimleri Fransız ve İngilizlerce reddedildi. Daha da kötüsü Almanya’yı en az yüz yıl köleleştirecek şekilde İngiltere tarafından Alman mallarına %26 gümrük vergisi kondu. Almanya zaten hammadde kaynakları ve bunları işlemeye yarayan tüm teçhizattan Versay Anlaşması gereği mahrum bırakılmıştı. Örneğin Almanların 5.000 lokomotifi, 150.000’den fazla tren vagonuna el konmuş, pek çok fabrikası sökülerek İngiltere ve Fransa’ya taşınmıştı.

Dünya kredi pazarı Almanya’ya kapatıldığı gibi Almanya’nın demir kaynaklarının %75’ine, çinko madenlerinin % 68’ine ve kömür kaynaklarının %26’sına el konmuştur. Ayrıca Alman ticari deniz filosunun tümüne ve ticari nehir filosunun %20’sinin Müttefiklerce üstüne yatılmıştır. Tüm bunların üstüne Müttefikler Almanya’nın ödeyebileceğinin %300 fazlası miktarında savaş tazminatı talep etmektedirler. İngiliz ve Fransız delegeleri Cenova’dan döner dönmez 300’ler Komitesi’nin güdümündeki hükümetleri Almanya ve Rusya arasında imzalanan Rapallo Anlaşması’nın geçersiz kılınması için kampanya başlattılar.

Rapallo zaferinden iki ay sonra yani 22 Haziran 1922 tarihinde Berlin’deki Grunewald semtindeki evinden çıkan Rathenau vurularak öldürüldü. Rathenau daha önce 300’ler Komitesi’nin dünyadaki pek çok olayın arkasında olduğunu açıklamıştır. Belki de bu nedenle öldürüldü.

Cinayetin İngiliz Gizli Servis ajanlarınca işlendiğine şüphe yoktu. Almanya’nın Rapallo’daki ekonomik mimarı ve parlak devlet adamı Rathenau’nun öldürülmesi Almanya’yı sarstı. Rathenau belki de dünyayı gizli ve sinsice yöneten bu süper gücü açığa vuran ilk devlet adamıydı. Rathenau’nun ölümü sonrası Almanya’ya empoze edilen ve öncekilerden çok ağır olan koşullar nedeni ile Alman halkı çaresizliğe düşmüştü, artık II. Dünya savaşı kaçınılmazdı.

Rathenau belki de zamanında Rothschild’lere danışmanlık yaptığından ve sosyalist dünya görüşü bilindiğinden kendini güvende görmekteydi. 1914-1945 yıllarında KRA Ekonomik Savaş Yönetimi’nin başında bulunmuş ve 1915 yılından sonra babası Emile’nin kurduğu dev Alman firması Allgemeine Elektritzitats-Gesellschaft (AEG) başına geçmiş çok bilgili ve değerli bir devlet adamıydı. Hindenburg ve Ludendorff tarafından başı çekilen 3. Üst Komuta Askeri Endüstriyel Kompleksinin formülasyonunda da büyük rol oynayan Rathenau 300’ler Komitesi’nin sırlarını bilecek bir pozisyondaydı. Belki Weimar Cumhuriyeti’nde (ki Weimar dergisinde yayımlanan makalesi öncesi güçlü bağlantılarının kendisini koruyabileceklerini sanıyordu) 24 Aralık 1921 tarihinde basılan makalesinin bir bölümünde Rathenau aşağıdakileri söylemekteydi:

“BIRBIRINI TANIYAN SADECE ÜÇ YÜZ ADAM AVRUPA’NIN KADERİNİ IDARE ETMEKTEDIR. BU ADAMLAR HALEFLERINI KENDI ÇEVRELERİNDEN        SEÇERLER.               BU        ADAMLARIN TASVİP ETMEDİKLERİ HER DEVLETİ YOK EDECEK ARAÇLARI BUL UNMAKTADIR. ”

Bu gizli gücü bilmekle övünen insanların bu komitenin neden olabileceği kötülükler ve nasıl organize olduğu konusunda hataları vardır. De Haas bu gizli gücün varlığına işaret ederken Rathenau durumu açıkça ortaya koymaktan kaçınmamıştır.

Konu hakkında daha fazla için aşağıdaki referanslara bakabilirsiniz:

My Three Revolutions, Morgan Philips Price;

The German Exchange Act in the Quarterly Journal of Economics vol. xi 1897;

Prelüde to Modern Europe, Sir Llewellyn Woodward; Deutsche Wirtschaft seit 1870, Gustav Stolper and Kurt;

The German Slump Politics and Economics 1924-1936, by Harold James and the Lockhart ;

The Reconstruction of the International Monetary System: The Attempts of 1922 and 1933, Franck C. Heighton.

Dünyada 300’ler Komitesi ile ilişkisi olup komite hakkında bilgi veren konuşmalardan hiçbirisi aşağıda 1962 yılında İsrail Başbakanı David Ben Gurion’nunki kadar açık olamaz:

“Hayalimdeki 1987 yılında Soğuk Savaş sona ermiş olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk topluluklarının yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar Sovyetler Birliği’ni demokrasiye sürükleyecektir.

Diğer taraftan, çiftçi ve işçilerin artan güçleri ile bilim adamlarının artan politik erkleri Amerika’yı da planlı ekonomi güdülen sosyal bir devlet haline getirecektir. Batı ve Doğu Avrupa bağımsız cumhuriyetlerden oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon halinde birleşecektir.

Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan Rusya dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir. Bu birliğin uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular lağvedilecektir. Böylece artık savaşlar olmayacaktır. İbrani peygamberi Yeşaya tarafından öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler tarafından tüm insanlar için büyük bir tapınak inşa edilecektir. Yüksek öğretim dünyadaki herkesin kullanabileceği bir hak haline gelecektir. Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat edilecek bir hap yavaşlatacaktır. ”

Ben Gurion ve diğer dünya liderlerinin söyleyemediği bu gelişmelerin Londra, Cenevre, Venedik ve Washington’daki toplantı odalarında görünmeyen bir güç tarafından hayata geçirilecekleridir. Bu gizli güç Ben Gurion’un kehanetini doğru çıkartmak için planlarını yapacak ve hükümetlere empoze edecektir.

Başta belirttiğim gibi bu açıkladıklarım herkese açık olsaydı bile çoğu insanın bu gerçekleri anlaması mümkün olmazdı. Ben Gurion’un söyleyemediği her zaman ezoterik bir giz olarak saklanmıştır. Bu “yüksek bilgiler” Eski Çağ Mısır Rahiplerinden Babil’e sonra Gnostik ve panteistlere geçmiş, onlardan Masonlara ve Bilderberg Grubuna kadar aktarılmışlardır. Bu güçler arasındaki bağlantılar çok açıktır.

Ben Gurion’a 300’ler Komitesi tarafından verilen planın büyük kısmı 2006 yılında tamamlanmamıştır. Fransızların icadı seks sonrası sabah kullanılan gebelik önleyici ilaç tüm dünya devletlerinde satılmakta ve kullanılmaktadır. Bu ilacın Amerika’ya ithalini önlemeye yönelik tüm mücadeleler kaybedilmiştir. Bugün on üç yaşındaki ergen kızlar bile bu tehlikeli ilacı kullanmaktadırlar. Gençler artık sekse erken başladıkları gibi cinselliklerini okul partilerine kadar yansıtır hale gelmişlerdir. Bu fütursuzca davranışlar pek çok okulun bu tip cinsel görsellik içeren faaliyetleri okul binalarında yasaklamasına neden olmuştur.

Pornografi 1991 yılındaki ilk baskımızda belirttiğimiz üzere artık sıradan olup her yerde ulaşılabilir haldedir.

Danimarka’da başlayan pornografik magazin ve kasetlerin bakkal dükkânlarında satılır hale gelmesi İngiltere ve Amerika’ya da sirayet etmiştir. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısında hiçbir nezaket ortamında ağza alınmayan sözler artık televizyon programları, gazeteler ve ciddi dergilerde olduğunca açıklıkla söylenmekte ve tartışılmaktadırlar. Örneğin gazeteci Pamela Paul Pornified: Pornografi yaşamımızı nasıl değiştiriyor, ilişkilerimizi ve aile hayatımızı nasıl etkiliyor? isimli kitabında porno kültürüne odaklanmaktadır.

Kadın ve erkek ilişkilerindeki yozlaşma özel yaşamdaki problemlere neden olmaktadır. Özellikle gelir düzeyi yüksek beyaz yakalı çalışanların porno bağımlılığına kapılmaları, bu kişilerin zengin fantezi dünyaları yüzünden daha olasıdır. Porno tiryakileri tüm cinsel faaliyetlere aşırı önem vermektedirler. 2004 yılında MSNBC ve Elle magazinin yaptığı araştırmalarda kadınlar pornonun yaşamlarının eskiye göre daha önemli bir kısmını işgal ettiğini bildirmektedirler. Araştırmaya katılan kadınlardan yüzde kırk biri erotik film ve resimleri seyrettiklerini ve internetten indirdiklerini belirtmişlerdir. Aynı araştırmaya katılan erkeklerin yüzde on yedisi düzenli olarak porno kullanımının normal cinsel uyarımı düşürdüğünü bildirmiş, yüzde onu ise porno sonrası gerçek yaşamlarındaki ilişkilerden daha az zevk aldıklarını ifade etmişlerdir.

Ben Gurion’un konuşmasına dönersek bahsettiği Kudüs şehri aslında Siyonizm’in babası Herzl tarafından tüm Filistin’in fethi sonrası kurulacak ve dünyayı yönetecek olan otoriter devletin başkenti olarak tanımlanmaktadır. Bu amaç gerçek gücün sahibi 300’ler Komitesi’nce belirlenmiştir.

Aynı East India Company ve yavrusu British East India Company günlerinde olduğu gibi dünyadaki hiçbir siyaset Komite’nin oluru alınmadan formüle edilemez. “Kozmopolitler” diye hitap ettiği Yahudilere yaptığı saldırılar ve hükümetini Yahudi bakanlardan temizlemesiyle ünlü Stalin “Tek Dünya Devleti” fikrine karşıdır. İşte bu nedenle Ben Gurion Rusya’yı Birleşik Avrupa devleti dışında tutmaktadır. Ben Gurion’un öngörülerini okuyan herhangi bir kişi tüm bunları ancak uluslar üstü gizli bir güç tarafından yapılabileceğini görür.

Belli ki Ben Gurion benim 300’ler Komitesi diye isimlendirdiğim krallar, kraliçeler, patrikler, prensler, bankacılık dünyasının liderleri, Yakın Doğu kökenli Bogomiller, Katharistler, Manistler ve Pavlikyanların torunlarından oluşan örgütten haberdardır. Bunlardan Londra kökenli Savoylar East India Co.’nun ve 300’ler Komitesi’nin atalarıdırlar.

London Mercer Firmasından Sir Thomas Gresham tarafından kurulan Gresham Koleji’nin Mütevelli Heyeti’nde East India Co. ve Venedik Kara Asaleti’nin kardeş kuruluşu Levanten firmasının yöneticileri bulunmaktadır.

Bu bağlantının tarihi geçmişi ve günümüzde Rockefeller-Standard Oil Firmasıyla bağlantıları mevcuttur. Burada dikkatinizi dağıtmak istemesem de 300’ler Komitesi’nin nereden çıktığı ve Amerika’yla olan bağlantıları hakkında biraz detay vermek istedim. İşte bu şekilde olması olanaksız gibi gözüken gelişmeler dünyada gerçekleştirilmişlerdir.

Örneğin bu noktada Amerikan, İngiliz ve Alman hükümetlerinin Rusya’da Bolşeviklerin iktidara geçmesini sağladıklarına dikkat edilmelidir. Bu Hıristiyan kapitalist devletlerin yardımları olmaksızın Lenin ve Troçki’nin iktidara konmalarının imkânsız olduğu artık açıktır.

BÖLÜM 6

East India Co.’dan British East India Co.’ya

1600 yılında East India Company ana sözleşmesi Kraliçe I. Elizabeth tarafından onaylanmış, 1622 yılında ise firma Kral James’in onayıyla anonim şirket kimliği kazanmıştır. Takip eden 25 yıl içinde firma Hintli prens, işadamları ve bankerlerle çok sıkı ilişkiler kurmuştur. 1625 yılında Hint bankacılık sistemini öğrenen firma bu sistemin işleyişini krala rapor halinde sunmuştur. Raporlarda sunulan yoz bankacılık sistemi daha sonra Hollanda, İngiltere ve Amerika tarafından da benimsenmiştir.

“Kısmi Rezerv Bankacılığı” İngiltere ve Amerika tarafından Birinci Dünya Savaşı’nın finansmanında kullanılmıştır ve halen kullanılmaktadır. 1661 yılında II. Charles (Stuart) East India Co.’ya bağımsız devletlere savaş açmak veya onlarla barış yapma imtiyazını vermiştir. Bu daha önce kimseye verilmemiş bir imtiyazdır. Burada özel bir firmaya bağımsız devletlerle savaşa girme hakkı tanınmaktadır. Bu hakla firma Hindistan’daki Benares ve Ganj bölgelerindeki afyon tarımına ve tüm getirisine zorla el koymuştur. Aynı zamanda firma Hint prensleri ile muhatap hale gelmiş ve piyasadaki para arzını arttıran kısmi rezerv sistemine hâkim olmuştur. 1830 yılı itibarı ile tüm Hindistan East India Co.’nun egemenliği altına girmiştir.

1702 yılında East India Co. önce United East India Co. ve sonra da British East India Co. adını almıştır. Hindistan’da öğrenilen bankacılık sistemi nerdeyse hiç değişikliğe uğramadan Norman Montague tarafından Bank of England’da, Woodrow Wilson tarafından da Federal Rezerv Bankalarında uygulanmaya başlanmıştır.

İngiltere’nin en köklü ailelerinden Josiah Child, Thomas Papillion, Montague, Marlborough (Churchill,) Russell ve onların Amerikalı kuzenleri (özellikle Warren Delano ailesi) afyon ticaretinden büyük servetler kazanmışlar ve artık pek az kişinin kabul edildiği 300’ler Komitesi’ne girerek dünyayı yönetmeye başlamışlardır.

Konudan biraz farklı olmasına rağmen şunu da belirtmek isterim ki İngiltere ve Amerika tarafından bağımsız bir hareket gibi gösterilmek istenen Bolşevik Devrimi de bu gizli örgüt tarafından planlanmış ve finanse edilmiştir. Devrimin bağımsız bir hareket olmadığını Mart 1922’de Lenin de kabul etmiştir.

11. Parti Kongresinde Lenin partinin “dev bir bürokrasi” tarafından idare edildiğini söyleme hatasına düşmüştür. Lenin kongreden birkaç ay sonra ölmüştür ve ölüm nedeni olarak frengi belirtileri gösteren bir zehirden şüphelenilmektedir. Bolşevik Devrimi diye bilinen olay Rockefeller’ların aracısı Lord Alfred Milner, Kuhn Loeb’in kaynakları ve kuklalarıyla, Woodrow Wilson tarafından finanse edilmiştir.

Rockefeller grubu ve aracıları bildiğimiz gibi 300’ler Komitesi’nin emirleriyle hareket ederek Sovyetler Birliği’nde “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde Tek Dünya Devleti deneyi gerçekleştirilmesine olanak sağlamışlardır. Bu “Tek Dünya Devleti” deneyi Gorbaçov’un Amerika tarafına geçmesiyle sonlanmıştır.

BÖLÜM 7

Yeni Dünya Düzeni’nden Feodal Yapıya Geçiş

Daha önce kısaca değindiğim Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü benim Amerika’da gündeme ilk defa getirdiğim 500’den fazla daha önce bilinmeyen gerçeklerden biridir.

Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü: Amerika Birleşik Devletlerindeki Politik, Ahlaki, Ekonomik, Sosyal ve Dini Gerilemeyi Yeniden Şekillendirmek isimli kitap Temmuz 2006 yılında basılmıştır.

1981 yılında Roma Kulübü makalesinde belirtilen pek çok öngörü bugün gerçekleşmiş durumdadır. Amerikan çelik, gemi inşa, makine ve sanayi üretimi Post-Endüstriyel Sıfır-Büyüme Hızı prensibi kapsamında yok edilmiş ve Feodal Topluma Geçiş Planı uygulanmaya konmuştur. Bu aslında 300’ler Komitesi’nce Kont Etienne Davignon’a verilen görevin yerine getirilmesidir. Bu Amerikan orta sınıfının NAFTA, GATT anlaşmaları ve Dünya Ticaret Örgütün kuruluşuyla uğradığı büyük ihanettir. Bu anlaşma ve örgütler iç piyasayı ayakta tutan Amerikan orta sınıfının işgücünün ortadan kaldırılması için seçilmişlerdir.

1984 yılında Amerikan endüstrisinin baş düşmanı ilan ettiğim Kont Davignon bugünlerde Bilderberg Grubu’nun başındadır.

Bu gruptan bahsetmek gerekirse ismini Hollanda’daki küçük turistik bir merkezden alan organizasyon 300’ler Komitesi’nce dünyanın geleceğinde önemli rol oynamakla görevlendirilmiştir.

Her yıl değişik yerlerde büyük güvenlik ve gizlilik altında toplanan gruba Çin ve Rusya dışındaki tüm ülkelerden delegeler katılarak pek çok dünya problemini tartışırlar. Bu grup toplantıları hakkında bilinen gerçek savaşlar, salgınlar ve soykırımlar sonrası hayatta kalan insanların köleleştirilmesi gibi komploların ve Tanrı’ya ihanetin konuşulduğudur.

Daha önce belirttiğim gibi Amerika’daki paralel gizli devlet karanlık dehlizler veya gizli sığınaklarda faaliyet göstermemektedir. Bu gizli teşkilat kendini açıkça Beyaz Saray, Downing Street 10 Numara, parlamento binaları ve ünlü gazetelerin ön sayfalarında göstermektedir.

Bu örgütün adamları filmlerde görmeye alışık olduğumuz uzun saçlı, uzun dişli, kükreyen ve ağzından salyaları akan canavarlara benzemezler. Bu gerçek canavarlar şık kıyafetleriyle limuzinler içinde Wall Street ve Capitol Hill’deki işlerine giderler.

Bu açık komplonun elemanları açıkça ortalıkta dolaşmaktadırlar. Bunlar Mecliste, Senatoda, Parlamentoda, Oval Ofiste, Wall Street’teki toplantı salonlarında kısacası tüm güç merkezlerinde bulunurlar. Bazıları en yüksek rütbeli üniformaları giyerken bazıları da Adalet sistemindeki en yüksek kürsülerde cübbeleriyle oturmaktadırlar. “Balfour Deklarasyonun” ünlü ismi hâkim Brandeis işte bunlardan biridir.

Bunlardan bir diğeri NAACP’nin avukatı ve baş propagandacısı olan Louis Marshall’dır. İşte bu tip kişiler dünya nüfusunun çoğunluğunu köleleştirerek karanlık çağlardaki feodal sistemi geri getirmeye çalışan 300’ler Komitesi ve Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti komplosunun hizmetkârlarıdırlar. Kurbanına yardım etme görüntüsü altında yanaşan tecavüzcü misali bu adamlar gerçek yüzlerini hemen göstermezler. Zaten gösterseler kurbanlardan hiçbiri bunların yanında kalmaz. Aynı tuzak hükümet adamları için de geçerlidir. Eski Başkan George Bush paralel gizli devletin hizmetkârı gibi gözükmemekteydi ancak görünüşü sizleri yanıltmasın çünkü Başkan tam bir kuklaydı ve filmlerde gördüğünüz insanın kanını donduran canavarlardan bir farkı yoktur.

Bir dakika durun ve Cenevre Konvansiyonu kurallarının koruması altında ve Irak adına Yevgeni Primakov ile Amerika Birleşik Devletleri adına General Norman Schwarzkopf tarafından mutabakata varılmış geri çekilme operasyonundaki binlerce Iraklı askerin ölüm emrini Başkan Bush’un nasıl verdiğini düşünün.

Beyaz bayrak sallayan Iraklı askerlerin Amerikan uçaklarınca taranmaları karşısında yaşadıkları korkuyu gözlerinizde canlandırın.

Ya da araçlarını terk ederek siperlere sığınan 12.000 Irak askerinin General Schwarzkopf’un emri üzerine Amerikan ordusuna ait buldozerlerle canlı canlı toprağa gömülüşlerini hayal edin.

Bu kelimenin tam anlamıyla korkunç bir ölüm değil midir?

Başkan Bush ve General Schwarzkopf emirleri kimden almışlardır?

Bu adamlar emirleri 300’ler Komitesi’nden almışlardır.

Tam on iki yıl boyunca Amerikan Başkanı ve halefi Irak halkını bombalayarak, üzerlerine radyasyon yayan zayıflatılmış uranyum mermileri sıkarak, korkunç bir ambargo ile Irak hükümetinin ilaç ve gıda ihtiyaçlarını önleyerek dünyada eşi benzeri görülmemiş bir canilik örneği ortaya koymuşlardır.

“Müttefik Güçler” dünya tarihinde eşi görülmemiş barbarlığı Irak’ta dünya üzerindeki cehennemi yaratarak sergilemişlerdir.

Peki, Irak devleti ve halkının suçu nedir?

Onlar petrollerinin Kuveyt ve Batılı petrol firmalarınca çalınmasına karşı çıkmışlardır. Irak’taki savaş daha önce bahsettiğim Anglo-Boer Savaşı’nın aynısıdır.

BÖLÜM 8

Hedefe Giden Yol

Bu eser ilk baskısı 1991 yılında yapıldıktan sonra pek çok kere değiştirilmiştir. Artık komplocular güçlerini ve kendilerini göstermek istediklerinden komplo açık hale gelmiştir. Usta komplocuların kendilerini gösterme gücünü buldukları tarihin her noktasında bu böyle olmuştur. MI6 ajanlarından H. G. Wells bunu “Açık Komplo” diye isimlendirerek “Gizli Devlet” kavramına bağlamıştır. Artık komplonun başarıya ulaştığı düşünülebilir.

Şimdi benim “Komplo ötesi” nitelediğim safhaya geldik. Bu faz artık uygulanabilir hale gelmiştir çünkü Amerikan halkı şu anda akıl tutulması içinde, uzaktan ve derinden koşullandırılmış biçimde bundan on yıl önce kabul etmeyeceği şeyleri kabul edecek hale getirilmiştir. Dolayısı ile komplocuların açığa çıkmaktan korkuları kalmamıştır. Halk o kadar koşullanmış ve beyni yıkanmış haldedir ki artık olanları “komplo” diye nitelendiremez.

2006 yılında komplo, Amerikan Başkanı’nın Yeni Dünya Düzeni’nin doğuşunu müjdelemekten utanmayacağı kadar açık hale gelmiştir. Yeni Dünya Düzeni dünyayı acımasız diktatoryası ile karanlık çağlara sürükleyecek olan Enternasyonal Komünizm’in gelişmiş bir versiyonudur.

İlk defa 1982 yılında açıkladığım Davignon Projesi artık çiçek açmıştır. Amerika artık feodal topluma yarı yarıya geçmiş durumdadır. Amerikan sanayi tesisleri, çelik endüstrisi, makine ekipman sektörü öldürülmüş, ayakkabı üretim tesisleri, tekstil sanayi, hafif endüstriyel araç tesisleri yabancı ülkelere taşınmışlardır.

Amerikan tarım sektörü 300’ler Komitesi’nden Archer Daniels Midland, Nestle ve Bunge Corporation gibi firmaların ellerine teslim edilmiştir. Artık gerektiğinde açlıkla terbiye edilecek hale geldik. Yeni Dünya Düzeni veya Tek Dünya Devleti isimli totaliter rejimde liderlik rolü 300’ler Komitesi’nin Woodrow Wilson’u Beyaz Saray’a atamasıyla Amerika’ya verilmiştir.

Kasım 2005 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük ticari açığına ulaştı. Eskiden Amerika’da üretilen ürünlerin %85’i artık yabancı ülkelerden ithal edilmektedir. Ford Motor ve General Motor firmalarının her biri 30.000 değişik pozisyonu kapatacaklarını açıklamaktadırlar. Bu pozisyonlar mevsimlik veya geçici değil yaşam boyu devam eden görevlerdir ve kapatıldıktan sonra bir daha açılmayacaklardır. Amerikan halkı endüstride olanların ilk defa British East India Co. tarafından ortaya atılan “serbest ticaret” yalanıyla bağlantılı olduğunu göremeyecek kadar koşullanmış haldedir.

Pek çok kişi benim Amerikan Dış Yardım Skandalı isimli ve içinde pek çok komplo örgütünün açıklandığı çalışmamı okumuştur. Gerçekte Amerikan Yardımı denilen zorunlu hizmet Amerikan Anayasası’nca yasaklanmış bir faaliyettir. 300’ler Komitesi’nin son hedefi Amerikan Anayasası’nı ortadan kaldırmak ve devletimizi Tanrıtanımaz Yeni Dünya Düzeni - Tek Dünya Devleti içine gömmektir. Bu yeni düzen dünyayı karanlık çağlardan beter feodal bir yapıya götürecektir.

Şimdi İtalya’yı endüstrisiz hale getirmek ve komünist sisteme geçirmek için yaşanan gerçek olayları inceleyelim.

300’ler Komitesi çok önceden beri daha küçük bir dünyanın daha iyi bir dünya olacağı kanısına varmıştır. Dünyada kısıtlı kaynakları tüketen gereksiz halk toplulukları yok edilmelidir. Endüstriyel gelişim dünyada nüfus artışını desteklemektedir. İncil’in Yaradılış Bab’ında belirtilen “üre ve dünyayı fethet” emri ancak uzun vadeli işlerin güvencesi olan endüstriyel iş pazarının yok edilmesiyle durdurulabilir. Bunu gerçekleştirmenin yolu Hıristiyanlığa saldırmak, yavaşça endüstriyel ülkeleri çökertmek, 300’ler Komitesi’nce gereksiz görülen “nüfus fazlalığını” oluşturan yüz milyonlarca insanın imha edilmeleri ve Komite’nin küresel planına karşı çıkan her liderin ortadan kaldırılmasından geçmektedir.

Komite’nin ilk üç hedefi Arjantin, İtalya ve Pakistan’dı. Başta Güney Afrika, Sırbistan, Filistin ve Irak gibi devletler ortadan kaldırılacaklardı. Özellikle endüstriyelleşmeye çalışan üniter milli devletlerin parçalanmaları hızlandırılacaktı.

Öldürülen İtalya Başbakanı Aldo Moro “sıfır büyüme” prensibine karşı olan, ülkesinde nüfus planlamasıyla nüfus azalmasına neden olan politikaları desteklemeyen bir liderdi ve bu yüzden 300’ler Komitesi’nce görevlendirilen Roma Kulübü’nün nefretini üstüne çekti. 10 Kasım 1982 tarihinde Roma’daki mahkemede yakın arkadaşı Moro’nun kendisi 300’ler Komitesi’nin üyesi olan Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden bir kişi ve Amerikan Dışişleri Bakanı’nca tehdit edildiğini ifadesinde belirtmiştir. Şahit bu kişiyi Henry Kissinger olarak açıklamıştır.

Başbakan Moro, Kızıl Tugaylarca 1978 yılında kaçırıldı ve korkunç şekilde vurularak öldürüldü. Kızıl Tugaylar davasında pek çok tutuklu Moro cinayetinde Amerika bağlantısından bahsetmişlerdir ve özellikle bir tanesi Henry Kissinger’ın bu cinayette rol oynadığını belirtmiştir. Kissinger bu cinayette Amerikan devletini değil 300’ler Komitesi’nin dışişleri ayağını oluşturan Roma Kulübü’nün emirlerini yerine getirmiştir. Medyanın davayı halka yansıtmamasının ardında da Roma Kulübü’nün baskısı bulunmaktadır.

Aldo Moro gibi önemli politikacının 1978 yılının baharında gün ortasında kaçırılması ve tüm korumalarının vahşice katledilmeleri Amerikan medyasının ilgisini çekmemiştir. Acaba Henry Kissinger’in olayın içinde oluşu ile bu ilgisizlik arasında bir bağlantı mı vardır?

Bu cinayet hakkında 1982 yılında yazdığım raporda Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı olan Moro’nun P2 Mason Locası tarafından kullanılan katillerce öldürüldüğü ve cinayet nedeninin Roma Kulübü’nün İtalya’yı endüstriden arındırmak ve nüfusunu azaltmak olduğunu belirttim. Moro’nun İtalya’da işsizliği ortadan kaldırma ve ekonomik barış sağlama çabaları Komünistlere karşı Katoliklerin direncini arttırmaktaydı ve bu durum 300’ler Komitesi’nin Ortadoğu’yu dengesizleştirme politikası karşısında engel oluşturmaktaydı.

Komplocuların planlarını anlamak için araştırma yapmak ve olaylar arası bağlantılar kurmak gerekir. Bu adamlar 5 Yıllık Kalkınma Planları yazar gibi çalışmazlar. Moro cinayeti İtalya’yı dengesizleştirme siyasetinin önü açmış ve 14 yıl sonra I. Körfez Savaşı’na giden yolda Ortadoğu üzerine oynanacak oyunlara zemin hazırlamıştır.

İtalya Ortadoğu’ya, Ortadoğu ekonomi ve siyasetine en yakın Avrupa ülkesi olarak 300’ler Komitesi tarafından denek olarak kullanılmıştır. İtalya ayrıca Rothschild’lerin yok edilmesi için Weishaupt’u görevlendirdiği Katolik Kilisesi’nin merkezine de ev sahipliği yapmaktadır.

İtalya bunların yanında tarihi Kara Asalet aileleri gibi Avrupa’daki pek çok köklü aileye sahiptir. İtalya’nın Moro cinayetiyle zayıflatılmasının Ortadoğu’daki etkileri de kaçınılmazdır çünkü İtalya İran ve Lübnan’dan Avrupa’ya kaçak giren uyuşturucu trafiğinde giriş kapısı görevi üstlenmiştir.

Roma Kulübü’nün 1968 yılında kurulmasından sonra pek çok değişik topluluk sosyalizm şemsiyesi altına girerek İtalya’yı dengesizleştirme siyaseti gütmüştür. Hükümetleri yıkarak İtalya’yı dengesizleştirme çabalarına katılan gruplar içinde Kızıl Tugaylar, P2 Mason Locası, Venedik ve Cenova Kara Asalet aileleri bulunmaktadır. Aldo Moro cinayetindeki polis araştırmalarında pek çok tanınmış İtalyan ailesinin Kızıl Tugaylar isimli terör örgütüyle ilişkileri saptanmıştır. Polis bu köklü ailelerin evlerini teröristlere güvenli hücre evler olarak kullanılmak üzere açtıklarını da tespit etmiştir.

Başkan Carter’in atadığı Roma Büyükelçisi Richard Gardner sayesinde Amerikan aristokrasisi de İtalya’yı dengesizleştirme çabalarına katılmıştır. Aldo Moro cinayeti sürecinde Gardner Roma Kulübü yöneticisi ve NATO’nun güçlü isimlerinden Bettino Craxi’nin emrinde çalışmaktadır.

Craxi İtalya’yı dengesizleştirme sürecinde büyük rol oynamış bir kişiliktir. Craxi boşanma ve kürtaj kanunlarını İtalyan Parlamentosu’ndan geçirmeyi başararak Katolik Kilisesine büyük darbe vurmuş, İtalya’da sosyal, ahlaki ve dini değişime imzasını atmış bir kişidir.

Üstünden kırk yıl geçmesine rağmen bu sosyal felaketin etkileri halen İtalya’da görülmektedir ve kanımca daha elli yıl bunları görmeye devam edeceğiz. Bu yaranın iyileşmesine olanak yoktur.

BÖLÜM 9

Yeni Dünya Düzeni Komplosundaki Entrikalar

Yeni Dünya Düzeni komplosunun ne kadar büyük ve geniş kapsamlı olduğu anlamak için önce 300’ler Komitesi’nin dünyayı ele geçirmek üzere koyduğu hedeflere bakmamız gerekir. 300’ler Komitesi’nin bugün bilinen 40 kolu bulunmaktadır. Bunların isimlerini ve fonksiyonlarını liste halinde bulacaksınız. Bu liste incelendiğinde merkeziyetçi yapıya sahip bir komplo teşkilatının bireysel özgürlükleri temel alan her türlü medeni kurum ve kuruluşu yıkma çabalarına neden karşı durulamayacağı daha iyi anlaşılacaktır.

Nükleer santraller sayesinde ucuz ve bol elektrik üretecek olan gelişmekte olan ülkeler artık Amerikan yardımına gereksinim duymayacak hale gelecek ve gerçek özgürlüklerini ilan etmeye başlayacaklardır. Nükleer enerji Üçüncü Dünya Ülkelerini onların doğal kaynaklarını soymayı hedefleyen 300’ler Komitesi’nden kurtaracak anahtardır.

“Yeni Dünya Düzeni” I. Körfez Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış bir kavram olarak görülse de aslında “Tek Dünya Devleti” kavramı yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Hatta bu kavramın kökeni Kraliçe I. Elizabeth’in East India Company (EIC) ana sözleşmesini 1600 yılında onaylamasına dayanmaktadır.

Yeni Dünya Düzeni kavramı değişik isimler altında yüzyıllardır takip edilen bir amaçtır. Temelleri London Mercer Company, London Staplers Company, Alman ve Belçika Hansa Birlikleri ve Hindistan’a kadar uzanır. Bu temeller üstüne yönetim kurulu üyelerinin çoğu komünist Anabaptistlerden oluşan East India Company kurulmuştur.

Amerika kıtasındaki kolonileşme sürecinde bazı Avrupalı Anabaptistler İngiltere’den Amerika’ya göç etmişlerdir. Tüm Anabaptist grup ve tarikatlar Yeni Dünya Düzeni isimli otoriter yönetim kavramı altında birleşmişlerdir. Yeni Dünya Düzeni eskiden vardı şimdi de varlığını devam ettirmektedir. Aurelio Peccei bir keresinde yakın arkadaşı Alexander Haig’e kendisini “Adam Weishaupt’un reenkarnasyonu” gibi hissettiğini belirtmiştir. Gerçekten de Peccei’de Weishaupt’un İlluminatiyi yönetmekte ve organize etmekte kullandığı parlak zekâ vardır. Peccei’nin parlak zekâsı NATO’yu yönetme tarzında küresel planlarını hazırlamada gösterdiği başarıdan bellidir. Peccei Atlantik Enstitüsü Ekonomik Konseyi’ne 30 yıl başkanlık yaparken aynı zamanda Giovanni Agnelli’ye ait Fiat Motor Company’nin CEO’sudur. İtalyan Kara Asalet ailelerinden gelen Agnelli ölene kadar 300’ler Komitesi’nin en önemli üyelerinden biri olmuştur. Agnelli ayrıca Sovyetler Birliği’ndeki bazı projelerde de önemli görevler almıştır.

Roma Kulübü aslında Anglo-Amerikan bankacılar ile Avrupa’nın Kara Asalet Aileleri arasında gerçekleşen bir evliliktir. Bu grubun dünyayı kontrolde kullandığı en büyük araç ekonomik resesyon ve depresyon yaratma kapasitesidir. 300’ler Komitesi ekonomik kasılma ve gevşemelere küresel bazda bakar. Komite ekonomik depresyonu halk kitlelerini sosyal yardıma muhtaç hale getirmekte kullanır.

Komite insanları etkileyecek kararlarında genelde Polonyalı aristokrat Felix Dzerzhinsky’nin felsefesine uyar. Dzerzhinsky insanları sığırların bir üst sınıfında gören bir felsefeye sahiptir. Dzerzhinsky yakın arkadaşı İngiliz ajan Sydney Reilly’e özellikle içki sofralarında pek çok şey itiraf etmiştir. (Reilly Bolşevik Devrim sürecinde Dzerzhinsky’nin patronudur.) Dzerzhinsky Bolşevik Devrim sürecinde Kızıl Terör diye bilinen korkunç katliamların mimarıdır. Sıkı içtikleri bir gece Dzerzhinsky şöyle demiştir: “İnsanoğlunun hiçbir değeri yoktur. Onu aç bıraktığında en yakını yemeyi düşünecek kadar alçak bir varlıktır insan. İnsan sadece yaşamda kalmayı düşünür. Spinoza’nın sözleri saçma ve geçersizdir.”

Roma Kulübü’nün kendi istihbarat örgütü vardır ama David Rockefeller’ın INTERPOL’ünü de zaman zaman kullanır. Berlin duvarının yıkılışı öncesi KGB’nin yaptığı gibi tüm Amerikan istihbarat teşkilatları Roma Kulübü ile bilgi paylaşırlar. Mossad kuruluşundan itibaren Roma Kulübü’yle çalışmıştır. Kulüp ile çalışmayan tek istihbarat örgütü Doğu Alman teşkilatı STASI’dir. Roma Kulübü’nün çok güçlü siyasi ve ekonomik üniteleri de vardır. İşte bunlar Ronald Reagan’a 300’ler Komitesi’nin önemli üyesi Paul Volcker’la çalışma telkininde bulunan kişilerdir. Reagan seçilir seçilmez işine son vereceğine dair söz vermiş olmasına rağmen başkanlığı süresince Volcker’i Federal Rezerv’in başında tutmuştur.

Küba Misil Krizinde oynadığı büyük rol sonrası Roma Kulübü “kriz yönetimi” (FEMA isimli kuruluşun atası) konseptini Başkan Kennedy’e pazarlamak istemiştir. Tavistock Enstitüsü’nden pek çok bilim adamı başkanı ikna çalışmalarına katılmışsa da Kennedy tüm tavsiyeleri reddetmiştir. Başkan Kennedy’nin öldürüldüğü yıl Tavistock bilim adamları Washington’da NASA ile görüşmelere başlamışlardır. Bu sefer pazarlıklardan başarıyla çıkan Tavistock NASA uzay projesinin Amerikan halkı üzerindeki etkilerini araştırma projesini kazanmıştır. Tavistock kazandığı kontratı taşeronları olarak Stanford Research Institute ve Rand Corporation’a vermiştir. Şimdiye kadar Tavistock, Stanford ve Rand Corporation’ın çalışmaları gün ışığına çıkmamıştır. Araştırmalarımda başvurduğum pek çok Senato komitesi veya alt komiteler böyle bir çalışmadan haberdar bile değillerdir. İşte bu, 300’ler Komitesi’nin gücü ve prestijidir.

1961 yılında Amerikan yönetimine bir rapor sunan Dr. Anatol Rappaport ile görüşmem tavsiye edildi. Rapor NASA’nın görevini tamamladığını ve lağvedilmesi gerektiğini açıklayan bir belgeydi. Rappaport bana raporundan bir kopya vermekten mutluluk duydu. Raporunda NASA’nın Amerikan halkını kötü etkileyen pek çok bilim adamına sahip olduğunu ve bilim adamlarının okulları gezerek roket teknolojisini anlattıklarını belirtmekteydi.

Rappaport’a göre NASA bilim adamları gençleri uzay araştırmalarına özendiriyorlardı halbuki bu sektöre 2020 yılında gerek bile kalmayacaktı. Roma Kulübü’nün NATO’da bu raporu paylaşması üzerine 300’ler Komitesi aşağıdaki kişilerden oluşan anti-NASA komitesini hayata geçirdi:

-Aurelio Peccei

-     Harland Cleveland

-     Joseph Slater

-     Claiborne Pell

-     Walter Levy

-     George McGhee

-     William Watts

-    Robert Strausz-Hupe ( NATO’daki Amerikan Büyükelçisi)

-    Donald Lesh

Mayıs 1967’de Kuzey Atlantik Asamblesi Bilim ve Teknoloji Komitesi ve Dış Siyaset Araştırmaları Enstitüsü’nce bir toplantı organize edildi. Toplantının ismi “Atlantik Ötesi Dengesizlik ve Dayanışma Konferansıydı.” Konferans Kraliçe Elizabeth’in Fransa Deauville’de bulunan sarayında yapıldı. Bu konferansın amacı Amerikan teknolojik ve endüstriyel gelişiminin durdurulmasıydı. Konferans sonrası benim de pek çok kere referans gösterdiğim iki kitap yazıldı; Bunlardan ilki Zbigniew Brzezinski’nin İki Çağ Arasında, diğeri ise Aurelio Peccei’nin Önümüzdeki Uçurum isimli yapıtıydı.

İki eser de pek çok noktada mutabakat içindeydi ve Tek Dünya Devleti kurulmaması halinde insanlığı kaosun beklediğini söylüyorlardı. Bu kapsamda Peccei Sovyetler Birliği’nin NATO’ya dahil edilerek Yeni Dünya Düzeni’nde Amerika ile eşit ortak haline getirtilmesinde ısrar etmekteydi. Bu teklif yeni bir şey değildi çünkü 300’ler Komitesi aynı teklifi 1905 yılında yapmıştı. Sonradan Stalin bu plana tamamen karşı çıkmıştır. Roma Kulübü’nün ilk “Küresel Planlama Projesi” 300’ler Komitesi’nin önemli araştırma merkezlerinden Massachusetts Institute of Technology (MIT)’e verilmiştir. Bu projeyi Jay Forrestor ve Dennis Meadows yönetmişlerdir.

Proje sonunda Malthus veya Von Hayek’in tespitlerinden öte bir şey çıkmamış, dünyada yeterli kaynakların bulunmadığına karar verilmiştir. Forrestor-Meadows Raporu aslında Amerikan orta sınıfının çöküşüne neden olan NAFTA GATT ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumları ortaya çıkaran Kont Davignon’un “Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Hızı” kavramına tamamlayıcı rolü üstlenmiştir. Raporda düşünülmeyen insan zekâsının her türlü kıtlık veya yokluğu aşma kapasitesidir.

Mesela 300’ler Komitesi’nin hep karşı çıktığı füzyon enerjisi yeni doğal kaynaklar üretiminde kullanılabilir özelliktedir. Örneğin bir füzyon meşalesi bir mil kare sıradan kayayı Amerikan’ın dört yıllık gereksinimini karşılayacak alüminyuma dönüştürebilmektedir. Peccei milli üniter devletlerin aleyhlerine propaganda yapmaktan ve bu ülkelerin insanlığın gelişimini önlediklerini anlatmaktan hiç bıkmadı. O kendi deyimiyle “Kolektif Sorumluluk” istiyordu.

Yaptığı konuşmaların pek çoğunda “Milliyetçilik insanlık için bir kanserdir.” vurgusunu yapmaktaydı. Yakın arkadaşı Ervin Lazlo 1977 yılında İnsanlığın Amaçları adındaki eseri ile Roma Kulübü’ne bir şaheser hediye etti. Halbuki bu eser sadece endüstriyel büyüme ve kentsel gelişim konseptlerine saldıran bir kitaptır. Kitap aslında Davignon’un Amerikan endüstriyel ve tarımsal gelişimini durdurmayı amaçlayan Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Planı’nın bir versiyonudur.

Yıllar boyunca Kissinger atanmış bir kişi olarak Roma Kulübü’nü temsilen Moskova ile yakın temas içinde oldu. “Küresel Modelleme” raporları düzenli olarak Kissinger’in Sovyetler Birliği’ndeki arkadaşlarıyla paylaşıldı. Böylece Sovyet liderler Amerikan ajandasını takip edebildiler. Roma Kulübü’nden Harland Cleveland’ın Üçüncü Dünya ülkeleri hakkında hazırladığı rapor ise bu ülkelerle dalga geçmenin ötesindeydi. O tarihte Cleveland Amerika Birleşik Devletleri’nin NATO’daki Büyükelçisi pozisyonundaydı. Cleveland raporunda özetle Üçüncü Dünya Ülkelerinin nüfuslarının ne kadarının imha edilmelerine kendilerinin karar vermesi gerektiğini söylemekteydi. Peccei Cleveland Raporu üzerine aşağıdakileri yazmıştır:

“Üç bloklu dünyada birbirleriyle uyuşmayan politikalar nedeni ile ekonomik düzen neredeyse parçalanmış haldedir. (...) Dünyada kimin yaşayıp kimin imha edilmesine karar verme gereksinimi, gerçekten korkunç kararlar gerektirmektedir. Ancak durum bu kararları vermeyi gerektirecek hale geldiğinde bu kararları vermek birkaç ülkenin inisiyatifine bırakılamaz. Çünkü bu durumda karar veren bu ülkeler fakir ülkelerin kaderleri üzerinde mutlak güç edinmiş olacaklardır. ”

Komite’nin özellikle Aşağı Sahra bölgesindeki Afrika halklarını açlıkla telef etme siyaseti burada ortaya çıkmaktadır. “Plan” daha sonra resmileştirilerek “Küresel Rapor 2000” ismini almıştır. Rapordaki üslup içinde fakir ülkeleri aşağılama ve hor görme en üst düzeye gelmiştir çünkü Peccei zaten 300’ler Komitesi’nin diğer halkların yaşam veya ölüm hakkını kendinde gördüğünü iyi bilmektedir. Daha önce yazdığı Büyümenin Sınırları isimli eserde Peccei tarımsal ve endüstriyel büyümeyi sıfırlayarak dünyanın Roma Kulübü ve NATO gibi kuruluşlar içinde Yeni Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti haline gelmesini önermektedir.

Komite’nin tüm organları gelecek planlarını Lord Bertrand Russell’in ifadesiyle “2,5 milyar gereksiz kaşık düşmanının” imhası üzerine kurmuşlardır. Dünyadaki doğal kaynaklar uluslar üstü küresel planlama çerçevesinde dağıtılacaktır. Ulus devletler ya Roma Kulübü’nün yönetimine girecekler veya orman kanunlarına tabi yaşam mücadelesi vereceklerdir.

Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nü temsilen Meadows ve Forrestor ilk test uygulamasını 1973 Arap-İsrail Savaşını tezgâhlayarak ortaya koydular. Savaş sonunda petrol gibi önemli bir doğal kaynağın üretiminin yönetilmesi gerçeği ortaya çıktı. Gelecekte petrol üretimi küresel planlamacılar yani 300’ler Komitesi’nce kontrol edilecektir.

Olayların akışı içinde Tavistock Enstitüsü Londra’da düzenlediği konferansa danışman olarak Peccei, McGeorge Bundy, Homer Pearlmutter ve Dr. Alexander King’i davet eder, konferans sonrası Peccei Beyaz Saray’a giderek başkan ve kabine üyeleriyle görüşür. Bu görüşmeyi takiben Peccei Dışişleri Bakanlığında, Bakan, Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Servisi yetkilileri ve Dışişleri Bakanlığı Planlama Konseyi ile görüşür.

Yani baştan itibaren Amerikan hükümetinin 300’ler Komitesi’nin Amerika hakkındaki planlarından haberi vardır. “Amerikan hükümeti neden Roma Kulübü’nün Amerika’daki yıkıcı faaliyetlerine göz yumuyor?” sorusunun yanıtı da işte budur zaten.

Volcker’ın ekonomik politikaları sadece İngiliz Hazinesi Başkanı ve 300’ler Komitesi üyesi Sir Geoffrey Howe’ın politikalarının takipçisidir. İngiltere’nin 1812 savaşı sonrası Amerika’nın kontrolünü ele geçirdiği ve halen 300’ler Komitesi kanalıyla bu ülkeyi yönettiği açıktır. Dionysos Tarikatı, İsis Tarikatı, İlluminati, Katharsistler, Bogomiller ve Komünistlere dayanan gizli elit grubun amaçları nedir?

Bu elit grup kendisini “Olimpos Kurulu” olarak da nitelendirmektedir çünkü kendilerini Olimpos Tanrıları kadar güçlü saymaktadırlar. Şeytana tapanlar misali bu elitler kendilerini Tanrı’nın üstünde görerek aşağıdaki amaçları gerçekleştirmeyi kendilerine verilmiş kutsal bir hakka dayandırmaktadırlar:

1. Tüm dinlerin ve para politikalarının tek elden yönetildiği Yeni Dünya Düzeni- Tek Dünya Devleti’ni kurmak. Pek çok kimse bilmese de Yeni Dünya Düzeni temsilcileri tüm kiliseleri bir araya toplayacak tek kilise çalışmalarına 1920’lerden beri devam etmektedirler. İnsanların doğuştan sahip oldukları din ve inanç ihtiyaçlarının muhakkak tatmin edilmesi gerekli olduğunu bilen Komite bunu tek elden kontrol etmeyi amaçlamaktadır.

2.    Tüm ulusal-milliyetçi düşünceyi, milli gururu, milli aidiyet duygularını ortadan kaldırmak. Tek Dünya Devleti içinde tüm insanları kalabalıklar haline getirmek.

3.    Tüm dinleri ortadan kaldırarak insanları Tek Dünya Devleti dini gibi uyduruk bir inanç sistemi altında toplamak.

4.    Tüm insanları akıl okuma teknikleri sayesinde kontrol altına almak. Brzezinski’nin “Technetronics,” diye isimlendirdiği kavram genetik olarak klonlanmış insan-robotlarla terör devleti kurmayı hedeflemektedir ki kıyaslandığında bu devletin uygulamaları Felix Dzerzinhski’nin “Kızıl Terör” faaliyetlerini solda sıfır haline getirecektir.

5.    “Post Endüstriyel Sıfır Büyüme” prensibi içinde bilgisayar ve hizmet sektörleri hariç tüm endüstriyel gelişimi sonlandırmak ve nükleer elektrik üretimini ortadan kaldırmak. Amerikan endüstrisinin Meksika veya Uzak doğu ülkeleri gibi köle işçiliğin geçerli olduğu bölgelere taşınmasını sağlamak. Endüstrinin ölüm sürecinde işsiz kalan Amerikalılar ya uyuşturucu bağımlısı haline gelecekler veya “Global Rapor 2000” isimli belgedeki “imha edilmesi gereken nüfus fazlalığını” oluşturacaklardır.

6.    Yayılmalarını ve toplumsal kabullerini arttırmak için uyuşturucu maddeleri yasal hale getirmek, pornografiyi sanat kapsamına almak. Zaten 2004 yılından itibaren pornografi normal sinemalarda gösterilir hale gelmiştir.

Ekim 2005’te Hollanda’da pornografi “Canlı seks ve uyuşturucu kullanımı” programıyla BNN isimli gençlik kanalında yayımlanmaya başlamıştır. Bu programın yayımlanması sonrası pek çok panel düzenlenerek değişik bakış açıları ortaya konmuştur. Televizyon programında 26 yaşındaki bir Hollandalı genç önce bir kulübe giderek hap halinde eroin içer daha sonra eve giderek annesinin yanında LSD kullanır. Bunlardan sonra genç hangisinin daha fazla zevk aldığını tespit amaçlı olarak bir genç kadın ile oral seks yapar. Burada Tavistock tarafından geliştirilen uzun menzilli içsel yönelim koşullama projesinin aslında Oswald Spengler’in 1946 tarihli Batının Çöküşü isimli unutulmaz eserine dayandığını unutmamalıyız.

7.     Pol Pot rejimince Kamboçya’da uygulanan soykırım yöntemleriyle büyük şehirlerde nüfus artışını durdurmak. Enteresan şekilde Pol Pot rejiminin soykırım planlarının temelleri Dışişleri Bakanlığı’nda yüksek bir pozisyonda olan Roma Kulübü üyesi Thomas Enders tarafından atılmıştır. Komite’nin Kamboçya’daki Pol Pot kasaplarının yargı sürecinde soykırım suçlarından yargılanmalarını önleme çabaları da enteresandır.

8.        Komite’ye yararı olacaklar dışında tüm bilimsel araştırmaların durdurulması. Özellikle de nükleer enerjinin barışçıl amaçlar doğrultusunda kullanılmasını engellemek. Bu çalışmalara ısrarla devam eden İran, Arjantin, Pakistan ve Güney Afrika gibi devletlerin ağır şekilde cezalandırılmaları. Komite ve yandaş medyası özellikle füzyon çalışmalarından nefret etmektedir. Çünkü füzyon meşalesi teknolojisinin geliştirilmesi Komite’nin “yetersiz doğal kaynaklar” argümanına son verecek kapasitededir

Doğru kullanıldığında füzyon meşalesi teknolojisi en sıradan maddelerden sınırsız doğal kaynak yaratabilecek güce sahiptir. Bu teknolojinin insanlık hayrına kullanılabileceği alanlar pek çok olmakla beraber pek az kişi tarafından bilinirler. Pek çok bilim adamı füzyon meşalesi teknolojisinin yeni petrol kaynakları yaratmakta kullanılabileceğini iddia etmektedir.

9.     Gelişmiş ülkelerde çıkarılacak sınırlı çerçevedeki savaşlarla nüfusu azaltmak, Üçüncü Dünya ülkelerinde ise açlık ve salgınlarla gereksiz nüfustan kurtulmak. Sonuçta 2050 yılına kadar, Russell’in değimiyle, 3 milyar “gereksiz kaşık düşmanından” kurtulmak. Komite böyle bir soykırımı en iyi şekilde planlaması için Cyrus Vance’i görevlendirmiştir. Vance’in hazırladığı rapor “Küresel Rapor 2000” ismi altında uygulanmaya konmak üzere Amerika Birleşik Devletleri adına Başkan James (Jimmy), Earl Carter ve Dışişleri Bakanı Edwin Muskie tarafından teslim alınmıştır. İlgili rapora göre Amerika Birleşik Devletleri nüfusu 2050 yılına kadar 100 milyon kişi azaltılmalıdır.

10.    Halkın ahlaki değerlerini yozlaştırılması. Bu iş için “ünlü yıldızlar” kullanılacaktır. Aile ve evlilik kavramları çökertilecektir. Aile içinde dejenere edilmiş cinsellik, uyuşturucu kullanımı ve uygunsuz konuşma tarzı teşvik edilecektir.

Tavistock’taki sosyal bilimler uzmanlarınca yaratılan bazı “yıldızlar” Madonna, Kate Moss ve Britney Spears’dirler. Bugün sinema, televizyon, moda, iş dünyası, talk şovlar gibi alanlarda boy gösteren “Oprah”, “Dr. Phil”, “Bob Barker”, “Rosie O’Donnell” ve “Ellen DeGeneres” gibi ünlüler kendilerinin aslında Edward Bernays (Sigmund Freud’un yeğeni), H. V. Byron, Dicks, Madalyn O’Hair ve Tavistock’taki diğer bilim adamlarının ürünleri olduklarını öğrendiklerinde üzüleceklerdir.

11.    Rapor Roma Kulübü’nün Post Endüstriyel Sıfır Büyüme prensibiyle işsizlik arttıkça işsiz ve ümitsiz işçi gruplarının alkol ve uyuşturucu batağına saplanmasını öngörmektedir. Rapora göre gençlerin müzik, uyuşturucu ve pornografi ile sisteme karşı isyanları teşvik edilmeli ve sonunda aile kurumu yıkılmalıdır. Bu konuda Komite Tavistock Enstitüsü’nü bir plan hazırlamakla görevlendirmiştir. Tavistock bu görev için Stanford Araştırma grubunu Prof. Willis Harmon Başkanlığında harekete geçirmiştir. Bu çalışma daha sonra “Kova Burcu Komplosu” olarak tanınacaktır.

12.    Dünyadaki insanların kendilerini kendi başlarına yönetmemeleri için krizler çıkarılacak ve bu krizler Komite tarafından yönetileceklerdir. Bu durum halkları şaşırtacak ve demoralize ettiği gibi halk kendisine sunulan seçenekler karşısında tam bir duyarsız topluluk haline düşecektir. Nitekim ilk kitap 1991 yılında basıldıktan sonra Amerikalılar en hayati olaylara bile tepki veremeyecek şekilde bir akıl tutulmasına girmiştir. Amerika’da kriz yönetimi için oluşturulan grubun ismi Federal Emergency Management Agency (FEMA) olup bu kuruma daha sonra tekrar değineceğiz.

13.    Yeni kültler yaratmak ve halen olanları desteklemek. Mick Jagger’in Avrupa Kara Asalet ailesince desteklenen ve sevilen grubu “Rolling Stones” veya Tavistock tarafından ortaya çıkarılan “Beatles” gibi müzik dünyasının gangsterlerini desteklemek. Kabala kültü gibi sapkın akımların ritüel ve dini uygulamalarını “yıldızlar” kanalıyla geniş kitlelere duyurmak. 2005 yılı itibarıyla Kabala kültü Shirley McLain, “Madonna” ve “Demi Moore” gibi “yıldızlar” sayesinde tüm Amerika’yı sarmış vaziyettedir. Tüm Amerika’da yayılan bu kült Hollywood California’da en büyük katılımcı grubuna ulaşmıştır.

14.    Hıristiyan köktendinciliğini British East India Co.’dan John Nelson Darby yaptığı şekilde yaymak. Darby gibi fakir bir vaizin Amerika’nın her köşesini hangi parayla gezerek vaazlar verdiği hep gizli kalmıştır. Darby’nin “Avrupa’daki bağlantıları” da muammadır. Bu bağlantılar içinde John Henry, Francis Newman, Frere Brothers, Joseph Wolff, Lady Powercourt, Carlyle ve ünlü banker Henry Drummond gibi isimler vardır. Bu kişiler Brethen Kilisesini oluşturan, Avrupa’nın zenginleriyle sıkı temasları İngiliz elit kesimine aittirler.

Otto J. Scott kitabı The Secret Six’da Amerika’daki köleliliğin ortadan kaldırılması çabalarının altı dinsiz zengin adamı tarafından çıkarılan Amerikan İç Savaşı gibi iki ırk arasında onarılmaz yaralar açan kanlı mücadeleye dönüştürüldüğünü yazmaktadır. Bu altı kişiden birisinin 300’ler Komitesi’nden olduğu bilinmektedir. Scott bu altı karanlık adamın Boston’da yaşadıkları ve 1850’lerde Kansas’ı kendi sapkın fikirlerine test alanı olarak seçtiklerini söylemektedir.

Hıristiyan köktendincilik akımı İsrail’i İncil ile bağlantılayarak ve Yahudilerin “Tanrı tarafından seçilmiş halk” olduklarına vurgu yaparak İsrail Devleti’ni güçlendirmeyi amaçlar. Bu grubun İsrail’e verdiği inanılmaz finans desteğinin arkasında çabalarını İncil’in kurallarını yerine getirerek Hıristiyanlığa iyilik yaptıkları inancı yatmaktadır. Hâlbuki günümüzdeki İsrail dini kurallar değil Siyonist temeller üzerine inşa edilmiş bir devlettir.

(Kaynak: A History of Zionism, Walter Laqueur)

15.     İhvan (Müslüman Kardeşler Örgütü), Sihler ve diğer köktendinci akımların dünyada yaygınlaşmasını sağlamak ve Jim Jones’un akıl kontrol deneylerini bu gruplar üstünde uygulamak.

Burada Ayetullah Humeyni’nin İngiliz Askeri İstihbarat Servisi 6. Bölümünün yani yaygın adıyla MI6’in bir ürünü olduğunu da 1985 yılında yazdığım What Really Happened in Iran ? isimli kitabımda belirttiğim gibi vurgulamak gerekir. MI6’in detaylı planı Amerika tarafından adım adım uygulanarak Humeyni iktidara getirilmiştir.

16.     Dünyada “dini özgürleşme” akımlarını teşvik ederek var olan tüm dini kurumları yok etmek. Bu iş ilk defa “Cizvit Özgürleşme Teolojisi” ismiyle Nikaragua’da Somoza rejimini yıkmak ve El Salvador’u 25 yıl sürecek iç savaşa sürüklemek şeklinde uygulanmıştır. Kosta Rika ve Honduras’ta da devrimci Cizvit hareketleri vardır. 1991 yılında Nikaragua çökmüş, Peru gerilla savaşı ile boğuşur hale gelmiş, Şili’deki istikrarlı rejim devrilmiş, Arjantin ve Venezüella ekonomik olarak çökertilmişlerdir. Yugoslavya ve Irak’ın durumları zaten ortadadır.

17.    Dünya ekonomisin çöküşünü hızlandırmak ve politik kaos yaratmak.

18.    Amerika Birleşik Devletleri’nin iç ve dış siyasetini ele geçirmek.

19.    Ulusal kurumları yok ederek devletleri Birleşmiş Milletler, IMF ve benzeri yeni kurulacak devletler üstü kurumların yönetimi altına sokmak.

20.         Demokrasiyi yaygınlaştırmak yalanıyla tüm ulusal devletlerin hükümetlerine sızmak ve bu hükümetlerce temsil edilen ulusal bağımsızlığı ortadan kaldırmak.

21.    Dünya üzerindeki terör faaliyetlerini düzenler hale gelerek bağımsız ulusal hükümetleri bu terör gruplarıyla görüşmelere zorlamak ve terör gruplarının isteklerini kabul ettirmek. Bunu sağlamak için “Demokrasi Getirme Misyonu” adı altında bu ülkelerde Amerikan üsleri kurmak.

22.    Amerikan eğitim sistemini ele geçirmek, müfredat ve öğretim yöntemleri değişiklikleriyle yok etmek. 1993 yılında artık bu çabalar açık hale gelmiştir ve ilk, ortaokulların “Sonuç Odaklı Eğitime” geçişleri sonrası iyice korkunç hale gelecektir. Bu sistemde yetişen biri Amerika’nın 250 yıllık bir devlet olduğunu hiçbir detay bilmeden öğrenecektir. Bu kişinin Amerikan Anayasası hakkında da fikri minimum düzeyde olacaktır. Bu kişi tarihte birbirleriyle ilişkileri yok gibi gözüken olayların aslında birbirleriyle çok ilintili olduklarını ve gizli güçlerce planlanarak ortaya çıkarıldıklarını bilmeyecektir. Halbuki Fransız Devrimi iki Mason Locası tarafından tezgâhlanmış, Napolyon ve savaşları Rothschild’lerce yaratılmış, Bolşevik Devrimi, Komünizm ve I. Dünya savaşı belli güç odaklarınca planlanmışlardır.

Bu önemli detaylar bu kişinin okulda göreceği eğitimde yer almayacak, olaylar birbirlerinden kopuk ve ilintisiz olarak öğretileceklerdir. Tabii ki bu kişi dünyadaki önemli olayları öğrenecek ama örneğin Amerika’nın aniden ve âdeta şansa ortaya çıktığı kanısına kapılacaktır. Tarihteki korkunç olayların mükemmel şekilde planlanarak önceden belirlenen hedefler doğrultusunda uygulandıklarını bu kişi bilmeyecektir. Bu kişi eğer bir gün “Büyük Komployu” öğrenirse bu gerçek “uçuk düşünce tarzına” ait kişilerin uyduruk hikâyesi olarak yalanlanacaktır.

Kontrol altındaki eğitim böyle araştırmalara izin vermez, onlar tabudur.

Sözleşme hukukundan bihaber olan sıradan vatandaş özellikle uluslararası sözleşmeleri hiç anlamaz ve bu sözleşmelerin doğal şartlar altında yapıldığını sanır. Bu kişi eğer bir gün British Museum gibi bir dev arşive girip iki yıl Amerika ve İngiltere’nin en ünlü gazete ve dergileri üzerinde araştırma yaparsa 1890-1900’larm The NewYork Times, The London Times, The Telegraph,Punch ve The New Yorker magazinlerine bakarken 2006 yılının New York Times, The Washington Post ve The London Times’larını görecektir.

Daha da şaşırtıcısı eski baskılarda okunan klişelerin içerik ve tasarım açılarından Komünizm, Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Devleti söylemleriyle tıpatıp aynı olduğu görülür.

Kullanılan dil ve sözleri söyleyen kişiler tabii ki yıllar içinde değişmiştir ancak propagandanın tonu ve içeriği aynıdırlar. Bunları okuyan kişi elinde tuttuğu 1910’lardan kalma gazeteyi gözlerini kapatsa 2006’daki haberler gibi görebilir. Bu sürecin sonunda bu kişi dünya olaylarındaki amaç ve niyetin önce Sosyalizm sonra Komünizm ve en son Yeni Dünya Düzeni’ni kurmak olduğu sonucuna varacaktır. Olaylar arasında böyle kusursuz ve kuşkusuz bir tutarlılığın olması için dünyadaki ve Amerika’daki tarihsel olayları kontrol edenlerin yüksek mevkilerde bulunan kişiler ve onların bağlı bulundukları bazı kurumların işin içinde olması kaçınılmazdır. İngiliz koloni tarihi incelendiğinde rastlanacak olan British East India Co. büyük tarihi olayları yönetecek elit grubu içinde barındırmaktadır.

23.      Amerikan eyalet ve federal anayasalarını ortadan kaldırmak için sosyalizmi Amerika’ya yerleştirmek. British East India Co.’nun başardığı en önemli şeylerden biri sosyalizmin siyasi bir akım olarak tesisidir. Fabian Cemiyeti East India Co. ürünüdür. Londra Fabian Cemiyeti ve liderleri Beatrice ve Sydney Webb, Annie Besant, G. D. H. Cole, Ramsey McDonald, Bertrand Russell, H.G. Wells, Thomas Davidson ve Henry George güçlerini ve pozisyonlarını “Firmaya” borçludurlar.

Pratt ailesi East India Co.’nun Hindistan ticaretiyle bağlantısı çok kuvvetlidir ve bu aile Rockefeller Standard Oil İmparatorluğu’nda da büyük sermayedarlardandır. Beatrice ve Sydney Webb 1895 yılında pek çok İngiliz ve Amerikan siyasetçisi, işadamı ve bürokratının yetiştiği London School of Economics’i kurmuşlardır. Bu okulun ünlü mezunları içinde Ulusal Cumhuriyetçiler Kulübü Başkanı, Rockefeller Standard Oil Co. CEO’su, ünlü Pasifik İlişkiler Enstitüsü’nün finansal destekleyicisi David Rockefeller vardır. British East India Co. ve 300’ler Komitesi’ne bağlı olan Pasifik İlişkileri Enstitüsü 7 Aralık 1941 yılında Japonlarca gerçekleştirilen Pearl Harbor saldırısını finanse etmiştir. David Rockefeller ayrıca başkanlardan George Herbert Walker Bush ve John F. Kennedy’nin akıl hocasıdır.

Beatrice Webb ünlü demiryolcu ve mistik çalışmalarıyla tanınan Richard Potter’in üç kızından biridir. Kardeşi Theresa Ramsay McDonald tarafından kurulan İşçi Partisi hükümetinde kabine üyesi Sir Alfred Cripps ile evlidir. Diğer kız kardeş Georgina East India Co. bağlantılı banker Daniel Meinertzhagen ile evlidir.

Richard Potter’in para kazanmaya ihtiyacı yoktur ve zamanını mistik okült çalışmalara adamıştır. Richard bir anda ortaya çıkarak dünya çocuk romanları çok satanlar listelerini altüst eden Harry Potter serisindeki ana kahramandır. Şimdi Richard Potter masallarının Tavistock Enstitüsü’nce tekrardan yazılıp bastırılmak üzere tanınmamış bir yazara verildiği bilinmektedir. 1991 yılında sıraladığım yukarıdaki hedeflerin pek çoğuna ulaşılmıştır veya ulaşılmak üzeredir. Bunlar içinde özel önemi olan 300’ler Komitesi ekonomik politikaları British East India Co. yöneticilerinden Malthus’un öğretilerine ve teorilerine dayanır.

BÖLÜM 10

East India ve British East India Firmalarının Tarihçesi

Bildiğimiz gibi East India Co. 1606 yılında Tudor Hanedanı’nın son temsilcisi Kraliçe I Elizabeth tarafından ana sözleşmesi onaylanarak hayata geçmiştir. Bu firmanın çalışanları Hindistan’a giderek Moğol-Türk Hanedanı, tüccarlar ve bankerler ile iyi ilişkiler geliştirmek suretiyle Venedik Levanten firmasının izinden İngiliz-Hint ticaretini arttırmayı hedeflemektedirler. Firma London Staplers Loncası ve daha sonra ortaya çıkan London Mercers Company’nin devamıdır.

Bu tip ticareti tekel altına alan loncalar ilk başta Venedik ve Cenova’da bankacılık ile uğraşan Kara Asalet ailelerince yaratılmışlardır. Başlangıçtan itibaren East India Co. Virginia Plantasyonunda görüldüğü gibi komünist kurallar çerçevesinde yönetilmiştir. Firmanın üst yönetiminde pek çok Hıristiyan tarikat, Gnostikler ve Gül ve Haç örgütü üyeleri bulunmaktadır.

Gnostikler, Hz İsa kilisesini kurduğu andan itibaren var olmuşlardır. Gnostikler için kurtuluş imanda değil bilgide saklıdır. Bu güne kadar Hıristiyanlığa muhalefetini sürdüren bu akımdaki bazı yazarlar ve tarihçiler genelde Hıristiyanlığın saygınlığını sarsan “gizli bilgileri” ortaya çıkartmakla ünlüdürler. Gnostik edebiyat akımının son örneklerinden biri Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra ölmediğini ve Maria Magdalena ile evlenerek çoluk çocuğa karıştığını anlatan Kutsal Kan, Kutsal Kâse isimli eserdir. Bu kitabın yayımlanmasını takiben yüzlerce benzeri aynı “sırrı” açıklamak üzere Batı yayıncılık pazarındaki yerlerini almışlardır

2006 yılında bu kitabın çalıntısı Da Vinci Şifresi ismiyle piyasaya sürülmüştür. Bu kitap Gnostiklerin Hz. İsa ve kilisesi gerçeklerini çarpıtmaya yönelik bir girişimleridir. Daha önce belirttiğim gibi 1661 yılında Stuart hanedanından Kral II. Charles East India Co.’ya ticari hakların çok üstünde imtiyazlar sağlamıştır. Bu imtiyazlara firmanın Hindistan’daki yönetici sınıf, bankerler ve tüccarlarla paktlar oluşturması, bağımsız devletlere savaş açması veya barış yapması dahildir. Hindistan’daki Türk-Moğol Hanedanın East India Co. yüzünden yıkılıp yıkılmadığı şüphelidir ancak tüm tarihçilerin ortak görüşü firmanın Hindistan’daki yıkılışa mani olacak hiçbir şey yapmadığıdır. 1700 yılındaki çöküşten sonraki 130 yıl içinde firma tüm Hindistan yarımadasını kontrol altına alır. Bu süreçte firma önce United East India Company sonra da British East India Company ismi altında faaliyetlerine devam eder.

East India Co. yöneticilerinin Hindistan’daki bankacılık prenslerinden öğrendikleri en önemli şey “Kısmi Rezerv Sistemi” bankacılığıdır. Bu sistem 1625 yılında İngiltere’ye adapte edilmiş daha sonra Amerika ve Avrupa’da geçerli bankacılık sistemi olarak kullanılmıştır. Hintlilerin Babillerden kopyalayarak kusursuzca uyguladıkları bu bankacılık sistemi tüm detaylarıyla İngiltere’ye aktarılmıştır.

Yüzyıllardır Hindistan’ın bankacılık sistemi olan “Kısmi Rezerv Bankacılığı” Hollanda, Amerika ve İngiltere’nin bankacılık sistemi haline gelmiştir. Bu sistemi İngiltere’ye adapte eden William Patterson ve Charles Montague’nun amaçları savaş borçlarının finanse edilmesidir. Enteresan şekilde 300’ler Komitesi hizmetkârlarından Woodrow Wilson’un Federal Rezerv Kanunu uygulaması da I. Dünya Savaşı giderlerini finanse etmek içindir. Amerikan halkını boyunduruk altına alan bu gelişmeyi daha sonra detaylı anlatacağım. East India Co.’nun büyümesine paralel olarak 300’ler Komitesini oluşturan ailelerin de güçlenip zenginleştikleri ortadadır. Bunlar İngiltere’de Churchill, Russell, Montague, Bentham, Thomas Papillon ve Bedford, Amerika’da ise Forbes, Delano, Mellon, Perkins, Russell, Morgan ve Colin Campbell aileleridirler. Bu aileler Hindistan’dan Çin’e yapılan afyon ticaretiyle büyük gelirler ve servetler elde etmişlerdir.

East India Company firması yöneticileri içinde en önemlilerinden biri Danton ve Marat’a danışmanlık yaparak Fransız Devrimi’ni ateşleyen Jeremy Bentham’dır. Bentham East India Co.’da “Kralların Kralı” olarak tanınırdı ve Fabian Cemiyeti öncesi kurulan Felsefi Radikaller Grubunun başkanıdır. Bentham Tek Dünya Devletini gündeme getiren ilk kişidir ve fikirleri “Faydacıl Felsefe” ismi altında toplanmıştır.

Bentham’ın teklifleri İngiliz Barış Cemiyeti kurucusu Quaker milyoner William Allen ve Lanark Pamuk Tesisleri’ndeki ortağı ateist, serbest seks ve kürtaj yanlısı Robert Owen tarafından kabul görmüşler hatta daha sonra Amerikan devletine empoze edilmişlerdir. Bentham 1782 yılından sonra British East India Company’i yönetirken Owen Amerika’ya gelerek Wabash Nehri üzerinde “New Harmony” ismini verdiği sosyalist komünü kurmuştur. Politik bir terim olarak “sosyalizm” ilk defa 1830 yılında kullanılmıştır.

Robert Owen Amerikan siyasetinin şekillenmesinde büyük rol oynamış biridir. Francis Wright ile birlikte tüm Amerika’yı dolaşarak özgür seks, ateizm, kürtaj ve köleliğin kaldırılması taraftarı konferanslar vermişlerdir. Bu ikili Amerika’daki ilk sosyalist teşkilat olan İşçi Partisi’ni 1829’da New York City’de kurmuşlardır. Okuyucunun Owen’in Amerika’daki misyonunun aşağıda özeti verilen 300’ler Komitesi ajandasının gerçekleştirilmesi olduğunu not etmesini isterim:

-     Komünizm öncesi sosyalizmi yerleştirmek

-     Kadınlara eşit haklar vermek suretiyle aile düzenini sarsmak

-     Çocukları ebeveynlerinden uzun süreli ayırmak üzere yatılı okullar açmak

-     Özgür seksi kürtaj ile birlikte sosyal normlar içine sokmak

-     Irkları karışmaya zorlayacak ve edilgen melez bir ırkın ortaya çıkmasına neden olacak bir siyasi hareketi başlatmak

-     Gizlice Lusifer (Şeytan) Cemiyetini kurmak. Prof. Arnold Toynbee daha sonra bu en gizli teşkilatı İngiltere ve Amerika’da yönetmiştir.

Owen’in Robert Dale Owen ve David Dale Owen isimli iki oğlu vardır. Bunlardan ikincisi Amerikan Kongre üyesidir. Robert Owen’in kızı ise 300’ler Komitesi bağlantılı Lord Oliphant ile evlidir. Robert Owen Sr. İngiltere’ye döndüğünde “Marks’ın beyninin yarısı” olarak tanınan Frederick Engels’i yanına almıştır. Tarihsel gelişmeler Owen’nin Amerikan siyasi sistemindeki büyük değişikliklerin mimarı olup Amerika’yı 300’ler Komitesi amaçları doğrultusunda Yeni Dünya Düzeni içindeki “Tek Devlet”e bağlamaya çalıştığını göstermektedir.

Owen Amerikan eyalet ve federal anayasalarından nefret etmektedir ve John Quincy Adams’ın oğlu Charles Francis Adams ile birlikte Eyaletler Arası Ticaret Komisyonun atası olacak kurumu kurmak için çok çalışmıştır. Amerikan Anayası’nın dayandığı prensiplerin iyi anlaşılmaması için Owen okullarda Latince ve Yunanca öğretimine karşı çıkmıştır ve 300’ler Komitesi’nden Lord Bertrand Russell’in sıkı bir takipçisidir. East India Co.’nun başka bir önemli yetkilisi de Jeremy Betham ve William Allen’in sırdaşları olan John Stuart’tır. Robert Owen ve William Allen Stuart’ın kızının özel öğretmeni olan James Mill ile sıkı arkadaş olmuşlardır. 1819 yılında Mill East India Co.’nun sekretaryasına seçilir. Bu pozisyon çok önemlidir çünkü firma tüm Hint Yarımadası’nı ele geçirmiştir ve Ganj, Benares afyon bölgelerinden Çin’e büyük ticaret yapmaktadır.

Ürün maliyetinin çok düşük olduğu bu ticarette kâr marjı bugün için bile korkunçtur. Daha sonra Sekretarya Başkanlığı’na seçilen Mill bu imparatorluğun siyasi, hukuki ve ekonomik başkanı haline gelmiştir. O artık Rusya ve Amerika’yı bile siyaseten etkileyen “Direktörler Kurulunun” bir üyesidir. Teorileri dünyaca tanınır, özellikle Marksist Doktrinin önemli bir parçası olan Rant Teorisi yazarı David Ricardo bu teorilerden çok etkilenmiştir. Oğlu John Stuart Mill babasından sonra Sekretarya Başkanlığı’na atanır ve İngiliz devleti firmanın siyasi kısmını ele alıp ismini British East India Company’e değiştirinceye kadar bu güçlü pozisyonda kalır.

1859 yılı itibarı ile her zaman John Stuart Mill’in “Uzun vadeli istikrar mutlak gücün bilgilinin emrinde olmasıyla sağlanır.” prensibiyle çalışan British East India Co. gücünün zirvesindedir. Güç ve bilgi bağlantısı East India Company ve Felsefi Radikal doktrinleriyle örtüşmektedir. Burada sözü edilen bilgi Gnostik İlluministlerin inandığı “kutsal sırlar” anlamına gelmektedir. 1859’dan itibaren British East India firmasından 300 kişi İngiliz hükümetini kontrol etmeye ve dünya siyasetinde etki yaratmaya başlarlar. Amerika büyüklüğü ve homojen olmayan yapısı ile bu adamlara kontrol konusunda zor gelmektedir. Felsefi Radikaller East India Co. ajandasını İngiltere’de hayata geçirirlerken Amerika Birleşik Devletleri eyalet ve federal anayasalarıyla kompleks bir yapı halinde görülmektedir.

Piyasada Dış İlişkiler Konseyi ve Üçlü Komisyon hakkında yeterince kaynak bulunduğundan ben şimdi daha önce belirttiğim Roma Kulübü ve Alman Marshall Fonu’na girmek istiyorum. Bu örgütleri ilk defa Amerikan halkına tanıttığım 1970 yılında pek az kişi bunları bilmekteydi. Roma Kulübü isimli eserim 1969 yılında basılmış ancak yeterli ilgiyi görmemişti. Pek çok insan Roma Kulübü’nü Katolik Kilisesiyle bağlantılı bir kurum, Alman Marshall Fonu’nu da Amerikan Marshall Planı gibi bir şey sanmaktaydı.

Komite zaten bu isimleri insanların kafasını karıştırmak ve dikkatlerini başka yerlere çekmek için özellikle seçmiştir. Amerikan devleti tabii ki bunları biliyordu ancak Amerikan halkının gerçeklerden haberi yoktu. Roma Kulübü isimli kitabım yayımlandıktan sonra birkaç uyanık yazar konunun zenginliğini fark ederek sanki eskiden beri biliyorlarmış gibi Roma Kulübü hakkında yazmaya ve konuşmaya başladılar. On beş yıl sonra Roma Kulübü ve 300’ler Komitesi isimli eserlerim Amerika’nın yakın geçmişinde en fazla intihal yapılan kitapları haline gelmişlerdir. Komplo teorileri okur ve takipçileri Roma Kulübü ve mali kaynaklarının (Alman Marshall Fonu üyeleri) NATO şemsiyesi altında hareket eden iki büyük komplo organizasyonu olduğunu anlamışlardır. Zaten önemli Roma Kulübü üyeleri NATO’dan gelmektedirler.

Roma Kulübü tüm NATO politikalarını belirler ve 300’ler Komitesi kararları uyarınca Lord Peter Carrington NATO’yu iki parçaya ayırmıştır. Bunlardan biri sol kanat siyasi güç, diğeri ise eski askeri ittifaktır. Roma Kulübü ve Bilderberg Grubu 300’ler Komitesi’nin en önemli dış siyaset kuramlarıdırlar. Roma Kulübü 1968 yılında Peccei’den gelen bir telefonla eski Morganthau Grup üyelerinden oluşturuldu. Aurelio Peccei Tek Dünya Devletine veya şimdi anıldığı gibi Yeni Dünya Düzenine geçişi hızlandırmak için yeni bir oluşumun gerektiğini vurgulamaktaydı. Tek Dünya Devleti tanımı Yeni Dünya Düzeni’nden çok daha açıklayıcıdır. Yeni Dünya Düzeni 1991’deki Körfez Savaşı sonrası ortaya çıkmış bir tanım olarak görülse de Tek Dünya Devleti kavramı yüzyıllar önce ortaya konmuştur.

Peccei’nin çağrısı 1968-1970 yılları arasında Amerika, İsviçre, Fransa, İsveç İngiltere ve Japonya’daki pek çok “gelecek mimarını” bir araya getirdi. Roma Kulübü bu dönemde yeni bilim adamları, küresel stratejisiler, gelecek mimarları ve her türden enternasyonalistlerce doldu taştı. Peccei’nin Human Quality isimli eserinden alıntılanan aşağıdaki bölüm aslında NATO’nun siyasi doktrinini oluşturmaktadır:

“Hıristiyanlığın ilk milenyumundan sonra ilk defa büyük insan toplulukları kolektif insanlık kaderini değiştirecek bir gelişmenin olmasından tedirginlik duymaktadırlar... İnsanoğlu modern insan olmayı bilmez... İnsanoğlu kötü canavar masalını uydurmuştur ancak bu canavar sadece insanoğlunun kendisidir. İnsanlık paradoksu içinde kişi kapasitesi ve başarılarıyla âdeta bir bataklığa düşmüş gibidir. İnsan gücünü kullandıkça daha fazlasına gereksinim duymaktadır. İnsanlığın içinde bulunduğu patolojik durumu hiçbir zaman geçici krizler karşısında yaşadığımız adaptasyon bozuklukları ile karıştırmamalıyız. İnsanoğlunun yeni teknolojililer denilen Pandora kutusunun kapağını açmasıyla insanlık nüfus patlaması, enerji kıtlığı, çevre kirlenmesi, nükleer çılgınlık, doğal kaynak sıkıntıları gibi pek çok problemle yüzleşmek durumunda kalmıştır. ”

Bu argümanlar Roma Kulübü’nce desteklenen endüstriyelleşme karşıtı “çevreci” hareketin kullandığı program haline gelmişlerdir. Peccei’nin yazısında nükleer çılgınlık diyerek nükleer santralleri önlemeyi planlamaktadır. Mesaj açıktır Roma Kulübü Amerika’da endüstriyelleşme karşıtı fikirler yaratacak ve yayacaktır. Bunun yanında uyuşturucu, seks, rock, hedonizm, Gnostisizm, Manizm, Şeytana Tapma, büyücülük ve çevrecilik gibi anti-kültürel akımlar da desteklenecektir.

Tavistock Enstitüsü, Stanford Araştırma Enstitüsü ve Sosyal İlişkiler Enstitüleri hatta sosyal psikiyatri üzerinde çalışan tüm önemli araştırma kuramlarının ya Roma Kulübü’nde delegeleri veya NATO’nun “Kova Burcu Komplosu” adaptasyonunda danışmanları bulunur. Yeni Dünya Düzeni yeni bir kavram gibi görülse de aslında değişik isimler altında hep varlığını sürdürmüştür. Sanki geleceğin gelişimi gibi anlaşılan bu kavram eskiden de vardı şimdi de var. Jeremy Bentham Fransız Devrimi’ni planlarken bu olayı “Yeni Dünya Düzeni’ne doğru ilk adım” olarak nitelendirmiştir. Daha önce belirttiğim üzere Tek Dünya Devleti daha anlamlı bir terimdir. Aurelio Peccei bir keresinde yakın arkadaşı Alexander Haig’e kendisini “Adam Weishaupt’un reenkarnasyonu” gibi hissettiğini belirtmiştir. Gerçekten de Peccei’nin parlak zekâsı NATO’yu yönetme tarzında ve küresel planlarını hazırlamada gösterdiği başarıdan bellidir. Peccei, Atlantik Enstitüsü Ekonomik Konseyi’ne 30 yıl başkanlık yaparken aynı zamanda Giovanni Agnelli’ye ait Fiat Motor Company’nin CEO’sudur. İtalyan Kara Asalet Ailelerinden gelen Agnelli ölene kadar 300’ler Komitesi’nin en önemli üyelerinden biri olmuştur. Kruçev ve Brejnev ile yakın dost olan Agnelli ayrıca Sovyetler Birliği’ndeki bazı projelerde de önemli görevler almıştır.

Roma Kulübü aslında Anglo-American bankacılar ile Avrupa’nın Kara Asalet Aileleri arasında gerçekleşen bir evliliktir. Özelikle Londra asilleri ile Venedik, Cenova ve Floransa Kara Asillerinin birleştiği bir evlilik. Bu grubun dünyayı kontrolde kullandığı en büyük araç savaş çıkartma, ekonomik resesyon ve depresyon yaratma kapasitesidir. 300’ler Komitesi ekonomik gerginlik ve gevşemelere küresel bazda bakar. Komite ekonomik depresyonu halk kitlelerini sosyal yardıma muhtaç hale getirmekte kullanır.

Yıllar içinde aktörler değişse de yaygın propaganda ile kontrol yöntemi aşağıdaki örnekte göreceğimiz gibi aynı kalmıştır:

Bu gün Amerikan ve İngiliz devletlerince kullanılan modern propaganda yöntemleri ilk defa I. Dünya Savaşı sırasında kullanılmışlardır. Düşmanlıkların ortaya çıkmasından itibaren İngiltere ve Almanya propaganda faaliyetleriyle Amerika’nın sempatisini kazanmaya çalışmışlardır. Alman propagandacılar Alman kökenli Amerikan vatandaşları ve İngiltere karşıtlıkları bilinen İrlanda kökenli Amerikalılar üzerine yoğunlaşmışlardır. O günkü yöntemler doğal olarak bugünkülere göre oldukça basit olmakla beraber eksikler Wellington House’un büyük katkılarıyla giderilmeye çalışılmıştır.

1916 yılında Başkan Woodrow Wilson seçim kampanyasını “Amerikan evlatlarını Avrupa’daki savaşa sokmayacağım.” sözü üstüne kurdu. Başkan %87’si Almanya ile savaşa karşı olup bunu dillendirmekten kaçınmayan Amerikan halkına böyle bir seçim vaadinde bulunmanın iyi bir taktik olduğunu biliyordu. Ancak tekrardan başkan seçilmesini takip eden yıl içinde başkan sözünü ve içtiği andı unutarak Amerikan askeri güçlerinin Avrupa’daki savaşa girmelerine izin verdi. Görevinden uzaklaştırılarak vatan hainliğinden yargılanması gereken başkan sanki hiçbir yanlışı yokmuş gibi görevine devam etti.

Amerika savaşa angaje olduktan sonra Wilson kamuoyunu yönlendirmek üzere Amerika’da kurulan ilk kurum olan Kamu Bilgilendirme Komitesini kurdu. Komite özellikle de Özgürlük Bonoları satış programında çok başarılı oldu. Bu program Beyaz Saray için Tavistock tarafından hazırlandı ve İngiltere’den yönetildi. Savaşın galip ve mağluplarına barış vaat eden Başkan Wilson’un On Dört Prensibinin müttefiklerce istismar edilmesi sonucu tam tersine savaşın devamını körükledi. Wilson’un On Dört Prensibinin aslında Amerikan Yüksek Mahkemesi üyelerinden Justice Brandeis tarafından hazırlanarak 300’ler Komitesi’nden J.P. Morgan’ın emriyle Wilson’a Paris’e götürmesi için verildiği kamuoyuna hiç açıklanmadı. Wilson Paris’e MI6 Kuzey Amerika Masası yöneticisi Sir William Wiseman ve başka kişilerle gitti ancak Başkan’ın bu seyahatine Temsilciler Meclisi veya Senato’dan kimse davet edilmedi.

Kitabın pek çok yerinde anlattığım gibi Bryce Komitesi’nce gerçekleri çarpıtarak kamuoyunu yönlendirmesi aşağılık yalanların halka nasıl doğru diye yutturulduğunu göstermektedir. Bu yalanlarda zamanının dünyadaki en büyük propaganda merkezi olan Wellington House’daki Amerikalıların rollerini daha sonra anlatacağım. II. Dünya Savaşı’ndaki propaganda yöntemleri I. Dünya Savaşındakilere benzerdi, II. Dünya Savaşı da I. Dünya Savaşı gibi İngiltere tarafından çıkarılmış uluslararası bankerlerce finanse edilmişti. Savaş propagandasında radyo büyük rol oynamıştır. Radyolardaki “haberler” gerçeklerin yalanlarla karışımı olarak halka sunulmuşlardır. Savaşta dış propaganda daha da yoğun şekilde yapılmaktaydı. Tavistock Enstitüsü 1914­1919 sürecinde öğrendiği dersleri yeni propaganda çalışmalarına yansıtarak propaganda yaptığı ülke sayısını arttırmıştı. Tavistock’un tüm faaliyetlerinde medya çakalları en önemli rolü üstlenmişlerdi.

Propaganda faaliyetlerinde hem İngiltere hem de Almanya Amerikan kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlardı. Alman propagandacılar Amerikalıların “İngiliz nefreti” ve komünizme karşı mücadele de Almanya’nın lider pozisyonuna vurgu yaparken bir yandan da savaş dışı kalmak isteyen Amerikan akımlarına destek vermekteydiler.

Medya çakalları ise Amerikan halkının %87’si Almanya ile savaşı istememesine rağmen savaştan uzak kalma çabalarını “içe kapanma” şeklinde aşağılayıcı ifadelerle yıpratmaktaydılar.

Tavistock’un deneyimi ve İngiltere’nin kaynakları (Roosevelt yönetiminden aldıkları yüklü gizli destek de vardı.) karşısında Alman propagandası rekabet edemiyordu. Amerikan yönetiminde “gizlilik” prensip haline gelmişti. Örneğin Japonların Pearl Harbor’a yapacakları saldırı Roosevelt, Stimson ve Knox tarafından bir ay öncesinden bilinmesine rağmen bu durum gelişmelerden bihaber Amerikan halkından saklanmıştı. Amerika’yı İngiltere tarafında savaşa sokmaya çalışan Roosevelt için 1941 yılı “Tanrı’nın” bir lütfuydu. Pearl Harbor saldırısı sonrası Amerikan halkına Almanya’nın Amerika’yı işgal etmek isteyen saldırgan bir devlet olduğu, onun müttefiki Japonya’nın ise yeni saldırılar planladığı yalanları pompalanmaya başlandı.

Tavistock propaganda makinesi ünlü pilot Charles Lindbergh ve bazı savaş karşıtı senatörlerin halkı Roosevelt ve Amerika’nın savaşa girmemesi konusunda yaptıkları uyarıları yaladı yuttu. Yalanlar içinde en önemlisi olan Pearl Harbor baskını kamuoyunun fikrini değiştirmişti ve Roosevelt bunun olacağını biliyordu. Tavistock kaynaklı Müttefik propagandaları İtilaf devletlerindeki halkları hükümetlerinden ayırmayı ve hükümetlerini savaştan sorumlu tutmayı amaçlamaktaydı. Düşman ülkelere propaganda uçaklardan atılan bildiriler ve radyo yayınlarıyla yapılmaktaydı. II. Dünya Savaşı’ndaki resmi Amerikan propaganda kurumları Tavistock ürünlerini içte ve dışta yaymayı amaçlayan Savaş Enformasyon Ofisi (OWI) ve CIA’nın atası olan Stratejik Servis Ofisleriydi (OSS). İkisi de Tavistok tarafından kurulan bu kurumlar psikolojik savaş görevi üstlenmişlerdi.

Avrupa’daki Genel Merkez’de, OWI ve OSS operasyonları Tavistock uzmanlarının yönetiminde askeri Psikolojik Harp Dairesi operasyonları ile eşgüdümlü hale getirilmekteydiler. II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği ile yaşanan Soğuk Savaş’ta propaganda Amerikan dış siyasetinin önemli bir aracı olmaya devam etmiştir. Soğuk Savaşta Amerika ve SSCB propaganda faaliyetleriyle bağımsız ülkeleri savaşa girmeden kazanmaya çalışmışlardır. Bu dönemde hedefteki bağımsız ülkelerin siyasetleri ve günlük yaşamları propaganda amacıyla istismar edilmişlerdir.

Soğuk Savaş döneminde propaganda amacıyla sığınmacılar, bunların itirafları ve göstermelik duruşmaları çok sık kullanılmışlardır. Bu propaganda savaşında Komünist blok sınırları içindeki medya üzerindeki sıkı kontrolüyle avantajlı durumdadır. Stalin’in Troçki dönemine ait Bolşevikleri tasfiye sürecinde “Şov” amaçlı mahkemeler kullanılırlar. Bolşeviklerden kurtulduktan sonra Stalin dikkatini Amerika Birleşik Devletleri’ne odaklar. Peki, kendilerini Olimpos Tanrıları’yla eş düzeyde gören İlluminati, Dionysos Kültü, İsis Kültü, Katharistler, Gnostikler ve Bogomiller’in amaçları nedir? Haber alma dünyasında bu elit grubun amacının kendisine verilen ilahi hakka dayanarak dünyayı tekrar feodal düzene döndürmek olduğu bilinmektedir. Bu elit grubun 1969’dan beri açığa vurduğumuz gizli amaçlarının pek çoğu gerçekleşmiş veya gerçekleşmek üzeredir. Özellikle 300’ler Komitesi’nin ekonomik hedefleri British East India Co. yöneticilerinden Malthus’un teori ve öngörülerine dayandırılmaktadır.

Malthus insanoğlunun gelişiminin dünya kaynaklarının besleyebileceği insan nüfusuna bağlı olduğunu savunmaktadır. Malthus’a göre dünyadaki doğal kaynakların tükenmelerinden sonra tekrar yerlerine konmaları imkânsızdır. Dolayısı ile azalan doğal kaynaklara bağlı olarak insan nüfusu da sınırlandırılmalıdır. Tabii ki elit grup üyeleri bu gereksiz nüfusun kendi kaynaklarını tüketmelerine izin vermeyeceklerdir. Bu durumda gereksiz nüfusun itlafı gereklidir ve itlaf bugün “Küresel Rapor 2000” yöntemleriyle devam etmektedir. Komitenin görüşü Malthus ve Roma Kulübü tarafından desteklenen ekonomist Frederick Von Hayek’inkilerle uyuşmaktadır. Avusturya doğumlu olan Von Hayek uzun süredir David Rockefeller’in kontrolü altında olup teorileri Amerikan muhafazakâr çevrelerinde uzun süredir kabul görmektedir. Von Hayek’e göre Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomisinin geleceği (a) Kentsel zenci pazarına, (b) Köle işçiliğin geçerli olduğu Hong-Kong tarzı küçük sanayinin gelişmesine, (c) Turizme, (d) Uyuşturucu trafiğinin yeşereceği serbest bölge yatırımlarına, (e) Endüstriyel faaliyetlerin durdurulmasına ve (f) Nükleer santrallerin kapanmalarına bağlıdır.

Von Hayek’in Amerika’da sağ kesim tarafından sevilmesinin nedeni fikirlerinin Roma Kulübü ile tam uyumlu olmalarından kaynaklanmaktadır. Von Hayek’in postu Jeffrey Sachs isimli yeni ekonomiste geçer. “Jeffrey Sachs Özelleştirme Modeli” ekonomik bir proje olarak Rusya’da geniş çaplı uygulanır. Ancak Vladimir Putin tarafından başı çekilen muhalefet güçleri Başkan Yeltsin’i görevden uzaklaştırarak Jeffrey Sachs’ın ekonomik modeline son verirler. Vladimir Putin Rusya’nın ekonomisini kan kaybından ölüme götüren Wharton School of Economics planını defederek ülkesini kurtarır. Daha sonra göreceğimiz gibi Sachs modeli Rusya’nın büyük KİT’lerinin yok pahasına özel firmalara satışını içermektedir.

Daha önce belirttiğim Brzezinski’nin İki Çağ Arasında, Amerika’nınTechnetronic Dönemdeki Rolü isimli kitabı bence her Amerikalı okumalıdır. Kitap gelecekte Amerika’nın hangi yöntemlerle kontrol edileceğini açıklayan “Açık Komplo” örneğidir. Kitap ayrıca klonlama yöntemiyle yaratılacak insan olmayan ancak onun gibi davranan “robotoids” denilen varlıklardan söz etmektedir. Komite adına konuşan Brzezinski Amerika Birleşik Devletleri’nin daha önce hiç benzerini yaşamadığı ve kolaylıkla diktatörlüğe dönüşebilecek “technetronic” döneme gireceğini bildirmektedir. Halford Mackinder’dan öğrendiğimize göre “Yeni Dünya Düzeni” de diktatörlük olacaktır.

İki Çağ Arasında aslında Brzezinski’nin Amerikan halkının geleceği hakkındaki öngörülerini açıklayan bir eserdir. Brzezinski kitapta “Amerika eğlence odaklı bilişsel devrime girmiştir ve bu sürekli artan amaçsız halk kitleleri için afyon görevi görecektir.” demektedir.

Brzezinski geleceği gören bir kâhin midir? Yoksa sadece Halford Mackinder’ın yazdıklarını mı tekrarlamaktadır? Brzezinski geleceği görebilir mi? Yanıt tabii ki “hayır”dır. Bu projede Komite’nin proje detayları Mackinder tarafından derlenerek Roma Kulübü uygulamaları için kitap haline getirilmiş ve basılmak üzere Brzezinski’ye verilmiştir. Brzezinski’nin kitabında belirttiği ancak uyuyan halkı uyandırmamak için detaylarına girmediği kontrol yöntemlerinden biri cisim ve kişilerin elektronik olarak fişlenmeleridir. Bu sistem Amerikan Savunma Bakanlığınca 1993 yılında envanter kontrol amaçlı kullanılmaya başlanmış daha sonra kredi kartları, pasaportlar gibi pek çok şeyin mikro elektronik kartlarla donatılmasıyla yaygınlaşmıştır.

2006 yılında amaçsız halk kitleleri ortaya çıkmamış mıdır? 40 milyon işsiz, 5 milyon iş verilemez ve 4 milyon evsiz insan “amaçsız halk kitlesi” veya onun çekirdeği kabul edilebilir mi? Lenin ve Marks’ın belirttiği “kitleleri uyuşturmaya yarayan afyon” “din” dışında bugün büyük spor kulüpleri, evlilik dışı ilişkilerin norm haline gelmeleri, her türlü vahşi cinayet ve şiddetin gösterildiği sadist “gerilim” filmleri, rock müzik, yeni jenerasyon uyuşturucular ve müptezel cinselliğin televizyon programlarına kadar girmesi ekonomik ve siyasi bunalım içindeki Amerikan halkının dikkatini başka yöne çekmek ve onu uyuşturmak için özellikle kullanılan araçlardırlar. İki Çağ Arasında isimli eserinde Brzezinski insanlardan sanki cansızmışlar gibi “kalabalıklar, kitleler” diye bahsetmektedir. Belki de bu Komite’nin kendi dışındaki insanlara bakış açısıdır. Brzezinski kitabın bir yerinde “kitlelerin kontrolü” gereğinden bahsetmektedir. Enteresan şekilde Karl Marks da aynı terimi insan grupları için kullanmıştır. Kitabın bir yerinde Brzezinski aşağıdakileri açıklar:

“Kişiler üzerine uygulanabilecek siyasi ve sosyal baskı kapasitesi de aynı zamanda artacaktır. Çok yakında her vatandaşı sürekli kontrol etmek, sıradan vatandaşlık verileri dışında onun sağlık, günlük yaşam ve diğer çok özel kişisel verilerine en güncel şekilde ulaşmak mümkün olacaktır. Bu veri dosyaları yetkili mercilerce her zaman incelenebileceklerdir. Güç bilgiyi elinde bulunduranların ve yönetenlerin olacaktır. Şu anki kurumlarımız olası sosyal krizleri öngörebilen ve kriz yönetiminden sorumlu yan kuruluşlarla destekleneceklerdir. ”

Bu tam da daha sonra kurulan FEMA’yı tanımlamaktadır.

“Bu önümüzdeki yıllarda şimdiki politik prosedürlere çok az yer bırakacak bir diktatörlüğün hüküm süreceği technetronic döneme olan yatkınlığı arttıracaktır. Yüzyılın sonuna bakacak olursak insan beyninin biyokimyasal kontrolü, insan gibi davranıp onun gibi düşünen varlıkları genetik tasarımı bazı çözülmeleri zor problemlere neden olacaktır. ”

Brzezinski bu sözlerinde aynen Mackinder ve MI6 ajanı George Orwell’in 1984 isimli yapıtını çağrıştırmaktadır.

İngiltere’de önemli bir yetkiliden devletin “Kimlik Kartı” uygulamasına geçeceğini öğrendim. Bu uygulamaya göre ehliyet veya pasaport almak isteyen her İngiliz vatandaşı her türlü kişisel detayın yer alacağı biyometrik Kimlik Kart Formunu doldurmak zorunda kalacaktır. 2010 itibarıyla uygulamaya konacak bu sistem sayesinde İngiliz devleti herkesin dosyasını elinde bulundurarak herkesi kontrolü altına almış olacaktır.

Ünlü kitabını yazarken Brzezinski sıradan bir vatandaş değildir. O dönemde kendisi Başkan Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı, Roma Kulübü’nün,

300’ler Komitesi’nin, CFR’ın ve Polonya Kara Asaleti’nin önemli bir üyesidir.

İki Çağ Arasında isimli kitap bize Amerika’nın endüstriyel kimliğini geride bırakarak yeni bir döneme girmesini anlatmaktadır. Amerika’yı burada özel kılan, halkının ister LSD ister pop-sanat olsun her şeyi denemeye yatkın olmasıdır. Bugün Amerika yaratıcı bir toplumu temsil ederken diğerleri bilerek veya bilmeyerek Amerika’yı taklit edenler durumundadırlar.

Brzezinski’nin asıl söylemesi gereken Amerika’nın eski dünya düzeninin yıkılarak Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti’ni içeren 300’ler Komitesi planlarına uygulama alanı olarak seçildiğidir.

BÖLÜM 11

Eski Düzenin Ölümü

Avrupa’daki savaş ve devrimlerin ekonomik sonuçlarından Rusya dışında aristokrasi burjuvaziden daha az etkilenmiştir. Aristokratların çoğunluk servetleri toprağa bağlıdır ve toprak enflasyonist ortamlarda çok değer yitirmez. İngiltere dışındaki monarşilerin yıkılmaları üst sınıf halkın eski düzeninin bozulmasına yol açmıştır. Özellikle de toplumlarına eskiden olduğu gibi asker veya diplomat olarak hizmet etme yeteneklerini kaybeden aristokratlar çok yıpranmışlardır. Onların hizmetlerine II. Dünya Savaşı öncesi gibi rağbet kalmamıştır. Savaş sonrası Paris’te görüldüğü gibi pek çok Rus aristokrat işçi sınıfına ait görevleri kabul etmişler hatta taksi şoförlüğü, kulüp kapıcılığı veya garsonluk gibi işlerde çalışmaya başlamışlardır. Eski monarşilerin başkentlerinde elit kesimin eskiden çok sıkı korunan sosyal sınırları yavaş yavaş bulanıklaşmaya hatta ortadan kalmaya başlamıştır. Windsor Dükü’nün A King’s Story isimli hatıratında şöyle denmektedir:

“Değişimin gücü henüz İngiliz toplumundaki eski şıklığı ortadan kaldıracak hale gelmemiştir... Londra mevsimi diye adlandırılan dönemde West End bölgesi gece yarılarından sabahlara kadar eğlencenin olduğu bir yerdir. Geceler her zaman o günlerde çok moda olan hatta saygı gören gay kulüplerini ziyaretlerle biterdi. ”

(O tarihte “gay” “mutluluk, eğlence” anlamına gelirdi. Bu kelime 1950’lere kadar homoseksüellik anlamı taşımamıştır.) Zaten Dükün açıklamaya çalıştığı “değişimin gücü” de Tavistock Enstitüsü tarafından 300’ler Komitesi adına uygulanmaya konan plan değildir. I. Dünya Savaşı sonrası kadınların sosyal dejenerasyonu başlamış ve her yerde görülür olmuştur. Bilmeyenler için bu bir sosyal değişimdir. Kimse bunun Wellington House ve yardakçısı sosyal bilim adamlarınca tasarlandığından şüphelenmemektedir.

Kadınlarda görülen bu aşırı özgürleşme hareketini özellikle gençler arasında her maddi ve manevi kurala karşı isyan hareketi takip etmiştir. Savaş sonrası Avrupa’daki nesil savaş nedeni ile yaşadıkları korkunç olayların etkilerini üstlerinden atmak için her gelenek ve ahlaki kurala karşı isyan durumundadır. Kadınların elbiselerinde yakaların iyice açılması, sokakta sigara içmek ve alkolizm birer sosyal isyan sembolü haline gelmiştir. Homoseksüellik ve lezbiyenlik savaşın yok ettiklerini protesto etmenin yöntemi olarak açıkça yaşanır hale gelmiştir. Radikal devrimci yaklaşım kendini sanat, müzik ve modada da göstermiştir. Artık “Jazz” popüler, modern sanat “şık” kabul edilmektedirler. Her şeyde görülen yaklaşım “bananecilik”tir ve bu yaklaşım huzur vermeyen gerçekdışıcılık taşımaktadır. O yıllar tüm Avrupa’nın savaş şokunda olduğu yıllardır. Wellington House ve Tavistock görevlerini başarmışlardır.

Kontrol edilemeyen olaylar insanlarda manevi ve duygusal uyuşma yaratmaktadırlar. Milyonlarca gencin savaşta öldürülmesi, sakat kalması ve yaralanmaları insanların beyinlerine işlemeye başlamıştır. Dolayısı ile bunu önlemek için yapılacak şey eski düzenin inkârı yoluyla bilinçaltına bastırılmalarıdır. Savaşın neden olduğu kayıplar o kadar korkunç ve gerçektir ki insanlar şoka girmiş durumdadırlar. Batı medeniyetinin sembolü olan Avrupalılar Amerikalılardan daha fazla savaş şoku yaşamaktadırlar. Onlar milletlerini yükselten ve atalarından gelen gelenek ve sosyal kurallara olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Bu durum özellikle Almanya, Rusya, Fransa ve İngiltere için geçerlidir. Bu ülkelerin düşünürleri bile dünyadaki iki büyük gücün neden birbirlerini yiyerek milyonlarca gencin ölümüne neden olduklarını anlayamamışlardır.

Sanki korkunç bir cinnet dalgası Almanya ve İngiltere’yi sarmıştır. İnsanlar medeniyetin bu kadar yüksek olduğu bir çağda böyle bir savaşın yaşanmasından dolayı travma yaşamaktadırlar. Aslında İngiliz gençliğini saran cinnet değil Wellington House’dur. Savaşın tekrardan yaşanma korkusu neredeyse II. Dünya Savaşı’nı önlemiştir. Ancak hainler ve yüksek mevkilerdeki kötüler ikinci kan dökümünden mahrum kalmak istememektedirler. I. Dünya Savaşı’ndan dönen askerler “Büyük Savaş”ta sıkça yaşadıkları vahşeti gazetelere anlatmaktadırlar. Bu askerler dehşet içinde, korkmuş ve sinmiş bir haldedirler. Pek azı savaşın nedenlerini bilmektedir.

Wellington House ve “Olimpos” üyeleri halen oldukları gibi o zaman da gizlenmektedirler. 1920 yılında bu uğursuz gidişatı ve korkuyu geçirecek hiçbir umut yoktur. Zamanında halkı teselli eden ve Londra, Whitehall’daki “Meçhul Asker” anıtında İngiliz Kraliyet Ailesi’nin katılımı ile yapılan anma töreni artık halkta öfke, üzüntü ve nefret uyandırmaya başlamıştır. Tavistock’un büyük rol üstleneceği İkinci Dünya Savaşı’nın temelleri o zaman atılmaya başlanmıştır.

Bu sırada konuşan pek az düşünür bulunmaktadır. Oswald Spengler, Hemingway, Evelyn Waugh, Upton Sinclair ve Jack London bunlardan bazılarıdır ancak verdikleri mesajlar çok iç karartıcıdır hatta bu mesajların çoğu Spengler’in Batı Medeniyetinin kaçışı olmayan çöküşü teorisinden bile daha iç karartıcıdır. Savaş sonrası yaşanan özel ilişkilerdeki dejenerasyon da bu çöküşü teyit etmektedir. Boşanma ve aldatma oranları artmıştır. Güzel kadın konsepti, yumuşak ve feminen kadın figürü, kadın sesinin güzelliği, kadının Tanrı’nın çiçeği olduğu inancı artık ortadan kalkmaya başlayan olgulardır. Bunun yerine saldırgan, yaygaracı, edepsiz ve düşük kaliteli kadın imajı önce radyo sonra televizyon yayınlarıyla yaygınlaştırılmıştır. Ancak kimse bunun Tavistock’un batılı kadına açtığı savaşın bir sonucu olduğundan şüphelenmedi. II. Dünya Savaşı sonrası Paris’teki Montparnasse hüzünlü bir yere dönüştü. Evlatlarının çoğunu savaşta kaybeden Viyana daha da melankolik bir yer haline gelmişti. Ama hepsinden daha acılı olan şehir savaş öncesi temizliği ve güzelliği ile büyüleyici olan Berlin’di.

Tarihçi Zweig şöyle yazıyordu: “Bu cehennem aylarını ve yıllarını yaşayarak hayata küsenler ve yaşamdan tiksinen insanlar korkunç bir reaksiyonun ortaya çıkacağını hissediyorlardı.”

Stefan Zweig ayrıca biyografi yazarı ve psikanaliz konusunda ünlü bir “kozmopolitti”. 1917 yılında halen askerdeyken yazdığı oyunu Jeremiah bunun en güzel örneğidir. 1940 yılında Zweig eserleri dünyada en fazla çevrilen yazarlar arasına girmişti. Avrupa’nın çöküş sürecinde müziğin rolü de kolaylıkla görülecek haldeydi. Müziğin siyaset üstündeki etkilerini yazan Aristo şöyle

demektedir:

“(...) Tüm duygular melodi ve ritim ile üretilirler. İnsan müzikle doğru duyguları hissetmeyi öğrenir; müziğin insanda karakter oluşturma gücü de vardır; değişik modlarda oluşturulan değişik müzikler karakter üzerinde yaptıkları etkiyle birbirlerinden ayrılırlar. Bazıları melankoliyi, bazıları kadınsallığı, bazıları öz kontrolü, bazıları heyecanı teşvik ederler. ”

Yaptığım araştırmalarda ünlü beyin yıkama merkezi Tavistock Enstitüsü’nün sosyal bilim adamlarını Aristo’nun müzik teorisini incelemeye ve Dionysos Kült müziğini araştırmaya yönlendirdiğini gördüm. Buradaki amaç modern “yeni” müziğin şekillendirilmesiydi. Theodor Adorno İngiltere’ye gelmeden önce Tavistock tarafından bilinmekteydi ve araştırmalarını yapabilmesi için İskoçya’daki Gordstoun School’un kullanımı kendisine teklif edilmişti. Adorno İngiltere’ye ayak basar basmaz Tavistock’un kanatları altına girdi. Alman yöneticilerin dikkatini çektikten sonra Adorno’nun Almanya’yı terk etmesi gerekmişti. Kendisi Aristo’nun belirttiği şekilde çocukların beyinlerini müzik ile şekillendirme çalışmaları yapmaktaydı. Müziğin Karl Marks’ı olarak ün yapan Adorno kompozisyon tekniği olarak çağdaş ve geleneksel müziklerin tonlarını zorlayan müziğin radikallerinden Alban Berg ekolündendi. Adorno kendi müziğinin şok edici ve anlaması zor olduğunu belirtirken kendisinin “yüksel duyulmama” düzeyinde olduğunu söylemekteydi. Adorno tınısını “yıkıcı kabul edilemezlik” olarak nitelemekteydi ve yeni bir müzik formu yaratmak için Dionysos Kült müzisyenlerinin 12 atonal sistemini kullanmaktaydı. Adorno’ya göre orta sınıf halkı dominant kültürel varsayımlardan uzaklaştırmanın yolu ticari şekilde koşullanmış duyumlamaların yıkıcı kabul edilemezlik ile değiştirilmesi yöntemiydi.

Adorno müziğinin Stalinist veya faşist olduğunu kabul etmekte, müziğin büyük konseptleri kulağa hoş gelip gelmediklerini görmek ve verilere uygunluklarını kontrol için kullandığını söylemekteydi. İşte bu nedenle Tavistock ile 12-atonal sistemde kulağa hoş gelen ve verilere tam oturan müzik yapma çalışmalarına girişmişti. Sonuçta 18 albümlük Beatles serisi ortaya çıktı. “Beatle müzik konsepti” Adorno’nun yaşam boyu inancı olan kapitalizmin kötü olduğu ve insanları kültür endüstrisinin ürünleriyle besleyerek onları pasifize ettiği inancıydı.

Adorno’nun “12-atonal Beatle müziği” dünyanın en büyük kapitalist ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’ne de sıçradı. Adorno müziğinde Karl Marks’ın fikirleri ve sözlerini yansıttı. Marks önceliği ekonomiye verirken Adorno politik statükoyu korumada kültürün oynadığı role odaklanmıştı.12-atonal müzik Marks’ın batı kapitalizmine açtığı savaştan daha etkin olmuştu. Adorno iyi bir öğrenci, tanınmış bir yazar ve klasik müzik üstadıydı. O belki de yeni zamanların en önemli müzik filozofu ve müzikteki modernizmin deviydi. Frankfurt Üniversitesi’ne giderken Alban Berg ile arkadaş olmuş ve ondan 1924 yılında kompozisyon dersleri almaya başlamıştı. Adorno, Georg Hegel’in diyalektiğini orada öğrenmiş ve müziğine taşımıştır. Adorno Frankfurt Üniversitesinde Felsefe Profesörü oldu. Onun “Beatle” müziğini anlamak için onun neden böyle bir “yeni müziği” desteklediğini anlamak gereklidir. Bu onun “burjuvazi duygularını talep eden müziği sevmez” inancından kaynaklanmaktadır. Adorno Tavistock bilim adamlarına “futbol topu gibi tekmelenebilir bir müzik yaratmaları gerektiğini” açıkladı. Bu tekmelenebilir müzik kalabalık grupları yeni müzik deneyimi içine sokacak ve milyonlarca müzik sever bu devrim içinde basit bir müzikal deneyimden etkilenecekti. Böylece “Rahatsız edici” 12 atonal sistem üzerine kurulu müzik yaratıldı. Beatles gençleri memnun ederken yaşlılarca sevilmedi.

Daha fazla devam etmeden önümüzdeki birkaç paragrafta yazacaklarımın bu kitabın ilk baskısından itibaren olduğu gibi yine çok tartışılacağını ve kabul görmeyeceğini belirtmeliyim. Çünkü müzisyenler dahil çok az kişi rahatsız edici (rock) müziğin Komite’nin amaçlarıyla bağlantılarını anlayabilmişlerdir. Halbuki müziğin iyi ve kötü, mutluluk ve keder, kişisel denetim ve kontrolü kaybetme üzerinde önemli rol oynadığı tartışılmazdır. Müziğin insan davranışları üzerindeki derin etkisi Hz. İsa öncesi ve sonrası, ortaçağda, Rönesans döneminde ve 20. yüzyılda her zaman olmuştur. Müziğin “vahşi canavarı yatıştırdığı” ve insan karakterini derinden etkilediği insanlık tarihince bilinmektedir. Antik çağ düşünürlerinden hepsi müziğin insan karakterini ve davranışlarını etkilediği konusunda hemfikirlerdir. Bu soyut bir kavram değildir. Adorno ve Tavistock bilim adamları Aristo ve Platon’ca iyice açıklanan müziğin psikolojik ve sosyal etkilerini değişik formdaki müziklerle insanların fark etmeden davranış ve düşüncelerine yansıtmayı başarmışlardır. Tavistock’ta bunun teori ötesi olduğu bilinmektedir. Ayrıca yaşamdaki her şeyin bir titreşim ömrü olduğu da bilinmektedir. Dolayısı ile titreşim matrislerinin münferit kişiler veya grupların üzerine empoze edilmeleri mümkündür. Bu konseptten ilhamla Adorno 12-atonal sistem içeren “rock and roll” ve “heavy metal” müziklerini yaratmıştır. “Sert ve tekrar eden davul ritmi” Moloş Kültü ve Afrika Voodoo müziklerinde kullanılmakta olup insan beynini uyuşturmaktadır. Tavistock’un Adorno’un standartlarında çalan bir grup bulma çabaları Hamburg’un genelev muhiti olan Reeperbahn’daki uyduruk seks kulüplerinde son bulmuştur. Adorno burada bir kayıt bulur Bu kayıt “Akustik Stüdyo” denilen ve insanların kendilerini kayıt ettikleri cinsten ucuz bir üründür. Kayıt edilen parça ise Summertime ismindedir.

Tavistock bu grubu ve kaydı nasıl bulmuştur bilinmez ama grup 1961 yılında değişik kulüplerde değişik isimler altında çalışmaktadır. George Harrison The Top Ten Club’ta çalarlarken sınır dışı edilmiştir. Reeperbahn’da grubun çaldığı diğer yerler Kaiserkeller, Indra Club, Star Club ve Bambi Kino Club’tur. Bu grup bir striptiz kulübünün üstündeki katta pislik içinde yaşamaktadır. O zamanlar grubun ismi “The Quarrymen”dir. Grup ismini bir yıl sonra “Johnny and the Moondogs”a değiştirmiştir. Grubun repertuarı Chuck Berry, Little Richard ve Elvis Presley şarkılarından oluşmaktadır. Grubun üyeleri Amerika’ya gönderilen “Beatles” haline gelmeden önce Theo Adorno ve Tavistock tarafından eğitimden geçirilerek belirlenmişlerdir. Ancak grubun önce yeni bir isme ihtiyacı vardır ve Adorno’nun müziğini öğrenmesi gereklidir. Adorno Mısır mitolojisi ve sanatın önemli rolü olan Mısır bokböceğinin ismini “The Beatles” olarak gruba verir. Mısır bokböceği Antik Mısır’da sihirli iyi ve kötü güçlere sahip bir semboldür. Böcek Mısır firavunları ve rahiplerince kutsal sayılan bir hayvandır.

“Beatles” grubu üyeleri ilk başta nota okumayı bilmediklerinden kulaktan dolma müzik yapmaktadırlar. İyice eğitildikten sonra “The Beatles” Adorno’nun dünya gençliğine özellikle de Amerikan gençliğine açtığı Haçlı Seferinde önemli rol oynayacaktır. Dünyanın o zaman fark etmediği yeni bir anarşi türünün yayılmaya başladığıdır. Çünkü Adorno müziğini insan ruhunu aşağılamak üzerine kurmuştur. Mısır, Hint ve Çin tarihlerinde görüldüğü gibi bu medeniyetlerin çöküşleri müzik standartlarının düşmesiyle kesin bağlantılıdır. Eski Yunan ve Roma medeniyetleri en yüksek devirlerini müzikleri temiz ve namuslu standartlarda kaldığı süreçlerde yaşamışlardır. Antik Yunan’da düşüş devri MÖ 444-429 yıllarına dayanır ki bu Antik Yunan sanat ve müziğinin dejenere olmaya başladığı yıllardır. Antik Yunan müziğinin kirlenmesiyle diğer sanatlar ve Antik Yunan medeniyeti de düşüşe geçmiştir.

Adorno bunu iyi bilmektedir ve hayâsız, dejenere 12-atonal sistem ile bundan kazanç sağlama çabasındadır. Bu sistemde şarkılar sürekli yüksek davul ritminde ve şarkıcının nota üstü ve altı tonlarda söylediği sözlerden ibarettirler. Bu çirkin ve yıkıcı müzik türünün milyonlarca genç tarafından sevilerek dinlenmesini sağlamak Tavistock’taki sosyal bilimcilerin görevi olmuştur. Yeni müzik kulağa hoş gelememektedir ancak barbar Moloş Kültü ve Afrika Voodoo ritimleri eklendiğinde “çekici” hale gelmektedir. Antik Yunan klasik müziğinde olduğu şekilde yeni ortaya çıkan müptezel müzik türü büyük kitlelerce kabul görerek medeniyetin çöküşünü hızlandırmıştır. Yeni müzik eskiden saygınlık gören “düzen” yerine “düzensizlik” getirmiştir. MÖ 404 yılındaki kanlı devrimi tetikleyen aslında Antik Yunan müziğindeki devrim olmuştur. Bu müzik âdeta toplumsal değerlerin yıkılmasında davetiye rolü oynamıştır.

Antik Yunan’da yaşananlar 1960 ve 1970’lerde dünyayı devrime sürüklemeyi amaçlayan “Beatles” müziğinin tarihçesi gibidir. Sıradan bir vatandaş için Beatles’in “Roll over Beethoven” şarkısı sadece eğlenceli bir şarkıdır.

Ancak zorunlu değişimi gözlemleyen kişiler bu şarkıda Tavistock’un önemli bir mesaj verdiğini anlarlar. Mesaja göre şarkı ve müzik dünyası geri dönülmez şekilde değiştirilmiştir. Beethoven “rock and roll” tarafından devrilmiştir. Beatles’in doğuşu üzerine yaptığım çalışmalarda müziklerinin Dionysos ve Moloş Kült müziklerine eklenen davul ritimlerini fark ettim. Bu adaptasyonda kompleks davul teknikleri uyumsuz şarkı teknikleriyle desteklenmektedir. Dionysos müziği Afrika Voodoo davul müziklerinden esinlenmiştir ve tahminen Moloş Kült müziğinin tekrar eden yapısını taklit etmektedir.

Voodoo davul müziği insan beynini etkileyen kompleks bir tekniği içerir. Beatles müziği ilk başlarda gençlik üstünde böyle bir etki bırakmasa da ilerleyen yıllarda insan beynini uyuşturan kompleks hale ulaşmıştır. Voodoo davul ritmi kendini tekrar eder gibi gözükse de eğitimsiz bir kulağın fark edemeyeceği şekilde değişir ve bu inanca göre mistik güçlerin daveti bu şekilde gerçekleşmektedir. Bu kendini sürekli tekrar ederek “mistik güçleri çağırma” ritüeli 1960, 1970, 1980, 1990 ve 2000’li yılların müziğinde açıkça görülür. Rock müzik insan beynini sarsar ve uyuşturur. Bu müziğin sürekli bozuk metier’i sol elle sürekli çalınan davul “sound”unda görülür ve artan temposunun insanın bilinci ve organlarında yarattığı histerik etki kanıtlanmıştır. İşte tam bu noktada “rock and roll” ve modern müzik tehlikeli hale gelir. Çünkü insanoğlunun yaşamdaki dengesini koruyabilmesi için doğasına aykırı ritimlere uzun süreyle maruz kalmaması gereklidir.

Büyük Rus bilim adamı Prof. Gurvich “titreşim” biliminin babası sayılır ve gerçeği ilk fark eden kişidir. Laboratuvarında gerçekleştirdiği binlerce “düşük frekans dalgaları” deneylerinde Gurvich her insanın bir “titreşim çemberi” olduğunu kanıtlamıştır. Gurvich’in öğrencilerinden Vlail Kaznacheev de her insanın ritmik bir varlık olduğu keşfetmiştir. İnsan vücudundaki her şey önceden belirlenmiş bir ritmik haritaya göre işlemektedir. Gurvich insanların yaşam alanları veya vücutlarına verilecek çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgalarla hasta edilebileceklerini göstermiştir. Adorno’da böyle bir teknoloji yoktur fakat kendisinin jazz müzikte bulduğunu söylediği düzensiz ancak sürekli tekrar eden müzik tarzı üzerinde deneyler yapmaktadır. Adorno deneylerinin bazıları Alman polisinin eline geçtiğinde ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır çünkü deneylerinin amacı ortaya çıkmıştır. Bu müzik hakkında bazı detaylar 22 Haziran 1922 tarihinde New York American’da yayımlanmıştır:

“Illinois Vigilance Association ’a göre jazz müziğin sinir bozucu ve cinsellik uyarıcı patolojik etkileri nedeni ile kızlarımızda ahlaki çöküntü yaşamamız kaçınılmazdır. Sürekli ve tekrar eden yüksek ton ve davul ritmi yeterli süre içinde herkes de olmasa bile bazı kişilerde şu semptomlara neden olmaktadır: isyankârlık, efori, umutsuzluk, cinsel uyarılma, atalet.”

Göründüğü kadarıyla halk 1922’de bu konu hakkında yıllar sonra yani Ed Sullivan ve Tavistock ile Liverpool’daki dostları gençlerin ahlakını bozmaya karar verdikleri zamandan çok daha fazla haberdardır. Son zamanlarda açıklanan bilgilere göre Adorno’nun müzik teorisi ve jazz aslında müzik dejenerasyonunda bir köprü rolü oynamaktadırlar. Tavistock’un ürettiği müziğe “rock and roll” demesinin nedeni bu müziğin insan beynindeki etkisini göstermesidir. “Rock and roll” terimi Tavistock tarafından icat edilmiş olup beyinde düzensiz hale getirilen edilen dalgaların akım tarzını tanımlamaktadır. “Beatles” grubunun hiçbir üyesi nota okumayı bilmediğinden şarkıları önce kulak dolgunluğu ile çalmaya başlamışlardır. Başladıklarında gitarlarını sınırlı şekilde kullanabilen grubun üyelerinin eğitimden geçmeleri gerekmiştir.

Buradan çıkan önemli sonuç Tavistock tarafından yaratılan efsane “The Beatles” grubunun kendi şarkılarını yazıp bestelemedikleri gerçeğidir. Grubun lideri John Lennon hiçbir zaman nota okumasını öğrenememiştir. Başlangıçta tüm “Beatles” şarkıları sözlerinin de yazarı olan Theodor Adorno tarafından bestelenmiştir. Grubun dağılmasına yakın McCartney ve John Lennon tarafından yazılan birkaç şarkı sözü dışında bu gruba ait hiçbir beste ve lirik bulunmamaktadır. Lennon’un Adorno-Tavistock planına karşı başkaldırısı onun ölümüne neden olmuştur. Bu nedenle bir mikrop gibi olan grup Amerika’ya varana dek kimse onların bir tek “hit” parçasını dinlememiştir. Hatta kimsenin grubun Hamburg’daki striptiz kulüpleri ve underground şovlarından haberi yoktur. Ta ki grup Adorno’un 18 plaklık serisini çalana dek kimse onlardan haberdar değildir. Her ne kadar 18 albümlük seri, harmoni ve ritim açısından güzel ve grup “umursamaz” havasıyla şık olsa bile grubun Ed Sullivan, medya ve televizyon kanallarınca aldığı destek de o kadar şıktır. Bu noktada Sullivan’ın Amerikan gençliğine oynanan oyunda rol aldığı açıktır.

Daha önce Brzezinski’nin kehanetlerinden söz etmiştim ve şimdi gözlemlerimi aktarmak istiyorum: Technetronic Dönem kitabının bir bölümünde Brezezniski sosyal ve enternasyonal barışı zedeleyecek bir yüzleşmeden bahsetmektedir. Brzezinski’nin aslında bahsettiği dünyanın üstüne çökecek olan bireyleri kesin gözetleme ve onların faaliyetlerini araştıran casusluk faaliyetleridir. Brzezinski aslında İngiliz MI6 ajanı George Orwell’in kitabı 1984’te bahsettiklerini genişletmektedir. 1981 yılında Sovyetler Birliği dahil tüm ülkeler “300’ler Komitesi Yeni Dünya Düzeni hazırlıklarında kontrolü almadığı sürece dünyada kaos olacaktır. Kontrol Komite, küresel planlama ve kriz yönetimi ajanslarınca yapılmalıdır.” diye uyarılmışlardır. Ben bu bilgileri 1981

yılında elime geçer geçmez yayımladım.

O zamanlar halka duyurduğun başka bir şey de Rusya’nın Tek Dünya Devleti’ne katılmaya davet edilmesiydi. Ancak Rusya bu daveti kabul etmedi.

Ben bunları 1981 yılında yazdığımda hainler hazırlıklarını neredeyse tamamlamışlardı. Son 25 yıla baktığımda Komite’nin planlarını ne kadar gerçekleştirdiğini görüyorum. 1981 yılında yazdıklarım halkımıza alarm niteliğindeydi ancak şimdi yazdıklarım daha da önemliler çünkü bildiğimiz kadarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin çözüm sürecinin sonuna yaklaşmaktayız. Sonsuz finansman olanakları, 500 think tank, 5000 sosyal bilimci, kontrol altındaki medya, bankacılık ve dünyadaki pek çok hükümet karşısında hiçbir milletin tek başına başa çıkamayacağı bir problemle yüzleşmek üzereyiz. Pek çok kere tekrarladığım gibi Amerikalılar şimdiye kadar başlarına gelen tüm belalardan Rusları ve Komünistleri sorumlu tutmuşlardır. Ama bu doğru değildir. Amerika için büyük tehdit içimizdeki hainlerden gelmektedir. Anayasamız bizi içimizdeki düşmana karşı uyarmaktadır. Tüm dünyadaki özgür insanların baş düşmanı hükümetlerinde yer alan ve 300’ler Komitesi üyeleri olan kişilerdir. Amerika Birleşik Devletleri bu düşmanlarla yüzleşilerek yenilmeleri gereken yerdir. Kavgamız dış kaynaklı teröre karşı değil Washington’tan gelen tehdide karşı olmalıdır. Bizim düşmanlarımızın içimizden birileri olduğunu görerek onlardan kurtulmamız gerekmektedir yoksa sonumuz Antik Yunan veya Roma’dan farklı olmayacaktır.

Çoğumuzun bildiği gibi Amerika’da sağ ve sol kanatlar aynı kişilerce kontrol edilmektedirler. 300’ler Komitesi’nin Amerika’daki önemli ayaklarından biri olan Colorado Aspen Enstitüsü Arjantin’deki olayları planladı, İran Şahı’nın devrilmesinde rol oynadı, Yugoslavya’nın bölünmesine katkıda bulundu, Irak istilasına yardım etti ve Amerika için önemli olan sağ kanat Latin Amerikan grupları kutuplaştırdı. Latin Amerika ülkeleri bizim sadece savunma ortaklarımız değil ayrıca Amerikan teknolojik ürünleri ve ağır sanayi makine ihracatına uygun hale gelen ülkelerdi. İşte Komite’nin düşmanca tavrı buradan kaynaklanmaktadır. Latin Amerika ülkelerindeki gelişmeyi olumlu göreceği yerde Komite bunu Post Endüstriyel Sıfır Büyüme Planlarına aykırı bulmuş ve Arjantin’i diğer Latin Amerika ülkelerine örnek olsun diye cezalandırmıştır. Komitenin bu ülkelere mesajı, “Milliyetçiliği, bağımsızlığı ve ulusal bütünlüğü unutun!” olmuştur.

Bu nedenle pek çok Latin Amerika ülkesi ihracat gelirlerini uyuşturucu ticaretinden kazanmaya yönelmiştir. Belki de bu hainlerin öteden beri istediği bir yaklaşımdır. Amerikalılar genelde Meksika’yı hor görürler çünkü bu Komite’nin Amerikalılardan talebidir. Halbuki bizim Meksika’ya bakış açımızı değiştirmemiz gerekmektedir. Meksika Amerikan ürünleri için bulunmaz bir pazardır ve bu pazara açılmak Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’da milyonlarca yeni iş olanağının yaratılması demektir. Amerikan endüstrisinin sınırın güneyine taşınarak Meksika’daki düşük işçilik ücretlerinden kâr etmeye çalışmak iki ülkenin de yararına değildir. Bu durum sadece Olimpos üyelerini sevindirmektedir. Önceden Meksika nükleer enerji teknolojisini Arjantin’den sağlamaktaydı. Ancak Falkland Savaşı buna son verdi ve 1986 yılında Roma Kulübü gelişmekte olan ülkelere nükleer teknoloji transferini önleyeceğini açıkladı. Nükleer enerji ile üretilen ucuz elektriği kullanan Meksika “Latin Amerika’nın Almanya’sı” olabilirdi. Ancak bu 1991 yılında Arjantin’in İsrail dışında hiçbir ülkeye nükleer enerji transferi yapmasına izin vermeyen hainleri sevindirmezdi.

Komite Meksika’nın petrolünü kolayca yağmalamak için bu ülkenin feodal tarım toplumu olarak kalmasını tercih etti. İstikrarlı ve zengin bir Meksika Amerika Birleşik Devletleri için ucuz işçiliğin ve kötü çalışma koşullarının bulunduğu bir komşu değil eşit ticari ortak olabilirdi. Ülkemizi politikacılar yerine devlet adamları yönetseydi Meksika’yı çaresizlik içine sürükleyecek olan Yeni Dünya Düzeni planlarını kolaylıkla durdurabilirdik. Roma Kulübü’nün Meksika planlarını suya düşürseydik Komite’ye ölümcül bir darbe vurmuş olacaktık. Pek çok yan kuruluşu olan Komite her zaman Beyaz Saray’a kendini adamını yerleştirmiş veya haddini aşan başkanları yola getirmiştir. Bunlardan biri de Başkan Reagan’dır. Reagan’ın seçim zaferi üzerine Heritage Foundation’dan Stuart Butler şöyle demektedir: “1980 yılında Muhafazakâr Sağ kazandığını sanıyordu ancak kaybetti.” Gördüğünüz gibi seçmenlerin “sağ ve sol” kanatlar gibi terimler kullanılarak kafaları karıştırılmaktadır. Butler aslında şunu söylemektedir; kazandığını sanan sağ-kesim Reagan yönetimindeki tüm önemli pozisyonların sosyalist Fabian Örgütü üyelerince alındığını bilmemektedir. Bu kişiler Reagan’a Heritage Foundation tarafından tavsiye edilmişlerdir. Butler ayrıca Heritage’in sağ-kanat fikirlerini radikal sol ideolojiyi Amerika’ya empoze etmekte maske olarak kullandığını söylemektedir. Bunlar 1980 seçimleri esnasında Heritage Foundation’un başında olan ve Fabian Örgütü üyesi Sir Peter Vickers Hall’un bahsettiği radikal fikirlerdir. Muhafazakâr bir think-tank kurumunu yöneten Sir Peter Vickers Hall sosyalist Fabian olarak kalmaya devam etmiştir. Vickers silah sanayine sahip bir İngiliz aileden gelen bir kişi olarak mevki ve güç sahibidir. Vickers ailesi Senato ve halkın karşı durmasına rağmen Amerika’yı II. Dünya Savaşı’na teşvik eden İngiltere elit tabakasına aittir.

Savaş Sanayi Kurulu Başkan Wilson tarafından kurularak başına Wall Street spekülatörü Bernard Baruch getirilmiştir. Bu kurulda Prescott Bush’un babası Samuel Bush da vardır ve I. Dünya Savaşı süresince her iki tarafa da silah satmış, Hitler’in yükselişine yardım etmiştir. Vickers’ın resmi maskesi onu University of California Urban and Regional Development Institute çalışanı olarak saklamaktadır. Vickers İngiliz İşçi Partisi lideri ve 300’ler Komitesi üyesi Anthony Wedgwood Benn ile yakın dosttur. Bu iki adam dünyanın bir numaralı beyin yıkama makinesi olan Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nde yer almışlardır. Sir Vickers Tavistock’ın aldığı eğitim, etkili konuşma tarzına yansıtmıştır. Aşağıdaki örneğe bir bakın:

“İki Amerika vardır. Bunlardan biri 19. yüzyıl ağır sanayi toplumu. Diğeri ise post endüstriyel Amerikan toplumudur. Post endüstriyel toplum bazı hallerde eski Amerika’yı temel taşı olarak kullanmıştır. Bu iki Amerika’nın çarpışmaları önümüzdeki yıllarda sosyal ve ekonomik felaketlere neden olacaktır. Bu iki Amerika kesinlikle birbirlerine karşıdırlar ve bir arada yaşayamazlar. Sonuçta post endüstriyel Amerika’nın diğerinin başını ezerek yok etmesi gereklidir. ”

Unutmayınız ki bu konuşma 1981 yılında yapılmıştır ve şu anki ekonomimiz ve endüstrimize baktığımızda Sir Peter’in öngörüsünün ne kadar haklı olduğunu görmekteyiz. Çünkü Eski Düzen (Cumhuriyetçi Anayasal Amerikan yönetim sistemi) Yeni Dünya Düzeni tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır. Amerika sistemini değiştirecek veya Tek Dünya Devleti tarafından yok edilecektir. Burada durup radikal Yeni Sağ’ın 300’ler Komitesi üyesi George Herbert Walker Bush zamanında Beyaz Saray’a yerleştiğini vurgulayalım. Bush tarafından yönetilen Cumhuriyetçi Savaş Partisi Lincoln tarafından oturtulan prensipler çerçevesinde Amerikan Anayasası’nı çiğneyerek Irak’la savaşa tutuşmuştur. Şimdi Sir Peter’in samimi söylevine geri dönelim:

“Ekonomi bozuldukça bu (demoralizasyon süreci) Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşecektir. Bu (süreç) halkın zor kararlar alması için gereklidir. Gelecek planları yapılmadığı veya sürecin gelişimine engel olunduğu takdirde hayal bile edemeyeceğimiz sosyal kaos ortaya çıkacaktır. Kentsel Amerika’nın geleceği bulanıktır. Daha küçük kentler için kurtuluş umudu vardır ancak sonuçta kentlerin küçülüp, sanayi üretiminin azalması gereklidir. Bu da sosyal gerilimi arttıracaktır. ”

İleriki yıllarda Zbigniew Brzezinski bu İngiliz soyluya Yeni Amerika için yol haritası hazırlamakla görevlendirilmiştir. Sir Peter Vickers Hall kâhin midir? Güçlü bir sihirbaz mıdır? Yoksa şansı yaver giden bir şarlatan mıdır? Bunların tabii ki hiçbiri doğru değildir. Sir Peter’in yaptığı sadece Komite-Roma Kulübü tarafından hazırlanmış olan dünyanın endüstriyel lideri Amerika Birleşik Devletleri’ni öldürme planını okumaktır. Sir Peter’in öngörülerini takip eden 25 yıla baktığımızda endüstriyel Amerika Birleşik Devletleri’ni yok etme planlarının son kelimesine kadar oldu bittiye getirildiğini görebiliriz. Burada şunu belirtmek isterim ki Sir Peter Vickers Hall’un kayınpederi Başkan Reagan’a verilen 3000 sayfalık tavsiye belgesinin kaynağı olan Stanford araştırması “İnsanın Değişen İmajı” da çalışmıştır. Kıdemli bir MI6 yetkilisi olarak Sir Peter Vickers Hall Heritage Foundation’a pek çok önemli bilgiyi önceden verme kapasitesindedir. 300’ler Komitesi ve NATO yönetimi üyesi olan Sir Peter Vickers Hall NATO’nun Roma Kulübü’ne Amerikan halkının isteklerini tersyüz edecek geniş kapsamlı bir sosyal proje hazırlama görevini vermesini sağlamıştır. Tavistock yönetimi altındaki Roma Kulübü bu görevi Stanford Research Institute (SRI)’a havale ederek sadece Amerika değil tüm NATO ve OECD üyesi ülkeler için bu sosyal projenin hazırlanmasını talep etmiştir.

Diğer önemli oyuncular 10 Aralık 1980 tarihinde Washington’daki Roma Kulübü toplantısına katılan William F. Buckley Jr, Hoover Enstitüsü’nden Milton Friedman ve Etienne D’Avignon’dur. Toplantı Amerikan ekonomisini istikrarsızlaştırmak üzerine yapılmıştır. 300’ler Komitesi üyesi Etienne Davignon Amerikan çelik endüstrisini çökertmekle görevlendirilmiştir. Son otuz yılda işlerini kaybeden ve halen iş bulamayan yüz binlerce eğitimli tersane ve çelik sanayi işçisi Davignon ismini hiç duymamıştır. Bazı gerçekler Nisan 1981 tarihli World Economic Review’da açıklanmışlardır. Özellikle 10 Aralık 1980 tarihinde Francois Mitterand’ın yaptığı konuşma dikkatimi çekmişti. Okuyucuların “Mitterand nerden çıktı şimdi? O eskilerde kaldı.” dediklerini duyabiliyorum ancak o gün olanın bugün için büyük önem taşıdığına inanmaktayım. Fransa uzun süre önce Mitterand’ı unutmuştu ancak önemli bir bilgi kaynağım Mitterand’ın birileri tarafından tekrardan zirveye hazırlandığını bildirmekteydi. Dolayısı ile Mitterand’ın aşağıda söyledikleri çok önemliydiler:

“Endüstriyel kapitalist gelişim özgürlüğün karşıtıdır. Buna bir son vermeliyiz. 20. ve 21. yüzyılın ekonomik sistemleri insanları ezmek üzerine kurulmuşlardır. Nükleer enerji şimdiden korkunç sonuçlar doğurmaktadır. ”

Mitterand’ın Elysee Sarayı’na geri dönüşü 300’ler Komitesi’nin büyük zaferidir. Bu olay Komite’nin halkın siyasi tercihleri ve ulusal sınırları hiçe sayarak istediği değişiklikleri muhalefete aldırmadan ve her türlü yöntemi kullanarak gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Daha birkaç gün öncesine kadar Paris’in güç odaklarından yüz bulamayan Mitterand’ın zaferi aslında ilerleyen Yeni Dünya Düzeni planının zaferidir. Tavistock’ta geçirdiği süre sonunda Walter Lippmann Amerika’ya döner ve yukarıda anlatılan Marksist komploları planlar. Amacı işçi takımını kendi deyimiyle “kapitalist sınıf” ile kapıştırmaktır. Lippman’ın projesi Komitenin eğitim siyasetine ülkenin her yerinde türeyen kurumlarıyla girişini sağlamaktadır. Lippman İngiliz ve Amerikan devletleri arası “özel ilişkiyi” teşvik eden kişilerin başında gelmektedir.

Bu “özel ilişkiye” en güzel örnek Kore Savaşı’nda yaşanmıştır. Yalu Nehri’ni geçmeye hazırlanan Çin ordusunun ikmal merkezlerini vurmayı planlayan General Douglas MacArthur Başkan Harry Truman’a saldırı planlarını bildirir.

Bu bildirim sosyalistlerce yönetilen Dışişleri Bakanlığı’nda panik yaratır ve Başkan Blair House’da toplantıya çağrılır. Burada 300’ler Komitesi yöneticilerinden Dean Rusk kontrolü ele alarak Başkana MacArthur planını reddetmesi bildirilir

Bu toplantıda olan bir yöneticinin aktardıklarına göre Acheson görüşmede İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki “özel ilişkiye” vurgu yapmıştır. Acheson toplantıda Amerikan silahlı kuvvetlerinin Yalu Nehri’nin Mançurya kısmında kalan Çin kuvvetlerine saldırması için İngiltere’nin onayını alması gerektiğini bildirmiştir. Ve İngiltere Kore Savaşı’nı bitireceği gibi Çin’in ileride dünyada önemli bir silahlı güç olmasını önleyecek MacArthur planına onayı yoktur. Yüzyıllardır süren afyon siyasetinin devamı olarak İngiltere, Çin’e yaptığı uyuşturucu ticaretini korumaktadır. Churchill ve Lord Halifax tarafından vurgulanan “özel ilişki” bu temel üzerinden kurulmuştur. Bu “özel ilişki” nedeni ile milyonlarca insan II. Dünya Savaşı, Kore ve Vietnam’da yaşamlarını yitirmişlerdir. Irak’taki “Körfez Savaşında” da bu ilişki kullanılmış Amerikan askerleri Kraliçe Elizabeth’in ailesinin büyük sermayedarı olduğu ve 300’ler Komitesi’nin amiral gemilerinden British Petroleum (BP)’u korumak için canlarını feda etmişlerdir.

1938 yılından itibaren bu özel yapı dışından hiçbir istihbarat faaliyetine izin verilmemiştir. Interpol’ün de içinde olduğu bu özel yapı Komite’nin dünyadaki olayları ister halk ayaklanmaları isterse CIA kanalıyla devlet başkanlarının devrilmeleri olsun kolayca kontrol etmesini sağlamaktadır. Bunlar “Olimpos” kurulundaki kişilerin gündelik işleri içindedirler. Bu adamların kolayca harekete geçireceği uzmanlar da her zaman hazırdırlar. Örneğin Bernard Levin Amerika’da bilinmeyen bir kişidir. Levin “Pop starlar” veya uyduruk “Discovery Channel” bilim adamları gibi televizyonda boy göstermez. Roma Kulübü adına Amerika’da çalışan yüzlerce uzman arasında Levin İran, Filipinler, Güney Afrika, Nikaragua, Güney Kore ve Sırbistan’da oynadığı önemli roller açısından diğerlerinden daha önemlidir.

İran Şahı’nın devrilmesi sürecinde kullanılan plan Bernard Levin, Richard Falk tarafından hazırlanmış ve Amerika’daki 300’ler Komite Merkezi olarak bilinen Robert Andersen’in Aspen Enstitüsü’nce kontrol edilmiştir. Levin, 300’ler Komitesi’nce yayımlanan, halkın ve liderlerin moralini bozarak yıkma yöntemlerinin anlatıldığı Time Perspective and Morale isimli kitabın yazarıdır.

Aşağıda kitabın sunduğu yol haritasından kısa bir paragraf verilmektedir:

“İnsanların moralini terör stratejisiyle yıkmada kullanılacak önemli bir taktik şöyle açıklanabilir: Kişinin ne durumda olduğu ve beklentileri konularında muğlâk hale getirin. Sonra şiddet içeren cezalandırmalar ve çözüm içeren vaatler ve tutarsız habercilik uygulamalarıyla kişinin bulunduğu durumu iyice bilinmez hale sokun. Bu noktada kişi kendisine önerilen planların ve sunulan vaatlerin kendi yararına veya zararına olacağı konusunda şüpheye düşecektir. Bunu başardığınızda planları, amaçları olan ve bunlar için risk alabilecek kişiler bile ne yapılması konusunda hissettiği içsel karmaşa nedeni ile paralize olacaktır. ”

Roma Kulübü’nün bu yol haritası ülke liderleri, hükümetleri ve halkı için geçerlidir. Örneğin Amerika’da biz “Burası Amerika, burada böyle şeyler olamaz!” diyebiliriz. Sizi temin ederim ki “böyle şeyler” ülkemizde fazlasıyla olmaktadır. 300’ler Komitesi kararlarına ters düşen hiç kimse onun misillemesinden kurtulamaz. Levin-Roma Kulübü planı hepimizi demoralize ederek karmaşık ruh haline sokmak ve önümüze konan her yol haritasını sorgulamadan kabul etmek durumuna getirmiştir. Amerikan halkı Roma Kulübü emirlerini bir koyun sürüsü gibi takip etmektedir. Bir anda ortaya devleti kurtarma planlarıyla çıkan tüm güçlü liderlerden şüphelenmemiz gereklidir.

Humeyni’nin özellikle Paris’teki sürgün yıllarında İngiliz istihbarat örgütünce eğitildiği ve iktidara hazırlandığı bilinmektedir ve daha sonra Humeyni İran’a bir kurtarıcı olarak sunulmuştur. Pek çok okur Humeyni’nin Afganistan kökenli olup babasının yıllarca İngiliz istihbarat örgütü MI6’te çalıştığını bilmez. Rusya’ya kurtarıcı olarak sunulan Kerensky de İngiliz çıkarlarını gözetmiştir. Ha keza Güney Afrika’da John Voster ve F. W. de Klerk İngiltere adına halklarına büyük ihanetlerde bulunmuşlardır.

Uzun yıllardır sürdürdüğüm araştırmalarım sonucunda dünya tarihinde en kandırılmış milletin Amerikan halkı olduğu kanısına vardım. 47 yıldır uygulanan “yumuşatma” politikalarıyla Amerikan halkı artık 300’ler Komitesi’nin Yeni Dünya Düzeni planını kabul edecek hale getirilmiştir. Etrafınızda olan bitenlere baktığınızda 300’ler Komitesi’nin neredeyse tüm hedeflerine ulaştığını görmüyor musunuz? Amerikan halkının nasıl demoralize olduğunu görmemiz için çevremizdekilere bakmamız yeterlidir. Tarihimizde devletimizin çöküş sürecinde olduğunu kabul ettiğimiz başka bir dönem var mıdır? Kırk yıldır sürdürdüğüm araştırmalarıma göre Amerika üzerinde oynanan oyun 1861 İç Savaşı ile başlamıştır. Ben bu savaşa “Eyaletler arası savaş” demeyi daha uygun görmekteyim. Bu korkunç olay hakkında üretilen mit ve yalanlar gerçekleri görmemizi engellemektedirler.

300’ler Komitesi ve onun önemli ajanları olan Rothschild’ler ve diğer yardakçıları olmasaydı Amerika’da iç savaş çıkmazdı. Bu savaş Avrupa’nın maddi gücünü temsil eden 300’ler Komitesi ve genç Amerikan halkı arasında özellikle çıkarılmıştır. Bu savaş büyük potansiyele sahip Amerikan topraklarını kimin ekonomik ve siyasi olarak yöneteceği konularındaki bir güç mücadelesidir. Bu tarihi olaydaki karmaşa kimin savaştan daha fazla etkilendiği konusunda net bir ayrım yapılamamasından kaynaklanmaktadır.

Örneğin Abraham Lincoln’un eşinin üç kardeşi ve Thomas Jefferson, George W. Randolph gibi kişilerin torunları bu savaşta Güney Konfederasyon Ordusu saflarında çarpışmışlardır. Güney eyaletlerine açılması gerek savaşın ateşli savunucularından Thaddeus Stevens daha sonra kendi eyaleti Pensilvanya’ya iltica eden özgürleştirilmiş zenci kölelere seçme hakkı tanımamıştır.

1847 yılında yaptığı Kongre konuşmasında Abraham Lincoln Güney eyaletlerinin birleşik devletlerden ayrılma hakları olduğunu savunmuştur:

“Herkes kurulu devletten ayrılabilir ve kendisine daha uygun olan bir devlet kurabilir. ”

Ancak kısa süre sonra birlikten ayrılmak isteyen Güney eyaletlerine açtığı savaştan sorumlu tutulacaktır. Daha da kötüsü Lincoln siyasi aldatmacaya başvurarak birlikten ayrılmak isteyen eyaletleri “isyancılar” olarak nitelemiştir. Bu konuda yazacak çok daha fazla şey olmasına karşın bu kitap Amerikan İç Savaşı üzerine yazılmamış olup odak noktamızı saptırmak istemiyorum. Lincoln’ün “isyancılar” nitelendirmesini kullanmasının nedeni milis güçleri harekete geçirmektir. Anayasamıza göre isyan bu güçleri harekete geçirmeye yarayan üç geçerli koşuldan biridir. Bu savaştaki anormalliklerden başka biri Tom Amcanın Kulübesi isimli eserin yazarı Harriet Beecher Stowe’un Florida’ya yerleşerek eğitimsiz zencilere verilecek seçme hakkının tehlikeleri konusunda propaganda yapması olmuştur.

Bugün siyasi olarak doğru olmakla beraber Kuzey’in zenci hakları koruyucusu olduğunu söylemek tarihi açıdan yanlıştır. Hollywood sayesinde Kuzey tarihi filmlerle zenci hakları savunucusu olarak yıllardır tanıtılmaktadır. İşin gerçeği o zamanlar Güney eyaletleri tarım bölgeleri olup köle işçiliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bugün Kaliforniya ve Florida’da Meksikalı kaçak işçiler de köle gibi çalıştırılmaktadırlar.

1860 yılında Kuzey endüstriyelleşmiş bir bölgedir ve köle işçiliğe gereksinimi yoktur. Ancak pek çok önemli Kuzeylinin köleleri bulunmaktadır. Örneğin General General Ulysses Grant pek çok köleye sahiptir, Lincoln’nun eşi babasından miras kalan kölelerin satışından büyük servet edinmiştir. Washington DC’de kölelik barıştan bir yıl sonrasına kadar kaldırılmamıştır. Güya Güney eyaletlerinde kölelik 30 Ağustos 1861 tarihinde General Fremont’un Missouri’ye savaş açması ve sıkıyönetim ilan etmesiyle kaldırılmıştır. Ancak bu özgürleştirme hareketi çok uzun sürmemiştir çünkü Lincoln kısa süre sonra Fremont’un emrini yürürlükten kaldırmıştır. Savaş sonrası zencilere seçme şansı verilmesi konusunda yapılan referandumda 7.369 karşı oya karşı sadece 36 evet oyu çıkmıştır. Lincoln Birlik Ordusu için sınır eyaletlerinden asker istediğinde Bayan Lincoln’ün eyaleti olan Kentucky’nin valisi aşağıdaki şekilde yanıt vermiştir:

“Kentucky kardeş Güney eyaletlerini yok etmeye çalışan silahlı kuvvetlere asker vermeyecektir. ”

Ağustos 1862’de Frederick Douglas ile yaptığı tartışmada kendisine neden binlerce Kuzeyli köleyi özgürleştirmediği sorulduğunda Lincoln “Bu, anayasa dışı olduğu için yapmadım.” diye yanıt vermiştir. Halbuki bu doğru değildir, özgürleştirme hareketi ile Lincoln aslında Güneyli kölelerin sahiplerine karşı isyan etmelerini ummuştur. Ancak bu ayaklanma hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Lincoln bu sonucu önceden görebilse vatan hainliğini gerçekleştirmek için 1 Ocak 1863 yılın beklemez ve önceden köleliği kaldırırdı.

Köleliğin 1 Ocak 1863 tarihinde kaldırılmasından sonra radikal Cumhuriyetçileri şaşırtan şeyler olmuştur. Örneğin yüzlerce Birlik Ordusu subayı ve binlerce asker ordudan ayrılarak bu kararı protesto etmişlerdir. Bunun nedeni Birlik Ordusu’nda bulunan köle sahiplerinin sayısının 315.000 olmasıdır. (Güney Ordusu’nda köle sahibi olan asker sayısı 200.000’dir). Birlik ordusundaki köle sahipleri köleliğin kaldırılmasını istemeyerek ordudan ayrılmışlardır. Burada verdiğim sayılarla tarihi gerçekleri göstermek istemekteyim. Yani savaşın köleliğin kaldırması için yapılmadığını söylemekteyim.

25 Temmuz 1861 tarihinde Kongre savaşın amacının köleliği kaldırmak değil birliği korumak olduğu konusunda karar almıştır. 15 Haziran 1864 tarihinde yapılan Kongre toplantısında Birlik Ordusu’nca işgal edilen Güney eyaleti temsilcileri bulunmamasına karşın köleliğin kaldırılması konusunda yapılan teklif çoğunluk tarafından reddedilmiştir. Pek çok savaş gibi 1861 Amerikan İç Savaşı da 300’ler Komitesi ve onun Amerika’daki uzantılarınca kendi çıkarları için başlatılmıştır. Bu grupların başında bankacılık hanedanı Rothschild ailesi bulunmaktadır. Bu tarih ayrıca Amerika’da gücün başkanlık makamınca savaş için gasp edildiği tarihtir. Amerikan başkanlarınca kullanılan yetki gaspı 1861 savaşıyla başlamış ve artarak devam etmiştir. Lincoln sonrası başkanlar anayasaya aykırı olarak gerçekleştirdikleri yetki gasplarını anayasa ortadan kalkacak hale gelene kadar sürdürmüşlerdir.

Enternasyonal sosyalist Başkan Theodore Roosevelt anayasal olarak sahip olmadığı hak ve yetkileri utanmaz ve hayâsızca kullanan başkanlardandır. Roosevelt 1000’den fazla anayasa dışı emre imza atmıştır. Yetkinin kötü kullanımı Woodrow Wilson’un başkanlığı sırasında daha da korkunç hale gelmiştir. Bu durumda artık başkanın anayasa dışı yaptığı kanunları Kongre noter gibi onaylamaktadır. 1861 Amerikan İç Savaşı yaralarının çoğu kapansa da anayasal yaralar hâlâ açıktırlar. Bence İç Savaş’ın en büyük ve en korkunç etkisi anayasa üzerinde mevcuttur.

Bu durum Fabian Örgütü’nün Amerikan eyalet ve federal anayasalarının Tek Dünya Devleti kurulmadan önce kaldırılması gerektiğini belirten planlarına uygundur. Propaganda amaçlı binlerce Hollywood senaryosuna göre İç Savaş köleliğin kaldırılması amacıyla yaşanmıştır. Ancak Lincoln anayasal olarak köleliği kaldırma yetkisine sahip değildir çünkü o zamanlar köleler özel mülkiyet sayılmaktadırlar. Bu savaşta köle sahibi olup kölelik kurumunun çok kötü olduğuna inanan kişiler de vardır. Güney aslında köleliği kaldırma noktasına savaş öncesi gelmiştir. Güneyli büyük toprak sahipleri köleliğin ahlaki olmayışı yanında köle işçiliğin ekonomik olmadığı konusunda da hemfikirdirler. Yani kölelik ekonomik veya ahlaki nedenlerle zaten kaldırılmak üzeredir. Ancak uluslararası entrikacılar köleliği kaldırma zaferini başkalarına kaptırmak istememektedirler. Daha önce belirttiğim gibi 1861 İç Savaşı 300’ler Komitesi’nin kapitalistleri ve onların entrikacıları tarafından çıkartılmıştır. Bu savaş onlar için olması gereken bir olaydır. 31 Ocak 1866 tarihli Congressional Globe 546-548. sayfalarında bu olaya ışık tutmaktadır:

“Kongrenin eyaletlere ve eyaletlerin birbirlerinin haklarına saygı duymaları halinde bu savaş yaşanmayabilirdi. Bu savaş “ilk kurşun” terimini çok sıkça duymaktayız. Bu ilk kurşun isyancılar tarafından Fort Sumter’da veya Virginyalı John Brown tarafından atılmamıştır. Bu kurşun Amerikan Kongresi’nin kölelik konusunda yetki gaspına giren Missouri Uzlaşması tarafından atılmıştır. Halbuki kölelik her eyaletin iç meselesidir ve o eyaletin insanlarınca düzenlenmelidir... ”

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yozlaşma Güney eyaletlerinin birlikten ayrılma haklarının tanınmaması, mülkiyet haklarının ihlali ve Lincoln’ce kaldırılan “habeas corpus ” kuralı gibi ihlallerle başlamıştır. Bu anayasa ihlallerinden başka biri başkan Woodrow Wilson’un halkın % 87 karşı çıkmasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri’ni I. Dünya Savaşı’na sokmasıdır. Burada da Komite’nin entrikaları ve gizli planları Amerikan Anayasası ve halkının önüne geçmiştir. II. Dünya Savaşı Wilson zamanında Amerika’yı yöneten gizli güçlerce I. Dünya Savaşı’nın bitimini takiben planlanmaya başlanmıştır. Bu süreçte en dirayetli ve isabetli eleştirileri yapanların başında senatör Schell gelmektedir. Senatoda yaptığı konuşmada senatör aşağıdakileri söylemektedir:

“Wilson’dan başlamak üzere Amerika’yı Avrupa seviyesine çekme çabaları devam etmektedir. Wilson zamanında bizi savaşa sokarak mahveden kadrolar yine işbaşındalar. Başkanın iktidara geldikten sonraki ilk “önemli deneyimi” yetkisini normalde kullanamayacağı bir şeyi gerçekleştirmek için neden aramak olmuştur. Florence Kelly’nin sosyalist Fabian Örgütü yayınlarından “Yeni Düzen” isimli eseri kendisine hediye etmesi başkan için bir dönüm noktasıdır. Aslında eski başkanlardan Wilson gibi Roosevelt’in de başında savaş belası yoktur. Wilson kendi savaşını demokrasi-depresyona karşı olan savaş ismi altında kendi icat etmiştir. Şimdi I. Dünya Savaşı’nda demokrasi için verilen mücadelenin sonuçları olan diktatörleri görmekteyiz. Başkanın insanların kendisinin yetki gaspı karşısındaki protestolarını susturmak için yasal bir güce ihtiyacı vardır. ”

(Bu Lincoln’nun İç Savaş’ta, Başkan Herbert Walker Bush ve oğlu başkan George W. Bush’un Irak Savaşında yaptıklarının aynısıdır.)

“Dolayısı ile Başkan Başsavcılığa davranışlarına yasal bir dayanak bulma görevini vermiştir. Başsavcı Wilson zamanında kabul edilen ve ülkedeki tüm bankaların kapatılmasına neden olan amacı dünyaya demokrasi getirmek olan bir yasa ile gerçekleştirmiştir. Bankaların kapanması ile halkın morali dibe vurmuş ve halkın cesareti, kendine olan güveni elinden alınmıştır. ”

Gerçekten de Amerika kendisine yarar sağlamayacak nedenlerle bu savaşa girmiştir. Amerikan İç Savaşı’ndan neredeyse yüz yıl önce 1787’de ünlü Fransız düşünür ve yazarı olan Robert Jacques Turgot Amerikan Devrimi hakkında aşağıdaki paragrafı da kapsayan uzun bir yorum yazmıştır:

“Bu insanların ellerindeki yüksek refah kapasitesini kullanmalarını dilememek mümkün değildir. Bu insanlar dünya için bir umutturlar. Bunlar dünyadaki diğer insanlara model olabilecek insanlardır. Bu insanlar kamu yararı adı altında insanları köleleştiren tiran ve diktatörlerden kurtulma şansına sahiptirler ve insanların aynı anda özgür ve huzurlu olabileceklerini ispat edebilecek durumdadırlar. Bu insanlar siyasi, dini, ticari ve endüstriyel özgürlüklerin sembolleri olabilirler. Bu insanların baskı altında yaşayan diğer halklara açtıkları sığınma alanı dünyayı rahatlatmalıdır. Baskı altında inleyen halkların baskıcı yönetimlerden kaçabilme şansları gücü elinde bulunduran aristokratlar ve diktatörleri daha adil ve duyarlı olmaya zorlayacaktır. Dünya sonunda politikacılar tarafından şimdiye kadar uğratıldığı ihaneti görecek hale

gelecektir.

İşte bize verilen bu değer biçilemez nimet ve şanslı tarihimiz Tek Dünya Devleti adı altında devletlerin bir şemsiye altında toplanmasıyla yok edilmeye çalışılmaktadır. Tek Dünya Devleti kavramı Londra’da sosyalist Fabian Örgütüyle yakın ilişkiler içinde olan “İlerici” hareket tarafından tezgâhlanmıştır. Fabian Örgütü kurucusu Sydney Webb ve karısı Beatrice yazdıkları Sosyalizmin Dört Sütunu isimli eserde Tek Dünya Devleti kavramı içinde enternasyonal sosyalizmin geleceğini tanımlamaktadırlar. Üretimde rekabetin yok edilmesini isteyen kitapta ayrıca sınırsız vergilendirme, geniş tabanlı sosyal güvenlik sistemi, özel mülkiyetin kaldırılması ve Tek Dünya Devleti hedefleri vurgulanmaktadır.

300’ler Komitesi’nin öncülerinden Lord Bertrand Russell Sydney ve Beatrice Webb’in faaliyetlerini Komite’ye derhal bildirmiştir. Sosyalizmi İngiltere’ye taşıyacak bu kişileri aslında Russell küçük görmüştür ve Sydney’i Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevinden attırmıştır. Bu kişilerin amaçları 1848 yılında Karl Marks tarafından Komünist Manifesto’da belirtilen prensiplerden farklı değildir. Farklar içerikten çok uygulama tarzlarında görülmektedirler. 300’ler Komitesi daha sonra British East India Company isminde faaliyet gösterecek olan East India Co.’yu ele geçirmiştir ve amacı Tek Dünya Devleti’dir.1861 yılında baş gösteren Amerikan İç Savaşı Yeni Dünya Düzeni ve feodal toplumsal yapı için büyük bir adımdır.

Şimdi filmi hızla, “rock and roll” müzik, uyuşturucu kullanımı, korku filmleri, pornografi, özgür seks, homoseksüellik ve lezbiyenliğin kabulü, aile yapısının çökertilmesi ve milyonlarca doğmamış bebeğin anneleri tarafından kürtaj yöntemiyle öldürülmelerinin normal olduğu çağımıza saralım. Dünya tarihinde kürtaj kadar can alan bir soykırım olmuş mudur? Ahlaki olarak çökertilen, endüstriyel tabanı yok edilen, 40 milyon işsizin bulunduğu, büyük şehirleri âdeta suç batağına dönüşmüş, dünyadaki diğer ülkelerden üç kat fazla cinayetin işlendiği, 4 milyon evsizin insanın sokaklarda yaşadığı ve dünyadaki en büyük hapishane nüfusuna sahip Amerika Birleşik Devletleri’nin Tek Dünya Devleti ve temsil ettiği karanlık çağa düşmeyeceğini kim söyleyebilir?

Eisenhower yönetimi ve Douglas Dillon sayesinde son iki yüzyıldır deniz gücümüzü yabancı ülkelere kaptırmış durumdayız. Dillon Dillon Reed isimli kuruluştan gelen bir Wall Street bankeridir. Bu kuruluşun yöneticileri Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerde hep en üst düzey görevlerde bulunmuşlardır. Dillon’un her iki parti ile harmoni içinde oluşu seçmenlerin Beyaz Saray’a kimi seçerlerse seçsinler sonucun değişmeyeceğinin en önemli göstergesidir. Dillon başkan Wilson’dan sonra Amerikan ticari yaşamına en büyük zararı veren Komite hizmetkârıdır. Sosyalist Başkanlarımız Wilson, Roosevelt ve Clinton endüstriyel gücümüzden geri kalanı yok etmeye çalışmışlardır. Hatta Clinton, Newt Gingrich gibi Cumhuriyetçiler tarafından Temsilciler Meclisi’nde Tek Dünya Devleti konusunda desteklenmiştir.

Zaman değişmez, zaman değiştirilir. Dolayısı ile “zaman değişiyor” yalanına sakın inanmayınız. Komite ve Roma Kulübü isimli örgütlerin tamamen Avrupa kurumları olduğuna da inanmamalıyız. Roma Kulübü’nün Amerika’daki faaliyetleri çok geniş olup Washington DC’de şubesi bulunmaktadır. Bu kurumun gücünü 132 Cumhuriyetçinin Bush-Clinton ittifakınca ortaya atılan NAFTA-GATT ve Dünya Ticaret Örgütü kanunlarında verdikleri destekten görmekteyiz. Roma Kulübü’nün Amerika’daki lideri eski senatör Claiborne Pell olup diğer önemli üyeleri Richard Cheney, senatör Alan Simpson, senatör Olympia Snow ve senatör John Forbes Kerry’dir. (Şimdiki Amerikan Dışişleri Bakanı.)

BÖLÜM 12

John Kerry Vaka Çalışması

Senatör John Forbes Kerry’nin siyasi yaşamı 300’ler Komitesi’nin gücü hakkında tam bir vaka çalışmasıdır. Kerry Çin ve Boston’daki John Murray Forbes ailesinin üyesidir. Bu aile armatörlük yaparak özellikle British East India Company’nin Çin Afyon Savaşı sürecinde afyon ticaretinden büyük servet edinmiştir.

Fransa’da doğan John Murray Forbes amcası T. H. Perkins’in tavsiyeleri üzerine Çin afyon ticaretine girmiştir. Robert Bennet Forbes’in önemli rol oynadığı Çin Afyon Savaşları sonrası aile afyon ticareti ile uğraşan firmasını Robert Forbes tarafından yönetilen Russell Co. isimli denizcilik firmasına devretmiştir. Russell ve Forbes daha sonraları Yale Üniversitesi’nin finansal sponsorlarından olmuşlardır. Bu kişiler daha sonra zengin Russell ailesinden William H. Russell ile birlikte Yale Üniversitesi Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Forbes ailesinden bazıları Çin afyon ticaretiyle uğraşan firmalarını devrettikten sonra 19. yüzyılın önemli yatırımlarından olan John Murray Forbes’un Pasifik Demiryolları projesine para yatırmışlardır. Diğer aile üyeleri yatırımlarını Fransa ve Massachusetts’te emlak piyasalarında yapmışlardır. John Forbes Kerry aile firmasında hiç çalışmamış olup yaşamını devlet görevlerine adamıştır.

Forbes ailesi köklerini MS 870’de İskoç Sir John De Forbes’tan başlayarak 1793’te Archibald Forbes’a kadar uzanan üstsoya dayandırmaktadır. Archibald Forbes’un Amerika’daki soyu ise 1783’te Vaiz John Forbes’dan 1943’de John Forbes Kerry’e uzanmaktadır. Francis Murray Forbes, Cabot ve Forbes ortaklığının kurucusudur ki Cabot ailesinin gücü ve serveti dillere destandır.

1897’de John Forbes Kerry’nin dedesi Amerika’ya göçer ve soyadını İrlanda haritasında bulduğu bir yer ismi olan Kerry olarak değiştirir. Richard Kerry yani John’un babası Çin afyon ticaretinden büyük servet edinen Forbes ailesinin mirasçısı Rosemary Forbes ile evlenir.

John F. Kerry 1943 yılında doğar ve gençliğinden beri “Forbes-Kerry” soyadını değil sadece “Kerry” soyadını kullanır. Kerry’nin dedesi James Grant Forbes ailenin afyon ticareti merkezi olan Şangay’da doğmuştur. John Kerry’nin babası Richard Kerry 28 Temmuz 1915’te Massachusetts’te doğmuş ve Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıştır.1962 yılında John Kerry Yale Üniversitesi’ne siyaset bilimi okumak için yazılır. Kerry George W. Bush’tan iki yıl önce Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne Katılır.

Amerikan halkının çoğunluğu 300’ler Komitesi’nin seçimleri nasıl tezgâhladığını bilmez. Halk Senatör John Kerry ve eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright gibi isimlerin bağlantılarını da bilmez. Burada belirtmek isterim ki Kerry ve Gore başkanlık seçimlerini Irak Savaşı’na karşı oldukları için kaybetmişlerdir. (Dictionary of American Biography, Life and Recollections of John Murray Forbes, published by: Houghton, Miflin and Co. 1899 and An American Railroad Builder, John Murray Forbes, Published by Houghton and Miflin 1911)

300’ler Komitesi Seçimleri Nasıl Tezgâhlar?

“Adil ve özgür seçimler” teriminin Amerika’da hiçbir önemi yoktur. Başkanlık için adaylar 300’ler Komitesi’nce seçildiklerinden seçimi kimin kazanıp Beyaz Saray’a çıktığının da önemi yoktur. Adaylarda aranan en önemli özellik kendilerini iktidara taşıyan kişilere gösterecekleri sadakattir.

Başkaldıran veya biraz özgürce davranan tüm başkanlara yerleri hatırlatılır. Başkanların uyarıları göz ardı etmeleri halinde görevden uzaklaştırılmaları kaçınılmazdır. Başkanın açık tehlike oluşturması halinde ise en ciddi cezalandırma uygulanır.

C. B. Scott-Jones personel, bütçe ve kapsam olarak CIA’in kat kat üstünde olan Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisinde (ONI) çalışmıştır. Deniz Kuvvetlerinden ayrıldıktan sonra Scott-Jones Amerikan hükümetince desteklenen Nükleer Savunma Ajansı’nda işe başlamıştır. Scott-Jones Rockefeller Vakfı’ndaki üyeliği ile hatırlanır.

Scott-Jones’un Savunma istihbarat Ajansı ve Amerikan Fiziksel Araştırma Cemiyeti ile de sıkı bağları bulunur. Scott Jones beyin kontrolü ve psikotronik araştırmalarda John Alexander ile çalışmıştır. Los Alamos’ta çalışırken Alexander Moskova Psikokorelasyon Araştırma Enstitüsü’nden Dr. Igor Smirnov tarafından Sovyetler Birliği’ne davet edilmiştir. Alexander Moskova’da Janet Morris isimli meslektaşıyla Rus bilim adamları ve doktorlarınca eğitilmişlerdir. Rus bilim adamlarının verdikleri eğitim insan beyninin elektronik olarak analizi ve bu şekilde insan davranışlarının istem dışı değiştirilmeleri üzerinedir.

Roma Kulübü’nün Amerika şubesine dönersek Tavistock dosyalarına göre bu tip araştırmaların 1961 yılından itibaren burada da olduğunu tespit etmek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu araştırmalardan heyecan duyan Brzezinski zaten İki Çağ Arasında isimli eserinde bunları detaylı anlatmaktadır.

Burada ürkütücü olan beyin kontrol yöntemlerinin bugün ulaştıkları düzeydir. Bu yöntemler insan beynini kontrol etmekte %100 başarı oranı sağlamaktadırlar. Bu bilgiler isminin açıklanmasını istemeyen ancak çok yetkin kişilerce doğrulanmıştır.

İnsan beynini etkileyerek algıyı ve kemikleşmiş inanç ya da fikirleri değiştirmede kullanılan yöntem aşağıdaki gibidir:

“Denek bilinçaltı emir mesajlarını ‘Beyaz Gürültü’ veya müzik formatında alır. Bu ‘beyaz gürültü’ veya müzik sinir siteminden geçmez ve deneğe kafatasındaki kemikler yoluyla iletilir. Burada kullanılan araç çok düşük frekanslı infra-sound’dur (VLFIS). Bu iletişime hiçbir akustik bariyer karşı duramaz ve sadece “Tam Vücut Koruması” mesajı engelleyebilir. Verilen mesaj bilinci baypas eder ve sonuçlar çok hızlı görülür.”

Bundan daha tehlikeli ve tüyler ürpertici bir şey olabilir mi? Bu bizim nasıl düşünmeye koşullandırıldığımızın kanıtıdır. Örneğin Tek Dünya Devleti’ni içine sindiremeyen kişiler psiko-düzeltmede başarısız olurlarsa kolaylıkla Deniz Kuvvetleri Bakanı James Forrestal gibi şizofreni teşhisi ile etiketlenerek akıl hastanelerine yatırılacaklardır.

Hâlâ bu tip şeylerin Amerika Birleşik Devletleri’nde olmayacağını düşünen okurlarımıza Dr. Paul Bennowitz vakasını hatırlatmak isterim. Bennovwitz’in UFO araştırmaları kendisini New Mexico Kirkland Hava Üssü’ndeki Menzano

Silah Deposu yetkilileriyle karşı karşıya getirmiştir.

Bennowitz UFO’lar ve UFO bağlantılı sinyaller konusunda büyük veri toplamıştır ancak yapılan gizli bir operasyonla psikiyatri hastanesine kapatılmıştır. Bu vakadan sonra insanların Roma Kulübü’nün komplo teorisyenlerince uydurulmuş bir kurum olmadığını gördüklerini sanırım. Roma Kulübü’nden Kont Etienne Davignon’in Amerika’yı endüstriyel olarak öldürme planları Amerikalılarca öğrenilmelidir. Ancak bu plan hiçbir güçlü muhalefetle karşılaşmadan adım adım ilerlemektedir. Nükleer enerji karşıtı çevreci muhalefetin Roma Kulübü üyesi senatör ve temsilcilerden geldiği de açıktır. Belki de Roma Kulübü’nün en büyük başarısı Temsilciler Meclisi ve Senatoyu nükleer enerji konusunda kontrol etmek suretiyle Amerika Birleşik Devletleri’ni 21. yüzyılın endüstriyel devi olmaktan alıkoymasıdır.

“Roma Kulübü’nün anti nükleer politikalarının etkileri kapanan çelik fırınları, unutulan demiryolları, paslanan tersaneler, ülkenin her yanına dağılan eğitimli işgücü olarak ölçülebilir. Tahminimizce 2006 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri çelik üreticisi endüstriyel bir ülke olmaktan çıkacaktır. ”

(Death of the US Steel Industry John Coleman 1981)

Diğer Roma Kulübü üyeleri Kongre Araştırma Servisi’nden Walter A. Hahn, kıdemli ekonomistler Ann Cheatham ve Douglas Ross’turlar. Ross’un kendi sözleriyle görevi “Roma Kulübü perspektifini yasal zemine oturtarak ülkeyi kaynakların israfından korumaktır.” Ann Cheatham Kongrenin “Gelecek İçin Takas Odasını” yönetmektedir. Cheatham’ın görevi Kongre üyelerini Astroloji ve Yeni Çağ safsatalarına inanışları açılarından değerlendirmektir. Cheatham’ın derslerine her defasında 100’den fazla Kongre üyesinin katıldığı görülmüştür. Günlük verilen derslerde Astrolojik tahminler yapılmaktadır.

Kongre üyeleri dışında Michael Walsh, 300’ler Komitesi’nden Thornton Bradshaw ve Allstate Sigorta Firması Başkan Yardımcısı David Sternlight gibi kişiler de bu derslere katılmışlardır. Bu yozlaşma Beyaz Saray’a bile sıçramış Nancy Reagan özel astrolog bulundururken, Hillary Clinton özel gurusuyla dolaşır olmuştur. Dolayısı ile 1950’lerdeki Kova Burcu Çağı 1990’lara taşınmıştır. Bazı önemli NATO ve 300’ler Komitesi üyeleri mesleki olarak birden fazla pozisyonda bulunurlar. NATO ve Roma Kulübü üyelikleri bulunanlardan bazıları eski NATO temsilcimiz büyükelçi Harland Cleveland, Aspen Enstitüsü Başkanı Joseph Slater, Amerika Birleşik Devletleri Güvenlik Ajansından Donald Lesh, George McGhee, senatör Claiborne Pell, Hillary Clinton, senatör Alan Simpson ve senatör Arlene Specter gibidirler.

Modus operandi uyarınca Komite liderleri en masum hallerinde televizyonlarda görünürler. Ama bunların yaptıklarının masumiyetle hiçbir alakası olmadığını bilmemiz gerekir. Bunların kim olduklarını bilsek yaptıkları ve savunduklarının ülkemiz aleyhine olduğunu görmemiz çok daha kolay olacaktır. 300’ler Komitesi ajanlarını Amerika Birleşik Devletleri’nin kaslarına ve eklemlerine yani kabinesine, Kongre’ye ve danışman kadrolarına başkan Wilson zamanından beri yerleştirmiştir.

Bazı insanları bir anda yüksek pozisyonlara geldiklerini gördüğümüzde kesinlikle bu kişilerin 300’ler Komitesi ile olan bağlantılarını araştırmamız gerekir. Daha önce belirttiğim gibi Clinton kabinesinde Dışişleri Bakanı olan Madeline Albright bunlara güzel bir örnektir. Clinton Albright’ı Dışişleri Bakanlığı’na atadığında sıradan Amerikan vatandaşlarının bu kadın hakkında en ufak bir fikirleri yoktu. Bu nedenle Albright’ın geçmişindeki bağlantıları araştırmaya başladım.

Aslında Albright Kerry gibi zengin ve güçlü elit gruptan gelmekteydi. Ailesi dede Prescott Bush’tan beri Bush ailesini desteklemekteydi. Aile 300’ler Komitesi’nin bankalarından Brown Brothers, Harriman firmasına ortaktı.

Bu bankanın kıdemli müşterilerinden olan Eugene Meyer, Bush ailesinin ilk petrol yatırımlarına ortak olmuştur. Meyer 1933 yılındaki açık arttırmayla Washington Post gazetesini satın almıştır. Bazıları bu yatırımı Hitler’in yükselişini önlemeye yönelik bir girişim olarak görmektedirler. Meyer ailesinin bağlantıları Fransa’ya kadar uzanmaktadır. Eugene’nin halası Rothschild’lerle akraba olan Fransa Baş Hahamı ile evlidir. Bağlantı çok zengin ve güçlü olan altın tüccarı Weill ailesiyle devam eder. Meyer Jr sonradan Bernard Baruch ile ortaklık kurarak Alaska Juneau Altın Madeni firmasını satın almıştır. Bu firmanın Federal Rezerv ile ilişkisi Federal Rezervin II. Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin finansörü olması kadar açıktır. Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na girişi 300’ler Komitesi’nce tasarlanmış ve bu işte başkan Wilson kullanılmıştır.

Savaş başladıktan sonra Wall Street bankerleri ve borsa simsarları servetlerini kat kat arttırmışlardır.

İçeriden haber alan Rockefeller ailesi halkın büyük muhalefetine karşın Amerika’yı neyin beklediğini iyi bilmektedir.1914 yılında Percy Rockefeller National City Bank kanalıyla Amerikan silah sanayine yatırım yapmaya başlar. Önce İngiliz silah üreticisi Vickers ile bağlantılı olan Remington Arms Company alınır ve başına Samuel geçirilir. Prescott Bush’un babası Samuel Bush ise Remingtona danışmanlık ve silahlı kuvvetlerle olan ilişkileri düzenlemesi için görevlendirilir.

Burada açıkça savaşı başlatanlar siyasiler olmakla beraber bundan yarar sağlayanların elit gruplar olduğu görülmektedir. Bu büyük günahta en suçlu kişiler silah üreticileri, askeri teçhizat üreticileri ve savaşı finanse eden uluslararası bankacılardır. Wilson başkanlık yemini ihlal ederek 1917’de savaşa girmeye karar vermişken Rockefeller ailesi artık silah satışlarından milyonlarca dolar kazanmaya hazırdır. Tertemiz ütülü üniformalı gencecik Amerikalıları Avrupa’da ölüme göndermek artık “vatanseverlik meselesi” olmuştur.

Savaşlarda sıradan insanlar vatanseverlik kisvesi altında kandırılarak feda edecekleri vücutlarıyla anahtar rol oynarlar. Prescott’un babası Samuel P. Bush (G. H. W. Bush’un dedesi ) Savaş Endüstrisi Kurulu Hafif Silahlar ve Mühimmat Departmanı’nın başına getirildi. Bu kurul Wilson tarafından kurulmuş olup seçim kampanyasındaki yandaşlarını yerleştirdiği bir arpalık halindeydi. Aksi halde Samuel P. Bush gibi silah endüstrisiyle uzaktan yakından deneyimi olmayan birinin buraya seçilmesi olanaksızdı. Ancak böyle detaylar Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyesi Rockefeller-Harriman gibi adamları ilgilendirmiyordu.

O zamana kadar iş yaşamını demiryolları ve çelik endüstrilerinde geçirip silah ve mühimmat hakkında en ufak bir deneyimi olmayan Samuel Bush’a bu görevi Bernard (“Bernie”) Baruch sağlamıştır. Bernie bir Wall Street spekülatörü olarak Savaş Endüstrisi Kurulu Başkanı E.H. Harriman’ın yakın arkadaşıdır. Sonuçta Wall Street spekülatörü Bernard Baruch kendisi ve 300’ler Komitesi için korkunç kazançlar sağlayacağı savaş araç gereçleri ticaretini arkadaş ve dost çevresi ile ele geçirmiştir. Kansas, Oklahoma ve Missouri’li köy çocuklarının kan deryası savaş alanlarında ölmeleri bunun için midir? Yoksa “Dünyayademokrasi getirmek” için midir?

Bu noktada tüm silah, teçhizat ve mühimmat alımları artık içlerinde Union Pacific Demiryolu firması başkanı Robert S. Lovett, E.H. Harriman’ın özel bankacıları ve Barusch’a asistanlık yapan Clarence Dillon gibi Wall Street spekülatörlerinin eline geçmiştir.

BÖLÜM 13

Wilson Amerika’yı Kandırıyor

Kansas ve Oklahoma gibi eyaletlerin evlatları temiz üniformaları içinde Avrupa’ya ölmeye giderlerken Amerikan vatandaşları ülkelerini savaşa sokan ve savaşı önceden kestirip savaş endüstrisini ele geçiren ahlaksızlara vergileriyle servet kazandırmaktadırlar. Remington silah satışlarını sadece Amerika Birleşik Devletleri’yle sınırlı tutmayıp tüm “Müttefik Güçlerin” en büyük üreticisi olmuştur.

Çarlık Rusya’sı bu firmadan iki milyon tüfek ve binlerce otomatik Colt marka tabanca almıştır. Remington Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nde kullanılan tüfeklerin %69’nu ve hafif silah mühimmatının %50’ni sağlamaktadır. Maalesef arşivlerde yer açmak için savaştaki silah satın alım dosyaları yok edildiklerinden sağlayıcılar hakkında net rakamlar vermek imkânsızdır. Gözünü para bürümüş bu karanlık adamların neden oldukları ve 1 Temmuz 1916 tarihinde cereyan eden Somme Muharebesi gibi korkunç olaylara kafaları hiç takılmamıştır. Beş mil kare önemsiz bir arazinin ele geçirilmesi için verilen bu mücadelede 400.000 İngiliz, 200.000 Fransız ve 400.000 Alman askeri ölmüştür. Askerlerimizi bekleyen bu korkunç vahşetin farkında olan Başkan Wilson kendisine Wall Street bankeri J. P. Morgan tarafından iletilen 300’ler Komitesi emirleri uyarınca devletimizi savaşa sokmuştur. I. Dünya Savaşı sonucunda dünya ülkeleri 10.000.000 kayıp ve 20.000.000 yaralı ile baş başa kalmışlardır.

 

ÖJü

Yaralı

Ingiltere

947,000

2.123. 000

Fransa

1,335, 000

3,044, DDO

Rusya

1,799. 000

4,950. 000

İtalya

400,000

947,000

ABD

115.000

206. 000

Almanya

1,303, 000

4,247, 000

Avusimya-Macarislan

1.200. 000

3,620, 000

Türiuye

325,000

400,000

 

Dünya Savaşı’nın maliyeti 180.500.000.000 dolardır.

(Kaynak: Professor William Langer Coolidge. Professor of History, Emeritus

Harvard University 1952)

Bush ailesi 300’ler Komitesi’ne iki dünya savaşında da hizmet etmiş olup karşılığında baba ve oğul Bush’ları Beyaz Saray’a çıkarmaya hak kazanmıştır. Bush ailesinin en önemli destekçileri John Foster Dulles, Allan Dulles, David Rockefeller ve Madeleine Korbel Albright’ın babası Dr. Josef Korbel’dirler.

Albright üniversitedeyken bir yaz Denver Post Kütüphanesinde staj yapmıştır. Burada tanıştığı müstakbel eşi Joseph Medill Patterson Albright Post için çalışan bir gazetecidir. Joseph’in dedesi Yüzbaşı Joseph Medill New York Times’ın kurucusu, yazarı ve editörü olup ayrıca Chicago Tribune’de büyük sermayedardır.

Joseph Medill’in iki kızından biri olan Kate ünlü gıda ve baharat devi Robert Sanderson McCormick ile evlidir. Ailenin 300’ler Komitesi bağlantısı bir taraftan Colorado kurşun ve gümüş madenlerine yaptığı yatırımlarla tanınan Meyer Guggenheim tarafından sağlanmaktadır. Diğer bağlantı ise Presbiteryen Kilisesi ve Amerikan Dışişlerini Komite adına yöneten John Foster Dulles kanalıyla sağlanmıştır.

Tek oğul olan Simon Guggenheim Colorado senatörü olmuş ve 1939 yılında Simon’un yeğeni Madeline Albright’ın müstakbel kayınvalidesiyle evlenmiştir. Dolayısı ile Wilson’dan itibaren her dışişleri bakanının olduğu gibi Albright da Komite’yle bağlantılıdır. Başkan Wilson’dan başlamak üzere Demokrat veya Cumhuriyetçi her başkan Komite’nin yönetimi altındadır.

Tüm bu Komite etkisi Woodrow Wilson ve siyasetinde görülmektedir. Aslında Wilson yönetiminin “House Yönetimi” diye adlandırılması daha anlamlı olacaktır çünkü başkan uluslararası bankacıları temsil eden Albay Mandel House tarafından yönetilmektedir. House’un talimatlarıyla hareket eden Wilson Amerika Birleşik Devletlerinde üç ölümcül yara açmıştır:

-George Washington’un borçlarımızı ödemek, milli para arzını sağlamak için en güvenli yol olarak belirttiği Gümrük Tarife politikası sosyalist prensiplere dayalı göreceli gelir vergisi sistemine dönüştürülmüştür

-   Merkez Bankası Amerikan Anayasası tarafından yasak olduğu halde Federal Rezerv kurulmuştur.

-   Halkın % 87’sinin muhalefetine rağmen Amerika Birleşik Devletleri I. Dünya Savaşı’na sokulmuştur. Amerikan halkı o tarihten itibaren ekonomik olarak iflas etmiş bir toplum olarak yaşamaktadır.

Roma Kulübü toplantıları değişik isimler altında II. Dünya Savaşı sonrası da devam etmiş olup bu toplantılarda değişik amaçlar için değişik komiteler kurulmuş ve bu kurulan komitelere görevlerini tamamlamaları gereken tarihler verilmiştir. NAFTA ve Başkan Clinton’un geçirdiği Vergi Kanunları böyle projelerdir. Komite proje tarihlerine çok önem verse de bazen gecikmeler kaçınılmaz olmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk Roma Kulübü toplantısı “Roma Kulübü Birliği” adı altında 1969 yılında yapılmıştır. İkinci toplantı 1970 yılında “Riverdale Dini Araştırma Merkezi Toplantısı” adı altında Thomas Burney başkanlığında yapılmıştır. Houston yakınındaki Woodlands’da 1971 yılında yapılan toplantı artık gelenek haline gelmiştir. 1971’deki toplantı sonrası Mitchell Enerji ve Gelişim Firması enerji stratejileri toplantısını Roma Kulübü adına düzenlemiştir. 1972 yılında İtalya’nın Bellagio kentindeki toplantıda Vaiz William Sloane Coffin ve Dışişleri Bakanı Cyrus Vance başkanlığındaki toplantıda Roma Kulübü nüfus planlaması stratejisini ortaya koymuştur.

“Dinler arası diyalog konferansları” aslında tek din altında birleşmeyi hedeflemektedir ve dünya nüfusundaki fazlalığı azaltma konusundaki planlama seanslarından oluşmaktadırlar. Bu toplantıların birinden sonra ortaya çıkan en büyük katliamlardan biri Afrika ülkesi olan Rwanda’da Hutuların rakipleri Tutsiler tarafından soykırıma uğratılmalarıdır.

Eski CIA ajanı William Sloane Coffin Presbiteryen Kilisesi tarafından rahipliğe atanmıştır. Coffin Yale Üniversitesi’ne gitmiş ve eğitim sürecinde okulun rahibi olmuştur. Yale sonrası Rockefeller’in New York’taki Riverside Kilisesi’ne katılmıştır. William Sloan Coffin eşcinselliği destekleyen zengin ve sosyetik bir New York ailesinden gelmektedir. Babası Edmund Coffin tanınmış bir avukattır. William ünlü bir piyanist olan Arthur Rubenstein’in kızı Eva Rubenstein ile evlidir. Aslında William Vietnam Savaş karşıtlığı nedeni ile Roma Kulübü’nün gözünde puan kaybetmiştir ancak sonradan rehabilite edilerek Bellagio Konferansı’nda nüfus kontrol projesi başına geçirilmiştir.

Bu konferanstaki ana tema, fazlalık nüfusun yok edilmesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nin nüfusunun sınırlandırılmasıdır. Bu toplantı sonuçları 1980 yılında Roma Kulübü ile bağlantılı 4.000 sosyal bilimci ve think-tank üyelerinin katıldığı “I. Gelecek İçin Küresel Konferans” ile taçlandırılmıştır.

Gelecek İçin Küresel Konferans kendisi de bu tip bir konferans düzenlemiş olan Beyaz Saray’ca desteklenmiştir. Beyaz Saray’ın konferansı “1980’ler İçin Beyaz Saray Komisyon Toplantısı” adını taşımakta olup amacı Roma Kulübü kararlarını “Amerikan Gelecek Politikaları Rehberi” adında yayımlamaktır. Komisyon bildirisi “Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi endüstriyel çağdan çıkmaktadır” diyecek kadar ileri gitmiştir. Bu sözler âdeta Sir Peter Vickers Hall ve Zbigniew Brzezinski’nin sözlerinin yankıları gibidirler. İşte bu olay bile Amerikan iç ve dış siyasetinin nasıl 300’ler Komitesi’nce kontrol edildiğini göstermektedir.1981 yılında söylediğim gibi biz halk olarak kandırılmış, sosyal, ekonomik ve siyasi olarak Roma Kulübü planlarına teslim olmuşuzdur. Roma Kulübü ise 300’ler Komitesi’nin yönetimi altındadır. 300’ler Komitesi kararlarının uygulamasında Roma Kulübü büyük rol oynamaktadır.

Amerikan halkının bilmediği 300’ler Komitesi tarafından gizlice yönetildiğidir. Her şey Amerikan halkının aleyhine işlemektedir. Var olmak için bu boyunduruktan kurtulmamız gerekmektedir.

Calvin Coolidge’ın başkanlık yarışından itibaren Komite siyasi partilerin tümüne ve hükümete ajanlarını sokmayı başarmıştır. Dolayısı ile hangi partinin seçimi kazandığı önemli değildir. Örneğin Teddy Roosevelt zamanından itibaren tüm başkan adayları Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kontrolü altında çalışan Dış İlişkiler Konseyi tarafından seçilmektedir. Amerika’yı II. Dünya Savaşı’na zorla sokarak Anglo-Amerikan vatandaşların hayatlarını karartan Woodrow Wilson, Albay House, Baruch, Prescott Bush ve 300’ler Komitesi üyesi Amerikalı elitist kesimi daha önce tanıdık. Bu gruplar ve 300’ler Komitesi’nce desteklenen Wilson Bob Follette ve Gerald Nye gibi sağduyulu senatörlerin tüm muhalefetlerini göz ardı etmiştir. 1934 yılında senatör Nye Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na giriş nedenlerini araştırmak için komisyon kurulmasını istemiş ve savaş çığırtkanlarını “Ölüm Tacirleri” diye nitelendirmiştir. Ancak Nye’ın bu girişimi başarılı olmamıştır.

Beş yıl süren başarısız komisyon sorgulamaları sonrası 1939 yılında aynı hainler dünyada yeni bir ölüm süreci başlatmışlardır. Amerikan halkı yine kandırılıp tuzağa düşürülmüş ve evlatlarını kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir savaşta ölüme yollar hale getirilmiştir. İşin ilginç tarafı Amerika havadan ve karadan tehdit altında değildir. Kendi anavatanlarını korumak dışında Amerika’yı savaşa sokan ne olabilir?

Tanınmış yargıçlardan Hannis Taylor sert muhalefet yaparak Senato’ya başvurmuş ve Wilson’un askeri güç kullanımında hiçbir yetkisi olmadığını savunmuştur. Ancak Taylor’un sözleri tüm anayasal dayanağına rağmen sağır kulaklarca duyulmamıştır.

Tavistock Enstitüsü tarafınca beyni yıkanan Amerikan halkı veya Kongre dahil hiçbir organizasyon askerlerimizin yurtdışındaki savaşlara gönderilmelerine seslerini çıkaramamışlardır. Amerika artık ulusal marşını bile okuyacak halde değildir.

Geniş seyirci kitlelerine hitap eden sporlar ve kendisine sağlanan sahte “rahat” yaşam içinde Amerikan halkı ölüm öncesi ortaya çıkan yüksek ateşin yarattığı bir sersemliğe benzer bir duruma girmiştir. Büyük vatansever Hannis Taylor’un öngörüsü doğru çıkmıştır. Yani Cumhuriyetimizin hayatı sonlandırılmıştır.

Bir de seçilme korkusu olmayan yani Komitece atanmış Douglas Dillon gibi adamlar vardır. Halk tarafından seçilmiş hükümetlerin siyasetlerini değiştirmenin en kolay yolu atanmışları kullanmaktır. John Foster Dulles ve kardeşi Allen 300’ler Komitesi’nin kontrol yöntemlerine başka birer örnektirler. Bu kardeşler Komitenin adamları olarak Dışişleri Bakanlığı’nı 1953-1960 arası yönetmişlerdir. Bu kardeşler İlluminati üyesi Dillon’u Hazine Bakanlığı’na getiren kişilerdir.

John Foster Dulles Amerikan Devleti içinde uzun süredir güçlü olan Presbiteryenlerden gelmektedir. Hatırlanacağı gibi East India ve British East India Co. yöneticilerinin önemli bir kısmı siyasi olarak sol görüşü benimsemiş Presbiteryen Kilisesi mensuplarıdır. John Foster Dulles Rockefeller Vakıflarınca finanse edilen ünlü Pasifik İlişkileri Enstitüsü üyesidir. Laurence Rockefeller ise Banff’ta 1933 yılında yapılan görüşmede Amerikan delegasyonunun sekreterliğini yapmaktadır.

1944 yılında Dulles Breton Woods Konferansı’na Amerikan delegesi olarak katılır. Kendisi Rockefeller-Standard grubunca kontrol edilen bir İlluminati üyesidir. “Irk ayrımına karşı hareket”in başlamasından en az yirmi yıl önceden beri Dulles Presbiteryen Kilisesi’nin de parçası olduğu Federal Kiliseler Kurulunu Tek Dünya Devleti temelinde değiştirmeye çalışmaktadır. John Foster Dulles 300’ler Komitesi’nce Birleşmiş Milletleri Amerikan toprakları üzerinde kurmak için görevlendirilmiştir. Dulles gençlik yıllarından beri enternasyonalist akımlar içindedir. Anne tarafından dedesi John Watson Foster Başkan Benjamin Harrison kabinesinde Dışişleri Bakanlığı yaparken amcası Robert Lansing Amerika Birleşik Devletleri’ni kandırarak I. Dünya Savaşı’na sokma tezgâhında başkan Wilson’un Dışişleri Bakanı’dır. Dulles’in Presbiteryen inancı rahip olan babası Allen Macy Dulles ve Presbiteryen misyoneri olan büyükbabası John Welsh Dulles’tan gelmektedir. John Foster’in üniversite olarak Princeton’u seçmesi bu okulun Presbiteryen bir kurum olmasından ve Woodrow Wilson’un bu okulda ders vermesinden kaynaklanmaktadır. Mezuniyet sonrası John ve kardeşi Allen 300’ler Komitesi’nin prestijli hukuk bürosu olan Sullivan & Cromwell tarafından işe alınmışlardır. İkili burada iş yaşamları ülke sınırlarını aşan ve döviz kuru dalgalanmaları karşısında ortaya çıkacak yasal değişikliklere karşı korunması gereken pek çok ünlü işadamıyla tanışırlar. Kardeşlerin bu firmada kazandıkları deneyimler daha sonra federal yasalar haline geleceklerdir. John Foster güneyde Presbiteryen Kilisesi’nde faaliyetlerini devam ettirmiş ve özellikle Alabama Tuscaloosa’daki Stillman College ile ilgilenmiştir. Bu okul 1861 Amerikan İç Savaşı sonrası Kuzeyden gelen yardımlarla zenci Presbiteryen rahipler yetiştirmek için açılmıştır.

Bu okulun finansörlerinden biri William Rockefeller ve John D. Rockefeller ile birlikte National City Bank’ın sahibi olan James Stillman’dır. Bu okula benzer başka bir kurum ise Charlotte, North Carolina’da yer alan Johnson C. Smith Üniversitesi’dir. Woodrow Wilson’un 1918 yılında Versay Barış görüşmelerinde hukuk danışmanı olarak kendi gibi Presbiteryen olan John Foster Dulles ataması sürpriz değildir. Wilson ve Dulles politik kariyerlerinin başında uluslararası sosyalizm hayranı olmuş kişilerdir. Paris dönüşü John Foster Dulles tüm dikkatini Federal Kiliseler Kuruluna odaklamış ve tüm etkisini güneydeki okullardan mezun olan zencilerin Amerika ve yabancı ülkelerdeki hükümetlerde görev almaları için kullanmıştır. Dulles Federal Kiliseler Kurulu Komisyonu başkanı olarak amacını daha da ilerilere taşımıştır. 300’ler Komitesi’nce planlanarak İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nce desteklenen Komünist Afrika Milli Konseyi (ANC) Devrimi’nde Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyaz yönetime karşı Rahip Alan Boesak ve Rahip Desmond Tutu ajitatörler olarak önemli rol oynamışlardır. Bu adamlar tüm dünyayı dolaşarak ve özellikle Amerika’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyaz yönetimi devirecek Mandela ihtilalı için destek aramışlardır. Ancak John Foster Dulles’in Komite için gerçekleştirdiği en önemli görev 1945 yılında delege olarak katıldığı San Francisco Birleşmiş Milletler Konferansı’ndaki performansıdır. John Foster Dulles’in Amerika’da Birleşmiş Milletleri yasal hale getirme başarısını görmek için 1945-1946 Kongre tutanaklarını okumanız gerekir. Bu korkunç bir vatan hainliğidir. Dulles’in ikinci önemli başarısı ise bu konudaki Senato görüşmelerini üç günle sınırlı kılmasıdır. Bu süre senatörlerin kendilerine empoze edilen durum hakkındaki belgelerin dörtte birini bile okumalarına yetmeyecek kadar kısadır.

Dulles tarafından hızlı karar almaya zorlanan Senato Amerikan Anayasasını ihlal ederek suç işlemiştir. Amerikan Anayasası tüm kanun taslaklarının anayasaya uygunlukları konusunda Temsilciler Meclisi ve Senatoda tartışılmaları gerektiğini söylemektedir. Ancak bu böyle olmamıştır.

Joseph Medill Patterson Albright ailesi ve Eugene Meyer’in yatırım firması Cromwell & Sullivan hukuk bürosunun müşterileridir. Ve John Foster Dulles’un bir davayı almadan önce müşteri hakkında her şeyi bilmek istediği bilinir. Bu şekilde Dulles Albright ve karısı Madeline Korbel Albright hakkında her şeyi öğrenir. Komite’nin ajanları aracılığı ile Amerika’da seçilmiş ve atanmışları nasıl kontrol aldığı düşünüldüğünde kendisi de 300’ler Komitesi’nce seçilmiş olan başkan Clinton’ın neden Dışişleri Bakanı olarak Madeline Albright’ı seçtiği daha kolay anlaşılacaktır. Özellikle 1980 seçimlerinde Amerika’daki her önemli pozisyona gelecek adaylar Dış İlişkiler Kurulunca (CFR) seçilmişlerdir. Bu kurul da zaten 300’ler Komitesi’nin Amerika şubesidir. Aday seçimleri yıllık yapılan Bohemya Kulübü toplantısında gerçekleşmiştir. Böylece hainler için başkanlık yarışını kimin kazanacağının önemi kalmamıştır. Heritage Foundation gibi Truva atlarıyla Amerika’daki önemli siyasi görevlere gelecek kişileri 1960’lardan beri Dış İlişkiler Kurulu ve NATO-Roma Kulübü belirlemektedir. Böylece tüm siyasi kararlar 300’ler Komitesi onayını taşımaktadırlar.

John Foster Dulles’ün asıl amacı Kongreyi “küresel ekonomiye” olan ihtiyaca inandırmaktır. Bu “küresel ekonomi” kavramı 1960 yılında İsviçre’nin Cenevre şehrinde imzalanan Ticaret ve Gümrük Tarifeleri Hakkındaki Genel Anlaşma (GATT) ile ortaya çıkmıştır. İşte bu kritik noktada Wall Street bankeri olan Dillon Başkan Wilson tarafından geçirilen “Gümrük Tarifeleri Karşıtı” yasalarda son düzenlemeleri yapmıştır. Bu yasalar sonucunda Amerikan ticaret ve endüstrisi büyük yara almıştır. 1960-1962 GATT görüşmeleri “Dillon Süreci” olarak bilinir.”

BÖLÜM 14

Seçimler hep aynı rotayı izler

1981 ve 1989 seçimleri en açık ve utanmaz biçimde eski rotayı izlemişlerdir. Dış İlişkiler Kurulu gizli liderlerinden Henry Kissinger’ın kuklası Dışişleri Bakanı George Schultz Komite için mükemmel adaydır. Ayrıca Schultz’un 300’ler Komitesi’nin ünlü firması Bechtel’deki pozisyonu onun Kissinger ile bağlantısını örtmektedir. Tüm bunların dışında Schultz önemli görevler için adayların seçildiği Bohemya Kulübü üyesidir. Tüm bunlar 300’ler Komitesi’nin son 47 yıldır Amerikan halkı tarafından fark edilmeyen gizli bir savaş götürdüğünü göstermektedir. Tavistock İngilizcesiyle: “Bir şey olarak algılanmayan şey hiç algılanmamış demektir.”

Biz fark etmeden sistematik şekilde beyinleri yıkanmış insanlarız. Tavistock Enstitüsü daha önce Almanya’da uyguladığı düşük yoğunluklu savaş tekniğini şimdi Amerika’ya taşımıştır. Buna karşı durmanın yolu hainleri ve organizasyonlarını ortaya çıkartmaktır. Bizim kaybedildikten sonra bir daha kazanamayacağımız kıymetli tarihi geleneğimizi koruyacak stratejileri geliştirecek insanlara ihtiyacımız vardır. Hainlerin yöntemlerini öğrenmemiz, onlar üstünde uzmanlaşmamız ve bu yöntemleri hainlere karşı kullanmamız da gerekmektedir. Ancak böyle güçlü bir program Amerika’nın cumhuriyet tarzı yönetimini yıkmaya çalışan çabaları durdurabilir.

Bazı kişilerin küresel bir komplonun olduğuna inanmamalarının nedeni pek çok yazarın bu konuyu istismar etmiş olmalarıdır. Bazıları ise küresel bir komplonun tek bir organizasyonun işi olacağına inanmamaktadırlar. Kompleks ve karmaşık Amerikan bürokrasisini gören bu kişiler: “Özel veya tüzel kişilerin devletin bu karmaşık sistemini kontrol ettiğine nasıl inanalım?” demektedirler. Ancak bu görüşte yapılan hata devleti yöneten hükümetlerin de komplonun araçları olduklarını unutmaktır. Bazı kişiler ise küresel komplo hakkında elle tutulur deliller istemektedirler. Bu komplo hakkında elle tutulur kanıt bulmak zor olsa bile imkânsız değildir. Örneğin Bush ailesinin medya kuruluşlarıyla özellikle de Columbia Broadcasting System (CBS) ile olan ilişkileri sonrası yükselişini düşünün. Prescott Bush (1895-1972) Komite’nin pek çok yatırım bankasının ortağıdır. En büyük ortaklığı ise Brown Brothers, Harriman firmasındadır.

Bu ilişkiler 1916 yılında Prescott Bush Averill Harriman’ın küçük kardeşi Roland Harriman’la birlikte Yale Üniversitesi’ndeki Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne girmesiyle başlamıştır.

Roland’ın babası Edward H. Harriman (1848-1909) 1898 yılında William Rockefeller tarafından sağlanan ve 300’ler Komitesi’nin parçaları olan Jacob Schiff, Felix Warburg ve Otto Khan tarafından desteklenen büyük finansman sayesinde Pasifik Demiryolu İşletmelerinden büyük bir servet edinmiştir. William Standard Oil firması kurucusu John D. Rockefeller’in kardeşidir. Rockefeller ailesi National City Bank ve James Stillman Bank isimli kuramların büyük sermayedarlarıdır. Harriman Kuhn Loeb yatırım firması aracılığında yapılan Union Pacifik Demiryolu hisse senedi sahtekârlığından da büyük gelir elde etmiştir.

Bush ailesi Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyelerine ayrılan dünyadaki düşük düzeyli siyasi ve finansal güç çemberine dahil edilmiştir. Bush ailesinin diğer bağlantısı olan ve G. H. W. Bush’un petrol firmasına yatırım yapan Eugene Meyer’i daha önce tanımıştık. Meyer Brown Brothers isimli kurumun müşterisidir. Prescott Bush’un oğlu George Herbert Walker Bush Yale Üniversitesi’ndeki Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne 1948 yılında kabul edilmiştir. Böylece Bush ailesi Çin afyon ticaretinden milyonlar kazanan ailelerin mirasçılarından oluşan “Doğu Liberal Oluşumu”na kabul edilmiştir. Prescott, babası kendisine servet ve güç sağlayacak olan Dorothy Walker ile evlenmiştir. Columbus, Ohio’lu olan Prescott önce aynı yerdeki Douglas School Columbus’a sonra da Rhode Island Newport’ta bulunan St. George School’a devam etmiştir. Prescott 1913 yılında Yale Üniversitesi’nde W. Averill Harriman’nın kardeşi E. Roland “Bunny” Harriman’la tanışarak turnayı gözünden vurmuştur.

Kayıtlara geçmesi açısından bilinmelidir ki 300’ler Komitesi üyelikleri sayesinde Harriman ailesi Prescott Bush’u dünya para, siyaset ve prestij sahnesine çıkartmış olup Prescott’un oğlu George Herbert Walker Bush’a da Oval Ofis yolunu açmıştır. Peki, bu nasıl gerçekleşmiştir? Bu Yale Üniversitesi 1900 yılı mezunu Percy Rockefeller ve 1913 mezunu Averill Harriman’ın 1917 yılı mezunları içinde Wall Street’e taşıyabilecekleri özellikle de 300’ler Komitesi’nin önemli bankacılık kurumu olan Brown Brothers, Harriman’a alabilecekleri adayları inceledikleri süreçte gerçekleşmiştir.

Babasından öğrendiği verilen emirleri köle gibi sorgulamadan uygulama alışkanlığı yüzünden eski başkan George Bush Margaret Thatcher’den aldığı emirler uyarınca Körfez Savaşı’nı başlatmıştır. Fakat Bush yeni İngiliz Başbakanı John Major tarafından kendisine iletilen ve sevmediği bir kişi olan Bhutros Ghalli’nin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne getirilmesini içeren 300’ler Komitesi emri karşısında zorda kalmıştır.

Okuyucu şöyle diyebilir: “Bana ne bu tarihi olaylardan? Ben zaten oy bile vermiyorum.” Amerikan halkındaki bu yaklaşım kriz üstüne kriz yaşayan insanlarda görülen karar vermekten bıkkınlık davranışıdır. Yani Amerikan halkı bu şekilde davranmaya koşullandırılmıştır. Tavistock terminolojisinde buna “Uyumsuz Davranış” denmektedir.

47 yıldır kendine uygulanan düşük yoğunluklu psikolojik savaş nedeni ile Amerikan halkı kafası karışık ve şok halindedir. Bunun nasıl ortaya çıktığı ve ne kadar sürdüğü Bernard Levin’in kitaplarında açıklanmaktadır ancak kaç kişi akademik kitap okumak ister? Biz tam koşullandığımız şekilde davranmaktayız. Demoralize olmuş ve kafası karışık bir kişinin aniden ortaya çıkarak kendisine her problemi çözebileceğini ve toplumu herkesin işinin olduğu, mutlu ailelerin olacağı bir düzene kavuşturacağını iddia eden bir insana inanması çok kolaydır. Dolayısı ile ileride ne olacağı belli olan diktatör halk tarafından çabucak kucaklanır.

George Herbert Walker Bush bu kapsamda akla gelen isimlerdendir. 300’ler Komitesi’ne Averill Harriman, Bernard Baruch ve Rockefeller firmalarında hizmet eden babası sayesinde 1988 seçimlerinde George Herbert Walker Bush en uygun aday olarak görülmüştür. Burada Amerikan halkının bilmediği Harriman fraksiyonunun Amerikan Milli Güvenliği’ni ele geçirmesinden sonra G. H. W. Bush’un seçimlere katıldığıdır.

Bush II. Dünya Savaşı sonrası İngilizlerce kurulan ve yarattığı sonuçlar itibarı ile Amerikan ve dünya halklarını derinden etkileyen CIA kurumunun başına getirilir. Bush’u CIA’nın başına geçirerek 300’ler Komitesi kendisine diktatörlüğün zevkini tatmasını sağlamaktadır. Pek çok uygun aday arasından Bush nasıl bu göreve seçilmiştir?

Bu soruya yanıt Bush’un Doğu Liberalleri Oluşumu’nun prestijli okulu Yale Üniversitesi’ne kayıt olmasında yatmaktadır. Bu okulun ünlü mezunları arasında Harriman, Rockefeller, Dulles ve Prescott Bush bulunmaktadır. Bu adamlar ortak iki özelliği Protestan ve Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne üye olmalarıdır.

Hıristiyan olarak görülmekle beraber Yale Satanist Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bu cemiyete Prescott Bush 1916 yılında girmiştir. (“Herbie Amca” ise 1927’de cemiyete katılmıştır.) George Herbert Walker Jr Yeğeni konusunda çok ilgili bir insandır. Herbie Amca yeğeninin Texas petrol piyasasına girişini ve onun başarılı bir iş adamı olmasını sağlayan esas güçtür.

Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyeliği sır olarak saklansa da bugün pek çok üyesinin Amerika’yı yöneten dünya para, güç odakları içinde yer aldıkları bilinmektedir.

Aynı gruptaki ailelerin üyeleri I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Kore, Vietnam, Irak, Yugoslavya Savaşlarını başlatan ve Amerika’yı yöneten kişilerdir. Dört yıl boyunca Irak’ta kazanamayacağı bir savaşın bataklığına saplanan Amerika için şu soru sorulabilir: Amerika’daki zeki insanlar nasıl böyle uzun bir süre kandırılabilirler?

Bu sorunun yanıtını kitabım, Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü:Amerika’nın Ahlaki Manevi, Kültürel, Politik ve Ekonomik Çöküşü’nde bulabilirsiniz.

BÖLÜM 15

Jüpiter Adası’nın Sırları

Pek az kişi Jüpiter Adası’nın önemini bilir. Florida eyaletinin Atlas Okyanusu kıyısında Palm Beach’in birkaç mil ötesindeki bu ada dokuz mil kare büyüklüğünde olup Anglo-Amerikan ünlülere ev sahipliği yapar. Çoğunluk ada sakininin istihbarat servisleriyle bağlantıları olup, pek çoğu Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kurulu bulunan satanist Mason Locası Kafatası ve Kemikler Cemiyeti üyesidirler. Ada sakinlerinden Averill Harriman ve Prescott Bush gibi kimselerin II. Dünya Savaşı öncesi Hitler ve Nasyonal Sosyalist Parti destekçileri oldukları bilinmektedir.

Zamanının çoğunu Jüpiter Adası’nda geçiren baba George Bush’un adresini hâlâ neden Connecticut’ta gösterdiği merak konusudur. Jüpiter Adası Birinci Dünya Savaşı sonrası 300’ler Komitesi hizmetkârlarının İngiliz direktifleriyle Amerikan devletini yeniden şekillendirdikleri, anayasamıza aykırı olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni “cumhuriyet” yönetiminden uzaklaştırmayı planladıkları yerdir. Komplocular hiyerarşisinde Kafatası ve Kemikler Cemiyeti’nin üyelerinin yeri önemli olup bu adamlar Amerikan istihbarat örgütlerini İngiliz modeli içinde yeniden tasarlayarak Amerikan istihbaratını Kongre yerine kendilerine bağlamışlardır. Bush zaman zaman Maine, Massachusetts, Connecticut ve Texas’ı ikâmet adresi olarak gösterir. Ama neden yetişkin yaşamının büyük bölümünü geçirdiği Florida Jüpiter Adası’nı unutur? Bu acaba Jüpiter Adası’nın 300’ler Komitesi Amerikan şubesinin merkezi olduğundan mıdır? Ada İngiliz firması Brown Brothers’ın W. A. Harriman firmasıyla birleşmesi sonrası güvenlikli bir kale haline getirilmiştir. Brown Brothers &Co. Amerikan iç ve dış siyasetinde önemli bir oyuncudur.

Âdeta bir güvenlik kompleksine çevrilen adada sakinlerin çoğunluğunun 300’ler Komitesi üyesi olduğu herkesten saklanan bir sırdır. Bush ailesinin Texaslı oldukları ve Texas’da petrol işi ile uğraştıkları imajı yalandan uydurulmuştur. Amerika’yı II. Dünya Savaşı’na sokan Pearl Harbor baskınından on yıl önce 300’ler Komitesi’nin önemli firmalarından Brown Brothers ile kendi firmasını birleştirdikten sonra Averill Harriman gizli operasyonlarının üssünü Jüpiter Adası’nda kurmuştur. Harriman Jüpiter Adası’ndan Amerika güvenlik sistemini kontrolü altına almıştır. Adayı üs olarak kullanmak komplocuların Pearl Harbor sürprizinin kamuoyundan saklamalarını sağlamıştır.

Bush ailesi de diğer elit Jüpiter Adası sakinleriyle ortak özelliklere sahiptir. Örneğin baba ve amcanın iş ortakları ve arkadaşları arasında Çin afyon ticaretinden servet edinmiş Mellon ailesinden Paul Mellon vardır. Mellon ailesiyle Harrimanlar Middleburg, Virginia’dan komşudurlar. Adadaki diğer elitler arasında Başkan Wilson’u “Gümrük tarifeleri karşıtı kanunu” çıkarmaya zorlayan C. Douglas Dillon, Carl Tucker, Robert Lovett, Gordon Gray ve Prudential Sigorta Şirketi Başkanı olarak İngiltere’deki tüm önemli kişiler ve Tavistock ile yakın ilişkiler içinde bulunan Nicholas Brady gibi kimseler vardır. Alman endüstrisinin II. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek bahanesiyle yerle bir edilmesi projesini Tavistock Enstitüsü ile birlikte Prudential Sigorta Şirketi hazırlamıştır.

Pek çok Amerikan gizli operasyonunun Jüpiter Adası’nda planlandığı ve uygulandığını sanılmaktadır. Bu operasyonlardan birisi General Douglas McArthur’un Japonya modelinden etkilenerek 300’ler Komitesi’yle yollarını ayırmaya çalışan James Forrestal’a yapılmıştır. Forrestal uzun süre Wall Street yatırım bankası Dillon, Read firmasında üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra Donanma Bakanlığı’na atanmıştır. Forrestal Harriman’ın, Stalin’le yakın dostluğu, Sovyetler Birliği’nin silahlandırılması ve bu ülkenin desteklenmesi konusundaki fikirlerine karşı çıkana kadar Wall Street ve 300’ler Komitesi’nin gözdesidir. Donanma Bakanlığı görevindeki beş yıl içinde Forrester Amerikan- Sovyet anlaşmalarına karşı çıktığı gibi konu hakkındaki bilgileri Temsilciler Meclisi ve Senato üyeleriyle de paylaşmaya başlamıştır. Bu gelişmeler en sonunda 1949 yılında krize dönüşür ve Harriman ile Hobe Sound Forrestal’ı bakanlıktan indirmeye karar verirler. 28 Mart 1949 tarihinde Forrester ofisinden zorla çıkarılarak bir uçakla Jüpiter Adası’na getirilir. Burada kendisini silahlı kuvvetlerde çalışan ve Robert Lovett’e sadık psikiyatrisiler beklemektedirler. Forrester’a 300’ler Komitesi’nin uzun vadeli stratejilerini kabul etmesi için Rawlings Reese psikiyatrik yöntemi uygulanır. Ancak Forrester direnmektedir dolayısı ile kendisi ağır iş koşullarından dolayı “ruhen yorgun düşmüş” denilerek Washington’daki Walter Reed Silahlı Kuvvetler Psikiyatri hastanesine yatırılır. Jüpiter Adası’nda başlanan ensülin şok tedavisine burada devam edilir.

Tarihi Stalin görüşmesinde, Harrison’a Moskova’da danışmanlık eden Forrestal’ın oğlu, babası hakkındaki tüm resmi açıklamaları reddetmektedir. Oğlunun ısrarcı tutumu karşısında karısı ve çocuklarının Forrestal’i ziyaret etmelerine izin verilir. Ancak Forrestal aklını yitirmiştir.

Eski 300’ler Komitesi üyesi ailesine olan biteni anlatmaya kalktığında psikiyatrisiler kendisinin halüsinasyon gördüğünü söylemektedirler. Forrestal’ın sonu ailesinin kendisine oynanan korkunç oyunu ortaya çıkarmasına an meselesi kala gelir. Bir aile ziyareti sonrası Forrestal’ın günlükleri zorla elinden alınır ve Harriman uzmanlarınca %80’i tekrar yazılır.

22 Mayıs tarihinde Walter Reed Hastanesi yazılı bir açıklamayla James Forrestal’ın aile ziyareti sonrası geçirdiği ağır depresyon sonucu kendini hastanenin on altıncı katından atarak intihar ettiğini duyurur. Psikiyatr Walter Reid savcılıkça hiçbir kovuşturma başlamadan olayın intihar olduğunu deklare etmiştir. Otopsi sonu “Çok Gizli” olarak dosyalanır. Hükümet sansürü Forrestal’ın ölümünü perdelemiştir. Yıllar sonra ağır ilaç tedavisi altında olduğu halde Forrestal’in son aile ziyaretinde Kore Savaşı’ndaki Harriman-Dean Acheson planlarını neredeyse açığa vurduğu açıklanır. Kanıt olmamakla beraber Kore hadisesindeki durum bu açıklamayı desteklemektedir. Çünkü Forrerstal’ın intihardan iki yıl sonra Dışişleri Bakanı Dean Acheson dünyaya artık Amerika’nın Güney Kore’yi korumayacağını duyurmuştur. Haziran 1950’de Kuzey Kore, Güney’i işgal eder.

Pek çok kere belirttiğim gibi Beyaz Saray’da temsil edilen politik partinin önemi yoktur ve Amerika’nın dış siyaseti 300’ler Komitesi denen komplocular hiyerarşisi tarafından belirlenir. Bu değişmez bir kuraldır. Örneğin Averill Harriman Başkan Truman’a milli güvenlik danışmanı olarak atanması tesadüf değildir.

Bu beklenmeyen atama Harriman’ın 1950-1953 döneminde tüm güvenlik sistemini kontrolü altına almasını sağlamıştır. Dulles kardeşler, avukatları ve iş ortaklarının teşvikiyle Harriman Amerikan halkı üzerinde Rawling Reese psikoloji modeli gizli bir beyin yıkma kampanyası başlatmıştır.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to