EKLER
ÜNSÜ’L-VAHÎD VE NÜZHETÜ’L-MÜRÎD METNİ
II- ÜNSÜ’L-VAHÎD VE NÜZHETÜ’L-MÜRÎD’İN TERCÜMESİ
Ebû Meyden Şuayb (rh.a.) şöyle der:
Hak Teâlâ varlığın tek hâkimidir.
Varlık onunla kâimdir.
Madde varlığın kaynağıdır.
Madde (kaynak) yok olursa varlık da yok olur.
Bu ilmi (tasavvufu) sadece dinlemek doğru olmaz.
Bir kimse şu dört hususa sahip olması gerekir ki bu ilim ona nasip olsun; zühd, ilim, tevekkül ve yakîndir.
Hak Teâlâ her kimse ve her haldeki açık, gizli her şeyi bilir.
Her şeyin tek müessirinin Allah olduğunu bilen kalbi, o, musibetlerden ve yoldan çıkaran fitnelerden korur.
Hak Teâlâ ülemânın lisanı üzeredir.
Halkına layık olduğu sürece bu mazhariyete erer.
Hak zuhûr ettiğinde onunla birlikte hiçbir şey kalmaz.
Bir kimse özünde kulluk ederse; amellerine riya gözü ile hallerine iddia gözü ile sözlerine iftira gözü ile bakar.
Ömrün tek bir nefestir.
Bu nedenle kendin için olmasına başkası için olmamasına gayret et.
Kalbin yöneleceği tek bir yön vardır, hangisine yönelirse diğerlerine perdeli olur.
Eğer Allah’tan başkasına meyledersen seni, münâcâtın lezzetinden alıkoyar.
Basiret faydalı olana yönelmeyi gerektirir.
En zararlı şey gâfıl âlim, câhil sûfî ve yağcı vâizle sohbet etmektir.
Allâhü Teâlâ ile bir hal iddia eden, fakat zâhiri hali dürüstlüğüne şehâdet etmeyen kimseden sakının.
Halkı davet ettiği hakikati özünde bulmadan ortaya çıkan kimse fitneye düşmüştür.
Bir kimsede nefsânî hazlardan bir kalıntı varsa asla hürriyete vasıl olamaz.
Kim Allah’ı bilirse hem uykuda hem de uyanıkken ondan istifade eder.
Kim münâcâtın tatlılığıyla rızıklandırılırsa o kimse uyuyamaz.
Kim Allah ile arasındaki vaktin hükmünü zâyi ederse câhildir.
Onu elde edemezse âcizdir.
Sabır azığın, rızâ lezzetin, Hak ise maksadın, gayen olsun.
Allah’ın vaadine bağlı kalan, ondan bir an dahi ayrılamaz.
Sâlik O’nu elde etmek için çabalar, ârif o yolda gider.
Ölüm halktan ayrılmak, vaktin boşa geçmesi Hak’tan ayrılmaktır.
Teslimiyet, kişinin nefsini İlâhî hükümlerin gerçekleştirilmesine çalışması, felaket ve elemlerde ona şefkat göstermemesidir.
Müslüman ve mü'min olarak sabahlamaya, akşamlamaya gayret et.
Belki Allah yüzüne bakar ve sana merhamet eder.
Dünyalık arzularla meşgul olan kimse zillete mübtelâ olur.
Nefsinin noksanlarına gözlerini kapama, sonra azar.
Geçici şeylerle süslenen kimse kandırılmıştır.
Bedenin perhizi organlara muhalefeti terk etmek, kalbin perhizi başkalarına güvenmeyi terk etmek, nefislerin perhizi iddia sahibi olmayı terk etmektir.
En faydalı ilim; kulun hükümleri öğrenmesidir.
En yüce ilim ise tevhid hakkında marifet sahibi olmaktır.
Allah dünya ehlinin kalplerini gaflet ve vesvese, âriflerin kalplerini ise zikir ve ünsiyet mahalli kılmıştır.
Havf (korku) ibadete teşvik edip günahı engelleyen bir kırbaçtır.
Kibirle yapılan amel fayda vermez, tevazu sahibinin tembelliği ona zarar vermez.
Allah’ın yükselttiği kişiyi kimse düşüremez, nefsine dayanan kimseyi kimse kaldıramaz, düşer.
Allah’ım! Bize kendini anlat.
Seni ancak seninle anlayabiliriz.
Aczin zilleti giydirilen kimse fakrın izzeti giydirilmiş kimse gibi değildir.
Kim nefsine hal ya da makam nisbet ederse, o mârifet yollarından uzaktır.
Saîd kul sadece Rabb’inin yanında ferah, huzur içindedir.
Kaybolan vakit geri gelmez, çünkü ikinci vakit ilkinden farklıdır.
En faziletli ibadet, vakti murâkabe ile değerlendirmektir.
Fütüvvet Hakk’ı bırakıp halkla meşgul olmamaktır.
Fütüvvet, kulun iyiliklerini görmek, kötülüklerini görmemektir.
Kim amellerinde Allah’a karşı ihlaslı, samimi olursa yalan yanlış iddialardan kurtulur.
Sâlihler içinde sâdıklar azdır.
Fakr gizlendiğin müddetçe nurdur.
Açığa çıkardığında nuru gider.
Cem, (Hakk’tan) ayrılmanı engelleyen ve benliğine işaret eden her şeyi yok eden şeydir.
Cem, sıfatlarının kaybolması; vasıflarının yok olmasıdır.
İddia sahibi nefsine işaret eder.
Arifler İlâhî kanunlara uymayı terk ederler ve hevâlarına uyarlarda Hakk’a vuslattan mahrum kalırlar.
Tevekkül Hakk'ın garanti ettiğine güvenmen, kalbinin, Mevlâ’nın vaadiyle sükûna ermesidir.
İnsanlara insaflı olur, senden daha aşağıda olan birinin nasihatini hoş karşılarsan makamların en şereflisine ulaşırsın.
Kalbinde engelleme bulunmayan kimse (kontrol edememe) harap olmuştur.
Sâlik, zikrine Hak hâkim olana kadar Allah’a tevekkül etmeli, halkın kendisine hiçbir fayda sağlayamayacağının bilincinde olmalıdır.
Kul murakabe derecesine nefis muhasebesi ile ulaşır.
Sülük makamında üzüntü ve ağlamanın kaybolması gazab alametlerinden bir alamettir.
Kalbinden şehvetlerini silen kimse affedilir.
Kim nefsine karşı Allah’tan yardım dilemezse, nefsi onu yerden yere vurur.
Bidâyet ehli (seyr-i sülûkta başlangıçta olanlar) nin edepleriyle edeplenmeyen kimse nihayet ehli (seyr-i sülûkun sonuna ulaşanlar) nin makamına nasıl ulaşır.
Dünyayı, isteyene bırak, sen Mevlâna gel.
Kim dünyayla meşgul olmayı bırakırsa Allah dünyayı onun hizmetine görevlendirir.
Tüm dikkatini cennete ve hurilere veren kimse ile perdelerin kaldırılması ve ilahi huzurda bulunmaya çalışan kimse arasında ne kadar büyük fark var.
Kul, arzularından vazgeçmiş ve mevlâsına yönelmiş kimsedir.
Korunmuş insanlar çeşitli kısımlara ayrılır: Küfür ve şirkten hidayetle korunanlar, büyük ve küçük günahlardan inayetle korunanlar, kötü düşünce ve gafletlerden riâyetle korunanlar.
Edep gereği itiraz etmekten sakınan kimse hakîm bir şahsiyettir.
Muhabbet Allah’a yakınlık ve iştiyak duymaktır.
Onun müşahadesini kendine şahit yap, ama kendi müşahadeni ona şahit yapma.
Hayâ perdesi yırtılmış kimseye perdeler açılmaz.
Esirler; nefsine esir olanlar, şehvetine esir olanlar ve hevâsma esir olanlar şeklinde bölümlere ayrılır.
Zenginleri zengini o kimsedir ki Hak ona hakkından bir hakikat nasip etmiştir.
Fakirlerin fakiri o kimsedir ki Hak, ondan hakikatini gizlemiştir.
Şevksiz olan ertelenir, ümitsiz olan muhabbeti kaybeder.
Ruhlar hakikati isterse kıymetlenir, bedenler riyazet, perhiz yaptıkça korunur.
Câhil, ateşi ile seni yakmasa bile kıvılcımı ile sana eziyet eder.
Arif sana ıtır vermese bile kokusundan mutemetti’ olursun.
Farzları ihmal eden kendini (nefsini) zayi etmiştir.
Mevlâsının sohbetine sabredemeyen kimse kulların sohbetine mübtela olur.
Nefsini bilen kimse insanların onu övmesiyle gururlanmaz.
Nefsin zırvalarıyla iddia sahibi olan kimse rubûbiyyete engel olur.
Farkındalık, uyanıklıktan kaynaklana endişeli bir kalbe sahip olmak insanların ve cinlerin amellerinden daha üstündür.
Dünya çocuklarına köleler ve cariyeler, ahiret çocuklarına hürler ve asiller hizmet eder.
Muamelelerdeki riyazat; amele iltifat etmemek, ameli amel edileni düşünmekten korumaktır.
Amel edilen düşünülürse bu sebeple ameli idrak etmekten uzak kalınmış olur.
Güzel söz; yerinde konuşulan sözdür, maksada ulaştırır.
Boş konuşmak ise seni yerinde konuşmaktan alıkoyar.
Haset (kıskançlık) ne tanıman ne de Allah tarafından tanınmandır.
Bir kimse ölmedikçe Hakk’ı göremez.
İsyankârın yaptıklarından vazgeçmesi, itaatkârın hamlesinden daha hayırlıdır.
İnsanlara üstün olma sevgisi yoldan çıkma sebebidir.
Arifin zineti haşyet ve heybettir (korku ve saygı duymaktır).
Halkı (yaratılmışı) arzulamak; Hâlık (yaratıcı) hakkında şüphe duymaktır.
Halkın bozulması, zâlim yöneticilerin zuhûr etmesine; havâssın bozulması, dinden saptıran deccâllerin ortaya çıkmasına yol açar.
Dinini korumak için bidat ehliyle sohbet etmekten, kalbini korumak için kadınlarla sohbetten sakının.
Şeyhinde bir eksiklik gören kimse, ondan yararlanamaz.
Zikir zikredileni müşahade etmek ve devamlı huzurunda bulunmaktır.
Seni zikretmekten gafil olmayanı sen de zikretmekten gafil olma.
Sana teşekkür edene sen de teşekkür et.
Zikredenlerle oturan kimse gafletten uyanır, salihlere hizmet eden onlara hizmet ettiği için derecesi yükselir.
Verâ lisanı, felaketleri terk etmeye; ibadet lisanı, içtihadın devamına; muhabbet lisanı, aşka; mârifet lisanı, fenâ, mahv, sebat ve sahva davet eder.
Mürüvvet; bilgisi olmayan hususlarda kardeşlere muvafakât etmektir.
Arifin azığı mârifeti, irfanı; zenginin azığı ise gönlünün sevdiği ve yakınlık duyduğudur.
Ebû Medyen’e ahdeslerle sohbetin yasaklanması sorulduğunda şöyle dedi: “Bu yola yeni giren, müptedî mürîddir ki henüz tecrübesi yoktur.
Bu yolda sabit bir kademi yoktur, isterse yetmiş yaşında olsun.
” Sehl (rh.a.) şöyle demiştir:
“Ahdes, temkin makamına varmadan varlıkların sırlarına muttali olamaz.
Hastalıklı, kirlenmiş kişilere emir ve yasakları hatırlatmak gerekir.
” Ayrıca ahdes, Allah dışındaki sonradan olan şeylerdir, denildi.
Allah’ın yarattığı varlıkların hakikatini idrak etmeye kalkışmadan önce, gördüklerinden etkilenir ve işittiklerinden şevklenir hale gelmek gerekmektedir.
Havâtırın tutkularından kurtulmak, bela ve musibetlere iltifat etmemek gerekmektedir.
Ebû Medyen yaşadığı bir hayret anında şunları söyler: “Yaşadıklarımın mahiyeti nasıl idrak edilebilir ki?”
Halkın afeti kötü düşünceler beslemek, sûfîlerin afeti hevaya uymaktır.
Ariflerin himmetleri mârifetlerinin dışına meyletmemeleridir.
Allah, evliyâya hürmeti haram sayan kimseyi halk arasmda menfur göstermek suretiyle onu imtihan eder.
Kim safâyı istiyorsa vefadan ayrılmamalıdır.
Mukarreb (yakın dost) yakınlığıyla mutludur.
Muhib (sevilen) sevgisiyle tatlı bir azap içindedir.
Bu bina azim, çaba, sevilen ve alışkanlıkları terketme temelleri üzerine kurulmuştur.
Beladan zevk almak; rıza makamının gereğini yapmakla mümkündür.
Fakr, tevhidin alameti, teindin delilidir ve ondan başkasını görmemektir.
İbadet, ilmin azmanlığmdan kurtarır.
Zâhid rahattır.
Zühd verâdan daha umumîdir.
Çünkü verâ; bakâ sahibi olmayı ve kararlı kalmayı ifade ederken zühd, her şeyden ilgiyi kesmeyi ifade etmektedir.
Zühd; farz, fazîlet ve kurbiyet (yakınlık) olmak üzere üç kısımdır:
Haramda farz (haramı terk etmek farzdır), müteşâbihte fazîlet (fazîlete erişmek için şüphelileri terk etmek), helâlde kurbiyettir
(Allah’ı arzuladığı için onun dışındaki helâlleri bile terk ediyor, onun zikriyle meşgul oluyor ve ona yakınlık kazanıyor).
İnsanlara öğretmek için ilim öğrenen kimseye ise Allah, insanları onunla eğiteceği bir anlayış ihsan eder.
Hakk’ı tanımak için ilim öğrenen kişiye ise Allah, kendini tanıyacak bir anlayış bahşeder.
Kim Hakk’a vâsıl olan kimseden ayrılırsa yalnızlığa mahkumdur.
Kim de Rabbi ile meşgul olan birini oyalarsa o anda menfur olarak algılanır.
Nefis! Eğer dinlersen bu sana bir nasihattir.
Kim yüreğiyle Allah’tan başkasına dayanırsa, güvenirse Allah rahmetini onların kalplerinden mahrum eder, yerine tamah elbisesi giydirir.
İhlasın alameti; Hakk’ın müşahade ederken halkın yok olmasıdır.
Bekânın devamlı olması, senin senden yok olmana, nefsinden fâni olmana bağlıdır.
Tasavvufun meyvesi, her şeyinle ona teslim o İmandır.
Almayı vermekten daha çok seven kimse fakir olamaz.
Havf kalbe yerleşirse murâkabeyi miras bırakır.
Halleri ve amelleri ihmal eden kimse hak yaygısına layık değildir.
Haller bidayet ehline mâliktir ve onlar üzerinde serbestçe tasarrufta bulunurlar.
Nihayet ehli hallere maliktir, istedikleri gibi kullanırlar.
Kulluk izlerini alametlerini yok eden hiçbir hakikât, hakikât değildir.
Ayakların sebatı seçilmiş Rasûl’e uymak, yoluna sülük etmekle mümkündür.
Kul sadece ihlas ve murâkabe ile kâmil olabilir.
Kim Hakk’ı fazilet cihetinden talep ederse ona kavuşur.
Ta’zim (yüceltme) kalbin Rabb’in Celaliyle dolmasıdır.
Ariflerin himmetleri mevlâlârına işarettir.
Onunla her şeyi bileceğin bir şey olmaya gayret et.
Bir Te olmayan bir olamaz.
Senin deliliğinin delili; delilerle sohbet etmen, tembel olmanın delili; tembellerle yakınlık kurman, yalnızlığının delili; kimsesizlerle ünsiyet kurmandır.
Zühd dünyadan uzaklaşmak, alçaklığı nedeniyle ondan yüz çevirmek, küçüklüğünden, dolayı onu terk etmek, değersizliğini görmektir.
İhvanının haklarını umursamayan, Allah’ın haklarını hiçe saymıştır.
Nefsini verâ zinciriyle bağla, senden başkasına ilimle muamele et.
Senin mürüvvetin, başkalarının kusurlarına göz yummandadır.
Allah için hareket etmeyen Hakk’ı tanıyamaz, ona şükretmeyen Hakk’a itaat etmiş olmaz.
Tedbiri ve ihtiyarı terk eden kimsenin hayatı güzel olur.
İhlas odur ki; nefis onu göremez, melek onu yazamaz, şeytan onu saptıramaz, hevâ onu kaydıramaz.
Allah’ın konuşmalarına vakıf olmak, kulun nefsinin kurbanı olmamasıyla mümkündür.
Kulun ilahi huzuru müşahade etmesi, zikrolunanın görülmesinin galebesiyle kalbin zikirde kaybolmasıdır.
Evliyanın dünyada yaşaması, cennet ehlinin yaşaması gibidir.
Onların bedenleri O’nun emrinin zevkine varır, ruhları O’nu görmek ve O’na bakmakla huzur bulur.
Fakirlik şeref, ilim ganimet, susmak kurtuluş, halktan bir şey ummamak rahatlık, zühd afiyet, bir an Hakk’ı unutmak ihanettir.
Tevbeyi tashihten önce irade talep etmek (bir şey arzulamak) gaflettir.
Humul (hareketten kesilip sükuna ermek) şükrünü bilirse kulun üzerinde nimettir.
Merasimden kaçınmak ve kuru bilgiden kurtulmak, bilinmesi gereken şeyi elde etmenin yoludur.
Allâhü Teâlâ'ınn sünneti; kendilerine rızık bahşederek kullarını itaate çağırması, onlara şifa vererek kendine yönelmelerini sağlamasıdır.
Eğer yönelmezlerse bela ve sıkıntılarla onları imtihan eder, umulur ki kendisine yönelirler.
Allâhü Teâlâ'nın bundan muradı, kulun isteyerek veya istemeyerek de kendisine dönmesini sağlamaktır.
Şehvet ve arzu gözüyle yaratılmışlara bakan kimse onlardan ibret almaktan ve yararlanmaktan mahrum bırakılır.
Rasûlullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’e
“Andolsun ki ölseniz de öldürülseniz de kesinlikle Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.” âyeti soruldu.
Şöyle cevap verdi: “Bu sizin amelleriniz ve hallerinizdir.
Şehîd halini müşahade eder ve onun amellerine bakarak hayatını idame ettirir.
Ölmüş kimse müşahade eder, ancak ameli, kendisini endişelendirir, üzer.
Bu kimse amellerinin kabul veya reddedileceği korkusuyla yaşar.
Şehit ise Allah’ın rahmet ve bağışlamasının mutluluğunu yaşar.
Allâhü Teâlâ “Allah seni dosdoğru bir yola iletsin” buyurmuştur.
Bu, ona kulak vermeyi, ondan alman hakikatleri tebliğ etmeyi gerektirir.
Ona giden yola koyulmak, ona karşı güç ve kuvvet sahibi olmaktan beri olmaktır.
En faydalı söz; ilahi huzurda müşahade ve ilahi huzurdan haber vermektir.
Zikir, onun varlığında senin kaybolman ve müşahadesinde seni senden almasıdır.
Zikir hakikâtin müşahadesi, yaratılmışların kaybolmasıdır.
Çok yemek, çok konuşmak, çok uyumak, kalbi katılaştırır.
Manevi nazarı gerçekleştirmekten yüz çeviren kişiye, kötülüğü değiştirmek vacip değildir.
Çünkü o takvâ sahibi değildir.
Eğer mârifetini düzeltmezse Allah, onları amellerini görmekle meşgul eder.
Yapılanları mülahaza etselerdi ondan başkasını görmeyi bilmezlerdi.
Sende Hak varsa başkasına kul olmazsın.
Hiçbir şey Allah’ın parçası değildir.
Hiçbir şey onunla birleşemez.
Zatı bakımından hiçbir şey onun bir parçası değildir.
Bedenler; kalemler, ruhlar; levhalar ve nefisler kaplardır.
Tarîkâtin hükümlerini kabul etmeden önce kendinizi muhakeme ediniz, başkalarının haklarını ödeyiniz, hallerinizi kontrol ediniz ki onlar sizin hakkınızda karar vermesinler.
Dünyayı terk etmek kıyametle son bulmasından daha kolaydır.
Ebû Medyen Mağribî’ye Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in
“Bilal bizi rahatlat” sözünün manası soruldu.
Şöyle cevap verdi: “Bizi gaybet (gizlilik) ağırlığından (kurtar)”
Rasûlullâh (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in hükümlerine uymaktan daha çabuk Hakk’a ulaştıran bir tarîkât yoktur.
Allah kulu için iyilik isterse onu, zikrine yaklaştırır, şükründe başarılı kılar.
Kim halka yaklaşırsa Hak’tan uzaklaşır.
Gafletle şehvetin esiri olursun.
Bidat ehliyle dostluk kurmak, kalbi öldürür.
Bir kimse içinde bulunduğu şeyde bidate daha yafansa uğursuzluğu size dönmesin diye ara sıra da olsa meclisinden sakınınız.
Kerametler gösteren, hârikulâde bir adam gördüğünüzde ona itimat etmeyiniz.
Ancak emir ve nehiylere boyun eğme hususundaki tavrının nasıl olduğuna bakınız.
Hakikatiyle vasıflanmadan ilimde kelamla yetinen kimse zındık olur, fıkıh ilmi olmaksızın kendini Allah yoluna adamakla yetinen kimse bid’ate düşmüş olur ve dinden çıkar.
Verâ olmadan fıkıhla yetinen kimse gurura kapılır ve o, aldanmıştır.
Kendisine gerekli olan yükümlülükleri yerine getiren kimse kurtuluşa erer ve yükselir.
Terbiye edenlerden edep öğrenmeyen kimse kendisine tabi olanları da bozar.
Şeyh, kendinden önde olduğunu onayladığın, sırrının özünün hürmet ve saygı gösterdiği, ahlakıyla seni arındıran, sınırlarıyla terbiye eden, ışığıyla bâtınını (özünü) aydınlatan kimsedir.
Şeyh, huzurunda seni toplayan cem eden, yokluğunda nurunun tesiriyle seni koruyandır.
Fakirlerle ünsiyet ve inbisat, sûfîlerle edep ve bağlılık, şeyhlerle hizmet ve rıza, âriflerle tevâzu ve alçalma üzere olunuz.
Güzel ahlak; İnsanın tanıdığı tanımadığı herkesle yakınlık kurması; alimlerle onları güzelce dinleyerek ve onlara ihtiyaç duyarak, mârifet ehliyle sessizce ve umutla bekleyerek, makam ehliyle tevhid ve inkisar ile olmalıdır.
Hikem h. 1149 senesinde Safer ayının 7. günü pazartesi öğle namazından sonra bitti. Müstensih: Hacı Ömer b. Abdullah ve (merhum) Hacı Süleyman es-Sâmirî. Basra şehri.
III-EL-KASÎDETÜ’N-NÛNİYYE METNİ
IV- EL-KASÎDETÜ’N-NÛNİYYE’NİN TERCÜMESİ
Sizden ayrı kaldığımız zaman dünya bize dar gelir.
Şevkimiz ve Neşemiz kaybolur gider.
Uzaklığınız ölüm, yakınlığınız hayattır bize
Bir ân bile olsa bizden ayrı kalmanız ölümdür bize.
Gurbetinizde ölür, kurbetinizle yaşarız.
Size kavuşma müjdesi gelse bize hemen o an dirilir.
Sizi görmediğimiz zaman diriliriz sizi yâd etmekle.
Bilin ki dostları hatırlatmak hayat bahşeder bize.
Gönüllerimiz sizin güzelliklerinizi görmeseydi,
Siz yanımızda değilken ve biz uyuyup uyanırken,
Aşkınız ve hasretinizden ölürdük.
Fakat mânâ âleminde sizin güzelliklerinizle beraber olduk.
Konuşmasak da canlandırır bizi, sizi hatırlamak,
Gönlümüzde aşkınız olmasaydı asla hareket edemezdik.
Ehline vecdi yasaklayana de ki,
Bizimle aşkın şarabını tatmadıysan kendi halimize bırak bizi.
Ey mânâdan yoksun olan câhil, bil ki ruhlar kavuşma şevki ile titrediği zaman,
Evet, bedenler semâya kalkışır hemen.
Ey delikanlı, kafese tıkılmış kuşun,
Yurdunu yuvasını özlediğinde, özlem türküleri söylediğini sen görmez misin?
Öterek içindeki sıkıntıları atmaya çalışır.
Bu ruh ve mânâyla bütün vücûdu çırpınıp durur.
Kavuşma özlemiyle kafeslerde rakseder durur.
Bunu anlayanlar o öttüğünde titreyiverir.
Ey delikanlı, işte böyledir âşıkların gönülleri.
Titretir onları yüce âleme olan özlemleri.
Vecd haline geldiklerinde ruhlar, sabra nasıl zorlanır?
Mânâ ve sırlara şâhit olanlar sabra nasıl dayanır?
Ey içi boş, mânâdan yoksun ehl-i zahir,
Mânâ ehlinin tattıklarını tatmıyorsan,
Allah aşkına, kınama bizi artık yeter.
İddialarımızda bize inan.
Belki de vecdimiz artınca biz kendimize geliyoruz.
Semâ ânında kalblerimiz rikkate gelir.
Vecdimizi gizleyecek bir yol bulunmaz olur.
İlâhî esrar içinde ince ve lâtif sırlar vardır.
Onlara giriftâr olduğumuzda, keşke atabilsek nâralar.
Ey âşıkların başı! Kalk ve raks eyle!
Rahatlat şöyle bizi, Sevgilinin adım terennüm eyle!
Gizlice şükrettiğimizi bize kastedenlerden sakın söyleme!
Gözlerin gerçeği göremiyorsa, insaf kıl hâlimize.
Nura gark olup nefislerimizi arındırdığımız ân,
Aşk şarabından sarhoş olur, kendimizden geçeriz o zaman.
Sekr hâli yaşayan maneviyat sarhoşlarını kınama.
Zira sekr hâlimizde teklif bizden kalkmıştır anlaşana.
VI-EL-KASÎDETÜ’R-RÂİYYE’NİN TERCÜMESİ
Hayatın fukarâ ile sohbetten başka tadı yoktur.
Onların her biri hem hem sultan hem de emirdirler.
Onlara dost ol, onların meclisinde edepli ol.
Onlara sana itibar etmeseler dahi, sen üzerine düşeni yapıyor ol.
Vaktini değerlendir, onlarla beraber ol daima.
Bil ki İlâhî rıza, onlarla bulunanlara mahsustur daima.
Devamlı sükût et. Sana bir şey sorarsalar eğer,
“Bu konuda bilgim yok” de, câhil görüntüsü ver.
Kendinden başka kimsede ayıp görme, Ki ortaya çıkacak bir aybın gizlene.
Başım önüne eğ, garazsız af ve mağfiret dile.
İnsafla ayağa kalk ve insaf dile.
Bir kusurun olursa itiraf et,
Yaptıklarından, ettiklerinden ötürü özrünü beyan et.
De ki: “Ey fukarâ! Köleniz bağışlamanıza meftun.”
Onun için onu bağışlayın ve ona yumuşak davranın
Onlar Hûda’nın lütuflarına layıktırlar.
Korkma! Onlardan sana ne zarar ne de sıkıntı dokunur.
İhvana hizmet konusunda elinden geleni esirgeme.
Yanlış yapacak olurlarsa müsamaha göster kendilerine.
Ona hizmet ederken ciddi ve gayretli ol ki senden hoşnut olsun.
Sakın içinin daraldığını görmesin.
Beklentilerinin emarelerini sende görsün.
Onu razı edersen Allah’ı razı edersin ve O’na itaat etmiş olursun.
Hak Teâlâ bu konuda dikkatli olmanı istemektedir senin.
Bil ki, günümüzde artık tarikatlar bozulmaya yüz tutmuş.
Sen de bugün görmektesin sûfî geçinenlerin o durumlarını.
Gerçek Allah dostlarını ne zaman ve ne nasıl görebilirim?
Kulaklarımla onlara dair mânevî halleri ne zaman işitirim?
Ne ben ne benim gibi biri onlarla boy ölçüşebilir?
Bulanma bilmeyen arı duru manevi kaynaklara varmaktan nasıl bahsedilir?
Onları severim, onlara yaranmaya çalışırım.
Onları ve özellikle de birini kendime tercih ederim.
Onlar asilzâde bir zümredir, her nereye varsalar,
Orada bir iz, hoş bir koku bırakırlar.
Tasavvuf yolu onların güzel davranışlarından bir kısmını bize göstermektedir.
Güzel seçimli, uyumlu olmak onların en beğendiğim özelliklerindendir.
Onlar benim ahbabım ve sevgililerimdir.
Onlar onurlu ve şerefli kimselerdir.
Her sıkıntımda elimi sana uzattım.
Her derdimde dermanımı senden buldum.
Benim başvuru kaynağım, yalnızlığımda teselli odağımsm.
Üzerimize farz olan umudu şiar edinmek hayâl mi olsun?
Allahım! Sana beslediğim umudu gerçek kıl.
Düşmanın kötü niyetinden ve dostun kötü tutumundan beni muhafaza kıl.
Boğazımla bağırsaklarım arasmda beni tutsak eden,
Nice felaketlerin sıkıntısından beni daima sen kurtardın.
Ne gücüm ne stratejim kaldı benim.
Mevhibelerin güzelliğine muhtaç olan fakrımı muhafaza et benim.
Istırap ehlinin dualarında kendisine iltica ettiği Allahım!
Bütün çıkış yollarım tıkandı, sun bana yardım.
Senden dileğim vekilim ve umudum olmandır.
Mahlukata karşı zühdüm en temiz kazancımdır.
İnsaf sahibi olan Allahım! Tüm yapıp ettiklerime rağmen,
Hâlime ancak sen acır, işlediğim günahları bağışlamaya ancak sen güç yetirirsin.
İlâhî! Senden ancak şudur dileğim: Olanca günahım ve hatama rağmen, Kuluna ihsanda bulunman, kulunu affına mazhar kılman.
En sıkıntılı ânında beşeriyetin şefaatçisi olan, Hâşimoğlundan Muhammed Muhtar’a selâm olsun.