Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARI



28-29 Ocak 1921 'i Unutma

SUNUŞ

Türkiye devrimci hareketinin seçkin önderlerinden Mustafa Suphi’nin mücadeleli yaşamı ve kavga arka­daşlarıyla birlikte Karadeniz'de katledilmesi, Türkiye tarihinin en karanlık bırakılmış safhalarından biridir.

Bu konuya ışık tutan ilk belgesel eser, 1923 yı­lında, Mustafa Suphi'nin hayatta kalan yoldaşları tara­fından yazılarak Moskova’da:

Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz

28? 29 KANUNUSANİ 1921

Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri

adı altında yayınlanmıştır. Arap harfleriyle dizilmiş bulunan kitap, Moskova’da Lenin Kütüphanesi’nde 3v 15-11 -134 dizi numarasıyla kayıtlıdır.

Bu önemli eser, 41 yıl sonra İnfo-Türk Ajansı tara­fından başka belgelerle de zenginleştirilerek 1974-75 yıllarında Belçika'da yayınlanmıştır. KİTAP

Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz

28-29 KANUNUSANİ 1921

Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi Ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri

"28-29 KANUNUSANİ 1921" ADLİ KİTABIN KAPAĞI
(Kitap hakkında gerekli bilgi arka sayfadadır)

Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz 28-29 KANUNUSANİ 1921 Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi Ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri (1923 yılında Moskova'da "Kızıl şark" Matbaa­sında basılmıştır, renin Kütüphanesi ’nde, 3v 15-11-134 dizi numarasıyla kayıtlıdır)

BAŞLARKEN

«1921 yılının 28-29 Kanunusanisinde 15 Türk komünistini Türkiye burjuvazisi Karadeniz’de boğdu. Tarih sınıfı mücadelesi tarihidir.

Yoldaş!

Türk proletaryasının ilk şuurlu 15 ölüsünü unutma!

Bu küçücük kitap sana onların içlerinden birinin hayatını ve fikirlerini anlatacaktır.

Mustafa Suphi, bilhassa son senelerinde bütün ateşiyle proletaryanın kurtuluşuna vakfınefs etmiş sağlam bir kafa îdi. Bir komünist idi.

Onun fikirleri senin İçin istifadelidir. Onun hayatı senin için bir tecrübedir.

Mustafa Suphi ismi, sana son nefeslerini tam bir komünist gibi veren 15 ölüyü hatırlatsın. Ve her sene­nin 28-29 Kanunusani'sinde bu kitabı yoldaşlarınla be­raber oku.

Yoldaş! Biz sana Trabzon önünde parçalanıp Ka­radeniz’e atılan 15 arkadaşı birer birer tanıtmak ister­dik; fakat onları öldürenler, onların yadigârlarını da, eserlerini de beraberlerinde ypkettiler.

Sınıf mücadelesi aynı zamanda mefkure mücade­lesidir. Fakat biz bundan açıklanmıyoruz.

Yoldaş! Bu 15 Ölü bizim için nihayet 15 isimsiz komünisttir; ve sen bu isimsiz Ölüleri dünyanın her dağında, her köşesinde, her denizinde bulursun! Bu isimsiz ölülerin isimleri, cisimleri, renkleri ve dilleri bizim için hiçtir. Biz her yaşayan işçi kadar, her ölen komünisti de farksız tanıyoruz. Çünkü biz ayrılıksız, sı­nıfsız bir cemiyet yaratmak istiyoruz.

Yoldaş! İnkılâp uğrunda ölülerimiz arttıkça safla­rımızı sıklaştıralım.

Yaşasm genç, müteşekkil, muktedir proleter kit­leleri!

Yaşasın Komünist Fırkası!

Biz Suphi'nin yürüdüğü yoldan yürüyoruz.

28-29 Kanunusani 1921 tarihi, Türkiye proletar­yasının acıklı ve matemengiz bir günüdür.

Yarın biz İstanbul'u Türkiye proleterinin kızıl pa­yitahtı yapacağız!

TAHRİR HEYETİ

1. Bölüm

MUSTAFA SUPHİ

• MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞINN TERCÜME! HALİ VE SİYASİ ŞAHSİYETİ HAKKINDA MUHTASAR MALUMAT

Türkiye Komünist Teşkilâtı’nın en kıymettar, en faal birinci âmili olan Mustafa Suphi Yoldaş’ın ziyaı ebedisi, Türkiye amele ve köylüsü için cüda matemengiz bir vakıai müessifedir.

Lâkin ahenîn bir mefkure ile onun takip ettiği yol­da, devasa adımlarla ilerlemek için İlmen hazırlanmakta olan faizler, katiyyen meyus ve müteessir değiliz, bi­lakis kendimizde daha yüksek bir metanet buluyoruz.

Mustafa Suphi Yoldaş kimdi?

Mustafa Suphi Yoldaş, 1883 senesinde Trabzon Vilâyeti’ne tabi Giresun Kazası’nda doğmuştur.

Elan berhayat olan pederi valiliklerde bulunmuş Ali Rıza Bey’dir. Validesi Samsun Sancağı Belediye Reisi Esbakı Halil Hilmi Efendî’nin kerimesi Memnune Hanım’dır. Pederinin memuriyeti dolayısıyla tahsili iptidaiyesinî Kudüs ve Şam’da ikmal etmiştir.

Tahsili idadisini Erzurum'da, tahsili âlisini İstan­bul Mektebi Hukuk'ta itmam ile tevsii malumat için devri sabıkta Avrupa’ya giderek Paris Ulumu Siyasiye Mektebi'nde ikmal etmiştir.

Paris'te Ulumu Siyasiye Mektebi’ni ikmalden son­ra şahadetname almak için tertibi meşrutu (tez) «Tür­kiye İtibarı Zirai Teşkilâtı’nın Hal ve İstikbali» mevzuu üzerinde ilmi bir surette tetkik ederek takdim eyledi­ğinden, tez jüri heyetince mazharı kabul olmuştur. Hat­ta mezkûr tez 1911 senesinde Fransa’nın «Cenup İtiba­rı Zirai» Kongresi’nce nazarı dikkat ve mülahazaya alın­mış ve muahharen Roma Beynelmilel Enstitüsü celse­sinde kıraat ve risalei muvakkateye dercedilmiştir.

Siyasi Şahsiyeti

Yoldaş Avrupa’da tahsilde bulunduğu müddetçe Tanin muhabirliğini İfa ediyor, hem de Paris’in amele teşkilâtları, sendikaları, vs.'yi tetkik ederek inkılâpçı bir genç, malumatlı bir sosyolog olarak hatırlanıyordu.

1908 İnkılâbından sonra Türkiye’ye avdet eden yoldaşımız, Tanin, Serveti Fünun ve Hak gazetelerine muaveneti tahririyede bulunmuş, son zamanlarda Tica­ret Mektebi Âlisi’nde «Malumatı Hukukiye», Darülmuallimini Âliye ve Mektebi Sultani’de «ilmi iktisat» ho­calığı yapmıştır.

Sorbonne Darülfünunu Profesörü Bugle’nin «İlmî İçtimaî Nedir» isimli kitabını tercüme ve Vazifei Te­meddün ismindeki kitabı da telif eylemiştir.

1912'de «Millî Meşrutiyetperver Fırkasını tesis maksadıyla İfham Gazetesi'ni çıkarmaya başlamıştır ki, bu tarih İttihatçılar ile mücadelesinin başlangıcıdır.

1913 senesinde İstanbul’da Mahmut Şevket Paşa­nın katli meselesinden sonra en yakın dostu olan rerit Beyle” Sinop’a nefyedilmiştı. Sinop’tan kayıkla firar ederek Rusya’ya geldi. Harp zamanında düveli muhasıma tebası addedilerek Çar Hükümeti tarafından Kaluga Vilâyeti'ne nefyedilmiştir. Suphi Yoldaş esarette hayatın bütün lezaizinden mahrum olduğu halde zerre kadar müteessir olmayarak bilaücret etrafındaki Türk amele ve köylü esirlerine muntazam ders veriyor ve onların terbiyeî içtimailerine hizmet ediyor ve bu ame­le kitlesinde esaslı olarak kapital ve onun çirkinlikleri­ne karşı ilk isyan ve nefret hissini uyandırıyordu; bu­nun için Türkiye'de asırlardan beri derebeylik bakaya­sı olan hükümeti müstebitenin ve son zamanlarda da kapitalizmin tahakküm ve mezalimi altında inleyerek hayatı içtimainin en karanlık köşelerine saadeti hayatı gösterecek sosyalizm çerağından mahrum, sınıf ve anın taksimatı ile istismar eden ve ideleri tefrik ede­memek cehaletine mahkûm Türk mazlumlarını ilk ikaz Suphi'ye aittir.

Almanların Polonya'dan ilerlemeleri neticesi Türk esirlerle beraber Kaluga Vilâyeti’nden Ural Vilâyeti’ne teb’id edilen Suphi orada da aynı maksatla aç ve çıp-

’) Trabzon Faciası zamanında Ferit Bey Millet Meclisi azası ve Maliye Vekîliydİ.

lak Türk esirlerini teşkilâtlandırmış ve onlarla beraber kendisi taş taşımak, toprak kazmak vs. gibi en yorucu ve ağır işlere iştirak ederek kapitalin, harpten doğan gaddarlığın ağırlık ve zulmünü kendi hayatında da bü­tün acılığıyla tatmış ve binlere baliğ olan Türk köy­lüsü ve ameleleri arasında ilmi, siyasi, içtimai hazır­lıklardan da geri durmamıştır.

Suphi, esaret hayatında bütün kapitalin köpekleri olan emperyalistlerin, sahte sosyalist ve milliyetçile­rin Yirminci Astr'da medeniyet maskesi altında oyna­dıkları kanlı komedyalarını, bütün proleter âlemine karşı hesapsız İhanetlerini teşhir için yazmış olduğu pek değerli eserini maalesef neşre muvaffak olama­mıştır?

Teşrinievvel İnkılâbı’ndan sonra Suphi Mosko­va'ya gelerek Rusya Komünist Fırkası ile temas, Tatar ve Başkırt İnkılâpçıları İle teşriki mesai ederek «Yeni Dünya» namı altında ilk Türk komünist gazetesini neş­re başlamıştır.

1918 senesinde Moskova Müslüman Komiserliği binasında yirmiyi mütecaviz Türk amele ve köylülerin­den müntehap delegelerle, Merkezi Rus Komünist Fırkası’nın, Müslüman komünistlerinin, Müslüman Sosya­listleri Komitesi'nin, İdilUral Tatar ve Başkırtlarının vekilleri, Petrograt, Moskova gazete muhabirleri mev­cut olduğu halde, Türk Sol Sosyalistleri’nin Birinci Kongresi'ni açmış ve bilâhare bu kongre de Türk Ko­münist teşkilâtlarını doğurmuştur.

Rusya’nın mevakıı muhtelifesindeki askerî ve mül-

*) Bu eser Denikİn'în Kırım'ı işgali arifesinde Kırmızı Ordu ile Odesa'ya giden Suphi tarafından Osman namında yerli bir yol­daşa muhafaza edilmek üzere bırakılmıştı. Maalesef bu genç de bu de bu eseri yakmaya mecbur olmuştu. kî Türk esirlerini ve bahusus Şark milletlerini ikaz ve içtimai inkılâbı onlara telkin İçin Moskova, Kazan, Şa­mara, Saratuf, Rezan, Esterhan şehirlerinde Türk ko­münist teşkilâtları vücuda getirmiş ve 1919 senesin­de bu teşkilâtlar tarafından Üçüncü Beynelmilelin Bi­rinci Kongresi’ne delege intihap edilmiştir.

Müteakiben Türk komünist teşkilâtının Türkiye'ye yakın olmasını temin emeliyle gazete ve muvakkat merkezle Kırım’a hareket ve orada icraı faaliyet etme­ye başladı.

Denikin'in Kırım’a hücumu üzerine tekrar Odesa’ya hareket etti.

O zaman idi ki, Moskova Ajansı’nın Forski’den aldığı malumata müsteniden Suphi’nin Kırım'da İngilizler tarafından derdest ve şaiben idam edildiğini ilân edişi bütün yoldaşlarını matemlere garketmiş ve bilâ­hare bu haberin yalan olduğu tahakkuk eylemişti.

İngilizlerin İstanbul'u işgallerinden sonra Anado­lu’ya başlayan taarruzları durdurmak ve Türkiye'yi An­tanta’nm siyasi ve iktisadi istilâsından kurtarmak üzere teşekkül eden Millet Meclisi Hükümeti’ne hem yardım etmek, hem de içtimai hazırlıkta bulunmak üze­re Türkistan ve İran tarikiyle Türkiye'ye hareket ettiy­se de, hasbelicap İlyava Yoldaş’ın gösterdiği lüzum üzerine Türkistan’da kalarak bir taraftan «Yeni Dünya» Gazetesi'ni neşr ve diğer taraftan da teşkilâta germi vererek «Beynelmilel Şark Şûrası»nı tesis eylemiş ve Şark Cephesi Kumandanlığı nezdinde Türk kızıl asker­lerinden bir fırka teşkiline muvaffak olmuştur.

1920 senesinde Azerbaycan’daki inkılâp dolayısıy­la Baku'ya nakli faaliyet ederek, Baku Komitesi nez­dinde bir Türk Komünist Şubesi'ni açmış ve siyasi bir mektep küşad ile 1OO’e yakın Türk komünistleri yetiş­tirmiştir. Üç ay zarfında Türkiye ve Rusya’da vücuda getirdiği 15 kadar teşkilâttan gelen 32 kati ve 42 istişari reye malik, ki ceman 74 delege ile 1920 senesi­nin 10 Eylül'ünde Baku ve Umumi Türk Komünist­ler Kongresi’ni açmaya muvaffak olmuş ve tanzim et­tiği Türkiye Komünist Fırkası Program ve Nizamnamesi’nin layihası kongre tarafından müzakere ve kabul olunmuştur.

Telif ve tercüme gibi ilmi teşvikata ehemmiyet vererek teşkil eylediği Telif ve Tercüme Şubesi vası­tasıyla 20’ye yakın esası sosyalizme ait kitaplar ihzar ve bunların 8’ini neşr ve Türkiye’ye sevkeylemiştir.

1921 senesinin Kanunuevveli’nde Anadolu Millet Meclisi Hükümeti’nin bilvasıta daveti üzerine Türkiye Komünist Fırkası Heyeti Merkeziyesi ezalarından Ethem Nejat, Hilmi oğlu Hakkı vs. 20’ye yakın arkadaş­larla Anadolu’ya hareket eylemiş ve ilk vasıl olduğu Kars şehrinde hükümet tarafından riyakârane âlâyişle karşılanmıştı. Heyhat ki Kars'tan sonra yollarda, şehir­lerde bililtizam envai adide taarruz ve tecavüze maruz kalmış ve avdeti için arkadaşlarının ricalarını red ve inkılâp uğrunda değil hakareti, ölümü bile hiç gördü­ğünü beyan ederek yoluna devam eylemiştir. Trabzon’a vürudu arifesinde Suphi'nin gerek şahsi, gerekse siya­si muarızları aleyhinde büyük mikyasta teşvikatta bu­lunuyor ve efkârı umumiyeyi aynı maksatla hazırlıyor­lardı.

Arkadaşlarıyla Trabzon'a vürud ettiği gün şehre meni dühulleri esbabı izhar edilmiş ve evvelce hazır edilen motorlara bindirilerek denize gönderilmişlerdi ve 14 arkadaşıyla yoldaşımız Mustafa Suphi bundan iki sene mukaddem, yani 1921 senesi 28 Kanunusani gecesi süngü ve kurşunlarla öldürülerek denize atıl­mışlardır.

Mustafa Suphi Yoldaş'ın ölümü şüphesiz inkılâp namına çok acıklı bir ziyadır. Fakat geride kalan Türk komünistlerine inkılâba giden yolları pek iyi göster­miştir. Dizler onun ölümü karşısında fütur değil, cesa­ret ve iman duyar, açtığı yoldan gideriz.

ALİ YAZICI

• 28 KANUNUSANİ

— Ta ta aa ta ta Ha ta tta ta

Tarih

sınıfların

mücadelesidir.

                    1921

Kanunusani 28

                    Karadeniz

                    Burjuvazi

                    Biz

                    On beş kasap çengelinde sallanan On beş kesik baş

                    On beş arkadaş

                    Yoldaş

Bunların sen isimlerini aklında tutma fakat

28 kanunusaniyi unutma!

      «Siyah gece

«Beyaz kar

« Rüzgâr

«Rüzgâr».

      Trabzon'dan bir motor açılıyor

      Sa-hil-de ka-la-ba-hk!

      Motoru taşlıyorlar

      Son perdeye başlıyorlar!

      Burjuva Kemalin omuzuna binmiş Kemal kumandanın kordonuna Kumandan kâhyanın cebine inmiş Kâhya adamlarının donuna

      Uluyorlar

      hav... hav... hak... tü

      Yoldaş unutma bunu

Burjuvazi

ne zaman aidatsa bizi

böyle haykırır:

      hav... hav... hak... tü

      Gördün mü ikinci motörü?

      İçinde kim var?

      Arkalarından gidiyorlar.

      İkinci motor birinciye yetişti

      Bordaları bitişti

      Motörler sarsılıyor

      Dalgalar sallıyor Sallıyor dalgalar.

                  Hayır

iki motorda İki sınıf çarpışıyor.

                  Biz

Onlar!

                  Biz silahsız

Onlar kamalı

                  tırnaklarımız

                  Kavga son nefese kadar

                  Kavga

                  Dişlerimiz ellerini kemiriyor

                  Kamanın ucu giriyor

                  girdi...

                  Yoldaşlar, ey!

artık lüzum yok fazla söze:

Bakın göz göze

                  Karadeniz

On beş kare açtı göğsünü,

On beş kere örtüldü.

On beşlerin hepsi

Bir komünist gibi öldü.

NAZIM HİKMET

Moskova, 1923

• MUSTAFA SUPHİ BEŞ SENE EVVEL MOSKOVA'DA

Milhelm Ordusu Petersburg’u tehdit etmeye baş­ladığı sıralarda Merkez İslâm Komiserliği de, diğer bü­tün merkez şûra müesseseleriyle birlikte 18 Kanunu­sani 1918 senesinde Moskova’ya gelmişti.

Bizim Moskova'ya hicretimizden kaç hafta geç­miştir, İyi hatırlamıyorum, fakat takriben Şubat niha­yetlerinde veyahut Mart iptidalarında olacak, komiser­liğe iki adam gelmişti.

Yoldaşlardan Vahyidof ve İbrahimof dairede mev­cut değillerdi. Ben yalnız oturuyordum. Oldukça temiz giyinmiş, takriben 3335 yaşlarında uzunca boylu, göz­lük takınmış esmerce biri bana müracaat ederek:

— İslâm Komiseri siz misiniz? diye sordu.

— Evet, birisi benim, dedim.

Gösterilen yere oturmadan evvel kendisini ve yol­daşını takdim etti:

— Mustafa Suphi, arkadaş Avusturya zabitanından Bosnalı Ethem Belbeloviç.

Arkadaş, sarışın, kısaca boylu, yan askerî elbise­deydi. Konuşmaya başladık. Mustafa Suphi, kendileri­ni tanıttı. Suphi sivil esiri harb sıfatıyla Uralski Eyaleti'nde amele olarak çalışmış, fakat Teşrinisani İnkılâbı’ndan sonra o da Rusya'daki bütün esirler gibi o vaziyetten kurtulabilmişti. Şimdi de Moskova'ya inkı­lâp için çalışmaya geldiğini söyledi.

Suphi, İslâm Komiserliği nezdinde bir Türk Şu­besi tesis ederek gazete neşretmenin mümkün olup olmadığını ve bu hususta bizim fikrimizin ne merkez­de olacağını anlamak istedi.

Birkaç dakika zarfında biz tamamen anlaştık ve ya­kın yoldaş olduk. Suphi'nin fikrini İslâm Komiserliği’nin tasvip edeceğini ve elinden gelen yardımı esirge­meyeceğini beyan ettim. Suphi her ne kadar az çok rusça konuşabiliyorduysa da, benimle türkçe konuşa­bilmesinden ve musahabemizin çok samimi olmasın­dan memnuniyetini gizlemiyor, seviniyordu.

Vahyidof ile karşı karşıya geldiler. O da tasvip etti.

Suphi ile birlikte birkaç defa Stalin Yoldaş’ın nezdine giderek Türkçe gazete neşretme meselesini müzakere ettik. Az zaman sonra -Yeni Dünya» Gazete­si intişara başladı.

Türk dilinde ilk defa komünist gazetesi şu tarik­le Moskova'da vücuda getirildi.

İslâm Komiseri ve Yoldaş Stalin yalnız Suphi'yi tanıyor ve ona emniyet ediyorlardı. Bu sebepten Türk Şubesi ve Yeni Dünya hep Suphi'nin şahsına emniyet ve itimaddan dolayı vücuda gelmiş ve onun şahsı ile kaimdi. Zaten bunda ruh veren yalnız o idi. Kendisi­nin ilmi, kuvvei nutkiyesi ve kalemi pek yüksek oldu­ğu gibi, faaliyeti, ciddiyeti, azmi ve inkılâpçılığı ile di­ğer arkadaşlarından temayüz ediyordu.

Suphi, bütün eski hayata düşman olduğu gibi, İtti­hatçıları da hiç beğenmezdi. Bir gün İttihatçılar hak­kında uzun uzadıya pek ciddi surette hiddetle beyanı mütalaada bulundu. İttihatçıların rüesasını istihzai ke­limelerle yadetti.

Suphi Baku’da ve Kars’ta

1920 senesi güz aylarında Suphi'ye Baku’da tesa­düf ettim. O pek az değişmişti. Teşkilâtı büyümüş, ar­kadaşları çoğalmıştı.

Suphi Türkiye'ye gitmek fikriyle hastalanmış, fa­kat bir parça tereddüt ediyordu.

Kemal tarafından benim mevkufiyetim ve Türki­ye'den nefyolunmam meselesi onun tereddüdünü da­ha da artırdı.

Fakat «ben Kâzım Karabekir Paşa ile muhabere ediyorum, o beni davet ediyor,» diyordu.

«Türk paşalarını siz bilmiyor değilsiniz. Onların sözüne inanmaya gelmez. Onlar eski kurtlardır,» diye benim tarafımdan edilen itirazdan sonra, «o halde bir parça bekleyelim,» dedi.

Suphi'yi arkadaşlarından birçoğu daima Türkiye'ye gitmek için teşvik etmekte olduğu anlaşılıyordu. Bir ay sonra biz Gümrü'den Baku'ya avdet ettik. Ben Karabekir’i Suphi'ye gayet istidatlı bir asker, pek kurnaz bir diplomat diye tavsif ettim. Fakat yoldaşları Sup­hi’yi Türkiye'ye gitmeye tamamen ikna etmişler, tara­fımdan verilen malumatın ona hiç tesir etmediğini his­settim, Artık Suphi Türkiye'ye gitmek için karar ver­mişti. Mdıvani tahtı riyasetindeki bizim heyet hareket etti. Bu defa Kars'a, oradan Ankara'ya gidecektik. Sup­hi ailesi ve bir nice yoldaşı ile bizimle beraber Gümrü'ye ve andan Kars'a geldi. Kars’ta Karabekir ve ge­rek onun adamları, gerek bizim heyeti, gerek Suphi ve yoldaşlarını tantanalı surette kabul ettiler. Orada bir­kaç gün kaldık. Kars'ta iken Mdıvani Heyeti ve Suphi ve arkadaşları için Ankara'ya gelmeye Kemal Paşa’dan müsaade geldi. Yalnız benim için seyahat memnu ol­duğu anlaşıldı. Ben Baku'ya avdet edecek oldum. Ba­na müsaade edilmediğine Suphi mütessir oldu. Ben Erna müsade edilmediğine Suphi müteessir oldu. Ben Erivan’a gittiğim zaman Suphi ve arkadaşları Erzu­rum'a seyahat etmek için hazırlık görüyorlardı. Şu ta­rikle Suphi ile son defa Kars’ta ayrılmıştık...

Moskova: Kanunusani 1923

ŞERİF MANATOF
• MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ VE ANADOLU KOMÜNİSTLERİ

Bugün Türkiye Komünist rehberlerinden Mustafa Suphi öleli iki sene oluyor. Bu münasebetle Türki­ye burjuvazisi tarafından oynanılan bu kanlı faciaya tekrar ircaı nazar etmek, «Mustafa Suphi’nin kıymetli hatırasını tekrar yadetmek, bir vazifedir.

Rusya Şûralar Cumhuriyeti Şark akşamında çalı­şan fırka işçilerinin ekserisi onu biliyorlar.

Serlevhamıza bakarak «Mustafa Suphi Yoldaş’m Anadolu Komünist Partisi, yani Türkiye Halk İştiraki­yim Fırkası ile münasebetinden bahsedilecek zanne­dilmesin. Biz burada, Suphi Yoldaş’m öldürüldüğü sı­rada Anadolu Komünist Fırkası’nın vaziyetini kısa bir­kaç cümle ile anlatmak istiyoruz.

Mustafa Suphi faciasını Türkiye genç burjuvazisi 1921 senesi bidayetlerinde oynadı. Bu esnada Türki­ye Büyük Millet Meclisi artık dokuz aylık bir hayata malik olmuştu. Hâkimiyet tam manasıyla Meclis’in eli­ne geçmişti.

Meclis mahallî isyanları bastırmış, muhalif unsur­ları tamamen susturmuş, muntazam bir ordu teşkil et­mişti. Harici siyasette zahir olmakla beraber dahilî teceddüdat programında daha kökten yenilikler talep et­mekte olan «Hafi Türkiye Komünist Partisi »ni inhilal ettirmek için burjuvaların kendi riyaset ve inhisarları altında ve «Resmî Komünist Fırkası» namında sahte bir teşkilât yapılmıştı. Hakiki komünistlerin devamlı mücadelesi neticesinde pek az zamanda foyası mey­dana çıktı. 1920 senesinin nihayetlerinde hafi Komü­nist Fırkası resmî olarak «Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası» namı ile teşekkül etti ve hükümetin harici si­yasetine ne kadar müzaheret ettiyse de, daima cid­di takibat ve tazyîkata maruz kaldı.

Vaziyeti siyasiye tam bu merkezde iken Avrupa emperyalistleri tarafından Türkiye burjuvazisine anlaş­ma teklifi vaki oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü­kümeti, sulh esasların konuşmak ve kararlaştırmak için Londra Konferansı’na davet ediliyordu. Avrupa burjuvazisi İle anlaşma lüzumuna kani olan bu genç burjuvazi, Avrupa'daki efendilerin hoşnudisini üzerine celbedebilmek için her iki cephede, Ankara ve Kaf­kasya’daki Türk komünistlerine karşı kati bir taarruza geçti. Türkiye burjuvazisi zannediyordu ki komünist teşkilâtlarının evrak ve dosyalarını sulh murahhasları­nın çantasına koyarak yolladığı takdirde Avrupalı efen­diler derhal sulh vereceklerdir.

Fakat bizim genç burjuvalarımız pek yaman gaflet ediyorlar ve aldanıyorlardı. Deste deste komünistleri vahşiyane boğazladıkları halde bile Londra'dan piliyi pırtıyı toplayıp sürülerek dönmeye mecbur oldular.

İşte Türk işçi ve köylüsünün kurtuluş davasına karşı hazırlanmış olan bu hıyanet tertibatı her iki ko­münist gruppasına karşı böyle taarruz yapmıştır. An­kara’da Türk Halk İştİrakiyyun Fırkası’nın azalan 11, 27, 28 Kanunusani 1921 tarihlerinde grup grup tevkif olunarak hapishanenin ıslak ve karanlık köşelerine atı­lırken, diğer taraftan Şark cephesinde Suphi ve arka­daşlarına karşı caniyane bir facia oynanmaya başlan­mıştı. Suphi’nin Anadolu’ya duhulünü teşvik eden bur­juva acentaları, burjuva uşakları, zahiren Suphi ve ar­kadaşlarının yüzüne gülmüşler, yoldaşlık etmişler ve alttan alta bu facianın tertibatını ikmal ile meşgul ol­muşlardır. Erzurum'da Müdafaayı Hukuk ve Muhafaza­yı Mukaddesat Cemiyeti, komünizm aleyhinde güya din namına beyannameler çıkarmışlardır. Bu suretle Suphi ve arkadaşlarına cahil halk kitlelerinin taassubu­nu kabartmışlardır. Suphi ve arkadaşlarını —şüphesiz imha etmek emeliyle— Erzurum'dan Trabzon'a yolla­mışlar ve Trabzon’da da yanındaki 14 arkadaşlarıyla be­raber Anadolu komünistlerinin son grubunun tevkif olunduğu 28 Kanunusani 1921 gününde vahşiyane bir surette parçalayıp denize atmışlardır.

Suphi grubu ve Ankara komünistleri, her ikisi aynı sebepten, yani sınıf mübarezesinin aynen tezahüratın­dan dolayı aynı zamanlarda burjuva taarruzuna maruz kalmışlardır.

Ankara komünistleri hapishane işkenceleri ve kü­rek cezalarıyla kurtul ab i İd iğ i halde, Suphi ve arkadaş­ları grubu, vakitsiz bir surette inkılâp kurbanları sıra­sına geçmişlerdir.

Komünistler için daima halk kitlesiyle beraber ça­lışmak ve arkadaş intihabında çok müşkülpesent ol­mak, sınıf mücadelesi esasını unutmamak, burjuvanın bu mücadelede kullandıkları dolambaçlı yolları daima göz önünde bulundurmak lâzımdır. Türkiye işçi ve köy-

lüferinin kurtuluşları uğrunda ilk tahtı muhakemeye alınmak Ankara Fırkası’na ait olmuşsa, bu gaye uğrun­da ilk kurban olmak da Suphi ve arkadaşlarına müyes­ser olmuştur.

Evet, Suphi ve arkadaşları çok büyük ve tarihî bir şeref kazanmışlar, iftiharla güle güle ölmüşlerdir. Fa­kat Türkiye emekçileri, kıymettar rehber ve halâskâr larından bir grubu kaybetmişler ve Türkiye burjuvaları da en bîaman düşmanlarının bir kısmından kurtulmuş­lardır.

Burjuvaların hareketini sınıf noktainazarından ta­biî görürüz. Fakat kıymettar rehberlerinden büyük bir grubunu kaybeden ve pek az samimi rehberlere malik olan Türkiye emekçilerini de vakitsiz ziyalarından do­layı taziye ederiz.

Kanunusani 1923

ZEYNİJLLAH NUŞİREVAN

• BÜYÜK ÖLÜLERİMİZ VE ANADOLU DİKTATÖRLÜĞÜ

Bundan tam bîr sene evvel soğuk... karlı... fırtı­nalı bir Kanunusani gecesi Karadeniz 15 mazlumun masum kanlarıyla boyanmıştı. Bu kurbanlar bedbaht Anadolu’ya necat getirmek, yaralarını sarmak, damar­larına hayat akıtmak azmiyle gelen Türk komünistleri, bizim fedakâr yoldaşlarımızdı.

Daha Kars’ta iken Kafkasya’nın öbür tarafında aleyhlerinde hazırlanan cinayetler, tertip olunan işken­celer, hakaretler kendilerine haber verilmişti. Lâkin memleketimizin bedbaht ve mazlum sınıflarına halas rehberliği etmek azmi ve metaneti her muhataradan, her tehditten yüksekti. Hakaretlere... işkencelere... ce­falara göğüs gerecekler, zindanlara tahammül edecek­ler, ölümden bile geri dönmeyecekler, nasıl olursa ol­sun ezilmiş sınıflar, bedbaht ve gafil kitlelerle temas edecekler, onlara doğru yolu, kurtuluş ışığım göstereçeklerdi. İçlerinde hayatlarının tahtı tehditte oldu­ğu söz konusu bile olmuştu. Fakat on sene evvel Si­nop’larda taziplere düçar edilmiş ve birçok felâket ar­kadaşlarının dayak ve kırbaç altında İnlediğini görmüş büyük ve mert yoldaşımız Suphi, buna ehemmiyet ver­memişti. Elinde resmî, riyakâr davetnameler vardı.

Kars’ta tilki izaz ve ikramatı görmüştü.

Memleket dahilinde bir nutku irad etmemiş ve bir makale neşretmemiş 15 siyasinin alçakça itlafı nasıl kabil olabilirdi?

Fakat hile ve huda ile muhasımları celbederek bo­yunlarım «hıyanet kemendiyle boğdurmak» siyaseti ancak eski padişahların siyasî mekteplerinde terbiye gören bugünkü Türk Hükümeti’ne aittir.

Fedakâr yoldaşlarımız, cinayet çamurunun İçinde boğulmak muhatarasını büsbütün hatırlarından çıkar­mıyorlardı. Arkalarında bıraktıkları yoldaşlarına, faizle­re; ve istikbal nesillerine tarihimizde misline güç te­sadüf edilen vazifeşinaslık meali göstermek istemiş­lerdi. Mukaddes mefkure İçin memleket içinde çalış­mak kararlaşmıştı. Karanlıkta bırakılan kardeşlere bi­raz ışık göstermek lâzımdı. Yavaş yavaş cehalet per­deleri, meskenet uyuşukluğu dağıtmalıydı. Fukara için hayat, ilm istenilmesi, yükselme yolları aranmalıydı. Nasırlı ellerin ezginliği, makhuriyeti karşısında daha ne zamana kadar sükût ihtiyar olunabilirdi? İşte bunun için onlar tereddüt etmediler, arkalarından takip ede­ceklerin de tereddüde düşmeyeceklerinden emin idi­ler. İlk hatvede bu maksat uğrunda can verdiler.

İstismarcı, tufeyli güruhların büyük fedakârlara karşı gösterdiği vahşet ancak kendi zaaf ve korku­larını meydana koydu. Emekçiler artık Kanunuesasi'de vaad edilen mevhum «hâkimiyetlere» kanmıyorlar, yal­dızlı hap yutmuyorlar; cephelere sürülen, top, mitralyöz ateşine kurbanlık koyun gibi yaktırılan aç, çıplak, ilaçsız, bakımsız, İlimsiz, marifetsiz bırakılanın hep kendileri olduğunu, tufeyli ve haram yiyicilerin ise re­fah ve rahat, zevküsefa içinde yaşamakta berdevam bulunduğunu görüyorlar. Mukadderatlarım ellerine al­mak için hakiki rehberlerini arıyorlar ve bulmakta ge­cikmeyeceklerdir. Artık yeter nasırlı ellere silah çevir­mek! Ölüm istismarcı, tufeyli mikroplara!

28 Kanunusani 1922

İLHAMI SAFFET
• MATEM GÜNÜ MÜNASEBETİYLE

İlk Türkiye komünist kurbanlarının: Mustafa Sup­hi, Hilmi oğlu Hakkı, Ethem Nejat, Kâzım Ali, Şefik, Topçu Hakkı ve arkadaşlarının vahşiyane itlaf edildik­leri 28-29 Kanunusanî'yi «matem günü» intihaba ka­rar veren arkadaşlar isabet etmişlerdir. Türkiye komü­nistleri her sene Kanunusani'nin 29. günü her nerede bulunursa toplanmalı ve bu ilk kurbanlarımızı hatırla­yarak sınıfî düşmanlarımızın kimler ve nasıl gaddar, ri­yakâr olduklarını düşünmeli. Kati zafere kadar açtığı mübarezeye en dönmez bir azm ile berdevam olunma­lıdır.

Bu büyük hıyanet, Türkiye proletaryasına ve emek­çi fakir sınıflara en müessir ve en nafiz bir dersi ibret vermeğe, sınrfî düşmanlarını kendilerine anlatmaya kâ­fidir.

Türkiye bürokrat ve burjuvaları, sınıfî farkların, sınıfî istismarların, sınıfî muhasama ve mübarezelerin lafını bile işitmeye tahammül etmezler, mevcudiyetini külliyen inkâr ederler: »Türkiye'de sermayedar yoktur. Burjuva yoktur. Herkes fakir ve emekçidir. Sınıfî mübareze bizi birbirimize düşürür, terakkimize mani olur. Aramıza böyle bir nifakı sokanlar millî düşmanlarımız­dır...» derler. Halbuki kendileri sınıfî menfatlerini mu­hafaza için en vahşiyane cinayetler önünde zerre ka­dar tereddüt etmezler. Kan dökerler, can yakarlar, tır­nak sökerler.

İşte Trabzon önünde birahmane süngülenerek de­nize atılan 15 komünist faciası Türkiye burjuva ve bü­rokratlarının sınıfî vahşetine en beliğ bir misaldir. Ve bu misal münferit kalmamış, onu diğerleri de takip et­miştir.

Türkiye'nin haram yiyici, istismarcı sınıfı, prole­terleri ve emekçi kitleleri teşkilâtlandırarak sınıfî istihlas mübarezesine sevketmek maksadıyla Kafkas'tan geldiklerini bildikleri komünistleri daha mübareze baş­lamadan imha için dakika fevtetmeden kendileri pro­paganda ve teşkilâta giriştiler. Aleyhlerine «Muhafa­zayı Mukaddesat» namı altında en mürteci, en riyakâr, en müfteri bir cemiyet vücuda getirdiler. Polisler vası­tasıyla beyannameler neşrettiler. Esnaf dediğimiz kü­çük burjuvalar arasına tahrikatçılar soktular. Proleter­leri... ecirleri ve yoksulları istismar eden bütün güruh ve tayfaları, bakkalları, çakkalları, faizcileri, bezirgânları, mollaları, hocaları, zabitleri, jandarmaları komü­nistlere can düşman haline getirdiler. İftirada, yalanda, küstahane propagandada o derecede ileri vardılar ki, masum, şuursuz kitleleri kendilerine çeviremedilerse de, mütereddit bıraktılar. Halka: «Kafkas’tan gelen Türk bolşeviklerinin maksadı, dükkânları kapatmak, ev­leri arayıp ne var ne yoksa gasp ve garet edip kanunla­rın yüzünü açıp sokağa çıkarmak, camileri kapatmaktır.

Ey ümmeti muhammet, gözlerinizi açınız. Bize bolşeviklik lâzım değildir. Bunlar eşkiyadan İbarettir. Tür­kistan’ı, Buhara’yı, Azerbaycan'ı garet ettikten sonra Anadolu'yu da soymaya geliyorlar» dediler. Şüphesiz yalan söylediklerini kendileri biliyorlardı. Fakat komü­nistleri esnaf takımına, küçük burjuva güruhlarına, mazlum halk kitlelerine parçalattırmak için hiç bir al­çaklıktan çekinmiyorlardı.

Mülkiyeti şahsiye, aile, din, işte küçük burjuva de­diğimiz esnafın can yongası, hayat damarları saydıkla­rı mukaddesatı... Komünistleri kıtır kıtır kestirmek, taşla itlaf ettirmek, tükürükle boğdurmak İçin onları bunlara saldıran bir eşkiya çetesi suretinde göstermek kâfi gelecekti; maharetle, dolapla, yalanla, dolanla işe giriştiler. Ve kan emiciliklerine, istismarlarına karşı emekçi kitlelerinin gözünü açmaya çalışacaklarını bil­dikleri için komünistleri aleni ve resmî bu şekavetle imha ettiler.

Burjuvalar pek güzel biliyorlardı ki, komünistler ancak işçi hakkını gaspeden istihsal ve nakliyat vesai­ti suretinde mahdut eller arasında biriken sermayeyi, bankaları, şömendöferleri, fabrikaları, madenleri, ter­saneleri, topraklan millîleştirmek gayesi takip ederler ve bu gayeye muayyen ve her tarafça malum mübareze yollarıyla vasıl olurlar.

Aileye, dine gelince, bu içtimai müesseselerin is­tihsal vesaitine ve tarzına tabi olarak devreden devre­ye tebdil ettiğini bildikleri için tebdilleriyle meşgul ol­maya lüzum bile görmezler. Komünistler bir sınıfın di­ğer sınıfları, bir insanın diğer İnsanları İstismar etme­sine nihayet vermek isterler ve bütün kuvvetlerini is­tismarcı sınıfların ve eşhasın saltanatını yok edecek sınıfı mücadeleye sarfederler. Paşalar, beyler, çorba­cılar, ağalar, hocalar, işte sağmal inek gibi istismar ettikleri emekçi kitlelerini daima zulmette tutmak İçin, onlara şuur ışığı vermek isteyen komünistleri la­netle, nefretle, ateşle, demirle kovalarlar. Darağacına çekerler. Denize veya zindana atarlar; sonra «aman aramıza sınıf nifakı girmesin, millî birliğimize halel gelmesin» gibi bihaya riyakârlıklar savururlar.

1921 senesinde bu büyük hıyanetle bir arada, da­hilî komünistler de tevkif olunmuş, aylarca zindanlar­da çürütülmüştür. 1922 senesinde de, İzmir'in istirda­dından sonra, yani millî zafere en kati ve emin hatvelerle yaklaşıldığı bir anda o büyük muzafferiyeti kanı ile, teriyle hazırlayan halkın mümessilleri kitle kitle hapishanelere atılmıştı. Teşrinlerde şuurlu teşkilâtlan­mağa istidat gösteren bir avuç proleteri kahreden hü­kümet, kanunlarda, var kuvvetiyle burjuva ve küçük burjuvaları teşkilâtlandırmaya, cesim esnaf, tüccar, çorbacı kongreleri kurmaya teşebbüs ediyor. Halbuki sulha ve millî amale yaklaşmak noktainazarından teş­rinlerde ne halde idiysek, kanunlarda da o vaziyetteyiz. Fakat emin olsunlar, Türkiye proleterleri uyanmıştır. Bugün zayıf iseler, yarın kuvvetleneceklerdir. Bugün dağınık iseler, yarın birleşecekler, bugün makhur İse­ler, yarın kendilerini ezdirmeyecekler, riyakâr sınıf düşmanlarının suratından tırnaklarıyla müstekreh mas­kelerini sökeceklerdir. Şimdiye kadar istismarcı sını­fın canlanıp kanlanmasına bütün emeklerini mutiyane kaptıran Türkiye işçi ve çiftçi kitleleri, bundan sonra kendisini fakrüddem tehlikesinden kurtarmak çaresine de bakacak ve sınıfî îstihlası öz kahraman pençesi ile temin edecektir.

Trabzon kurbanlarının hepsi de değerli, pek değer­li arkadaşlardı. İçlerinde hakiki ve emin proleter lide­ri, fedakâr ve gayur militanlar vardı. Şu anda gözümün önünde mert tavırları, sevimli çehreleri birbirine karı­şarak tecessüm ediyor. Ben onları öyle bir kül halin­de Karadeniz’in korkunç girdabına atıldıkları o kanlı birlik şeklinde hafızama gömmek, kalbimi onlara me­zar etmek istiyorum. Çünkü onların cümlesi bizim için, komünizm için, proleterler için, mazlumlar için aynı kıymette, aynı meziyettedirler. Komünistler kimseyi telihe lüzum görmezler. Onlara yarım hudalar, kahra­manlar, gaziler, şühedalar lâzım değildir. Onlar bütün kurbanlarını kitle halinde yadederler. Burjuva vahşeti­nin dimağlarında süngü ile, ateş ile kazdığı kanlı izle­rin daimî sızısını duymak, o sızıda demir özlemlerini çeliklendirmekle iktifa ederler. Biz sınıfî dimağımızın bu kanlı yarasını tahlil neşteriyle kurcalayıp, onu açan düşmanın şaki, mürai, hele mürai ve yalancı ihtrrasatını görmek ve küstürmek isteriz. Nihaî zaferden emi­niz. Çünkü onlar maziye esirdir, biz istikbali yaratıyo­ruz. Onlar para denilen yalancı ilâha tapıyorlar. Biz onu mazinin diğer yalancı ilâhlarının gömüldüğü nisyan çu­kuruna atmak istiyoruz ve mutlaka muvaffak olacağız!

AHMET CEVAT

• İKİNCİ SENE

Dünyada hür yaşayan varlığı silip süpüren ölüm, yalnız inkılâp ve mefkure uğrunda çarpışa çarpışa can vermiş kahramanların adına dokunamaz.

Ölüm bütün yaşayanlar için ne kadar cansız bir ebediyet ise, ne kadar dönüşü olmayan bir batış ise, yoksuzluğa ışık ve şuur veren imanlı inkılâpçılar için de o kadar canlı ve batıralı bir ebediyettir. Tamam iki sene evvel Trabzon açıklarında en insafsız ve gaddarane bir surette boğazlanan Suphi ve 14 arkadaşı bizim için böyle yaşayan, gün geçtikçe hatıramızda değerleşen Ölülerdendir,

Onların gövdesi mezarsızdır. Her biri Karadeniz’in enginliklerine karışmış gitmiştir. Fakat onların adı, on­ların manevî hüviyetleri, onların inkılâp yolunda açtık­ları çığır ve gösterdikleri fedakârlık, doğrudan doğru­ya kalbimize, inkılâp tarihine gömülmüştür. Zaman de­nilen kuvvet, belki ehramları çöktürür, belki panteonlan yıkar, belki bundan evvelki inkılâplar uğrunda ölen­leri unutturur, fakat Suphi ve arkadaşları gibi dünya­mızın en son, en payidar, en şümullü, en görünen haki­kati yolunda can vererek tarihe karışmış muhterem ölülere el dokunduramaz, Suphi Yoldaş’ı sadece bir in­kılâpçı olarak düşünmek eksiktir. Onun şahsında, onun tanınmış hüviyetinde bir de müessislik var.

Filhakika Türk adını taşıyan insanlar içinde ilk ön­ce İşçilere haykıran, ilk komünist fırkasını kuran, İlk komünist gazetesini çıkaran, hâkim sınıf ile İlk önce açıktan açığa çarpışan ve nihayet bu maksat arkasında ilk defa kurban giden Mustafa Suphi Yoldaş’tır. Sup­hi’nin şahsiyeti, her benimsediği işi ileri götürecek ka­dar kuvvetliydi. Onun sözlerindeki keskinlik, iradesin­deki metanet, bilgisindeki genişlik, seciyesindeki sağ­lamlık, her çetinliği yenebilirdi. Her gayeyi maksada yakınlaştırabilirdi.

Suphi’nin bu meziyetlerine pek iyi vakıf olan düş­manları, karşısında tutunamayacaklarını çabuk anladı­lar. Ve bu müstesna değerli inkılâpçıya Ölüm hazır­lamaktan sıkılmalıdır. Suphi ve arkadaşlarının acıklı Ölümü karşısında her şeyden evvel şu hakikat göze çarpar: Türkiye'de ezen sınıfa korkulu rüya gördürecek kadar kudretli proleter anasır mevcut, fakat şuursuz ve teşkilâtsızdır. Bu dağınık unsurlara çekidüzen vere­cek, onları teşkilât çerçevesine sokacak herhangi adam, bu efendilerin mahkemesinde tabiatıyla yaşa­mak hakkını kaybetmiş bir mücrim oluyor. Dünyanın her köşesinde felsefesiyle, programıyla, teşkilâtıyla, bugünkü hayata uygunluğuyla ve nihayet Rusya'daki zaferiyle kendini tanıtmış olan büyük, İnsanî istikbale tamamıyle hâkim bir cereyana karışanlara karşı takı­nılan bu haşin tavır, şüphesiz çirkin olduğu kadar ma­nasız bir zulümdür. Proleter düşmanlarını böyle açık cinayetlere cesaret ettiren saik, şüphe yok ki, Türki­ye’de henüz zayıf oluşumuz, halkımızı kuvvet haline getiremeyişi m izdir. Yoksa eğer topraklarda çiftçinin, müesseselerde işçinin adamakıllı teşkilâtı, İnkılâbın rehberleri olsaydı, bu ondört arkadaşı, sebepsiz, muhakemesiz cellât bıçaklarına kolay kolay havale ede­mezlerdi.

Suphi ve arkadaşları yalnız hissiyata bağlanmış, Rusya’daki inkılâp heyecanlarına kapılmış adamlardan değildi. Onların her biri, proleter inkılâbının felsefe­sini, hayati ve içtimai sebeplerini, hangi memleketler­de faaliyete çıkarılabileceğini pek iyi kavramıştı. Şu halde Suphi ve arkadaşları Türkiye’de bir komünizm makinesi kurmak için değil, belki Türkiye’yi bir gün komünizmaya getirecek teşkilât ve faaliyetin temelle­rini hazırlamaya gidiyorlardı. Bundan başka büyük bir maksatları da kapitalist Avrupa'nın afacan ihtirasına haklı olarak ayaklanmış Türk halkının bu kurtuluş mü­cadelesine yardım etmekti. Suphi ve arkadaşları pek­âlâ biliyorlardı ki, bütün Şark’ı pençesine geçirmiş em­peryalist Avrupa, bir taraftan Türk halkı için pek müt­hiş kartal olmakla beraber, müdafaa ettiği proleter in­kılâbı için de çok korkunç bir tehlikedir, Suphi’nin va­kitsiz ölümü, onun Türkiye’de inkılâp için bir başlangıç açmak hususundaki gayesini akim bırakmamıştır.

Son üç senelik zaman zarfında Türkiye'de görünen proleter sınıfına ait bütün faaliyetler, denilir kİ, Suphi ve arkadaşlarının arkadan geleceklere bıraktığı baş­langıcın günden güne genişleyen, için için kaynaşan ve artık söndürülmesi ihtimali kalmamış mevcudiyetidir. Son senelerde aristokrat sınıfla mücadele ede ede ni­hayet memlekete tamamen hâkim kesilen küçük burju­va sınıfının yanıbaşında hiç şüphesiz bir de yavaş ya­vaş teşkilâtlanan, yavaş yavaş şuurlanan ve nihayet yavaş yavaş haklarını kuvvet yapan bir proletef sınıf canlanacaktır.

Suphi'nin ilk defa açtığı başlangıç bu suretle ya­kın vakitte çok geniş bir mahiyet alacak ve müstakbel inkılâp zaferinin temeli olacaktır.

Suphi'yi henüz genç iken kaybettik. Onun kafası­nın içindeki bilgide, sinirlerindeki iradede, İmanındaki ateşte, daha bir yığın işler görecek kuvvetler vardı. Bu kuvvetleri dünyada inkılâp yolunda sarfa İmkân bula­madığı için ölümüne acıyoruz. Yoksa dünyanın içyüzü­nü gören, bayağı kanaatlerin fevkine çıkmış insanlar için ölüm ile hayat birbirine çok yakın şeylerdir. Suphi, ömrünün azlığına rağmen inkılâp uğrundaki vazifesini tamamlamış muhterem bir yoldaştır. Suphi ve arka­daşları, Türk proleter hareketinin ilk müessisleri, ilk kurbanlarıdır. Bahtiyardır o inkılâpçılar ki, ölümünün arkasında bu kadar payidar izler bırakır. Dünyada saa­det belki hiç, felâket hiç, yaşamak ve yaşamamak da belki hiçtir. Fakat gaye uğrunda çarpışa çarpışa can vermek, herhalde bir şeydir. Ölümlerinin ikinci sene­sin olduğu gibi, dünyanın sonuncu senesinde de, bu muhterem ölüler unutulmayacaktır.

H.R.

ONBEŞLER İÇİN

Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz, Döğüşenler Ölenlerin tutmaz yasını.

Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa, Sağır gökün koynundakî çanı haykırtsa, Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.

Eski cihan, yeni cihan önünde eğil!

Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil, Her ne yapsan varacağız emelimize!

Karadeniz... bunu duysun derinliklerin:

O ateşli göğüsleri delen hançerin Kabzasını alacağız biz elimize!

Batum, 1922

NAZIM HİKMET VÂLÂ NURETTİN

MUSTAFA SUPHİ

Mete Tuncay'ın "Türkiye'de Sol Akımlar" adlı kitabından alınmıştır

 

2.      Bölüm

MUSTAFA SUPHİ'NİN

DÜŞÜNCELERİ
• OKUYUCULARA”

Mecmuamızın ilk kısmında Suphi Yoldaş'ın husu­si ve siyasi şahsiyeti hakkında müteaddit makaleler mevcuttur.

Aşağıdaki satırlarda İse Tahrir Heyeti, hacmimizin müsaadesi derecesinde aramızdan ayrılan kıymettar yoldaşımızın muhtelif vesileler ile muhtelif zamanlar­da yazmış olduğu makaleleri, ortaya atmış olduğu şiar­ları dercetmeyi münasip görmüştür.

Herhalde asarının bir kısmı hayatı gibi bedbaht bir akıbete uğramış olan Suphi’yi tanımak, onun inkı­lâp yolundaki büyük mesaisine az çok vakıf olmak is­teyenlerin merakını bu suretle tatmin edebildik kanaa­tindeyiz.

TAHRİR HEYETİ

• ŞİARAT

Kanlarını şimdiye kadar kendi cellâtlarının hâkimi­yeti için döken Türkiye amele, rençper ve askerleri bundan sonra öz hürriyet ve hâkimiyetleri uğrunda çar­pışacaktır.

Yaşasın amele ve rençperin hürriyet ve hâkimiye­ti kazanmak İçin açtığı mübarezede pişvalık eden Tür­kiye komünistleri!

Ey Şark’ın Garb'ın ameleleri ve rençperleri,

Aranızdaki zalim kuvveti yıkarak size doğru yürü­yen içtimai inkılâbı karşılayınız, ellerinizi birbirinize uzatınız!

* * ♦

Yaşasın Garp ve Şark’ın çalışkan ve makhur sınıf­larını kardeşlikle birleştiren Üçüncü Enternasyonal!

Yaşasın bütün istismarcı sınıflan yeryüzünden kaldırmak şiarıyla yükselen İçtimai inkılâp!

♦ * *

Yaşasın kızıl yıldız altında işçi kardeşlerimizin saadetini, istikbalini saklayan, hazırlayan Kızıl Ordu!

Mazlum Türkiye'yi ölümden kurtaracak Kızıl İnkılâp'tır. Kahrolsun buna karşı duran kuvvetler!

* * ♦

Cahil, zahmetkeş halk!

Ufukları saran ihanet bulutları, içtimai inkılâbın in­tikam gölgeleriyle dağılıyor. Bahtiyarlık güneşi doğu­yor, Ağlayan çehreler yeni bir ziya ile gülecek ve al­tında ebediyyen parlayacaktır.

Proletarya için hayat ve şeref, azm ile birliktedir. Ölüm ve mezellet, miskinlik ve perişanlıktır,

♦ * «

Yaşasın bütün dünyanın işçi ve köylü halklarını birbirine bağlayan Rusya İnkılâbı!

♦ • •

Yaşasın kızıl ışıklan İnsaniyet ufkunda görünme­ye başlayan Üçüncü Beynelmilel!

Britanya haydutları artık mazlum Şark’ı aldatamaz. Hain düşmanların eli ayağı titremeye başladığı şu za­manda Yakın Şark elbette yolunu şaşırmayacak. Maz­lumlar zalimlerini tanımayacak kadar sersem değildir. Bugün edilecek hata, Şarka hıyanetle müsavidir.

• KIZIL YILDIZ

Arkadaş! Bir dakika dur, şu kızıl yıldıza bir bak! Sen bu kırmızı yıldızın ne olduğunu biliyor musun?

İşte, dinle:

Bu kırmızı yıldız, işçilerin, köy ve şehir fukarası­nın kurtarıcısı olan Kızıl Ordu'nun alametidir. Sen bu kızıl yıldız üzerindeki sapan ile çekici tabiî görüyor­sun. Bunun ne olduğunu biliyor musun?

Bu sapan ile çekiç, şehir işçisi ile köy sapancısının birleştiklerini, onların kendi hürriyetlerini, kendi topraklarını, köylü ve işçi vekilleri şûrasını, sosyalist vatanı düşmanlardan, işçi halkın cellâdı olan serma­yedardan, mirzalardan, köy ağalarından, vs. müzeci­lerden saklamak için ant içtiklerini gösteriyor.

Arkadaş! Sen işçi halkın dostu ve düşmanı kim olduğunu biliyor musun? Sen; seni çarlar, pomeşçikler, paşalar ve mirzalar hükümetinin zulümlerinden ki­min koruduğunu, kimin sakladığını iyi bilmelisin.

Senin koruyucun, muhafızın, Kızıl inkılâp Ordusu’na giren işçi ve köylü kardeşlerindir.

İşte Kızıl Yıldız’ı ancak senin koruyucun, muhafı­zın olan Kızıl Ordu efradı kullanıyor. Her kim bu kızıl yıldızı takıyorsa, bil ki o senin kardeşin, seni İngiliz ve Fransızların yardımıyla ebedî surette istibdat bo­yunduruğuna sokmağa çalışanlar ve senin elinden hür­riyetini ve toprağını alarak seni fabrikacıların, zengin­lerin, mirzaların ve paşaların esiri etmeye uğraşanlar­la cenk eden öz kardeşlerindir.

Şimdi sen biraz düşün ve sapan ile çekici hamil olan kırmızı yıldızın ne kadar büyük bir alamet oldu­ğunu iyi anla.

Kırmızı yıldız kendi omuzları üstünden kanlı çarı, haram yiyici mirza, ağa ve paşaları kaldırıp atan ve memleketimiz üzerine kırmızı sosyalist bayrağını di* ken köylülerle işçilerin birlik alametidir.

Kırmızı yıldız, bütün işçiler ve fakirleri koruyan köylüişçi şûraları hükümetinin alametidir. İşte Kızıl Ordu efradının taşıdıkları bu kızıl yıldızın manası budur.

Arkadaş! Sen evvelce memleketin kanlı çarlar, pa­dişahlar, zenginler, paşa ve mirzalarla çevrildiği melun ve kara günleri unutmadın değil mi?

Sen çarlar, mirzalar ve ağaların kimler vasıtasıyla ve kimlerin eliyle seni boğduğunu, senin kanını em­diğini biliyor musun?

Gurodovil’lar, polisler, jandarmalar, onbaşılar ve zavallı, hiç bir şeyden haberi olmayan askerlerle...

Çarlar, padişahlar zulmünü yaratan bu güruhun başka türlü alametleri, apoletleri, kokartları, neftileri vardı.

İşte bu apoletleri, kokratları, neftileri olanlar, dai­ma senin düşmanın olmuştu. Onlar, çarın, padişahın fermanı İle padişahlar, zenginler, ağalar uğrunda seni sokaklarda yakalıyor, hapislere atıyor ve şayet sen kendi cezandan şikâyet ediyorsan seni kurşuna dizi­yorlardı.

Bu sırmalı yaldızlı apoletli neftiler, kokartlar, sa­na kırbaç, hapis ve cezadan başka bir şey vermiyordu.

Bu alametler, çarlar, padişahlar istibdadının ha­pishane ve darağacı siyasetinin bir damgasıydı.

Arkadaş! Eğer sen bu cellâtların ve firavunların tekrar geri dönmesini istemiyorsan, kızıl yıldızı par­layan Kızıl Ordu'ya git, yazıl!

Ve kırmızı yıldızın altında sen kendi hürriyetin, kendi saadetin ve işçi kardeşlerinin alın teriyle yapıl­mış fabrika, zeoviladarın ve toprakların için bir kaygu çekmeden yaşayabilirsin artık!

Ey bizim kızıl yıldızımız! Bundan sonra da daha bü­yük bir kızıla boyanan kendi nurun ile bütün dünya iş­çilerine hürriyet, müsavat ve kardeşlik saç!

Kızıl yıldız altında işçi kardeşlerimizin saadetini ve istikbalini saklayan Kızıl Ordu yaşasın!

MUSTAFA SUPHİ
• BÜTÜN DÜNYA İŞÇİ VE KÖYLÜSÜNÜN MÜŞTEREK VATANI

Şimdiki Rusya, din, millet ve renk farkı olmaksızın bütün dünya işçi ve fukara köylüsünün müşterek vata­nı. Bolşevikler Teşrinievvel inkılâbı'ndan sonra bütün Rusya’yı fukara düşmanı zalim kapitalistlerin, yani al­tın kuvvetine dayanan zenginlerin tasallutundan temiz­lediler. Hem de Rus padişahı, Rus bankeri, Rus fab­rikacısı, Rus pomeşçiki (çiftlik sahibi) olmak üzere, işçi ve fukara köylü sırtında yaşayan müstebitleri ezerekten bütün mazlum insanlar İçin böyle bir ortak va­tan, yeni bir dünya yarattılar.

Eski dünya ve eski vatanda idare, kuvvet, baht, saadet güya ki yalnız çarlar, han ve hakanlar, şehzade ve paşalar, bey ve ağalar, fabrikantlar, banker ve tüc­carların meşru malı, meşru bir hakkı idi. Bütün yerler, bütün fabrikalar, bütün saray ve konaklar, bağlar, bah­çeler, güller, bülbüller, hep hep bu gözleri doymaz, in­san kanı emmekten usanmaz adam kılıklı canavarların; tarlalarda yıldızdan yıldıza çalışmak, karanlık fabrika­larda, yeraltı maden ocaklarında, demiryollarında hay­van gibi işlemek ve en sonunda bir günlük yaşayabile­cek rızkını bile tedarik edememek, bir yeri sakat olsa dilencilik etmek, ecelin pençesine düşünce yetim ço­cuklarını ve genç karısını yabancılar ve zenginler elin­de esir bırakıp ölüp gitmek, bütün bu felâketler, her iş­çi ve her zavallı köylünün alnında yazılı facialar, bütün dünya işçi ve köylüsünün göz yaşları...

Rusya'da Bolşevikler içtimai inkılâp ile böyle mer­hametsiz bir dünyayı yıktılar. Ve bütün kanunların, bü­tün mahkemelerin ve bütün papaz ve mollaların, bütün jandarma ve polis alaylarının din, allah ve millet adın­dan utanıp arlanmaksızın himaye ve silah kuvvetiyle müdafaa ettikleri böyle adaletsiz bir dünyayı altüst et­tiler.

Şimdi Rusya’da bu yer ve çiftlikler, kendi gücüy­le, kendi alnının teriyle işleyen köylünün, bankalar ve bütün fabrikalar mazlum İşçilerin elinde.

Rusya'da evvelce «param var, binlerce altınım var,» diye kabarıp yürüyen zenginler, şimdi bir hırsız gibi gizli deliklerden hilekâr gözlerle bir türlü inanmak İstemedikleri bu yeni âlemi seyrediyorlar. Bellerinde eskiden kalma binlerce altın olduğu halde kendilerini göstermemek için yırtık gömleklerle dolaşıyorlar. Şim­di zenginlik tarlasında çalışıp hiç bir paraya ve ağaya pay vermeyen köylünün; şimdi bütün mal ve meta bun­ları hüner ve marifetiyle ve kolunun kuvvetiyle meyda­na getirip kimseye faiz ve vergi vermeyen işçinin...

Şimdi işçi ve köylü hükümeti. Bütün ordu ve bü­tün kızıl askerler, işçi ve köylü hükümetinin omuzuna bakıyor.

Şimdi ihtilâl mahkemeleri, İş bırakan veya vergi vermeyen işçi ve köylüyü öldürmek için değil, zalim çarlar, padişahlar, generaller ve paşaları tepelemek için kuruluyor. Şimdi mektep yalnız zengin bey ve pa­şa çocukları için değil, bütün işçi ve fukara köylü yav­ruları için hem terbiye, hem hayat ve hem de ışık ocağı...

Hulâsa: Bolşeviklerin şimdi Rusya'da ve tedricen bütün dünyada yaşatmak istedikleri içtimai inkılâp, al­nının teriyle geçinen mazlum işçi ve köylü halkın ci­han ihtilâlinden beri beklediği büyük bir bayram; bu inkılâbı yaratan Rusya ise, bütün cihan İşçi ve köylü­sünün ortak vatanı!

Yaşasın içtimai inkılâp!

Yaşasın bütün dünya mazlum insanlarının müşte­rek vatanı olan Sosyalist Rusya!

MUSTAFA SUPHİ
• 1918 SENESİNDE MOSKOVA'DA TÜRK SOL SOSYALİSTLERİ KONGRESİ’NDE YOLDAŞ MUSTAFA SUPHİ’NİN NUTKU

Aziz yoldaşlar,

Beni şu konferansa reis İntihabınızdan dolayı bü­yük teşekkürler ederim. İtimadınıza teşekkürüm resmî değil, pek samimi mahiyettedir. Ben bu içtimainizi bü­yük bir kıymeti tarihiye telâkki ediyorum. Çünkü fik­rimce bu teşkil ettiğiniz heyet tarihte Türk halkının tesiratını hakikaten arz ve temsil eden ilk teşkilâttır.

Bugünkü heyetimiz içinde öteden beri tüm İnkı­lâp teşkilâtlarında olduğu gibi, yalnız münevver ve mü­tefekkir kimselerin değil, belki doğrudan doğruya zul­me ve itisafa duçar olan halk efradından Türk askeri, Türk köylüsü ve Türk işçisi olarak birçok arkadaşların da bulunuşu inkılâp ruhunun Türkiye'de aşağı tabakala­ra nüfuz ettiğini ve Türkiye’de sosyalistliğin ütopizm, yani hayalperestlik devrini atlatıp bîr devri hakikiye girme istidadında bulunduğunu gösterir. Biz bugün Rusya’da, bütün insaniyeti esaretten kurtarmaya çalı­şan Rusya İnkılâbı Azimi’ne yalnız hayat ve edebiyatla değil, belki fiiliyat ve teşkilâtla koşulmak üzere bulun­muş oluyoruz.

Biz bugün, insaniyetin şu kan ve ateşle kaynayan muhitinde vaziyet almakla, Türklerin heyeti medeniyeyi içtimaiyedeki hak hayatlarından bir ilim, bir işaret yükseltmiş oluyoruz. Biz bugün Rusya İnkılâbı'nrn bi­rer mühim amili olan müslüman kuvvelerinin Mosko­va’daki merkezinde toplanmakla, İslâm âleminin Enter­nasyonal vakasına olan nazarını da aşikâr meydana koymuş oluyoruz. Bizim bugün tuttuğumuz yoldan da­ha dün Tatarlar yürümeye başlamışlardı. Yarın da Araplar, Acemler o selâmet şahrantm tutacak ve bütün âle­mi İslâmiyet böylece hakiki kardeşlik, hakiki birlik, ha­kiki azatlık yoluna girmiş olacaktır.

Yaşasın bütün dünyanın müslüman işçi ve köylü halklarım birbirine bağlayan Rusya inkılâbı!

Yaşasın kızıl ışıkları insaniyet ufkunda görünmeye başlayan Üçüncü Enternasyonal!

• SOSYALİZM İÇİN CİDAL

Türkiye’nin mazlum işçi ve köylülerine,

1.                Ancak sermaye, para tahakkümünün devrilme­si ve yalnız sosyalizm inkılâbının bütün cihana yayıl­ması, sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir. Sen ancak, sermayedarların, toprak sahiplerinin, paşa ve ağaların nüfuz ve tahakkümünü yıktığın ve bütün kuv­vetinle sosyalizm inkılâbını kendi memleketinde mü­dafaa ve neşrettiğin takdirde, beynelmilel inkılâbın ilerlemesine yardım etmiş olursun.

2.               Türk, Müslüman, ecnebi, her ne olursa olsun büyük veya küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!

3.                Beynelmilel cihangirlik ve emperyalizme elin­den geldiği kadar karşı dur. Memleketin içinde hiç bir bölük ecnebi askeri kalmasın.

İngiliz ve fransız emperyalistlerine ve onların yar­dımcısı, yardağı olan Yunan Ordusu'na bir karış ver­me. Onlara hiç bir demiryolu, hiç bir fabrika, hiç bir liman, iskele terketme. Ecnebi madrabazlarının, senin kanını emen bölüklerin memlekette dolaşmasına karşı dur.

4.                Fransa, İngiltere, Amerika emperyalistlerinin yapacağı sulhtan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair ortaya koyacakları he­saplar, senin belini bükecek ve elinde, avucunda ne varsa, hepsini kaybedecektir.

5.                İnkılâp düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan iki­yüzlü İhanetlere ve Fransızlar tarafına geçmeyi yahut onlarla beraber diğer devletlere karşı «millî muhare­be» açmayı kabul ve müdafaa eden riyakâr dolandırıcı­lara el verme. Memleketini yeniden emperyalist muha­rebesine sokmaktan ve ana toprağını yeniden siperler­le, tranşelerle sardırarak bağrını yırtmaktan hazer et. Kendi galibiyetleriyle İngiltere ve Fransa'da İnkılâ­bı durdurmağa ve Alman, Macar İnkılâbını da semere­siz bırakmaya kasteden Lloyd George’lara ve Clemenceau'lara yardım etme.

6.                Sermayedarlar, generaller, papazlar ve mutaas­sıp mollalarla birlikte işçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıkarak onun yerine zengin­ler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu Çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar bü­tün dünya işçi halkını kesip doğradıktan sonra şimdi­lik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü sosyalistleri da­hi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağala­rının tapındıkları müstebit padişahın, kralın, çarın tah­tını ensene bindireceklerdir.

7.                Emperyalist hükümetlerin bugün milletimiz ve hukukumuz üzerine taarruz eden ordularına karşı mu­harebeye kalk! Fransızların parayla satın alarak üzeri­mize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silah çek!

Fakir işçi halk,

Silahını eline al! Tüfek atmasını biliyorsan, silahı­nı temiz tut. Atmasını bilmiyorsan, gizli talim bölük­lerine git, yazıl.

8.                Fakir işçi halk!

Elindeki tüfeği yalnız üstümüze yürüyen düşmana değil, cihad ve İnkılâp meydanından kaçarak halka iha­net edenlere ve sermayedarların, zenginlerin işine faide getirenlere atmaktan çekinme!

9.                İnkılâp cephesini ve arkadaşlarımızın kendi ara­larında verdikleri kardeş sözünü tutmalarım teşvik et ve onlara bu yolda örnek için kendi emniyetli, imanlı arkadaşlarını zalimlere karşı duran müdafaa çetelerine gönder. İnkılâpçıların bugün yapacakları İş, gelecekte­ki Türkiye Kızılordusu'nun kuvvetli temelini kuracaktır.

10.                Fakir ve zahmetkâr yoldaş!

İyi bil ki, büyük zenginler, müstebit paşalar ve ağaların keselerinde Fransız ve îngilizlerden aldıkları pek çok altınlar vardır. Onlar bu altınla, sana karşı kuv­vet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar. Fukara hal­kın işine, onun kurduğu ve kuracağı hükümete karşı duranları kurşuna diz. İşçi ve köylü meclislerine karşı her el kaldırana on kurşunla cevap ver.

11.                Fakir ve mazlum Türk rençperi! Sabrettiğin ye­tişir! Umum dünya inkılâbının arifesindesin. Kendi hak­kını alacağın zaman da kalk. Kendini göster. Türkiye’­nin zulüm ve kahır içinde yaşayan diğer halklarına eli­ni uzat. İşçi ve köylü meclislerini, kendi hükümranlık ve saltanatını kur.

Rusya’da İşçi kardeşlerin hükümeti ele aldı. Fa­kat şunu da bil ki, sen daha galip değilsin. Türkiye'de burjuvazinin, zenginlerin gözleri, transız, İngiliz kasa­sından ümidini kesmedi. Düşman son derece şeytan ve kuvvetli.

12.               Ey Türkiye’nin mazlum İşçi ve köylüleri!

Evvelahir bir şeyi hatırından çıkarma:

Avrupa ve Türkiye'deki bütün sermayedarlar, zen­ginler, paşalar, ağalar, papaz ve mutaassıp mollalar, büyük zabitler Türkiye'de hükmettikçe sermaye ve pa­ra esirliği ortadan kalkmaz ve işçi köylü halkı kendi devlet ve hâkimiyetine nail olamaz.

Haydi eline silahı al. Bütün dünya fakir ve mazlum işçilerinin başladıkları sosyalizm cihadında ileri safla­ra yollan!

MUSTAFA SUPHİ

• MAYIS BAYRAMI MÜNASEBETİYLE MÜSLÜMAN İŞÇİLERİNE MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ'IN HİTABI

Bütün dünyadaki mazlum insanların bekledikleri mesut gün, bütün dünyadaki mazlum halkların bahtını birbirine bağlayan büyük bayram!

Bugün Rusya'nın velveledar muhitinde yükselecek zafer şenlikleri, dünyanın her köşesindeki sefil İnsan­ların, zavallı işçilerin karanlık hayatlarında ümitli ışık­lar, ateşli ihtiraslar yakacaktır. Bugün Rusya yeryüzün­de hakkın kuvvete galip geldiği bir memlekettir. Bu­gün Rusya, bütün dünyanın istibdat kahırları altında ezilen milletlerine el uzatarak âlemi insaniyeti birli­ğe, kardeşliğe davet ediyor.

Yoldaşlar!

Çok kalmadı o bütün insanların kardeşlik bayra­mına, buna İman ediniz. Sizin gönlünüzde, sizin ruhu­nuzda çalkanan deryalara, Avrupa’nın o zalim kuvvet­leri, o cansız hisarlar, o demir zırhlar, o altın mihrap­lar karşı duramaz.

Hisarlar, mihraplar yıkılır, zırhlar delinir, fakat ruh ölmez, yükselir. Bu yükseklikler altında ise zalim aciz kalır. Teslimi nefs eder, mahvolur. Fakat siz ey demir ve mazlum halklar! Hazır mısınız mübarezeye?

Dünyanın saadetini, insanın bahtını zalimlerden kurtarmaya? Kendinize daima bu suali sorunuz. Vicda­nınızı dinleyiniz. Düşünüz ki, en büyük zafer günleri, baht ve saadetiniz İçin hapse, zindana, kana, ateşe, ölüme sabrettikleriniz, tarihî vakalar karşısında can verecektir. Düşününüz ki, en şanlı şenlikler öz mukad­deratınızı elinize alacağınız günlerde tecelli edecek ve o gün İmanı, kahramanlığı semalara yükseltecek en bü­yük bayram olacaktır.

Ey dünya, ey dünyanın banisi olan işçiler!

Rusya’nın yaralı sesinde kaynayan bu ruh şadanı, bu insaniyet âleminin vicdanında yaşatacak sîzlersiniz. Azadelik yolunda sebatla devam ediniz. İnsaniyet der­yasının bugünkü karanlık ufuklarında beynelmilel gü­neşin zafer ve azametlerle yükselmesine çok kalmadı.

Ey İslâm âleminin asırlardan beri ezilmiş esir halkları!

Ey Mısır'da, İran’da, Hindistan'da, Türkistan’da ec­nebi boyunduruğunda mahkûm olan mazlum kardeşler! Siz de uyanınız! Dinleyiniz, şu şikâyet, şu inkılâp, şu sürür velvelelerini işitiniz.

Ruhunuzu tırmalayan o mutaassıp, o cahil, zulumkâr karanlıklardan kurtularak şu ümit ve hayat dünya­sına koşunuz.

Rusya’daki müslüman kardeşlerinizle ve bütün dünya işçi ve ekinci yoldaşlarınızla bayram ediniz. Çe­kinmeyiniz, korkmayınız!

Sizi esirlikten kurtaracak, size siyasi ve iktisadi hürriyeti verebilecek büyük bayrama katılınız!

Siz de zafer şarkıları söyleyerek beynelmilel kar­deşlik ve birlik yolunda ilerlemeye çalışınız.

Kavi inkılâp dünyanın her tarafında zafer bulsun. Kavi zalim ve gaddarlar mahvolsun.

Kavi İnsanları yumruklar altında ezenler, insanlı­ğı ise muhtaçlara sadaka vermekten ibaret bilenler ezilsin.

Bırakınız hak ve adalet karşısında bu zalim kâinat titresin!

Müslüman yoldaşlar!

Bütün dünya mazlum işçileri gibi siz de bu ihtilâl­de bir şey kaybetmeyeceksiniz! Marx'ın dediği gibi, kollarınızı sıkan zincirlerden başka bir şey kaybetme­yeceksiniz.

Birleşiniz bütün dünya işçileri!

Birleşiniz Müslüman işçiler!

MUSTAFA SUPHİ

 

• YAŞTA VE BAŞTA GENÇLİK

Şark’ta gençlik, aile muhitinden başlar da, mekte­be, medreseye, iş, sanat ve hükümet müesseselerine varıncaya kadar zincirli bir esarete mahkûmdur; fakat gençliği bu zulüm ve esaretten kurtaracak kuvvet yine gençliktedir. Onun için, gençleri ikiye ayırmak mecbu­riyetini hissediyoruz: Bir kısım yumruk altında her tür­lü esarete, zulme tahammül eden mütevekkil ve zaval­lı gençler; diğer kısım uyanık fikirli, serbest ve halas­kar gençler ki, gençlik şiarı altında yaşamak liyakati­ni kazananlar şüphesiz bu İkincilerdir.

Aile münasebetinde gönlünün bütün sünuhatına sahip olmayan, ana ve babasının makul, gayrimakul, beşeriyet İçin faide veya zararlı her türlü emrine, telkinatına yalnız dinî ve itiyadi bir tevekkülle itaat eden gençler, herhangi bir kızla yalnız emri meşru ve muta­dı ifa ve itmam İçin evlenmeye razı olan delikanlı veya herhangi bir delikanlıya yine aynı sebeple güveyiye Çtkan genç kızlar, yaşça ne kadar küçük olurlarsa ol­sunlar, başça şüphesiz ki pek ihtiyardırlar.

Medrese ve mektepte akıl ve naklin mevkiini ver­meye bir türlü muvaffak olamayan, beyninde parlayan her nur zerresini «küfür» korkusuyla tard ve def'e ça­lışan, hayalden hakikate geçmek istidat ve iktidarını göstermeyen genç talebeler tabiatın taze hayatlarına bahşettiği feyiz ve kuvveti nefislerinde öldüren mer­hamete muhtaç zayıf insanlardır.

Ve nihayet hayat mübarezesine girişmiş işçi bir genç, gördüğü işin mahiyetini, vücuda getirdiği yeni mahsul ve servetinin kime mal olarak bundan insan­lık namına ne faide ne zarar geldiğini düşünüp anla­mağa, iş ve hayat içinde arka verip kuvvetlendirdiği âlemin insanda kan ağlatan zulüm ve haksızlıklarına karşı ciddi bir mübarezeye girişmese, bu genç adamın çalışıp çabalaması, tarih nazarında taş taşıyan hay­vanların çektikleri zahmet ve gördükleri işten başka bir mahiyeti haiz olamaz.

Hulâsa aile, aşk ve muhabbet münasebatında hür­riyet ve istiklal, hüsne, oyun ve maharette idrak has­sasına, iş ve hayatta ise zulme, haksızlığa karşı mübareze kuvvetine malik olmayan gençlerin yaşları ne kadar az olursa olsun, kendileri gençlik âleminin hür ve münevver ve faal bir uzvu sayılamazlar. Bunlar gö­nülleri kurumuş, beyinleri paslanmış, sinirleri gevşe­miş, yüreksiz, mutavi ve alil ihtiyarlardır.

Demek ki, gençlik denildiği zaman biz bunu aynı zamanda hem yaş, hem de başta aramak mecburiyetin­deyiz. .

Bakû15.X.1920

• I. TÜRKİYE KOMÜNİST FIRKASI

KONGRESİ NDE KARAR HALİNDE KABUL EDİLEN MÜSTEMLEKAT VE MİLLETLER HAKKINDAKİ MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞIN MÜTALAASI

1.               Müstemleke bugünkü haliyle istilâcılık devri geçiren sınaî, malî ve ticarî inhisarcılığın zaruri bir mahsulü olduğu gibi, millî niza’ ve kıt'aller de, haliha­zır şeraiti iktisadiye ve siyasiyeden çıkan birer hai­ledir.

Heyeti içtimaiyyenin mukadderatı, zenginliğe istinad eden sermayedarlardan fütuhatçıhk ve yağmakârlıkla ihrazı şöhret ve hükümet eden emaret ve hükü­metlerle bunlara satılmış bir avuç sanadid ve memu­rinden ibaret bir sınıf ekaliyet elinde kaldıkça, bu fe­lâketlere nihayet vermek İmkânı yoktur.

2.               Burjuvazya esasında kurulan hükümetler, fert ve milletlere ait adalet ve müsavata dair birçok bahis­lerde bulundukları halde, tarihin bize arzettiği feci ha­diseler, hele son Avrupa Harbi'nden sonra kararlaşan Versay Muahedesî’nİn mağlup ve zayıf millet ve mem­leketleri kısım kısım ezen ve müstemleke haline getir­meye teşebbüs yolunda meydana çıkan neticeleri pek­âlâ gösteriyor ki, adalet ve müsavata ait bu şiarlar, ya­lancı bir nümayişten başka bir şey değildir.

3.                Demek oluyor ki, sermayedarlar, hükümdarlar ve sultanlardan mürekkep hiç hükmündeki bir ekaliyetin, beşerin ekseriyeti azimesini teşkil eden zayıf ve fakir işçi sınıflara zulm ve tagallübü suretinde mütecelii bu cihanşümul durumun izalesi, ancak sınıf far­kını ortadan kaldırarak yeryüzünde hâkim ve mahkûm, zalim fertlerin, millet ve devletlerin hükmünü bırak­mayacak bir inkılâbı azimin vukuu ve tahakkuku ile ha­sıl olabilecektir.

4.                Bütün dünya amele ve rençperleri arasında ha­dis olan bu mahiyetteki İçtimai inkılâptan, şimdiye ka­dar başka devletler ve milletlerin hükmü altında ve müstemleke halinde yaşayan millet ve memleketler amele ve rençper sınıflarının millî ve medeni metalibine karşı hâkim vaziyetteki millet proletaryası tara­fından fedakârlıkta bulunarak mazlum milletler arasın­da tenevvür ve temeddünün inkişafına hadim olacak medeniyetkâr, millî müessesata kuvvet vermeli ve bu suretle onların da samimi olarak inkılâba müzaheretle­ri esasları hazırlanmahdır.

5.                Komünist Fırkası, inkılâp hareketinin yeni gir­diği gayrimüterakki memleketlerde emperyalizme kar­şı mevcudiyetini müdafaa eden millî kuvvetlere müza­heretle, bu arada umumiyetle sermayedarlar idaresine karşı sınıfî mübareze hissinin işçi halk içinde derinleş­mesine ait müsaadede bulunulmalı ve herhalde teşki­lâtın istiklalini muhafaza etmelidir.

• TARİHİ VAZİFE

Geçen Balkan ve son Avrupa kasaplıklarında bahtsız Anadolu rençperlerinin kanı dökülmesine; çıl­gınca, merhametsizce o şekilde muharebeye karşı dur­muş iken, Mustafa Kemal Paşa’nın takriben bir yıl ön­ce bize, Odessa’da iken bildirdiği kıyamcılığa razı ve taraftar olduk; ve bugün Antanta yağmacıları karşısın­da büyük bir cephe açan kuvvayımilliye ordularının mu­vaffakiyetine müzahir oluyoruz. Birbirine zıt gibi gö­züken eski ve yeni bu vaziyeti kısaca da olsa tarihî tah­lilden geçirmeye ve tuttuğumuz yolu aydınlatmaya mecburuz.

Bundan hemen on sene evvel bizler: hükümetçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari) milletçiler, federalistler, hulâsa Türk gençliğinin mutasallıt şoven İttihad ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençper halkı felâketten fe­lâkete sürükleyecek muharebelere nihayet vermeye çalışırken, diğer taraftan Anadolu'ya hayat verecek medeni, inkılâbî inkişaflara zemin ve yol arıyorduk. Bu inkişaf, bizim fikrimizce, dahilde MakedonyalIların, Ar­navutların, Arapların, Kürtlerin, Ermenilerin ilah... me­deniyet, muhtariyet ve hatta istiklâllerine istidatleri derecesinde yol vererek hür milletlerin hür ittihadı ha­linde «millî tesanütler vücut bulacaksa, hariçten de Alman ve İngiliz emperyalizminden ziyade beynelmi­lel amele hareketine İstinad ile kuvvet alabilecekti.

Aradan geçen facialı harp seneleri içinde, Türk, Arap, Ermeni amele ve rençperlerinden milyonlarcası ölüme, sefalete mahkûm olmuş, Türk sosyalistleri ve federalistler! menfalarda yıllarca sürünüp çürümüş ol­salar da, bugün on sene evvel ortaya atılıp fırtınalar

 

çinde çalkandıkça yayılan fikirlerin tatbiki neticeleri karşısında bulunuyoruz.

Bugün Anadolu için Türkler ve kendi memleketleri için diğer milletler çalışırken, ellerini inkılâpçı amele Rusyası ve Üçüncü Enternasyonal’e uzatıyorlar. Son hayat umutlarını ışıklandırmak ve son rızk hanelerini gasıp ve istilâcılara kaptırmamak azmiyle vaki olan bu İstimdatların mahiyeti anlaşılınca, bizim böyle umumi cidal ve harbe iştirakimiz sebepleri de kendiliğinden izah edilmiş olur. Biz, Rusya, Türkistan ve Kafkasya’da olduğu gibi Türkiye’de de başlayan mübarezeyi Avru­pa emperyalizmine karşı ve alemşümul bir mahiyet ve manada anlıyoruz. Fakir ve sefalet altında ezilen Tür­kiye ve Şark memleketlerindeki kıyam, millî müdafaa şiarı ile başlasa bile, dünyayı saran ve zulm ile çarpış­tıkça mağdur amele ve rençper sınıflarının gönülleri­ni fetheden inkılâp hareketlerinin az zamanda beynel­milel vasata geçmesi bir zarurettir. Ve zaten bu böyle olmasa, muazzam Avrupa kapitalistlerine karşı yükse­len herhangi bir millî müdafaa, beynelmilel müzahere­te hakkıyla nail olamayacak, ergeç iflâsa mahkûm ola­caktır.

Onun için biz Türkiye'de millî müdafaa şeklinde başgösteren kıyama, müşterek düşman tarafından bu hareketin söndürülmesine yol vermemek için her tür­lü yardımı, bu yardım mutaassıp milliyetçilere bile ol­sa, tarihin bize yüklediği bir vazife olarak biliyoruz. Ha­yat ve mübareze ruhunu mağdur halk kitlesinde derin­leştirmeye çalışan İştirakiyun Teşkilâtı’nın memleket İçinde açılıp yayılmasına gelince, bunun da Kuvvayı milliye müdirantnın karşısında duran yine o ehemmi­yette tarihî bir mesele olduğunu zannediyoruz.

• ANADOLU’DAN GELEN ELÇİLER VE ANADOLU’YA YARDIM

Çoktan beri Anadolu'dan gelecekleri beklenmek­te olan Türkiye Büyük Millet Meclisi elçilerinden mü­rekkep fevkalâde heyetin Tuapse yoluyla Moskova’ya vardıkları haberi alındı.

Bu heyet, başta Büyük Mîllet Meclisi İktisat İş­leri İcra Vekili Yusuf Kemal ve Hariciye İşleri Vekili Bekir Sami Bey'ler olduğu halde Lazistan Mebusu Os­man ve Müşavir Dr. İbrahim Tali ve Seyfi Efendi’lerden mürekkeptir.

Yusuf Kemal ve Bekir Sami, her ikisi de, Avru­pa’da tahsillerini ikmal eden Türkiye'nin en temiz ve muteber simalarrndandır. İttihad ve Terakki Fırkasının kudret ve hükümeti zamanında birer mevki sahibi ol­makla beraber, fikirce istiklâllerini muhafaza etmiş ve vicdanlarına karşı saydıkları işlere karışmamak cesa­retini göstermiş, adetleri az siyasilerden olan bu zat­ların beynelmilel Rusya ile münasebete vasıta olarak seçilmeleri, Büyük Millet Meclisi namına bir muvaf­fakiyettir.

Bu zatların maziye ait hayatlarrgibi eski arkada­şımız Yusuf Kemal’in bu sefer elimize varan mektup meali, Anadolu’daki hükümet başçılarının simalarını açıkça gösteriyor. Anlaşılıyor ki, Büyük Millet Meclisi gibi Kuvvayı Milliye Ordusu'nda halkın ihtiyacına uy­gun ruh ve fikir uyanmakta ve zavallı Türkiye amele ve rençperlerinin acıklı hali; öteden beri zulme, istibda­da her ne sebeple olursa olsun alet olan bu eski müesseselerin bile yüreğini yakmaktadır. Biz herhalde Yusuf Kemal’in bu yoldaki yazılarını, sırf şahsi teessüratı neticesi değil, belki Anadolu inkılâpçılarının iş ve duygularına bir makes olarak telâkki etmek istiyoruz. İçtimai inkılâp, mazlum insanlığı teşkil eden türlü kü­meler hakkında çiğsiz, hudutsuz tahassüslerle dolu­dur. Bizler, cihanşümul inkılâbın bugünkü mecmuu ve merkezi olan Rusya'da çalışan komünistler, elimizde Marx’ın kitabı olduğu halde, din, millet, ırk ve renk ay­rılığı yapmaksızın, herhangi memleketin olursa olsun, mazlum insanlarım kurtarmak emelleriyle en uzak ufuklara doğru atılmaktan, en karanlık zulm deryaları içinde çırpınan mağdur milletlere el uzatmaktan çekin­miyoruz. Bugün Türkiye ahalisi ise, umumiyetle Avru­pa ve Amerika emperyalizminin, Yunan ve İngiliz kor­sanlarının yağmacılıklarına karşı hayatının en tehlikeli anlarını yaşıyor; Türkiye amele ve rençperleri, ellerin­de tuttukları son ekmek dilimini gasıplara kaptırma­mak için mübarezenin, harbin en büyük ağırlıklarını öz sırtlarda taşıyorlar. Türkiye amele, rençper ve asker­lerinin bu mübarezede sosyalist Rusya ile Üçüncü En­ternasyonalin her türlü muavenetine hiç şüphesiz ki hakları vardır. Kıyamcı Türkiye’ye azami mikyasta ya­pılması lâzım gelen bu muavenetin yalnız müşterek düşman olan Avrupa ve Amerika emperyalizminin Kü’çük Asya cephelerinde sıkıştırılıp ezilmesi noktaina­zarından değil, şark ve garbın beynelmilel münasebe­ti cihetinden de büyük ehemmiyeti olacaktır. Bir kere

Türkiye, bütün o eski şöhret ve kudsiyetleriyle, umu­miyetle Şark memleketleri içinde ve hususiyle Hindis­tan’da büyük bir yer tutuyor. Türkiye’nin böyle muhtaç ve tehlikeli bir devrinde sosyalist Rusya’dan göreceği yardım, İçtimaî inkılâba şarkın gönlünü kazandıracak, bu ise, tırnaklarını Asya'nın ruhuna saplayan İngilte­re hesabına büyük bir darbe olacaktır.

Diğer taraftan kıyamcı Türkiye’nin Anadolu ya­rımadasında İngiliz ve Yunanlılara karşı mübareze ile Rusya Şûralar Cumhuriyeti’nin yardımı sayesinde ge­çirebileceği bir kış daha, amele-rençper teşkilâtlarının biraz daha büyümesine yardım ederek, emperyalizme karşı açılan bu cidal, bir müddet sonra artık yalnız harbî değil, belki İçtimai ve beynelmilel bir mahiyet alacaktır. Türkiye amele ve rençperlerinin hadisat ara­sında kendi varlıklarını ve kendi sınıfî menfaatlerini hissetmeleriyledir kİ, mübareze en kati, en şanlı ve ebednişan azimlerle kuvvet alacak ve o vakit İngiltere veya emperyalizm ile itilaftan hiç bir siyasi ve hiç bir kumandan bahsedemeyecektir.

İşte bütün bunlar için Anadolu'da vekayiin biraz daha inkişafına, biraz daha vakte ve biraz daha fırsa­ta ihtiyaç var. Önümüzdeki iki ay zarfında Avrupa ve İngiliz cihangirleri, Anadolu kıyamcılığını bastırıp hü­kümeti himayeleri altındaki Sultan’a vermeye muvaf­fak olurlarsa, içtimai hareket karşısında büyük bir du­var yükselmiş olacak ve bundan Azerbaycan ve bütün Rusya Şûraları müteessir olmuş olacaktır.

Onun için her türlü güçlüğü, fedakârlığı göze ahp ve her türlü tereddütlerden vazgeçerek kıyamcı Tür­kiye ve onun bu sefer Moskova’ya gelen hakiki vekil­lerine mümkün yardımı yapmak, bugünün bize yükle­diği borçtur.

« İKİNCİ DEVİR

Şimdiye kadar Yeni Dünya, Orta Asya’da parlayan inkılâp nurlarıyla bizim mazlum Türk ve Tatar memle­ketlerini ışıklandırmağa, Türk, Tatar işçi ve köylüsünün boyunduruktan, açlık ve sefillik pençesinden kurtarıl­ması için yol göstermeye çalıştı. Ta uzaklardan, Mos­kova’dan Türkiye’nin yaklaşmakta olduğu felâketli çu­kuru bütün dehşeti ve çıplaklığıyla göstererek Türki­ye’nin içtimai inkılâp hareketine koşulmaktan başka çaresi olmadığını anlatmaya çalıştı.

Yeni Dünya ve muharrirleri Türk Ordusu'nun Kaf­kas dağlarını aşarak Hazer Denizi yoluyla Türkistan’a doğru açılıp ilerlemek, güya İslâm âlemini kurtarmak davasını ileri sürdüğü ve bütün Türk ve müslüman da­marlarında cihangirlik damarının kaynadığı bir zaman­dadır ki, bu zafer ve ikbalin muvakkat, kısa, bu dava inayetinin yalancı ve aldatıcı bir hal ve her ne de olsa, Türk işçi ve köylüsünü ezen, öldüren, hayat ve refah itibariyle ona hiç bir şey vermeyen ve her saadetini koparıp alan büyük bir felâket olduğunu ispat ve bu yolda cehd ve içtihad ettiler. «Yeni Dünya» muharrir­leri o vakitler Rusya İnkılâbı'nın, şimdi ise bütün içti­mai inkılâbın elebaşısı olan Lenin ve arkadaşları Stalin ve Çiçerin yoldaşlar, Türkiye, İran, Arganistan ve Bu­hara memleketleriyle, hatta başlarında padişah ve emirleri, paşa ve hanları bulunduğu ittifaka mütemayil olduklarını, bizim memleketlerin ve bizim Türk, Acem, Arap, Afgan, ilah... şark halklarının hakiki ve tabiî dost ve müttefikleri, dünyanın yalnız bizim gibi ezilmiş ame­le ve fakir köylüleri olduğunu, Türkiye ve bütün şark memleketleri retıçper halkına ve hususiyle mütefekkir gençleriyle «evliyayı umur» paşa, efendilere anlatma­ğa gayret ettiler. Fakat şöhret kazanmak, dünyalara hâ­kim olmak ihtirasına, hele fukara kanını dökmek iştihasına nihayet gelir mi hiç!

Türkiye ve Türkiye’nin o günlerine bağlanan diğer müslüman memleketlerin zafer mahmurlukları içinde Rusya’daki işçi ve köylü hareketini bastırmaya çalıştı­lar. Biz ise, bütün faaliyetimiz ve bütün gayretimizle müslüman dünyasındaki bütün siyasilerin bu insafsız ve kör hareketlerine, müslüman âlemindeki umumi ce­reyana karşı girmiş olduk. Uzun zamanlar müslüman kavimleri için anlaşılmaz, boğuk bir sesle ayıltmak için, haklı ve pek aşikâr olan hakikati, doğruyu söyle­dik, bağırdık.

İşte aradan 15 ay daha geçmeden, bugün Türkiye, Fransız, İtalyan, Amerikan ve Yunan istilâsı altında, Cezayir, Fas, Mısır ve Hindistan gibi, bir avuç muhte­kirlere. müstemleke (koloniya) olmak üzere bulunuyor. Türkiye’de yaşayan Türk, Arap, Kürt, Ermeni ilah... maz­lum halklar bu millî namlar altında Avrupa ve Amerika kapitali İçin, yalnız bu kapitalin demir ve ateş kadar sert ve yakıcı ihtiraslarını söndürecek bir hale getiril­mek isteniliyor. Türk ordularının dayandığı Alman kuv­vetinin evvelden de tahmini mümkün olan iflâsı ile bu netice pek tabiî surette meydana geldi.

Bu felâketli netice gösteriyor kî, Yeni Dünya Gaze­tesi ve bu gazete etrafında toplanan Türk komünistle­ri, Kanunuevvel İnkdâbı'ndan, daha da doğrusu Ural de­miryollarında çalıştıkları daha evvele ait esirlik ve amelelik hayatından beri tuttukları ve Türk, Tatar mü­tefekkirine gösterdikleri yolda yanılmamışlar. Rusya inkılâpçılarına koşulmakla, mensup oldukları mazlum halklarının hakiki ve dürüst müttefiklerini bulmuşlar.

“Yeni Dünya» Gazetesi, şimdi Kırım’da çıkmaya başlayınca, ikinci bir devre, yeni bir hayata ayak atmış oluyor.

Yeni Dünya şimdi Karadeniz’in beri sahilinde yal­nız mütefekkir Türk gençliğine değil, belki doğrudan doğruya aç, çıplak, sefil ve mazlum Türk rençper ve as­kerine hitap edecek ve sesini bütün Anadolu’ya işittirecektir.

Yeni Dünya’nın şimdi gür, açık ve Türk gençliği gi­bi, mazlum Türk rençper ve askerleri için pek anlayışlı olan sesi, Küçük Asya’nın en durgun ve en karanlık afakini titretecektir.

Açlığa, çıplaklığa, kulluğa artık nihayet geldi.

Ey mazlum Türk askeri, Türk işçi ve köylüsü! Bu­gün senin günün. Kalk ayaklan ve bütün Rusya’yı, bü­tün Macaristan’ı, bütün Almanya’yı sarsmakta olan öz İşçi ve köylü kardeşlerinin yardımına kol uzat.

Kendi hüviyetinle, hükmünle, hâkimiyetinle, yaşa, yaşat!.. Seni şimdiye kadar esirlikte tutan, ezen, öldü­ren hanlar, hakanlar, padişahlar yere batsın! İçtimai in­kılâp senin günün, senin bayramın!

Yaşa ey kahraman Türk rençperi, Türk askeri!

« TÜRKİYE’NİN MAZLUM AMELE VE RENÇPERLERİNE

Fedakâr yoldaşlar,

Şimdiye kadar, sîzleri esaret zincirlerine bağlaya­rak jandarma ve tahsildarların merhametsiz kamçılan altında bin türlü eziyetlerle ömrünüzü heder eden za­limler, size kâh hükümet ve devletten bahsettiler.

Neticede bu hükümet ve devlet, haram yiyici vali ve hâkimlerle bunların ortağı olan bey ve ağaların ke­selerini doldurmak ve fıkarayı ise açlıktan öldürmek­ten başka bir işe yaramadı.

Kâh din ve şeriatten bahsettiler: Din ve şeriat ma­neviyatınızı bozarak ruhunuzu düşürmekten, başınıza gelen her felâketi, bu felâketin sebep ve amilleri mey­danda dururken kader ve kısmete bağlayan zalimlerin hükmünü yürütmekten başka bir iş görmediler. Yıldız­dan yıldıza çalışarak bin türlü zahmetlerle İşlediğiniz tarlalarda yetişen çelimsiz mahsulden mültezimlerin, bir öşür yerine bin öşür almasına ses çıkarmayıp sizi bir lokma ekmeğe muhtaç, aç ve sefil bıraktılar. Millet için fedailik davasında bulunanlar, 15 Temmuz'dan son­ra geçen on bu kadar senelik inkılâp tarihimizde mil­letin sırtına dayanarak bütün kuvvet ve saltanatlarını Türkiye amele ve rençperlerine borçlu oldukları hal­de, biraz rahata, biraz refah ve saadete can atan bu za­vallı halkı dünyanın büyük kıtasında huduttan hududa sürüklediler. Kâh Yemen ve Arabistan’ın kızgın sahra­larında açlık ve susuzluk ve kâh Anadolu veya Kürdistan'ın karlı dağlarında soğuktan telef etmeye, asırlar­dan beri dost yaşamakta olan bu milletin fıkarasını bir­birlerine kırdırmaya sebep oldular; bu yetmiyormuş gi­bi, sonunda yetim halkımızı büyük Avrupa harbinin öl­dürücü sağanakları içine sürüp atarak başımıza bugün­kü felâketi getirmiş, millete olan borçlarını böylece ödemiş oldular. Bugün aziz ve mazlum İstanbul'umuzun hisarları dibinden yükselen bir ses işitiyoruz. Bu sesin bize «Vatan, İslâm, Hilâfet» sözlerini tekrar ederken, vatanı, İslâmî, hilâfeti yine kanınız bahasına sattığını görüyoruz.

Bugün Osmanlı Padişahlığı, eski saltanat ve istik­lâlini büyük Avrupa muharebesindeki mağlubiyetten sonra tamamen kaybettiği gibi, son padişah Sultan Vahidettin, taç ve tahtını Dolmabahçe Sarayı’nın içinde de olsa muhafaza için, İslâmiyet! ve hilâfeti, İngiliz Kralı'nm himaye ve muhafazasına teslim eyledi. Şimdi Pa­dişah hazretleri, güya vatanı, milleti, İslâmiyet! kurtar­mak maksadıyla Yunan Ordularına Küçük Asya’nın ka­pılarını açarak, bir taraftan da Şeyhülislâm, Avrupa ve Amerika talancılarına karşı hakkını müdafaa eden kıyamcılar hakkında fetva vererek bunları küfr ve hıya­netle itham ediyor.

Amele ve rençper yoldaşlar!

Yağmacı Antanta kuvvetine dayanan hainler, va­tan ve milletten, padişahtan, halifeden, Kur'an’dan bahsetseler de, sîzler artık Yunan Kralından dine ve millete gelecek habere tabiî inanmayacaksınız.

Bu sefil ve murdar heriflerin ne maksada hizmet ettikleri artık güneş gibi karşınızda aşikâr duruyor.

Arkadaşlar! Bu sonuncu felâketler bizim başımıza ne kadar ağıra mal olsa da, yalnız bir cihetten dinci, milletçi, vatancı sahtekârların foyasını meydana koy­duğu, hakkı hakikati bize apaşikâr anlattığı için, gele­ceğimize büyük faydalar da vermediler değil. Biz şimdi üstümüze düşen vazifeyi pek İyi anlıyoruz. Elimizde kalan bir parça toprakla bir dilim ekmeği, bu zalim yağ­macı Avrupa ve Amerika emperyalistlerine kaptırma­mak, bu gözü doymaz, emperyalist ve arlanmaz Yunan istilâcılarına karşı mübarezede sonuna kadar sebat et­mek, mukaddes vazifemizdir; istilâcılara kuyruk olup memleket ve halkımızı kulluğa düşürmeğe çalışan İs­tanbul Hükümeti'ne karşı başkaldıran ve Rusya Ame­le ve Rençper Şûralar Cumhuriyeti ile kolkola giden Anadolu Kıyamcılar Hükümeti’ne her türlü yardımı yap­mak, birinci işimizdir. Biz bu vazifeyi yerine getirmek­le, hem dahilde mevcudiyetimizi göstermiş, hem de hariçte emperyalistlerle uğraşan bütün amele ve renç­per kuvvetlerine mühim bir hizmet görmüş olacağız. Biz bu vazifeyi görmekle, mübarezedeki muvaffakiye­timiz nisbetinde sesimizi yükseltmek hakkını kazanmış olacağız. Memleketimizdeki yeni hükümet ve devlet yapısının kurulduğu gün bu yapının amele ve rençper eliyle meydana geldiğini bilerek onun içinde hakim ola­cak kuvvetin yine amele ve rençper olmasını talep edeceğiz.

Amele ve rençper kardeşler!

Bütün bu kanlı, felâketli davalardan aldığımız öğütü hiç bir vakit hatırdan çıkarmayınız. Unutmayınız kİ, siz hayır ve selâmete, sîzleri şimdiye kadar sırtınız­dan geçinen zalim ve hazıryîyici ağalar ve paşalar, ka­lın enseli çorbacılar eliyle kavuşamazsınız. Amele ve rençperin hayatta mahkûm olduğu açlık, karanlık ve kulluktan kurtulması, ancak amele ve rençper eliyle meydana gelecektir.

Onun için sîzler, başkasının emek hakkıyla geçin­meyen, cihanda kendi gücüne, kendi hakkına dayanan amele ve rençperler, bütün bu harp ve mübareze sı­rasında kendi aranızda birleşerek teşkilâtınızı kuvvet­lendirmeye çalışınız ve iyice biliniz ki, siz birleşip varlığınızı hissettikçe, dileğinize yaklaşmış olacak ve mesut bir günde sizi dışarıdan, içeriden yemeğe çalı­şan zalimleri ezerek yaşadığınız toprak üzerinde hür­riyet ve hayatınıza sahip ve hakim olacaksınız.

Onun için birleşiniz, ey Türkiye'nin mazlum ame­le ve rençperleri!

Birleşiniz de, hakkı hayat ve hürriyetinizin nişa­nesi olan kırmızı bayrağı bütün dünya proletaryasının inkılâp ufuklarına doğru yükseltiniz!

MUSTAFA SUPHİ

• İKİNCİ KONGRE

Geçen sene Mart ayında beynelmilel inkılâpçı Rusya’yı Avrupa ve Amerika burjuvazya kuvvetlerinin şimal ve garpten, Kolçak ve Denikin kara kuvvetleri­nin şark ve cenuptan şiddetle tazyik ettikleri sırada Moskova’da istişare için davet edilmiş olan muhtelif Avrupa ve Asya amele ve rençper (komünist partileri) vekilleri, Kremlin Sarayı'nın muhteşem Ödüller Salonu’nda toplanmışlar ve 30 bu kadar teşkilâtı temsil eden 50 kişilik bu meclisi, Üçüncü Komünist Enternasyonali’nin Birinci Kongresi ad ve ilan etmişlerdi. İkin­ci Enternasyonal’in azalan olan İngiliz, Fransız, Alman sosyalist ve sosyal demokrat fırkaları cinayetkâr Av­rupa Harbi’ne rey ve kalemleriyle katışarak amele ve rençper siyasi fırkalarının sulh ve müsalemet cephesi­ni dağıtmaya ve böylece cellât Avrupa ve Amerika em­peryalizminin bir kat daha kuvvetlenmesine nasıl se­bep oldular ise, 1919 senesinde Kremlin Sarayı’nda doğan Üçüncü Enternasyonal de, bu dağınık fırkaları tedricen kendi azimkâr iradesi altında toplamağa mu­vaffak oldu. Alınan haberlere göre bugün, Temmuz’un 17’sînde açılacak olan İkinci Kongre'ye iştirak etmek üzere Avrupa, Amerika ve şark memleketlerinden 400'e yakın vekiller Moskova’ya gelmişlerdir. Asman Spartakîstlerinden başka müstakil sosyal demokratla­rın, İtalyan, İngiliz sosyalist fırkalarının, Amerikan Amele Fırkası’nın, Fransa, Macaristan, Avusturya, Bal­kan komünist partilerinin toplandıkları bu kongrede Türkiye, İran ve Rusya Şûralar Federasyonu içindeki bütün Şark halkları komünist teşkilâtlarının vekilleri birleşmiş olacaklardır. Üçüncü Enternasyonal’in Birin­ci Kongre’de vücuda getirdiği metin azimkâr beynel­milel birlikle, sosyalist Rusya’yı saran boğucu kuvvet­leri dağıtıp kovmağa muvaffak oldu. Muhtelif Avrupa ve Amerika memleketlerinin komünist ve sol sosyalist fırkaları parlamentolarda, amele ve rençperler ise mensup oldukları milletler içinde, Bolşeviklere karşı gösterilen her türlü tazyiklere karşı ayaklanarak, ge­rek parlamentolarda, gerekse Rusya'ya karşı gönderi­len harbî cephelerde yarıklar açtılar, o halde ki, bugün burjuvazya hükümetleri içtimai inkılâba karşı ne par­lamentolarından büyük imdatlar istemeye, kati karar­lar çıkartmaya, ne de ordularından (okunamıyor-Y.) kendilerinde kuvvet hissediyorlar.

Üçüncü Enternasyonal, bunca yıllık hayat faaliye­tinde, Avrupa ve Amerika amele ve rençper İnkılâp kuvvetlerini sosyalist Rusya etrafında böylece topla­mağa ve halühazırda Avrupa’da, inkılâbı olduğu kadar, siyasi bir âmil olarak meydana çıkmaya muvaffak ol­du. Şimdi Üçüncü Enternasyonal karşısında duran mü­him mesele, garp proletaryası gibi şarkın derin ka­ranlıklarında mazlum ve fukara halkları da kendi etra­fında birleştirmeye ve emperyalizme karşı Asya'da yükselecek büyük bir yumruk hazırlamağa muvaffak olmaktadır. Birinci Kongre’den beri Enternasyonalin aile efradından sayılan Türkiye, İran ve Rusya içindeki Türk, Tatar komünist teşkilâtlarının bu ikinci yıl için­de bugün faaliyet ve kuvvetlerini birleştirerek bu mak­sadı temin etmeleri, tarihin kendilerine yüklediği bir vazifedir.

Bu münasebetle Lenin Yoldaş'ın bir sözünü hatır­lıyoruz:

«Şark’ta inkılâp, Şark komünistlerinin bilavasıta kendi işleri olmalıdır.» Filvaki Şark’ın Garp’ten pek farklı ve başka mahiyette olan İktisadi ve ruhi sıfat ve hususiyetlerini göze alsak bu sözün ehemmiyeti anla­şılmış olur. Şüphesiz ki Şark’ta inkılâp hareketlerinin nabzından anlayacak gene şarklıdır. Fakat şunu da ilâve etmeli kİ, teşhis derecesinde tedavinin de ehemmi­yeti inkâr olunamaz. Ameliyat ve tedaviye dair mese­lelerde tecrübe, maharet ve teknika tamamıyle Avru­palI inkılâpçı yoldaşlarımızda temessül ve temerküz ediyor. Halühazırda, emperyalizm ile sosyalizm mun­tazam iki cephe halinde karşı karşıya durduğuna gö­re, şark inkılâpçılarının garpten tam bir müzaheret ve kuvvet almadıkça iş görmeleri imkânsızdır. Onun için şarkın inkılâpçı komünist teşkilâtları, daire teşkilâtla­rını ilerlettikçe Üçüncü Enternasyonal’in de şark için faaliyet ve müzaharetini inkişaf ettirmesi beynelmilel içtimai inkılâp namına mukaddes bir vazifedir; cihan­şümul inkılâp hareketinde garp proletaryasından müs­takil olarak şarkta iş görmek nasıl bir vahime ise, şarkı garpten ayırmak ve birini diğeri namına feda etmek de büyük ve tarihî bir hata olur.

Üçüncü Enternasyonal’in İkinci Kongresi'ne işti­rak eden garp ve şark komünistlerinin bu hakikatlere kıymet vereceğini ve şarkta inkılâbî teşkilâtın ruhlanmasına hadim büyük adımlar atarak İkinci senelik faa­liyet devresine zafer ve İkbal ile gireceklerini kuvvet­le ümit ediyoruz.

MUSTAFA SUPHİ

• BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ VE KOMÜNİST FIRKASI

Türkiye Komünist Fırkası Merkezi Heyeti, memleketimizî yeni bîr devr-İ faaliyet ve harekete sokan Ana­dolu Hükümeti’ne karşı takip edeceği siyaseti, bugün­kü nüshamızda altı maddelik bir layiha ile ortaya koya­rak, fikirleri tamamen ışıklandırmış ve her türlü yan­lış anlamalara nihayet vermiş oluyor.

Vakıa, şimdiye kadar Anadolu’da arasıra meyda­na çıkarak komünizm'den bahseden bazı fertlerin yer­yüzünü birdenbire her türlü pislikten, her türlü zulüm, tasallut ve ihtikardan temizlemek istemelerine alâka­dar, şüphesiz ki, yüksek ve ınsaniyetkârane ve fakat aynı zamanda müfritane beyanatı bazı hükümet mehafiîinde Türkiye Komünist Fırkası’nın Küçük Asya’da İç­timai İnkılâbın meydana gelmesi için lâzım gelen şart­ların vücuduna tabi bulunması gibi yanlış bir zannın doğmasına sebebiyet vermişti. Diğer taraftan, Anado­lu’da kıyam hareketi başladıktan sonra Büyük Millet Meclisi içinde, eski politikacılarımız tarafından vücu­da getirilen yeni fırka ve zümrelerin şahsi mülkiyet meselesinde bile tevakkuf etmeksizin, sola doğru her adımda birkaç menzil atlayıvermeleri, komünistlerden bazı yoldaşların «yine mi suni ve yalancı hareketler karşısında bulunuyoruz?» kuşkularını uyandırmıştı. Biz ise, bu yanlış düşünce fena anlayışların yeri olmadı­ğını, Küçük Asya’da başlayan hareketlerin ise tabiîliği­ni iddia ediyoruz. Rusya’da başlayarak, Avrupa ve Amerika içlerine doğru dalgalanıp ilerleyen içtimai ha­reketin, Rusya'ya bir cephe teşkil eden Küçük Asya'ya karşı tesirsiz kalması mümkün müdür? Büyük Millet Meclisinin esas teşkilâtı olan halkçı ve halk zümrele­ri fırkası da, amele ve rençper inkılâbının —bolşevizmin— rüzgârı içinde doğmuş birtakım hücrelerdir. An­cak Anadolu hareketinde gördüğümüz vasf-ı fark, işa­ret, umumi bir millet, bir halk hareketi halinde tecelli ediyor kİ, bunun esasları da. Komünist Fırkası’nın be­yannamesinde (Madde 4) izah olunduğu veçhile, pek tabiî olarak memleketin efkâr ve hayat şartlarından doğmadadır. Bu hale göre, Türkiye Komünist Fırkası’nın Anadolu hareketine karşı vaziyeti, kendi kendine meydana çıkar; Komünist Fırkası, içtimai inkılâbı an­layan ve ona bütün varlığı ile bel bağlayan işçi ve renç­perlerin bir siyasi teşkilâtıdır. Memlekette mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çokluk teşkil etseler de, sanayiin iptidai bir halde olması itibariyle, amelenin proleter teşkilâtına malik ve toplanmış olmamaları, komünist­lerin ekaliyette kalmalarını icabetmektedir. Ve yine bu İtibarladır ki, Komünist Fırkası, halühazırda inkılâbı yapacak ve idareyi ele alacak büyük bir hükümet fır­kası şekil ve mahiyetinde ortaya atılamaz.

Komünist Fırkası memleketin İçinde ekalliyeti temsil eden bir fırka halinde teşekkül ile beraber, Üçüncü Enternasyonalin bir uzvu olarak yeryüzündeki içtimai İnkılâbın bir rüknü ve bir amilidir. Ve bu ci­hetle üstüne düşen vazife büyük olduğu kadar cihan­şümuldur. Üçüncü Enternasyonal’in, proletarya teşkilâ­tı zayıf olan Türkiye'de ve Türkiye halindeki bütün şark memleketlerinde takip ettiği noktainazar bilinir­se, bu vazifenin derece-î nezaket ve ehemmiyeti bir kat daha takdir olunur. İçtimai inkılâbın mazlum şark memleketlerinden beklediği hareket, zalimlere karşı kıyam ve isyandır. Şarkta uhdesine düşen vazifei ce­ladeti idrak etmiş bir memleket ve bir millet olarak bugün karşımıza çıkan zavallı Türkiye ve fakir Türk M i Ileti'dir. Demek ki, içtimai inkılâp karşısında Türkiye Komünist Fırkası’na düşen vazifeyi, yağmacı emperya­lizmin bütün tazyikatına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu kıyamcılanna ve kıyamcıları tem­sil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne samimi­yetle müzaheret etmek ve Anadolu'daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni millet ve hükümetleri­ne bir nümunei imtisal olarak göstermekle hulâsa ede­biliriz.

Bundan başka, Türkiye Komünist Fırkası’nın halka karşı birçok borçları ve mecburiyetleri vardır. Türkiye Komünist Fırkası, kendi teşkilâtı içinde amele ve renç­per halkın vicdanını terbiyeye, Küçük Asya’nın karan­lık sokaklarında bile türlü mahrumiyet ve mahkûmiyet; [erle dolaşan mazlum işçi ve köylülerimizi muntazam ve müteşekkil bir sınıf simasıyle dünyanın diğer mem­leket proleterleri meclisine takdim etmeye mecburdur.

Münevver ve inkılâpçı gençlerimiz, beyaz yakalı frenk gömleklerini ve parlak kılınçlannı omuzlarından atarak eli nasırlı mazlum halkımız arasına girerler ve Komünist Fırkası saflarında bütün hayat ve mevcudi­yetlerini biçare, bahtsız işçi ve çiftçilerimizin açlık, karanlık ve kulluktan kurtulmaları yolunda feda eder­lerse, halkımız hakiki ve içtimai inkılâba doğru yükse­lecek, memleket yağmacılar elinden tamamen kurtul­ma İktidarını gösterecek ve böylece komünistler şark­ta büyük bir amele fırkasının mümessili sıfatıyla bey­nelmilel inkılâpçılar arasında hürmetli bir yer tutma­ya hak kazanacaklardır. Burada izahımıza nihayet veri­yoruz. Yukarıda gösterdiğimiz esaslara mugayir olarak büyük teşebbüsler peşinde, hegemonya! işler görmek ve hazıra konmak isteyen herhangi bir komünist, men­sup olduğu fırkanın takip ettiği yoldan çıkan ve binaen­aleyh fırkaya itaat etmeyen bir derbederdir.

MUSTAFA SUPHİ

• SALTANATTAN SONRA

Yedi asırlık Osmanh Saltanatı, sulh muahedesi adı altında bir bade-i zehr içerek büsbütün ölüme mah­kûm olunca, karşımıza, bundan sonra nasıl yaşayaca­ğız ve nasıl bir hükümet kuracağız, meselesi çıkıyor.

Bugün Anadolu'da yeni bir Türk Sultanhğı'nın veya herhangi bir yerde bir imparatorluğun yeniden tesisi hatıra gelmez bir garibedir. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, padişah ve imparatorların son cihan muharebesin­den coşan kan deryaları içine yuvarlanmış elmaslı taç­larını yerden kaldırıp başına takacak cüretli madrabaz­lar meydana atılamıyor; bir vakitler Avrupa ve Asya’yı parmaklarında bir halka gibi çevirip oynatmak isteyen cihangir mareşaller ve kahraman paşalar, gizlendikleri karanlık kovuklarda kış uykusuna tutulmuş beyaz ayı­lar gibi sarılıp yatıyorlar, hayatlarından bile kimseye haber vermiyorlar. Böyle bir zamanda ise, Rusya’da ol­duğu gibi, Türkiye'de de yıkılan zalim saltanatın hara­beleri karşısında bizzat halk, amele ve rençper ve as­kerlerden mürekkep milyonluk kitleler ayaklanıp ken­dilerini gösteriyorlar, fakir, muhtaç ve sefil de olsalar, o kırık dipçikli tüfenklerini kollarında taşımaktan vaz­geçmeyerek toprakları, ana ocakları başında duruyor, baht ve namuslarını ayaklar altına düşürmek, ahnteriyle hakettiklerini başkalarına yedirmemek için birleşiyorlar ve mutasallıt cihangirlere karşı, yine bütün yer­yüzünü saran «alemşümul» bir mübareze açıyorlar.

İşte Rusya, Macaristan ve Türkiye gibi muzmahil memleketlerde kurulacak yeni hükümetlerin esası, böyle büyük bir mübareze, bir güreştir; zulm ile, zalim­ler ile güreştir. Hem yalnız muharebeden sonra başı­mıza musallat olan İngiliz, Fransız ve Yunan yağmacı­larına karşı değil, belki muharebeden evvelki zaman­larda da halka bir rahat nefes verdirmeyen vergidir, aşardır, ağnamdır, ianedir, cezadır, cizyedir ve nihayeten faiz ve temettüdür diye işçi ve köylünün evine, ocağına, tandırına, bacasına el uzatan içimizdeki iman­sız hırsızlara karşı açılacak mübareze İledir ki, yeni hayatımızın şekli ve hükümetimizin rengi belirmiş ola­caktır. Anadolu’da bugün büyük zahmet ve fedakârlık­larla Avrupa ve İstanbul haydutlarına karşı çarpışan amele, rençper ve asker kardeşlerimiz, bu harbin so­nunda, yine eski günahkâr, melun ve müstebit ağa ve paşalardan mürekkep hükümetler meydana geldiğini ve kendilerinin yine eskisi gibi dışarıdan gelmiş bir misafir halinde kenarda kaldıklarını görseler memnun olurlar mı? Elbette değil!

Onun için Türkiye amele, asker ve rençperleri bu­günden itibaren istek ve dileklerini meydana koyup hangi maksatla ve ne için çalıştıklarına, canlarını telef ettiklerine işaret olan kızıl bayraklarını yükseltmeye mecburdurlar.

Umumiyetle döktükleri kanterlerini haketmek, iş­ledikleri İşe ve toprağa sahip olmak, memleket ve hü­kümet İşlerini ellerine almak isteyen amele ve renç­per milleti Türkiye’de de bundan fazla ve eksik bir şey murat etmez.

Biçare rençperin dileği, şüphesiz ki, kendi başına mahsus bir paşalık ve hanlık değildir; ancak o, bugün bin senelik tecrübeden sonra, fakat kanını dökmekten başka bir işe yaramadığını pek iyi anladığı bu paşalık ve hanlıkları yeryüzünden süpürmeye karar vermiştir. Onun için bundan sonra Anadolu ve Türkiye’de, halkın sırtında yaşayacak herhangi bir hükümet, hatta cum­huriyet şeklinde de olsa, yer tutmaz, yaşamaz. Yeni hükümetin bugünkü zahmet ve fedakârlıklara katlanan amele, rençper halkın İçinde kurulup aşağıdan yukarı­ya doğru dalbudak vermesi, hayati bir şarttır. Böyle köklü ve temelli bir hükümetledir ki, yaşamak için mübarezeye ve mübareze iledir ki, böyle bir hükümete li­yakat hasıl olur. Türkiye amele, rençper ve askerleri­nin bu liyakat ve iktidarı göstereceklerine eminiz. Onun için:

Yaşasın Türkiye amele, rençper ve askerlerinin hükümet ve cumhuriyeti!

MUSTAFA SUPHİ

• TÜRKİYE KOMÜNİST TEŞKİLÂTI MERKEZÎ HEYETİ'NİN FAALİYETİ HAKKINDA BAKÛ KONGRESİ NDE MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞTN LAYİHASI

Türkiye Komünist Teşkilâtının faaliyeti halikında­ki layihayı esas itibarıyla ikiye ayırmak lâzım gelir: Bi­ri «tenevvür», diğeri de «teşekkül» devri.

Tenevvür devri: Bu devrin mahiyetini, manasını anlamak için Rusya’da inkılâbın henüz başlamadığı za­manlara kadar geri gitmelidir.

Cihan Harbinin zuhuru ile memleketimizin mağ­dur sınıflarından yüzbînlerce amele ve rençperlerin as­ker sıfatıyla Rusya'ya esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdilUral boylarındaki demiryol, fabrika ve köy işlerinde havahe zahvahe çalıştırılma­ları, esasen hayatta zahmetle yoğrulmuş Türkiye işçi­leriyle Rusya proletaryası arasında dostluk ve yakın­lık husulüne vesile oluyor.

«15 Temmuz» İnkılâbı'ndan beri açılan harp sah­nelerinde facialı roller oynamaya mahkûm edilen Türk rençperi ve askeri, bu temastan büyük feyizler alarak sınıfî mübarezede Rusyalı amele yoldaşlarla beraber harekete başlıyorlar.

Ücret ve iş müddeti hakkındaki hareketlere, tati­li eşgallere iştirak ederek arkadaşlarının itimad ve muhabbetlerini celbediyorlar. Vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip belâdan belâya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret yoluy­la bu işçiler kafilesi arasında çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir inkılâpçılarımızdan bazı gençler ise, hem amele ile beraber taş taşıyıp çalışarak kapitaliz­min ve harpten doğan gaddarlığın ağırlıklarını bizzat kendi hayatlarında hissediyorlar. Tufeyli unsurlara, umumiyetle işleticilere karşı kaynamakta olan düş­manlık duygularının sınıfî inkılâba esas olabilecek de­recede tebarüzüne şahit oluyorlar. İşte bu gibi tesirat İledir ki, Rusya'daki Türk amele ve rençperleriyle Bolşevikîerin münasebeti, 1915 senesinden itibaren baş­lamış ve umumiyetle sermayedarlığa, Çar saltanatına ve nihayet Avrupa Harbi’ne karşı teşvikatta bulunan Bolşevik edebiyatı Türkler arasında büyük bir revaç ka­zanmıştır. Bu edebiyatın iki sene zarfında amele grup­larında dağıtılarak gizli köşelerde tercüme ve tebliğ edilmesi sayesinde mağdur ve mutaassıp rençper ve askerlerimizin kendi gaddar ve vahşi kuvvetlerimize, zalim hükümet ve hükümdarlarımıza, şan ve şöhret düşkünü müfteri paşalarımıza karşı söz söylemek im­kânı hasıl olmuştur.

1917 senesi şubatında Rusya’da başlayan inkılâbın Kerenski zamanına ait ilk kısmında bu gizli faaliyet da­ha açık bir şekle girerek, bolşeviklerin şehir ve köy işçi ocaklarında inkılâbı içtimainin yaklaştığına dair

açıktan açığa tebligat devri başlamış ve Türk bolşevikleri de gerek kendi hemşehrileri ve gerekse müsîüman ahali arasında marksizm ve komünizm hakkında konferanslar tertip etmiştir.

Teşrtnievvei vekayiinîn başlamasıyla fabrikalarda ve diğer iş ocaklarında çalışan Türk işçilerinin toplu­luklarına halel gelerek herkes ele geçen fırsat ve hür­riyetten faydalanıp memleketlerine gitmek üzere tür­lü yerlere dağılıyor, evvelce bolşeviklerle münasebet peyda edenler, içtimai inkılâbın payitahtı kırmızı Mos­kova’ya geliyorlar ve buradaki Tatar inkılâpçılarıyla kolkola vererek 1918 senesinin ilk aylarında Osmanlı şivesinde olarak «Yeni Dünya» Gazetesî’ni çıkarmağa başlıyorlar. Yeni Dünya’nın intişara başladığı tarih, bolşevizmin Rusya’da tevessü ve taammümü ile Rus askerlerinin Kafkasya'dan rrc’ate ve bu fırsattan isti­fade eden Osmanlı ordularının Kafkasya’yı istilâya başladıkları devre tesadüf eder. Osmanlı Ordsu, Baku gaz madenlerini ele geçirerek diğer taraftan Almanlar­la beraber Dağıstan, Kuban ve Ukrayna üzerine tesir­ler yaparak İnkılâpçı Rusya’yı ışık ve ekmekten mah­rum etmek tehdidini ika ediyorlar.

Osmanlı Hükümet ve ordusu başında bulunan İt­tihat ve Terakki Fırkası’nı Türk ve Müslüman memle­ketlerine ait istilâ ve ittihat hırslan da bütün şark memleketlerine sirayet ederek, müslüman kuvvetleri­nin azadlığını Osmanh istilâsında gördükleri bu devir, Türkiye Bolşevikleri için muhit faaliyetlerinde en ziya­de sıkıldıkları bir zamanı hatırlatır. Mamafih Yeni Dün­ya Gazetesi, bir taraftan Alman kıhncma dayanan bu istilâ hareketinin memleketi ve mazlum halkı pek teh­likeli uçurumlara götürmekte ve azadlığın ancak Rus­ya gibi Avrupa proletaryası arasında da içtimai inkılâ­bın kıyamına bağlı olduğunu söylemekten, diğer taraf­tan ise, bu tehlikeyi bir türlü görmek istemeyen paşa­lar hükümetinin memleket ve halka reva gördükleri zu­lümleri tebliğden hali kalmamaktadır.

Brest-Litovski Muahedesi’ni imza eden o zamanki muzaffer Türkiye'nin Moskova'daki Sefiri Galip Kemali Bey’in Yeni Dünya ve muharriri aleyhinde verdiği üç muhtıra İle protesto, tutulan bu irşad ve muhalefet yo­lunun tarihî vesikalarını teşkil eder.

Mamafih şunu da derhal söylemelidir ki, hakikatin karanlıklar içinde kaybolduğu bu dar ve müziç devir, bize, en iyi ve maksada en sadık arkadaşları vermiş­tir. Muhtelif usera karargâhlarından çıkıp Kazan’a ge­len felâketzede arkadaşların İlk müşaveresi, 25 Tem­muz 1918 Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’ni davet etmiş ve bu konferans «Türkiye Komünist Teşkilâtını doğurmuştur.

ikinci devir: Tenevvür devri burada biterek kon­feransın seçip ayırdığı merkezî heyet doğrudan doğ­ruya teşkilât işlerine girişiyor. Konferansın verdiği is­tikametler:

1.                 Rusya ve Türkiye’deki amele ve rençper ve as­kerlerimiz arasında tebligat ve teşkilât, İçtimai İnkılap cephesinin fikren ve fiilen müdafaası,

2.                 İlk müsait fırsatta Türkiye'nin de celbolunacak vekillerinden mürekkep ilk Türkiye Komünist Kongresinin davet ve celbi, «teşkilâtın fırka haline getirilme­si» suretinde konferanstan sonra, teşkilâtımız Rusya Komünist (Bolşevik) Fırkası'yla daha yakın münasebe­te girişmekle beraber; benim bütün Rusya Müslüman İşleri Merkezi Heyet idaresinde aza ve beynelmilel şark tebligat ve neşriyat şubesinde reis olmaklığım, bütün faaliyetimizin Rusya’daki Müslüman İşleriyle beraber ilerlemesine sebep olarak merkezî heyet ilk teşkilât devrinde bütün maddi ve manevi vesaitini müslüman işleri komiserliğinden alıyor, kuvvetinin mühim bir kısmını müslümanlar arasında küflenmiş fikirlerin yıkılarak inkılâp ruhunun yükselmesine sarfediyor; bu meyanda Türk komünistleri, Tatar sosyalistlerinin Kazan’da davet edilen İlk konferansına iştirak ile ilk programının tertibine fiilen iştirak ettiği gibi bütün Rusya komünist teşkilâtlarının Moskova'da açılan bi­rinci kongresine de altı vekil vermeğe muvaffak ol­muştur.

Faaliyetin Dört Cephesi:

Gerek Türkler ve gerekse Müslümanlar arasında­ki faaliyetimizi, memleket itibariyle, İdil ve Ural’da, Kırım, Türkistan ve Azerbaycan’da olmak üzere dört kısma ayırmak mümkün olur.

1. Teşkilâtımızın Moskova, Kazan, Şamara ve Saratov gibi İdil ve Ural boylarındaki siyasi hücreleri iik faaliyet yuvasını teşkil ederler.

Bu muhtelif memleketlerde adetleri 500’e baliğ olan Türk komünistleri, mürteci kara kuvvetlerle mü­bareze maksadıyla Türk esirlerinden kızıl askerler teş­kiline muvaffak olmuş, Ufa ve Kazan’da «Çekoslovak» türedilerine, Orenburg’ta ise Dutov Bandisİ’ne karşı Rusya'nın inkılâp cephesini müdafaada yararlık göster­mişlerdir. İdil ve Ural boyu, Çekoslovak menhusların­dan temizlenince, buradaki eski sosyalist Müslüman müesseseler! yeniden ihya edilerek İrtica İle Müba­reze Komisyonuna teşkilâtımızdan vekil olarak iştirak edilmiş ve Kazan’daki «ilmi heyet» yeniden teşkil ve üç ay kadar idare olunarak Tatar maarif ve medeniye­tine dair birçok meseleler meyanrnda hat ve imla usu­lünün ıslahına hadim bir konferansı da davet eylemiş ve konferans mühim ve faydalı kararlarla işinde mu­vaffak olmuştur.

Moskova ve İdilUral’daki faaliyetimiz:

Türkiye İle başlayan münasebetimiz, teşkilâtımıza beynelmilel teşkilâtlar arasında mevki tutmak liyaka­tini vermesiyle 1919 Mart’ında Moskova’da içtima eden Beynelmilel Müşavere Meclisi'ne bizim vekilimiz de dahil olmuş idi. 34 memleketten birçok vekilin gel­mesi üzerine Üçüncü Enternasyonal’in ilan-ı takrir et­mesiyle Türkiye Komünist Teşkilâtı da Üçüncü Enter­nasyonal Birinci Kongresi’nde vekilini bulundurmuştur. Bu sene Temmuz ayında toplanan İkinci Kongre’ye teş­kilâtımız iki vekil göndererek inkılâbı müesseseler arasında mevcudiyetini tasdik ettirmiş ve gelecek kongrelere dört rey ile İştirak hakkını ihraz eylemiştir.

2. Kırım’da: Şark cephesinin kara kuvvetlerden temizlenmesiyle, bütün faaliyetin cenubi Ukrayna'daki Uskuro Patski saltanatı üzerine tevcih olunduğu sıra­dadır ki, Merkezî Heyet, İdil ve Ural’da çalışan bütün faal arkadaşlar için seferberlik ilan ederek Kırım hu­duduna hareket ediyor. «Yeni Dünya» Gazetesi muhar­rir, mürettip, huruf vesair levazımıyla 22 Kanunusani 1919’da Kırım’a varınca, oradan Bolşeviklerle beraber çalışan Kırım Kurultayı’nın sol sosyalistlerden mürek­kep bir müslüman komünist şubesini vücuda getirmiş ve iki ay sonra davet ettiği kongresine 17 şehir ve köy teşkilâtından 30’u mütecaviz vekilin İştirak etmesiyle Kırım'daki komünistlerin adedi 400’ü geçtiği anlaşıla­rak şu kısa zamana ait faaliyetin neticesini görmüş­tür. Teşkilâtımız bu arada «Kırım Müslüman Komünist­ler Ülke Bürosu» yanında açılan fırka mektebinde 27 genç ve münevver komünist yetiştirmeye delâlet ede­rek İnkılâbı harekete metin esaslar hazırlamıştır. Türklere mahsus olmak üzere Kırım sevahilîndeki şehirler­de millî teşkilâtlar yanında Türk komünist şubeleri ve oralarda yaşayan Türkiyeliler arasında küçük mikyas­ta Türkiye amele ve rençper şûraları teşkil olunduğu gibi, esas yuvası Türk askerlerinden mürekkep olmak üzere beynelmilel Şark alayı da teşkil olunmuştur.

Kırım'da neşriyat işlerine de kuvvet verilerek »Yeni Dünya» ve Kırım Haberleri isminde iki gazete­nin sıra ile her gün çıkarılmasına, Kanunu Esasi ve îştirakiyyun Programı gibi birkaç eser tercüme edilip, bunlar gerek Kırım içinde, gerekse Türkiye sahillerin­den gelmekte olan kaçak kayıkçılar vasıtasıyla memle­ketimizdeki amele ve rençper halka dağılmış ve bu ka­yıklarla arkadaşlardan ve Kırım’daki amele ve asker­lerden birçoğu Türkiye'ye gönderilmiştir.

İngilizFransız donanmalarının tehdidi ve Çar sal­tanatını iadeye çalışan Denikin’in hücumu karşısında 23 Nisan 1919’da ricate mecbur olduğumuz zaman, Kı­rım’ı inkılâp ateşleriyle tutuşmuş ve bütün azatlık ümitlerini proletarya harekâtına bağlanmış bir halde bırakıyoruz. Kırım'da iken hayırhahlık münasebetleri tesis ettiğimiz mülteci kurultaycılar, bizden sonra çı­kardıkları «Millet» Gazetesi’nde bu ümitleri açıktan açığa kuvvetlendiriyorlardı. Sonra aldığımız haberlere göre, oradaki Bolşevik arkadaşlarımızdan ve bu hayır­hah inkılâpçılardan 17 kahramanın Vrangel haini tara­fından telef edildiği anlaşılıyor. Buradaki teşkilâtımızın delaletiyle meydana çıkanların Kırım hududunda kızıl asker sıfatıyle düşman kurşununa hedef olduklarını ih­tiram ile zikretmek lâzım gelir.

Kırım ricatinden sonra Odessa’daki faaliyetten de bahsetmek lâzım gelir. Teşkilâtımız arkadaşların bir kısm-ı mühimmini Türkiye'ye nakletmek üzere Mayıs 1919 tarihinde Odessa’ya gidildiği zaman orada Üçün­cü Enternasyonal Şubesi’yle teşriki mesai etti. Bera­ber getirdiği matbaasında beyannameler ve Üçüncü Enternasyonal Manifesti’ni neşrederek Türkiye'ye gön­derdi. O zaman başlıca arkadaşlarımız, daha birtakım amele ve rençper esirlerle iki gemi içinde memlekete sevkolundular ki, bu meyanda merkezî heyet azasın­dan iki arkadaş İstanbul’a gitmişler ve beni murahhas olarak Rusya'da bırakmışlardı.

3.                Türkistan’da: Dört tarafı düşman kuvvetleriyle sarılmış olan Odessa havalisinden 12. Ordu Cenup Grubuyla muzafferane çıkılıp Moskova'ya gelindiği zaman, Türkiye’de olan bütün vakaların Moskova inkı­lâpçı mehafilinin dikkatini celbettiği görüldü; vakıa Antanta'nın İstanbul'u işgali ve Osmanlı Ordusu’nun kısmen terk-i silah ile İnhilale uğraması üzerine tak­sim politikasının bütün şiddetiyle meydana çıkması, kıyam hareketlerine sebep olmuş ve bu kıyamı idare eden Mustafa Kemal Paşa ise Bclşevikler ile münase­bete girişmek teşebbüslerinde bulunmuştu. Rusya Ko­münist Bolşevik Fırkası Merkez-i Umumisi ile cereyan eden muharebede Türkiye’de başlayan bu müdafaa-i milliye hareketine müzaheret edilerek aynı zamanda teşkilât namına vaki olan teklifimiz kabul edilmiş ve bu teklif kendilerine yazı ile de tebliğ olunmuştur.

Şimdi bizim için Türkiye'ye yakınlaşmak lâzım ol­duğu halde, cenup hududu kara kuvvetlerle tamamen kapanmış olduğundan, Türkistan, İran ve Kafkasya yo­luyla uzun bir seyahata mecburiyet hasıl oldu. Türkis­tan’a vüsulumüzde ise, Bahr-i Hazer sevahilinde ahva­lin seyahata müsait olmaması ve Türkistan İşleri Ko­misyonu Reisi İliyeva Yoldaş tarafından lüzum göste­rilmesi üzerine birkaç arkadaş Kafkasya tarikiyle Tür­kiye'ye gitmek üzere memur edilmiş olmakla beraber, Taşkent'te üç ay kadar kahnmaya mecburiyet hasıl ol­muştur.

Bu sırada Türkistan Komünist Teşkilâtı’nın Üçün­cü Kongresi ile burada intihap olunan merkezî komite­nin faaliyetine iştirak edilmiş; bir taraftan müslüman zahmetkeşleri arasında beynelmilel inkılâp yolunda fedakârlık hislerinin intişarına, diğer taraftan ise mül­kiyet ve şeriat meseleleri etrafında halkın mukadde­ratıyla oynayan irtica kuvvetlerine ve hususiyle Öte­den beri memleketi soymaya alışıp nihayet komünist nikabı altında gizlenerek işine devam eden kolonizatörlere karşı mübarezeye kuvvet verilmiştir. Şark'ta inkılâp yollarını açacak ve şark inkılâpçı ve komünist teşkilâtlarını bir araya toplayabilecek bir müesseseye İhtiyaç öteden beri hissedilmekte olduğundan, Taş­kent’te Beynelmilel Şark Tebligat Şûrası namıyla bir müessesenin vücuda getirilmesine delâlet olundu.

Bütün teşkilât işleri tarafımdan idare olunan bu müessese İçinde Çin, Kaşgar, Buhara, Hive, İran, Tür­kiye komünist teşkilâtlarını toplamaya muvaffakiyet hasıl olmuş ve az zamanda Türkistan’ın Şark memle­ketleriyle birleşen bütün hudutlarında rabıta şubeleri açılmış ve hariçte de gizli teşkilâta başlanılmıştır. Türk teşkilâtına ait olmak üzere burada Şubiri yakının­daki şubeden başka, eski şehirde de bir şube açıla­rak Sibirya’dan gelmekte olan esirlerin terbiye ve iaşe işine delâlet olunmuş ve Türkistan Cephesi Başku­mandanlığı huzurunda Türk kızıl askerlerinden mürek­kep bîr kıta-i askeriye teşkil edilmiştir kİ, bu kıta şim­di Bakû'ya nakledilmiştir.

4.    Azerbaycan’da: Türkistan’da açılan teşkilâtlar etrafında toplanan Türk komünistlerinin miktarı 40'a baliğ olarak Bahr-i Hazer’in düşmandan temizlenmesin­den sonra bu arkadaşlardan 23'ü ile beraber Türkiye'ye ait faaliyetin Kafkasya'ya nakli kararlaşarak 27 Mayıs 1920 tarihinde Bakû'ya gelindi. Bakû’ya gelir gelmez, teşkilâtımız ilk defa olarak Türkiye’ye yakınlaştığını ve kendi kitlesi içinde çalışmak imkânına malik olduğu­nu hissetmiştir.

Teşkilâtımız Bakû ve etrafında Türkiye’den bir ve­ya diğer suretle gelip toplanmış olan binlerce amele ve rençperler ile tuttuğumuz yola hayırhah ziyalılar, şair ve ressamlar da mülaki oldu. Mesleğimize mute­kit bazı arkadaşlar da teşkilâta ilhak olunarak merkezî büro yeniden faaliyete girdiği gibi, Baku’da evvelden teşkiline teşebbüs olunan Türk komite veya fırkası lağv ve yeni esaslarda teşkil olundu. Bu hususta biraz tetkike İhtiyaç var: Bir müddetten beri Anadolu kı­yam hareketini inkılâpçı Rusya ile birleştirmek ve Azerbaycan Şûralar Hükümetini tesis etmek maksadıy­la Kafkas ülkesi ve Bolşevik fırkasıyla beraber çalışan arkadaşlar, evvelâ bir Türk Komünist Grupası, son va­kitlerde ise Türk Komünist Fırkası vücuda getirerek merkezî komitelerini intihap etmişlerdir. Buraya İtti­hat Ve Terakki Hükümeti’nin harp zamanında büyük roller oynamış bazı kimseleri ithal edilmişti.

Yakın mazileri memleketin son harp felâketleriyle alâkadar olan bu zatlarla amele ve rençper fırkasını te­sis ve temsil gayritabiî idi.

Onun İçin bu teşkilâtın ilgasında tereddüt olunmayarak eskiden beri Azerbaycan komünistleriyle be­raber çalışmış olan bazı komünist arkadaşların Rusya ve Gürcistan’dan gelenlere ilâvesiyle vücuda gel­miştir.

Grupa, Bakû Teşkilâtına esas olarak kabul edilip, bu grupada Türkiye Teşkilâtının Bakû Şubesi vücuda getirildi. Ve bu şube, Azerbaycan Bakû Komitesi'ne il­hak olundu. Böylece vücuda gelen şube, faaliyetinde Merkezî Heyetle birleşmiş ve azası 200’e baliğ olmuş­tur. Kayıt ve tescil esnasında teşkilâta, maksad-ı esa­sa hizmet edemeyecek birtakım şahısların girdiği hissolunmasıyla, bunlar hakkında tasfiye muamelesine teşebbüs olunmuştur. Bakû Teşkilâtının faaliyeti Meclis’e ayrıca takdim edileceğinden, bu bapta daha fazla tafsilâta lüzum yoktur.

Bakû Teşkilâtı:

Merkezî heyetin faaliyetine gelince, bunu anla­mak için bir kere merkezî heyetin esas teşkilâtına va­kıf olmak lâzımdır.

Merkezî heyet, teşkilât, tebligat, matbuat, revabıt, istihbarat, harbî şubelerinden, bir de umumi kitabet ve malî şubesinden terekküp eder.

Teşkilât Şubesi’nin Faaliyeti: Bu şube faaliyeti­ni Türkiye ve Kafkasya’ya ait olmak üzere üç ay zarfın­da memul olmayacak derecede tevsi etmiştir. Ayrıca tafsilî görüleceği üzere, bilhassa .İstanbul ve etrafı, maden ocak mıntakaları ve Karadeniz sahilleri gibi Avrupa emperyalistlerinin istilâsına maruz mıntakalarda çalışmış ve Şark Beyenelmilel Konferansı ile teş­kilâtımız kongresinde 100’e yakın vekil bulunmasına muvaffakiyet hasıl olmuştur.

Kafkasya’da kalmış olan Türkiye amele ve renç­perleri arasında teşkilât artırılmış ve böylece memle­ketimizde fikir neşrine hadim ve mühim bir basamak daha vücuda getirilmiştir.

Yeni Şubeler:

Arzolunduğu gibi, Anadolu ve Rusya dahilinde faa­liyette bulunmuş, Anadolu'nun muhtelif mahallerine gönderilmiş arkadaşlar tarafından aşağıda gösterilen şubeler teşkil edilmişti: bu şubeler, vekillerini elyevm kongremize göndermiş bulunuyorlar.

                İstanbul Şubesi: 919 senesi bidayetinden beri hal-i faaliyettedir. Haziran bidayetinde Bakû’dan İki ar­kadaş gönderilmişti. İstanbul Şubesinden bugün kon­grede müteakip vekiller0 bulunuyor.

                 Zonguldak Şubesi: Abdurrahman ve Ahmet yol­daşlar Haziranda teşkilât için gönderilmişti; Ereğli ve Zonguldak’ta şubeler açarak faaliyette bulunmuşlar ve kongreye vekiller celbe muvaffak olmuşlardır.

                 Trabzon ve Havalisi: Yusuf Kemal Yoldaş tara­fından ve Rize'de şubeler açılmıştır.

                 Nahcivan Şubesi: Nahcihan'da hem Anadolu ile muvassala ve münasebet temin etmek, hem orada bir şube açmak üzere Haziran evasıtında Cemal Yoldaş ’) isimler basılı metinde yoktur.

ile Salih Zeki, Hilmi, Hakkı, Nurettin yoldaşlar gönde* riimiş ve orada bir şube açılarak arzu edilen şekilde faaliyette bulunulmuştur. Salih Zeki Yoldaş'a Erzurum, Sivas, Ankara ve Trabzon havalisinde faaliyette bulun­ması için vekâlet verilmiştir. Yekaterinadar, Novorossisk, Tuapse şubeleri, Temmuz evahirinde Kuban ve Çurni, More (Karadeniz) Kubirnası ile Anadolu’nun Ka­radeniz sahillerinde teşkilât yapmak, konferansa ve kongreye vekiller getirmek üzere gönderilen Baha Ali Yoldaşla diğer 20 arkadaş tarafından Yekaterinadar, Novorossisk, Tuapse’de şube açılmış ve Anadolu ile bu şubelerden 125 kadar vekil getirilmiştir. Bunlardan 51 'i Türkiye’den ve 70’i şimali Kafkas ve Karadeniz sahilindendir.

Bundan başka Bakû’da bir şube teşkil edilmiştin Oltu’da bulunan teşkilât ile münasebette bulunmak üzere Yusuf Ziya ve İran'da Hint’ti efrat arasında pro­pagandada bulunmak üzere Sadık, Kuban ve Rostof ha­valisinde kesif miktarda sivil Türk esirleri bulunduğu anlaşıldığından, oralara da Nafizade Alaattin, Burş ve Çitof yoldaşlar gönderilmiş ve askerî teşkilât için bin­den fazla Türk esir ve askeri toplanmıştır.

Matbuat ve Tebligat Faaliyeti:

«Yeni Dünya» Gazetesi: Bakûda tekrar intişar ederek, bugüne kadar 11 nüsha çıkmış, her nüshadan 2000 adet Türkiye’ye; 1000 adet Azerbaycan'a, 350 adet Rusya ve İran'a, 350 adet Türkistan’a gönderilmiş­tir. Şimdi her bir nüshadan ihtiyat olarak 4500 adet depoda mevcut bulunuyor.

Telif ve Tercüme Komisyonu :

Bu nam ile bir komisyon teşkil edilerek Kanunu Esasi, Komünist Fırkası Programı, Lenin’in Tercüme-i Hali, Lenin’in Burjuvazya Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü Hakkındaki Nazarları, Komünist Partisi’nin Şerhi, Komünist Beyannamesi (Manifest), Sai ve Sermaye, Bolşevizm Nedir, Şûra Hükümeti Nedir Ve Nasıl Teşkil Edildi, Kırmızı Ordu Kıtaatı, Fırka Hücre­leri Talimatnamesi, Çocuk Dostu, Mektebe Kadar Ter­biye Müesseseleri Talimatname ve Programlan namı İle 12 adet kitap tercüme edilmiştir.

Lenin’in Tercüme-İ Hali, Şûralar Hükümeti Nedir, Komünist (Bolşevik) Programı, Burjuvazya Demokrasyası ve Proletarya Diktaturası namındaki kitaplar tabedilmiş ve diğerleri tabedilmek üzeredir. Bunlardan başka Komünizm Elifbası, Hükümet ve İnkılâp, Altına İbadet, Büyük Başlangıç, Enternasyonal Tarihi, Mahke­me ve Sosyalizm, Kanunu Esasi kitapları da kısmen tercüme edilerek yakında ikmal edilecektir.

Levhalar: Ressamlarımız tarafından amele ve rençperlerimizin geçirdikleri elim hayata ait 29 levha da tersim ve teşhir olunmuştur.

Siyasi Kurslar: Baku Teşkilâtı'na merbut olmak üzere 17 Haziran’da bir de siyasi fırka mektebi açıl­mıştır. Bu mektepten maksat, amele ve asker arasın­da içtimai inkılâbın esasına vakıf yoldaşlar yetiştir­mektedir. Mektep, 50 talebe ile tedrisata devam etmiş­tir. 4 Eylül 1920 tarihinde birinci devre ikmal edilmiş ve 40 genç komünist şahadetnamesini almıştır. Mek­tepte okunan dersler şunlardan İbaret idi: Tarih-i Me­deniyet, İçtimai İnkılâp Tarihi, İktisat, İktisad-ı Siyasi, Komünist Programı, Türkiye İnkılap Tarihi, Şûralar Hü­kümeti Kanunu Esasisi, Kooperasyonlar, Fırka Tebligat ve Teşkilâtı, Coğrafya, Tarih-i Umumi, Musiki.

Rabıta ve İstihbarat Şubesi’nin Faaliyeti:

Bu şubenin Şark’a ait rabıta ve istihbar faaliyeti, Türkistan'da teşkil olunup, Pamir’den Bahr-i Hazer'e kadar intişar etmiş olan Beynelmilel Şark Tebligat Şû­rası vasıtasıyla cereyan etmiş ve yeniden garbe doğ­ru tevsi edilerek Nahcivan ve Karadeniz’de tesis olu­nan bazı noktalarla irtibat temin olunmuştur. Bu şube tarafından şimdiye kadar 34 arkadaş işe gönderilmiş, bu ahvale dair 29 layiha ve mektup alınmıştır. Bu mııharrerat içinde kıyam hareketlerinin başında duran ku­mandan ve valilerden küçük zabit, amele ve askerlere varıncaya kadar birçoklarının gönderdikleri mektuplar vardır ki, bunların muhteviyatı memleketin muhtelif tabakaları arasındaki ahvali ruhiyeyi pek âşikâr olarak göstermektedir. Türkiye’de kumandan ve valiler, paşa­lar da dahil olduğu halde bolşevizmin halaskar bir kuv­vet olarak telâkki edildiğini söylesek doğru olur. Yal­nız büyük memurlar komünizmin Türkiye'de de tedri­cen ve yukarıdan aşağıya doğru ve muhil (muhayyel?) bîr usulde tatbiki mümkün olacağını düşünmekte, ame­le ve askerler ise, harbin ve millî müdafaanın en bü­yük ağırlıkları kendi sırtlarına yüklendiğinden ve zen­gin sınıfların kendilerini yine istedikleri gibi soyduk­larından şikâyet ederek buna nihayet vermek için çare aramaktadırlar.

Hulâsa, Antanta’ya karşı son azim ve karar ile mü­cadeleye girişen Anadolu, içtimai inkılâp için şarkın hiç bir tarafında görülmeyen istidatlar göstermektedir, Anadolu’nun Trabzon, Erzurum, Eskişehir gibi şehirle­rinde komünistliği alenen müdafaa eden «Albayrak», «İşçi» namlarıyla gazeteler çıkarılmış ve İstanbul’da komünist arkadaşlar tarafından «Kurtuluş» isminde bir de mecmuanın neşrine muvaffakiyet hasıl olmuştur, 5 numarası çıkan bu mecmuada Üçüncü Enternasyonal ile müttefikan çalıştığı alenen yazılmaktadır ki kongre­miz, bu gazetelerin müessis ve muharrirlerinden bazı­larını faaliyeti içine almış olmakla haiz-i şereftir.

Harbî Şube’nin Faaliyeti :

Daha Türkistan’da iken Türkiye’de tebligat ve teş­kilât işleriyle meşgul olmak üzere gönderilen Abid Alim Yoldaş tarafından Bakû’da Türk esir askerlerin­den mürekkep bir komünist kıta-i askeriyesi teşkil edil­mek üzere teşebbüsatta bulunulmuştu. Merkezî heyet, Bakû teşkilât işlerini yoluna kor komaz, kıta-i askeriyeyi kendi idaresine alarak, kumandan ve siyasi müridler tayin etmiş ve sevkiyat cihetiyle her teşekkül eden askerî kıtanın bir kumandanlığa merbutiyetî lüzumuna nazaran bu kıtanın da 11. Ordu Kumandanhğı’na mertubiyeti temin edilmiştir.

Bir müddet sonra Türkiye’den alınan haberler­de mümkün olduğu kadar süratle muavenet edilmesi arzu ve talep edildiğinden burada mevcut Türkiyeli amele ve rençperler ile üseradan daha birçoklarının il­tihakı ve teşkilât İkmali sonunda fırka-î askeriyenîn Anadolu’ya gönderilmiş ve bu maksatla Rusya Şûralar Hükümeti ve 11. Ordu Kumandanlığı île Şube müzakerata başlayıp esas maksadını elde etmeye muvaffak ol­muştur.

Bu suretle eski Komünist kıta-i askeriyesi, bu kıfırkanın eski kadrosuna kabul edilmiş ve Birinci Ni$a*ıcı Alayı namıyla bir alay teşkil ve yeni kumandan Ve siyasi komiser tayin edilerek fırka karargâhı da kü9ük mikyasta teşkil edilmiştir. Bundan başka içeri Rusya’da üserayı toplamak için 20 kadar arkadaş gön­derilerek oralardan gönüllü celbedilmeye başlanmış Ve Azerbaycan Şûralar Cumhuriyeti dahilinde ise Tür­kiyelilerin seferberliği ilan ettirilmiş ve işe başlanıl­mıştır.

Birinci Alay’ın mevcudu az müddette tezayüt ile 7û0'e karip bir hale geldiği ve seferberlik muvaffaki­yetle devam ettiği sıralarda Moskova’daki Anadolu ElÇîliği'nin vekili olan İbrahim Tali Bey’in 11. Ordu Ku­mandanı ve Merkezî Heyet ile mülakatında «Türkiye'­nin adama ihtiyacı yoktur, ancak esi İha ve cephaneye İhtiyacı vardır,» yolunda vaki olan ifadesi üzerine Or­du Kumandanlığı tarafından seferberliğin durdurulmaS| hususundaki istifsara tarafımızdan cevabı muvafa­kat verilerek seferberlik durdurulmuştur. BÖylece 1520 bin kişilik müsellah bir kuvvetin müstevlilere karşı 9öt)derilmesinden —maahaza Anadolu kıyamcıları ile ar3da bir suitefehhüm vücuda getirmemek maksadıysarfınazar olunmuş ve mühim bir fırsat elden ka9|rılmıştır. Şimdiki halde mevcudu bine yaklaşan alaym ikinci haftaya kadar Anadolu’ya şevki hazırlıklarıy­la uğraşılmaktadır.

Bundan başka harbî şube yanında bîr de Esirler Şubesi açılmış ve Rusya’nın muhtelif yerlerinden ge­len esirlerden askerliğe gidemeyenler arasında teşvikat işlerine germi verilerek, bir taraftan da iaşeleri te­min edilmiş ve şimdiye kadar Baku’ya gelen 1099 esir­den 349 kişilik iki kafile Türkiye'ye gönderilmiştir.

Kitabet ve Maliye Şubesi'nin Faaliyeti:

Merkezî Heyet’in 26 Mayıs 1920’den 10 Eylül 1920 tarihine kadar devam eden muamelâtı, kuyudat defter­lerine göre 1401 giden, 202 gelenlerden ibaret olmak üzere 1603 kâğıt yekûnuna baliğ oluyor. Bu muharrerat içinde fırka işleri için 52 ve askerî işler için 21 kişiye verilen tasdiknameler vardır.

Maliye İşlerine Gelince:

(Burada Meclîs, Suphi Yoldaş’m sözünü keserek hesabat hakkında Meclis’te tafsili! malumat verilmesi­ne müsaade olunmamış ve hesabatı tetkik ve neticesi, ni arzetmek üzere Ahmet Cevat, Yakup ve Abdurrahman yoldaşlardan mürekkep bir komisyon seçmiştir. Bununla beraber Mustafa Suphi Yoldaş, maliye cihe­tinden teşkilâtın geçirdiği muhtelif devirleri muhtasar­ca anlattıktan sonra sözlerini şöyle bitiriyor:)

Bu tafsilâttan anlaşıldığı üzere, teşkilâtımızın masrafı büyük bir tasarruf ve itidal ile icra edilmekte­dir. Bunun sebepleri:

1.Türkiye ile muvassalanın son zamanlara kadar pek müşkül olması dolayısıyla muntazaman para gön­derilmesinin temin edilmemiş olması,

Memlekette masrafı kontrol edecek yüksek teş­kilâtın henüz mevcut olmaması cihetiyle, giden tebliğcilere asgari miktarda para verilerek hislerinin in­kişafına çalışılması ve nihayet ihtiyat bir kısım meb­lağın muhafazası fikirleriyle izah olunabilir. Hazırda yollar temin edilmiş olduğu gibi, mesul arkadaşlarımız da, İstanbul ve Anadolu’da çoğalmış olduklarından, cid­di faaliyet neticesinde kasamız varidatının süratle yük­seleceğine şüphe yoktur. Bununla beraber, bizim para sarfiyatında tasarruf, teftiş ve ihtiyat prensiplerini terketmememiz lâzım gelir.

Bugün beynelmilel inkılâp muhitinden yardım al­makla beraber düşünmeliyiz ki, memlekette kara kuv­vetlerle çarpışarak beynelmilel inkılâp muhitiyle mü­nasebete girişemeyeceğimiz zamanlar da gelebilir. Bu gibi zamanlarda müzayakaya tahammül haysiyetini şimdiden kazanmaya çalışmalıyız.

İşte arkadaşlar, böylece size altı senelik harp ve mübareze tarihinin muhtelif safhaları hakkında malu­mat verdiğim gibi, aynı zamanda Türkiye Komünist Teşkilâtı Merkezî Heyeti'nin hulasai faaliyetini arzetmiş oldum. Heyet-i Merkeziye, bu faaliyeti ile Türkiye amele ve rençper halkının zalim ve yağmacı hükümet ve devletler ayağı altında ezilmiş olan hukuk ve metalibatını beynelmilel inkılâp ufuklarında göstermeye muvaffak oldu. Şimdi ise bu hukuk ve metalibi, kızıl bayrak halinde Türkiye ve Rusya’daki komünist arka­daşlarımızın birleştikleri bu muhterem kongreye tak­dim ile vazifesini ikmal etmiş oluyor. Bu kongrede birleşerek inkılâpçılıktaki itimat ve kuvvetlerini artıran komünist arkadaşlarımızın mukaddes bayrağımızı yere düşürmeyerek zafer ve ikbal yolunda daima ileriye bü­yük adımlar atacaklarına ümit ve İtimadımız tamdır.

• KONGRE’NİN SONUNDA MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ IN NUTKU

Teşkilât devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye komünistleri, bu kongre­den müteşekkil ve müttehit bir fırka olarak çıkmakla, yeni bir devre-i hayata ayak basıyorlar. Fırkanın önün­de duran birinci vazife: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençperleri arasında fikrimizi kuvvet ve süratle neşrederek halkm mukadderatını kendi eli­ne verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır. Türk komünistleri üç seneden beri Rusya içtimai inkılâbı içinde birçok safhalardan geçtiler.

Zaman oldu ki, karşımıza çıkan kara fikirli mürtecller, Türkiye’de amele ve rençper sınıfının mevcut ol­madığını, olsa bile, hammalların memurlardan İyi ya­şadıklarını söylemekten utanmadılar. Son zamanlarda ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara ve Eskişehir’de vücuda gelen amele ve rençper namı altında inkılâpçı mühim bir sınıf yaşıyor. Ümitvarız ki, İstanbul ve Anadolu rençperleri yakında müstevli ve zalim bütün kuvvetleri toplayarak hayat ve mübareze faaliyetini kendi kollarına almak İktidarını gösterecek­lerdir.

Zaman oldu kİ, Türkiye amele ve rençperleri, müs­tebit vali, hakim ve paşalar karşısında söz söylemek cesaretini bile gösteremezdiler; fakat son vekayi gös­teriyor ki, İstanbul Hükümeti'nin ve padişahın İngiliz­lerle birleşerek memleketi sattıklarını halk pek iyi an­lıyor; Türkiye’nin mazlum amele ve rençperler ve as­kerler, bu alçaklığa, bu hıyanete karşı, süngüsünü ora­daki ağa ve paşaların göğsüne çevirmiş, muharebe ediyorlar. (Alkışlar)

Ve nihayet zaman oldu ki, arkadaşlar, Türkiye'de komünist teşkilâtı olamaz, dediler; fakat, Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden gelen komünist vekiller, bunun aksini ispat ettiler; Türkiye'de amele ve rençper ko­münist teşkilâtı gittikçe genişliyor ve kuvvet kespediyor. Şimdi Komünist Fırkasr'nın müstemlekeci kuvvet­leri ezmeye azim işçi halka rehber olacağına hiç şüp­he edilemez. (Alkışlar)

Komünizm mübeşşirlerinden Engels, bir eserinde diyor ki: «Yeryüzündeki teknika zulme alettir. Zaman gelecek ki, teknikanın terakkisi eseri olarak yeryüzü­nü kan deryaları alacak ve zalim İmparatorların taçla­rı bu kan deryasına yuvarlanacak, bu tacı yerden kal­dırıp başına koymaya cesaret edecek bir adam bulu­namayacaktır.» İşte, bu devir hulul etmiştir: Rusya'da, Almanya’da, Avusturya’da, Türkiye’de, çarlık, impara­torluk, padişahlık artık bir daha necat bulunmayacak tarzda yıkıldığı halde, hiç kimse cesaret edip de, o taç­lan başına geçiremiyor.

Vaktiyle halka zulmedenler, bugünkü amele ve rençper inkılâbı huzurunda diz çökerek mazlum halka taraftar ve hizmete amade gözüküyorlar. (Alkışlar)

Memleketimizde her türlü derece ve sınıf ahit ve yalanlarının yerinden oynadığı böyle bir devirde, böyle bir devr-İ buhranda, işçi halkın mukadderatını kendi eli­ne alarak iş görmesi bir zaruret haline giriyor. Bu iş­te doğru yolu göstermek vazifesi Komünist Fırkası'nm uhdesine düşmektedir.

Komünist Fırkası için memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde halkın sırtından geçinen yağmacı tufeyli sınıflarını da hazıryîyicilik halinden çıkarıp yumruk altında işletmek de, o derece esaslı bir vazifedir. Bu İki cihetin temini iledir ki, Komünist Fırkası mazlum amele ve rençper halka karşı hizmetini İfa etmiş ve ortadan sınıflar far­kı kalkarak heyet-i içtimaiye, adalet-i hakikiyeye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki:

Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!

1.     Bölüm

ETHEM NEJAT VE HİLMİ OĞLU HAKKI

Üçüncü Kısım

Trabzon’da 28-29 Kanunusani 1921’de öldürülen 15 yoldaştan «Suphi»ye dair mecmuamızın birinci ve ikinci kısımlarında mufassal malumat verilmiştir.

Burada ise: Ethem Nejat ve Hilmi oğlu Hakkı yol­daşlar hakkında elimize geçmiş materyallerin bazıları­nı dercediyoruz.

TAHRİR HEYETİ

ETHEM NEJAT

Mete Tuncay’ın «Türkiye’de Sol Akımlar» adh kitabından alınmıştır

• ETHEM NEJAT ARKADAŞ

Mustafa Suphi faciasını yadederken, bu faciada beraber kurban giden Ethem Nejat arkadaşı da yadctmemek mümkün değildir. Ethem Nejat arkadaş, bu grup dahilinde, Suphi'den sonra en münevver, en de­ğerli ve umumuna nisbeten de daha eski inkılâpçı bir arkadaş idi. Evet, Ethem Nejat, gerçi çok eski bir sos­yalist değildi; onun sosyalistliği ancak 1919 senesin­den başlıyordu. Ve sosyalizmdeki vukufu da, alelumum o günkü Türk sosyalist ve komünistlerinin ekserisi gi­bi, çok derin ve âlimane değildi; tam bir marksist nok­tainazarına malik usul sahibi bir komünist sayılamaz­dı. Fakat kendisinin mütenevvî ve geniş malumatı, mü­cadele ve teşkilât işlerinde kazanmış olduğu görgüsü, muhtelif memleketlere olan tetkikat seyahatinden etti­ği müşahedat ve ihtisasatı, onu Türkiye genç münev­verleri arasında, müstait bir sosyalist yapmış idi.

Ethem Nejat Yoldaş, eskiden beri gençler arasın­da ve yoksul münevverler arasında teşkilât işleri için de kafasını yormakta idi. Onun 1914 ve 1910 senele­rinde Eskişehir'de oturarak, ekser Anadolu merkezle­rindeki muallim ve muallimeleri teşkil ve taazzuv ettir­mek için sarfettiği emekleri, yazdığı ve bugün, «C. Se­limYoldaş’ta da birçok nüshaları bulunan uzun uzun mektupları gerçi o günden itibaren müsbet bir netice vermemişlerse de, elbet birer tarihî kıymeti haizdirler.

Fabrikaların ve hususi sanat yurtları ve tezgâhla­rın münevver sanatkârlarından, ustalardan, ustabaşılardan mürettep olan bir «Osmanlı Sanatkâran Cemiye­timevcut idi. Muharebe zamanlarında biraz daha Türkleşen ve türkçüleşen ve «Türk Ocağı» ile bir si­yaset takip eden bir «yuva»ya sinen bir cemiyetin ha­yatında da, Ethem Nejat Yoldaş’m iştirak ve rolü mev­cut idi. Bilahare «Türk Sanatkârları Yurdu» namıyla adını türkçeleştiren bu cemiyetin, daha ziyade türkçeleşmesinde, belki de Ethem Nejat Yoldaş en müessir rolü oynamıştı.

Çünkü gayet garibet olarak Ethem Nejat Yoldaş, kendisi «çerkes» olduğu halde, hemen 1917 senelerine kadar mutaasıp bir «Türkçü» idi. Ve Türkçülüğe, Türk­çülük terbiyesine dair birkaç risale bile yazmış ve neş­rettirmiş idi. Fakat Ethem Nejat türkçülüğünde de bir yenilik ruhu, yeniye doğru koşmaya temayülün mev­cut olduğunu inkâr etmemek lâzımdır. Nejat'ın takip ettiği türkçlülükte, «Yeni Mecmua-cıların hükümet ve­sait ve kuvveti ile propaganda yapmakta oldukları «ananeperestlık» (rusça: traditsianalizem) namı altın­daki muhafazakârlık ve mültecilik ve «hakimiyeti milliyenin saltanatında temerküz ve tecellisi» perdesi al­tındaki mutlakiyet hastalıkları yok idi. Onun takip et­mekte olduğu türkçülük, «Ziya Gökalp»in mistik, sko­lastik idealizme karışık propaganda yapmakta olduğu, ve bir «Osmanlı» gazetecisi tarafından bilhak -kara tehlike» diye tesmiye edilmiş olan «mürteci türkçülük»ten tamamen ayrı idi.

Fakat biz, bir milliyetperver olduğu halde, sosya­lizm ve komünizm hareketlerine karışmış bir «yaban­cı» nazarıyla bakabilmek ihtimalinden Ethem Nejat'ı uzak tutmak istiyoruz. Onun, 1914 senesinden beri muallime ve muallimler arasında teşkilât işlerine dair propaganda yapmakta bulunmuş olması ve «sanatkâr» ların «mesleki» uyuşmaları için eskiden beri çalışması gösteriyor ki, Ethem Nejat’ın eskiden beri bir «millî sosyalizm» temayülü mevcut idi. Bu «millî sosyalizm» meselesine dair nasıl bir nazariye beslemiştir, bileme­yiz. Fakat bizzat tercüme-i hali gösteriyor ki —eğer tesmiye mümkün ise!— eski bir «millî sosyalist!» karşısında bulunuyoruz. Çünkü o, 1918 senesine kadar hem bir «türkçü» ve hem bir «millî sosyalisttir. 19181919 senelerinde Almanya'da fazla kalan Ethem Nejat arkadaş, oradaki amele ve sosyalizm hareketiyle da­ha yakından tanışmıştı.

Ve 1918-1919 senelerinde, Alman müstakil sos­yalistlerinin hareketlerine, bazı Türk arkadaşlarıyla beraber, bilfiil iştirak etti. Bu esnada sosyalizm mese­lelerini gerek ameli ve gerek nazari cihetten daha zi­yade tanımış olan Ethem Nejat Yoldaş'ı biz artık bir «proletarya mücadelecisi» manasında olarak «sosya­list» kabul edebiliyoruz. Ve bilahare «proletarya diktaturası» esasını da kabul ediyor, kendisine «komünist» ünvanını iftiharla intihab ederek «Üçüncü Enternasyo­nalcin inkılâpçı kızıl bayrağı altına giriyor.

Kendisine henüz «komünist» ünvanını vermeye korktuğu bir devrede biz Ethem Nejat'ı «sosyalist» ola­rak görmüş idik. Onun sosyalistlik devrindeki faaliyeti «Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi» namıyla 1919 senesi 23 Eylül tarihinde İstanbul’da teşekkül eden bir münevveran ve gençler teşkilâtı dahilinde ve bu mah­filin neşrettiği «Kurtuluş» Mecmuası’ndadır, Bu devre­deki faaliyetimizde sıkı bir müşareket mevcut İdi. Onun için, burada bir iki şahsi hatırayı da zikretmeden geçemeyeceğim. Bize tecrübeler göstermiş idi ki, Sos­yal Demokrat Fırkası Merkez-i Umumisi'nin, içtimai in­kılâba ve amele menafiine hadim ananeleri azınlıkta idi ve binaenaleyh, amelelerin hayli incizapları oldu­ğu halde, ilerletmek mümkün olamıyordu. Sırf siyasi mevki ve menfaat için, fırka teşkiline iştirak etmiş olan Doktor Haşan Rıza, Halit, Dava Vekili Vasfi Tay­fur vs. gibi büyük burjuvaların yamakları, uşakları ve küçük burjuva olmaya çalışan yardakçılar, fırkanın emekçileşmesine, inkılâpçılaşmasına mani olmaya ça­lışıyorlar; inkılâpçı unsurları dahili mücadele ihtiya­cı karşısında bırakıyorlardı. Diğer taraftan «Hüseyin Hilmi»nin diktatörlüğü altında yuvalanan «Türkiye Sos­yalist Fırkası» dahilinde aynı vaziyetle aynı mücadele devam ediyordu. Fırka'yı dahilden fethetmek, Hilmi’nin diktatörlüğünü de devirmek için çalışan Sadrettin Celal’e karşı da, «Hilmi Yoldaş», Sosyal Demokrat Fırka­sında Doktor Haşan Rıza’ların bize karşı devam ettir­diği mücadelesini devam ettiriyordu. İşte bu kargaşa­lık esnalarında teşekkül eden «Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi», Ethem Nejat Yoldaş’a göre de bir münevverler teşkilâtı olduğundan, daha ziyade halk kitleleri teşkilâtı olan «Sosyal Demokrat» ve «Türkiye Sosyalist» fırkalarıyla uyuşmak, birleşmek lâzımdı. Benim kanaatime göre, böyle bir ittihat vücuda gelme­diği takdirde, kitleyi son yeni fırkaya çekmek zor ola­cağı gibi, ötekiler dahilinde de sırf onların rehberleri arasındaki o «yarı burjuva» ekseriyetleriyle amele me­nafiine pek büyük bir iş görmek mümkün olamayacak­tı. Ve nasıl ki, hâlâ da olamıyor. İşte Ethem Nejat Yol­daş’ın, her üç fırkada hüküm süren «baş kayımcılık» (separatizm) temayülatına rağmen, bu üç fırkanın bir­leşmesine bütün samimiyetiyle çalışması, onun gayet ameli ve musib bir noktainazara malik olduğunu gös­teriyor. Fakat çok yazık ki, ta o günden itibaren, İstan­bul amelesi arasında bir «cephe birliği» vücuda geti­recek olan bu teşebbüsümüzde biz muvaffak olamadık. Hüseyin Hilmi'nin o günlerde yıkılamayan diktatörlü­ğü, Sosyal Demokrat Merkezi Umumisi’nde kahir ekse­riyetin küçük burjuvalar elinde olması, son üçüncü genç mahfildeki bazı genç arkadaşların fazla sinirliliği, umumi sosyalist konferansı akdine vaziyet-i siyasiyedeki buhranların ve harekâtın gençliğinin müsaade et­memesi, bu lâzım teşebbüsü neticesiz bıraktı. Bu Et­hem Nejat'la benim müşterek bir muvaffakiyetsizliğimiz idi. Bu teşebbüsteki muvaffakiyetsizlikten sonra Ethem Nejat Yoldaş, kendi arkadaşları arasındaki «teşettütü efkâr»dan, sırası geldikçe şikâyet etmeye ve ilk fırsatta Rusya'ya geçerek orada çalışmak istediğini ve daha da, inkılâp stajı yapıp geldikten sonra bu cephe birliğini kuvveden fiile çıkarmaya muhakkak muvaffak olacağını söylemeye başlamış idi. 1919 senesinde muhtelif amele teşkilâtları ve muhtelif sosyalist «fır­ka »lan tarafından, «İntihabat Kanunu»nu protesto et­mek üzere toplanan «İstanbul'un İlk Sosyalist ve Ame­le Mitinginde, «Azizim, bu miting, bizim yapmak iste­diğimiz tek cephenin mukaddemesidir» diye ümitlen­mişti. Ve ben de o ümide düşerek nutkumda o suretle irad-ı kelam eylemiş idim. Fakat bilahare, tecrübe de, aldanmış olduğumuzu gösterdi.

Ben Anadolu'ya geçtikten sonra kendisinden mek­tup alamadım. Rusya’ya hareket ederken Samsun’dan yazdığı mektubu, hükümet eline geçtiğinden okumak mümkün olamadı.

Ethem Nejat Yoidaş, Suphi kadar bir kalem sa­hibi idi. Yazdığı makaleler alimane olmamakla beraber, telkin kuvvetine malik ve caziptir. Zamanıyla Edirne’de neşredilmiş olan «Sai ve Amel Mecmuası» başlıca Et­hem Nejat’ın eseri sayılabilir. Kendisine sosyalist ve hatta komünist namı verdikten sonra yazdığı makale­leri arasında, küçük burjuva ve münevveran sosyaliz­mine temayül gayet kuvvetli gözükmekle beraber, çok samimi ve inkılâbkâranedir. Sanki ondaki küçük burju­va ve münevveran temayülü, onları inkılâp harekâtına celb ve cezb için kullanılmış mahirane bir manevra gi­bi görünmektedir.

Sosyalizm ve komünizm harekâtı henüz pek genç olan Türkiye için bunlar en şayanı dikkat simalar idi. Alelumum memleketlerde sosyalizm harekâtının baş­langıçlarında böyle şahsiyetler zuhur ederler. Ve ken­di devirlerine ait vazifelerini, muvaffakiyetli muvaffakiyetsiz ifa eylerler. Bunların hayatlarının ve eserleri­nin tetkiki, o memlekette sosyalizmin ilk inkişafında alınmak istediği istikametleri gösterir. Bu itibarla biz ölümlerini acılarla karşıladığımız bu arkadaşlarımızın eserlerini toplamak ve tetkik etmek mecburiyetinde­yiz. Bilhassa bu eserlerin bugün henüz propaganda kuvvetleri de mevcut bulunmakta olduğundan, bunları toplayıp neşretmek, genç Türk komünistlerinin borç­larındandır.

Yazılar ve Alıntılar

Kitaba Ulaşmakta Sorun Yaşayanlar

Ve Engelli Kardeşlerimize Yardım İçin Hazırlanmıştır.

Her hâlükârda yine de uygun görmeyen kişiler olabilir.

Yayının kaldırmasını talep ederlerse,

iletişime yazdıklarında hemen silinecektir.

Blog Yöneticisi


ALTUNTAŞ→ ←HAYYAM EMRAVA→ ←AŞKI HU İLBER FİLM→






İsmail Hakkı ALTUNTAŞ

Tarafımızdan Hazırlanan Bloglar.

☰ AÇ

Şarkı Dinle
Hızlı Arama
Site Haritası Sınırsız

Yayınlar Engelli Kardeşlerimiz ve Kitaplar Hakkında Bilgi Edinmek İçindir

×