Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

DÜSTÛRÜ'L-CUMHÛR 5

 


ALTINCI BÖLÜM

Bu bölüm Ârifler Sultanı Bâyezid-i Bistâmî’nin ölümünden sonra
onun yakınlarından hangilerinin vekil olup onun postuna oturdukları
beyanındadır.

HALİFELERİ


“Şüphesiz Allah İsmail oğullarından Kinâne’yi, Kinâne’den Kureyş’i, Kureyş’ten de Bent Hâşim’i seçti. Benî Hâşim’den de beni seçti. ”  

Bu mübarek sabah, Abdülmuttalib soyunun göğünden başkaldı- rınca şöyle seslendiler: “Bir nur göründü, zorluk ortadan kalktı ve Mu- hammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] huzurla bilindi.” Ondan sonra Hz. Peygamber, bir kimsenin kendisiyle aynı künyeye sahip olmasını, şu hadislerin hükmünce eda edilmesi gereken saygıyı terketmek olduğundan uygun bulmadı.

Câbir [radıyallahu anh] rivayet ediyor: Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi ve- sellem] buyurdu:

 “Benim ismimi isim olarak kullanınız. Fakat künyemle künyelenme- yiniz. Kasım (taksim edici) ancak benim; aranızda taksim ediyorum.” 

Ebû Hüreyre [radıyallahu anh] şöyle rivayet ediyor:

 “(Resûlullah) bir kişinin kendi ismiyle künyesini bir araya getirerek, ‘Muhammed Ebü’l-Kasım’ şeklinde adlandırılmasını yasakladı.”  Zira bu, sünnette mekruhtur.

Seçkin Nesebi

Yüce Allah kendi lutfuyla Bistâm halkından Mûbed’i, Mûbed’in oğullarından Sürûşân’ı, Sürûşân’ın oğullarından İsa’yı, İsa’nın oğullarından Ebû Yezîd Tayfûr’u seçince, onu velayet tacı ve keramet örtüsüyle taçlandırıp mükerrem kıldı. Onun bereketiyle celâl ve cemal güneşi ikbal ve fazilet burcundan Bistâm’a ve Bistâmhlar’a, hatta yol sâlikleri ve Allah’ın kulları hizmetkârlarının tamamı üzerine doğdu.

O sırada Bistâm halkı, onun zamanında ve ondan sonra, onun adı ve lakabıyla kutlu kılınıp bereketlenmek istiyorlardı. Ancak bir noktada saygı perdesini yırtıp hizmeti terketmek suretiyle gafletteydiler. Oğullarına Ebû Yezîd Tayfûr adını veriyorlardı. Ancak her ad sahibinden aynı özellik gelmez.

Sazlıkta kamışın sadece bir adı vardır lâkin

Birinden şeker birinden hasır elde edersin

Azizlerden bazıları dediler ki: “Bu âlemde yüz bin Abdürrezzâk, Ab- durrahman, Abdürrahim ve Abdülvehhâb görürsün, ama tek Abdullah göremezsin.” Burada maksat, “Abdullah’ı ad olarak göremezsin” değildir. Abdullah adı çoktur ancak gerçekte O’nun kulu, nasip peşinde koşmaktan temiz olan kimsedir. Rızka tapan kimse rızkın kuludur, O’nun kulu değildir. Bu bid‘at dolu şirkle, her ne zaman bu kutlu ismi kullansalar, duyan için bir elbise ve kusurlu bir yakınlık meydana gelir. Gizlenme ve örtünme otağındaki amaç perdelenmiş olur. Öncekiler, o bir arada kullanımı en büyük veya en küçüğe bağlayarak eklediler ve sıkıntıyı o bağ sayesinde çözdüler. Ancak sonradan gelenler, eklemeyi yerine koymayla değiştirdiler. İlkönce, Hz. Peygamber’in [sallallahualeyhivesellem]teşrifiyle -ki daha önce geçmişti-, ârifler sultanı, iradeli ve temiz dostların bahçesi, aşk ve dostluk şarabıyla kendinden geçmişlerin gül bahçesi olduğu için dili ve damağı süslemek için Ârifler Sultanı Ebû Yezîd Tayfûr demeyi ve seçmektense ekleme yapmayı uygun buldular. Böylece daha ilk adımda amaç belli olmuş ve anlatılmak istenen ortaya konmuştur.

Bistâm’ın Tayfûr’u

Buna Dayanarak, İbarelerin Parıltıları ve İşaretlerin

Güzellikleri

Şöyle nakledilir: Bistâm’da kendilerine itibar edilen Ebû Yezîd Tayfûr üç tanedir: Biri, işin temeli, sırlar ve nurlar madeni, Ârifler Sultanı Ebû Yezîd Tayfûr b. İsa b. Sürûşân b. Mûbed el-Bistâmî [kuddise sırruhû] idi.

Biri, Kadı Ebû Yezîd Tayfûr b. Ebû Musa b. Âdem b. Sultânü’l-â- rifîn Ebû Yezîd Tayfûr b. İsa [kuddise sırruhû] idi.

Biri, Ebû Yezîd Tayfûr b. Ali b. İsa b. Âmir b. Zâhid el-Bistâmî idi. İkinci olarak geçen Kadı Ebû Yezîd, büyük şeyhlerden olması ve yüce Allah’ın sırlarının hakikati ve tarikatı hakkında bir hayli söz sahibi olduğu için bir süre Bistâm kadılığı yaptı.

Ve o üç kişi içerisinde,

 “Hâkimler üç kısımdır: İkisi cehennemde, biri cennettedir” 4 hadisinde belirtilen birlerden idi. Zamanında iyi ad bıraktı ve nesli devam etmedi.

Bistâm’ın Âmir kabilesinden olan Ebû Yezîd-i Zâhid, hadis âlimi bir zattı. Kendisinden çok hadis rivayet ettiler. Şu hadis onlardan biridir: Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. ”     

Onun da nesli devam etmedi. Zira evlenmemiş ve câriye almaya rağbet etmemişti. 261 (877) senesinde vefat etti. Bazılarının, “Ebû Yezîd hiç evlenmedi” dedikleri Ebû Yezîd bu Ebû Yezîd’dir.

Ebû Musa

Rivayet edilir ki Bistâm’da Ebû Musa da üç kişiydi:

Birincisi Ebû Musa Dübeylî ki onun zikri ikinci babda geçmişti.

Diğeri, Ebû Musa b. Âdem b. Sultanü’l-ârifîn Ebû Yezîd Tayfûr’dur [kuddise sırruhû].

Bu Ebû Musa, Ebû Musa Bûyezîdân olarak bilinir. Bu zat nasıl onun babası olsun? Sultanü’l-ârifîn Ebû Yezîd’in sulbî oğlu, daha babası hayattayken beka yurduna göç etti.

Bir diğeri, Ebû Musa b. Âdem b. İsa b. Sürûşân b. Mûbed el- Bistâmî’dİr. Bu Ebû Musa büyük şeyh suItanü’l-ârifînin erkek kardeşinin oğluydu. Ebû Musa Hadim olarak bilinir. Bu her iki Ebû Musa daha önce ikinci babda geçmişti.

Ebû Mûsâ Hâdim’in şöyle dediği nakledilir: “Benim kendi ömrümde, halkla düzgün bir biçimde yürütmem gereken üç amelim vardı. O üç amelin her birini bu dünyada iyi bir şekilde yerine getirdim.

Biri şudur ki çocuklarımdan biri çevredekilerin bahçesinden dökülen bir miktar cevizi toplamıştı. Durumdan haberim olunca o cevizleri çöle savurdum, aynı anda da pişman oldum. Kendi kendime, ‘Bu başkasının malıydı ve sahibine zarar vermiş oldum’ dedim. Derhal o cevizlerin sahibinin evine giderek helâllik diledim.

Bir gün de üzüm asmalarının etrafında dolaşıyordum. Ağacın birinden bir iğde tanesi düşmüştü, aldım ve ağzıma attım. Anında pişman oldum. Ağzımdan çıkardım ve kendi kendime, ‘Nasıl başkasının malına zarar verirsin?’ dedim. Ondan da helâllik dilemeyi kendime iş edindim.

Üçüncüsünü de annem, ‘Sen çocukken komşunun evinde onlardan izinsiz parmağımı yağa daldırdım ve bir miktar senin ağzına attım’ diye anlatmıştı. Onlardan da helâllik diledim.”

Ebû Musa Hâdim’in şöyle dediği nakledilir: “Mekke’deydim. Mısırlı bir şahıs da oradaydı ve zühdden bahsediyordu. Bana, ‘Sen de bir şey söyle’ dedi. Ben dedim ki: ‘Şeyh Bayezid’in şöyle dediğini işittim: Terazi gibi inip çıkan bir zâhid gördüm. Eğer ondan bir zerre azaltsalar ya da artırsalar dengesi bozulurdu. Bir zerre artan şeyle dengesi bozulan bir terazi... Kul o denli taze bir cevherdir ki terazisinin bir kefesi bu cihanda diğer kefesi öbür cihandadır. Bu cihanda olan kefesine koysan diğer kefesi aşağı inmez, dengesi bozulmaz.’ Ondan sonra Mısırlı şahıs bana dedi ki: ‘İlmi de sen söylersin.’ Dedim ki: ‘Ben bu birini söyledim. Geriye kalanı sen söyle ki ben de faydalanayım.’ Söylemek istedi, sözü düğümlendi ve başka hiçbir şey diyemedi.”

Ebû Musa Hâdim’in şöyle dediği nakledilir; “Allah dostlarının hizmetinde olmamış ve çok zahmet çekmemiş kimse, ansızın bir aydınlık görünce onun Allah’tan olduğunu sanır. Ancak durum sandığı gibi değildir.”

Beyit

Mutluluk evinde eğer varsa biri

Sa‘dî’nin sözlerinden ona yeter biri

Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî başlangıçta sıkça “Allah Allah” derdi. Kendinden geçme ve can çekişme halinde “Allah Allah” derdi. Yine, “Yâ Rabbi! Gaflet yüzünden olsa gerek asla seni anmadım, şimdi de can senin ibadetinden ayrılıyor ve senin hakkında gafilim. Kimin huzurunda olacağımı bilmiyorum” derdi.

Ey derviş! Yanmış biri her ne zaman dua elini kaldırıp, “Ey padişah! Senin resûlün bize,

‘Allah çok haya sahibi ve cömerttir. Kişi O’na ellerini kaldırıp dua ettiği zaman onun ellerini boş çevirmekten haya eder’ diye vaat etti” dese, o el kaldırma sebebiyle âlemi büyük bir gürültü kaplar. O hal sırasında kul şöyle bir ses duyar: "Elini bize karşı boş tut, zira boş eli severiz. İsteyici ol, çünkü bizim sıfatımız bahşediciliktir. Satıcılar dolu el isterler, ama bahşedenler boş eli beğenirler.” Hayat o hayattır ki fetih verirler, ruh değil. Ölüm o ölümdür ki iman çalmayı verir, can götürmeyi değil. Âlem halkının canlarını sana verseler, fütuh sahibi bir ruh gibi imana sahip olmazsan ölüsün demektir. Senin toprağının üzerinden bin yıl da geçmiş olsa, Rahmân’ın tevhid fesleğeni senin ruhunun bahçesinde bitmişse, tıpkı Ârifler Sultanı Bayezid’in çokça fütuh sahibi ruhu gibi bütün canlıların başı sen olursun.

Otlak, toprağın gübresi üzerine kaldı.

Nefislerin biçtikleri de olduğu gibi kendilerine kalır.

Şöyle nakledilir: SuItanü’l-ârifîn Bayezid’in ölmeyi dilediği o gece Ebû Musa Hadim ortalarda yoktu. Dedi ki: “Rüyada arşı başımın üzerine koyup götürdüğümü gördüm. Ertesi gün şeyhe, ‘Şöyle bir rüya gördüm’ demek üzere yola koyuldum. Şeyh ebedî âleme ulaşmıştı. ‘Bugün şeyh, dosta ve onun arkadaşlarına kavuştu’ diyerek çevreden çok sayıda halk gelmişti. Cenazesini kaldırınca ben tabutun bir köşesinden tutmak için gayret ettim, bu mümkün olmadı. Sabırsızlandım, tabutun altına girdim ve tabutu başıma aldım. O rüyamı unutmuştum. Şeyh Bayezid’i gördüm, dedi ki: ‘Ey Ebû Musa! Dünkü rüyanın tabiri budur, başına aldığın o arş, Bayezid’in tabutu idi.’”

Şöyle nakledilir: Şeyh vefat ettiğinde ondan bir seccade, bir külah, bir gömlek, bir cübbe, bir kürk, bir çift çizme, bir asâ ve bir kâse kalmıştı. Sonra araştırdıklarında Ebû Musa’dan ödünç aldığı bir elbiseyi kendisine geri verdiler.

SuItanü’l-ârifîn Bayezid, Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] sünnetine uymaya dikkat ettiği için, yüce Allah ona dilediği zaman keramet göstermesi yardımında bulunuyordu.

Ebû Said el-Hudrî [radıyallahu anh] şöyle naklediyor: Muhakkak ki Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:

“Allahım! Beni fakir olarak öldür. Zengin olarak öldürme!” 

İbn Mesud’dan [radıyallahu anh] şöyle nakledilir: Resûlulllah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurdu:

“Ben neredeyim, dünya nerede! Ben dünyada ancak bir ağacın altında gölgelenip sonra oradan ayrılıp giden bir yolcu gibiyim.

Yine Resûl-i Ekrem [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:

“Bize mirasçı olunmaz. Geride ne bıraktıysako sadakadır.” 

İbn Ömer [radıyallahu anh], Hz. Peygamber’d en [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle nakleder:

“Şüphesiz Allah katında mahlûkatın en sevimlisi fakirlerdir.”  Zira Allah katında mahlûkatın en sevimlisi peygamberlerdir ve Allah onların çoğunu fakirlikle imtihan etmiştir.

Avârifü’l-Maârif kitabında şöyle anlatılır: “Bâyezid-i Bistâmî’ye, ‘Senin bir işle uğraştığını görmedik. Geçimini nereden sağlıyorsun?’

diye sordular. Bayezid hazretleri, ‘Mevlâm, kelbe ve hınzıra bile rızık verirken Bayezid’i mi mahrum bırakacak’ diye cevap verdi. Bil ki ey dost hiçbir arif fakir olarak ölmekten korkmaz.”

Hz. Hüseyin [radtyaiiahu anh] babasını tek bir gömlekle savaşırken gördü. Dedi ki: “Bu tek elbiseyle savaşmak savaşçılar usulünden değildir.” Müminlerin emîri Ali [radıyallahu anh] dedi ki: “Baban, ölümün yanında olsa veya ölüm onun yanına gelse baban yine de korkmaz.”

“Arzu duymanın işareti, sağ salim yatağındayken ölümü arzulamaktır” demişlerdir.

Hz. Yusuf [aleyhisselâm] padişah olunca dedi ki:

 “Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!” (Yusuf 12/101).

Ey derviş! Ölüm evin kapısına gelince, o akşam namazı onun kısmetidir. (O) akşam namazıyla Bâyezid-i Bistâmî gibi dünya ve ahiretten nasibini almış kimse mutlu olur.

Beyit

Ecel, insanoğluna aman vermez

Ecel olmaksızın kimse hareket edemez

O dünyanın aşkını duyan kimse

Bu dünyanın maşukuna gönü! vermez

Şöyle nakledilir: Sultanü’I-ârifîn Bayezid’in ölümünden sonra yerine geçen torunu Bûyezîdân Ebû Musa şöyle yazmıştır.

Beyit

Yüksek soylu bir babaya sahibim

Büyüklüğüyle adı “Âdem/insan” olan

Ebû Musa Hadim, şeyhin kardeşinin oğlu değildi. Bu kardeşinin oğlu, şeyh daha hayattayken yararlı hizmetlerde bulunmuş, iç ve dış hallerde özen göstererek istek ve maksat ehlinin taahhüdünü sağlamca uygulamıştı. Zâhirde basiret ve güleryüzlülük, bâtında marifet ve temizlik kaftanı sahibiydi.

Ancak Ebû Musa Bûyezîdân Ârifler Sultanı Bayezid’in torunuydu. Zamanın ârifleri ve cihan velilerinin kutubları zincirinde önde geliyordu. Latif sırların kaynağı, nurlar ve rahatlık madeni, aşk ve dostluk ateşine yanmış; şeriat, tarikat ve hakikatle süslenmiş; mücâhede, murakabe ve hizmetle bezenmişti. Üstelik Şeyh Bayezid’in hakiki oğluydu. Çünkü Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem], Hüseyin b. Ali [radıyallahu anhümâ] için kızının oğlu olması sebebiyle,

"Muhakkak ki benim bu oğlum seyyiddir”  demiştir. Burada da oğlunun oğludur.

Şeyh vefat ettiğinde o yirmi dört yaşındaydı.

Şiir

Senin yüceliğinin Allah katında bir sırrı vardır Düşmanın sözü hezeyandan ibarettir

191 Buhârî, Fezâilü’s-Sahâbe, 22; Ebû Davud, Mehdî, 1; Tİrmlzî, Menâkıb, 31; Nesâî, Cum'a, 27; Ahmed b. Han bel, el-Müsned, 5/51; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 9/144,

Beyit

Ödden güzel koku buhurdana koyunca yükselir

İlim kapıda görününce cehalet kapı dışarı edilir

Araştırmacılar dediler ki: Eğer yüce Allah Hz. Musa’yı [aleyhisselâm],

“Sen beni asla göremezsin" (A*râf 7/143) sözüyle bırakıp,

“Fakat şu dağa bak” (A'râf 7/143) diyerek korumasaydı, baygınlık geçirdiği sırada mahvolma mihverine düşerdi. Lâkin sâkinin eliyle, gülsuyuyla i

karışık şarap af kadehinde gönderildi, böylece “fakat” (A’râf 7/143) tamahı elde edildi. Aynı şekilde Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem]:

“Şüphesiz Allah sizin ne süratlerinize ne de mallarınıza bakar. O, ancak sizin kalplerinize ve amellerinize bakar."  

Beyit

Kaleminden düzgün bir harf ortaya çıkınca

Muhaliflerin tamamından ne gam var sana!

YEDİNCİ BÖLÜM

Bu bereketli soyun günümüze kadar gelen diğer torunları ve
çocuklarının beyanındadır.

SOYUNDAN GELENLER

Ammî Musa

Zikri geçen Ebû Musa Bûyezîdân’ın dört oğlu vardı. Onlardan ikisi küçük yaşta vefat etti. Altıncı bölümün başlarında Kadı Ebûyezîd Tay- fûr’u ve Musa’yı anmıştık.

Bu Ammî, babasının ölümünden sonra post sahibi oldu. Babasının ve babasının atası olan Ârifler Sultanı Bayezid’in tarikatını ihya etti. Zühd ve dünyaya iltifat etmemek bakımından tam bir olgunluğa sahipti.

“Allah mahlûkatını karanlık içerisinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan saçtı”  hadisi hasebince mübarek alnında bir nur ve güzelliğe sahipti. Kendisine has kerametlerden biri şudur ki her ne zaman bir kimseye söz söylese mübarek ağzından bir nur çıkardı. Öyle ki hazırda bulunanlar o nuru görürlerdi.

Şiir

Gündüzün güneşi geceleyin batar

Lâkin kalplerin güneşi batmaz

Gündüz oruçta, gece namazda, din şevkiyle dolu bir gönülle ve taze göz yaşı dolu bir gözle, yalvarıp yakarmayla, zayıflara ve gönül sahiplerine ikramda bulunarak yaşardı.

Ey derviş! Hiçbir şey kişinin istediğini öğrenmekte gösterdiği gayrete erişemez. Ezelî tevfîk onun gayret ve mücadelesiyle ve sonsuz takdir onun çabalamasıyla izzet örtüsünü açar. Sonra istenilen, kapıdan çıkagelir ve isteyenin aşkı gittikçe artar.

Senin cefanla gönlüm inciniyor olsa da

Şevk çeken kemendim barışla geri döner

Duası da kabul edilirdi.

Şöyle nakledilir: Bir vakit yabancı bir ordu Bistâm’a yöneldi. Halk, Ammî Musa’dan, “Bir dua et ki onların kötülüğü bizim üzerimizden gitsin” diye ricada bulundu. Dua etti, o ordu geri döndü ve Bistâmlılar hiçbir zarar görmedi.

Şöyle nakledilir: Onun babası zamanında da aynı şekilde, “Ey Ebû Musa! Bir dua et, böylece yabancı ordu geri dönsün” diye rica ettiler. Ebu Musa evinin çatısına çıkıp bir köşeye çekildi, düşman ordusu geri dönüp gittiler.

Şöyle nakledilir: Ârifler sultanı zamanında da yabancı bir ordu Bistâm’a kastetti. Şeyhe rica ettiler. Şeyh, “Gelmesinler, gelmesinler” buyurdu.

Yahya b. Muâz [rahmetullahi aleyh] ne hoş söylemiştir: “Kulun günahları aleyhine toplanmış üç şey vardır. Şayet bunlardan biri bütün mah- lûkata yönelse ve onların günahlarını düşürse buna şaşılmaz. Bu üç şey, tevhid, Allah’ın rahmeti ve Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] şefaatidir.”

Bu kitabın müellifi İbn Harakânî der ki: “İçinde bunun gibi duası makbul üç Allah dostunun birlikte yattığı Bistâm’ın bereketli kabristanı, eğer âlem halkının gözetilmesi ve işlerinin diledikleri gibi gerçekleşmesi makamı ve dünya ehlinin ihsan bulma ve arzularıyla buluşma merkezi olsa bunda şaşılacak bir şey yoktur.”

Beyit

Benim sözüm, güneş semanın ortasındayken

Ona ey güneş beni aydınlat diyenin sözüne benzedi

Şöyle nakledilir: Ammî Musa elli yaşındayken Ârifler Sultanı Baye- zid mescidinde ibadete çekilir ve ibadet süresince asla dünya kelâmı konuşmazdı. Mecbur kalsa mescidden dışarı çıkar, öyle söylerdi; sonra ağzını yıkayıp yine mescide geri dönerdi.

Şöyle nakledilir: Bir gün Ammî Musa, iyi ahlâklı kimselerden İshak-ı Bistâmî’ye şöyle diyordu: “Gel kusurlarımızı giderelim.” İshak dedi ki: “Ey Ammî! Tutalım bizim kusurlarımız var, senin nereden kusurun olacak ki?” “Benim de var” dedi. Bir gün iki koyunu çayıra götürüyordum. Babam da önden gidiyordu. İnsanlar, yola yaprak dökmüşlerdi. Koyunlar o yaprakları yemeye niyetlendi. Babam ve ben bu durumu engellemeye çalıştık. Bir koyun yaprak yedi. Daha sonra gördüm ki babam o koyunun sütünü içmedi, ama ben içtim. O bu sayede bir hayli takva sahibi oldu. Bu takva ve zühd kalıtım yoluyla ârifler sultanından bu oğullarına geçmiştir.”

Şöyle nakledilir: Ârifler Sultanı Bayezid bir vakit Dihistan’ı ziyaret etmeye gitmişti. Geri dönünce Ebû Musa Hâdim’den söğüt dalından bir kürdan istedi. Ebû Musa, “Ey şeyh! Dihistan köylerinden Bistâm’a kadar bir kürdan bulamadın mı?” dedi. Şeyh şöyle cevap verdi: “Gördüğüm hiçbir dalda benim hakkım yoktu. Hakkım olmayan şeyden bir kürdan parçası dahi almayı uygun görmedim.”

Beyit

Ömer'in namı adaletten üstündür, yoksa

İçinde Ömer olmayan tek bir ev bilmem

Ammî İsa

Şöyle nakledilir: Bu Ammî Musa’nın iki oğlu vardı: Biri Ammî İsa ve biri İbrahim. Her ikisi de takva sahibi, din işlerinin farkında ve akl-ı selim sahibiydi. Tevhid yolunda bütün muvahhidlerin amacı ve sevenlerin tamamının penceresi olan bir sırrı satın almaya canı gönülden müşteri oldular. Her ikisi de ahdinde vefalıydı. Bilinen ve varolan ne varsa yerine getirmede müttefik ve ortak hareket ederlerdi.

Beyit

Karışmıştır ruhum ile ruhun birbirine

Karışması gibi su ile şarabın birbirine

Sana bir şey dokunduğunda dokunur bana da

Sen, her halde ben olduğunda

Bu Ammî İsa kendi babasının yerine geçerek onun halefi oldu. Zamanın evtâdından ve insanların kutublarındandı. Sürekli rükû ve secdede hayran ve vecd içinde, daima ismet mıntıkasında, hürmet ve izzet başköşesinde, sırların, duaların ve yüce Allah’ın ikram ve ağırlamasının talibiydi. O, sultanın hizmetinde bulunmuş biriydi. Sultan ona, “Ne istersen söyle, sana vereyim” dedi. Dedi ki: “Herkesin yüklendiği günde kulağıma bir şey söyle. Hepsi sövme de olsa ben kendi işimi tamamlarım.” Yol erleri padişahın sırrına talip olurlar, o sırların tamamı kalp delici ok ve can yakıcı ateş olsa da. Çünkü denizler, mücevherlerin hâzinesidir. Gökler, meleklerin hâzinesidir. Dağlar, altın ve gümüşlerin hâzinesidir. Cennetler, hûrilerin hâzinesidir ve ebrârın kalpleri ise sırların hâzineleridir.”

Seyyidü’l-ârifîn, kutb-i rabbânî Ebü’l-Hasan Harakânî [kuddise sır- ruhû] demiştir ki: “Yüce Allah’ın hükmü öylesine câridir ki Ârifler Sultanı

Bâyezid-i Bİstâmî’nin bereketleri sürekli olarak kendi yüce soyunu ve kendisinin kesintisiz hanedanını feyizlendirir. Öyle ki eğer onlardan birini ayrılık yahut uzaklık yarasına müptela veya imtihan ederse, hemen arkasından bir başkasını kavuşma ve yakınlık bağında marifet ve muhabbet tahtına geçirirler.”

Tayfûr ve Muhammed

Ammî İsa’nın iki oğlu olmuştur: Tayfûr ve Muhammed. Her iki kardeş de Allah’a yönelmişlerdi ve sonsuz itibar talibiydiler. Allah yolunun âşıklarıydılar ve bir zülüf talebinde sadıktılar.

Beyit

Senin ümidin, kalpten bütün ümitleri çıkardı

Senin sevdan başta başka sevda bırakmadı

Ben saçının ucundan başkasına el uzatmayacağım

Bir gün yağma için el uzatmak mümkün olursa da

İsa, İbrahim, Ahmed

Bu Tayfûr’un nesli devam etmedi. Lâkin babasının yolundan gidip onun postunda terakki bulan Muhammed’in üç oğlu vardı: İsa, İbrahim ve Ahmed.

Kendisi,

“Allah itaatkâr, takva sahibi ve halktan uzak duran (kendi halinde) kullarını sever” 4 ve,

 “Ümmetimin en hayırlıları âlimleridir. Onların âlimlerinin en hayırlıları ise merhametli olanlarıdır”^5 hadisine layıktı.

Tâlût ordusuna ilimden bir tabut

Nuh ümmetine yumuşak huydan bir gemi

Her üç kardeş âlim ve hakimdiler. Her biri merhamet sahibi hakimlerden ve takva sahibi iyi kimselerdendi. Zira onlar atalarının ve şerefli soylarının yolundadır; her biri marifet, tevhid, keramet ve tecridde benzersizdir, hal ve hareketlerinde tutarlıdır.

Beyit

Yokluk sarayında can satanlar

Kıdem tekkesinde hırka giyenler

Hepsi bela okuyla yorgun düşmüş

Hepsi kendi gururundan kurtulmuş

Her biri,

“Allah dilediğini yapar" (İbrahim 14/27) âyetini köle gibi kulaklarına küpe etmişlerdir.

Bu İsa, babasından sonra yerine geçti ve şeyhülislâm oldu. İsa gibi nefisle mücâhede ve kalbi latifleştirme, ruhla mükâşefe ve sırla müşâhedede idi.

Eşek, Isa’nın kadrini ne bilir

Sağır, Davud’un sesini ne bilir

Hz. İsa [aleyhisselâm] asla kendi muradını aramadı. Çünkü kim muradını ararsa onu muradının olmadığı yere götürürler. Kim muradını ayak altına alırsa her şey muradınca oiur. Bu İsa Bûyezîdân da böyleydi. Her zaman sıkıca bağlanmış nefis basamakları, bin muradsızlık kılıcıyla yorgun düşmüş bir kalbi vardı.

Mısra

Âşık, sabretmeyip de ne yapsın!

Rivayet ederler ki Hz. İsa [aleyhisselâm] yoldan geçen zayıf ve nahif üç kimseyi gördü. Kendilerinde bitkinlik ve halsizlik açıkça görülüyordu. Onlara bu bitkinlik ve halsizliklerinin sebebini sordu. “Cehennem korkusudur” dediler. Hz. İsa dedi ki: “Yüce Allah’ın korkanları güvende kılması vâciptir, yani O’nun rahmeti bunu gerektirir.”

Onlardan ayrılınca, bitkinlik ve halsizliği öncekilerden daha fazla olan başka üç kimse gördü. “Bitkinliğinizin sebebi nedir?” diye sordu. “Cennet arzusudur” dediler. Hz. İsa [aleyhisselâm] dedi ki: “Yüce Allah’ın ümit edenlere ümit ettiklerini vermesi vâciptir.”

Onlardan ayrılınca, bitkinlik ve halsizliği öncekilerden daha fazla olan üç kimse daha gördü. “Sîzlerin bu kadar bitkin olmanızın sebebi nedir?” diye sordu. “Onların yüzleri sanki nurdan aynalardır” dedi. Sonra, “Sizde gördüğüm şey nedir?” diye sordu. “Allah sevgisidir” dediler. Hz. İsa [aleyhisselâm] dedi ki: “Sîzler yüce dergâha yakınlaşmış, yüce Allah’ın seçkin kulları zümresine dahil olmuşsunuz.”

Beyit

Bitkinlik ve halsizlikle o hale geldim ki

Kulağım dışında benden bir ses duyan olmaz

Kalp, benden bir şey kalmadığının farkında

Kolayca elde edilmeyen şey tekrar geri gelmez


Ammî Musa’nın şöyle dediği nakledilir: Bûyezîdler, bir kimseye, pişmanlık duyacakları yahut helâllik istemeleri gerekecek bir şeyi asla söylemediler. İsa da aynı yaratılışa sahipti, hatta neredeyse Hz. İsa [aleyhisseiâm] kadar. Hz. İsa demiştir ki: “Anadan doğma bir körü, bir cüzzamlıyı tedavi ettim, ancak ahmağı tedavi etmekte çaresiz kaldım.”

Muhammed Bûyezîdân

İsa’nın fakih Muhammed Bûyezîdân adlı bir oğlu vardı. Bu fakih Muhammed, babasından daha âüm ve daha fâzıl idi. Aşk sahibi bir canı vardı, doğrulukla adım atardı. Dağınıklık (tefrika) bilmeyen bir toplanmaya (cem'iyyet) ve Allah’tan başkasıyla ilgisi olmayan bir bâtına sahipti. Öyle ki gönlünü başkasından geri çevirmişti, canının tam ortasında bir aşkla hemhaldi ki ona Bayezid derlerdi. Otuz yıl şeyhlik makamında tarikat ehlinin ve hakikat sahiplerinin öncüsü olarak Sultan Bayezid mescidinde oturdu. Çoğu zaman itaat ve münâcât kıblesine yüz döndürürdü. Mescidde dünya sözü söylemeyi uygun görmezdi. Yüce Allah,

 “Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)” (Cin 72/18) buyuruyor. Yani orada alışveriş yapmayın, orada Allah’a hizmet dışında bir şey yapmayın. Ya da secde edilmeye ve itaat edilmeye layık olan Allah’tan başkasına, O’na itaat ettiğiniz âzalarınızla itaat etmeyin.

Bu,


“Yedi kemik üzerine secde etmekie emrolundum”^6 hadisine işaret eder. Müfessirlerden bazısı, yukarıdaki geçen âyet için, “Bu, Resûlul-

196 Buhârî, Ezân,134; Müslim, Salât, 44; Ebû Davud, Salât, 155; Nesâî, Tatbîk, 44; Ibn Mâce, İkâme, 19; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/255.

lah’ın mescidi hakkında inen bir âyettir” demişlerdir. O mescidin yerini müminlerin emîri Osman b. Affân [radıyallahu anh] satın almış ve binanın nafakası Hz. Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] ve Hz. Âişe’nin (radıyal- lahu anhâ) özel mülkünden sağlanmıştı.

Rivayet edilir ki Sultan Tuğrul, fakih Muhammed Bûyezîdân’ı ziyaret etmeye niyetlendi. Bûyezîdân’ın mahallesi başına varınca şeyhin bundan haberi oldu. Hiç beklemeksizin mihraptan dışarı çıktı ve sokağın başında durdu. Sultan oraya ulaşınca, sultana selâm vererek dedi ki: “Şeyh Bayezid hakkı için, velilerin ibadeti nuruyla süslenmiş bu mescide gelmiyorsun. Sultanın huzurunda sıkıntıya düşersen, ben de yarın kıyamet gününde yüce Allah’tan, Hz. Peygamber’den ve Bayezid’den utanç duyarım.” Bunu söyledi, ağladı ve Tuğrul da ağlayarak geri döndü.

Şöyle nakledilir: Ârifler sultanının kabrini ziyaret edenler ve Bistâm ahalisi, bu fakih Muhammed Bûyezîdân’a yakınlık gösterirler ve kendisine hediyeler getirirlerdi. Ancak o hiçbir şey kabul etmezdi. Bu durum öylesine şöhret bulmuştu ki kendisine bir hediye getiren ona sunmadan hizmetçisine yahut ev halkından birine teslim ederdi. Bu sebeple onun evinde çok sayıda mal yığıldı.

Onun bir kızı vardı. Ali b. Ahmed b. Seyyidü’l-ârifîn Şeyh-i Rabbânî Ebü’l-Hasan el-Harakânî’ye [kuddise sırruhû] vermişlerdi. Onun için bir hayli çeyiz düzmüştü. Gerdek gecesi o kızın annesi şeyhten mübarek nazarıyla bu çeyize bakmasını rica etti. Şeyh, bir hayli çekinip geri dursa da eve geldi ve o çeyizi görüp dedi ki: “Siz buna gayret etmişsiniz, ancak bizim oğlumuz fakr ve zorlukla zamanını geçirecektir. Yani,

Veren elaları elden üstündür’   sözünce hareket edecektir. Çünkü bu, fakirliğin zenginlik karşısındaki faziletine delildir, zenginliğin fakirlik karşısındaki faziletine değil. Bu sebeple mal bağışlayan fakrı seçmiş ve mal alan zenginliği seçmiştir.” Şeyhin haklı olduğu kerametlerinde kendisini gösterir.

O kız, çeyizinin tamamını Seyyidü’l-ârifîn Ebü’l-Hasan el-Ha- rakânî’nin evini imar etmeye harcadı. Ömrünün sonuna kadar insanların pamuklarını eğirir ve bu işten aldığı ücretle iftar ederdi. O, kendisine,

“Hiç kimse kendi eliyle kazandığı yemekten daha hayırlı bir yiyecek yememiştir”^8 hadisini şiar edinmiş, dârü’l-karâr ve menzilü’l-ebrârı ziyaret edenlere yardım etmiş; çeyiz mallarını cennetin altın işlemeli kumaşına süs ve itaatkâr müminlere kaftan yapmıştır.

Beyit

Gerçekte, âşıkların iflası zenginliktir

Aşk meydanında müflis olan topu çeldi demektir

Şöyle nakledilir: Bûyezîdân sokağında, şeyhin mescidi önündeki dergâh r fakih Muhammed yapmıştır. Mutasavvıflar, sürekli orayı makam tutarlardı. Vefat edince türbesini ârifler sultanının türbesi arkasına, hemen onun bitişiğine koydular.

Fakih İsa

Bu fakih Muhammed Bûyezîdân’ın fakih İsa adlı bir oğlu vardı. Halkın meşhurlarındandı. Onun benzerleri şeriat diliyle övülmüştür. Çünkü Hz. Peygamber,   

"Bir fakihi aldatmak, şeytan için bin âbidi aldatmaktan daha zordur”^ buyuruyor. Aynı şekilde İbn Abbas [radıyallahu anh], Resûlullah’tan [sallallahu aleyhi vesellem] dua isteyince Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:

"Allahım! Ona hikmeti ve kitabın (Kur’an’ın) tevilini öğret”     

Bu fakih İsa, Cenâb-ı Hak’tan izzet istedi. Hem tasavvuf hem ilim, hem tasarruf hem de hilim buldu.

Bil ki yüce Allah’ın ezelde, ihsanıyla isteğimiz, icabetiyle duamız, affıyla günahımız arasında bağlanmış bir bağı vardır. Halk bu âleme gelince, Allah Teâlâ borçluları, “Üzerinizde (borç) olanları ödeyiniz” diye kapılara gönderdi. Ey kullar! Bizim ihsanımız size sorulacak bir borçtur, o borcu eda ediniz. Duanıza icabetimiz bir haktır, o hakkı ödeyiniz. Sizin günahınızı bağışlamamız bir vaciptir, o vacipten dışarı geliniz. “Dileyen var mı, tövbe eden var mı?”

Şiir

Gücüm yok, aldatan arzuların cahiliyim

Sen ise basiretli ve mahirsin

Er kişi, yüzünü sûret kâbesine çevirip oraya secde eden değildir. Er kişi, heveslerine sırt çevirip hidayet kıblesine gönül verendir. Müşahede suyu muvafakat çeşmesinde köpürünceye kadar mücâhede taşına çarpar. O vakit Hızır gibi sonsuz hayata kavuşuncaya kadar orada gusleder.

Muhammed

Bir başkası da şudur: Bu fakih İsa’nın üç oğlu ve üç kızı vardı. İki kızını Şeyh-i Rabbânî Seyyidü’l-Ârifîn Ebü’l-Hasan el-Harakânî’nin torunlarına verdi. Birini de Bistâm şehrinin imam ve hatibi İmam Seh- legî’nin torunlarından birine verdi. Oğullarının ismi Muhammed, Ebû Yezîd ve Ebü’l-Feth’tir. Bu Ebû Yezîd, Kirman’da vefat etti ve kabri oradadır. Nesli devam etmemiştir.

Muhammed, babasından sonra ârifler sultanının hanedanına şeyh oldu ve ziyaretçiler kendisine rağbet gösterdi. Kalbinde yakıcı bir ateş ve yüzünde saf ve parlak bir su vardı. Zayıflara ve yaralılara ikram ve ihsanda bulunur, mazlumlara yardım eder, hizmetçi ve görevlilerin mertebesine riayet ederdi. Gözünü yüce Allah’ın cemaline dikmiş bir şekilde İlâhî nazarın ortaya çıkmasını ve lutuf sabahının belirmesini beklerdi.

Beyit

Allah'ın sana lutfu var veya yok sansan da

Âlem güzellerinin başında bir padişah var ya da yok

Şöyle bilsen gerek ki iyi ahlâklıların canına aşkla

Ayağının toprağı cemaliyle yakınlık var ya da yok

Âlemde, yüce Allah’ın dergâhında bir kapısı olmayan hiç kimse yoktur. O, hiç kimseyle bir işi olmayandır. İhtiyaçsızlık sancağı, O’nun celâli dergâhının dışında hiçbir yere çekilmemiştir. Her kime nazar etse, o kişinin yüz bin şükür secdesi etmesi gerekir. O kendi ihtiyaçsızlığıyla bir kimsenin İhtiyacına nazar eder, böylece o kimsenin niyazı naz ve nazı külliyen sır olur. Tevfik öyle değerli bir şeydir ki onu değerli kulların dışında kimseye vermezler. Bu Muhammed’e, babası fakih İsa’nın ve Ârifler Sultanı Bayezid’in kabrini yaptırması için bir nazar kıldı. Mescid, tekke ve diğer imaretler hep onun eliyle tamamlandı ve,

“Kim Allah için bağırtlak kuşunun yuvası kadar bile olsa bir mescid bina ederse, Allah da onun için cennette bir ev bina eder”20' hadisinin ödülüne hak kazandılar. Onun,

 “Garibin ölümü şahadettir”      hükmünce şehadet derecesinin şerefi arttı. Merv şehrinde öldüğü için tabutunu oradan Bistâm’a getirdiler.

Oğlu Radıyyüddin İsa dedi ki: “Babamın tabutunun Bistâm’a geleceği gece ben rüyamda, tabut yaklaştıkça Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in türbesinin kendisine bitişik türbelerle bir anda yerlerinden kalkıp havaya yükseldiklerini ve tabutu karşılamaya çıktıklarını gördüm.”

Radıyyüddin İsa

Bu Muhammed’in dört oğlu vardı: Radıyyüddin İsa, Muhammed, Ebû Yezîd ve Ali. Muhammed genç yaşta vefat etti. Ebû Yezîd ve Ali, her ikisi de çocuk yaşta ölüm şerbetini tattılar. Bu üç kardeş,

"Ölüm müminin hediyesidir”   müjdesinden daha büyüğünü, daha önce aldılar.

Radıyyüddin İsa, güzel yanağında ikbal beniyle, kurb hali ve Zül- celâl hazretlerine visal ile, tevazu ve ağırbaşlılık süsüyle ve kullukta acizlik hırkasıyla babasının makamına oturdu. Sıradan veya seçkin olsun, halktan isteklilere ve İslâm ehlinin müridlerine irşad ve ikram kemerini bağladı. Din padişahlarının, hatta bütün sultanların huzurun

da, onların yakınları ve hizmetkârları için, meskenet, iftikâr, teslim ve seçmeyi terketmekten daha güzel bir süs yoktur.

Beyit

Padişahın huzurunda afiyet istemen iyidir

Sırtlanların olduğu ormanda tilkilik iyidir

Ey derviş! Kim kendi ihtiyarından ve kibrinden uzaklaşır, hallerinde Allah’a rücû edişinde sadık olur ve Allah dışında kendi cinsinden ve emsalinden yardım istemezse, Allah onu kendi koruması altına alır ve bütün işlerinde kendisine kâfi gelir. Ve keremiyle ona lutfunun gölgesinde bir yer hazırlar.

Zira böyle olunca parlak güneş, onların gayreti mağarası etrafında dolaşmaya cesaret edemez. Parlak güneş, ışınlarını onlara saldığında onların aşk güneşinin ışınlarıyla eteğini toplar gider. Güneş ışınları halkın aydınlanması için olduğu gibi, onların sırlarının ışınları da Hakk’ın marifeti içindir. Güneşin ışığı görünen ışıktır, onların kalplerinin ışığı sîret ışığıdır.

Beyit

Mısırlı Yusuf kıssasını tamamen kuyuya atınız

Benim gülen dudaklımın terki geldi, peki, gidiniz

Güneş geldi, Zühre gibi oturdu başladı işret

O yanağın yanında ne mümkün aydan bahsetmek

Cennet hûrilerinin sözü, ay, güneş, gece, gündüz

Hepiniz eksiksiniz, O’nun cemalini gördünüz!

Radıyyüddin İsa’nın yedi oğlu vardı: Radıyyüddin Muhammed, Ra- dıyyüddin Ebû Musa, Mecdüddin Ebû Yezîd, Rükneddin Ömer, Nec- meddin Sürûşân, Osman ve Ali. Bu oğulların hepsi soyluydu ve her biri isabetli düşünce ve görüşlere sahipti. Sultan da dahil olmak üzere atalarının hepsi onlardan memnundu. Yüce Allah felek çadırını yukarı kaldırıp bu rızıklar yaygısını döşediğinde ve yedi gezegeni yarattığında, yıldız ilmince bunlardan bazıları mutlulukla ve bazısı sözle vasıflandılar. Gayb Allah katindadır.

Allah’a hamdolsun ki bu yedi oğlan,

“Ashabım (gökteki) yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz”   vasfına sahipti. Aynı şekilde bedenlerini yedi kuvvetle süslediler. Onlar ârifler sultanının soyunu kendi zamanlarında süslediler.

Bil ki bedeninde yedi güç vardır ve bedeninin düzgün işleyişi onlara bağlıdır: Görme gücü, işitme gücü, tatma gücü, koku alma gücü, dokunma gücü, konuşma gücü ve akıl gücü. Bu güçlerin kökü kalptedir. Hz. Peygamber’İn [sallallahu aleyhi vesellem],

“Uyanık olun, bedende bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o et parçası kalptir”   hadisinde bu sırra işaret edilmektedir.

Radıyyüddin Muhammed

Sultanü’l-ârifîn Bayezid, bu oğullar için bedenin kalbi mesabesindedir. Hz. Ali [radıyallahu anh] şöyle dedi: “Allah için kaplar vardır. Bunlar kalplerdir. Onların içinden Allah’a en sevimlileri ince, saf ve sağlam olanlarıdır.” Sonra şöyle dedi: “Dinde sağlam, yakînde saf olan ve kardeşlerine karşı nazik ve ince olanlardır.”

Hâsılı, kardeşlerin en büyüğü, en aydını, en yücesi ve en olgunu olan Radıyyüddin Muhammed babasının yerine geçti. En çok hakeden olmakla birlikte, seccade başında görev yaptı. Yüce Allah buyuruyor:

"... onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna layık ve ehil kimselerdi” (Feth 48/26).

Yani muvahhid, “lâ ilâhe illallah” demeye en layık olandır. Hikmette, makamı, ehli olmayana vermek uygun olmadığı gibi, ehil olandan geri almanın da bir sebebi yoktur.

Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ) için birkaç kişi görücülüğe geldiler. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] her birine bir özür söyledi. Hz. Ali’ye [radıyallahu anh], “Niçin Fâtıma’dan bahsetmiyorsun?” diye sormak üzere birini gönderdi. İnsanoğlunu yaratınca görünüş ve sıfatla olgunlaştırdılar. Hâsılı, öne attığı bir adımla melekût melekleri yedi yüz bin yıl ilerlerdi.

Şiir

Seninle birlikte koştu yarışmacılar

Birinci oldun geride kaldı onlar

Bu “lâ ilâhe illallah” sözü ezelîdir. Bu söz, ezelde gözünü açmıştı. Böylece arş ve kürsîye levh ve kaleme tâlipler belirdi, Cebrâil ve Mîkâil’i yarattılar. Bu söz, ola ki bir tâlip onun açık alnında hakikat rakamını bulur ve kazâ göğünde adem sırrını saklamaktan ayrılmaz diye gözünü yoldan ayırmadı. Böylece sıra toprak ve suya geldi. Cuma günü sona ererken diledi ve,

“Allah, Âdem’i cuma günü ikindiden sonra mahiûkatın en sonunda ve cuma saatlerinin nihayetinde ikindi ile akşam arasında yaratmıştır”   sözünün şevki, insanoğlunun şevkiyle bir araya gelince, “Buna cuma günü ad koyunuz, zira iki âşığın/susamışın buluşma günüdür” dediler.

Kıvâmüddîn Ali

Radıyyüddin Muhammed’in, Kıvâmüddîn Ali adında bir oğlu vardı. Yüce Allah, babasından sonra onu kıvam ve istikamet kaftanıyla cömertlik ve yücelik seccadesinin başına koydu. O makamda temizlik, nezaret, mutluluk ve letafet dairesinin merkezi olarak,

 “Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir (Furkân 25/76) müjdesini okuyordu. O, Ehl-i beyt’in kıvamını süsleyici ve ölü ya da diri herkesin işlerini düzenleyici olduğundan, Allah’ın yardımıyla epeyce ilim, akıl, yumuşak huyluluk ve fazilet sahibi olmuştu. Hakiki sırların keşfinde, şeriat sahipleri ile tarikat erbabına yardımda, Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] hadislerinin yazımında, fürû ve usuldeki zorlukların giderilmesinde, seyyidü’l-mürselînin sünnetlerinin ihyasında, dalâlete uğramış mül- hidlerin bid'atlarını ortaya çıkarmada çokça çalışmış, bunu kendisine ahiret azığı edinmiş ve şer‘î fetvaları tahsis etmesini iyi bilmiştir. Mesela Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî (rahmetullahi aleyhimâ) taraftarları arasında, “İmamla namaz kılan kişi, namaz esnasında imam Fâtiha okurken okumalı mı yoksa susmalı mı?” hususuna dair bir ayrılık söz konusuydu.

Bir imam der ki: Yüce Allah’ın,

“Allah, sözün en güzelini... indirdi” (Zümer 39/23) buyruğu ve,

"Şüphesiz namaz kılan kimse, Rabb’ine münâcâtta bulunur”    hükmünce yalvarma makamı olan namaza durduğunda hiç susma, imam olsan da olmasan da. Çünkü bizim Allah’la bir sözümüz vardır, Allah’ın da bizimle...

Bir başka imam der ki: “O sırada sus. Zira Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],

"Kim imama uymuş ise imamın kıraati, onun kıraatidir”   buyuruyor.

“Bir imam ulûhiyyet kahrına düşmüş görülürken diğer imam rah- mânî lutuf ve kemalle görülür” desen uygundur. Bir imamın kahrı dudağa mühür vururken, bir diğer imamın lutfu ise yayılıp genişleme yaygısını seriyor.

“Bir imam ulûhiyyet kahrına düşmüş görülürken diğeri peygamberlik yaratılışına düşmüş” dersen de uygun olur. Allah’ın azameti söyleyeni susturur, ancak taşın teşbih ettiği ve kertenkelenin övdüğü Mu- hammed’in yaratılışında suskunluk gariptir. Hakikatle bakınca her ikisi de sünnetin aynı saf ve temiz meşrebındendir. Çünkü “lâ ilahe illallah”ı “Muhammedün resûlullah” ile bir araya getirmezsen imanın iman olmaz.

Şeyh Kıvâmüddin Ali’nin büyük oğulları vardı. Onların oğulları dalâlet ve bâtıl inanışlarla sıkı bir biçimde uğraşırken, her birinin ruh kuşu beden kafesinden uçup Hay ve Kayyûm’un huzuruna vardı. O,

“Başına musibet gelen hiçbir müslüman yoktur ki Allah ’ın emrettiği üzere, ‘Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz. Allahım bu musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ihsan eyle’ desin de Allah ona mutlaka daha hayırlısını ihsan buyurmasın”203 hadisindeki ilmin sırrıyla amel etmiştir.

Radıyyüddin Fazlullah ve Alâeddin Atâuflah

Güzel sabır ve Hz. Peygamber’in sünnetiyle ayakta durmanın getirdiği bereketlerden sonra, yüce Allah ona yetmiş yaşındayken iki oğul bağışladı: Radıyyüddin Fazlullah ve Alâeddin Atâullah. Muhtemelen Şeyh Kıvâmüddin, Zekeriyya peygamberin âdetince,

“Hani o, gizli bir sesle Rabb’ine niyaz etmişti” (Meryem 19/3).

“Tarafından bana bir veli (oğul) ver” (Meryem 19/5). Ve,

“Rabbim, onu rızana layık kıl" (Meryem 19/6) âyetlerindeki gibi sırren yüce Allah’ın huzurundan talepte bulunmuş, Allah Teâlâ dileğine icabet buyurmuş ve ona sorumluluk yüklemiştir.   

Ey temiz ahlâklı kimse! Kendi hazzını terket ve şeriatin rızasını gözet! Zira, bir kimse Allah için yahut Allah tarafından bir şeyi terkederse, kendisine onun mükâfatını muhakkak surette verirler.

Mesela, Cafer-i Tayyar [radıyallahu anh], müşriklerle gazâ ederken, “Allah bana iki kolun karşılığında ödül olarak iki kanat verdi. Onlarla cennete uçarım, Cebrâil ve Mîkâil’le her nereye istersem giderim” diyerek ellerini sallıyordu.

Mesela, Hz. Süleyman [aleyhisselâm], namaz davası ortaya çıkınca eline bir kılıç aldı ve atların boynunu kesti. “Bugün sen atları terketmeyi başardın, biz de rüzgârı senin bineğin kıldık” dediler.

Ey Cafer! El verdin, işte sana kanat! Ve ey Süleyman! Atları verdin, işte sana rüzgâr!

Ey sadık âşık! Cemalin karada ve denizdedir. Gözünü ve kulağını bizim yolumuza feda ettiysen, işte şimdi fazlımız senin işitmen ve işte şimdi görüşümüz senin bağışındır.

“Onu (kulumu) sevdiğim zaman da işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.”2  Ey Şeyh Kıvâmüddin! O oğullar gittiyse, al işte Fazlullah ve Atâullah ... Onlar, sıdkın iki halefi, doğruluğa iki yâ- digâr selef, iki faziletli âlim, iki kâmil sâlik, iki parlak dolunay, iki isabetli görüşe sahip sadr, İki yüce himmetli belde hafızı, yüce ve değerli evtâd u aktâra iki vâris, iki fakir ve düşkünleri esirgeyici, yeryüzü padişahlarının iki nasihatçisi,

“Seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler1(âi-î Imrân 3/17) zümresinin iki önderi,

 “Gündüzün İki ucunda ... namaz kıl” (Hûd 11/114) buyruğuna sabredenler fırkasının iki temeli, iki nur matlaı, iki sırlar emanetçisidir. Küçüğe şefkat ve rahmet etmekle daha büyük, büyüklerin hizmetinde vefa ve hürmet göstermekle daha küçüktürler.

Beyit

Absâl ile beraber olan Salamân

Her halde şefkatli ve yol göstericidir

Her ikisi de iyi kalplidir, Allah’ı inanır

Her ikisi de mutlu ve bereket sahibidir

Şeyh Radıyyüddin Fazlullah, büyük kardeş olduğu için, babasının yerine geçip onun postuna oturma yolunda hak sahibiydi. Nitekim bu işte, kardeşiyle hiçbir sürtüşmesi olmadı, dahası bu hususta izlediği yol, Musa ile Harun’un [aieyhimesseiâm] yoluydu. Çünkü yüce Allah A‘râf sûresinde,

“Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç” (A'râf 7/142) buyurdu.

Yine Allah Teâlâ,

 “Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ardeşim Harun’u ver. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir. Ve onu işime ortak kıl” (Tâhâ 20/29-32) buyuruyor.

“Allah, ‘Ey Musa! istediğin sana verildi’ dedi” (Tâhâ 20/36) âyeti bu duanın icabet bulduğuna delildir.

Bu iki şeyh, bu iki peygambere uyduğu için, işte bu mübarek âyet onların muvafakatim ve aralarında muhalefet ve sürtüşme olmadığını göstermektedir.

Dahası Şeyh Radıyyüddin’in dünyaya hiç meyli yoktu. Dünya ve onun makamlarına İlgi duyanlarla bir arada bulunmaktan son derece bunalırdı. Sürekli olarak gözünü kendi düşüncesine dikmişti. Temiz kalbinde yanış ve yakarış, aziz canında aşk ve sır, gamlı gönlü ve nemli gözünde özlemler ve göz yaşları, mutluluk hissesiyle gayb hissesine yaklaşmış, zatında cömertlik ve temkin mevcuttu. Bu seçkin ve güzel huyların bereketiyle İslâm sultanları onu devamlı ziyaret ederdi.

700 senesinin başlarında İslâm padişahı Olcaytu Han [Allah kabrini aydınlatsın] Şeyh Radıyyüddin’in müridi oldu. Onun elinden hırka giydi ve onun işaretiyle, Muhammed b. Cafer-i Sâdık’ın [rahmetullahi aleyh] kabri başına bir kubbe ve Bâyezid-i Bistâmî’nin kabri civarında ziyaretçiler ve gelip geçenler için bir mescid yaptırdı. Bayezid hazretlerinin kabri yanına kemerli kubbeli bir eyvan yapılmasını emretti ve işin tamamlanmasını sağladı. Şeyhin bunlarla hiç sevinci artmadığı gibi mutlu da olmadı.

Gerçekten de kendi varlığı derdinde aciz olan kimsenin mutluluğa da takati kalmaz. Kendini bilen kimsenin kendi varlığıyla mutlu olması düşünülemez. Tıpkı, peygamberlik denizinin tek incisi (dürr-i yetîm) ve delâlet bağının vasıtası olan Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] gibi. Kendi varlığı yüzünden,

“Keşke Muhammed’in Rabb’i Muhammed’i yaratmasaydı”  diye feryat ederdi.

Beyit

Ey sevgili heveslisi! Sevgili hevesi olmadan bir nefes al!

Bir ateş yalınlandırıp ağyar harmanını tutuştur!

Ne zamana dek dünyada, bu kendi varlığın davulunu çalacaksın?

Varlık kapısı üstüne yokluktan bir çivi çak!

Kendini beğenmiş dünya köleleriyle olmaktan uzak dur!

Ayak toprağını öperek kendinden uzaklaş!

Kendini, dünyadaki herkesten daha değersiz ve daha aciz görmezsen, bu yola layık olamazsın. Yüce huzurdan daima şu nida gelir.

Beyit

Ey gönül! Sevgilinin mahallesinde bekle bir müddet

Bir süre işsiz kalırsın, sen yine de iş takip et

Azizler topluluğu için bir ışıltı gerekiyorsa azizlerin ışıltısı bizim huzurumuza yakınlaşmaktır. Dostlar mahfiline bir cemal gerekiyorsa dostlar mahfilinin cemali bizim huzurumuzda bulunmaktır. Üç derviş her nerede bir araya geldiyse, bizim huzurumuza yakın olmanın dileneceği yer de orasıdır.

 “Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur” (mü- câdiie58/7). Gamlı biri her nerede âh ediyorsa, bize yakın olma esintisini onun âhı esintisinden dile. Ey melekler âlemi! Binlerce yıldır ibadet ettiniz ve bizim yüceliğimizi teşbih ve ululamayla övdünüz. Lâkin bizim kavuşma esintimizin hiç farkında olmadınız. Ey azıksız,' ayağı çıplak dervişler! Ruhanîlerin sermaye ve ibadetine sahip değilsiniz, lâkin bir zerre yanış ve aşka sahipsiniz. Ben, sizin kalbinizdeki bir zerre yanışı meleklerin binlerce yıllık ibadetine değişmem. Zira onların bizi bulmakta hissesi yoktur. Kavuşma ikbali sizin olduğunuz yerdedir.

Şeyh Alâeddin’in şeriat ve tarikat ilminde oldukça geniş nasibi ve hissesi vardı. Padişah ve hükümdarların bağlandığı, ihvan ve ayanın sığınağı, Allah’ın ve kullarının sevgilisiydi. Dahası ona,

“Âlimler, peygamberlerin vârisleridir’  hadisiyle Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] kudsî şarabından tattırıldı. Hz. Peygamber’in şeriatı haberi anbean ona ulaşıyordu. Seyyidü’l-mürselînin dinini ve sultanü’l-ârifînin soyu ve silsilesini korumaya gayret gösterdi. Bu iki sultanın, kesinlikle ve kesinlikle her iki âlemin işlerini düzenleyen buyruklarının etkisiyle ve dahi şu nidayı dinleyerek.

Beyit

Zarar vermedi etmek bana komşuluk

O komşuya ki kapısı her zaman açık

Benim ocağım onunki ile birdir

Kader ona benden önce gelir

Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] öyle bir peygamberdir ki yüz yirmi bin küsur nübüvvet noktası burakın örtüsünü tutma makamını arzulasa buna şaşılmaz.

Beyit

Onun aşkı akla buyruk verir

Onu anmak ölüye can verir

Ebû Tâlib Mustafa’ya yakın oldu

Lâkin o, Selmân’a kaftan verir

Ey Muhammedi Sen Iranlı’nın aşkından bir haber ver:

 “Din Süreyya yıldızında olsa bile, Farslılar’dan (İranlılar) bazı kimseler onu elde ederler. ”  

Ey Şeyh Alâeddin! Sen şeriatın latif yapılarını ve kendi tarikat âdabının usullerini açığa çıkar ve Hz. Peygamber’in verasetiyle Sultanü'l-â- rifîn Bayezid’in müridlerinin, âşıklarının, ziyaretçilerinin kalplerini marifet sırlarının aydınlığıyla doldur. Canı gönlü, sudûr eden ruhlara musahip kıldığın gibi, vârid olan cisimlere inmiş ekmek ve katık sofrasını,

 “Doğrusu bana indireceğin her hayra (lutfuna) muhtacım” (Kasas 28/24) sofrasından kıl.

Radıyyüddin Fazlullah’ın Dört Oğlu

Yüce Allah, Şeyhülislâm Radıyyüddin Fazlullah’a dört oğul verdi: Kıvâmüddin Ali, Şeyhülislâm Şerefeddin Muhammed, Şeyh Nizâmed- din Zeynelâbidin Âlim ve Şeyh Kıvâmüddin Abdülkadir. Onun gönlünü,

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emreder” (Nisâ 4/58) âyetinin manasıyla açtı. Böylece o, bu oğulların arasında, “Dostların en hayırlısı, temiz yüzlü ve iyi ahlâklı çocuklarla vasfedilen ve çevrelerince kendilerine eli açıklık ve yücelik nisbet edildiği için yücelerin yücesine ulaşmış kimselerdir” sözü ile vasıflandı.

Allah’ın kullarının mühimmatı anahtarları, dünya işlerinin karanlığında hayır sahiplerinin kandilleri, soy ve asıllarının iyiliğiyle sefa sahipleri, hizmet ahlâkındaki cesaretleriyle veliler, her biri mananın tâ kendisi, rabbânî sırlar ve güzel hasletlerin doğuş kaynağı, şerefli ve seçkin kimselerin mercii, din ve milletin şerefi, kendisinden Islâm’ın ve müslümanların razı olduğu Şeyh Muhammed oğlu, dinin ve milletin razı olduğu Fazlullah b. Kıvâmüddin Ali b. Radıyyüddin Muhammed b. Ra- dıyyüddin İsa b. Muhammed b. İsa b. Fakih Muhammed Bûyezîdân b. İsa b. Muhammed b. Ammî İsa b. Ammî Musa Bûyezîdân b. Âdem b. Sultânü’l-ârifîn, tevhid ehlinin delili, Allah’ın velilerinin ve vâsıl olanların kutbu Şeyhü’r-rabbânî Bâyezid-i Bistâmî’yi seçmişti, sağlığında, “İş, ehline ve yerine ulaştı” sözünü okuyarak onun postuna oturmuştur.

Bu, mücâhede meydanının sultanı ve müşahede irfanının delili, Sultanü’l-ârifîn Bayezid hanedanının halefi, hürler ve köleler için mollalar mollası, şeyhler ve muhakkik âlimler sultanı, İslâm sultan ve hakanlarının gerçek öğüt vericisi, yüce şeyhülislâm, Arap ve Acem kutubla- rının övüncü, âlem düşkünlerinin sığınağı, dinin ve milletin şerefi Şeyh Muhammed’dir.

Beyit

Sözü senin zikrinle süslemektir muradımız

Hüner sahipleri katında budur makamımız

Güneşin hal ve hareketleri malumdur herkesçe

Güzel yüz için de ihtiyaç yok süsleyiciye

Yüce Allah’ın yardımının himmet ve nusret bineğine oturmasıyla, cemiyyet camiinde ibadete çekilenler ve ulûhiyyetin cömertlik göstermesiyle terakki bulanlar meydanında hızla yol aldı. Dervişlerin, düşkünlerin, yol sâliklerinin, dergâhın tefrîd ve tecrîd ehlinin ve hatta Allah’ın kullarının tamamının işleriyle canı gönülden ilgilendi.

Beyit

Misafirler onun yakınlığını arzulayarak akşamlıyorlar

Sanki onlar ikindiden sonraki hoş vakitteymiş gibi zaman geçiriyorlar

Hangi dilenci bu bahşişten mahrum kalır

Ki dünya üzerinde dilenci okyanus kadardır

Denilmiştir ki: İki kılıç bir kında olmayacağı gibi iki aslan da bir ormanda olmaz.

Beyit

İyiliğin başlangıcı köklü bir şereftir

Şerefin tamamı ise iyiliği tamamlamaktadır

Bu hilal, güzelliğiyle mahlûkatın gözlerini kamaştırıyor

Lâkin buna rağmen dolunay gibi güzelliği de yoktur

Beyit

Sen cemalini gösterince güzellerin aşkı heves oldu Dilberlerdeki bu yüz senin işin değil de nedir?

Sultanın müridlerinın galip gelen İsteklerine yüz çevirme ve hanedan şeyhliğinden el etek çekme örtüsünü yüzüne çekti.

 

"Kanaat tükenmez bir hazinedir”2'4 hadisini rıza kulağıyla dinleyip,

“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme” (Hicr 15/88) sürmesini süratler, âdetler, mevcut ve mâluma değin gözüne çekmeyi uygun gördü.

“Allah’ın öyle kulları vardır ki onları insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır”   hadisine dayanarak, kendi ihtiyaçlarını Allah’ın cihanı süsleyen bu nizamı doğrultusunda düzenleyip bir köşede inzivaya çekildi.

Beyit

Senin sağlam fikrinden haberdar olunca Ne gerek var başka bir delil ü davaya!

İhtiyaç duyduğu kadarı dışındaki her şeyle helalleşti.

“Kişinin yediğinin en helali kazancıdır. Çocuğu da kendi kazanandandır.” 

Beyit

Sana kavuşmam için bir gece gerekliyse

Her kiminle oturmuşsan, acaba kalkar mısın?

Yüce Allah, kuluna yücelik kaftanı giydirmek istese, sebeplerini hazırlar ve onun matemini yandırır. Başına ağırlama tacını koymak dilese, sebep kapılarını açarak uygun durumu hazırlar.

“Asıl üstünlük, ancak Allah'ın, peygamberinin ve müminlerindir” (Münâfikûn 63/8).

Rivayet ederler ki bir şahıs Hârûnürreşid’e yapması gerekenleri kaba bir biçimde söyledi. Hârûnürreşid öfkelendi. Onun edepsizleri terbiye etmekte kullandığı kötü huylu bir katırı vardı. Hârûnürreşid, “Onu katıra bağlayın ki katır onu öldürsün” dedi. Dediğini yaptılar. Katır, adama hiç zarar vermedi. Hârûnürreşid bu sefer, “Onu eve kapatın ve kapıyı da üstüne kilitleyin” dedi. Dediğini yaptılar. Ertesi gün onu bahçede gördüler. Evin kapısı da kilitliydi. Ona, “Seni bu bahçeye kim getirdi?” dediler. O, “Evden çıkan adam getirdi” dedi. Hârûnürreşid dedi ki: “Onu bir bineğe bindirin ve onunla birlikte şehri gezerek şöyle söyleyin: “Hârûnürreşid Allah’ın aziz kıldığı bir kulu zelil kılmak istedi, ama bundan aciz kaldı.”

Şiir

Başkaldıran padişahların başı

O’nun dergâhında yalvarış zeminindedir

Minnet ve üstünlük hep O’na varır

Zira mülkü kadîm ve zatı ganîdir

Akıl sahipleri kalkıp, “Biz böyle biliriz” dediler. Âlimler kalkıp, “Biz böyle söyleriz” dediler. Filozoflar kalkıp, “Biz heyûlâ ve ezelî illet koyarız” dediler. Müneccimler kalkıp, “Biz feleğin dakika ve hakikasını söyleriz” dediler. Pazarcılar kalkıp, “Biz ticareti böyle yaparız ve çok emek veririz, dağ ve çölleri aşarız” dediler. İlâhî celâl şöyle cevap verdi: “Bu ortaklıkla olacak bir iş değildir.”

Ey derviş! İş, işin merkezine ulaşmadıkça ve meselenin sebebine vâkıf olmadıkça el her şeye uzanır ve her şeye bağlanır. Sırlar hâzinesine ulaşıp hakikat madenini keşfedince yaratılanın varlığı Allah’ın varlığı karşısında yok olur. Fakrdan zenginlik istemez ve fenâ kaynağından beka sermayesini beklemez.

Abdullah b. Havale naklediyor:

Bir defasında Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] bizi yaya olarak ganimet elde etmeye göndermişti. Biz de hiçbir şey ele geçiremeden dönüp geldik. Çektiğimiz yorgunluğu yüzlerimizden anladı. Bunun üzerine ayağa kalkıp bizim için,

“Allahım! Onların işini bana bırakma. Çünkü ben onlara yardımdan acizim. Onların İşini kendilerine de bırakma. Zira kendilerinin ihtiyacını teminden onlar da aciz kalırlar. Onları insanlara da bırakma. Çünkü insanlar kendilerini onlara tercih ederler'’ diye dua etti.  

Hâsılı kimin ölü hükmünde diri olduğu anlaşıldı. Zira âyette,

“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer 39/30) buy- rulmuştur. Yok hükmünde olan varın iş işlemesi imkânsızdır. Meydana gelen her bir iş Allah’ın nazarıyladır. Nazar ikiden hariç değildir: Ya güzel elbise nazarı ya da heybet nazarı. İyi bil ki dostlarına nazar etmen rahmettir, düşmanlarına nazar etmen gazap ve heybettir. Yüce Allah,

 “Muhakkak ki rahmetim gazabımı geçmiştir”   buyurmuştur.

Mademki sen Allah dostlarındansın, sürekli O’nu anmakla meşgul ol. Zira yüce Allah buyuruyor: Ben yaratıcı, şehadeti taksim ederken, “Dostsuz olanlar iyi olmaz” dedim.

“Allah, ... şu hususu (delilleriyle) açıklamıştır ki kendisinden başka ilâh yoktur” (Âl-i Imrân 3/18).

İzzeti taksim ederken, “Dostlar için bir fayda gerekir” dedim.

“Asıl üstünlük, ancak Allah’ındır” (Münâfikûn 63/8).

Salavatı taksim ederken, “Dostlar için bir nasip gerekir” dedim.

jjIh J\ 

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder” (Ahzâb 33/43).

Ey lutfumuza kapılan ve ey faziletimizle esirgenen! Ey peygamberlerin önderi Muhammed Mustafa! Senin ümmetini,

“Allah, ...şu hususu (delilleriyle) açıklamıştır ki kendisinden başka ilâh yoktur” (Âı-i imrân 3/18) kelime-i şahadetinde ortak tutarak övdüğümüz ve âlim olarak çağırdığımız gün o çok ibadet eden uzun ömürlüleri görüyorduk. Fidana bal verdiğimiz gün o kuvvetli şahinleri görüyorduk. O küçük böceğe ipek verdiğimiz gün o heybetli yılanları görüyorduk. O öküze amber verdiğimiz gün o heybetli filleri görüyorduk. O sadefe inci yerleştirdiğimiz gün o güçlü timsahları görüyorduk. Bülbüle hoş ses verdiğimiz gün o süslü tavusları görüyorduk.

Ey veliler bahçesinin nuru, ey saflık sahiplerinin yuvası nuru Şeyh Şerefeddin Muhammed el-Bayezidî! Sana hakiki aşk hırkasını giydirip seni Bayezid’in postuna oturttuğumuz, sana şeyhlik ve önderlikte temkin verdiğimiz gün, kardeş ve akrabalarını müşahede ediyorduk. Yeryüzü yaygısından Süreyya asmasına değin, o taat ve hürmetin muhlis ve müridlerini, o edep ve izzet eşiğini görüyorduk.

Beyit

Sen dilemeden önce, ben seni dilemişim

Âlemi senin için süslemişim

Bizim şehrimizde âşık bülbül çoktur

Sen mutlu yaşa, ben seni istemişim

Senin zahirini ve bâtınını,

“... size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ...” (Mü’min 40/64) âyetindeki güzellikle ve,

“Hayır, o (Kur’an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir” (Ankebût 29/49) kelâmının hikmet ve marifetiyle süsledik.

“Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir” (Mü’mînûn 23/14).

Şöyle seslendi: “Ey yakınlık ve kavuşmaya layık olan! Gönül ve canda, Cenâb-ı Hakk’ın şeriat ve hakikat sırlarına hazine olan sevgisinden başka bir şey için yol verme, yani âlemlerin Rabb’inin resûlüne uymaktan başka doğruluk görme.

Karışık olan şudur ki kudsiyet bağında,

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız...” (Âi-ı Imrân 3/31) âyetinin ebedî yaban gülü bitmiş ve,

 

“Öyle ise Allah’a ve ümmîpeygamber olan resûlüne -ki o, Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ...” (A'râf 7/158) âyetinin gönül okşayıcı gülü açmış,

“Daha can var mı?” beyanının lutufla karışık seslenişi, Muhammedi şeriatın perde arkasından sonsuz bir itibar göstermiş,

Hakikat dili, “Gelecek olan var mı?” dîye seslenince dostluk risaleleri ve davet mektupları, şer‘î alamet ve tevkîlerle zâhir olmuş,

Keramet seslenicisinin, “Okuyan var mı?” demesi, can-perver sözleri ve Hz. Peygamberin [sallallahu aleyhi vesellem] temiz ve mukaddes sünnetini, “Dinleyen var mı?” diye rivayet eder olmuştur.

Hidayet yolları,

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun ...” (En’âm 6/153) âyetine uymayı bildirerek, “Sâlik var mı?” demiştir.

Letafet yakutları ve keramet incileri, nübüvvet istiridyelerinin I ut utlarından karaya, “Dizen var mı?” şeklinde gelmiştir.

Kemal derecesindeki cemal ve yaratıcının cemali, benzeri olmayan bir kavuşma vaadi ve,

“Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır” (Yunus 10/26) âyetinde olduğu gibi, “Âşık var mı?” misalini verir.

Yüce kerem ve arkasından gelen taazzüm tellalı şöyle sesleniyor: Ey Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in hilafeti için süslenmiş! Ey uzakta ve yakında olan mürid ve müstefidlerin ruhu ve rahatı için düzenlenmiş! Sen bizim habibimizin doğru ve düzgün yoluyla dergâhımıza gel, böylece o,

"Gerçekten senin için ahlret, dünyadan daha hayırlıdır” (Duhâ 93/4) kaftanından seni de geniş bir parçayla nasiplendirip,

‘Pekyakında Rabb’in sana verecek de hoşnut olacaksın” (Duhâ 93/5) vaadinden sana da bir bağ buyuralım.

Rivayet ederler ki bir bedevî, Allah’ın habibini zikretmek suretiyle halifelerden birine yakın olmak istedi. Dedi ki: “Ben Hz. Peygamber’in kabri olan yerden geldim, onun senden bir dileği var.” Peygamber’in adını duyan halife, esasen cömert biri olduğu için, hâzinesinden bir parçanın o bedevîye verilmesini emretti. Hazineci, bedeviye, “Bu miktar bağışı taşımak, bir binek gerektirir” dedi. Bedevî, Resûlullah’ın sevgisiyle halifenin her ne dilediyse vereceğini düşündü. Halifenin katına gitti ve, “Bağışladıkların, binek hayvanların olmadan taşınmıyor” dedi. Bu, halifenin hoşuna gitti, emredince binek katırları getirip bedeviye verdiler.

Ey Muhammed Mustafa! Senin hakkında bizim ezelî ikbalimiz olmasa, ümmet, senin için,

“O, seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duhâ 93/6) dememiz sebebiyle seni takip eder miydi? Amcan olan Ebû Tâlib seni koruyup gözetir miydi?

“Şaşırmış bulup da yoi göstermedi mi?” (Duhâ 93/7). Seni şeriat ilminden nasipsiz görüp hidayet eder miydi, sana bu ilimle yol gösterir miydi?

“Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” (Duhâ 93/8). Seni fakir bulup zenginlikle ganimetlendirir miydi? Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],

“Benim rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı”   buyuruyor. Mademki Hz. Hatice’nin [radıyallahu anhâ] malıyla durum böyle, yetimi incitme ve dilenciyi geri çevirme. Senden mal da isteseler ilim de isteseler, yüce Allah’ın peygamberlik ve dişindekilerle sana layık gördüğü nimetlerden halkın istifade etmesini sağla.

Abdullah b. Galib, din âlimlerindendi. Ashaba yardıma gelerek dedi ki: “Allah dün gece beni hayırla rızıklandırdı. Şöyle okudum, böyle namaz kıldım.” Ondan sonra kendisine dediler ki: “Senin gibisine bu şekilde söylemek layıktır.” Cevaben dedi ki: Sizin hakkınızda,

 

“Rabb’inin nimetini minnet ve şükranla an” (Duhâ 93/11) denmiştir.

Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:

“Kime bir iyilik yapılırsa, buna karşılık teşekkür etsin. ”  

Siz de “söyleme” diyorsunuz. Zira Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] buyurdu:

“Ben diğer peygamberler üzerine altı şeyle üstün kılındım: ‘Bana cevâmiu’l-kelim (az sözle çok şey İfade etme meziyeti) verildi. (Düşmanlarımın kalplerine) korku salmakla yardım olundum. Ganimetler bana helâl kılındı. Yeryüzü benim için temizleyici ve mescid kılındı. Ben bütün mahlûkata gönderildim. Peygamberler benimle sona erdirildi.”  ^

Ey sultanın silsilesi! Birkaç kez ibadet göğünde “güç yetirmek” kanadıyla uçman,

“Benim Allah’la birlikte olduğum öyle bir vaktim var ki ne bir mukar- reb melek ne de bir gönderilmiş nebî o vakitte bana yaklaşabilir”   hükmüyle Allah’tan başka her şeyden (mâsivadan) kesilmen, habibimize tâbi olma çadırlarının iplerini tekrar çekmen, tefrîd elinden tecrîd şarabını içmen ve Bayezid’in postuna oturunca, kalben ve şevkle “elham- dülillâh” övgüsünü kalbinin bir köşesine yazman, o makamda, himmet sahiplerinin sadakatiyle ziyaret edenlerin kibri arasından “bulamama” hasretiyle uzak olman; kibirle bulunmuş “kurb” makamında olmaktan daha iyidir. Zira kibir, zevalin başlangıcı ve hasret de kısmetin doğuşudur. Büyükler, “Zillete düşen kimse, kurb makamında düştü” derler.

Rivayet ederler ki padişahlardan birinin çok hazîneye sahip bir veziri vardı. Hâzinelerinden her birinin anahtarını göz kulak olmak üzere bir başkasına veren vezir, bir hâzinenin anahtarını da kendisi korurdu. Her gün sabah erkenden saraya gitmek dilese, o hâzineyi açar, orada dolaşır ve yine erkenden dışarı çıkardı. Padişaha haber verdiler. Padişah, orada bir hazine olduğu ümidiyle o hazînenin anahtarını vezirden istedi. Oraya gidince, birasâ, bir azık çantası (dağarcık) ve bir ayakkabı koyulmuş olduğunu gördü. “Bu nedir?” diye sordu. Vezir dedi ki: “Ben bu şehre geldiğimde beraberimde bunları getirmiştim. Sonra saraya gelip, ağırlanma ve hürmet gördüğüm her gün, bende bir büyüklenme (kibir) başgösterir, aslımı unuturum. Ertesi gün o evin kapısını açar, oraya girerim. O yol azıklarını görürüm, bana önceki halimi hatırlatır ve böylece o kibir benden gider.”

Doğru kimseler o yolda dostlarının yaralarını sardılar, bir adımı yük görmediler. Muhammedi sinenin hazırlanmasına muvaffak olmanın reisliğiyle ve Ahmedî esasın tesis ettiği ittifak güzelliğiyle, yaşlı babanla geçirdiğin bir müddetten sonra gençlik zamanında ve ihtiyacın olduğu sırada, sıkıntılarını gidermek için gerekli şeyleri sana amcan vasıtasıyla gönderdik. Sonra seni güçlü kılarak işlerini sana bahşettik.

Beyit

Ey parlak güneş ve ey hüma gölgesi!

Lütfedersen bize bir bakışın yeter!

Zayıfı güçlü kılmak bizim işimizdir. Bu uygulamaya örnek,

“Musa'nın annesine, ‘Onu emzir...’ diye bildirdik” (Kasas28/7) âyetidir.

Beyit

Şehir ve padişahlık sana ait, ne dilersen buyur!

İster amelsiz bağışlarsın, ister günahsız sürersin

Seni zahir ve bâtın ilimleriyle şereflendirdik. Zâhir ilmine ait olan şeyleri, İslâm âlim ve hakimlerinden, halkın ulularından talim ve taallüm vasıtasıyla,

"... ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” (Kehf 18/65) usulünce, bâtın ilmine dair şeyleri ise,

“(Resûlüm!) Sen, Rabb’inin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl 16/125) hükmünce talip ve sâliklerin tamamı, yol hastaları ve dergâhın hayrette kalmışları senden yararlanırlar.

Beyit

Hasletlerin ve cemalin akıl gözünde

Hep Mustafa’nın sûret ü sîreti

Sen, ilimle bütün âlem halkının üstündesin

İlimdeki bu yüksekliğinin yoktur ucu bucağı

Sen bilirsin ki Mustafa’nın meclisinden

Bu benim sözüme şahittir sünnetin sırrı

Birkaç damla yağmur buluttan ama

Unutmak hatadır okyanusun varlığını

Sorgulu yahut sorgusuz mal ve mülkle yardım ettik, zira kendileriyle aşk meydanının süslendiği er kişiler, âlem halkının maksadı ve meşhedidir. Orada zahirî kuvveti ve bâtınî kuvveti isterler, kuvvetin cisimlerini ve ruhlarını isterler. Meydan sahibi Rahîm ve Rahmân olan Allah’tan istemek ve (verdiklerini) muhtaç olanlara harcamak gerekir. Ey derviş! Bağış esnasında utanan kimse nasipsiz kalır.

Dua ve hacet esnasında utanma örtüsüyle yüzünü kapatan kimseyi istemem. Öyle bir kimse isterim ki utanmayı ortadan kaldırır, ne isterse ısrarla ister, ne isterse yükseğini ister, basit şeyler istemez. Vermezlerse alıncaya dek dergâhtan ayrılmaz. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],

“Kişinin yediğinin en helali kendi kazancıdır. Çocuğu da kendi kazanandandır”   buyuruyor.

Ancak bu el kazancı hangisidir? Gece karanlık perdesini serince yumuşak yatağından kalkmak, abdest alıp namazla meşgul olmak, sonra elini kaldırıp Rabb’ine dua etmek. İşte el kazancı budur.

Beyit

Canım, gece yarısı mülkünden haber aldıkça

Yüz gün ortası mülkünü bir arpa tanesine satın almam


Sana yardım verdik, amel verdik, mal verdik. Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] sünneti mucibince sen de yetimleri esirgeyici ol. Resûl-i Ekrem,

 

“Müslümanların evleri içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanların evleri içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir”   buyuruyor. Keza başka bir hadiste de Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şehadet parmağı ile orta parmağını işaret ederek,

“Ben ve yetime bakan kimse, cennette şöyleyiz”   buyurmuştur.

Biz zayıf kulları daha çok severiz. Zira onlar bizim dostumuzdur ve dostların işi ertelemeye gelmez. Bir adam hırsızlık ederse ve bir adamın sağ elini haksız yere keserlerse bu halde o iki hak elde eder: Allah hakkı ve kul hakkı. Yüce Allah, “Onun sağ elini kul hakkı için kesiniz, benim İçin kesmeyiniz. Çünkü o ihtiyaç sahibidir, bense ihtiyaçsızım. Biz kendi hakkımızdan vazgeçtik, ancak dostların ve kulların hakkini affetmeyiz. Zira kendi hakkında müsamaha göstermek cömerliktir, dostların hakkında müsamaha göstermek ise hainlik olur” buyurur.

Senden bir şey isteyene değer ver. Çünkü Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],

“Allah için isteyen kimseye verin”   buyuruyor. Yani, eğer Allah için senden bir şey isterlerse ver, eğer bir şey bilmek dilerlerse söyle. Resûlullah,

"Her ilim sahibi başka bir ilme açtır”    buyuruyor. Yapabildiğin kadar gereksinimlere yeterli olmaya ve istenilen şeyleri karşılamaya uğraş, zira kâinatın efendisinin şu vaadi vardır:

“Her kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir.”  

Yüce Allah’ın vaadi ise,

"Kim Allah'a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar- şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır3' (Nisa 4/69) âyetidir.

Bir rivayete göre üç yüz otuz peygamber geldi ve her biri şeriatı uygulayarak birer kapı açtılar. O kapı, Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] gelene kadar açılıyordu. Vahiy hüması, onun himmetinin öğretici eline konunca bütün kapılar kapanmış oldu. Emir ve iş onun makam ve dergâhında olduğu için, bu âlem onun meydanı, öbür âlem ise onun bahçesidir. Onun görünenler âlemindeki sünneti ve cemaati içinde olmakla, bu âlemin şefaatini elde edersin, diğer âlem onundur. Buna ne gerek var, her iki âlem onun ayağı toprağına fedadır. Yani benim gündüz vakti, gece ordusunu kudret İpine çekip feleğin boynuna bağlamam, güneşin yuvarlağını fîrûzeden bir yaygıya yerleştirmem, padişah görünümlü ayı zümrütten bir tahta oturttmam, gökyüzünü parlak yıldız incileriyle süslemem ve yeşil okyanuslar ile ışıl ışıl incilerin örtülerini kaldırıp,

 

“Ol, der o da oluverir1 (Âı-i Imrân 3/47) karasına getirmem hep senin içindir.

Bu, resûle verilmiş öyle bir görkemdir ki Hz. Âdem zamanından, insanoğlunun nesli kesilinceye değin hiç kimsede bu görkem olmamış ve hiçbir kulak hiçbir peygamber hakkında bunu işitmemiştir.

“Ben diğer peygamberler üzerine altı şeyle üstün kılındım”   buy- rulması, onun şemâili nişanından bir koku ve onun fazileti güneşinin zerrelerinden bir zerredir.

Sen de gel ey sultaniyye meyveliği ağacının meyvesi! Ve Bayezid’in evlâd u ahfadı ve kapıcıları önderi! Allah’ın minnet eylediği nimetleri açığa çıkartmak sünnet değil midir? Kim ki kabul edip onunla amel etti, işte cennet... Kim ki kabul edip başkaldırdı, benden ümidini kesmese gerektir. Çünkü kul hatasız, efendi de bağışlamasız olmaz. Bağışlayacağımı vaad ettim, bağışladım demedim. Bağışladığımı söylersen

resûlümün şefaatini bâtıl kıldın ve kıyamette ona şefaat izzeti vermedin demektir. Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] şefaat eder, ben bağışlarım. Onun izzeti şefaattir, benim izzetim ulûhiyyettir.

Post sahibine şöyle seslendi: Ey marifet denizinin dervişleri ve ey ilm ve hikmet göğünün yıldız (gibi parlak) yüzlüleri!

Şiir

Devamlı parlayan nurlu bir aydır.

Âşıkların kıyameti onunla kopar.

Dolunaydır, görenler ister ki

Onların göz bebekleri arasında yürüyerek dolaşsın.

Bil ki o nimetler aslîdir, tıpkı bir kimsenin çok miktarda bakır ve demiri bir araya getirip onlara bir zerre kimya etmekle tamamının saf altın olması gibi. Bazan kimya sırrının bakır ve demirde amel etmemesi vâkidir. Onlarda kimyanın sırrı amel edince, her ikisi altına dönüştü. Bunun aslı şudur: O post sahibi on dördüncü kuşaktandır ve bu makam oldukça yüce bir makamdır, o rütbeye dek ki,

“Rabb’inin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur” (Isrâ 17/79) şeriatı, onun,

 

"Tâ-hâ. Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye indirmedik” (Tâhâ 20/1-2) ağacından bir meyvedir, “ii” cümle sayılmaz ve beş ile dokuz on dört eder.   Tıpkı Hz. Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem], “Ey on

dördüncü geçenin ayı! Sana Kur’an’ı sen sıkıntı çekesin diye göndermedik, sen onu tebliğ edesin diye gönderdik. Kim ki kabul etmedi cehennem onun için hazırdır” diye seslenilmesi gibi.

Allah ilmiyle, güneş ile ay arasında vâki olan bir istifade diledi, böy- lece biz padişahlar terbiye ve irade üzere seninle diri olalım. Öyle ki Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in evinde hiçbir şahıs, bu zamanda senin olduğun kadar, bu miktarda mürid ü mutekid hükümdar ve padişaha sahip olmamıştı. Bu, seninle atan arasında oluşan bir ortaklığın eseridir. Padişah ile vezir, güneş ile ay arasında sabit olan yakınlığı diledi, böylece Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurdu:

“Ben bir dost edinecek olsaydım mutlaka Ebû Bekir’i dost edinirdim. Lâkin o benim kardeşim ve arkadaşımdır. Gerçekten sizin arkadaşınızı (beni) Allah dost edinmiştir. ”     

Ve Alı b. Ebû Tâlib [radıyallahu anh] için de şöyle buyurdu:

“Sen benim dünya ve ahirette kardeşimsin.1,232

İslâm padişahı, halkın tamamının buyrukçusu Olcaytu Han, onu kardeşi saydı. Birçok buyruk buyurdu, böylece aynı kelimeyi yazdılar ve onun kemal derecede terbiye ve tevazuundan anlaşıldı ki onun mübarek başı şu şekilde dile gelmiştir.

Şiir

Ben sözlerimle Muhammed’i methetmiyorum

Lâkin Muhammed’le sözlerimi methediyorum

Bu padişahın çok sayıda tebaası vardı. Şöyle ki bir gün Adî b. Hatim Hz. Peygamber’in huzuruna gelmişti. Efendiler efendisi, onun gelmesi sebebiyle kalktı ve oturması için mübarek hırkasını yaydı ve buyurdu ki:

“Size birkavmin efendisi geldiğinde ona ikramda bulunun."   Adî, o güzel davranışın bereketiyle aynı mecliste, “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah” dedi.

Bu padişah da günlerden bir gün Bâyezid-i Bistâmî abdestini tazelerken mübarek eline su dökmüştü. Senin merhum padişah Olcay- tu’ya, Herkudak’ın   isyanı ve taşkınlığı zamanında vermiş olduğun o tövbe, atanın sadaka-i câriyesine şâmil olan sırlardan bir sırdır. O tövbekâr padişahtan, Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in kabrini ziyaret edecek yolculara hizmet için Bistâm ve Bahar’da su yolları ve arklar yaptırmasını istediler. Dört nimetin bir araya toplanması cemalinin ışıkları, senin açık fikrin ve aydınlık tedbirinle düzenli olarak Bistâm ve Bahar şehirleri üzerinde parladı. Nice su geçidi yenilenerek akıtıldı, nice harabe ve .yıkıntı yeniden yaptırıldı. Tarım ve imaret artış gösterdi. Onun sadaka-i câriyesi, kıyamet gününe değin kesilmeyecektir.

Bizim irade güneşimiz olan,

“O, bütün salih kullarını görüp gözetir” (A'râf 7/196) müjdesi, arifler sultanının keramet ve görkeminin nuru ve atasının makamındaki Şeyh Şerefeddin’in gayret ve çabası şimşeğiyle Bâyezid-i Bistâmî’nin mübarek kabri etrafı ve havalisini sardı. Mescidler, mâbedler, tekkeler gibi nice hayır binaları, nice kapılar, eşikler, mushaflar, sandıklar, mis- bahlar, kandiller, cem'a ve cemaatler, dualar, zikirler, Kur’an hatimleri, türlü türlü dualar, yemek çeşitleri, rağbet edilen daha pek çok şey, dersler, bahisler, tasnifler, tezkireler, nice kaleler, hisarlar, köşkler, duvarlar, odalar, dehlizler, bağlar, bahçeler, kaynaklar, su yolları, geçitler ve dergâhların sayısında artış oldu. Bu sebeple salih ve azizlerin hatırları hoşnut oldu ve gönüller huzura kavuştu ki onu vasfeden bunu açıklamaktan aciz kaldı.

Bu yüce şeyhülislâm Şerefeddin Muhammed’in iki oğlu vardı: Alâeddin Atâullah ve Radıyyüddin Fazlullah -diller övgüsünde ve kalpler sevgisinde kesintiye uğramasın-.

Şeyh Nizâmeddin Zeynelâbidin âlimdi, şecaat ve riyasetle şöhret bulmuştu. Bu hasletlere sahip olduğu için çokça itibara sahip oldu. Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] ve sahabenin çoğu hepsi iyi ok atıcı ve usta binicilerdi. Resûlullah minberde,

 

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın” (Enfâi 8/60) âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

 “Dikkat edin, kuvvet atıcılıktır. Dikkat edin, kuvvet atıcılıktır. Dikkat edin, kuvvet atıcılıktır.”  

O genç yaşta vefat etti. Geriye beş oğul bıraktı: Kıvâmüddin Lutful- lah, Alâeddin Fethullah, Gıyâseddin Fütûh, Latif ve Sadık. Allah onlara lutuf kapılarını açsın ve şerefli emellerinden ne dilerlerse onları tamama erdirsin.

Şeyh Kıvâmüddin Abdülkadir’in -Allah büyük şeyhler yolunda kendisini korusun- üç oğlu vardı: Fethullah, İsa ve Bayezid. İnce ilimli ve övülmüş ahlâklıydılar.

Şeyhülislâm Radıyyüddin Fazlullah’ın. en büyük oğlu Kıvâmüddin Ali genç yaşta ahirete gitti. Kendisinden İmâdüddin Hibetullah adlı bir oğul kaldı. O da vefat etti [Allah onlara rahmet eylesin] ve kendisinden dört oğul kaldı: Rükneddin Ali, İzzeddin Mutahhar, Sadreddin Yahya ve Bahâeddin Zekeriyya.

Daha önce adı geçen Şeyh Alâeddin Atâullah, henüz orta yaşlardayken, Şeyh Radıyyüddin Fazlullah’ın ölümünden epey önce vefat etti. Kendisinden Alâeddin Süleyman Şah - Allah’ın nazarı üzerine olsun- adlı bir oğul kalmıştır. Onun iki oğlu vardır: Tayfûr ve Sürûşân (Yüce Allah onları ataları gibi evliya mertebesine eriştirsin). Âmin.

“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat” (Şuarâ 26/83) duası fazlasıyla ziyade olsun.

SON BÖLÜM

Musannif zamanında henüz çocuk olan, kendilerinden bahsedilen
ve bu kitabın tasnifinden günümüze değin ruhlar âleminden sûretler
âlemine gelmiş şeyhlerden bazılarının yaşayışları beyanındadır.

EVLİYALARIN YAŞAYIŞLARI
ve HALLERİ

Yüce Allah,

 

“Kıssayı anlat; belki düşünürler” (A‘râf 7/176) buyuruyor. Hz. Peygamber [sallallahu ateyhi veselfem] ,

 “Ölülerinizin iyiliklerini anınız. Kötülüklerini zikretmekten kaçınınız”  buyurmuştur.

Yüce Allah yine şöyle buyurmuştur:

 “Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibret vardır” (Yusuf 12/111).

Dolayısıyla evvela bilmek gerekir ki bu kitabın adına tasnif edildiği ve adının nesebiyle birlikte arifler sultanına değin zikredildiği büyük şeyhülislâm Şerefeddin Muhammed’in üç oğlu vardı: Şeyh Alâeddin Atâullah, Radıyyüddin Şeyh Fazlullah ve Şeyh Celâleddin Safiyyullah.

Şeyh Atâullah ve Şeyh Fazlullah, bu kitabın tasnifi sırasında hayattadır. Şeyh Safiyyullah’ın doğumu bu kitabın tasnifinden sonradır ve bu yüzden zikredilmemiştir.

Ancak evtâddan olan Şeyh Alâeddin Atâullah’ta çok sayıda keramet ve hal görülmüştür. Zamanını salahiyet, itaat ve ibadetle geçirmiş, bütün malı mülkü kendisine veraset yoluyla geçmişti. Bunların hepsinden vazgeçip tamamını sadaka olarak dağıtmayı tercih etti. Dünyaya bağlı olmaktan hep uzak durdu.

 “Cennet ehlinin çoğu ebleh (saf, temiz) kimselerdir”    zümresine bağlı olarak temiz kalpli ve iyi ameiliydi.

Şeyh Radıyyüddin Fazlullah, sima ve iç güzelliğiyle kendi soylu atalarını yansıtırdı.

 “Çocuk babasının sırrıdır”    hükmünce nesep ve hasep bakımından olgunluk sahibiydi. Türlü faziletlerle süslenmişti.

“Süleyman, Davud’a vâris oldu” (Nemi 27/16) hükmünce babasından sonra Bayezid’in postuna oturdu. Oldukça cömert ve yiğitti. Sonunda Bistâm ilinin yönetimi için, ihtilafsız olarak kendisinde karar kılındı. Nice yıl şeyhlik makamında oturmuş ve Bistâm halkının günlük yaşayış ve geçinmesine düzen vermişti.

Fenâ yurdundan bekâ yurduna göç ettiği gece, “Beni Sultan Bayezid’in kabrine vardığınızda hemen yol üstüne koyunuz, çünkü orası büyüklerin geçiş yeri ve ikbal sahiplerinin durağıdır. Belki kabrimiz yıkıldıktan sonra Allah’ın velilerinden bir velinin ayağı toprağımıza erişir” diye vasiyet etti. Sultan Bayezİd sokağından kabre gelindiğinde, kıble yönünde, Bâyezid-i Bistâmî’nin kabrine bitişik, sol taraftaki ilk kabirdir. Dolayısıyla onun kabri yolu üzerindedir.

( En küçük kardeşi olan Şeyh Safiyyüddin ilim, zühd, vera‘ ve takva olgunluğuyla süslenmişti. Çeşitli nefis mücâhedelerinde rabbânî feyze layık oldu. Gençliğinin ilk zamanlarında,

“Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe İnsanların ve cinlerin ameline (onların amelleriyle elde edilen kurbete/yakınlığa) denktir”   sırrına erişmiş ve kelimeleri fethetmiştir. Nitekim çok sayıda ince ve muhakkikâne tarzda şiir yazmıştır. Gönlünde sürekli bir yanış vardı. Her yandan tâ- lipier onun huzuruna yönelip can beline mülazemet kemerini bağlamışlardı. Bu hal, gaddar dünyanın köpeklerini kıskandırınca, ona kastettiler, kendisine bir anda fenâ kaydından bekâ bağına bağlayan bir şerbet verildi. Mezarı İsferâyin şehrindedir. Nesli devam etmemiştir.

Şeyh Alâeddin Atâullah’ın dört oğlu vardı: Sultan İsa, Şeyh Ubey- dullah, Şeyh Veliyyullah ve Şeyh Ebû Said.

En büyüğü olan Sultan İsa, ilk gençlik yıllarında şehid oldu ve nesli devam etmedi.

Şeyh Celâleddin Veliyyullah, aziz ömrünü ibadet ve taat için harcadı. Bir müddet post sahibi oldu. Fakir ve salihlerin terbiyesi için çabalarken fenâ yurdundan beka yurduna göç etti.

Şeyh Ebû Said bir süre yolculuk âleminde tefrîd ve tecrîd yolunu katedip dünyayı dolaştı. Sonunda Demâvend dağlığında ikamet etti. Bir müddet burada kaldı. Yüce Allah’ın rahmetine bağlandı. Kabri de orada, Evcerûd köyündedir. Nesli devam etmedi.

Yüce Allah, Şeyh Radıyyüddin Fazlullah’a üç oğul verdi: Şerefed- din Muhammed, Şeyh Kıvâmüddin Sultan Ali ve Sultan Mahmud.

Yüce Allah, en küçüğü olan Sultan Mahmud’a yaratılış olgunluğu vermişti.

“Andolsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık” (Tîn 95/4) âyeti hükmünce iç güzelliği ve cömertlik timsali olarak yaratılmıştı. Henüz ismet makamındayken,

“Rabb’ine dön” (Fecr 89/28) hitabını işiterek ezelî aşk sarhoşu oldu.

Şeyh Sultan Ali [kuddise sırruhû],

"İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır”   makamındaydı. Kendisine sebepsiz ezelî yardım verildi. Sultanlık tacını, “Lakaplar gökyüzünden iner” hükmünce onun başına taktılar. Tıpkı ârifler sultanı gibi evliya arasında sultan namını aldı. Kardeşleri ve oğulları arasında “sultan” isminde bir sultandı.

 

“İşte bu, Allah’ın lutfudur ki onu dilediğine verir3 (Hadîd 57/21).

Kazanın yolları kestiği bir gün

Senin görüşün memleketlerin tedbirini sağlıyordu

Rızık sebeplerinin bağladığı yerde

Kaleminin ucu "böyle yaptı” yazıyordu

Kendisinde var olan kemal ve cömertlik sebebiyle şöyle seslendi:

Cömertliğime layık altına sahip olsaydım

Darlık ve sıkıntıyı halk arasından giderirdim

Akçesizlerin var olma ağacı dalını

Kendi ihsan bulutumla yeşertirdim

Mübarek cephesini halkın tamamına açmış, kerem ve ihsan sofrasını yaymıştı. Yüce huzuru, emîr ve vezirlerin buluşma noktasıydı. Güçlü meclisi fakirler, âlimler ve ârifierin toplanma yeriydi. Seçkin yahut sıradan herkesin kalbini güzel huy ve bağışta bulunmakla, yüce Allah’ın iradesiyle avladı. Onların dilini, sabah akşam iyilik ve ihsanla kendi dua ve övgüsüne meşgul etti. Şeyhlik makamındayken gerçek mahbubun şevki onun can dimağına ulaştı ve,

 “Rabb’ine dön” (Fecr 89/28) hitabını işitti.

Yüce Allah, ikbal ehlinin kıblesi olan Şeyh Kıvâmüddin Ali’ye dört oğul verdi.

Bil ki,

“Allah ruhları bedenlerden dört bin yıl önce yaratmıştır”24' hadisi şunu gerektirir: Varlığı ve sülûkünün kökleri ulûhiyyet hükümlerinin sayfaları ve ezeliyet takdirlerinin risâlelerinde yazılmadıkça, hiç kimsenin üzerinde yaratma hükmü gerçekleşmeyecek ve hiç kimse kudret sarayından fıtrat dergâhına ulaştırılmayacaktır. Bir şahsa giydirecekleri bir elbiseyi, onun yaratılmasından önce tedbirini almış olacaklar ve ondan gelecek bir iş hakkında o yaratılmadan önce kalem oynatacaklar. Bu, celâl-i İlâhî ile kulun hizmet muradına noksan getirme değil, aksine Hakk’ın fazlı ve rahmetidir. Bu, aykırılık değil, aksine Allah Teâlâ’nın apaçık bir adaletidir.

Elest ahdinin beşiğinde, anlaşma için verilen sözlerle, ihsan memesinden kısmet ve faziletler sütünü verdiği gün geçmişler, vesileler, taatler ve kulun ibadet ekinleri neredeydi?

Beyit

Bizim Âdem’den olduğumuza şüphen olmasın

Zira Âdem’in olmadığı o an biz var idik

Zahmetsiz ayın, şîn ve kâf, gül ve gönül

Mâşuka, biz ve aşk beraber idik

Bir derviş, sultanın aşkı davasını ederse ona ceza gerekir.

Beyit

Ben kimim ki O’nun sevdası davasını edeyim Ya O’nun gönül süsleyen cemalini arzu edeyim

O yüce bir güneş ve ben hakir bir zerre;

Kendini bilmezlik olmaz mı ben O’nu dileyeyim

Ezelde, 

u... (Allah) onları ve onlar da Allah’ı sever...” (Mâide 5/54) hükmü verilmiştir. Sultan kendi kendine der ki: “Ey azıksız dilenci! Bizim seninle bir işimiz vardır. O aşk; devlet, hil'at ve keramet sebebidir.”

Beyit

Güneş mahallenin toprağını görünce

Artık gökyüzüne yükselmedi

Senin devletinde, siyah bir kilim

Fayda ederse ziyanı yoktur

Aynı şekilde Arifler Sultanı Bayezid’in [kuddise sırruhû] Şeyh Ebü’l-Ha- san Harakânî’nin [kuddise sırruhû] var olmasından 100 küsur yıl önce Harakân hâzinesine yolu düşmüştü.

Mısra

Ey kendi kölesinin mahallesinden geçen!

Bineğinin dizginini çekti ve dedi ki: “Bu makamda er kişilerden bir er kişinin kokusu burnuma geldi.” Devlet belirtisi olan bu işareti Ha- rakân dervişlerine gösterince aşk âleminde himmet sancağını çektiler. Bu ânın ve sultanın ayak basması bereketiyle iki cihan mutluluğu umudu tohumunu ekip ondan çok sayıda meyve elde ettiler.

Beyit

Bana nazar edersen çiçek açtırırım taşa Taştan, yanmış bir gönül çıkarırım

Burada,

",.. Benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müj- deleyici olarak geldim” (Saf 61/6) âyetinin hükmünce bir müjde vardır, dendi. Kâ‘b el-Ahbâr şöyle nakletti:

Havariler Hz. İsa’ya [aleyhisselâm], “Ey Ruhullah, bizden sonra bir ümmet var mıdır?” diye sordular; Hz. İsa şöyle cevapladı:

“Evet, vardır, onlar, Ahmed’in ümmetidir. Onlar, hikmet ehli, âlim, salih ve muttaki kimselerdir. Onlar (içindeki âlimler) sanki peygamberler gibi derin anlayış ve ilme sahiptirler. Onlar, Allah’ın verdiği az rızka razı olurlar; Allah da onların az amelinden razı olur.”

Hz. İsa [aleyhisselâm],

“Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Meryem oğlu Isa’nın sizin içinize âdil bir hakem olarak inmesi, hıristiyanların haçını kırması, domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması ve malın kimsenin kabul etmeyeceği kadar çoğalması pek yakındır”   hadisinin hükmünce minbere çıkar ve Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in [sallallahu aleyhi vesellem] dinini kuvvetlendirir.

Beşaret müşabehetinin izlerinden bir izdir ki o da, tıpkı Hz. İsa gibi, Resûlullah’ın dininin kuvvetlenmesi ve ilerlemesinde,

“Çocuk babasının sırrıdır”   muktezasınca Sultanü’l-ârİfîn Baye- zid’in en büyük oğullarından ve meşhur torunlarından olacaktır. Şeyh Ebü’I-Hasan’ın oğullarının ve soyunun saygısı, rahatlığı ve terbiyesinde, kendi sevenleri ve dostlarından birazcık olsun ihmal gösterilmesine müsaade etmeyecek, bu müridlerin ve iyi kalplilerin sevindirilmesi için gerekli olan terbiye ve esirgeme hususunda,

“Andolsun biz İsrailoğulları’na, bilerek, (kendi zamanlarında) âlemlerin üstünde bir imtiyaz verdik” (Duhân 44/32) yed-i beyzâsını göstereceklerdir.

Hâsılı, bu dervişlerin sineleri o hanedanın muhabbeti ve sevgisiyle bezenmiş ve dilleri o devlet sahiplerinin övgüsüyle süslenmişti. Böyle- ce de devam edecektir.

Beyit

Bana güzellikle nasihat veren vaiz

Onu sevmekten geri durmamı istiyor

Toplamasın Allah mahşer günü

Onun sevgisi olmaksızın âzalarımı

Ey temiz soylu kimse! Bütün tövbeler kabul edilir, cemal âşıklarının tövbesinden başka. Sevilenin, sevene iltifat etmesi başkası için sonsuz bir kıskançlık, O’nun ise gözü mülahaza etmekten koruması hususundaki kemali olur. Aşk şeriatında, sevenin sevmekten tövbe etmesi düşünülemez, hatta gönülden dahi geçirilemez.

Beyit

Biz senin aşkının süt ve şarabını birlikte içtik

Senin aşkına henüz çocuklukta alıştık

394 »Arifler sultani bâyezİd-I bİstâmî

Yok yok yanlış yaptım, ne çocukluğu biz Senin aşkını hep birlikte ezelde büyüttük

Yeşil denize niyetlenen herkes, kısa su kanalıyla yetinmez. Evvelin lutfuyla taç yapmak ve ezelin fazlıyla baht yapmak diler. Himmetin diri tutucu dizginini her iki âlemin de eline vermez.

Din âlimleri topluluğu ve seyyidü’l-mürselînin hadislerini nakledenlerin âdeti şöyledir: Resûl-i Ekrem’in ilk ve son hadislerini bir araya getirmişler ve hediye olarak büyüklerin huzuruna göndermişler. Abdullah b. Ömer [radıyallahu anh] Hz. Peygamberden şöyle nakleder:

 “Hiçbir müslüman, kardeşine, onunla Allah’ın hidayetini artıracağı veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir söz söylemekten daha İyi bir hediye vermiş olmaz. ”244

Resûl-i Ekrem [sallallahu aleyhi vesellem] bu hükme uygun olarak, teşbih namazını kendi amcası Abbas’a [radıyallahu anh] hediye etmiştir.

İkrime [radıyallahu anh], Hz. Peygamberden [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle nakleder:

Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] bir gün amcası Abbas’a [radıyallahu anh],

“Ey amca! Sana akrabalık bağı dolayısıyla bir iyilikte bulunayım mı? Bir iyilik yaparak seni faydalandırayım mı?” diye buyurdu. Abbas [radıyalllahu anh], “Evet, ey Allah’ın elçisi” dedi. Bunun üzerine buyurdular ki: “Ey amca! Dört rekâtlı bir namaz kıl. Her rekâtta Fatiha ile beraber bir sûre oku, sonra on beş kere, ‘Allahüekber ve’l-hamdülillâhi ve sübhânallâhi ve lâ ilahe illallah de. Sonra rükûda on sefer söyle, rükûdan kalktıktan sonra on sefer söyle, secdede on sefer söyle, sonra başını secdeden kaldır on sefer söyle. İkinci secdeye vardığında yine on sefer söyle ikinci secdeden kalkınca ayağa kalkmadan yine on sefer söyle böylece bu teşbihlerin sayısı her rekâtta yetmiş beş eder, dört rekâtta üç yüz teşbih eder. Artık senin günahların çöllerin kumlan sayısı kadar olsa bile Allah onları bağışlar.” Abbas [radıyallahu anh], “Ey Allah’ın resûlü!” dedi. “Bu şekilde her gün kim yapabilir?” Bunun üzerine Resûlullah buyurdular ki: “Her gün yapmaya gücün yetmezse cumadan cumaya, yani haftada bir yap, haftada bir yapmaya da gücün yetmezse, ayda bir de olsa bu namazı kıl; onu da yapmaya güç yetiremezsen senede bir sefer de olsa bu namazı kıl.”  

Âlem dindarlarının büyüklerinden olan Muhammed b. Vâsi şöyle der: “Mekke’ye gittim. Kardeşim Salim b. Abdullah b. Ömer’i -ki müminlerin emîri Ömer b. Hattâb’ın torunudur- gördüm. Bana dedi ki: Babamın atamdan rivayet ettiği bir hadis rivayet edeyim:


“Her kim çarşıya girince, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. O tektir. O’nun ortağı yoktur. Saltanat O’nundur. Hamd O’na mahsustur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Kendisi ölümsüz olup daima diridir. Tüm hayırlar O’nun elindedir ve O her şeye güç yetirendir’ derse, Allah ona bir milyon sevap yazar, bir milyon günahını siler, derecesini bir milyon yükseltir ve cennette ona bir köşk inşa eder. ”  

Muhammed b. Vâsi* der ki: “Ben bu hadisi, Horasan’da İslâm ordusunun kumandanı olan Kuteybe b. Müslim’e hediye götürdüm. O her gün orduyla kalkar ve çarşıya giderdi. Bu sözleri söyler, sonra geri dönerdi.”

Hâsılı, anlaşıldı ve sabit oldu ki Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] hikmetli sözün hediye edilmesine işaret ve izin buyurdu. İbadet öğretme hediyesine de meyil gösterdi. Âlimler ve salihler şeriatın esasını izah etme ve tarikat binasını sağlamlaştırmada o sünnetin ihyasına rağbet ettiler. O fazilet ve vesileyi de bu hediye verme şekliyle sağlama alıp bununla övündüler.

Bu aciz de bu kitabı Kur’an âyetlerinden, peygamberler serverinin hadislerinden ve tevhid ehlinin önderi Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in sözlerinden devşirdim.

O ebedî olanlardan güzelce söz edilmesi ve o hanedanın faziletleri şöhretinin sonsuza dek anılması için, o iltimas ve ihtiyaç sahiplerinin ricası hakkı ve o şerefli hanedana mensup kimselerin hediyesidir.

Bu kitabın sözleri, devlet önsözleri ve mutluluk başlangıçlarıdır. Yüce Allah’tan ümit edilen, hangi sahib-i devlet bu kitabın usulü, fasılları, faydalarını dikkatle inceleyip düşünerek ona bakar, rabbânî edeple edepienme tavusunu muradını sürme tuzağına getirir ve İlâhî sırlar sî- murgunu himmet şahiniyle avlarsa,

fİhlaâs, benim sırlarımdan bir sırdır; onu kullarım içinde sevdiklerimin kalbine yerleştirdim”   müjdesinin sürekli bir koruyucu olması ve maksat, istek ve ihtiyaçlarına güç yetirip ulaşmış olmasıdır. Yüce Allah’ın izniyle, her iki âlemin hürmet ve izzeti onun yakınında ve beraberinde olsun.

Ümit edilir ki bu kitabın talibi derin derin düşünme ve inceleme esnasında bir yanlış ve kusura rastlarsa onu düzeltmeye gayret etsin ve başarılı olma perdesini müellifin üzerine örtsün.

Beyit

Allah hayırla mükâfatlandırsın yazdıklarıma dükkatlice bakanı

Ve içindeki yanlışları af ile karşılayanı

Hakîm katında hangi insanın yanlışına izin verilir?

 “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri vardır” (Yusuf 12/76).

İyi kimseler öğüt verir lâkin

Öğüdü alan iyi talihlilerdir

İyi yaratılışların karşılığının kötü olacağını düşünmüyorum.

Hz. Muhammed’e [sallallahu aleyhi vesellem], ailesine ve ashabına salât ve selâm olsun.

Bu kitap Melikü’l-vehhâb olan Allah’ın yardımıyla tamamlandı. 730 (1330) senesinde, Cumartesi günü ikindi vaktinde telif edildi. Hamdolsun.





Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to