Irza
tecavüz olgusunun
bir tarihçesi
Türkçeleştiren:
suğra öncü
YAZARIN
KİŞİSEL AÇIKLAMASI
Bu
kitabı yazarken bana en sık sorulan soru kısa, doğrudan ve rahatsız ediciydi :
«Hiç ırzına geçildi mi?»
Yanıtım
aynı ölçüde açıktı: «Hayır.»
Birçok
yerde birçok kez yinelenen bu konuşma ne soruyu soranı ne de beni doyurmaktan
uzaktı. Bu konuyu düşününce beni sorguya çekenlerin değişik dürtülerden yola
çıkarak davrandıklarını anladım. Kimileri için iki yöne çekilebilen bir kimlik
yoklaması olduğuna karar verdim : Bir kriminolog ya da ırza geçme kurbanı
değilsen. sen de kim oluyorsun? (İlginç bir konunun peşindeki bir yazar olmam
neden yeterli sayılmıyordu, anlamıyordum.) Başkaları açısından, sorunun
gerisinde garip bir düşünce sapması yatmasından kuşkulanıyordum. Irza geçme
konusunda yazmaya kalkışan bir kadının kişisel bir nedeni, büyük bir sırrı,
geçmişinde gerçek ya da düş ürünü bir ırzına geçilme deneyimi, eskiden kalma
bir bunalımı, bir saplantısı, onu sürekli biçimde etkisi altında tutan ya da
bunu tüm dünyaya açıklama isteğini içine sokan Kötü Bir Deneyimi olmalıydı.
Düş
kırıklığına uğratıcı olacak ama yine de «Hayır» demek zorundayım. Şurada burada
sarkıntılık edilmiş olabilir ama hiç ırzıma geçilmedi. Ama yine ' de ırza
geçme konusunda bir kitap yazmam gerektiğini duyduğum bir an geldi ve yaşamımda
hiçbir tasarıda olmadığı ölçüde büyük bir ' direnç ve amansız bir yöntemsel
çalışmayla bu işe giriştim.
Yazarla
konusu arasında ilişki kurmak gizemsel bir işlemdir. Irza geçme konusunun,
1968’de politik çağnşım- lan olan bir ırklararası ırza geçme olayı üzerine bir
dergide yazmamdan bu yana ele aldığım konulardan biri olduğunu profesyonel bir
yansızlıkla belirtebilirim. Bu gün gördüğü ilgiden yıllar önce bu alanı
keşfettiğimi ileri sürebilirim. Ama bu biraz kurnazlık olurdu. Çünkü bu
öyküyü, «erkek dergisi olmakla övünen o dergiye yazdığımda bir ırza geçme
olayına kuşkuyla yaklaşan bir kadının bakış açısına sahiptim ve bu dergide
yazıyor olmaktan onur duyuyordum. Bugün söylemeliyim M, bu kuşkuculuk, bu katı
«nesnelcilik» öykümün basılmasını sağlamıştı. O yazı için birçok röportaj
yapmama karşın kurbanla konuşma gereğini duymadım ve böyle bir girişimde
bulunmadım. Ona hiçbir yakınlık duymuyordum ve kamusal ya da özel olarak ona
olanların herhangi bir biçimde bana da olabileceğini kabul etmiyordum.
Her
zaman için kendimi güçlü bir kadın saymıştım, ama gücümün bir biçem ve saklı
olarak da oyunculuğa dayanan bir yorum sorunu olduğunu anladım. Kavgacı, uyanık
ve sözlü olarak saldırgandım. Başıma buyruk olmaktan ve kendi ilkelerime göre
davranmaktan hoşlanırım. Bu yönüm beni, kimi zaman, yazarlıktan çok politik
alanda çalışmaya itti. Kendi başıma buyruk olmaktan hoşlandığım gibi, iyi bir
kafa yapısına sahip olmak için esnek ve yeniliklere açık olmak gerektiğini de
biliyorum.
Irza
geçme konusundaki görüşlerim; genelde özdeşleştiğim düşünceler, insanlar ve
davalarla uyum içindeydi: Örneğin insan hakları hareketi, savunma avukatlarının
kahramanlıkları ve suçluya karşı duyulan ruhsal yakınlık. Görüşlerimi yeniden
gözden geçirmeye gerek görmüyordum, çünkü saygı duyduğum kişiler bu görüşteydi
ve bu görüşler benim ileri oyunculuk anlayışım açısından yeterli ölçüde
dolambaçlı ve hileliydi. Bu tutumların kadınlara karşı olabileceği hiç aklımdan
geçmemişti. Bu tutumları benimsemekle gerek duyduğum güvenceyi elde ettiğim, ve
«‘burada’ olmasına olanak yok» diye düşündüğüm de hiç aklıma gelmemişti.
Ve
böylece, bir grup kadın arkadaşım 1970 güzünde bir akşam ırza geçme konusunu
tartıştıklarında acıyla haykırdım. Irza geçmenin ne olup olmadığını biliyordum.
Irza geçme, hastalıklı, düzensiz bir kafanın ürünü olan bir cinsellik suçuydu.
Irza geçme feministlerin ele alması gereken bir sorun değildi, ırza geçme ...
şey, ırza geçme gerçekten neydi? Herneyse, hiç kuşkusuz ırza geçme kurbanları
üzerine bilgim vardı. Kadın hareketinin irza geçme kurbanlanyla hiçbir ortak
yanı yoktu. Irza geçme kurban- lan... şey, ırza geçme kurbanlan neydi?
Kimlerdi?
O
akşamüstü ve birçok başka akşamüstü ve öğle sonrasında ırza geçme kurbanlannın
tanıdığım kadınlar olabileceğini; sıralan gelince sessizce kendi deneyimlerini
dile getiren kadınlar olabileceğini öğrendim. Bu kadınlar kurban edildiklerini
anlamışlardı, oysa ben yalnızca bu işin bana olmadığını biliyordum ve
olabileceği düşüncesine karşı direniyordum. Yadsımayı yeğlediğim birçok yönden
ırza geçmenin yaşamımı etkilemiş olduğunu anladım.
Öğrenmem
kolay olmadı. Tartıştım, karşı koydum, küçümsedim ve yadsıdım. Başkalannı
yatıştırmak için herkese açık, ırza geçme konusunda bir tartışma düzenlemek
düşüncesinden yana oldum. 'Acaba gerçekten kadınlann ayağa kalkıp tanıklık
etmelerini sağlayabilecek miyiz ve neler söyleyecekler?' diye düşündüm.
CAçıkladıklan şeyler aklımı başımdan aldı.) «Bu işi de halledelim» düşüncesiyle
ırza geçme konusunda bir konferans yapılmasını önerdim. Konferanslar kişisel
tartışmalara benzemez. Konferanslar nesnel bilgi, istatistik, araştırma ve
incelemeye dayanır. «Acaba ortaya nasıl birşey çıkarabiliriz?» diye meraklandım.
Tedirginlikten öneride bulunduğum konferansa, planlama danışmanı olarak dıştan
katılmıştım ama bu konferans benim aydınlanma anım oldu. Orada, bir lisenin
toplantı salonunda, korkularım, geçmişim ve entellektüel savunmamla yüzleştim
en sonunda. Düşünülmesi ürkütücü ve çok önemli bir konu; erkek-dişi
ilişkilerine, güç ve yetkeye bakış açısı, eğitimimin dışında bırakılmıştı.
încinebi- lirliğimi açıklamaktan kaçan biri olarak feminizm hareketi içindeki
kardeşlerimce konuyu olduğu gibi görmeye itildim.
Bu
kitabı da ırza geçme olgusu konusundaki düşüncelerini değiştiren bir kadın
olduğum için yazdım.
SUSAN
BROWNMILLER New York City Şubat 1975
IRZA GEÇMENİN KİTLE PSİKOLOJİSİ
Cinsel
dengesizliklerin incelenmesinde öncülük eden Krafft-Ebing ırza geçme konusunda
çok az şey söylemiştir. Ünlü Psychopathia Sexualis'inde bu eylem ve
uygulayıcılarına şaşırtıcı kısalıkta bir yer ayırır. Okuyucularına, güvenilir
bir yetkeye dayandığını söyleyerek, çoğu ırz düşmanının yozlaşmış ve ahmak
kimseler olduklarını ileri sürer. Krafft-Ebing bu geniş kapsamlı genellemeyi
yaparken ırza geçme konusundan tümüyle sıyrılmış ve istekle, imgelemini canlandıran
normal zekalı fetişistlerle sürtünme hastalarına dönmüştür.
Ana
yapıtları Kraft-Ebing'inkileri yirmi ya da kırk yıl arayla izleyen Sigmund
Freud'un da ırza geçme konusu karşısında dili tutulmuştur. Yapıtlarında alıntı
yapılabilecek bir cümle, bir inceleme ya da algılamayı boşuna aramış oluruz.
Penisin önde gelirliğini bulgulayan psikanalizin babası, bildiğimiz kadarıyla
penisin silah olarak gerçek yaşamdaki kullanımını araştırmak için hiç harekete
geçmemiştir. Ustanın görmezlikten geldiğini çıraklar da görmezlikten gelmişlerdir.
Alfred Adler, kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel güç çatışmasının tümüyle
bilincinde olmasına karşın ırza geçmeden söz etmez. Jung kimi mitolojik
yorumlarında üstünkörü değinerek ırza geçme konusuna en üstü kapalı bir biçimde
yaklaşır. Helen Deutsch ve Karen Horney, her biri değişik bir açıdan, kadınlara
özgü düş gücünü ve kadınların ırza geçmeden duydukları korkuyu kavramış
olmalarına kar- .şın daha ileri gitme yürekliliğini gösteremeyen kadınlar
olarak, erkek-dişi gerçekliğine gözlerini kapamışlardır.
Nihayet,
büyük sosyalist kuramcılar, Marx ile Engels ve yandaşlarıyla öğrencileri sınıf
baskısı kuramını geliştirip günlük dile ‘sömürü' gibi sözcükler yerleştirmiş
ama ırza geçmeyi ekonomik yapılarının bir yerine yerleştiremeyerek o konuda
garip bir biçimde suskun kalmışlardır. Aralarından yalnızca August Bebel ırza
geçmenin tarihsel önemini, sınıf, özel mülkiyet ve üretim araçlarının
oluşumundaki rolünü kavramaya çalışmıştır. Sosyalist Düzende Kadın adlı
yapıtında Bebel, kabul olunabilir bir Marksist incelemenin sınırları içinde
tarih öncesi boylarının toprak, sığır sürüleri ve iş gücü için yaptıkları
savaşlar üzerine kısaca varsayımda bulunabilmek ereğiyle düş gücünü
kullanmıştır: «Toprağı işlemek için iş gücüne gereksinme doğdu. Bu gücün
bolluğu oranında ürün ve hayvan zenginliği de arttı. Bu çabalamalar önce
kadınların ırzına geçilmesine daha sonra ele geçirilen erkeklerin
köleleştirilmesine yol açtı. Kadınlar yenen tarafın zevk aracı ve işçisi,
erkekler ise köleleri oldular.» Bebe! kadınların ırzına geçilmesinin insanın
iş gücü arayışından sonra ortaya çıktığını göstermekle tam doğruya varmasa da,
Engels'in Ailenin Kökeni'nde başaramadığını yaparak konuya açıklayıcı
bir ışık tutmuştur. Bebel Alman fabrikalarında çalışan kadınların içinde
bulundukları koşullar ile aldıkları ücretleri araştırırken kendini daha rahat
hissetmiş, gücünü o yönde harcamıştır. Hitler, Marx ve Freud'e karşı eşit
ölçüde öfke dolu olan yarı çılgın dahi Wilhelm Reich «erkeklere özgü ırza geçme
ideolojisi» görüşüne kısaca yer vermiştir. Bu deyim Cinsel Devrim'in başlangıcında
daha ileri bir yorumu gerektirecek biçimde yer alır. Ama bu yorum belirmez.
Acı içindeki zihin fazlasıyla karmakarışıktır. Irza geçmenin politik açıdan
incelenmesi, kendi sarsılmaz cinsine karşı Wilhelm Reich'ın bile oluşturacağından
daha büyük bir ihanet gerektirirdi.
Böylece,
kurban edilişimizin anlam ve gerçekliğini bulup çıkarmak, erkek cinselliğini
gözden geçirmemizi yasaklayan kısıtlamalardan sonunda kurtulan günümüz
feministlerine (kadın hakları savunucularına) kaldı. Çalışmalarımız açısından
önemli olan ırza geçmenin bir tarihi olduğunun ve tarihsel inceleme aracıyla
şimdiki durumumuz üzerine bilmemiz gerekeni öğrenebileceğimizin anlaşılmasıdır.
Bildiğim
kadarıyla hiçbir hayvan bilimcisi hayvanların doğal çevresi olan vahşi doğada
birbirlerinin ırzına geçtiklerini gözlemlememiştir. Hayvanlar aleminde, en
yakın akrabalarımız olan türde primatlar da içinde olmak üzere cinsellik, daha
uygun biçimde «çiftleşme» diye adlandırılır ve dişinin verdiği biyolojik
işaretlerle başlatılan devirli bir eylemdir. Çiftleşme görüleceği gibi,
dişinin kösnüme (kızgınlık) devresince başlatılıp «denetlenir». Bir türün
dişisi belirli dönemlerde kızışıp fiziksel belirtiler gösterince çiftleşmeye
hazır demektir ve erkeğin ilgisi uyanır. Başka zamanlarda ne ilgi uyanır ne de
çiftleşme olur.
Jane
Goodall, Gombe Irmağı orman arazisinde yaban şempanzelerini incelerken
şempanzelerin, dişi ya da erkek, «değişik eşlerle cinsel ilişkide bulunduklarını
ama bunun her dişinin kendisine kur yapan her erkeği kabul edeceği demek
olmadığını» saptadı. Özel durumunu ortaya koyan cinsel organının çevresindeki
pembe bir şişkinlik görülen kızışmış dişinin yine de kendisini izleyen bir
erkeği istemediğini belirttiğini gözlemledi. «Erkek bir kez dişiyi saklandığı
ağaçtan silkeleyerek düşürmesine karşın gerçekten 'ırzına geçmedi'» diye yazan
Goodall, «ama zorlayıcı bir üstelemeyle amacına ulaştı» diye de eklemiştir. Yine
bir hayvan davranışları araştırmacısı olan Leonard Williams kesin olarak şöyle
der: «Erkek maymun ,gerçekte dişinin çağınsı ve işbirliği isteği olmadan
çiftleşemez. Maymun topluluğunda ırza geçme, fuhuş ve dahası edilgen boyun eğme
gibi şeyler görülmez.»
Hayvan
bilimciler çoğunlukla ırza geçme konusunda sessiz kalmışlardır. Onlar için bu,
önemli bir bilimsel sorun olmamıştır. Ama insanlann değişik olduklarını
biliyoruz. Türümüzde çiftleşme yılın 365 gününde
oluşabilir; dişinin kızışma dönemiyle denetlenmez. İnsan türünün dişileri olan
bizler ‘pembeleşmeyiz’. Kızışma devresinin uyarısı ve hem görsel hem de koku
almaya yönelik belirleyici işaretler çiftleşme işlemlerimizde görülmez, belki
de evrimsel değişimlerde yol olmuştur. Bunların yerine, uygarlığımızın
belirtisi olarak karmaşık bir psikolojik gösterge ve dürtüler dizgesi ile
karmaşık bir zevk duyma yapısı oluştur- muşuzdur. Cinsellik çağrımız kafamızda
ortaya çıkar ve cinsel eylem hayvanlarda olduğu gibi gerekli bir biçimde
Doğa'nın üreme düzenine bağlı değildir. Önceden belirlenmiş bir çiftleşme
mevsimi olmaksızın insan türünün erkeği istediği her an insan türünün dişisine
cinsel ilgi gösterebilir, psikolojik dürtüsü dişinin biyolojik yönden hazır
oluşuna ya da alma eğilimine en ufak bir biçimde bağımlı değildir. Bütün bunlar
insanın erkeğinin ırza geçebileceği sonucuna varır.
Erkeğin
ırza geçmedeki yapısal gücü ile kadının buna koşut yapısal incinebilirliği,
cinselliğimizin ana eyleminde olduğu ölçüde her iki cinsimizin fizyolojisinde
de temel oluşturur. Bu biyolojik rastlantı, iki ayrı parçanın, yani penis ile
vajinanın kenetlenmesini gerektiren bir uyum olmasaydı, bildiğimiz biçimde ne çiftleşme
ne de ırza geçme olurdu. Anatomik açıdan doğanın düzeni geliştirilmek
istenilebilir ama bence bu gibi varsayımlar gerçeklikten uzak olur. İnsanın
cinsel eylemi tarihsel cinslerin üremesi amacını yerine getirmenin yanısıra
belirli bir yakınlaşma ve zevk de sağlar. Eylem üzerine temel bir tartışma
ileri sürmüyorum. Ama hiç değilse, insan anatomisi açısından cinsel
zorbalığın yadsınamaz biçimde var olabileceği gerçeğinden yola çıkamayız. Tek
başına bu etken, erkeklerin ırza geçme ideolojisinin yaratılmasında yeterli
bir neden sağlamış olabilir. Erkekler ırza geçebileceklerini öğrendiklerinde
bunu yapmaya yönelmişlerdir. Sonraları, çok sonraları, belirli durumlarda ırza
geçmeyi suç saymaya bile başlamışlardır.
İlkel
kadın ve erkeklerin yaşadığı zorlu doğal çevrede, bir yerlerde bir kadın kendi
bedensel bütünlüğü üzerinde hakkı olduğunu önceden bilinircesine görmüş olmalı
ve onu korumak için delicesine savaştığını gözümün önüne getirebiliyorum.
Aklında çakan şimşekle bu belirli, iki bacaklı tüylü insansının özgürce bir
araya gelmek istediği insan olmadığını anladıktan sonra ilk taşı eline alıp
fırlatan bir erkek değil de, o kadın olmuş olabilir. Erkek ne denli şaşırmış .
ve ne beklenmedik bir çatışma yer almış olmalı. Kadın, çevik ve canlılık dolu,
tekmelemiş, ısırmış, itmiş ve koşup kaçmış olabilir ama misilleme yapamamıştır.
Tarih
öncesindeki kadının bilincinde yer eden Bulanık algı, erkek saldırganın usunda
eşit ama karşıt bir tepki yaratmış olmalı. Çünkü ilk ırza geçme kadının ilk
karşı koymasına dayanan beklenmedik bir çatışma ise ondan sonraki ırza geçme
kuşkusuz biçimde tasarlanmıştı. Gerçekten, erkeklerin topluluk içinde bir
araya gelmelerinin en eski biçimi bir kadının yağmacı erkekler tarafından çete
halinde ırzına geçilmesi olmalıdır. Bu gerçekleştikten sonra, ırza geçme
yalnızca bir erkek ayrıcalığı olmakla kalmadı, erkeğin kadına karşı temel güç
aracı, onun isteminin kadının ise korkusunun başlıca uygulayıcısı durumuna
geldi. Kadının bedensel karşı koyuşu ve çabasına karşın erkeğin onun bedenine
zorla girişi; varlığı üzerindeki görkemli yenginin aracı, erkeğin üstün gücünün
kesin sınavı ve erkekliğinin zaferi sayıldı.
Erkeğin
cinsel organının korku salmak için araç, yerine geçebileceğini bulgulaması, ilk
kaba taş balta ile ateşin kullanımının yanısıra tarih öncesi dönemin önemli buluşları arasında sayılmalıdır. Bence tarih öncesi dönemden günümüze dek ırza geçme önemli bir işlevi yerine
getirmiştir. Türk erkeklerin tüm ka. dınlan korku içinde bıraktıkları bilinçli
bir sindirme sürecinden başka bir şey değildir bu.
2 / BAŞLANGIÇTA
YASA VARDI
Misilleme;
yani kısasa kısas, göze göz, dişe diş ilkesini içeren ilkel dizgeye dayalı
sosyal düzenin en gösterişsiz başlangıcından bu yana, kadın yasa önünde
eşitlikten yoksundu. Anatomi gereğince, cinsel organlarının kaçınılmaz yapısı
sonucu, insanın erkeği doğal bir yağmacıydı ve insanın dişisi onun doğal avı
yerine geçti. Kadın yalnızca istendiği anda, misilleme yani ("ırzına
geçilmesi karşılığı birisinin ırzına geçme) yapamayacağı, tümüyle tiksindirici
bedensel bir istilaya hedef olmakla kalmıyor, ama böylesine acımasız bir
çatışmanın . sonucu, gebe kalmak ve bakılması gereken bir çocuğun doğumundan
hiç söz etmezsek, ölüm ya da yaralanmayla karşılaşabiliyordu.
Kadın
açısından yalnızca bir tek olasılık vardı. Yardıma çağırabileceği hemcinsleri
çoğunlukla erkek saldırganlardan daha ufak tefek ve güçsüzdü. Daha yakından
bakıldığında, hemcinsleri cezalandırıcı bir öcalma için gerekli olan temel
bedensel gereçlerden yoksundu; en çoğu yalnızca kısıtlı bir savunma eylemine
girişebilirdi. Ama kendisini yağmalayan yaratıklardan kimileri, seçilmiş
koruyucu görevini üstlenebilirdi. Belki de o tehlikeli pazarlığa böylece girildi.
Dişinin tekeşlilik, annelik ya da sevgiye dönük doğal eğilim yerine zamanı
belli olmayan bir ırza geçme mevsimine duyduğu korku, kadının erkeğe özündeki
boyun eğişinin tek nedensel etkeni, tarihsel bağımlılığının, koruyucu
çiftleşme yoluyla evcilleştiriL mesinin en can alıcı noktası olmak gerekir.
Erkek bir kez, belirli bir kadın bedenine sahip olma hakkını elde edince (bu
kuşkusuz onun için hem savaşçılığının kanıtı hem de büyük bir cinsel
kolaylıktı), tüm öbür gizil saldırganlarla savaşma yükünü üzerine almak, ya da
karşılığında kadınlarının ırzına geçeceği gözdağını vermek zorundaydı. Ama
kadının kimi erkeklerce, öbürlerinin küçük düşürücü davranışlarından
korunmasının bedeli çok büyüktü. Doğasına özgü koruyuculuk yetisinden yoksunluk
sonucu düşkırıklığı ve yanılsama içinde bulunan kadın, öbür kadınlara karşı gerçek
anlamda yabancılaştı. Kadınların toplumsal örgütlenmesinde günümüze dek sürmüş
bir sorundur bu. Kadının tarihsel korunmasını yüklenen ve sonradan koca, baba,
erkek kardeş ve klan olarak belirenler yalnızca bedenine sahip olmakla kalmadılar.
Toplumdaki yerini taşınır mal düzeyine indirdiler. Kadının erkeklerce başka
erkeklere karşı tarihsel korunmasının bedeli bekaret ve tekeşliliğin yerleştirilmesi
oldu. Kadının bedenine karşı işlenen bir suç, erkeğin malına karşı işlenmiş
sayıldı.
Kalıcı, karşılıklı koruyucu ilişkinin
en eski biçimi, bugün evlilik olarak bildiğimiz eşleşmeye dayanan beraberlik;
kadının erkek tarafından zorla kaçırılıp ırzına geçilmesiyle kurumlaşmış
görünüyor. Kız kaçırma diye bilinen yabansı töre zorlu bir çabayı gerektirmiyordu:
Bir erkek şiddet gösterisiyle bir kadına sahip çıkıp bedeni üzerinde hak iddia
ediyordu. Erkekler için, zorla ele geçirme kadına sahip olmanın geçerli yoluydu
ve bu İngiltere’de on beşinci yüzyıla dek sürdü. Bir özyaşam öyküsü yazarına
göre, Aqui- tainli Eleanor, gençlik yıllarını bedenine sahip olarak, yüklü
servetine el koyabilecek bir vasal tarafından zorla alınıp götürülme korkusu
içinde geçirmiştir. Kız kaçırma, son yıllarda Filipinlerin tropikal ormanlarında
bulunan taş devri uygarlıklarını sürdüren Tasa- daylar arasında günümüzde bile
görülmektedir. Zorla kız kaçırıp evlenme düşüncesinin kalıntıları kırsal Sicilya
ile Afrika’nın kimi bölgelerinin toplumsal töre- ,cinsel zorbalık 17/2
lerini
etkilemeyi sürdürmektedir. Güneybatı Kenya'da yaşayan, dışarıdan evlenmeyi
uygulayan Gusilerin bir atasözü şöyle der: «Evlendiklerimiz savaştıklarımız
dır.»
Erkeğin
kadını zorla kaçırıp ırzına geçmesinin önce gelişmemiş bir
erkek-koruyuculuğunun oluşmasına, bir süre sonra da doruğuna 'varan erkek gücünün
somutlaşması olan ataerkilliğe yolaçtığını varsaymak oldukça sağduyulu
görünüyor. Erkeğin kazandığı ilk kalıcı şey, ilk gerçek özel mülkiyet nesnesi
olarak kadın, gerçekte, «baba evi»nin köşetaşı, teme.! direğidir. Erkeğin
sınırlarını zorla, önce eşine sonra da çocuklarına dek genişletmesi sahiplik
kavramının başlangıcı olmuştur. Hiyerarşi, kölelik ve özel mülkiyet kavramları
yalnızca kadınların baştaki boyun eğmelerine dayandırılıp, ondan kaynaklandı.
Irza
geçmenin kadınca bir tanımı tek bir cümleye- sığabilir. Bir kadın belirli bir
erkekle cinsel ilişki kurmak istemez ve erkek onun istemine karşı davranırsa
ırza geçme ya da cinsel zorbalık suçu işlenmiş olur. Kadının bunda hiçbir suçu
olmaksızın, yasal tanım böyle değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Toplum
sözleşmelerini yazmak için bir araya gelen eski aile başkanları ırza geçmeyi
kendi erkek güçlerini kabul ettirmek için kullanmışlardı; bu durumda ırza geçmeyi
erkeğin kadına karşı işlediği bir suç olarak nasıl görebilirlerdi? Kadınlar
tümüyle sahip olunan eklentilerdir, bağımsız varlıklar değil. Irza geçme, kadının
onaylama ya da yadsıma sorunu olarak düşünülemezdi; erkeklerce benimsenecek
bir tanım kadın-er- kek arasında, kadının (bedensel bütünlüğü) üzerinde- hakkı
olmasının anlaşılmasına da dayandınlamazdı. Irza geçme, denebilirse, yasalara
arka kapıdan girerek, erkeğin erkeğe karşı işlediği bir mülkiyet suçu olarak
geçti. Doğallıkla mülk de kadındı.
Eski
Babil ve Musa şeriatı, boylara dayalı hiyerarşi ve site devletleri olarak
bilinen kalıcı yerleşme- merkezlerinin ortaya çıkışından yüzyıllar sonra yasa-
Taştırıldı. Kölelik, özel mülkiyet ve kadınların ele geçirilişi yaşamın
gerçekleridir ve bize ulaşan en eski yazılı yasa bu katmanlaşmış yaşamı
yansıtır. Yazılı yasa, özünde mülkiyet sahibi erkekler arasında yapılan ciddi
bir anlaşmaydı ve gerektiği yerde, zor kullanmak yerine ürün ve gümüşün
uygarca değiş toku- şunun sağladığı, kendi erkeklere özgü çıkarlarının korunmasına
yönelikti. Kadınların zorla ele geçirilmesi, savaşın el altındaki
meyvalarından biri olarak site ya da boyun dışında tümüyle geçerli sayıldı ama
bu gibi bir olay toplumsal d üzenin içinde kargaşalığa yolaçardı. Eş edinmenin
çok daha uygarca (ve tehlikesiz yolu) evin başkanına para ödemekti. Böylece,
başlık parası elli gümüş lira olarak yasallaştı. İlk suç niteliğindeki ırza
geçme kavramı, dolambaçlı yolunu izleyerek insanın yasal tanımlarına dolaylı
biçimde girdi. Ataerkil bir babanın gördüğü gibi, suç niteliğindeki ırza
geçme, iş yapmanın yeni biçimini bozmak demekti. Tek cümleyle, bekaretin
çalınması, kızının piyasadaki yüksek fiyatının zimmete geçirilme- siydi.
Yaklaşık
dört bin yıl öncesinin, yedi ayaklık diyorit bir taşın üzerine kazınmış
Hamurabi Yasası, boşluklarından anlaşılacağına göre kadının Babil yasalarınca
hiçbir bağımsız yeri olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Kadın. ya babasının
evinde oturan sözlü bir bakire, ya da birinin yasal karısıydı ve kocasının
evinde yaşardı. Hamurabi'ye göre, sözlü bir kızın ırzına geçen bir erkek
yakalanıp öldürülecekti ama, kurban edilen kız suçsuzdu. Aile başkanlarının baktığı
kadınlar üzerindeki hak ve gücünün bir belirtisi olarak Hamurabi, kendi kızıyla
cinsel ilişkide bulunan bir erkeğin yalnızca kent sınırlarının dışına çıkarılmasını
buyurmuştu. Babil'de ırzına geçilme şanssızlığına uğramış evli bir kadın suçu
saldırganla birlikte eşit biçimde paylaşmak zorundaydı. Olayın nasıl geliştiğine
bakılmadan, işlenen suç zina olarak adlandırılır ve her iki taraf birbirine
bağlanıp ırmağa atılırdı. Böylesine katı bir adaletten af çıkması aydınlatıcı
niteliktedir. Bir koca isterse karısını sudan çıkarma iznine sahiptir; kral
isterse, doğru yoldan ayrılan erkek, uyruğuna özgürlüğünü verebilir.
Hamurabi'den
etkilenen ama görkemli Dicle ve Fırat'tan yoksun olan eski Yahudiler, su içinde
bir mezarın yerine taşlayarak öldürmeyi koydular. Musa, Sina Dağının tepesinde
Tanrı'dan yazıtlarını aldığında, On Emir arasında «Irza geçmeyeceksin» açıkça
bulunmamasına karşın; biri zinaya karşı, öbürüyse komşunun evi, tarlası,
hizmetçileri, hayvanları ile birlikte karısına göz dikilmesine karşı kesin
emir aldı. Babilli kardeşi gibi, Yahudi toplumunda da ırza geçmenin kurbanı
olan evli bir kadın, suçlu, zina yapmış ve bir daha aklanmayacak şekilde
lekelenmiş görülürdü. Kentin kapılarında kendisine saldıran erkekle birlikte
ölünceye dek taşlanırdı. Ama son anında üzüntü içindeki kocası tarafından
kurtarılabilen Babilli kadının aksine, İsrailli kadının hiç kurtuluş yolu
yoktu. Gerçek ya da varsayılan zinadan geçici olarak kurtulmak, içinde İsa'nın
ünlü «Aranızda suçsuz kim varsa, kadına ilk taşı o atsın» deyişinin bulunduğu,
Aziz John'un Yeni Ahit'inde gerçekleşti.
İbranilerin
ırza geçme ile ilgili, bu yasadışı eylemin tüm sorumluluğunu saldırılan yerine
saldırganın taşıdığı varsayılan gerçek suç kavramına varmak için, On Emirden
çok sonra yazılan Incil'in Tesniye Kitabı'nda önemsiz bölümlerin
yoğunluğu arasında ilerlemek gerekir. Daha basit olan Babil yasalarından
yalnızca kusursuz kesinliği yönünden ayrılan İbrani toplumsal düzeninde, bakire
kızlar evlenirken elli gümüş lira karşılığında satılırdı. Daha açık bir
deyişle, bir babanın ilerideki bir damat adayı ya da ailesine sattığı şey,
tümüyle sahip olup denetlediği bir özel mülkiyet nesnesi olan, kızının
bozulmamış kızlık zarına sahip olma hakkıydı. İsrailli bir kız,
kızlık zarına iliştirilen açık seçik bir fiyat etiketi ile, el değmemiş durumda
kalabilmesi için gözetim altında tutulurdu, çünkü zarar görmüş bir mala
kazançlı bir eş bulunamazdı ve cariye olarak satılmak zorunda kalabilirdi.
Kendi
lekelenmesinin sorumlusu sayılan İbrani kadını gibi, İbrani kızına
da el değmemiş bedenini koruma görevi yüklenmişti. Bir erkek bir bakirenin
kentin duvarları içinde ırzına geçmişse, her ikisi de taşlanarak ölme yazgısını
paylaşırdı, çünkü büyükler, kız bağırsaydı kurtarılabilirdi, düşüncesini ileri
sürerdi. Ataerkil yetke, ıtza geçme eylemi kentin dışında ya da kız tarlada
çalışırken yer aldıysa, kızın tüm bağırmalarına karşın kimsenin duyamayacağını
kabul ederek adaletli bir çözüm getirmiştir. Saldırgan başlık parasının
karşılığında kızın babasına elli gümüş sikke vermekle yükümlü olur ve çiftin
evlenmeleri buyrulurdu. Ama tarlada ırzına geçilen kız, çokça görülen beşik
kertmesi geleneğine göre başka birine sözlüyse, İbrani yasasının öfkesi tek
yanlı bir öç duygusuyla ırz düşmanının omuzlarına çökerdi. Hiçbir uygarca para
ya da mal değişimi yer alamazdı, çünkü gerçek söz kesme boşa çıkmış olmakla
kalmaz, baba evinin namusu onulmaz bir sille yemiş olurdu. Yalnızca bu durumda,
düşüncesiz saldırgan taşlanarak öldürülürken, kıza ceza verilmez, kendisini
isteyecek birine ucuz fiyata satılırdı.
İlk
Asur dönemi kan davası yasaları konusunda uzman bir kişi, kısas geleneğinde
ırzına geçilen kızın babasına, misilleme olarak saldırganın karısını yakalayıp
lekeleme hakkı tanındığını bildirmiştir. Musa yasasının yazılmasından önce, İbranilerde
ırza geçmenin karşılığı, özellikle suçlu kabilenin dışından geliyorsa, bundan
daha da öldürücüydü. Bir İbrani kızına tecavüz edecek kimse için Dinalı'nın öyküsü
uyarı niteliğindedir. Babasının evinden çokça uzaklaşan genç kadınların
başlarına gelebilecekler için de bir uyarıdır.
Tekvin'de
anlatıldığı gibi Dinah Yakub'un Leah' dan olan bakire kızıdır. Kız
arkadaşlarını görmeye gitmek üzere evden çıktığı bir gün, bir yabancı tarafından
ırzına geçilir. Kendi kabilesinin de yasaları bulunan saldırgan, tecavüz ettiği
kadınla evlenmek için Dinah'ın babasından izin ister. Yakup'un oğullan
anlaşmış gibi görünerek, istekli genç adama uygarlıktan yoksun kabilesinin tüm
erkeklerinin sünnet olmasını önerirler. Incil'de anlatıldığına göre üç gün
sonra, yabancı kabilenin erkekleri acı verici ameliyatın yaralarından
kurtulamamışken, Yakup'un oğullan yerleşme merkezlerine saldırıp güçsüz düşmüş
erkekleri öldürmüş, kadınları ile hayvanlarını ele geçirmişlerdir. Böylelikle
Yakup'un evinin öcü alınmış olur ama Dinah'mn bundan ne fayda gördüğü anlaşılamaz.
İsrailli iyi aile kızlarını tecavüzden toplu bir misilleme tehditiyle korumak
gerçekten önemli bir konuydu ama Dinah'nm öyküsünün de gösterdiği gibi, İbrani
boylarının erkekleri de komşuları gibi yendikleri boyların kadınlarına özgürce
saldırmakta sakınca görmezlerdi, çünkü bu yolia zenginleşip büyümüşlerdi. Ele
geçirilen köle kadınlar yasal biçimde hizmetçi, cariye ve on sekizinci yüzyıl
Amerikasındaki siyah kadın kölelerden yararlanıldığı gibi, gelecekteki
kölelerin üreticisi olarak kullanılırdı. Gerçekten de, Amerikalı köle sahipleri
ile incil'dekiler arasındaki bu benzerlik Amerika'daki kölelik yandaşlarınca
dinsel bir gerekçe olarak ileri sürülmüştür.
On
iki birleşik İsrail boyu arasındaki savaşların ortasında kalan kadınların kötü
bir rastlantıya dayanan payları, Yargıçlar Kitabı'nda anlatılan, akıcı biçimde
gelişen bir dizi olayla ortaya konur. Levi boyundan bir erkek yanın da.
kendisine bağlılıktan yoksun cariyesi ile birlikte Benjaminlerin bölgesinde
yaşlı bir adamın evinde geceyi geçirip dinlenmek ister. Kasabaya bir
yabancının geldiğini duyan kimi Benjamin erkekleri eşcinsel bir saldın amacıyla
eve yaklaşırlar. Levili erkeğin koruyucusu, istekli gençlerin gücünü
yatıştırmak için kendi bakire kızı ile konuğunun ca- riyesini onlara sunar.
Kibarlık göstererek kızı kullanmayı kabul etmezler ama gece boyunca cariyenin
ırzına geçerler. Sabah, Levili Yahudi cariyesinin başını kapı basamaklarında
bulunca İsrailin öbür boylarını onurunu korumaya çağırır. Bunun ardından gelen
savaşta Benjaminli erkeklerin çoğu ile kadınların tümü öldürülür. Bunun üzerine
İbrani ileri gelenleri konuyu önemle ele alırlar, çünkü kadınlar olmaksızın
Benjamin boyu varolmayacaktır. Yenik düşmüş Benjaminlilerin komşuları
Şilohluların dört yüz genç bakiresini yakalayıp ırzlarına geçebilmelerini
sağlarlar ve böylece onlara yasal eşler bulmuş olurlar.
Tüm
bu yasal tecavüzler o günün geleneğinde varolduğuna göre, İncil'deki başlıca
ırza geçme öyküsünün kötü yazgılı bir kadının başına gelenler ya da babası ile
erkek kardeşlerinin evlerinin namusunu temizleme çabalarıyla ilgili olmayışı
hiç de şaşırtıcı değildir. Potifar'ın karısının ünlü öyküsü, İbrani, Hıristiyan
ve Müslüman folklorunda önemli bir ahlak dersi olarak görülür ve aç gözlü,
yalnızca kendini düşünen erkeklerin gerçek tarihsel kaygı ve sürekli korkularını
dile getirir: Öc almaya kararlı bir kadın yalan söyleyip saldırıya uğradığını
ileri sürerse, iyi ve doğruluktan yana bir erkeğe ne olur...
İsrailli
Yusuf Mısırlı Potifar'ın evinde önemli bir yeri olan bir köleydi. Tekvin'de
bildirildiğine göre, Potifar'ın karısı (adıyla anılmamıştır) İbrani köleye göz
koyar. Kadın durmadan bu isteksiz cinsellik aracına «benimle yat» diye baskı
yapıyor, erdemli Yu- suf'da her zaman ona ortak sahiplerini anımsatıyordu. Bir
gün Potifar'ın kansı ile Yusuf evde yalnızdılar. Bu elverişli durumdan
faydalanan kadın Yusuf'u giysisinden yakalayıp «Yat benimle» diye buyurdu. O
anda, varsayıma göre Yusuf kaçıp kurtuldu ve Potifar'ın karısı ırzına
geçildiğini haykırmaya başladı, ya da bunun İncil'deki karşılığı gerçekleşti.
Belirtmem
gerekir ki bu, öykünün İbrani erkeğince görülen yanıdır. Potifar eve dönünce
kansı ona Yusuf'un parçalanmış giysisini göstererek «İsrailli üzerime gelerek
beni aşağılamak istedi» diye ağladı. Potifar'ın en sevdiği kölesini zindana
atmaktan başka yapacak şeyi kalmamıştı. Ama bekleneceği gibi, Tanrı İsrailliden
yana oldu. Zindana düşen Yusuf oranın önderi oldu, Firavun'un düşünü doğru
biçimde yorumlayarak tümüyle affedildi ve başbakanlığa dek yükseldi.
Potifar'ın karısının öyküsünden alınacak ders, küçük düşürülen bir kadının,
özellikle Yahudi olmayan biriyse, ırzına geçildiğini söyleyerek iyi bir erkeğin
başını çok kötü biçimde belaya sokabileceğidir.
Potifar'ın
karısı efsanesi şu ya da bu biçimde, eski kültürlerde karşımıza çıkan ana
öğelerden biridir. Yusuf'un kötü yazgısı, Kuran'ın öğretileri arasında önemli
bir yer tutar ve benzer bir öykü İ.Ö. 1300 yılı Mısır folklorunda da görülür.
Başka bir çeşitleme Kelt mitolojisinde ortaya çıkar. Bir cinsel davranış tarihçisi,
bu konunun Haçlılarla ilgili, «istekli kızın çoğunlukla Haçlıların koynuna
giren bir Müslüman Arap olarak görüldüğü» romantik tarihçelerdeki yinelenişini
vurgulamıştır. Bu nokta, Haçlı seferlerinin, son akşam yemeğinde Hazreti
İsa'nın kullandığı varsayılan Kutsal Kaseyi ele geçirmek için ilerledikçe Müslümanların
ırzına geçilip yağmalanmasını akla getirdiğini anımsayınca önem
kazanmaktadır.. Irza geçme suçunun tüm ağırlığını başka bir ırktan ya da ulustan
şehvetli bir dişinin üzerine yığan, ırza geçme öyküsünün evrensel olarak
kullanılması pek rastlantısal olamaz. Saldırgan, savaşçı insanlar, başkalarına
boyun eğdirmek amacını taşıyan olağan işlerini yürütmek için bu tip bir
efsanenin yayılmasını ve benimsenmesini çok elverişli görmüşlerdir. Utkunun
meyvelerini toplarken kendilerini suçluluktan sıyırmak için bundan daha iyi
yol olabilir mi?
Yüzyıllar
ilerleyip Yahudi kadınları belirli ölçüde bir bağımsızlık kazanınca, İncil'i
yorumlayan bilge kişiler, tümüyle ırza geçme sayılmayan ama karşılıklı baştan
çıkarılmanın bazı öğelerini taşıyan bir eylemle, giderek artan bir dikkatle
ilgilenmeye başladılar. Babası ölmüş ya da evlenmemiş bağımsız kadının ortaya
çıkışı, suç sayılan ırza geçme davalannı yöneten temel kuralları etkilemeye
başladı, çünkü o çağdaki hahamlığın bir yetkilisi «kadının kendisinin davacı
olduğu» ve «eyleme katılıp katılmamasının, ödenmesi gerek olan bedelle ilgili
büyük önem taşıdığı» görüşünü ileri sürüyor, Ortaçağların Talmud denilen kanun
kitabındaki kuramcıları olan entellek- tüel Yahudi seçkinleri, yüreklilikle
yeni olasılıkların tümünü göz önünde bulundurmayı amaçladılar. Bekaret,
bireysel ırza geçme davalarının her zaman aranılan koşulu olarak kaldı ama
«cinsel isteklilik» gösteren genç kızlar, Yahudi olmayan kadınlar, savaşta ele
geçirilen ya da köle olanların yanısıra yasalarca bakire sayılmayanların resmi
listelerine eklendi. Talmud kitabına özgü yorumda, ırzına geçilen bir bakire
artık kendisine saldıranla evlenmek zorunda değildi. Kız yan bağımsız bir yere
gelmişse ve yaşı üç ile on iki buçuk arasındaysa (hahamlar gerçek bakirelerin
yaşı konusunda çok titizlenirlerdil elli sikkelik para cezasını kendisinin
almasına izin verilirdi. Kadının parayı almasına izin verilmesi, bekaretin
çalınması görüşüne dayanan kutsanmış ırza geçme kavramını değiştirip bozdu.
Zamanla bu ödül bir kadının bedenine verilen zarar için cezalandırıcı bir
tazminat olarak görüldüğü gibi bir bakireyle cinsel ilişki kurmuş olmanın
karşılığındaki bir ödeme olarak da görüldü. Bu, kadınlar için güç kazanılmış
gerçek bir aşama oldu. Büyük Yahudi tanrıbilimcisi Maimonidos, kendi bakış
açısına göre ırzına geçilen bir kızın parasal taz- miııat almaya hakkı
olmadığını hep savunmuştur. Ama etkili olamadı.([1])
Eski
İngiliz yasasında ırza geçme ve cezalandırma kavramları; hukuk ilminde derece
derece gelişen genelde bir insancıllaşma ile özelde, bu suçun kadının bedenlne
mi yoksa erkeğin kendi malına mı karşı işlenmiş bir suç sayılacağı sorusuna
dayanan, insanın hiçbir zaman çözümlenmeyen sonsuz karmaşasını yansıtan çelişik
yaklaşımlardan oluşmuş, şaşılası bir labirent ortaya çıkarır.
1066
Norman istilasından önce ırza geçmenin cezası ölüm ve cinsel organdan yoksun
bırakılmaktı ama, bu acımasız adalet kuralı yalnızca soylu bir aileden olan,
güçlü bir lordun koruması altında yaşayan, mal mülk sahibi bir bakire kızın
ırzına geçen erkeğe uygulanırdı. Feodalizm (derebeylik), toprak sahipliğinin
miras almaya dayanan bir hak durumuna geldiği Ortaçağda kökleşti. «Çok
eskilerden beri süregelen geleneğe göre babadan oğula geçen toprakların, başka
yolların yanısıra vasilik düzeni ve evlilikle elde kalması sağlandı. Yaşayan
erkek mirasçı olmadığında, bir zoıunluluk sonucu kadınların miras yoluyla
mülkiyet sahibi olmalarına izin verilince, «evlilikte alış veriş»; G. G.
Coulton'dan açıklayıcı bir tüm. ceyi ödünç alacak olursak, «günümüzde
insanların yatırım ve hisse senedi alış verişiyle uğraşmaları gibi» soylular
arasında gerçekleşen kazançlı bir yatırımdı. Bilinen ekonomik nedenlerle,
toprak sahibi bir kadın mirasçı, kendisine kalan serveti yitirme cezası karşılığında,
lordundan izin almadan evlenemezdi. Ama bir kez nikah gerçekleştiğinde, yasal
ve dinsel yönden kutsanmışlığına karşı çıkılamazdı ve bu nedenle zorla
kaçırarak «bir kadın mirasçı çalma» ve evlenme geleneği, serüven düşkünü,
yükselme yolundaki şövalye- lerce mülkiyet edinmenin, olağan yöntemi durumuna
getirildi. Belgelerin yazdığına göre VII. Henry'nin on beşinci yüzyıla ait bir
bildirisine değin, kadın mirasçıların çalınması başlıbaşına ağır bir suç
sayılmamıştı. Gotik yazında, kadın mirasçı hırsızlığı, gece yarısı
cinayetleri, hanımlarına bağlı kadın hizmetçiler ve at nallarının gümbürtüsüyle
dolu büyük bir aşk öyküsü konusu sayılmıştır ama; gerçekte bu eylem kadına değil
toprağa duyulan tutkunun sonucudur, Kaçırılan bir genç kız zorlama evliliğinden
kurtulursa ya da serüvenci bir serseri kıza anında sahip olmuşsa, genç kız
lordunun malikanesindeki mahkemede kendisine yapılan haksızlığın düzeltilmesi
isteminde bulunabilirdi. O günlerde cezası ölüm olan suçların mahkemesinde,
işkence ile yargılama yöntemi uygulanırdı ve «gerçekse varmak için su ve kızgın
demirle yapılan yorucu sınama biçimleri uygulanıyor olmalıydı.
On
üçüncü yüzyılda yaşamış olan Brattonlu Henry; Coke, Hale ve Blackstone gibi
İngiliz yasabi- liminin daha sonraki uzmanlarınca da kabul edilen, eski Sakson
dönemi konusunda en güvenilir uzmandır. Bracton'un dediğine göre, onuncu
yüzyılda, Kral Athelstan’ırı. yönetiminde, bir erkek bakire bir kızı istemi
dışında yere yatırırsa, «kralın koruyucu iyiliğini ceza olarak yitirir; kızı
utandıracak biçimde soyup üzerine çıkarsa tüm sahip olduklarını yitirmesine neden
olur; kız ile yatarsa, yaşamıyla birlikte cinsel organlarını da yitirmeye
yolaçar.» Bracton'un sözü sürdürmesine bakılırsa, öc alınması ölüm ile son bulmaz;
«işlediği alçaklık yüzünden adamın atı bile, torba derisi ve kuyruğu kıçına en
yakın gelecek biçimde kesilip koparılarak aşağılanacaktır». Buna benzer bir
yazgı da ırz düşmanının köpeğini bekler ve şahini varsa «Gagasını, pençelerini
ve kuyruğunu yitirsin» denilirdi.
Irk
düşmanının toprak ve parasının hayvanları kesilip biçildikten, kendinin de canı
alındıktan sonra L.rzma geçilen kıza verilmesi öngörülürdü. Bir tek kurtuluş
yolu olabilirdi. Saldırganı korkunç bir ölümden kurtarmak için iyiliksever bir
yöntem vardı: Irzına geçilen kız, kral ya da, kilisenin izniyle ırzına geçen
adamla evlenmeyi kabul edebilirdi. İnsanların kafasındaki en önemli şey
servetin sağlamlaştırılması olduğuna göre, saldırıya uğramış bir bakirenin
evliliğe yüreklendirilip yüreklendirilmeınesinin, toprağın Kral ve Kilise
arazisine en uygun ve yararlı biçimde düzenlenmesine dayandığını
varsayabiliriz.
Servet
sahibi bir bakirenin ırzına geçmenin cezası, Fatih William tarafından akıllıca
düşünülerek hadım edilme ve her iki gözün kör edilmesine indirilmiştir.
Yargılama biçimi de Vlilliam döneminde işkence uygulama yönteminden dövüş
yöntemine çevrildi ve böylelikle ödül çok yüksek. olmadıkça az sayıda kızın
şövalye akrabalarınca gerçekten savunulduğunu düşünebiliriz. İngiliz hukuk
tarihçilerinden PoJlock ve Maitland bu konuda şöyle demişlerdir: «Bir yönden,
bir kadının dava açabilme olasılığı, dövüşsm.emesi nedeniyle zayıflatılmış
olurdu.»
Bracton'un
zamanında da bir bakirenin ırzına geçmenin en uygun cezası hadım ve kör
edilmeydi ve Bracton yasanın amacı olan «her organ için bir organ,, ilkesini şu
sözcüklerle anlatır: «Genç kızm güzelliğine göz koymasına yarayan gözlerini
yitirsin. Ve kızgın şehvetinin canlanmasına yolaçan cinsel organını da
yitirsin.»
Aquitanlı
Eleanor ile evlenen Plantajen kralı II. Henry on ikinci yüzyıla rastlayan
yönetiminde Frank yasasının ilkelerini İngiltere’ye getirdi. Irzma geçilen bir
genç kız dava açar ya da «başvurumda bulunursa ve iddianame çıkarılırsa, bundan
sonraki mahkeme düello ya da dövüşle değil, kralın meclisinde jüri. önünde
gerçekleşirdi. Bu açıkça işlemlerde görülen bir gelişmeydi. Bracton davanın en
uygun biçimde yapılması konusunda çok titizdi. Yapılması gerektiğine
inandıklarını sıraladığı yazısını «Bakirelerin ırzına geçme konusuna değin bir
dilekçe» olarak adlandırdı. Bu özetin hiçbir yerinde, bakire olmayanların
ırzına geçilmesine ilişkin önerilere rastlanmaz çünkü, Bracton kralın yargılama
yetkisinde olan adam öldürme, dövüşe yarar organlardan birini sakatlayarak bir
kimseyi korunmasız bırakma ve büyük hırsızlık suçlarını anlatıyordu. «Önemsiz»
suçlar lordların topraklarındaki mahkemelerde ele alınmaktaydı. Gerçekte,
Bracton'un dediğine göre ırzına geçilen bir bakire ile kocası «kollarının
arasındayken öldürülen» bir kadının başvuruları, kralın mahkemesine çıkartılan
ve bir kadının açabileceği tek davalardı. Irzına geçilen bir bakirenin izlemesi
gereken yol şuydu:
«Genç
kız, olay henüz yeniyken bir an önce, sokaklarda «tutun, yakalayın» diye
bağırarak komşu kasabalara gitmeli ve oralarda, iyi bir üne sahip erkeklere
kanı, kanla lekelenmiş ve parçalanmış giysilerini göstermelidir. Aynı zamanda
kent kuruıunun başkanına, kralın dava vekiline, ölüm olaylarını soruşturan
görevlilere ve polis şeflerine gitmek zorundadır. Şikayetini doğrudan kral ya
da yargıçlarına iletip kontluk mahkemesinde dava açabileceğini öğrenemezse, en
yakın kontluk mahkemesine başvurması gereklidir. Başvurusu soruşturma memurunun
defterine, aynen ağzından çıktığı gibi, yıl ve günü de birlikte
geçirilmelidir. Yargıçlar gelince kıza bir gün ayrılacak ve onlara, kontluk
mahkemesindeki ifadesinin aynısını kullanarak şikayetini bildirecek. İfadesini
değiştirmesine izin verilmeyecek, çünkü uyuşmazlık yüzünden başvuru geçersiz
sayılacak...»
Irzına
geçilen bakiremizin suçladığı adam suçsuzluğunu ileri sürerse, «Kızın bedeni, yasalara
bağlı, kızın bakire olup olmadığını söylemeye yeminli dört kadın tarafından
incelenmelidir.» Kızlığının bozulduğu kanıtlandığında dava sürebilir; hala
bakire olduğu anlaşıldığında dava düşer ve yalan yere suçlamada bulunan kimse
tutuklanırdı.
Suçlanan
adamın birçok olası savunma yollan bulunabileceğini yazar Bracton. Sanık;
«Başvuruda
adı geçen gün ve yılın öncesinde kızın kendisiyle cariye ve aşığı olduğunu, ya
da kıza, istemine karşı değil kendi isteğiyle sabip olduğunu, şimdi
başvurmasının nedeninin cariyeliğe aidığı ya da evlendiği başka bir kadına
duyduğu nefret olduğunu, ya da akrabalarından birinin kışkırtmalarına uyduğunu
söyleyebilir. Olayın geçtiği söylenen günde ve yılda, o bölgenin dışında başka
bir yerde olduğunu ileri sürebilir. .. Ya da başvuruda yapılan bir atlamaya
dayanarak suçlamaya karşı çıkabilir ... Şimdi tümüyle hatırlayamıyorsam da
daha birçok başka. nokta karşı çıkmaya neden olabilir.»
Güçlü
bir savunmaya karşın, olayı dinleyen erkek yargıçlar bir suçlu bulmak gereğini duyarla,rdı
ve böylece mağdure müştekimize ([2])
(haksızlığa uğramış şikayetçimize) yardımsever bir yolla, ırzına geçen adamı
korkunç sakatlamalardan kurtarabilecek evlilik olasılığını seçme yetkisi
tanınırdı.
Bracton,
bu çok eskiden beri uygulanan, evlilik yoluyla ırza geçme suçlusunu cezadan
kurtarma geleneğinin toplumsal yapıya dikkate değer zararlar ve-rebilecegini
söyler! «Sıradan birinin yalnızca ırza geçme eylemi, iyi bir aile ve soylu bir
kadın için sürekli bir yüzkarası olabilir ve bu kişi, ailenin aşağılanması
pahasına kadını karılığa alabilir.» Öte yandan, «Irza geçenin bir soylu,
kadının sıradan biri olduğunu varsayalım, lekelenen kişinin, seçim yapı.p
soylu ile evlenip evlenmemeye karar vermesine izin verilecek midir?»
Görünüşe
bakılacak olursa, eğer soylu erkek görme yetisine ve cinsel organına değer
veriyorsa, yukarıda söylendiği gibi olması gerekirdi, ama soylu birinin halk
kesiminden birinin ırzına geçtiği iddiasıyla suçlanması zayıf br olasılıktı. History
of the Middle Ages (Ortaçağ Tarihi) kitabında Sidney Painter'ın yazdığı
gibi, «Kural olarak soylu kişinin suçu adamlarına yüklenirdi.» Painter, genç
bir kızın kent dışındaki yolda kaçırılıp bir şövalyenin evine götürülmesi ve
şövalye ile adamları tarafından ırzına geçilmesi olayını şöyle anlatıyor:
«Mahkeme, şövalyenin kızın kendi isteğiyle evinde bulunmadığını öğrenmekten
duyduğu dehşeti belirten sözlerini büyük bir ciddiyetle kabul etti...»
«İngiltere’de bile,» diye sürdürür sözü Painter, «feodal sınıfın bir üyesi kral
ya da yüksek mevkide bir lordun dışında herhangi birine karşı suç işlediğinde,
yargılanmaktan ya da en azından cezadan uzak kalırdı.,,
(İngiltere’de
bile,, açıklayıcı nitelikte, önemli bir deyiştir, çünkü evli kadınların
acımasızca dövüldüğü, saray fahişeliğinin yaygın olduğu ve genelde her yerde
gözlenen bir yasa tanımazlık ve feodal baskı dönemi olan Ortaçağ’da, kıta
Avrupası'nda kadınların durumu çok daha kötüydü. «Jus pıimae noctis», ilk gecenin
hakkı, ya da senyörlük hakkı «droit du seigneur,, denen, vasal ve serflerden
herhangi birinin evlendiği kızın bekaretine sahip olma hakkının, gelin ve damat
bu hakka karşılık belirli bir ölçüde ürün veremediklerinde, topraksahibi lorda
verilmesi geleneği Almanya. Fransa, İtalya ve Polonya’nın kimi bölgelerinde
düzensizlik gösteren bir biçimde uygulanmasına karşın İngiltere'de görülmez.
Yine de, «İngiltere'de bile» ortaya çıkan yasa feodal sınıfın yasasıydı ve
soyluların çıkarını korumak için yapılmıştı demek, konuyu abartmak olmaz. Çok
sonralan yer almasına karşın, yedinci ve sonuncu Baltimore Lordu Frederick Cal-
vert'in bir kadın şapkacısı olaı;ı. Sarah Woodcock'un ırzına geçmesiyle ilgili
on sekizinci yüzyılın dillere destan davası ve alınan suçsuzluk karan konuya
ilişkin bir olaydır. Baltimore, yirmi dokuz yaşındaki bakire şapkacıyı
kaçırdıktan sonra bir haftadan çok bir süre zorla evine kapatmıştı. Mahkeme
Lord Baltimore onanma isteğinde bulunarak, kendini şöyle savunmuştur: «Burada
bir ahlaksız olarak gösterildiğime göre, hiç kuşkusuz, mahkemede sanık yerinde
bulunmak gibi utanç verici bir duruma düşmüş olmakla, bu değersiz kadınla
aramdaki önemsiz bağın beni sürüklediği tüm düşüncesizlikler için yeter
derecede ceza çekmiş oldum.» Anlaşılacağı gibi, yargıç ve jüri bunu onadılar.
Lord Baltimore davasının şaşılacak yanı mahkemeye gelmiş olmasıdır.)
Servet
sahibi olmayan bakire kadınların ırzına geçildiğinde, Bracton'un özenle saydığı
«orta yaşlı evli kadınlar; rahibeler, dullar, cariyeler ve fahişelerin bile»
hakları nasıl korunacaktı? «Bakirelerin ırzına geçme konusuna ilişkin bir
dilekçe» ile ilgili olarak izlenen işlemleri ve verilen cezalan en ince
ayrıntılarına kadar anlatan hukuk bilimcisi, kadın cinsinin geri kalanlarının
ırzına geçenler konusunu «çok ciddi» olabileceğini belirtmiş olmasına karşın
«bu gibilere ceza uygulanmaz ... » diyerek savuşturmuştur. Kesin olarak ne gibi
cezalar verildiğini, belki de kimi geçerli kılgısal nedenler yüzünden hiçbir
zaman belirtmez. Ya kendisini böyle davranmaya iten kimi inançları vardı, ya
da uygulanan cezalar her yerde ve her zaman bir değildi, ya da o ve yoldaşı
erkekler bu konuyu yasal açıdan ilgi gerektirecek nitelikte görmüyorlardı. Bu
üç olasılığın tümünün uyum içinde olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Yasa
tarihçileri Pollock ve Mait. land şöyle yazarlar: «Bu konulara ilişkin çok az
içtihat hukukuna (mahkemede beliren özel görüşlere dayanan hukuk)
rastlıyoruz. Irza geçme iddiasıyla mahkemeye başvurulması daha çok on üçüncü
yüzyılda görülürdü; çoğunlukla bunlara bakılmaz, geçersiz sayılır ya da -uzlaştırmaya
gidilirdi.,. Ama önemli olan Bracton'un yaşadığı çağ on üçüncü yüzyıla
gelindiğindeki ırza geçmenin, düzensiz de olsa, açıklıkla kontlukların
mahkemelerinde - genişletilerek, hiç değilse iL kede «orta yaşlı evli kadınlar,
rahibeler,, dullar, cari- yeler ve fahişeleri bile» kapsar duruma getirilmiş olmasıdır.»
Bracton, üstünkörü de - olsa tarihte ilk kez bu konuya değinen kimse oldu..
On
üçüncü yüzyılın bitiminde I. Edward tarafından konulan geniş kapsamlı
Westminster yasaları ile, devlet yalnızca saldırıya uğrayan bakirelerle ilgili
olanlar değil, tüm ırza geçme davalarına el atınca, hukuksal düşüncede büyük,
ilerleme oldu. Erginlik yaşına ulaşmamış, dolayısıyla onayı bir anlam taşımayan
bir kızın ırzına geçilmesi olayını içeren «hukuksal anlamdaki tecavüz,.
kavramı, yukarıda sözü edilen çağ ve yasalardan kaynaklanmaktadır.
Büyük
önem taşıyan , başka bir - noktaysa, Westminster'in kralın yargı gücünü,
saldırgan. erkeklere verilecek cezalarda ayrım gözetmeksizin, bakirelerin
yanısıra evli kadınların da zorla ırzına geçilmesini kapsayacak biçimde
genişletmesidir. Genç bir kızın ırzına geçmekle evli bir kadının ırzına geçmek
arasındaki ayrımı daha da ileri düzeyde ortadan kaldırmak için, kral yetkisine
bağlı davalarda, evlilik yoluyla cezadan kurtulmaya dayanan aşağılayıcı
gelenek geri gelmemecesine yasaklandı. Devlet daha önce el atmayı göze
alamadığı bir alana girme yürekliliğini gösterdiği için Westminster, kocaların
mülkiyet haklarına ayrıcalık tanıyarak; evli kadının kendi «kirletilmesine»
yeterli ölçüde karşı çıkmadığı ileri sürülebilecek durumlar için geçerli olan,
bir tür hafif suç sayılacak ırza saldırı tanımını da, yasal yürürlüğe koymayı
uygun buldu. Bu gibi durumlarda, onuru incinen taraf koca olduğuna göre, evli
kadın kesin olarak çeyiz parasından yoksun bırakıldı. Bir evlilikte, kuramsal
olarak, kocanın işleyeceği bir ırza geçme suçu olamazdı, çünkü bir kadının
kocasına «rıza göstermesi» evlilik yemininin ayrılmaz parçasıydı ve geri
alınamazdı. Günümüzde de aynı ilke geçerlidir. (*)
Yeni
yasayı güçlendirmek için I. Edward, ırzına geçilen kadın ya da akrabalarının
kırk gün içinde özel bir dava açamaması durumunda, yasal yola başvurma hakkının
kendiliğinden devlete geçmesini buyurdu. Daha önceki yönetimlerde yalnızca
bakireler için geçerli olan bu girişken görüş, kadınlar ve yasa açısından dev
bir adımdı. Irza geçmenin artık yalnızca bir aile yıkımı ve toprakla servet
için belirecek bir tehlike değil toplum güvenliği ve devlet sorumluluğuna
ilişkin bir konu olduğu anlamını taşımaktaydı.
Westminster'in
1275'de yürürlüğe konan Birinci Yasası, ırza geçme suçuna vereceği cezayı iki
yıl hapis ve kralın isteğine göre ödenecek bir tazminat biçiminde saptadı.
Bunun amacı büyük bir değişimin etkilerini hafifletmekti, çünkü Westminster
parlamentosunda olanlar kadın haklarının yüzeysel olarak ve • önceyi kapsayan
biçimde tanınmasını öngörüyordu; , yasanın değişmez tarihsel amacı siyasal
gücün kralın elinde toplanmasını sağlamaktı. Ama on yıl içinde, daha
güçlendirilmiş bir İkinci VVestminster Yasası ürkek nitelikteki Birinci'yi
tadil etti. Parlamento'nun çıkardığı yeni bir yasaya göre, «yaşlı ya da genç
evli bir kadının» kendi isteği olmadan ırzına geçen her - erkek Kraliyet
yasalarınca ağır suç işlemiş sayılırdı ve cezası ölümdü.!**)
(*) Bazı batılı ülkelerde, kocasını
«ırzına geçtiği» iddiasıyla mahkemeye veren kadınlar ve bunların arasında
da... vayı kazananlar da olmuştur.
C **) Çağdaş İngiliz yasasınca ırza
geçmenin en büyük ce zası yaşam boyu hapistir.
Bu
yasanın kağıt üzerindeki durumu, gerçek yaşamdaki işleyişinden daha iyiydi ama
toplumsal bir suç olarak ırza geçme kavramı sağlamca yerleşmiş oldu.
On
üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla dek çok az şey değişti. Daha sonraları
yaşamış olan hukuk ilminin devleri; Hale, Blackstone, Wigmore ve başkaları,
kadın kurbana kuşkuyla yönelik eğilimleri ve «Ünü,, konusunda titizlenmeyi
sürdürdüler.
«Kadın
kötü bir üne sahipse ve başkalannca desteklenmiyorsa,» diye ileri sürmüştür
Blackstone, «şikayet etme olanağına sahip olduğu zamandan sonra uzun bir süre
uğradığı saldırıyı gizlemişse, eylemin yapıldığı varsayılan yer sesinin
duyulabileceği bir yerse ve bağırmamışsa, bu ve benzeri koşullar kesinlikle
olmasa da, güçlü bir biçimde yalancı tanıklık etmiş olabileceği görüşüne yol
açıyor."
12/KADINLAR
KARŞI KOYUYOR
1642
Kasımının on dördünde, Bay Adam Fisher'ın bakire olan genç kızı, kendi burnunun
ucunu görmesini engelleyecek kadar karanlık bir kasaba yolunda aceleyle
ilerlerken, alçalmış bir soylu olan Bay Ralph Ashley atının üzerinde ona doğru
yaklaştı. Şeytana uyan bu beyefendi, kendisine güvenen genç kıza babasını
yakından tanıdığını ve kendisine eve dek eşlik etmekten memnuniyet duyacağını
çünkü o yörelerde şehvet düşkünü askerler bulunduğunu söyledi.
Ve
sonra, Sevgili Okurum, sanki neler olacağını bilmiyormuşsunuz gibi anlatayım,
beyefendi kızı ıssız bir yere götürerek ırzına geçmeye çabalarken genç kız da,
Tanrım bana yardım et, yoksa mahvolacağım diye dua ediyordu.
Tam
o sırada, gökte beliren ürkünç bir kuyruklu yıldız bir ateş seliyle zorba
soyluyu çarparak, yere devirdi.
Parlayan
yıldızı uzaktan gören çobanların dediğine göre, Bay Ashley, o aşağılık
fahişeye küfürler ederek o geoe bu dünyadan göçtü. Hafif
bir
baygınlıktan sonra uyanan Adam Fisher’ın kızı, bekaretini yitirmediğini
görerek şans yıldızına ve Büyük Tanrısına şükranlarını sundu.
Bu
Püritan meselenin özgün metni, «cinayeti hoş- gören ve dinlerinin temel
taşlarını yıkan soyluları» hedef alan bir on yedinci yüzyıl propaganda broşürüdür
ve bugün British Museum'da saklanmaktadır.
Bay
Ralph Ashley'in, Bay Adam Fisher'ın adsız kızının ırzına geçmeyi denerken
gökten inen bir şimşekle yere çakıldığı o kaçınılmaz güz akşamının üzerinden
olaylarla dolu üç yüzyıl geçti. Hepimizin kabul edeceği gibi günümüzde genç
bakirelerin sayısı daha azdır. Otomobil atın yerini almış ve ateşler saçan kuyruklu
yıldızların pek görülmediği doğrulanmıştır. Ama ırza geçme sorunu ve bu konuyla
nasıl başedileceği sorusu geçerliliğini sürdürmektedir.
Bir
kadın açısından ırza geçmenin tanımı oldukça basittir. Irza geçme bedenin
cinsel yönden zorla kuşatılması, özel ve kişisel iç alanın, rızası olmaksızın
saldırıya uğramasıdır; kısaca, birçok yoldan ve birçok yöntemden biri
kullanılarak gerçekleştirilen, nüfuz eden bir saldırıdır, duygusal, bedensel ve
ussal bütünlüğün bilerek bozulmasıdır w ırza saldın adını hak eden düşmanca ve
aşağılayıcı bir şiddet eylemidir.
Ama
erkeğin, en eski yasalarında ırza geçme kavramını tanımlayışını izleyerek
biliyoruz W, dehşetle gözlemlediği bu ağır suç niteliğindeki eylem ve uygulamayı
gerekli gördüğü cezaların bir kadının bedeninin katlanması gereken gerçek
cinsel şiddet eylemleriyle pek ilgisi yoktur. Evet, yasalar ırza geçmenin
yalnızca bir babanın kızının bekaretinin çalınması, evlilik pazarına çıkmadan
önce değerli eşyaların zarar görmesine yol açan özel bir suç olarak görüldüğü
ilk dönemden bu yana belirli bir yol almıştır, ama çağdaş yasaların ırza geçme
hakkındaki görüş - !eri, çok eskilere uzanan, erkeklere özgü mülkiyet
kavramlarına dayanmayı sürdürmektedir.
Bir
boyun erkeklerinin yeni eşler bulmak amacıyla, başka bir boyun kadınlarının
özgürce ırzına geçtikleri eski zamanlardan beri, evlilik yasalarıyla ırza
geçme yasalan düşünsel düzeyde birbirine geçmiştir ve günümüzde bile bunları
birbirinden ayırmak geniş öiçüde olanaksızdır. Erkeğin, kadının vajinasının tek
ve eksiksiz sahibi olmaktaki tarihsel tutkusu, en eski evlilik yasalarının
belirttiği gibi, hamile bırakma, soyun devamı ve miras haklarını yöneten tek
fiziksel araç olma konusundaki gereksiniminden doğmuştur. Erkeğin kendine özgü
erkeklik gerçekliğini algılamasına göre, başka bir boyun kadınlarını kaçırıp
onların ırzına geçmek tümüyle yasaldı, çünkü kendi boyunun çoğalması için daha
iyi bir yöntem olabilir miydi? Ama bu saldırının karşılığının verilmesini yasa
dışı sayıyordu. Dehşetle baktığı ağır suç niteliğindeki eylem
ve ırza geçme olarak cezalandırdığı suç niteliğindeki edim kendi başına bir
cinsel saldırı değildi, ama yasadışı bir gasp eylemi, kendine ve akrabalarına
ait olan, tüm kadınların vajinalarının mülkiyetini denetlemekteki boyuna özgü
hakkın çiğnenmesiydi.
Yasalara
göre evlilik, nikahtan sonra cins-el ilişki kurarak tek bir yoldan, tören ve
andaçlar eşliğinde bekaretin bozulması ile tamamlandığına göre, erkeklerin
ağır suç niteliğindeki ırza geçme eylemi olarak gördükleri şey, kendi
yaptıkları bir evlilik anlaşmasının dışında, bekaretin yasalara aykırı biçimde
kurbanın bedeninin gizli kesimlerine geçici olarak sahip olma yoluyla yüksek
değer verilen cinsel bir yarar sağlar ve amaç yalnızca «çalmak» değil, ama
ezmek ve aşağılamaktır.
Demek
ki, yirminci yüzyıldaki uygulamasına göre tanımlandığında ırza geçmenin çağdaş
gerçekliği bu- dur. Ama, bu, yirminci yüzyıl yasalarınca tanımlandığı
biçimiyle ırza saldırının gerçekliği değildir.
Bir
Amerikan mahkemesinde cinsel saldırının suç niteliğinde ırza saldırı olarak
nitelendirilebilmesi için, «ne denli hafif olursa olsun penisin zorla vajinaya
girmiş olması» gerekmektedir. Başka bir deyişle, ırza geçme yasalarca, üreme
organlan yoluyla cinsel ilişkide bulunmanın nitelediği, karşı cinse yöneltilen
bir suç olarak tanımlanıyor. Tartışmamız, ırza geçme davalarının kesin koşulu
olan, bu kutsanmış, kısıtlayıcı tanım ile başlıyor.
Karşı
cinsle zorla cinsel ilişki kurmanın bir insanın katlanması gereken «en
korkunç» cinsel saldın olduğu, bunun en ağır cezayı alması gerektiği, başka tür
cinsel saldırılar sapık cinsel ilişki başlığı altında toplanıp yasalarca daha
hafif cezalara değer görüldüğü ama bu suça kimi eyaletlerde cinayet suçuna verilen
cezaların verildiği düşünülecek olduğunda, bunun çağdaş suç anlayışıyla ilgisi
olmayan modası geçmiş, erkeklere özgü kavramlara dayandığı görülür.
Günümüzde
ve içinde bulunduğumuz çağda, cinsel saldırının üreme organları yoluyla zorla
kurulan cinsel ilişkiyle sınırlandığı ya da yalnızca erkeklerin kadınlara karşı
işledikleri bir suç olduğunu söylemek olanaksızdır. Gelenek ve biyolojik
olanaklar, vajina yoluyla ırza geçmeyi belirli bir politik geçmişi olan belirli
bir politik suç durumuna sokmuştur, ama bedene tecavüz ağız ya da rektum
yoluyla da gerçekleşebilir. Ve penis, ırz düşmanının en sevdiği silah, öc
almasını, gücünün utkuyla sergilenmesini sağlayan başlıca araç olma niteliğini
sürdürmesine karşın gerçekte tek silahı değildir. «Doğal» şeyin yerine çoğunlukla
sopalar, şişeler ve hatta parmaklar bile kullanılabilmektedir. Ve erkekler
başka delikler yoluyla kadınların bedenlerine girdikleri gibi, başka
erkeklerin- kine de girmektedirler. Ağız veya rektum yoluyla zorla ırzına
geçilmenin verdiği cinsel utancın, kişisel, özel iç uzamın dokunulmazlığının
çiğnenmesi, akıl, ruh ve kişiliğe verilen zarar sonucunda daha az etkili
olduğunu kim ileri sürebilir?
İsteksiz
kurbanlara zorla kabul ettirilen tüm cinsel eylemler, düşüncede, yasalarca
-eşit ölçüde ağır suçlar olarak işlem görelidir, çünkü bedene giriş yolu
aşağılayıcı amaç karşısında önemsizdir. Benzer biçimde, suçun ağırlık ölçüsü kurbanın
cinsiyetine bağlı olmamalıdır. Yasanın bu doğrultuda ilerlemesi gerektiği
açıkça görülmektedir.
Tüm
cinsel saldırı türleri için geçerli olan, cinsiyet ayrımı bulunmayan, belirli
eylemlere yönelmemiş bir yasa hukuk reformunun ilk adımı olacaktır. Yasalar,
modası geçmiş başka eril kavramlardan da temizlenmelidir.
Erkekler ilk olarak ırza geçmeyi
tümüyle sahip olduğu mülkün zarar görmesi, özel hâzinesinin çalınmasıyla bir
tuttuğuna göre, bu konuya olan ilgisini en etkili biçimde, yasalarının koyacağı
cezalarda dile getirdi. Günümüzde Amerika'nın birçok eyaletinde, birinci
dereceden suç niteliğindeki ırza saldın olayları ömür boyu hapis cezasını
gerektirir. 1972'de Yüksek Mahkeme'nin ölüm cezasını kaldırmasından önce,
birçok Güney eyaletinde ırza geçmenin cezası ölümdü. Suçu, özel mülkiyetin
lekesizliği ya da dokunulmazlığına verilmiş bir zarar yerine kurbanın bedensel
bütünlüğüne verilmiş bir zarar olarak gören çağdaş hukuk anlayışı, bu suça
verilecek cezalan normal hale getirip, cinsel saldırının .yakından ilişkili olduğu
suç olan ağır saldırıya verilen cezalarla aynı düzeye koymalıdır.
Bu noktada yasa, «cinsel ilişkinin»
suçun temelini oluşturduğu görüşünden ayrılıp, suçun ağırlığının
değerlendirilmesine yönelmeli ve buna koşut olarak verilecek rezanın ağırlığı
kurbanın saldın sırasında gördüğü nesnel bedensel zararın ciddiyeti oranında
ölçülmelidir. Cezaların saptanmasında yasanın, nesnel bedensel zararın dışında
göz önüne alabileceği başka bir ölçüt saldırının gerçekleştirilme biçimi olmalıdır.
Yürürlükteki yasa silahlı ve silahsız soygun arasında ağırlık derecesi farkını
belirttiği gibi öldürücü bir silahla gerçekleştirilen cinsel saldırıyla (burada
kurbanın canına yöneltilen tehlike ortadadır ve kendi kendinin delilidir)
silahsız gerçekleştirilen cinsel saldın ayrımını yapmalıdır. Birden çok
saldırganın katılması cinsel saldırının ağırlık derecesinin başka bir yararlı
belirleyicisidir, çünkü ağır basan sayılarıyla birden çok saldırgan bedensel
zarar yönünden ger çekçi bir tehlike oluşturur.
Parentez içinde şunu da belirtmek
istiyorum; ben hapis cezasının suç sorununa en yerinde ve yasal toplumsal
çözüm, ileride işlenecek suçlara karşı vazgeçirici bir önlem ve uygarca bir
misilleme olduğu görüşünü paylaşanlardanım. Bence hapis cezasının gerekten
«iyileştirici» olup olmadığı bir suçluya suçunun gerektirdiği cezanın verilip
verilmemesinden daha önemsizdir. Suçluların cezaevinde gördükleri davranışlarla
ilgilenmek önemlidir, ama suçluların gerçekten cezalarını ekmelerine öncelik
tanınmalıdır. (*)
Günümüz
feminist düşüncesi cinsel saldın yasa- lan konusunda suçun ağırlık derecesine
bağlı olarak altı ayla yirmi yıl arasında değişen cezaların verildiği bir
sistemi uygun görmektedir. Bu yaklaşım bana sağduyulu, hattâ cömertçe görünüyor,
çünkü ABD'de iyi davranış sonucunda bir tutuklu
cezasının üçte birini yerine getirdikten sonra koşullu olarak salıverilebilir.
(Şimdiki durumda, cezaevine giren bir ıra geçme suçlusu ortalama kırk dört ay
hapis yatar; oysa sorun az sayıda ırza geçme suçlusunun cezaevine sokulmasıdır.)
Kurbanın kalıcı bedensel zarar ya da sakatlanmalara, ya da uzun süreli
psikolojik zarara uğradığı cinsel saldın olaylarında, suçluya karşı
ek suçlamalar getirilebilmeli ve ağır saldırı gerekçesiyle de ceza
verilmelidir.
Yürürlükteki
yasanın tanımına göre, ırza geçme kişinin yasal kansı olmayan bir kadının
bedeniyle, zorla cinsel temasta bulunmaktır. Kaba güç yoluyla kanlarını cinsel
ilişkiye zorlayan kocalara, ırza geçme davası açılamayacağı konusunda tanınan
ayrıcalık, Incil’den alınma «yasadışı cinsel ilişki» terimiyle eş an • lam
taşıyan suç niteliğindeki ırza saldırının özgün ta-
(*) •Irz düşmanlan hadım edilsin!»
sözü kimi çevrelerde slogan durumuna geldiğine göre, ben, bir muhbirin kulağının
kesilmesinden ya da hırsızın elinin kesilmesinden yana olmadığım gibi «hadım
etme»den de yana olmadığımı söylemeliyim. Son zamanlarda örneklerine- rastlanan
misilleme olarak öldürme konusundaysa yasalara katılarak nefsi müdafaa
nedeniyle adam öldürmenin haklı olduğuna, ama olaydan bir süre sonra gerçekleştirilen,
tasarlanmış cinayete göz yumulmaması gerektiğine inanıyorum. nımı kadar eskidir. İncil'deki atalarımızın gözünde,
evlilik anlaşmasının dışındaki tüm cinsel ilişkiler yasa dışıydı. Ve evlilik
anlaşması içindeki cinsel ilişkilerin tümü de, tanım gereği, yasaldı. Böylece,
yasa evrim geçirdikçe, bir kocanın karısının ırzına geçtiği için dava edilmesi
düşünülmesi olanaksız bir şeydi, çünkü yasa karısının değil onun yararlarını
korumak için oluşturulmuştu. Sir Matthew Hale on yedinci yüzyılda, çağdaşlarına
şu açıklamayı yaptı : «Bir koca
karısına karşı ırza geçme suçu işlemekten sorumlu tutulamaz, çünkü karşılıklı
onaya dayanan evlilik anlaşmasında kadın geri dönülmeyecek biçimde kendini
kocasına vermiştir.» Başka bir deyişle, evlilik her an cinsel ilişkiye katılma
anlamına gelir ve anlaşmanın maddelerine göre bir kocanın karısıyla, istemine
karşı ve zorla ilişki kurma hakkı vardır.
Yazında,
evlilik içinde yer alan ırza saldırının en tanınmış örneği Galsworthy'nin The
Forsyte Saga romanında sahne gerisinde, ünlü televizyon dizisindeyse sahne
üzerinde yer alan, Irene'nin Soames tarafından cinsel ilişkiye zorlanması
olayıdır.
Galsworthy'nin
sunduğu biçimiyle Soames'un mantığı, Galsworthy'nin kendi mantığı olmamasına
karşın tüm kocaların mantığını gösteren görüş, istenmeyen kocanın «sonunda
haklarını kullandığını ve bir erkek gibi davrandığını» savunur. Ertesi sabah
tek başına oturmuş yatak odasındaağlamasını sürdüren Irene'i dinlerken Soames
aklından şunları geçirir «Olay gerçekte büyük bir şey değildi; kadınlar kitaplarda
bu konuyu abartmışlardı; ama hayat adamlarının, sağduyulu düşünebilen
erkeklerin serin kanlı kararları ışığında, çoğu boşanma davalarında övgüye
değer bulduğu gibi, evliliğin kutsallığını korumak, karısının görevlerini
yerine getirmemesini önlemek için elinden geleni yapmıştı... Hayır, pişmanlık
duymuyordu.»
Sağduyulu
düşünebilen kadınların serinkanlı kararları açısından, zorunlu cinsel ilişki
bir kocanın ev-
lilik
hakkı değildir, çünkü böyle bir «hak» eşitlik ve insanlık onuru kavramlarının
tümünü yadsır. Cinsel ilişki her seferinde kan ve koca tarafından yeniden
onaylanmalıdır, çünkü kadınlar kendilerini gördükleri gibi olacaksa, (eşit
haklara sahip bir eş olarak) cinsel ilişki karşılıklı isteğe dayanan bir eylem
olmalıdır, kadını bedensel bir zarar vermekle korkutup, ekonomik yaptırımlarla
zorunlu kılınan bir karılık «görevi» değil.
Evlilikte
yer alan ırza geçme olayları konusunda yasa düşünsel açıdan büyük bir atılım
yapmak zorundadır, çünkü evli eşlerin karşılıklı haklan kavramı, evlilik
aktinin feshinde, tartışmalı boşanmalarda; hukuk mahkemelerinde yürütülen
medeni hukuk işlemlerinde, eskiden bu yana geçerliliğini korumasına karşın
kocaların karılarının bedenlerine uyguladıkları kaba güç eylemlerini örtbas
etmek amacıyla kullanılmamalıdır. Saldırı ve kişinin haksız yere dövülüp,
bedensel zarara uğratılması eylemlerini denetleyen yürürlükteki yasaları,
evlilik içi ırza geçme olaylarının ele alınmasında yeterli görenler olduğu
gibi; daha liberal bir görüşle, cinsel saldın yasasının yalnızca, kocalık
haklarını almak üzere eski kansına dönen, fakat yasal olarak boşanmış
erkeklere uygulanabilecıe- ğini öngörenler de vardır. Ama her iki çözüm de te.
meldeki saldırıyla başa çıkmaktan acizdir.
Yazılı
tarihin başlangıcından bu yana, suç niteliğindeki ırza saldın, evlilikte,
karşılıklı anlaşmaya dayanan gelenek V'8 görenek yasalarıyla koşullandırıl-
mıştır ve artık ilk ve son kez olarak bir değişiklik yapmanın sırası gelmiştir.
Cinsel saldırı, evlilikte ya da evlilik dışında, nerede meydana gelirse gelsin,
be- d-ensel bütünlüğe el uzatılması ve özgürlük ile kendi geleceğini belirleme
haklarının çiğnenmesi demektir. Bu sözleri yazmanın işlerliğe sahip yasal
koşulların sağlanmasından daha kolay olduğunu ve jürilerin, kocasını kendi
istemine karşm cinsel ilişkiye zorlamakla suçlayan bir kadınla
karşılaştıklarında karar vermekte
.cinsel
zorbalık güçlük çektiklerini biliyorum; ama bedenine sahip olma ilkesinin,
hiçbir düzeyde çiğnenmemesi gereken bir ilke durumuna gelecekse, niteliksel
ayrım yapılmaksızın yürürlüğe konması gerektiğine inanıyorum.. Bu ilke,
Anglo-Amerikan yargı sistemi açısından devrimci bir nitelik taşımasına karşın,
İsveç ile Danimarka'nın, S.S.C.B. ile Komünist bloktaki başka ülkelerin- ceza
yasalarında doğal olarak ve insanlık onurunun bir gereği sayılarak yer alır,
ama uygulamada nasıl işlediğini söyleyemem. (İsviçre ve Yugoslavya gibi kimi
Avrupa ülkelerinde. birisini işinden etmekle korkutarak gözdağı vermek gibi
ekonomik baskılar kaba güç kullanarak korkutmayla bir tutulur.)
Karşılıklı
anlaşma kavramı, çocuk yaştakilerin ırzına geçilmesine ilişkin çok tartışmalı
yasalarda da kendini gösterir, ama burada anlaşma ters yönde değerlendirilir,-
evlilikte olduğu gibi geri alınamayacak bir şey olarak değil verilemeyecek bir
şey olarak görülür. On üçüncü yüzyıl Westminster yasalarından bu yana, yasa
kendince belirli bir yaş saptayarak bu yaşın altındaki kızlarla kurulacak
cinsel ilişkiyi, ister kaba güç kullanılmış olsun ister olmasın, ağır ceza
gerektiren bir suç saydı, çünkü kız kendi başına karar verebilmek için çok
gençti. Çocuk yaştakilerin ırzına geçme suçuyla bir arada yer alan ve bir
anlamda bununla çelişen akrabayla cinsel ilişki kurmanın Cin- sestl, bir
çocuğun akrabası tarafından cinsel kullanımının cezalan aşın hoşgörülü
olmuştur. Bu da çocuğun babasına ait olduğunu ileri süren kuramsal görüşün
başka bir belirtisidir. Değişmezlik göstermeyen yürürlükteki yasalar uyarınca,
çocuk yaştakilerle cinsel ilişkide bulunma suçu birçok yargı sisteminde ömür
boyu hapis cezasına çarptırılabilir, ama aile içi cinsel ilişki suçu ender
olarak on yıldan çok hapis cezasına çarptırılır; bu ceza yaklaşık olarak, sapık
cinsel ilişkide bulunma suçuna verilen en ağır cezaya eşittir.
Yalnızca
babalık haklarının korunması değil, tüm-. çocukların bedensel bütünlüğünün
korunması yasalar tarafından gerçekten sağlanacaksa, suçlar arasındaki
yürürlükteki aynm (yabancıların çocuk yaştakilerle cinsel ilişki kurması; aile
üyelerinin aile içi cinsel ilişki kurması gibi) ortadan kaldırılmalıdır.
Belirli bir eşitlik yaşının saptanması genç kız ve erkeklerin korunması
açısından gerekli ve insanca
bir önlem olmasına karşın,
kişinin kendisince seçilen yaş sınırı hukuksal bir uzlaşma olarak görülmelidir,
çünkü cinsel olgunluk ve deneyim zamanın geçmesiyle kendiliğinden ortaya
çıkmaz. Kendilerini bu güç sorunun çözümüne veren feministler, on iki yaşın
altındaki tüm çocukları, cinsel saldın. yasasında çocukluk yaşının saptanması
ile korumak gerektiği, çünkü aslında çocukluk yaşının, biyolojik işlevleri ve
yansımaları, ergenlik ve cinsel bilincin başlamasıyla ilintili olduğu görüşünü
paylaşırlar. Çocuk yaştakilerle cince] ilişki kurma suçuyle ilgili yasalarda
geleneğe koşut olarak, on iki yaşın altındaki çocuklara karşı işlenen suçlar,
yirmi yıl olarak saptanan en ağır cezayı görmelidir. On iki yaş, on altı yaş
arasındaki genç insanların, amaçlarına ulaşmak için kaba güç yerine yetkelerini
kullanan yetişkinlerin cinsel baskılan karşısında özellikle savunmasız
oldukları düşünülerek (çok bilinen üç örnek vermek gerekirse, ev içinde, bir
kurumda ya da tıp merkezlerinde) bu tür suçlara, daha sınırlı bir
«çocuk yaştakilere yöneltilen cinsel saldın» kavramı uyarınca ve buna koşut
olarak yaş ilerledikçe daha hafifleşen cezalar verilmesinde yargı gücüne bağımsız
karar verebilme olanağı tanıyacak kadar esnek olunmalıdır.
«Karşılıklı
anlaşma»nın bir cinsel saldırı davasında oynadığı başka bir rol daha vardır.
Eylemin gözden geçirilmesinde, bir suç işlenip işlenmediğine karar vermekte,
mahkemede tartışılan anlaşma kavramı kurbanın saldırı karşısında yeterli ölçüde
direnip di- renmemesine, isteminin gerçekten kaba güç kullanımı ya da bedensel
zarar görme korkusuyla etkisiz kılınıp kılınmamasına
bağlıdır. Şiddete dayanan cinsel suçların kendine özgü niteliği, insanların bu
suçların anlamını kavramaktaki kendilerine özgü tarihsel tutumları ölçüsünde,
yasanın anlaşma kavramını bulandırmıştır.
Soygun
kurbanlarının soyguncuya karşı koyduklarını kanıtlama zorunluluklarının
olmayışı sorgusuz kabul edilir ve parayı soyguncuya vermekle eylemi
onayladıkları ve böylelikle eylemin suç sayılmayacağı sonucuna hiçbir zaman
varılmaz. Gerçekten, polis çoğunlukla yasalara saygılı yurttaşlara soyguna karşı
koymamalarını, ama bunun yerine serinkanlılıkla olayın sona ermesini bekleyip
suçu ilgili yetkililere bildirerek, her şeyi adaletin eline bırakmalarını öğütler.
Oysa, bu günlerde, bir soyguna başarıyla karşı koymak kahramanlık
sayılmaktadır.
New
York kentinin, bazı orta sınıf yerleşme bölgelerinde, gece sokağa çıkmak
zorunda kalanlar, işten eve dönerken, kısa bir gezinti sırasında, ya da köpeklerini
gezdirirken karşılarına çıkacak herhangi bir soyguncunun saldırısını
savuşturmak ve isteklerini doyurabilmek için yanlarında «soygun parası» olarak
on dolar taşımayı alışkanlık edinmişlerdir. Açıkça görüldüğü gibi, birkaç
dolardan olmak bedensel şiddeti göze almaktan daha iyi bir pazarlıktır.
Paranızı bıçak çeken birine vermeniz, ya da karanlık ve ıssız bir yolda
silahsız ama kötü amaçlı birini memnun etmek için elinizi para cüzdanınıza
atmanız, ekonomik yönden sarsıcı ya da duygusal yönden üzüntü verici olabilir
ama bir cinsel saldırının yol açtığı, kişinin Özgür iradesine yöneltilmiş ağır
aşağılamayla karşılaştırılamaz. Suçun amacı, para gibi fiziksel açıdan bağımsız
ve taşınabilen bir nesnenin ele geçirilmesi değil, bedensel ilişki ve fiziksel
saldırıdır. Yine de uygulamadaki yönüyle suçun doğası soyguna çok benzer,
çünkü ırz düşmanının cinsel amacı soyguncunun parasal amacını çağrıştırır
(kurban kadın olduğunda, çoğunlukla her iki amaç da bir tek karşılaşma sırasında
yerine getirilir) ve böylece, bir cinsellik suçunda da suçluyla kurbanı
arasında pazarlığa girilebilir. Bu yönüyle, cinsel saldın kurbanın tepkisi
açısından basit bir saldın olayından çok soygun olayına benzer, çünkü saldın
olayı fiziksel karşılaşmanın dışında bir amaç taşımayabilir ve dahası
kendilerini saldın karşısında bulan kimseler çoğunluk dövüşerek kendilerini
savunur.
Yasanın kurallarınca, soygun ve saldırı
kurbanlarının direndiklerini ya da olayı onaylamadıklarını ya da eylemin
yeterli 'bir kaba güç ya da kaba güç korkusuyla gerçekleştiğini kanıtlamaları
gerekli değildir; çünkü yasa bir kimsenin, bir hayır işi ya da inandığı bir
dava dışında, parasını isteyerek başkalarına vermeyeceğini ve kötü biçimde
dövülmeye ya da bedensel acı ve zarar verilmesine isteyerek boyun eğmeyeceğini
varsayar. Ama ırza geçme ve başka tür cinsel saldırı kurbanları gerekli
delilleri; karşı koyduklarını, rıza göstermediklerini, iradelerinin kaba güç
ve korku karşısında etkisiz kaldığını kanıtlamak zorundadır; çünkü yasa hiçbir
zaman karşılıklı isteğe dayanan cinsel birleşmeyle zorlamaya dayanan, suç
niteliğindeki cinsel saldırganlığın arasındaki ayrımı doyurucu biçimde saptamamıştır. .
Kabul
etmek gerekir ki yasalardaki karışıklık, zorlamasız cinsel birleşme eyleminde
erkeğin doğal ve biyolojik etkinlikte bulunma biçiminden kaynaklanmaktadır.
Ama penisin vajinaya sokulması kendi başına düşünüldüğünde, erkeklerin
kanılarına karşın erkekçe bir üstünlük eylemi değildir. Yasanın sonu gelmeyen
karmaşasının gerçek nedeni, ırza geçme eylemiyle karşılıklı rızaya dayalı
cinsel birleşme ayrımını gerçekleştiremeyişine ve temel kültürel inancın öngördüğü,
erkeğin «etken» olması, kadınınsa «edilgen» kalması gereğine dayanır. Ve
böylece erkeklerin yararının korunması için, yasa kaba güç ya da kaba güç
korkusunun kendi içinde ve kendi başına inandırıcı olmadığı kanısıyla
kurbanın suç eylemi sırasındaki davranışını ayrıntılarıyla incelemeye
yönelir.
Menachem
Amir'in araştırmasına göre, saldırgan, polisin gerçek saydığı ırza
geçme olaylarının ancak beş;;e birinde tehlikeli bir silah
kullanmıştır. Bu tür oiaylar bir jüriyi inandırabilir. Ama çoğu ırza
geçme olayları bıçaksız, tabancasız, demir çubuksuz ya da benzeri
bir araç olmadan gerçekleştirilir. Daha çokça kullanılan kaba güç, temelde
bir boğucu üstünlükten. itip kakma ve dürtüklemeden,
giysilerin parçalanması, sözle ölüm ya da sakatlanma korkusu
yaratılmasından ve birden çok saldırganın somut varlığından kay.
naklanır. Hiç kuşkusuz, bu koşullardan herhangi biri kurbanı
hareketsiz bırakacak, direnmesini engellemeye ya da direnmenin
yararsız olacağına inandırmaya yetecek ölç üde korku
uyandırabilir ve uyandırmaktadır.
Kaba
güç ya da kaba güç korkusu karşısında oluşan direniş
ya da rızanın yürürlükteki ölçütleri, hiçbir
zaman kurbanın duyduğu korkuyu kesin olarak belirleyememiştir çünkü korku,
psikolojik bir tepkidir. Jürilerin suçsuzluk kararlarının açıkça gösterdiği
gi- bi, olaydan altı ay sonra mahkemede, bir davranış ölçüsüne göre saptanabilecek
nesnel bir ölçü değildir. Bu nedenle bir ırza saldın
kurbanının «mantıklı ölçüler içinde» karşı koyduğunu ve sonunda boyun eğmesinin,
davranışlarıyla saldırıya rıza gösterdiği anlamına gelmediğini
kanıtlamak zorunda bırakılması kesinlikle haksızlıktır; çünkü mahkemede
bu gibi ölçütler başka ağır suç kurbanlarına uygulanmamaktadır Bir jüri,
mağdur durumundaki davalının ifadesini olduğu gibi, yani özet olarak
ele alıp değerlendirebil- melidir; bu, yasalarca başka mağdur kişilere
tanınan hakkın aynısıdır.
Mağdur
tarafın eylem sırasındaki tepkisi ölçülüp tartılmakla kalınmaz, «rıza
gösterme eğilimimi ilgilendirdiği, ya da inanılabilirliğini, doğruluğunu
yansıttığı gerekçesiyle cinsel geçmişi de ayrıntılarıyla
incelenir.
Ya da yasa bunu gerektirir. Uygulamadaki işleyişiyle, bir kadının cinsel
geçmişini delil olarak ele alan jüriler bu bilgiyi kadının ahlakı üzerine karar
vermekte kullanırlar ve bu noktada ırza geçme efsanelerinin tümü etkinlik
kazanır, çünkü erdemli bir kadının ya hiçbir zaman ırzına geçilemeyeceği, ya da
kendisini saldırıya açık kılacak durumlara düşmeyeceği düşüncesi geçerliğini
sürdürür. Böylece jüri odasında şu sorular sorulur : «Kadın bunu istemiş mi
yoksa istememiş mi?»; «Erdemli bir kadın olsaydı, hazînesini korumak için
ölene dek direnmez miydi?»; «Bir erkeğin meslek ve ününün zedelenmesi bu sürtük
için değer mi?»
Irza
geçme suçunun geleneksel namus anlayışından tümüyle soyutlanması gerekir,
çünkü namusun buradaki anlamı bir kadının fama bir erkeğin değil) evlilik dışı
cinsel ilişkiden uzak durması demektir. Cinsel eylemin bir kadının «namus»una
leke süreceği görüşü tümüyle kadını kendi aracı olarak gören erkeğin ürünüdür.
Kadının «önceki eldeğilmemişliği» kavramı ve sözleri, «mağdure» (kadın davacı)
sözü ve kavramıyla birlikte, davacının davası açısından kışkırtıcı ve
önyargılı olduğu gerekçesiyle yasa sözlüğünden çıkarılmalıdır.
Birçok
eşle kurulan cinsel ilişkiler, geçmişte bir kadının cinselliğe karşı duyduğu
sağlıklı ilgiyi, ya da kendi eğilimlerini kanıtlayamadığı bir sömürü ve mağdur
edilme sürecini belirleyebilir; serüvencilik, başkaldırı, merak, coşku ya da
teslimiyet ruhunu or, taya koyabilir. Nedeni ne olursa olsun (gerçekte birçok
nedeni vardır) ırza geçme kurbanının kendi seçtiği eşlerle kurduğu daha önceki
cinsel ilişkiler hiç değilse günümüzde ve içinde yaşadığımız çağda, düş ünce
ve bedenin temizliği ya da lekelenmişliğinin belirtisi sayılarak
incelenmemelidir ve söz konusu durumda, zorla ırza geçme olayının yer alıp
almadığının saptandığı jüri odasında yeri yoktur. Davacıyla davalı arasında
daha önceden var olan cinsel ilişki konuyla
bağlantılı olabilir ve bu tür bilgilerin araştırılması engellenmemelidir.
Yürürlükteki
yasaların düzeltilmesi ve cinsel saldın yasasına yöneltilecek yeni bir
yaklaşım yasanın yaptırım gücünün sağlanması konusunun yeniden ele alınmasıyle.
bir arada yürütülmelidir. Tüzükleri kimin yorumlayacağı ve uygulayacağı sorusu
yasanın içeriği ölçüsünde önemlidir. Günümüzde, cinsel şiddet suçlarının
adalet arayan kadın kurbanları; genel doğrultuları, değer yargıları ve
kuşkularıyla davalının tarafında yoer almaya zorlanan yetke sahibi erkeklerin
sözüne bağlı kalmak zorundadır.
Bence
ırza geçme olayının en acı yanı erkeklerin yalan yere suçlanmaktan duydukları
tarihsel korkudur. Bu korku İsrailli Yusuf ile Potifar'ın karısının Kitabı
Mukaddes'ten kalma günlerinden bu yana erkeklerin folklorunda dile gelmiş,
Sigmund Freud ve ardıllarının psikanalitik öğretilerinde yeni bir anlam ve
canlılık kazanmıştır. Erkeği; yalancı, kinci ve düzenbaz bir kadın'karşısında koruma amacıyla oluşturulmuş bir dizi özel delil ölçütü
ırıza gösterme, direnme, namus, doğrulama). doğrultusunda yönlendirilen, ırza
geçme suçlamasına karşı yasal savunmanın can damarını oluşturmuştur bu korku.
Kasıtsız
bir yanılgı olan yanlış kimlik saptaması gibi nedenlerle asılsız yere
suçlamanın da herhangi bir ağır suç davasındaki yeri tümüyle görmezlikten
gelinemez; ama işin ilginç yanı, hiç kuşkusuz şudur-. Erkekler kendilerini ve
bizleri, kadınların kolaylıkla ırzlarına geçmekle suçladığına birini
inandırırken, ırza geçme olayının gerçeğinde, mağdur durumundaki kadınların
suçu polise bildirip yasal yollara başvurmamaları yatar. Kadınları bu davranışa
iten, herkesin olayı öğrenmesinin vereceği utanç, bir kadını kendisine karşı
girişilen cinsel saldırganlık eyleminden sorumlu tutan ve suçluluk duymasına
yol açan ikili değer yargısı, saldırgandan gelebilecek misilleme (bir kez
ırzına geçilince, yeniden kurulabilecek bir ilişkinin uyandırdığı korkul ve
kadınların ifadelerine, erkek savunmasının ilk aşamasında kuşkuyla bakılacağını
gösteren kanıtlardır.
On
yıl önce, Federal Soruşturma Bürosu'nun Suç Raporları, polise bildirilen ırza
saldın olaylarının yüzde 20'sinin «soruşturma sonucu asılsız sayıldıklarımı
gösteriyordu. 1973'e gelindiğinde, bu sayı yüzde 15'e düşmüştü ve Federal
Soruşturma Bürosu'nun deyimiyle «ırza geçme» en düşük oranda bildirilen suç
olma durumunu korumuştu. Yüzde 15'lik asılsız yere suçlama oranı
yadsınamayacak denli yüksektir. Ama New York kenti özel bir cinsellik suçları
araştırma ekibi oluşturup, şikayetçilerle konuşmak üzere kadın polisleri
gönderince, New York'daki asılsız ırza geçme suçlaması sayısı çarpıcı biçimde
yüzde 2'ye düştü ve bu oran başka asılsız ağır suç bildirimlerine eşitti. Ortadan
yok olan bu istatistik farkından alınacak ders açıktır. Kadınlar başka
kadınların sözüne inanır. Erkekler inanmaz.
Kadınların
geleneksel olarak ve tasarım sonucu, yasaların yürütüldüğü tüm önemli
alanların, polis örgütünün, savcılığın, jüri locası V'e yargıç iskemlesinin,
temyiz ve anayasa mahkemelerinin dışında tutulmaları, erkeklerin oluşturduğu
yasalar uyarınca adalet arayan ırza tecavüz kurbanları açısından çift yönlü bir
engel ortaya çıkarır. Ve bu yüzden yasanın görü- nümünun gerçegı yansıtacak
biçimde değiştirilmesi yeterli değildir. Yasaların yürütülmesi ve adaletin sağ-
la.nması gibi ağır sorumluluklar taşıyanların da görünümleri
değiştirilmelidir.
Büyük
önem taşıyan yasaların yürütülmesi alanında, erkeklerle aynı düzeye gelebilme
savaşımının kadınlar açısından tam eşitliğin kazanılacağı ya da yitirileceği
başlıca sınav zeminini oluşturacağına inanıyorum. Yasaların yürütülmesi sözlük
anlamıyla toplumsal düzenin sağlanması için gerektiğinde kaba güç kullanılması demektir ve kaba güç başlangıçtaki dişe diş göze göz günlerinden beri
erkeklerin öncelik
hakkı sayılmıştır, çünkü boy, ağırlık, güç, biyolojik yapı ve yasanın kendisi
kadar katı geleneklerle kadınlara yasaklanan bilinçli bir eğitime
dayandırılmıştır.
Geçmişte
kadınlar erkekleri yasal koruyucu seçmek ve onlara yalnızca yasaların
oluşturulmasını değil yürütülmesini de bırakmak zorunda kalmışsa, günümüzde
bu dengesizlik ivedilikle giderilmelidir. Çünkü olaylar tam tersine
dönmüştür. Irza geçme eylemi ve uyandırdığı korkuya yol açan biyolojik olanak
geçerliğini sürdürmektedir ama toplumsal anlaşmamız yasaların yürütülmesi
açısından kaba güç kullanımını gereksiz kılacak bir düzeye ulaşmıştır sanırım.
Çeşitli kentlerin polis gücünde çalışanların, iyi bir polis görevlisi olmakta
boy ve bedensel gücün başlıca etken olmadığını kabul etmekte gösterdikleri
isteksizlik malumdur. Ama bu görevliler modası geçmiş erkekçe değer yargılarına
saplanmış oldukları için şimdilik bağışlanabilir. Yeni araştırmalar açık
biçimde göstermiştir ki, kadın polisler bir düzensizliği gidermekte ve
tutuklama yapmakta erkekler ölçüsünde başarılı - dır; zorlu durumlarda, «polis
şiddeti» deyimini haklı çıkaran kaba güce başvurmaksızın görevlerini yerine
getirmektedirler.
«Devrimci»
sözcüğünü gelişigüzel kullananlardan değilim, ama kentlerdeki polis
merkezlerinde eşit sayıda kadın ve erkek görevlendirilmesi, kadın haklan
açısından büyük önem taşıyan devrimci bir amaçtır. Ve ordu beslemeyi
sürdüreceksek (daha uzun süre öyle olacağı anlaşılıyor) ordu da eşit sayıda
erkek ve kadından oluşturulmalıdır; yerel güvenlik merkezlerinde ve savcılık
bürolarında, il jandarma gücünde, kadınlara yer verilmeli, kısacası kadınlar
erkeklerin egemenliği altındaki bir topluluk olmaktan çıkacaklarsa, ulusun
yasal yetke bünyesi (fiziksel anlamdaki yetkeyi belirtiyorum) erkeklerin
tekelinden ve denetiminden çıkarılmalıdır.
Kadın
haklarının korunması ve özellikle de erkeklerin cinsel saldırısından sakınma hakkı
için dürüst çalışan yasal bir yargı gücü ve etkili bir yönetim sistemi,
suçluları ivedilikle mahkemeye çıkardığı, şikayetçi açısından olayı en etkili
biçimde ele aldığı ve haklı cezaları verdiği sürece ırza saldırı olayının
denetlenmesinde yararlı bir mekanizma olabilir. İşlerliğe sahip cinsel suç
yasalarının «düzeni sağlamak» ve olumlu bir caydırıcı güç oluşturmaktaki
yararlı etkilerini küçümseyecek değilim ama, tüm feministlerin <ve sağduyu
sahibi kimselerin) amacı yalnızca etkili bic denetleme yöntemi değil, ırza
geçme olayının tümüyle ortadan kaldırılması olmalıdır.
Yasayı
ve yasanın yürütülmesini yeni bir yaklaşımla ele almak yolun yalnızca yarısı
demektir. Yasanın yürütülmesinde kadınlara yüzde elli oranında yetki
tanınması, erkekçe kaba güç gösterilerine son verecektir. Oysa, ırza geçme
ideolojisi, suçluları korumaya yarayan hoşgörülü bir hukuk sistemi ve yetkenin
yasal kullanımı üzerindeki erkeklere özgü denetimin tümünün ötesinde bir güç
tarafından yönlendirilip yüreklendirilir. Irza geçme ideolojisi toplumumuzun
her düzeyinde etkin olan kültürel değerlerle beslenir ve bu kültürel saldırıyı
geri püskürt - mek için cepheden hücuma geçmek gereklidir.
Erkeklerin
kadınlar üzerindeki saldırgan üstünlüğünü doğal hak sayan kuram, toplumsal değerler
sistemimizde öylesine köklü bir yere sahiptir ki, son zamanlarda, sinema,
televizyon reklamları ya da çocuk kitaplarında bu görüşü ortaya koymaya
yönelik çabalar ancak yüzeyi yalayıp geçmiştir. Sorun, kutuplaşmış toplumsal
rollerden (eylemci erkek, izleyici kadın) ve kadın bedeninin edilgen cinsellik
nesnesi olarak abartılmış biçimde tanımlanmasının kadınlık onuru ve kimlik
bilincini "aşağılayıcı" sayıl masından, ya da bu tanımlamaların genç
kızlara örnek alınacak toplumsal roller sunamayışından değil; toplumun
cinsellik anlayışının, erkek egosuna her yerde doğal üstünlüğünün C ve kadının
güçsüzlüğünün) “kanıtı’nı sunarak onu pohpohlamak ereğini taşıyan, kadınlara
yönelik bilinçli bir aşağılama biçimi olmasından kaynaklanmaktadır.
Kadın
hareketini eleştirenler, giyim ve davranış lanrnızda düzensiz, dağınık saçlı,
ayağı çizmeli kadınca sorumluluklarımızı kabul etmeyi reddeden, çenesi
düşük, yeniklikten öfkelenen taraf olarak kusurlarımızı saymazlarsa bu kezde
tepki ve tutumlarımızda belirli ama açıklanması güç bir ağırbaşlılık ve
cinsellik karşıtı bir erdemlilik taslama havası sezdiklerini dile
getiriyorlar. Gerçekte söylemek istedikleri şudur: "Hadi kızlar,
kadınların özgürlüğü savaşımınızın, cinsel özgürlük için verilen daha büyük çaptaki
savaşın parçası olduğunu bilmiyor musunuz? Kendinizi eski saplantılarınızdan
kurların! Kadınsı çekiciliğinizi artırmak için sizlere yönelttiğimiz o üç
harfli sözlerden, vahşi homurtularımızdan alınıyor - muş gibi görünmekten
vazgeçin. Milyonlarca satan parlak kuşe kağıtlı dergilerimizin kapaklarına,
kimliksiz çıplak bedenlerinizin resimlerini bastığımızda bunu sîzlerin sonsuz
güzelliğinize (bizim hesabımıza göre bu güzellik yirmi yaş ya da civarında
sonsuz olmaktan çıkmaktadır) gösterilen duyumsal saygıdan yapıyoruz. Biraz
eğlenmek istediğimiz zaman sokağa çıkıp yarım saatliğine bir fahişenin
bedenini kiraladığımızda karşılılı anlayış içindeki yetişkini ilgilendiren bir
eyleme katılmış oluyoruz; bununsa sizlerle ne ilgisi olabilir? Sinema salonlarımızı
pornografik filmlerin sergi alanları, kitapçılarımızı, kitlenin ürettiği açık
saçık iğrenç sözlerin rahatlıkla ortaya konduğu yerlere dönüştürdüğümüzde,
yalnızca özgür girişim sisteimizin mucizelerine şaşmakla kalmamalı ama baskıcı
orta sınıf ahlakının sınırlarını zorladığımız ve çok değer verdiğiniz
yurttaşlık haklarının tümünü savunduğumuz için bizleri alkışlamaksınız. Çünkü
bizler açık saçıklığı, söz söyleme özgürlüğü dediğimiz o soylu liberal
geleneğin savunma hattı durumuna getirdik. Kuşkusuz sizler söz söyleme
özgürlüğü ve yurttaşlık haklarına karşı değilsiniz, öyle değil mi?"
Pornografi
ve fahişeliğe gösterilen hoşgörüye kar. şı çıkmak ırza geçme olayına karşı
verilen savaşın ana unsurudur ve bu yönde uyarılmak liberal kesimin büyük
bölümünü öfkelendiriyorsa, ben de buna karşılık böyl’esi liberalerin politik
görüşlerinden ve kadın hakları konusuna gösterdikleri ilginin gerçekliğinden
kuşkulanırım. Daha yumuşak bir dille açıklayacak olursak, feminist bir
çözümleme, sorgusuz kabul edilen yüce liberal geleneğinkiler dahil daha
önceki varsayımların tümüne, yeni düşüncelere açık bir kuşkuculukla yaklaşır,
çünkü önceki geleneklerin tümü kadınların davasına karşı işlemiştir ve
hoşgörülü liberallerinki de içinde olmak üzere hiçbir değer sisteminin
dokunulmazlığı kalmamaktadır. Ne de olsa, liberal politika feminist görüşten,
başka çağdaş kaynakların herhangi birinden aldığından çok daha azını almıştır;
liberalizm kendi erdemliliği dolayısıyla tam bir mükemeliik içermez; yetkinlik
konusunda özel bir iddiası yoktur. Daha çok başkalan- nın kendisini duyarlı
kıldığı değerlere açıktır.
Savunma
avukatı mantığı liberal geleneği öyle. sine 'etki altına almıştır ki, kadın
hareketinin savunucuları, ilk kez 197l'de ırza geçme konusunu politik bir sorun
durumuna getirdiğinde ve New York Eyâleti’nin ırza geçme yasasının, doğrulayıcı
delil zorunluluğunu kaldıracak biçimde değiştirilmesini istediğinde kendilerini
savcının yanında bulmuştur; buna karşı liberalizmin temel kurumu olan American
Civil Liberties Union (Amerikan Yurttaşlık Hakları Birliği) de ayaklanmıştır.
İki yıl sonra, ACLU, feminist avukatların çalışmaları sonucunda, yasa tüzükleri
uyarınca ırza geçme kurbanlarının düştüğü güç durum konusunda duyarlık
göstermeye başladı ve bir kez ırza geçme kurbanlarına duyulan bu ilgi, ACLU’nun
tüm davalara gösterdiği uzun süreli ve haklı ilgiyle dengelenince, yurttaşlık
haklan örgütü doğrulayıcı delil zorunluluğunun kaldınlmasına karşı çıkmaktan
vazgeçti. Bence bu olay, büyük çapta düşünsel bir değişimdi ve belki de ileride
gerçekleşe - cek büyük değişikliklerin habercisiydi. Tüm olaylarda, tarihimizi
bilenlerin anımsayacağı gibi, kadınların özgürlüğü hareketi radikal sol
tarafından ortaya atıldığında, karşılaştığımız ilk önemli sorun, sonradan erkek
solu olarak adlandırdığımız kurumun yapısı, öncelikleri ve düşünce
biçimlerinden kendimizi arındırmak oldu ve böylelikle şimdi kendimizi,
erkeklere özgü liberal bir gelenekten başka bir şey olmayan olgunun
öncelikleri ve düşünce biçimleriyle çatışma içinde buluyorsak, bu bizi
şaşırtmamalı.
Bir
kez, ırza geçmenin akıldışı, dürtüsel, denet - lenemeyen bir şehvet suçu değil,
yenen taraf açısın - dan bilinçli, düşmanca ve şiddete dayanan bir ele geçirme
ve aşağılama eylemi olduğu, sindirme ve korku salma amacıyla tasarlandığı
yolundaki temel gerçeği kabul etmeliyiz. O zaman, toplumumuzda, erkeklere ve
özellikle ırza saldın olasılığını taşıyan nü - fusun çoğunluğunu oluşturan
yetişkin erkeklere, sal - dırganlık eylemlerini değil bir törel haksızlık, ceza
gerektiren bir suç bile işlediklerinin bilincine vara- madan uygulamalarında
psikolojik ve ideolojik destek sağlayan tutumları yücelten ve yaygınlaştıran
öğelere yönelmemiz gerekir. Yapay erkeklik anlayışlarıyla iç içe geçmiş olan
ırz düşmanı kahraman efsanesi, kadını iğfal etmekte başarılı erkekten
"istediğini istediği anda elde eden" erkeğe dek, erkek olmanın, bir
kadının bedenini satın alma hakkı da dahil olmak üzere bazı ayrıcalıklara sahip
olmak anlamına geldiğini kavradıkları ilk andan başlayarak genç erkeklere
aşılanır. Genç erkekler kadınların para karşılığında alınabileceğini ve cinsel
eylemlerinin belirli bir fiyatı olduğunu öğrendikten sonra, neden satın alınabilen
bir şeyin, parasal bir alış veriş gerektiren toplumsal davranış biçimlerine goerek
kalmadan da ele geçirilebileceği sonucuna varmasınlar?
Fahişelik
ile ırza saldırı arasında bir bağ bulunabileceği hiç kuşkusuz yeni bir düşünce
değildir. Eski (ve değer verilmeyen) şehvet, cinsel dürtü ve rahatlama
kuramından yola çıkan erkekler fahişeliğin yasallaştırılması sonucu, uygun bir
fiyat karşılığında istendiği anda kadın bedenine sahip olabil - me yoluyla,
ağır suç sayılan ırza saldırının denetlenebileceği görüşünü ortaya atmışlardır
bazen; çünkü böylelikle erkeklik içgüdüsü, rahatça, etkili ve toplumun başına
en az dert açacak biçimde doyurulmuş olacaktır. Ne yazık ki bu erkeğe dönük
pragmatistler adına Dr. Kinsey bile böylesi bir bağın "doğruluğu ya da
yapaylığını kanıtlayacak yeterlilikte veriyi" ortaya. çıkaramamıştır.
Genelevlere sık sık giden erkeklerin ırza geçmeyle suçlananlardan genellikle
daha yaşlı olduklarını deliller göstermesine karşın, Kinsey'den yirmi yıl
sonra, fahişelik ve ırza geçme arasında bir bağ olduğunu ortaya koyma çabası hala
sürdürülüyordu. Benim düşünceme göre, Amerikan erlerine açık genelevlerin
resmi olarak onaylandığı, hatta üs kamplarındaki eğlence birimlerinin içine
katıldığı Vietnam’da Amerikan ordusunun yaşadığı deneyim; üs kampında bir
serbest atış alanının sağlanmış olması nasıl silahsız halkın ve çocukların
vurularak öldürülmesinde caydırıcı rol oynamıyorsa, düşük fiyata cinsel temas
olanağının sağlanmış olmasının da, ırza geçme konusunda caydırıcı olamadığını
eksiksiz biçimde kanıtlamaktadır.
Ama
yasallaştırılmış fahişelik karşısında duyduğum dehşet, ırza geçme konusunda
caydırıcı bir etken olmadığından değil, kadın bedenine sahip olmanın erkeğe
özgü, kutsal olmasa bile parasal bir hak sayılacağı görüşünü ve cinselliğin
uygar erkeklerden esirgenmemesi gereken, kadınlara özgü bir hizmet sayılacağı
görüşünü kurumlaştırmasından doğmaktadır. "Güçlü erkeklik
içgüdüsü"nün, bir yana ayrılan ve açıkça bu amaç uğruna vesikalandırılan
işbirlikçi bir kadınlar sınıfı tarafından öncelikle doyurulması gerektiğini
ileri süren görüşe süreklilik tanınması, ırza geçmenin kitle psikolojisinin
ayrılmaz bir parçasıdır. Gerçekten, fahişeliğin tümüyle ortadan kaldırıldığı
günler (sunuyu sağlayan kadınlar değil, bu istemi yaratan erkekler yasa
karşısında işin her yönüyle yargılanmadıkça gelme^cek olan bir mutluluk çağı)
gelene dek erkek gücü ve ayrıcalıklarına ek olarak cinsel hizmetlere sahip olma
hakkı konusundaki yapay inanç, ırz düşmanlığı mantığını beslemeyi
sürdürecektir.
Günümüzde
pornografi; özgürce ifade hakkı ve incelikli düşünme adına öylesine kalın bir
cilayla örtülmüştür ki, (demokratik bir hak olan) politik ifade özgürlüğü,
(toplumsal bir yara olan) çocuklara verilecek dürüst bir cinsel eğitim, ve
(müstehcen ve çarpıtılmış tanımlarla kadın rolünün bilinçli biçimde değerinin
düşürülmesi demek olan) çirkin bir açık saçıklık- içinden çıkılmaz biçimde
birbirine karıştırılmıştır. Sorunun bir bölümünü, geleneksel olarak
pornografinin en ateşli düşmanlarını kapsayan kesimin, aynı zamanda
cinsellikle ilgili herhangi bir konunun açıkça dile getirilmesi karşısında
tüyleri diken diken olan kesim olması yaratır. Bu kesimin dikkatli ve keskin
bakışları altında, kürtaj, hamileliğin önlenmesi, çocuk doğurma ve genelde
kadın biyolojisine ilişkin eğitim araçlarının özgürce ve açıkça dağıtımı da
sakıncalı, yıkıcı ve iğrenç görünür. ("Ağıza alınamayan suç" olan
ırza geçmenin açıkça ve özgürce tartışılmasının da, bu namus düşkünü, yetkisiz
düzen sağlama meraklılarının tüylerini diken diken edeceğini gözden
kaçırmamalı.) Savaş alanı sınırları, kadın hareketi sesini duyurmadan çok önce
yapay olarak çizilmiş olduğu için, pornografi karşıtı güçler çoğunlukla
dindar, taşralı tutucu ve sağcı görünümdeyken, pornografi yanlısı güçler büyük
kentli, dincten ırak, ve liberal olarak tanımlanır.
Ama
kadınların bakış açısı yepyeni bir doğrultu saptanmasını ya da yeni bir
değerlendirme yapılma-
sını
gerektiriyor. Müstehcenlik ve Pornografi konusunda Başkanlık Komisyonu'nun
hafif ve ağır pornografiye konulan tüm yasal kısıtlamaların kaldırılmasını
şiddetle savunan 1970 tarihli çoğunluk raporu; pornografik malzemelerin yüzde
doksanının karşı cinsiyetle ilişki içindeki erkeklerin istemine hitap-
ettiğini (geri kalan yüzde onu ise eşcinsel erkeklere sunulmaktadır),
pornografik dergi alıcılarını "çoğunlukla beyaz orta sınıfından, orta
yaşlı ve evli erkeklerin oluşturduğunu ve pornografinin ham maddesi sayılan
görsel betimlemelerin (görüntülerin) çıplak kadın bedeni ve bu bedene
uygulanan çeşitli edimlerden meydana geldiğini açıkça ortaya koydu.
"Amerikan
yaşam biçiminin alışılagelmiş ve sağlam temellere oturmuş bir parçası"
dediği, erkeklere mahsus filmleri tartışırken komisyon raporu biraz bulanık
olmakla birlikte görev bilinci içinde şu açıklamayı getiriyordu: “Pornografi
tarihsel olarak erkeklere özgü bir ilgi alanı sayıldığı için, erkeklere mahsus
filmlerin vurguladığı noktalar orta sınıf Amerikan erkeklerinin beğenilerini
temsil eder. Bu nedenle erkek eşcinselliği ve vahşiliği görece olarak çok
azdır, ama sevicilik oldukça sık görülür.”
Bu durumda komisyon üyeleri
pornografik malzeme satıcılarının çok iyi bildikleri bir gerçeği belirtmiş
oluyordu: Aşın cüretkar pornografi cinsel özgürlüğün kutlanması değildir; dişi
cinsellik edimini, bu gibi tüm edimleri' ve böylelikle tüm kadınlan “iğrenç”
kılarak düşmanca kötüye kullanmaktır. Pornografinin karşı cinsiyetli ilişki
içindeki erkek tüketicileri, sevicileri eylem anında izlerken (ama hiçbir zaman
son sahnede değil de her zaman için perdenin ilk açılışında) açıkca
zevklenmekte, ama çıplak erkeklerin birbirleriyle sevişmesinden
tiksinmektedir. Komisyon raporunda alıntılanan bir incelemede şu şaşırtıcı
sonuç belirtiliyordu: “Hemcinsinin yanında erkeklere mahsus bir film izlemek,
erkeklere .özgü saygınlığı destekler." Gerçekten öyle. Ama cinsel zorbalık 513/33 dikkat edilmesi gereken önemli bir
nokta, bu filmleri izleyen erkek topluluklarının çıplak olmadığıdır.
Erkeklerle
kadınların pornografiye gösterdikleri tepki karşılaştırıldığında, belirli bir
tutum değişikliği belirir. Komisyona göre, "Erkekler kadınlara oranla
çıplak kadın görüntülerinden daha çok etkilendiklerini ve bu görüntülere daha
çok ilgi duyduklarını söylüyorlar.” Alfred Kinsey'in raporunu alıntılayan
Komisyon çoğu erkeğin (yüzde 77) cinsel edimi açıkça sergileyen görüntülerden
etkilendiğini ama çoğu kadının (yüzde 68) aynı şeyi duymadığını belirtti. Da.
hası, "kadınlar erkeklerden daha sık olarak ‘tiksinme’ ve ‘gocunma’
duyduklarını bildirdiler."
Kadınlara
özgü bu tiksinme ve gocunma duygusu nereden gelmektedir? Kadınlar cinsellikte
geri kalmış ya da doğaları gereği daha tutucu mudurlar?- Pornografiden
kadınların çoğunun hoşlanmaması büyük olasılıkla erkeğin kadını cinsel amaçla
kullanılıp. atılabilecek bir oyuncak gibi görmekten edindiği güçlülük w
hoşnutluk duygusunu destekleyecek biçimde, kadın
bedeninin bozulmasıydı. Sonraları, erkek.-, kendi tanımının zamana göre çok
kısıtlı olduğunu ' görünce ağır ceza anlayışını karısının da el değil-
memişliğinin bozulmasını kapsayacak biçimde genişleterek yasanın bakire
olmayanlara da uzanmasını sağlamıştır. Bu yasanın kaynakları, unutulmuş tarihin
kalıntıları arasında gömülü kalmış olmasına karşın, ırza geçme yasaları evrim
geçirdikçe hiçbir zaman başlangıçtaki anlayışı silkip atamadı; bu anlayış,..
işlenen suçun her şeyden önce erkeklere özgü mülkiyet haklarını çiğnediğini,
bu hakların kadınların- evlilik pazarlığında öne sürdükleri bekaret, namus ve
erkeğin özel mülkiyetine girme (erkeğin ekonomik. gücünün zorla desteği olma)
konusunda erkeğin koyduğu zorunluluklara dayandığını ileri sürüyordu.
Çağdaş
düşünce biçimimiz açısından bu kuramsal kaynaklar tümüyle kavranabilmek için
garip ve- güç anlaşılır niteliktedir. Düşüncede görülen korkunç . uyumsuzluk
(erkeğe özgü düşünce biçimi karşısında. dişi düşünce biçimi) günümüzdeki ırza
geçme konusunun ele alınışını etkilemiş, en yetkin hukukçuların mantıksal
çözümleme işlemlerini karmaşık- laştırmıştır. Günümüzde genç ırz düşmanının
kendine bir eş bulup kaçırmak ya da
bir miras ve mülkü ele geçirmek gibi düşünceleri yoktur. Onunki sonu gelmeyen
bir gasp eylemidir, mülkiyet sahipliği ve denetimi konusunda pratik bir
yaklaşım değil. Irza geçmenin ekonomik yaran unutulmuş bir kavramdır.
Temeldeki erkek-dişi çatışmasından bugüne kalan, vur kaç yöntemine dayanan bir
saldırı, fiziksel gücün kısa süreli bir ifadesi, bilinçli bir sindirme süreci,
tüm kadınlar üzerinde kalıcı piskolojik etkileri olabilecek kaba ve çirkin bir
cinsel saldırıdır.
Irza
geçme, gerçekten ait olduğu yere, eskiden kalma erkek yasalarının alanına
değil, çağımızın ağır suç niteliğindeki şiddet eylemi çerçevesinde bir yere
yerleştirildiğinde, bu suç kendine özgü boyutlarını koruyarak, soygun ve saldın
arasında yer alır. Tek bir eylem içinde hem beden, hem de usa indirilen bir
darbedir ve kaba güç korkusu ve kullanımı yoluyla cinselliğin “çalınmasıdır”.
Yine de ırza geçme ile saldırı ya da soygun arasındaki farklılıklar, açık benzerlikler
kadar belirlidir. Hakkında dava açılabilecek bir saldırı olayında, kurbanın
gördüğü bedensel zarar açıkça izlenebilir. Bir ırza geçme olayında, cinsellik
geleneksel olarak erkeklerce "kadınlığın hazinesi" olarak görülmesine
karşın, kaba güç korkusu, anladığımız anlamda bir somut metanın kazanılmasını
sağlamaz; daha kesin bir anlatımla, ırza geçmede kaba güç korkusu
sergilemesinden dolayıdır.
Hiç kuşkusuz, ırza geçmenin ■ altında yatan düşünce biçimini de bu görüş oluşturur. Kadınların pornografi türünde yakalanıp ırzına geçilen bakire ya da hiçbir zaman doyurulamayan erkek delisi rollerinde görünmeleri rastlantı değildir. (Bunun ama - cı başka ne olabilir ki? En yaygın ve geçerli pornografik düş her iki rolü birleştirir: Masum ve deneyimsiz bir kadının ırzına geçilerek üzerinde "doğaya ay- kın uygulamalar denenir" ve gözü dönmüş, azgın bir erkek delisi, erkek penisine hiçbir zaman doymayan bağımlı bir cinsel köle durumuna getirilir.
Pornografide
eşitlik olamaz; kadınlara özgü eşit bir değer, eğlence adına işlerin tersine
çevrilmesi olanaksızdır. Pornografi de ırza geçme gibi, erkeklerin buluşudur,
duyumsallığı törelerin ya da ailenin yasaklamalarından kurtarmak değil,
kadınları insanlıktan çıkarmak, birer cinsellik nesnesi durumuna indirgemek
amacını güder. Pornografinin ham maddesi her zaman için göğüs ve cinsel üreme
organları açıkça sergilenen çıplak kadın bedeni olacaktır çünkü erkeğin saptadığına
göre, çıplak bedeni kadının "utancıdır", bedeninin saklı yerleri
erkeğin özel malıdır, oysa erkeğinkiler gücünün, kadın üzerinde zorla kurduğu
yönetimin çok eskilere dayanan kutsal, evrensel ve ataerkil
araçlarıdır.
Pornografi,
kadın düşmanlığı güden propagandanın su katılmamış özüdür. Ama yine de,
Hitler'in pro - paganda araçlarınca yayılan Yahudi karşıtı karika tür ve
müstehcen sözlerin gerisindeki amaç ve yöntemleri çabucak kavrayan;
siyahlardan yana olan ve vicdanlarını yoklayarak "Siyah” fıkralarına gösterilen
hoşgörünün ve filmlerdeki hilekar zenci rollerinin zencileri aşağılık sayan
'efsaneleri ve onlara uygulanan baskıyı sürdürmek için ideolojik temel oluşturduğunu
anlayan . liberaller şimdi, "yetişkinlere mahsus” ya da "erotik"
dedikleri kitaplarla filmlerde, iç gıcıklayıcı sözcükler olarak kullanılan
deyimlerde dile gelen kadın düşmanlığının, anayasal haklar arasında yer alan
ifade özgürlüğünün geçerli bir uzantısı olduğunu şiddetle savunmaktadır.
Yurttaşlık
Hakları Örgütünün ifade özgürlüğü adına yaptığı gibi, kimsesiz ve çılgın bir
Amerikan Nazisinin tüm Yahudilerin yok -edilmesi çağırısında bulunan
propagandasını yapma hakkını korumak, 516 kendi üstünlüğüne inanan ve özellikle
yüreklilik gerektirmeyen bir tutumdur, çünkü Amerikan Yahudi- leri güncel
olarak baskın birlikleri, toplama kampları ve kısa süre içinde yok edilme
korkusu altında tutulmamaktadır. Ama yarın sabah Nıew York kenti nin
Kırkikinci Caddesinde sıralanan sinemalar ve kitapçılar her zaman yaptıkları
gibi kadınların uza saldırı ve işkence yoluyla aşağılanmalarını değil de
yahudileri gaz odalarında öldürmenin ya da zencileri linç etmenin sadistçe
zevkleıini sergileyen ticari ve düzenli bir propaganda mekanizmasını sergilemeye
başlarsa, örgütün tutumunun değişip değişmeyeceğini merak ediyorum.
Bu
benzetme aşırıya mı kaçmaktadır? Her an var olan ırza geçme korkusu ve bu olayı
"özgürce" tadılan bir eğlence gibi gösteren toplum ideolojisinin
yaygınlaştırıldığının bilincinde bir kadınsanız hayır. Müstehcenlik ve Pornografi
konusunda Başkanlık Ko- misyonu'nun çoğunluk raporu, ülkenin çeşitli . yörelerinde
pornografik malzemeyle yakalanan suçlulardan edinilen somut deneyimlerin bu
malzemelerin cinsel şiddet suçlarının işlenmesinde etkileyici bir neden
oluşturduğunu ileri süren yerel yürütme organlarının görüşlerini küçümsemeyi
denedi. Komisyon bu zamanda böylesi bir bağın varlığının ya da yokluğunun
bilimsel olarak kanıtlanmasına olanak bulunmadığını belirtti.
Ama
kişinin, ulusumuzun kültürel ürünlerine egemen olan kadın düşmanlığının,
kadınlara yönelik cinsel saldın olaylarını yalnızca hoşgörüyle karşıla- mayıp
ideolojik yönden yüreklendirdiği sonucuna varmak için bilimsel yöntemlere
gereksinimi var mı dır? Yıllarca süren benzer bir tartışma, şiddetin yaygın
biçimde yüceleştirilmesinin (gangsterlerin kahraman sayılması; film, kitap ve
televizyonda kadınlara yönelik kanlı saldırı sahnelerinin ısrarla işlenmesinin)
özellikle gençler arasında artan suç oranıyla doğrudan ilişkili ya da nedensel
bağ içinde olup olmadığı
konusunu ele alıyordu. Şaşırtıcı bir biçimde bu alanda kamuoyunun görüşü
eğlence iletişim araçlarında yer alan açık şiddetin zarar verici bir etkisi olduğu,
bu durumun şiddet eylemini sıradan, gün - lük yaşantının bir parçası olarak
gösterdiği yolundadır. Duyarlılıkları, zevkleri ve çocuklarının ruh sağlığı
açısından sinema ve televizyonda şiddet sahnelerinin kaldırılmasından yana
olanlar, sansürden yana ya da ifade özgürlüğüne karşı olmakla suçlanma maktadır.
Benzer biçimde, İspanyol, Japon, İtalyan, Yahudi ya da Kızılderili azınlık
örgütlerinin sinema, televizyon ve reklamlarda aşağılanmaları ve etnik yergi
konusu edilmelerine karşı yürütülen kampanyalar, haklı bir savaşım olarak
algılanır; çünkü bir azınlık grubu, ister Küçük Zenci Sambo, ister Haydut Frito
olsun, belirli bir kişilik kalıbının kendisini gocundurduğunu söyleyip bunu
aşağılanma ve baskıya dayanan geçmişlerine bağlarsa, kuramsal bir direniş niteliğindeki
bir anayasal tartışmaya girmeyi görünümünü korumak isteyen az sayıda liberal
göze alabilir. Ama iş kadınlara yapılan davranışa gelince liberalle rin bilinci
korkunç katıdır ve harekete geçmeyi reddeder, çünkü sözde cinsel devrim
çağında eski kafalı ve aşırı titiz görünmek suçların en büyüğü durumuna
gelmiştir.
Kadınlık gerçeğini
yansıtan bir yasa ve kadınları yasaların yürütülme alanı dışında bırakmayan,
erkeklere özgü bir tecavüz ideolojisini yüceltmeyen bir toplumsal sistem,
cinsel şiddet suçlarının yok edilmesi
açısından son derece etkili olacaktır. Ama en son savunma
hattını her zaman için biz kadınların bedeni ve kafası oluşturacaktır. Irza
geçmeyi bir utanç sorunu değil üzerinde konuşulabilen bir suç durumuna
getirerek kadın hareketi, uygarlık kadar eski bir
savaşta ilk karşı ateşi açmıştır. Bundan birkaç yıl önce, ırza tecavüz
konusunda toplantılar, konferanslar düzenleyerek kilise toplantı salonunu,
hafta sonu seminer ve tartışmaları için lise toplantı salonlarıyla dersliklerini kiraladığımızda,
dışarıdaki- !er olup bitenleri çok gülünç buluyordu.
"Irza
geçme üzerine mi konuşuyorsunuz? İnanılacak gibi değil. Kadınlara yönelik
politik bir suç mu? Bir cinsellik suçu nasıl politik olur? Kadınların,
ırzlarına geçilmesi ve sonradan polis, hastane ve mahkemelerde olanlar
konusunda tanıklık etmelerini mi sağlıyorsunuz? Çok ileri gidiyorsunuz.” Ve
sonra şaşkınlığı ele veren sinirli gülüşmeler, korku ve utanç yok oldu, yerine
ağıza alınmayan konuları konuşurken kadınların baskı altına alınışının başka
bir yönünü, belki de ana sorununu ortaya çıkardığımızın, bulanık da olsa bilincine
varıldı. Kadınlar tarihsel olarak bedensel baskı altında tutulmuş, bilinçli bir
sindirilme, korkutulma ve suçluluk sürecine sokulmuştu.
İki
yıla kalmadan dışarıdakiler gülmeyi kesmişti ve hareket örgütsel toplantı,
konferans ve kendi içinde yapılan bilinçlendirme oturumlarının dışında
gelişerek topluluklara ulaşan yaratıcı, özgün ve benzersiz programlara
dönüştü: Tecavüz kurbanları için açılan merkezler yakında ırzına geçilenlere ve
de yıllar önce ırzına geçilen ama bunu başka kadınlarla konuşup öfkesini
boşaltmak olanağını bulamayanlara kardeşçe bir dayanışma ve yapılacak işlemler
konusunda yol göstermek amacıyla yirmi dört saat sürekli çalışıyordu; ırza
tecavüzle ilgili hukuku inceleyen gruplar yasalara yepyeni bir yaklaşımla
örnek kurallar oluşturup yeni yasaların benimsenmesi için yasa koyucularla
birlikte çalışıyordu; bir hastanenin acil servisi ile ortaklaşa çalışarak ve
cinsel suçları araştırma ekipleri ve soruşturma birimlerinde görev - li kadın
polislerle yakın ilişki içinde ırza tecavüz girişimlerine karşı önlemler
alınıyordu. Broşürler, belirli aralarla çıkan mektup biçimindeki gazeteler, küçük
el ilanları, posterler ve «IRZA SALDIRI DURDURULSUN;» «IRZA TECAVÜZE KARŞI
SAVAŞ! .. «CİNSİYET SAPLANTISI YOK EDİLSİN! IRZ DÜŞMANLARININ SİLAHLARI
ELLERİNDEN ALINSIN" gibi sloganlarla w kendini savunma dersleriyle kadınlar
arkalarına dönüp saldırganın yakasına yapıştılar.
Kadınların
bu etkinliklerinin tümünün; Seattle, Indianapolis, Ann Arbor, Toronto ve
Boulder/Colora- do'da ortaya çıkan halka açık, yaygın örgütlerin ve
programların ilginç yanı hiçbirinin beş -bin yıllık yazılı tarih boyunca
erkeklerin katı ve uyarıcı kurallarının, dostça öğütlerinin, babaca
kaygılanmalarının hiçbir yerinde en küçük ölçüde önerilmiş, yüreklendirilmiş
ya da önceden belirtilmiş olmamasıdır. Kadıların örgütlenerek ırz düşmanlarına
karşı savaş açmaları kadın hareketinin buluşudur yalnızca.
Erkekler
ırza geçme sorunu karşısında aldırmazlık içinde değildir. Tam karşıtı,
ataerkil yasaları en katı cezaları özel mülklerine el uzatanlara saklamıştır.
Ama ırza saldırıyı aralarına izinsizce giren yetkisiz bir yabancının yasadışı
«hak iddia etmesi suçu olarak» değerlendiren yaklaşımla, verdikleri (ve şimdi
de vermeye çalıştıkları) öğüt her zaman tek ve aynıydı.- Çobanın koyunların
sürüden ayrılmalarını önleyerek hayvanlarını hırsızlardan koruması örne ği,
özel mülklerini güvence altına alacak bir dizi kural ve yönetmelikle, ırz
düşmanını hiçbir zaman aralarından biri olarak değil de her zaman bir yabancı
olarak yorumlamaları ve kadını sürüden ayrılıp yolunu şaşırmaya eğilimli
dikkatsiz ve aptal bir yaratık saymaları sonucunda, ona uyarıda bulunup elinden
geldiğince kendini erkeklerin bakışlarından saklamasını önerdiler. Kısacası
kadına erkeklerin ayrıcalıkları üzerinde hak iddia etmemesini söylediler. Bu
tür bir öğüt, iyi niyetli, koruyucu ve içten bir ilgi sonucunda verilmiş olsa
da, yalnızca sorunu daha da ağırlaştırmaya yaradı, çünkü korkulu bir yaşam öngörüyor
ve buna ek olarak, kuralları çiğneyen kadının kendi ırzına geçilmesinden
sorumlu tutulacağı konusunda kötücül bir uyarıda bulunuyordu.
San
Quentin'in ünlü gardiyanı Clinton Duffy kadınların •korunmak için kendilerini
en güvenceli koşullar altında tutmamalarının nedenini anlayamamıştı. Duffy
şöyle yazıyordu: «Kadınların birçoğu her gün en basit ihtiyat kurallarını
çiğner. Özellikle göze çarpan biçimde kurallara karşı gelenler barlara, yalnız
giden, yabancılarla birlikte olan, aşırı ölçüde- dar etek ve bluz giyen ve
herkese sözle taklılmayı alışkanlık edinmiş olanlar, yalnızca kendi davranışları
sonucunda ırz düşmanlarına av olurlar. Olan olduğunda, kendilerinden başka
suçlu yoktur.»
Duffy,
giyinirken lambayı söndürmek ya da perdeyi çekmeye üşenerek, tüm kapı ve
pencereleri kapamayı unutarak, yanıt verdiklerinde telefonu kapayanları ya da
çevrede dolaşan kuşku uyandırıcı ki ■ şileri polise bildirmeyerek, yabancı
bir erkeği eve alarak, gece geç saatte tek başına eve yürüyerek en basit
ihtiyat tedbirlerini düzenli olarak ihmal eden kadınları ağır biçimde
kınıyordu. «Bir kadının gece - leri ıssız sokaklardan uzak durması
olanaksızsa,» diye öneriyordu, «başı dimdik, bakışları ileriye dönük, kaldırım
kenarından yürümeli, çabuk ilerleyip yolda durmamalıdır.... Bu durumdaki
kadınlar tehlikeli bölgenin dışına çıkana dek avuçlarından bir polis düdüğü
taşımalıdır.» Ve şunları ekliyordu, «Ne denli gülünç gelirse gelsin kadınlar
iç çamaşırlarını dışarıda çamaşır ipinin en görünmeyen yerine asmalı- dır. Bir
kadın yalnız yaşıyorsa, çamaşırlarını dışarıya hiç asmamalıdır.»
The
Reader's Digest dergisinin Mart 1974 sayısında çıkan ve ırza tecavüz konusunda
uyarıda bulunmayı görev bilen iki erkek tarafından hazırlanmış bir yazıda
şunlar dile getiriliyordu;
Yalnız ya da başka bir kadınla
birlikte yaşadığınızı herkese yaymayın. Posta kutusu ve telefon rehberine
yalnızca adınızın baş harfiyle soyadınızı yazın. Arabanıza binmeden önce arka
koltukta ya da yerde kimsenin saklanıp saklanmadığını yoklayın. Arabada
yalnızsanız kapı. lan kilitli pencereleri kapalı tutun. Birinin sizi izlediğini
düşünüyorsanız... orada yetişkin bir erkek olmadığı sürece doğrudan eve
gitmeyin. Yararlanılacak silahlar saç tokası, şişe açacağı, kalem, anahtar,
şemsiye olabilir. Elinizin altında silah yoksa etkili olacağına inandığınız sürece
bedensel olarak karşı koyun.
Gardiyan
Duffy ve The Reader's Digest’i okuduktan sonra ilk akla gelen
görüntü güldürü sanatçılarının eskiden beri alay konusu yaptıkları saç tokası
ve şemsiye ile silahlanmış, yatağa girmeden önce her gece karyolanın altına
bakan isterik evde kalmış kız kurusu oluyor. Uzun süre, cinsel güdüleri baskı
altında tutmanın gülünç bir örneği sayılan, kafadan çatlak kız kurusu artık,
her şeye karşın, sağduyulu davranışın öncülüğünü yapıyor.
Ama
korkarım ki bu tür öğütlerin olumsuz yönü olumlu yönüne ağır basmaktadır. Bize
açıkça ve üstü kapalı biçimde söylemek istedikleriyse şunlardır:
1. Yalnız
bir kadın büyük olasılıkla kendini savunamayacaktır. Yardımına gelen başka bir
kadın da hiçbir işe yaramaz.
2. Irz
düşmanları erkek olmasına karşın, bir kadının güvenliği her zaman bir erkekle
birlikte olmasıyla sağlanır.
3. Cinsel
dokunulmazlığına değer veren bir kadın, erkeklerin olağan olarak tadını
çıkardıkları bağımsızlık ve özgürlükten aynı ölçüde yararlanmayı bekleyemez.
4.
Akılcı önlemlerin
uygulanmasında bir kadın şaşırtıcı ölçüde yapmacıklı davranmalıdır. Bir erkek
koruyucusu yoksa, varmış gibi görünmelidir. Kişisel kimliğini, yaşam biçimini
ve bağımsızlığını yadsımalı ya da belirsiz kılmalı ve paranoyanın bilimsel
tanımına yaklaşır biçimde sürekli bir kuşkuculuk içinde işlevini
yerine getirmelidir.
Hiç
kuşkusuz kadın ya da erkek, çocuk ya da yetişkin tüm insanlar şiddetin uyarıcı
belirtileri karşısında uyanık ve savunmada olmalı ve
bilinmedik karan !ık bir sokak ya da kapının beklenmedik bir çalmışı
gibi tehlikeli olabilecek durumlar karşısında dikkatli olmalıdır;
ama kadınlara özel önlemler alma yükümlülüğünü zorla kabul ettirmeye
çalışmak kesinlikle bir çözüm değildir. Irza geçme sorununa bulunacak özel
çözümler olamaz. Bu tür uyarıcı öğütlere harfi hafine uyan ve toplumun
yararına ya da kendi kendi kişisel yararına çalıştığına inanan bir
kadın çok acıklı bir biçimde kendini aldatmaktadır. Tek bir tecavüz
hedefine yönelik tehlikeler az bir ölçüde yok edilse de (bu konuda kuşkuluyum,
çünkü duvarlarla çevrili manastırlarında ırzlarına geçilen rahibeler
biliyorum) çevrede rahatça dolaşan, ırz düşmanı olabilecek erkeklerin
sayısı de- ğişmemekle kalmıyor, eylemin kendisi gerçekleşmeden de ırzına saldın
korkusu kadınların ruhsal ve duygusal sağlığını etkisi altına almış oluyor.
Kendini korumak için özel önlemler almak, kadınların korku içinde yaşamaları
ve hareket etmeleri, hiçbir zaman erkeklerin kişisel özgürlüğüne,
bağımsızlığına ve kendilerine duydukları güvene sahip olmayı beklememeleri
gerektiği düşüncesini güçlendiriyor.
İşte
ırza geçme bu demektir, öyle değil mi? Ve kon uy la içtenlikle
ilgilenen iyi niyetli erkeklerimizin en seçkinlerinin bile ırza geçmenin
önlenmesi sorunuyla baş edebilmekte basma kalıp uyanlara yönelmelerinin
derinlerde yatan olası bir nedeni; ırza geçmeyi erkeklere özgü
çarpıtılmış bir saldırganlık anlayışından kaynaklanan toplumsal bir sorun
yerine, kadınların sorunu saymayı yeğlemeleridir. Çünkü erkekler kimliği
bilinmeyen ırz düşmanının görüntüsünü zihinlerinde
canlandırdıklarında, eyleminin do- gası konusunda psikolojik sorumluluk yüklenmeyi
reddetmektedir.
Polise bildirilen
ırza geçme olaylarının yalnızca yarısının yabancıların işi olduğunu biliyoruz,
ya da en azından istatistikler bunu gösteriyor ve sakli kalmış
istatistiklere göre polise bildirilmeyen her beş
olaydan dördünde yabancılarca işlenen suçların oranı
olasılıkla daha düşüktür. Ara sokaklarda birden karşımıza çıkan ya da gizlice
pencereden içeri giren adam yakalandığında hemcinsi erkeklerce "ırz düşmanı"
olarak adlandırılır. Üstünlüğünü zorla kabul ettiren, yetkisinden yararlanan,
ilgisini aşırıya vardı - ran, “Hayır" sözcüğünü yanıt kabul etmeyen, cinsel olanakları kendine
özgü bir hak, bedensel saldırganlığı erkekliğin, utkunun ve gücün tek anlatımı sayan
kimliği belirli adam da ırz düşmanlığında öbüründen geri kalmaz ama, en
elverişli koşullarda bile bu adamın adaletin karşısına çıkarılma olasılığı görece daha
azdır.
Ben, ulusun en
seçkin ve yetkin yöneticilerince yürürlüğe konan en kusursuz yasaların da ırza
geçmeyi durduramayacağı görüşündeyim. Suçlu oldukları açıkça bilinenler
cezalandırılabilir ve bu başlı başına önemli bir
değişim sayılabilir ama, fiziksel ya
da psikolojik açıdan karşı koyacak güçleri olmadığından
istemedikleri cinsel birleşme eylemlerine psikolojik yönden zorlanan
kadınların sömürülmesi, ağır cezanın tüm olası çözümlerinin dışında kalan bir sorun olmayı
sürdürecektir. Erkek saldırganlığı ile dişi
edilgenliği gibi karışık bir kanunun yasaların varsayımlarıyla
denetlenebileceğini ya da son çözumün bu yolla sağlanacağını savunmak aldatıcı olabilir. Bir feminist
de kardeşleri adına tehlikeli ve hoş olmayan bir durumda yapılacak en iyi
şeyin aşağılamalara katlanıp sonradan olayı mahkemeye getirmek olduğunu
savunmamalıdır.
Ne yazık ki katı
yasa yorumcuları ve derli toplu, düzenli bir kafa yapısına sahip kimseler açısından. insana özgü gelişmenin bu aşamasında erkek ve
dişilerin cinsel hareket ve nedenleri nesnel değerlendirmeye pek açık
değildir. Bir ırza geçme olayıyla; edilgen ve benliksiz bir kadının biraz
çabayla engel- YB bileceği aklına gelmediği için boyun eğmek zorunda kaldığı,
suç niteliğinde bir cinsel zorlama pek sayılmasa da hoş olmayan bir durum,
aynı erkeklere özgü ideolojiden doğar ve bu iki olay arasındaki ayrım çizgisi
belirli dlmaktan uzaktır. Ama örneğine çokça rastlanan bu ikinci durum
erkeklere özgü ırza geçme ideolojisini yansıtmakla kalmaz, kadınların
bilinçli, güçlü ve yıkıcı bir şekilde koşullandırıl- masının sonucunda iradelerinin
felce uğradığını da gösterir.
Cinsel
saldırganlıkla belirlenen bir durumda erkeklerin sahip olduğu psikolojik
üstünlük, sonuç açısından iri yapılan ve ağır kilolarından daha önemli - dir.
Dövüşme yeteneklerini bilirler, çünkü çocukluktan beri bedenlerini saldırganca
ve yarışırcasına kullanmak yönünde eğitilmiş ve yüreklendirilmişler- di.r. Oysa
genç kızlara fiziksel çatışmadan, yarışmalardan ve kazanmaktan kaçınmaları
öğretilmiştir, çünkü bu tür etkinlikler kadınca davranışlar konusundaki geleneksel
toplumsal görüşü büyük ölçüde tehlikeye sokar. Eşitlik savaşında gerekli bir
adım sayılan, ‘sağlam kafa sağlam bedende . bulunur' ilkesi uzun zaman sonra
kadın yıldızlar durumuna gelebilen profesyonel kadın atletlerimizce sürekli
olarak ve spor liglerinde kadınlarla erkeklere bir arada yer verilmesini, orta
ve yüksek dereceli okullarda kızla - rm spor programlarına eşit ölçüde harcama
yapılmasını sağlamak için girişilen çabalarla savunulmaktadır.
Kadın
sporlarına gösterilen bu ani ve aşın ilgi spor seven kızlara gizli güçlerini
sonuna dek değerlendirebilme olanağı tanımaktan öte bir anlam taşır. Bu ilgi
kadının yeni yeni vardığı bir anlayışa (erkekler bunu her zaman biliyordu)
dayanır. Spor yarış - malarından öğrenilecek değerli dersler vardır: Kazanmanın
hile ve blöften yararlanmayı da içine alan, serinkanlı ve kurnazca bir
stratejiye, katı, sürekli ve ciddi bir eğitime ve tüm refleksleri
"ileri" durumunda tutan akılcı bir kafa yapısına bağlı olduğu da
bunlar arasındadır. Bu' bilgiler ve uygulaması koşullandırma sonucunda
kadınlar tarafından unutulmuş gitmiştir.
Bu
durumda bedensel bir saldırıyla karşıla.şan çoğu kadının eli ayağı kesilip
iradesinin felce uğraması hiç de şaşırtıcı gelmemektedir. Bizler ağlamak,
yaltaklanarak yalvarmak ve bir erkek koruyucu ara - mak için eğitildik, ama
hiçbir zaman savaşıp kazanmak için eğitilmedik.
Kadının
dövüşmesine konan yasak İncil'e dek uzamr. Tesniye Kitabının ilginç
bölümlerinden birinde iki erkek dövüşürken birinin karısı araya girip
yardımına koşar VB “kocasını düşmanının ulaşamayacağı bir yere çekerken elini
uzatıp öbür erkeğin üreme organlarına dokunursa elini acımadan kesin"
denir. Atalarımız yasaları oluştururken karşılıklı dö- ğüşt-a kadının tek doğal
üstünlüğünün fena halde bilincinde oldukları ve bunu kadının belleğinden
silmeye karar verdikleri anlaşılıyor.
İnsanın
yazılı yasası, her şeyden önce kadının özellikle uyum göstermediği ve ' zaman
ilerledikçe sözde kendi korunması için olduğu ileri sürülerek bilinçli biçimde
dışında tutulduğu bir mekanizma olan misillemeden (nefsi müdafaadan) doğarak
evrim geçirmiştir. Dövüşmek öylesine ..geleneksel ve özel biçimde erkeklere
özgü bir uygulama alanı sayılmıştır ki, dövüşen bir kadının düşüncesi bile
çoğunlukla inanmazlık içinde gülme ile tiksintiye vb "bunun doğal
olmadığı" kanısına yol açar. Birazını kendilerinin oluşturduğu bir
karmaşa içinde yerel polis güçleri birbirleriyle çelişen yorumlar yapar: Bir
ırza saldırı olayını "asılsız" sayarlar, çünkü kendi erkekçe mantık
kurallarına göre kadın yetı.rli ölçüde direnmemiştir; özellikle vahşice bir
ırza geçme olayıysa basına bildirip, kadının vücudundaki çok sayıda bıçak
yarasının direnmeyle karşılaştığı için gö - zü dönen bir saldırganın işi
olduğunu açıklarlar.
Erkeklerin
kadıniara wrdiği ve kimi feminist yayınlarda kadınların kadınlara verdiği;
kasıklara indirilecek bir tekmeyle göze sokulacak bir parmağın mucizeler
yaratacağını öneren gizli öğüt (bu The Reader's Digest'taki yazıda
çıktı) aldatıcı olduğu için düşüncesizce acımasızdır. Bu tür öğütlerin yanısıra
çoğunlukla insan anatomisinin incinebilir noktalarının açıkça belirlendiği bir
şema da çizilir; sanki bu saldırı noktalan konusundaki bilgi, etkileyici eylemlere
dönüştürülebilecektir. Bu bilginin geçmişte bilinçli olarak bulandırıldığı ya
da bizlerden esirgendiği doğrudur, ama yalnızca bilgi yeterli olmaz. Kadınlara
gereken şey, yasaklamalardan doğan çekin - genliğin yenilmesi, için kendini
savunma konusunda görülecek düzenli bir eğitimdir.
Bu
bağlamda, kitap için yaptığım araştırmalar arasında üç aylık bir Jiufitsu ve
karate kursunun da bulunduğunu ve haftada üç kez, gün de iki buçuk saat süren
kursların özetle bir akşam üstü mindere çakılarak köprücük kemiğimi kırmamla
sonuçlandığını açıklamazsam, bilerek dürüstlükten aynlmış olurdum. Kitabımı
yazarken bir ayımı ve köprücük kemiğimin kusursuz simetrisini böylece yitirdim
ama yeni bir saptama yapabilme olanağını elde ettim: Tekme atıp vurmak ve
boğazına sarılan kollardan kurtulmayı öğrenmek için otuz sekiz yaşın insan
yaşamındaki en uygun dönem olmadığını gördüm ve bedenimin başkasına gerçekten
zarar verebilecek olan gizli gücünün şaşkınlıkla bilincine vardım. Sahip
olduğumun farkında olmadığım dirsek ve diz gibi doğal silahlarım olduğunu
öğrendim. İleriye olduğu gibi geriye doğru da tekme atmayı öğrendim. Hileli
dövüşmeyi ve bundan hoşlandığımı öğrendim.
Bana
en şaşırtıcı gelen şey kendi deneyimime ve hanımefendiliğime yabancı olan
beklenmedik dönüşler, dürtüklemeler ve yumruklamalar gibi basit saldırganca
davranışların tüm küçük oğlanlann öğrenerek büyüdükleri, başardıkları zaman
alkışlandıkları davranışlar olması; oysa küçük kızlara temiz beyaz önlükler
ince deri ayakkabılar giydirilerek bunları kirletmemelerinin söylenmesiydi. Ve
yetişme biçiminde küçük yaşlarda başlayan bu farklılık, ejderha misali başını
hiç kaldırıyor mu acaba? Kurslarımızın başlangıcında Japon öğretmenimiz
sınıftaki tüm kadınları teker teker göğsünü yumruklamaya çağırdı. Bu delice
bir çağın değildir, çünkü vurmaya konan yasak herbirimizin içinde öylesine
güçlü biçimde yer etmişti ki, ilk denemede hiçbirimiz fiziksel dokunmayı
gerçekleştiremediğimizi gördük. Gerçekten, yumruk atmaya konan yasak,
dövüşkenlik açısından gelişmemiş kaslarımızdan daha büyük bir engel
oluşturuyordu. (Her iki 'alanda da gelişme şaşırtıcı ölçüde çabuk
gerçekleşti.)
Hiç
yadırganmayacak biçimde, sınıfımızdaki erkekler bizim çekingenliğimizi en
küçük oranda paylaşmıyordu. Saldırgan bedensel çekişme bizim değil •onların
kalıntımsal bir parçasıydı. Ama yine de, her şeye karşın, biz kadınlar
şaşkınlık içinde gördük ki tekme ve yumruklarımızı gereken yerlere sallamayı
öğrendikçe erkeklerde gerçekten korku uyandırabili- yorduk. Yine şaşırarak
öğrendik ki onları incitebilir- dik ve Incil’deki buyruğa karşı çıkabildiğimiz
sürece onları cinselliklerinin tam merkezinden vurabilirdik.
Çok eskilerden beri kadınlara karşı bir korku salma aracı olarak kötüye kullanılan erkek cinsel organının, acı verecek bir incinebilirlikte, ters bir yerde bulunması gerçeği anatomiden kaynaklanan bir tür metafizik adaleti belirliyor olabilir mi? incinmeye açık oluşlarının kesinlikle bilincinde olduklarından erkekler tarih boyunca husyelerini zırh, askı ve belden aşağı, "serbest" dövüşün yasaklayıcı kurallarıyla korumuştur. Bir centilmenlik anlaşması anlaşılabilir bir olgudur; ama ancak centilmenl'er arasında. Savunma derslerinde öğrendiğimiz gibi, kadınların tehlike karşısında en etkili manevrası "Onun hayalarını tekmelemek" olmaktadır. Yaşamımda ilk kez kadınların dövüşerek karşı koyabildiklerini ve karşı koyarak doğal bir üstünlükten sonuna dek yararlanmaları gerektiğini; bunun nasıl yapılacağını bilmelerinin kendi yararlarına olduğunu duymak çok yadırgatıcıydı. Erkeklerin özellikle bir kadın karşısında psikolojik açıdan yenik düşmelerini, o çok özel bedensel incinebilirlik nedeniyle, iktidarsızlaşma, iğdiş edilme gibi sözcüklerle ifade edişlerini beklenmedik bir bilinçlenmenin tüm gücüyle kavramak ne yadırgatıcıydı.
Karşı
koymak. Biz kadınlar birlikte dengesizliği giderip kendimizi ve erkekleri ırza
geçme ideolojisinden arındırmak istiyorsak çeşitli düzeylerde katılmamız
gereken etkinlik budur.
Irzına
geçilme tehlikesi bireysellik temelinde yalnızca denetlenip uzaklaştırılmakla
kalmaz tümüyle ortadan kaldırılabilir ,ama, benimsenecek yaklaşım uzun menzilli
ve işbirliğine yönelik olmalı ve birden fazla erkekle kadının iyi niyet ve
anlayışına dayanmalıdır.
Benim
bu kitaptaki amacım ırza tecavüz konusunun geçmişini tanıtmaktı. Şimdi
yapmamız gerekense, ona bir gelecek tanımamaktır.
cinsel
zorbalık Susan
Brownmiller bir televizyon ağında haber yazarlığı New York'un ünlü avant-garde
gazetesi The Village Voice'da ise kadrolu muhabirlik yapmış bir kadın
gazetecidir.
Yazılan ve
eleştirileri The New York Times Ma
gazine, ve Book Review'da, Esquire; Vogue, Ma- demoiselle
ve başka yayınlarda çıkmıştır.
Bu kitabı Book
Review tarafından Yılın En Önemli Kitapları arasında gösterilen yazar, Time
dergisi tarafından da Yılın Kadınları arasına seçilmiştir.
Kitap ayrıca Book
of The Month Kitap Kulübü, Woman Today, Saturday Review ve Psychology Today
adlı dergilerin kitap kulüpleri tarafından ayın kitabı olarak seçilmiştir.
İlk yayınlandığı 1975 yılında Amerika'da
en çok satan kitaplar listesinde uzun süre kalan kitap, bir cinsiyete mensup
insanlann öbür cinsiyete mensup insanlarla zorla cinsel temas kurmaları demek
olan ırza tecavüz ya da ırza geçme olgusunun hemen hemen yegane kapsamlı
tarihçesini oluşturmaktadır. Bu bakımdan konusunda tek kitap denebilir.
Öte yandan, Susan
Brownmiller kitabında ırza tecavüz olgusunun yalnızca tarihçesini vermekle
kalmamış, bu olgunun altında yatan psikolojik etkenleri de şimdiye kadar hiç
alışılmamış bir biçimde, açıklıkla ortaya sermiştir.
‘‘Erkek kadın ilişkilerinin hep gizli tutulan
yönleri hakkında bu kadar çok şeyi açığa çıkartan bir kitap henüz
yazılmadı..."
New York Times tarafından, yılın
en önemli kitapları arasına seçilen bu kitap, De Beauvoir'ın “KADIN",
Betty Friedan ’ın “DIŞ/LIĞIN GİZEMİ" ve Kate Millerin “CİNSEL
POLİTİKASI"nın yanısıra, çağımızın feminist klasikleri arasında yer
alıyor.
Time dergisinin Yılın
Kadınları arasında gösterdiği yazar Brownmiller bu kitabıyla erkeklerle
kadınlar arasındaki diyalogu önemli ölçüde etkiliyor...
“Şimdiye kadar okuyucuya sunulmuş en ayrıntılı ve
kapsamlı incelemesi ırza tecavüz olayının..." (NEWSWEEK)
“Kadınlara karşı uygulanan cinsel zorbalığın
acılı tarihçesi... Çok iyi belgelenmiş bir dehşet öyküsü..."
(MARYA MANNES)
“İnsanın gözlerini açan bir inceleme... Irza
tecavüz olgusunun tüm açık ve kapalı yönleriyle tarihini yazmış Susan
Bronnmiller..." (NEW YORK TIMES)
"Büyük bir tarih eseri, bir klasik... Bu
kitabı okuyan hiç bir kimse etkilenmemiş olarak bırakamaz elinden..."
(THE VILLAGE VOICE)
“İnsanı müthiş etkileyen bir suçlama... Korkunç
bir ifşaat... Herkese okutulması gereken bir kitap..."
(LOS ANGELES TIMES)
[1]
Maimonides on ikinci yüzyıl ve sonrasında Yahudi felsefi düşüncesine egemen
olmuş ama kadınları ilgilendiren konularda bu katı yasa yorumcusunun ileri sürdükleri,
başka hahamlarca geçersiz kılınmıştır. Öbür başarılarının yanısıra, büyük
Maimonides'in gününde oldukça tutulan ince bir cinsellik elkitabının yazan olduğu
pek bilinmeyen bir gerçektir. Temelde yiyeceklerle ilgili olan bu kitapta
kadınlar hemen hemen hiç denecek ölçüde yer alırlar. Yalın gerçeği dile
getirecek olursak, Maimonides'in elkitabı, penisin sertleşmesindeki
sürekliliği sağlayacak, yazar tarafından güvencesi verilen bir kuvvet macunlan
listesidir.
[2] «Müşteki/prosecutrix» terimi İngiliz tarihinde,
ırza geçme olayının mahkemeye gelebilmesi için bir kadının medeni hukuk davası
açma zorunluluğunda kaldığı dönemde oıtaya çıkmıştır. Kuşkusuz günümüzde
kadının yerine durumun kendisi ırza geçme aleyhinde dava açılmasına neden olur,
ama yine de «prosecutrix» sözcüğü davaların yeniden görülmesinde kullanılan,
ırza geçenin savunma avukatlarınca yazılmış dava özetlerinde sık sık karşımıza
çıkmayı sürdürür; «complai- nant» (müşteki) ve «alleged victim» (mağdure olduğu
iddia edilen) sözcükleri yerine kullanılır. Hukuksal dilin büyük bölümü
arkaiktir ama bu kullanımında sözcüğün açıkça akla getirdiği, kişisel davalara
özgü katı, kinci niteliği nedeniyle yeğlendiğini ileri sürmemek elden
gelmiyor.