Şiilerin Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
İmametine Delalet Eden
Kur'an'dan
Deliller Vardır, İddiaları
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden Kur'an' dan deliller vardır. Allah (celle
celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la O'nun Peygamberidir. Bir
de iman edenlerdir ki, Onlar, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler ve zekât verirler.”[2]
Bu ayetin Ali hakkında nazil olduğu hususunda icma' vardır. Sa'lebî, Ebu
Zer'den rivayetle O'nun şöyle buyurduğunu naklediyor:
Şu iki kulağımla işittim ki, -işitmedimse kulaklarım sağır olsun-
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyordu:
“Ali, itaatkârların kumandanı, kâfirlerin katilidir, O'na yardımcı olan
zafere ulaşır. Ona yardım etmeyen yardımsız kalır.” Ben de bir gün öğle
namazını Rasulullah'la kılmıştım. Mescitte bulunan bir fakir yardım istedi.
Kimse ona yardım etmeyince ellerini yukarıya doğru kaldırarak:
“Allahım! Şâhidik ederim ki, Peygamberinin mescidinde yardım taleb ettim
fakat kimse bana yardım etmedi” dedi. O esnada Ali namazda ve rüku
halindeydi...
Fakire parmağındaki yüzüğe işaret etmesi üzerine, fakir gelip yüzüğünü
aldı. Bu hadise Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda oldu.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ibadetini bitirince başını semaya
kaldırarak şöyle buyurdu:
“Allahım! Musa (a.s.) “Bir de bana ehlimden bir vezir ver. Kardeşim
Harun'u (ver) Onunla arkamı kuvvetlendir. Elçilik işimde Onu bana ortak et.”
diye niyaz ettiğinde, “Seni, kardeşinle takviye edeceğiz” diye âyet inmişti.
(Daveti kabul edilmiştir.) Allahım! Ben de senin peygamberin ve dostunum.
Allahım! Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Bir de bana ehlimden
bir vezir yap. Ali ile arkamı kuvvetlendir.”
Rasulullah sözünü bitirir bitirmez Cibril (a. s.) O'na şu âyeti getirdi:
“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la O'nun Peygamberidir. Bir
de iman edenlerdir ki, Onlar, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler ve zekat verirler.”[3]
Fakih
İbnül Meğazilî, İbn-i Abbas'ın:
“Bu âyet Ali hakkında nazil oldu” dediğini nakletmiştir. Evet ayetin
işaret ettiği mutasarrıf olan Veli Ali'dir. Allah ve Rasulü velayeti O'na
verdikleri gibi, ümmet arasında da velayet O'nun hakkı olarak bilinir.”
Ey Râfizî:
“Bu âyetin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında nazil
olduğu hususunda ümmet icma' etmiştir.” şeklindeki sözün, senin en büyük
yalanlarındandır.
Aksine bu âyetin yalnız Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
hakkında nazil olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Senin nakillerin tamamen
yalandır. Zaten Sa'lebî'in tefsiri uydurma haberlerle doludur. Kendisi de ne
konuştuğunu bilmeyen bir kimseydi. Talebesi el- Vahidi'de böyledir. Daha sonra
ileri sürdüğün bütün deliller de bâtıldır. Onlar ancak Allah (celle celâlühü)'ın
kalbini körelttiği, sağırlar, dilsizler nefsi arzularına esir olanlar ve
câhiller tarafından revaç bulurlar.
Bunun için zındıklar râfizîlerin kapısından girerek bu uydurma ve yalan
haberlerle İslâm ve müslümanlara hücum etmişlerdir.
Tabiî ki bu haberler câhilleri de şüpheye düşürmüşlerdir. Hatta
Nusayriler ve İsmâililer bu haberlere inanarak sapıtmışlardır. Bu sapıklar daha
aşırı giderek ashab-ı kiramı sebbetmişler. Hızını almayan bu hâinler Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve hatta Rasulullah'ı da (sallallahu
aleyhi ve sellem) ta'n etmişlerdir.
Sa'lebi, aynı ayetin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil
olduğunu, İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. Yine Sa'lebinin rivayetine göre,
Abdülmelik şöyle diyor:
Ebu Ca'fer el-Bâkır'a âyetten kimlerin kasdedildiği sorulunca,
“Mü'minler”dir, diye cevap vermiştir.
Ali b. Ebi Talha, O'da İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas
mezkûr âyetle ilgili olarak şöyle diyor:
“Her müslüman Allah'ı, Resulünü ve bütün mü'minleri kendisine veli
edinmiştir.”
Ey Râfizi,
İcmâ'ın varlığı hakkındaki iddiandan dolayı seni affediyoruz. Bu haberle
ilgili olarak bir tek sahih senedli haber getirebilirsen kâfidir. Sa'lebiden
rivayet ettiğin haberin senedinde zaif ve töhmete duçar olmuş bir çok kişiler
vardır.
İbnul meğazilî el-âsıtî'ye gelince, hadis ilmini biraz bilen kimse O'nun
kitabını yalan rivayetlerle nasıl doldurduğunu çok iyi bilir.
Eğer âyet-i kerimeden murad, zekâtın rükû halinde iken verilmesi olsaydı,
bu durum velayetin şartlarından olması vacip olacaktı. O zaman da Hz. Ali'den
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) başka hiçbir müslüman velayet hakkına
sahip olamazdı. Hasan ve Hüseyin'in (r.a.) velayeti de mevzu bahis olmazdı.
Ayet-i Kerimedeki “Namaz kılanlar” lafzının cemi' (çoğul) sığası olması
âyetin yalnız Ali'ye (r.a.) delalet etmediğini gösteriyor.
Ayrıca kul iyi bir şey yapmadığı müddetçe övülmez. Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) namazdaki bu hareketi de müstehab
değildir ki, bununla övülsün. Eğer müstehab olsaydı Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) da namazda iken fakire yardım eder, başkasının yardımda
bulunmasına teşvikte bulunur, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'de
fiilini tekrar ederdi. Halbuki bu durum namaza meşguliyet sokmaktır. “Rükû
halinde zekat verenlerden başka kimse veliniz olamaz” denilirmi?
“Ve zekatı verirler” ifadesi zekatın mevcudiyetine delalet eder. Halbuki Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in devrinde iken hiçbir zaman zekat kendisine farz olmamıştır. Çünkü o
fakir idi. Gümüşün zekatı ise ancak bir seneye kadar nisab miktarına sahib
olanlara farz olur. ancak bir seneye kadar nisab miktarına sahib olanlara farz
olur. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ise hiç de bunlardan
değildi. Kaldı ki âlimlerin çoğunluğuna göre yüzük zekat olmaz. Mezkûr âyet:
“Namazı kılın, onlar gibi zekat verin ve rükû' eden mü'minlerle rükû
edin.”[4]
“Ey Meryem! Rabbine ibadete devam et, secdeye kapan ve rükû' edenlerle
beraber rükû' yap,”[5] âyetleri gibidir. Bütün
bunlardan başka müfessirlerin indinde, açıkça bilinen şudur:
Âyet kâfirleri veli (dost ve âmir) edinmeyip, mü'minleri veli edinmenin
vücûbu hakkında nazil olmuştur. Azıcık düşünen kimse bile, kelâmın akışının
buna delâlet ettiğini anlar. Allah (celle celâlühü) bu hususta şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yahudilerle hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar,
birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost ve yardımcı edinirse, O da
onlardandır. Allah, düşmana dostluk etmekle nefislerine zulmedenleri hak yoluna
eriştirmez.”[6]
Bu âyet yahudi ve hıristiyanları dost edinmekten nehyeder.
Daha sonra Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Onun için kablerinde nifak hastalığı olanları görürsün ki, kâfirlerle
dostluk yapmak hususunda yarışırlar. Korkarız bir zaman inkilabı ile İslâm
mağlup olur, derler. Fakat yakındır ki, Allah, müslümanlara zaferi veya kendi
katından bir emri getirirde nefislerinde gizlediklerine pişman olurlar.” (Maide:
5/52)
Ondan sonra Allah (c.c):
“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la O'nun Peygamberidir; bir
de iman edenlerdir ki, onlar, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler ve zekat verirler.” (Maide: 5/55) buyurmuştur.
Şüphesiz bu sıfat bütün mü'minlerindir. Lâkin Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh), Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve İslâm'a ilk girenler
öncelikle bu âyetin şümulüne dâhildirler.
Mezkûr ayetin sebeb-i nüzulünü açıklayan hadisi düşünen ve güzelce
kavrayan bir kimse bunun yalan olduğunu görecektir. Eğer bu hadis doğru
olsaydı, Ali'ye (r.a.) yardım etmeyenler ve Onun hakkını vermeyenler (Şiîlere
göre) yardım görmeyenlerden olacaklardı. Halbuki hiç de böyle olmamıştır.
Aksine ilk üç halife (Allah cümlesinden razı olsun) Fars, Rum ve Kıbtilerin
memleketlerini fethederek zafere ulaşmışlardır.
Şiîler ise Hz. Osman (radiyallâhü anh) şehid edilinceye kadar bütün
ümmetin Onu yardımsız bıraktıklarını iddia ediyorlar. Onların tam inadına
ümmet, Hz. Osman (radiyallâhü anh) şehid edilinceye kadar görülmemiş bir
şekilde zafere ulaşmıştı. Ondan sonra da böyle bir muzafferiyyet görülmemiştir.
Hz. Osman (radiyallâhü anh) şehid edilince müslümanlar parçalandılar. Bir kısmı
Ali'yi (r.a.) desteklerken, bir kısmı O'nun aleyhinde bulundular. Diğer bir
kısmı da her iki tarafa yanaşmayarak kenara çekildiler.
Bilindiği gibi, insanların Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)
olan iman ve itaatları Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) için
değildir.
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile olan beraberliği de, Harun'un Musa (a.s.) ile olan
beraberliği gibi değildir.
İsrailoğulları Harun'u (a.s.) severken, Musa (a.s.)'dan korkuyorlardı.
Harun (a.s.)'da Musa'yı seviyor ve O'nunla birlikte hareket ediyordu.
Râfizîler ise, Müslümanların Ali'ye (r.a.) buğzettiklerini, O'na biat
etmediklerini ve O'na karşı nassı gizlediklerini iddia ediyorlar. Durum böyle
olunca “Musa'nın, Harun'a ihtiyaç duyduğu gibi, Rasulullah'da (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ali'ye (r.a.) ihtiyaç duymuştur” denilebilir mi?
İşte Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), O'nun vasıtasıyla aşere-i
mübeşşereden (cennetle müjdelenen on kişi) beş kişi -bunlar, Osman, Talha,
Sa'd, Abdurrahman ve Ebu Ubeyde'dir- müslüman olmuştur. Halbuki ilk
müslümanlardan Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) vasıtasıyla
İslâmı kabul etmiş hiç kimseyi tanımıyoruz. Halbuki Mus'ab b. Umeyr vasıtasıyla
Useyd b. Hudayr ve Sa'd b. Muaz'ın müslüman olduklarını biliyoruz.
Yalnız Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Rasulullah'a
(sallallahu aleyhi ve sellem)yardımcı olduğu hususundaki Râfizînin iddiasına
gelince:
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“... Yok eğer (kıskançlık ederek) Peygamberin aleyhinde
birbirinizle yardımlaşırsanız, bilmiş olunuz ki, Allah O'nun yardımcısıdır,
Cibril de, mü'minlerin sâlih olanı da...”[7]
Bu âyet-i kerime ile her sâlih mü'minin Rasulullah'a yardımcı olduğu
beyan ediliyor. Allah'da, Cibril ile O'nun yardımcısıdır. Salih mü'minler
arasında Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine (Rasulullah'a)
veli olacak veya O'nun hakkında tasarrufta bulunacak hiç kimse düşünülemez.
Ancak Allah (celle celâlühü)'ın buyurduğu gibi:
“Erkek ve kadın bütün mü'minler, birbirlerinin yardımcılarıdır.”[8]
Takva sahibi olan her mü'min Allah (celle celâlühü)'ın yardımcısı (dinini
yaşamakla) olduğu gibi Allah (celle celâlühü)’da Onun yardımcısıdır. Çünkü:
“Allah, iman edenlerin yardımcısıdr.”[9]
“Biliniz ki, Allah'ın velileri (dostları)
için hiçbir korku yoktur ve Onlar mahzun da olmayacaklardır.”[10] buyuruyor.
Binaenaleyh âyetlerden de anlaşıldığı gibi bir kimseye yardımcı olan
kişinin, mutlaka Onun hakkında tasarruf sahibi olması gerekmez. Yardımcı olmak
ile veli (bir kimsenin velayetine sahip olmak) olmak arasındaki fark anlaşılmış
oldu.
Emir'e Vali denilir ama, veli denmez. Fakihler de bir cenazede velî ve
vâlî bir araya geldiklerinde namaz için hangisinin öne geçeceği hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Muvâlât düşmanlığın zıddıdır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imam olduğuna delalet eden bir diğer âyet-i kerime şudur:
“Ey Peygamber! Rabbin tarafından sana indirileni tamamen tebliğ et.”[11]
Ashab, bu ayetin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında
nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ebu Nu'aym'ın Atiyye'den rivayet
ettiğine göre âyet yine Ali hakkında nazil olmuştur. Sa'lebi'nin tefsirinde “Sana
indirileni tebliğ et” mealindeki ayet, Ali'nin fazileti hakkında olduğu
kaydedilmiştir. Bu ayet-i Kerime inince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Ali'nin elini tutarak:
“Ben kimin efendisi isem, Ali de O'nun efendisidir” buyurmuştur.
Rasulullah; Ebubekir, Ömer ve bütün ashab'ın efendisi olduğuna göre Ali'de
Onların efendisi sayılır. Dolayısiyle İmam Ali'dir. Sa'lebi tefsirinde şöyle
diyor:
Ğadîr Hum'da bulunulduğu bir günde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), Ashab-ı Kiramı çağırdı. Onlar da toplandılar. Rasulullah Ali'nin elini
tutarak:
“Ben, kimin efendisi isem, Ali’de O'nun efendisidir” buyurdu. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu sözü her taraftan duyuldu. Haris b. Nu'man
el- Fihrî'de bu sözü işitmesi üzerıne Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem)geldi. Devesini Ebtah denilen yerde çöktürdükten sonra, ashab arasında
bulunan Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna çıkarak O'na şöyle
dedi:
“Ey Muhammed! Şehadeti, namazı, zekatı, orucu ve haccı emrettin. Sana,
evet, dedik. Sonra bunu da kâfi görmedin. Amcan oğlunun omuzunu tutup Onun
bizden üstün olduğunu ilân ederek:
“Ben kimin efendisi isem Ali de, O'nun efendisidir.” dedin. Eğer senin bu
sözlerin Allah'tan bir vahiy ise bize bildir. Rasulullah “Evet vallahî Allah (celle
celâlühü)'ın emridir.” buyurması üzerine, Haris geri dönerek:
“Allahımız! Eğer bu, gerçekten senin tarafından gelmiş bir hak ise,
hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver”[12] âyet-i kerimesini okudu.
Döner dönmez Allah (celle celâlühü), O'na bir taş yağdırdı. Boynu üzerine
düştü. Taş dübüründen çıktı ve Onu öldürdü. Ondan sonra da:
“İnecek olan bir azabı, istedi bir isteyen”[13]
âyeti indi. Nakkaş da bu rivayeti tefsirinde kaydetmiştir.”
Ey Râfizî!
“Âyet Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında nazil olduğu
hususunda ittifak etmişlerdir” şeklindeki iddian yalandır.
Böyle bir sözü kimse söylememiştir. Ebu Nuaym, Se'leb ve Nakkaş'ın
tefsirleri bu gibi yalanlarla doludur.
Bu hususta müracaat edilecek kimse Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) emin muhaddisleridir. Nahiv ilminde Nahivcilere, kıraatte kurra'ya,
lügatte lügat imamlarına, Tıbda tabiblere müracaat edilmesi gerekli olduğu
gibi. Çünkü her ilmin ayrı ayrı mutahassısları vardır.
Hadis âlimleri doğruluğu araştırma bakımından en güçlü şahsiyetlerdir.
Bunu bilen takdir eder. Muhaddislerin sıhhatinde ittifak ettikleri haber
mutlaka haktır. Yine onların ittifak ile hatalı ve önemsiz kabul ettikleri
rivayet de hükümsüzdür. Fakat ihtilaf ettikleri rivayet varsa ona da insaf ve
adaletle bakılır. Hadis kritiğinde esas olan budur.
Mâlik, Şu'be, Evza'î, Leys, iki Süfyan, iki Hammad, İbn-i Mübarek, Yahya
el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdi, Vekî, Şafiî, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh),
Ebu Şeyde, Buharî, Ebu Zur'â, Ebu Hatim, Ebu Davud, Müslim, Neseî, İbn-i Hibban
ve benzeri âlimlerle, cerh ve ta'dil mutahassısları bu görüştedirler.
Râvilerin bilinmesi ile ilgili bir çok kitaplar da tasnif edilmiştir.
İbn-i Sa'dın Tabakatı, Buhari'nin Tarihi, Ali b. el-Medâyinî'nin kitabı gibi.
Müsnedlenden de, Ahmed b. Hanbel'in müsnedi, hadis kitaplarından İshak,
Ebu Davud, İbn-i ebi Şeybe, Tabarânî gibi eserler vardır.
Hülâsa bu hususta oldukça eserler te'lif edilmiştir. Ama esefle
(üzülerek) belirtelim ki; hadis ilminde, râvi ve hadislerin sıhhat derecelerini
tasnifte râfizîlerden daha câhil, bâtılı kabul etmede ve sahihi reddetmede yine
onlardan daha kötü insan yoktur.
Haricîler ve Mutezile sahih hadisleri tam olarak kabul etmemelerine
rağmen, kendi prensiplerine göre doğruyu araştırır ve yalan haberi delil olarak
hiç getirmezler. Bu râfizîlerin ise ne akılları ne de nakilleri vardır.
Hadisleri sıhhat ve senedleriyle bilmek ehl-i sünnet vel Cemaatin
hususiyetlerindendir.
Râfizîlerin indinde hadisin sıhhatli olabilmesi için arzu ve
anlayışlarına uyması gerekir. Abdurrahman b. Mehdi şöyle diyor:
“İlim ve erbabı leh ve aleyhlerinde olanları yazıyor. Nefsin arzusuna
uyanlar ise yalnız lehlerinde olanları yazarlar.”
Ey Râfizîler!
Nakkaş, Sa'lebî, Ebu Nuaym ve benzerlerinin
sözlerini kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Veya arzunuza uygun olanı
alıyor, uygun olmayanı red mi ediyorsunuz? Eğer mezkûr müelliflerin bütün
sözlerini kabul ediyorsanız, eserlerinde sahih ve zaîf bir çok rivayetler
vardır ki Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh)
faziletleriyle ilgilidir. Mezkûr müelliflerin sözlerini mutlak olarak *
reddediyorsanız onlardan naklettiklerinizi delil olarak göstermeniz geçersiz
olur. Eğer yalnız mezhebinize uygun olanı kabul ediyorsanız, muhalifiniz de
kabul ettiklerini reddedecektir.
Ey Râfizî!
Sa'lebi'nin tefsirinden naklettiğin yakardaki hadis, hadis
mutahassıslarmın ittifakı ile uydurmadır. Onun için bu hadis kendilerine
müracaat edilebilecek eserlerin hiçbirinde rivayet edilmiş değildir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Gadîr Hum'da söylediği sözü
Veda Haccının dönüşünde söylemiştir. Onun için Şiîler Zilhicce ayının Onikinci
gününü Kurban bayramı olarak kutlarlar. Rasulullah Odan sonra da Mekke'ye
dönmemiştir. Halbuki bu yalan ve uydurma hadiste “Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), Ebtah'da iken Haris O'na gelmiştir” deniliyor.
Bilindiği gibi Ebtah, Mekke'de bir yerdir. Halbuki Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem), o sırada ne Ebtah'da ve ne de Mekke'de bulunmuştur.
Sa'lebi'nin “İnecek olan bir azabı, istedi bir isteyen”[14] mealindeki ayet-i kerime indi
demesi de doğru değildir. Çünkü mezkûr âyet hicretten önce Mekke'de inmiştir.
“Allahım! Eğer bu, senin tarafından gelmiş bir hak ise, hemen
üzerimize gökten taş yağdır..”[15]
mealindeki âyet-i kerime ise ittifakla Bedir muharebesinden sonra inmiştir.
Yine bütün müfessirler bu âyetin Ebu Cehl ve arkadaşlarının Mekke'de iken
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) söyledikleri bazı sözleri üzerine
indiğini ittifakla kabul etmişlerdir.
Ondan sonra üzerlerine taş da inmemiştir. Eğer bu mechûl adamın boynuna
taş düşüp dübüründen çıkmışsa bu, ashab'ül-fil'in cezasına benzer fevkalâde bir
cezadır. Böyle bir adamın başına bu durum gelseydi, mu'cize kabul ederek bir
çok kimseler onu nakledeceklerdi.
Râfizi şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden biri de:
“Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslâm'ı ihtiyar ettim.”[16]
mealindeki âyet-i kerimedir.
Ebu Nuaym, Ebu Said'e isnad ettiği hadise göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem), Gadir Hum'da ağaçları (oturmak için altlarını) dikenlerden
temizlememizi emretti. Sonra ayağa kalkıp Ali'yi omuzlarından tutarak yukarı
kaldırdı. Öyle ki Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) koltuk altları
görünüyordu. Ondan sonra- yukarda zikrettiğimize Mâide sûresi üçüncü ayet-i
kerimesi ininceye kadar birbirlerinden ayrılmadılar. Bunun üzerine Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Allâhu Ekber! Allah dini tamamladı, Peygamberliği ve benden sonra
Ali'nin imametini tercih etti, dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
Ben kimin efendisi isem Ali'de O'nun efendisidir. Allahım! Ali'ye yardım
edene yardım et. Onu muzaffer kılanı muzaffer kıl. Onu yardımsız bırakanı
yardımsız bırak!” dedi.”
Ey Râfizî!
Uydurma hadîsleri tesbit eden mütehassıslara göre bu iddian da tamamen
yalandır.
Mezkûr âyet-i kerimenin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Arefe'de
iken nazil olduğu sabittir. Zaman olarak da Gadir Hum gününden tam yedi gün
önce idi. Ondan sonra âyette Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
imametine delalet eden hiçbir işaret yoktur.
Böylece “Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imametine
delâlet eden âyetler vardır” şeklindeki iddian tamamen iftira olduğu ortaya
çıkmış oldu. Doğru olsaydı, hadisten deliller vardır diyebilirdin. Ama o da
uydurmadır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden biri de şudur:
“Yıldıza (Süreyya'ya), battığı zaman kasem olsun ki, sapmadı
doğru yoldan arkadaşınız (Hz. Peygamber), azıtmadı da; (Haberiniz
olsun, ey Kureyş halkı!)”[17]
Fakih, Ali b. Meğâzilî, kendi isnadıyla İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini
rivayet ediyor:
Hâşim oğullarından bir gurup ile Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
yanında otururken, gökten bir yıldız yere doğru süzüldü. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle dedi:
“Bu yıldız kimin evine süzülürse O evin sahibi benden sonra vâsimdir,
imamdır”.
Bir de baktık ki, yıldız Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) evine düzülmüş. Oradakiler ya Rasulullah Ali'nin muhabbetine saptın,
demeleri üzerine, Allah (celle celâlühü) şu ayet-i kerimeyi indirdi.
“Yıldıza, battığı zaman kasem olsun ki, sapmadı doğru yoldan
arkadaşınız, azıtmadı da”[18]
Ey Râfizî!
Bu iddian da en bariz olan yalanlardandır.
Bir şeyi iyi bilmeden onu Allah (celle celâlühü)'a isnad etmek de
haramdır.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Hakkında
bilgi sahibi olmadığın, bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz ve kalb,
bunların hepsi yaptığından sorumludur”[19]
Hadisi delil olarak ileriye süren mutlaka onun sıhhatini bilmesi ve
sıhhatli olduğunu da muarızına beyan etmesi gerekir. Kaldı ki İbnül Cevzî bu
hadisi başka lafızlarla ve Muhammed b. Mervan, O'da Kelbî'den, O'da Ebu
Salih'den, O'da İbn-i Abbas'tan rivayet ettikleri bir zincirle uydurma hadisler
arasında zikretmiştir. Buna göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı semânın yedinci katına
yükselttiklerinde Allah (celle celâlühü) O'na enteresan şeyler gösterdi, Ertesi
gün Rasulullah gördüklerini anlatmaya başladı. Mekke müşrikleri Onu
yalanlayınca, gökten bir yıldız süzüldü. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem):
“Bu yıldız kimin evine düşerse, benden sonra o kişi halifemdir” buyurdu.
Yıldız Ali'nin evine düşünce, Mekke ehli:
Muhammed (Haşa!) sapıttı, ehl-i beytinden amcasının oğluna meyletti,
dediler. Bu hâdiseden sonra: “Yıldıza battığı zaman kasem olsun ki, sapmadı
doğru yoldan arkadaşınız, azıtmadı da.” mealindeki ayetler indiler.”
İbnül Cezvi şöyle diyor:
“Bu rivayet tamamen uydurmadır.”
Onu uyduran ne kadar câhil ve hakikatten ne kadar uzaktır! Hadisin
senedinde Ebu Salih, Kelbî ve Muhammed b. Mervan es-Süddî (Küçük Süddi diye
bilinmektedir. ) var ki, bunlar karanlık şahsiyetlerdir. Ebu Hatim b. Hibban
şöyle diyor:
“Kelbî, Ali'nin ölmediğini ve O'nun dünyaya döneceğini iddia eden, bir
bulut parçası gördüklerinde emirulmü'minin içindedir, diyen kimselerdedir.
Binaenaleyh rivayetlerini hüccet olarak ileriye sürmek doğru değildir.”
Şeyhul İslâm şöyle dedi:
Bu hadisi uyduranın gafilliğine hayret ediyorum. Aklen de uygun
görülmeyen yıldızın süzülerek bir eve inmesini ve onun görüldüğünü nasıl iddia
edebiliyor?
Uydurmanın aptallığına delâlet eden noktalardan biri de hadisi İbn-i
Abbas adına uydurmasıdır. Halbuki İbn-i Abbas mi'rac'ın vuku bulduğu senede
henüz iki yaşındaydı. İbn-i Abbas'ın bu durumu görüp onu nakletmesi mümkün
müdür?
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delâlet eden âyetlerden biri de şudur:
“Ey Ehl-i Beyt = Peygamber ailesi! Alları sizden sırf günahı gidermek
ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[20]
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Vasile b. el-Eska'
şöyle diyor:
Ali'yi evinden sordum. Fâtıma:
“Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gitti,” dedi. Bir de baktım
iki ikisi beraber geldiler. Onlarla beraber eve girdim. Rasulullah, Ali'yi sağ,
Fâtıma'yı sol tarafına oturttu. Hasan ve Hüseyni de kucağına aldı. Sonra onları
elbisesiyle örttü ve:
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sırf günahı gidermek ve sizi; tertemiz
yapmak istiyor.”[21] mealindeki ayeti okuyarak:
“Allah'ım! Bunlar benim ehlimdir”[22] buyurdu. Ümmü
Seleme'den rivayet edilen benzer bir hadisin sonunda:
“Muhakkak sen (Ümmü Seleme) bana daha hayırlısın.” ifadesi vardır.
Bu âyette ma'sumiyete dair delil vardır. Üstelik “İnnemâ” ((Muhakkak),
lafzı ve haberin başındaki “Lam” harfi de bu mânâyı kuvvetlendiriyor. Onlardan
başkaları ma'sum olmadığına göre İmamet Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) hakkı olur. Hatta Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
şöyle diyordu:
“Benim imametle olan münasebetim değirmen iği'nin değirmen taşıyla olan
münasebeti gibi olduğunu bilmesine rağmen, İbn-i Kuhfe ((Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh)) imamet gömleğini zorla giymiştir.”
Allah (celle celâlühü) günahı Ehl-i Beytten nefyettiğine göre Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) sâdıktır, demektir.”
Ey Rafızî!
Yukarda geçen hadis ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara
söylediği sözler sahihtir.
Müslim bu hadisi Aişe (r.a.)'den rivayetle sahihinde kaydetmiştir.
Sünen'de de Ümmü Seleme'den rivayetle zikredilmiştir. Ama hadiste onların
ma'sum ve imam olduklarına dair hiç bir delalet yoktur. Allah'u Teala'nın:
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sırf günahı gidermek ister ve sizi
tertemiz yapmak istiyor”[23]
“Allah size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve
üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister; tâ ki şükredesiniz.”[24]
“Allah size kolaylık diler, size güçlük dilemez”[25],
“Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin
yollarını size göstermek ve tevbelerinizi kabul etmek ister.”[26] mealindeki âyetleri ise O'nun
bu istikametteki İrade, Muhabbet ve Rızasına tazammun eder.
Âyetler, Cenab-ı Allah (celle celâlühü)'ın bunları yarattığını ve halen
onlarda mevcud olduklarını ifade etmiyorlar. Hatta âyetin nüzulünden sonra
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Allah'ım! Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onları günahtan arındır”[27]
buyurmuşlardır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duasıyla günahlarını
affedilmesini talep etmiştir. Eğer âyet bunun vukuunu bildirseydi, duaya
ihtiyaç
kalmazdı. Bu kaderiyyecilere göredir. Râfizîler de bunlardandır. Çünkü sizce
Allah (celle celâlühü)'ın iradesi, istenilen şeyi tazammun etmez. Aksine Allah,
bazan olmayacak şeyi istediği gibi, bazan da istemediği şey olur.
Ey Râfizî! Bu hususta daha önceki fasid görüşlerini unuttun mu?
Ama bize göre irade ikiye ayrılır:
Birincisi: Şer'î iradedir. Bu irade Allah (celle celâlühü)'ın
muhabbet ve rızasını kapsar. Ayetlerde beyan edildiği gibi.
İkincisi: Kevnî ve kaderi iradedir. Bu da, Allah (celle celâlühü)'ın
yaratma ve takdirini içine alır.
“Eğer Allah, sizi saptırmayı murad ediyorsa...”[28]
“Allah, kime hidayet etmeği dilerse, İslâm'a onun göğsünü açar,
gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıklığa bırakmak isterse, onun kalbini öyle
daraltır sıkıştırır...”[29] âyetleri bu mânâyı ifade
ederler.
Ahzab otuzüçüncü âyeti ma'sumiyet için delil ise, bu âyette Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) zevceleri de vardır. Hatta âyet onlarla başlamış
ve onlarla sona ermiştir. Buna rağmen günahtan arındırma meselesi yalnız
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ezvâcına mahsus bir halet olmayıp
bütün ehl-i beyti ilgilendirir. Fakat Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin diğerlerine
nazaran hususilik arzettikleri için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
Onları duasında tahsis etmiştir. Sahih bir hadiste sabit olmuştur ki,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Allah'ım! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyyetine rahmet eyle” buyurmuşlardır.
Râfizî:
“Farzedelim ki âyetler ehl-i beytin günahlardan arındıklarına delalet
etmiyor. Lâkin Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) duası bu
temizlenmenin vukuuna delalet eder” diye itiraz ederse, Ona şöyle diyeceğiz:
Gayemiz Kur'an'ın buna delalet etmediğini ifade etmektir. Kaldı ki
onların ma'sum olduklarına ve imametlerine asla delalet etmez.
Ey Râfizî!
Biz de farzedelim ki ayet onların temiz olduklarına (manen) delalet
ediyor. Peki onların ma'sumiyetlerini ve hata ile unutkanlığın onlardan meydana
gelmiyeceğini gerektiren âmil nedir? Aslında âyet şuna delalet eder:
Allah
(celle celâlühü), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcelerine
emrettiği hususlarda onların hata işlememelerini istiyor. Âyetin akışından da
Allah (celle celâlühü)'ın onları kötülüklerden temizlediği anlaşılıyor. Biz de inanıyoruz
ki Allah (celle celâlühü), O yüce ezvac-ı tahireden her türlü şirk ve kötülüğü
gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır. Ama hiçbir zaman Takva sahibi için küçük
günahın meydana gelmemesi ve o sebeble de tevbe etmemesi gibi bir şart yoktur.
Böyle bir şart olsaydı Muhammed ümmetinde muttakî (Takva sahibi) diye hiç
kimseden bahsedilemezdi.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Onların mallarından bir zekat al ki, onunla kendilerini temize
çıkarmış, mallarına bereket vermiş olasın.”[30]
Görülüyor ki, mü'minlerin mallarından zekat almak, onların günahlardan
arınmalarına vesile oluyor. Çünkü zekat insanların kiridir.[31]
Hülâsa; âyette sözkonusu olan ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
onunla dua ettiği Tathir (arındırma) ittifak ile ma'sumiyet mânâsında değildir.
Ehli sünnet, ma'sumiyeti ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
için kabul ederler.
Şiîler ise Ma'sumiyeti Rasulullah'tan başka yalnız Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) ve Onların imamları için kabul ederler.
Durum böyle olunca Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dört
kişiye - Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin- dua ile talep ettiği tathir (arınma)
ma'sumiyeti ifade etmez.
Ondan sonra ma'sumiyet için, hatta tathir için dua etmek kadercilerin
prensiplerine göre mümteni'dir. Çünkü onlara göre insanın görevi ve onun isteği
ile olan farzları yapmak ve haramları terketmek Allah (celle celâlühü)'ın
kudreti dahilinde değildir. Onlara göre Allah (celle celâlühü)'ın, kulu temiz,
itaatkâr veya isyankâr yapması mümkün değildir.
Binâenaleyh onların prensiplerine göre iyilikleri yapmak ve kötülüklerden
sakınmak için dua etmek gereksizdir. Ama kaderiyye ve râfizîlerin dışında
kalanlara göre kulun bir kudreti vardır. Fakat bu kudret kâfir veya mü'mini
öldürmeğe yarayan kılıç gibi iki yolda kullanılabilir. Kulun isterse malını
ma'siyette harcayabileceği gibi. İşte kul, sahib olduğu bu kudret ile isterse
iyilik isterse kötülük yapar.
Râfizîlerin ma'sumiyet için delil olarak ileriye sürdükleri hadis haddi
zâtında onların aleyhinedir.
Hadisten murad ehl-i beyt'in affolunmaları ve muâhaze edilmemeleri
olduğunu söyleyecek olurlarsa, onlara göre günahlardan arınmak için Allah (celle
celâlühü)'a duada bulunmak mümteni'dir.
Hadisten murad Ma'sumiyetin sübûtudur, diyecek olurlarsa, zaten daha önce
belirttiğimiz gibi imam için ma'sumiyet şart değildir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali hilâfeti istemiştir. Ma'nen temiz olduğu da sabit olduğuna göre,
talebinde sâdıktır.”
Ey Râfizî!
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ilk halife seçimine
hilafeti istediğine dair ileri sürülen iddiaya asla inanmıyoruz. Aksine Hz.
Osman (radiyallâhü anh) şehid edildikten sonra hilafeti istediğini biliyoruz.
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) kalben istemişse de, hiç
bir zaman “İmam benim, ben ma'sum'um, Rasulullah kendisinden sonra beni imam
yaptı, halkın bana ittiba etmesi vaciptir” gibi sözleri söylememiştir.
Kesinlikle biliyoruz ki, bu gibi sözleri Ali'ye (r.a.) isnad edeni O'na
iftira etmiştir. Yine biliyoruz ki, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) insanların en muttekî olanıdır. O bütün ashabın aslı olmadığını bileceği
bir yalana kat'iyyetle tevessül etmez.
“İbn-i Kuhâfe (Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)) hilafet gömleğini
giydi...” şeklin, deki sözü Ali'ye (r.a.) isnad etmene gelince şöyle deriz:
“Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) bu sözü asla
söylememiştir. Söylemişse bunun isnadı nerededir? Bu söz ancak “Nehc'ül-Belâğa”
da bulunur.
İlim erbabı, bu kitaptaki hutbelerin çoğunun Ali'ye (r.a.) iftira
olduklarını gayet iyi bilirler.
Onun için bu hutbelerin çoğu kaynak kitaplarda olmadığı gibi, isnadları
da yoktur. Bu hutbelerde öyle şeyler var ki, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) onlara karşı olduğu yine Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh)'den gelen rivayetlerle bilinmektedir.
Kaldı ki, Allah (celle celâlühü) doğru olduğu delil ile sabit olmayan bir
şeyi tasdik etmeleri için insanları mecbur kılmamıştır. Böyle bir mecburiyet,
teklif-i mâlâyutak -gücün fevkinde- olur.
Durum böyle olunca biz, hadis rivayetinde, töhmete uğramış râvilerin
rivayet ettiği ve Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilafeti
iddia ettiği istikametinde olan habere nasıl inanabiliriz?
Farzedelim ki Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) “İbn-Kuhâfe
hilafet gömleğini giydi...” demiştir. Siz, bu sözünden neden O'nun “imam olduğu
ve bu hususta nass bulunduğu” şeklindeki bir mânâyı kasdettiğini ileriye
sürüyorsunuz?
Bu sözüyle ancak Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
içtihadı bu istikamette olduğu söylenebilir. Bütün bu iddiaların vârid olmuş
olsa dahi Kur'an'da böyle bir şey yoktur. Kur'an'dan getirdiğin deliller nerede
kaldı?”
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delâlet eden ve Kur' an'dan olan altıncı delil şu
âyet-i kerimedir:
“Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin
verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler. Nice adamlar vardır
ki, ne bir ticaret, ne de bir alışveriş; Allah'ı anmaktan, namazı gereği üzere
kılmaktan ve zekatı vermekten kendilerini alıkoymaz.”[32]
Sa'lebî'nin naklettiğine göre Enes ve Büreyde şöyle diyorlar:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu âyeti okuyunca adamın biri
kalkarak şöyle dedi:
“Ya Rasulullah! Bunlar hangi evlerdir?” Rasulullah:
“Bunlar Peygamberlerin evleridir” dedi. Ebubekir :
“Yâ Rasulullah! Bu ev de Onlardan mı?” diyerek Fâtıma'nın evine işarette
bulundu. Rasulullah:
“Evet, hem de onların en üstünüdür” dedi.”
Ey Râfizî!
Bu naklin sıhhatini açıklamanı istiyoruz. Zaten sahih olduğunu
ispatlayamazsın.
Sa'lebî'nin, ne konuştuğunu bilmeyen birisi olduğunu daha önce de
söylemiştik. Bu rivayeti de yalandır. Uydurma olmasında hiçbir şüphe yoktur.
Âyetler de alimlerin ittifakına göre mescitler hakkındadır. Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), ticaret ve alışverişin kendilerini Allah
(celle celâlühü)'ın adını zikretmekten alıkoyamayan zatlardan olsa dahi -ki
öyledir- hiçbir zaman bu özellik Peygamberden sonra O'nun bu ümmetin en üstünü
olduğunu gerektirmez.
Âyetteki lafız da “Rical” olup çoğuldur. “Reculün = bir tek adam”
denmemiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden birisi de şudur:
“Ben, sizden buna karşı yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem”[33]
Ahmed b. Hanbel Müsnedinde rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
Bu ayet nazil olunca, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
dediler:
“Yâ Rasulullah! Onları sevmemiz vacip olan akrabaların kimlerdir?”
Rasulullah:
“Ali, Fâtıma ve iki çocuğudur” buyurdular. Salebî'nin tefsirinde ve
sahihaynde de aynı rivayetler vardır. Ashab arasında Ali'den başka sevilmesi
vacip olan kimse olmadığına göre, Ali en üstün olanıdır. Yine O'nun imam olması
gerekir. Ali'ye muhalefet etmek O'nu sevmeye aykırıdır. O'na itaat etmek O'nu
sevmektir. O da vaciptir.”
“Ey Râfizî!:
“Ahmed'in müsnedinde” şeklindeki sözün, müsnede yaptığın açık bir
iftiradır.
“Sahihaynde de aynı rivayet vardır” şeklindeki sözün de mezkûr eserlere
iftiradır.
Aksine Sahihayn ve Müsned'de rivayet ettiğinin mütenâkızı vardır. Yalancı
cahillerin nakilleriyle amel etmek mümkün müdür?
Ama Ahmed b. Hanbel dört halifenin faziletleriyle ilgili olarak bir eser
tasnif etmiş ve rivayetlerin sahih ve zaifini ayrı ayrı beyan etmiştir. Hatta
bilahare
oğlu Abdullah da Ona bazı hadîsler eklemiştir. Daha sonra Ebubekir el-Katîî bu
esere zaif ve yalan rivayetler ilave etmiştir ki câhiller de bütün bu
rivayetlerin Ahmed b. Hanbel'den geldiklerini zannetmişlerdir. Bu çok çirkin
bir hatadır. Abdullah'ın ziyadeleri babasınınkilerden farkedilir derecede açık
olduğu gibi, El- Kâtîî'nin ziyadeleri ile Abdullah b. Hanbel'in dışındaki
kişilerden rivayet edildikleri de açıkça bellidirler.
Şûra yirmiüçüncü âyet-i kerimesi ittifakla Mekkidir. Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de Fâtıma (r.a.) ile Medine'de
evlenmiştir. Hasan hicri üçüncü, Hüseyin de hicrî dördüncü senede dünyaya
gelmişlerdir. Hal böyle iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) âyet-i
kerimeyi henüz mevcudiyetlerini bilmediği kimseleri sevmenin vücubu ile nasıl
tefsir eder?
Ayetin sahihayn'daki tefsirine gelince:
İbn-i Abbas'a âyetin mânâsı sorulduğu esnada Said b. Cübeyr orada
bulunduğu için kendisi cevap vererek “âyetin manası Muhammed'in akrabalarını
sevmektir” demesi üzerine, İbn-i Abbas:
“Acele ettin. Kureyşten hiçbir soy yoktur ki, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) onlara akraba olmasın,” dedi. Ayette:
“Ben, (Rasulullah), sizden bana karşı bir ücret istemem” buyuruluyor.
Fakat aramızdaki akrabalıktan dolayı beni sevmenizi istiyorum.”
İşte Kur'an'ın tercümanı ve Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) sonra ehl-i beytin en âlimi olan İbn-i Abbas böyle söylüyor.
Yine âyette:
“Aramızdaki akrabalıktan dolayı beni sevmenizi” denilmiştir.
“Benden dolayı akrabalarımı sevmenizi...” denilmemiştir. Eğer Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) akrabalarını sevmenin vacip olduğu ifade edilmek
istenilseydi, Enfal sûresinin kırkbirinci ayetinde kullanılan lafız gibi bir
lafız kullanılacaktı. Âyet şöyledir:
“Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin
muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, Peygambere ve O'nun akrabasına
yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir...”[34]
“Allah'ın, peygamberine memleketler ahalisinden verdiği ganimet, Allah
için, peygamber için, O'na yakın olan akraba için, yetimler, yoksullar ve yolda
kalmış kimseler içindir.”[35]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in akrabalar hukukuyla ilgili
olarak yaptığı bütün tavsiyeler bu kabildendir.
“El-Mevedde
= Sevgi” lafzının isim değil masdar olarak zikredilmesi, sevginin akrabalar
için olması istenilseydi, “El-Meveddete Li Zevil Kurbe = Akrabalara sevgi”
denilecekti.
Biz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yaptığı tebliğ için
elbette karşılık istemediğini ifade ediyoruz. Bu hususta da âyetler vardır.
Bazıları şunlardır:
“De ki: Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum”[36]
“Yoksa (İman etmeleri için) kendilerinden bir ücret istiyorsun
da (bunu) cereme vermekten ağırlanıyorlar mı?”[37]
“... Benim mükafatım ancak Allah'a aittir”[38]
Fakat bu âyetteki istisna munkati'dir.
“De ki: Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum,
ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum”[39] âyetinde olduğu
gibi.
Şüphesiz ki, ehl-i beyti sevmek vaciptir. Fakat vacip olduğu bu âyetle
sabit değildir. Onları sevmek de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
ücreti değildir. Aksine onları sevmek emredildiğimiz konulardandır. Hem de
ibadetten sayılır.
Sahîh hadiste rivayet edildiği gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), Ğadîr Hum'da bir hutbe irad ederken şöyle dedi:
“Ehl-i Beytimin hukukuna riayet hususunda size Allah'ı
hatırlatıyorum.”[40]
Bu sözü üç defa tekrarladı. Sünendeki rivayette de Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle dedi:
“Nefsimi elinde tutana (Allah'a) yemin ederim ki,
mü'minler sizi Allah için ve bana olan yakınlığınızdan dolayı sevmedikleri
müddetçe cennete giremezler”.
Eğer ehl-i beyti sevmek Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)
vermemiz gereken bir borç olsaydı o sevgiden dolayı mükafat alamazdık. Mükâfat
alacağımıza göre bir müslüman bunun ibadet değil de bir borç olduğunu nasıl
söyleyebilir?
Böylece biz, başka bir delille Ali'ye (r.a.) karşı sevginin vacip
olduğunu ispat etmiş olduk. Ancak bu vücubiyyette Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) üstün olduğunu veya imametin yalnız O'na mahsus
bulunduğunu gerektiren bir durum yoktur.
Râfizî şöyle diyor:
“İlk üç halifeyi sevmek vacip değildir.”
Ey Râfizî!
Senin bu hükmün de hiçbirşey ifade etmez.
Aksine Onları sevmek ve Onları halife olarak kabul etmek vaciptir.
Çünkü Allah (celle celâlühü)'ın Onları sevdiği sabit olmuştur. Onları
sevmek imanın kopmaz ipine sarılmaktır. Onlar Allah (celle celâlühü)'ın en yüce
dostlarındandır. Allah (celle celâlühü)'ın Onlardan razı olduğu muhakkaktır.
Sahihayn'da rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyuruyor:
“Mü'minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine karşı merhametli
davranmada ve şefkat etmede bir tek vücut gibidir. O vücudun bir uzvu
hastalandığı zaman diğer uzuvları humma ve uykusuzluğa tutulurlar. ”'37
Râfizî ise, Ali'yi (r.a.) (hâşâ!) tekfir eden haricîler ve ehli beyte
düşmanlık eden Nâsibîlere karşı Ali'yi (r.a.) savunmaya bile muktedir değildir.
Mesela, Haricîlerle Nâsibîler, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) veliyullah olduğunu nasıl bilirsin? diye Râfizîye soracak olurlarsa:
Râfizî “Müslümanlığının ve hasenatının mütevâtir oluşu ile biliyoruz”
diyecektir. O zaman da Haricî ve Nâsibîler Ona:
“Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve arkadaşları hakkında da aynı haberler
tevatürle sabittir” deyeceklerdir. Râfizî, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) üstünlüğü Kur'anla sabittir derse, Kur'an'daki deliller bütün
ashab hakkındadır. Sen ise ashabın ileri gelenlerini umumiyyet ifade eden bu
delillerden dışına çıkarıyorsun. Halbuki birtek kişiyi bu delillerin dışına
çıkarmak daha kolaydır, diye cevap verirler.
Râfizî Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)' nin veliyyullah
olduğunu faziletine delalet eden hadislerle biliyoruz, derse, diğer halifelerin
fazileti hakkında vârid olan hadisler daha çok ve daha sıhhatlidir, cevabını
vereceklerdir. Fakat sen, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)' nin
faziletiyle ilgili hadisleri rivayet eden sahabileri zemmediyorsun. Eğer
gerçekten zemmediyorsan Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
faziletiyle ilgili olarak gelen nakiller geçersiz olur. Nakiller sıhhatli ise
senin zemmedişlerin hükümsüz kalır. Râfizî müdafasına devam ederek:
“Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) üstünlüğü ile ilgili
olarak vârid olan haberler Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
taraftarı olan ashab'ın kanalıyla gelmiştir” diyecek olursa, Ona şöyle deriz:
“Senin indinde çok azı müstesna bütün ashab zemmedilmişlerdir. Sen bir
kaç kişinin ittifak ettiği sözleri kabul ettiğin halde nasıl binlerce zevatın
nakillerini tekzib ediyorsun?”
Böyle bir yola tevessül eden iddiasını da ispatlayamaz. Biz ehl-i sünnet
olarak Allah ve Rasulünün sevdiğini severiz. Ali'yi (r.a.) sevdiğimiz gibi.
Sahihayn' de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'e, insanlardan en çok kimleri seviyorsun diye sorulması üzerine
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Aişe’yi seviyorum,” Erkeklerden kimi denilince:
“Babasını” buyurdular.[41]
[42] Buhari'de rivayet edildiğine
göre Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Sakife gününde Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'e
şöyle dedi:
“Muhakkak sen efendimiz, hayırlımız ve Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem)en çok sevimli olanımızsın.”
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ümmetimden birini kendime dost edinseydim, Ebubekir'i edinirdim.
Lâkin İslâm yüzünden meydana gelen kardeşlik ve muhabbet şahsi dostluktan
efdaldir. Mescitte Ebubekir'in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı
kalmasın.’”5
“Ali'ye (r.a.) muhalefet ehl-i beyti sevmeye münâfidir” sözüne gelince
şöyle diyoruz:
Ehl-i beyti sevmek onlara itaat etmeyi vacip kılıyorsa Fâtıma'nın (r.a.)
da imam olması gerekir.
Vacip kılmıyorsa, sevgi imameti gerektirmez.
İmamı sevmek vacip ise Fâtıma (r.a.) imam değildir.
Binaenaleyh senin iddiana göre ehl-i beyti sevmek vacip olmaz, hükmü
ortaya çıkıyor.
Halbuki ehl-i sünnete göre ehl-i beyti sevmek vacip olmakla beraber
onlara muhalefet etmenin sevgiyle hiçbir alâkası yoktur.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden biri de şudur:
“İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek
nefsini Allah'a ibadet yolunda sarfeder.”[43]
[44]
Sa'lebî bu hususta tefsirinde şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hicret etmek isteyince Mekke'de
kalıp borçlarını ödemek ve emanetleri sahiplerine vermek için Ali'ye (r.a.) yatağında
yatmasını ve yeşil abasıyla örtünmesini emretti. O gece müşrikler Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) evini çember içine almışlardı. Ondan sonra
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'ye (r.a.) şöyle dedi:
“Müşriklerden sana bir zarar gelmiyecektir.”
Ali'de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dediğini yaptı. Allah (celle
celâlühü) Cibril ve Mikail'e vahyederek Onlara şöyle dedi:
“Ben ikinizi kardeş yaptım ve sizden birinizin ömrünü diğerinden uzun
kıldım. Hanginiz arkadaşı için uzun ömrü tercih ediyor? Her ikisi de uzun
hayatı kendisine isteyince Allah (celle celâlühü) Onlara “Siz Ali gibi olamıyor
musunuz? Onunla Muhammedi kardeş yaptım. Ali O'nun yatağında yattı ve dostunun
yaşamasını arzulayarak nefsini feda etmek istedi.” dedikten sonra Cibril ve
Mikail'e:
Yeryüzüne ininiz ve Ali'yi koruyunuz! emrini verdi. Onlar da indiler.
Cibril Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) baş tarafında, Mikail
de ayaklarının ucunda durup Onu muhafaza ettiler. O esnada Cibril Ali'ye (r.a.)
şöyle diyordu:
“Aferin! Senin gibi kimse var mıdır? Melekler sana gıbta ediyorlar.”
Ondan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine'ye doğru
giderken Allah (celle celâlühü) şu âyeti Ali hakkında indirdi:
“İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allah'ın rızâsını isteyerek
nefsini Allah'a ibadet yolunda sarfeder.”
İbn-i Abbas şöyle diyor:
Bu âyet, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mağaraya doğru giderken
Ali hakkında nazil olmuştur. İşte bu öyle bir fazilettir ki, başkası için
aynısı görülmediğinden Ali'nin üstünlüğüne delalet eder. Onun için imam Ali
olması gerekir.”
Ey Râfizî!
Herşeyden evvel yaptığın nakillerin sıhhatine dair delil getirmeni
istiyoruz. Bu nakli Sa'lebî'ye nisbet etmen hiçbir fayda sağlamaz.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hicret ettiğinde Kureyş'in
Ali'yi (r.a.) bulmalarında bir gayeleri yoktu. Onlar Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile Ebubekir'i (r.a.) bulmak istiyorlardı. Hatta Onları bulup
yakalayan ve Onları getirenlere vermek üzere her birisi için ayrı ayrı
mükafaatlar va'dettiler.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müşrikler O'nun evde olduğunu
zannetsinler ve kendisini aramasınlar diye Ali'yi (r.a.) yatağına yatırmıştır.
Sabah olup, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) yataktan
çıkınca, müşriklerin plânı boşa çıktı.
Ali'ye (r.a.) de işkence etmediler. Kendisinden Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) nerede olduğunu sormaları üzerine, Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh):
“Nerede olduğunu bilmiyorum,” cevabını verdi.
Müşriklerin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında bir
gayeleri olsaydı, Ona işkence ederlerdi. Aslında Rasulullah'ı en çok koruyan
şüphesiz ki Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) olmuştur. O Rasulullah'ı (sallallahu
aleyhi ve sellem) korumak için bir önünden bir arkasından yürüyordu. Birçok
ashab da savaşlarda canlarını Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) feda
etmişlerdir. Onlardan bazıları Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
kolları arasında öldürülmüş, bazıları da O'nun için sakat kalmışlardır. Talha
(r.a.) gibi. Hadd-i zâtında Rasulullah için canların feda edilmesi her
müslümana vaciptir. İbn-i İshak'in sîretinde beyan edildiği üzere, Cibril
(a.s.) Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek:
“Bu gece yatağında yatma!” demiştir.
Yatsıdan sonra müşrikler Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
evini kuşattılar. Yatınca O'na hücum etmek için evi gözetlemeye başladılar.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) müşriklerin durumunu görünce Ali'ye
(r.a.):
“Yatağımda yat. Şu hırkamla da örtün. Muhakkak ki bunlardan sana
zarar gelmiyecektir” buyurdu.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî şöyle diyor:
Ebu Cehl'in de aralarında bulunduğu müşrikler, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile ilgili konuyu görüşmek üzere toplandıklarında Ebu Cehil
Onlara şöyle dedi:
“Muhammed, emrettiği hususlarda Ona uyduğunuz takdirde arap ve acemin
reisleri olacağınızı, öldükten sonra diriltilip Ürdün cennetleri gibi
cennetlere gireceğiniz; emirlere uymadığınız takdirde de sizi keseceğini,
dirildikten sonra da sizi yakacak bir ateşe atılacağınızı iddia ediyor.”
İbn-i İshak, Sîretinde devamla şöyle diyor:
Ondan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıktı. Bir
avuç toprak alarak:
“Evet bunları ben söylüyorum. Sen de (Ebu Cehil) cehennemde
yanacak kişilerden birisin” dedi. (Toprağı üzerlerine saçınca) Allah
gözlerinden görmeyi giderdi. Ve Rasulullah'ı görmez oldular. Toprağı kafasına
saçmadığı kimse de kalmamıştı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra
dilediği tarafa gitti. O esnada birisi gelerek Onlara:
“Niçin buralarda bekliyorsunuz?” dedi. Muhammedi bekliyoruz dediler. Adam
Onlara:
“Allah dileğinizi vermesin! Vallahi, Muhammed çıkıp gitti. Giderken de
başına toprak saçmadığı hiç biriniz kalmadı” dedi. Başlarına baktılar ve gerçekten
toprağı gördüler. Sonra eve bakmaya başladılar. (Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh)) Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yatağında yatmış
ve O'nun hırkasıyla örtünmüş olduğunu görünce:
“Vallahi işte Muhammed yatıyor üstünde de hırkası vardır” demeye
başladılar.
Sabah oluncaya kadar bu şekilde beklediler. Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) yataktan kalkınca:
“Vallahi bizimle konuşan O adam doğru söylemişti” dediler.
Ondan sonra şu âyet-i kerime indi:
“Bir vakit, o kâfirler, seni bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri, ya
da Mekke'den çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu hileyi
kurarlarken Allah, hilelerini başlarına yıkıverdi. Allah hilekârlara ceza
verenlerin en hayırlısıdır.” [45]
Bundan da anlaşılıyor ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'ye
(r.a.) müşriklerden bir zarar gelmiyeceğine dâir va'di vardır. Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) sâdık haberine karşı mutmain olmuştur.
Ey Râfizî!
Senin bütün iddiaların hezeyandan ibarettir.
Bilhassa Cibril ile Mikâîl'in muhaveresi, kardeşlikleri ve ömürleri ile
ilgili iddiaların tam bir hezeyandır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) kardeşlikleri ile ilgili haber de doğru değildir. Doğru
olan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) kardeşlikleri olup, hicretten sonra ve Medine'de vuku
bulmuştur. Buna dair Tirmizî'de bir rivayet vardır.
“İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek
nefsini Allah'a ibadet yolunda sarfeder” mealindeki ayet, Bakara suresinde
olup, bu sûrenin de Medine'de nazil olduğu ittifak ile sabittir. Bazıları,
Suheyb'in hicret etmek isterken müşriklerin onu yakalamak istediklerini Onun da
bütün malını Onlara vererek Medine'ye gelmesi üzerine bu âyetin nazil olduğunu
söylemişlerdir. Medine'ye geldikten sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Ona:
“Alış-veriş kârlı oldu ey Yahya'nın babası!” demiştir. Bu anlattığımız
kıssa tefsir kitaplarının bir çoğunda mevcuttur.
Katâde: “Âyet, Muhâcir'in mücâhidleri hakkında nazil olmuştur” diyor.
İkrime de: “Mezkûr âyet, Ebu Zerr ve Suheyb hakkında nazil olmuştur”
diyor.
Fakat âyetin lafzı mutlaktır. Nefsini Allah için feda eden herkes bu
ayetin şümuluna girer. Rıdvan biatında bulunanlar da, gerekirse canlarını feda
edecekleri hususunda Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) söz
vermişlerdir.
Şüphesiz ki üstünlük Ebu Bekir'e (r.a.) aittir. Çünkü hicrette ve mağarada
yalnız kendisi Rasulullahla (sallallahu aleyhi ve sellem) beraber bulunmuştur.
Binaenaleyh, Ömer, Osman Ali ve diğer sahabelerden ziyade üstünlük Ebu Bekir'in
(r.a.) olduğu apaçıktır. Onun için kendisinin imam olması gerekir.
Üstünlüğü ifade eden ve şüphesiz ki doğru olan delil de şu âyet-i
kerimedir. Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Eğer siz, Peygambere yardım etmezseniz, Allah vaktiyle Ona yardım
ettiği gibi yine eder. Hani Mekke kâfirleri Onu Mekke'den çıkardıklarında!
ikinin İkincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)) ile
(Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber arkadaşına şöyle
diyordu: Mahzun olma, zira Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.”[46]
Kur'an'ın nassıyla sabit olan bu özellik Ebu Bekir'den (r.a.) başka kimsede
var mıdır?
Elbette yoktur.
Ondan sonra Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) yatağında yattığından dolayı işkence görmemiştir.
Buna karşılık başkaları Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) korumak
isterlerken canlarını vermişlerdir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden biri de şudur:
“Ey Muhammed! Sana ilim geldikten sonra, bu hususta, seninle kim
tartışacak olursa, de ki: Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı,
kadınlarınızı, kendimizi ye kendinizi çağıralım, sonra lânetleşelim de,
Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.”[47]
Cumhur “Ebnâenâ = Oğullarınız” lafzının Hasan ve Hüseyin'e, “Nisenâ =
Kadınlarımız” lafzını Fâtıma' ya, “Enfüsenâ = kendilerimiz” lafzının da Ali'ye
(r.a.) işaret ettiğini nakletmişlerdir. Bu âyet Ali'nin imametine delalet eden
en güçlü delildir. Çünkü Allah (celle celâlühü), bu lafızla Ali'yi
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zâtı gibi kılmıştır. Nefislerin
ittihadı mümkün olmadığına göre, kaydedilen şey Ali'nin Rasulullah'a
(sallallahu aleyhi ve sellem) müsavi olmasıdır. Bu müsavat da Ali'nin imametini
gerektiriyor.
Yine âyette zikredilenlerin dışında kalanlar, ayette zikredilenlere
müsavi veya Onlardan üstün olsalardı, duanın kabul edilmesi için Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in onları da aralarına alması için Allah (celle
celâlühü) kendisine emir verecekti. Âyette zikredilenler üstün olduklarına göre
imamet onların hakkı olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu âyetin Ali'nin imametine
olan delâleti, şeytanın kendisine musallat olduğu kimseden başka kime kapalı
gelebilir?”
Ey Râfizî! :
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yi (r.a.), Fatrma'yı ve
iki çocuklarını la'netleşmede aldığına dair Müslim'de bir hadis vardır.
Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivayet edilen hadiste, Âl-i İmran altmışbirinci
ayeti kerimesi inince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'yi
(r.a.), Fâtıma'yı ve iki çocuğunu çağırarak “Bunlar benim ehlimdir” dediği
anlatılmaktadır. Ancak bunda imamete veya üstünlüğe delâlet edecek birşey
yoktur.
“Allah, Ali'yi (r.a.) Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zâtı
gibi kılmıştır. Zatların ittihadı mümkün olmadığına göre aralarında müsavat
kaldı” şeklindeki sözünü kabul etmeyiz. Bu hususta hiçbir delil de yoktur.
Böyle bir manayı iddia etmek mümkün değildir. Çünkü Rasulullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem) müsavi olacak hiçbir kimse yoktur. “Enfüsena = Nefislerimiz”
lafzı, lügatte de “Müsavat” manasına gelmez.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Keşke, Onu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın mü'minler, kendi
kardeşlerine iyi bir zanda bulunup da: Bu apaçık bir iftiradır, deselerdi.”[48]
Burada da mü'min erkek ve mü'min kadınların müsâvî olmalarını gerekli
kılmamıştır. Bakara ellidördüncü âyetinde de “Nefislerinizi öldürün” buyuruluyor.
Burada da birbirlerini öldürecek olan İsrailoğullorı arasında müsavat
şart koşulmamıştır. Buzağıya tapan ile tapmayan da eşit tutulmamıştır. Nisa
sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde de:
“Nefislerinizi öldürmeyiniz” buyuruluyor. Bu âyette de Müsavat söz
konusu değildir. Çünkü muhâtablar arasında çok bâriz sıfatlar vardır. Kadın,
erkek, çocuk, zalim, mazlum gibi...
“Âyette zikredilen ve Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)müsavî
olanlar, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyinden başkaları olsaydı, onları aralarına
alması için Allah (celle celâlühü), Rasulüne emredecekti” şeklindeki sözüne
gelince şöyle deriz:
Biz şunu kesinlikle biliyoruz ki; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Ömer ve daha başkalarını çağırsaydı,
mutlaka emrine icabet edecekti. Fakat (celle celâlühü) bunu emretmemişti. Çünkü
bununla mübahalenin - Lânetleşmenin- gayesi tahakkuk etmezdi. Zira karşı
tarafta olanlar da, kendilerine nesebî yönden yakın olanların gelmesini istiyorlardı.
Rasulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) yabancıların gelmesini isteseydi,
onlar da yabancı getireceklerdi.
Yabancı gelince de lanetin kendilerine gelmesinden çekinmezlerdi. Çünkü kişi,
tabiatının icabı olarak akrabasına zarar gelmesinden daha çok korkar. Hatta
geçici bir ateşkeste karşıt görüşlüler hasımlarından rehin olarak en yakın
olanlarını isterler. Taraftarlardan biri yabancı birini rehin olarak verirse,
diğer taraf buna rıza göstermez. Fakat hiçbir zaman kişinin indinde makbul
sayılanlar, Allah indinde de başkasından üstün olduklarını gerektirmez.
Mücmel lafızları terket.
Başkasını Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) müsâvî yapma.
Eğer kızı, oğlu ve amcası hayatta olsalardı, mutlaka onları da
lâ'netleşmek için çağırırdı.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delâlet eden Onuncu delil şu ayet-i Kerimedir:
“Adem, Rabbinden emirler aldı; Onları yerine getirdi, Rabbi de bunun
üzerine tevbesini kabul etti.”[49]
İbnu'l-Meğâzilî kendi isnadı ile İbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet
ediyor: “Kelimat = emirler”'in ne olduğu hususunda Rasulullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem) sorulması üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdular:
“Adem, Allah (celle celâlühü)'a dua ederek Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan
ve Hüseyin'in hatırı için kendisinin affedilmesini istedi de Allah Onu
affetti”. Görülüyor ki, burada da Peygambere tevessül hususunda Ali Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ile müsavi kılınmıştır.”
Ey Râfizî!:
Bu iddialarının da sıhhatini ispatlamanı istiyoruz. Nereden ispatlıyabileceksin?
Çünkü bunlar Allah (celle celâlühü)'a ve Resulüne yaptığın en çirkin
iftiralarındandır.
İbnü'l-Cevzi, bu haberi mevzu haberler arasında zikrediyor. Haber, Ebu'l-
Hasan Ali b. Ömer ed-Dârâkutnî'nin “Kitabü'l-Efrad ve'l-ğarâib” adlı eserinde mevcuttur.
Dârâkutnî haberi eleştirmiş ve Hüseyin el-Eşkar tarafından rivayet edildiğini,
ayrıca El-Eşkar'ın sağlam râvîlere iftira ederek yalan haberler uydurduğunu
beyan etmiştir.
Bakara Sûresi, Otuzyedinci ayetinde geçen “Kelimat = Kelimeler, emirler”e
gelince, bunların ne olduklarını Kur'an-ı Kerim'den öğrenebiliriz.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“İkisi,
dediler: (Adem ve Havva): Ey Rabbimiz, kendimize zulmettik. Eğer bizi
bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz.”[50]
Bilinen şu ki, Adem'le (a.s.) mukayese edilemeyecek kadar aşağı olan nice
kâfir ve fasıklar vardır ki, çok sağlam bir tevbe ile Allah (celle celâlühü)'a
karşı tevbe ettiklerinde, başkalarını vesile kılmadan da Allah tevbelerini
kabul ediyor.
Rasulullah'da (sallallahu aleyhi ve sellem) râfizînin yukarda naklettiği
ve Hüseyin El-Eşkar'ın rivayeti olan dua şeklini hiçbir müslümana
emretmemiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delâlet eden onbirinci delil şu âyet-i kerimedir:
“Allah: Ben, Seni insanlara imam yapacağım (dinde önder),
buyurdu. Hz. İbrahim: Benim zürriyetiımden de imam yap, diye yalvardı.”[51] İbnü'l- Meğazilî, Mes'ud'dan
rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Davet Bende ve Ali'de sona erdi. Her ikimiz de putlara secde etmedik.
Allah (celle celâlühü) beni Peygamber, Onu da vâsî kıldı.”
İşte bu da aynı mevzuda nasstır.”
Ey Râfizî!
Hadis diye naklettiğin bu haber, hadîs hafızlarının ittifakı ile
yalandır. Eğer bu haberle davetin Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
ile sona erdiği kastediliyorsa, Ondan sonra gelenlerin imam olmadıkları
anlaşılmış olur.
Diğer imamlar, hatta fâsıklar da putlara secde etmemişler. Bununla
birlikte putlara secde edip sonra iman eden bütün ashab-ı kiram ittifakla çocuklarından
üstündürler.
Lut (a.s.) Peygamber olmasına rağmen İbrahim'e (a.s.) olan imanı Onun
davetine iştirakliği gerektirmemiştir.
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve diğer imamlar
Peygamberlerden çok daha aşağı olmalarına rağmen nasıl onların peygamberlik
davetlerine ortak olabilir?
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden onikinci delil şu ayet-i kerimedir:
“Rahman, iman etmiş ve salih amel işlemekte olan kimseler için çok
yakında kalblerde mutlaka bir sevgi doğuracaktır.”[52]
Ebu Nu'aym, kendi isnadıyla İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Bu ayet Ali hakkında nazil olmuştur. “Vudd= Sevgi” ise Ali'nin
mü'minlerin kalbindeki sevgisidir.” Sa'lebinin tefsirinde nakledildiğine göre,
Berâ, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu naklediyor:
“Ey Ali! De ki: Allah'ım! Beni indinde vâsî kıl, mü'minlerin kalbinde
bana karşı muhabbet kıl” Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi. Bu durum ondan
başkası hakkında olmadığına göre imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!:
Naklettiğinin sıhhatine dair delil getirmen şarttır. Aksi halde kuvvet
derecesi tesbit edilmemiş bir delille ortaya çıkmış olursun ki, o delilin de
haliyle batıl olur. Üstelik senin naklettiğin haber, ma'rifet ehli indinde
uydurma olarak biliniyor.
“Muhakkak iman edip salih ameller işleyenler” mealindeki ayet-i
kerimesi de umumîdir. Onunla yalnız Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) kastedildiğini nasıl iddia edebilirsin?
Aksine âyet başkalarını içine aldığı gibi Ali'yide kapsamına alır. Hasan,
Hüseyin ve Fâtıma'yı da içine alır. Ayetin yalnız Ali'ye (r.a.) mahsus olmadığı
icma' ile bilinmiştir.
Hiçbir zaman Allah (celle celâlühü) va'dini bozmaz. Onun için Allah (celle
celâlühü) bütün ashabın, hassaten hulafâ-i Râşidin'in ve bunlardan da özellikle
Ebubekir ve Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) sevgisini bütün mü'minlerin kalbine
yerleştirmiştir. Başta Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) olmak
üzere bütün ashab-ı kiram'da özellikle Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Ömer'i
(r.a.) sevmişler ve onlardan hiçbirisi Ebubekir ve Ömer'i (r.a.)
sebbetmemiştir. Ama bu ashabtan bir cemaat Onu şiddetle eleştirmişlerdir. Hz.
Osman (radiyallâhü anh) da aynı durumla karşı karşıya gelmiştir.
Böylece Allah (celle celâlühü)'ın Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh)
için mü'minlerin kalbinde yerleştirdiği sevginin Ali'ninkine nazaran daha büyük
olduğunu öğrenmiş olduk.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'in imametine delalet eden onüçüncü delil şu âyet-i kerimedir:
“Sen ancak kâfirleri kötü bir akıbetle korkutucusun. Her milletin bir
yol göstereni vardır.”[53]
Firdevs kitabında İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Korkutucu benim, yol gösteren de Ali'dir. Ey Ali! Hidâyete erenler
seninle ermişlerdir.”
Ebu Nua'ym de buna benzer hadisler rivayet etmiştir. Bu hadis, imamet'in
Ali'ye (r.a.) ait olduğunu serahaten (açıkça) bildirmektedir.”
Ey Râfizî!:
Diğer nakiller gibi nakletmişsin ama, sıhhatine dair hiç bir delil
zikretmemişsin. Firdevs kitabı Deylemî'nin olup, uydurma hadislerle doludur.
İşte yukardaki haber de bu uydurmaların en çirkinlerindendir. Onu hadis olarak
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) isnad etmek asla caiz değildir.
“Sen yol göstericisin, hidayete erenler seninle ermişlerdir” sözünün
zahiri mânâsı şudur:
İnsanlar benimle değil seninle hidayete eriyorlar. Mânâ böyle olunca bu
sözü hiçbir müslüman söylemez. Eğer bu sözünle insanlar Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla hidayete erdikleri gibi, onunla da
aynı şekilde hidayete eriyorlar, diye bir mânâ kastediyorsan, bu mânâ ortaklığı
gerektirir. Halbuki Allah
(celle celâlühü) Kur'an'ın nassı ile yalnız Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve
sellem) mutlak olarak hidayete davet edici kılmıştır. Allah (celle celâlühü)
şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki sen (Rasulullah), doğru bir yola (İslâm'a) çağırıyorsun.”[54]
“Hidayete erenler (Ey Ali) seninle ererler” şeklindeki nakil ve iddiana
göre, her hidayete eren Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile
hidayete ermiş olması gerekir. Halbuki bu söz, hiçbir müslümanın
söyleyemeyeceği yalan bir sözdür. Nice milletler Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) ile hidayete ermiş ve cennete girmişlerdir. Bunlar, Rasulullah'tan
(sallallahu aleyhi ve sellem) aldıklarını Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) almamışlardır. Bilahare ülkeler fethedilince oradaki halk,
ülkelerine yerleşen ashab-ı kiram vasıtasıyla hidayete ermişlerdir. Halbuki Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) o esnada Medine'de kalıyor ve İslâm'a
yeni girmiş kişiler Onu görmüyorlardı. Binaenaleyh “Hidayete erenler seninle
ermişlerdir” sözü nasıl söylenebilir.
“Her milletin bir yol göstereni vardır” âyet-i kerimesi umumîdir.
Bunu Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile tahsis etmek nasıl doğru
olabilir? Ondan sonra bir şahıs vasıtasıyla hidayete gelinecekse o şahsın Âmir
olması gerekmez. Nice âlimler vardır ki, İslâmı tebliğ etmeleriyle insanlar
hidayete kavuşuyorlar. Dolayısıyla yukardaki âyet, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) imametine delalet eder, şeklindeki iddian hükümsüzdür.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden ondördüncü delil şu ayet-i kerimedir:
“Ve onları habsedin; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”[55] Ebu Naym, Şa'bîden O da İbn-i
Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da
aynı şeyi söylemişlerdir. Kıyamet gününde Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) velayetinden dolayı sorguya çekileceklerine göre imametin Ona
mahsus olması vaciptir.”
Ey Râfizî!:
Bu iddiaların da tamamen yalandır. Âyet-i Kerimenin gelişine bakacak
olursan bu bâtıl iddian daha güzel ortaya çıkar.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“(Allah meleklere şöyle buyurur) O kâfir olanları, bir de
arkadaşlarını ve Allah'dan başka taptıkları putları, hep bir araya toplayın.
Toplayın da, götürün onları cehennem yoluna. Ve onları habsedin, çünkü onlar
sorguya çekilecekler.”[56]
Bu ayet-i Kerime âhiret gününü inkâr eden müşrikler aleyhinde bir
nasstır. Bunlar, iman etmedikleri için sorguya çekileceklerdir. Bu müşriklerin
sorguya çekilmeleri ile Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
sevgisi arasında herhangi bir ilişki var mıdır?
Yoksa
müşrikler Ali'yi (r.a.) sevdikleri takdirde bu sevginin kendilerine fayda
vereceğini mi zannediyorsun?
Âyetin bu şekilde tefsir edilmesinden Allah (celle celâlühü)'a sığınırız.
Râfizî şöyle diyor:
“Onbeşinci delil şu âyettir:
“Dilesek biz onları (Münafıkları) sana gösteriverirdik de
kendilerini bütün simaları ile tanırdın. Fakat mutlaka sen, onları,
lâkırdılarını edasından tanırsın. Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.”[57]
Ebu Nu'aym, Ebu Said'den rivayet ettiğine göre “Fakat mutlaka sen, onları
lâkırdılarının edasından tanırsın” mealindeki âyetin manası “Ali'ye olan
düşmanlıklarından” şeklindedir. Bu özellik Ali'den başka hiçbir sahabe için
sabit olmadığından imam Ali'dir. ”
Ey Râfizî!:
Bu haber de Ebu Said'e isnad edilen bir iftiradır. Kesinlikle biliyoruz
ki, münafıkların kendileri yalnız Ali'ye (r.a.) karşı değildir. Ali'ye (r.a.)
olan kinleri Ömer'e (r.a.) olan kinlerinden büyük değildi. Hatta bazıları
Ömer'e (r.a.) daha çok kin besliyorlardı. Sahih bir hadis-i Şerifte de
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Nifakın alâmeti Ensara buğzetmektir.” buyururlar.
Dolayısıyla münafıklar ensara karşı olan kinleriyle tanınmaları evladır.
Bir başka hadiste de:
“Ali'ye ancak münafık olan buğzeder” buyurmuşlardır.
Tabiî ki, münafıkığın alâmetleri çoktur. Bu da onlardan bir tanesidir.
Yalan, hiyanet, sözü yerine getirmemek azmak da münafıklık alâmetlerindendir.
Biz, deriz ki, Ali'yi (r.a.), imanından, cihadından ve aynı şekilde ensarı da
aynı hususiyetlerinden dolayı sevmek imandandır. Onlara buğzeden kimse de
münafıktır. Ama onları akrabalıktan dolayı sevmek, Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ebu Talib'e karşı olan sevgisi gibidir. İsa (a.s.), Musa
(a.s.) veya Ali'yi (r.a.) sevmekle aşırı giderek onlara müstahak oldukları
mertebeden üstün bir mertebe vermek de doğru değildir. İsa (a.s.), Hz. Ali'den
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) üstün olmasına rağmen hiristiyanların
İsa'ya (a.s.) karşı olan sevgileri, kendilerine fayda vermeyecektir. Onun için
sevgi Allah için olmalı, Allah'a (celle celâlühü), ortak kılacak şekilde
olmamalı.
Netice olarak deriz ki; Ensar veya ashabın ileri gelenlerinden birine
bilerek buğzeden münafıktır. Fakat, kendisine gelen haberin sıhhatini bilmediği
için böyle bir yola tevessül ederse hata etmiş olan câhil ve sapıktır.
Râfizi şöyle diyor:
“Onaltıncı delil şu ayettin:
“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılığını almakta da önde
olanlardır. Naîm cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte
bunlardır.”[58]
İbn-i Abbas şöyle diyor:
İyilikte bu ümmetin en önde geleni Ali'dir.”
Ey Râfizî!:
İbni Abbas'a isnad edilen bu söz sahih değildir. Senedini de
zikretmemişsin. Doğru olsa da iddian için hüccet değildir. Allah (celle
celâlühü) şöyle buyuruyor:
“İyilik yarışında önceliği kazanan muhacir ve ensar ile, onlara
güzelce uyanlardan Allah hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnutdurlar.”[59]
Binaenaleyh iyilik yarışında önceliği kazananlar, Mekke fethinden önce
Allah yolunda mallarını harcayanlar ve cihad edenlerdir. Dolayısıyla Rıdvan
biatında bulunanlar da bunlara dahildirler. Bu ümmetin önde geleni bir tek
kişidir denilebilir mi?
Kaldı ki, İslama ilk girenler erkeklerden Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh),
kadınlardan Hatice (r.a.), çocuklardan Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh), kölelerden de Zeyd'dir (r.a.). Çocuğun İslâmı hususunda da ihtilaf
vardır. Ebu Bekir'in (r.a.) müslüman olması ihtilafsızdır ve çok büyük
menfaatlere medar olmuştur.
Râfizî şöyle diyor:
“Onyedinci delil şudur:
“İman edenler, hicret yapanlar, Allah yolunda mallarıyle ve canlarıyle
savaşanlar, Allah katında daha büyük dereceye sâhibtirler. İşte bunlar, dünya
ve ahiret saadetine kavuşanlardır.”[60]
Rezîn b. Muaviye Kütüb-i Sitteye dayanarak bu âyetin Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında nazil olduğunu söylemektedir.
Buna göre Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) en üşütün olanıdır.
Onun imam olması gerekir.”
Ey Râfizî!
Yaptığın naklin sıhhatini istiyoruz. Rezin kendiliğinden ziyadeler katan
bir kişidir. Doğru olan Nu'man b. Bişr'in Müslim'de rivayet edilen sahih
hadisidir.
Nu'man b. Bişr, şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mimberi yanında
bulunuyordum. Orada bulunanlardan biri:
“İslâmı kabul ettikten sonra, hacılara su verirsem diğer amelleri
işlemesem de umurumda değildir.” dedi. Bir diğeri:
“Mescid-i Haramı imar ettikten sonra diğer amelleri işlemesem de umurumda
değildir” dedi. Bir diğeri de:
“Allah yolunda cihad her ikinizin dediğinden daha üstündür” dedi.
Bunun üzerine Ömer onları azarladıktan sonra şöyle dedi:
“Rasulullahın mimberi yanında da -Cuma günü idi- sesinizi çıkartmayınız.
Namazı kıldıktan sonra Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına
gider, ihtilaf ettiğiniz meseleyi ona sorarım,”
Ondan
sonra hemen:
“Siz (müşriklerin) hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i
Haram'ın imarını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad
eden kimsenin işi gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Allah,
zâlimler topluluğuna hidayet ihsan etmez. İman edenler, hicret yapanlar, Allah
yolunda mallarıyle ve canlarıyle savaşanlar, Allah katında daha büyük dereceye
sâhibtirler. İşte bunlar, dünya ve âhiret saadetine kavuşanlardır.”[61] mealindeki âyetler
indi.”
Bu hadisi şerif Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) cihadı,
Sikâye ve Sidâneye (Hacılara su verme ve Ka'beyi ta'mir) tercih eden fikrinin;
sikâye ve sidâneyi cihad'a tercih edenlerin fikrinden daha üstün ve Onun bu
meselede kendisiyle münakaşa edenlerden daha haklı olduğunu gösteriyor.
Aynı zamanda Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) söylemek istediği fikrine
te'yid-i Rabbanî'nin geldiği görülmektedir. Bedir esîrleriyle ilgili müşaverede
vuku bulduğu gibi.
Farzedelim ki yukarda iddia ettiğin meziyyet Ali'ye (r.a.) mahsus olsun.
Yine de bu hususiyet ne onun imametini ve ne de ümmetten üstün olduğunu
gerektirir. Çünkü Hızır (a.s.), Musanın (a.s.) bilemediği bazı meseleleri
bilince Ondan üstün olmamıştır. Hüdhüd de, Süleyman (a.s.)'a:
“Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim.”[62]
demiştir.
Hatta Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkında nazil
olduğunu iddia ettiğin ayet, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) için daha
münasiptir. Çünkü Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) zengin olup malını Allah
yolunda infak etmiştir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ise mâlen
fakir bulunuyordu.
Râfizî şöyle diyor:
“Onsekizinci delil şu âyettir:
“Ey iman edenler! Siz peygambere mahrem bir şey arz edip konuşmak
islediğiniz zaman, konuşmanızdan önce bir sadaka verin.”[63] İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Allah (celle celâlühü) sadaka vermeden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ile konuşmayı haram kıldı.”
Hz. Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) başka sadaka verme
işini kimse yapmamıştır. Bu hususta cimrilik etmişlerdir. İbn-i Ömer şöyle der:
“Ali'de üç şey vardı ki, onlardan bir tanesi bende olsaydı, benim için
kırmızı develere sahip olmaktan daha iyi olacaktı: Fâtıma ile evlenmesi, Hayber
fethinde sancağın kendisine verilmesi ve (hakkında nazil olan) Necvûâ ayeti.
(Mücadele 12. ayeti).” Ali:
“Benden başka kimse bu âyetle amel etmemiştir, Allah benim için ümmetin
yükünü hafifletmiştir” buyuruyor. Bütün bu deliller Ali'nin diğerlerinden üstün
olduğunu ve Onun imam olması gerektiğini gösteriyorlar.”
Ey
Râfizî!
Bu âyetle amel edilmiş ve sonra neshedilmiştir. Âyet sadaka verilmesinin
mutlaka vacip olduğunu gerektirmez. Ancak Rasulullah’la (sallallahu aleyhi ve
sellem) konuşmak isteyene sadaka vermesi için emredilmiştir. Konuşmayana da
sadaka vaciptir, denilemez. Konuşmakta vacip değildi.
Binaenaleyh vacip olmayanı terkedene itâb edilmez. Bir ihtiyaca binaen
sadaka vererek konuşan kimse niyetine göre sevap almıştır. Fakat konuşmak için
herhangi bir sebep olmadığından sadakayı terkeden kimse kusur etmiş sayılmaz.
Ancak konuşmak için bir sebep olmasına rağmen konuşmayan, dolayısıyla sadakayı
da terkeden müstehab'ı terketmiş sayılır. Diğer halifelerin bu son şıkka
girenlerden olmaları da asla tasavvur edilemez. Sonra mezkûr ayet inince bu üç
halifenin orada oldukları da bilinmiyor. Aksine orada olmamaları mümkün olduğu
gibi, o esnada konuşmayı gerektirecek bir meselenin olmaması da mümkündür.
Diğer üç halifenin müstehabb'ı terkettiklerini takdir edecek olursak,
müstehabb'ı yerine getirenin onu terkedenden daha üstün olduğunu gerektirir mi?
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu sabittir:
“Sizden oruçlu olan var mı?”
Ebubekir : “Ben oruçluyum ya Rasulullah” dedi.
“Aranızda cenaze teşyi eden var mı?”
Ebubekir : “Ben ettim” dedi.
“Aranızda sadaka veren var mı?”
Ebubekir : “Ben verdim” dedi.
(Bunun üzerine) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bu üç haslet kimde birleşirse o cennet ehlindendir, buyurdular.”
Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın:
“Ebu Bekr'in malı kadar hiçbir mal bana fayda vermemiştir”
dediği sahih hadisle sabittir.
Buharî ve Müslim'de de şöyle bir rivayet vardır:
“Sohbetiyle ve malım infak etmesiyle, insanlardan bana en çok
minneti olan Ebubekir'dir. Ümmetimden birini kendime dost edinseydim,
Ebubekir'i edinirdim. Lâkin İslâm'dan dolayı meydana gelen kardeşlik ve
muhabbet, (şahsî arkadaşlıktan) efdaldir. Mescitte Ebubekir' in
kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın.”[64] Ebu Davud'un
süneninde rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
Ebubekir'e (r.a.) şöyle diyor:
“Sana gelince Ey Ebubekir! Ümmetimden cennete ilk girecek olan
sensin.”[65]
Tirmizi ve Ebu Davud'un Sünenlerinde rivayet edildiğine göre Hz. Ömer
(radiyallâhü anh) şöyle buyuruyor:
“Bir gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sadaka vermemizi
emretti. Bu da bende mal bulunduğu bir güne denk geldi. Kendi kendime:
“Tasadduk hususunda Ebubekir'i geçersem, bugün geçebilirim, dedim. Ondan
sonra malımın yarısını getirdim. Rasulullah:
“Ailene ne kadar bıraktın?” buyurdu. Onun kadarını, dedim.
Sonra Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) malının tümünü getirdi. Rasulullah Ey Ebu
Bekir! Ailene ne bıraktın? Allah ve Rasulünü, cevabını verdi. Ben de:
Hiçbir zaman onunla yarışmayacağım dedim.”
Tirmizî'de merfu olarak rivayet edilen bir hadiste:
“Aralarında Ebubekir'in bulunduğu bu topluluğa kendisinden
başkasının imamlık etmesi yakışmaz” buyuruluyor.
Osman'ın (r.a.) bin deveyi tasadduk etmesi Necvâ sadakasından (Rasulullah
ile konuşmak istenildiğinde verilen sadaka) çok daha büyüktür. Üstelik cihad
için infak farzdır. Ama necvâ sadakası öyle değildir. O ancak konuşmak
istenildiği zaman verilir. Konuşmak istemeyen için şart değildir.
Buhari ve Müslim'de rivayet edilen bir hadîse göre Ebu Hureyre (r.a.),
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu naklediyor:
“İsrail oğulları zamanında, birisi öküz üzerine binmişti. Bu sırada
hayvan O'na yüzünü çevirip bakarak:
“Ben bunun için yaratılmadım. Ben tarla sürmek için yaratıldım” demiştir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ben hayvanın böyle söylediğine inandım. Ebubekir ve Ömer'de
inandı. ”
Bir kere de bir koyunu kurt kapmıştı. Çoban kurdu peşisıra takip etti ve
koyunu bıraktı. Bunun üzerine kurt çobana hitab ederek:
“Elbette yırtıcı hayvanların sürüye saldırdığı bir gün gelir. O fitne
gününde koyunun benden başka çobanı bulunmayacaktır. (Bakalım o gün) koyunu
benden kim kurtarır?” dedi.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ben, kurdun böyle söylediğine de inandım; Ebubekir'le Ömer de
inandı, buyurdu.”
Râvî Ebu Seleme, Ebu Hureyre'den:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kıssayı anlattıkları sırada Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) ile Ömer'in cemaat içinde bulunmadıklarını da
rivayet etmiştir. Buradan anlaşılan şudur:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Bekir ve Hz. Ömer
(radiyallâhü anh) hazır olmadıkları halde onların imanlarına şehadet etmiştir.
Bu da onların yüceliğini açıkça göstermektedir.
Yine Buhari ve Müslim'de rivayet edilgine göre, Ebu Hureyre (r.a.) şöyle
buyuruyor:
“Ensardan birine misafir geldi. Kendisine ve çocuklarına yetecek kadarki
yiyecekten başka bir şey yoktu. Hanımından çocukları yatırıp, lâmbayı
söndürdükten sonra mevcut yiyeceği misafire getirmesini istedi. O da bunu yaptı
ve haklarında:
“Kendilerinde ihtiyaç bile olsa, (onları) nefisleri üzerine
tercih ederler”[66] mealindeki âyet-i kerime indi.
İşte bu durum Necvâ sadakasından kat kat büyüktür.
Râfizî şöyle diyor:
Ondokuzuncu delil şu âyet-i kerimedir:
“Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor iki, biz Rahman'dan
başka ibadet olunacak ilahlar yapmış mıyız?”[67]
Ebu Nu'aym'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) İsrâ gecesinde peygamberlerle bir araya geldiğinde Allah (c.c):
Yâ Muhammed! Peygamberlere ne ile gönderildiklerini sor, buyurdu.
Peygamberler şöyle cevap verdiler:
Allah'dan başka ilah olmadığına, senin peygamberliğini ve Ali'nin
velayetini İkrar etmekle gönderildik. İşte bu durum açıkça Ali'nin imametine
delalet eder.”
Ey Râfizî!
Şüphesiz ki bu ve buna benzer bütün nakillerin yalandır. Yalan olmasa da
sıhhatine delil getirmediğin müddetçe bunlar hüccet olamaz. Sonra peygamberler
imanın esaslarına dahil olmayan şeyden nasıl sorulurlar? Bütün müslümanlar:
Bir insan Allah ve Resulüne iman ettikten sonra itaat edip vefat etse ve Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) ile Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) varlığından haberi bile olmasa onun imanına zarar vermiyeceği hususunda
ittifak etmişlerdir.
Hal böyle iken peygamberler nasıl bir sahabeye iman etmekle mükellef
tutulurlar. Üstelik Allah (celle celâlühü), hayatta oldukları takdirde Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)'i gönderirse O'na iman edip ve destek tutmaları
için peygamberlerden bağlılık sözünü almıştır.
Bu hususta Allah (celle celâlühü) şöyle buyurur:
“Hem Allah vaktiyle peygamberlerin mîsakını (bağlılık sözünü) şöyle
almıştı: Celâlim hakkı için size kitab ve hikmetten verdim. Sonra size,
beraberinizdekini tasdik eden bir peygamber geldiğinde mutlaka O'na iman
edeceksiniz ve her halde O'na yardımda bulunacaksınız...” [68] Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden yirminci delil şu âyettir:
“Onu size bir ibret yapalım ve onu belleyip saklayan kulaklar saklasın
diye...”[69]
Sa'lebî tefsirinde şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Ey Ali bu kulağın senin kulak olması için Allah (celle celâlühü)'a dua
ettim.”
Ebu Nuaym yoluyla bunun benzeri olanı da rivayet edilmiştir. Bu üstünlük
Ali'den başkasına ait olmadığı için imam O'dur.”
Ey Râfizî!
Bu hadis uydurmadır.
Yukarıdaki Âyet-i Kerime de bütün insanlığa hitab ediyor. Çünkü Nuh'u
(a.s.) ve O'na inananları gemide korumak en büyük mucizelerdendir. Evet Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) kulağı Ebubekir, Hz. Ömer
(radiyallâhü anh) ve diğer imamların kulakları gibi belleyici ve saklayıcı bir
kulaktır. Peki, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kulağı böyle değil
midir?
Hasan, Hüseyin, Ammar ve Ebu Zerr'in kulakları böyle değil midir?
Onların kulakları da bu özelliğe sahip olduğuna göre hususîlik ortadan
kalktı, demektir. Üstünlük de söz konusu olmaz. Senin bu iddiaların mensup olduğun
güruhun işleri gibi kaç defadır boş temeller üzerine kuruluyor?
Hâlen de böylesiniz. Sizin itirazlarınız ancak nefsî arzusuna uymuş
kimseler için geçerli olabilir. Bunun içindir ki:
Rafizî'nin ne aklî ne naklî ne doğru bir inancı ve ne de muzaffer bir
devleti vardır denilmiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmi birinci delil “Hel etâ = Ğaşiye” süresidir. Sa'lebî tefsirinde
şöyle diyor:
Hasan ve Hüseyin hastalanınca dedeleri (Rasulullah) ve bütün araplar
onları ziyaret ettiler. Ey Ali! Çocuklarına üç gün oruç nezret (adak adamak)
dediler. Anneleri ve Fidda (gümüş) ismindeki cariyeleri de adakta
bulunmuşlardı. Nihayet iyileştiler. Bu arada yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. Ali
üç avuç arpa borç aldı. Fâtıma onu öğüttükden sonra beş adet çörek yaptı. Ali
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber akşam namazını kılıp eve
dönünce Fatma'nın yaptığı bu çörekleri Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem) takdim etti. O esnada bir fakir gelerek yardım istedi. Onlar da
sofradaki yemeği o fakire verdiler ve bir gün bir gece sudan başka ağızlarına
bir şey almadılar. Ertesi gün Fâtıma bir avuç un daha pişirdi. Ali'de eve
gelmişti. O esnada tekrar bir fakir gelerek:
“Ey Muhammed'in ehl-i beytî! Muhacirîn'in çocuklarındanım. Babam Akabe'de
şehid düştü. Bana bir şeyler yediriniz. Allah size cennet sofralarından
yedirsin” dedi. Onlar da yiyeceklerini ona verdiler ve iki gün iki gece aç
kaldılar.
Üçüncü gün Fâtıma geri kalan undan da yemek pişirerek Ali gelince önüne
koydu. Yine bir esir gelerek:
“Ben Muhammed'in esirlerindenim. Beni yedirin ki Allah da, size cennet
sofralarından yedirsin,” dedi. Ali yemeğin esire verilmesini emretti. Onu da
verdiler ve üç gün üç gece sudan başka bir şey ağızlarına almadılar.
Dördüncü gün olunca hiçbir şeyleri kalmadı. Ali sağ eline Hasan'ı, sol
eline de Hüseyin'i alarak Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna
gitti. Hasan ve Hüseyin kuş yavruları gibi açlıktan titriyorlardı. Rasulullah
onlarla birlikte Fâtıma'nın evine gitti. Fâtıma, açlıktan karnı sırtına
yapışmış, gözleri çukurlaşmıştı. Hemen Cibril inerek:
“Ya Muhammed! Ehl-i Beytinden dolayı Allah (celle celâlühü)'ın seni
tebrik ettiği şu (Hel Etâ) sûresini al ve oku,” dedi. İşte bütün bunlar Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) üstün olduğuna delalet ediyor.
Binaenaleyh, İmam Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) olmalıdır.”
Ey Râfizî!
Naklettiğinin sıhhatine dair olan delilin nerede?
Bu da diğer uydurmaların gibi bir uydurmadır. Zaten şimdiye kadar muteber
bir kitaptan nakiller yaptığını görmedik.
Nesâî'nin Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) faziletine
dair yazdığı müstakil eserinde bazı zaif rivayetler olmasına rağmen senin şu
uydurmaların gibi bir haber bulmak mümkün değildir.
Ebu Nu'aym, İbn-i Ebî Hasme, Tirmizi v.b. eserlerde Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) özellikleri ile ilgili epey zaîf
rivayetler vardır. Fakat hiç birinde attığın iftiralara benzer bir şey
bulunmaz. Bütün bunlardan başka Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) Fâtıma (r.a.) ile Medine'de evlendiği açıkça bilinmektedir. (Hel Etâ=
Ğaşiye) sûresi ise müfessirlerin ittifakı ile Mekke'de nazil olmuştur. Böylece
naklettiğinin yalan olduğu ortaya çıkmış oldu. Ayrıca Buharî ve Müslim'de
rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ashabını
nezretmekten (bir şeyi adamaktan) menedip:
“Nezir (Adak) hiçbir şeyi (Şerri ve zararı) defetmez.
Ancak nezir sebebiyle cimriden mal çıkarılmış olur,”[70] buyururdu.
Allah (celle celâlühü) nezr'in kendisini değil onu yerine getirenleri
övmüştür. Zihârda olduğu gibi. Yani zihâr yapmamayı, fakat yapıldığı takdirde
keffaretinin verilmesini emretmiştir. Bu keffaretten dolayı da kişi övülmüştür.
Fâtıma'nın Fıdda (gümüş) isminde cariyesi de yoktu. Hatta Medine'de Fıdda
isminde bir cariyenin bulunduğu bilinmemektedir. Olsa olsa uydurma bir isimdir.
Buharî ve Müslim'de rivayet edilmiştir ki, Fâtıma (r.a.), Rasulullah'dan
(sallallahu aleyhi ve sellem) bir hizmetçi isteyince. Ona yatmadan önce yüz
defa tekbir ve tahmid getirmesini öğrettikten sonra:
“İşte bu sizin için bir hizmetçiden! daha hayırlıdır.”buyurdular.
Çocukları üç gün aç susuz bırakmak da ölüme sebebiyet vereceği için
şeriata aykırıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'da:
“Önce kendinden başla sonra başkalarına yardım et. ”
buyurmuşlardır.
Peygamber ailesi dilenciye bir tek ekmek vermekle de yetinebilirlerdi.
Babasının Akabe'de şehid düştüğünü söyleyen yetime gelince, bu insanı
teşhir eden yalanlardandır. Çünkü Akabe hâdisesi savaş değil bir biat idi.
Allah bu yalanı uyduranı rezil etsin. Üstelik Medine'de dilenen esir de yoktu.
Aksine müslümanlar esir ettikleri şahısların bütün ihtiyaçlarını
karşılıyorlardı. Esirlerin dilendiklerini iddia etmek müslümanlara iftira ve
hakaret etmektir. Ca'fer b. Ebi Talib (r.a.) başkalarına nazaran yetimleri daha
çok yedirirdi. Hatta bundan dolayı Rasulullah Ona:
“Ahlakta ve yaratılışta bana benziyorsun. ”[71] buyurmuştur. Ebu Hureyre de:
Rasulullah'tan sonra iyilik etmede Ca'fer'den daha üstün bir kimse
gelmemiştir, buyurmuştur. Bununla birlikte Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh)'den üstün değildir. Ondan sonra Ebu Bekir'in (r.a.), mallarını
infak ettiği mütevâtirdir. Belki de nafakası kadar bir şey bırakmamıştır. Onun
için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
“Ashabımı sebbetmeyiniz Nefsimi elinde tutan (Allah)a
yemin ederim ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan
birinin bir avuç veya yarısı kadar yaptığı infak'a (sevabına) yetişemez”[72]
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmiikinci delil şu âyet-i kerimedir:
“Doğruyu (Kur'an-ı) getiren ve Onu tasdik eden ise, işte bunlar
takva sahibi kimselerdir.”[73]
Ebu Nu'aym ve Mücâhid'in “Onu tasdik eden.” den murad Ali olduğunu,
söylemektedir. Bu da Ali'ye mahsus bir fazilettir. Dolayısıyla imam O'dur.”
Ey Râfizî!
Bu söz Mücâhid'in olduğu tesbit edilmiş olsa da hüccet değildir. Kaldı
ki, sabit olan bunun tam zıddıdır. O da şudur:
“Doğru olan Kur'an-ı Kerim'dir, Onu tasdik eden de Onunla amel
edenlerdir. Aslında Mücâhid'in söylediği ve müfessirlerin yanında meşhur olan,
Kur'an'ı tasdik edenin Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) olduğu istikametindedir.
İbn-i Cerir et- Taberi böyle nakletmektedir. Fakih bir âlim olan Ebubekir b.
Abdülaziz b. Ca'fer'e âyetin kimin hakkında nazil olduğu sorulması üzerine, “Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) hakkında nazil olmuş” dediği bize kadar intikal
etmiştir. Ancak soruyu soran kişi âyetin Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) hakkında nazil olduğunu ısrarla iddia etmesi üzerine, Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh), kendisinden âyetin sonrasını okumasını istemiştir.
O da Zümer Otuzbeşinci âyetine kadar okudu. Âyet şöyleydi:
“Çünkü Allah, onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile
örtüp bağışlayacak...”
Bunun üzerine Fakih Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) soruyu sorana şöyle
dedi:
Sence Ali ma'sum olup kötülüğü olmadığına göre, kendisinden bağışlanacak
şey nedir? Tabiî ki soruyu soran şaşırıp kaldı.
Doğrusu âyetin lâfzının umumi olmasıdır. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve bütün mü’minler bu lafzın şümulüne
girerler.
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmiüçüncü delil şu âyettir.
“O'dur ki, seni yardımıyla ve mü'minlere te'yid etti”[74] Ebu Nu'aym, Ebu Hureyre'nin
şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Arşın üstünde, Muhammed kulum ve elçimdir, Onu Ali ile te'yid ettim,
yazılıdır.”
İşte bu durum Ali'nin en büyük faziletlerindendir. Dolayısıyla imam
Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Naklettiğin nerededir? Ebu Nu'aym ve Onun ashab hakkında rivayet
ettiklerini mutlak olarak kabul edecek olursan, bu durum senin evini
yıkacaktır. Allah (celle celâlühü)'a yemini ederiz ki, senin bu naklettiğin Ebu
Hureyre'ye iftiradır. Ondan sonra Allah (c.c):
“...Ve kalblerinin arasını sevgi ile birleştirdi.” buyuruyor.
Bu nass-ı Kur'ânî de kalblerinin arası te'lif edilenlerin çoğul
olduklarını beyan ediyor. Mânâyı bir ferde irca' etmek âyeti tahrif ve tebdil
etmektir.
Açıkça bilinen şu ki; Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dinini
yalnız Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) veya yalnız Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) te'yid etmemiştir. Belki her ikisi de Ensar ve Muhacirlerle
beraber İslâm dinini te'yid etmişlerdir.
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmidördüncü delil şu âyettir:
“Ey Peygamber! Allah sana ve mü'minlerden senin izinde bulunanlara
yeter.”[75]
Ebu Nu'aym, yakardaki âyetin Ali hakkında nâzil olduğunu söylemektedir.
Bu âyette de Ali'ye mahsus bir üstünlük olduğuna göre imam kendisidir.”
Ey Râfizî!
Yaptığın nakil doğru değildir.
Âyetin mânâsı iddia ettiğin gibi:
“Allah ve mü'minler sana kâfîdir” şeklinde değildir. Böyle bir iddia
yanlıştır. Âyetin mânâsı şöyledir:
“Ey Peygamber! Allah sana ve sana ittiba eden mü'minlere kâfidir.”
Bazılarının zannettiği gibi, mü'minleri Allah lâfz-i celâline atfetmek
çirkin bir hata olup küfre kadar gider. Çünkü tek başına Allah (celle celâlühü)
bütün mahlûkata yardım etmek için kâfidir.
Âyet-i Kerime'de Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: Düşmanlarınız size karşı
ordu hazırladı, o halde onlardan korkun. Dedi de bu söz onların imanını
arttırdı ve üstelik: Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir, dediler.”[76]
Mü'minieri fail kabul edip Allah lâfz-i celâline atfetsek dahi, bu
özellik yalnız Ali'ye (r.a.) mahsus olmaz. Çünkü âyet nazil olduğu zaman
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) ittiba eden mü'minler oldukça çoktu.
Hiçbir akıl sahibi, kâfirlere karşı cihâd etmede Rasulullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem) yardımcı olarak yalnız Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) kâfi idi, Ali olmasaydı İslâm muzaffer olamazdı diyemez.
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile birlikte bir çok
müslüman, Mekke'de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber
olmalarına rağmen ancak hicretten sonra İslâm dini muzaffer olmuştur. Hem de Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) bütün askerleriyle beraber Şam'ı
Muaviye'den (r.a.) alamamıştı.
Ama bu râfizîler iki mutenâkızı bir araya getirmeye çalışarak, Ali'yi
(r.a.) kuvvet ve cesarette beşeriyetin en üstünü ve Rasulullah'ı (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ona muhtaç kılıyorlar. Dini ayakta tutanın Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) olduğunu iddia ederlerken, İslâm'ın yayılıp hâkim
olmasından sonra da O'nu takiyye ve acizlikle nitelendiriyorlar.
Ey Râfizîler!
İslâm'ın başlangıcında düşmanları çok, dostları az olmasına rağmen;
müşriklere cin ve insanlara galebe çalan kimse, Ona karşı isyan eden bir guruba
nasıl galebe çalamadı?
Bundan da anlaşıldı ki, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) tek
başına müşriklere galebe çalmamıştır. Sadece O Ashab gibi kahramanca cihad
etmiştir.
Allah (celle celâlühü), Onun hakkında uydurma haberleri
uyduranları kahretsin!
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmibeşinci delil şu âyettir:
“Allah Onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever;
Onlar da Allah'ı severler...”[77] Sa'lebî, bu âyet Ali hakkında
nazil olmuştur, diyor Ayet O'nun üstünlüğüne delâlet ettiği için imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Sa'lebî'ye iftira ediyorsun. Ancak adamın biri âyetten kasıd Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'dir, derken; Katâde ve Hasan Basrî “Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) ve arkadaşlarıdır.” demişlerdir.
Mücâhid ise: “Yemen ehlidir.” demiştir. Şüphesiz ki Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Allah ve Resulünü seven, Allah ve
Resulünün de kendisini sevdiği bir zattır. O'da Ebubekir, Hz. Ömer (radiyallâhü
anh) ve diğer ashab gibidir. Allah (celle celâlühü) bu zatlar hakkında:
“... Mü'minlere karşı yumuşak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve
başları yukardadır; Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın kınamasından
korkmazlar...”[78] buyuruyor.
Hiçbir
akıllı lafız cem' (çoğul) olmasına rağmen, âyet bir fert hakkında nazil
olmuştur, diyebilir mi?
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmialtıncı delil şu âyettir:
“Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler, işte bunlar, Rableri
katında, tıpkı çok sâdık olanlara, şehidler gibidirler.”[79]
Ahmed b. Hanbel, Müsnedinde, İbn-i Ebi Leylâ'dan, O'da babasından rivayet
ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Sâdıklar üç kişidir:
Yasin kavminin mü'mini Habib en-Neccar, Fravun kavminin mü'mini Hazkıl ve
Ali b. Ebi Talib'tir. O (Ali) hepsinden üstündür.”
Bu da Ali'nin üstün olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Hadisin sahih olduğunu ispatlamanı istiyoruz. Ahmed b. Hanbel'in rivayet
ettiği her hadis de sahih değildir. Zaten Ahmed böyle bir hadis rivayet etmemiştir.
Ne Müsned'inde ve ne de faziletlerle ilgili kitabında asla böyle birşey yoktur.
Ancak El-Katî'î, bu hadisi el-Kudeymî'den[80]
nakletmiştir. Uydurduğu hadislerle ma'ruf olduğu için rivayet ettiği hadis de
sakıt olur.
Ondan sonra Sahihayn'de Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'den
başkasının “Sîddîk” ismiyle tesmiye edildiği sabittir. Sahihayn'de rivayet
edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında Ebubekir,
Ömer ve Hz. Osman (radiyallâhü anh) olduğu halde Uhud dağına çıkınca dağ
titremeye başladı. Bunun üzerine Rasulullah:
“Ey Uhud! Yerinde dur. Üstünde bir peygamber, bir sıddîk ve iki
şehîd vardır.” buyurmuşlardır.
Sahih bir rivayete göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuşlardır;
“Kişi doğru olduğu ve doğruyu araştırdığı müddetçe Allah indinde
Sıddîk yazılır.”[81]'7
Allah (celle celâlühü) Meryem'e de Sıddîka = doğru kadın, ismini
vermiştir. Aynı şekilde Peygamberleri de bu sıfatla nitelendirmiştir. Onun için
Hadîd sûresinin ondokuzuncu âyetindeki ilahi haber umumî olup, Allah (celle
celâlühü)'a ve Peygamberlerine inanan herkesin sâdık olmasını gerektiriyor.
Eğer “Sıddîk” olan imameti nakletmiştir, deniliyorsa; bu isme müstahak
olan Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'dir. Zaten isim ve imametini de Ona ait
olduğu tesbit edilmiştir.
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmiyedinci delil şu âyettir:
“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra harcayan kimseler var
ya, işte onların, Rableri katında mükafaatları vardır.”[82]
Ebu Nu'aym, İbn-i Abbas'ın bu âyetin Ali hakkında nâzil olduğunu
söylediğini naklediyor. Şöyle ki:
“Ali'nin dört dirhemi vardı. Birini gece, birini gündüz, birini gizli,
birini de aşikâr infak etmiştir. Bu hususiyet ondan başka hiç kimsede olmadığı
için Ali imamdır.”
Ey Râfizî!
Naklettiğinin isbatı nerede?
Nasıl yalan olmasın ki?
Çünkü âyet malını infak eden herkes hakkındadır. Âyetin bir tek kişi
hakkında nazil olması mümkün değildir. Bunu ancak câhil olan iddia edebilir.
Kaldı ki, gizli ve aşikâr infak eden gece ve gündüz infak etmiş gibidir. Gece
ve gündüz infak eden gizli ve aşikâr infak etmiş gibidir. Binaenaleyh dört
dirhemin olması şart değildir. Bir dirhem iki dirheme muadil olabilir.
Farzedelim ki Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) bu şekilde
infak etmiştir. İnfak kapısı kıyamete kadar açık olduğu için, bu özellik yalnız
Ali'ye (r.a.) mahsustur, denilemez. Dört dirhemi infak etmek yalnız Ona mahsus
ise, neden Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) bu dört dirhemi infak
etmekle bütün ümmetin en üstünü olmuştur, demedin?
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmisekizinci delil şudur:
Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre şöyle diyor:
Kur'an'da “Ey iman edenler” diye hiçbir hitab yoktur ki, Ali bu hitabın
başında olmasın. Allah (celle celâlühü) Kur'an'da Muhammed'in ashabına ita'bta
bulunmasına rağmen, Ali'yi hep hayırla anmıştır. Bu da Onun üstün olduğuna
delâlet eder. Binaenaleyh imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Bu naklin de sahih olduğunu isbatlaman gerekirdi. Bunu Ahmed b. Hanbel'in
naklettiğini iddia ediyorsun. Bu olsa olsa el-Kâtiî'nin ziyadelerindendir.
İbn-i Abbas'dan mütevâtir olarak rivayet edilen Onun, Ebubekir ve Ömer'i
(r.a.) Ali'ye (r.a.) tafdil etmesidir. Hem de İbn-i Abbas bazı yerlerde Ali'ye
(r.a.) itabta ve muhalefette bulunmuştur. Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh), zındıkları yakınca İbn-i Abbas Ona şöyle demiştir:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah (celle celâlühü)'ın
azabıyla ta'zib etmekten nehyettiği için ben senin yerinde olsaydım onları
yalnız öldürecektim.”
Yukarıdaki haberi Buhari rivayet etmiştir. Ondan sonra Hz. Abbas'ın
yukarıda rivayet ettiğin sözünde Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
için bir medih yoktur. Allah (c.c):
“Ey iman edenler! Niçin yapmıyacağınız şeyi söylersiniz”[83] buyuruyor.
Eğer Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), her “Ey iman
edenler” hitabının başında ise, Allah Ona itab'ta da bulunmuştur. Bu da
yukarda naklettiğin hadisteki “Allah, Onu (Ali'yi (r.a.)) hep hayırla
zikretmiştir” şeklindeki ifadeye aykırıdır. Başka bir âyette Allah (celle
celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dostlar edinmeyin”[84]
Bu âyetin de Hâtîb b. Ebi Belte'a hakkında nazil olduğu sabittir. Buna
benzer daha birçok misaller vardır.
Demek istediğimiz “Ey iman edenler” lafzı bütün mü’minlere şâmil
umumi bir lafızdır. Üstelik öyle âyetler var ki bazı kimseler, Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'den önce Onlarla amel etmişlerdir. Yine
bazı âyetler vardır ki, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) Onlarla
amel etmemiştir.
“Allah, bütün ashab'a itabta bulunurken yalnız Ali'yi (r.a.) hayırla
zikretmiştir” şeklindeki sözün açık bir iftiradır.
Allah, hiçbir zaman Ebubekir'e (r.a.) itab etmemiştir. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) bir hutbesinde şöyle buyurdu:
“Ebubekir'in kıymetini biliniz. O hiçbir zaman beni üzmemiştir. ”
Ayrıca Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) önemli işlerde
istişare için Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına girmiyordu.
Halbuki Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Onun iki büyük veziri bulunuyorlardı.
Hem de Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) yaşça onlardan küçük idi.
Sahihaynde rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (radiyallâhü anh) vefat ettiğinde Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) şöyle demiştir:
“Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın seni iki arkadaşınla (Rasulullah ve
Ebubekir) haşretmesi için dua ediyorum. Ben, sıksık Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in:
“Ben, Ebubekir ve Ömer girdik” dediğini işitiyordum.”[85] Ancak Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem), özel hallerde Ali'yle (r.a.) istişare etmiştir. “İfk
hadisesinde” de Aişe (r.a.) meselesinde yine Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) ile istişare etmiştir. O zaman Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demişti:
“Allah, seni âciz bırakmış değildir. Ondan başka kadın çoktur. Cariye'ye
sorarsan sana doğrusunu söyleyecektir.”
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Usame b. Zeyd ile istişare
etti. Üsame:
“Aişe (r.a.) hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz.” dedi. Ondan
sonra Üsame'nin işaret ettiği gibi Aişe'nin (r.a.) beratına dâir âyet-i kerime
nazil oldu.
Râfizî şöyle diyor:
“Yirmidokuzuncu delil şu âyettir:
“Gerçekten Allah ve melekleri, peygambere salât getirirler. Ey iman
edenler! Siz de Ona salât getirin ve gönülden teslim olun.”[86]
Buhari'de rivayet edildiğine göre, Ka'b b. Ucre şöyle diyor:
Ashab tarafından:
Ya Rasulallah! (sallallahu aleyhi ve sellem) Sana selam vermeyi
biliyoruz. Fakat nasıl salât edeceğiz? diye soruldu. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şu mealdeki salâtı ta'lim buyurdu:
“Allah 'ım! Muhammed ile Muhammed'in Âline rahmetini dileriz...”
Şüphesiz ki Ali, Muhammed âlinin (akraba) en üstünüdür. Şu halde imamete
müstahak olan O'dur.”
Ey Râfizî!
Yukardaki nakil doğrudur. Yani Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in âlindendir. Ve salat'a mazhar
olanlardandır. Fakat bu durum yalnız Ona mahsus değildir. Bütün Hâşimoğulları
bu duaya dahildir. Abbas (r.a.) ve oğlu, Haris b. Abdülmuttalib, Osman'ın
(r.a.) zevceleri ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) iki kızı
Rukiyye ve Ümmugülsüm, Fatıma ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
bütün zevceleri, bütün bunlar Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem),
âlinden (akraba) sayılırlar.
Sahihayn'de:
“Allah'ım! Muhammed'e, zevcelerine ve züriyyetine rahmet eyle.” şeklindeki
dua da mevcuttur.
Akrabaya dua umumî olup yalnız Ali'ye (r.a.) mahsus bir şey değildir.
Akîl b. Ebi Talib ve Ebu Sufyan b. Haris de buna dahildir. Tabii ki, bu
zatların salat'a (duaya) dahil olmaları onların diğer ashabtan üstün
olduklarını gerektirmez. Hele imamete lâyık olduklarını hiç gerektirmez. Ammar,
Mikdad, Ebu Zerr v.s. Ehl-i Sünnet ve Şiilerin indinde üstün kabul edilmelerine
rağmen bu duanın kapsamına girmemektedirler.
Aişe (r.a.) ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer
zevceleri bu duanın kapsamına girerler, ama, kadına imamet caiz değildir. Ehl-i
Sünnet ve Şiilere göre de bütün insanlardan üstün değildir. Binaenaleyh
salat'ın (duanın) kapsamına girmesi Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) ve başkalarına mahsus bir özelliktir. Bu duanın şümulüne giren herkes
üstün kabul edilecek diye bir şey de yoktur.
Râfizî şöyle diyor:
“Yalnız Ali'nin imamete lâyık olduğuna dair delillerin otuzuncusu şu
âyet-i kerimedir:
“(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiş, birbirlerine
kavuşuyorlar. (Fakat) birbirlerine karışmağa engel (Allah
tarafından) bir perde var. O halde (ey cinler ve insanlar),
Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz? O (tuzlu) denizlerden inci
ile mercan çıkar.”[87]
Sa'lebî, Ebu Nu'aym'ın tankıyla İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini tefsirinde
rivayet ediyor:
“İki deniz, Ali ve Fâtıma'dır. Aralarındaki perde Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'dır. Denizlerden çıkan inci ve mercan Hasan ve Hüseyin'dir.”
Bu üstünlük ashabtan hiçkimseye nasib olmamıştır. Binaenaleyh imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Bu bir hezeyandır. Kur'an'ın tefsiri olamaz. İbn-i Abbas, asla böyle
birşey dememiştir. Olsa olsa mulhidlerin uydurmasıdır. Bazı sünnî câhiller de
sizin gibi bazı âyetleri yanlış tefsir ederek şöyle derler:
“es-Sâbirin” Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), “es-Sâdıkîn”
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), “el-Kânitîn”, Ömer, “el-Müstağfirîn
bil eshar” Ali, “Muhammed Allah'ın Rasûlüdür. Onunla beraber olanlar...”
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), “Kâfirlere karşı katı” Ömer, “Aralarında
merhametli” Osman, “Onları rüku' ve secde eder halde görürsün” Ali, “Vet-Tîni
ve'z-Zeytun” Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Ömer, “Tûr-i Sînîn” Osman,
“Ve Hâzel Beledil emîn” Ali, “And olsun asra ki, gerçekten insan
ziyandadır. Ancak iman edenler...” Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), “Ve
Salih amel işleyenler” Ömer, “Ve hakkı birbirine tavsiye edenler” Ali'dir.
Râfizîler ayrıca, “Biz her şeyi imamı Mübîn'de yazıp saymışızdır” âyetinden
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), “Lanetlenmiş ağaç” ayetinden
de Ümeyye oğulları'nın kastedildiğini iddia etmektedirler.
İbn-i Abbas'ın yukarıdaki iddiaları söylemediğini reddedilmeyecek bir
şekilde kabul ettiğimizi daha evvel de söylemiştik. Rahman sûresi de
müslümanların icmâı' ile Mekkî'dir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) ise Fâtıma ile Medine'de evlenmiştir. Sonra Ali ve Fâtıma'yı denizle,
Hasan ve Hüseyin'i inci ve mercanla isimlendirip, nikâha da “Salıvermek”
mânâsını vermek arap lügatinin hiçbir surette tahammül etmediği zoraki bir
açıklamadır.
Allah (celle celâlühü), bir başka yerde “İki denizi salıverdi” âyetini
şöyle zikrediyor:
“O Allah'dır ki, iki denizi salıverdi: Şu tatlı, susuzluğu giderir; bu
tuzlu ve acıdır. Aralarında kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı
önleyici bir perde koymuştur”[88]
Sence tuzlu ve acı hangisidir? Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) mi, Fâtıma (r.a.) mıdır?
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzbirinci delil şu ayettir:
“O kâfir olanlar sen Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber
değilsin, diyorlar. De ki: Benimle sizin aranızda, doğruluğuma şâhid Allah
yeter; bir de yanında kitap ilmi bulunan”[89]
İbnül Hanefiye “Yanında kitap ilmi bulunan” kişinin Ali olduğunu
söylemiştir. Sa'lebî, tefsirinde beyan ettiğine göre Abdullah b. Selam'a
yanında kitap ilmi bulunan kişinin kim olduğunu sorması üzerine, “O Ali'dir.”
cevabını almıştır.”
Ey Râfizî!
Yukarıdaki
nakillerin mezkûr şahıslardan nakledildiğine dair sıhhatli bir delilin var
mıdır? Onlar hüccet de olamazlar. Kaldı ki bu hususta âlimlere muhalefet
etmişlerdir. Âyetten murad Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
olsaydı, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kâfirlere karşı amcasının
oğlunu şahit yapıyordu, demektedir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh)'de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) risâletine şahitlik
etseydi, kâfirler bunu kabul etmezlerdi. Onun şahitliği kâfirlere karşı bir
hüccet teşkil edemezdi. Hatta kâfirler Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle diyeceklerdi:
“Amcan oğlu Ali'nin yanında ne varsa onu senden almıştır. Binaenaleyh Sen
kendin için şahitlik yapıyorsun. Ali sana yağcılık etmiş ve sana karşı
sevgisini izhar kılmış olabilir.”
Bu hususta Ali'nin töhmetten uzak kalabileceğini söyleyebilir misin?
Fakat Ehl-i kitab, peygamberlerinden mütevâtir olarak geldiği gibi
şahitlik etselerdi bunda fayda olacaktı. Peygamberler de mevcud olup
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) şahitlik etmelerinde hasıl olacak
fayda gibi. Çünkü, tevatürle peygamberlerden gelen bir şeyi söylemek onların
bizzat o şeyi söylemeleri gibidir. Bunun içindir ki biz, peygamberimizden
öğrendiğimizle diğer ümmetlere karşı şehâdette bulunuyoruz. Sonra Allah (celle
celâlühü) bazı yerlerde ehl-i kitabın şehâdette bulunduklarını beyan ediyor.
Bir âyette şöyle buyurur:
“(Yahudilere) de ki: Şunu iyice düşünüp bana haber verin. Eğer
bu Kur'ân Allah tarafından gönderilmiş de, siz onu inkar ettinizse ve
İsrailoğullarından bir şâhid Kur'an'ın (Tevhid esaslarında) benzerine
şahidlik edip iman getirdi de, siz kibirlendinizse, (artık zâlimler değil
misiniz?)”[90]
Farzedelim ki yukarıdaki âyette iddia ettiğin şâhid Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) olsun- Bununla ashabın en üstünü olmasını
mı gerektiriyor? Gerektirmediği gibi, ehl-i kitaptan Abdullah b. Sellâm, Ka'bul
Ahbar ve Selman-i Fârisî diğer ashabdan üstün değildirler.
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzikinci delil şu âyet-i kerimedir:
“O gün Allah, Peygamberini ve onunla beraber iman edenleri
utandırmıyacaktır.”[91]
İbn-i Abbas: Cennet elbiselerini ilk giyecek olanlar, dostluğuna karşılık
İbrahim (a.s.) “Ümmetimin en mümtazı olduğu için Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem) ve her ikisinin arasında koşarak cennete girecek olan Ali'dir, dedikten
sonra “O gün Allah, Peygamberini ve Onunla beraber iman edenleri
utandırmayacaktır.” mealindeki ayeti okudu.”
Ey Rafızi:
Bu sözleri uydurarak İbn-i Abbas'a nisbet edenleri Allah utandırsın! Biz
Onun böyle birşey söyleyeceğine kesinlikle inanmıyoruz.
Ondan sonra nass bütün mü'minler içidir. Bu nass'la bir ikisinin
üstünlüğü ispat edilemez.
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzüçüncü delil şu âyettir:
“Doğrusu iman edip de salih ameller işleyenler; işte bunlar da
yaratıkların en hayırlısı olanlardır.”[92]
Ebu Nu'aym'ın rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
Bu âyet inince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'ye:
“(Âyette geçenler) Onlar sen ve taraftarlarındır. Kıyamet gününde memnun
olarak geleceksiniz. Düşmanların ise üzgün ve hüccetsiz geleceklerdir.” Ali,
ümmetin en hayırlı olanı olduğuna göre. Onun imam olması vaciptir.”
Ey Râfizî!
Önce bunun sıhhatini talep ediyoruz. Sonra “İmam edip salih amel
işleyenler” Hâricîler'dir diyenlerin sözlerine zıttır. Onlar da aşırı
giderek:
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hilafetini kabul eden
kâfirdir, diyorlar. Delil olarak da:
“Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar
kâfirdirler”[93] mealindeki âyeti getirerek,
insanları Allah (celle celâlühü)'ın dininde hâkim kılan kâfir olmuştur, derler.
Tabiî ki her ikisinin iddiaları da bâtıldır.
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzdördüncü delil şu âyettir:
“Hem O Allah'dır ki, sudan bir insan yarattı da onu soy ve hısım diye
ikiye ayırdı.”[94]
Sa'lebî'nin tefsirinde beyan edildiğine göre İbn-i Sîrîn şöyle diyor:
“Bu ayet, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Fâtıma'yı Ali'ye
verdiği zaman indi.” Bu durum Ali'den başkasında olmadığına göre, üstün olan
O'dur ve O'nun imam olması gerekir.”
Ey Râfizî!
Bu haber de İbn-i Sîrin'e yapılan iftiralardandır. Sure Mekkîdir. Hem de
Fâtıma'nın evliliğinden çok daha önce inmiştir. Âyet de mutlaktır. Eğer Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) evlilik dolayısıyla Rasulullah'a
(sallallahu aleyhi ve sellem) olan akrabalığını içine alıyorsa, bu durum Hz.
Osman (radiyallâhü anh) için iki defa geçerlidir. Ebu'l As için de bir defa
geçerlidir.
Aynı zamanda Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebubekir ve
Ömer'e (r.a.) olan akrabalığına da şâmildir. Çünkü her ikisinin kızlarıyla
evlenmiştir. Binaenaleyh Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), her dört
halife ile akrabalık kurduğu sabit olduğuna göre hususiyet ortadan kalktı.
Râfiz şöyle diyor:
“Otuzbeşinci
delil şu âyettir:
“Ey mü'minler! Allah'dan korkun, imanda ve sözünde doğru olanlarla
beraber olun.”[95]
Bu âyetle Allah (celle celâlühü) sâdık kimselerin yanında olmamızı farz
kılmıştır. Sâdık ise ma'sum olan yalnız Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) olduğuna göre imam O'dur. İbn-i Abbas da bu ayetin Ali
hakkında nazil olduğunu söylemektedir.”
Ey Râfizî!
Sıddîk, sadakatta en ileri seviyede olan kimse demektir. Hz. Ebubekir
(radiyallâhü anh) ise birçok delillerle sıddîk'tir.
Binaenaleyh ayet önce Ebu Bekir'i (r.a.) şümulüne alır. Onunla beraber
olman gerekir. Eğer her dördü sıddîk ise, bu vasıf yalnız Ali'ye (r.a.) mahsus
olamaz.
Ayet de Ka'b (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Ka'b (r.a.), Tebuk savaşına
katılmayarak müslümanlardan geri kalmıştı. Doğru konuştuğu için tevbesinin
kabul edildiğini beyan eden mezkûr ayet indi. Bu hususta sahihaynde haber
vardır. Allah (c.c):
“Sâdıklarla (doğru olanlarla) beraber olun” buyurmuştur.
Yani “Sâdık'la beraber olun” dememiştir. Bunun mânâsı:
“sadıkların doğru konuştukları gibi, siz de doğru konuşunuz. Yalancılarla
beraber olmayınız”, demektir.
“Rüku' eden mü'minlerie rüku' edin” âyetinde olduğu gibi.
Beraberlikle de her mubah şeyde, onlarla beraber olmak kasdedilmiş
değildir. Yiyecek ve içecekler gibi
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzaltıncı delil şu âyettir:
“... Ve Rüku' eden mü'minlerle rüku' edin.”[96]
İbn-i Abbas, bu âyet Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ali
hakkında nazil oldu. Çünkü ilk namaz kılan ve rüku' edenler Onlardır.”
Ey Râfizî!
Bu sözün İbn-i Abbas'tan geldiğinin sahih olduğunu kabul etmiyoruz.
Ayet de Bakara sûresinde olup Medenîdir. İsrailoğullarına hitap ediyor.
Namaz kılan ve rüku edenler çoğaldıktan sonra inmiştir. Allah (celle celâlühü),
mezkûr ayetle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ali'yi kastetseydi
“Rüku' eden iki kişiyle olun” buyururdu. Hiçbir zaman cemi (çoğul) sigası ile
tesniye (iki) kasdedilemez.
Eğer ayetle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) kasdedilseydi Onların vefat etmeleriyle
hükmü de sona erecekti. Sonra müslümanların çoğu Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü
anh) Ali'den önce Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile namaz kıldığını
söylemektedirler.
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzyedinci delil şu âyettir: “Bir de bana ehlimden bir vezir ver.”[97]
Ebu Nu'aym'ın rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
Mekke'de iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) benim ve Ali'nin
elini tuttu. Sonra dört rekat namaz kıldı. Namazdan sonra elini semaya doğru
kaldırarak şöyle buyurdu:
“Allah'ım! Musa istedi de isteğini yerine getirdin. Ben de ehlimden ve
kardeşim gibi olan Ali b. Ebi Talib'i bana vezir yapmanı istiyorum. Onunla
arkamı kuvvetlendir. Elçilik işimde Onu bana ortak et”
İbn-i Abbas diyor ki: Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu
duasından sonra birisinin: Ey Ahmed! Dilediğin sana verildi, dediğini işittim.”
Ey Rafızî!
Hadis âlimleri bu haberin kesinlikle uydurma olduğunu bilirler.
İbn-i Abbas da hicretten evvel Mekke'de iken henüz süt çocuğuydu.
Hicretten sonra da Allah (celle celâlühü), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) arkasını kuvvetlendirmişti.
Siz, Harun'un Musa'nın (a.s.) tebliğ vazifesinde ortak olduğu gibi Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) tebliğ işine ortak olduğunu iddia ediyorsanız, böyle bir
iddia Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) peygamberliğine nass'ın
bulunduğunu ileri sürmek olur. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) başka işlerde ortak olduğunu
iddia ediyorsanız, bu da Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada
Ümmetine yönelik işlerde müstakil olmadığını kabul etmektir. Her iki halde de
iddianız bâtıldır.
Sonra ey ahmak! Harun'un Musa'ya (a.s.) tebliğde ortak olması nass ile
sabittir. Mezkûr âyet de onunla ilgilidir. Sen, mezkûr ayetle hangi ortaklardan
bahsediyorsun?
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzsekizinci delil şu âyettir:
“Biz, o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi
kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar.”[98]
Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde rivayet edildiğine göre Zeyd b. Ebî Evfâ
şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), mescidinde iken yanına gittim -
râvî muhacir ve ensar kardeşliğini zikrettikten sonra- Ali şöyle dedi:
Ashabının arasında kardeşlik akdederek beni terkettiğinde canım çıkmış,
kuvvetim kesilmişti. Eğer bu bana karşı olan hoşnutsuzluğundan ise hak senindir
Ya Rasulullah! Bunun üzerine:
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
(*) “Beni hak ile gönderen Allah (celle celâlühü)'a yemin ederim
ki, Ben seni kendime seçtim. Senin bana olan yakınlığın, Harun'un Musa'ya olan
yakınlığı gibidir. Ancak benden sonra peygamber yoktur. Sen benim kardeşim ve
vârisimsin. Sen, kızımla birlikte cennetteki köşkümde benimle beraber
olacaksın.”
Ondan sonra da:
“Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar.” mealindeki
âyeti okudu. Ali, Rasulullah'la kardeş olma özelliğine sahip olunca, imam olma
hakkına da O sahiptir.”
Ey Râfizî!
Yakardaki haberi Ahmed b. Hanbel rivayet etmemiştir. Olsa olsa el-
Katiî'nin çoğu değersiz olan ziyadelerindendir. Kâtii, şöyle dedi:
Abdullah b. Muhammed b. Abdülazîz el-Beğavî, Hüşeyin b. Muhammed
ed-Dâri'den, O'da Abdülmü'min b. İbâd'dan, o'da Yezîd b. Ma'n'dan, O'da Abullah
b. Şurahbîrden rivayet ettiğine göre Zeyd b. Ebi Evfâ şöyle diyor:
Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Yâ Rasulullah! Senden bana
kalacak miras nedir? diye sorması üzerine Rasulullah:
“Benden önceki peygamberlerin miras olarak bıraktıklarını, yani
Allah 'ın kitabı ve peygamberlerinin sünnetini” buyurdular.
Hadis diye rivayet ettiğin yukarıdaki haber (*) hadisleri
tanıyanların ittifakına göre yalandır.
Aslında muahatla[99] ilgili bütün hadisler
yalandır.
Rasulullah, (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir zaman iki muhaciri
kardeş olarak ilan etmemiştir. Ancak muhacir ve ensar orasında kardeşlik
akdettiği açıkça bilinmektedir. “Ve vârisimsin” şeklindeki söz de doğru olamaz.
Eğer bu kelime ile mal için mirasçı olduğu kasdediliyorsa “Rasulullahın mal
mirasçısı Fâtıma'dır” şeklindeki râfizîlerin kendi iddiaları ile bu hususun
bâtıl olduğu ortaya çıkmış oldu.
Ondan sonra Amca (Abbas (r.a.)) varken amca çocuğu nasıl mirasçı
olabilir? Farz-ı muhal amca çocuğun mirasçı olduğunu kabul ettik. Peki Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) diğer amca çocuklarından ayıran
veya üstün tutan özellik nedir? Eğer “vârisimsin” kelimesi ile Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) ilmini aldığı ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi
ve sellem) O’nu efendi ilan ettiği kasdediliyorsa bu iddia da:
“Süleyman (babası) Davud'a vâris oldu (Onun nübüvvet ve
ilmi kendisine geçti)”[100] ve:
“Ki bana da mirasçı olsun, Ya'kub ailesine de mirasçı olsun..”[101] meâllerindeki
ayetlerle hükümsüzdür.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bıraktığı ilim yalnız Ali'ye
(r.a.) mahsus değildir. Aksine ashabı kiramdan herbirisi, bu ilimden nasibini
almıştır. Yalnız İbn-i Mes'ud (r.a.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) ağzından yetmiş sûre alarak ezberlemiştir.
Sonra ilim mirasçılığı mal mirasçılığı gibi değildir. İki kişi ilmi
birlikte almalarına rağmen, onlar birbirlerine zorluk göstermezler. Ama mal
mirasçılığı böyle değildir.
Ayrıca Sahîhaynda rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) azadlı kölesi Zeyd'e :
“Sen bizim kardeşimiz ve efendimizsin” buyurmuşlardır.[102] Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), Ebubekir'i (r.a.)n kızını (Aişe (r.a.) validemizi) isterken, Hz.
Ebubekir (radiyallâhü anh) O'na:
“Ben senin kardeşin değil miyim?” demesi üzerine, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem):
“Evet, fakat kızın bana helaldir” buyurmuşlardır.
Buhârî'de rivayet edilen bir başka hadiste de:
“Lâkin İslâm üzerine kurulan kardeşlik daha efdaldir!”
buyurmuşlardır.
Buharî'nin bir başka hadîsinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyururlar:
“Kardeşlerimi görmeyi arzu ediyorum”
Ashab Ya Rasulullah! Biz senin kardeşleriniz değil miyiz? diye sormaları
üzerine, Rasulullah:
“Hayır, siz benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise, benden sonra
gelecek ve beni görmeden bana iman edecek olanlardır.” cevabını
verdiler.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyururlar:
“Mü'minler ancak kardeştirler.”[103]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyururlar:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir”[104]
“Allah'ın kardeşçe yaşayan kulları olunuz”.
Mutlak kardeşlik, her yönden benzerliği ve münasebeti de gerektirmez. Üstelik
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Şayet yeryüzü halkından bir dost edinseydim, Ebubekir'i dost
edinirdim”[105] buyurmuşlardır. Yine sahih
bir hadiste sabit olmuştur ki, Rasulullah'a:
Erkekler arasında insanlardan en çok sevdiğin kimdir? diye sorulması
üzerine:
“Ebubekir'dir”, cevabını vermişlerdir[106]
Mütevâtir olarak nakledilen ve Buhari'de bulunan bir haberde Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh):
“Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh) sonra Ömer dir.” buyurmuşlardır.
Câhil veya nefsî arzusuna uyandan başka hiç kimse bu naslardan şüphe
etmez.
Beyhakî'nin rivayet ettiğine göre imam-ı Şafiî şöyle diyor:
“Ashab ve Tabiînden hiç kimse Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) ve Ömer'i
(r.a.) hilafete takdim etme hususunda ihtilaf etmemiştir.”
-
Ebu Hanife, Mâlik, Sevrî,
Evzâî, İshak, Davud, İbn-i Hazm, Selef ve halef âlimleri de aynı şeyi
söylüyorlar.
-
Mâlik, bu hususta icmâ
vardır, diyor.
-
İbn-i Cerir, Müslim b.
Hâlid ez-Zencî, İbn-i Uyeyne, ve Mekke âlimleri bu görüştedirler.
-
Basra âlimlerinden İbn-i
Ebî Urûbe İki Hammad,
-
Şiilerin merkezi olan Küfe
âlfimlerinden İbn-i Ebi Leylâ, Şüreyk ve bir gurup âlim;
-
Mısır âlimlerinden Ömer b.
Haris, Leys b. Sa'd;
-
Şam âlimlerinden Evzâî,
Said b. Abdülaziz ve adedlerini Allah'dan başka kimsenin bilmediği daha birçok
âlimler de Ashab ve Tâbiîn'in, Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) imamete tafdil ve
takdim etme hususunda icma' ettiklerini söylemişlerdir.
Râfizî şöyle diyor:
“Otuzdokuzuncu delil şu âyet-i kerimedir:
“Hatırla ki, Rabbin, Âdem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini
çıkardı da onları nefislerine karşı şâhid tutarak, Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?” diye buyurduğu vakit onlar da: “Evet, Rabbimizsin, şâhid olduk,
demişlerdi...”[107]
El-Firdevs kitabında beyan edildiğine göre Huzeyfe şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanlar, Ali'nin ne zaman “Emirülmü'minin” diye isimlendirildiğini
bilselerdi Onun faziletini inkar etmezlerdi. Henüz Adem Ruh'dan cesede
dönüşmeden önce Emirülmü'minin diye isimlendirilmişti. Allah (c.c):
“Hatırla ki, Rabbin, Adem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkardı
da onları nefislerine karşı şâhid tutarak:
Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet Rabbimizsin, şâhid olduk
demişlerdi...”
Melekler de:
Evet dediler. O zaman Allah (celle celâlühü) şöyle buyurdu:
“Ben sizin Rabbinizim, Muhammed peygamberinizdir, Ali de Emîrinizdir!”
İşte bütün bunlar Ali'nin imametine delâlet ederler.”
Ey Râfizî!
Yukarda hadis diye rivayet ettiğin, hadis âlimlerinin ittifakı ile
yalandır.
Kur'an-ı Kerim'deki:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da evet Rabbimizsin, dediler” âyeti
de Tevhid sözleşmesidir.
Bu âyette Peygamber veya Emirden bahsedilmemiştir. Sonra sözleşme bütün
ümmete karşı yapılmıştır. Dediğin gibi olursa Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh), Nuh (a.s.) dan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kadar gelip
geçmiş bütün peygamberlere Emîr olması gerekir. Bu mümkün müdür? Böyle bir şey
iddia etmek deliliktir. Bu peygamberler daha Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) yaratılmadan önce vefat etmişlerdi. Nasıl onlara Emîr
olabiiir?
Ama ne gariptir ki, bu eşek râfizî yahudilerin akıllılarından daha
eşektir ki, Allah (celle celâlühü), O yahudiler hakkında şöyle buyuruyor:
“Kendilerine Tevrat'la amel teklif edildikten sonra, onunla amel
etmiyenlerin hali, cildlerle kitap taşıyan eşeğin haline benzer...”[108]
Avam tabakası: “Râfizî yahudilerin eşeğidir.” sözlerinde mazur
görülmelidirler. Akıllı olan kimse şer'an ve aklen onlardan daha berbat
olduğunu bilir.
Râfizînin yukardaki iddiaları İbn-i Arabi et-Tâî'nin:
“Peygamberler, velilerin sonuncusu ve onların lambası olan zâttan
ilimlerini alırlar” şeklindeki sözüne benzer. Bu gibi kimseler velilikte aşırı
gitmeleri, râfizîlerin imamette aşırı gitmelerine benzer. Daha sonra râfizî
yukardaki delillerinin bu konuda açık olduklarını iddia ediyor. Bu kuru iddia
bir kimsenin yanında hüccet olarak kabul edilmesi mümkün müdür?
Allah (c.c), her ikimizin dediklerini çok iyi bilir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delâlet eden kırkıncı delil -ve râfizînin âyetten
getirdiği son delil- şu âyet-i kerimedir:
“Yok eğer Peygamberin aleyhinde birbirinizle yardımlaşırsanız, bilmiş
olunuz ki, Allah O'nun yardımcısıdır, Cibril de, mü'minlerin sâlih olanı da...”[109]
Bütün müfessirler “Sâlihul Mü'minin = Mü'minlerin sâlih olanı” olan zatın
Ali olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Ebu Nu'aym, Umeys kızı Esmâ'nın:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
“Allah, Onun yardımcısıdır, Cibrîl de, mü'minlerin salih olanı da..” ayetini
okuyarak mü'minlerin sâlih olanının, Ali olduğunu, söylediğini işittim.”
dediğini nakletmiştir.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yi bu şekilde tahsis
etmesi, Onun üstünlüğüne delâlet eder. Dolayısıyla imam Ali'dir. Bu mânâda daha
birçok âyetler vardır.”
Ey
Râfizî!
İddia ettiğin icma' iftiradır. Aksine tefsir kitapları senin iddianı
bozmaktadırlar. Mücahid ve bazı müfessirler:
“Sâlihül Mü'minin” inden kasıt Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü anh)
olduğunu söylemiştir. Mücâhid'in bu sözünü İbn-i Cüreyc ve daha başkaları
nakletmişlerdir. Bazıları, peygamberlerdir demişlerdir. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in, Ali'yi (r.a.) tahsis etmesi sabit olmadığı gibi,
zikredilen hadis de kesinlikle yalandır.
Aslında “Salihü'l-Mü'minin” lafzı umumî bir lafız olup, mü'minlerden
sâlih olan herkesi kapsar. Sahihayn'de bulunan aşağıdaki hadis de buna delalet
eder. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Filan adamın yakınları benim dostlarım değildir. Benim dostum ancak
Allah ve Sâlihü'l-Mü'minin'dir”[110]
Ondan sonra Allah (c.c); âyette mü'minlerden sâlih olanı Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) dostu yapmıştır. Kendisinin Allah (celle
celâlühü) Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mevlâsı olduğunu haber
verdiği gibi.
Fakat, mü'minlerden sâlih olanının Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) mevlâsı olması, Onun üstünde âmir olduğu mânâsına gelmez. Aksine Onu
seven mânâsına gelir. Bilinen bir gerçektir ki, bütün iyi mü'minler kesinlikle
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dostudurlar. Ona dost olmayan iyi
mü'minlerden değildir. Kaldı ki, sâlih olmasa da mü'minler Rasulullahı
severler.
“Bu mânâda âyetler çoktur” sözüne gelince, aslında bu âyetin mânâsı
terkedilenin, zikredilenin cinsinden olduğudur. (Y ani âyetten kasıt yalnız Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) değil, sâlih olan bütün ashab ve
mü'minlerdir.) Senin iddiaların ise tamamen yalandır. Çünkü yalanın kapısı
kapanmaz. Ama Allah (celle celâlühü) Hakkı bâtıla galip getirecek ve bâtılı
eritip yok edecektir. Bu iddialarınızdan dolayı size yazıklar olsun!
Karun b. Zekeriyya el-Muttariz'in hikayesi ise meşhurdur. Karun diyor ki:
Abbad b. Ya'kub el-Esdî er-Râvecnî er-Râfizî'nin yanına girdim. Abbad'ın
bidatlari olmasına rağmen hadiste doğru idi.[111]
Ravecnî:
“Denizi kim kazdı?” dedi. Ben de:
“Allah”, dedim.
“Doğru söyledin, fakat onu kim kazdı? Siz söyleyiniz” dedim.
“Ali onu kazdı, fakat Onu kim akıttı?”
“Bunun cevabını da siz veriniz” dedim.
“Hüseyin onu akıttı” dedi.
Abbad er-Râvecnî kör idi. Ben de orada bir kılıç görmüştüm. Bunun kime
ait olduğunu sordum. Râvecnî:
“Mehdi ile beraber savaşmak için onu hazırladım” dedi.
Ondan öğrenmek istediklerimi öğrendikten sonra dışarıya çıktım ve tekrar
yanına geldiğimde, bana:
“Denizi kim kazdı?” dedi.
“Muaviye kazdı ve Amr b. As onu akıttı” dedim. Sonra dışarıya koştum ve:
Allah düşmanı olan şu fâsıkı gelin öldürün, diye bağırmaya başladım.
Zehebî, bu hikayenin doğru olup İbn-i Muzaffer, Kasımdan rivayet
etmiştir, diyor. Muhammed b. Cerir: Abbad b. Ya'kub'un; Her namazında
Muhammedin soyunun düşmanlarından kaçınmayan kimsenin onlarla beraber
haşrolunacağını, söylediğini işittim, diyor.
[4] (Bakara: 2/43),
[5] (Al-i İmran: 3/43)
[6] (Maide: 5/51)
[11] (Maide: 5/67)
[12] (Enfal: 8/32)
[14] (Meâric: 70/71)
[15] (Enfal: 8/32)
[16] (Maide: 5/3)
[21] (Ahzap: 33/33)
[22] (Tirmizi Menakıb: 60, Ahmed: 1/331)
[23] (Ahzab: 33/33)
[24] (Mâide: 5/6),
[25] (Bakara: 2/185)
[26] (Nisa: 4/26)
[27] (Tirmizi Menakıb: 60, Ahmed: 1/331)
[30]
(Tevbe: 9/103)
[31](Yani mü'minlerin arınmalarını
temin eder, yoksa zekat kirdir, alınmamalı diye bir mana çıkmaz. Müt.)
[36] (Furkan: 25/57).
[37] (Tur: 2/40),
[38] (Furkan: 25/72)
[39] (Furkan: 25/57)
[40] (Müslim Fedail: 36-37)
[41] (Ebu Davud, Sünnet: 14, Tirmizi, Rada: 11)
[42] (Müslim Fedail: 33 Ahmed: 2/384)
[43] (Buhari Menakıb: 45, Müslim Fedail: 2)
[44] (Bakara: 2/207)
[46] (Tevbe: 9/40)
[47] (Al-i İmran: 3/61)
[51] (Bakara: 2/124)
[52] (Meryem: 19/96)
[57] (Muhammed: 47/30)
[58] (Vâkıa: 56/10-11-12)
[64] (Buhari Salat: 80, Müslim Fedail: 2-7,
Tirmizi, Menakıb: 14)
[65] (Ebu Davud Sünnet: 9)
[66] (Haşr: 59/9)
[67] (Zuhruf: 43/45)
[68] (Ali İmran: 3/81)
[69] (Hakka: 69/12)
[70] (Buhari Kader: 6,Eyman: 26, Müslim İman: 7,
Ebu Davud Eyman: 26, Tirmizi Nüzur: 10, Nesai Eyman: 25)
[71] (Buhari Fedail: 5, Müslim Fedail: 221)
[72] (Buhari Fedail: 5, Müslim Fedail: 221)
[73] (Zümer: 39/33)
[74] (Enfal: 8/62)
[75] (Enfal: 8/64)
[76] (Al-i İmran: 3/173)
[79] (Hadid :57/19)
[80] (El-Kudeymî, Muhammed b. Yunus b. Musa
el-Kudeymî el-Kuraşî es-Semî'dir. (185-286) Zehebi, İbn-i Hibbandan naklederek
Kudeymî'nin binden fazla hadîs uydurduuğnu söylemektedir. )
[81] (Buhari Edeb: 69, Müslim Birr: 10-103, Ebu Davud Edeb: 88)
[82] (Bakara: 2/274)
[84] (Mümtehine: 60/1)
[85] (Buhari Fedail: 6, Müslim Fedail: 14, İbn Mace
Mukaddime: 11, Ahmed: 1/112)
[86] (Ahzab: 33/56)
[90] (Ahkaf: 46/10)
[91] (Tahrim: 66/8)
[95] (Tevbe: 9/119)
[96] (Bakara: 2/43)
[99] (Rasulullah ile Ali'nin (r.a.) karşılıklı kardeşlikleri)
[100] (Neml: 27/16)
[101] (Meryem: 19/6)
[102] (Buhari Sulh: 6, Fedail: 17, Ahmed: 1/108)
[103] (Hucurât: 49/10)
[104] (Buhari Mezalim: 3 İkrah: 7, Müslim Birr: 58) ,
[105] (Buhari Salat: 80, Menakıb: 45, Fedail: 35,
Feraiz: 9,Müslim Mesacid: 38, Fedail: 2-7, Tirmizi, Menakıb: 14)
[106] (Müslim Fedail: 33, Ahmed: 2/384)
[107] (A'raf: 7/172)
[110] (Buhari Edeb: 43)
[111] (Ehl-i sünnetin insaflı oldukları, muhaliflerinin faziletlerini
itiraf etmekle sabittir. Râvecnî, Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve
sellem) sevenlere buğz edip, bâtıl itikadlara sahip olmasına rağmen ehl-i
Sünnet âlimleri onun hakkını vermişlerdir. )