28-29 Ocak 1921 'i Unutma
SUNUŞ
Türkiye devrimci
hareketinin seçkin önderlerinden Mustafa Suphi’nin mücadeleli yaşamı ve kavga
arkadaşlarıyla birlikte Karadeniz'de katledilmesi, Türkiye tarihinin en
karanlık bırakılmış safhalarından biridir.
Bu konuya ışık tutan ilk
belgesel eser, 1923 yılında, Mustafa Suphi'nin hayatta kalan yoldaşları tarafından
yazılarak Moskova’da:
Bütün Dünya İşçileri
Birleşiniz
28? 29 KANUNUSANİ 1921
Karadeniz Kıyılarında
Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri
adı altında
yayınlanmıştır. Arap harfleriyle dizilmiş bulunan kitap, Moskova’da Lenin
Kütüphanesi’nde 3v 15-11 -134 dizi numarasıyla kayıtlıdır.
Bu önemli eser, 41 yıl
sonra İnfo-Türk Ajansı tarafından başka belgelerle de zenginleştirilerek
1974-75 yıllarında Belçika'da yayınlanmıştır. KİTAP
Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz
28-29 KANUNUSANİ 1921
Karadeniz Kıyılarında Parçalanan
Mustafa Suphi Ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri
"28-29 KANUNUSANİ 1921"
ADLİ KİTABIN KAPAĞI
(Kitap hakkında gerekli bilgi arka
sayfadadır)
Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz
28-29 KANUNUSANİ 1921 Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi Ve
Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri (1923 yılında Moskova'da "Kızıl şark" Matbaasında
basılmıştır,
renin Kütüphanesi
’nde, 3v 15-11-134 dizi numarasıyla kayıtlıdır)
BAŞLARKEN
«1921 yılının 28-29
Kanunusanisinde 15 Türk komünistini Türkiye burjuvazisi Karadeniz’de boğdu.
Tarih sınıfı mücadelesi tarihidir.
Yoldaş!
Türk proletaryasının ilk
şuurlu 15 ölüsünü unutma!
Bu küçücük kitap sana
onların içlerinden birinin hayatını ve fikirlerini anlatacaktır.
Mustafa Suphi, bilhassa
son senelerinde bütün ateşiyle proletaryanın kurtuluşuna vakfınefs etmiş sağlam
bir kafa îdi. Bir komünist idi.
Onun fikirleri senin İçin
istifadelidir. Onun hayatı senin için bir tecrübedir.
Mustafa Suphi ismi, sana
son nefeslerini tam bir komünist gibi veren 15 ölüyü hatırlatsın. Ve her senenin
28-29 Kanunusani'sinde bu kitabı yoldaşlarınla beraber oku.
Yoldaş! Biz sana Trabzon
önünde parçalanıp Karadeniz’e atılan 15 arkadaşı birer birer tanıtmak isterdik;
fakat onları öldürenler, onların yadigârlarını da, eserlerini de beraberlerinde
ypkettiler.
Sınıf mücadelesi aynı
zamanda mefkure mücadelesidir. Fakat biz bundan açıklanmıyoruz.
Yoldaş! Bu 15 Ölü bizim
için nihayet 15 isimsiz komünisttir; ve sen bu isimsiz Ölüleri dünyanın her
dağında, her köşesinde, her denizinde bulursun! Bu isimsiz ölülerin isimleri,
cisimleri, renkleri ve dilleri bizim için hiçtir. Biz her yaşayan işçi kadar,
her ölen komünisti de farksız tanıyoruz. Çünkü biz ayrılıksız, sınıfsız bir
cemiyet yaratmak istiyoruz.
Yoldaş! İnkılâp uğrunda
ölülerimiz arttıkça saflarımızı sıklaştıralım.
Yaşasm genç, müteşekkil,
muktedir proleter kitleleri!
Yaşasın Komünist Fırkası!
Biz Suphi'nin yürüdüğü
yoldan yürüyoruz.
28-29 Kanunusani 1921
tarihi, Türkiye proletaryasının acıklı ve matemengiz bir günüdür.
Yarın biz İstanbul'u
Türkiye proleterinin kızıl payitahtı yapacağız!
TAHRİR HEYETİ
MUSTAFA SUPHİ
• MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞINN TERCÜME! HALİ VE SİYASİ ŞAHSİYETİ HAKKINDA MUHTASAR MALUMAT
Türkiye Komünist
Teşkilâtı’nın en kıymettar, en faal birinci âmili olan Mustafa Suphi Yoldaş’ın
ziyaı ebedisi, Türkiye amele ve köylüsü için cüda matemengiz bir vakıai
müessifedir.
Lâkin ahenîn bir mefkure
ile onun takip ettiği yolda, devasa adımlarla ilerlemek için İlmen hazırlanmakta
olan faizler, katiyyen meyus ve müteessir değiliz, bilakis kendimizde daha
yüksek bir metanet buluyoruz.
Mustafa Suphi Yoldaş kimdi?
Mustafa Suphi Yoldaş, 1883 senesinde Trabzon Vilâyeti’ne tabi Giresun
Kazası’nda doğmuştur.
Elan berhayat olan pederi
valiliklerde bulunmuş Ali Rıza Bey’dir. Validesi Samsun Sancağı Belediye Reisi
Esbakı Halil Hilmi Efendî’nin kerimesi Memnune Hanım’dır. Pederinin memuriyeti
dolayısıyla tahsili iptidaiyesinî Kudüs ve Şam’da ikmal etmiştir.
Tahsili idadisini
Erzurum'da, tahsili âlisini İstanbul Mektebi Hukuk'ta itmam ile tevsii malumat
için devri sabıkta Avrupa’ya giderek Paris Ulumu Siyasiye Mektebi'nde ikmal
etmiştir.
Paris'te Ulumu Siyasiye
Mektebi’ni ikmalden sonra şahadetname almak için tertibi meşrutu (tez) «Türkiye
İtibarı Zirai Teşkilâtı’nın Hal ve İstikbali» mevzuu üzerinde ilmi bir surette
tetkik ederek takdim eylediğinden, tez jüri heyetince mazharı kabul olmuştur.
Hatta mezkûr tez 1911 senesinde Fransa’nın «Cenup İtibarı Zirai» Kongresi’nce
nazarı dikkat ve mülahazaya alınmış ve muahharen Roma Beynelmilel Enstitüsü
celsesinde kıraat ve risalei muvakkateye dercedilmiştir.
Siyasi Şahsiyeti
Yoldaş Avrupa’da tahsilde
bulunduğu müddetçe Tanin muhabirliğini İfa ediyor, hem de Paris’in amele
teşkilâtları, sendikaları, vs.'yi tetkik ederek inkılâpçı bir genç, malumatlı
bir sosyolog olarak hatırlanıyordu.
1908 İnkılâbından sonra
Türkiye’ye avdet eden yoldaşımız, Tanin, Serveti Fünun ve Hak gazetelerine
muaveneti tahririyede bulunmuş, son zamanlarda Ticaret Mektebi Âlisi’nde
«Malumatı Hukukiye», Darülmuallimini Âliye ve Mektebi Sultani’de «ilmi iktisat»
hocalığı yapmıştır.
Sorbonne Darülfünunu
Profesörü Bugle’nin «İlmî İçtimaî Nedir» isimli kitabını tercüme ve Vazifei Temeddün
ismindeki kitabı da telif eylemiştir.
1912'de «Millî
Meşrutiyetperver Fırkasını tesis maksadıyla İfham Gazetesi'ni çıkarmaya
başlamıştır ki, bu tarih İttihatçılar ile mücadelesinin başlangıcıdır.
1913 senesinde
İstanbul’da Mahmut Şevket Paşanın katli meselesinden sonra en yakın dostu olan
rerit Beyle” Sinop’a nefyedilmiştı. Sinop’tan kayıkla firar ederek
Rusya’ya geldi. Harp zamanında düveli muhasıma tebası addedilerek Çar Hükümeti
tarafından Kaluga Vilâyeti'ne nefyedilmiştir. Suphi Yoldaş esarette hayatın
bütün lezaizinden mahrum olduğu halde zerre kadar müteessir olmayarak bilaücret
etrafındaki Türk amele ve köylü esirlerine muntazam ders veriyor ve onların
terbiyeî içtimailerine hizmet ediyor ve bu amele kitlesinde esaslı olarak
kapital ve onun çirkinliklerine karşı ilk isyan ve nefret hissini
uyandırıyordu; bunun için Türkiye'de asırlardan beri derebeylik bakayası olan
hükümeti müstebitenin ve son zamanlarda da kapitalizmin tahakküm ve mezalimi
altında inleyerek hayatı içtimainin en karanlık köşelerine saadeti hayatı
gösterecek sosyalizm çerağından mahrum, sınıf ve anın taksimatı ile istismar
eden ve ideleri tefrik edememek cehaletine mahkûm Türk mazlumlarını ilk ikaz
Suphi'ye aittir.
Almanların Polonya'dan
ilerlemeleri neticesi Türk esirlerle beraber Kaluga Vilâyeti’nden Ural
Vilâyeti’ne teb’id edilen Suphi orada da aynı maksatla aç ve çıp-
’) Trabzon Faciası
zamanında Ferit Bey Millet Meclisi azası ve Maliye Vekîliydİ.
lak Türk esirlerini teşkilâtlandırmış
ve onlarla beraber kendisi taş taşımak, toprak kazmak vs. gibi en yorucu ve
ağır işlere iştirak ederek kapitalin, harpten doğan gaddarlığın ağırlık ve
zulmünü kendi hayatında da bütün acılığıyla tatmış ve binlere baliğ olan Türk
köylüsü ve ameleleri arasında ilmi, siyasi, içtimai hazırlıklardan da geri
durmamıştır.
Suphi, esaret hayatında
bütün kapitalin köpekleri olan emperyalistlerin, sahte sosyalist ve
milliyetçilerin Yirminci Astr'da medeniyet maskesi altında oynadıkları kanlı
komedyalarını, bütün proleter âlemine karşı hesapsız İhanetlerini teşhir için
yazmış olduğu pek değerli eserini maalesef neşre muvaffak olamamıştır?
Teşrinievvel
İnkılâbı’ndan sonra Suphi Moskova'ya gelerek Rusya Komünist Fırkası ile temas,
Tatar ve Başkırt İnkılâpçıları İle teşriki mesai ederek «Yeni Dünya» namı
altında ilk Türk komünist gazetesini neşre başlamıştır.
1918 senesinde Moskova
Müslüman Komiserliği binasında yirmiyi mütecaviz Türk amele ve köylülerinden
müntehap delegelerle, Merkezi Rus Komünist Fırkası’nın, Müslüman
komünistlerinin, Müslüman Sosyalistleri Komitesi'nin, İdilUral Tatar ve
Başkırtlarının vekilleri, Petrograt, Moskova gazete muhabirleri mevcut olduğu
halde, Türk Sol Sosyalistleri’nin Birinci Kongresi'ni açmış ve bilâhare bu kongre
de Türk Komünist teşkilâtlarını doğurmuştur.
Rusya’nın mevakıı
muhtelifesindeki askerî ve mül-
*) Bu eser Denikİn'în
Kırım'ı işgali arifesinde Kırmızı Ordu ile Odesa'ya giden Suphi tarafından
Osman namında yerli bir yoldaşa muhafaza edilmek üzere bırakılmıştı. Maalesef
bu genç de bu de bu eseri yakmaya mecbur olmuştu. kî
Türk esirlerini ve bahusus Şark milletlerini ikaz ve içtimai inkılâbı onlara
telkin İçin Moskova, Kazan, Şamara, Saratuf, Rezan, Esterhan şehirlerinde Türk
komünist teşkilâtları vücuda getirmiş ve 1919 senesinde bu teşkilâtlar
tarafından Üçüncü Beynelmilelin Birinci Kongresi’ne delege intihap edilmiştir.
Müteakiben Türk komünist
teşkilâtının Türkiye'ye yakın olmasını temin emeliyle gazete ve muvakkat
merkezle Kırım’a hareket ve orada icraı faaliyet etmeye başladı.
Denikin'in Kırım’a hücumu
üzerine tekrar Odesa’ya hareket etti.
O zaman idi ki, Moskova
Ajansı’nın Forski’den aldığı malumata müsteniden Suphi’nin Kırım'da İngilizler
tarafından derdest ve şaiben idam edildiğini ilân edişi bütün yoldaşlarını
matemlere garketmiş ve bilâhare bu haberin yalan olduğu tahakkuk eylemişti.
İngilizlerin İstanbul'u
işgallerinden sonra Anadolu’ya başlayan taarruzları durdurmak ve Türkiye'yi Antanta’nm
siyasi ve iktisadi istilâsından kurtarmak üzere teşekkül eden Millet Meclisi
Hükümeti’ne hem yardım etmek, hem de içtimai hazırlıkta bulunmak üzere
Türkistan ve İran tarikiyle Türkiye'ye hareket ettiyse de, hasbelicap İlyava
Yoldaş’ın gösterdiği lüzum üzerine Türkistan’da kalarak bir taraftan «Yeni
Dünya» Gazetesi'ni neşr ve diğer taraftan da teşkilâta germi vererek
«Beynelmilel Şark Şûrası»nı tesis eylemiş ve Şark Cephesi Kumandanlığı nezdinde
Türk kızıl askerlerinden bir fırka teşkiline muvaffak olmuştur.
1920 senesinde
Azerbaycan’daki inkılâp dolayısıyla Baku'ya nakli faaliyet ederek, Baku
Komitesi nezdinde bir Türk Komünist Şubesi'ni açmış ve siyasi bir mektep küşad
ile 1OO’e yakın Türk komünistleri yetiştirmiştir. Üç ay zarfında Türkiye ve
Rusya’da vücuda getirdiği 15 kadar teşkilâttan gelen 32 kati ve 42 istişari
reye malik, ki ceman 74 delege ile 1920 senesinin 10 Eylül'ünde Baku ve Umumi
Türk Komünistler Kongresi’ni açmaya muvaffak olmuş ve tanzim ettiği Türkiye
Komünist Fırkası Program ve Nizamnamesi’nin layihası kongre tarafından müzakere
ve kabul olunmuştur.
Telif ve tercüme gibi
ilmi teşvikata ehemmiyet vererek teşkil eylediği Telif ve Tercüme Şubesi vasıtasıyla
20’ye yakın esası sosyalizme ait kitaplar ihzar ve bunların 8’ini neşr ve
Türkiye’ye sevkeylemiştir.
1921 senesinin
Kanunuevveli’nde Anadolu Millet Meclisi Hükümeti’nin bilvasıta daveti üzerine
Türkiye Komünist Fırkası Heyeti Merkeziyesi ezalarından Ethem Nejat, Hilmi oğlu
Hakkı vs. 20’ye yakın arkadaşlarla Anadolu’ya hareket eylemiş ve ilk vasıl
olduğu Kars şehrinde hükümet tarafından riyakârane âlâyişle karşılanmıştı.
Heyhat ki Kars'tan sonra yollarda, şehirlerde bililtizam envai adide taarruz
ve tecavüze maruz kalmış ve avdeti için arkadaşlarının ricalarını red ve
inkılâp uğrunda değil hakareti, ölümü bile hiç gördüğünü beyan ederek yoluna
devam eylemiştir. Trabzon’a vürudu arifesinde Suphi'nin gerek şahsi, gerekse
siyasi muarızları aleyhinde büyük mikyasta teşvikatta bulunuyor ve efkârı
umumiyeyi aynı maksatla hazırlıyorlardı.
Arkadaşlarıyla Trabzon'a
vürud ettiği gün şehre meni dühulleri esbabı izhar edilmiş ve evvelce hazır
edilen motorlara bindirilerek denize gönderilmişlerdi ve 14 arkadaşıyla
yoldaşımız Mustafa Suphi bundan iki sene mukaddem, yani 1921 senesi 28
Kanunusani gecesi süngü ve kurşunlarla öldürülerek denize atılmışlardır.
Mustafa Suphi Yoldaş'ın
ölümü şüphesiz inkılâp namına çok acıklı bir ziyadır. Fakat geride kalan Türk
komünistlerine inkılâba giden yolları pek iyi göstermiştir. Dizler onun ölümü
karşısında fütur değil, cesaret ve iman duyar, açtığı yoldan gideriz.
ALİ YAZICI
• 28 KANUNUSANİ
— Ta ta aa ta ta Ha ta tta ta
Tarih
sınıfların
mücadelesidir.
Kanunusani 28
—
On beş kasap çengelinde sallanan On beş kesik baş
Bunların sen isimlerini aklında tutma fakat
28 kanunusaniyi unutma!
«Beyaz kar
« Rüzgâr
«Rüzgâr».
—
Trabzon'dan bir motor açılıyor
—
Burjuva Kemalin omuzuna binmiş Kemal kumandanın
kordonuna Kumandan kâhyanın cebine inmiş Kâhya adamlarının donuna
Burjuvazi
ne zaman aidatsa bizi
böyle haykırır:
—
İkinci motor birinciye yetişti
—
Dalgalar sallıyor Sallıyor dalgalar.
iki motorda İki sınıf çarpışıyor.
Onlar!
Onlar kamalı
—
Dişlerimiz ellerini kemiriyor
artık lüzum yok fazla söze:
Bakın göz göze
On beş kare açtı göğsünü,
On beş kere örtüldü.
On beşlerin hepsi
Bir komünist gibi öldü.
NAZIM HİKMET
Moskova, 1923
• MUSTAFA SUPHİ BEŞ
SENE EVVEL MOSKOVA'DA
Milhelm Ordusu Petersburg’u
tehdit etmeye başladığı sıralarda Merkez İslâm Komiserliği de, diğer bütün
merkez şûra müesseseleriyle birlikte 18 Kanunusani 1918 senesinde Moskova’ya
gelmişti.
Bizim Moskova'ya
hicretimizden kaç hafta geçmiştir, İyi hatırlamıyorum, fakat takriben Şubat
nihayetlerinde veyahut Mart iptidalarında olacak, komiserliğe iki adam
gelmişti.
Yoldaşlardan Vahyidof ve
İbrahimof dairede mevcut değillerdi. Ben yalnız oturuyordum. Oldukça temiz
giyinmiş, takriben 3335 yaşlarında uzunca boylu, gözlük takınmış esmerce biri
bana müracaat ederek:
— İslâm Komiseri siz
misiniz? diye sordu.
— Evet, birisi benim,
dedim.
Gösterilen yere oturmadan
evvel kendisini ve yoldaşını takdim etti:
— Mustafa Suphi, arkadaş
Avusturya zabitanından Bosnalı Ethem Belbeloviç.
Arkadaş, sarışın, kısaca
boylu, yan askerî elbisedeydi. Konuşmaya başladık. Mustafa Suphi, kendilerini
tanıttı. Suphi sivil esiri harb sıfatıyla Uralski Eyaleti'nde amele olarak
çalışmış, fakat Teşrinisani İnkılâbı’ndan sonra o da Rusya'daki bütün esirler
gibi o vaziyetten kurtulabilmişti. Şimdi de Moskova'ya inkılâp için çalışmaya
geldiğini söyledi.
Suphi, İslâm Komiserliği
nezdinde bir Türk Şubesi tesis ederek gazete neşretmenin mümkün olup
olmadığını ve bu hususta bizim fikrimizin ne merkezde olacağını anlamak
istedi.
Birkaç dakika zarfında
biz tamamen anlaştık ve yakın yoldaş olduk. Suphi'nin fikrini İslâm
Komiserliği’nin tasvip edeceğini ve elinden gelen yardımı esirgemeyeceğini
beyan ettim. Suphi her ne kadar az çok rusça konuşabiliyorduysa da, benimle
türkçe konuşabilmesinden ve musahabemizin çok samimi olmasından memnuniyetini
gizlemiyor, seviniyordu.
Vahyidof ile karşı
karşıya geldiler. O da tasvip etti.
Suphi ile birlikte birkaç
defa Stalin Yoldaş’ın nezdine giderek Türkçe gazete neşretme meselesini
müzakere ettik. Az zaman sonra -Yeni Dünya» Gazetesi intişara başladı.
Türk dilinde ilk defa
komünist gazetesi şu tarikle Moskova'da vücuda getirildi.
İslâm Komiseri ve Yoldaş
Stalin yalnız Suphi'yi tanıyor ve ona emniyet ediyorlardı. Bu sebepten Türk
Şubesi ve Yeni Dünya hep Suphi'nin şahsına emniyet ve itimaddan dolayı vücuda
gelmiş ve onun şahsı ile kaimdi. Zaten bunda ruh veren yalnız o idi. Kendisinin
ilmi, kuvvei nutkiyesi ve kalemi pek yüksek olduğu gibi, faaliyeti, ciddiyeti,
azmi ve inkılâpçılığı ile diğer arkadaşlarından temayüz ediyordu.
Suphi, bütün eski hayata
düşman olduğu gibi, İttihatçıları da hiç beğenmezdi. Bir gün İttihatçılar hakkında
uzun uzadıya pek ciddi surette hiddetle beyanı mütalaada bulundu.
İttihatçıların rüesasını istihzai kelimelerle yadetti.
Suphi Baku’da ve
Kars’ta
1920 senesi güz aylarında
Suphi'ye Baku’da tesadüf ettim. O pek az değişmişti. Teşkilâtı büyümüş, arkadaşları
çoğalmıştı.
Suphi Türkiye'ye gitmek
fikriyle hastalanmış, fakat bir parça tereddüt ediyordu.
Kemal tarafından benim
mevkufiyetim ve Türkiye'den nefyolunmam meselesi onun tereddüdünü daha da
artırdı.
Fakat «ben Kâzım
Karabekir Paşa ile muhabere ediyorum, o beni davet ediyor,» diyordu.
«Türk paşalarını siz
bilmiyor değilsiniz. Onların sözüne inanmaya gelmez. Onlar eski kurtlardır,»
diye benim tarafımdan edilen itirazdan sonra, «o halde bir parça bekleyelim,»
dedi.
Suphi'yi arkadaşlarından
birçoğu daima Türkiye'ye gitmek için teşvik etmekte olduğu anlaşılıyordu. Bir
ay sonra biz Gümrü'den Baku'ya avdet ettik. Ben Karabekir’i Suphi'ye gayet
istidatlı bir asker, pek kurnaz bir diplomat diye tavsif ettim. Fakat
yoldaşları Suphi’yi Türkiye'ye gitmeye tamamen ikna etmişler, tarafımdan
verilen malumatın ona hiç tesir etmediğini hissettim, Artık Suphi Türkiye'ye
gitmek için karar vermişti. Mdıvani tahtı riyasetindeki bizim heyet hareket
etti. Bu defa Kars'a, oradan Ankara'ya gidecektik. Suphi ailesi ve bir nice
yoldaşı ile bizimle beraber Gümrü'ye ve andan Kars'a geldi. Kars’ta Karabekir
ve gerek onun adamları, gerek bizim heyeti, gerek Suphi ve yoldaşlarını
tantanalı surette kabul ettiler. Orada birkaç gün kaldık. Kars'ta iken Mdıvani
Heyeti ve Suphi ve arkadaşları için Ankara'ya gelmeye Kemal Paşa’dan müsaade
geldi. Yalnız benim için seyahat memnu olduğu anlaşıldı. Ben Baku'ya avdet
edecek oldum. Bana müsaade edilmediğine Suphi mütessir oldu. Ben Erna müsade
edilmediğine Suphi müteessir oldu. Ben Erivan’a gittiğim zaman Suphi ve
arkadaşları Erzurum'a seyahat etmek için hazırlık görüyorlardı. Şu tarikle
Suphi ile son defa Kars’ta ayrılmıştık...
Moskova: Kanunusani 1923
ŞERİF MANATOF
• MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ VE ANADOLU KOMÜNİSTLERİ
Bugün Türkiye Komünist
rehberlerinden Mustafa Suphi öleli iki sene oluyor. Bu münasebetle Türkiye burjuvazisi
tarafından oynanılan bu kanlı faciaya tekrar ircaı nazar etmek, «Mustafa
Suphi’nin kıymetli hatırasını tekrar yadetmek, bir vazifedir.
Rusya Şûralar Cumhuriyeti
Şark akşamında çalışan fırka işçilerinin ekserisi onu biliyorlar.
Serlevhamıza bakarak
«Mustafa Suphi Yoldaş’m Anadolu Komünist Partisi, yani Türkiye Halk İştirakiyim
Fırkası ile münasebetinden bahsedilecek zannedilmesin. Biz burada, Suphi
Yoldaş’m öldürüldüğü sırada Anadolu Komünist Fırkası’nın vaziyetini kısa birkaç
cümle ile anlatmak istiyoruz.
Mustafa Suphi faciasını
Türkiye genç burjuvazisi 1921 senesi bidayetlerinde oynadı. Bu esnada Türkiye
Büyük Millet Meclisi artık dokuz aylık bir hayata malik olmuştu. Hâkimiyet tam
manasıyla Meclis’in eline geçmişti.
Meclis mahallî isyanları
bastırmış, muhalif unsurları tamamen susturmuş, muntazam bir ordu teşkil etmişti.
Harici siyasette zahir olmakla beraber dahilî teceddüdat programında daha
kökten yenilikler talep etmekte olan «Hafi Türkiye Komünist Partisi »ni
inhilal ettirmek için burjuvaların kendi riyaset ve inhisarları altında ve
«Resmî Komünist Fırkası» namında sahte bir teşkilât yapılmıştı. Hakiki
komünistlerin devamlı mücadelesi neticesinde pek az zamanda foyası meydana
çıktı. 1920 senesinin nihayetlerinde hafi Komünist Fırkası resmî olarak
«Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası» namı ile teşekkül etti ve hükümetin harici
siyasetine ne kadar müzaheret ettiyse de, daima ciddi takibat ve tazyîkata
maruz kaldı.
Vaziyeti siyasiye tam bu
merkezde iken Avrupa emperyalistleri tarafından Türkiye burjuvazisine anlaşma
teklifi vaki oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, sulh esasların
konuşmak ve kararlaştırmak için Londra Konferansı’na davet ediliyordu. Avrupa
burjuvazisi İle anlaşma lüzumuna kani olan bu genç burjuvazi, Avrupa'daki
efendilerin hoşnudisini üzerine celbedebilmek için her iki cephede, Ankara ve
Kafkasya’daki Türk komünistlerine karşı kati bir taarruza geçti. Türkiye
burjuvazisi zannediyordu ki komünist teşkilâtlarının evrak ve dosyalarını sulh
murahhaslarının çantasına koyarak yolladığı takdirde Avrupalı efendiler
derhal sulh vereceklerdir.
Fakat bizim genç
burjuvalarımız pek yaman gaflet ediyorlar ve aldanıyorlardı. Deste deste
komünistleri vahşiyane boğazladıkları halde bile Londra'dan piliyi pırtıyı
toplayıp sürülerek dönmeye mecbur oldular.
İşte Türk işçi ve
köylüsünün kurtuluş davasına karşı hazırlanmış olan bu hıyanet tertibatı her
iki komünist gruppasına karşı böyle taarruz yapmıştır. Ankara’da Türk Halk
İştİrakiyyun Fırkası’nın azalan 11, 27, 28 Kanunusani 1921 tarihlerinde grup
grup tevkif olunarak hapishanenin ıslak ve karanlık köşelerine atılırken,
diğer taraftan Şark cephesinde Suphi ve arkadaşlarına karşı caniyane bir facia
oynanmaya başlanmıştı. Suphi’nin Anadolu’ya duhulünü teşvik eden burjuva acentaları,
burjuva uşakları, zahiren Suphi ve arkadaşlarının yüzüne gülmüşler, yoldaşlık
etmişler ve alttan alta bu facianın tertibatını ikmal ile meşgul olmuşlardır.
Erzurum'da Müdafaayı Hukuk ve Muhafazayı Mukaddesat Cemiyeti, komünizm
aleyhinde güya din namına beyannameler çıkarmışlardır. Bu suretle Suphi ve
arkadaşlarına cahil halk kitlelerinin taassubunu kabartmışlardır. Suphi ve
arkadaşlarını —şüphesiz imha etmek emeliyle— Erzurum'dan Trabzon'a yollamışlar
ve Trabzon’da da yanındaki 14 arkadaşlarıyla beraber Anadolu komünistlerinin
son grubunun tevkif olunduğu 28 Kanunusani 1921 gününde vahşiyane bir surette
parçalayıp denize atmışlardır.
Suphi grubu ve Ankara
komünistleri, her ikisi aynı sebepten, yani sınıf mübarezesinin aynen
tezahüratından dolayı aynı zamanlarda burjuva taarruzuna maruz kalmışlardır.
Ankara komünistleri
hapishane işkenceleri ve kürek cezalarıyla kurtul ab i İd iğ i halde, Suphi ve
arkadaşları grubu, vakitsiz bir surette inkılâp kurbanları sırasına
geçmişlerdir.
Komünistler için daima
halk kitlesiyle beraber çalışmak ve arkadaş intihabında çok müşkülpesent olmak,
sınıf mücadelesi esasını unutmamak, burjuvanın bu mücadelede kullandıkları
dolambaçlı yolları daima göz önünde bulundurmak lâzımdır. Türkiye işçi ve köy-
lüferinin kurtuluşları
uğrunda ilk tahtı muhakemeye alınmak Ankara Fırkası’na ait olmuşsa, bu gaye
uğrunda ilk kurban olmak da Suphi ve arkadaşlarına müyesser olmuştur.
Evet, Suphi ve
arkadaşları çok büyük ve tarihî bir şeref kazanmışlar, iftiharla güle güle ölmüşlerdir.
Fakat Türkiye emekçileri, kıymettar rehber ve halâskâr larından bir grubu
kaybetmişler ve Türkiye burjuvaları da en bîaman düşmanlarının bir kısmından
kurtulmuşlardır.
Burjuvaların hareketini
sınıf noktainazarından tabiî görürüz. Fakat kıymettar rehberlerinden büyük bir
grubunu kaybeden ve pek az samimi rehberlere malik olan Türkiye emekçilerini de
vakitsiz ziyalarından dolayı taziye ederiz.
Kanunusani 1923
ZEYNİJLLAH NUŞİREVAN
• BÜYÜK ÖLÜLERİMİZ VE
ANADOLU DİKTATÖRLÜĞÜ
Bundan tam bîr sene evvel
soğuk... karlı... fırtınalı bir Kanunusani gecesi Karadeniz 15 mazlumun masum
kanlarıyla boyanmıştı. Bu kurbanlar bedbaht Anadolu’ya necat getirmek,
yaralarını sarmak, damarlarına hayat akıtmak azmiyle gelen Türk komünistleri,
bizim fedakâr yoldaşlarımızdı.
Daha Kars’ta iken
Kafkasya’nın öbür tarafında aleyhlerinde hazırlanan cinayetler, tertip olunan
işkenceler, hakaretler kendilerine haber verilmişti. Lâkin memleketimizin
bedbaht ve mazlum sınıflarına halas rehberliği etmek azmi ve metaneti her muhataradan,
her tehditten yüksekti. Hakaretlere... işkencelere... cefalara göğüs
gerecekler, zindanlara tahammül edecekler, ölümden bile geri dönmeyecekler,
nasıl olursa olsun ezilmiş sınıflar, bedbaht ve gafil kitlelerle temas
edecekler, onlara doğru yolu, kurtuluş ışığım göstereçeklerdi. İçlerinde
hayatlarının tahtı tehditte olduğu söz konusu bile olmuştu. Fakat on sene
evvel Sinop’larda taziplere düçar edilmiş ve birçok felâket arkadaşlarının
dayak ve kırbaç altında İnlediğini görmüş büyük ve mert yoldaşımız Suphi, buna
ehemmiyet vermemişti. Elinde resmî, riyakâr davetnameler vardı.
Kars’ta tilki izaz ve
ikramatı görmüştü.
Memleket dahilinde bir
nutku irad etmemiş ve bir makale neşretmemiş 15 siyasinin alçakça itlafı nasıl
kabil olabilirdi?
Fakat hile ve huda ile
muhasımları celbederek boyunlarım «hıyanet kemendiyle boğdurmak» siyaseti
ancak eski padişahların siyasî mekteplerinde terbiye gören bugünkü Türk
Hükümeti’ne aittir.
Fedakâr yoldaşlarımız,
cinayet çamurunun İçinde boğulmak muhatarasını büsbütün hatırlarından çıkarmıyorlardı.
Arkalarında bıraktıkları yoldaşlarına, faizlere; ve istikbal nesillerine
tarihimizde misline güç tesadüf edilen vazifeşinaslık meali göstermek istemişlerdi.
Mukaddes mefkure İçin memleket içinde çalışmak kararlaşmıştı. Karanlıkta
bırakılan kardeşlere biraz ışık göstermek lâzımdı. Yavaş yavaş cehalet perdeleri,
meskenet uyuşukluğu dağıtmalıydı. Fukara için hayat, ilm istenilmesi, yükselme
yolları aranmalıydı. Nasırlı ellerin ezginliği, makhuriyeti karşısında daha ne
zamana kadar sükût ihtiyar olunabilirdi? İşte bunun için onlar tereddüt
etmediler, arkalarından takip edeceklerin de tereddüde düşmeyeceklerinden emin
idiler. İlk hatvede bu maksat uğrunda can verdiler.
İstismarcı, tufeyli
güruhların büyük fedakârlara karşı gösterdiği vahşet ancak kendi zaaf ve korkularını
meydana koydu. Emekçiler artık Kanunuesasi'de vaad edilen mevhum
«hâkimiyetlere» kanmıyorlar, yaldızlı hap yutmuyorlar; cephelere sürülen, top,
mitralyöz ateşine kurbanlık koyun gibi yaktırılan aç, çıplak, ilaçsız,
bakımsız, İlimsiz, marifetsiz bırakılanın hep kendileri olduğunu, tufeyli ve
haram yiyicilerin ise refah ve rahat, zevküsefa içinde yaşamakta berdevam
bulunduğunu görüyorlar. Mukadderatlarım ellerine almak için hakiki
rehberlerini arıyorlar ve bulmakta gecikmeyeceklerdir. Artık yeter nasırlı
ellere silah çevirmek! Ölüm istismarcı, tufeyli mikroplara!
28 Kanunusani 1922
İLHAMI SAFFET
• MATEM GÜNÜ MÜNASEBETİYLE
İlk Türkiye komünist
kurbanlarının: Mustafa Suphi, Hilmi oğlu Hakkı, Ethem Nejat, Kâzım Ali, Şefik,
Topçu Hakkı ve arkadaşlarının vahşiyane itlaf edildikleri 28-29 Kanunusanî'yi
«matem günü» intihaba karar veren arkadaşlar isabet etmişlerdir. Türkiye komünistleri
her sene Kanunusani'nin 29. günü her nerede bulunursa toplanmalı ve bu ilk
kurbanlarımızı hatırlayarak sınıfî düşmanlarımızın kimler ve nasıl gaddar, riyakâr
olduklarını düşünmeli. Kati zafere kadar açtığı mübarezeye en dönmez bir azm
ile berdevam olunmalıdır.
Bu büyük hıyanet, Türkiye
proletaryasına ve emekçi fakir sınıflara en müessir ve en nafiz bir dersi
ibret vermeğe, sınrfî düşmanlarını kendilerine anlatmaya kâfidir.
Türkiye bürokrat ve
burjuvaları, sınıfî farkların, sınıfî istismarların, sınıfî muhasama ve
mübarezelerin lafını bile işitmeye tahammül etmezler, mevcudiyetini külliyen
inkâr ederler: »Türkiye'de sermayedar yoktur. Burjuva yoktur. Herkes fakir ve
emekçidir. Sınıfî mübareze bizi birbirimize düşürür, terakkimize mani olur.
Aramıza böyle bir nifakı sokanlar millî düşmanlarımızdır...» derler. Halbuki
kendileri sınıfî menfatlerini muhafaza için en vahşiyane cinayetler önünde
zerre kadar tereddüt etmezler. Kan dökerler, can yakarlar, tırnak sökerler.
İşte Trabzon önünde
birahmane süngülenerek denize atılan 15 komünist faciası Türkiye burjuva ve bürokratlarının
sınıfî vahşetine en beliğ bir misaldir. Ve bu misal münferit kalmamış, onu
diğerleri de takip etmiştir.
Türkiye'nin haram yiyici,
istismarcı sınıfı, proleterleri ve emekçi kitleleri teşkilâtlandırarak sınıfî
istihlas mübarezesine sevketmek maksadıyla Kafkas'tan geldiklerini bildikleri
komünistleri daha mübareze başlamadan imha için dakika fevtetmeden kendileri
propaganda ve teşkilâta giriştiler. Aleyhlerine «Muhafazayı Mukaddesat» namı
altında en mürteci, en riyakâr, en müfteri bir cemiyet vücuda getirdiler.
Polisler vasıtasıyla beyannameler neşrettiler. Esnaf dediğimiz küçük
burjuvalar arasına tahrikatçılar soktular. Proleterleri... ecirleri ve
yoksulları istismar eden bütün güruh ve tayfaları, bakkalları, çakkalları,
faizcileri, bezirgânları, mollaları, hocaları, zabitleri, jandarmaları komünistlere
can düşman haline getirdiler. İftirada, yalanda, küstahane propagandada o
derecede ileri vardılar ki, masum, şuursuz kitleleri kendilerine
çeviremedilerse de, mütereddit bıraktılar. Halka: «Kafkas’tan gelen Türk
bolşeviklerinin maksadı, dükkânları kapatmak, evleri arayıp ne var ne yoksa
gasp ve garet edip kanunların yüzünü açıp sokağa çıkarmak, camileri
kapatmaktır.
Ey ümmeti muhammet,
gözlerinizi açınız. Bize bolşeviklik lâzım değildir. Bunlar eşkiyadan
İbarettir. Türkistan’ı, Buhara’yı, Azerbaycan'ı garet ettikten sonra
Anadolu'yu da soymaya geliyorlar» dediler. Şüphesiz yalan söylediklerini
kendileri biliyorlardı. Fakat komünistleri esnaf takımına, küçük burjuva
güruhlarına, mazlum halk kitlelerine parçalattırmak için hiç bir alçaklıktan
çekinmiyorlardı.
Mülkiyeti şahsiye, aile,
din, işte küçük burjuva dediğimiz esnafın can yongası, hayat damarları
saydıkları mukaddesatı... Komünistleri kıtır kıtır kestirmek, taşla itlaf ettirmek,
tükürükle boğdurmak İçin onları bunlara saldıran bir eşkiya çetesi suretinde
göstermek kâfi gelecekti; maharetle, dolapla, yalanla, dolanla işe giriştiler.
Ve kan emiciliklerine, istismarlarına karşı emekçi kitlelerinin gözünü açmaya
çalışacaklarını bildikleri için komünistleri aleni ve resmî bu şekavetle imha
ettiler.
Burjuvalar pek güzel
biliyorlardı ki, komünistler ancak işçi hakkını gaspeden istihsal ve nakliyat
vesaiti suretinde mahdut eller arasında biriken sermayeyi, bankaları,
şömendöferleri, fabrikaları, madenleri, tersaneleri, topraklan millîleştirmek
gayesi takip ederler ve bu gayeye muayyen ve her tarafça malum mübareze
yollarıyla vasıl olurlar.
Aileye, dine gelince, bu
içtimai müesseselerin istihsal vesaitine ve tarzına tabi olarak devreden devreye
tebdil ettiğini bildikleri için tebdilleriyle meşgul olmaya lüzum bile
görmezler. Komünistler bir sınıfın diğer sınıfları, bir insanın diğer
İnsanları İstismar etmesine nihayet vermek isterler ve bütün kuvvetlerini istismarcı
sınıfların ve eşhasın saltanatını yok edecek sınıfı mücadeleye sarfederler.
Paşalar, beyler, çorbacılar, ağalar, hocalar, işte sağmal inek gibi istismar
ettikleri emekçi kitlelerini daima zulmette tutmak İçin, onlara şuur ışığı
vermek isteyen komünistleri lanetle, nefretle, ateşle, demirle kovalarlar.
Darağacına çekerler. Denize veya zindana atarlar; sonra «aman aramıza sınıf
nifakı girmesin, millî birliğimize halel gelmesin» gibi bihaya riyakârlıklar
savururlar.
1921 senesinde bu büyük
hıyanetle bir arada, dahilî komünistler de tevkif olunmuş, aylarca zindanlarda
çürütülmüştür. 1922 senesinde de, İzmir'in istirdadından sonra, yani millî
zafere en kati ve emin hatvelerle yaklaşıldığı bir anda o büyük muzafferiyeti
kanı ile, teriyle hazırlayan halkın mümessilleri kitle kitle hapishanelere
atılmıştı. Teşrinlerde şuurlu teşkilâtlanmağa istidat gösteren bir avuç
proleteri kahreden hükümet, kanunlarda, var kuvvetiyle burjuva ve küçük
burjuvaları teşkilâtlandırmaya, cesim esnaf, tüccar, çorbacı kongreleri kurmaya
teşebbüs ediyor. Halbuki sulha ve millî amale yaklaşmak noktainazarından teşrinlerde
ne halde idiysek, kanunlarda da o vaziyetteyiz. Fakat emin olsunlar, Türkiye
proleterleri uyanmıştır. Bugün zayıf iseler, yarın kuvvetleneceklerdir. Bugün
dağınık iseler, yarın birleşecekler, bugün makhur İseler, yarın kendilerini
ezdirmeyecekler, riyakâr sınıf düşmanlarının suratından tırnaklarıyla müstekreh
maskelerini sökeceklerdir. Şimdiye kadar istismarcı sınıfın canlanıp
kanlanmasına bütün emeklerini mutiyane kaptıran Türkiye işçi ve çiftçi
kitleleri, bundan sonra kendisini fakrüddem tehlikesinden kurtarmak çaresine de
bakacak ve sınıfî îstihlası öz kahraman pençesi ile temin edecektir.
Trabzon kurbanlarının
hepsi de değerli, pek değerli arkadaşlardı. İçlerinde hakiki ve emin proleter
lideri, fedakâr ve gayur militanlar vardı. Şu anda gözümün önünde mert
tavırları, sevimli çehreleri birbirine karışarak tecessüm ediyor. Ben onları
öyle bir kül halinde Karadeniz’in korkunç girdabına atıldıkları o kanlı birlik
şeklinde hafızama gömmek, kalbimi onlara mezar etmek istiyorum. Çünkü onların
cümlesi bizim için, komünizm için, proleterler için, mazlumlar için aynı
kıymette, aynı meziyettedirler. Komünistler kimseyi telihe lüzum görmezler.
Onlara yarım hudalar, kahramanlar, gaziler, şühedalar lâzım değildir. Onlar
bütün kurbanlarını kitle halinde yadederler. Burjuva vahşetinin dimağlarında
süngü ile, ateş ile kazdığı kanlı izlerin daimî sızısını duymak, o sızıda
demir özlemlerini çeliklendirmekle iktifa ederler. Biz sınıfî dimağımızın bu
kanlı yarasını tahlil neşteriyle kurcalayıp, onu açan düşmanın şaki, mürai,
hele mürai ve yalancı ihtrrasatını görmek ve küstürmek isteriz. Nihaî zaferden
eminiz. Çünkü onlar maziye esirdir, biz istikbali yaratıyoruz. Onlar para denilen
yalancı ilâha tapıyorlar. Biz onu mazinin diğer yalancı ilâhlarının gömüldüğü
nisyan çukuruna atmak istiyoruz ve mutlaka muvaffak olacağız!
AHMET CEVAT
• İKİNCİ SENE
Dünyada hür yaşayan
varlığı silip süpüren ölüm, yalnız inkılâp ve mefkure uğrunda çarpışa çarpışa
can vermiş kahramanların adına dokunamaz.
Ölüm bütün yaşayanlar
için ne kadar cansız bir ebediyet ise, ne kadar dönüşü olmayan bir batış ise,
yoksuzluğa ışık ve şuur veren imanlı inkılâpçılar için de o kadar canlı ve
batıralı bir ebediyettir. Tamam iki sene evvel Trabzon açıklarında en insafsız
ve gaddarane bir surette boğazlanan Suphi ve 14 arkadaşı bizim için böyle
yaşayan, gün geçtikçe hatıramızda değerleşen Ölülerdendir,
Onların gövdesi
mezarsızdır. Her biri Karadeniz’in enginliklerine karışmış gitmiştir. Fakat
onların adı, onların manevî hüviyetleri, onların inkılâp yolunda açtıkları
çığır ve gösterdikleri fedakârlık, doğrudan doğruya kalbimize, inkılâp
tarihine gömülmüştür. Zaman denilen kuvvet, belki ehramları çöktürür, belki panteonlan
yıkar, belki bundan evvelki inkılâplar uğrunda ölenleri unutturur, fakat Suphi
ve arkadaşları gibi dünyamızın en son, en payidar, en şümullü, en görünen hakikati
yolunda can vererek tarihe karışmış muhterem ölülere el dokunduramaz, Suphi Yoldaş’ı
sadece bir inkılâpçı olarak düşünmek eksiktir. Onun şahsında, onun tanınmış
hüviyetinde bir de müessislik var.
Filhakika Türk adını
taşıyan insanlar içinde ilk önce İşçilere haykıran, ilk komünist fırkasını
kuran, İlk komünist gazetesini çıkaran, hâkim sınıf ile İlk önce açıktan açığa
çarpışan ve nihayet bu maksat arkasında ilk defa kurban giden Mustafa Suphi
Yoldaş’tır. Suphi’nin şahsiyeti, her benimsediği işi ileri götürecek kadar
kuvvetliydi. Onun sözlerindeki keskinlik, iradesindeki metanet, bilgisindeki
genişlik, seciyesindeki sağlamlık, her çetinliği yenebilirdi. Her gayeyi
maksada yakınlaştırabilirdi.
Suphi’nin bu
meziyetlerine pek iyi vakıf olan düşmanları, karşısında tutunamayacaklarını
çabuk anladılar. Ve bu müstesna değerli inkılâpçıya Ölüm hazırlamaktan
sıkılmalıdır. Suphi ve arkadaşlarının acıklı Ölümü karşısında her şeyden evvel
şu hakikat göze çarpar: Türkiye'de ezen sınıfa korkulu rüya gördürecek kadar
kudretli proleter anasır mevcut, fakat şuursuz ve teşkilâtsızdır. Bu dağınık
unsurlara çekidüzen verecek, onları teşkilât çerçevesine sokacak herhangi
adam, bu efendilerin mahkemesinde tabiatıyla yaşamak hakkını kaybetmiş bir
mücrim oluyor. Dünyanın her köşesinde felsefesiyle, programıyla, teşkilâtıyla,
bugünkü hayata uygunluğuyla ve nihayet Rusya'daki zaferiyle kendini tanıtmış
olan büyük, İnsanî istikbale tamamıyle hâkim bir cereyana karışanlara karşı
takınılan bu haşin tavır, şüphesiz çirkin olduğu kadar manasız bir zulümdür.
Proleter düşmanlarını böyle açık cinayetlere cesaret ettiren saik, şüphe yok
ki, Türkiye’de henüz zayıf oluşumuz, halkımızı kuvvet haline getiremeyişi m
izdir. Yoksa eğer topraklarda çiftçinin, müesseselerde işçinin adamakıllı
teşkilâtı, İnkılâbın rehberleri olsaydı, bu ondört arkadaşı, sebepsiz, muhakemesiz
cellât bıçaklarına kolay kolay havale edemezlerdi.
Suphi ve arkadaşları
yalnız hissiyata bağlanmış, Rusya’daki inkılâp heyecanlarına kapılmış
adamlardan değildi. Onların her biri, proleter inkılâbının felsefesini, hayati
ve içtimai sebeplerini, hangi memleketlerde faaliyete çıkarılabileceğini pek
iyi kavramıştı. Şu halde Suphi ve arkadaşları Türkiye’de bir komünizm makinesi
kurmak için değil, belki Türkiye’yi bir gün komünizmaya getirecek teşkilât ve
faaliyetin temellerini hazırlamaya gidiyorlardı. Bundan başka büyük bir
maksatları da kapitalist Avrupa'nın afacan ihtirasına haklı olarak ayaklanmış
Türk halkının bu kurtuluş mücadelesine yardım etmekti. Suphi ve arkadaşları
pekâlâ biliyorlardı ki, bütün Şark’ı pençesine geçirmiş emperyalist Avrupa,
bir taraftan Türk halkı için pek müthiş kartal olmakla beraber, müdafaa ettiği
proleter inkılâbı için de çok korkunç bir tehlikedir, Suphi’nin vakitsiz
ölümü, onun Türkiye’de inkılâp için bir başlangıç açmak hususundaki gayesini
akim bırakmamıştır.
Son üç senelik zaman
zarfında Türkiye'de görünen proleter sınıfına ait bütün faaliyetler, denilir
kİ, Suphi ve arkadaşlarının arkadan geleceklere bıraktığı başlangıcın günden
güne genişleyen, için için kaynaşan ve artık söndürülmesi ihtimali kalmamış
mevcudiyetidir. Son senelerde aristokrat sınıfla mücadele ede ede nihayet
memlekete tamamen hâkim kesilen küçük burjuva sınıfının yanıbaşında hiç
şüphesiz bir de yavaş yavaş teşkilâtlanan, yavaş yavaş şuurlanan ve nihayet
yavaş yavaş haklarını kuvvet yapan bir proletef sınıf canlanacaktır.
Suphi'nin ilk defa açtığı
başlangıç bu suretle yakın vakitte çok geniş bir mahiyet alacak ve müstakbel
inkılâp zaferinin temeli olacaktır.
Suphi'yi henüz genç iken
kaybettik. Onun kafasının içindeki bilgide, sinirlerindeki iradede, İmanındaki
ateşte, daha bir yığın işler görecek kuvvetler vardı. Bu kuvvetleri dünyada
inkılâp yolunda sarfa İmkân bulamadığı için ölümüne acıyoruz. Yoksa dünyanın
içyüzünü gören, bayağı kanaatlerin fevkine çıkmış insanlar için ölüm ile hayat
birbirine çok yakın şeylerdir. Suphi, ömrünün azlığına rağmen inkılâp uğrundaki
vazifesini tamamlamış muhterem bir yoldaştır. Suphi ve arkadaşları, Türk
proleter hareketinin ilk müessisleri, ilk kurbanlarıdır. Bahtiyardır o
inkılâpçılar ki, ölümünün arkasında bu kadar payidar izler bırakır. Dünyada saadet
belki hiç, felâket hiç, yaşamak ve yaşamamak da belki hiçtir. Fakat gaye
uğrunda çarpışa çarpışa can vermek, herhalde bir şeydir. Ölümlerinin ikinci
senesin olduğu gibi, dünyanın sonuncu senesinde de, bu muhterem ölüler
unutulmayacaktır.
H.R.
ONBEŞLER İÇİN
Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye
varmaz, Döğüşenler Ölenlerin tutmaz yasını.
Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa, Sağır gökün koynundakî çanı
haykırtsa, Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.
Eski cihan, yeni cihan önünde eğil!
Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil, Her ne yapsan varacağız emelimize!
Karadeniz... bunu duysun derinliklerin:
O ateşli göğüsleri delen hançerin Kabzasını alacağız biz elimize!
Batum, 1922
NAZIM HİKMET VÂLÂ NURETTİN
MUSTAFA SUPHİ
Mete Tuncay'ın "Türkiye'de Sol Akımlar" adlı kitabından
alınmıştır
MUSTAFA
SUPHİ'NİN
DÜŞÜNCELERİ
•
OKUYUCULARA”
Mecmuamızın ilk kısmında
Suphi Yoldaş'ın hususi ve siyasi şahsiyeti hakkında müteaddit makaleler
mevcuttur.
Aşağıdaki satırlarda İse
Tahrir Heyeti, hacmimizin müsaadesi derecesinde aramızdan ayrılan kıymettar
yoldaşımızın muhtelif vesileler ile muhtelif zamanlarda yazmış olduğu
makaleleri, ortaya atmış olduğu şiarları dercetmeyi münasip görmüştür.
Herhalde asarının bir
kısmı hayatı gibi bedbaht bir akıbete uğramış olan Suphi’yi tanımak, onun inkılâp
yolundaki büyük mesaisine az çok vakıf olmak isteyenlerin merakını bu suretle
tatmin edebildik kanaatindeyiz.
TAHRİR HEYETİ
• ŞİARAT
Kanlarını şimdiye kadar
kendi cellâtlarının hâkimiyeti için döken Türkiye amele, rençper ve askerleri
bundan sonra öz hürriyet ve hâkimiyetleri uğrunda çarpışacaktır.
Yaşasın amele ve
rençperin hürriyet ve hâkimiyeti kazanmak İçin açtığı mübarezede pişvalık eden
Türkiye komünistleri!
Ey Şark’ın Garb'ın
ameleleri ve rençperleri,
Aranızdaki zalim kuvveti
yıkarak size doğru yürüyen içtimai inkılâbı karşılayınız, ellerinizi
birbirinize uzatınız!
* * ♦
Yaşasın Garp ve Şark’ın
çalışkan ve makhur sınıflarını kardeşlikle birleştiren Üçüncü Enternasyonal!
Yaşasın bütün istismarcı
sınıflan yeryüzünden kaldırmak şiarıyla yükselen İçtimai inkılâp!
♦ * *
Yaşasın kızıl yıldız
altında işçi kardeşlerimizin saadetini, istikbalini saklayan, hazırlayan Kızıl
Ordu!
Mazlum Türkiye'yi ölümden
kurtaracak Kızıl İnkılâp'tır. Kahrolsun buna karşı duran kuvvetler!
* * ♦
Cahil, zahmetkeş halk!
Ufukları saran ihanet
bulutları, içtimai inkılâbın intikam gölgeleriyle dağılıyor. Bahtiyarlık
güneşi doğuyor, Ağlayan çehreler yeni bir ziya ile gülecek ve altında
ebediyyen parlayacaktır.
Proletarya için hayat ve
şeref, azm ile birliktedir. Ölüm ve mezellet, miskinlik ve perişanlıktır,
♦ * «
Yaşasın bütün dünyanın
işçi ve köylü halklarını birbirine bağlayan Rusya İnkılâbı!
♦ • •
Yaşasın kızıl ışıklan
İnsaniyet ufkunda görünmeye başlayan Üçüncü Beynelmilel!
Britanya haydutları artık
mazlum Şark’ı aldatamaz. Hain düşmanların eli ayağı titremeye başladığı şu zamanda
Yakın Şark elbette yolunu şaşırmayacak. Mazlumlar zalimlerini tanımayacak
kadar sersem değildir. Bugün edilecek hata, Şarka hıyanetle müsavidir.
• KIZIL YILDIZ
Arkadaş! Bir dakika dur,
şu kızıl yıldıza bir bak! Sen bu kırmızı yıldızın ne olduğunu biliyor musun?
İşte, dinle:
Bu kırmızı yıldız,
işçilerin, köy ve şehir fukarasının kurtarıcısı olan Kızıl Ordu'nun
alametidir. Sen bu kızıl yıldız üzerindeki sapan ile çekici tabiî görüyorsun.
Bunun ne olduğunu biliyor musun?
Bu sapan ile çekiç, şehir
işçisi ile köy sapancısının birleştiklerini, onların kendi hürriyetlerini,
kendi topraklarını, köylü ve işçi vekilleri şûrasını, sosyalist vatanı
düşmanlardan, işçi halkın cellâdı olan sermayedardan, mirzalardan, köy
ağalarından, vs. müzecilerden saklamak için ant içtiklerini gösteriyor.
Arkadaş! Sen işçi halkın
dostu ve düşmanı kim olduğunu biliyor musun? Sen; seni çarlar, pomeşçikler,
paşalar ve mirzalar hükümetinin zulümlerinden kimin koruduğunu, kimin
sakladığını iyi bilmelisin.
Senin koruyucun,
muhafızın, Kızıl inkılâp Ordusu’na giren işçi ve köylü kardeşlerindir.
İşte Kızıl Yıldız’ı ancak
senin koruyucun, muhafızın olan Kızıl Ordu efradı kullanıyor. Her kim bu kızıl
yıldızı takıyorsa, bil ki o senin kardeşin, seni İngiliz ve Fransızların
yardımıyla ebedî surette istibdat boyunduruğuna sokmağa çalışanlar ve senin
elinden hürriyetini ve toprağını alarak seni fabrikacıların, zenginlerin,
mirzaların ve paşaların esiri etmeye uğraşanlarla cenk eden öz kardeşlerindir.
Şimdi sen biraz düşün ve
sapan ile çekici hamil olan kırmızı yıldızın ne kadar büyük bir alamet olduğunu
iyi anla.
Kırmızı yıldız kendi
omuzları üstünden kanlı çarı, haram yiyici mirza, ağa ve paşaları kaldırıp atan
ve memleketimiz üzerine kırmızı sosyalist bayrağını di* ken köylülerle
işçilerin birlik alametidir.
Kırmızı yıldız, bütün
işçiler ve fakirleri koruyan köylüişçi şûraları hükümetinin alametidir. İşte
Kızıl Ordu efradının taşıdıkları bu kızıl yıldızın manası budur.
Arkadaş! Sen evvelce
memleketin kanlı çarlar, padişahlar, zenginler, paşa ve mirzalarla çevrildiği
melun ve kara günleri unutmadın değil mi?
Sen çarlar, mirzalar ve
ağaların kimler vasıtasıyla ve kimlerin eliyle seni boğduğunu, senin kanını emdiğini
biliyor musun?
Gurodovil’lar, polisler,
jandarmalar, onbaşılar ve zavallı, hiç bir şeyden haberi olmayan askerlerle...
Çarlar, padişahlar
zulmünü yaratan bu güruhun başka türlü alametleri, apoletleri, kokartları,
neftileri vardı.
İşte bu apoletleri,
kokratları, neftileri olanlar, daima senin düşmanın olmuştu. Onlar, çarın,
padişahın fermanı İle padişahlar, zenginler, ağalar uğrunda seni sokaklarda
yakalıyor, hapislere atıyor ve şayet sen kendi cezandan şikâyet ediyorsan seni
kurşuna diziyorlardı.
Bu sırmalı yaldızlı
apoletli neftiler, kokartlar, sana kırbaç, hapis ve cezadan başka bir şey
vermiyordu.
Bu alametler, çarlar,
padişahlar istibdadının hapishane ve darağacı siyasetinin bir damgasıydı.
Arkadaş! Eğer sen bu
cellâtların ve firavunların tekrar geri dönmesini istemiyorsan, kızıl yıldızı
parlayan Kızıl Ordu'ya git, yazıl!
Ve kırmızı yıldızın
altında sen kendi hürriyetin, kendi saadetin ve işçi kardeşlerinin alın teriyle
yapılmış fabrika, zeoviladarın ve toprakların için bir kaygu çekmeden
yaşayabilirsin artık!
Ey bizim kızıl
yıldızımız! Bundan sonra da daha büyük bir kızıla boyanan kendi nurun ile
bütün dünya işçilerine hürriyet, müsavat ve kardeşlik saç!
Kızıl yıldız altında işçi
kardeşlerimizin saadetini ve istikbalini saklayan Kızıl Ordu yaşasın!
MUSTAFA SUPHİ
• BÜTÜN DÜNYA İŞÇİ VE KÖYLÜSÜNÜN MÜŞTEREK VATANI
Şimdiki Rusya, din,
millet ve renk farkı olmaksızın bütün dünya işçi ve fukara köylüsünün müşterek
vatanı. Bolşevikler Teşrinievvel inkılâbı'ndan sonra bütün Rusya’yı fukara
düşmanı zalim kapitalistlerin, yani altın kuvvetine dayanan zenginlerin
tasallutundan temizlediler. Hem de Rus padişahı, Rus bankeri, Rus fabrikacısı,
Rus pomeşçiki (çiftlik sahibi) olmak üzere, işçi ve fukara köylü sırtında
yaşayan müstebitleri ezerekten bütün mazlum insanlar İçin böyle bir ortak vatan,
yeni bir dünya yarattılar.
Eski dünya ve eski
vatanda idare, kuvvet, baht, saadet güya ki yalnız çarlar, han ve hakanlar,
şehzade ve paşalar, bey ve ağalar, fabrikantlar, banker ve tüccarların meşru
malı, meşru bir hakkı idi. Bütün yerler, bütün fabrikalar, bütün saray ve
konaklar, bağlar, bahçeler, güller, bülbüller, hep hep bu gözleri doymaz, insan
kanı emmekten usanmaz adam kılıklı canavarların; tarlalarda yıldızdan yıldıza
çalışmak, karanlık fabrikalarda, yeraltı maden ocaklarında, demiryollarında
hayvan gibi işlemek ve en sonunda bir günlük yaşayabilecek rızkını bile
tedarik edememek, bir yeri sakat olsa dilencilik etmek, ecelin pençesine
düşünce yetim çocuklarını ve genç karısını yabancılar ve zenginler elinde
esir bırakıp ölüp gitmek, bütün bu felâketler, her işçi ve her zavallı
köylünün alnında yazılı facialar, bütün dünya işçi ve köylüsünün göz yaşları...
Rusya'da Bolşevikler
içtimai inkılâp ile böyle merhametsiz bir dünyayı yıktılar. Ve bütün
kanunların, bütün mahkemelerin ve bütün papaz ve mollaların, bütün jandarma ve
polis alaylarının din, allah ve millet adından utanıp arlanmaksızın himaye ve silah
kuvvetiyle müdafaa ettikleri böyle adaletsiz bir dünyayı altüst ettiler.
Şimdi Rusya’da bu yer ve
çiftlikler, kendi gücüyle, kendi alnının teriyle işleyen köylünün, bankalar ve
bütün fabrikalar mazlum İşçilerin elinde.
Rusya'da evvelce «param
var, binlerce altınım var,» diye kabarıp yürüyen zenginler, şimdi bir hırsız
gibi gizli deliklerden hilekâr gözlerle bir türlü inanmak İstemedikleri bu yeni
âlemi seyrediyorlar. Bellerinde eskiden kalma binlerce altın olduğu halde
kendilerini göstermemek için yırtık gömleklerle dolaşıyorlar. Şimdi zenginlik
tarlasında çalışıp hiç bir paraya ve ağaya pay vermeyen köylünün; şimdi bütün
mal ve meta bunları hüner ve marifetiyle ve kolunun kuvvetiyle meydana
getirip kimseye faiz ve vergi vermeyen işçinin...
Şimdi işçi ve köylü
hükümeti. Bütün ordu ve bütün kızıl askerler, işçi ve köylü hükümetinin
omuzuna bakıyor.
Şimdi ihtilâl
mahkemeleri, İş bırakan veya vergi vermeyen işçi ve köylüyü öldürmek için
değil, zalim çarlar, padişahlar, generaller ve paşaları tepelemek için
kuruluyor. Şimdi mektep yalnız zengin bey ve paşa çocukları için değil, bütün
işçi ve fukara köylü yavruları için hem terbiye, hem hayat ve hem de ışık
ocağı...
Hulâsa: Bolşeviklerin
şimdi Rusya'da ve tedricen bütün dünyada yaşatmak istedikleri içtimai inkılâp,
alnının teriyle geçinen mazlum işçi ve köylü halkın cihan ihtilâlinden beri
beklediği büyük bir bayram; bu inkılâbı yaratan Rusya ise, bütün cihan İşçi ve
köylüsünün ortak vatanı!
Yaşasın içtimai inkılâp!
Yaşasın bütün dünya
mazlum insanlarının müşterek vatanı olan Sosyalist Rusya!
MUSTAFA SUPHİ
• 1918 SENESİNDE MOSKOVA'DA TÜRK SOL SOSYALİSTLERİ KONGRESİ’NDE YOLDAŞ MUSTAFA
SUPHİ’NİN NUTKU
Aziz yoldaşlar,
Beni şu konferansa reis
İntihabınızdan dolayı büyük teşekkürler ederim. İtimadınıza teşekkürüm resmî
değil, pek samimi mahiyettedir. Ben bu içtimainizi büyük bir kıymeti tarihiye
telâkki ediyorum. Çünkü fikrimce bu teşkil ettiğiniz heyet tarihte Türk
halkının tesiratını hakikaten arz ve temsil eden ilk teşkilâttır.
Bugünkü heyetimiz içinde
öteden beri tüm İnkılâp teşkilâtlarında olduğu gibi, yalnız münevver ve mütefekkir
kimselerin değil, belki doğrudan doğruya zulme ve itisafa duçar olan halk
efradından Türk askeri, Türk köylüsü ve Türk işçisi olarak birçok arkadaşların
da bulunuşu inkılâp ruhunun Türkiye'de aşağı tabakalara nüfuz ettiğini ve
Türkiye’de sosyalistliğin ütopizm, yani hayalperestlik devrini atlatıp bîr
devri hakikiye girme istidadında bulunduğunu gösterir. Biz bugün Rusya’da,
bütün insaniyeti esaretten kurtarmaya çalışan Rusya İnkılâbı Azimi’ne yalnız
hayat ve edebiyatla değil, belki fiiliyat ve teşkilâtla koşulmak üzere bulunmuş
oluyoruz.
Biz bugün, insaniyetin şu
kan ve ateşle kaynayan muhitinde vaziyet almakla, Türklerin heyeti medeniyeyi
içtimaiyedeki hak hayatlarından bir ilim, bir işaret yükseltmiş oluyoruz. Biz
bugün Rusya İnkılâbı'nrn birer mühim amili olan müslüman kuvvelerinin Moskova’daki
merkezinde toplanmakla, İslâm âleminin Enternasyonal vakasına olan nazarını da
aşikâr meydana koymuş oluyoruz. Bizim bugün tuttuğumuz yoldan daha dün
Tatarlar yürümeye başlamışlardı. Yarın da Araplar, Acemler o selâmet şahrantm
tutacak ve bütün âlemi İslâmiyet böylece hakiki kardeşlik, hakiki birlik, hakiki
azatlık yoluna girmiş olacaktır.
Yaşasın bütün dünyanın müslüman
işçi ve köylü halklarım birbirine bağlayan Rusya inkılâbı!
Yaşasın kızıl ışıkları
insaniyet ufkunda görünmeye başlayan Üçüncü Enternasyonal!
• SOSYALİZM İÇİN CİDAL
Türkiye’nin mazlum işçi
ve köylülerine,
1.
Ancak sermaye, para tahakkümünün devrilmesi ve yalnız
sosyalizm inkılâbının bütün cihana yayılması, sana tam ve sağlam bir hürriyet
verecektir. Sen ancak, sermayedarların, toprak sahiplerinin, paşa ve ağaların
nüfuz ve tahakkümünü yıktığın ve bütün kuvvetinle sosyalizm inkılâbını kendi
memleketinde müdafaa ve neşrettiğin takdirde, beynelmilel inkılâbın
ilerlemesine yardım etmiş olursun.
2.
Türk, Müslüman, ecnebi, her ne olursa olsun büyük veya
küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!
3.
Beynelmilel cihangirlik ve emperyalizme elinden geldiği
kadar karşı dur. Memleketin içinde hiç bir bölük ecnebi askeri kalmasın.
İngiliz ve fransız
emperyalistlerine ve onların yardımcısı, yardağı olan Yunan Ordusu'na bir
karış verme. Onlara hiç bir demiryolu, hiç bir fabrika, hiç bir liman, iskele
terketme. Ecnebi madrabazlarının, senin kanını emen bölüklerin memlekette
dolaşmasına karşı dur.
4.
Fransa, İngiltere, Amerika emperyalistlerinin yapacağı
sulhtan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair
ortaya koyacakları hesaplar, senin belini bükecek ve elinde, avucunda ne
varsa, hepsini kaybedecektir.
5.
İnkılâp düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü
İhanetlere ve Fransızlar tarafına geçmeyi yahut onlarla beraber diğer
devletlere karşı «millî muharebe» açmayı kabul ve müdafaa eden riyakâr
dolandırıcılara el verme. Memleketini yeniden emperyalist muharebesine
sokmaktan ve ana toprağını yeniden siperlerle, tranşelerle sardırarak bağrını
yırtmaktan hazer et. Kendi galibiyetleriyle İngiltere ve Fransa'da İnkılâbı
durdurmağa ve Alman, Macar İnkılâbını da semeresiz bırakmaya kasteden Lloyd
George’lara ve Clemenceau'lara yardım etme.
6.
Sermayedarlar, generaller, papazlar ve mutaassıp
mollalarla birlikte işçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni
yıkarak onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu
Çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar bütün dünya işçi halkını
kesip doğradıktan sonra şimdilik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü
sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağalarının
tapındıkları müstebit padişahın, kralın, çarın tahtını ensene
bindireceklerdir.
7.
Emperyalist hükümetlerin bugün milletimiz ve hukukumuz
üzerine taarruz eden ordularına karşı muharebeye kalk! Fransızların parayla
satın alarak üzerimize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silah çek!
Fakir işçi halk,
Silahını eline al! Tüfek
atmasını biliyorsan, silahını temiz tut. Atmasını bilmiyorsan, gizli talim
bölüklerine git, yazıl.
Elindeki tüfeği yalnız
üstümüze yürüyen düşmana değil, cihad ve İnkılâp meydanından kaçarak halka ihanet
edenlere ve sermayedarların, zenginlerin işine faide getirenlere atmaktan
çekinme!
9.
İnkılâp cephesini ve arkadaşlarımızın kendi aralarında
verdikleri kardeş sözünü tutmalarım teşvik et ve onlara bu yolda örnek için
kendi emniyetli, imanlı arkadaşlarını zalimlere karşı duran müdafaa çetelerine
gönder. İnkılâpçıların bugün yapacakları İş, gelecekteki Türkiye
Kızılordusu'nun kuvvetli temelini kuracaktır.
10.
Fakir ve zahmetkâr yoldaş!
İyi bil ki, büyük
zenginler, müstebit paşalar ve ağaların keselerinde Fransız ve îngilizlerden
aldıkları pek çok altınlar vardır. Onlar bu altınla, sana karşı kuvvet
hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar. Fukara halkın işine, onun kurduğu ve
kuracağı hükümete karşı duranları kurşuna diz. İşçi ve köylü meclislerine karşı
her el kaldırana on kurşunla cevap ver.
11.
Fakir ve mazlum Türk rençperi! Sabrettiğin yetişir!
Umum dünya inkılâbının arifesindesin. Kendi hakkını alacağın zaman da kalk.
Kendini göster. Türkiye’nin zulüm ve kahır içinde yaşayan diğer halklarına elini
uzat. İşçi ve köylü meclislerini, kendi hükümranlık ve saltanatını kur.
Rusya’da İşçi kardeşlerin
hükümeti ele aldı. Fakat şunu da bil ki, sen daha galip değilsin. Türkiye'de
burjuvazinin, zenginlerin gözleri, transız, İngiliz kasasından ümidini
kesmedi. Düşman son derece şeytan ve kuvvetli.
12.
Ey Türkiye’nin mazlum İşçi ve köylüleri!
Evvelahir bir şeyi
hatırından çıkarma:
Avrupa ve Türkiye'deki
bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papaz ve mutaassıp mollalar,
büyük zabitler Türkiye'de hükmettikçe sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz
ve işçi köylü halkı kendi devlet ve hâkimiyetine nail olamaz.
Haydi eline silahı al.
Bütün dünya fakir ve mazlum işçilerinin başladıkları sosyalizm cihadında ileri
saflara yollan!
MUSTAFA SUPHİ
• MAYIS BAYRAMI MÜNASEBETİYLE
MÜSLÜMAN İŞÇİLERİNE MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ'IN HİTABI
Bütün dünyadaki mazlum
insanların bekledikleri mesut gün, bütün dünyadaki mazlum halkların bahtını
birbirine bağlayan büyük bayram!
Bugün Rusya'nın
velveledar muhitinde yükselecek zafer şenlikleri, dünyanın her köşesindeki
sefil İnsanların, zavallı işçilerin karanlık hayatlarında ümitli ışıklar,
ateşli ihtiraslar yakacaktır. Bugün Rusya yeryüzünde hakkın kuvvete galip
geldiği bir memlekettir. Bugün Rusya, bütün dünyanın istibdat kahırları
altında ezilen milletlerine el uzatarak âlemi insaniyeti birliğe, kardeşliğe
davet ediyor.
Yoldaşlar!
Çok kalmadı o bütün
insanların kardeşlik bayramına, buna İman ediniz. Sizin gönlünüzde, sizin ruhunuzda
çalkanan deryalara, Avrupa’nın o zalim kuvvetleri, o cansız hisarlar, o demir
zırhlar, o altın mihraplar karşı duramaz.
Hisarlar, mihraplar
yıkılır, zırhlar delinir, fakat ruh ölmez, yükselir. Bu yükseklikler altında
ise zalim aciz kalır. Teslimi nefs eder, mahvolur. Fakat siz ey demir ve mazlum
halklar! Hazır mısınız mübarezeye?
Dünyanın saadetini,
insanın bahtını zalimlerden kurtarmaya? Kendinize daima bu suali sorunuz. Vicdanınızı
dinleyiniz. Düşünüz ki, en büyük zafer günleri, baht ve saadetiniz İçin hapse,
zindana, kana, ateşe, ölüme sabrettikleriniz, tarihî vakalar karşısında can
verecektir. Düşününüz ki, en şanlı şenlikler öz mukadderatınızı elinize
alacağınız günlerde tecelli edecek ve o gün İmanı, kahramanlığı semalara
yükseltecek en büyük bayram olacaktır.
Ey dünya, ey dünyanın
banisi olan işçiler!
Rusya’nın yaralı sesinde
kaynayan bu ruh şadanı, bu insaniyet âleminin vicdanında yaşatacak sîzlersiniz.
Azadelik yolunda sebatla devam ediniz. İnsaniyet deryasının bugünkü karanlık
ufuklarında beynelmilel güneşin zafer ve azametlerle yükselmesine çok kalmadı.
Ey İslâm âleminin
asırlardan beri ezilmiş esir halkları!
Ey Mısır'da, İran’da,
Hindistan'da, Türkistan’da ecnebi boyunduruğunda mahkûm olan mazlum kardeşler!
Siz de uyanınız! Dinleyiniz, şu şikâyet, şu inkılâp, şu sürür velvelelerini
işitiniz.
Ruhunuzu tırmalayan o
mutaassıp, o cahil, zulumkâr karanlıklardan kurtularak şu ümit ve hayat dünyasına
koşunuz.
Rusya’daki müslüman
kardeşlerinizle ve bütün dünya işçi ve ekinci yoldaşlarınızla bayram ediniz. Çekinmeyiniz,
korkmayınız!
Sizi esirlikten
kurtaracak, size siyasi ve iktisadi hürriyeti verebilecek büyük bayrama
katılınız!
Siz de zafer şarkıları
söyleyerek beynelmilel kardeşlik ve birlik yolunda ilerlemeye çalışınız.
Kavi inkılâp dünyanın her
tarafında zafer bulsun. Kavi zalim ve gaddarlar mahvolsun.
Kavi İnsanları yumruklar
altında ezenler, insanlığı ise muhtaçlara sadaka vermekten ibaret bilenler
ezilsin.
Bırakınız hak ve adalet
karşısında bu zalim kâinat titresin!
Müslüman yoldaşlar!
Bütün dünya mazlum
işçileri gibi siz de bu ihtilâlde bir şey kaybetmeyeceksiniz! Marx'ın dediği
gibi, kollarınızı sıkan zincirlerden başka bir şey kaybetmeyeceksiniz.
Birleşiniz bütün dünya
işçileri!
Birleşiniz Müslüman
işçiler!
MUSTAFA SUPHİ
• YAŞTA VE BAŞTA
GENÇLİK
Şark’ta gençlik, aile
muhitinden başlar da, mektebe, medreseye, iş, sanat ve hükümet müesseselerine
varıncaya kadar zincirli bir esarete mahkûmdur; fakat gençliği bu zulüm ve
esaretten kurtaracak kuvvet yine gençliktedir. Onun için, gençleri ikiye
ayırmak mecburiyetini hissediyoruz: Bir kısım yumruk altında her türlü
esarete, zulme tahammül eden mütevekkil ve zavallı gençler; diğer kısım uyanık
fikirli, serbest ve halaskar gençler ki, gençlik şiarı altında yaşamak
liyakatini kazananlar şüphesiz bu İkincilerdir.
Aile münasebetinde
gönlünün bütün sünuhatına sahip olmayan, ana ve babasının makul, gayrimakul,
beşeriyet İçin faide veya zararlı her türlü emrine, telkinatına yalnız dinî ve
itiyadi bir tevekkülle itaat eden gençler, herhangi bir kızla yalnız emri meşru
ve mutadı ifa ve itmam İçin evlenmeye razı olan delikanlı veya herhangi bir
delikanlıya yine aynı sebeple güveyiye Çtkan genç kızlar, yaşça ne kadar küçük
olurlarsa olsunlar, başça şüphesiz ki pek ihtiyardırlar.
Medrese ve mektepte akıl
ve naklin mevkiini vermeye bir türlü muvaffak olamayan, beyninde parlayan her
nur zerresini «küfür» korkusuyla tard ve def'e çalışan, hayalden hakikate
geçmek istidat ve iktidarını göstermeyen genç talebeler tabiatın taze
hayatlarına bahşettiği feyiz ve kuvveti nefislerinde öldüren merhamete muhtaç
zayıf insanlardır.
Ve nihayet hayat
mübarezesine girişmiş işçi bir genç, gördüğü işin mahiyetini, vücuda getirdiği
yeni mahsul ve servetinin kime mal olarak bundan insanlık namına ne faide ne
zarar geldiğini düşünüp anlamağa, iş ve hayat içinde arka verip
kuvvetlendirdiği âlemin insanda kan ağlatan zulüm ve haksızlıklarına karşı
ciddi bir mübarezeye girişmese, bu genç adamın çalışıp çabalaması, tarih
nazarında taş taşıyan hayvanların çektikleri zahmet ve gördükleri işten başka
bir mahiyeti haiz olamaz.
Hulâsa aile, aşk ve
muhabbet münasebatında hürriyet ve istiklal, hüsne, oyun ve maharette idrak
hassasına, iş ve hayatta ise zulme, haksızlığa karşı mübareze kuvvetine malik
olmayan gençlerin yaşları ne kadar az olursa olsun, kendileri gençlik âleminin
hür ve münevver ve faal bir uzvu sayılamazlar. Bunlar gönülleri kurumuş,
beyinleri paslanmış, sinirleri gevşemiş, yüreksiz, mutavi ve alil
ihtiyarlardır.
Demek ki, gençlik
denildiği zaman biz bunu aynı zamanda hem yaş, hem de başta aramak mecburiyetindeyiz.
.
Bakû15.X.1920
• I. TÜRKİYE KOMÜNİST FIRKASI
KONGRESİ NDE KARAR HALİNDE KABUL EDİLEN MÜSTEMLEKAT VE MİLLETLER
HAKKINDAKİ MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞIN MÜTALAASI
1.
Müstemleke bugünkü haliyle istilâcılık devri geçiren
sınaî, malî ve ticarî inhisarcılığın zaruri bir mahsulü olduğu gibi, millî
niza’ ve kıt'aller de, halihazır şeraiti iktisadiye ve siyasiyeden çıkan birer
hailedir.
Heyeti içtimaiyyenin
mukadderatı, zenginliğe istinad eden sermayedarlardan fütuhatçıhk ve yağmakârlıkla
ihrazı şöhret ve hükümet eden emaret ve hükümetlerle bunlara satılmış bir avuç
sanadid ve memurinden ibaret bir sınıf ekaliyet elinde kaldıkça, bu felâketlere
nihayet vermek İmkânı yoktur.
2.
Burjuvazya esasında kurulan hükümetler, fert ve
milletlere ait adalet ve müsavata dair birçok bahislerde bulundukları halde,
tarihin bize arzettiği feci hadiseler, hele son Avrupa Harbi'nden sonra
kararlaşan Versay Muahedesî’nİn mağlup ve zayıf millet ve memleketleri kısım
kısım ezen ve müstemleke haline getirmeye teşebbüs yolunda meydana çıkan
neticeleri pekâlâ gösteriyor ki, adalet ve müsavata ait bu şiarlar, yalancı
bir nümayişten başka bir şey değildir.
3.
Demek oluyor ki, sermayedarlar, hükümdarlar ve
sultanlardan mürekkep hiç hükmündeki bir ekaliyetin, beşerin ekseriyeti
azimesini teşkil eden zayıf ve fakir işçi sınıflara zulm ve tagallübü suretinde
mütecelii bu cihanşümul durumun izalesi, ancak sınıf farkını ortadan
kaldırarak yeryüzünde hâkim ve mahkûm, zalim fertlerin, millet ve devletlerin
hükmünü bırakmayacak bir inkılâbı azimin vukuu ve tahakkuku ile hasıl
olabilecektir.
4.
Bütün dünya amele ve rençperleri arasında hadis olan
bu mahiyetteki İçtimai inkılâptan, şimdiye kadar başka devletler ve
milletlerin hükmü altında ve müstemleke halinde yaşayan millet ve memleketler
amele ve rençper sınıflarının millî ve medeni metalibine karşı hâkim
vaziyetteki millet proletaryası tarafından fedakârlıkta bulunarak mazlum
milletler arasında tenevvür ve temeddünün inkişafına hadim olacak
medeniyetkâr, millî müessesata kuvvet vermeli ve bu suretle onların da samimi
olarak inkılâba müzaheretleri esasları hazırlanmahdır.
5.
Komünist Fırkası, inkılâp hareketinin yeni girdiği
gayrimüterakki memleketlerde emperyalizme karşı mevcudiyetini müdafaa eden
millî kuvvetlere müzaheretle, bu arada umumiyetle sermayedarlar idaresine
karşı sınıfî mübareze hissinin işçi halk içinde derinleşmesine ait müsaadede
bulunulmalı ve herhalde teşkilâtın istiklalini muhafaza etmelidir.
• TARİHİ VAZİFE
Geçen Balkan ve son
Avrupa kasaplıklarında bahtsız Anadolu rençperlerinin kanı dökülmesine; çılgınca,
merhametsizce o şekilde muharebeye karşı durmuş iken, Mustafa Kemal Paşa’nın
takriben bir yıl önce bize, Odessa’da iken bildirdiği kıyamcılığa razı ve taraftar
olduk; ve bugün Antanta yağmacıları karşısında büyük bir cephe açan
kuvvayımilliye ordularının muvaffakiyetine müzahir oluyoruz. Birbirine zıt
gibi gözüken eski ve yeni bu vaziyeti kısaca da olsa tarihî tahlilden
geçirmeye ve tuttuğumuz yolu aydınlatmaya mecburuz.
Bundan hemen on sene
evvel bizler: hükümetçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari)
milletçiler, federalistler, hulâsa Türk gençliğinin mutasallıt şoven İttihad ve
Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençper
halkı felâketten felâkete sürükleyecek muharebelere nihayet vermeye
çalışırken, diğer taraftan Anadolu'ya hayat verecek medeni, inkılâbî
inkişaflara zemin ve yol arıyorduk. Bu inkişaf, bizim fikrimizce, dahilde
MakedonyalIların, Arnavutların, Arapların, Kürtlerin, Ermenilerin ilah... medeniyet,
muhtariyet ve hatta istiklâllerine istidatleri derecesinde yol vererek hür
milletlerin hür ittihadı halinde «millî tesanütler vücut bulacaksa, hariçten
de Alman ve İngiliz emperyalizminden ziyade beynelmilel amele hareketine
İstinad ile kuvvet alabilecekti.
Aradan geçen facialı harp
seneleri içinde, Türk, Arap, Ermeni amele ve rençperlerinden milyonlarcası
ölüme, sefalete mahkûm olmuş, Türk sosyalistleri ve federalistler! menfalarda
yıllarca sürünüp çürümüş olsalar da, bugün on sene evvel ortaya atılıp
fırtınalar
çinde çalkandıkça yayılan
fikirlerin tatbiki neticeleri karşısında bulunuyoruz.
Bugün Anadolu için
Türkler ve kendi memleketleri için diğer milletler çalışırken, ellerini
inkılâpçı amele Rusyası ve Üçüncü Enternasyonal’e uzatıyorlar. Son hayat
umutlarını ışıklandırmak ve son rızk hanelerini gasıp ve istilâcılara
kaptırmamak azmiyle vaki olan bu İstimdatların mahiyeti anlaşılınca, bizim
böyle umumi cidal ve harbe iştirakimiz sebepleri de kendiliğinden izah edilmiş
olur. Biz, Rusya, Türkistan ve Kafkasya’da olduğu gibi Türkiye’de de başlayan
mübarezeyi Avrupa emperyalizmine karşı ve alemşümul bir mahiyet ve manada
anlıyoruz. Fakir ve sefalet altında ezilen Türkiye ve Şark memleketlerindeki
kıyam, millî müdafaa şiarı ile başlasa bile, dünyayı saran ve zulm ile
çarpıştıkça mağdur amele ve rençper sınıflarının gönüllerini fetheden inkılâp
hareketlerinin az zamanda beynelmilel vasata geçmesi bir zarurettir. Ve zaten
bu böyle olmasa, muazzam Avrupa kapitalistlerine karşı yükselen herhangi bir
millî müdafaa, beynelmilel müzaherete hakkıyla nail olamayacak, ergeç iflâsa
mahkûm olacaktır.
Onun için biz Türkiye'de
millî müdafaa şeklinde başgösteren kıyama, müşterek düşman tarafından bu
hareketin söndürülmesine yol vermemek için her türlü yardımı, bu yardım
mutaassıp milliyetçilere bile olsa, tarihin bize yüklediği bir vazife olarak
biliyoruz. Hayat ve mübareze ruhunu mağdur halk kitlesinde derinleştirmeye
çalışan İştirakiyun Teşkilâtı’nın memleket İçinde açılıp yayılmasına gelince,
bunun da Kuvvayı milliye müdirantnın karşısında duran yine o ehemmiyette
tarihî bir mesele olduğunu zannediyoruz.
• ANADOLU’DAN GELEN
ELÇİLER VE ANADOLU’YA YARDIM
Çoktan beri Anadolu'dan
gelecekleri beklenmekte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi elçilerinden mürekkep
fevkalâde heyetin Tuapse yoluyla Moskova’ya vardıkları haberi alındı.
Bu heyet, başta Büyük
Mîllet Meclisi İktisat İşleri İcra Vekili Yusuf Kemal ve Hariciye İşleri
Vekili Bekir Sami Bey'ler olduğu halde Lazistan Mebusu Osman ve Müşavir Dr.
İbrahim Tali ve Seyfi Efendi’lerden mürekkeptir.
Yusuf Kemal ve Bekir
Sami, her ikisi de, Avrupa’da tahsillerini ikmal eden Türkiye'nin en temiz ve
muteber simalarrndandır. İttihad ve Terakki Fırkasının kudret ve hükümeti
zamanında birer mevki sahibi olmakla beraber, fikirce istiklâllerini muhafaza
etmiş ve vicdanlarına karşı saydıkları işlere karışmamak cesaretini göstermiş,
adetleri az siyasilerden olan bu zatların beynelmilel Rusya ile münasebete
vasıta olarak seçilmeleri, Büyük Millet Meclisi namına bir muvaffakiyettir.
Bu zatların maziye ait
hayatlarrgibi eski arkadaşımız Yusuf Kemal’in bu sefer elimize varan mektup
meali, Anadolu’daki hükümet başçılarının simalarını açıkça gösteriyor.
Anlaşılıyor ki, Büyük Millet Meclisi gibi Kuvvayı Milliye Ordusu'nda halkın
ihtiyacına uygun ruh ve fikir uyanmakta ve zavallı Türkiye amele ve
rençperlerinin acıklı hali; öteden beri zulme, istibdada her ne sebeple olursa
olsun alet olan bu eski müesseselerin bile yüreğini yakmaktadır. Biz herhalde
Yusuf Kemal’in bu yoldaki yazılarını, sırf şahsi teessüratı neticesi değil,
belki Anadolu inkılâpçılarının iş ve duygularına bir makes olarak telâkki etmek
istiyoruz. İçtimai inkılâp, mazlum insanlığı teşkil eden türlü kümeler hakkında
çiğsiz, hudutsuz tahassüslerle doludur. Bizler, cihanşümul inkılâbın bugünkü
mecmuu ve merkezi olan Rusya'da çalışan komünistler, elimizde Marx’ın kitabı
olduğu halde, din, millet, ırk ve renk ayrılığı yapmaksızın, herhangi
memleketin olursa olsun, mazlum insanlarım kurtarmak emelleriyle en uzak
ufuklara doğru atılmaktan, en karanlık zulm deryaları içinde çırpınan mağdur
milletlere el uzatmaktan çekinmiyoruz. Bugün Türkiye ahalisi ise, umumiyetle
Avrupa ve Amerika emperyalizminin, Yunan ve İngiliz korsanlarının
yağmacılıklarına karşı hayatının en tehlikeli anlarını yaşıyor; Türkiye amele
ve rençperleri, ellerinde tuttukları son ekmek dilimini gasıplara kaptırmamak
için mübarezenin, harbin en büyük ağırlıklarını öz sırtlarda taşıyorlar. Türkiye
amele, rençper ve askerlerinin bu mübarezede sosyalist Rusya ile Üçüncü Enternasyonalin
her türlü muavenetine hiç şüphesiz ki hakları vardır. Kıyamcı Türkiye’ye azami
mikyasta yapılması lâzım gelen bu muavenetin yalnız müşterek düşman olan
Avrupa ve Amerika emperyalizminin Kü’çük Asya cephelerinde sıkıştırılıp
ezilmesi noktainazarından değil, şark ve garbın beynelmilel münasebeti
cihetinden de büyük ehemmiyeti olacaktır. Bir kere
Türkiye, bütün o eski
şöhret ve kudsiyetleriyle, umumiyetle Şark memleketleri içinde ve hususiyle
Hindistan’da büyük bir yer tutuyor. Türkiye’nin böyle muhtaç ve tehlikeli bir
devrinde sosyalist Rusya’dan göreceği yardım, İçtimaî inkılâba şarkın gönlünü
kazandıracak, bu ise, tırnaklarını Asya'nın ruhuna saplayan İngiltere hesabına
büyük bir darbe olacaktır.
Diğer taraftan kıyamcı
Türkiye’nin Anadolu yarımadasında İngiliz ve Yunanlılara karşı mübareze ile
Rusya Şûralar Cumhuriyeti’nin yardımı sayesinde geçirebileceği bir kış daha,
amele-rençper teşkilâtlarının biraz daha büyümesine yardım ederek, emperyalizme
karşı açılan bu cidal, bir müddet sonra artık yalnız harbî değil, belki İçtimai
ve beynelmilel bir mahiyet alacaktır. Türkiye amele ve rençperlerinin hadisat
arasında kendi varlıklarını ve kendi sınıfî menfaatlerini hissetmeleriyledir
kİ, mübareze en kati, en şanlı ve ebednişan azimlerle kuvvet alacak ve o vakit
İngiltere veya emperyalizm ile itilaftan hiç bir siyasi ve hiç bir kumandan
bahsedemeyecektir.
İşte bütün bunlar için
Anadolu'da vekayiin biraz daha inkişafına, biraz daha vakte ve biraz daha fırsata
ihtiyaç var. Önümüzdeki iki ay zarfında Avrupa ve İngiliz cihangirleri, Anadolu
kıyamcılığını bastırıp hükümeti himayeleri altındaki Sultan’a vermeye muvaffak
olurlarsa, içtimai hareket karşısında büyük bir duvar yükselmiş olacak ve
bundan Azerbaycan ve bütün Rusya Şûraları müteessir olmuş olacaktır.
Onun için her türlü
güçlüğü, fedakârlığı göze ahp ve her türlü tereddütlerden vazgeçerek kıyamcı
Türkiye ve onun bu sefer Moskova’ya gelen hakiki vekillerine mümkün yardımı
yapmak, bugünün bize yüklediği borçtur.
« İKİNCİ DEVİR
Şimdiye kadar Yeni Dünya,
Orta Asya’da parlayan inkılâp nurlarıyla bizim mazlum Türk ve Tatar memleketlerini
ışıklandırmağa, Türk, Tatar işçi ve köylüsünün boyunduruktan, açlık ve sefillik
pençesinden kurtarılması için yol göstermeye çalıştı. Ta uzaklardan, Moskova’dan
Türkiye’nin yaklaşmakta olduğu felâketli çukuru bütün dehşeti ve çıplaklığıyla
göstererek Türkiye’nin içtimai inkılâp hareketine koşulmaktan başka çaresi
olmadığını anlatmaya çalıştı.
Yeni Dünya ve
muharrirleri Türk Ordusu'nun Kafkas dağlarını aşarak Hazer Denizi yoluyla
Türkistan’a doğru açılıp ilerlemek, güya İslâm âlemini kurtarmak davasını ileri
sürdüğü ve bütün Türk ve müslüman damarlarında cihangirlik damarının kaynadığı
bir zamandadır ki, bu zafer ve ikbalin muvakkat, kısa, bu dava inayetinin
yalancı ve aldatıcı bir hal ve her ne de olsa, Türk işçi ve köylüsünü ezen,
öldüren, hayat ve refah itibariyle ona hiç bir şey vermeyen ve her saadetini
koparıp alan büyük bir felâket olduğunu ispat ve bu yolda cehd ve içtihad
ettiler. «Yeni Dünya» muharrirleri o vakitler Rusya İnkılâbı'nın, şimdi ise
bütün içtimai inkılâbın elebaşısı olan Lenin ve arkadaşları Stalin ve Çiçerin
yoldaşlar, Türkiye, İran, Arganistan ve Buhara memleketleriyle, hatta
başlarında padişah ve emirleri, paşa ve hanları bulunduğu ittifaka mütemayil
olduklarını, bizim memleketlerin ve bizim Türk, Acem, Arap, Afgan, ilah... şark
halklarının hakiki ve tabiî dost ve müttefikleri, dünyanın yalnız bizim gibi
ezilmiş amele ve fakir köylüleri olduğunu, Türkiye ve bütün şark memleketleri
retıçper halkına ve hususiyle mütefekkir gençleriyle «evliyayı umur» paşa,
efendilere anlatmağa gayret ettiler. Fakat şöhret kazanmak, dünyalara hâkim
olmak ihtirasına, hele fukara kanını dökmek iştihasına nihayet gelir mi hiç!
Türkiye ve Türkiye’nin o
günlerine bağlanan diğer müslüman memleketlerin zafer mahmurlukları içinde
Rusya’daki işçi ve köylü hareketini bastırmaya çalıştılar. Biz ise, bütün
faaliyetimiz ve bütün gayretimizle müslüman dünyasındaki bütün siyasilerin bu
insafsız ve kör hareketlerine, müslüman âlemindeki umumi cereyana karşı girmiş
olduk. Uzun zamanlar müslüman kavimleri için anlaşılmaz, boğuk bir sesle
ayıltmak için, haklı ve pek aşikâr olan hakikati, doğruyu söyledik, bağırdık.
İşte aradan 15 ay daha
geçmeden, bugün Türkiye, Fransız, İtalyan, Amerikan ve Yunan istilâsı altında,
Cezayir, Fas, Mısır ve Hindistan gibi, bir avuç muhtekirlere. müstemleke
(koloniya) olmak üzere bulunuyor. Türkiye’de yaşayan Türk, Arap, Kürt, Ermeni
ilah... mazlum halklar bu millî namlar altında Avrupa ve Amerika kapitali
İçin, yalnız bu kapitalin demir ve ateş kadar sert ve yakıcı ihtiraslarını
söndürecek bir hale getirilmek isteniliyor. Türk ordularının dayandığı Alman
kuvvetinin evvelden de tahmini mümkün olan iflâsı ile bu netice pek tabiî
surette meydana geldi.
Bu felâketli netice
gösteriyor kî, Yeni Dünya Gazetesi ve bu gazete etrafında toplanan Türk
komünistleri, Kanunuevvel İnkdâbı'ndan, daha da doğrusu Ural demiryollarında
çalıştıkları daha evvele ait esirlik ve amelelik hayatından beri tuttukları ve
Türk, Tatar mütefekkirine gösterdikleri yolda yanılmamışlar. Rusya
inkılâpçılarına koşulmakla, mensup oldukları mazlum halklarının hakiki ve
dürüst müttefiklerini bulmuşlar.
“Yeni Dünya» Gazetesi,
şimdi Kırım’da çıkmaya başlayınca, ikinci bir devre, yeni bir hayata ayak atmış
oluyor.
Yeni Dünya şimdi
Karadeniz’in beri sahilinde yalnız mütefekkir Türk gençliğine değil, belki
doğrudan doğruya aç, çıplak, sefil ve mazlum Türk rençper ve askerine hitap
edecek ve sesini bütün Anadolu’ya işittirecektir.
Yeni Dünya’nın şimdi gür,
açık ve Türk gençliği gibi, mazlum Türk rençper ve askerleri için pek
anlayışlı olan sesi, Küçük Asya’nın en durgun ve en karanlık afakini titretecektir.
Açlığa, çıplaklığa,
kulluğa artık nihayet geldi.
Ey mazlum Türk askeri,
Türk işçi ve köylüsü! Bugün senin günün. Kalk ayaklan ve bütün Rusya’yı, bütün
Macaristan’ı, bütün Almanya’yı sarsmakta olan öz İşçi ve köylü kardeşlerinin
yardımına kol uzat.
Kendi hüviyetinle,
hükmünle, hâkimiyetinle, yaşa, yaşat!.. Seni şimdiye kadar esirlikte tutan,
ezen, öldüren hanlar, hakanlar, padişahlar yere batsın! İçtimai inkılâp senin
günün, senin bayramın!
Yaşa ey kahraman Türk
rençperi, Türk askeri!
« TÜRKİYE’NİN MAZLUM
AMELE VE RENÇPERLERİNE
Fedakâr yoldaşlar,
Şimdiye kadar, sîzleri
esaret zincirlerine bağlayarak jandarma ve tahsildarların merhametsiz kamçılan
altında bin türlü eziyetlerle ömrünüzü heder eden zalimler, size kâh hükümet
ve devletten bahsettiler.
Neticede bu hükümet ve
devlet, haram yiyici vali ve hâkimlerle bunların ortağı olan bey ve ağaların keselerini
doldurmak ve fıkarayı ise açlıktan öldürmekten başka bir işe yaramadı.
Kâh din ve şeriatten
bahsettiler: Din ve şeriat maneviyatınızı bozarak ruhunuzu düşürmekten,
başınıza gelen her felâketi, bu felâketin sebep ve amilleri meydanda dururken
kader ve kısmete bağlayan zalimlerin hükmünü yürütmekten başka bir iş
görmediler. Yıldızdan yıldıza çalışarak bin türlü zahmetlerle İşlediğiniz tarlalarda
yetişen çelimsiz mahsulden mültezimlerin, bir öşür yerine bin öşür almasına ses
çıkarmayıp sizi bir lokma ekmeğe muhtaç, aç ve sefil bıraktılar. Millet için
fedailik davasında bulunanlar, 15 Temmuz'dan sonra geçen on bu kadar senelik
inkılâp tarihimizde milletin sırtına dayanarak bütün kuvvet ve saltanatlarını
Türkiye amele ve rençperlerine borçlu oldukları halde, biraz rahata, biraz
refah ve saadete can atan bu zavallı halkı dünyanın büyük kıtasında huduttan
hududa sürüklediler. Kâh Yemen ve Arabistan’ın kızgın sahralarında açlık ve
susuzluk ve kâh Anadolu veya Kürdistan'ın karlı dağlarında soğuktan telef
etmeye, asırlardan beri dost yaşamakta olan bu milletin fıkarasını birbirlerine
kırdırmaya sebep oldular; bu yetmiyormuş gibi, sonunda yetim halkımızı büyük
Avrupa harbinin öldürücü sağanakları içine sürüp atarak başımıza bugünkü
felâketi getirmiş, millete olan borçlarını böylece ödemiş oldular. Bugün aziz
ve mazlum İstanbul'umuzun hisarları dibinden yükselen bir ses işitiyoruz. Bu sesin
bize «Vatan, İslâm, Hilâfet» sözlerini tekrar ederken, vatanı, İslâmî, hilâfeti
yine kanınız bahasına sattığını görüyoruz.
Bugün Osmanlı
Padişahlığı, eski saltanat ve istiklâlini büyük Avrupa muharebesindeki
mağlubiyetten sonra tamamen kaybettiği gibi, son padişah Sultan Vahidettin, taç
ve tahtını Dolmabahçe Sarayı’nın içinde de olsa muhafaza için, İslâmiyet! ve
hilâfeti, İngiliz Kralı'nm himaye ve muhafazasına teslim eyledi. Şimdi Padişah
hazretleri, güya vatanı, milleti, İslâmiyet! kurtarmak maksadıyla Yunan
Ordularına Küçük Asya’nın kapılarını açarak, bir taraftan da Şeyhülislâm,
Avrupa ve Amerika talancılarına karşı hakkını müdafaa eden kıyamcılar hakkında
fetva vererek bunları küfr ve hıyanetle itham ediyor.
Amele ve rençper
yoldaşlar!
Yağmacı Antanta kuvvetine
dayanan hainler, vatan ve milletten, padişahtan, halifeden, Kur'an’dan
bahsetseler de, sîzler artık Yunan Kralından dine ve millete gelecek habere
tabiî inanmayacaksınız.
Bu sefil ve murdar
heriflerin ne maksada hizmet ettikleri artık güneş gibi karşınızda aşikâr
duruyor.
Arkadaşlar! Bu sonuncu
felâketler bizim başımıza ne kadar ağıra mal olsa da, yalnız bir cihetten
dinci, milletçi, vatancı sahtekârların foyasını meydana koyduğu, hakkı
hakikati bize apaşikâr anlattığı için, geleceğimize büyük faydalar da
vermediler değil. Biz şimdi üstümüze düşen vazifeyi pek İyi anlıyoruz. Elimizde
kalan bir parça toprakla bir dilim ekmeği, bu zalim yağmacı Avrupa ve Amerika
emperyalistlerine kaptırmamak, bu gözü doymaz, emperyalist ve arlanmaz Yunan
istilâcılarına karşı mübarezede sonuna kadar sebat etmek, mukaddes
vazifemizdir; istilâcılara kuyruk olup memleket ve halkımızı kulluğa düşürmeğe
çalışan İstanbul Hükümeti'ne karşı başkaldıran ve Rusya Amele ve Rençper
Şûralar Cumhuriyeti ile kolkola giden Anadolu Kıyamcılar Hükümeti’ne her türlü
yardımı yapmak, birinci işimizdir. Biz bu vazifeyi yerine getirmekle, hem
dahilde mevcudiyetimizi göstermiş, hem de hariçte emperyalistlerle uğraşan
bütün amele ve rençper kuvvetlerine mühim bir hizmet görmüş olacağız. Biz bu
vazifeyi görmekle, mübarezedeki muvaffakiyetimiz nisbetinde sesimizi
yükseltmek hakkını kazanmış olacağız. Memleketimizdeki yeni hükümet ve devlet
yapısının kurulduğu gün bu yapının amele ve rençper eliyle meydana geldiğini
bilerek onun içinde hakim olacak kuvvetin yine amele ve rençper olmasını talep
edeceğiz.
Amele ve rençper
kardeşler!
Bütün bu kanlı, felâketli
davalardan aldığımız öğütü hiç bir vakit hatırdan çıkarmayınız. Unutmayınız kİ,
siz hayır ve selâmete, sîzleri şimdiye kadar sırtınızdan geçinen zalim ve
hazıryîyici ağalar ve paşalar, kalın enseli çorbacılar eliyle kavuşamazsınız.
Amele ve rençperin hayatta mahkûm olduğu açlık, karanlık ve kulluktan
kurtulması, ancak amele ve rençper eliyle meydana gelecektir.
Onun için sîzler,
başkasının emek hakkıyla geçinmeyen, cihanda kendi gücüne, kendi hakkına
dayanan amele ve rençperler, bütün bu harp ve mübareze sırasında kendi
aranızda birleşerek teşkilâtınızı kuvvetlendirmeye çalışınız ve iyice biliniz
ki, siz birleşip varlığınızı hissettikçe, dileğinize yaklaşmış olacak ve mesut
bir günde sizi dışarıdan, içeriden yemeğe çalışan zalimleri ezerek yaşadığınız
toprak üzerinde hürriyet ve hayatınıza sahip ve hakim olacaksınız.
Onun için birleşiniz, ey
Türkiye'nin mazlum amele ve rençperleri!
Birleşiniz de, hakkı
hayat ve hürriyetinizin nişanesi olan kırmızı bayrağı bütün dünya
proletaryasının inkılâp ufuklarına doğru yükseltiniz!
MUSTAFA SUPHİ
• İKİNCİ KONGRE
Geçen sene Mart ayında
beynelmilel inkılâpçı Rusya’yı Avrupa ve Amerika burjuvazya kuvvetlerinin şimal
ve garpten, Kolçak ve Denikin kara kuvvetlerinin şark ve cenuptan şiddetle
tazyik ettikleri sırada Moskova’da istişare için davet edilmiş olan muhtelif
Avrupa ve Asya amele ve rençper (komünist partileri) vekilleri, Kremlin
Sarayı'nın muhteşem Ödüller Salonu’nda toplanmışlar ve 30 bu kadar teşkilâtı
temsil eden 50 kişilik bu meclisi, Üçüncü Komünist Enternasyonali’nin Birinci
Kongresi ad ve ilan etmişlerdi. İkinci Enternasyonal’in azalan olan İngiliz,
Fransız, Alman sosyalist ve sosyal demokrat fırkaları cinayetkâr Avrupa
Harbi’ne rey ve kalemleriyle katışarak amele ve rençper siyasi fırkalarının
sulh ve müsalemet cephesini dağıtmaya ve böylece cellât Avrupa ve Amerika emperyalizminin
bir kat daha kuvvetlenmesine nasıl sebep oldular ise, 1919 senesinde Kremlin
Sarayı’nda doğan Üçüncü Enternasyonal de, bu dağınık fırkaları tedricen kendi
azimkâr iradesi altında toplamağa muvaffak oldu. Alınan haberlere göre bugün,
Temmuz’un 17’sînde açılacak olan İkinci Kongre'ye iştirak etmek üzere Avrupa,
Amerika ve şark memleketlerinden 400'e yakın vekiller Moskova’ya gelmişlerdir.
Asman Spartakîstlerinden başka müstakil sosyal demokratların, İtalyan, İngiliz
sosyalist fırkalarının, Amerikan Amele Fırkası’nın, Fransa, Macaristan,
Avusturya, Balkan komünist partilerinin toplandıkları bu kongrede Türkiye,
İran ve Rusya Şûralar Federasyonu içindeki bütün Şark halkları komünist
teşkilâtlarının vekilleri birleşmiş olacaklardır. Üçüncü Enternasyonal’in Birinci
Kongre’de vücuda getirdiği metin azimkâr beynelmilel birlikle, sosyalist
Rusya’yı saran boğucu kuvvetleri dağıtıp kovmağa muvaffak oldu. Muhtelif
Avrupa ve Amerika memleketlerinin komünist ve sol sosyalist fırkaları
parlamentolarda, amele ve rençperler ise mensup oldukları milletler içinde,
Bolşeviklere karşı gösterilen her türlü tazyiklere karşı ayaklanarak, gerek
parlamentolarda, gerekse Rusya'ya karşı gönderilen harbî cephelerde yarıklar
açtılar, o halde ki, bugün burjuvazya hükümetleri içtimai inkılâba karşı ne parlamentolarından
büyük imdatlar istemeye, kati kararlar çıkartmaya, ne de ordularından
(okunamıyor-Y.) kendilerinde kuvvet hissediyorlar.
Üçüncü Enternasyonal,
bunca yıllık hayat faaliyetinde, Avrupa ve Amerika amele ve rençper İnkılâp
kuvvetlerini sosyalist Rusya etrafında böylece toplamağa ve halühazırda
Avrupa’da, inkılâbı olduğu kadar, siyasi bir âmil olarak meydana çıkmaya
muvaffak oldu. Şimdi Üçüncü Enternasyonal karşısında duran mühim mesele, garp
proletaryası gibi şarkın derin karanlıklarında mazlum ve fukara halkları da
kendi etrafında birleştirmeye ve emperyalizme karşı Asya'da yükselecek büyük
bir yumruk hazırlamağa muvaffak olmaktadır. Birinci Kongre’den beri
Enternasyonalin aile efradından sayılan Türkiye, İran ve Rusya içindeki Türk,
Tatar komünist teşkilâtlarının bu ikinci yıl içinde bugün faaliyet ve
kuvvetlerini birleştirerek bu maksadı temin etmeleri, tarihin kendilerine
yüklediği bir vazifedir.
Bu münasebetle Lenin
Yoldaş'ın bir sözünü hatırlıyoruz:
«Şark’ta inkılâp, Şark
komünistlerinin bilavasıta kendi işleri olmalıdır.» Filvaki Şark’ın Garp’ten pek farklı
ve başka mahiyette olan İktisadi ve ruhi sıfat ve hususiyetlerini göze alsak bu
sözün ehemmiyeti anlaşılmış olur. Şüphesiz ki Şark’ta inkılâp hareketlerinin
nabzından anlayacak gene şarklıdır. Fakat şunu da ilâve etmeli kİ, teşhis
derecesinde tedavinin de ehemmiyeti inkâr olunamaz. Ameliyat ve tedaviye dair
meselelerde tecrübe, maharet ve teknika tamamıyle AvrupalI inkılâpçı
yoldaşlarımızda temessül ve temerküz ediyor. Halühazırda, emperyalizm ile
sosyalizm muntazam iki cephe halinde karşı karşıya durduğuna göre, şark
inkılâpçılarının garpten tam bir müzaheret ve kuvvet almadıkça iş görmeleri
imkânsızdır. Onun için şarkın inkılâpçı komünist teşkilâtları, daire teşkilâtlarını
ilerlettikçe Üçüncü Enternasyonal’in de şark için faaliyet ve müzaharetini
inkişaf ettirmesi beynelmilel içtimai inkılâp namına mukaddes bir vazifedir;
cihanşümul inkılâp hareketinde garp proletaryasından müstakil olarak şarkta
iş görmek nasıl bir vahime ise, şarkı garpten ayırmak ve birini diğeri namına
feda etmek de büyük ve tarihî bir hata olur.
Üçüncü Enternasyonal’in
İkinci Kongresi'ne iştirak eden garp ve şark komünistlerinin bu hakikatlere
kıymet vereceğini ve şarkta inkılâbî teşkilâtın ruhlanmasına hadim büyük
adımlar atarak İkinci senelik faaliyet devresine zafer ve İkbal ile
gireceklerini kuvvetle ümit ediyoruz.
MUSTAFA SUPHİ
• BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
HÜKÜMETİ VE KOMÜNİST FIRKASI
Türkiye Komünist Fırkası
Merkezi Heyeti, memleketimizî yeni bîr devr-İ faaliyet ve harekete sokan Anadolu
Hükümeti’ne karşı takip edeceği siyaseti, bugünkü nüshamızda altı maddelik bir
layiha ile ortaya koyarak, fikirleri tamamen ışıklandırmış ve her türlü yanlış
anlamalara nihayet vermiş oluyor.
Vakıa, şimdiye kadar
Anadolu’da arasıra meydana çıkarak komünizm'den bahseden bazı fertlerin yeryüzünü
birdenbire her türlü pislikten, her türlü zulüm, tasallut ve ihtikardan
temizlemek istemelerine alâkadar, şüphesiz ki, yüksek ve ınsaniyetkârane ve
fakat aynı zamanda müfritane beyanatı bazı hükümet mehafiîinde Türkiye Komünist
Fırkası’nın Küçük Asya’da İçtimai İnkılâbın meydana gelmesi için lâzım gelen
şartların vücuduna tabi bulunması gibi yanlış bir zannın doğmasına sebebiyet
vermişti. Diğer taraftan, Anadolu’da kıyam hareketi başladıktan sonra Büyük
Millet Meclisi içinde, eski politikacılarımız tarafından vücuda getirilen yeni
fırka ve zümrelerin şahsi mülkiyet meselesinde bile tevakkuf etmeksizin, sola
doğru her adımda birkaç menzil atlayıvermeleri, komünistlerden bazı yoldaşların
«yine mi suni ve yalancı hareketler karşısında bulunuyoruz?» kuşkularını
uyandırmıştı. Biz ise, bu yanlış düşünce fena anlayışların yeri olmadığını,
Küçük Asya’da başlayan hareketlerin ise tabiîliğini iddia ediyoruz. Rusya’da
başlayarak, Avrupa ve Amerika içlerine doğru dalgalanıp ilerleyen içtimai hareketin,
Rusya'ya bir cephe teşkil eden Küçük Asya'ya karşı tesirsiz kalması mümkün
müdür? Büyük Millet Meclisinin esas teşkilâtı olan halkçı ve halk zümreleri
fırkası da, amele ve rençper inkılâbının —bolşevizmin— rüzgârı içinde
doğmuş birtakım hücrelerdir. Ancak Anadolu hareketinde gördüğümüz vasf-ı fark,
işaret, umumi bir millet, bir halk hareketi halinde tecelli ediyor kİ, bunun
esasları da. Komünist Fırkası’nın beyannamesinde (Madde 4) izah
olunduğu veçhile, pek tabiî olarak memleketin efkâr ve hayat şartlarından
doğmadadır. Bu hale göre, Türkiye Komünist Fırkası’nın Anadolu hareketine karşı
vaziyeti, kendi kendine meydana çıkar; Komünist Fırkası, içtimai inkılâbı anlayan
ve ona bütün varlığı ile bel bağlayan işçi ve rençperlerin bir siyasi
teşkilâtıdır. Memlekette mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çokluk teşkil
etseler de, sanayiin iptidai bir halde olması itibariyle, amelenin proleter
teşkilâtına malik ve toplanmış olmamaları, komünistlerin ekaliyette
kalmalarını icabetmektedir. Ve yine bu İtibarladır ki, Komünist Fırkası,
halühazırda inkılâbı yapacak ve idareyi ele alacak büyük bir hükümet fırkası
şekil ve mahiyetinde ortaya atılamaz.
Komünist Fırkası
memleketin İçinde ekalliyeti temsil eden bir fırka halinde teşekkül ile
beraber, Üçüncü Enternasyonalin bir uzvu olarak yeryüzündeki içtimai İnkılâbın
bir rüknü ve bir amilidir. Ve bu cihetle üstüne düşen vazife büyük olduğu
kadar cihanşümuldur. Üçüncü Enternasyonal’in, proletarya teşkilâtı zayıf olan
Türkiye'de ve Türkiye halindeki bütün şark memleketlerinde takip ettiği
noktainazar bilinirse, bu vazifenin derece-î nezaket ve ehemmiyeti bir kat
daha takdir olunur. İçtimai inkılâbın mazlum şark memleketlerinden beklediği hareket,
zalimlere karşı kıyam ve isyandır. Şarkta uhdesine düşen vazifei celadeti
idrak etmiş bir memleket ve bir millet olarak bugün karşımıza çıkan zavallı
Türkiye ve fakir Türk M i Ileti'dir. Demek ki, içtimai inkılâp karşısında
Türkiye Komünist Fırkası’na düşen vazifeyi, yağmacı emperyalizmin bütün
tazyikatına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu kıyamcılanna ve
kıyamcıları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne samimiyetle
müzaheret etmek ve Anadolu'daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni
millet ve hükümetlerine bir nümunei imtisal olarak göstermekle hulâsa edebiliriz.
Bundan başka, Türkiye
Komünist Fırkası’nın halka karşı birçok borçları ve mecburiyetleri vardır.
Türkiye Komünist Fırkası, kendi teşkilâtı içinde amele ve rençper halkın
vicdanını terbiyeye, Küçük Asya’nın karanlık sokaklarında bile türlü
mahrumiyet ve mahkûmiyet; [erle dolaşan mazlum işçi ve köylülerimizi muntazam
ve müteşekkil bir sınıf simasıyle dünyanın diğer memleket proleterleri
meclisine takdim etmeye mecburdur.
Münevver ve inkılâpçı
gençlerimiz, beyaz yakalı frenk gömleklerini ve parlak kılınçlannı omuzlarından
atarak eli nasırlı mazlum halkımız arasına girerler ve Komünist Fırkası
saflarında bütün hayat ve mevcudiyetlerini biçare, bahtsız işçi ve
çiftçilerimizin açlık, karanlık ve kulluktan kurtulmaları yolunda feda ederlerse,
halkımız hakiki ve içtimai inkılâba doğru yükselecek, memleket yağmacılar
elinden tamamen kurtulma İktidarını gösterecek ve böylece komünistler şarkta
büyük bir amele fırkasının mümessili sıfatıyla beynelmilel inkılâpçılar
arasında hürmetli bir yer tutmaya hak kazanacaklardır. Burada izahımıza
nihayet veriyoruz. Yukarıda gösterdiğimiz esaslara mugayir olarak büyük
teşebbüsler peşinde, hegemonya! işler görmek ve hazıra konmak isteyen herhangi
bir komünist, mensup olduğu fırkanın takip ettiği yoldan çıkan ve binaenaleyh
fırkaya itaat etmeyen bir derbederdir.
MUSTAFA SUPHİ
• SALTANATTAN SONRA
Yedi asırlık Osmanh
Saltanatı, sulh muahedesi adı altında bir bade-i zehr içerek büsbütün ölüme
mahkûm olunca, karşımıza, bundan sonra nasıl yaşayacağız ve nasıl bir hükümet
kuracağız, meselesi çıkıyor.
Bugün Anadolu'da yeni bir
Türk Sultanhğı'nın veya herhangi bir yerde bir imparatorluğun yeniden tesisi
hatıra gelmez bir garibedir. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, padişah ve
imparatorların son cihan muharebesinden coşan kan deryaları içine yuvarlanmış
elmaslı taçlarını yerden kaldırıp başına takacak cüretli madrabazlar meydana
atılamıyor; bir vakitler Avrupa ve Asya’yı parmaklarında bir halka gibi çevirip
oynatmak isteyen cihangir mareşaller ve kahraman paşalar, gizlendikleri
karanlık kovuklarda kış uykusuna tutulmuş beyaz ayılar gibi sarılıp
yatıyorlar, hayatlarından bile kimseye haber vermiyorlar. Böyle bir zamanda
ise, Rusya’da olduğu gibi, Türkiye'de de yıkılan zalim saltanatın harabeleri
karşısında bizzat halk, amele ve rençper ve askerlerden mürekkep milyonluk
kitleler ayaklanıp kendilerini gösteriyorlar, fakir, muhtaç ve sefil de
olsalar, o kırık dipçikli tüfenklerini kollarında taşımaktan vazgeçmeyerek
toprakları, ana ocakları başında duruyor, baht ve namuslarını ayaklar altına
düşürmek, ahnteriyle hakettiklerini başkalarına yedirmemek için birleşiyorlar
ve mutasallıt cihangirlere karşı, yine bütün yeryüzünü saran «alemşümul» bir
mübareze açıyorlar.
İşte Rusya, Macaristan ve
Türkiye gibi muzmahil memleketlerde kurulacak yeni hükümetlerin esası, böyle
büyük bir mübareze, bir güreştir; zulm ile, zalimler ile güreştir. Hem yalnız
muharebeden sonra başımıza musallat olan İngiliz, Fransız ve Yunan yağmacılarına
karşı değil, belki muharebeden evvelki zamanlarda da halka bir rahat nefes
verdirmeyen vergidir, aşardır, ağnamdır, ianedir, cezadır, cizyedir ve nihayeten
faiz ve temettüdür diye işçi ve köylünün evine, ocağına, tandırına, bacasına el
uzatan içimizdeki imansız hırsızlara karşı açılacak mübareze İledir ki, yeni
hayatımızın şekli ve hükümetimizin rengi belirmiş olacaktır. Anadolu’da bugün
büyük zahmet ve fedakârlıklarla Avrupa ve İstanbul haydutlarına karşı çarpışan
amele, rençper ve asker kardeşlerimiz, bu harbin sonunda, yine eski günahkâr,
melun ve müstebit ağa ve paşalardan mürekkep hükümetler meydana geldiğini ve
kendilerinin yine eskisi gibi dışarıdan gelmiş bir misafir halinde kenarda
kaldıklarını görseler memnun olurlar mı? Elbette değil!
Onun için Türkiye amele,
asker ve rençperleri bugünden itibaren istek ve dileklerini meydana koyup
hangi maksatla ve ne için çalıştıklarına, canlarını telef ettiklerine işaret
olan kızıl bayraklarını yükseltmeye mecburdurlar.
Umumiyetle döktükleri
kanterlerini haketmek, işledikleri İşe ve toprağa sahip olmak, memleket ve hükümet
İşlerini ellerine almak isteyen amele ve rençper milleti Türkiye’de de bundan
fazla ve eksik bir şey murat etmez.
Biçare rençperin dileği,
şüphesiz ki, kendi başına mahsus bir paşalık ve hanlık değildir; ancak o, bugün
bin senelik tecrübeden sonra, fakat kanını dökmekten başka bir işe yaramadığını
pek iyi anladığı bu paşalık ve hanlıkları yeryüzünden süpürmeye karar
vermiştir. Onun için bundan sonra Anadolu ve Türkiye’de, halkın sırtında
yaşayacak herhangi bir hükümet, hatta cumhuriyet şeklinde de olsa, yer tutmaz,
yaşamaz. Yeni hükümetin bugünkü zahmet ve fedakârlıklara katlanan amele,
rençper halkın İçinde kurulup aşağıdan yukarıya doğru dalbudak vermesi, hayati
bir şarttır. Böyle köklü ve temelli bir hükümetledir ki, yaşamak için mübarezeye
ve mübareze iledir ki, böyle bir hükümete liyakat hasıl olur. Türkiye amele,
rençper ve askerlerinin bu liyakat ve iktidarı göstereceklerine eminiz. Onun
için:
Yaşasın Türkiye amele,
rençper ve askerlerinin hükümet ve cumhuriyeti!
MUSTAFA SUPHİ
• TÜRKİYE KOMÜNİST TEŞKİLÂTI MERKEZÎ HEYETİ'NİN FAALİYETİ HAKKINDA BAKÛ
KONGRESİ NDE MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞTN LAYİHASI
Türkiye Komünist
Teşkilâtının faaliyeti halikındaki layihayı esas itibarıyla ikiye ayırmak
lâzım gelir: Biri «tenevvür», diğeri de «teşekkül» devri.
Tenevvür devri: Bu devrin
mahiyetini, manasını anlamak için Rusya’da inkılâbın henüz başlamadığı zamanlara
kadar geri gitmelidir.
Cihan Harbinin zuhuru ile
memleketimizin mağdur sınıflarından yüzbînlerce amele ve rençperlerin asker
sıfatıyla Rusya'ya esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdilUral
boylarındaki demiryol, fabrika ve köy işlerinde havahe zahvahe çalıştırılmaları,
esasen hayatta zahmetle yoğrulmuş Türkiye işçileriyle Rusya proletaryası
arasında dostluk ve yakınlık husulüne vesile oluyor.
«15 Temmuz» İnkılâbı'ndan
beri açılan harp sahnelerinde facialı roller oynamaya mahkûm edilen Türk
rençperi ve askeri, bu temastan büyük feyizler alarak sınıfî mübarezede Rusyalı
amele yoldaşlarla beraber harekete başlıyorlar.
Ücret ve iş müddeti
hakkındaki hareketlere, tatili eşgallere iştirak ederek arkadaşlarının itimad
ve muhabbetlerini celbediyorlar. Vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik
hayaline hizmet edip belâdan belâya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret
yoluyla bu işçiler kafilesi arasında çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir
inkılâpçılarımızdan bazı gençler ise, hem amele ile beraber taş taşıyıp çalışarak
kapitalizmin ve harpten doğan gaddarlığın ağırlıklarını bizzat kendi
hayatlarında hissediyorlar. Tufeyli unsurlara, umumiyetle işleticilere karşı
kaynamakta olan düşmanlık duygularının sınıfî inkılâba esas olabilecek derecede
tebarüzüne şahit oluyorlar. İşte bu gibi tesirat İledir ki, Rusya'daki Türk
amele ve rençperleriyle Bolşevikîerin münasebeti, 1915 senesinden itibaren başlamış
ve umumiyetle sermayedarlığa, Çar saltanatına ve nihayet Avrupa Harbi’ne karşı
teşvikatta bulunan Bolşevik edebiyatı Türkler arasında büyük bir revaç kazanmıştır.
Bu edebiyatın iki sene zarfında amele gruplarında dağıtılarak gizli köşelerde
tercüme ve tebliğ edilmesi sayesinde mağdur ve mutaassıp rençper ve
askerlerimizin kendi gaddar ve vahşi kuvvetlerimize, zalim hükümet ve
hükümdarlarımıza, şan ve şöhret düşkünü müfteri paşalarımıza karşı söz söylemek
imkânı hasıl olmuştur.
1917 senesi şubatında
Rusya’da başlayan inkılâbın Kerenski zamanına ait ilk kısmında bu gizli
faaliyet daha açık bir şekle girerek, bolşeviklerin şehir ve köy işçi
ocaklarında inkılâbı içtimainin yaklaştığına dair
açıktan açığa tebligat
devri başlamış ve Türk bolşevikleri de gerek kendi hemşehrileri ve gerekse
müsîüman ahali arasında marksizm ve komünizm hakkında konferanslar tertip
etmiştir.
Teşrtnievvei vekayiinîn
başlamasıyla fabrikalarda ve diğer iş ocaklarında çalışan Türk işçilerinin
topluluklarına halel gelerek herkes ele geçen fırsat ve hürriyetten
faydalanıp memleketlerine gitmek üzere türlü yerlere dağılıyor, evvelce
bolşeviklerle münasebet peyda edenler, içtimai inkılâbın payitahtı kırmızı Moskova’ya
geliyorlar ve buradaki Tatar inkılâpçılarıyla kolkola vererek 1918 senesinin
ilk aylarında Osmanlı şivesinde olarak «Yeni Dünya» Gazetesî’ni çıkarmağa
başlıyorlar. Yeni Dünya’nın intişara başladığı tarih, bolşevizmin Rusya’da
tevessü ve taammümü ile Rus askerlerinin Kafkasya'dan rrc’ate ve bu fırsattan
istifade eden Osmanlı ordularının Kafkasya’yı istilâya başladıkları devre
tesadüf eder. Osmanlı Ordsu, Baku gaz madenlerini ele geçirerek diğer taraftan
Almanlarla beraber Dağıstan, Kuban ve Ukrayna üzerine tesirler yaparak
İnkılâpçı Rusya’yı ışık ve ekmekten mahrum etmek tehdidini ika ediyorlar.
Osmanlı Hükümet ve ordusu
başında bulunan İttihat ve Terakki Fırkası’nı Türk ve Müslüman memleketlerine
ait istilâ ve ittihat hırslan da bütün şark memleketlerine sirayet ederek,
müslüman kuvvetlerinin azadlığını Osmanh istilâsında gördükleri bu devir,
Türkiye Bolşevikleri için muhit faaliyetlerinde en ziyade sıkıldıkları bir
zamanı hatırlatır. Mamafih Yeni Dünya Gazetesi, bir taraftan Alman kıhncma
dayanan bu istilâ hareketinin memleketi ve mazlum halkı pek tehlikeli
uçurumlara götürmekte ve azadlığın ancak Rusya gibi Avrupa proletaryası
arasında da içtimai inkılâbın kıyamına bağlı olduğunu söylemekten, diğer taraftan
ise, bu tehlikeyi bir türlü görmek istemeyen paşalar hükümetinin memleket ve
halka reva gördükleri zulümleri tebliğden hali kalmamaktadır.
Brest-Litovski
Muahedesi’ni imza eden o zamanki muzaffer Türkiye'nin Moskova'daki Sefiri Galip
Kemali Bey’in Yeni Dünya ve muharriri aleyhinde verdiği üç muhtıra İle
protesto, tutulan bu irşad ve muhalefet yolunun tarihî vesikalarını teşkil
eder.
Mamafih şunu da derhal
söylemelidir ki, hakikatin karanlıklar içinde kaybolduğu bu dar ve müziç devir,
bize, en iyi ve maksada en sadık arkadaşları vermiştir. Muhtelif usera
karargâhlarından çıkıp Kazan’a gelen felâketzede arkadaşların İlk müşaveresi,
25 Temmuz 1918 Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’ni davet etmiş ve bu
konferans «Türkiye Komünist Teşkilâtını doğurmuştur.
ikinci devir: Tenevvür
devri burada biterek konferansın seçip ayırdığı merkezî heyet doğrudan doğruya
teşkilât işlerine girişiyor. Konferansın verdiği istikametler:
1.
Rusya ve Türkiye’deki amele ve rençper ve askerlerimiz
arasında tebligat ve teşkilât, İçtimai İnkılap cephesinin fikren ve fiilen
müdafaası,
2.
İlk müsait fırsatta Türkiye'nin de celbolunacak
vekillerinden mürekkep ilk Türkiye Komünist Kongresinin davet ve celbi,
«teşkilâtın fırka haline getirilmesi» suretinde konferanstan sonra,
teşkilâtımız Rusya Komünist (Bolşevik) Fırkası'yla daha yakın münasebete
girişmekle beraber; benim bütün Rusya Müslüman İşleri Merkezi Heyet idaresinde
aza ve beynelmilel şark tebligat ve neşriyat şubesinde reis olmaklığım, bütün
faaliyetimizin Rusya’daki Müslüman İşleriyle beraber ilerlemesine sebep olarak
merkezî heyet ilk teşkilât devrinde bütün maddi ve manevi vesaitini müslüman
işleri komiserliğinden alıyor, kuvvetinin mühim bir kısmını müslümanlar
arasında küflenmiş fikirlerin yıkılarak inkılâp ruhunun yükselmesine
sarfediyor; bu meyanda Türk komünistleri, Tatar sosyalistlerinin Kazan’da davet
edilen İlk konferansına iştirak ile ilk programının tertibine fiilen iştirak
ettiği gibi bütün Rusya komünist teşkilâtlarının Moskova'da açılan birinci
kongresine de altı vekil vermeğe muvaffak olmuştur.
Faaliyetin Dört
Cephesi:
Gerek Türkler ve gerekse
Müslümanlar arasındaki faaliyetimizi, memleket itibariyle, İdil ve Ural’da,
Kırım, Türkistan ve Azerbaycan’da olmak üzere dört kısma ayırmak mümkün olur.
1. Teşkilâtımızın
Moskova, Kazan, Şamara ve Saratov gibi İdil ve Ural boylarındaki siyasi
hücreleri iik faaliyet yuvasını teşkil ederler.
Bu muhtelif memleketlerde
adetleri 500’e baliğ olan Türk komünistleri, mürteci kara kuvvetlerle mübareze
maksadıyla Türk esirlerinden kızıl askerler teşkiline muvaffak olmuş, Ufa ve
Kazan’da «Çekoslovak» türedilerine, Orenburg’ta ise Dutov Bandisİ’ne karşı
Rusya'nın inkılâp cephesini müdafaada yararlık göstermişlerdir. İdil ve Ural boyu,
Çekoslovak menhuslarından temizlenince, buradaki eski sosyalist Müslüman
müesseseler! yeniden ihya edilerek İrtica İle Mübareze Komisyonuna
teşkilâtımızdan vekil olarak iştirak edilmiş ve Kazan’daki «ilmi heyet» yeniden
teşkil ve üç ay kadar idare olunarak Tatar maarif ve medeniyetine dair birçok
meseleler meyanrnda hat ve imla usulünün ıslahına hadim bir konferansı da
davet eylemiş ve konferans mühim ve faydalı kararlarla işinde muvaffak
olmuştur.
Moskova ve İdilUral’daki
faaliyetimiz:
Türkiye İle başlayan
münasebetimiz, teşkilâtımıza beynelmilel teşkilâtlar arasında mevki tutmak
liyakatini vermesiyle 1919 Mart’ında Moskova’da içtima eden Beynelmilel
Müşavere Meclisi'ne bizim vekilimiz de dahil olmuş idi. 34 memleketten birçok
vekilin gelmesi üzerine Üçüncü Enternasyonal’in ilan-ı takrir etmesiyle
Türkiye Komünist Teşkilâtı da Üçüncü Enternasyonal Birinci Kongresi’nde
vekilini bulundurmuştur. Bu sene Temmuz ayında toplanan İkinci Kongre’ye teşkilâtımız
iki vekil göndererek inkılâbı müesseseler arasında mevcudiyetini tasdik
ettirmiş ve gelecek kongrelere dört rey ile İştirak hakkını ihraz eylemiştir.
2. Kırım’da: Şark
cephesinin kara kuvvetlerden temizlenmesiyle, bütün faaliyetin cenubi
Ukrayna'daki Uskuro Patski saltanatı üzerine tevcih olunduğu sıradadır ki,
Merkezî Heyet, İdil ve Ural’da çalışan bütün faal arkadaşlar için seferberlik
ilan ederek Kırım hududuna hareket ediyor. «Yeni Dünya» Gazetesi muharrir,
mürettip, huruf vesair levazımıyla 22 Kanunusani 1919’da Kırım’a varınca,
oradan Bolşeviklerle beraber çalışan Kırım Kurultayı’nın sol sosyalistlerden
mürekkep bir müslüman komünist şubesini vücuda getirmiş ve iki ay sonra davet
ettiği kongresine 17 şehir ve köy teşkilâtından 30’u mütecaviz vekilin İştirak
etmesiyle Kırım'daki komünistlerin adedi 400’ü geçtiği anlaşılarak şu kısa
zamana ait faaliyetin neticesini görmüştür. Teşkilâtımız bu arada «Kırım
Müslüman Komünistler Ülke Bürosu» yanında açılan fırka mektebinde 27 genç ve
münevver komünist yetiştirmeye delâlet ederek İnkılâbı harekete metin esaslar
hazırlamıştır. Türklere mahsus olmak üzere Kırım sevahilîndeki şehirlerde
millî teşkilâtlar yanında Türk komünist şubeleri ve oralarda yaşayan
Türkiyeliler arasında küçük mikyasta Türkiye amele ve rençper şûraları teşkil
olunduğu gibi, esas yuvası Türk askerlerinden mürekkep olmak üzere beynelmilel
Şark alayı da teşkil olunmuştur.
Kırım'da neşriyat
işlerine de kuvvet verilerek »Yeni Dünya» ve Kırım Haberleri isminde iki gazetenin
sıra ile her gün çıkarılmasına, Kanunu Esasi ve îştirakiyyun Programı gibi
birkaç eser tercüme edilip, bunlar gerek Kırım içinde, gerekse Türkiye
sahillerinden gelmekte olan kaçak kayıkçılar vasıtasıyla memleketimizdeki
amele ve rençper halka dağılmış ve bu kayıklarla arkadaşlardan ve Kırım’daki
amele ve askerlerden birçoğu Türkiye'ye gönderilmiştir.
İngilizFransız
donanmalarının tehdidi ve Çar saltanatını iadeye çalışan Denikin’in hücumu
karşısında 23 Nisan 1919’da ricate mecbur olduğumuz zaman, Kırım’ı inkılâp
ateşleriyle tutuşmuş ve bütün azatlık ümitlerini proletarya harekâtına
bağlanmış bir halde bırakıyoruz. Kırım'da iken hayırhahlık münasebetleri tesis
ettiğimiz mülteci kurultaycılar, bizden sonra çıkardıkları «Millet»
Gazetesi’nde bu ümitleri açıktan açığa kuvvetlendiriyorlardı. Sonra aldığımız
haberlere göre, oradaki Bolşevik arkadaşlarımızdan ve bu hayırhah
inkılâpçılardan 17 kahramanın Vrangel haini tarafından telef edildiği
anlaşılıyor. Buradaki teşkilâtımızın delaletiyle meydana çıkanların Kırım
hududunda kızıl asker sıfatıyle düşman kurşununa hedef olduklarını ihtiram ile
zikretmek lâzım gelir.
Kırım ricatinden sonra
Odessa’daki faaliyetten de bahsetmek lâzım gelir. Teşkilâtımız arkadaşların bir
kısm-ı mühimmini Türkiye'ye nakletmek üzere Mayıs 1919 tarihinde Odessa’ya
gidildiği zaman orada Üçüncü Enternasyonal Şubesi’yle teşriki mesai etti. Beraber
getirdiği matbaasında beyannameler ve Üçüncü Enternasyonal Manifesti’ni
neşrederek Türkiye'ye gönderdi. O zaman başlıca arkadaşlarımız, daha birtakım
amele ve rençper esirlerle iki gemi içinde memlekete sevkolundular ki, bu
meyanda merkezî heyet azasından iki arkadaş İstanbul’a gitmişler ve beni
murahhas olarak Rusya'da bırakmışlardı.
3.
Türkistan’da: Dört tarafı düşman kuvvetleriyle
sarılmış olan Odessa havalisinden 12. Ordu Cenup Grubuyla muzafferane çıkılıp
Moskova'ya gelindiği zaman, Türkiye’de olan bütün vakaların Moskova inkılâpçı
mehafilinin dikkatini celbettiği görüldü; vakıa Antanta'nın İstanbul'u işgali
ve Osmanlı Ordusu’nun kısmen terk-i silah ile İnhilale uğraması üzerine taksim
politikasının bütün şiddetiyle meydana çıkması, kıyam hareketlerine sebep olmuş
ve bu kıyamı idare eden Mustafa Kemal Paşa ise Bclşevikler ile münasebete
girişmek teşebbüslerinde bulunmuştu. Rusya Komünist Bolşevik Fırkası Merkez-i
Umumisi ile cereyan eden muharebede Türkiye’de başlayan bu müdafaa-i milliye
hareketine müzaheret edilerek aynı zamanda teşkilât namına vaki olan teklifimiz
kabul edilmiş ve bu teklif kendilerine yazı ile de tebliğ olunmuştur.
Şimdi bizim için
Türkiye'ye yakınlaşmak lâzım olduğu halde, cenup hududu kara kuvvetlerle
tamamen kapanmış olduğundan, Türkistan, İran ve Kafkasya yoluyla uzun bir
seyahata mecburiyet hasıl oldu. Türkistan’a vüsulumüzde ise, Bahr-i Hazer
sevahilinde ahvalin seyahata müsait olmaması ve Türkistan İşleri Komisyonu
Reisi İliyeva Yoldaş tarafından lüzum gösterilmesi üzerine birkaç arkadaş
Kafkasya tarikiyle Türkiye'ye gitmek üzere memur edilmiş olmakla beraber,
Taşkent'te üç ay kadar kahnmaya mecburiyet hasıl olmuştur.
Bu sırada Türkistan
Komünist Teşkilâtı’nın Üçüncü Kongresi ile burada intihap olunan merkezî
komitenin faaliyetine iştirak edilmiş; bir taraftan müslüman zahmetkeşleri
arasında beynelmilel inkılâp yolunda fedakârlık hislerinin intişarına, diğer
taraftan ise mülkiyet ve şeriat meseleleri etrafında halkın mukadderatıyla
oynayan irtica kuvvetlerine ve hususiyle Öteden beri memleketi soymaya alışıp
nihayet komünist nikabı altında gizlenerek işine devam eden kolonizatörlere
karşı mübarezeye kuvvet verilmiştir. Şark'ta inkılâp yollarını açacak ve şark
inkılâpçı ve komünist teşkilâtlarını bir araya toplayabilecek bir müesseseye
İhtiyaç öteden beri hissedilmekte olduğundan, Taşkent’te Beynelmilel Şark
Tebligat Şûrası namıyla bir müessesenin vücuda getirilmesine delâlet olundu.
Bütün teşkilât işleri
tarafımdan idare olunan bu müessese İçinde Çin, Kaşgar, Buhara, Hive, İran, Türkiye
komünist teşkilâtlarını toplamaya muvaffakiyet hasıl olmuş ve az zamanda
Türkistan’ın Şark memleketleriyle birleşen bütün hudutlarında rabıta şubeleri
açılmış ve hariçte de gizli teşkilâta başlanılmıştır. Türk teşkilâtına ait
olmak üzere burada Şubiri yakınındaki şubeden başka, eski şehirde de bir şube
açılarak Sibirya’dan gelmekte olan esirlerin terbiye ve iaşe işine delâlet
olunmuş ve Türkistan Cephesi Başkumandanlığı huzurunda Türk kızıl
askerlerinden mürekkep bîr kıta-i askeriye teşkil edilmiştir kİ, bu kıta şimdi
Bakû'ya nakledilmiştir.
4.
Azerbaycan’da: Türkistan’da açılan teşkilâtlar
etrafında toplanan Türk komünistlerinin miktarı 40'a baliğ olarak Bahr-i
Hazer’in düşmandan temizlenmesinden sonra bu arkadaşlardan 23'ü ile beraber
Türkiye'ye ait faaliyetin Kafkasya'ya nakli kararlaşarak 27 Mayıs 1920
tarihinde Bakû'ya gelindi. Bakû’ya gelir gelmez, teşkilâtımız ilk defa olarak
Türkiye’ye yakınlaştığını ve kendi kitlesi içinde çalışmak imkânına malik
olduğunu hissetmiştir.
Teşkilâtımız Bakû ve
etrafında Türkiye’den bir veya diğer suretle gelip toplanmış olan binlerce
amele ve rençperler ile tuttuğumuz yola hayırhah ziyalılar, şair ve ressamlar
da mülaki oldu. Mesleğimize mutekit bazı arkadaşlar da teşkilâta ilhak
olunarak merkezî büro yeniden faaliyete girdiği gibi, Baku’da evvelden
teşkiline teşebbüs olunan Türk komite veya fırkası lağv ve yeni esaslarda
teşkil olundu. Bu hususta biraz tetkike İhtiyaç var: Bir müddetten beri Anadolu
kıyam hareketini inkılâpçı Rusya ile birleştirmek ve Azerbaycan Şûralar
Hükümetini tesis etmek maksadıyla Kafkas ülkesi ve Bolşevik fırkasıyla beraber
çalışan arkadaşlar, evvelâ bir Türk Komünist Grupası, son vakitlerde ise Türk
Komünist Fırkası vücuda getirerek merkezî komitelerini intihap etmişlerdir.
Buraya İttihat Ve Terakki Hükümeti’nin harp zamanında büyük roller oynamış
bazı kimseleri ithal edilmişti.
Yakın mazileri memleketin
son harp felâketleriyle alâkadar olan bu zatlarla amele ve rençper fırkasını tesis
ve temsil gayritabiî idi.
Onun İçin bu teşkilâtın
ilgasında tereddüt olunmayarak eskiden beri Azerbaycan komünistleriyle beraber
çalışmış olan bazı komünist arkadaşların Rusya ve Gürcistan’dan gelenlere ilâvesiyle
vücuda gelmiştir.
Grupa, Bakû Teşkilâtına
esas olarak kabul edilip, bu grupada Türkiye Teşkilâtının Bakû Şubesi vücuda
getirildi. Ve bu şube, Azerbaycan Bakû Komitesi'ne ilhak olundu. Böylece
vücuda gelen şube, faaliyetinde Merkezî Heyetle birleşmiş ve azası 200’e baliğ
olmuştur. Kayıt ve tescil esnasında teşkilâta, maksad-ı esasa hizmet
edemeyecek birtakım şahısların girdiği hissolunmasıyla, bunlar hakkında tasfiye
muamelesine teşebbüs olunmuştur. Bakû Teşkilâtının faaliyeti Meclis’e ayrıca
takdim edileceğinden, bu bapta daha fazla tafsilâta lüzum yoktur.
Bakû Teşkilâtı:
Merkezî heyetin
faaliyetine gelince, bunu anlamak için bir kere merkezî heyetin esas
teşkilâtına vakıf olmak lâzımdır.
Merkezî heyet, teşkilât,
tebligat, matbuat, revabıt, istihbarat, harbî şubelerinden, bir de umumi
kitabet ve malî şubesinden terekküp eder.
Teşkilât Şubesi’nin
Faaliyeti: Bu şube
faaliyetini Türkiye ve Kafkasya’ya ait olmak üzere üç ay zarfında memul
olmayacak derecede tevsi etmiştir. Ayrıca tafsilî görüleceği üzere, bilhassa
.İstanbul ve etrafı, maden ocak mıntakaları ve Karadeniz sahilleri gibi Avrupa
emperyalistlerinin istilâsına maruz mıntakalarda çalışmış ve Şark Beyenelmilel
Konferansı ile teşkilâtımız kongresinde 100’e yakın vekil bulunmasına muvaffakiyet
hasıl olmuştur.
Kafkasya’da kalmış olan
Türkiye amele ve rençperleri arasında teşkilât artırılmış ve böylece memleketimizde
fikir neşrine hadim ve mühim bir basamak daha vücuda getirilmiştir.
Yeni Şubeler:
Arzolunduğu gibi, Anadolu
ve Rusya dahilinde faaliyette bulunmuş, Anadolu'nun muhtelif mahallerine
gönderilmiş arkadaşlar tarafından aşağıda gösterilen şubeler teşkil edilmişti:
bu şubeler, vekillerini elyevm kongremize göndermiş bulunuyorlar.
•
İstanbul Şubesi: 919 senesi bidayetinden beri hal-i faaliyettedir.
Haziran bidayetinde Bakû’dan İki arkadaş gönderilmişti. İstanbul Şubesinden
bugün kongrede müteakip vekiller0 bulunuyor.
•
Zonguldak Şubesi: Abdurrahman ve Ahmet yoldaşlar Haziranda teşkilât
için gönderilmişti; Ereğli ve Zonguldak’ta şubeler açarak faaliyette
bulunmuşlar ve kongreye vekiller celbe muvaffak olmuşlardır.
•
Trabzon ve Havalisi: Yusuf Kemal Yoldaş tarafından ve
Rize'de şubeler açılmıştır.
•
Nahcivan Şubesi: Nahcihan'da hem Anadolu ile muvassala ve münasebet
temin etmek, hem orada bir şube açmak üzere Haziran evasıtında Cemal Yoldaş ’)
isimler basılı metinde yoktur.
ile Salih Zeki, Hilmi,
Hakkı, Nurettin yoldaşlar gönde* riimiş ve orada bir şube açılarak arzu edilen
şekilde faaliyette bulunulmuştur. Salih Zeki Yoldaş'a Erzurum, Sivas, Ankara ve
Trabzon havalisinde faaliyette bulunması için vekâlet verilmiştir.
Yekaterinadar, Novorossisk, Tuapse şubeleri, Temmuz evahirinde Kuban ve Çurni,
More (Karadeniz) Kubirnası ile Anadolu’nun Karadeniz sahillerinde teşkilât
yapmak, konferansa ve kongreye vekiller getirmek üzere gönderilen Baha Ali
Yoldaşla diğer 20 arkadaş tarafından Yekaterinadar, Novorossisk, Tuapse’de şube
açılmış ve Anadolu ile bu şubelerden 125 kadar vekil getirilmiştir. Bunlardan
51 'i Türkiye’den ve 70’i şimali Kafkas ve Karadeniz sahilindendir.
Bundan başka Bakû’da bir
şube teşkil edilmiştin Oltu’da bulunan teşkilât ile münasebette bulunmak üzere
Yusuf Ziya ve İran'da Hint’ti efrat arasında propagandada bulunmak üzere
Sadık, Kuban ve Rostof havalisinde kesif miktarda sivil Türk esirleri
bulunduğu anlaşıldığından, oralara da Nafizade Alaattin, Burş ve Çitof
yoldaşlar gönderilmiş ve askerî teşkilât için binden fazla Türk esir ve askeri
toplanmıştır.
Matbuat ve Tebligat
Faaliyeti:
«Yeni Dünya» Gazetesi:
Bakûda tekrar intişar ederek, bugüne kadar 11 nüsha çıkmış, her nüshadan 2000
adet Türkiye’ye; 1000 adet Azerbaycan'a, 350 adet Rusya ve İran'a, 350 adet
Türkistan’a gönderilmiştir. Şimdi her bir nüshadan ihtiyat olarak 4500 adet
depoda mevcut bulunuyor.
Telif ve Tercüme
Komisyonu :
Bu nam ile bir komisyon
teşkil edilerek Kanunu Esasi, Komünist Fırkası Programı, Lenin’in Tercüme-i
Hali, Lenin’in Burjuvazya Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü Hakkındaki
Nazarları, Komünist Partisi’nin Şerhi, Komünist Beyannamesi (Manifest), Sai ve
Sermaye, Bolşevizm Nedir, Şûra Hükümeti Nedir Ve Nasıl Teşkil Edildi, Kırmızı
Ordu Kıtaatı, Fırka Hücreleri Talimatnamesi, Çocuk Dostu, Mektebe Kadar Terbiye
Müesseseleri Talimatname ve Programlan namı İle 12 adet kitap tercüme edilmiştir.
Lenin’in Tercüme-İ Hali,
Şûralar Hükümeti Nedir, Komünist (Bolşevik) Programı, Burjuvazya Demokrasyası
ve Proletarya Diktaturası namındaki kitaplar tabedilmiş ve diğerleri tabedilmek
üzeredir. Bunlardan başka Komünizm Elifbası, Hükümet ve İnkılâp, Altına İbadet,
Büyük Başlangıç, Enternasyonal Tarihi, Mahkeme ve Sosyalizm, Kanunu Esasi
kitapları da kısmen tercüme edilerek yakında ikmal edilecektir.
Levhalar: Ressamlarımız
tarafından amele ve rençperlerimizin geçirdikleri elim hayata ait 29 levha da tersim
ve teşhir olunmuştur.
Siyasi Kurslar: Baku
Teşkilâtı'na merbut olmak üzere 17 Haziran’da bir de siyasi fırka mektebi açılmıştır.
Bu mektepten maksat, amele ve asker arasında içtimai inkılâbın esasına vakıf
yoldaşlar yetiştirmektedir. Mektep, 50 talebe ile tedrisata devam etmiştir. 4
Eylül 1920 tarihinde birinci devre ikmal edilmiş ve 40 genç komünist
şahadetnamesini almıştır. Mektepte okunan dersler şunlardan İbaret idi:
Tarih-i Medeniyet, İçtimai İnkılâp Tarihi, İktisat, İktisad-ı Siyasi, Komünist
Programı, Türkiye İnkılap Tarihi, Şûralar Hükümeti Kanunu Esasisi,
Kooperasyonlar, Fırka Tebligat ve Teşkilâtı, Coğrafya, Tarih-i Umumi, Musiki.
Rabıta ve İstihbarat
Şubesi’nin Faaliyeti:
Bu şubenin Şark’a ait
rabıta ve istihbar faaliyeti, Türkistan'da teşkil olunup, Pamir’den Bahr-i
Hazer'e kadar intişar etmiş olan Beynelmilel Şark Tebligat Şûrası vasıtasıyla
cereyan etmiş ve yeniden garbe doğru tevsi edilerek Nahcivan ve Karadeniz’de
tesis olunan bazı noktalarla irtibat temin olunmuştur. Bu şube tarafından
şimdiye kadar 34 arkadaş işe gönderilmiş, bu ahvale dair 29 layiha ve mektup
alınmıştır. Bu mııharrerat içinde kıyam hareketlerinin başında duran kumandan
ve valilerden küçük zabit, amele ve askerlere varıncaya kadar birçoklarının
gönderdikleri mektuplar vardır ki, bunların muhteviyatı memleketin muhtelif
tabakaları arasındaki ahvali ruhiyeyi pek âşikâr olarak göstermektedir.
Türkiye’de kumandan ve valiler, paşalar da dahil olduğu halde bolşevizmin
halaskar bir kuvvet olarak telâkki edildiğini söylesek doğru olur. Yalnız
büyük memurlar komünizmin Türkiye'de de tedricen ve yukarıdan aşağıya doğru ve
muhil (muhayyel?) bîr usulde tatbiki mümkün olacağını düşünmekte, amele ve
askerler ise, harbin ve millî müdafaanın en büyük ağırlıkları kendi sırtlarına
yüklendiğinden ve zengin sınıfların kendilerini yine istedikleri gibi soyduklarından
şikâyet ederek buna nihayet vermek için çare aramaktadırlar.
Hulâsa, Antanta’ya karşı
son azim ve karar ile mücadeleye girişen Anadolu, içtimai inkılâp için şarkın
hiç bir tarafında görülmeyen istidatlar göstermektedir, Anadolu’nun Trabzon,
Erzurum, Eskişehir gibi şehirlerinde komünistliği alenen müdafaa eden
«Albayrak», «İşçi» namlarıyla gazeteler çıkarılmış ve İstanbul’da komünist
arkadaşlar tarafından «Kurtuluş» isminde bir de mecmuanın neşrine muvaffakiyet
hasıl olmuştur, 5 numarası çıkan bu mecmuada Üçüncü Enternasyonal ile
müttefikan çalıştığı alenen yazılmaktadır ki kongremiz, bu gazetelerin müessis
ve muharrirlerinden bazılarını faaliyeti içine almış olmakla haiz-i şereftir.
Harbî Şube’nin
Faaliyeti :
Daha Türkistan’da iken
Türkiye’de tebligat ve teşkilât işleriyle meşgul olmak üzere gönderilen Abid
Alim Yoldaş tarafından Bakû’da Türk esir askerlerinden mürekkep bir komünist
kıta-i askeriyesi teşkil edilmek üzere teşebbüsatta bulunulmuştu. Merkezî
heyet, Bakû teşkilât işlerini yoluna kor komaz, kıta-i askeriyeyi kendi
idaresine alarak, kumandan ve siyasi müridler tayin etmiş ve sevkiyat cihetiyle
her teşekkül eden askerî kıtanın bir kumandanlığa merbutiyetî lüzumuna nazaran
bu kıtanın da 11. Ordu Kumandanhğı’na mertubiyeti temin edilmiştir.
Bir müddet sonra
Türkiye’den alınan haberlerde mümkün olduğu kadar süratle muavenet edilmesi
arzu ve talep edildiğinden burada mevcut Türkiyeli amele ve rençperler ile
üseradan daha birçoklarının iltihakı ve teşkilât İkmali sonunda fırka-î
askeriyenîn Anadolu’ya gönderilmiş ve bu maksatla Rusya Şûralar Hükümeti ve 11.
Ordu Kumandanlığı île Şube müzakerata başlayıp esas maksadını elde
etmeye muvaffak olmuştur.
Bu suretle eski Komünist
kıta-i askeriyesi, bu kıfırkanın eski kadrosuna kabul edilmiş ve Birinci Ni$a*ıcı
Alayı namıyla bir alay teşkil ve yeni kumandan Ve siyasi komiser
tayin edilerek fırka karargâhı da kü9ük mikyasta teşkil edilmiştir.
Bundan başka içeri Rusya’da üserayı toplamak için 20 kadar arkadaş gönderilerek
oralardan gönüllü celbedilmeye başlanmış Ve Azerbaycan Şûralar
Cumhuriyeti dahilinde ise Türkiyelilerin seferberliği ilan ettirilmiş ve işe
başlanılmıştır.
Birinci Alay’ın mevcudu
az müddette tezayüt ile 7û0'e karip bir hale geldiği ve seferberlik muvaffakiyetle
devam ettiği sıralarda Moskova’daki Anadolu ElÇîliği'nin vekili olan İbrahim
Tali Bey’in 11. Ordu Kumandanı ve Merkezî Heyet ile mülakatında «Türkiye'nin
adama ihtiyacı yoktur, ancak esi İha ve cephaneye İhtiyacı vardır,» yolunda
vaki olan ifadesi üzerine Ordu Kumandanlığı tarafından seferberliğin
durdurulmaS| hususundaki istifsara tarafımızdan cevabı muvafakat
verilerek seferberlik durdurulmuştur. BÖylece 1520 bin kişilik müsellah bir
kuvvetin müstevlilere karşı 9öt)derilmesinden —maahaza Anadolu kıyamcıları ile ar3da
bir suitefehhüm vücuda getirmemek maksadıysarfınazar olunmuş ve mühim bir
fırsat elden ka9|rılmıştır. Şimdiki halde mevcudu bine yaklaşan alaym
ikinci haftaya kadar Anadolu’ya şevki hazırlıklarıyla uğraşılmaktadır.
Bundan başka harbî şube
yanında bîr de Esirler Şubesi açılmış ve Rusya’nın muhtelif yerlerinden gelen
esirlerden askerliğe gidemeyenler arasında teşvikat işlerine germi verilerek,
bir taraftan da iaşeleri temin edilmiş ve şimdiye kadar Baku’ya gelen 1099
esirden 349 kişilik iki kafile Türkiye'ye gönderilmiştir.
Kitabet ve Maliye
Şubesi'nin Faaliyeti:
Merkezî Heyet’in 26 Mayıs
1920’den 10 Eylül 1920 tarihine kadar devam eden muamelâtı, kuyudat defterlerine
göre 1401 giden, 202 gelenlerden ibaret olmak üzere 1603 kâğıt yekûnuna baliğ
oluyor. Bu muharrerat içinde fırka işleri için 52 ve askerî işler için 21
kişiye verilen tasdiknameler vardır.
Maliye İşlerine
Gelince:
(Burada Meclîs, Suphi
Yoldaş’m sözünü keserek hesabat hakkında Meclis’te tafsili! malumat verilmesine
müsaade olunmamış ve hesabatı tetkik ve neticesi, ni arzetmek üzere Ahmet
Cevat, Yakup ve Abdurrahman yoldaşlardan mürekkep bir komisyon seçmiştir.
Bununla beraber Mustafa Suphi Yoldaş, maliye cihetinden teşkilâtın geçirdiği
muhtelif devirleri muhtasarca anlattıktan sonra sözlerini şöyle bitiriyor:)
Bu tafsilâttan
anlaşıldığı üzere, teşkilâtımızın masrafı büyük bir tasarruf ve itidal ile icra
edilmektedir. Bunun sebepleri:
1.Türkiye ile muvassalanın son zamanlara kadar pek müşkül
olması dolayısıyla muntazaman para gönderilmesinin temin edilmemiş olması,
Memlekette masrafı kontrol edecek yüksek teşkilâtın henüz
mevcut olmaması cihetiyle, giden tebliğcilere asgari miktarda para verilerek
hislerinin inkişafına çalışılması ve nihayet ihtiyat bir kısım meblağın
muhafazası fikirleriyle izah olunabilir. Hazırda yollar temin edilmiş olduğu
gibi, mesul arkadaşlarımız da, İstanbul ve Anadolu’da çoğalmış olduklarından, ciddi
faaliyet neticesinde kasamız varidatının süratle yükseleceğine şüphe yoktur.
Bununla beraber, bizim para sarfiyatında tasarruf, teftiş ve ihtiyat
prensiplerini terketmememiz lâzım gelir.
Bugün beynelmilel inkılâp
muhitinden yardım almakla beraber düşünmeliyiz ki, memlekette kara kuvvetlerle
çarpışarak beynelmilel inkılâp muhitiyle münasebete girişemeyeceğimiz zamanlar
da gelebilir. Bu gibi zamanlarda müzayakaya tahammül haysiyetini şimdiden
kazanmaya çalışmalıyız.
İşte arkadaşlar, böylece
size altı senelik harp ve mübareze tarihinin muhtelif safhaları hakkında malumat
verdiğim gibi, aynı zamanda Türkiye Komünist Teşkilâtı Merkezî Heyeti'nin
hulasai faaliyetini arzetmiş oldum. Heyet-i Merkeziye, bu faaliyeti ile Türkiye
amele ve rençper halkının zalim ve yağmacı hükümet ve devletler ayağı altında
ezilmiş olan hukuk ve metalibatını beynelmilel inkılâp ufuklarında göstermeye
muvaffak oldu. Şimdi ise bu hukuk ve metalibi, kızıl bayrak halinde Türkiye ve
Rusya’daki komünist arkadaşlarımızın birleştikleri bu muhterem kongreye takdim
ile vazifesini ikmal etmiş oluyor. Bu kongrede birleşerek inkılâpçılıktaki
itimat ve kuvvetlerini artıran komünist arkadaşlarımızın mukaddes bayrağımızı
yere düşürmeyerek zafer ve ikbal yolunda daima ileriye büyük adımlar
atacaklarına ümit ve İtimadımız tamdır.
• KONGRE’NİN SONUNDA
MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ IN NUTKU
Teşkilât devirlerini
geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye komünistleri, bu
kongreden müteşekkil ve müttehit bir fırka olarak çıkmakla, yeni bir devre-i
hayata ayak basıyorlar. Fırkanın önünde duran birinci vazife: Bundan sonra
memleketimiz amele ve fukara rençperleri arasında fikrimizi kuvvet ve süratle
neşrederek halkm mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri
hazırlamaktır. Türk komünistleri üç seneden beri Rusya içtimai inkılâbı içinde
birçok safhalardan geçtiler.
Zaman oldu ki, karşımıza
çıkan kara fikirli mürtecller, Türkiye’de amele ve rençper sınıfının mevcut olmadığını,
olsa bile, hammalların memurlardan İyi yaşadıklarını söylemekten utanmadılar.
Son zamanlarda ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara ve
Eskişehir’de vücuda gelen amele ve rençper namı altında inkılâpçı mühim bir
sınıf yaşıyor. Ümitvarız ki, İstanbul ve Anadolu rençperleri yakında müstevli
ve zalim bütün kuvvetleri toplayarak hayat ve mübareze faaliyetini kendi
kollarına almak İktidarını göstereceklerdir.
Zaman oldu kİ, Türkiye
amele ve rençperleri, müstebit vali, hakim ve paşalar karşısında söz söylemek
cesaretini bile gösteremezdiler; fakat son vekayi gösteriyor ki, İstanbul
Hükümeti'nin ve padişahın İngilizlerle birleşerek memleketi sattıklarını halk
pek iyi anlıyor; Türkiye’nin mazlum amele ve rençperler ve askerler, bu
alçaklığa, bu hıyanete karşı, süngüsünü oradaki ağa ve paşaların göğsüne
çevirmiş, muharebe ediyorlar. (Alkışlar)
Ve nihayet zaman oldu ki,
arkadaşlar, Türkiye'de komünist teşkilâtı olamaz, dediler; fakat, Türkiye’nin
muhtelif şehirlerinden gelen komünist vekiller, bunun aksini ispat ettiler;
Türkiye'de amele ve rençper komünist teşkilâtı gittikçe genişliyor ve kuvvet
kespediyor. Şimdi Komünist Fırkasr'nın müstemlekeci kuvvetleri ezmeye azim
işçi halka rehber olacağına hiç şüphe edilemez. (Alkışlar)
Komünizm mübeşşirlerinden
Engels, bir eserinde diyor ki: «Yeryüzündeki teknika zulme alettir. Zaman
gelecek ki, teknikanın terakkisi eseri olarak yeryüzünü kan deryaları alacak
ve zalim İmparatorların taçları bu kan deryasına yuvarlanacak, bu tacı yerden
kaldırıp başına koymaya cesaret edecek bir adam bulunamayacaktır.» İşte, bu
devir hulul etmiştir: Rusya'da, Almanya’da, Avusturya’da, Türkiye’de, çarlık,
imparatorluk, padişahlık artık bir daha necat bulunmayacak tarzda yıkıldığı
halde, hiç kimse cesaret edip de, o taçlan başına geçiremiyor.
Vaktiyle halka zulmedenler,
bugünkü amele ve rençper inkılâbı huzurunda diz çökerek mazlum halka taraftar
ve hizmete amade gözüküyorlar. (Alkışlar)
Memleketimizde her türlü
derece ve sınıf ahit ve yalanlarının yerinden oynadığı böyle bir devirde, böyle
bir devr-İ buhranda, işçi halkın mukadderatını kendi eline alarak iş görmesi
bir zaruret haline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek vazifesi Komünist
Fırkası'nm uhdesine düşmektedir.
Komünist Fırkası için
memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde
halkın sırtından geçinen yağmacı tufeyli sınıflarını da hazıryîyicilik halinden
çıkarıp yumruk altında işletmek de, o derece esaslı bir vazifedir. Bu İki
cihetin temini iledir ki, Komünist Fırkası mazlum amele ve rençper halka karşı
hizmetini İfa etmiş ve ortadan sınıflar farkı kalkarak heyet-i içtimaiye,
adalet-i hakikiyeye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki:
Yaşasın Türkiye Komünist
Fırkası!
ETHEM NEJAT VE HİLMİ OĞLU HAKKI
Üçüncü Kısım
Trabzon’da 28-29
Kanunusani 1921’de öldürülen 15 yoldaştan «Suphi»ye dair mecmuamızın birinci ve
ikinci kısımlarında mufassal malumat verilmiştir.
Burada ise: Ethem Nejat
ve Hilmi oğlu Hakkı yoldaşlar hakkında elimize geçmiş materyallerin bazılarını
dercediyoruz.
TAHRİR HEYETİ
ETHEM NEJAT
Mete
Tuncay’ın «Türkiye’de Sol Akımlar» adh kitabından alınmıştır
• ETHEM NEJAT ARKADAŞ
Mustafa Suphi faciasını
yadederken, bu faciada beraber kurban giden Ethem Nejat arkadaşı da yadctmemek
mümkün değildir. Ethem Nejat arkadaş, bu grup dahilinde, Suphi'den sonra en
münevver, en değerli ve umumuna nisbeten de daha eski inkılâpçı bir arkadaş
idi. Evet, Ethem Nejat, gerçi çok eski bir sosyalist değildi; onun
sosyalistliği ancak 1919 senesinden başlıyordu. Ve sosyalizmdeki vukufu da,
alelumum o günkü Türk sosyalist ve komünistlerinin ekserisi gibi, çok derin ve
âlimane değildi; tam bir marksist noktainazarına malik usul sahibi bir
komünist sayılamazdı. Fakat kendisinin mütenevvî ve geniş malumatı, mücadele
ve teşkilât işlerinde kazanmış olduğu görgüsü, muhtelif memleketlere olan
tetkikat seyahatinden ettiği müşahedat ve ihtisasatı, onu Türkiye genç münevverleri
arasında, müstait bir sosyalist yapmış idi.
Ethem Nejat Yoldaş,
eskiden beri gençler arasında ve yoksul münevverler arasında teşkilât işleri
için de kafasını yormakta idi. Onun 1914 ve 1910 senelerinde Eskişehir'de
oturarak, ekser Anadolu merkezlerindeki muallim ve muallimeleri teşkil ve
taazzuv ettirmek için sarfettiği emekleri, yazdığı ve bugün, «C. SelimYoldaş’ta
da birçok nüshaları bulunan uzun uzun mektupları gerçi o günden itibaren müsbet
bir netice vermemişlerse de, elbet birer tarihî kıymeti haizdirler.
Fabrikaların ve hususi
sanat yurtları ve tezgâhların münevver sanatkârlarından, ustalardan, ustabaşılardan
mürettep olan bir «Osmanlı Sanatkâran Cemiyetimevcut idi. Muharebe
zamanlarında biraz daha Türkleşen ve türkçüleşen ve «Türk Ocağı» ile bir siyaset
takip eden bir «yuva»ya sinen bir cemiyetin hayatında da, Ethem Nejat Yoldaş’m
iştirak ve rolü mevcut idi. Bilahare «Türk Sanatkârları Yurdu» namıyla adını
türkçeleştiren bu cemiyetin, daha ziyade türkçeleşmesinde, belki de Ethem Nejat
Yoldaş en müessir rolü oynamıştı.
Çünkü gayet garibet
olarak Ethem Nejat Yoldaş, kendisi «çerkes» olduğu halde, hemen 1917 senelerine
kadar mutaasıp bir «Türkçü» idi. Ve Türkçülüğe, Türkçülük terbiyesine dair
birkaç risale bile yazmış ve neşrettirmiş idi. Fakat Ethem Nejat türkçülüğünde
de bir yenilik ruhu, yeniye doğru koşmaya temayülün mevcut olduğunu inkâr
etmemek lâzımdır. Nejat'ın takip ettiği türkçlülükte, «Yeni Mecmua-cıların
hükümet vesait ve kuvveti ile propaganda yapmakta oldukları «ananeperestlık»
(rusça: traditsianalizem) namı altındaki muhafazakârlık ve mültecilik ve
«hakimiyeti milliyenin saltanatında temerküz ve tecellisi» perdesi altındaki
mutlakiyet hastalıkları yok idi. Onun takip etmekte olduğu türkçülük, «Ziya
Gökalp»in mistik, skolastik idealizme karışık propaganda yapmakta olduğu, ve
bir «Osmanlı» gazetecisi tarafından bilhak -kara tehlike» diye tesmiye edilmiş
olan «mürteci türkçülük»ten tamamen ayrı idi.
Fakat biz, bir
milliyetperver olduğu halde, sosyalizm ve komünizm hareketlerine karışmış bir
«yabancı» nazarıyla bakabilmek ihtimalinden Ethem Nejat'ı uzak tutmak
istiyoruz. Onun, 1914 senesinden beri muallime ve muallimler arasında teşkilât
işlerine dair propaganda yapmakta bulunmuş olması ve «sanatkâr» ların «mesleki»
uyuşmaları için eskiden beri çalışması gösteriyor ki, Ethem Nejat’ın eskiden
beri bir «millî sosyalizm» temayülü mevcut idi. Bu «millî sosyalizm» meselesine
dair nasıl bir nazariye beslemiştir, bilemeyiz. Fakat bizzat tercüme-i hali
gösteriyor ki —eğer tesmiye mümkün ise!— eski bir «millî sosyalist!» karşısında
bulunuyoruz. Çünkü o, 1918 senesine kadar hem bir «türkçü» ve hem bir «millî
sosyalisttir. 19181919 senelerinde Almanya'da fazla kalan Ethem Nejat arkadaş,
oradaki amele ve sosyalizm hareketiyle daha yakından tanışmıştı.
Ve 1918-1919 senelerinde,
Alman müstakil sosyalistlerinin hareketlerine, bazı Türk arkadaşlarıyla
beraber, bilfiil iştirak etti. Bu esnada sosyalizm meselelerini gerek ameli ve
gerek nazari cihetten daha ziyade tanımış olan Ethem Nejat Yoldaş'ı biz artık
bir «proletarya mücadelecisi» manasında olarak «sosyalist» kabul edebiliyoruz.
Ve bilahare «proletarya diktaturası» esasını da kabul ediyor, kendisine
«komünist» ünvanını iftiharla intihab ederek «Üçüncü Enternasyonalcin
inkılâpçı kızıl bayrağı altına giriyor.
Kendisine henüz
«komünist» ünvanını vermeye korktuğu bir devrede biz Ethem Nejat'ı «sosyalist»
olarak görmüş idik. Onun sosyalistlik devrindeki faaliyeti «Türkiye İşçi ve
Çiftçi Sosyalist Partisi» namıyla 1919 senesi 23 Eylül tarihinde İstanbul’da
teşekkül eden bir münevveran ve gençler teşkilâtı dahilinde ve bu mahfilin
neşrettiği «Kurtuluş» Mecmuası’ndadır, Bu devredeki faaliyetimizde sıkı bir
müşareket mevcut İdi. Onun için, burada bir iki şahsi hatırayı da zikretmeden
geçemeyeceğim. Bize tecrübeler göstermiş idi ki, Sosyal Demokrat Fırkası
Merkez-i Umumisi'nin, içtimai inkılâba ve amele menafiine hadim ananeleri
azınlıkta idi ve binaenaleyh, amelelerin hayli incizapları olduğu halde,
ilerletmek mümkün olamıyordu. Sırf siyasi mevki ve menfaat için, fırka
teşkiline iştirak etmiş olan Doktor Haşan Rıza, Halit, Dava Vekili Vasfi Tayfur
vs. gibi büyük burjuvaların yamakları, uşakları ve küçük burjuva olmaya çalışan
yardakçılar, fırkanın emekçileşmesine, inkılâpçılaşmasına mani olmaya çalışıyorlar;
inkılâpçı unsurları dahili mücadele ihtiyacı karşısında bırakıyorlardı. Diğer
taraftan «Hüseyin Hilmi»nin diktatörlüğü altında yuvalanan «Türkiye Sosyalist
Fırkası» dahilinde aynı vaziyetle aynı mücadele devam ediyordu. Fırka'yı
dahilden fethetmek, Hilmi’nin diktatörlüğünü de devirmek için çalışan Sadrettin
Celal’e karşı da, «Hilmi Yoldaş», Sosyal Demokrat Fırkasında Doktor Haşan
Rıza’ların bize karşı devam ettirdiği mücadelesini devam ettiriyordu. İşte bu
kargaşalık esnalarında teşekkül eden «Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist
Partisi», Ethem Nejat Yoldaş’a göre de bir münevverler teşkilâtı olduğundan,
daha ziyade halk kitleleri teşkilâtı olan «Sosyal Demokrat» ve «Türkiye
Sosyalist» fırkalarıyla uyuşmak, birleşmek lâzımdı. Benim kanaatime göre, böyle
bir ittihat vücuda gelmediği takdirde, kitleyi son yeni fırkaya çekmek zor olacağı
gibi, ötekiler dahilinde de sırf onların rehberleri arasındaki o «yarı burjuva»
ekseriyetleriyle amele menafiine pek büyük bir iş görmek mümkün olamayacaktı.
Ve nasıl ki, hâlâ da olamıyor. İşte Ethem Nejat Yoldaş’ın, her üç fırkada
hüküm süren «baş kayımcılık» (separatizm) temayülatına rağmen, bu üç fırkanın
birleşmesine bütün samimiyetiyle çalışması, onun gayet ameli ve musib bir
noktainazara malik olduğunu gösteriyor. Fakat çok yazık ki, ta o günden
itibaren, İstanbul amelesi arasında bir «cephe birliği» vücuda getirecek olan
bu teşebbüsümüzde biz muvaffak olamadık. Hüseyin Hilmi'nin o günlerde
yıkılamayan diktatörlüğü, Sosyal Demokrat Merkezi Umumisi’nde kahir ekseriyetin
küçük burjuvalar elinde olması, son üçüncü genç mahfildeki bazı genç
arkadaşların fazla sinirliliği, umumi sosyalist konferansı akdine vaziyet-i
siyasiyedeki buhranların ve harekâtın gençliğinin müsaade etmemesi, bu lâzım
teşebbüsü neticesiz bıraktı. Bu Ethem Nejat'la benim müşterek bir
muvaffakiyetsizliğimiz idi. Bu teşebbüsteki muvaffakiyetsizlikten sonra Ethem
Nejat Yoldaş, kendi arkadaşları arasındaki «teşettütü efkâr»dan, sırası
geldikçe şikâyet etmeye ve ilk fırsatta Rusya'ya geçerek orada çalışmak
istediğini ve daha da, inkılâp stajı yapıp geldikten sonra bu cephe birliğini
kuvveden fiile çıkarmaya muhakkak muvaffak olacağını söylemeye başlamış idi.
1919 senesinde muhtelif amele teşkilâtları ve muhtelif sosyalist «fırka »lan
tarafından, «İntihabat Kanunu»nu protesto etmek üzere toplanan «İstanbul'un
İlk Sosyalist ve Amele Mitinginde, «Azizim, bu miting, bizim yapmak istediğimiz
tek cephenin mukaddemesidir» diye ümitlenmişti. Ve ben de o ümide düşerek
nutkumda o suretle irad-ı kelam eylemiş idim. Fakat bilahare, tecrübe de,
aldanmış olduğumuzu gösterdi.
Ben Anadolu'ya geçtikten sonra
kendisinden mektup alamadım. Rusya’ya hareket ederken Samsun’dan yazdığı
mektubu, hükümet eline geçtiğinden okumak mümkün olamadı.
Ethem Nejat Yoidaş, Suphi
kadar bir kalem sahibi idi. Yazdığı makaleler alimane olmamakla beraber,
telkin kuvvetine malik ve caziptir. Zamanıyla Edirne’de neşredilmiş olan «Sai
ve Amel Mecmuası» başlıca Ethem Nejat’ın eseri sayılabilir. Kendisine
sosyalist ve hatta komünist namı verdikten sonra yazdığı makaleleri arasında,
küçük burjuva ve münevveran sosyalizmine temayül gayet kuvvetli gözükmekle
beraber, çok samimi ve inkılâbkâranedir. Sanki ondaki küçük burjuva ve
münevveran temayülü, onları inkılâp harekâtına celb ve cezb için kullanılmış
mahirane bir manevra gibi görünmektedir.
Sosyalizm ve komünizm
harekâtı henüz pek genç olan Türkiye için bunlar en şayanı dikkat simalar idi.
Alelumum memleketlerde sosyalizm harekâtının başlangıçlarında böyle
şahsiyetler zuhur ederler. Ve kendi devirlerine ait vazifelerini,
muvaffakiyetli muvaffakiyetsiz ifa eylerler. Bunların hayatlarının ve eserlerinin
tetkiki, o memlekette sosyalizmin ilk inkişafında alınmak istediği
istikametleri gösterir. Bu itibarla biz ölümlerini acılarla karşıladığımız bu
arkadaşlarımızın eserlerini toplamak ve tetkik etmek mecburiyetindeyiz.
Bilhassa bu eserlerin bugün henüz propaganda kuvvetleri de mevcut bulunmakta
olduğundan, bunları toplayıp neşretmek, genç Türk komünistlerinin borçlarındandır.
Yazılar ve Alıntılar
Kitaba Ulaşmakta Sorun Yaşayanlar
Ve Engelli Kardeşlerimize Yardım İçin Hazırlanmıştır.
Her hâlükârda yine de uygun görmeyen kişiler olabilir.
Yayının kaldırmasını talep ederlerse,
iletişime yazdıklarında hemen silinecektir.
Blog Yöneticisi
ALTUNTAŞ→ ←HAYYAM EMRAVA→ ←AŞKI HU İLBER FİLM→
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
Tarafımızdan Hazırlanan Bloglar.
☰ AÇ