Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

CİNSEL ZORBALIK...SUSAN BROWNMILLER

 


Irza tecavüz olgusunun
bir tarihçesi

Türkçeleştiren: suğra öncü

YAZARIN KİŞİSEL AÇIKLAMASI

Bu kitabı yazarken bana en sık sorulan soru kısa, doğ­rudan ve rahatsız ediciydi : «Hiç ırzına geçildi mi?»

Yanıtım aynı ölçüde açıktı: «Hayır.»

Birçok yerde birçok kez yinelenen bu konuşma ne so­ruyu soranı ne de beni doyurmaktan uzaktı. Bu konuyu düşününce beni sorguya çekenlerin değişik dürtülerden yo­la çıkarak davrandıklarını anladım. Kimileri için iki yöne çekilebilen bir kimlik yoklaması olduğuna karar verdim : Bir kriminolog ya da ırza geçme kurbanı değilsen. sen de kim oluyorsun? (İlginç bir konunun peşindeki bir yazar olmam neden yeterli sayılmıyordu, anlamıyordum.) Başka­ları açısından, sorunun gerisinde garip bir düşünce sap­ması yatmasından kuşkulanıyordum. Irza geçme konusunda yazmaya kalkışan bir kadının kişisel bir nedeni, büyük bir sırrı, geçmişinde gerçek ya da düş ürünü bir ırzına ge­çilme deneyimi, eskiden kalma bir bunalımı, bir saplantısı, onu sürekli biçimde etkisi altında tutan ya da bunu tüm dünyaya açıklama isteğini içine sokan Kötü Bir Deneyimi olmalıydı.

Düş kırıklığına uğratıcı olacak ama yine de «Hayır» demek zorundayım. Şurada burada sarkıntılık edilmiş ola­bilir ama hiç ırzıma geçilmedi. Ama yine ' de ırza geçme konusunda bir kitap yazmam gerektiğini duyduğum bir an geldi ve yaşamımda hiçbir tasarıda olmadığı ölçüde büyük bir ' direnç ve amansız bir yöntemsel çalışmayla bu işe gi­riştim.

Yazarla konusu arasında ilişki kurmak gizemsel bir işlemdir. Irza geçme konusunun, 1968’de politik çağnşım- lan olan bir ırklararası ırza geçme olayı üzerine bir dergi­de yazmamdan bu yana ele aldığım konulardan biri oldu­ğunu profesyonel bir yansızlıkla belirtebilirim. Bu gün gör­düğü ilgiden yıllar önce bu alanı keşfettiğimi ileri sürebi­lirim. Ama bu biraz kurnazlık olurdu. Çünkü bu öyküyü, «erkek dergisi olmakla övünen o dergiye yazdığımda bir ırza geçme olayına kuşkuyla yaklaşan bir kadının bakış açısına sahiptim ve bu dergide yazıyor olmaktan onur du­yuyordum. Bugün söylemeliyim M, bu kuşkuculuk, bu katı «nesnelcilik» öykümün basılmasını sağlamıştı. O yazı için birçok röportaj yapmama karşın kurbanla konuşma ge­reğini duymadım ve böyle bir girişimde bulunmadım. Ona hiçbir yakınlık duymuyordum ve kamusal ya da özel olarak ona olanların herhangi bir biçimde bana da olabileceğini kabul etmiyordum.

Her zaman için kendimi güçlü bir kadın saymıştım, ama gücümün bir biçem ve saklı olarak da oyunculuğa dayanan bir yorum sorunu olduğunu anladım. Kavgacı, uyanık ve sözlü olarak saldırgandım. Başıma buyruk ol­maktan ve kendi ilkelerime göre davranmaktan hoşlanı­rım. Bu yönüm beni, kimi zaman, yazarlıktan çok politik alanda çalışmaya itti. Kendi başıma buyruk olmaktan hoş­landığım gibi, iyi bir kafa yapısına sahip olmak için esnek ve yeniliklere açık olmak gerektiğini de biliyorum.

Irza geçme konusundaki görüşlerim; genelde özdeşleş­tiğim düşünceler, insanlar ve davalarla uyum içindeydi: Örneğin insan hakları hareketi, savunma avukatlarının kahramanlıkları ve suçluya karşı duyulan ruhsal yakınlık. Görüşlerimi yeniden gözden geçirmeye gerek görmüyor­dum, çünkü saygı duyduğum kişiler bu görüşteydi ve bu görüşler benim ileri oyunculuk anlayışım açısından yeterli ölçüde dolambaçlı ve hileliydi. Bu tutumların kadınlara karşı olabileceği hiç aklımdan geçmemişti. Bu tutumları benimsemekle gerek duyduğum güvenceyi elde ettiğim, ve «‘burada’ olmasına olanak yok» diye düşündüğüm de hiç aklıma gelmemişti.

Ve böylece, bir grup kadın arkadaşım 1970 güzünde bir akşam ırza geçme konusunu tartıştıklarında acıyla haykırdım. Irza geçmenin ne olup olmadığını biliyordum. Irza geçme, hastalıklı, düzensiz bir kafanın ürünü olan bir cinsellik suçuydu. Irza geçme feministlerin ele alması ge­reken bir sorun değildi, ırza geçme ... şey, ırza geçme ger­çekten neydi? Herneyse, hiç kuşkusuz ırza geçme kurban­ları üzerine bilgim vardı. Kadın hareketinin irza geçme kurbanlanyla hiçbir ortak yanı yoktu. Irza geçme kurban- lan... şey, ırza geçme kurbanlan neydi? Kimlerdi?

O akşamüstü ve birçok başka akşamüstü ve öğle son­rasında ırza geçme kurbanlannın tanıdığım kadınlar olabi­leceğini; sıralan gelince sessizce kendi deneyimlerini dile getiren kadınlar olabileceğini öğrendim. Bu kadınlar kur­ban edildiklerini anlamışlardı, oysa ben yalnızca bu işin bana olmadığını biliyordum ve olabileceği düşüncesine karşı direniyordum. Yadsımayı yeğlediğim birçok yönden ırza geçmenin yaşamımı etkilemiş olduğunu anladım.

Öğrenmem kolay olmadı. Tartıştım, karşı koydum, kü­çümsedim ve yadsıdım. Başkalannı yatıştırmak için her­kese açık, ırza geçme konusunda bir tartışma düzenlemek düşüncesinden yana oldum. 'Acaba gerçekten kadınlann ayağa kalkıp tanıklık etmelerini sağlayabilecek miyiz ve neler söyleyecekler?' diye düşündüm. CAçıkladıklan şeyler aklımı başımdan aldı.) «Bu işi de halledelim» düşüncesiyle ırza geçme konusunda bir konferans yapılmasını önerdim. Konferanslar kişisel tartışmalara benzemez. Konferanslar nesnel bilgi, istatistik, araştırma ve incelemeye dayanır. «Acaba ortaya nasıl birşey çıkarabiliriz?» diye meraklan­dım. Tedirginlikten öneride bulunduğum konferansa, plan­lama danışmanı olarak dıştan katılmıştım ama bu konfe­rans benim aydınlanma anım oldu. Orada, bir lisenin top­lantı salonunda, korkularım, geçmişim ve entellektüel sa­vunmamla yüzleştim en sonunda. Düşünülmesi ürkütücü ve çok önemli bir konu; erkek-dişi ilişkilerine, güç ve yet­keye bakış açısı, eğitimimin dışında bırakılmıştı. încinebi- lirliğimi açıklamaktan kaçan biri olarak feminizm hareketi içindeki kardeşlerimce konuyu olduğu gibi görmeye itildim.

Bu kitabı da ırza geçme olgusu konusundaki düşünce­lerini değiştiren bir kadın olduğum için yazdım.

SUSAN BROWNMILLER New York City Şubat 1975

 IRZA GEÇMENİN KİTLE PSİKOLOJİSİ

Cinsel dengesizliklerin incelenmesinde öncülük eden Krafft-Ebing ırza geçme konusunda çok az şey söylemiştir. Ünlü Psychopathia Sexualis'inde bu ey­lem ve uygulayıcılarına şaşırtıcı kısalıkta bir yer ayı­rır. Okuyucularına, güvenilir bir yetkeye dayandığını söyleyerek, çoğu ırz düşmanının yozlaşmış ve ahmak kimseler olduklarını ileri sürer. Krafft-Ebing bu geniş kapsamlı genellemeyi yaparken ırza geçme konusun­dan tümüyle sıyrılmış ve istekle, imgelemini canlan­dıran normal zekalı fetişistlerle sürtünme hastalarına dönmüştür.

Ana yapıtları Kraft-Ebing'inkileri yirmi ya da kırk yıl arayla izleyen Sigmund Freud'un da ırza geçme konusu karşısında dili tutulmuştur. Yapıtlarında alın­tı yapılabilecek bir cümle, bir inceleme ya da algıla­mayı boşuna aramış oluruz. Penisin önde gelirliğini bulgulayan psikanalizin babası, bildiğimiz kadarıyla penisin silah olarak gerçek yaşamdaki kullanımını araştırmak için hiç harekete geçmemiştir. Ustanın görmezlikten geldiğini çıraklar da görmezlikten gel­mişlerdir. Alfred Adler, kadınlarla erkekler arasında­ki tarihsel güç çatışmasının tümüyle bilincinde olma­sına karşın ırza geçmeden söz etmez. Jung kimi mito­lojik yorumlarında üstünkörü değinerek ırza geçme konusuna en üstü kapalı bir biçimde yaklaşır. Helen Deutsch ve Karen Horney, her biri değişik bir açıdan, kadınlara özgü düş gücünü ve kadınların ırza geç­meden duydukları korkuyu kavramış olmalarına kar- .şın daha ileri gitme yürekliliğini gösteremeyen kadın­lar olarak, erkek-dişi gerçekliğine gözlerini kapamış­lardır.

Nihayet, büyük sosyalist kuramcılar, Marx ile Engels ve yandaşlarıyla öğrencileri sınıf baskısı kuramı­nı geliştirip günlük dile ‘sömürü' gibi sözcükler yer­leştirmiş ama ırza geçmeyi ekonomik yapılarının bir yerine yerleştiremeyerek o konuda garip bir biçimde suskun kalmışlardır. Aralarından yalnızca August Bebel ırza geçmenin tarihsel önemini, sınıf, özel mül­kiyet ve üretim araçlarının oluşumundaki rolünü kav­ramaya çalışmıştır. Sosyalist Düzende Kadın adlı ya­pıtında Bebel, kabul olunabilir bir Marksist incele­menin sınırları içinde tarih öncesi boylarının toprak, sığır sürüleri ve iş gücü için yaptıkları savaşlar üze­rine kısaca varsayımda bulunabilmek ereğiyle düş gücünü kullanmıştır: «Toprağı işlemek için iş gücü­ne gereksinme doğdu. Bu gücün bolluğu oranında ürün ve hayvan zenginliği de arttı. Bu çabalamalar önce kadınların ırzına geçilmesine daha sonra ele ge­çirilen erkeklerin köleleştirilmesine yol açtı. Kadınlar yenen tarafın zevk aracı ve işçisi, erkekler ise köle­leri oldular.» Bebe! kadınların ırzına geçilmesinin in­sanın iş gücü arayışından sonra ortaya çıktığını gös­termekle tam doğruya varmasa da, Engels'in Ailenin Kökeni'nde başaramadığını yaparak konuya açıklayı­cı bir ışık tutmuştur. Bebel Alman fabrikalarında ça­lışan kadınların içinde bulundukları koşullar ile al­dıkları ücretleri araştırırken kendini daha rahat his­setmiş, gücünü o yönde harcamıştır. Hitler, Marx ve Freud'e karşı eşit ölçüde öfke dolu olan yarı çılgın dahi Wilhelm Reich «erkeklere özgü ırza geçme ide­olojisi» görüşüne kısaca yer vermiştir. Bu deyim Cin­sel Devrim'in başlangıcında daha ileri bir yorumu gerektirecek biçimde yer alır. Ama bu yorum belir­mez. Acı içindeki zihin fazlasıyla karmakarışıktır. Ir­za geçmenin politik açıdan incelenmesi, kendi sarsıl­maz cinsine karşı Wilhelm Reich'ın bile oluşturaca­ğından daha büyük bir ihanet gerektirirdi.

Böylece, kurban edilişimizin anlam ve gerçekli­ğini bulup çıkarmak, erkek cinselliğini gözden geçir­memizi yasaklayan kısıtlamalardan sonunda kurtulan günümüz feministlerine (kadın hakları savunucula­rına) kaldı. Çalışmalarımız açısından önemli olan ır­za geçmenin bir tarihi olduğunun ve tarihsel ince­leme aracıyla şimdiki durumumuz üzerine bilmemiz gerekeni öğrenebileceğimizin anlaşılmasıdır.

Bildiğim kadarıyla hiçbir hayvan bilimcisi hay­vanların doğal çevresi olan vahşi doğada birbirlerinin ırzına geçtiklerini gözlemlememiştir. Hayvanlar ale­minde, en yakın akrabalarımız olan türde primatlar da içinde olmak üzere cinsellik, daha uygun biçimde «çiftleşme» diye adlandırılır ve dişinin verdiği biyo­lojik işaretlerle başlatılan devirli bir eylemdir. Çift­leşme görüleceği gibi, dişinin kösnüme (kızgınlık) devresince başlatılıp «denetlenir». Bir türün dişisi be­lirli dönemlerde kızışıp fiziksel belirtiler gösterince çiftleşmeye hazır demektir ve erkeğin ilgisi uyanır. Başka zamanlarda ne ilgi uyanır ne de çiftleşme olur.

Jane Goodall, Gombe Irmağı orman arazisinde yaban şempanzelerini incelerken şempanzelerin, dişi ya da erkek, «değişik eşlerle cinsel ilişkide bulunduk­larını ama bunun her dişinin kendisine kur yapan her erkeği kabul edeceği demek olmadığını» saptadı. Özel durumunu ortaya koyan cinsel organının çevre­sindeki pembe bir şişkinlik görülen kızışmış dişinin yine de kendisini izleyen bir erkeği istemediğini be­lirttiğini gözlemledi. «Erkek bir kez dişiyi saklandığı ağaçtan silkeleyerek düşürmesine karşın gerçekten 'ırzına geçmedi'» diye yazan Goodall, «ama zorlayıcı bir üstelemeyle amacına ulaştı» diye de eklemiştir. Yi­ne bir hayvan davranışları araştırmacısı olan Leonard Williams kesin olarak şöyle der: «Erkek maymun ,gerçekte dişinin çağınsı ve işbirliği isteği olmadan çiftleşemez. Maymun topluluğunda ırza geçme, fuhuş ve dahası edilgen boyun eğme gibi şeyler görülmez.»

Hayvan bilimciler çoğunlukla ırza geçme konu­sunda sessiz kalmışlardır. Onlar için bu, önemli bir bilimsel sorun olmamıştır. Ama insanlann değişik ol­duklarını biliyoruz. Türümüzde çiftleşme yılın 365 gü­nünde oluşabilir; dişinin kızışma dönemiyle denetlen­mez. İnsan türünün dişileri olan bizler ‘pembeleşme­yiz’. Kızışma devresinin uyarısı ve hem görsel hem de koku almaya yönelik belirleyici işaretler çiftleşme iş­lemlerimizde görülmez, belki de evrimsel değişimlerde yol olmuştur. Bunların yerine, uygarlığımızın belirtisi olarak karmaşık bir psikolojik gösterge ve dürtüler dizgesi ile karmaşık bir zevk duyma yapısı oluştur- muşuzdur. Cinsellik çağrımız kafamızda ortaya çıkar ve cinsel eylem hayvanlarda olduğu gibi gerekli bir biçimde Doğa'nın üreme düzenine bağlı değildir. Ön­ceden belirlenmiş bir çiftleşme mevsimi olmaksızın insan türünün erkeği istediği her an insan türünün dişisine cinsel ilgi gösterebilir, psikolojik dürtüsü dişi­nin biyolojik yönden hazır oluşuna ya da alma eğili­mine en ufak bir biçimde bağımlı değildir. Bütün bun­lar insanın erkeğinin ırza geçebileceği sonucuna varır.

Erkeğin ırza geçmedeki yapısal gücü ile kadının buna koşut yapısal incinebilirliği, cinselliğimizin ana eyleminde olduğu ölçüde her iki cinsimizin fizyoloji­sinde de temel oluşturur. Bu biyolojik rastlantı, iki ayrı parçanın, yani penis ile vajinanın kenetlenmesini gerektiren bir uyum olmasaydı, bildiğimiz biçimde ne çiftleşme ne de ırza geçme olurdu. Anatomik açıdan doğanın düzeni geliştirilmek istenilebilir ama bence bu gibi varsayımlar gerçeklikten uzak olur. İnsanın cinsel eylemi tarihsel cinslerin üremesi amacını yeri­ne getirmenin yanısıra belirli bir yakınlaşma ve zevk de sağlar. Eylem üzerine temel bir tartışma ileri sür­müyorum. Ama hiç değilse, insan anatomisi açısın­dan cinsel zorbalığın yadsınamaz biçimde var olabi­leceği gerçeğinden yola çıkamayız. Tek başına bu et­ken, erkeklerin ırza geçme ideolojisinin yaratılmasın­da yeterli bir neden sağlamış olabilir. Erkekler ırza geçebileceklerini öğrendiklerinde bunu yapmaya yönelmişlerdir. Sonraları, çok sonraları, belirli durumlarda ırza geçmeyi suç saymaya bile başlamışlardır.

İlkel kadın ve erkeklerin yaşadığı zorlu doğal çev­rede, bir yerlerde bir kadın kendi bedensel bütünlüğü üzerinde hakkı olduğunu önceden bilinircesine gör­müş olmalı ve onu korumak için delicesine savaştığı­nı gözümün önüne getirebiliyorum. Aklında çakan şimşekle bu belirli, iki bacaklı tüylü insansının özgür­ce bir araya gelmek istediği insan olmadığını anla­dıktan sonra ilk taşı eline alıp fırlatan bir erkek de­ğil de, o kadın olmuş olabilir. Erkek ne denli şaşırmış . ve ne beklenmedik bir çatışma yer almış olmalı. Ka­dın, çevik ve canlılık dolu, tekmelemiş, ısırmış, itmiş ve koşup kaçmış olabilir ama misilleme yapamamıştır.

Tarih öncesindeki kadının bilincinde yer eden Bu­lanık algı, erkek saldırganın usunda eşit ama karşıt bir tepki yaratmış olmalı. Çünkü ilk ırza geçme kadı­nın ilk karşı koymasına dayanan beklenmedik bir çatışma ise ondan sonraki ırza geçme kuşkusuz bi­çimde tasarlanmıştı. Gerçekten, erkeklerin topluluk içinde bir araya gelmelerinin en eski biçimi bir ka­dının yağmacı erkekler tarafından çete halinde ırzına geçilmesi olmalıdır. Bu gerçekleştikten sonra, ırza geç­me yalnızca bir erkek ayrıcalığı olmakla kalmadı, er­keğin kadına karşı temel güç aracı, onun isteminin kadının ise korkusunun başlıca uygulayıcısı durumu­na geldi. Kadının bedensel karşı koyuşu ve çabasına karşın erkeğin onun bedenine zorla girişi; varlığı üze­rindeki görkemli yenginin aracı, erkeğin üstün gücü­nün kesin sınavı ve erkekliğinin zaferi sayıldı.

Erkeğin cinsel organının korku salmak için araç, yerine geçebileceğini bulgulaması, ilk kaba taş balta ile ateşin kullanımının yanısıra tarih öncesi dönemin  önemli buluşları arasında sayılmalıdır. Bence tarih öncesi dönemden günümüze dek ırza geçme önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Türk erkeklerin tüm ka. dınlan korku içinde bıraktıkları bilinçli bir sindirme sürecinden başka bir şey değildir bu.

2 / BAŞLANGIÇTA YASA VARDI

Misilleme; yani kısasa kısas, göze göz, dişe diş il­kesini içeren ilkel dizgeye dayalı sosyal düzenin en gösterişsiz başlangıcından bu yana, kadın yasa önün­de eşitlikten yoksundu. Anatomi gereğince, cinsel or­ganlarının kaçınılmaz yapısı sonucu, insanın erkeği doğal bir yağmacıydı ve insanın dişisi onun doğal avı yerine geçti. Kadın yalnızca istendiği anda, misilleme yani ("ırzına geçilmesi karşılığı birisinin ırzına geçme) yapamayacağı, tümüyle tiksindirici bedensel bir isti­laya hedef olmakla kalmıyor, ama böylesine acımasız bir çatışmanın . sonucu, gebe kalmak ve bakılması ge­reken bir çocuğun doğumundan hiç söz etmezsek, ölüm ya da yaralanmayla karşılaşabiliyordu.

Kadın açısından yalnızca bir tek olasılık vardı. Yardıma çağırabileceği hemcinsleri çoğunlukla erkek saldırganlardan daha ufak tefek ve güçsüzdü. Daha yakından bakıldığında, hemcinsleri cezalandırıcı bir öcalma için gerekli olan temel bedensel gereçlerden yoksundu; en çoğu yalnızca kısıtlı bir savunma eyle­mine girişebilirdi. Ama kendisini yağmalayan yara­tıklardan kimileri, seçilmiş koruyucu görevini üstle­nebilirdi. Belki de o tehlikeli pazarlığa böylece gi­rildi. Dişinin tekeşlilik, annelik ya da sevgiye dönük doğal eğilim yerine zamanı belli olmayan bir ırza geç­me mevsimine duyduğu korku, kadının erkeğe özün­deki boyun eğişinin tek nedensel etkeni, tarihsel ba­ğımlılığının, koruyucu çiftleşme yoluyla evcilleştiriL mesinin en can alıcı noktası olmak gerekir. Erkek bir kez, belirli bir kadın bedenine sahip olma hakkını elde edince (bu kuşkusuz onun için hem savaşçılığı­nın kanıtı hem de büyük bir cinsel kolaylıktı), tüm öbür gizil saldırganlarla savaşma yükünü üzerine al­mak, ya da karşılığında kadınlarının ırzına geçeceği gözdağını vermek zorundaydı. Ama kadının kimi er­keklerce, öbürlerinin küçük düşürücü davranışların­dan korunmasının bedeli çok büyüktü. Doğasına özgü koruyuculuk yetisinden yoksunluk sonucu düşkırıklığı ve yanılsama içinde bulunan kadın, öbür kadınlara karşı gerçek anlamda yabancılaştı. Kadınların top­lumsal örgütlenmesinde günümüze dek sürmüş bir sorundur bu. Kadının tarihsel korunmasını yüklenen ve sonradan koca, baba, erkek kardeş ve klan olarak belirenler yalnızca bedenine sahip olmakla kalmadı­lar. Toplumdaki yerini taşınır mal düzeyine indirdi­ler. Kadının erkeklerce başka erkeklere karşı tarihsel korunmasının bedeli bekaret ve tekeşliliğin yerleşti­rilmesi oldu. Kadının bedenine karşı işlenen bir suç, erkeğin malına karşı işlenmiş sayıldı.

Kalıcı, karşılıklı koruyucu ilişkinin en eski biçimi, bugün evlilik olarak bildiğimiz eşleşmeye dayanan beraberlik; kadının erkek tarafından zorla kaçırılıp ırzına geçilmesiyle kurumlaşmış görünüyor. Kız ka­çırma diye bilinen yabansı töre zorlu bir çabayı ge­rektirmiyordu: Bir erkek şiddet gösterisiyle bir kadı­na sahip çıkıp bedeni üzerinde hak iddia ediyordu. Erkekler için, zorla ele geçirme kadına sahip olmanın geçerli yoluydu ve bu İngiltere’de on beşinci yüzyıla dek sürdü. Bir özyaşam öyküsü yazarına göre, Aqui- tainli Eleanor, gençlik yıllarını bedenine sahip olarak, yüklü servetine el koyabilecek bir vasal tarafından zorla alınıp götürülme korkusu içinde geçirmiştir. Kız kaçırma, son yıllarda Filipinlerin tropikal ormanların­da bulunan taş devri uygarlıklarını sürdüren Tasa- daylar arasında günümüzde bile görülmektedir. Zorla kız kaçırıp evlenme düşüncesinin kalıntıları kırsal Si­cilya ile Afrika’nın kimi bölgelerinin toplumsal töre- ,cinsel zorbalık        17/2

lerini etkilemeyi sürdürmektedir. Güneybatı Kenya'da yaşayan, dışarıdan evlenmeyi uygulayan Gusilerin bir atasözü şöyle der: «Evlendiklerimiz savaştıklarımız dır.»

Erkeğin kadını zorla kaçırıp ırzına geçmesinin önce gelişmemiş bir erkek-koruyuculuğunun oluşma­sına, bir süre sonra da doruğuna 'varan erkek gücü­nün somutlaşması olan ataerkilliğe yolaçtığını var­saymak oldukça sağduyulu görünüyor. Erkeğin kazan­dığı ilk kalıcı şey, ilk gerçek özel mülkiyet nesnesi olarak kadın, gerçekte, «baba evi»nin köşetaşı, teme.! direğidir. Erkeğin sınırlarını zorla, önce eşine sonra da çocuklarına dek genişletmesi sahiplik kavramının başlangıcı olmuştur. Hiyerarşi, kölelik ve özel mülki­yet kavramları yalnızca kadınların baştaki boyun eğ­melerine dayandırılıp, ondan kaynaklandı.

Irza geçmenin kadınca bir tanımı tek bir cümleye- sığabilir. Bir kadın belirli bir erkekle cinsel ilişki kur­mak istemez ve erkek onun istemine karşı davranırsa ırza geçme ya da cinsel zorbalık suçu işlenmiş olur. Kadının bunda hiçbir suçu olmaksızın, yasal tanım böyle değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Toplum sözleşmelerini yazmak için bir araya gelen eski aile başkanları ırza geçmeyi kendi erkek güçlerini kabul ettirmek için kullanmışlardı; bu durumda ırza geç­meyi erkeğin kadına karşı işlediği bir suç olarak na­sıl görebilirlerdi? Kadınlar tümüyle sahip olunan ek­lentilerdir, bağımsız varlıklar değil. Irza geçme, kadı­nın onaylama ya da yadsıma sorunu olarak düşünüle­mezdi; erkeklerce benimsenecek bir tanım kadın-er- kek arasında, kadının (bedensel bütünlüğü) üzerinde- hakkı olmasının anlaşılmasına da dayandınlamazdı. Irza geçme, denebilirse, yasalara arka kapıdan gire­rek, erkeğin erkeğe karşı işlediği bir mülkiyet suçu olarak geçti. Doğallıkla mülk de kadındı.

Eski Babil ve Musa şeriatı, boylara dayalı hiyer­arşi ve site devletleri olarak bilinen kalıcı yerleşme- merkezlerinin ortaya çıkışından yüzyıllar sonra yasa- Taştırıldı. Kölelik, özel mülkiyet ve kadınların ele ge­çirilişi yaşamın gerçekleridir ve bize ulaşan en eski yazılı yasa bu katmanlaşmış yaşamı yansıtır. Yazılı yasa, özünde mülkiyet sahibi erkekler arasında yapı­lan ciddi bir anlaşmaydı ve gerektiği yerde, zor kul­lanmak yerine ürün ve gümüşün uygarca değiş toku- şunun sağladığı, kendi erkeklere özgü çıkarlarının ko­runmasına yönelikti. Kadınların zorla ele geçirilme­si, savaşın el altındaki meyvalarından biri olarak site ya da boyun dışında tümüyle geçerli sayıldı ama bu gibi bir olay toplumsal d üzenin içinde kargaşalığa yolaçardı. Eş edinmenin çok daha uygarca (ve tehli­kesiz yolu) evin başkanına para ödemekti. Böylece, başlık parası elli gümüş lira olarak yasallaştı. İlk suç niteliğindeki ırza geçme kavramı, dolambaçlı yolunu izleyerek insanın yasal tanımlarına dolaylı biçimde girdi. Ataerkil bir babanın gördüğü gibi, suç niteli­ğindeki ırza geçme, iş yapmanın yeni biçimini boz­mak demekti. Tek cümleyle, bekaretin çalınması, kı­zının piyasadaki yüksek fiyatının zimmete geçirilme- siydi.

Yaklaşık dört bin yıl öncesinin, yedi ayaklık diyo­rit bir taşın üzerine kazınmış Hamurabi Yasası, boş­luklarından anlaşılacağına göre kadının Babil yasala­rınca hiçbir bağımsız yeri olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Kadın. ya babasının evinde oturan sözlü bir bakire, ya da birinin yasal karısıydı ve kocasının evinde yaşardı. Hamurabi'ye göre, sözlü bir kızın ır­zına geçen bir erkek yakalanıp öldürülecekti ama, kurban edilen kız suçsuzdu. Aile başkanlarının bak­tığı kadınlar üzerindeki hak ve gücünün bir belirtisi olarak Hamurabi, kendi kızıyla cinsel ilişkide bulunan bir erkeğin yalnızca kent sınırlarının dışına çıkarıl­masını buyurmuştu. Babil'de ırzına geçilme şanssızlı­ğına uğramış evli bir kadın suçu saldırganla birlikte eşit biçimde paylaşmak zorundaydı. Olayın nasıl ge­liştiğine bakılmadan, işlenen suç zina olarak adlandı­rılır ve her iki taraf birbirine bağlanıp ırmağa atılır­dı. Böylesine katı bir adaletten af çıkması aydınlatıcı niteliktedir. Bir koca isterse karısını sudan çıkarma iznine sahiptir; kral isterse, doğru yoldan ayrılan er­kek, uyruğuna özgürlüğünü verebilir.

Hamurabi'den etkilenen ama görkemli Dicle ve Fırat'tan yoksun olan eski Yahudiler, su içinde bir mezarın yerine taşlayarak öldürmeyi koydular. Musa, Sina Dağının tepesinde Tanrı'dan yazıtlarını aldığın­da, On Emir arasında «Irza geçmeyeceksin» açıkça bulunmamasına karşın; biri zinaya karşı, öbürüyse komşunun evi, tarlası, hizmetçileri, hayvanları ile bir­likte karısına göz dikilmesine karşı kesin emir aldı. Babilli kardeşi gibi, Yahudi toplumunda da ırza geç­menin kurbanı olan evli bir kadın, suçlu, zina yapmış ve bir daha aklanmayacak şekilde lekelenmiş görü­lürdü. Kentin kapılarında kendisine saldıran erkekle birlikte ölünceye dek taşlanırdı. Ama son anında üzüntü içindeki kocası tarafından kurtarılabilen Ba­billi kadının aksine, İsrailli kadının hiç kurtuluş yolu yoktu. Gerçek ya da varsayılan zinadan geçici olarak kurtulmak, içinde İsa'nın ünlü «Aranızda suçsuz kim varsa, kadına ilk taşı o atsın» deyişinin bulunduğu, Aziz John'un Yeni Ahit'inde gerçekleşti.

İbranilerin ırza geçme ile ilgili, bu yasadışı eyle­min tüm sorumluluğunu saldırılan yerine saldırganın taşıdığı varsayılan gerçek suç kavramına varmak için, On Emirden çok sonra yazılan Incil'in Tesniye Kitabı'nda önemsiz bölümlerin yoğunluğu arasında ilerlemek gerekir. Daha basit olan Babil yasalarından yalnızca kusursuz kesinliği yönünden ayrılan İbrani toplumsal düzeninde, bakire kızlar evlenirken elli gü­müş lira karşılığında satılırdı. Daha açık bir deyişle, bir babanın ilerideki bir damat adayı ya da ailesine sattığı şey, tümüyle sahip olup denetlediği bir özel mülkiyet nesnesi olan, kızının bozulmamış kızlık za­rına sahip olma hakkıydı. İsrailli bir kız, kızlık zarına iliştirilen açık seçik bir fiyat etiketi ile, el değmemiş durumda kalabilmesi için gözetim altında tutulurdu, çünkü zarar görmüş bir mala kazançlı bir eş buluna­mazdı ve cariye olarak satılmak zorunda kalabilirdi.

Kendi lekelenmesinin sorumlusu sayılan İbrani kadını gibi, İbrani kızına da el değmemiş bedenini koruma görevi yüklenmişti. Bir erkek bir bakirenin kentin duvarları içinde ırzına geçmişse, her ikisi de taşlanarak ölme yazgısını paylaşırdı, çünkü büyük­ler, kız bağırsaydı kurtarılabilirdi, düşüncesini ileri sürerdi. Ataerkil yetke, ıtza geçme eylemi kentin dı­şında ya da kız tarlada çalışırken yer aldıysa, kızın tüm bağırmalarına karşın kimsenin duyamayacağını kabul ederek adaletli bir çözüm getirmiştir. Saldırgan başlık parasının karşılığında kızın babasına elli gü­müş sikke vermekle yükümlü olur ve çiftin evlenme­leri buyrulurdu. Ama tarlada ırzına geçilen kız, çok­ça görülen beşik kertmesi geleneğine göre başka biri­ne sözlüyse, İbrani yasasının öfkesi tek yanlı bir öç duygusuyla ırz düşmanının omuzlarına çökerdi. Hiç­bir uygarca para ya da mal değişimi yer alamazdı, çünkü gerçek söz kesme boşa çıkmış olmakla kalmaz, baba evinin namusu onulmaz bir sille yemiş olurdu. Yalnızca bu durumda, düşüncesiz saldırgan taşlana­rak öldürülürken, kıza ceza verilmez, kendisini iste­yecek birine ucuz fiyata satılırdı.

İlk Asur dönemi kan davası yasaları konusunda uzman bir kişi, kısas geleneğinde ırzına geçilen kızın babasına, misilleme olarak saldırganın karısını yaka­layıp lekeleme hakkı tanındığını bildirmiştir. Musa yasasının yazılmasından önce, İbranilerde ırza geç­menin karşılığı, özellikle suçlu kabilenin dışından ge­liyorsa, bundan daha da öldürücüydü. Bir İbrani kı­zına tecavüz edecek kimse için Dinalı'nın öyküsü uyarı niteliğindedir. Babasının evinden çokça uzakla­şan genç kadınların başlarına gelebilecekler için de bir uyarıdır.

Tekvin'de anlatıldığı gibi Dinah Yakub'un Leah' dan olan bakire kızıdır. Kız arkadaşlarını görmeye gitmek üzere evden çıktığı bir gün, bir yabancı tara­fından ırzına geçilir. Kendi kabilesinin de yasaları bulunan saldırgan, tecavüz ettiği kadınla evlenmek için Dinah'ın babasından izin ister. Yakup'un oğul­lan anlaşmış gibi görünerek, istekli genç adama uy­garlıktan yoksun kabilesinin tüm erkeklerinin sün­net olmasını önerirler. Incil'de anlatıldığına göre üç gün sonra, yabancı kabilenin erkekleri acı verici ame­liyatın yaralarından kurtulamamışken, Yakup'un oğul­lan yerleşme merkezlerine saldırıp güçsüz düşmüş erkekleri öldürmüş, kadınları ile hayvanlarını ele ge­çirmişlerdir. Böylelikle Yakup'un evinin öcü alınmış olur ama Dinah'mn bundan ne fayda gördüğü anla­şılamaz. İsrailli iyi aile kızlarını tecavüzden toplu bir misilleme tehditiyle korumak gerçekten önemli bir konuydu ama Dinah'nm öyküsünün de gösterdiği gi­bi, İbrani boylarının erkekleri de komşuları gibi yen­dikleri boyların kadınlarına özgürce saldırmakta sa­kınca görmezlerdi, çünkü bu yolia zenginleşip büyü­müşlerdi. Ele geçirilen köle kadınlar yasal biçimde hizmetçi, cariye ve on sekizinci yüzyıl Amerikasındaki siyah kadın kölelerden yararlanıldığı gibi, gelecekteki kölelerin üreticisi olarak kullanılırdı. Gerçekten de, Amerikalı köle sahipleri ile incil'dekiler arasındaki bu benzerlik Amerika'daki kölelik yandaşlarınca din­sel bir gerekçe olarak ileri sürülmüştür.

On iki birleşik İsrail boyu arasındaki savaşların ortasında kalan kadınların kötü bir rastlantıya daya­nan payları, Yargıçlar Kitabı'nda anlatılan, akıcı bi­çimde gelişen bir dizi olayla ortaya konur. Levi boyun­dan bir erkek yanın da. kendisine bağlılıktan yoksun cariyesi ile birlikte Benjaminlerin bölgesinde yaşlı bir adamın evinde geceyi geçirip dinlenmek ister. Kasa­baya bir yabancının geldiğini duyan kimi Benjamin erkekleri eşcinsel bir saldın amacıyla eve yaklaşırlar. Levili erkeğin koruyucusu, istekli gençlerin gücünü yatıştırmak için kendi bakire kızı ile konuğunun ca- riyesini onlara sunar. Kibarlık göstererek kızı kul­lanmayı kabul etmezler ama gece boyunca cariyenin ırzına geçerler. Sabah, Levili Yahudi cariyesinin başı­nı kapı basamaklarında bulunca İsrailin öbür boyla­rını onurunu korumaya çağırır. Bunun ardından ge­len savaşta Benjaminli erkeklerin çoğu ile kadınların tümü öldürülür. Bunun üzerine İbrani ileri gelenleri konuyu önemle ele alırlar, çünkü kadınlar olmaksı­zın Benjamin boyu varolmayacaktır. Yenik düşmüş Benjaminlilerin komşuları Şilohluların dört yüz genç bakiresini yakalayıp ırzlarına geçebilmelerini sağlar­lar ve böylece onlara yasal eşler bulmuş olurlar.

Tüm bu yasal tecavüzler o günün geleneğinde varolduğuna göre, İncil'deki başlıca ırza geçme öykü­sünün kötü yazgılı bir kadının başına gelenler ya da babası ile erkek kardeşlerinin evlerinin namusunu te­mizleme çabalarıyla ilgili olmayışı hiç de şaşırtıcı de­ğildir. Potifar'ın karısının ünlü öyküsü, İbrani, Hıris­tiyan ve Müslüman folklorunda önemli bir ahlak der­si olarak görülür ve aç gözlü, yalnızca kendini düşü­nen erkeklerin gerçek tarihsel kaygı ve sürekli kor­kularını dile getirir: Öc almaya kararlı bir kadın yalan söyleyip saldırıya uğradığını ileri sürerse, iyi ve doğruluktan yana bir erkeğe ne olur...

İsrailli Yusuf Mısırlı Potifar'ın evinde önemli bir yeri olan bir köleydi. Tekvin'de bildirildiğine göre, Potifar'ın karısı (adıyla anılmamıştır) İbrani köleye göz koyar. Kadın durmadan bu isteksiz cinsellik ara­cına «benimle yat» diye baskı yapıyor, erdemli Yu- suf'da her zaman ona ortak sahiplerini anımsatıyor­du. Bir gün Potifar'ın kansı ile Yusuf evde yalnızdılar. Bu elverişli durumdan faydalanan kadın Yusuf'u giy­sisinden yakalayıp «Yat benimle» diye buyurdu. O an­da, varsayıma göre Yusuf kaçıp kurtuldu ve Poti­far'ın karısı ırzına geçildiğini haykırmaya başladı, ya da bunun İncil'deki karşılığı gerçekleşti.

Belirtmem gerekir ki bu, öykünün İbrani erke­ğince görülen yanıdır. Potifar eve dönünce kansı ona Yusuf'un parçalanmış giysisini göstererek «İsrailli üzerime gelerek beni aşağılamak istedi» diye ağladı. Potifar'ın en sevdiği kölesini zindana atmaktan başka yapacak şeyi kalmamıştı. Ama bekleneceği gibi, Tanrı İsrailliden yana oldu. Zindana düşen Yusuf oranın önderi oldu, Firavun'un düşünü doğru biçimde yo­rumlayarak tümüyle affedildi ve başbakanlığa dek yükseldi. Potifar'ın karısının öyküsünden alınacak ders, küçük düşürülen bir kadının, özellikle Yahudi olmayan biriyse, ırzına geçildiğini söyleyerek iyi bir erkeğin başını çok kötü biçimde belaya sokabilece­ğidir.

Potifar'ın karısı efsanesi şu ya da bu biçimde, es­ki kültürlerde karşımıza çıkan ana öğelerden biridir. Yusuf'un kötü yazgısı, Kuran'ın öğretileri arasında önemli bir yer tutar ve benzer bir öykü İ.Ö. 1300 yılı Mısır folklorunda da görülür. Başka bir çeşitleme Kelt mitolojisinde ortaya çıkar. Bir cinsel davranış tarih­çisi, bu konunun Haçlılarla ilgili, «istekli kızın çoğun­lukla Haçlıların koynuna giren bir Müslüman Arap olarak görüldüğü» romantik tarihçelerdeki yinelenişi­ni vurgulamıştır. Bu nokta, Haçlı seferlerinin, son ak­şam yemeğinde Hazreti İsa'nın kullandığı varsayılan Kutsal Kaseyi ele geçirmek için ilerledikçe Müslü­manların ırzına geçilip yağmalanmasını akla getirdi­ğini anımsayınca önem kazanmaktadır.. Irza geçme suçunun tüm ağırlığını başka bir ırktan ya da ulus­tan şehvetli bir dişinin üzerine yığan, ırza geçme öy­küsünün evrensel olarak kullanılması pek rastlantı­sal olamaz. Saldırgan, savaşçı insanlar, başkalarına boyun eğdirmek amacını taşıyan olağan işlerini yü­rütmek için bu tip bir efsanenin yayılmasını ve be­nimsenmesini çok elverişli görmüşlerdir. Utkunun meyvelerini toplarken kendilerini suçluluktan sıyır­mak için bundan daha iyi yol olabilir mi?

Yüzyıllar ilerleyip Yahudi kadınları belirli ölçüde bir bağımsızlık kazanınca, İncil'i yorumlayan bilge kişiler, tümüyle ırza geçme sayılmayan ama karşılık­lı baştan çıkarılmanın bazı öğelerini taşıyan bir ey­lemle, giderek artan bir dikkatle ilgilenmeye başladı­lar. Babası ölmüş ya da evlenmemiş bağımsız kadının ortaya çıkışı, suç sayılan ırza geçme davalannı yö­neten temel kuralları etkilemeye başladı, çünkü o çağdaki hahamlığın bir yetkilisi «kadının kendisinin davacı olduğu» ve «eyleme katılıp katılmamasının, ödenmesi gerek olan bedelle ilgili büyük önem taşı­dığı» görüşünü ileri sürüyor, Ortaçağların Talmud denilen kanun kitabındaki kuramcıları olan entellek- tüel Yahudi seçkinleri, yüreklilikle yeni olasılıkların tümünü göz önünde bulundurmayı amaçladılar. Be­karet, bireysel ırza geçme davalarının her zaman ara­nılan koşulu olarak kaldı ama «cinsel isteklilik» gös­teren genç kızlar, Yahudi olmayan kadınlar, savaşta ele geçirilen ya da köle olanların yanısıra yasalarca bakire sayılmayanların resmi listelerine eklendi. Tal­mud kitabına özgü yorumda, ırzına geçilen bir bakire artık kendisine saldıranla evlenmek zorunda değildi. Kız yan bağımsız bir yere gelmişse ve yaşı üç ile on iki buçuk arasındaysa (hahamlar gerçek bakirelerin yaşı konusunda çok titizlenirlerdil elli sikkelik para cezasını kendisinin almasına izin verilirdi. Kadının parayı almasına izin verilmesi, bekaretin çalınması görüşüne dayanan kutsanmış ırza geçme kavramını değiştirip bozdu. Zamanla bu ödül bir kadının bede­nine verilen zarar için cezalandırıcı bir tazminat ola­rak görüldüğü gibi bir bakireyle cinsel ilişki kurmuş olmanın karşılığındaki bir ödeme olarak da görüldü. Bu, kadınlar için güç kazanılmış gerçek bir aşama oldu. Büyük Yahudi tanrıbilimcisi Maimonidos, kendi bakış açısına göre ırzına geçilen bir kızın parasal taz- miııat almaya hakkı olmadığını hep savunmuştur. Ama etkili olamadı.([1])

Eski İngiliz yasasında ırza geçme ve cezalandırma kavramları; hukuk ilminde derece derece gelişen ge­nelde bir insancıllaşma ile özelde, bu suçun kadının bedenlne mi yoksa erkeğin kendi malına mı karşı iş­lenmiş bir suç sayılacağı sorusuna dayanan, insanın hiçbir zaman çözümlenmeyen sonsuz karmaşasını yansıtan çelişik yaklaşımlardan oluşmuş, şaşılası bir labirent ortaya çıkarır.

1066 Norman istilasından önce ırza geçmenin ce­zası ölüm ve cinsel organdan yoksun bırakılmaktı ama, bu acımasız adalet kuralı yalnızca soylu bir ai­leden olan, güçlü bir lordun koruması altında yaşa­yan, mal mülk sahibi bir bakire kızın ırzına geçen erkeğe uygulanırdı. Feodalizm (derebeylik), toprak sahipliğinin miras almaya dayanan bir hak durumu­na geldiği Ortaçağda kökleşti. «Çok eskilerden beri süregelen geleneğe göre babadan oğula geçen toprak­ların, başka yolların yanısıra vasilik düzeni ve evli­likle elde kalması sağlandı. Yaşayan erkek mirasçı olmadığında, bir zoıunluluk sonucu kadınların miras yoluyla mülkiyet sahibi olmalarına izin verilince, «ev­lilikte alış veriş»; G. G. Coulton'dan açıklayıcı bir tüm. ceyi ödünç alacak olursak, «günümüzde insanların yatırım ve hisse senedi alış verişiyle uğraşmaları gibi» soylular arasında gerçekleşen kazançlı bir yatırımdı. Bilinen ekonomik nedenlerle, toprak sahibi bir kadın mirasçı, kendisine kalan serveti yitirme cezası karşı­lığında, lordundan izin almadan evlenemezdi. Ama bir kez nikah gerçekleştiğinde, yasal ve dinsel yönden kutsanmışlığına karşı çıkılamazdı ve bu nedenle zorla kaçırarak «bir kadın mirasçı çalma» ve evlenme gele­neği, serüven düşkünü, yükselme yolundaki şövalye- lerce mülkiyet edinmenin, olağan yöntemi durumuna getirildi. Belgelerin yazdığına göre VII. Henry'nin on beşinci yüzyıla ait bir bildirisine değin, kadın miras­çıların çalınması başlıbaşına ağır bir suç sayılmamış­tı. Gotik yazında, kadın mirasçı hırsızlığı, gece yarısı cinayetleri, hanımlarına bağlı kadın hizmetçiler ve at nallarının gümbürtüsüyle dolu büyük bir aşk öyküsü konusu sayılmıştır ama; gerçekte bu eylem kadına de­ğil toprağa duyulan tutkunun sonucudur, Kaçırılan bir genç kız zorlama evliliğinden kurtulursa ya da serüvenci bir serseri kıza anında sahip olmuşsa, genç kız lordunun malikanesindeki mahkemede kendisine yapılan haksızlığın düzeltilmesi isteminde bulunabilir­di. O günlerde cezası ölüm olan suçların mahkemesin­de, işkence ile yargılama yöntemi uygulanırdı ve «ger­çekse varmak için su ve kızgın demirle yapılan yo­rucu sınama biçimleri uygulanıyor olmalıydı.

On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Brattonlu Henry; Coke, Hale ve Blackstone gibi İngiliz yasabi- liminin daha sonraki uzmanlarınca da kabul edilen, eski Sakson dönemi konusunda en güvenilir uzman­dır. Bracton'un dediğine göre, onuncu yüzyılda, Kral Athelstan’ırı. yönetiminde, bir erkek bakire bir kızı is­temi dışında yere yatırırsa, «kralın koruyucu iyiliğini ceza olarak yitirir; kızı utandıracak biçimde soyup üzerine çıkarsa tüm sahip olduklarını yitirmesine ne­den olur; kız ile yatarsa, yaşamıyla birlikte cinsel or­ganlarını da yitirmeye yolaçar.» Bracton'un sözü sür­dürmesine bakılırsa, öc alınması ölüm ile son bul­maz; «işlediği alçaklık yüzünden adamın atı bile, tor­ba derisi ve kuyruğu kıçına en yakın gelecek biçimde kesilip koparılarak aşağılanacaktır». Buna benzer bir yazgı da ırz düşmanının köpeğini bekler ve şahini var­sa «Gagasını, pençelerini ve kuyruğunu yitirsin» de­nilirdi.

Irk düşmanının toprak ve parasının hayvanları kesilip biçildikten, kendinin de canı alındıktan sonra L.rzma geçilen kıza verilmesi öngörülürdü. Bir tek kur­tuluş yolu olabilirdi. Saldırganı korkunç bir ölümden kurtarmak için iyiliksever bir yöntem vardı: Irzına ge­çilen kız, kral ya da, kilisenin izniyle ırzına geçen adamla evlenmeyi kabul edebilirdi. İnsanların kafa­sındaki en önemli şey servetin sağlamlaştırılması ol­duğuna göre, saldırıya uğramış bir bakirenin evliliğe yüreklendirilip yüreklendirilmeınesinin, toprağın Kral ve Kilise arazisine en uygun ve yararlı biçimde dü­zenlenmesine dayandığını varsayabiliriz.

Servet sahibi bir bakirenin ırzına geçmenin ceza­sı, Fatih William tarafından akıllıca düşünülerek ha­dım edilme ve her iki gözün kör edilmesine indiril­miştir. Yargılama biçimi de Vlilliam döneminde işken­ce uygulama yönteminden dövüş yöntemine çevrildi ve böylelikle ödül çok yüksek. olmadıkça az sayıda kı­zın şövalye akrabalarınca gerçekten savunulduğunu düşünebiliriz. İngiliz hukuk tarihçilerinden PoJlock ve Maitland bu konuda şöyle demişlerdir: «Bir yönden, bir kadının dava açabilme olasılığı, dövüşsm.emesi ne­deniyle zayıflatılmış olurdu.»

Bracton'un zamanında da bir bakirenin ırzına geç­menin en uygun cezası hadım ve kör edilmeydi ve Bracton yasanın amacı olan «her organ için bir organ,, ilkesini şu sözcüklerle anlatır: «Genç kızm güzelliğine göz koymasına yarayan gözlerini yitirsin. Ve kızgın şehvetinin canlanmasına yolaçan cinsel organını da yitirsin.»

Aquitanlı Eleanor ile evlenen Plantajen kralı II. Henry on ikinci yüzyıla rastlayan yönetiminde Frank yasasının ilkelerini İngiltere’ye getirdi. Irzma geçilen bir genç kız dava açar ya da «başvurumda bulunursa ve iddianame çıkarılırsa, bundan sonraki mahkeme düello ya da dövüşle değil, kralın meclisinde jüri. önünde gerçekleşirdi. Bu açıkça işlemlerde görülen bir gelişmeydi. Bracton davanın en uygun biçimde yapıl­ması konusunda çok titizdi. Yapılması gerektiğine inandıklarını sıraladığı yazısını «Bakirelerin ırzına geçme konusuna değin bir dilekçe» olarak adlandırdı. Bu özetin hiçbir yerinde, bakire olmayanların ırzına geçilmesine ilişkin önerilere rastlanmaz çünkü, Bracton kralın yargılama yetkisinde olan adam öldürme, dövüşe yarar organlardan birini sakatlayarak bir kimseyi korunmasız bırakma ve büyük hırsızlık suç­larını anlatıyordu. «Önemsiz» suçlar lordların toprak­larındaki mahkemelerde ele alınmaktaydı. Gerçekte, Bracton'un dediğine göre ırzına geçilen bir bakire ile kocası «kollarının arasındayken öldürülen» bir kadı­nın başvuruları, kralın mahkemesine çıkartılan ve bir kadının açabileceği tek davalardı. Irzına geçilen bir bakirenin izlemesi gereken yol şuydu:

«Genç kız, olay henüz yeniyken bir an önce, so­kaklarda «tutun, yakalayın» diye bağırarak komşu kasabalara gitmeli ve oralarda, iyi bir üne sahip er­keklere kanı, kanla lekelenmiş ve parçalanmış giysi­lerini göstermelidir. Aynı zamanda kent kuruıunun başkanına, kralın dava vekiline, ölüm olaylarını so­ruşturan görevlilere ve polis şeflerine gitmek zorun­dadır. Şikayetini doğrudan kral ya da yargıçlarına iletip kontluk mahkemesinde dava açabileceğini öğre­nemezse, en yakın kontluk mahkemesine başvurması gereklidir. Başvurusu soruşturma memurunun defte­rine, aynen ağzından çıktığı gibi, yıl ve günü de bir­likte geçirilmelidir. Yargıçlar gelince kıza bir gün ay­rılacak ve onlara, kontluk mahkemesindeki ifadesinin aynısını kullanarak şikayetini bildirecek. İfadesini değiştirmesine izin verilmeyecek, çünkü uyuşmazlık yü­zünden başvuru geçersiz sayılacak...»

Irzına geçilen bakiremizin suçladığı adam suçsuz­luğunu ileri sürerse, «Kızın bedeni, yasalara bağlı, kı­zın bakire olup olmadığını söylemeye yeminli dört ka­dın tarafından incelenmelidir.» Kızlığının bozulduğu kanıtlandığında dava sürebilir; hala bakire olduğu anlaşıldığında dava düşer ve yalan yere suçlamada bulunan kimse tutuklanırdı.

Suçlanan adamın birçok olası savunma yollan bulunabileceğini yazar Bracton. Sanık;

«Başvuruda adı geçen gün ve yılın öncesinde kızın kendisiyle cariye ve aşığı olduğunu, ya da kıza, istemine karşı değil kendi isteğiyle sabip olduğunu, şimdi başvurmasının nedeninin cariyeliğe aidığı ya da evlendiği başka bir kadına duyduğu nefret oldu­ğunu, ya da akrabalarından birinin kışkırtmalarına uyduğunu söyleyebilir. Olayın geçtiği söylenen günde ve yılda, o bölgenin dışında başka bir yerde olduğunu ileri sürebilir. .. Ya da başvuruda yapılan bir atlama­ya dayanarak suçlamaya karşı çıkabilir ... Şimdi tü­müyle hatırlayamıyorsam da daha birçok başka. nok­ta karşı çıkmaya neden olabilir.»

Güçlü bir savunmaya karşın, olayı dinleyen erkek yargıçlar bir suçlu bulmak gereğini duyarla,rdı ve böylece mağdure müştekimize ([2]) (haksızlığa uğramış şikayetçimize) yardımsever bir yolla, ırzına geçen adamı korkunç sakatlamalardan kurtarabilecek evli­lik olasılığını seçme yetkisi tanınırdı.

Bracton, bu çok eskiden beri uygulanan, evlilik yoluyla ırza geçme suçlusunu cezadan kurtarma gele­neğinin toplumsal yapıya dikkate değer zararlar ve-rebilecegini söyler! «Sıradan birinin yalnızca ırza geç­me eylemi, iyi bir aile ve soylu bir kadın için sürekli bir yüzkarası olabilir ve bu kişi, ailenin aşağılanması pahasına kadını karılığa alabilir.» Öte yandan, «Irza geçenin bir soylu, kadının sıradan biri olduğunu var­sayalım, lekelenen kişinin, seçim yapı.p soylu ile ev­lenip evlenmemeye karar vermesine izin verilecek mi­dir?»

Görünüşe bakılacak olursa, eğer soylu erkek gör­me yetisine ve cinsel organına değer veriyorsa, yuka­rıda söylendiği gibi olması gerekirdi, ama soylu bi­rinin halk kesiminden birinin ırzına geçtiği iddiasıyla suçlanması zayıf br olasılıktı. History of the Middle Ages (Ortaçağ Tarihi) kitabında Sidney Painter'ın yazdığı gibi, «Kural olarak soylu kişinin suçu adamla­rına yüklenirdi.» Painter, genç bir kızın kent dışın­daki yolda kaçırılıp bir şövalyenin evine götürülmesi ve şövalye ile adamları tarafından ırzına geçilmesi olayını şöyle anlatıyor: «Mahkeme, şövalyenin kızın kendi isteğiyle evinde bulunmadığını öğrenmekten duyduğu dehşeti belirten sözlerini büyük bir ciddi­yetle kabul etti...» «İngiltere’de bile,» diye sürdürür sözü Painter, «feodal sınıfın bir üyesi kral ya da yük­sek mevkide bir lordun dışında herhangi birine karşı suç işlediğinde, yargılanmaktan ya da en azından ce­zadan uzak kalırdı.,,

(İngiltere’de bile,, açıklayıcı nitelikte, önemli bir deyiştir, çünkü evli kadınların acımasızca dövüldüğü, saray fahişeliğinin yaygın olduğu ve genelde her yer­de gözlenen bir yasa tanımazlık ve feodal baskı dönemi olan Ortaçağ’da, kıta Avrupası'nda kadınların duru­mu çok daha kötüydü. «Jus pıimae noctis», ilk gece­nin hakkı, ya da senyörlük hakkı «droit du seigneur,, denen, vasal ve serflerden herhangi birinin evlendiği kızın bekaretine sahip olma hakkının, gelin ve damat bu hakka karşılık belirli bir ölçüde ürün veremedik­lerinde, topraksahibi lorda verilmesi geleneği Alman­ya. Fransa, İtalya ve Polonya’nın kimi bölgelerinde düzensizlik gösteren bir biçimde uygulanmasına kar­şın İngiltere'de görülmez. Yine de, «İngiltere'de bile» ortaya çıkan yasa feodal sınıfın yasasıydı ve soylula­rın çıkarını korumak için yapılmıştı demek, konuyu abartmak olmaz. Çok sonralan yer almasına karşın, yedinci ve sonuncu Baltimore Lordu Frederick Cal- vert'in bir kadın şapkacısı olaı;ı. Sarah Woodcock'un ırzına geçmesiyle ilgili on sekizinci yüzyılın dillere destan davası ve alınan suçsuzluk karan konuya iliş­kin bir olaydır. Baltimore, yirmi dokuz yaşındaki ba­kire şapkacıyı kaçırdıktan sonra bir haftadan çok bir süre zorla evine kapatmıştı. Mahkeme Lord Baltimore onanma isteğinde bulunarak, kendini şöyle savunmuş­tur: «Burada bir ahlaksız olarak gösterildiğime göre, hiç kuşkusuz, mahkemede sanık yerinde bulunmak gi­bi utanç verici bir duruma düşmüş olmakla, bu değer­siz kadınla aramdaki önemsiz bağın beni sürüklediği tüm düşüncesizlikler için yeter derecede ceza çekmiş oldum.» Anlaşılacağı gibi, yargıç ve jüri bunu onadı­lar. Lord Baltimore davasının şaşılacak yanı mahke­meye gelmiş olmasıdır.)

Servet sahibi olmayan bakire kadınların ırzına geçildiğinde, Bracton'un özenle saydığı «orta yaşlı evli kadınlar; rahibeler, dullar, cariyeler ve fahişelerin bi­le» hakları nasıl korunacaktı? «Bakirelerin ırzına geç­me konusuna ilişkin bir dilekçe» ile ilgili olarak izle­nen işlemleri ve verilen cezalan en ince ayrıntılarına kadar anlatan hukuk bilimcisi, kadın cinsinin geri ka­lanlarının ırzına geçenler konusunu «çok ciddi» ola­bileceğini belirtmiş olmasına karşın «bu gibilere ceza uygulanmaz ... » diyerek savuşturmuştur. Kesin olarak ne gibi cezalar verildiğini, belki de kimi geçerli kıl­gısal nedenler yüzünden hiçbir zaman belirtmez. Ya kendisini böyle davranmaya iten kimi inançları var­dı, ya da uygulanan cezalar her yerde ve her zaman bir değildi, ya da o ve yoldaşı erkekler bu konuyu ya­sal açıdan ilgi gerektirecek nitelikte görmüyorlardı. Bu üç olasılığın tümünün uyum içinde olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Yasa tarihçileri Pollock ve Mait. land şöyle yazarlar: «Bu konulara ilişkin çok az içti­hat hukukuna (mahkemede beliren özel görüşlere da­yanan hukuk) rastlıyoruz. Irza geçme iddiasıyla mah­kemeye başvurulması daha çok on üçüncü yüzyılda görülürdü; çoğunlukla bunlara bakılmaz, geçersiz sa­yılır ya da -uzlaştırmaya gidilirdi.,. Ama önemli olan Bracton'un yaşadığı çağ on üçüncü yüzyıla gelindiğin­deki ırza geçmenin, düzensiz de olsa, açıklıkla kont­lukların mahkemelerinde - genişletilerek, hiç değilse iL kede «orta yaşlı evli kadınlar, rahibeler,, dullar, cari- yeler ve fahişeleri bile» kapsar duruma getirilmiş ol­masıdır.» Bracton, üstünkörü de - olsa tarihte ilk kez bu konuya değinen kimse oldu..

On üçüncü yüzyılın bitiminde I. Edward tarafın­dan konulan geniş kapsamlı Westminster yasaları ile, devlet yalnızca saldırıya uğrayan bakirelerle ilgili olanlar değil, tüm ırza geçme davalarına el atınca, hukuksal düşüncede büyük, ilerleme oldu. Erginlik ya­şına ulaşmamış, dolayısıyla onayı bir anlam taşıma­yan bir kızın ırzına geçilmesi olayını içeren «hukuk­sal anlamdaki tecavüz,. kavramı, yukarıda sözü edilen çağ ve yasalardan kaynaklanmaktadır.

Büyük önem taşıyan , başka bir - noktaysa, Westminster'in kralın yargı gücünü, saldırgan. erkeklere verilecek cezalarda ayrım gözetmeksizin, bakirelerin yanısıra evli kadınların da zorla ırzına geçilmesini kapsayacak biçimde genişletmesidir. Genç bir kızın ır­zına geçmekle evli bir kadının ırzına geçmek arasın­daki ayrımı daha da ileri düzeyde ortadan kaldırmak için, kral yetkisine bağlı davalarda, evlilik yoluyla ce­zadan kurtulmaya dayanan aşağılayıcı gelenek geri gelmemecesine yasaklandı. Devlet daha önce el atma­yı göze alamadığı bir alana girme yürekliliğini gös­terdiği için Westminster, kocaların mülkiyet hakları­na ayrıcalık tanıyarak; evli kadının kendi «kirletil­mesine» yeterli ölçüde karşı çıkmadığı ileri sürülebi­lecek durumlar için geçerli olan, bir tür hafif suç sayılacak ırza saldırı tanımını da, yasal yürürlüğe koymayı uygun buldu. Bu gibi durumlarda, onuru incinen taraf koca olduğuna göre, evli kadın kesin olarak çeyiz parasından yoksun bırakıldı. Bir evlilik­te, kuramsal olarak, kocanın işleyeceği bir ırza geçme suçu olamazdı, çünkü bir kadının kocasına «rıza gös­termesi» evlilik yemininin ayrılmaz parçasıydı ve geri alınamazdı. Günümüzde de aynı ilke geçerlidir. (*)

Yeni yasayı güçlendirmek için I. Edward, ırzına geçilen kadın ya da akrabalarının kırk gün içinde özel bir dava açamaması durumunda, yasal yola başvurma hakkının kendiliğinden devlete geçmesini buyurdu. Daha önceki yönetimlerde yalnızca bakireler için ge­çerli olan bu girişken görüş, kadınlar ve yasa açısın­dan dev bir adımdı. Irza geçmenin artık yalnızca bir aile yıkımı ve toprakla servet için belirecek bir teh­like değil toplum güvenliği ve devlet sorumluluğuna ilişkin bir konu olduğu anlamını taşımaktaydı.

Westminster'in 1275'de yürürlüğe konan Birinci Yasası, ırza geçme suçuna vereceği cezayı iki yıl ha­pis ve kralın isteğine göre ödenecek bir tazminat bi­çiminde saptadı. Bunun amacı büyük bir değişimin et­kilerini hafifletmekti, çünkü Westminster parlamento­sunda olanlar kadın haklarının yüzeysel olarak ve • önceyi kapsayan biçimde tanınmasını öngörüyordu; , yasanın değişmez tarihsel amacı siyasal gücün kra­lın elinde toplanmasını sağlamaktı. Ama on yıl içinde, daha güçlendirilmiş bir İkinci VVestminster Yasası ürkek nitelikteki Birinci'yi tadil etti. Parlamento'nun çıkardığı yeni bir yasaya göre, «yaşlı ya da genç evli bir kadının» kendi isteği olmadan ırzına geçen her - erkek Kraliyet yasalarınca ağır suç işlemiş sayılırdı ve cezası ölümdü.!**)

(*) Bazı batılı ülkelerde, kocasını «ırzına geçtiği» iddiasıy­la mahkemeye veren kadınlar ve bunların arasında da... vayı kazananlar da olmuştur. 

C **) Çağdaş İngiliz yasasınca ırza geçmenin en büyük ce zası yaşam boyu hapistir.

Bu yasanın kağıt üzerindeki durumu, gerçek ya­şamdaki işleyişinden daha iyiydi ama toplumsal bir suç olarak ırza geçme kavramı sağlamca yerleşmiş oldu.

On üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla dek çok az şey değişti. Daha sonraları yaşamış olan hukuk ilmi­nin devleri; Hale, Blackstone, Wigmore ve başkaları, kadın kurbana kuşkuyla yönelik eğilimleri ve «Ünü,, konusunda titizlenmeyi sürdürdüler.

«Kadın kötü bir üne sahipse ve başkalannca des­teklenmiyorsa,» diye ileri sürmüştür Blackstone, «şi­kayet etme olanağına sahip olduğu zamandan sonra uzun bir süre uğradığı saldırıyı gizlemişse, eylemin yapıldığı varsayılan yer sesinin duyulabileceği bir yerse ve bağırmamışsa, bu ve benzeri koşullar kesin­likle olmasa da, güçlü bir biçimde yalancı tanıklık etmiş olabileceği görüşüne yol açıyor."

12/KADINLAR KARŞI KOYUYOR

1642 Kasımının on dördünde, Bay Adam Fisher'ın bakire olan genç kızı, kendi burnunun ucunu görme­sini engelleyecek kadar karanlık bir kasaba yolunda aceleyle ilerlerken, alçalmış bir soylu olan Bay Ralph Ashley atının üzerinde ona doğru yaklaştı. Şeytana uyan bu beyefendi, kendisine güvenen genç kıza ba­basını yakından tanıdığını ve kendisine eve dek eşlik etmekten memnuniyet duyacağını çünkü o yörelerde şehvet düşkünü askerler bulunduğunu söyledi.

Ve sonra, Sevgili Okurum, sanki neler olacağını bilmiyormuşsunuz gibi anlatayım, beyefendi kızı ıssız bir yere götürerek ırzına geçmeye çabalarken genç kız da, Tanrım bana yardım et, yoksa mahvolacağım diye dua ediyordu.

Tam o sırada, gökte beliren ürkünç bir kuyruklu yıldız bir ateş seliyle zorba soyluyu çarparak, yere devirdi.

Parlayan yıldızı uzaktan gören çobanların dediği­ne göre, Bay Ashley, o aşağılık fahişeye küfürler ede­rek o geoe bu dünyadan göçtü. Hafif bir baygınlıktan sonra uyanan Adam Fisher’ın kızı, bekaretini yitirme­diğini görerek şans yıldızına ve Büyük Tanrısına şük­ranlarını sundu.

Bu Püritan meselenin özgün metni, «cinayeti hoş- gören ve dinlerinin temel taşlarını yıkan soyluları» hedef alan bir on yedinci yüzyıl propaganda broşürü­dür ve bugün British Museum'da saklanmaktadır.

Bay Ralph Ashley'in, Bay Adam Fisher'ın adsız kızının ırzına geçmeyi denerken gökten inen bir şim­şekle yere çakıldığı o kaçınılmaz güz akşamının üze­rinden olaylarla dolu üç yüzyıl geçti. Hepimizin kabul edeceği gibi günümüzde genç bakirelerin sayısı daha azdır. Otomobil atın yerini almış ve ateşler saçan kuy­ruklu yıldızların pek görülmediği doğrulanmıştır. Ama ırza geçme sorunu ve bu konuyla nasıl başedileceği sorusu geçerliliğini sürdürmektedir.

Bir kadın açısından ırza geçmenin tanımı olduk­ça basittir. Irza geçme bedenin cinsel yönden zorla kuşatılması, özel ve kişisel iç alanın, rızası olmaksızın saldırıya uğramasıdır; kısaca, birçok yoldan ve birçok yöntemden biri kullanılarak gerçekleştirilen, nüfuz eden bir saldırıdır, duygusal, bedensel ve ussal bütün­lüğün bilerek bozulmasıdır w ırza saldın adını hak eden düşmanca ve aşağılayıcı bir şiddet eylemidir.

Ama erkeğin, en eski yasalarında ırza geçme kav­ramını tanımlayışını izleyerek biliyoruz W, dehşetle gözlemlediği bu ağır suç niteliğindeki eylem ve uy­gulamayı gerekli gördüğü cezaların bir kadının be­deninin katlanması gereken gerçek cinsel şiddet ey­lemleriyle pek ilgisi yoktur. Evet, yasalar ırza geçme­nin yalnızca bir babanın kızının bekaretinin çalınma­sı, evlilik pazarına çıkmadan önce değerli eşyaların zarar görmesine yol açan özel bir suç olarak görül­düğü ilk dönemden bu yana belirli bir yol almıştır, ama çağdaş yasaların ırza geçme hakkındaki görüş - !eri, çok eskilere uzanan, erkeklere özgü mülkiyet kavramlarına dayanmayı sürdürmektedir.

Bir boyun erkeklerinin yeni eşler bulmak amacıy­la, başka bir boyun kadınlarının özgürce ırzına geç­tikleri eski zamanlardan beri, evlilik yasalarıyla ırza geçme yasalan düşünsel düzeyde birbirine geçmiştir ve günümüzde bile bunları birbirinden ayırmak geniş öiçüde olanaksızdır. Erkeğin, kadının vajinasının tek ve eksiksiz sahibi olmaktaki tarihsel tutkusu, en eski evlilik yasalarının belirttiği gibi, hamile bırakma, so­yun devamı ve miras haklarını yöneten tek fiziksel araç olma konusundaki gereksiniminden doğmuştur. Erkeğin kendine özgü erkeklik gerçekliğini algılama­sına göre, başka bir boyun kadınlarını kaçırıp onların ırzına geçmek tümüyle yasaldı, çünkü kendi boyunun çoğalması için daha iyi bir yöntem olabilir miydi? Ama bu saldırının karşılığının verilmesini yasa dışı sayıyordu. Dehşetle baktığı ağır suç niteliğindeki ey­lem ve ırza geçme olarak cezalandırdığı suç niteliğin­deki edim kendi başına bir cinsel saldırı değildi, ama yasadışı bir gasp eylemi, kendine ve akrabalarına ait olan, tüm kadınların vajinalarının mülkiyetini denet­lemekteki boyuna özgü hakkın çiğnenmesiydi.

Yasalara göre evlilik, nikahtan sonra cins-el ilişki kurarak tek bir yoldan, tören ve andaçlar eşliğinde be­karetin bozulması ile tamamlandığına göre, erkeklerin ağır suç niteliğindeki ırza geçme eylemi olarak gör­dükleri şey, kendi yaptıkları bir evlilik anlaşmasının dışında, bekaretin yasalara aykırı biçimde kurbanın bedeninin gizli kesimlerine geçici olarak sahip olma yoluyla yüksek değer verilen cinsel bir yarar sağlar ve amaç yalnızca «çalmak» değil, ama ezmek ve aşa­ğılamaktır.

Demek ki, yirminci yüzyıldaki uygulamasına göre tanımlandığında ırza geçmenin çağdaş gerçekliği bu- dur. Ama, bu, yirminci yüzyıl yasalarınca tanımlan­dığı biçimiyle ırza saldırının gerçekliği değildir.

Bir Amerikan mahkemesinde cinsel saldırının suç niteliğinde ırza saldırı olarak nitelendirilebilmesi için, «ne denli hafif olursa olsun penisin zorla vajinaya girmiş olması» gerekmektedir. Başka bir deyişle, ırza geçme yasalarca, üreme organlan yoluyla cinsel iliş­kide bulunmanın nitelediği, karşı cinse yöneltilen bir suç olarak tanımlanıyor. Tartışmamız, ırza geçme da­valarının kesin koşulu olan, bu kutsanmış, kısıtlayıcı tanım ile başlıyor.

Karşı cinsle zorla cinsel ilişki kurmanın bir insa­nın katlanması gereken «en korkunç» cinsel saldın olduğu, bunun en ağır cezayı alması gerektiği, başka tür cinsel saldırılar sapık cinsel ilişki başlığı altında toplanıp yasalarca daha hafif cezalara değer görüldü­ğü ama bu suça kimi eyaletlerde cinayet suçuna ve­rilen cezaların verildiği düşünülecek olduğunda, bu­nun çağdaş suç anlayışıyla ilgisi olmayan modası geç­miş, erkeklere özgü kavramlara dayandığı görülür.

Günümüzde ve içinde bulunduğumuz çağda, cin­sel saldırının üreme organları yoluyla zorla kurulan cinsel ilişkiyle sınırlandığı ya da yalnızca erkeklerin kadınlara karşı işledikleri bir suç olduğunu söylemek olanaksızdır. Gelenek ve biyolojik olanaklar, vajina yoluyla ırza geçmeyi belirli bir politik geçmişi olan belirli bir politik suç durumuna sokmuştur, ama be­dene tecavüz ağız ya da rektum yoluyla da gerçek­leşebilir. Ve penis, ırz düşmanının en sevdiği silah, öc almasını, gücünün utkuyla sergilenmesini sağlayan başlıca araç olma niteliğini sürdürmesine karşın ger­çekte tek silahı değildir. «Doğal» şeyin yerine çoğun­lukla sopalar, şişeler ve hatta parmaklar bile kullanı­labilmektedir. Ve erkekler başka delikler yoluyla ka­dınların bedenlerine girdikleri gibi, başka erkeklerin- kine de girmektedirler. Ağız veya rektum yoluyla zor­la ırzına geçilmenin verdiği cinsel utancın, kişisel, özel iç uzamın dokunulmazlığının çiğnenmesi, akıl, ruh ve kişiliğe verilen zarar sonucunda daha az et­kili olduğunu kim ileri sürebilir?

İsteksiz kurbanlara zorla kabul ettirilen tüm cin­sel eylemler, düşüncede, yasalarca -eşit ölçüde ağır suçlar olarak işlem görelidir, çünkü bedene giriş yo­lu aşağılayıcı amaç karşısında önemsizdir. Benzer bi­çimde, suçun ağırlık ölçüsü kurbanın cinsiyetine bağlı olmamalıdır. Yasanın bu doğrultuda ilerlemesi gerektiği açıkça görülmektedir.

Tüm cinsel saldırı türleri için geçerli olan, cinsi­yet ayrımı bulunmayan, belirli eylemlere yönelmemiş bir yasa hukuk reformunun ilk adımı olacaktır. Yasa­lar, modası geçmiş başka eril kavramlardan da temizlenmelidir.

Erkekler ilk olarak ırza geçmeyi tümüyle sahip olduğu mülkün zarar görmesi, özel hâzinesinin çalın­masıyla bir tuttuğuna göre, bu konuya olan ilgisini en etkili biçimde, yasalarının koyacağı cezalarda dile getirdi. Günümüzde Amerika'nın birçok eyaletinde, birinci dereceden suç niteliğindeki ırza saldın olay­ları ömür boyu hapis cezasını gerektirir. 1972'de Yük­sek Mahkeme'nin ölüm cezasını kaldırmasından ön­ce, birçok Güney eyaletinde ırza geçmenin cezası ölümdü. Suçu, özel mülkiyetin lekesizliği ya da do­kunulmazlığına verilmiş bir zarar yerine kurbanın bedensel bütünlüğüne verilmiş bir zarar olarak gören çağdaş hukuk anlayışı, bu suça verilecek cezalan nor­mal hale getirip, cinsel saldırının .yakından ilişkili ol­duğu suç olan ağır saldırıya verilen cezalarla aynı düzeye koymalıdır.

Bu noktada yasa, «cinsel ilişkinin» suçun teme­lini oluşturduğu görüşünden ayrılıp, suçun ağırlığının değerlendirilmesine yönelmeli ve buna koşut olarak verilecek rezanın ağırlığı kurbanın saldın sırasında gördüğü nesnel bedensel zararın ciddiyeti oranında ölçülmelidir. Cezaların saptanmasında yasanın, nes­nel bedensel zararın dışında göz önüne alabileceği başka bir ölçüt saldırının gerçekleştirilme biçimi ol­malıdır. Yürürlükteki yasa silahlı ve silahsız soygun arasında ağırlık derecesi farkını belirttiği gibi öldü­rücü bir silahla gerçekleştirilen cinsel saldırıyla (bu­rada kurbanın canına yöneltilen tehlike ortadadır ve kendi kendinin delilidir) silahsız gerçekleştirilen cin­sel saldın ayrımını yapmalıdır. Birden çok saldırganın katılması cinsel saldırının ağırlık derecesinin başka bir yararlı belirleyicisidir, çünkü ağır basan sayılarıy­la birden çok saldırgan bedensel zarar yönünden ger çekçi bir tehlike oluşturur.

Parentez içinde şunu da belirtmek istiyorum; ben hapis cezasının suç sorununa en yerinde ve yasal top­lumsal çözüm, ileride işlenecek suçlara karşı vazgeçirici bir önlem ve uygarca bir misilleme olduğu gö­rüşünü paylaşanlardanım. Bence hapis cezasının ger­ekten «iyileştirici» olup olmadığı bir suçluya suçu­nun gerektirdiği cezanın verilip verilmemesinden da­ha önemsizdir. Suçluların cezaevinde gördükleri dav­ranışlarla ilgilenmek önemlidir, ama suçluların ger­çekten cezalarını ekmelerine öncelik tanınmalıdır. (*)

Günümüz feminist düşüncesi cinsel saldın yasa- lan konusunda suçun ağırlık derecesine bağlı olarak altı ayla yirmi yıl arasında değişen cezaların verildiği bir sistemi uygun görmektedir. Bu yaklaşım bana sağ­duyulu, hattâ cömertçe görünüyor, çünkü ABD'de iyi davranış sonucunda bir tutuklu cezasının üçte birini yerine getirdikten sonra koşullu olarak salıverilebilir. (Şimdiki durumda, cezaevine giren bir ıra geçme suç­lusu ortalama kırk dört ay hapis yatar; oysa sorun az sayıda ırza geçme suçlusunun cezaevine sokulması­dır.) Kurbanın kalıcı bedensel zarar ya da sakatlan­malara, ya da uzun süreli psikolojik zarara uğradığı cinsel saldın olaylarında, suçluya karşı ek suçlama­lar getirilebilmeli ve ağır saldırı gerekçesiyle de ceza verilmelidir.

Yürürlükteki yasanın tanımına göre, ırza geçme kişinin yasal kansı olmayan bir kadının bedeniyle, zorla cinsel temasta bulunmaktır. Kaba güç yoluyla kanlarını cinsel ilişkiye zorlayan kocalara, ırza geçme davası açılamayacağı konusunda tanınan ayrıcalık, Incil’den alınma «yasadışı cinsel ilişki» terimiyle eş an • lam taşıyan suç niteliğindeki ırza saldırının özgün ta-

(*) •Irz düşmanlan hadım edilsin!» sözü kimi çevrelerde slogan durumuna geldiğine göre, ben, bir muhbirin ku­lağının kesilmesinden ya da hırsızın elinin kesilmesin­den yana olmadığım gibi «hadım etme»den de yana olmadığımı söylemeliyim. Son zamanlarda örneklerine- rastlanan misilleme olarak öldürme konusundaysa ya­salara katılarak nefsi müdafaa nedeniyle adam öldür­menin haklı olduğuna, ama olaydan bir süre sonra ger­çekleştirilen, tasarlanmış cinayete göz yumulmaması gerektiğine inanıyorum. nımı kadar eskidir. İncil'deki atalarımızın gözünde, evlilik anlaşmasının dışındaki tüm cinsel ilişkiler yasa dışıydı. Ve evlilik anlaşması içindeki cinsel ilişkilerin tümü de, tanım gereği, yasaldı. Böylece, yasa evrim geçirdikçe, bir kocanın karısının ırzına geçtiği için dava edilmesi düşünülmesi olanaksız bir şeydi, çünkü yasa karısının değil onun yararlarını korumak için oluşturulmuştu. Sir Matthew Hale on yedinci yüzyılda, çağdaşlarına şu açıklamayı yaptı : «Bir koca karısına karşı ırza geçme suçu işlemekten sorumlu tutulamaz, çünkü karşılıklı onaya dayanan evlilik anlaşmasında kadın geri dönülmeyecek biçimde kendini kocasına vermiştir.» Başka bir deyişle, evlilik her an cinsel iliş­kiye katılma anlamına gelir ve anlaşmanın maddele­rine göre bir kocanın karısıyla, istemine karşı ve zorla ilişki kurma hakkı vardır.

Yazında, evlilik içinde yer alan ırza saldırının en tanınmış örneği Galsworthy'nin The Forsyte Saga ro­manında sahne gerisinde, ünlü televizyon dizisindeyse sahne üzerinde yer alan, Irene'nin Soames tarafından cinsel ilişkiye zorlanması olayıdır.

Galsworthy'nin sunduğu biçimiyle Soames'un mantığı, Galsworthy'nin kendi mantığı olmamasına karşın tüm kocaların mantığını gösteren görüş, isten­meyen kocanın «sonunda haklarını kullandığını ve bir erkek gibi davrandığını» savunur. Ertesi sabah tek başına oturmuş yatak odasındaağlamasını sürdüren Irene'i dinlerken Soames aklından şunları geçirir «Olay gerçekte büyük bir şey değildi; kadınlar kitap­larda bu konuyu abartmışlardı; ama hayat adamları­nın, sağduyulu düşünebilen erkeklerin serin kanlı ka­rarları ışığında, çoğu boşanma davalarında övgüye değer bulduğu gibi, evliliğin kutsallığını korumak, ka­rısının görevlerini yerine getirmemesini önlemek için elinden geleni yapmıştı... Hayır, pişmanlık duymu­yordu.»

Sağduyulu düşünebilen kadınların serinkanlı ka­rarları açısından, zorunlu cinsel ilişki bir kocanın ev-

lilik hakkı değildir, çünkü böyle bir «hak» eşitlik ve insanlık onuru kavramlarının tümünü yadsır. Cinsel ilişki her seferinde kan ve koca tarafından yeniden onaylanmalıdır, çünkü kadınlar kendilerini gördük­leri gibi olacaksa, (eşit haklara sahip bir eş olarak) cinsel ilişki karşılıklı isteğe dayanan bir eylem olma­lıdır, kadını bedensel bir zarar vermekle korkutup, ekonomik yaptırımlarla zorunlu kılınan bir karılık «görevi» değil.

Evlilikte yer alan ırza geçme olayları konusunda yasa düşünsel açıdan büyük bir atılım yapmak zo­rundadır, çünkü evli eşlerin karşılıklı haklan kavra­mı, evlilik aktinin feshinde, tartışmalı boşanmalarda; hukuk mahkemelerinde yürütülen medeni hukuk iş­lemlerinde, eskiden bu yana geçerliliğini korumasına karşın kocaların karılarının bedenlerine uyguladıkla­rı kaba güç eylemlerini örtbas etmek amacıyla kulla­nılmamalıdır. Saldırı ve kişinin haksız yere dövülüp, bedensel zarara uğratılması eylemlerini denetleyen yürürlükteki yasaları, evlilik içi ırza geçme olaylarının ele alınmasında yeterli görenler olduğu gibi; daha li­beral bir görüşle, cinsel saldın yasasının yalnızca, ko­calık haklarını almak üzere eski kansına dönen, fa­kat yasal olarak boşanmış erkeklere uygulanabilecıe- ğini öngörenler de vardır. Ama her iki çözüm de te. meldeki saldırıyla başa çıkmaktan acizdir.

Yazılı tarihin başlangıcından bu yana, suç nite­liğindeki ırza saldın, evlilikte, karşılıklı anlaşmaya dayanan gelenek V'8 görenek yasalarıyla koşullandırıl- mıştır ve artık ilk ve son kez olarak bir değişiklik yapmanın sırası gelmiştir. Cinsel saldırı, evlilikte ya da evlilik dışında, nerede meydana gelirse gelsin, be- d-ensel bütünlüğe el uzatılması ve özgürlük ile kendi geleceğini belirleme haklarının çiğnenmesi demektir. Bu sözleri yazmanın işlerliğe sahip yasal koşulların sağlanmasından daha kolay olduğunu ve jürilerin, ko­casını kendi istemine karşm cinsel ilişkiye zorlamakla suçlayan bir kadınla karşılaştıklarında karar vermekte

.cinsel zorbalık güçlük çektiklerini biliyorum; ama bedenine sahip olma ilkesinin, hiçbir düzeyde çiğnenmemesi gereken bir ilke durumuna gelecekse, niteliksel ayrım yapıl­maksızın yürürlüğe konması gerektiğine inanıyorum.. Bu ilke, Anglo-Amerikan yargı sistemi açısından dev­rimci bir nitelik taşımasına karşın, İsveç ile Danimar­ka'nın, S.S.C.B. ile Komünist bloktaki başka ülkelerin- ceza yasalarında doğal olarak ve insanlık onurunun bir gereği sayılarak yer alır, ama uygulamada nasıl işlediğini söyleyemem. (İsviçre ve Yugoslavya gibi ki­mi Avrupa ülkelerinde. birisini işinden etmekle kor­kutarak gözdağı vermek gibi ekonomik baskılar kaba güç kullanarak korkutmayla bir tutulur.)

Karşılıklı anlaşma kavramı, çocuk yaştakilerin ır­zına geçilmesine ilişkin çok tartışmalı yasalarda da kendini gösterir, ama burada anlaşma ters yönde de­ğerlendirilir,- evlilikte olduğu gibi geri alınamayacak bir şey olarak değil verilemeyecek bir şey olarak gö­rülür. On üçüncü yüzyıl Westminster yasalarından bu yana, yasa kendince belirli bir yaş saptayarak bu yaşın altındaki kızlarla kurulacak cinsel ilişkiyi, ister kaba güç kullanılmış olsun ister olmasın, ağır ceza gerektiren bir suç saydı, çünkü kız kendi başına karar verebilmek için çok gençti. Çocuk yaştakilerin ırzına geçme suçuyla bir arada yer alan ve bir anlamda bu­nunla çelişen akrabayla cinsel ilişki kurmanın Cin- sestl, bir çocuğun akrabası tarafından cinsel kulla­nımının cezalan aşın hoşgörülü olmuştur. Bu da ço­cuğun babasına ait olduğunu ileri süren kuramsal görüşün başka bir belirtisidir. Değişmezlik gösterme­yen yürürlükteki yasalar uyarınca, çocuk yaştakilerle cinsel ilişkide bulunma suçu birçok yargı sisteminde ömür boyu hapis cezasına çarptırılabilir, ama aile içi cinsel ilişki suçu ender olarak on yıldan çok hapis cezasına çarptırılır; bu ceza yaklaşık olarak, sapık cinsel ilişkide bulunma suçuna verilen en ağır cezaya eşittir.

Yalnızca babalık haklarının korunması değil, tüm-. çocukların bedensel bütünlüğünün korunması yasalar tarafından gerçekten sağlanacaksa, suçlar arasındaki yürürlükteki aynm (yabancıların çocuk yaştakilerle cinsel ilişki kurması; aile üyelerinin aile içi cinsel iliş­ki kurması gibi) ortadan kaldırılmalıdır. Belirli bir eşitlik yaşının saptanması genç kız ve erkeklerin ko­runması açısından gerekli ve insanca bir önlem ol­masına karşın, kişinin kendisince seçilen yaş sınırı hukuksal bir uzlaşma olarak görülmelidir, çünkü cin­sel olgunluk ve deneyim zamanın geçmesiyle kendili­ğinden ortaya çıkmaz. Kendilerini bu güç sorunun çö­zümüne veren feministler, on iki yaşın altındaki tüm çocukları, cinsel saldın. yasasında çocukluk yaşının saptanması ile korumak gerektiği, çünkü aslında ço­cukluk yaşının, biyolojik işlevleri ve yansımaları, er­genlik ve cinsel bilincin başlamasıyla ilintili olduğu görüşünü paylaşırlar. Çocuk yaştakilerle cince] ilişki kurma suçuyle ilgili yasalarda geleneğe koşut olarak, on iki yaşın altındaki çocuklara karşı işlenen suçlar, yirmi yıl olarak saptanan en ağır cezayı görmelidir. On iki yaş, on altı yaş arasındaki genç insanların, amaçlarına ulaşmak için kaba güç yerine yetkelerini kullanan yetişkinlerin cinsel baskılan karşısında özel­likle savunmasız oldukları düşünülerek (çok bilinen üç örnek vermek gerekirse, ev içinde, bir kurumda ya da tıp merkezlerinde) bu tür suçlara, daha sınırlı bir «çocuk yaştakilere yöneltilen cinsel saldın» kavramı uyarınca ve buna koşut olarak yaş ilerledikçe daha hafifleşen cezalar verilmesinde yargı gücüne bağım­sız karar verebilme olanağı tanıyacak kadar esnek olunmalıdır.

«Karşılıklı anlaşma»nın bir cinsel saldırı davasın­da oynadığı başka bir rol daha vardır. Eylemin gözden geçirilmesinde, bir suç işlenip işlenmediğine karar vermekte, mahkemede tartışılan anlaşma kavramı kurbanın saldırı karşısında yeterli ölçüde direnip di- renmemesine, isteminin gerçekten kaba güç kullanımı ya da bedensel zarar görme korkusuyla etkisiz kılınıp kılınmamasına bağlıdır. Şiddete dayanan cinsel suç­ların kendine özgü niteliği, insanların bu suçların an­lamını kavramaktaki kendilerine özgü tarihsel tutum­ları ölçüsünde, yasanın anlaşma kavramını bulandır­mıştır.

Soygun kurbanlarının soyguncuya karşı koyduk­larını kanıtlama zorunluluklarının olmayışı sorgusuz kabul edilir ve parayı soyguncuya vermekle eylemi onayladıkları ve böylelikle eylemin suç sayılmayaca­ğı sonucuna hiçbir zaman varılmaz. Gerçekten, polis çoğunlukla yasalara saygılı yurttaşlara soyguna kar­şı koymamalarını, ama bunun yerine serinkanlılıkla olayın sona ermesini bekleyip suçu ilgili yetkililere bildirerek, her şeyi adaletin eline bırakmalarını öğüt­ler. Oysa, bu günlerde, bir soyguna başarıyla karşı koymak kahramanlık sayılmaktadır.

New York kentinin, bazı orta sınıf yerleşme böl­gelerinde, gece sokağa çıkmak zorunda kalanlar, işten eve dönerken, kısa bir gezinti sırasında, ya da köpek­lerini gezdirirken karşılarına çıkacak herhangi bir soyguncunun saldırısını savuşturmak ve isteklerini doyurabilmek için yanlarında «soygun parası» olarak on dolar taşımayı alışkanlık edinmişlerdir. Açıkça görüldüğü gibi, birkaç dolardan olmak bedensel şid­deti göze almaktan daha iyi bir pazarlıktır. Paranızı bıçak çeken birine vermeniz, ya da karanlık ve ıssız bir yolda silahsız ama kötü amaçlı birini memnun et­mek için elinizi para cüzdanınıza atmanız, ekonomik yönden sarsıcı ya da duygusal yönden üzüntü verici olabilir ama bir cinsel saldırının yol açtığı, kişinin Öz­gür iradesine yöneltilmiş ağır aşağılamayla karşılaş­tırılamaz. Suçun amacı, para gibi fiziksel açıdan ba­ğımsız ve taşınabilen bir nesnenin ele geçirilmesi de­ğil, bedensel ilişki ve fiziksel saldırıdır. Yine de uy­gulamadaki yönüyle suçun doğası soyguna çok ben­zer, çünkü ırz düşmanının cinsel amacı soyguncunun parasal amacını çağrıştırır (kurban kadın olduğunda, çoğunlukla her iki amaç da bir tek karşılaşma sıra­sında yerine getirilir) ve böylece, bir cinsellik suçunda da suçluyla kurbanı arasında pazarlığa girilebilir. Bu yönüyle, cinsel saldın kurbanın tepkisi açısından ba­sit bir saldın olayından çok soygun olayına benzer, çünkü saldın olayı fiziksel karşılaşmanın dışında bir amaç taşımayabilir ve dahası kendilerini saldın kar­şısında bulan kimseler çoğunluk dövüşerek kendileri­ni savunur.

Yasanın kurallarınca, soygun ve saldırı kurban­larının direndiklerini ya da olayı onaylamadıklarını ya da eylemin yeterli 'bir kaba güç ya da kaba güç korkusuyla gerçekleştiğini kanıtlamaları gerekli de­ğildir; çünkü yasa bir kimsenin, bir hayır işi ya da inandığı bir dava dışında, parasını isteyerek başka­larına vermeyeceğini ve kötü biçimde dövülmeye ya da bedensel acı ve zarar verilmesine isteyerek boyun eğmeyeceğini varsayar. Ama ırza geçme ve başka tür cinsel saldırı kurbanları gerekli delilleri; karşı koyduklarını, rıza göstermediklerini, iradelerinin kaba güç ve korku karşısında etkisiz kaldığını kanıtlamak zorundadır; çünkü yasa hiçbir zaman karşılıklı isteğe dayanan cinsel birleşmeyle zorlamaya dayanan, suç niteliğindeki cinsel saldırganlığın arasındaki ayrımı doyurucu biçimde saptamamıştır.                                      .

Kabul etmek gerekir ki yasalardaki karışıklık, zorlamasız cinsel birleşme eyleminde erkeğin doğal ve biyolojik etkinlikte bulunma biçiminden kaynaklan­maktadır. Ama penisin vajinaya sokulması kendi ba­şına düşünüldüğünde, erkeklerin kanılarına karşın erkekçe bir üstünlük eylemi değildir. Yasanın sonu gelmeyen karmaşasının gerçek nedeni, ırza geçme ey­lemiyle karşılıklı rızaya dayalı cinsel birleşme ayrımı­nı gerçekleştiremeyişine ve temel kültürel inancın ön­gördüğü, erkeğin «etken» olması, kadınınsa «edilgen» kalması gereğine dayanır. Ve böylece erkeklerin ya­rarının korunması için, yasa kaba güç ya da kaba güç korkusunun kendi içinde ve kendi başına inan­dırıcı olmadığı kanısıyla kurbanın suç eylemi sırasın­daki davranışını ayrıntılarıyla incelemeye yönelir.

Menachem Amir'in araştırmasına göre, saldırgan, polisin gerçek saydığı ırza geçme olaylarının ancak beş;;e birinde tehlikeli bir silah kullanmıştır. Bu tür oiaylar bir jüriyi inandırabilir. Ama çoğu ırza geçme olayları bıçaksız, tabancasız, demir çubuksuz ya da benzeri bir araç olmadan gerçekleştirilir. Daha çokça kullanılan kaba güç, temelde bir boğucu üstünlükten. itip kakma ve dürtüklemeden, giysilerin parçalanma­sı, sözle ölüm ya da sakatlanma korkusu yaratılmasın­dan ve birden çok saldırganın somut varlığından kay. naklanır. Hiç kuşkusuz, bu koşullardan herhangi biri kurbanı hareketsiz bırakacak, direnmesini engelleme­ye ya da direnmenin yararsız olacağına inandırmaya yetecek ölç üde korku uyandırabilir ve uyandırmak­tadır.

Kaba güç ya da kaba güç korkusu karşısında oluşan direniş ya da rızanın yürürlükteki ölçütleri, hiçbir zaman kurbanın duyduğu korkuyu kesin olarak belirleyememiştir çünkü korku, psikolojik bir tepkidir. Jürilerin suçsuzluk kararlarının açıkça gösterdiği gi- bi, olaydan altı ay sonra mahkemede, bir davranış ölçüsüne göre saptanabilecek nesnel bir ölçü değildir. Bu nedenle bir ırza saldın kurbanının «mantıklı ölçü­ler içinde» karşı koyduğunu ve sonunda boyun eğme­sinin, davranışlarıyla saldırıya rıza gösterdiği anla­mına gelmedini kanıtlamak zorunda bırakılması ke­sinlikle haksızlıktır; çünkü mahkemede bu gibi ölçüt­ler başka ağır suç kurbanlarına uygulanmamaktadır Bir jüri, mağdur durumundaki davalının ifadesini ol­duğu gibi, yani özet olarak ele alıp değerlendirebil- melidir; bu, yasalarca başka mağdur kişilere tanınan hakkın aynıdır.

Mağdur tarafın eylem sırasındaki tepkisi ölçülüp tartılmakla kalınmaz, «rıza gösterme eğilimimi ilgi­lendirdiği, ya da inanılabilirliğini, doğruluğunu yansıttığı gerekçesiyle cinsel geçmişi de ayrıntılarıyla in­celenir. Ya da yasa bunu gerektirir. Uygulamadaki işleyişiyle, bir kadının cinsel geçmişini delil olarak ele alan jüriler bu bilgiyi kadının ahlakı üzerine karar vermekte kullanırlar ve bu noktada ırza geçme efsa­nelerinin tümü etkinlik kazanır, çünkü erdemli bir kadının ya hiçbir zaman ırzına geçilemeyeceği, ya da kendisini saldırıya açık kılacak durumlara düşmeye­ceği düşüncesi geçerliğini sürdürür. Böylece jüri oda­sında şu sorular sorulur : «Kadın bunu istemiş mi yok­sa istememiş mi?»; «Erdemli bir kadın olsaydı, hazî­nesini korumak için ölene dek direnmez miydi?»; «Bir erkeğin meslek ve ününün zedelenmesi bu sürtük için değer mi?»

Irza geçme suçunun geleneksel namus anlayışın­dan tümüyle soyutlanması gerekir, çünkü namusun buradaki anlamı bir kadının fama bir erkeğin değil) evlilik dışı cinsel ilişkiden uzak durması demektir. Cinsel eylemin bir kadının «namus»una leke süreceği görüşü tümüyle kadını kendi aracı olarak gören erke­ğin ürünüdür. Kadının «önceki eldeğilmemişliği» kav­ramı ve sözleri, «mağdure» (kadın davacı) sözü ve kavramıyla birlikte, davacının davası açısından kış­kırtıcı ve önyargılı olduğu gerekçesiyle yasa sözlüğün­den çıkarılmalıdır.

Birçok eşle kurulan cinsel ilişkiler, geçmişte bir kadının cinselliğe karşı duyduğu sağlıklı ilgiyi, ya da kendi eğilimlerini kanıtlayamadığı bir sömürü ve mağdur edilme sürecini belirleyebilir; serüvencilik, başkaldırı, merak, coşku ya da teslimiyet ruhunu or, taya koyabilir. Nedeni ne olursa olsun (gerçekte bir­çok nedeni vardır) ırza geçme kurbanının kendi seç­tiği eşlerle kurduğu daha önceki cinsel ilişkiler hiç değilse günümüzde ve içinde yaşadığımız çağda, dü­ş ünce ve bedenin temizliği ya da lekelenmişliğinin be­lirtisi sayılarak incelenmemelidir ve söz konusu du­rumda, zorla ırza geçme olayının yer alıp almadığının saptandığı jüri odasında yeri yoktur. Davacıyla da­valı arasında daha önceden var olan cinsel ilişki ko­nuyla bağlantılı olabilir ve bu tür bilgilerin araştırıl­ması engellenmemelidir.

Yürürlükteki yasaların düzeltilmesi ve cinsel sal­dın yasasına yöneltilecek yeni bir yaklaşım yasanın yaptırım gücünün sağlanması konusunun yeniden ele alınmasıyle. bir arada yürütülmelidir. Tüzükleri kimin yorumlayacağı ve uygulayacağı sorusu yasanın içeriği ölçüsünde önemlidir. Günümüzde, cinsel şiddet suç­larının adalet arayan kadın kurbanları; genel doğrul­tuları, değer yargıları ve kuşkularıyla davalının ta­rafında yoer almaya zorlanan yetke sahibi erkeklerin sözüne bağlı kalmak zorundadır.

Bence ırza geçme olayının en acı yanı erkeklerin yalan yere suçlanmaktan duydukları tarihsel korku­dur. Bu korku İsrailli Yusuf ile Potifar'ın karısının Kitabı Mukaddes'ten kalma günlerinden bu yana er­keklerin folklorunda dile gelmiş, Sigmund Freud ve ardıllarının psikanalitik öğretilerinde yeni bir anlam ve canlılık kazanmıştır. Erkeği; yalancı, kinci ve dü­zenbaz bir kadın'karşısında koruma amacıyla oluşturulmuş bir dizi özel delil ölçütü ırıza gösterme, di­renme, namus, doğrulama). doğrultusunda yönlendiri­len, ırza geçme suçlamasına karşı yasal savunmanın can damarını oluşturmuştur bu korku.

Kasıtsız bir yanılgı olan yanlış kimlik saptaması gibi nedenlerle asılsız yere suçlamanın da herhangi bir ağır suç davasındaki yeri tümüyle görmezlikten gelinemez; ama işin ilginç yanı, hiç kuşkusuz şudur-. Erkekler kendilerini ve bizleri, kadınların kolaylıkla ırzlarına geçmekle suçladığına birini inandırırken, ırza geçme olayının gerçeğinde, mağdur durumundaki kadınların suçu polise bildirip yasal yollara başvur­mamaları yatar. Kadınları bu davranışa iten, herkesin olayı öğrenmesinin vereceği utanç, bir kadını kendisi­ne karşı girişilen cinsel saldırganlık eyleminden so­rumlu tutan ve suçluluk duymasına yol açan ikili de­ğer yargısı, saldırgandan gelebilecek misilleme (bir kez ırzına geçilince, yeniden kurulabilecek bir ilişki­nin uyandırdığı korkul ve kadınların ifadelerine, er­kek savunmasının ilk aşamasında kuşkuyla bakılaca­ğını gösteren kanıtlardır.

On yıl önce, Federal Soruşturma Bürosu'nun Suç Raporları, polise bildirilen ırza saldın olaylarının yüz­de 20'sinin «soruşturma sonucu asılsız sayıldıklarımı gösteriyordu. 1973'e gelindiğinde, bu sayı yüzde 15'e düşmüştü ve Federal Soruşturma Bürosu'nun deyimiy­le «ırza geçme» en düşük oranda bildirilen suç olma durumunu korumuştu. Yüzde 15'lik asılsız yere suç­lama oranı yadsınamayacak denli yüksektir. Ama New York kenti özel bir cinsellik suçları araştırma ekibi oluşturup, şikayetçilerle konuşmak üzere kadın polis­leri gönderince, New York'daki asılsız ırza geçme suç­laması sayısı çarpıcı biçimde yüzde 2'ye düştü ve bu oran başka asılsız ağır suç bildirimlerine eşitti. Orta­dan yok olan bu istatistik farkından alınacak ders açıktır. Kadınlar başka kadınların sözüne inanır. Er­kekler inanmaz.

Kadınların geleneksel olarak ve tasarım sonucu, yasaların yürütüldüğü tüm önemli alanların, polis ör­gütünün, savcılığın, jüri locası V'e yargıç iskemlesinin, temyiz ve anayasa mahkemelerinin dışında tutulma­ları, erkeklerin oluşturduğu yasalar uyarınca adalet arayan ırza tecavüz kurbanları açısından çift yönlü bir engel ortaya çıkarır. Ve bu yüzden yasanın görü- nümünun gerçegı yansıtacak biçimde değiştirilmesi yeterli değildir. Yasaların yürütülmesi ve adaletin sağ- la.nması gibi ağır sorumluluklar taşıyanların da görü­nümleri değiştirilmelidir.

Büyük önem taşıyan yasaların yürütülmesi ala­nında, erkeklerle aynı düzeye gelebilme savaşımının kadınlar açısından tam eşitliğin kazanılacağı ya da yitirileceği başlıca sınav zeminini oluşturacağına ina­nıyorum. Yasaların yürütülmesi sözlük anlamıyla top­lumsal  düzenin sağlanması için gerektiğinde kaba güç kullanılması demektir ve kaba güç başlangıçtaki dişe diş göze göz günlerinden beri erkeklerin öncelik hakkı sayılmıştır, çünkü boy, ağırlık, güç, biyolojik yapı ve yasanın kendisi kadar katı geleneklerle kadın­lara yasaklanan bilinçli bir eğitime dayandırılmıştır.

Geçmişte kadınlar erkekleri yasal koruyucu seç­mek ve onlara yalnızca yasaların oluşturulmasını de­ğil yürütülmesini de bırakmak zorunda kalmışsa, gü­nümüzde bu dengesizlik ivedilikle giderilmelidir. Çün­kü olaylar tam tersine dönmüştür. Irza geçme eylemi ve uyandırdığı korkuya yol açan biyolojik olanak ge­çerliğini sürdürmektedir ama toplumsal anlaşmamız yasaların yürütülmesi açısından kaba güç kullanımı­nı gereksiz kılacak bir düzeye ulaşmıştır sanırım. Çe­şitli kentlerin polis gücünde çalışanların, iyi bir polis görevlisi olmakta boy ve bedensel gücün başlıca et­ken olmadığını kabul etmekte gösterdikleri isteksizlik malumdur. Ama bu görevliler modası geçmiş erkekçe değer yargılarına saplanmış oldukları için şimdilik bağışlanabilir. Yeni araştırmalar açık biçimde göster­miştir ki, kadın polisler bir düzensizliği gidermekte ve tutuklama yapmakta erkekler ölçüsünde başarılı - dır; zorlu durumlarda, «polis şiddeti» deyimini haklı çıkaran kaba güce başvurmaksızın görevlerini yerine getirmektedirler.

«Devrimci» sözcüğünü gelişigüzel kullananlardan değilim, ama kentlerdeki polis merkezlerinde eşit sa­yıda kadın ve erkek görevlendirilmesi, kadın haklan açısından büyük önem taşıyan devrimci bir amaçtır. Ve ordu beslemeyi sürdüreceksek (daha uzun süre öyle olacağı anlaşılıyor) ordu da eşit sayıda erkek ve kadından oluşturulmalıdır; yerel güvenlik merkezle­rinde ve savcılık bürolarında, il jandarma gücünde, kadınlara yer verilmeli, kısacası kadınlar erkeklerin egemenliği altındaki bir topluluk olmaktan çıkacak­larsa, ulusun yasal yetke bünyesi (fiziksel anlamdaki yetkeyi belirtiyorum) erkeklerin tekelinden ve dene­timinden çıkarılmalıdır.

Kadın haklarının korunması ve özellikle de er­keklerin cinsel saldırısından sakınma hakkı için dü­rüst çalışan yasal bir yargı gücü ve etkili bir yönetim sistemi, suçluları ivedilikle mahkemeye çıkardığı, şi­kayetçi açısından olayı en etkili biçimde ele aldığı ve haklı cezaları verdiği sürece ırza saldırı olayının denetlenmesinde yararlı bir mekanizma olabilir. İşler­liğe sahip cinsel suç yasalarının «düzeni sağlamak» ve olumlu bir caydırıcı güç oluşturmaktaki yararlı et­kilerini küçümseyecek değilim ama, tüm feministlerin <ve sağduyu sahibi kimselerin) amacı yalnızca etkili bic denetleme yöntemi değil, ırza geçme olayının tü­müyle ortadan kaldırılması olmalıdır.

Yasayı ve yasanın yürütülmesini yeni bir yak­laşımla ele almak yolun yalnızca yarısı demektir. Yasanın yürütülmesinde kadınlara yüzde elli ora­nında yetki tanınması, erkekçe kaba güç gösterileri­ne son verecektir. Oysa, ırza geçme ideolojisi, suçlula­rı korumaya yarayan hoşgörülü bir hukuk sistemi ve yetkenin yasal kullanımı üzerindeki erkeklere öz­gü denetimin tümünün ötesinde bir güç tarafından yönlendirilip yüreklendirilir. Irza geçme ideolojisi toplumumuzun her düzeyinde etkin olan kültürel de­ğerlerle beslenir ve bu kültürel saldırıyı geri püskürt - mek için cepheden hücuma geçmek gereklidir.

Erkeklerin kadınlar üzerindeki saldırgan üstün­lüğünü doğal hak sayan kuram, toplumsal değerler sistemimizde öylesine köklü bir yere sahiptir ki, son zamanlarda, sinema, televizyon reklamları ya da ço­cuk kitaplarında bu görüşü ortaya koymaya yönelik çabalar ancak yüzeyi yalayıp geçmiştir. Sorun, ku­tuplaşmış toplumsal rollerden (eylemci erkek, izleyi­ci kadın) ve kadın bedeninin edilgen cinsellik nes­nesi olarak abartılmış biçimde tanımlanmasının ka­dınlık onuru ve kimlik bilincini "aşağılayıcı" sayıl masından, ya da bu tanımlamaların genç kızlara ör­nek alınacak toplumsal roller sunamayışından de­ğil; toplumun cinsellik anlayışının, erkek egosuna her yerde doğal üstünlüğünün C ve kadının güçsüz­lüğünün) “kanıtı’nı sunarak onu pohpohlamak ere­ğini taşıyan, kadınlara yönelik bilinçli bir aşağılama biçimi olmasından kaynaklanmaktadır.

Kadın hareketini eleştirenler, giyim ve davranış lanrnızda düzensiz, dağınık saçlı, ayağı çizmeli kadınca sorumluluklarımızı kabul etmeyi reddeden, çenesi düşük, yeniklikten öfkelenen taraf olarak ku­surlarımızı saymazlarsa bu kezde tepki ve tutumla­rımızda belirli ama açıklanması güç bir ağırbaşlılık ve cinsellik karşıtı bir erdemlilik taslama havası sez­diklerini dile getiriyorlar. Gerçekte söylemek istedik­leri şudur: "Hadi kızlar, kadınların özgürlüğü savaşı­mınızın, cinsel özgürlük için verilen daha büyük çap­taki savaşın parçası olduğunu bilmiyor musunuz? Kendinizi eski saplantılarınızdan kurların! Kadınsı çekiciliğinizi artırmak için sizlere yönelttiğimiz o üç harfli sözlerden, vahşi homurtularımızdan alınıyor - muş gibi görünmekten vazgeçin. Milyonlarca satan parlak kuşe kağıtlı dergilerimizin kapaklarına, kimlik­siz çıplak bedenlerinizin resimlerini bastığımızda bunu sîzlerin sonsuz güzelliğinize (bizim hesabımıza göre bu güzellik yirmi yaş ya da civarında sonsuz olmaktan çıkmaktadır) gösterilen duyumsal saygı­dan yapıyoruz. Biraz eğlenmek istediğimiz zaman sokağa çıkıp yarım saatliğine bir fahişenin bedenini kiraladığımızda karşılılı anlayış içindeki yetişkini ilgilendiren bir eyleme katılmış oluyoruz; bununsa sizlerle ne ilgisi olabilir? Sinema salonlarımızı pornografik filmlerin sergi alanları, kitapçılarımızı, kit­lenin ürettiği açık saçık iğrenç sözlerin rahatlıkla or­taya konduğu yerlere dönüştürdüğümüzde, yalnızca özgür girişim sisteimizin mucizelerine şaşmakla kalmamalı ama baskıcı orta sınıf ahlakının sınırları­nı zorladığımız ve çok değer verdiğiniz yurttaşlık haklarının tümünü savunduğumuz için bizleri alkış­lamaksınız. Çünkü bizler açık saçıklığı, söz söyleme özgürlüğü dediğimiz o soylu liberal geleneğin savun­ma hattı durumuna getirdik. Kuşkusuz sizler söz söyleme özgürlüğü ve yurttaşlık haklarına karşı değil­siniz, öyle değil mi?"

Pornografi ve fahişeliğe gösterilen hoşgörüye kar. şı çıkmak ırza geçme olayına karşı verilen savaşın ana unsurudur ve bu yönde uyarılmak liberal kesi­min büyük bölümünü öfkelendiriyorsa, ben de bu­na karşılık böyl’esi liberalerin politik görüşlerinden ve kadın hakları konusuna gösterdikleri ilginin ger­çekliğinden kuşkulanırım. Daha yumuşak bir dille açıklayacak olursak, feminist bir çözümleme, sorgu­suz kabul edilen yüce liberal geleneğinkiler dahil da­ha önceki varsayımların tümüne, yeni düşüncelere açık bir kuşkuculukla yaklaşır, çünkü önceki gelenek­lerin tümü kadınların davasına karşı işlemiştir ve hoşgörülü liberallerinki de içinde olmak üzere hiç­bir değer sisteminin dokunulmazlığı kalmamaktadır. Ne de olsa, liberal politika feminist görüşten, başka çağdaş kaynakların herhangi birinden aldığından çok daha azını almıştır; liberalizm kendi erdemliliği dolayısıyla tam bir mükemeliik içermez; yetkinlik ko­nusunda özel bir iddiası yoktur. Daha çok başkalan- nın kendisini duyarlı kıldığı değerlere açıktır.

Savunma avukatı mantığı liberal geleneği öyle. sine 'etki altına almıştır ki, kadın hareketinin savu­nucuları, ilk kez 197l'de ırza geçme konusunu poli­tik bir sorun durumuna getirdiğinde ve New York Eyâleti’nin ırza geçme yasasının, doğrulayıcı delil zorunluluğunu kaldıracak biçimde değiştirilmesini istediğinde kendilerini savcının yanında bulmuştur; buna karşı liberalizmin temel kurumu olan American Civil Liberties Union (Amerikan Yurttaşlık Hakları Birliği) de ayaklanmıştır. İki yıl sonra, ACLU, femi­nist avukatların çalışmaları sonucunda, yasa tüzük­leri uyarınca ırza geçme kurbanlarının düştüğü güç durum konusunda duyarlık göstermeye başladı ve bir kez ırza geçme kurbanlarına duyulan bu ilgi, ACLU’nun tüm davalara gösterdiği uzun süreli ve haklı ilgiyle dengelenince, yurttaşlık haklan örgütü doğrulayıcı delil zorunluluğunun kaldınlmasına kar­şı çıkmaktan vazgeçti. Bence bu olay, büyük çapta düşünsel bir değişimdi ve belki de ileride gerçekleşe - cek büyük değişikliklerin habercisiydi. Tüm olaylar­da, tarihimizi bilenlerin anımsayacağı gibi, kadınla­rın özgürlüğü hareketi radikal sol tarafından ortaya atıldığında, karşılaştığımız ilk önemli sorun, sonradan erkek solu olarak adlandırdığımız kurumun yapısı, öncelikleri ve düşünce biçimlerinden kendimizi arın­dırmak oldu ve böylelikle şimdi kendimizi, erkeklere özgü liberal bir gelenekten başka bir şey olmayan ol­gunun öncelikleri ve düşünce biçimleriyle çatışma içinde buluyorsak, bu bizi şaşırtmamalı.

Bir kez, ırza geçmenin akıldışı, dürtüsel, denet - lenemeyen bir şehvet suçu değil, yenen taraf açısın - dan bilinçli, düşmanca ve şiddete dayanan bir ele ge­çirme ve aşağılama eylemi olduğu, sindirme ve kor­ku salma amacıyla tasarlandığı yolundaki temel ger­çeği kabul etmeliyiz. O zaman, toplumumuzda, er­keklere ve özellikle ırza saldın olasılığını taşıyan nü - fusun çoğunluğunu oluşturan yetişkin erkeklere, sal - dırganlık eylemlerini değil bir törel haksızlık, ceza gerektiren bir suç bile işlediklerinin bilincine vara- madan uygulamalarında psikolojik ve ideolojik destek sağlayan tutumları yücelten ve yaygınlaştıran öğelere yönelmemiz gerekir. Yapay erkeklik anlayışlarıyla iç içe geçmiş olan ırz düşmanı kahraman efsanesi, kadını iğfal etmekte başarılı erkekten "istediğini is­tediği anda elde eden" erkeğe dek, erkek olmanın, bir kadının bedenini satın alma hakkı da dahil olmak üzere bazı ayrıcalıklara sahip olmak anlamına gel­diğini kavradıkları ilk andan başlayarak genç erkek­lere aşılanır. Genç erkekler kadınların para karşılığın­da alınabileceğini ve cinsel eylemlerinin belirli bir fiyatı olduğunu öğrendikten sonra, neden satın alına­bilen bir şeyin, parasal bir alış veriş gerektiren top­lumsal davranış biçimlerine goerek kalmadan da ele geçirilebileceği sonucuna varmasınlar?

Fahişelik ile ırza saldırı arasında bir bağ bulu­nabileceği hiç kuşkusuz yeni bir düşünce değildir. Eski (ve değer verilmeyen) şehvet, cinsel dürtü ve rahatlama kuramından yola çıkan erkekler fahişeli­ğin yasallaştırılması sonucu, uygun bir fiyat karşı­lığında istendiği anda kadın bedenine sahip olabil - me yoluyla, ağır suç sayılan ırza saldırının denetle­nebileceği görüşünü ortaya atmışlardır bazen; çünkü böylelikle erkeklik içgüdüsü, rahatça, etkili ve toplu­mun başına en az dert açacak biçimde doyurulmuş olacaktır. Ne yazık ki bu erkeğe dönük pragmatist­ler adına Dr. Kinsey bile böylesi bir bağın "doğru­luğu ya da yapaylığını kanıtlayacak yeterlilikte ve­riyi" ortaya. çıkaramamıştır. Genelevlere sık sık giden erkeklerin ırza geçmeyle suçlananlardan genellikle daha yaşlı olduklarını deliller göstermesine karşın, Kinsey'den yirmi yıl sonra, fahişelik ve ırza geçme arasında bir bağ olduğunu ortaya koyma çabası ha­la sürdürülüyordu. Benim düşünceme göre, Ameri­kan erlerine açık genelevlerin resmi olarak onaylan­dığı, hatta üs kamplarındaki eğlence birimlerinin içi­ne katıldığı Vietnam’da Amerikan ordusunun yaşa­dığı deneyim; üs kampında bir serbest atış alanının sağlanmış olması nasıl silahsız halkın ve çocukların vurularak öldürülmesinde caydırıcı rol oynamıyor­sa, düşük fiyata cinsel temas olanağının sağlanmış olmasının da, ırza geçme konusunda caydırıcı ola­madığını eksiksiz biçimde kanıtlamaktadır.

Ama yasallaştırılmış fahişelik karşısında duydu­ğum dehşet, ırza geçme konusunda caydırıcı bir et­ken olmadığından değil, kadın bedenine sahip olma­nın erkeğe özgü, kutsal olmasa bile parasal bir hak sayılacağı görüşünü ve cinselliğin uygar erkeklerden esirgenmemesi gereken, kadınlara özgü bir hizmet sayılacağı görüşünü kurumlaştırmasından doğmakta­dır. "Güçlü erkeklik içgüdüsü"nün, bir yana ayrılan ve açıkça bu amaç uğruna vesikalandırılan işbirlikçi bir kadınlar sınıfı tarafından öncelikle doyurulması gerektiğini ileri süren görüşe süreklilik tanınması, ırza geçmenin kitle psikolojisinin ayrılmaz bir parça­sıdır. Gerçekten, fahişeliğin tümüyle ortadan kaldı­rıldığı günler (sunuyu sağlayan kadınlar değil, bu is­temi yaratan erkekler yasa karşısında işin her yö­nüyle yargılanmadıkça gelme^cek olan bir mutluluk çağı) gelene dek erkek gücü ve ayrıcalıklarına ek olarak cinsel hizmetlere sahip olma hakkı konusun­daki yapay inanç, ırz düşmanlığı mantığını besleme­yi sürdürecektir.

Günümüzde pornografi; özgürce ifade hakkı ve incelikli düşünme adına öylesine kalın bir cilayla ör­tülmüştür ki, (demokratik bir hak olan) politik ifade özgürlüğü, (toplumsal bir yara olan) çocuklara veri­lecek dürüst bir cinsel eğitim, ve (müstehcen ve çarpıtılmış tanımlarla kadın rolünün bilinçli biçim­de değerinin düşürülmesi demek olan) çirkin bir açık saçıklık- içinden çıkılmaz biçimde birbirine karıştı­rılmıştır. Sorunun bir bölümünü, geleneksel olarak pornografinin en ateşli düşmanlarını kapsayan kesi­min, aynı zamanda cinsellikle ilgili herhangi bir ko­nunun açıkça dile getirilmesi karşısında tüyleri diken diken olan kesim olması yaratır. Bu kesimin dikkat­li ve keskin bakışları altında, kürtaj, hamileliğin ön­lenmesi, çocuk doğurma ve genelde kadın biyolojisine ilişkin eğitim araçlarının özgürce ve açıkça dağıtımı da sakıncalı, yıkıcı ve iğrenç görünür. ("Ağıza alına­mayan suç" olan ırza geçmenin açıkça ve özgürce tartışılmasının da, bu namus düşkünü, yetkisiz dü­zen sağlama meraklılarının tüylerini diken diken ede­ceğini gözden kaçırmamalı.) Savaş alanı sınırları, kadın hareketi sesini duyurmadan çok önce yapay olarak çizilmiş olduğu için, pornografi karşıtı güç­ler çoğunlukla dindar, taşralı tutucu ve sağcı görü­nümdeyken, pornografi yanlısı güçler büyük kentli, dincten ırak, ve liberal olarak tanımlanır.

Ama kadınların bakış açısı yepyeni bir doğrultu saptanmasını ya da yeni bir değerlendirme yapılma-

sını gerektiriyor. Müstehcenlik ve Pornografi konu­sunda Başkanlık Komisyonu'nun hafif ve ağır por­nografiye konulan tüm yasal kısıtlamaların kaldırıl­masını şiddetle savunan 1970 tarihli çoğunluk rapo­ru; pornografik malzemelerin yüzde doksanının kar­şı cinsiyetle ilişki içindeki erkeklerin istemine hitap- ettiğini (geri kalan yüzde onu ise eşcinsel erkeklere sunulmaktadır), pornografik dergi alıcılarını "çoğun­lukla beyaz orta sınıfından, orta yaşlı ve evli erkek­lerin oluşturduğunu ve pornografinin ham madde­si sayılan görsel betimlemelerin (görüntülerin) çıp­lak kadın bedeni ve bu bedene uygulanan çeşitli edim­lerden meydana geldiğini açıkça ortaya koydu.

"Amerikan yaşam biçiminin alışılagelmiş ve sağ­lam temellere oturmuş bir parçası" dediği, erkeklere mahsus filmleri tartışırken komisyon raporu biraz bulanık olmakla birlikte görev bilinci içinde şu açık­lamayı getiriyordu: “Pornografi tarihsel olarak erkek­lere özgü bir ilgi alanı sayıldığı için, erkeklere mahsus filmlerin vurguladığı noktalar orta sınıf Amerikan er­keklerinin beğenilerini temsil eder. Bu nedenle erkek eşcinselliği ve vahşiliği görece olarak çok azdır, ama sevicilik oldukça sık görülür.”

Bu durumda komisyon üyeleri pornografik mal­zeme satıcılarının çok iyi bildikleri bir gerçeği belirt­miş oluyordu: Aşın cüretkar pornografi cinsel özgür­lüğün kutlanması değildir; dişi cinsellik edimini, bu gibi tüm edimleri' ve böylelikle tüm kadınlan “iğrenç” kılarak düşmanca kötüye kullanmaktır. Pornografi­nin karşı cinsiyetli ilişki içindeki erkek tüketicileri, sevicileri eylem anında izlerken (ama hiçbir zaman son sahnede değil de her zaman için perdenin ilk açılışında) açıkca zevklenmekte, ama çıplak erkekle­rin birbirleriyle sevişmesinden tiksinmektedir. Ko­misyon raporunda alıntılanan bir incelemede şu şa­şırtıcı sonuç belirtiliyordu: “Hemcinsinin yanında erkeklere mahsus bir film izlemek, erkeklere .özgü saygınlığı destekler." Gerçekten öyle. Ama cinsel zorbalık   513/33 dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu film­leri izleyen erkek topluluklarının çıplak olmadığıdır.

Erkeklerle kadınların pornografiye gösterdikleri tepki karşılaştırıldığında, belirli bir tutum değişikliği belirir. Komisyona göre, "Erkekler kadınlara oranla çıplak kadın görüntülerinden daha çok etkilendikle­rini ve bu görüntülere daha çok ilgi duyduklarını söylüyorlar.” Alfred Kinsey'in raporunu alıntılayan Komisyon çoğu erkeğin (yüzde 77) cinsel edimi açık­ça sergileyen görüntülerden etkilendiğini ama çoğu kadının (yüzde 68) aynı şeyi duymadığını belirtti. Da. hası, "kadınlar erkeklerden daha sık olarak ‘tiksin­me’ ve ‘gocunma’ duyduklarını bildirdiler."

Kadınlara özgü bu tiksinme ve gocunma duygu­su nereden gelmektedir? Kadınlar cinsellikte geri kal­mış ya da doğaları gereği daha tutucu mudurlar?- Pornografiden kadınların çoğunun hoşlanmaması bü­yük olasılıkla erkeğin kadını cinsel amaçla kullanılıp. atılabilecek bir oyuncak gibi görmekten edindiği güç­lülük w hoşnutluk duygusunu destekleyecek biçim­de, kadın bedeninin bozulmasıydı. Sonraları, erkek.-, kendi tanımının zamana göre çok kısıtlı olduğunu ' görünce ağır ceza anlayışını karısının da el değil- memişliğinin bozulmasını kapsayacak biçimde geniş­leterek yasanın bakire olmayanlara da uzanmasını sağlamıştır. Bu yasanın kaynakları, unutulmuş tari­hin kalıntıları arasında gömülü kalmış olmasına kar­şın, ırza geçme yasaları evrim geçirdikçe hiçbir za­man başlangıçtaki anlayışı silkip atamadı; bu anlayış,.. işlenen suçun her şeyden önce erkeklere özgü mül­kiyet haklarını çiğnediğini, bu hakların kadınların- evlilik pazarlığında öne sürdükleri bekaret, namus ve erkeğin özel mülkiyetine girme (erkeğin ekonomik. gücünün zorla desteği olma) konusunda erkeğin koy­duğu zorunluluklara dayandığını ileri sürüyordu.

Çağdaş düşünce biçimimiz açısından bu kuram­sal kaynaklar tümüyle kavranabilmek için garip ve- güç anlaşılır niteliktedir. Düşüncede görülen korkunç . uyumsuzluk (erkeğe özgü düşünce biçimi karşısın­da. dişi düşünce biçimi) günümüzdeki ırza geçme konusunun ele alınışını etkilemiş, en yetkin hukuk­çuların mantıksal çözümleme işlemlerini karmaşık- laştırmıştır. Günümüzde genç ırz düşmanının kendi­ne bir eş bulup kaçırmak ya da bir miras ve mülkü ele geçirmek gibi düşünceleri yoktur. Onunki sonu gelmeyen bir gasp eylemidir, mülkiyet sahipliği ve denetimi konusunda pratik bir yaklaşım değil. Irza geçmenin ekonomik yaran unutulmuş bir kavram­dır. Temeldeki erkek-dişi çatışmasından bugüne ka­lan, vur kaç yöntemine dayanan bir saldırı, fiziksel gücün kısa süreli bir ifadesi, bilinçli bir sindirme sü­reci, tüm kadınlar üzerinde kalıcı piskolojik etkileri olabilecek kaba ve çirkin bir cinsel saldırıdır.

Irza geçme, gerçekten ait olduğu yere, eskiden kalma erkek yasalarının alanına değil, çağımızın ağır suç niteliğindeki şiddet eylemi çerçevesinde bir yere yerleştirildiğinde, bu suç kendine özgü boyutlarını koruyarak, soygun ve saldın arasında yer alır. Tek bir eylem içinde hem beden, hem de usa indirilen bir darbedir ve kaba güç korkusu ve kullanımı yoluyla cinselliğin “çalınmasıdır”. Yine de ırza geçme ile sal­dırı ya da soygun arasındaki farklılıklar, açık ben­zerlikler kadar belirlidir. Hakkında dava açılabilecek bir saldırı olayında, kurbanın gördüğü bedensel za­rar açıkça izlenebilir. Bir ırza geçme olayında, cinsel­lik geleneksel olarak erkeklerce "kadınlığın hazinesi" olarak görülmesine karşın, kaba güç korkusu, anla­dığımız anlamda bir somut metanın kazanılmasını sağlamaz; daha kesin bir anlatımla, ırza geçmede ka­ba güç korkusu sergilemesinden dolayıdır.

Hiç kuşkusuz, ırza geçmenin altında yatan dü­şünce biçimini de bu görüş oluşturur. Kadınların pornografi türünde yakalanıp ırzına geçilen bakire ya da hiçbir zaman doyurulamayan erkek delisi rol­lerinde görünmeleri rastlantı değildir. (Bunun ama - cı başka ne olabilir ki? En yaygın ve geçerli pornografik düş her iki rolü birleştirir: Masum ve deneyim­siz bir kadının ırzına geçilerek üzerinde "doğaya ay- kın uygulamalar denenir" ve gözü dönmüş, azgın bir erkek delisi, erkek penisine hiçbir zaman doymayan bağımlı bir cinsel köle durumuna getirilir.

Pornografide eşitlik olamaz; kadınlara özgü eşit bir değer, eğlence adına işlerin tersine çevrilmesi olanaksızdır. Pornografi de ırza geçme gibi, erkekle­rin buluşudur, duyumsallığı törelerin ya da aile­nin yasaklamalarından kurtarmak değil, kadınları insanlıktan çıkarmak, birer cinsellik nesnesi durumu­na indirgemek amacını güder. Pornografinin ham maddesi her zaman için göğüs ve cinsel üreme organ­ları açıkça sergilenen çıplak kadın bedeni olacaktır çünkü erkeğin saptadığına göre, çıplak bedeni kadı­nın "utancıdır", bedeninin saklı yerleri erkeğin özel malıdır, oysa erkeğinkiler gücünün, kadın üzerinde zorla kurduğu yönetimin çok eskilere dayanan kut­sal, evrensel ve ataerkil araçlarıdır.

Pornografi, kadın düşmanlığı güden propaganda­nın su katılmamış özüdür. Ama yine de, Hitler'in pro - paganda araçlarınca yayılan Yahudi karşıtı karika tür ve müstehcen sözlerin gerisindeki amaç ve yön­temleri çabucak kavrayan; siyahlardan yana olan ve vicdanlarını yoklayarak "Siyah” fıkralarına göste­rilen hoşgörünün ve filmlerdeki hilekar zenci rolleri­nin zencileri aşağılık sayan 'efsaneleri ve onlara uy­gulanan baskıyı sürdürmek için ideolojik temel oluş­turduğunu anlayan . liberaller şimdi, "yetişkinlere mahsus” ya da "erotik" dedikleri kitaplarla filmler­de, iç gıcıklayıcı sözcükler olarak kullanılan deyim­lerde dile gelen kadın düşmanlığının, anayasal hak­lar arasında yer alan ifade özgürlüğünün geçerli bir uzantısı olduğunu şiddetle savunmaktadır.

Yurttaşlık Hakları Örgütünün ifade özgürlüğü adına yaptığı gibi, kimsesiz ve çılgın bir Amerikan Nazisinin tüm Yahudilerin yok -edilmesi çağırısında bulunan propagandasını yapma hakkını korumak, 516 kendi üstünlüğüne inanan ve özellikle yüreklilik ge­rektirmeyen bir tutumdur, çünkü Amerikan Yahudi- leri güncel olarak baskın birlikleri, toplama kampları ve kısa süre içinde yok edilme korkusu altında tu­tulmamaktadır. Ama yarın sabah Nıew York kenti nin Kırkikinci Caddesinde sıralanan sinemalar ve kitapçılar her zaman yaptıkları gibi kadınların uza saldırı ve işkence yoluyla aşağılanmalarını değil de yahudileri gaz odalarında öldürmenin ya da zencile­ri linç etmenin sadistçe zevkleıini sergileyen ticari ve düzenli bir propaganda mekanizmasını sergileme­ye başlarsa, örgütün tutumunun değişip değişmeye­ceğini merak ediyorum.

Bu benzetme aşırıya mı kaçmaktadır? Her an var olan ırza geçme korkusu ve bu olayı "özgürce" tadılan bir eğlence gibi gösteren toplum ideolojisinin yaygınlaştırıldığının bilincinde bir kadınsanız hayır. Müstehcenlik ve Pornografi konusunda Başkanlık Ko- misyonu'nun çoğunluk raporu, ülkenin çeşitli . yöre­lerinde pornografik malzemeyle yakalanan suçlular­dan edinilen somut deneyimlerin bu malzemelerin cinsel şiddet suçlarının işlenmesinde etkileyici bir ne­den oluşturduğunu ileri süren yerel yürütme organla­rının görüşlerini küçümsemeyi denedi. Komisyon bu zamanda böylesi bir bağın varlığının ya da yokluğu­nun bilimsel olarak kanıtlanmasına olanak bulunma­dığını belirtti.

Ama kişinin, ulusumuzun kültürel ürünlerine egemen olan kadın düşmanlığının, kadınlara yönelik cinsel saldın olaylarını yalnızca hoşgörüyle karşıla- mayıp ideolojik yönden yüreklendirdiği sonucuna varmak için bilimsel yöntemlere gereksinimi var mı dır? Yıllarca süren benzer bir tartışma, şiddetin yay­gın biçimde yüceleştirilmesinin (gangsterlerin kahra­man sayılması; film, kitap ve televizyonda kadınla­ra yönelik kanlı saldırı sahnelerinin ısrarla işlenme­sinin) özellikle gençler arasında artan suç oranıyla doğrudan ilişkili ya da nedensel bağ içinde olup ol­madığı konusunu ele alıyordu. Şaşırtıcı bir biçimde bu alanda kamuoyunun görüşü eğlence iletişim araç­larında yer alan açık şiddetin zarar verici bir etkisi olduğu, bu durumun şiddet eylemini sıradan, gün - lük yaşantının bir parçası olarak gösterdiği yolunda­dır. Duyarlılıkları, zevkleri ve çocuklarının ruh sağ­lığı açısından sinema ve televizyonda şiddet sahnele­rinin kaldırılmasından yana olanlar, sansürden ya­na ya da ifade özgürlüğüne karşı olmakla suçlanma maktadır. Benzer biçimde, İspanyol, Japon, İtalyan, Yahudi ya da Kızılderili azınlık örgütlerinin sinema, televizyon ve reklamlarda aşağılanmaları ve etnik yer­gi konusu edilmelerine karşı yürütülen kampanyalar, haklı bir savaşım olarak algılanır; çünkü bir azınlık grubu, ister Küçük Zenci Sambo, ister Haydut Frito olsun, belirli bir kişilik kalıbının kendisini gocundur­duğunu söyleyip bunu aşağılanma ve baskıya daya­nan geçmişlerine bağlarsa, kuramsal bir direniş nite­liğindeki bir anayasal tartışmaya girmeyi görünümü­nü korumak isteyen az sayıda liberal göze alabilir. Ama iş kadınlara yapılan davranışa gelince liberalle rin bilinci korkunç katıdır ve harekete geçmeyi redde­der, çünkü sözde cinsel devrim çağında eski kafalı ve aşırı titiz görünmek suçların en büyüğü durumu­na gelmiştir.

Kadınlık gerçeğini yansıtan bir yasa ve kadınla­rı yasaların yürütülme alanı dışında bırakmayan, erkeklere özgü bir tecavüz ideolojisini yüceltmeyen bir toplumsal sistem, cinsel şiddet suçlarının yok edil­mesi açısından son derece etkili olacaktır. Ama en son savunma hattını her zaman için biz kadınların bedeni ve kafası oluşturacaktır. Irza geçmeyi bir utanç sorunu değil üzerinde konuşulabilen bir suç durumuna getirerek kadın hareketi, uygarlık kadar eski bir savaşta ilk karşı ateşi açmıştır. Bundan bir­kaç yıl önce, ırza tecavüz konusunda toplantılar, konferanslar düzenleyerek kilise toplantı salonunu, hafta sonu seminer ve tartışmaları için lise toplantı salonlarıyla dersliklerini kiraladığımızda, dışarıdaki- !er olup bitenleri çok gülünç buluyordu.

"Irza geçme üzerine mi konuşuyorsunuz? İnanı­lacak gibi değil. Kadınlara yönelik politik bir suç mu? Bir cinsellik suçu nasıl politik olur? Kadınların, ırzlarına geçilmesi ve sonradan polis, hastane ve mah­kemelerde olanlar konusunda tanıklık etmelerini mi sağlıyorsunuz? Çok ileri gidiyorsunuz.” Ve sonra şaşkınlığı ele veren sinirli gülüşmeler, korku ve utanç yok oldu, yerine ağıza alınmayan konuları konuşur­ken kadınların baskı altına alınışının başka bir yö­nünü, belki de ana sorununu ortaya çıkardığımızın, bulanık da olsa bilincine varıldı. Kadınlar tarihsel olarak bedensel baskı altında tutulmuş, bilinçli bir sindirilme, korkutulma ve suçluluk sürecine sokul­muştu.

İki yıla kalmadan dışarıdakiler gülmeyi kesmiş­ti ve hareket örgütsel toplantı, konferans ve kendi içinde yapılan bilinçlendirme oturumlarının dışında gelişerek topluluklara ulaşan yaratıcı, özgün ve ben­zersiz programlara dönüştü: Tecavüz kurbanları için açılan merkezler yakında ırzına geçilenlere ve de yıl­lar önce ırzına geçilen ama bunu başka kadınlarla konuşup öfkesini boşaltmak olanağını bulamayanla­ra kardeşçe bir dayanışma ve yapılacak işlemler ko­nusunda yol göstermek amacıyla yirmi dört saat sü­rekli çalışıyordu; ırza tecavüzle ilgili hukuku incele­yen gruplar yasalara yepyeni bir yaklaşımla örnek kurallar oluşturup yeni yasaların benimsenmesi için yasa koyucularla birlikte çalışıyordu; bir hastanenin acil servisi ile ortaklaşa çalışarak ve cinsel suçları araştırma ekipleri ve soruşturma birimlerinde görev - li kadın polislerle yakın ilişki içinde ırza tecavüz gi­rişimlerine karşı önlemler alınıyordu. Broşürler, be­lirli aralarla çıkan mektup biçimindeki gazeteler, kü­çük el ilanları, posterler ve «IRZA SALDIRI DURDU­RULSUN;» «IRZA TECAVÜZE KARŞI SAVAŞ! .. «CİNSİYET SAPLANTISI YOK EDİLSİN! IRZ DÜŞ­MANLARININ SİLAHLARI ELLERİNDEN ALINSIN" gibi sloganlarla w kendini savunma dersleriyle ka­dınlar arkalarına dönüp saldırganın yakasına yapış­tılar.

Kadınların bu etkinliklerinin tümünün; Seattle, Indianapolis, Ann Arbor, Toronto ve Boulder/Colora- do'da ortaya çıkan halka açık, yaygın örgütlerin ve programların ilginç yanı hiçbirinin beş -bin yıllık ya­zılı tarih boyunca erkeklerin katı ve uyarıcı kuralla­rının, dostça öğütlerinin, babaca kaygılanmalarının hiçbir yerinde en küçük ölçüde önerilmiş, yüreklen­dirilmiş ya da önceden belirtilmiş olmamasıdır. Ka­dıların örgütlenerek ırz düşmanlarına karşı savaş açmaları kadın hareketinin buluşudur yalnızca.

Erkekler ırza geçme sorunu karşısında aldırmaz­lık içinde değildir. Tam karşıtı, ataerkil yasaları en katı cezaları özel mülklerine el uzatanlara saklamış­tır. Ama ırza saldırıyı aralarına izinsizce giren yet­kisiz bir yabancının yasadışı «hak iddia etmesi suçu olarak» değerlendiren yaklaşımla, verdikleri (ve şim­di de vermeye çalıştıkları) öğüt her zaman tek ve aynıydı.- Çobanın koyunların sürüden ayrılmalarını önleyerek hayvanlarını hırsızlardan koruması örne ği, özel mülklerini güvence altına alacak bir dizi kural ve yönetmelikle, ırz düşmanını hiçbir zaman ara­larından biri olarak değil de her zaman bir yabancı olarak yorumlamaları ve kadını sürüden ayrılıp yo­lunu şaşırmaya eğilimli dikkatsiz ve aptal bir yaratık saymaları sonucunda, ona uyarıda bulunup elinden geldiğince kendini erkeklerin bakışlarından saklama­sını önerdiler. Kısacası kadına erkeklerin ayrıcalık­ları üzerinde hak iddia etmemesini söylediler. Bu tür bir öğüt, iyi niyetli, koruyucu ve içten bir ilgi so­nucunda verilmiş olsa da, yalnızca sorunu daha da ağırlaştırmaya yaradı, çünkü korkulu bir yaşam ön­görüyor ve buna ek olarak, kuralları çiğneyen kadı­nın kendi ırzına geçilmesinden sorumlu tutulacağı konusunda kötücül bir uyarıda bulunuyordu.

San Quentin'in ünlü gardiyanı Clinton Duffy ka­dınların •korunmak için kendilerini en güvenceli ko­şullar altında tutmamalarının nedenini anlayamamış­tı. Duffy şöyle yazıyordu: «Kadınların birçoğu her gün en basit ihtiyat kurallarını çiğner. Özellikle gö­ze çarpan biçimde kurallara karşı gelenler barlara, yalnız giden, yabancılarla birlikte olan, aşırı ölçüde- dar etek ve bluz giyen ve herkese sözle taklılmayı alışkanlık edinmiş olanlar, yalnızca kendi davranış­ları sonucunda ırz düşmanlarına av olurlar. Olan ol­duğunda, kendilerinden başka suçlu yoktur.»

Duffy, giyinirken lambayı söndürmek ya da per­deyi çekmeye üşenerek, tüm kapı ve pencereleri ka­pamayı unutarak, yanıt verdiklerinde telefonu ka­payanları ya da çevrede dolaşan kuşku uyandırıcı ki şileri polise bildirmeyerek, yabancı bir erkeği eve alarak, gece geç saatte tek başına eve yürüyerek en basit ihtiyat tedbirlerini düzenli olarak ihmal eden kadınları ağır biçimde kınıyordu. «Bir kadının gece - leri ıssız sokaklardan uzak durması olanaksızsa,» di­ye öneriyordu, «başı dimdik, bakışları ileriye dönük, kaldırım kenarından yürümeli, çabuk ilerleyip yol­da durmamalıdır.... Bu durumdaki kadınlar tehlikeli bölgenin dışına çıkana dek avuçlarından bir polis düdüğü taşımalıdır.» Ve şunları ekliyordu, «Ne den­li gülünç gelirse gelsin kadınlar iç çamaşırlarını dı­şarıda çamaşır ipinin en görünmeyen yerine asmalı- dır. Bir kadın yalnız yaşıyorsa, çamaşırlarını dışarı­ya hiç asmamalıdır.»

The Reader's Digest dergisinin Mart 1974 sayısın­da çıkan ve ırza tecavüz konusunda uyarıda bulun­mayı görev bilen iki erkek tarafından hazırlanmış bir yazıda şunlar dile getiriliyordu;

Yalnız ya da başka bir kadınla birlikte ya­şadığınızı herkese yaymayın. Posta kutusu ve telefon rehberine yalnızca adınızın baş harfiyle soyadınızı yazın. Arabanıza binmeden önce ar­ka koltukta ya da yerde kimsenin saklanıp sak­lanmadığını yoklayın. Arabada yalnızsanız kapı. lan kilitli pencereleri kapalı tutun. Birinin sizi izlediğini düşünüyorsanız... orada yetişkin bir erkek olmadığı sürece doğrudan eve gitmeyin. Yararlanılacak silahlar saç tokası, şişe açaca­ğı, kalem, anahtar, şemsiye olabilir. Elinizin al­tında silah yoksa etkili olacağına inandığınız sü­rece bedensel olarak karşı koyun.

Gardiyan Duffy ve The Reader's Digest’i okuduk­tan sonra ilk akla gelen görüntü güldürü sanatçıla­rının eskiden beri alay konusu yaptıkları saç tokası ve şemsiye ile silahlanmış, yatağa girmeden önce her gece karyolanın altına bakan isterik evde kalmış kız kurusu oluyor. Uzun süre, cinsel güdüleri baskı altında tutmanın gülünç bir örneği sayılan, kafadan çatlak kız kurusu artık, her şeye karşın, sağduyulu davranışın öncülüğünü yapıyor.

Ama korkarım ki bu tür öğütlerin olumsuz yönü olumlu yönüne ağır basmaktadır. Bize açıkça ve üs­tü kapalı biçimde söylemek istedikleriyse şunlardır:

1.  Yalnız bir kadın büyük olasılıkla ken­dini savunamayacaktır. Yardımına gelen başka bir kadın da hiçbir işe yaramaz.

2.  Irz düşmanları erkek olmasına karşın, bir kadının güvenliği her zaman bir erkekle birlikte olmasıyla sağlanır.

3.  Cinsel dokunulmazlığına değer veren bir kadın, erkeklerin olağan olarak tadını çıkardık­ları bağımsızlık ve özgürlükten aynı ölçüde ya­rarlanmayı bekleyemez.

4.   Akılcı önlemlerin uygulanmasında bir kadın şaşırtıcı ölçüde yapmacıklı davranmalıdır. Bir erkek koruyucusu yoksa, varmış gibi görün­melidir. Kişisel kimliğini, yaşam biçimini ve ba­ğımsızlığını yadsımalı ya da belirsiz kılmalı ve paranoyanın bilimsel tanımına yaklaşır biçimde sürekli bir kuşkuculuk içinde işlevini yerine ge­tirmelidir.

Hiç kuşkusuz kadın ya da erkek, çocuk ya da yetişkin tüm insanlar şiddetin uyarıcı belirtileri kar­şısında uyanık ve savunmada olmalı ve bilinmedik karan !ık bir sokak ya da kapının beklenmedik bir çalmışı gibi tehlikeli olabilecek durumlar karşısın­da dikkatli olmalıdır; ama kadınlara özel önlemler alma yükümlülüğünü zorla kabul ettirmeye çalış­mak kesinlikle bir çözüm değildir. Irza geçme soru­nuna bulunacak özel çözümler olamaz. Bu tür uya­rıcı öğütlere harfi hafine uyan ve toplumun yararı­na ya da kendi kendi kişisel yararına çalıştığına ina­nan bir kadın çok acıklı bir biçimde kendini aldat­maktadır. Tek bir tecavüz hedefine yönelik tehlike­ler az bir ölçüde yok edilse de (bu konuda kuşkulu­yum, çünkü duvarlarla çevrili manastırlarında ırzla­rına geçilen rahibeler biliyorum) çevrede rahatça dolaşan, ırz düşmanı olabilecek erkeklerin sayısı de- ğişmemekle kalmıyor, eylemin kendisi gerçekleşme­den de ırzına saldın korkusu kadınların ruhsal ve duygusal sağlığını etkisi altına almış oluyor. Kendi­ni korumak için özel önlemler almak, kadınların kor­ku içinde yaşamaları ve hareket etmeleri, hiçbir za­man erkeklerin kişisel özgürlüğüne, bağımsızlığına ve kendilerine duydukları güvene sahip olmayı bek­lememeleri gerektiği düşüncesini güçlendiriyor.

İşte ırza geçme bu demektir, öyle değil mi? Ve kon uy la içtenlikle ilgilenen iyi niyetli erkeklerimizin en seçkinlerinin bile ırza geçmenin önlenmesi soru­nuyla baş edebilmekte basma kalıp uyanlara yönel­melerinin derinlerde yatan olası bir nedeni; ırza geç­meyi erkeklere özgü çarpıtılmış bir saldırganlık an­layışından kaynaklanan toplumsal bir sorun yerine, kadınların sorunu saymayı yeğlemeleridir. Çünkü er­kekler kimliği bilinmeyen ırz düşmanının görüntü­sünü zihinlerinde canlandırdıklarında, eyleminin do- gası konusunda psikolojik sorumluluk yüklenmeyi reddetmektedir.

Polise bildirilen ırza geçme olaylarının yalnızca yarısının yabancıların işi olduğunu biliyoruz, ya da en azından istatistikler bunu gösteriyor ve sakli kal­mış istatistiklere göre polise bildirilmeyen her beş olaydan dördünde yabancılarca işlenen suçların ora­nı olasılıkla daha düşüktür. Ara sokaklarda birden karşımıza çıkan ya da gizlice pencereden içeri giren adam yakalandığında hemcinsi erkeklerce "ırz düş­manı" olarak adlandırılır. Üstünlüğünü zorla kabul ettiren, yetkisinden yararlanan, ilgisini aşırıya vardı - ran, “Hayır" sözcüğünü yanıt kabul etmeyen, cinsel olanakları kendine özgü bir hak, bedensel saldırgan­lığı erkekliğin, utkunun ve gücün tek anlatımı sayan kimliği belirli adam da ırz düşmanlığında öbürün­den geri kalmaz ama, en elverişli koşullarda bile bu adamın adaletin karşısına çıkarılma olasılığı görece daha azdır.

Ben, ulusun en seçkin ve yetkin yöneticilerince yürürlüğe konan en kusursuz yasaların da ırza geç­meyi durduramayacağı görüşündeyim. Suçlu oldukla­rı açıkça bilinenler cezalandırılabilir ve bu başlı ba­şına önemli bir değişim sayılabilir ama, fiziksel ya da psikolojik açıdan karşı koyacak güçleri olmadığın­dan istemedikleri cinsel birleşme eylemlerine psiko­lojik yönden zorlanan kadınların sömürülmesi, ağır cezanın tüm olası çözümlerinin dışında kalan bir so­run olmayı sürdürecektir. Erkek saldırganlığı ile dişi edilgenliği gibi karışık bir kanunun yasaların var­sayımlarıyla denetlenebileceğini ya da son çözumün bu yolla sağlanacağını savunmak aldatıcı olabilir. Bir feminist de kardeşleri adına tehlikeli ve hoş ol­mayan bir durumda yapılacak en iyi şeyin aşağıla­malara katlanıp sonradan olayı mahkemeye getirmek olduğunu savunmamalıdır.

Ne yazık ki katı yasa yorumcuları ve derli toplu, düzenli bir kafa yapısına sahip kimseler açısından. insana özgü gelişmenin bu aşamasında erkek ve di­şilerin cinsel hareket ve nedenleri nesnel değerlen­dirmeye pek açık değildir. Bir ırza geçme olayıyla; edilgen ve benliksiz bir kadının biraz çabayla engel- YB bileceği aklına gelmediği için boyun eğmek zorun­da kaldığı, suç niteliğinde bir cinsel zorlama pek sa­yılmasa da hoş olmayan bir durum, aynı erkeklere özgü ideolojiden doğar ve bu iki olay arasındaki ay­rım çizgisi belirli dlmaktan uzaktır. Ama örneğine çokça rastlanan bu ikinci durum erkeklere özgü ır­za geçme ideolojisini yansıtmakla kalmaz, kadınla­rın bilinçli, güçlü ve yıkıcı bir şekilde koşullandırıl- masının sonucunda iradelerinin felce uğradığını da gösterir.

Cinsel saldırganlıkla belirlenen bir durumda er­keklerin sahip olduğu psikolojik üstünlük, sonuç açı­sından iri yapılan ve ağır kilolarından daha önemli - dir. Dövüşme yeteneklerini bilirler, çünkü çocuk­luktan beri bedenlerini saldırganca ve yarışırcasına kullanmak yönünde eğitilmiş ve yüreklendirilmişler- di.r. Oysa genç kızlara fiziksel çatışmadan, yarışma­lardan ve kazanmaktan kaçınmaları öğretilmiştir, çünkü bu tür etkinlikler kadınca davranışlar konu­sundaki geleneksel toplumsal görüşü büyük ölçüde tehlikeye sokar. Eşitlik savaşında gerekli bir adım sa­yılan, ‘sağlam kafa sağlam bedende . bulunur' ilkesi uzun zaman sonra kadın yıldızlar durumuna gele­bilen profesyonel kadın atletlerimizce sürekli olarak ve spor liglerinde kadınlarla erkeklere bir arada yer verilmesini, orta ve yüksek dereceli okullarda kızla - rm spor programlarına eşit ölçüde harcama yapıl­masını sağlamak için girişilen çabalarla savunulmak­tadır.

Kadın sporlarına gösterilen bu ani ve aşın ilgi spor seven kızlara gizli güçlerini sonuna dek değer­lendirebilme olanağı tanımaktan öte bir anlam taşır. Bu ilgi kadının yeni yeni vardığı bir anlayışa (erkek­ler bunu her zaman biliyordu) dayanır. Spor yarış - malarından öğrenilecek değerli dersler vardır: Kazan­manın hile ve blöften yararlanmayı da içine alan, se­rinkanlı ve kurnazca bir stratejiye, katı, sürekli ve ciddi bir eğitime ve tüm refleksleri "ileri" durumun­da tutan akılcı bir kafa yapısına bağlı olduğu da bunlar arasındadır. Bu' bilgiler ve uygulaması koşul­landırma sonucunda kadınlar tarafından unutulmuş gitmiştir.

Bu durumda bedensel bir saldırıyla karşıla.şan çoğu kadının eli ayağı kesilip iradesinin felce uğra­ması hiç de şaşırtıcı gelmemektedir. Bizler ağlamak, yaltaklanarak yalvarmak ve bir erkek koruyucu ara - mak için eğitildik, ama hiçbir zaman savaşıp ka­zanmak için eğitilmedik.

Kadının dövüşmesine konan yasak İncil'e dek uzamr. Tesniye Kitabının ilginç bölümlerinden birin­de iki erkek dövüşürken birinin karısı araya girip yardımına koşar VB “kocasını düşmanının ulaşama­yacağı bir yere çekerken elini uzatıp öbür erkeğin üreme organlarına dokunursa elini acımadan kesin" denir. Atalarımız yasaları oluştururken karşılıklı dö- ğüşt-a kadının tek doğal üstünlüğünün fena halde bilin­cinde oldukları ve bunu kadının belleğinden silmeye karar verdikleri anlaşılıyor.

İnsanın yazılı yasası, her şeyden önce kadının özellikle uyum göstermediği ve ' zaman ilerledikçe sözde kendi korunması için olduğu ileri sürülerek bi­linçli biçimde dışında tutulduğu bir mekanizma olan misillemeden (nefsi müdafaadan) doğarak evrim ge­çirmiştir. Dövüşmek öylesine ..geleneksel ve özel bi­çimde erkeklere özgü bir uygulama alanı sayılmış­tır ki, dövüşen bir kadının düşüncesi bile çoğunlukla inanmazlık içinde gülme ile tiksintiye vb "bunun do­ğal olmadığı" kanısına yol açar. Birazını kendileri­nin oluşturduğu bir karmaşa içinde yerel polis güç­leri birbirleriyle çelişen yorumlar yapar: Bir ırza saldırı olayını "asılsız" sayarlar, çünkü kendi erkek­çe mantık kurallarına göre kadın yetı.rli ölçüde di­renmemiştir; özellikle vahşice bir ırza geçme ola­yıysa basına bildirip, kadının vücudundaki çok sa­yıda bıçak yarasının direnmeyle karşılaştığı için gö - zü dönen bir saldırganın işi olduğunu açıklarlar.

Erkeklerin kadıniara wrdiği ve kimi feminist yayınlarda kadınların kadınlara verdiği; kasıklara in­dirilecek bir tekmeyle göze sokulacak bir parmağın mucizeler yaratacağını öneren gizli öğüt (bu The Reader's Digest'taki yazıda çıktı) aldatıcı olduğu için düşüncesizce acımasızdır. Bu tür öğütlerin yanısıra çoğunlukla insan anatomisinin incinebilir noktaları­nın açıkça belirlendiği bir şema da çizilir; sanki bu saldırı noktalan konusundaki bilgi, etkileyici eylem­lere dönüştürülebilecektir. Bu bilginin geçmişte bi­linçli olarak bulandırıldığı ya da bizlerden esirgen­diği doğrudur, ama yalnızca bilgi yeterli olmaz. Ka­dınlara gereken şey, yasaklamalardan doğan çekin - genliğin yenilmesi, için kendini savunma konusunda görülecek düzenli bir eğitimdir.

Bu bağlamda, kitap için yaptığım araştırmalar arasında üç aylık bir Jiufitsu ve karate kursunun da bulunduğunu ve haftada üç kez, gün de iki buçuk saat süren kursların özetle bir akşam üstü mindere çakılarak köprücük kemiğimi kırmamla sonuçlandı­ğını açıklamazsam, bilerek dürüstlükten aynlmış olurdum. Kitabımı yazarken bir ayımı ve köprücük kemiğimin kusursuz simetrisini böylece yitirdim ama yeni bir saptama yapabilme olanağını elde ettim: Tek­me atıp vurmak ve boğazına sarılan kollardan kurtul­mayı öğrenmek için otuz sekiz yaşın insan yaşamın­daki en uygun dönem olmadığını gördüm ve bedenimin başkasına gerçekten zarar verebilecek olan gizli gücü­nün şaşkınlıkla bilincine vardım. Sahip olduğumun far­kında olmadığım dirsek ve diz gibi doğal silahlarım olduğunu öğrendim. İleriye olduğu gibi geriye doğru da tekme atmayı öğrendim. Hileli dövüşmeyi ve bun­dan hoşlandığımı öğrendim.

Bana en şaşırtıcı gelen şey kendi deneyimime ve hanımefendiliğime yabancı olan beklenmedik dönüş­ler, dürtüklemeler ve yumruklamalar gibi basit sal­dırganca davranışların tüm küçük oğlanlann öğre­nerek büyüdükleri, başardıkları zaman alkışlandık­ları davranışlar olması; oysa küçük kızlara temiz be­yaz önlükler ince deri ayakkabılar giydirilerek bun­ları kirletmemelerinin söylenmesiydi. Ve yetişme bi­çiminde küçük yaşlarda başlayan bu farklılık, ejder­ha misali başını hiç kaldırıyor mu acaba? Kursları­mızın başlangıcında Japon öğretmenimiz sınıftaki tüm kadınları teker teker göğsünü yumruklamaya ça­ğırdı. Bu delice bir çağın değildir, çünkü vurmaya konan yasak herbirimizin içinde öylesine güçlü bi­çimde yer etmişti ki, ilk denemede hiçbirimiz fizik­sel dokunmayı gerçekleştiremediğimizi gördük. Ger­çekten, yumruk atmaya konan yasak, dövüşkenlik açısından gelişmemiş kaslarımızdan daha büyük bir engel oluşturuyordu. (Her iki 'alanda da gelişme şa­şırtıcı ölçüde çabuk gerçekleşti.)

Hiç yadırganmayacak biçimde, sınıfımızdaki er­kekler bizim çekingenliğimizi en küçük oranda pay­laşmıyordu. Saldırgan bedensel çekişme bizim değil •onların kalıntımsal bir parçasıydı. Ama yine de, her şeye karşın, biz kadınlar şaşkınlık içinde gördük ki tekme ve yumruklarımızı gereken yerlere sallamayı öğrendikçe erkeklerde gerçekten korku uyandırabili- yorduk. Yine şaşırarak öğrendik ki onları incitebilir- dik ve Incil’deki buyruğa karşı çıkabildiğimiz sürece onları cinselliklerinin tam merkezinden vurabilir­dik.

Çok eskilerden beri kadınlara karşı bir korku salma aracı olarak kötüye kullanılan erkek cinsel or­ganının, acı verecek bir incinebilirlikte, ters bir yer­de bulunması gerçeği anatomiden kaynaklanan bir tür metafizik adaleti belirliyor olabilir mi? incinmeye açık oluşlarının kesinlikle bilincinde olduklarından erkekler tarih boyunca husyelerini zırh, askı ve bel­den aşağı, "serbest" dövüşün yasaklayıcı kurallarıyla korumuştur. Bir centilmenlik anlaşması anlaşıla­bilir bir olgudur; ama ancak centilmenl'er arasında. Savunma derslerinde öğrendiğimiz gibi, kadınların tehlike karşısında en etkili manevrası "Onun haya­larını tekmelemek" olmaktadır. Yaşamımda ilk kez kadınların dövüşerek karşı koyabildiklerini ve karşı koyarak doğal bir üstünlükten sonuna dek yararlan­maları gerektiğini; bunun nasıl yapılacağını bilme­lerinin kendi yararlarına olduğunu duymak çok ya­dırgatıcıydı. Erkeklerin özellikle bir kadın karşısında psikolojik açıdan yenik düşmelerini, o çok özel beden­sel incinebilirlik nedeniyle, iktidarsızlaşma, iğdiş edil­me gibi sözcüklerle ifade edişlerini beklenmedik bir bilinçlenmenin tüm gücüyle kavramak ne yadırgatı­cıydı.

Karşı koymak. Biz kadınlar birlikte dengesizliği giderip kendimizi ve erkekleri ırza geçme ideolojisin­den arındırmak istiyorsak çeşitli düzeylerde katılma­mız gereken etkinlik budur.

Irzına geçilme tehlikesi bireysellik temelinde yal­nızca denetlenip uzaklaştırılmakla kalmaz tümüyle ortadan kaldırılabilir ,ama, benimsenecek yaklaşım uzun menzilli ve işbirliğine yönelik olmalı ve birden fazla erkekle kadının iyi niyet ve anlayışına dayan­malıdır.

Benim bu kitaptaki amacım ırza tecavüz konu­sunun geçmişini tanıtmaktı. Şimdi yapmamız gere­kense, ona bir gelecek tanımamaktır.

cinsel zorbalık Susan Brownmiller bir televizyon ağında haber yazarlığı New York'un ünlü avant-garde gaze­tesi The Village Voice'da ise kadrolu muhabir­lik yapmış bir kadın gazetecidir.

Yazılan ve eleştirileri The New York Times Ma gazine, ve Book Review'da, Esquire; Vogue, Ma- demoiselle ve başka yayınlarda çıkmıştır.

Bu kitabı Book Review tarafından Yılın En Önemli Kitapları arasında gösterilen yazar, Time dergisi tarafından da Yılın Kadınları arasına seçilmiştir.

Kitap ayrıca Book of The Month Kitap Kulübü, Woman Today, Saturday Review ve Psychology Today adlı dergilerin kitap kulüpleri tarafın­dan ayın kitabı olarak seçilmiştir.

İlk yayınlandığı 1975 yılında Amerika'da en çok satan kitaplar listesinde uzun süre kalan kitap, bir cinsiyete mensup insanlann öbür cin­siyete mensup insanlarla zorla cinsel temas kur­maları demek olan ırza tecavüz ya da ırza geç­me olgusunun hemen hemen yegane kapsam­lı tarihçesini oluşturmaktadır. Bu bakımdan konusunda tek kitap denebilir.

Öte yandan, Susan Brownmiller kitabında ırza tecavüz olgusunun yalnızca tarihçesini vermek­le kalmamış, bu olgunun altında yatan psiko­lojik etkenleri de şimdiye kadar hiç alışılma­mış bir biçimde, açıklıkla ortaya sermiştir.


cinsel zorbalık

‘‘Erkek kadın ilişkilerinin hep gizli tutulan yönleri hakkında bu kadar çok şeyi açığa çıkartan bir kitap henüz yazılmadı..."

New York Times tarafından, yılın en önemli kitapları arasına seçilen bu kitap, De Beauvoir'ın “KADIN", Betty Friedan ’ın “DIŞ/LIĞIN GİZEMİ" ve Kate Millerin “CİNSEL POLİTİKASI"nın yanısıra, çağımızın feminist klasikleri arasında yer alıyor.

Time dergisinin Yılın Kadınları arasında gösterdiği yazar Brownmiller bu kitabıyla erkeklerle kadınlar arasındaki diyalogu önemli ölçüde etkiliyor...

“Şimdiye kadar okuyucuya sunulmuş en ayrıntılı ve kapsamlı incelemesi ırza tecavüz olayının..." (NEWSWEEK)

“Kadınlara karşı uygulanan cinsel zorbalığın acılı tarihçesi... Çok iyi belgelenmiş bir dehşet öyküsü..."

(MARYA MANNES)

“İnsanın gözlerini açan bir inceleme... Irza tecavüz olgusunun tüm açık ve kapalı yönleriyle tarihini yazmış Susan Bronnmiller..." (NEW YORK TIMES)

"Büyük bir tarih eseri, bir klasik... Bu kitabı okuyan hiç bir kimse etkilenmemiş olarak bırakamaz elinden..."

(THE VILLAGE VOICE)

“İnsanı müthiş etkileyen bir suçlama... Korkunç bir ifşaat... Herkese okutulması gereken bir kitap..."

(LOS ANGELES TIMES)


[1] Maimonides on ikinci yüzyıl ve sonrasında Yahudi fel­sefi düşüncesine egemen olmuş ama kadınları ilgilen­diren konularda bu katı yasa yorumcusunun ileri sür­dükleri, başka hahamlarca geçersiz kılınmıştır. Öbür başarılarının yanısıra, büyük Maimonides'in gününde oldukça tutulan ince bir cinsellik elkitabının yazan ol­duğu pek bilinmeyen bir gerçektir. Temelde yiyecek­lerle ilgili olan bu kitapta kadınlar hemen hemen hiç denecek ölçüde yer alırlar. Yalın gerçeği dile getirecek olursak, Maimonides'in elkitabı, penisin sertleşmesinde­ki sürekliliği sağlayacak, yazar tarafından güvencesi verilen bir kuvvet macunlan listesidir.

[2] «Müşteki/prosecutrix» terimi İngiliz tarihinde, ırza geç­me olayının mahkemeye gelebilmesi için bir kadının medeni hukuk davası açma zorunluluğunda kaldığı dö­nemde oıtaya çıkmıştır. Kuşkusuz günümüzde kadının yerine durumun kendisi ırza geçme aleyhinde dava açılmasına neden olur, ama yine de «prosecutrix» söz­cüğü davaların yeniden görülmesinde kullanılan, ırza geçenin savunma avukatlarınca yazılmış dava özet­lerinde sık sık karşımıza çıkmayı sürdürür; «complai- nant» (müşteki) ve «alleged victim» (mağdure olduğu iddia edilen) sözcükleri yerine kullanılır. Hukuksal dilin büyük bölümü arkaiktir ama bu kullanımında söz­cüğün açıkça akla getirdiği, kişisel davalara özgü ka­tı, kinci niteliği nedeniyle yeğlendiğini ileri sürmemek elden gelmiyor.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to