16.
YÜZYILDA ALMANLARIN TÜRKLERDEN KORUNMAK İÇİN YAZDIĞI DUALAR
“Tanrım
Bizi Türklerden Koru!” Türklere Karşı Yazılan Vaazların… Değerlendirilmesi ile
Birlikte
Yazan:
Leyla Coşan
Avrupa Birliği tartışmalarının hiç
gündemden düşmediği bu yıllarda Türk imgesi[1] konusunun irdelenmesi yeniden
güncellik kazanmıştır. Bu konuda gerek Almanya, gerek Türkiye’de çok sayıda
önemli çalışmalar yayınlanmıştır. Bu çalışmalar tarihî bir süreç içerisinde
Avrupalıların Türklere bakışını ortaya koyarak yüzyıllardır aktarılan
önyargıları farklı açılardan ele almışlardır. 16 yüzyılda Türk imgesi konusuna
gelince çalışmaların sayısının hem Almanya, hem de Türkiye’de hızla arttığı
ortaya çıkmaktadır.
Türk
imgesiyle ilgili araştırmalar yaptığım süre içerisinde, 16. yüzyılda “Türk
duaları” olarak adlandırılan bir türün dikkatimi çekmesi sonucunda konu
hakkında bilimsel çalışmaların varlığı tarafımca taranmaya başlanmıştır. Kısa
bir süre sonra konuyla ilgili kapsamlı bir çalışmanın olmadığı ortaya
çıkmıştır. Carl Göllner, Winfried Schulze ve Margret Spohn, “Türk duaları”
konusuna kitaplarında, Wilhelm Kühlmann ve Martin Brecht ise makalelerinde
değinmişlerdir. Carl Cosack’ın ise “Türk duaları” konusunda makale yazan tek kişi
olduğu tespit edilmiştir.
Yukarıda adını saydığım isimler
dışında, “Türk duaları” konusunda örnek teşkil edecek bilimsel bir çalışmanın
bulunmamasından dolayı, literatürün tespit edilmesi ve taranması aşaması,
çalışmanın temel güçlüklerinden birini teşkil etmiştir. Dualara ulaşmak için VD
16[2] adlı,
her cildin yaklaşık olarak 700-900 sayfa kalınlığında olan, 22 ciltlik katalog
taranmıştır. Bu çok önemli kaynakçada 16. yüzyılda y ay ınlanmış y azınsal
ürünlerin neredeyse tümü yer almaktadır. Bunlar arasında dua, vaaz ve ilahi
kitapları, kronolojiler, gazete haberleri, el ilanları (Flugblâtter),
talimatnameler ve benzeri yazılar da bulunmaktadır. Katalog ayrıca, yazının, ne
zaman, nerede ve kimin tarafından yazıldığı bilgisini içermektedir. Bunun
dışında söz konusu katalog, metinlerin, kitapların vs. Almanya’nın hangi
şehrinde ve kütüphanesinde bulunduğu ve bunların genel durumlarına ilişkin
bilgilere yer vermektedir. Çalışmanın gidişatı
açısından son derece değerli olan bu kataloğun ne yazık ki bazı eksikleri
bulunmaktadır. Bu da kitapta yer alan kaynakçaların bulunduğu yerlerle
ilgilidir. Örneğin Münih Devlet Kütüphanesi’nde bulunması gereken kitapların
bazılarının, kayıp olduğu, söz konusu kütüphanede yer almadığı, ya da VD 16’de
belirtilmediği halde orada bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ancak bu eksikliklerin
giderilmesi için katalo ğun sürekli o larak yenilendiğini vurgulamak
gerekmektir. Çalışmanın diğer zorluklarından birisi incelenen metinlerin çok
eski oluşundan kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak zaman zaman kitapların dar
ciltlenmesi nedeniyle y azılar okunamamakta, incelenen kitab ın sayfaları
eksik, yırtık, silik, kimi zaman ise dış etkenler sonucu yıpranmış olabilmekte,
bu ise incelemeleri zorlaştırmaktadır. Almanya’nın çeşitli kütüphanelerinde
bulunan kitaplara ulaşabilmek çalışmanın diğer güçlüklerinden birini teşkil
etmiştir. Kitap lar ancak mikrofilm veya mikrofiş halinde gönderilmektedir.
Dijital hale getirilmemiş kitapların gönderilmesi söz konusu değilidir. Bu
durumda kitapların dijital hale getirilmesi ücretinin okuyucu tarafından
karşılanması gerekmektedir.
Türk
tehdidi denince akla ilk gelen ülke Avusturya’dır. Avusturya’nın kültürel
yaşantısını etkileyen tarihî olaylar, o dönemin yazınsal ve kültürel
alanlarında olduğu gibi günümüzde de birçok alanda hala izlenebilmektedir.
Ancak Türklerden korkan sadece Avustury alılar olmamıştır. Birçok ülkenin yanı
sıra Almanya’da bu korkunun etkisi altında kalmış ve bu da, bugün pek bilinmese
de, o dönemin yazınsal ürünlerine fazlasıyla yansımıştır. 16. yüzyılda
Türk-Alman ilişkilerinden bahsetmek, öncelikle savaş, savaşın etkileri ve
bunların literatüre yansıması demektir. Türk-Alman ilişkilerini belirleyen bu
tarihî olaylar, Türk savaşlarının boy gösterdiği, Avrupalıların ve konumuz
gereği Almanların Türklerden korktuğu hatta dehşete kapıldığı bir dönemdir.
Almanların kendi içlerinde, başta mezhep çatışmalarından dolayı, siyasi ve
toplumsal sorunlar yaşaması, kargaşanın boyutlarını
arttırmıştır. Mezhep ayrımı ile birlikte teritoryal devlet yapısının oluşmaya
ve gelişmeye başladığı bu yüzyılda devlet[3]
yönetimi bölgelere ayrılarak zayıflamıştır. Bu güç kaybından kaynaklanan
sorunların yanı sıra, “Türk tehdidi”nin de tekrar ortaya çıkması, Almanya’da
var olan toplumsal düzenin sorgulanmasına da neden olmuştur.
“Türk”, 16. yüzyılda Alman
toplumundaki herkesin ilgisini çeken konu haline gelmiştir. Bu bağlamda savaşla
ilgili bilgiler Almanların en çok merak ettiği konulardandı: Örneğin Türklerin
nereleri feth ettiği, o bölgelerde yaşayanlara neler yapıldığı, savaşlarda
Hristiyan birliklerinin yaşadıkları zorlu mücadele, ele geçirilen Türkler gibi.
O dönemin en önemli iletişim aracı olan gazeteler vasıtasıy la insanlar
“düşman” ve onun y aptıkları hakkındı bilgilendirilirdi. Ancak Türk konusuna
duyulan ilgi sadece savaşlarla sınırlı kalmamıştır. Kültürel, dinsel ve
toplumsal düzendeki farklılıklar da merak edilmekteydi. Bu ihtiy acı gidermek
için “Türk literatürü”[4] kapsamında
Türklerle
ilgili, onların dinini, askerî ve siyasal düzenini, gelenek ve göreneklerini
anlatan çok sayıda Türckenbüchlein (Türk Kitapçığı)[5] basılmıştır. Ancak yoğun ilgi gören [6] ve
bundan dolayı çokça basılan söz konusu kitaplar, yabancı olan Türk’ü
anlatmaktan çok, düşman kimliğini ön plana çıkarmışlardır[7].
16.
yüzyılda toplumu etkisi altına alan Türk tehdidi, güncel h ay atın ve
tartışmaların da odak noktasını oluşturmaktaydı. Türklerin Avrupa’ya
ilerlemeleri ve savaşların gidişatıy la ilgili haberlerin durmaksızın
yayınlandığı bir dönemde, insanlar da düşmana karşı neler yapılabileceği
konusunda fikir yürütme ihtiyacı duymuştur. Devlet bünyesindeki tartışmalar
genelde topluma açıklanmadığından, konu hakkında basılmış y azılar da
sınırlıydı. Devlet kanalıy la topluma sunulan yazılarda ise propaganda faaliy
etleri ön planda tutulmuş, siyasi gelişmeler üzerinde etkin o lmay an halk y
önlendirilmiş ve sakinle ştirilmey e çalışılmıştır. Bunun için bir yandan
Trostrede (Teselli Konuşması) ya da Trostschrifft (Teselli Yazısı) gibi
yazılar[8] yayınlanmış, diğer
yandan kiliselerde vaazlar okunmuştur. Bunun dışındaki yayınlarda ise devlete
ve ordunun Türk savaşları konusundaki etkinliğine şüpheyle bakıldığı ve
eleştirel bir y aklaşımın sergilendiği, satırlar arası ifade edilmiştir[9].
Geniş
bir kitleye hitap ederek, Türk imgesinin pekişmesini sağlayan propaganda
ağırlıklı çalışmalar bunlarla sınırlı değildi. Hem gazetelerde, hem de bağımsız
o larak y ay ınlanan Mahnungen (Uyarılar) ya da Warnungsschriften (ihtar
yazıları)’da dönemin önemli propaganda araçlarındandı. Genelde y azarın politik
görüşlerini de içeren bu çalışmalar, esasen Alman toplumunu Türk tehdidine
karşı uyarma amacı gütmekteydiler. Bu yazılar bazen Alman toplumun geneline[10],
bazen de meclis gibi (Reichstag)[11] spesifik bir kitleyi ikaz etmeye y
öneliktiler. Ayrıca boyun eğmek yerine, Türklere karşı savaşılması, ya da
tehlikenin ciddiye alınmasıyla ilgili ihtar yazıları da bulunmaktaydı[12].
Zaman zaman eleştiri ve uy arı niteliği taşımalarına rağmen, Türk tehdidini işleyen
bu tarz yazıların tümü, sınıflara dayalı toplumsal düzeninin korunması gereğini
ortaya koymaktaydılar.
Teritoryal
yönetimlerin hükümdarları topluma yönelik çeşitli talimatlarla[13],
“Türk vergisinin”[14] toplanması
ya da Türklere karşı dua edilmesi gibi, etkin olmuşlardır. Ancak Türk tehdidi
söz konusu olunca öncelikle kiliselerden bahsetmek gerekmektedir. Kiliselerde
Türk tehdidi konusunun yorumlanarak cemaate aktarılması görevi genelde papazlar
tarafından üstlenilmekteydi. Bu konudaki duaların, vaazların, uy arı ve ihtar y
azıların çoğunluğunun papazlar tarafından yazıldığı göz önünde bulundurulursa,
kilisenin tartışılmaz konumu ve etkisi ortaya çıkmaktadır.
16.
yüzyılda Türk imgesinin en çok işlendiği ve basıldığı metin türleri dua ve
vaazlardır. Bunların geniş halk kitlelerine ulaştığı dikkate alınırsa, olumsuz
Türk imgesinin Almanya’da pekişmesini sağlayan temel metinler o larak
adlandırılabilirler. Çalışmada incelenecek olan bu metinler, bir y andan Alman
toplumunun bu “soruna” yönelik bakışını sunmakta, diğer
yandan “Türk savaşlarının” gidişatı ya da toplumun bu konudaki bilgisine yer
vermektedirler. Dualar genel içeriklerinin yanı sıra, kimi zaman Kayzer adı
belirterek, kimi zaman fethedilen ülke ve insanlarından, kimi zaman ise
Hristiyanların ya da Türklerin düzenlemeyi tasarladıkları seferlerden
bahsetmektedirler. Tehlike altında olan ve olmayan bölgelerde olmak üzere
Almanya’nın her tarafında okunan “Türk duaları” böylece tehdidin boyutlarını
ortaya koymakta, ayrıca Alman toplumunun konuyu nasıl algıladığına yönelik
bilgiler içermektedirler. Top lumun bu tarz dinî metinlere kayıtsız kalmadığı
ve etkilendiği Michael Anisius’un kendi çalışmasının ön sözündeki ifadelerden
anlaşılmaktadır. Anisius, Kuzey Bavyera’da bulunan Bamberg şehri halkının,
okunan vaaz karşısında “gözlerinin dolduğunu” vurgular[15].
Duaların y ay ınlandıkları tarihler de bu konuda belirleyicidir. Duaların
belirli zamanlarda artması ya da azalması hükümetlerin, kilisenin ve
dolayısıyla da toplumun konuy a ilgisini yansıtmakta ve
Türk tehdidinin o yıllardaki durumunu ortaya koymaktadır. Türkleri hedef alan
dualarda, işlenen konular arasında öncelikle Türklerin tahribatından,
zulümlerinden, esir Hristiyanların bulundukları içler acısı durumdan
bahsedilmektedir. Türklerin tüm bunları yapabilmesinin nedeni ise, Hristiyanların
işlemiş olduğu günahlarla açıklanmaktadır. Duaların sonunda ise Türklerden
kurtulmanın tek yolunun tövbe ve dua etmek olduğu vurgulanmaktır.
Çalışmanın amacı 16. yüzyılda
yayınlanmış Türk dualarını, tarihî arka plan dikkate alınarak değerlendirmek ve
Türk imgesini ortaya çıkarmaktır[16].
Beş bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde Osmanlı împaratorluğu’nun
kuruluş, genişleme ve çöküş dönemi hakkında, özellikle Batılıların yazmış olduğu
kaynaklardan fay dalanarak kısaca bilgi verilecektir. Türkiye’de bulunan çok
sayıdaki araştırmaların yerine Batılı kaynakların tercih edilmesinin nedeni,
farklı değerlendirmeleri, bakış açılarını ortaya koymaktır. Ardından Batı
Dünyasının 15. ve 16. yüzyıllarda Türklere bakışı irdelenerek, “Türk korkusu”,
“ezelî düşman”[17] gibi
kavramlarının bu dönemlerdeki önemine değinilecektir.
Martin
Luther’in kimliği ve Hristiyan Dünyası içerisindeki önemine işaret ettikten
sonra, onun Türkler hakkındaki genel görüşleri açıklanacaktır. Bu başlık
altında Luther’in Kur’an’a ilişkin söylemleri, Almanya’da Kur’an çevirileri ve
alımlanmaları hakkında bilgi verilecektir. Luther’in, Türklerin yaşam biçimine
dair görüşleri aktarılarak, bunların kullanımlarına yönelik nedenler
açıklanacaktır. Ayrıca yaşam biçimine ilişkin olumlu ve olumsuz
değerlendirmelere, özellikle çokeşlilik, Türklerin kadına bakışına, Türk
kadınlarının özelliklerine ve Türklerin bazı konulardaki övgüye değer
alışkanlıklarına yer verilecektir. Ardından Türklerin farklı şekillerde
algılanmaları ve yorumlanmalarına ilişkin örnekler sunulacaktır. “Tanrı’nın
cezası Türkler”, “deccal Türkler” ve son olarak “Yecuç-Mecuç Türkler”
kavramlarının kaynağı ve oluşum nedenleri hakkında bilgi aktarıldıktan sonra,
16. yüzyılda kullanımlarına dair değerlendirmeler yapılacaktır. Luther’in
Türk savaşları hakkındaki görüşleri iki başlık altında incelenecektir. Bunların
ilki, onun Türk savaşlarına karşı çıktığı, ikincisi ise bu savaşları tasvip
ettiği dönemler olarak ele alınacaklardır. Savaşları ne zaman, hangi
nedenlerden ötürü tasvip ya da red ettiği açıklanarak, onun değişken tutumu
anlatılacaktır. Ayrıca onun Türkler hakkındaki görüşlerini açıkladığı üç önemli
yazı, içerik ve tarihî arka plan dikkate alınarak, tanıtılacak ve ortaya çıkış
nedenleri izah edilecektir. Bunlar sırasıyla Türklere Karşı Savaşa İlişkin,
Türklere Karşı Ordu Vaazı ve son olarak Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı
metinlerdir. Ayrıca Luther’i bütün yaşamı boyunca meşgul eden “Türk sorununa”,
hayatının son aşamalarında nasıl baktığı ortaya konulacaktır. Luther’in Türk
sorununa bakışını etkileyen ve belirleyen kehanetler bulunmaktaydı.
“Apokaliptik İnançlar Doğrultusunda Luther’in Türk Sorununa Bakışı” başlığı
altında onun düşünce sisteminde önemli yer tutan bu kehanetlerin kaynağına
inerek, bunların Türk tehdidine uyarlanması izah edilecek, ayrıca yaşamının
farklı aşamalarında psikolojisine ve yazılarına yansıması irdelenecektir.
Birinci bölümün sonunda ise 16. yüzyılda Luther’in çağdaşı olan ve Türk
savaşlarına ilişkin görüşlerini yazıya döken, bazı önemli Protestan ve Katolik
teologların çalışmalarından bahsedilecektir. Yazıları tanıtılacak olan
Protestan teologlar Sebastian Franck, Johannes Brenz, Heinrich Müller, Philipp
Melanchthon, Theodor Bibliander, Georg Agricola, Johannes Sturm, Ulrich von
Hutten ve Justus Jonas’dır. Çalışmalarına yer verilecek olan Katolik teologlar
ise Rotterdam’lı Erasmus, Augustin Neser, Nikolaus Reusner, Johannes Eck ve Avusturya’lı
Georg Scherer’dır.
Çalışmanın
ikinci bölümü ağırlıklı olarak dua ve ilahi konularını içermektedir. Dualar
hakkında bilgi verildikten sonra, Reformasyon dönemindeki dualar ele alınarak,
Türk duaları açısından önem taşıyacak bilgiler aktarılac aktır. Bundan sonra
kilisenin Türklere karşı yürüttüğü propaganda girişimleri ve bunların başlıca
türleri hakkında fikir verilecektir. Kilisenin propaganda faaliyetleri
arasında, özellikle Türklere karşı çalınan çanlar, okunan vaazlar ve dualar,
kısa bir tarihî arka plan ile birlikte tanıtılacaktır. Ardından Türklere karşı
yazılan duaların önemine yer verilecek ve bunların 16. yüzyılda oluşumu ve tür
olarak benimsenmesi konuları işlenecektir. Bir sonraki aşamada ise “Türklere
karşı dua” literatürünün başlıca yazarları tanıtılacaktır. Ayrıca dua
metinlerinin tarihî açıdan ortaya çıkış nedenleri irdelenecek ve hangi tarihî o
lay lar neticesinde duaların sayısında artış olduğu tespit edilecektir.
İlahilerin dua içerisindeki önemi dikkate alınarak bu konu kapsamlı o larak
işlenecektir. Bu bağlamda ilahi sözcüğünün anlamı açıklanacak ve Luther’in
ilahilere yaptığı katkılar ortaya çıkarılac aktır. Ayrıca bazı ilahilerde ele
alınan düşman konusunun Türk tehdidine nasıl uyarlandığına yer verilecektir.
Türk tehdidine en faz la uyarlanan 74 ve 79. ilahiler tanıtılarak içeriği
hakkında fikir verilecektir. Son olarak duaların genelde ilahilerden
esinlendiği göz önünde tutarak, ilahilerin dua içerisindeki önemi
anlatılacaktır.
Üçüncü
bölümde ise Türklere karşı yazılan dualar içeriklerine göre sınıflandırılacak
ve örnek teşkil eden dualar, Türk imgesi ve tarihî arka plan, esas alınmaya
çalışılarak, yorumlanacaktır. Dualar beş farklı başlık altında incelenecektir.
Bunlar sırasıyla çocuk ve gençlere yönelik dualar, evde okunacak dualar, kilise
duaları, savaş duaları ve özel bir kesime yönelik olmayan Türk dualarıdır.
Öncelikle çocuklara ve gençlere yönelik duaların özellikleri anlatılacak, çocuk
ve y etişkin duaları arasındaki fark ortaya konacak ve çocuklar için y azılan
Türk dualarının önemine yer verilecektir. Ardından farklı yazarlara ait çocuk
duaları incelenecektir. Örnek teşkil etmesi nedeniyle önce Luther, sonra Mirus,
Musculus ve Egenolff’un dualarına yer verilecek ayrıca gençlere yönelik iki
anonim dua incelenecektir. Ev duaları başlığı altında 16. yüyılda “ev” kavramı
incelenerek ev dualarının anlamı ve önemi anlatılacaktır. Ardından Martin
Luther’in,
Moritz
von Sandizell’in ve Aşağı Avusturya için yazılmış ev duaları yorumlanacaktır.
Kilise dualarının anlamı ve önemine yer verdikten sonra, Württemberg, Hamburg
ve Braunschweig şehri kiliselerinin dualarının yanı sıra, Moritz von
Sandizell’in kilise duası da yorumlanacaktır. Savaş dualarının anlamı hakkında
kısaca yer verdikten sonra bu başlık altında Michael Bapst ve Ludwig Rabus’un
duaları incelenecektir. Son olarak “Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk
Duaları”nın özellikleri hakkında bilgi verilecektir. Dört anonim duanın
dışında, Caspar Franck ve Martin Mirus’un duaları da ele alınacaktır.
Dördüncü
bölümde ise 100 dua üzerinden incelemeler yaparak, Almanya’da 16. yüzyılda yayınlanmış
olan Türk duaları hakkında liste ve tabelalar oluşturmak suretiyle, genel
olarak fikir verilmeye çalışılacaktır. Dualar basım tarihine, mezheplere ve
türlere göre incelenecek ve dağılımları ortaya konulacaktır. Ardından dualarda
Türklere ilişkin kullanılan sözcükler listelenerek bunların dağılımları
gösterilecektir.
Türk
imgesi açısından önemli bulunan bazı söz, sözcük ve kalıplar ise ayrıca
oluşturulan tabelalar içerisinde değerlendirilecektir. Örneğin, düşmanlık,
Türklerin kişisel özellikleri, Türklerin kan dökmeleri, Müslümanlık, Türkler
tarafından esir alınan Hristiyanlar, Türklerin güçleriyle Almanlara ve
Almanya’ya verdikleri ya da vermeyi düşündükleri zararlar gibi. Yapılan
incelemelerin ardından, elde edilen sonuca ilişkin değerlendirmeler yer
alacaktır.
Beşinci
bölümünde ise kilisenin başlıca propaganda türü olan dua ve vaazların yakın
ilişkisi göz önünde bulundurularak 16. yüzyılda Türklere karşı okunan vaazlar
incelenecektir. Bu doğrultuda vaaz kavramı açıklanacak, Türklere karşı yazılan
vaazlar hakkında bilgi verilecek ve son olarak örnek teşkil edecek iki protestan
ve bir katolik vaaz yorumlanac aktır.
Çalışmanın
sonunda ise elde edilen bulgular değerlendirilecektir.
1.
BÖLÜM 1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Genişleme
Süreci
Genelde Alman din adamları
tarafından yazılmış olan Türk duaları ve vaazları tarihî olayların bir
sonucudur ve tarihî olayları yansıtmaktadırlar. Bundan dolayı bu çalışmada, Osmanlıların
Avrupa’ya, özellikle Almanca konuşulan bölgelere ilerlemeleri, kısaca
anlatılacaktır. Tarihteki o lay ların hatırlatılmasındaki
amaç, Türk duaları o larak adlandırılan bu türün incelenmesi ve araştırılması
için gerekli zemini hazırlamaktır. Bunun için öncelikle Batı kay nakları tercih
edilmiştir[18].
Bu seçimin nedeni ise Batılıların, Osmanlı împaratorluğu’na ve hükümdarlarına
bakışlarını ve genişleme süreci ile ilgili o larak endişelerini ortaya
koymaktır. O dönemlerde yazılan “Türk duaları” ya da Türklerle ilgili y azınsal
ürünlerinin neredeyse tümü neticede bu endişenin sonucunda kaleme alınmıştır.
Osmanlının AvrupalIlarla karşılaşması,
dolayısıyla İslam Dünyasının Hristiyan Dünyasıyla karşı karşıya gelmesi,
Osmanlı împaratorluğu’nun kuruluş dönemine rastlamaktadır[19].
Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında I. Osman’ın tahta oturmasıyla başlar ve
Mehmed VI. Vâhideddîn (1918-1922) ile 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmasıyla sona erer. Osmanlı Hanedanlığı’nın toplam 36 hükümdarı o lmu ştur
ve bunlar da ortalama olarak 17 yıl saltanat sürmüşlerdir.
Türkiye’nin
adı çok erken dönemdeki kaynakçalarda dahi yer alır. Örneğin, Friedrich
Barbarossa’nın 1190 (Historia Peregrinorum) yılındaki haçlı seferini anlatan
bir kaynakta Türkiye’den bahsedilmektedir. 13. yüzyılda ise Avrupa’da y ay
ınlanmış olan çok say ıdaki metinde “Türkiye” kavramına yer verilmektir. 1494
yılında Alman hümanisti Sebastian Brant “şimdi büyük Türkiye olarak
adlandırılan küçük Asya ve Yunanistan” dan bahseder. Yüzyıllar boyunca Osmanlı
İmparatorluğu, Anadolu’da (Kleinasien), Yakın Doğu’da, Balkanlar’da, Kuzey
Afrika’da ve Kırım Yarımadasında büyük bir güç olarak varlığını sürdürmüştür.
Ancak 18. ve 19. yüzyılda giderek gücünü yitirmesiyle birlikte bugünkü sınırlar
belirlenmiştir.
1.1.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş
Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıç
dönemi hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Osmanlı’dan önce Anadolu’ya
hâkim olan Selçukluların yenilgisinden sonra Anadolu’da çok sayıda beylik hüküm
sürmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yılı olarak kabul edilen 1299
yılında, I. Osman (1288-1326) beyliğinin bağımsızlığını ilan eder. Zaman
içerisinde diğer beylikleri kendi hükümdarlığı altında birleştiren I. Osman,
Bizans topraklarındaki alanını ve güçünü artırır. 27 Temmuz 1301 yılında
Koyunhisar’da[20] Bizans ordusunu yenilgiye uğratır ve 6
Nisan 1326’da, ölümünden kısa bir süre önce, Bursa’yı fetheder.
Fetihlerinden
dolayı I. Osman’ın hükümdarlığı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları
neredeyse on katına çıkar. Bağımsız emir olarak 27 yıl hükmeder ve 68 yaşında
ölür. Hayatının son dönemlerinde yönetimi büyük oğlu Orhan’a bırakır.
Orhan’ın
hükümdarlığı sırasında ise (13261359) Osmanlı împaratorluğu’nun toprakları
dört katına çıkar. Onun döneminde yeni kurulmuş olan hükümdarlık kısa sürede
kuzey, güney, doğu ve batı olmak üzere hızla genişler. Henüz 1350 yılında dahi
onun yönetimindeki Osmanlı birlikleri Avrupa’ya iyiden iyiye ilerlerler.
Orhan’nın uzun sayılabilecek hükümdarlığı çok sayıda toprak kazanımlarıyla
anılır. Kuzeybatı Anadolu’daki çok önemli üç Bizans şehri topraklara dahil
edilir. Osmanlıların başkenti olacak olan Bursa’nın yanı sıra, 2 Mart 1331
yılında İznik, 1337’de ise İzmit fethedilir. Tecrübeli komutanın ani ölümüyle,
askerî başarıları da zamanından önce sonlanmış olur.
Gelibolu’nun 1354 yılında Orhan’ın
oğlu Süleyman Paşa tarafından fethedilmesiyle Avrupa’ya ait çok önemli yerlerin
ilki ele geçirilmiştir. Ankara ve birçok kalenin yanı sıra Dimotika’nın[21] 1359 yılında fethedilmesiyle Doğu
Trakya’nın büyük bir bölümü hâkimiyeti altına alınmış oldu.
Süleyman
Paşa’nın erken ölmesi sonucu tahta beklenmedik şekilde kardeşi I. Murad (13591389)
çıkar. Onun sayesinde Osmanlı İmparatorluğu güneydoğu Avrupa’ya açılımını
gerçekleştirir ve Anadolu’daki konumu güvence altına alınmış olur. İstanbul’un
fethine kadar Osmanlı İmparatorluğu hükümdarlarının daimî hükümet merkezi
olacak olan, Bizans Împaratorluğu’nun en önemli şehirlerinden Edirne, 1361
yılında feth edilir.
1363-1364 yılları arasında ise Filibe,
Lala Şahin tarafından ele geçirilir. 1364 yılında Sırp Sındığı[22] Muharebesi, Osmanlılara kuzey Balkan
ve Sırbistan yollarını açar. Türklerin Bosna’ya kadar ilerlemeleri ise 1386
yılında Ragusa/Dubrovnik’de korkunun yayılmasına neden olur. I. Murad başka bir
galibiyetini ise 15. Temmuz 1389’da Kosova’da elde eder. Sayıca üstün olan
Hristiyan ordusuna rağmen, Osmanlı ordusu defansif bir taktik ile galibiyeti
elde eder. Bu savaşın sonunda I. Murad suikast sonucu hay atını kaybeder. Bu
olay çok say ıdaki kaynakta yer almasına karşın, özellikle hükümdarı
öldüren suikatçı Milos Obilic ile ilgili bilgiler, çelişkili ifadelerle
doludur. Sırp kaynakları ulusal bir kahramandan bahsederken, Osmanlılar taraf
değiştirmiş bir hainden bahseder.
Murad’ın
oğlu Yıldırım Bayezid (1389-1402) döneminde, Osmanlılar elde ettikleri
galibiyetlerle kuzeyden güneye, batıdan doğuya doğru, düzenli bir şekilde,
genişlemeye devam ederler. Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı hükümdarları için
oldukça kısa sayılabilecek hükümdarlığı süresince neredeyse üç katına çıkar.
Anadolu’yu güneydoğu Avrupa’dan ay ıran sadece dar bir boğazdır. Bundan dolayı
Rumeli’nin ele geçirilmesi Osmanlılar için zorunlu hale gelir. Bu şartlar
altında Sultan Yıldırım Bayezid 1393 yılında Bulgaristan’ı fethetmekle kalmaz,
aynı zamanda Bulgaristan’ın eski hükümet merkezi olan Tirnova’yı da
topraklarına dahil eder. Bunun sonucunda 25 Mayıs 1391’de önemli bir ticaret ve
liman şehri olan Selanik ele geçirilir. Osmanlılar için son derece önemli ve
değerli olan îstanbul[23] şehrine
yapılan ilk sistematik kuşatmalar da o döneme rastlamaktadır. Şehrin önüne
yerleşmiş olan bir ordugâh, şehre gidecek olan sevkiyatları engelleyerek büyük
sıkıntılara neden olmaktadır. Ancak İmparator II. Manuel (1391-1425) stratejik
olarak mücadele etmeden İstanbul’u gözden çıkarmayı düşünmez. Şehrin düşüşünü
engelleyecek tüm diplomatik girişimlere ve ilişkilere rağmen, Osmanlı
împaratorluğu’na hem siyasi hem de askerî bakımdan karşı duracak bir haçlı seferi
ordusu kurulamamıştır.
Macar
Kralı Layoş’un (1342-1382) ölümünden sonra, ülke tahta geçme mücadeleleri ile
sarsılmıştır. Lüksemburg prensi Sigismund’un (1387-1437) tahta geçmesiyle taht
mücadeleleri son bulur, ancak ülke bu çekişmelerden dolayı güç kaybına uğrar ve
Kosova’daki sefere katılamaz. Sırbistan’ın uğradığı yenilgi ve Kuzey
Balkanlar’daki durumun değişmesi sonucunda, Osmanlılar, Macaristan’ın kuzeyine
ilerlemenin y ollarını açmış olur. Kral Sigismund bu tehdit karşısında
diplomatik olarak büyük bir taarruzun
girişimlerini
hazırlar. Avrupalı Hristiyan güçlerin harekete geçirilmesi fikri, Papa Bonifaz
IX. (1389-1404) tarafından da desteklenir. Papa bunun için Dominiken birini
(Johannes von Gubbio) görevlendirerek Batı Avrupa’nın seferberliğini sağlamaya
çalışmaktadır.
Sefere
katılan Avrupa’lı güçler, haçlı seferi ideallerini gerçekleştirirler, ancak
ciddi anlamda Osmanlı tehlikesi ile karşı karşıya kalmazlar. Eflaki
müttefikleriyle birlikte Macar Kralı Sigismund 1395 yılında, Tuna Nehri’nin
güneyinde bulunan Niğbolu Kalesi’ni ele geçirmeye karar verir. 1396’da
kendisinin de başında bulunduğu, yaklaşık o larak 10.000 kişilik olduğu tahmin
edilen, uluslararası- avrupalı şövalyelerden oluşan bir ordu kurulur. Haçlılar
arasında azımsanmayacak sayıda Almanlar da yer almaktadır: Örneğin çok sayıda
Bavy eralı derebeyler, Nürnb erg ve Strasburg’dan katılan birlikler, Kral
Ruprecht’in oğlu Palatina Kontu (Rheinland Pfalz) Robert ve Nürnb erg Kalesi
Kontu Johann von Hohenzollern, ayrıca Alman Şövalyeler Tarikatı
(Ritterorden)
ve Rodos Şövalyeleri (Johanniter). Aralarında Fransızların da bulunduğu, Macar
Kralı Sigismund’un yönetimindeki Haçlılar, 1396 yılında, Niğbolu Şavaşı’nda I.
Sultan Bayezid tarafından mağlup edilerek, ağır bir yenilgi ile karşı karşıya
kalırlar. Rütbe sahibi çok sayıda soylu Hristiyan, Osmanlılar tarafından esir
alınır. Niğbolu zaferiyle birlikte Osmanlıların “yenilmezlik” efsanesi de
başlar[24]. Kral Sigismund dahi esir düşme
tehlikesiyle karşı karşıya kalır, anc ak son anda kurtulur. Bu savaşın belki de
en ünlü Haçlı seferi savaşçısı Alman Johannes Schiltberger’dir[25].
O zamanlar henüz 16 yaşında bir iç oğlanı (Knappe) olan Schiltberger, Türklerin
eline savaş esiri olarak düşer. Onun savaş sonrası tasvirleri Batı Dünyası için
son derece önemli bilgiler içermektedir. Yıldırım Bayezid’in hüküm sürdüğü 1400
yıllarında, hâkimiyeti Fırat Nehri’nden, Adriyatik Denizi’ne kadar uzanmaktadır.
1402 yılında Ankara Muharebesi sonucunda Osmanlılar yenilgiye uğramakta ve
Yıldırım Bayezid, Timurlenk tarafından esir alınmaktadır. Timur ’un 1405
yılında ölmesiyle İmparatorluğu da
dağılır. Yıldırım Bayezid’in 13 yıllık saltanatı boyunca hem Avrupa’da hem
Anadolu’da fethedilen bölgeler iyi organize edilmiş ve yönetim merkezleri,
ekonomik bakımdan, tıpkı antik şehir Pompeiupolis, yani Kastamonu’da olduğu
gibi, verimli bölgelerde kurulmuştur.
15.
yüzyılın başları ise Osmanlı împaratorluğu’nda taht mücadeleleri hâkim idi.
Bayezid’in altı oğlu vardı, Emir Süleyman, Mehmed, îsa, Musa, Kasım ve Mustafa.
Oğulların en büyüğü olan Süleyman, Osmanlı împaratorluğu’nun Avrupa’daki
topraklarının hükümdarlığını yapmaktaydı. Bayezid’in en büyük oğlu o larak,
împaratorluk tarafından oldukça desteklenmekteydi. Bunun üzerine kardeşler
arasında iktidar mücadeleleri başlar. 1413 yılına kadar devam eden bu
çekişmeler Mehmed’in kardeşi Musa’yı yenmesi sonucunda noktalanır ve böylelikle
Fetret Devri de son bulur. Osmanlı împaratorluğu’nun, bundan sonra, tek hâkimi
I. Mehmed’dir (1413-1421). Kendisinden sonra oğlu II. Murad (1421-1451) tahtı devralır. İktidara geçişinden bir yıl sonra, Osmanlıların
her yönden çok değer verdiği İstanbul şehri kuşatmalarına tekrar başlanır. Ancak
Osmanlı ordusunun kısa bir süre sonra tekrar çekilmesiyle, bu metropol bir kez
daha Osmanlılar tarafından ele geçirilmeden bırakılır[26].
Bu hükümdarın saltanatı da Osmanlılar için önemli askerî başarıları beraberinde
getirir. Onun döneminde, 1430 yılında Makedonya, Sırbistan’ın aşağı Tuna
bölgesinde bulunan tarihî başkent Semendire (1439) ve Sırbistan’nın büyük
bölümü fethedilir. Semendire kalesinin fethedilmesiyle Macarlar büyük bir
tehdit ile karşı karşıya kaldıklarını düşünerek, Osmanlı tehdidine karşı
önlemler almaya çalışır. Sigismund’un yerine geçen Macar Kralı Albert’in
(1437-1439) kurduğu birlikler yola çıkar, ancak Kral, Osmanlılara karşı
herhangi bir başarı elde edemeden ölür. Bu küçük seferlerin Osmanlı birlikleri
ve planları üzerine herhangi bir etkisi olmadığından Osmanlı ordusu kısa bir
süre sonra Arnavutluk’a ve Macaristan’a seferler düzenler. Papa IV. Eugene, Osmanlıları
Avrupa’dan püskürtmek için Avrupa’lı tüm uluslara
seslenir. Alman ve Polonya’lı birlikler Sofya üzerinden Filibe şehrine
yaklaşırlar ve 1443 yılında Yalvaç’ta Osmanlı birliklerini yenilgiye
uğratırlar. 1444 yılında II. Murad ile Polonya ve Macaristan Kralı I. Vladislav
arasında bir mütareke imzalanır. Bu antlaşmanın Macaristan tarafından
bozulması, II. Murad’ın büyük bir galibiyet elde ettiği ve Polonya-Macaristan
kralını bozguna uğrattığı, Varna savaşına neden olur. 1445 yılında II. Sultan
Murad Balkanların güneyine planlamış olduğu fetihleri gerçekleştirmek üzere harekete
geçer. 1448’de Macar ordusu Hunyadi yönetiminde Osmanlılara savaş açar.
Eflaklar, yaklaşık olarak 2000 Alman ve Bohemyalı asker ve Arnavut desteği ile
savaşa hazırlanır. Düşman taraflar 17 Ekim 1448 yılında Kosova’da karşı karşıya
gelirler. Osmanlı ordusu stratejik olarak defansif muharebe planını uy gulamay
a koyar. Ertesi gün Hunyadi büyük savaşını başlatır ve Osmanlı ordusunun
saldırmasını beklemeye başlar. Ancak beklenilen saldırının gerçekleşmemesi
üzerine insiyatifi ele alır ve saldırıya geçer. Kosova’da gerçekleştirilen bu
ikinci savaşta, Sultan, Hunyadi yönetimindeki Macarları bozguna uğratarak çok
önemli bir galibiyet elde eder.
II.
Murad 1402 yılından sonra kaybedilen bölgeleri geri almak için sayısız savaşa
girişse ve fetih politikaları sayesinde İmparatorluğu neredeyse iki katına
çıkarsa da, Bayezid dönemindeki genişliğine kavuşturamaz. Ancak devlet onun
hükümdarlığı süresince tekrar güce kavuşur. Özellikle ordu yine eski ihtişamına
kavuşur, başarılar elde eder ve tekrar 1400 y ılından önceki gibi korkulan bir
güç haline gelir. Sultan 1451 yılında öldüğünde, Avrupa’ya doğru yönelişi
kesinleşmiş ve güç kazanmış bir devlet bırakır.
1.2.
Osmanlıların Yüzyılı (1453-1566)
Osmanlı
împaratorluğu’nun yedinci hükümdarı Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) 1451 yılında
tahta çıkar. Tarihi belirleyen ve değiştiren bu Sultan’ın kişiliği hakkında,
Batı kaynaklarına göre, bilgiler yeterli değildir. Siyasal ve diplomatik
alanlarda dâhi olmasının yanı sıra, organizasyon yeteneği de dâhice bulunur.
Astroloji ve antik Yunan tarihine ilgi duyması bu hükümdarın kişiliğini
belirleyen özelliklerinden sadece bazılarıdır. Ayrıca tam altı dil bildiğine
yer verilir, bunlar Türkçe’nın yanı sıra Arapça, Farsça, Yunanca “Frenkçe[27]”
ve “Keldani[28]“ dilleridir. Tahta çıkmasıyla
birlikte bütün dikkatini 54 günlük bir kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 yılında
fethettiği Konstantinopel şehrine verir. Bu fetih saltanatı boyunca gerçekleştirdiği
en önemli o lay lar arasında yer alır, çünkü şehrin feth edilmesiyle Doğu Roma
împaratorluğu’nun son kalesini de Osmanlı împaratorluğu’na kazandırır. Bu
tarihten sonra îstanbul diye adlandırılan şehir
Fatih
Sultan Mehmed tarafından yeniden yaratılır. İstanbul’da kalan Rumlara devlet
güvencesi verilir, din özgürlüğü ve işlerini olumlu şartlar altında
sürdürmeleri sağlanır. Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun
toprak hâkimiyeti güvence altına alınır, ekonomik temeller ve değerler y erine
oturur ve İmparatorluk klasik temellerine kavuşur. Ayrıca Sultan kendisini,
Balkan Yarımadasını kesin olarak ele geçirmeye ve y önetimi altına almay a
adar. Bu hedef doğrultusunda Sırbistan’ı (1459), Bosna’yı (1466), Arnavutluk’u
(1466) ve Kırım’ı (1475) fetheder. 1480 yılında Gedik Ahmed Paşa, İtalya
seferini gerçekleştirir ve 1481 yılına kadar Türk hâkimiy eti altında kalacak
olan Otranto şehrini ele geçirir. Avusturya’nın uzun süreler boyunca Osmanlı
İmparatorluğu tarafından ele geçirilmek istenmesinin sebebi ise, Orta Avrupa’ya
geçişin ancak bu ülkenin mağlup edilmesiyle mümkün olacağı gerçeğinden
kaynaklanmaktır. Sultan bundan dolayı Macaristan ile diplomatik girişimler
düzenleyerek, Kral Mathias’a barış niy etlerini ifade eden bir elçisini y
ollar. Ancak müzakereler
neticelenmez ve uzun bir zaman boyunca da tekrar girişimlerde bulunulmaz.
Sultan Mehmed’in amacı Macaristan’la bir anlaşmaya vararak, henüz yaşarken
Avusturya’ya karşı bir taarruz başlatmaktır. Bundan dolayı Fatih Sultan Mehmed’in
hüküm sürdüğü son yıllarda, Akıncılar sistematik olarak Karintiya[29],
Steiermark ve Tuna Nehri dolaylarında Avusturya’ya saldırılar
gerçekleştirirler. Sadece Karintiya şehrine 14731483 yılları arasında beş kez
taarruz düzenlenir[30].
Bu taarruzlar karşısında İmparator III. Friedrich (1415-1493) bile çaresiz
kalır. Bu öncü manevraları düzenlemenin tek amacı Orta Avrupa’nın yollarını
açmaktır. Aynı amaçla Hırvatistan ve Karnıyol’a[31] da (bugünkü Slovenya’nın bir bölümü)
taarruzlarda bulunulur. Eflak’ta ise Sultan bugün daha çok Drakula adıyla
bilinen voyvoda Vlad Tepeş ile karşı karşıya gelir. Ancak Vlad Tepeş’te 1462
yılında Osmanlı hükümdarı karşısında mağlup olarak Eflak’a götürülür.
Sultan,
bir yandan, askerî üsler yerleştirmek, diğer yandan potansiyel düşmanların
önlemini baştan almak üzere, Ege’deki adaların tümünü ele geçirmeyi hedefler.
1481 baharında Fatih yine bir sefere çıkmak ister, ancak fazla mesafe
kaydedemez. 1 Mayıs 1481 yılında Gebze yakınlarındaki ordugâhta ansızın
rahatsızlanan Sultan, bu olaydan üç gün sonra, yani 3 Mayıs 1481 yılında
hayatını kaybeder. İstanbul’un fatihi miras olarak, Bayezid dönemlerinde bile
bu boyutlarda olmayan, bir imparatorluk bırakır.
Sultan
Mehmed’in ikinci oğlu II. Bayezid (1481-1512) 1481 yılında tahta çıkar. Doğu
Akdeniz’deki hâkimiyeti ve gücü, Venedik’e karşı yaptığı savaşlarla ve bu savaşlar
neticesinde ele geçirdiği înebahtı, Navarin, Koron gibi şehirlerle pekişir.
Barbaros Hayreddin Paşa (tahminen 1467 ya da 14751546) denizlerdeki bu
hâkimiyetin sınırlarını Tunus’u (1531) ve Trablus’u (1521) himaye idaresine
alarak, Batı Akdeniz’e kadar genişletir. 1492 yılında Ispanya’dan sürülen
îberyalı Yahudilerin, Osmanlı împaratorluğu’na sığınmaları onun hükümdar olduğu
döneme rastlamaktadır. Bağdat’ın ve Irak’taki kutsal
şehirlerin kontrolü ise 18. yüzyıla kadar birçok kez Osmanlılar ve îranlılar
arasında el değiştirmiştir[32].
II.
Bayezid’in oğlu I. Selim (1512-1520) saltanatı boyunca ağırlığı îran ve Mısır
gibi doğu kaynaklı düşmanlarla mücadeleye vermektedir. Habsburg’lularla olan
savaşlar, ancak I. Süleyman’ın tahta geçmesinden sonra sürdürülür.
Muhte şem Süleyman diye adlandırılan
I. Süleyman (Kanunî) (1520-1566), Osmanlı împaratorluğu’nun başına geçtikten
kısa bir süre sonra Belgrad’ı (29 Ağustos 1521) ve Rodos’u (21 Aralık 1522)
fetheder. Mohaç Meydan Muharebesi’nde (29. August 1526) ise Kral II. Layoş
yönetimindeki Macar ordusu çok büyük bir yenilgiye uğrar[33].
II. Layoş bu savaşta ölür ve Macaristan’ın başkenti Budin aynı yıl birkaç gün
içerisinde Osmanlılar tarafından fethedilir. I. Süleyman, Macar kralının
akrabası olan Habsburglu I. Ferdinand ile Osmanlılardan yardım talebinde
bulunan Erdel hükümdarı Zapolya arasındaki taht
kavgalarından kaynaklanan anlaşmazlıkları kendi lehine kullanır. Böylece
Macaristan, Osmanlı himayesinde bulunan vassal devlet konumunu alır. Sultan
Süleyman’ın hükümdarlığı sırasında gerçekleştirilen Birinci Viyana Kuşatması 22
Eylül’den 15 Ekim 1529 tarihine kadar sürmektedir. Ancak o yıl erken bastıran kış
mevsimi, erzak yetersizliği ve şehrin iyi savunulmasından dolayı, kuşatma
zamanından önce sonlandırılır. 1530- 1533 yılları arasında düzenlenen seferler,
1533 yılı mütarekesiyle sonlandırılır. Aynı yıl Macaristan Ferdinand ve Zapolya
arasında paylaştırılır. Zapolya’nın 1540 yılında ölmesiyle oğlu Johann
Sigismund tahta geçer. Ona kalan ise sadece Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine
geçen, bağımsız beylik Erdel’in hükümdarlığıdır. Macaristan’ın merkezi ise
Osmanlı împaratorluğu’na ait olur. Estergon Kalesi’nin 1543 yılında
fethedilmesiyle, Osmanlılar daha da güçlenirler. 1547 barış antlaşmasıyla
Ferdinand’a, Macaristan’ın kenar bölgeleri ve Hırvatistan verilir. 34 günlük
bir kuşatmadan sonra 8 Eylül 1566 tarihinde I. Sultan Süleyman’nın orduları,
kayıplara rağmen, büyük bir zaferle Zigetvar Kalesi’ni fetheder. Ancak Sultan
Süleyman bu önemli zaferin haberini alamadan ölür. Saltanat sürdüğü uzun yıllar
boyunca toprak hâkimiyetini sağlamlaştırmanın yanı sıra, aynı hâkimiyeti
Akdeniz’de de sağlar. Preveze Deniz Savaşı’nda 1538’de elde edilen galibiyet,
Osmanlı donanmasına yenilmezlik ünvanını kazandırır ve aynı zamanda Akdeniz’in
yollarını açar. Barbaros Hayreddin Paşa bu zaferden y ararlanarak başka adaları
da fethetmey e koyulur. 1774 yılına kadar Karadeniz dahi Osmanlıların
hâkimiyeti ve etki alanına girer. Askerî açıdan büyük önem taşıyan doğu
seferleri dışında (Bağdat’ın birçok kez ele geçirilmesi) özellikle Güney Avrupa
seferleri (Belgrad, Mohaç, Viyana Kuşatması, Güns, Korfu, Moldavya, Budin,
Estergon, Zigetvar) onun başarılarını ölümsüzleştiren olaylar arasında yer
almaktadır. Fetihlerinin artmasına bağlı olarak özellikle Habsburg, Venedik ve
Rodos şövalyeleri gibi düşmanlarının sayısında da azalma görülür. Bu hükümdar
yaşamının neredeyse on yılını muharebe meydanlarında geçirdikten sonra hayata
gözlerini kapatır.
1.3.
Osmanlıların Çöküş Dönemi
Sultan
Süleyman’ın yerine geçen II. Sultan Selim (1566-1574), 1 Ağustos 1571 yılında
Venedik hâkimiyeti altında olan Kıbrıs adasını fethetmesine rağmen, Osmanlılar
Akdeniz’de üstünlüklerini kaybetmeye başlarlar. Kısa bir süre sonra, 7 Ekim
1571 tarihinde, Osmanlı donanması înebahtı deniz savaşında “Kutsal Lig” ve
müttefikleri tarafından yenilgiye uğratılır. Bu galibiyetle Batılılar “yenilmez
Türkleri” yenerek, güven kazanırlar.
Selim’in
yerine geçen III. Murad (1574-1595) ve onun yerine geçen oğlu III. Mehmed (15951603)
de oldukça kısa süreler saltanat sürerler. III. Mehmed 19 kardeşini öldürten
son Osmanlı olarak Batı Dünyasında üne kavuşur. Ancak aynı zamanda I. Sultan Süleyman’dan
sonra ordusunun başında savaşa giden ilk hükümdar o larak da anılır. 1 593-1
606 yılları arasında Osmanlılar, Avusturya’ya karşı, Raab (1594), Eğri (1596)
ve Kanije (1600) kalelerini fethederek, yeni galibiyetler elde eder.
11 Kasım 1606 yılında imzalanan
Zitvatorok Barış Antlaşması ile oldukça uzun sayılabilecek bir dönem (1652),
savaşlara son verilir. 14 yaşında tahta çıkan I. Sultan Ahmed (16031617),
Avusturya’lı İmparator II. Rudolf ile bu antlaşmay ı imzalamak zorunda kalır.
Zitvatorok Antlaşması’yla Sultan, II. İmparator Rudolf’u resmi olarak,
kendisiyle eş değerde, hükümdar olarak tanır. Buna mukabil II. Rudolf’da
Osmanlı’nın ele geçirmiş olduğu mülkiyetleri tasdik eder. Ancak antlaşma
sınırlarda bir değişikliği beraberinde getirmez[34].
Avrupa’da
başarılar elde eden bir diğer şahsiyet Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed
Paşa’dır. Avusturya ile olan birkaç sorundan dolayı ordusuyla Uyvar’a kadar
ilerler. 1663 yılında, Viyana için bu denli önemli olan Uyvar Kalesi’nin
alınması, çok sayıda devletin de desteklediği, Montecuccolli emrindeki, karşı
saldırıyı da beraberinde getirir. Avusturya’ya karşı yapılan 1663/64 yılı
savaşı, Osmanlıların 1 Ağustos 1664 yılında Raab Nehri yakınlarında Saint
Gotthard Manastırı ve Moggersdorf civarındaki muharebede yenilgiye
uğramalarıyla, 10 Ağustos 1664 yılı Vasvar (Eisenburg) Barış Antlaşması’yla
sonlanır. Bu antlaşma sonucunda Uyvar ve Erdel Osmanlılara kalır. Kandiye’nin
(Girit) 27 Eylül 1669 feth edilmesiyle, Venedik-Türk savaşlarına son verilir.
14 Temmuz 1683 yılında gerçekleştirilen ikinci Viyana Kuşatması, Osmanlıların
Avrupa’da büyük mağlubiyet almaları anlamına gelmekteydi. Sadrazam Kara Mustafa
Paşa emrindeki Türk ordusuyla 14 Temmuz 1683 yılında Viyana önlerine kadar
ilerler. Kara Mu stafa Paşa şehri iki ay kuşattıktan sonra ordusuyla çekilmek
zorunda kalır. Ordunun diğer kısmı 12 Eylül 1683 yılında Kahlenberg’de, Papa
XI. înosens’in girişimleriy le kurulan ve Kral Sobieski’nin bizzat komuta ettiği
Hristiyan ordusu tarafından (Kutsal Lig) yenilgiye uğratılır.
Bundan
sonraki senelerde Türkler sürekli yenilgi ve kay ıp larla karşı karşıya
kalırlar. 2 Eylül 1683’de Budin, Habsburg’lu güçlerin eline geçer. 12 Ağutos
1687 yılında IV. Mehmed Mohaç Savaşı’nda yenilgiye uğrar. Belgrad’ın (6 Eylül
1688), Semendire’nin ve Niş’in (24 Eylül 1689) düşüşü bunu takip eder.
Kaybedilen şehirler 1690’da Sadrazam Mustafa Paşa tarafından geri alınsalar da,
bu defa da 19 Ağustos 1691 yılında Salankamen’de büyük bir yenilgi alınır. Tisa
Irmağı kıyısındaki Zenta’da 11 Eylül 1697’de yapılan muharebede, Türk ordusuyla
Savoyenli Prens Eugen emrindeki Alman ordusu karşı karşıya gelir. Bu yenilgi
sonucunda, Osmanlılar için bir yandan büyük kayıplara ve zararlara neden olan,
diğer y andan Batılı tarihçiler için Osmanlı’nın Avrupa’dan çekilişi anlamına
gelen Karlofça Barış Antlaşması imzalanır. İngiltere ve Hollanda’nın arac ılığ
ıy la, Avusturya ve müttefikleri ile 1699 yılında Karlofça Barış Antlaşması’nın
görüşmeleri başlatılır. Osmanlı için sonun başlangıcı olan Karlofça Antlaşması
ile Banat ve Temeşvar hariç, bütün Mac aristan ve Erdel Beyliği, Hırvatistan’ın
büyük bir bölümü ve Slavonya (Doğu Hırvatistan’da bir bölge) Avusturya’ya
verilir. Venedik ise, Mora y arımadasının dışında Dalmaçya kıy ılarının en
büyük bölümüne sahip olur. Ragusa Osmanlı ve Alman himayesine verilir. Lehistan
(Polonya) ise Podolya ve Ukrayna’nın batı kısmına sahip olur. Azak limanı özel
bir barış antlaşmasıyla (1700) Rusya’ya kalır. Osmanlılar Avrupa’daki
topraklarının neredeyse yarısını kaybederler.
Düşmanlarla
sürekli yapılan savaşlara rağmen 18. yüzyılın ilk yarısında ekonomik bir
kalkınma görülmektedir. II. Mustafa’nın (1695-1703) 1703 yılında tahtından
feragat etmesiyle, kardeşi III. Sultan Ahmed (1703-1730) yerine geçer. Onun
hükümdarlığı sırasında Mora Yarımadası 1715 yılında geri alınır. Venedik’in
müttefiki Avusturya ise bu olayı saldırma gerekçesi o larak kabul eder. Damat
Ali Paşa yönetimindeki Petervaradin muharebesi 8 Ağusto s 1716 yılında yenilgiyle
sonuçlanır. Neredeyse bir yıl sonra, 16 Ağustos 1717’de Belgrad düşer. Bu
savaşlar 21 Haziran 1718’de imzalanan Pasarofça (Sırbistan) Barış Antlaşması
ile sonlandırılır. Gerçi Osmanlılar bu antlaşmayla geri aldıkları Mora gibi,
Yunan bölgelerinin sahibi kalmay a devam ederler, ancak Temeşvar, Eflak’ın
batısı,
Belgrad
ve Sırbistan’ın kuzey bölgesinin kaybı artık tasdik edilmiştir. Venedik
kıyılarının sahibi kalırken, Ragusa bağımsızlık kazanır.
Osmanlılar
bundan sonraki dönemlerde sadece Sadrazam îvaz Mehmed Paşa (17 Mart 1739 - 23.
Haziran 1740) ve 1730-1754 yılları arasında Sultan Mahmud I. döneminde
başarılar elde ederler. 1737’dan 1739 yıllarına kadar Osmanlı orduları tekrar
Güney Avrupa’da savaşırlar. Rusların Kırım’ı almalarına izin vermedikleri gibi,
Habsburg’luların Moldavya ve Eflak’a girmelerine de engel olurlar. 18. Eylül
1739 Belgrad Barış Antlaşması ile Osmanlı împaratorluğu 20 yıl öncesinde
kaybedilen bölgeleri geri alır ve Tuna Nehri tekrar sınır o larak kabul edilir.
Buna mukabil Rusya ile ittifak halindeki Avusturya, Sırbistan’ı küçük Eflak’ı
(die kleine Walachei) ve Orsova’yı Osmanlılara vermek durumunda kalır. 1 8041806
yılları arasında süren Sırp isyanından sonra Belgrad’ın iç kalesi 12 Aralık’ta Osmanlıların
eline geçer. 13 Haziran-1 3 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi
sonucunda
Avusturya-Macaristan,
Bosna-Hersek’in yanı sıra Bosna’nın doğusundaki Novipazar sancağını alır.
Ayrıca Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlığı karara bağlanır.
Bulgaristan ise 1908 yılına kadar Sultana bağlı beylik ilan edilir. İngiltere
Kıbrıs adasını alır. Bosna-Hersek halkının isyanına rağmen Avusturya-Macaristan
tarafından ilhak edilir. Doğu Rumeli 1885’de Bulgaristan’a dahil edilir. Bu
kayıplar, askerî ve siyasi yönden güç kaybeden Osmanlı İmparatorluğu tarafından
telafi edilemez. Bir y andan ülke içindeki sorunların giderilmesi, öte yandan
var olan sınırların korunması, Osmanlı İmparatorluğu’nun söz konusu kayıpları
geri almasını imkânsız hale getirir ve tüm çabalara rağmen, kayıpların ve
yenilgilerin arkası gelir.
2.
Batı Dünyasının Türklere Bakışı
Orta
Avrupa insanlarının Türkler tarafından tehdit ediliyor olmalarından dolayı
oluşan sübjektiv korku hissi, literatürde ‘Türk korkusu’ olarak
adlandırılmaktadır[35].
Bu tehdide karşı savaşabilmek ve Türklere karşı propagandayı
yaygınlaştırabilmek için, düşmanın daha iyi tanınması ve tanıtılması
gerekiyordu. Özellikle de İstanbul’un 1453 yılında Türkler tarafından
fethedilmesi, Batı Dünyası için atlatılamayan bir şok olmuştur. Batılılar için
bu yenilgi, sonu gelmeyen endişelerin başlangıcı kabul edilmektedir. Papa II.
Pius (1405-1464) İstanbul’un fethiyle ilgili şu sözleri söyler: “Geçmişte biz
(...) yabancı ülkelerde yenilgi alırdık. Şimdi ise bizi Avrupa’da, kendi
vatanımızda, kendi evimizde vuruyorlar”[36].
Papa’nın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi, asıl endişeye sebebiyet veren,
Türklerin orta Avrupa’ya kadar ilerlemiş olmalarıdır. Bu genel Türk imgesi
ezelî düşman esasına dayandırılmaktadır. “Ezelî düşman, yani doğuştan düşman
olanı, düşman kabul etmek için herhangi bir düşmanca eyleme
gerek duyulmaz. Birinin Türk olması Hristiyanların düşmanı olabilmesi için
yeterlidir”[37]. Türk tehdidi ile ilgili araştırma
yapan Schulze ise Türk korkusuna ilişkin tüm polemikleri ve eleştirileri şöyle
özetler: 16. yüzyılda var olan ve sabitleşen Türk imgesi, bir yandan
“geleneksel Hristiyan- Müslüman tezatının”, diğer yandan ise “dinî düşmanlık
bilincinin” bir sonucudur. Aynı zamanda Türkler “askerî güç, y ay ılma hırsı ve
Hristiy anlarla savaşta zulüm” ile bağdaştırılır. Tüm bunların yanı sıra
kültürel farklılıklar da anlaşılmaz ve olumsuz değerlendirilir[38].
Bu genel Türk imgesi, ezelî düşman esasına dayandırılmaktadır.
Osmanlı
împaratorluğu’nun askerî gücü, sosyal düzeni ve zenginliği sadece askerî
anlamda, dışardan gelen bir tehdit oluşturmakla kalmamakta, aynı zamanda iç
tehlikelere de sebebiyet vermektedir. Halkın bu tehdit karşısındaki
duyarsızlığı, ilgsizliği ve vergi vermekten kaçınması ise önlem almay ı
güçleştiren başlıca etmenlerdendir. Bu nedenlerden dolayı
Türkler aleyhindeki propagandalar alt tabakaya ve özellikle çiftci kesimine
yöneltilir ve Türklerin kadın ve çocuklara karşı gerçekleştirdikleri “zulümler”
anlatılarak düşman imgesi pekiştirilmeye çalışılır. Bu imgeyi yaymak için
ayrıca Türklerin ailevi değerleri hiçe saymaları ve çokeşlilik gibi konulara
değinerek çiftçi kesiminin toplumsal değerlerine ters düşen tüm y argıları öne
sürdükleri görülmektedir. Bu propaganda y öntemi soy lular üzerinde de
uygulanmaktadır. Buradaki amaç soylulardan daha fazla askerî ve maddi destek
alabilmektir[39].
Düşmanı yenmek için tanımak da gerekir. Bu yüzden Hristiyanlığın düşmanı olarak
kabul edilen Türklere karşı ilgi oldukça büyüktür. Bunun altında y atan temel
sebep ise Türklerin özellikle askerî alandaki başarılarının sırlarını
keşfetmektir. Hem Türklerin başarılarının kaynağını öğrenmeye, hemde kendi
zafiyetlerini tespit etmeye çalışan Almanlar bunun sonucunda tüm önyargılara
rağmen, objektif bakmaya çalışarak düşmanı tanımay a gayret gösterirler. Bu
nedenden dolayı Türkler hakkında olumlu değerlendirmelerin de
ortaya konduğunu görebilmekteyiz. Örneğin Türklerin mağlup olmamaları ve savaş
yetenekleri, sadelikleri, az ile yetinenbilme özellikleri, disiplinli oluşları,
silah kullanma becerileri, binicilikteki başarıları gibi. Türklerin ordusuyla
kıyaslandığında Alman orduları zayıf ve disiplinsiz bulunur. Türklerin
başarısının sırrı tecrübelerine, bedensel güçlerine, zorluklara ve y
oksunluklara d ay anma gücü ile bağdaştırılır. Dinî bütün oluşları ve başka
dinlerden olanları din değiştirmeye zorlamamaları da övgüye değer bulunan
özellikleri arasında yer alır. Türklerin din alanındaki bu hoşgörüsü
Protestanları, özellikle de Macaristan’daki Protestanları derinden etkilemektedir.
Türklerin övgüye değer bulunan örnek davranışları bunlarla da sınırlı kalmaz.
Türklerin evlilik hay atlarındaki düzeni, kadınlarının erdemli oluşları, yemek
yeme alışkanlıklarında ab artıy a kaçmamaları ve b arınma ko şullarındaki
mütevazilikleri takdirle karşılanan ve hayranlık uyandıran özellikleri arasında
yer alır[40]. Batı Dünyasının genel o larak
Türklere bakışı sergilendikten sonra,
“Türk
duaları” adlı türün oluşumuna sebep olan Martin Luther’in kimliği ve Türklerle
ilgili görüşleri detaylıca açıklanacaktır.
Martin
Luther 1483 yılında Hans ve Margarethe Luder’in oğlu olarak Almanya’nın
Saksonya bölgesindeki Eisleben şehrinde doğmuştur. Ailesi, kiliseye bağlı
olmasına rağmen, aşırı dindar değildir. Erfurt Üniversitesi’nde okuyan Luther,
henüz 21 yaşındayken keşiş olmaya karar verir. Bunun için Aziz Augustin
tarikatına bağlı bir manastırda ilahiy at eğitimine başlar ve kısa bir süre
sonra rahip olur. Wittenberg Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra
ders vermeye başlar.
Luther henüz manastırdaki eğitimini
sürdürdüğü sıralarda endüljans (Ablass)[411
konusunu
sorgulamaya başlar ve 1517 yılında kilisenin b aşta bu ve buna benzer yanlış
uygulamalarını eleştirmek üzere Wittenberg kilisesinin kapısına “95 maddelik
tez”ini asar. Luther’in Papa ile çatışması da böylelikle başlamış olur. Bu
fikirlerinden ötürü 1518 yılında kendisi hakkında Roma’da bir papalık davası açılır. Suçlamalara cevap
vermek üzere Roma’ya çağrılan Luther, Augsburg’ta bulunan Kardinal Cajetan’a
ifade verir. Kardinal fikirlerinden vazgeçmesini ister, ancak onu ikna edemez.
Wittenberg’e dönen Luther, Saksonya Elektörü III. Friedrich[42] tarafından
himaye altına alınır. Papa X. Leo onun sürgüne gönderilmesini emreder, anc ak
elektörün koruması altında bulunması dolayısıyla bunu gerçekleştiremez. Luther,
Papa’ya bir özür mektubu yazar, ancak mektup beklentileri yerine getirmeyince,
kilisenin tavrında da bir değişiklik olmaz ve 1520 yılında kiliseden aforoz
edilir. Papa X. Leo’ya açık bir mektupla birlikte yayımladığı dönemin meşhur
kitabında Von der Freiheit eines Christenmenschen (Hristiyan Kişinin Özgürlüğü
Üzerine) teolojik ve ideolojik düşüncelerinin yanı sıra özgürlük kavramı
üzerinde durur. 1521 yılında İmparator V. Charles tarafından Worms Kurulu’na
ifade vermek üzere çağrılan Luther, yolda vaazlar verir ve büyük bir taraftar
kitleyle birlikte oraya varır. Heretik [43] fikirlerinden
vazgeçmesi istenir, ancak Luther verdiği ifadesinde söylemlerinin
Tanrı’nın sözüne dayandığını ve bundan dolayı görüşlerinden dönmeyeceğini ifade
eder. Kuruldan sonuç alınamaz. Wartburg’a yerleştirilen Luther, burada Incil’i
Almanca’ya çevirmeye başlar. Kendisi hakkındaki yasaklamalar kaldırılınca,
Wittenberg’a geri dönerek kiliselerde vaazlar vermeye başlar.
Luther’in
öğretileri sonucunda 1524 yılında köylüler ekonomik koşullarının düzeltilmesi
talebiyle ay aklanır ve meydana gelen çatışmada sayıları 50 bin ile 75 bin
arası olduğu tahmin edilen köylü öldürülür.
1526
yılında Luther evlenir. 1529 yılında Nürnberg Dinî Barış Komitesi Alman
Protestanlara özgürlük tanıyınca, Luther de Wittenberg İlahiyat Fakültesi’nin
Dekanlığı’na getirilir. Sağlık sorunlarına rağmen, papalığı ağır bir dille e
leştirmey e devam eder ve 1546 yılında Eisleben’de ölür.
3.1.
Martin Luther’in Türkler Hakkındaki
Genel Görüşleri
almaktadır[44].
Türkler, Luther’e göre dünya politika sahnesinde oldukça tehlikeli bir güç
olarak ortaya çıktıklarından onlar hakkında mutlaka bilgi edinilmeliydi[45].
Sonuç itibariyle Türklerin Orta Avrupa’da alımlanmalarıyla ilgili en önemli
kaynağı Luther teşkil etmekteydi. Çünkü o sözlerini yazıya dökmekte, fikir
yürütmekte ve tartışmaktadır. Bu özelliğiyle en önemli Türk savaşları
yazarlarından olan Luther’ın bazı çalışmaları 10 kereden fazla basılmıştır[46].
Yüzyıllardan
beri Avrupa içindeki fetihleriyle ciddi tehditler oluşturan Türklere karşı
Hristiyan dünyası aciz kalmış ve gerekli önlemleri alamadığı gibi, güç birliği
de o luşturamamıştır. Zaman zaman Türk tehdidine karşı Batı Dünyası’nın bazı
küçük girişimleri olduysa da, bunlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Türkler ise
buna mukabil, Avrupa’da engellenmeksizin yollarına devam etmişlerdir.
İstanbul’un fethinden sonra, Batı Düny ası için tehlikenin asıl boyutu, 1529
yılında Türklerin Viyana kapılarına dayanmasıyla doruğa çıkmıştır. Batı
dünyasının sarsıldığı bu dönemlerde Martin Luther ortaya çıkarak Türklere karşı
daha önce görülmemiş bir savaş başlatır. Bu savaş stratejik anlamda, siyasi ve
manevi bir savaş niteliğindedir. Luther’in Türklerle ilgili söylemlerine yer
vermeden önce, Türkler hakkındaki görüşlerinin nasıl biçimlendiği konusuna
değinmek gerekir.
Martin Luther’e göre
Türklerle savaşabilmenin tek bir yolu vardır, o da düşmanı ve onun dinini
tanımaktır. Tehdidin bu kadar yaklaşmış olmasına karşın Türkler hakkındaki
bilgilerin sınırlı olması ve var olan bilgilerin güvenilir olmaması, onun
tarafından eksiklik olarak görülür. Bu konuda soyluları ve yüksek eğitimlileri
sorumlu tutan Luther’e göre bu bilgi noksanlığı nedeniyle ve Almanları Türklere
karşı kışkırtmak amacıyla, Türkler hakkında yalan yanlış bilgiler ortaya
atılır. Oysaki Luther elinde bulunan Kur’an’ın bazı bölümlerini, temel
farklılıkları ortaya koymak ve anlamak için yeterli görür[47].
Bazı bölümler diye nitelendirdiği tercümeler Bobzin’e göre muhtemelen Türklerle
ve Müslümanlıkla ilgili literatürde yer alan bilgilerdir[48].
Luther birçok çağdaşının aksine Kur’an’ın yayınlanmasında sakınca görmez[49],
çünkü ona göre düşmanla mücadele etmenin en etkin yolu Kur’an’ın geniş halk
kitlelerine tanıtılmasıdır[50].
Hristiyanlık inancının ancak bu şekilde güç kazanacağına
inanır
ve bu hedef doğrultusunda, Kur’an’ın[51]
Alman diline çevrilmesinin zorunlu
olacağını düşünür. Bu isteğinden de Lamparter’e göre, Luther’in kendi
ifadesiyle “Türk İncili” olarak adlandırdığı Kur’an’ı, teolojik olarak inceleme
konusunda ne kadar ciddi olduğu anlaşılır[52].
Oysaki bu sözde ciddiyet sadece amaca yöneliktir ve Luther’in gündemine ancak
yıllar sonra tekrar alınır.
1528 yılının sonlarına doğru
yayımlanan Vom Kriege wieder die Türken (Türklere Karşı Savaşa İlişkin) adlı
metninden de anlaşıldığı gibi, o yıllarda tamamı Latince’ye çevrilmiş olan bir
Kur’an eline geçmemiştir[53].
Bu bağlamda Luther’in de bahsettiği ve kaynak olarak kullandığı iki yazıya
kısaca değinmek istiyorum: 1) Dominiken tarikatına mensup Ricoldo de Monte
Croce’nin (1243-1320) Confutatio Alcorani (Kur’an’ın Çürütülmesi) ve 2)
Kardinal Nikolaus von Kues’in (Nikolaus Cusanus) (1401-1464) Cribratio
Alcorani’si (Kur’an’ın Gözden Geçirilmesi). Bu iki metin Bobzin’e göre çeşitli
nedenlerden dolayı 12. ve 15.
yüzyıllar arasında Hristiyanlar
tarafından İslam’a karşı yazılmış olan tartışma metinlerinin arasında dikkat
çekmektedirler[54].
Ricoldo’nun metni uzun dönemler boyunca oldukça etkin olmuştur. Önemli olan
diğer metin ise İstanbul’un fethinden (1453) kısa bir süre sonra yazılmış olan
(1460/1461), fethin etkilerini yansıtan, Kues’in yapıtıdır. O dönemlerde
teologların ilgisini çekmeye başlayan İslam konusu birçok yazar tarafından
incelenmeye başlanmıştır[55].
Ricoldo’nun Confutatio ve Kues’in Cribratio adlı kaynağı[56],
Luther’in o dönemde Kur’an hakkında bildiklerinin temelini teşkil etmişdir.
1530 yılında, Captivus Septemcastrensis’in[57]
Libellus de ritu et
moribus Turcorum (Türklerin örf ve adetleri hakkında kitapçık) adlı çok
beğendiği çalışma için yazdığı ön sözde, söz konusu iki kaynağı da olumsuz
değerlendirir[58].
Her iki kaynağın amacı ona göre, sıradan Hristiyanları korkutarak İslam’dan
uzak tutmaktır. Ancak iki kaynağın eksikliği ve Luther’in eleştirisinin asıl
sebebi, İslam’ın yanlışlığını kanıtlamaktan uzak oluşlarıdır[59].
Buna rağmen Luther
1542 yılına kadar ağırlıklı olarak bu iki metni kaynakça olarak kullanmış, bu
bilgilerden hareketle iki dini birbirleriyle karşılaştırmış ve Müslümanlıkla
ilgili eleştirilerini birçok yazısında dile getirmiştir. 1540’lı yıllarda
tekrar akut hale gelen Türk tehdidi onun bizzat Kur’an’ı incelemesine sebep
olmuştur. 1542 yılının Şubat ayında nihayet tamamı Latince’ye, “kötü çevrilmiş”
olan metni elde eder[60].
Kendisi aslında Arapça bilmediğinden, kötü çevrilmiştir y orumu, çevirinin
stiline y öneliktir. Bu çeviri eleştirisi ilk kez Luther tarafından yapılmadığı
gibi, sonrasında da çok yapılmıştır[61].
1542 yılında eline geçen bu çeviriye d ay anarak hem Ricoldo’nun “Confutatio
Alcorani” sine hem de Kues’in “Cribratio Alcorani” sine yönelik önyargıları
ortadan kalkmış ve “Kur’an önceden tahmin ettiğimden daha kötü” çıkmış oldu,
yorumunu yapmıştır[62].
Bundan sonra Luther’in İslam’a yönelik polemikleri daha da sertleşir[63].
Luther, Kur’an’ı 1542 yılında okuduktan hemen sonra Ricoldo’nun yazısını
Almanca’ya çevirme kararı alır. Ricoldo’nun yazısını neden tercih ettiğini,
kendisi kısaca “daha iyi bir kitap olmadığı için” sözleriyle açıklamakla
yetinir[64].
Hagemann’a göre Kues’in kitabını tercih etmemesinin nedenleri başkadır. Kues’in
çalışması “daha yoğun ve detaylı bir inceleme sonucu ortaya çıkmış ve aynı
zamanda Hristiyanlık ve îslam” arasında köprü vazifesi üstlenerek ve Kur’an’dan
yola çıkarak Hristiyanlığa geçişi sunmaya çalışmıştır. Hristiy an dünyası için
gergin bir sürecin yaşandığı[65] yıllarda
ortaya çıkmış olduğundan o dönem içerisinde yayınlanmış îslam karşıtı literatür
arasında, polemiklerinde daha ölçülü olması dolayısıyla örnek teşkil etmiştir[66].
Osmanlı tehdidinin etkisinde kalan Luther, Türk düşmanlığını teşvik etmek
amacıy la, Hristiyanlıkla îslam arasında denge kurmay a çalışan bir metni
Almanca’ya çevirmeyi, hedeflerine uymadığından tercih etmez. Bundan dolayı
özellikle Kur’an’ı okuduktan sonra pekişen nefretinin etkisiyle, daha 1530
yılında şiddetle eleştirdiği Ricoldo’nun yazısını Almanca’ya çevirme kararı
alır[67].
Luther’in çevirisi Widerlegung des Alcorani Bruder
Ricardi
(Kur’an’ın Kardeş Richard Tarafından Çürütülmesi) adı altında 1542 yılında
kendisinin yazmış olduğu bir ön söz ile birlikte yayınlanır[68].
Onun çevirisi aynı yıl içerisinde Hans Lufft tarafından Wittenberg’de ve
Heinrich Steiner tarafından Augsburg’da yayımlanır[69].
Sonuç olarak Luther hem Avrupalıları tehdit eden Osmanlılardan, hem de kendisi
için hayati önem taşıyan Papalıkla mücadeleden dolayı îslam konusuna eğilmiş ve
saldırılarda bulunmuştur[70].
Müslümanlığa yönelik eleştirilerin detaylarına girmeden, bu çalışma için önem
teşkil edecek bazı noktalara yer verilecektir.
Türklerin inancını Hristiyanlıkla
karşılaştıran Luther’e göre en büyük farklılık Hz. İsa’nın değerlendirilmesinde
yatmaktadır. “Çünkü Türkler İsa’da sadece bir peygamber görmektedirler” [71]. Onun Tanrı’nın oğlu olduğunu
kabul etmemektedirler. Luther’in Müslümanlığı tamamıy la red etmesinin temel
sebebi, Hz. İsa’nın insanlığın kurtarıcısı ve Tanrı’nın oğlu olarak kabul
edilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Böyle olunca da Luther, Hz. Muhammed’i en büyük peygamber olarak görmez. Ona
göre Peygamber, îslam dini adı altında yenilik yaratmaz, sadece var olanları
derler[72].
Türklerin
ibadet biçimlerine yönelik ise, ibadetlerin büyük bir ciddiyetle ve saygıyla
yerine getirildiğini ifade eder. Böylesine huşu içinde yerine getirilen
ibadetler karşısında Luther kendi topraklarında dahi bunun böyle olmadığını
vurgulamadan edemez ve kendi toplumunu bunlara kanmaması için uy arma ihtiyacı
duyar[73].
Çünkü böylesine ciddi, cesur, disiplinli bir hay at süren Türklerin, insandan
çok meleğe benzedikleri sanılabilir[74].
Luther bu ve buna benzer eleştirilerin aynısını Papa taraftarlarına da
yöneltir. Türklerin dini ile Katolik kilisesinin temsil ettiği din anlayışı
arasında herhangi bir fark gözetmez[75].
Ona göre Türkler için yeryüzünde Hristiy an milletinden daha kötü bir millet
yoktur[76].
Bir tek kendi dinlerini gerçek din olarak gören Türkler, Luther’e göre kibirli
tavırlarıyla
Hristiyanlık hakkında kötü söz
söylemekle kalmazlar aynı zamanda alay da ederler[77].
Luther Türkleri değerlendirirken
kökleri Hz. Danyal’a kadar varan apokaliptik kehanetlerin etkisinde kalmıştır[78].
Bu kehanetler doğrultusunda Türklerin savaşlarda başarılı olmalarının,
dinlerinin gerçek din olmasıyla ilgisi yoktur. Danyal’ın da önceden
kehanetlerinde vurguladığı gibi, Hristiy anlar günahlarından dolayı bu dünyada
cezalandırılacaklardır.
3.1.2.
Luther’in Türklerin Yaşam Biçimlerine
Yönelik Söylemleri
Türklerin
yaşam biçimine yönelik eleştiriler de Luther’in sıkça üstünde durduğu konular
arasında yer almaktadır. Bu eleştirilerle kimi zaman Hristiyanlığı yüceltme
hedefi güderken, kimi zaman da Türklerin gelenek ve göreneklerinin
üstünlüklerinden bahsederek, kendi toplumunu uyarma ve eleştirme amacını
taşımaktadır. Onun son derece ağır bir dille eleştirdiği ve yazılarında sıkça
yer verdiği konulardan birisi ise Türklerde evlilik kurumunun tamamen hiçe
sayılmasıdır. Konunun bu denli yoğun işlenmesinin sebebi, Batı toplumunun
konuya yönelik gösterdiği hassasiyetten kaynaklanmaktadır. O dönemlerde Alman
toplumunda herkesin ilgisini çeken bu konu sayesinde, Luther zaman zaman
Türklere karşı duyulan hayranlığı o rtad an kaldırmayı hedeflemektedir. Ona
göre, Batı’daki gibi tek eşli evliliği tanımay an Türkler, iki insan arasında
var olması gereken içten ve daimî, karşılıklı güvene dayanan ilişkiyi yok say
maktadırlar.
Luther bu söylemini şu sözlerle dile
getirir: “Muhammed’in Kur’an’ı, evlilik kurumunu saymaz, herkes istediği kadar
çok sayıda kadını alabilir. Bu yüzden de Türklerdeki adet, bir erkeğin on,
yirmi kadar kadına sahip olmasıdır. Ve istediğini istediği zamanda terk eder ya
da satar (...)”[79]. Luther söylemlerinde ağır
hakaret içeren sözcükler kullanarak ve genelleme yaparak Türkiye’de kadınlara
değer verilmemesinden dolayı tıpkı büyük baş hayvanlar gibi alınıp
satıldıklarını vurgular. Tüm bu olumsuz söylemlerine rağmen, Batı’daki
insanların bundan dolayı Türk olmak istemelerini şaşırtıcı bulmaz ve dile
getirmekten kaçınmaz. Onun Türk kadınlarıyla ilgili olumlu değerlendirmeleri da
vardır. Ancak bu olumlu söylemler, Batı’daki kadınların noksanlıklarını ortaya
koyan ve dolayısıyla telafi edilmesini amaçlayan ifadelerdir. Türk kadınlarının
erdemli, sade ve dolayısıyla da saygın oluşları olumlu özellikler olarak dile
getirilse de Luther’in Türklerin evlilik adetlerinin değerlendirilmesinin
genelinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Yine bu noktada da
Türklerin
poligam evliliğe olan eğilimlerini Papa’nın yaşam biçimiyle karşılaştırarak
özdeşleştirir ve ona göre sözde iffetli olan Papa’nın hiçbir kadınla
evlenmemesine rağmen tüm kadınlara sahip olduğunu vurgular[80].
Luther bu sözleriyle toplumu, Papa’lığın ve Türklerin ahlaksız y aşam
biçimleriyle ilgili olarak yeterince uyardığını düşünür. O Tanrı’nın inayetine
sığınır ve Tanrı’nın hem Papa’yı hem de Hz. Muhammed’i ve onların şeytani
müridlerini cezalandırmasını ümit eder. “Ben Tanrı’nın sadık bir peygamberi ve
vaizi o larak üstüme düşeni yaptım. Dinlemek istemeyen dinlemesin”[81].
Türklerin yaşam biçimi hakkında da y
orumlarda bulunan Luther, bu kez olumlu özelliklerine ağırlıklı olarak yer
vermektedir. Bunlar arasında özellikle Sultana bağlılığın yanı sıra, yeme içme
alışkanlıklarındaki mütevaziliğe, kılık kıyafetlerindeki sadeliğe ve y
apılarında ihtişamdan kaçınmalarına şu sözlerle dikkat çekmektedir: “Bizim gibi
abartıya kaçarak yiyip (şarap) içmiyorlar, dikkatsiz ve şen[82]
giyinmiyorlar,
ve bizim kadar ihtişamlı inşa etmiyorlar ve süslemiyorlar, yemin ve küfür
etmiyorlar, Kayzerlerine ve Tanrı’larına karşı örnek olacak bir itaatkârlık,
disiplin ve onur sergiliyorlar. Ve rejimlerini dış görünüşe göre kontrol altında
tutup canlı kılıy o rlar, tıpkı bizim Alman topraklarında olmasını istediğimiz
gibi”[83]. Genel olarak Luther, Türklerin
y aşamlarının neredeyse her alanında sadeliği tercih ettiklerini vurgulayarak
Batı toplumundaki abartılı ve gösterişli yaşam biçimine yönelik eleştirilerini
dile getirmektedir.
Türklere
özgü diğer bir adet ise, onların başkasının malına bakış açısıyla ilgilidir. Bu
konuda Luther, Türklerde benzersiz ve sınır tanımay an bir y ağmacılık hırsının
olduğunu ileri sürmektedir. Luther’in Türklerin gelenek ve görenekleri hakkında
söyledikleri bunlarla sınırlı değildir. Ancak söylemlerin tümü
değerlendirildiğinde genel olarak aynı çizgiyi sürdürdüğü ortaya çıkmaktadır.
Türklerin geleneklerine yönelik bakış açısı, onun Türk savaşlarıyla ilgili
sergilediği tutumun zeminini teşkil etmektedir.
3.1.3.
Tanrı’nın Cezası Olarak Gönderilen
Türkler
Luther’in
Türklere yönelik hükümlerinin son derece sert ve toleranstan yoksun ifadelerle
dolu olmasını, sadece siyasal bir bakış açısıyla açıklamak mümkün değildir.
Siyasi taktikler bu eleştirinin sadece bir kısmını teşkil etmektedir. Diğer
kısmı ise Luther’in gerçekleştirmeye çalıştığı Reformasyon konusuyla ilgilidir.
Ona göre, Türk savaşları Reformasyonun önündeki en büyük engeldir. Tüm gücüyle
Türklere karşı mücadele etmeye çalışan Kayzer, Protestanlığın içinde bulunduğu
durumu göz ardı etmekte ve onlara gereken desteği vermemektedir. Luther bundan
dolayı, bir an bile süpheye düşmeksizin, Türklerin neden geldiklerini ve ne
olduklarını bildiğini iddia etmektedir. Türkler, “Tanrı’nın cezası, şeytanın
aracı, inanç düşmanı, düzen bozucusu, kısaca deccal olarak gelmiştir”. Bu
say dıklarının arasında, Türk tehdidinin y ay ılmasıy la birlikte, tüm
hükümlerinin başında yer alan hüküm ise Türklerin Tanrı’nın öfkesinin sonucu
yeryüzüne gönderilmiş bir ceza
olduklarıdır. Tanrı, Türkleri korkunç
öfkesini göstermek ve onları (Hristiy anları)
cezalandırmak
için araç olarak kullanmaktadır. Tanrı’nın Almanlara yönelik bu tedibi [84] onun
fikrine göre hak edilmiş bir cezadır[85].
Luther, Alman halkının erdemsizliğinden, başka bir deyişle fenalığından dolayı,
geleceğe karamsarlıkla bakmış ve bunun ileride kötü şey leri beraberinde
getireceğine önsezilerine dayanarak inanmıştır. Özellikle Protestanlara yönelik
karalama girişimleri ve takipler onu derinden etkilemiş ve korkutmuştur. Türk
ordularının bu denli başarılı oluşları ve zaferler elde ederek ilerlemeleri ona
göre önsezilerinin doğruluğunu kanıtlamış ve Almanlar “budalalıklarının”
bedelini bu şekilde ödemek zorunda kalmışlardır[86].
Türkler ise Luther’e göre bu gerçeği, yani zafer ve başarılarının kaynağını
bilmemektedirler. Onlara göre bu olanlar tesadüf sonucu olmaktadır. Oysaki
Tanrı onu (Türk’ü) dünyaya, değneği ve kamçısı olarak salmıştır[87].
Luther, Türkler hakkındaki bu korkunç tasvirleriyle sadece ülkeleri yakıp yok
eden orduları görmez, aynı zamanda
Lamparter’e
göre, Tanrı’nın ceza vermek için uzanmış kolunu görmektedir. Bu durumda
Türklerin askerî gücüne karşı koymak, ona göre elbette anlam taşımamaktadır.
Tanrı’nın öfkesinden ve cezasından bir takım önlemlerle, “kılıç ve
mızraklarla”, kaçmaya çalışma girişimi baştan mağlubiyete mahkûm edilmiş bir
girişimdir. Çünkü Türklere karşı savaşmak, Tanrı’ya karşı savaşmak demektir[88].
Türklerle baş etmenin tek bir yolu vardır o da tövbe ve dualarla Tanrı’nın
öfkesinin önüne geçmek ve değneğini elinden almaktır. Ona göre, Hristiyan
dünyasının günahları, Türklerin bu kadar güçlü ve yenilmez olmasının asıl
sebebidir[89].
Luther tüm bunlara dayanarak Tanrı’nın kör bir tahrip hırsıyla hareket
etmediğinin altını çizmektedir. Ona göre, Tanrı bu şekilde kendini güven içinde
sanan ancak günahlara boğulmuş halkını uyandırmak ve hâkimiyetini korkutarak
bir kez daha gözler önüne sermek istemektedir[90].
“Öyleyse Türk bizim öğretmenimizdir ve bize Tanrı’dan korkmayı ve dua etmeyi
tedip (ıslah) ederek öğretecektir. Aksi takdirde tamamen günahlarımızın içinde
çürüyüp gideceğiz, şimdiye kadar olduğu gibi”[91].
Luther bu konuda açıklamalarına devam eder ve Tanrı’nın, halkın kötülüklerini
sabırla ve müdahale etmeksizin sonsuza kadar izlemeyeceğini, çünkü kendi
onurunu tehlikeye atmayacağını vurgular. Kutsallığına dil uzatanları
cezalandırmayan bir Tanrı’yı, ona göre, kimse ciddiye almaz. Bu tehlikeyi
önlemek, sabrının sınırı olduğunu göstermek ve adaleti sağlamak için, Tanrı
kamçısıyla kendisine güvenenleri cezalandırmak suretiyle gerekli dersleri verir[92].
Luther bu açıklamaları yaparken aynı zamanda inançlı ve günahsız Hristiyanların
haksızlığa uğrayıp uğramadıklarını sorgulamaktadır. Tanrı, kötü olan çoğunluğu
cezalandırırken, iyi olan azınlığı Türklerin zulümlerine maruz b ırakarak
haksızlık mı yapmaktadır sorusunun tek bir y anıtı vardır. Hristiyanlar,
Tanrı’nın yapmış olduğu haksızlığa sinirlenmek yerine, kendilerine, bütün
insanların günahlarını yüklenen İsa’yı örnek almalıdırlar, Tanrı’nın
isteklerine boyun eğmeli ve halkla dayanışma içinde o lmalıdırlar. Türkler
neticede Tanrı tarafından verilebilecek olan tüm tediplerden, açlıktan, vebadan,
salgınlardan ve
depremlerden,
daha ağır bir cezadır[93]. Çünkü Luther’e göre Türklerin
eline düşmek sadece esarete düşerek özgürlüğü yitirme anlamına gelmemektedir.
Gerçek Hristiyanların böyle bir durumda karşılaşabilecekleri esas tehlike,
Türklerin onları inançlarından
uzaklaştırmalarıdır. Bu ise onların,
yaşarken ve ölürken, tek tesellileri olan ebedî cennetmekânı kaybetmeleri
anlamına gelmektedir[94].
Türklerin kılıçlarıyla Hristiyanlara
karşı yola çıktıkları Luther’e göre tartışılmaz bir gerçektir. Ancak daha önce
de belirtildiği gibi tüm gücüyle Hz. İsa’nın gücüne karşı duran ve onu yok
etmeye çalışan, ona göre sadece Türkler değildir. Kesin bir hükme vardığı diğer
konu ise Papa kılığındaki deccalın bütün Hristiyanlığı tehdit ettiği
yönündedir. Bu hükmünü Danyal Peygamber’in yazısına dayandıran[95] Luther,
bu nedenle hiçbir şekilde Papa’nın deccal olduğu suçlamasını geri almay ı ve
böylece tek deccalın Türk olduğunu iddia etmeyi düşünmemektedir. İki farklı
güce yöneltilen bu suçlama aslında birbirlerini tamamlayan suçlamalardır.
Luther aralarındaki bağlantıy ı son derece somut bir açıklamayla izah etmeye
çalışmaktadır. Papa deccalın ruhu ise, Türk onun bedeni, yani etidir. Beden ve
ruh nasıl birbirinden ay rılmay an bir bütünü oluşturuyorsa, Luther’e göre
gerçek inancın, yani Protestanlığın, en tehlikeli düşmanları da, birbirlerine
bu kadar yakındırlar. Papa ve
Türkler
sadece, deccalın tecellisi, diğer bir ifadeyle ortaya çıkış biçimi değildir,
aynı zamanda onun özünü teşkil etmektedirler[96].
Türkler kılıçlarıyla Hristiyanlığa karşı savaşırken, Papa dinsel silahları,
yani yanlış öğretileri kullanmaktadır. Biri bedenleri, diğeri ruhları
öldürerek, istemeden ve farkına varmadan birbirleriyle iş birliği
yapmaktadırlar[97].
Luther’e göre Türklerin ve Papa y andaşlarının birbirleriyle savaşarak aynı
şeyi elde etmeye çalışmaları, deccalın muazzam stratejisinin kanıtıdır. Deccal
iki cepheden de Hristiy anlara saldırmaktadır. Luther bu nedenle hiç bir
şekilde deccalın güçleriyle anlaşmay a varmayı düşünmemektedir. Papa’nın
saldırıları nedeniyle Türklerin himay e sine geçmeyi düşünmediği gibi,
Hristiyan Avrupa’yı tehdit eden Türklerden dolayı da Papa ile sahte bir barış
anlaşması yapmayı aklına getirmemektedir. Ona göre, Protestanlığın
düşmanlarıyla el sıkışarak barışı sağlamak, şeytanın kendisine el uzatmak
anlamına gelmektedir.
Deccalın
bu iki gücüne karşı koymak ne kadar vazgeçilmez bir
zorunluluk olsa da, bu güçlerle savaş biçimleri farklı olmalıdır. Hükümet
makamlarının temel görevi Luther’e göre Türklerden korunmak için kılıçlarıyla
mücadele etmektir. Papa’ya karşı mücadele ise sadece dinsel silahlarla
yapılmalıdır, çünkü ne de olsa Papa şimdilik sadece ruhani bir zulüm
uygulamaktadır[98].
Ancak Papa da, Türkler gibi, eline kılıcını alıp Protestanlığa karşı savaşmaya
başladığı anda, Luther kendi hükmünün de değişeceğini dile getirir ve savaşın
kaçınılmaz olduğunu ifade eder[99].
Sonuç olarak Luther’in Türk savaşlarına ilişkin söylemlerinden de anlaşıldığı
gibi, deccalın bu ilhaklarıyla, ancak ruhani ve dünyevi silahları aynı anda
kullanarak mücadele edilebileceğidir.
3.1.5.
Yecuç-Mecuç Olarak Yorumlanan
Türkler
Martin
Luther 1530 yılında Ezekiyel Peygamber’in Yecuç ve Mecuç kavramına değindiği
Kutsal Kitap’taki 38. ve 39. bölümleri Almanca’ya çevirme kararı alır.
Çevirinin ön sözünde bu kavramların anlamları hakkında yorumlarda bulunarak
çeviri nedenlerini izah etmeye çalışır.
Anlamları
itibariyle Batı kültüründe bu iki sözcüğün tarih içerisinde birçok kez anlam
değiştirdiğini ve tarihsel o lay lara göre y orumlandıklarını görebilmekteyiz.
Ezekiyel Peygamber’in kitabının 38. bölümünde ilk olarak geçen bu kavram, özel
isim ve yer adı olarak kullanılmaktadır (“Magog ülkesinden olan Gog’lar”). Bu
kavramın özel ad olarak kullanımı Kimmerler’e karşı savaşan Lidya Kralı Giges’e
(M.Ö. 685-652) dayanmaktadır. Söz konusu yer adı ise özel isimden
türetilmiştir. Ezekiyel’in 38. ve 39. bölümlerinde geçen bu kavramlar
Lidya’lılar için kullanılmıştır. “Gog”
burada İsrail’e karşı savaşmaya gelen
büyük bir halk koalisyonunun başındaki isim olarak anılmaktadır. Koalisyon ise
“Meşeh ve Tubal” halkları olarak adlandırılan genelde Frigya ve Lidya’lıları
kapsamaktadır. Peygamber Ezekiyel bu koalisyona Kimmerler’i de dahil
etmektedir. Küçük Asya’nın batısındaki bu birleşme, kitabın 38. bölümünde
doğudan Perslerin, güneyden Etiyopyalıların ve batıdan Liby alıların
katılımlarıy la dünya ordusu niteliğine kavuşur. Peygamber yine aynı bölümde
M.Ö. 7. yüzyıla ait, küçük Asya’lı halklarla ilgili tarihî haberleri konu
olarak işlemekte ve bunları “Batı’dan gelen düşman” kehanetleriyle ilişkilendirmektedir.
“Gog”
bundan sonra sembolik anlama kavuşur ve gelecekte inananlara karşı hücüm eden
tüm yabancı halklara uyarlanır. Bu saldırganların sonuçta “İsrail’in
dağlarında” yok edileceği ifade edilir.
İncil
dahilinde ve haricindeki alımlamalar ise Gog’un bu sembolik anlamını
güçlendireceği gibi, aynı zamanda düşmanı yeniden de tanımlayabilmektedir,
tıpkı Luther’in yaptığı gibi[100].
Ezekiyel
Peygamber’in Yecuç kavramını ele aldığı, söz konusu iki bölüm Luther’e göre,
Aziz Yahya’nın vahiysinin 20. bölümünde denizleri aşarak gelen ve Hristiyanlığa
karşı savaşan Yecuç ile neredeyse özdeştir. Söz konusu Yecuç ile Türklerin kast
edildiğine inanan Luther konuy a bundan dolayı büyük ilgi duy mu ştur.
Yecuç
ve Mecuç (Gog ve Magog) kavramlarının birbirinin aynı olduğunu düşünen Luther,
Magog’un aslında Gog’un kısaltılmış biçimi olduğunu ifade etmektedir. Nasıl
insan öfkelendiğinde birinin adını değiştirip kısaltıyorsa, “Gog” da “Magog”un
kısaltılmış biçimini oluşturmaktadır. Üstelik Luther’e göre bu iki kavramın
kafiyeleri de birbirlerine uymaktadır, tıpkı Türkler ve onların akrabaları olan
Tatarlar (“Türcken und Tataren”) gibi. “Her zaman savaşa ve haydutluğa hazır
olan bu iki halk ona göre, yaşam biçimleri itib ariy le de her türlü ahlaka
aykırı davranışları sergilemektedirler”. Luther burada Türkler hakkındaki görüşlerinin tümünü Tatarlara da aktarmaktadır.
Türklerin kökeninin Tatarlara ya da “Kızıl Yahudilere” [101] dayandığını
yazısında belirtir ve asıl adlarının da Mecuç olduğunu ifade eder.
Türkler
ülkeleri itibariyle Mecuç (Magog) olarak adlandırılmalarına rağmen, onlara
duyulan öfkeden dolayı Yecuç (Gog) adını alırlar. Luther bu konuyu zamanına
uyarlanmış bir örnekle izah etmektedir. Yunan, Arap v.b. kökenden olan insanlar
ya da ülkeler, Türklerin hükümdarlığı altında yaşadıkları ve onlara itaat
ettikleri için, esas itib ariy le öyle olmadıkları halde, Yecuç olarak
adlandırılmaktadır. Çünkü topluluklar başlarında bulunan insanlara göre, yani
bayraklarına göre adlandırılırlar. Bu yüzden tüm Asya’ya zulümlerinden dolayı
Yecuç ve Türk denilmektedir. Luther’e göre Papa, Kayzer, krallar ve prenslerin,
Protestanlığı bastıramadığını gören Şeytan, bunu Yecuç ile yapmaya
çalışmaktadır. Diğer bir ifadeyle Hristiyanlığın bayrağı altında birleşmiş olan
halklar, Yecuç şeklindeki Şeytan tarafından cezalandırılacaktırlar.
Tanrı’nın öfkesinin yegâne sebebi ise işlenmiş olan günahlardır. Böylece
Türkleri bu kadar büyük ve güçlü yapanın, Hristiyanların işledikleri günahlar
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı Luther herkese dine dönün, Tanrı’dan
korkun ve Incil’i sayın, çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca Hristiy anlara
günahların inkâr y erine itiraf edilmesi, güçlü ve içten dualarla af ve
merhamet dilenmesi tavsiyesinde bulunur. Bunların yapılması halinde, ona göre
Tanrı, Papa ve Türkleri cezalandıracak ve Hristiy anları da mahşer günüyle
birlikte kurtaracaktır[102].
5.
Hakkındaki
Görüşleri
Luther’in
Türk savaşları ile ilgili düşüncelerini birkaç başlık altında irdelemek
gerekmektedir, çünkü onun bu konularla ilgili yorumları zaman içerisinde
farklılıklar göstermektedir. Bunun temelinde ise Luther’in yaşadığı dönemlerde
hem kendi bakış açısının, hem de siyasal durumun değişmesi yatmaktadır. O kimi
zaman çağının sorunları çerçevesinde, ki bu sorunlar arasında Türk tehdidi en
önemli yeri almaktadır, kimi zaman ise yaşadığı toplumun ihtiyaçlarına göre
hareket etmektedir. Bu etkenler doğrultusunda Luther, Türk savaşlarıyla ilgili
söylemlerinde olduğu gibi bu konudaki stratejilerinde de değişken bir tutum
ortaya koymaktadır. Onun bu tutumu, zamanın siy asal durumu da göz önünde
bulundurularak farklı başlıklar altında sunulucaktır.
5.1.
Luther’in Türk Savaşlarına Karşı
Çıktığı Dönemler
Toplumsal
yaşamda gün geçtikçe değer ve önem kazandığı ilk on yıllık süreçte Luther, Türk
savaşlarını farklı bir perspektiften değerlendirmektedir. 1518 yılına kadar
kendisini sadece dinsel görevlerine adayan Luther, dünyevi ve ulusal konular
hakkında fikir yürütmemekte ve vakit ayırmamaktadır. Ancak 95 maddelik tezini
ilan etmesiyle kısa bir sürede toplum içerisindeki konumu değişir. Bu olaydan
sonra toplumsal sorumlulukları arttığı gibi, toplumun da kendisinden
beklentileri artar ve değişir. Bu yeni sorumluluklar çerçevesinde toplumun
taleplerini karşılama çabası içerisine girer ve toplumun beklentisi
doğrultusunda toplumsal sorunlarla ilgili fikir y ürütür ve bunları beyan eder.
Luther bu bağlamda öncelikle Alman toplumunun zaaflarıy la mücadele etme
gereksinimi duy ar. Bunların başında ise Almanların içkiye olan düşkünlükleri
gelmektedir. 1518 yılının sonlarında Spalatin’e cevap niteliğinde yazmış olduğu
yazısında Türk savaşları hakkındaki ilk yorumunu yapar.
Spalatin kendisine, açgözlülükten dolayı değil de, inançtan dolayı girişilen
bir Türk savaşının yapılması halinde Incil’e göre haklı kılınıp kılınamayacağı
sorusunu yöneltir. Türk savaşı hususuna olumsuz yaklaşan Luther, bunun
dışındaki konulara daha fazla ehemmiyet vermektedir. “Vatikan ve önemli
yandaşlarının ‘Türklere karşı Haçlı Seferi’ fikrine katılmayan ve ‘papalığın
Türklerden daha berbat’ olduğunu” ileri sürmesi neticesinde 1518 yılında aforoz
edilmek ile tehdit edilir[103].
Zaten Papa ve endüljans konusuna savaş açmış olan Luther için, bu
olumsuzluklarla mücadele birinci sırada yer almaktadır. Diğer sorunların tümünü
arka plana iter. Luther için teolojik konular mühim olduğundan, öncelikle
Hristiy anların kendilerini dinsel anlamda eğitmeleri gerektiğini düşünür ve bu
nedenden ötürü Türk savaşını tasvip etmez. Ona göre Türkler sıradan düşmanlar
değildir. Tanrı, Türkleri, Hristiy anları cezalandırmak ve eğitmek için
göndermiştir. Luther’e göre Vatikan’ın Türk savaşını desteklemesi asıl
günahlarının ortaya çıkmasını engellemek ve dikkatleri dağıtmak içindir.
Luther zaman geçtikçe Papa’ya karşı daha da düşman kesilerek, onun dünyadaki
tüm kötülüklerin ana kaynağı olduğunu ileri sürer. Ona göre içerdeki asıl düşman
Papa’dır. Ayrıca Türk savaşlarının finanse edilebilmesi için halkın Papa
tarafından istismar edileceğine inanan Luther, Onun bu uğurda toplatacağı
vergileri daha fazla para elde etmek ve Vatikan’da gösterişli bir hayat sürmek
için kullanacağından şüphe duymamaktadır, tıpkı öncesinde endüljans konusunda
olduğu gibi. Luther halkın eskiden olduğu gibi sömürüleceğinden ve
kandırılacağından emindir[104].
Hristiyan dünyasının Türklere karşı savaşmasını onay lamamasının bir diğer
temel sebebi ise teoloji kaynaklıdır. Din savaşı ona göre, dünyevi silahlarla
değil, ruhani silahlarla yapılmalıdır. Hristiy an ordusu düşüncesine karşı
çıkışı, İsa’nın öğretisiyle tezat teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır. İsa’nın
öğretisi doğrultusunda düşmana karşı savaşmamak, kavga etmemek ve intikam
almamak gerekir. Diğer bir deyişle, İsa’nın düşmanlarına karşı savaşmak yerinde
değildir[105]. Üstelik böyle bir orduda Papa
ve Piskoposlar kendi görevlerini yerine getireceklerine, insanları bir de
savaşa sürükleyeceklerdir. Papa’nın ve Piskoposun asıl vazifesi, Tanrı’nın
kelamı ve dua ile Şeytan’a karşı savaşmakdır. Kılıç ile kandan ve candan olana
karşı savaşmak onlara emredilmemiş, tam aksine yasaklanmıştır[106]. “îsa dünyaya insanları mutlu
etmek için gelmiştir, öldürmek için değil”[107]. Söylediklerinin doğruluğunu
vurgulamak için tarihî gerçeklere başvurur ve bununla ilgili örnekler verir.
Verdiği örneklerden biri Pavia Muharebesidir. Kral I. Fransuva’nın (Franz)
yenilmesinin ve esir düşmesinin[108] tek sebebi, yanında Papa ve
yandaşlarının olmasıdır. Diğer bir örnek ise Varna’da Piskoposlarıyla birlikte
Türkler tarafından mağlubiyete uğratılan Kral III. Vladislas (Ladislaus)’dır[109]. Luther bu konudaki örneklerini
sürdürerek Papa ve y andaşlarını mağlubiyetlerden dolayı sorumlu tutmakta ve
düşüncesini yaymaya çalışmaktadır. Ona göre Papa ve Piskoposların esas görevi
insanları duaya yönlendirmekdir. Savaşa ilişkin açık bir kapı bırakan Luther,
savaş gerçeğini tüm bu söylemlerine rağmen tamamen
red etmez ve “barışı komşum istediği sürece sağlayabilirim” sözleriyle dinsel
temeller içerisine yerleştirmeye çalışır[110].
Ancak Incil’e dayanarak savaşla ilgili bir konunun altını çizer ve savaşı
başlatacak olan ilk taaruzu kesinlikle red eder. îster Türk olsun, ister
Hristiyan, “savaş başlatan taraf haksızdır”[111].
Luther’e göre sadece meşru müdafaa bir savaşı haklı kılmaktadır. O, savunma
amaçlı, dolayısıyla zorunlu o larak yapılan savaşların dışında, savaşa neden
olacak hiçbir gerekçeyi kabul etmez. Burada ilginç olan Luther’in Türklere
karşı bir savaşı neden onaylamadığı sorusudur. Oysaki Sultan Süleyman’nın
hükümdar olduğu o dönemlerde (1520-1566) Türk tehdidi Batı Dünyası ve özellikle
de Almanlar için bambaşka bir boyut kazanmıştır. 1521 ve 1522 bu tehlikenin ilk
siny allerinin verildiği y ıllardır. Belgrad ve Rodos’un fethedildiği bu dönemlerde
Alman toplumunda, Türk tehdidine karşı takınılması gereken tutum ile ilgili bir
kararsızlık belirmiş ve tartışma konusu olmuştur. Yüzyıllardır var olan Türk
korkusunun yanı sıra, “Türk ümidi” o larak adlandırılan yeni bir kavram
ortaya çıkmış ve beraberinde yeni sorunları gündeme taşımıştır[112].
Bu yeni kavramın oluşumu ise Osmanlı împaratorluğu’nun Alman toplumundaki bazı
grupları etkilemesiyle belirmiştir. Türklerin farklı dinden olanlara hoşgörülü
olmaları, başta Avrupa’da dönem dönem çeşitli eziyetlere maruz kalan Yahudileri
etkilemiş ve özellikle Fatih Sultan Mehmed zamanında kitleler halinde Osmanlı
împaratorluğu’na göç etmelerine neden o lmuştur. Bunun dışında Osmanlı
împaratorluğu sınırına yakın olan ülkelerde Hristiyan hükümdarlarına rağmen
sıkıntı içinde yaşayan insanlar, sosyal iy ileşme getirir beklentisiy le Osmanlılara
sıcak bakmışlardır. Brenner daha da ileri giderek bu tutumun özellikle baskıcı
y önetimlerden ve ağır vergilerden bunalmış çiftçilerde görüldüğünü ileri
sürmektedir. Ona göre Türklerin hâkimiyeti altına giren bölgelerde uygulanan
adil düzenlemeler Almanya’da zor koşullarda yaşayanlar tarafından duyulmuş ve
bu da Türklere karşı olumlu bakışı özendirmiştir[113].
Kimi meslek grupları da
Osmanlı’nın gelmesi halinde kendilerini bekleyen muhtemel imkânlardan
dolayı ümide kapılmışlardır. Bunların arasında başta orduya hizmet eden ancak
Batı Dünyasında zaman zaman büyücülükle itham edilen topçular yer almaktaydı.
Ayrıca zanaatçılar, sanatçılar, madenciler, teknisyenler ve benzeri meslek
grupları da Türklere yakınlık duymuşlardır. Sonunda Türklerin zafer elde
edeceğini düşünen bu insanlar, Türkler onları ele geçirmeden, güçlü olanın
tarafına geçmeyi yeğlemişlerdir[114].
Bu mantaliteden de anlaşılmaktadır ki, “Türk ümidi” kavramı “Türk korkusu”nun
bir sonucu ve ürünü o larak ortaya çıkmıştır. Türk hükümdarlığı altında yaşamanın,
toplumsal yaşantının iyileştirilmesine yönelik katkıları olabilir mi sorusunun,
halk arasında tartışılmay a başlandığı bu dönemde[115],
hükümdarlar daha da katı bir tutum sergileyerek toplumda baş gösteren sempatiyi
bastırmanın y ollarını aramay a ve propagandanın dozunu arttırmay a devam
ederler. Toplumda beliren bu yeni olgu dolayısıyla hükümdarlar artık Türkleri
sadece din düşmanı o larak görmemekte, aynı zamanda toplumsal
düzeni tehdit eden siyasi düşman olarak da kabul etmektedirler. Luther’de böyle
düşündüğünden, konuyla ilgili görüşlerini beyan eder ve insanları uyarma
ihtiyacı duyar. Türklerin hükümdarlığını tercih etmeye meyilli olanlara, bu
tutumlarından dolayı Tanrı’nın karşısına günahkâr olarak çıkacaklarını
hatırlatır ve insanların vicdanlarına seslenir. Çünkü kendi rızasıyla Türklerin
safına geçenler, hükümdarlarına ihanet etmiş sayılırlar. Ayrıca Türklerin saf
değiştirenlere şüpheyle bakmalarından ve güven duymamalarından dolayı[116] bunların esaret ve ölüm ile karşı
karşıya kaldıklarını belirtir.
Luther’in tüm bunlara rağmen, niçin
hemen savaş taraftarı olmadığı konusunun sebebi ise Hristiyan dünyasının en
büyük düşmanı olarak Papa’yı sorumlu tutmasından
kaynaklanmaktadır. Haydutça
tutumlarıyla Papa, ona uyum sağlayan Kayzer ve asiller öylesine zavallıdırlar
ki, Türklere karşı herhangi bir başarı elde etmeleri söz konusu olamaz[117].
Luther
1522 yılında bu düşüncelerini bir yazıyla dile getirir: (...) Türk ne gibi bir
kötülük yapıyor ki? Ülkeyi ele geçirip geçiçi bir süre yönetiyor. Aynı şeyi
Papa’dan dolayı da çekmek zorundayız. Üstelik Papa ruhumuza ve bedenimize eziyet
ediyor, Türk ise bunu yapmıyor. Üstelik Türkler kimseyi din değiştirmeye
zorlamıyor...[118].
Her iki durumda Papa (Türklerden) daha fenadır, dünyevi değerleri çaldığı gibi
ruhları da öldürmektedir, öyle ki Papa hükümdarlığında ruh ve bedene muamele,
“Türklere oranla on kez daha kötüdür”[119].
1524
yılına ait, benzer ifadelere yer verdiği ve tüm Hristiy anlara seslendiği
yazısında, Türklerin kendi ülkesindeki prenslerden “on kat daha akıllı ve
dindar” olduğunu söyleyerek, bu “budalaların” Türklere karşı herhangi bir
başarı elde edemeyeceklerini ifade eder[120].
Burada yine eleştirilen Papa’nın yanında yer alan ve bundan dolayı Luther
tarafından zavallı olarak nitelendirilen prensliklerdir[ 121].
Bu söylemleri tamamlay an bir başka ifade ise, Papa ve y andaşlarının esas
Türkler olduğu y önündedir.
Burada da eleştirinin odağında Vatikan
bulunur ve dolaylı olarak Türklerin dahi, Papa ve yandaşları kadar kötü
olmadığı anlamı ortaya çıkar. Hristiyanlığın gerçek düşmanlarının Papa ve
Türkler olduğunu, ayrıca Papa’nın Türklerden daha “zalim” ve daha “kötü”
olduğunu sıkça dile getiren Luther bu söylemleri ile Protestanlığı yayma
amacını güder. Diğer yandan Kula’nın da vurguladığı gibi “Türklerin Papa gibi
en büyük dinsel temsilciden daha iyi o larak nitelenmesi Hristiy anların bir
bölümünün Türklere olan ilgisini ve olumlu bakışını” özendirse de, Türkler
hakkında yazdıklarının tümü değerlendirildiğinde “olumsuz bir Türk imgesine
önemli katkılar yaptığı görülür”[122].
Luther’in Türk savaşlarına ilişkin
söylemleri daha önce de belirttildiği gibi, dinsel temellere dayanmaktadır. O
Türkleri herhangi bir düşman olarak tanımlamaktansa, onların Tanrı tarafından
hem insanları cezalandırmak için, hem de Tanrı’nın öfkesinin bir işareti olarak
gönderildiklerine inanmayı yeğlemiştir[123].
Türkleri, Mohaç Meydan Muharebesi’ndeki ağır yenilgi
dönemine kadar yeterince ciddiye almayan Luther, bu mağlubiyetten sonra, Türk
tehdidini siyasal bir sorun olarak algılamaya başlamıştır. O döneme kadar
teolojik konular çerçevesinde Türk sorununu değerlendiren Luther, bundan
sonraki aşamalarda siy asal sorunlara eğilerek Türk tehdidine ilişkin farklı
bir tav ır sergileyecektir.
4.2.
Luther’in Türk Savaşlarını Tasvip
Ettiği Dönemler
Kuşkusuz
1526 yılında yapılan Mohaç Meydan Muharebesi Luther’in Türk tehdidine ilişkin
fikir değiştirmesinin en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Bu muharebe
sonucunda Macar Kralının ölmesi onu derinden etkilemiş ve o güne kadar siyasal
olarak aktif olmayan Luther yeni ve hareketli siyasal bir sürece girmiştir[124].
Önceki zamanlara oranla Türklerin bundan sonraki hedeflerine yönelik
tahminlerde bulunur ve bunları dostlarına yazmış olduğu mektuplarında dile
getirir[125]. Tanrı’ya olan inancı
dolayısıyla inancını yitirmez ve geleceğe ümitle bakar. Ancak Türklerin üst
üste elde ettikleri askerî başarılar, kendisinin fikrini değiştirmesine sebep
olur. Bu değişiminin neticesinde Luther, Türklere karşı sefer düzenlenmesi
gerektiğini vurgulayan dönemin en önemli savunucuları arasında yer alır.
4.2.1.
Luther’in Türkler Hakkında Görüşlerini
Açıkladığı Yazılar
Türklere
karşı savaşılması gereğine inanan Luther, bu düşüncesini yaymak amacıyla üç
önemli yazı yayınlar. Bu yazılar sırasıyla 1) Vom Kriege wider die Türken
(Türklere Karşı Savaşa İlişkin) (1528) 2) Eine Heerpredigt wider die Türken
(Türklere Karşı Ordu Vaazı) (1529) ve 3) Vermahnung zum Gebet wider den Türken
(Türklere Karşı Duaya Çağrı) (1541) adlı yayınlarıdır.
4.2.1.1.
Türklere Karşı Savaşa İlişkin
Mohaç Muharebesi’nin sonucu Luther’e
göre korkunçtur, hatta kıyamet günü olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu zaferden
dolayı Türk tehlikesi Almanya’ya bir adım daha yaklaşmıştır. Bu olayla ilgili
hislerini gizlemeyen Luther, buna rağmen başlangıçta açık bir tutum
sergilememektedir. Luther’e göre Türklerin yapmış oldukları toplumda korku
hissinin y ay ılmasına neden o lmaktadır, ancak düşmanın çekilmiş olması,
konuya duyulan ilginin de azalmasına neden olacaktır. Bu düşüncesiyle Mohaç
Muharebesi’nin çağdaşları üzerinde bıraktığı etkiyi küçümsemiş ve halkın
nabzını yakalayamadığından büyük tepkiler almıştır. Hatta o dönemlerde yazılmış
olan çeşitli yazılara göre, Mohaç Muharebesi yenilgisi mezhep kavgası ile
bağdaştırılır ve bundan da Luther sorumlu tutulur. Mohaç’daki mağlubiyet, eski
inancın inkâr edilmesinin bir sonucu ve Tanrı tarafından verilmiş bir ceza
olarak algılanır[126]. İnsanların Türk savaşları
sorunsalına kayıtsız kaldıklarını söyleyen Luther,
yanılgıya düşmüştür. Ferdinand ve Zapolya arasındaki çekişmeden dolayı
Macaristan’daki durumun belirsizliği ve Türklerin tekrar harekete geçmeleri
endişelerinin konuşulduğu bir dönemde, Luther, Türk savaşlarıyla ilgili
görüşlerini açıkça ortaya koyacak yazısını kaleme alma kararını verir[127].
Bu
yazılardan 9 Ekim 1528 yılında üzerinde çalışmaya başladığı ve bir ay sonra
basımına geçilen Türklere Karşı Savaşa İlişkin adlı metnin ilk örnekleri
kaybolur ve yeniden y azılmak zorunda kalınır. Metnin tamamı anc ak 1529
yılının Nisan ayında basılır[128].
Hem arkadaşlarının ısrarı, hem de Türklerin çok fazla y aklaşmış olması,
yazının oluşmasının temel nedenlerini teşkil etmektedir[129].
Luther’in bu metni diğer y azılarıy la kıy aslandığında ayrı bir yer
tutmaktadır[130].
Bunun nedeniyse yanlış anlaşıldığını düşünerek kendisindeki fikir değişikliğini
açıklamaya çalışmasıdır. “Papa X. Leo beni aforoz ettiği fermanında, özellikle
benim, Türklere karşı savaşmak, günahlarımızı
böylesine bir cezayla veren Tanrı’ya karşı gelmek anlamındadır, sözlerimi
lanetlemektedir” [131].
Luther’in bu ifadesi birçok yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiği gibi, kendi
düşmanları tarafından da sıkça kötüye kullanılmıştır[ 132].
O bir zamanlar söylediklerinin arkasındadır ve inkâr etmeye kalkmaz, ancak bu
sözlerinin ortaya çıkış nedenlerini açıklama ihtiyacı duyar. Aleni olarak
yapmış olduğu itirafında, Papa’nın aslında sadece Almanya’dan gelecek olan
endüljans p aralarına göz diktiğini vurguladığı gibi, Türk savaşlarını maddi
olarak desteklemek amacıyla Roma tarafından talep edilen vergileri ödemeyi de
kesinlikle red ettiğini açıkça beyan etmektedir. Aslında tamamen Papa’ya
yönelik olan bu tutumundan dolayı, 1518 yılında neredeyse kiliseden aforoz
edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalır[133].
O yazısında aynı zamanda Türklere karşı savaşmanın kesinlikle y anlış
olmadığını, ancak bu bağlamda, Tanrı tarafından kimin vazifelendirilip seçilmiş
olduğu sorusunun y anıtlanması gerektiğini vurgular. Luther bu görevi
üstlenebilecek olan iki kişiden söz
eder, “biri Christianus, diğeri ise Kayzer Carolus’dur[134],
ya da o dönemde Kayzer kim ise”. Christianus ile kast ettiği inançlı Hristiyan
toplumu ve bu topluluğun manevi savaş hazırlığıdır. Bunun anlamı ise, sadece
dua ve içten tövbeler sayesinde Tanrı’nın cezasından vazgeçmesi ya da daha
ılımlı hale getirmesidir. Luther’e göre bu bağlamda papazlara çok önemli
görevler düşmektedir, çünkü onların vazifesi sürekli olarak halkı uyarmak ve
duanın önemine işaret etmektir. Kayzerin görevi ise, Hristiyanlığın başı olduğu
için değil, Tanrı’nın istemiş olduğu düny evi merciyi temsil ettiği için,
krallığını ve halkını korumaktır. Böylelikle Kayzerin emrini yerine getirmekle,
Tanrı’nın da emirleri yerine getirilmiş olur[135].
Bu durumda savaşta hayatını kaybeden insan, itaatkâr insan olarak ölmüş olur.
Ancak “Kayzerin, ne Hristiyanlığın başı, ne de Protestanlığın ya da inancın
koruyucusu” olmadığı konusunda da sürekli olarak uyarılarda bulunur[136].
O, özellikle bu uyarısıyla Katoliklerle Protestanlar arasındaki farkı ortaya
koy ar. Katolik mezhebi Hristiy an devlet anlayışını benimsediğinden, Türk
savaşını aynı zamanda din savaşı olarak kabul etmektedir. Luther’e göre ise
devlet, temeli itibarıyla Hristiyan devlet olmamakla birlikte, devletin
Hristiyanlaştırılması en büyük amaç olarak kabul edilmelidir. Kayzerin Türklere
karşı savaşma isteğini anlamsız bulan Luther, onu ve yandaşlarını zaten
Hristiyanlığın ve inancın en büyük düşmanı olarak kabul etmektedir. Kayzer ve
ona bağlı prenslikler bir din savaşını ahlaki anlamda haklı kılabilecek
niteliklere sahip değillerdi. Elbette Kayzer, Türklere karşı savaşmalıydı,
ancak bunu Papa yandaşları istediği için değil, Tanrı’nın vermiş olduğu
sorumluluk anlayışı çerçevesinde yapmalıydı. Kendisine Tanrı tarafından emanet
edilen halkının sağlığını ve mutluluğunu düşünerek ve onları tehlikelerden
korumak üzere Türklere karşı savaşmalıydı. Kayzere karşı gibi görünen bu
söylemlerine rağmen, aslında Luther genel olarak, birçok yazısından da
anlaşıldığı gibi, ona derinden bağlıdır. Türk sorununun aşılması konusunda
olduğu gibi, başka konularda da Kayzerin y anında yer aldığını belirtir.
Kayzer, Tanrı’nın kendisine vermiş olduğu görevleri yerine
getirmekle yükümlü olduğundan, vatanını ve halkını güçlük ve zorluklardan
kurtarmakla görevlendirilmiş lider konumundadır. Luther yazısında, manevi ve
dünyevi idarenin birbirinden ayrılması gerektiği konusunu işlemektedir. Aynı
zamanda Hristiyanları dinlerine sadık kalmaları ve şeytani Türklerle ittifak
kurma yanılgısına düşmeme hususunda uyarmaktadır. Luther’in yazısı, Sultan
Süleyman’ın Almanya’ya karşı sefer düzenlemeyi tasarladığı sıralarda çıkmıştır.
“Wittenberg ve Nürnberg’deki matbaalar, 1529 yılı içerisinde, kitab ının art
arda basılmasını sağlamakta ve Almanya’da o güne kadar görülmemiş bir savaş
hazırlığı içerisine girilmektedir” [137]. Ve mucizevi bir biçimde
Tanrı’nın düşmanı olarak tanımlanan Türkler, Viyana kapılarına kadar
dayanmışken, geri çekilmeye başlamaktadırlar. Ancak Luther’e göre, Tanrı’nın bu
inay eti toplum tarafından büyük bir hızla unutulmay a başlanır. Tekrar
insanların vicdanlarına seslenme ihtiy acı duy ar ve Tanrı’nın inay etini
hatırlatmay a çalışır.
4.2.I.2.
Türklere Karşı Ordu Vaazı
Luther, 1529 yılının sonlarında basıma
hazır olan Türklere Karşı Ordu Vaazı’nı yazdığı sıralarda, sürekli olarak
Türklerin Avusturya’ya vermiş olduğu zararlar hakkında haberler almaktadır.
Aldığı bu haberlere göre Avusturya büyük ölçüde harap edilmiş ve 100 binden
fazla insan öldürülmüş ya da esir alınmıştır. Bu da yetmiyormuş gibi, Luther’e
göre, “Almanya Türklerin safına geçebilecek olan hainlerle doludur” ve
İmparator V. Karl da insanlara Türklerden daha beter davranacak gibi
görünmektedir[138]. Son derece karamsar bir ruh
hali içinde bulunan Luther, Türklere Karşı Ordu Vaazı’nı bu koşullar altında y
azarak, halkı Türklere karşı savaşmaları için cesaretlendirmeye çalışmaktadır.
Luther Türklere karşı y apılmış bir savaşın aynı zamanda Tanrı’nın düşmanına
karşı yapılmış bir savaş olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, bu savaşta
hayatını yitirecek olan her Hristiyanın, göz önünde bulundurması gereken,
şehitlik mertebesine yükseleceğidir. Bu nedenden böylesine
onurlu bir ölümden ne korkmalı ne de kaçınmalıdır. Luther bu yazısında sadece
prenslere ve krallara seslenmez. Onun savaş çağrısı toplumdaki bütün sınıflara
yöneliktir. Soylulardan, bugüne kadar yaptıklarının aksine, sömürüyü ve
savurganlığı bir kenara bırakıp, bulundukları mevkiye ve görevlerine lay ık
olduklarını göstermelerini ister. Burjuva ve tüccarlardan cimriliklerinden
vazgeçmeleri ve ellerinde bulunan paralarla kefaretlerini ödemelerini talep
eder. İşçi ve çiftçilerin vicdanlarına seslenerek y ardımda bulunmaları için
çağrıda bulunur. Luther insanların böylesi kötü zamanlarda ellerindeki tüm
imkânları kullanarak, ya asker olarak ya da bağışlarda bulunmak suretiy le,
düşmana karşı durmaları gerektiğinin altını çizer. En geç düşman topraklara
ayak bastığında ve Türklerin zulümleri başladığında, bunu y apmamış olan
herkesin pişmanlık duyacağını dile getirir ve bunlarla ilgili örnekler sunar.
Türkler geldiğinde sonuna kadar mücadele edilmeli, Türklerin y ağmalamalarına
izin verilmemeli, ölümü dahi göze alarak, çocuklar hariç, her şey yakılıp yıkılmalı ki, hiç bir şey ellerine geçmesin. Ele geçirdikleri
yetişkinleri esir alacaklar, çocukları yakaladıkları anda şişleyecek ve
parçalayacaklardır. Mücadele etmeden Türklere teslim olmaktansa, ölüm tercih
edilmelidir. Luther sunmuş olduğu bu korkunç tablo sayesinde her kesime hitaben
savaş azmini pekiştirmeye çalışmaktadır[139]. Vaazının sonunda Türkiye’deki
esirlere seslenerek, onları teselli etmey e çalışır. Luther esirlere,
nihayetinde Hristiyanlığın düşmanı olan Türklerin sözde olumlu özelliklerine
kanmamaları gerektiği tavsiyesinde bunur.
Luther’in
bu iki savaş yazısına dayanarak, söylemlerinin son derece sübjektif ve
çelişkilerle dolu olduğu ortaya çıkmaktadır. Siyasi kargaşanın bir sonucu olan
çelişkilerinin temeli ise Papa ve yandaşlarına karşı yürüttüğü savaştan
kaynaklanmaktadır.
4.2.I.3.
Türklere Karşı Duaya Çağrı
Türklere
Karşı Duaya Çağrı (1541) adlı yazısında ise Luther, Hristiyan dünyasının[140] günahlarının çokluğundan yakınır.
Tanrı’nın bu sebepten insanların dualarını işitmemesi endişesini dile
getirmesine rağmen, Papa’nın ve Türklerin sonunun yaklaşması ümidini y itirmey
erek, insanların duaya devam etmeleri gerektiğini vurgular[141].
“Mahşer günü uzakta o lamaz ve Türkler de (tıpkı Papa gibi) sonlarına yaklaşmış
olmalı, bundan hiç şüphem yok”[142]
Bunlara
rağmen, Hristiyan dünyasının “Türk politikalarının”, fazlasıyla “miskin” ve
“ahmakça” kaldığını düşünen Luther, endişelidir[143].
Yazısında sıkça şeytani Türklerden ve onlardan kaynaklanan tehlikelerden
bahseden Luther, Türkleri, Tanrı’nın cezası olarak görür. Ve Luther’e göre
Hristiyanlar bu ceza sayesinde, yani Türkler sayesinde “Tanrı’dan korkmayı ve
dua etmeyi” öğreneceklerdir[144].
Diğer yazılarında olduğu gibi bu yazısında da Luther,
sadece Türkleri değil, aynı zamanda Papa’yı da Hristiyanlığın gerçek düşmanı
olarak kabul ettiğini belirterek[145] propaganda ağırlıklı
söylemleriyle Protestanlığın yayılmasını hedefler.
Luther
o dönemlerde Türklere karşı herhangi bir mücadelenin söz konusu olamayacağını
öne sürer. Almanya’nın güç birliği oluşturamamasındaki en büyük engel ona göre
sosyal hayattaki memnuniyetsizliğin yanı sıra, Alman toplumundaki ahlaki
çöküştür. 17 Mayıs 1542 yılında Luther artık Brandenburg Elektörü olan II.
Joachim’i (1505-1571) tebrik eder. Luther, Türklere karşı savaşacak olan bu
şefaat etme sözü verir, çünkü kilisenin duası olmadan Türkleri yenmenin mümkün
olmayacağına inanır. Türklerin sürekli olarak tehdit oluşturmalarından dolayı,
Luther de insanları durmaksızın duaya çağırır. 1542 seferi başarısızlıkla
sonuçlanınca “Türk vergisi” de boşa harcanmış olur.
29
Aralık 1542 yılında Luther, Justus Jonas’a yazdığı
mektubunda, kilise hem dışardaki, hem de içerdeki Türklere karşı dua etmelidir,
uyarısında bulunur. Kısa bir süre sonra, Elektör Johann Friedrich’in[146] isteği üzerine Wittenberg’deki
papazlara 1543 yılında tekrar bir uyarı yazısı yazar ve bazı hükümdarları ve
derebeylerini “Türk vergisi” vermemekle ve böylece aslında Türklerle işbirliği
yapmış olmakla suçlar. Böyle bir işbirliğinin yapılmış olması ise, ona göre,
duaların etkinliğinin azalmasına sebep olabilmektedir.
4.3.
Luther’in Son Dönemlerindeki Tutumu
Luther’i
neredeyse tüm hayatı boyunca meşgul eden Türk tehdidi sorunu ölümüne kadar
devam etmiş, kimi zaman umutlanmasına, kimi zaman ise ümidini tamamen y
itirmesine neden olmuştur. Yavaş yavaş yükselen bir eğilim ile konuya ilgisi
artmış, 1529-1530 yıllarında ise doruğa ulaşmıştır. Bu dönemlerde Türklere
karşı aktif olmaya çağırmış ve genelde onlara karşı olan girişimleri
desteklemiştir. Tüm çabaların başarısızlıkla neticelenmesi sonucunda ise y avaş
yavaş ümitsizliğe kapılmış ve apokaliptik duygularla yaralarını sarmıştır.
Ölmeden kısa bir süre önce içinde yaşattığı çelişkiler doruğa çıkmış, Türk
sorununu ortadan kaldırmanın imkânsızlığını kabul etmiş ve derin üzüntüler
yaşamıştır[147]. Ne de olsa Luther’e göre mahşer
gününün gelmesine çok az bir zaman kalmıştır: “1600 yılında Türk gelecek ve
bütün Almanya’yı harap edecektir”[148].
5.
Apokaliptik İnançlar Doğrultusunda
Luther’in TürkSorununa Bakışı
Luther hem
birinci, ama özellikle de ikinci savaş yazısından anlaşıldığı üzere,
apokaliptik kehanetlerin etkisinde kalmıştır. Bu kehanetlerin etkisi ölümüne
kadar sürmüş ve aynı zamanda düşünce sistemine zemin teşkil etmiştir. Özellikle
Türklerin Viyana’ya kadar ilerledikleri dönemlerde, halk arasındaki
kehanetlerde bir artış söz konusudur. O güne kadar kehanetlerden fazla
etkilenmeyen Luther[149],
bu söylemlerin de etkisiyle Philipp Melanchthon ve Thüringen reformatörü
Friedrich Mykonius[150] ile
yapmış olduğu bir konuşmayı anımsar. Bu konuşmada kendisine Fransisken
tarikatına mensup Johannes Hilten adlı rahibin tuhaf kehanetlerinden bahsedilir[151].
Bu rahip 1500 yılında 25 sene zindanda yattıktan sonra Eisenach’da[152] ölen
ve Papalığa yönelik eleştiri ve Osmanlılarla ilgili kehanetleriyle tanınan
Hilten’dır. Bunların yanı sıra
1516 yılında kiliseyi yenileyen bir adamın geleceği kehanetinde de bulunur.
Luther’in kendisinin kast edildiğine inanması muhtemeldir. Ayrıca Osmanlılarla
ilgili kehanetlerin de gerçekleşmek üzere olması rahibin inanandırıcılığını
Luther’in gözünde arttırmaktadır! 153]. Hilten, Hz. Danyal’ın[154] karamsar vahiysinde Türklerle
ilgili işaretler bulduğunu iddia eder. Türklerin Viyana kapılarına kadar
dayandıkları fikri, Luther’i adeta hasta eder[155]. Böylesine endişeli olduğu bir
zamanda, ikinci savaş yazısının (Ordu vaazı) hazırlıklarını tasarlar, ancak
yazısını Türklerin çekildikleri haberini aldıktan sonra kaleme alır. Türklerin
çekilişini bir yandan Tanrı’nın mucizesi olarak yorumlayan Luther, diğer y
andan Tanrı’nın bu yıl yanlarında yer alması şeklinde tabir eder. Ancak uy
armadan da edemez ve Almanların her zamanki gibi uyumamalarını, tam aksine uy
anık olmalarını ister. Ne de olsa “Türkler bizim komşumuz kalacak ve bizlere
rahat vermeyecek”[156]. Dünyanın sonunun geldiğine
inanan Luther[157], aynı zamanda İsa’nın,
Hristiyanları bu Yecuş-Mecuş’dan da
kurtaracağına inanır[158].
Yazısında da yaptığı gibi, tüm gücüyle Türklere karşı bir savaşı onaylaması, bu
sorunun tarihî ve siyasi gidişatını değiştirebileceğini düşündüğü anlamına
gelmemektedir. Luther tarihî olayları Danyal ve Ezekiyel’in kehanetleriyle
açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre Hristiyanlığın sonunu hazırlayan iki
korkunç despottan söz edilmektedir. Birisi, Danyal’ın 11. bölümde bahsettiği
gibi, gerçek Hristiy an dinine ve Protestanlara karşı öğretilerde bulunan ve
kendini tüm Tanrıların üstünde tutan, Papa ve Papalık kurumudur. Diğeri ise
dünyevi kılıcı olan ve Matthaeus 24, 21’e göre bu güne kadar dünyada görülmemiş
kederleri beraberinde getiren Türklerdir[159].
Hz.
Danyal’ın tarif ettiği dört korkunç hayvanı, Luther dört büyük imparatorluk o
larak yorumlamaktadır. Birinci imparatorluk Asur ve Babilonya’dır. îkinci
imparatorluk Pars ve Medler’dir. Üçüncüsü ise Büyük İskender ve Yunanlılar,
dördüncü ve aynı zamanda dünyadaki en son imparatorluk ise büyük ve korkunç
Roma împaratorluğu’dur. Luther, Hz. Danyal’ın dördüncü ve dünyadaki son
imparatorluk sözüne dayanarak, Türk alayının mutlak bir güce kavuşamayacağı
sonucuna varır. Çünkü Roma împaratorluğu’ndan sonra mahşer gününün gelmesi
gerekmekte, aksi takdirde Hz. Danyal’ın y anılmış olduğu ortaya çıkmaktadır.
Buna ise inançlı bir Hristiyan olan Luther pek ihtimal vermez.
Danyal’ın “dört hayvan” kehanetini
tarihî o lay lara day anarak güncelleştiren Luther, dördüncü hayvanın on adet
boynuzu bulunduğunu, bunların ise dördüncü imparatorluğa ait on krallık
olduğunu belirtir[160]. Ona göre, Türkler bu on boynuz
arasında yer almamaktadır. Türkleri simgeleyen boynuz sonradan çıkmış ve bu
boynuzun büyümesi sonucu, üç boynuzun atılmasına sebep olmuştur. O, tarihî
süreci göz önünde bulundururak, atılan bu üç boynuz ile, Türkler tarafından
Roma împaratorluğu’ndan koparılan Mısır, Yunanistan ve Asya’nın kast edildiğini
düşünmektedir.
Luther apokaliptik tutumu doğrultusunda, Türklerin, çok güçlü bir imparatorluk
olmalarına karşın, dünyayı etkisi ve hükümdarlığı altına alabilecek bir
imparatorluk kurmalarının imkânsız olduğunu savunur. Bu düşüncelerine dayanarak
onun kendi kendisiyle çelişkiye düştüğünü söylemek mümkündür. Bir yandan bu
kehanetlere dayanarak Türklerin son sefer planlarını gerçekleştiremeyeceklerine
inanırken, diğer y andan o zamanlarda yapılan savaşlardan dolayı Almanların
geleceği için büyük endişe duymaktadır. Luther’e göre rahat vermeyen Türkler
büyük bir öfkeyle, Hz. Danyal’ın kehanetlerini gerçekleştirmeye
çalışmaktadırlar. Bunu yaparken göz ardı ettikleri şey ise, bu y apılanlardan
sonra mahşer gününün geleceği, Tanrı’nın Hristiy anları kurtarıp, Türkleri
cehenneme göndereceğidir. Hristiy anlar Türklerden dolayı çektikleri sıkıntılar
yüzünden yakınmamalıdır, çünkü Hz. İsa’nın din uğrunda ölen insanlara ihtiy acı
vardır ki, Türklerin sonu gelebilsin[161].
Macaristan ve Almanya’da yaptıkları, bize yaptıkları son şeylerdir. GerçiMacaristan ve Almanya’yı
hırpalayacak, ama Asya ve Mısır’ı ele geçirdiği gibi, ele geçiremeyecektir.
“Çünkü Hz. Danyal ona üç boynuz vermiştir, daha fazla değil”[162].
Danyal’ın apokaliptik yorumlarının etkisinde kalan Luther, Türklerin gün
geçtikçe güç kazanmalarını Batı Dünyası için tehditkâr bulmaz, çünkü en güçlü
olduklarını sandıkları an, Mesih olan Hz. îsa onlardan hesap soracak ve Hristiy
anlara eziyet eden Türkleri cezalandıracaktır[163].
Viyana’ya hücüm eden yeniçerilerin başarılı olmaması, Luther’e göre bir daha
saldırmay acakları anlamına gelmemektedir. Bu gerçek ise onu hem
endişelendirmekte hem de düşündürmektedir.
10 Kasım 1529 yılında Jacob Probst’a
yazdığı mektubunda, Luther Almanya’daki durumlardan, ama özellikle de Kayzerden
şikayetci olmaktadır. Oysaki kısa bir süre önce y azmış olduğu savaş y
azılarında Kayzere büyük güven duyduğunu belirten Luther, artık onu da en az
Türkler kadar tehlikeli bir düşman o larak gördüğünü belirtir[164].
Bu üzücü durum karşısında, Luther dünyanın sonunun
geldiği ve Hristiy anlığın kurtuluşunun yakın olduğu düşüncesinde teselli
bulur. Kafasında dinî bilgiler doğrultusunda bir türlü çözümleyemediği Türk sorunu,
onun bu dönemlerde ruhsal olarak çökmesine neden olur. Türklere karşı ateşli
savaş metinlerinin yazarı, geçirdiği bu değişimden dolayı, karamsarlığa
kapılır. Öldüğü güne kadar Türk sorununu irdeleyen Luther çizgisini değiştirmiş
ve Türklerden kaynaklanan bu eziyetlerin Tanrı’nın isteği olduğu fikrini iyiden
iyiye benimsemiştir. Nisan 1532 yılında kendisine, Türklerin Hristiy anlara
karşı büyük bir sefer düzenledikleri haberi gelince, neredeyse sevinç
duymaktadır. Aslında sadece apokaliptik kehanetlerin gerçekleşmesine yönelik
olan bu sevinç, Almanların başına geleceklerinden dolayı endişe duymadığı
anlamına gelmemektedir. Yine 1520 yılında da ifade ettiği gibi, Alman halkının
birleşememesinden dolayı güç birliği oluşturamamalarını da eleştirmektedir. Luther
milletine sırt çevirmemekte ve Türklere karşı giriştikleri mücadelelerinde
başarılı olmalarını dilemektedir. Kay zere karşı
görevlerini yerine getirmesi için, çok sert eleştirilerde bulunur. Ancak
temelde ona güvencini yitirmez ve onda halkın koruyucusunu ve kurtarıcısını
görür. Bu düşüncesini birçok yazısında dile getiren Luther, Tanrı’nın Kayzere,
prenslere ve onunla birlikte Türklere karşı savaşan herkese cesaret vermesini
dilemektedir[165].
Buradan da Luther’in Kayzere tüm eleştirilerine rağmen güvendiği anlaşılmakta
ve onu hiçbir zaman deccal o larak görmediği ortaya çıkmaktadır. Luther’e göre
Türklerin dışında tek bir deccal vardır, o da Papa’dır. Tanrı tarafından
dünyevi düzenin başına getirilmiş olan Kayzer V. Karl, eğer sonuç düny evi bir
sonuç olacaksa, Türklere karşı koyacabilecek tek kişidir. Ancak buna yönelik
inancını y itirmey e başlayan Luther, apokaliptik bir tutum sergileyerek, başka
bir deyişle mahşer gününün yaklaştığını düşünerek, dünyevi bir müdahale ile
Türklerin durdurulamayacağından emindir. Daha önce de Danyal’ın apokaliptik
bakışını benimsediğini dile getirmiş, ancak o dönemlerdeki bakış açısının,
sonrakinden farkı, teoloji merkezli bir tarih
yorumunun, psikoloji kaynaklı bir yoruma dönüşmüş olmasıdır. Geleceğin
belirsizliği, kayda değer bir başarının elde edilememesi, onu eski yıllarda
olduğu gibi, ümitsizliğe sevk eder. Bu karamsarlığın esas kaynağını Luther,
toplumun genel olarak fazlasıyla günahkâr oluşuna bağlamakta ve bu olumsuz
durumdan dolayı aşırı derecede ümitsizliğe kapıldığı dönemde, Kayzerin zafer
elde etmesi için dua etmenin yararına da inanmamaktadır. Ara sıra düştüğü bu
bunalımların dışında, son derece inançlı bir insan olan Luther, dua etmenin
mutlak yararına inanmakta ve dualarla Tanrı’ya seslenmenin etkinliğini anlatmay
a yönelik çabalarını sürdürmektedir.
1532
yılından sonra Türk korkusu geçici o larak gündemdeki ağırlığını yitirmektedir.
1538
yılında Luther bu konuyu tekrar gündemine alır. Bu arada 1536 yılında Fransız
Kralı I. Fransuva (Franz) ile Kanunî Sultan Süleyman arasında Almanlar için
sürpriz o lmay an bir ittifak söz konusu o lmuştur. Luther bir kez daha
Hristiyan-Batı Dünyasının birleşerek Türklere karşı
savaşacağına dair ümitlerini yitirir ve hayal kırıklığına uğrar. Saksonya
Elektörü Johann Friedrich’in isteği doğrultusunda kendisinden Türk savaşlarına
katılım konusunda fikir beyan eden bir yazı yazması istenir. Luther söz konusu
yazıda son kez Türklere karşı girişimleri desteklediğini belirtir. Ancak bu
tutumuna rağmen Türklerin zaferleri karşısında tüm ümitlerini yitiren Luther,
Almanları çok ağır şekilde eleştirmeye koyulur ve onların tembelliklerinden,
ağır ve aksak oluşlarından, yemelerinden, içmelerinden ve oyun oynamalarından
şikayetçi olur. “30 yıl içerisinde öylesine büyümüştür ki Türkler, Mısır,
Arabistan, îran, Asya ve tüm Yunanistan’a hâkim olmuşlardır”[166].
1539
yılının başlarında Luther’in Papa’ya y azmış olduğu uy arı yazısından bir kez
daha anlaşılmaktadır ki, ona göre artık Türk sorununun çözümlenmesi sadece
Tanrı’nın inayetine bağlıdır. Tanrı’nın inayetini kazanmak için insanlar içten
ve ciddi o larak dua etmeliydi. însanların maneviy attan ne kadar uzaklaştığı, Luther’den Türklere karşı Duaya çağrının yazılmasını talep
eden Elektör’ün isteğinden de anlaşılmaktadır. Bu yazının içeriği Vielau’a göre
maneviyata yöneliktir[167].
6.
Luther’in Çağdaşlarının Türk Savaşlarına
İlişkin Görüşleri
Luther’in çağdaşlarının Türk
savaşlarına ilişkin görüşlerine yer vermeden önce 16. yüzyılda yayınlanmış olan
Türkler hakkındaki yazıların neredeyse tümünde Protestan ya da Katolik bir
tutumun belirgin bir biçimde ortaya çıkmadığını vurgulamak gerek. Katolik
mezhebine mensup bazı kişilerin yazılarında Luther’e karşı düşmanca bir tav ır
sergilenilmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. Nitekim Protestanlık mezhebine
bağlı olanlar da, İslam’a karşı eskiden beri var olan düşmanlığın etkisi altında
kalmakta ve Katoliklere karşı yeni bir konsept ortaya koyamamaktadırlar. Sonuç
itibariyle her iki mezhebin mensuplarının bilinçaltlarında yatan, ezelî
düşmanına karşı sadece Alman milletinin değil, bütün milletlerin ve güçlerin
birleşmesi gerektiği inancı yatmaktadır[168].
16.
yüzyılda Türk savaşlarına ilişkin y ay ınlanmış olan y azıların çokluğu dikkat
çekmektedir. Fikir vermesi bakımından Protestan ve Katolik yazarlara göre
ayırmaya çalışarak dönemin önemli sayılabilecek bazı yazarlarının adlarını
vermek gerekmektedir.
Katolik mezhebine mensup ve o dönemde
y azılarıy la dikkat çeken y az arların bazılarının adları şöyledir:
Rotterdamlı Erasmus (1466 ya da 1469-1536), Johannes Eck (1486-1543), Johann
Caspar, Johannes Cochlâus (1479-1552), Johannes Ramus, Augustin Neser, Georg
Scherer (1540-1605)[169].
Protestan
mezhebine mensup ve ağırlıkla Martin Luther’i kendilerine örnek alan ya da o
çizgide y azılar yayınlayan y azarların bazılarının adları şöyledir: Georg
Mylius (1548-1607), Philipp Melanchthon (1497-1560), Johannes Brenz
(1499-1570), Justus Jonas (1493-1555), Johannes Bugenhagen (1485-1558), Georg
Spalatin (1484-1545), Johannes Aventinus (1477-1534), Ulrich von Hutten
(1488-1523), Johannes Sturm (1507-1589), Sebastian Franck (1499-1542 ya da
1543), Theodor Bibliander (1505-1564), Caspar Peucer (1525-1602), Heinrich
Knaust (1520-1580). Adı geçen yazarların bazılarının Türklerle ilgili yapmış oldukları
çalışmalara ve Türk savaşlarına ilişkin görüşlerine kısaca değinmek, dönemin bu
konuya verdiği önemi yansıtması bakımından, faydalı olacaktır.
Örneğin,
Ingolstadt ve Heidelberg’de teoloji öğrenimi gördükten sonra rahip olan
Sebastian Franck gibi. Luther’in öğretilerinden etkilenen Franck, Protestanlığa
geçer ve 1526 ile 1528 yılları arasında Lüteryen papazı olarak Protestanlığa
hizmet eder. 1528 yılından sonra ise bütün mezheplerle olan bağlarını koparır
ve dogmalardan arındırılmış Hristiyanlığa dair kendi fikirlerini oluşturur.
Sebastian Franck’ın Türk savaşlarına ilişkin görüşleri spiritüalizmin etkisinde
kalmıştır. Buna göre Franck savunma amaçlı bir savaşı dahi benimsememekte ve
düşmanın sadece maneviyatla yenilebileceğini savunmaktadır. Diğer yandan
Franck’ın en büyük endişesi Türklerin eline esir olarak geçen Hristiy anların
maneviyatına yöneliktir. Söz konusu olan e saretteki çalışmaların ağırlığından
ziyade, bu insanların inançlarını korumaya dair çabalarıdır.
Franck bir yandan Türklerin yaşam biçimlerine yönelik olumlu değerlendirmelere
yer verirken, diğer yandan Türklerin ahlaki yapılarında şeytani bir karakter
olduğunu da dile getirmektedir[170].
1514 yılında Heidelberg Üniversitesinde
öğrenimine başlayan ve 1518 yılında Luther ile tanışan Johannes Brenz,
Protestanlığın önemli savunucularından biri olarak tarihe geçmiştir. 1532
yılında Alman halkını yaklaşan Türk tehdidi konusunda uy armak amac ıy la vaaz
derlemesini yayınlar ve Türklerin sadece Roma împaratorluğu’nu yok etmekle
kalmayacaklarını, aynı zamanda Hristiy an dinini de o rtad an kaldıracaklarını
ileri sürer. Brenz’in Türklerle ilgili açıklamaları Luther’inkilerle büyük
ölçüde örtüşmektedir. Bu da kendisinin Luther ile yıllarca süren yakınlığı ve
do stluğu ile açıklanabilmektedir. Brenz’in vaazlarında hâkim olan tarzın
Luther’in vaazlarındakine benzemesi de aynı şekilde açıklanabilmektedir[ 171].
Lüteryan
olan Heinrich Müller ise oldukça geniş bir derleme ile 1563 yılında Türk
yazılarını bir araya getirmiştir. Kitabının ön sözünde,
ayrıca Türk tarihi ya da Türklerle ilgili bundan önceki yayınlarında, Türklerin
eline esir düşen Hristiyanların ya da Türk hükümdarlığı altında yaşayanların
vergilerden çektiklerine yer verilmemesini eleştirmektedir. Bu konulara
değindiği için Bartholomâus Georgewitz’in yazısını İtalyanca’dan Almanca’ya
çeviren Müller, bununla Almanları bilinçlendirmeye ve Türklere karşı uyarmaya
çalışmaktadır. O aynı zamanda, Hristiyan-Türk savaşlarının barışla sonuçlanmay
acağını ve sonsuz bir savaşın hüküm sürdüğünü, bu savaşların ise ancak birinin
diğerini yok etmesiyle noktalanacağını ileri sürmektedir! 172].
Asıl
adı Philipp Schwartzerdt olan Philipp Melanchthon hem hümanist hem de teolog o
larak isim yapmıştır. Melanchthon, Martin Luther’in yanı sıra Reformasyonun en
önemli kişileri arasında yer almıştır. Kendisi Luther’in, özellikle 1518
yılında gerçekleştirilen ve Heidelberg Mübahasedesisi diye adlandırılan
tartışmasından derinden etkilenmiştir.
Melanchthon ile Luther arasında o
dönemde başlayan dostluk, Luther’in ölümüne kadar süren bir işbirliğine
dönüşmüştür. Luther’in etkisinde kalan Melanchthon’a göre Hristiyan dünyasının
liderleri îslam’in yok edilememesinden sorumlu tutulmalıdırlar. Ona göre
Hristiyan dünyasının Türklerle doğal ve ebediyete kadar sürecek olan ezelî bir
düşmanlığı vardır. Bunun nedeni ise Hristiyanlığın övgüye değer düzeninin Türkler
tarafından yok edilmek istenmesidir. O aynı zamanda bu düşüncelere bağlı olarak
kaosun yayılmasından da Türkleri sorumlu tutmaktadır. Melanchthon’un çeşitli
kitapların ön sözlerinde dile getirdiği görüşler hemen hemen Luther’in
görüşlerine paralel düşüncelerdir[ 173].
Basel
de yaşayan Theodor Bibliander teolog ve oryantalist olmasının yanı sıra
Reformasyonun İsviçre’deki en önemli isimlerindendir. Aynı zamanda Luther’in
yakın arkadaşı olan Bibliander esasen İslam karşıtı yazıları derlemesi ile üne
kavuşmuştur. Bu y azılarının y ay ınlanmasından önce Türklere karşı bir
Consultatio yazan Bibliander’in bu
yazısında Rotterdamlı Erasmus’dan da ne kadar derinden etkilendiğini görmek
mümkündür. înanç savaşlarına karşı olduğunu açıkça dile getiren Bibliander,
Türk savaşını sadece Hristiyanlığı korumak adına kabul etmektedir. Bibliander
ayrıca Kur’an çevirisi sayesinde de tanınmıştır[174].
Kalvinizm[175] karşıtı
tutumuyla tanınan Georg Agricola (1530-1575) Türkler hakkındaki y azılarıy la
da dikkat çeken yazarlardandır. Dönemin önemli isimlerinden Philipp Melanchthon
ve Johannes Sturm ile yakın arkadaşlığı olmuştur. Viyana’daki galibiyetin
etkisinde kalan ve yazısında Türklere karşı çağrıda bulunan Agricola’nın
Latince hazırlamış olduğu yazısının Almanca tercümesi 1531 yılında Nürnberg’de
yayınlanmasına karşın aynı çalışmanın orijinali, ancak 1538 yılında Georg
Fabricius tarafından basıma verilir. Agricola’ya göre Tanrı Almanların y anında
yer almaktadır[176].
Johannes
Sturm ise hem hümanist hem de pedagog olarak Avrupa’daki eğitim sisteminin
gelişimine büyük katkılarda bulunmuştur. Öğrenimi esnasında Erasmus’un
fikirlerine eğilen Sturm, sonrasında Philipp Melanchthon’un teolojik ve
pedagojik fikirlerine iştirak eder. Melanchthon’un o dönemlerde tekrar ele
aldığı ve yorumladığı Hz. Danyal’ın kehanetleri geniş kitlelere ulaşır. 16.
yüzyılda özellikle de ilim adamları bu yorumlar doğrultusunda Roma
İmparatorluğu’nun Hz. Danyal’ın yorumuna dayanarak, dünyanın son İmparatorluğu
olduğununa inanmışlardır. Sturm da bu yorumların etkisinde kalarak, Roma
İmparatorluğu’nun güçsüzlüğünü, Hz. Danyal’ın yüzyıllar öncesinde söylediği
iddia edilen sözlerine day andırmakta ve bunun Roma İmparatorluğu’nun son
dönemleri olduğunu ileri sürmektedir.
Ulrich
von Hutten de savaşmamayı tercih eden dönemin ileri gelen hümanist fikir
adamlarından idi. Genç yaşlarda Erasmus ile de karşılaşmış olan Hutten,
sonraları oldukça agresif bir tutum sergileyerek Katolik Kilisesini
eleştirmektedir.
Hutten
savaşmamayı tercih etmesine karşın, Türkler hakkında her zaman olumlu ifadelere
yer vermemekte, özellikle Türklerin yaşam biçimlerine yönelik kimi zaman
oldukça olumsuz fikirler beyan etmektedir, tıpkı Agricola ve Cochlâus gibi.
Justus Jonas hukukçu, hümanist,
Lüteryen bir teolog ve Reformasyon taraftarıdır. Reformasyonun önemli isimlerinden
olan Jonas özellikle Luther ve Melanchthon’un çevirilerini yapmasıyla tanınır.
Erasmus ile de iyi ilişkileri olan Jonas, sonraları tamamen kendisini teolojiye
adar. Jonas olgunluk döneminde Wittenberg’de Martin Luther ile birlikte teoloji
profesörü olarak ders verir. Çalışmalarında Türkleri, sadece Hristiy anları yok
etmek isteyen hain bir düşman olarak değil, aynı zamanda işe y arar, iyi olan
her şeyi, yani rejimi, düzeni ortadan kaldırmak isteyen ahlaksız düşman olarak
da tanımlar[177].
Martin Luther’in çağdaşı ve fikirsel
bazda en önemli rakiplerden biri kabul edilen Rotterdamlı Erasmus[178],
hümanizm akımının en büyük temsilcilerinden biri
olarak kabul edilir. 1465 yılında Hollanda’nın Rotterdam kentinde doğan ve
temel eğitimini tamamladıktan sonra Augustin tarikatının bir rahibi olan
Erasmus, geleneksel anlamda rahip olmak yerine kendisini tamamen bilime
adamıştır. Paris Üniversitesi’ne devam ettikten sonra, 1499 yılında
İngiltere’ye gider ve orada kendisini derinden etkileyen John Colet ve Thomas
Morus (More) gibi aydınlarla tanışır. Hristiyanlık ruhunu antik çağın y
alınlığında aray an Erasmus, Papalığın düşünceler üzerinde kurduğu hegemonyaya
karşı çıkar. Deliliğe Övgü (özgün adıyla: Morias enkomion seu laus stultitiae)
gibi özgün yapıtlarıyla ve çevirileriyle (örn. Lukianos ve Libanios’tan yapmış
olduğu çeviriler) Antik Çağ düşüncesinin Avrupa’da yayılmasını sağlar.
Rotterdam’lı Erasmus tıpkı Martin Luther gibi kilisenin yenilenmesini teşvik
etse de bunun Hristiy an dünyasına zarar vermeden, zaman içerisinde yapılmasını
talep eder. Pap aların bile ziyaret ettiği Erasmus 1536’da Basel’de öldüğünde
Avrupa’nın en saygın kişileri arasında yer almaktaydı. Erasmus’un Türklerle ilgili
görüşlerine yer verdiği üç önemli yazısı mevcuttur. Bunlar sırasıyla 1516
yılında yayınlanan Institutio Principis Christiani, aynı yılda yayınlanan
Querela Pacis ve son olarak 1530 yılında yayınlanan De bello Turcis
înferendo’dur. Adı geçen son yazı Türk konusunu yoğun işlemesi bakımından en
önemli çalışma olarak da kabul edilmektedir. Erasmus yazılarında Hristiyan
dünyasına birlik-beraberlik çağrılarında bulunur[179].
Türklerin başarılı oluşlarını Hristiy anların kendi içlerinde kavgalı
oluşlarına ve birlik-beraberlik oluşturamamalarına bağlamaktadır. Ona göre,
Türkler Hristiy anların bu kavgalardan dolayı ce saretlenmektedir. Oy saki
onların korkmasını sağlamak için birlik içerisinde olunmalıdır. Tüm bu
söylemlere rağmen, Erasmus’un Türk konusunu işleyen yazılarını Luther’in y
azılarından ay ıran en belirgin özellik, Erasmus’un daha barışçıl bir tarzı
tercih etmesidir[180].
Türklere karşı savaşmak yerine öncelikle Hristiyanlığın kendi bünyesindeki
eksikliklerini telafi etme isteği duymalıdır, düşüncesini savunur[181].
Erasmus’a göre
savaşmamayı gerektiren diğer unsur ise “Müslüman olan Türklerin Musa’yı ve
îsa’yı peygamber olarak kabul etmelerinden dolayı ‘yarı Hristiyan’
sayılmalarıdır[182].
Erasmus özellikle de De bello adlı çalışmasında tamamen misyonerlik yoluyla
Türklere etki edilmesi düşüncesine ağırlık vermektedir[183].
Katolik mezhebine mensup teolog Augustin Neser ise Türklere yönelik yazmış
olduğu ve 1572 yılına ait olan vaazında Türklerin sadece vatana değil, aynı
zamanda inanca da saldırdıklarını dile getirmektedir[ 184].
Nikolaus Reusner, 1596 y lında y ay ımlanan Türk yazıları derlemesinin ön
sözünde, Türk savaşlarının Alman milletini korumaktan çok, Hristiyanlığın
korunmasına yönelik olduğunu vurgulamaktadır[ 185].
1486-1543
tarihleri arasında yaşamış olan Johannes Eck ise Luther’in karşısında duran en
önemli isimlerdendir. Eck, Luther’e yönelik eleştiri yazmış (1530) ve aynı
zamanda Lütery anlara karşı olan düşmanlığın pekişmesine sebep olan kişi olarak
anılmıştır. Lütery anlara ilişkin yazmış olduğu kitap o dönemlerde adeta el kitabı gibi kullanılmış ve tam 90 kez basılmıştır. Johannes
Eck 1532 yılında Türk vaazlarını yayımlamıştır. Ona göre, haçlı seferinin en
büyük amacı, Kudus’ün ele geçirilmesi ve böylece Tanrı’nın sınamasının ya da
cezalandırmasının sona ermesi olmalıdır. Bu düşünceler doğrultusunda Eck, haçlı
seferini, Türk savaşlarının en önemli nedeni o larak yüceltmektedir. Beşinci
vaazında farklı misyonerlik düşüncelerine yer veren Eck, Hristiyanların esas
görevlerinin gerçek inancın Türklere taşınması olduğunu ileri sürmektedir. O y
azılarında bir y andan misyonerlik fikirlerinden bahsederken, diğer yandan
Tanrı’nın Türkleri cezalandıracağına inandığını da belirtmektedir. Eck bu
tutumuy la tek başına değildir. Onun gibi hem misyonerliğe, hem de Türklerin
Tanrı tarafından cezalandırılması gerektiğine inanan ve bu fikirleri
içselleştirmiş olan birçok y azar vardır[186].
Georg
Scherer Cizvit tarikatına bağlı ve Reformasyon karşıtı bir vaizdir. Viyana’da
Katolik Kilisesini destekleyen, reformasyon karşıtı
çalışmalarıyla dikkat çeker. Oldukça sert bir tutum sergileyen Scherer,
yüzyılın sonlarına doğru, Türklerin amacının, Hristiyanları dinlerinden etmek
olduğunu ileri sürer. Ona göre en kötüsü ise Türklerin, Hristiyan çocuklarını
ele geçirip, yeniçeri yapmalarıdır. Böylece esas itibariyle Hristiy an olan
çocukları, Hristiy anlarla karşı karşıya getirirler. Bu ise Scherer’e göre,
“Türk barbarlığının en büyük kanıtı” ve insanlık dışı bir tutum o larak
değerlendirilir. O döneme ait birçok yazar Scherer’in görüşlerini paylaşmakta
ve bunları y azılarında dile getirmektedirler. Bu görüşe iştirak edenlerden
bazılarının adları şöyledir: Melanchthon, Vives, Camerarius, Agricola ve
Soiter. Johannes Sturm ise bu konuya hem hayranlık içerisinde hem de oldukça mesafeli
değinmekte ve bu uygulamanın eskiden Romalılar tarafından kullanıldığını ileri
sürmenin yanı sıra oldukça makul askerî bir önlem olduğunu vurgulamaktadır.
Yüzyılın sonlarına doğru Scherer, Türklerin hükümdarlığı altında yaşamış olan
Hristiyanların, Hristiyan güçlerini nasıl da beklediklerini dile getirmektedir[187].
Bu
bölümde 16. yüzyılda Türkler hakkında yazmış olan bazı yazarların görüşlerine
kısaca yer verilmeye çalışılmıştır. Hem Protestan hem de Katolik mezhebine
mensup bu yazarlar, genelde Türklerle ilgili olumsuz görüş bildirmişlerdir. Öte
yandan kimi zaman Türkler hakkında olumlu sözlere yer vermişlerse de, bu sadece
kendi bünyelerindeki eksikliğin vurgulanılmasına ve bu noksanlığın giderilmesine
yöneliktir. Genelde savaş karşıtı olanlarda bile, çelişkili ifadelere sıklıkla
rastlanılmaktadır. Dolayısıyla bir yandan savaş karşıtı tavır sergileyen bazı y
az arlar, diğer çalışmalarında bu tutumlarını sürdürmemektedirler. Bu da
onların savaş propagandasını dolaylı ya da do lay sız yoldan destekledikleri
anlamına gelmektedir. Son olarak mutlak suretle vurgulanılması gereken bu
bölümde adı geçmeyen y azarların çokluğudur. Bu bölümde adı geçmeyen, ancak
incelenen konu itib ariy le önem taşıy an bazı y azarlara bundan sonraki
bölümlerde değinilecektir.
Asıl
konu olan “Türk dualarını” irdelemeden önce, Almanya’da Reformasyon Dönemi
öncesi ve sonrası duaların anlamı, yeri ve önemine kısaca değinilecektir. Bu
bilgilerden yola çıkarak Alman edebiyatında Türklerle ilgili duaların genel
özellikleri hakkında fikir verilecektir.
Bu
başlık altında dua ve duanın türleri işlenecektir. Elbette amaç dua ve
türlerinin tümünü teolojik açıdan incelemek değildir. Buradaki amaç Türk
duaları açısından önem taşıyacak olan bilgileri aktararak, dua ve türleri
hakkında fikir verebilmektir. Betz’e göre dua Müslümanlık, Hristiyanlık ve
Yahudilik gibi tek Tanrı’lı dinlerde en sık gerçekleştirilen ve dinler
içerisinde büyük önem taşıyan eylemlerdendir. Bu dinlerin dışındaki dinlerde de
dualar önemli yer tutabilmektedir, örneğin Amerika’nin eski Kızılderili
kültürlerinde. Ancak dualar evrensel değildir. Bazı Budist geleneklerine göre
dua etmek yasak değilse de, Nirvana’ya ulaşmak kadar makbul değildir[188].
Dualarda insanlar dinî açıdan inandıkları Tanrı’larına seslenirler. Duaları
bundan dolayı sadece dinî komünikasy on olarak nitelendirmek doğru değildir.
Çünkü komünikasyon karşılıklı gerçekleştirilir. Oysa ki dualarda sadece insan
konuşur[189]. Müşterek, umumi ve topluluk
halinde dua etmenin yanı sıra, bireysel o larak da dua
edilebilir.
2.1.
Reformasyon Döneminde Dualar
Konumuz
gereği özellikle Reformasyon döneminde ve Luther’in öğretileri doğrultusunda
duanın özelliklerine değinilecektir. Reformasyon dönemine ait Protestanların
dualarını inceleyen ve önemli bir kaynak olarak kabul edilen çalışma 1927
yılında Paul Althaus tarafından yayınlanır[190].
Althaus çalışmasının başında duanın önemine değinerek, duaların kilise
lituryası (Liturgie) içerisinde temel oluşturduğunu vurgulamaktadır[ 191].
Duaların kalıcılığı ve kimi zaman hiç değişikliğe uğramadan yüzyıllarca kilise
kitaplarında yer alması da buna bağlanmaktadır. Bugün dahi kullanılan ve dua
kitaplarında yer alan, küçümsenmeyecek kadar çok sayıdaki dua, Protestanlığın
ilk yıllarında ortaya çıkmış olan dualardır[192].
Althaus çalışmasının zorluklarına da değinir ve kilise şarkılarının kay
naklarının yeterince araştırılmamış olmasından dolayı bu alanda da bir boşluğun
olmasından söz eder. Buna göre kilise şarkılarının birçoğu dualardan esinlenmiştir ya da dualar olduğu
gibi kilise şarkısına dönüştürülmüştür. Tam tersinin gerçekleştiğini de göz
önünde bulunduran Althaus türlerin birbirinden ayrılmasının zorluğuna dikkat çekmektedir[193].
Aynı sorun kimi zaman Türk dualarında da karşımıza çıkmaktadır. Bir örnek
vermek gerekirse, Johann Hermann’ın 1630 yılında yazdığı savaş dönemine ait
Treuer Wâchter Israel (Sadık Bekçi İsrail) adlı kilise şarkısının temeli
Suebyalı Protestan Johann Brenz’in Türk duasına dayanmaktadır[194].
Hermann dinî şarkısında kime ya da kimlere karşı savaşıldığından bahsetmediği
gibi, “Türk” sözcüğüne de yer vermez ve daha genel olan “düşman” sözcüğünü
kullanır.
Ortaçağ
dönemi kilisesini, Reformasyon dönemi kilisesinden ayıran en belirgin özellik
ise dindarlığın ifade ediliş biçiminde y atmaktad ır. Protestan kilisesinin
Tanrı ile olan ilişkilerini ve inançlarını yeniden y orumlaması, zorunlu o
larak yeni dinî rituelleri de beraberinde getirmektedir. Reformasyon döneminde
toplu haldeki dinî ayinlere, ilmihallere ve kilise şarkılarına yeni
düzenlemeler getirildiği gibi, dua yoluyla Tanrı’ya yöneliş konusunda da
yeniliklere gidilmektedir. Dua dinin temeli olarak kabul edildiğinden, aynı
zamanda dindarlığın neredeyse en karakteristik ve en güvenilir nişanı o larak
da benimsenmektedir.
Althaus
Ortaçağ dualarını Reformasyon dönemine ait duaları ile karşılaştırmakta ve
Reformasyon döneminin dualarını dilsel o larak sade, içerik dolu ve güçlü o
larak nitelendirmektedir. Bu karşılaştırmanın sonucunda özellikle Reformasyon
döneminin ilk yarısında ortaya çıkan Protestan duaları hakkında övgü dolu bir
yaklaşım sergilemekte ve o dönem dualarının son derece etkili ve canlı
oluşlarından bahsetmektedir. Bu olumlu özellikler toplu halde edilen kilise
dualarının yanı sıra bireysel dualar için de geçerlilik taşımaktadır.
Reformasyon dönemi sonrası için ortaya çıkan dualar hakkında da kısaca bilgi
veren Althaus bu dualara yapay, özensiz ve ruhsuz damgası vurulmasına karşın,
bunun tüm dualar için geçerli olmadığını belirtmektedir.
Ona göre her dönemde dindarlığın ifadesi olan, yürekten gelen değerli ve gerçek
dualar ortaya çıkmıştır. Dua literatürünün araştırılmasının önemi ise ona göre,
dinî yaşantı hakkında bilgi vermelerinden kaynaklanmaktadır[195].
Duaların
sadece teologlar tarafından yazıldığına ve dolayısıyla da toplumun dindarlığını
yansıtmadıklarına dair yaygın bir kanaat olmasına karşın, Althaus’a göre bu
görüş dua y azarlarının yakından incelenmesi sonucu ortadan kalkac aktır. Dua y
azarları cemaatin farklı sınıflarına mensup olabilmektedir. Ancak yine de
gözardı edilmemesi gereken, teologların bu hususta söz sahibi olmaları ve
önderliği ellerinde tutmalarıdır. Bu yüzden duaların çoğu onların adını
taşımaktadır. Elbette duaların hayata geçirilmesi ve yaşatılmasında ruhban
sınıfından olmayanların katkısı da büy üktür. Ancak Althaus’a göre teologların
duaları ile ruhban sınıfından o lmay anların duaları arasında fark bulmak
oldukça güçtür. Ruhban sınıfından o lmay anlar arasında farklı mesleklere sahip
kadın ve erkekler de yer almaktadır. Soylu sınıfına mensup olanların dışında
sıradan çiftçi, doktor, hukukçu, öğretmen ve askerlerin de katkısı bu yönde
bulunmaktadır. Neticede kişisel olarak dinsel hayatı hissedenler bu konudaki
tecrübelerini dualara aktarabilmişlerdir. Ancak duaların çoğu ruhban sınıfına mensup
erkekler tarafından yazılmıştır. Bunlar papazlık vazifeleri itib ariy le,
insanlarla olan tecrübelerinden ve onlarla olan birebir ilişkilerinden fay
dalanarak dualar y azmaktad ırlar. Bu papazlar bilimsel çalışmalarında farklı
bir dil kullansalar dahi, dua ya da kilise şarkıları söz konusu olduğunda, daha
sade bir dil tercih etmektedirler. Bu da ruhban sınıfından olanların, tıpkı o
lmay anlar gibi, halka ait sade ve etkileyici bir dil kullanabileceklerini
göstermektedir. Papazların elinden çıkan bu dualar kişisel tecrübelerin bir
ürünü olduğu gibi, toplumsal istek ve ihtiy açların bir sonucu olarak da ortaya
çıktıklarından, dinsel y aşantının ve dindarlığın da yansıması o larak kabul
edilmektedir. Bu nedenden ötürü toplum tarafından benimsenmişlerdir. Toplumsal
ihtiyaçlara cevap vermeyen, topluma yabancı kalan ve toplum
ruhunu yansıtmayan dualar ise Althaus tarafından teorik ürün olarak tanımlanır[196].
Bu tür dualar ise Reformasyon dönemi sürecini aşamazlar ve toplum tarafından
reddedilirler. Toplumun kendini bulduğuna inandığı dualar ise, bazı dua
kitaplarının yaygınlığından da anlaşıldığı üzere, kabul görmekle kalmazlar aynı
zamanda çok sayıda baskı da yaparlar. Kitapların çok sayıda baskıya ulaşması,
elbette onların dinî değerleri hakkında fikir vermemektedir. Bu dinî kitaplar
bir yandan halkın dinsel yaşantısının sonucu ortaya çıkmış olmalarına karşın,
öte yandan halkın inancına da yüzyıllar boyunca etki etmiş ve yol gösterici,
rehber vazifesi üstlenmişlerdir. Protestan Hristiyanların yaşantısını kavramak
için bu kitaplar birincil kay nak teşkil etmektedir. Bu bağlamda göz önünde
bulundurulması gereken başka bir sorun ise, 16. yüzyıldan günümüze kadar
gelebilen dua kitapları örneklerinin, fazlasıyla kullanılmış olmalarından
dolayı, genelde iyi durumda bulunmamalarıdır[197].
Protestan kilisesinde özellikle
1530’lı yıllardan itibaren yeni duaların oluştuğunu görebilmekteyiz. Bu döneme
kadar Incil’deki dualar toplumun kullanımına sunulur, yeni dua formülleri
reddedilir, geleneksel olarak Roma kilisesininin dua kitaplarında var olan
konular Protestan literatürüne uy arlanarak dualara aktarılırdı. Bundan sonraki
dönemde bağımsız ürünlerin ortaya çıktığı dönem olması dolayısıyla gerçek
Protestan literatüründen bahsetmek mümkündür. Reformasyon
yazılarında,
örneğin Hristiyan ilmihallerde, vaazlarda, kilise şarkıları kitaplarında ve
Alman kudas[198] ayinlerinde
(mes), zaman zaman örnek sayılabilecek dualar bulunmasına karşın, o dönemin
gündelik yaşantısına ve bireysel sorunlara yönelik dualar bulunmamaktaydı.
Protestanlar bu durumda “çok zararlı”[199]
o larak gördükleri Roma dua
kitaplarının yerini tutan kitaplara ihtiyaç duymaktaydılar. Onların
ilmihallerden bildiği ve tanıdığı az sayıda ve kısa dualar, sabah, akşam ya da
sofra duası gibi, sıradan bir Prote stanın dinsel ihtiy aç larını karşılamada
yetersiz kalmaktay dı. Protestanların zor durumlarda, savaşta,
hastalıkta ve sıkıntılı durumlarda, yani kısaca özel ve kişisel durumlarda,
faydalanabileceği dualara ihtiyacı vardır. Böylece özel dualar, yani bireysel
olarak edilebilen dualar, kilisenin dua aktlerinden ayrılmaya başlamaktaydı.
Dua eden birey, özel yaşantısı ve tecrübeleriyle dikkate alındığından, dualarda
duygusal yaşantı ön plana çıkmaktaydı[200].
Konuya ilişkin taleplerin ve ihtiyaçların artmasıyla birlikte, bu açıklar da
giderilmeye çalışılırdı[201].
Protestan
dua literatürünü, Katolik literatürden ayrı düşünmek mümkün değildir. îki
literatür de birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirlerinin etkisi altında
kalmıştır. Kato lik kilisesinin bazı önemli isimleri ve onların dua kitapları
Prote stan literatürüne kay nak te şkil etmiştir. Bu isimlerin başında ise
reformasyon literatürünü derinden etkileyen Erasmus gelmektedir. O literatürü
etkilemekle kalmamış, aynı zamanda çalışmalarıyla reformasyon y azılarına
kaynak olmuştur. Erasmus’un dualarının çoğu Protestan dua kitaplarında y erini
bulmuştur. Bu duaların bazıları ise Protestan dualarının
ayrılmaz parçası olmuştur. Erasmus gündelik hayatın ve olağanüstü durumların
neredeyse tümü için dua yazmıştır. Roma ve Protestan kilisesinin dua
kitaplarında duaların kimden alındığı, ya da kimin dualarından etkilenildiği,
duanın yazarı ve kaynağı hakkında bilgi verilmemekteydi. Erasmus’un duaları
böylelikle unutulmaya yüz tutmuştur[202].
Erasmus dışında da Protestan dualarını etkileyen isimler mevcuttur. Ancak bu
isimlerin ortak özelliği birçoğunun Erasmus’un öğrencisi olmasıdır.
Erasmus
ile büyük benzerlikler taşıy an bir isim ise öğrencisi İspanyol Johannes
Lodovicus Vives’dir. Vives yazmış olduğu dua kitabı ile Protestan dua
literatürü kaynakçaları arasında önemli yer edinen yazarlardandır. Latince
yazılmış olan kitap 85 dua içermektedir. Bu dualar, tıpkı Erasmus’un duaları
gibi, tüm hayatı kapsayan konulara yer vermektedir. Vives’in dualarını
Erasmus’un dualarından ayıran en belirgin özelliği kısa oluşlarıdır. Onun
dualarını Protestan dua literatürüne kazandıran Ludwig Rabus,
çok da iyi olmayan bir çeviri ile duaları Almanca’ya aktarmıştır[203].
Erasmus’un
öğrencisi ve önemli bir teolog olan diğer bir isim ise, sonraları Viyana
Piskoposu olan ve 1537 yılında 600 sayfa kalınlığında Christlich Bettbüchlein
(Hristiyan dua kitapçığı) adlı dua kitabını yayımlayan Friedrich Nausea’dır. O
kitabının ön sözünde Protestanlığa karşı nefretini açıkça dile getirmektedir.
1551 yılında Timannus Borckensis
tarafından Latince olarak yayınlanan dua derlemeleri de, Erasmus’un etkin
olduğu bir çevrenin ürünüdür. Yayıncı, Katolik kilisesi ile ilişkilerini
koparmamasına rağmen, reformasyonuna yönelik çalışmalarına devam etmektedir.
Kitap, farklı y azarlara ait dualar içerdiği gibi, y az arları belli o lmay an
dualar da içermektedir. Yazar, ayrıca eski ve yeni dualara yer vererek renkli
bir dua kitabının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Duaların arasında Luther’in çok
bilinen Türklere karşı dua adlı metni de yer almaktadır[204].
Aynı dua Ludwig Rabus’un derleme kitabı içerisinde de yer almıştır.
Althaus bu duanın 1530’lu yıllarda Ulm ve Augsburg kiliselerinde talimatname
ile niyaz duaları şeklinde okunduğunu da vurgulamaktadır. Aşağı Avusturya
bölgelerinde ise 1540’lı yıllardan itibaren her gün Türk çanları eşliğinde
hükümet makamlarının talimatname si ile başka bir duanın okunması emredilir.
Rabus’un dua derlemelerinin önemi ise çok kapsamlı bir biçimde 16. yüzyıla ait
Katolik dua metinlerini Protestan dua literatürüne katmasıdır. Protestan olan
Rabus, Katoliklerle Protestanların arasında var olan bu karşılıklı alışverişin
en önemli ismi olmakla kalmamış, Protestan kanadında bu alışverişi ilk olarak
gerçekleştiren isim olarak da anılmıştır[205].
Wittenberg’li teolog Johann Habermann Almanca yazmış olduğu dua kitabında Türk
konulu duay a yer vermektedir. Petrus Michaelis de Latince yazmış olduğu dua
kitabında aynı konuya değinmektedir[206].
Bu
dönemde ortaya çıkan çok sayıda dua kitabı bulunmaktadır. Bu kitaplar
incelendiğinde ise Katolik ve Protestan kilisesinin dua literatürü kapsamında
birbirlerini ne denli etkiledikleri ortaya çıkmaktadır. Fransısken tarikatına
mensup Mainz vaizi Johann Wild (Ferus)’in 1551 yılında yayınlanan dua kitabının[207] yanı
sıra, üç yıl sonra 1554 yılında bir dua kitabı daha yayınlanmıştır[208].
Kitabın içeriği göz önünde bulundurulduğunda, ilgi çekici bulgulara
rastlanmaktadır. Bu kitabın içerdiği duaların neredeyse yarısı Protestan
kaynaklarından etkilenmişlerdir. Yayıncının kendine ait az sayıda duanın dışında,
sayıca üstünlük gösteren Erasmus vb. gibi Katoliklere ait dualar da
bulunmaktadır. Protestanlara ait dualar ise Luther vb. gibi isimlerden
alınmışlardır.
16. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren Protestan dua literatürü, ortaçağ mistisizmin ve Roma kilisesinin dua
literatürünün etkisinde kalmıştır[209].
Katolik mezhebinin 1570’lı yıllardan sonra ortaya çıkardığı dua kitapları yoğun
olarak Cizvit tarikatının etkisindedir. Buna paralel olarak Prote stan dua
literatürü de, Althaus’a göre, yeterince bilinmese ve araştırılmasa
da, bu güçlü hareketin etkisinde kalmıştır[210].
Althaus çalışmasında buna benzer çok sayıda örneğe yer vermektedir. Örnekler
her iki mezhep arasında var olan yoğun etkileşimi sergilemektedir.
Hemen
hemen bütün alanlarda olduğu gibi Reformasyon döneminde dua alanında büyük
ölçüde yeniliklere gidilmiştir. Luther’in dua literatürü için önemi sadece
yazmış olduğu dualarla sınırlı değildir. Amsdorf henüz 1519 yılında, Spalatin
ise 1522 yılında ilk olarak Luther dualarını derleyen çalışmalarını y ay
ımlamışlardır. Sonraki dönemlerde Luther dualarını derleyen kapsamlı çalışmalar
yayımlanır. Onun ağzından çıkan dua benzeri ya da duayı anımsatan her konuşma,
özenle “özel dua” olarak yazıya geçirilmektedir. Ancak Althaus bu tür duaları
gerçek o lmay an dualar olarak adlandırmaktadır. Bunun nedeni ise bu duaların
son derece kişisel, anlık ve mühim o lay ların neticesinde ortaya çıkmış
olmalarıdır. Ayrıca bu dualar Althaus’a göre kısa ve cüretkâr o larak da
adlandırılabilir. Bu nedenden ötürü
Luther’in
bu tarz duaları “16. yüzyıl dua kitaplarında, bazı istisnalar dışında, yer
edinemezler”[211]. Çok sayıda dua kitabında yer
alan nadir dualardan birisi ise Luther’in Türklere karşı dua adlı metnidir.
Altaus’a göre, Luther’in Protestan dualarına yönelik en büyük katkısı halka
doğru dua etmenin yollarını öğretmesidir[212].
Luther’in duaları öylesine etkindir ki, ondan sonraki dönemlerde y azılan
duaların çoğu onun dualarının izlerini taşımaktadır.
Luther
dua ve vaaz konusuna önem vermekte ve bunların yerine getirilmesini Hristiyanların
en önemli görevi olarak tanımlamaktadır[213].
“İnsanlar her yerde dua edilebilir ve etmelidir de, her mekânda ve her saatte
dua edilmelidir; ancak insanlar hep beraber ve bir ağızdan uyum içinde dua
ettikleri takdirde dualar daha da güçlü ve etkin olacaktır”[214].
Luther 1522 yılında Betbüchlein (Dua Kitapçığı) adlı çalışmasında doğru dua
etmenin kurallarını ortaya koymuştur[215].
Ona göre dua, “Tanrı’nın sözlerine öncelikle şükran, sonrasında tazarru
(yakarış)
şeklinde cevaptır”[216].
Dua yürekten gelmelidir ve kompleks bir yapıya sahip olmak zorunda değildir.
Luther tarafından önerilen sade bir dilin kullanılmasıdır. O meditasyon ve
duayı birbirinden ayırmayarak dua kavramını oldukça geniş tutmaktadır. Dua buna
göre sadece sözlü olmak zorunda değildir. Luther, temel Hristiyanlık öğretisi
şeklinde olan ve Hristiyan inancının temel sorularını yanıtlayan[217] Der
GroŞe Katechismus mit dem Titel “Deutsch Catechismus” (“Alman İlmihali” adıyla
Büyük İlmihal) ve Der kleine Catechismus mit dem Titel Enchiridion (Enchiridion
adıyla Küçük İlmihal) adlı kitaplarını y ay ımlar. Her iki kitap 1529 yılında
Almanya’nın Wittenberg şehrinde basılmıştır. Luther Küçük İlmihal adlı
çalışmasına, sabah, akşam ve sofra dualarına, dua formülleri eklemektedir. O
ilmihal öğretilerini, sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi, Türk dualarına
aktarmakta ve ilmihale Türk tehdidiyle ilişkili olarak büyük önem vermektedir.
Duaların
başlıkları, çoğunlukla içerikleri hakkında da bilgi
vermektedir. Bu başlıklar şöyle sıralanabilmektedir: “Bittgebet” (Bereket/
niyaz duası), “Dank-und Lobgebet” (şükran ya da methiye/övgü duası),
“Bekenntnisgebet” (günah çıkarma duası), “Gebet um Vergebung” (af duası). Bu
dualar sayesinde insanlar farklı olaylara değinerek Tanrı’dan isteklerde
bulunmaktadırlar. Bu türler içerikleri itib arıy la farklı konulara değinseler
de aslında bütün duaların temelinde insanların istekleri vardır. İstenilenler
farklı olsa da, genelde insanların temel ihtiyaçlarına yöneliktir. Methiye/övgü
dualarında dahi, var olan iyi bir durumun süreklilik göstermesi için Tanrı’ya
yakarılır. İnsanlar, Tanrı’ya kendilerinden, etrafındaki kişilerden ve
çektikleri sıkıntılardan bahseder. Bunların giderilmesi için ise dua edilirdi.
Örneğin: Yağmur, av hayvanlarının bol olması, ekin ve hasat, savaşlarda
galibiyet, ya da çocuk sahibi olma duası. Bu ve buna benzeyen tüm istekler,
Tanrı’nın huzurunda, Ona iletilen dileklerdir. Tanrı, Luther’e göre insanların
sıkıntılı anlarında sığınabileceği bir güçtür[218].
Türk dualarının
incelenmesi açısından da önem taşıyan bu dua başlıklarına, ana hatlarıyla
değinilecektir. Ayrıca dualarda insanlar tarafından dile getirilen isteklere
yer verilerek, içerikler hakkında da bilgi sunulacaktır. Örneğin bereket ya da
isteklerin gerçekleşmesi için edilen dualarda inançlı insanlar, Tanrı’dan istek
ve arzularının, kendi hayatlarında veya başkalarının y aşamlarında
gerçekleşmesi için dua etmektedirler, ya da ondan isteklerini gerçekleştirecek
yetenek ve yeti sahibi olmaları için dua etmektedirler. Şükran ya da
methiye/övgü dualarında ise inananlar şükranlarını dile getirirek Tanrı’yı,
dünyaya ilişkin isteklerini gerçekleştirdiği ya da onlara kendi isteklerini
yaptırdığı için, övmektedirler. Ayrıca Tanrı iradesini insanların hayatlarında
ve ey lemlerinde de etkin hale getirdiği için methedilmektedir. Günah çıkarma
dualarında insanlar, Tanrı’nın isteklerini
gerçekleştirememekten
dolayı, üzüntülerini ifade ederler. Bu başarısızlık, günah olmakla birlikte,
Tanrı ile olan ilişkilerine de gölge düşürmektedir. Bağışlanma ya da af
dualarında ise inananlar, günahlarından dolayı Tanrı ile bozulan ilişkilerinin
tekrar oluşturulması için dua ederler. Böylelikle Tanrı ile yabancılaşma, ondan
uzaklaşma ve anlamsız bir yaşamdan korunmuş olurlar. Bu yolla inananlar, Tanrı
ile ilişkilerine dua yoluyla tekrar başlayabileceklerine, bu ilişkiyi sabit
hale getireceklerine ve yeniden oluşturabileceklerine inanırlar. Böylilikle y
aşamları tekrar anlam kazanmış olur.
Dua
bir yandan insanların Tanrı ile ilişkileri doğrultusunda, kendi yaşamlarını ve
dünyayı algılayış biçiminin bir ifadesidir. Diğer yandan insanlar dua sayesinde
duygularını, düşüncelerini ve tutumlarını kontrol altında tutarak hem
yaşantılarını hem de tecrübelerini Tanrı ile bağları çerçevesinde y o
rumlarlar. Tanrı’nın varlığına inanmayan ve onunla kişisel o larak ilişki
kurmay an birisi için dua etmenin bir anlamı yoktur. îstek, şükran,
methiye/övgü ya da günah çıkarma dualarının temelinde Tanrı’ya inanç y
atmaktadır. Bu dua türleri birçok yönden insanların kendi aralarında
gerçekleştirdikleri konuşma biçimine benzemektedir[2191.
Zaten Luther dua etme konusunda buna benzer bir ifade kullanarak “iyi bir
arkadaşa basit bir şekilde dua etme” sözlerine yer verir[220].
Onun bu mantalitesi en iyi şekilde kendi yazmış olduğu dualarında
görülmektedir. Bu dualarda Luther gerçekten de arkadaşına seslenir gibi, hatta
kimi zaman oldukça sert bir üslup kullanarak Tanrı’ya seslenmektedir.
3.
Kilisenin Türklere İlişkin Propaganda
Girişimleri ve Başlıca Propaganda Türleri
Türk
tehdidi uzun zamanlar boyunca Hristiyan dinine mensup Avrupa’lılar için korku[221],
huzursuzluk kaynağı ve buna bağlı olarak inceleme konusu olmuştur. Hasso
Pfeiler Das Türkenbild in den deutschen Chronicken des 15. Jahrhunderts (15.
Yüzyıl Alman Kroniklerinde Türk İmgesi) adlı çalışmasında Alman toplumunda Türk
imgesinin oluşumuna ilişkin önemli bilgiler vermekte[222] ve
bu bağlamda kilisenin önemine ve propaganda çalışmalarına işaret etmektedir.
Türklerle ilgili değerlendirmeler söz konusu olduğunda Alman kroniklerini iki
döneme ayıran Pfeiler’e göre birinci dönem Niğbolu savaşından İstanbul’un
fethine kadar olan süreci, ikinci dönem ise 1453 yılından Fatih Sultan
Mehmed’ın ölümüne kadar (1481) olan yılları kapsamaktadır. Birinci evrede
Papalığın Türk imgesiyle ilgili o larak neredeyse hiç etkili olmadığına dikkat
çeken Pfeiler, ikinci evrede bunun değiştiğini ve
kilise propagandalarının baskın olmasından dolayı Türk imgesinin oluşmasına ve
yerleşmesine neden olduğunu vurgulamaktadır[223].
Kilisenin bu dönemde ortaya koyduğu Türk imgesi, Fatih Sultan Mehmed’in
ölümüyle toplum tarafından unutulmaya yüz tutsa da, I. Süleyman’ın hükümdarlığı
ile birlikte tekrar Almanların gündemine yerleşir[224].
15. ve 16. yüzyılda Papalık büyük
ölçüde dünyevi ve uhrevi bir güç olmaktan çıkar. İstanbul’un fethi ve
sonrasında Türkler tarafından elde edilen zaferler Alman toplumunun Papalığa
olan inancını sarsar. Toplanan vergilere rağmen, Türklere karşı ciddi
girişimlerin olmaması ve vergilerin buna karşın arttırılması, Alman toplumunda
Papa’nın insanları sömürdüğü ve aldattığı düşüncesinin yayılmasına neden olur.
Bu koşullar altında dinî düzen toplum tarafından sorgulanmay a başlanır ve
özellikle teologların reformasyon talepleri artar[225].
Luther’in etkisiyle kilise iki büyük düşman cepheye ayrılır. Papalık bu
bölünmenin
etkilerini ortadan
kaldırmaya çalışarak, ayrıca güç kaybını engellemeye çalışır. Papalık, Avrupalı
ulusların nazarında kilisenin konumuna değer kazandırma gayreti içerisine
girer, propaganda çalışmalarına ağırlık verir ve Pfeffermann’ın vurguladığı
gibi “inançsızlara” karşı ortak bir Hristiyan dış politikası oluşturmaya
çabalar. Bunu gerçekleştirmek için ise yapılması gereken, Türk sorunsalını
kabul etmek ve Haçlı seferleri geleneği çerçevesinde, din savaşını popülarize
ederek topluma y ay maktır. Bu ise kiliselerden başlayarak en ücra köşedeki
köye kadar Türklerin elde etmiş oldukları başarıları ölçüsüzce abartarak ve
aynı şekilde yenilgileri de propaganda amaçlı kullanarak, toplumu daha büyük
başarılar elde etmeye motive ederek sağlanmay a çalışılmalıydı[226].
Papalığın Türklere ilişkin propaganda çalışmaları bu düşünceler
kapsamında
farklı alanlarda yürütülür ve toplum Papalığın şekillendirdiği Türk imgesiyle
tanıştırılır. Kilisenin manipulatif çalışmalarından en etkin olanları ise Türk
tehdine karşı çalınan çanlar (Türk çanları), Türklere karşı okunan vaazlar (Türk vaazları), ve Türklere karşı edilen dualardır.
(Türk duaları)[227].
Türklerin tehdidine karşı çalınan
çanlar Almanlar tarafından “Türk çanları” olarak adlandırılmıştır. “Türk
çanları” ilk kez Papa III. Calixt ( 1378-1458)[228] tarafından 29 Haziran 1456
yılında Mora’nın Türklerin eline geçmesi ve Avusturya’nın Türkler tarafından
tehdit edilmesini hatırlamak amacıyla çalınır. Bunun için Papa tüm kiliselerde
öğle saatlerinde bir veya birkaç kez çanların Türklere karşı çalınmasını talep
eder. Bazı yörelerde bu uygulama daha önce başlatılmıştır. Örneğin 1399 yılında
Wolfram von Prag adlı başpiskopos Türklerin Hristiy anları yenmesi ve bunun
anımsanması dolayısıyla her Cuma günü saat 09:00’da (Hz. İsa’nın ölüm saatinde)
çanların çalınmasını ve insanların bütün işlerini bir kenara b ırakarak dua
etmelerini emreder. Hem Protestan hem de Katolik kilisesi, düzenli olarak
çalınan çanlar ve beraberinde edilen dualar sayesinde herkesin, her gün, bu
tehdidi hatırlamasını sağlamaktaydılar. “Türk çanları” uzun dönemler boyunca
insanların belleklerinde yer eder ve çanların
çalınması Türk tehdidi ile ilişkilendirilir.
Türklere karşı okunan vaazlar ilk
olarak, Hristiyanlarca felaket olarak yorumlanan, İstanbul’un feth edilmesiyle
ortaya çıkmıştır. O dönemde Hristiyanlığın en üst makamında bulunan Papa V.
Nikolaus (1397-1455), 30.09.1453 yılında haçlı seferi fermanını y ay ınlar.
Papa bu fermanda bütün Hristiy an hükümdarlara seslenir ve deccal o larak
adlandırdığı Fatih Sultan Mehmed’e karşı Hristiy an dininin savunulması
çağrısında bulunur. Bunun sonucunda haçlı seferleri vaizleri, ülke ülke gezerek
savunma amaçlı haçlı seferi fikrini yaymaya ve popülarize etmeye çalışırlar.
Türklere karşı en agre sif Papalardan olan Papa III. Calixt 29 Haziran 1456
yılında yayınladığı “Türkenbulle” (Türk fermanı) ile toplumu uy ararak dua,
tövbe ve vaaza çağırır. Topluma yönelik vaazlarda ise “Şeytan’ın oğlu olan
Mehmed”den[229] gelecek
olan tehlikelerin anlatılmasını ister.
Türklere
karşı okunan dua ve vaazlar 15. yüzyılın ortalarından
itibaren “sistematik bir biçimde” ezelî düşman imgesini oluşturmaktadır. Türk
konusunun vaazlar dolayısıyla kilise içerisine taşınmasıyla Türk imgesi hızla
yayılır ve Türklerle ilgili propaganda Almanya’nın hemen hemen her yerinde
etkin hale gelir[230].
Almanlar
tarafından Türklere karşı okunan dualara “Türk duaları” denmektedir. Genelde
kiliselerde Türklere karşı okunan vaazın ardından yer alan “Türk duası”[231] bu
nedenle kilisenin Türklere yönelik propaganda girişimleri arasında ayrı bir yer
tutmaktadır. Bunun ise birçok nedeni vardır. Protestanlar ve Katolikler
Türkleri yenmenin bir tek yolu olduğu konusunda hemfikirdir. Hristiyanlar
durumlarının son derece vahim olduğunun farkındadır: “Macar öldürmekte,
İspanyol çalmakta, Alman yiyip içmekte...”[232] ve
kendi karargâhlarını Türklerin karargâhlarıyla kıy aslamaktadırlar. Türk
askerlerinin disiplinli oluşlarının yanı sıra, özellikle ahlaki yönden
üstünlükleri vurgulanır. Duaların ahlaki anlamda da olumlu değişiklikleri
beraberinde getireceğine inanılırdı. Yine 29 Haziran 1456 yılında Papa III.
Calixt bir ferman ile her ayın ilk Pazar günü dua edilmesini, oruç tutulmasını
ve tövbe edilmesini ister[233].
1571 yılında Papa IV. Pius de Türklere karşı dua edilmesini talep eder[234].
Dualar sayesinde Hristiyanların
korkması ve endişelenmesi gereken konular hatırlatılmaktadır. Bunların başında
ise Hristiyanları öldüren ve esir alan, ülkeleri mahveden ve Almanya’yı ele
geçirmeye hazırlanan ezelî düşman Türkler vardır. Türk dualarında, olağanüstü
güçlü Türkler ve onlara duyulan korkular tescil edilmekte ve düşmanın sadece
Tanrı’nın ya da onun yeryüzündeki temsilcilerinin sayesinde yenilebileceğine
dikkat çekilmekteydi[235].
4.
Almanya’da Türklere Karşı Yazılan
Duaların Önemi
Avrupa’da
bu korku ve tehditler uzun yıllar boyunca hüküm sürerken, Almanya’da Türk
korkusu kavramı ancak reformasyon dönemi ile birlikte tam anlamıyla ciddiye
alınır ve bu tarihten itibaren konuya yönelik algılama biçimi toplum içerisinde
yeniden şekillenir. Böylece Almanya’da Reformasyon dönemi ile Türk tehdidi
kavramları birbirleriyle doğrudan ilişkilidir. Katolik inancının savunucuları,
sürekli o larak yaklaşan Türklerin, Tanrı tarafından verilmiş bir ceza
olduklarını savunmaktadırlar. Bu cezanın ise “Tanrı tarafından kilisedeki günah
dolu yeniliklerden dolayı verilmiş olduğuna” dikkat çekmektedirler. Ancak bu y
eniliklerin ciddiyetle yok edilmesi bu gidişata engel olabilecektir[236].
Protestan inancının temsilcileri ise Türklerin “işkenceleri” ile düşman olan
Pap alık arasında bir ilişki kurma eğilimi sergilemektedirler[237].
Batı Dünyası tarafından olağanüstü tehdit o larak algılanan Türklere yönelik,
neredeyse hiç karşı atakta bulunulmamıştır.
Batı Dünyasının iktidar sahibi güçleri, savaş bakımından düşmana karşı oldukça
“hantal”, yani ağırdan[238],
davransalar bile, manevi anlamda düşmana karşı donanırlar. Böylelikle halkı
dualarla düşmana karşı uyarırlar. Protestanlığın kurucusu ve Türk dualarının
öncüsü Martin Luther, Türklerin askerî başarıları üzerine sesini yükseltme ve
Hristiyanlara bu konuyla ilgili öğütlerde bulunma sorumluluğunu hissetmektedir.
Başlangıçta birçok çağdaşı gibi, Türklere karşı bir savaşı[239] tasvip etmese de, Türklerin
askerî anlamda üst üste elde etmiş oldukları zaferler[240],
fikrinin ve stratejisinin değişmesine neden olur. Luther bu değişimle birlikte,
Türklere karşı savaşı destekleyen en önemli kişilerden biri olur. Bu eğilimini
ise en açık biçimde, daha önce bahsettiğimiz yazılarında ve çağrılarında görmek
mümkündür.
Luther’in
söz konusu yazıları ve özellikle “Türk duaları” konusunda örnek teşkil
etmesiyle, olumsuz Türk imgesinin hızla yayılmasına sebebiyet verir. Duaların
niteliği değişir ve Türk konusu daha yoğun işlenmeye başlanır. Aynı zamanda
Hristiyanların Türklere yönelik dualarının sayılarında da ciddi bir artış olur.
“Luther’in önderliğinde bu bağlamda
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk duaları diye adlandırılan bağımsız
bir edebiyat türü ortaya çıkar”. Genelde şehirleri ya da bölgeleri y
önetenlerin talimatları doğrultusunda bu dualar tek başına özel baskı olarak
yayımlandığı gibi, toplu halde de yayımlanırlar[241].
Bundan böyle düşmandan, yani
Türklerden korunmak ya da onun elinden kurtulmak için Tanrı’ya ve Hz. îsa’ya
yakaran insanların duaları “Türk duaları” olarak adlandırılmaktadır. O
dönemlerde Türklerle ilgili ortaya çıkan yazıların çoğu gibi, Türk dualarının
genelinde de oldukça sert bir üslup hâkim idi. Ne de olsa bu düşman Batılıların
gözünde 15. yüzyıldan itibaren kötülüğü ve ezelî düşmanlığı temsil etmektedir[242].
5.
Almanya’da “Türklere Karşı Dua”
Literatürünün Yazarları ve
Tarihî Açıdan Ortaya Çıkış Nedenleri
Bu bölümde daha önce belirtilen
isimlerin dışında Türk tehdidi konusunu işleyen ve toplumu bu çalışmalarıyla
etkileyen önemli isimlere yer verilecektir. Bartholomâus Georgewitz ya da
Captivus Septemcastrensis gibi kişiler Türkiye’deki esaret döneminden sonra,
konuyla ilgili tecrübelerini kaleme alarak Batı Dünyasını farklı şekillerde
etkilemişlerdir[243]. Ancak dua literatürü kapsamında
Luther’den sonra en önemli isim, 1566 yılında Gebetbüchlein wider den Türken
(Türklere karşı dua kitapcığı) adlı çalışmasını yayımlayan Andreas Engler’dir.
Onun bu derlemesi, geçmiş zamanlara ait Türk duaları içermesine rağmen, türünün
ilk örneğidir. Luther’in bir duasının yanı sıra, o dönemlerde oldukça tanınan
Bugenhagen’e ait dualar da bulunmaktadır. Bugenhagen’in bu dualarından biri 1536 yılında “Wittenberg’de,
diğeri ise 1543 yılında Schwâbisch Hall’de” kullanılmıştır[244].
Bu kitabın bir sonraki basımı 1596 yılında Balthasar Müller tarafından
yayımlanır. Bundan sonra ise birçok kez çoğaltılan baskı Johann Michael
Dillherr tarafından 1664 yılında yayımlanır[245].
Dillher’in baskısı Engler’den sekiz, M. Joh. Dertel’den[246] iki, Martin Luther, Johannes
Bugenhagen, Andreas Celichius ve Joh. Deucer’den birer adet dua içermektedir.
Engler’in kitabının yayınlandığı 1566 yılında Dresden’de de Naw Betbüchlein
(Yeni dua kitapcığı) adlı dua derlemesi y ay ınlanır. Ancak bu derleme kitabı
kilise şarkısı olarak da söylenebilen ve sonraları “ruhani Türk şarkısı” olarak
adlandırılıp, kabul gören duaları da içermektedir.
1566
yılı dua literatürü açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun nedeni ise Osmanlı
ordularının Avusturya’nın başkentini feth etmek amacıyla yeniden Viyana’ya
doğru hareket etmeleridir. Bunun için önce Macaritan’a doğru sefere çıkan
Sultan, Zigetvar kalesinin kuşatılması esnasında ölür. Kale ölümünden bir gün
sonra ele geçirilir. Bazı Batı kaynaklarına göre Sultan I. Süleyman’nın ölüm
döşeğindeki emri üzere geri çekilen Osmanlılar, Viyana’yı kuşatma hedefine
oldukça yaklaşmışken, taht meselelerini çözmek üzere geri dönerler.
Avusturya’lılara ise korku dolu bir bekleyiş kalır. Bu korku ise çok sayıda dua
ve vaazın oluşumuna neden olur.
16.
yüzyılın son dönemlerinde, özellikle 15931597 yılları arasında Türklere karşı
yazılan dualarda daha önce görülmemiş bir artış söz konusu olur. Batılılara
göre Papa ve Kayzerin güçsüzlüğüne tanık olan Osmanlıların, Avrupalı güçlerle
olan ilişkisi değişmiştir. Osmanlılar mutlak kırılması gereken Ispanya’nın
gücünü keşfetmişlerdir. Bunu yapabilmek için Fransa ile ittifak halinde olan Osmanlılar
1580’den itibaren İngiltere ile de antlaşmalar yapmaya başlamaktadırlar.
Hristiyan dünyası içerisinde var olan bölünmüşlük ve Osmanlıların 1571 înebahtı
savaşının intikamını alma girişimini tasarladıkları endişesi de tüm bunlara
eklenince, Türk korkusu Almanya’da tekrar toplumsal yaşamın
odağına yerleşir. Barış antlaşmalarına rağmen, Avusturya ve Macaristan’daki
barış gerçek anlamda sağlanamadığı gibi, her iki tarafın antlaşmaları ihlal
etmesiyle sürekli olarak sınanmaktadır[247]. Bu koşullar altında 1593
yılında tekrar bir savaş başlar, ancak Viyana ve Prag bu kez savaşa
hazırlanmışlardır. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu da zor durumdaki
Hristiyanlara her türlü desteği vermeye hazırdır. Bu sebepten Almanya’da da
Türklere karşı çanlar çalınır, vergiler top latılır, çok sayıda yazı yayımlanır
ve daha önce hiç olmadığı kadar Türklere karşı dua edilirdi.
O
dönemde çıkan yazıların bazıları şunlardır. Martin Behem 1590 ve 1593 yılında
Türklere karşı dualar ve yakınmalar içeren kitaplarını[248],
Theophilus Glaser 1594 yılında Türcken-Büchlein (Türk kitapçığı)[249] adlı
kitapçığında çocuklara ve yetişkinlere yönelik Türk dualarını yayımlar. Stephan
Prâterorius tahminen 1594-1596 yıllarında kutsal (sakrament) dualarının
dışında, Türklere karşı
dualar[250],
Bartholomaeus Ringwaldt 1595 yılında Türklere karşı on dua ve aynı yıl
içerisinde tekrar 17 dua içeren kitaplarını[251],
Franz Rüdel aynı yıl Frankfurt’da basılan Geistliche Kriegsrüstung wider die
Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı) adlı çalışmasını yayımlar[252].
Türk İmparatorluğu ile ilgili bir kronik ise Michael Bapst tarafından 1595
yılında basılır[253].
Aynı yıl Matthâus Leudhold, Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türklere karşı
okunması gereken duaları barındıran bir kitap[254] yayımlar.
Samuel Fischer’in ise 1595 yılında Christlicher Unterricht vom Türcken (Türkler
hakkında Hristiyan dersleri) adlı kitabı çıkar. Johann Röpke (Roepke) de
1595’de Kuzey Almanya’da konuşulan şive ile y azılmış dua
derlemelerini[255] yayınlar. Son olarak bu gruba
Friedrich Roth’un çalışmasını eklemek gerekmektedir. 1595 yılında çıkan
Türckenglocke (Türk çanı) adlı çalışmasında Roth bütün aileye yönelik Türk
dualarını y ay ımlamaktadır[256].
Bir sonraki yılda ise Ambrosius
Taurer [257],
Bernhard
Heupolt[258],
Andreas Pouchenium[259] yazı
ve dualarını yayımlarlar[260].
Bunca duaya rağmen 1596 yılının Ekim ayında Alman Hristiyanları büyük bir
mağlubiyet ile karşı karşıya kalır. Haziran ayında Sadrazam İbrahim Paşa’nın
yeni Sultanı III. Mehmed, Erlau’a doğru ilerler. Yardıma gelen Arşidük
Maximillian da etkin olamayınca, üç günlük bir muharebe sonucunda 26 Ekim’de
büyük bir yenilgi y aşanır. Bu y aşanılanların sonucunda 1597 yılında Michael
Musculus[261]
tarafından
yayınlanan Kriegsbüchlein (Savaş kitapçığı) adlı çalışma ortaya çıkar. Yazar
kitabında savaş ve zor savaş dönemleri için dualara yer vermektedir. Aynı yıl
Heinrich Garber Ein christlich Gebet, tâglich wider den Türcken zu beten
(Türklere karşı her gün okunması gereken bir Hristiy an duası) adlı kitabını
yayımlar[262].
Hristiyan şarkılarını içeren bir diğer kitap ise aynı yıl içerisinde Enriacus
(Cyriacus) SchneegaŞ tarafından yayınlanır. Bu kitapta 22 dinî şarkı yer
almaktadır. Şarkılar arasında Luther ve yazarın kendisine
ait olanlar da vardır. Türk tehdidine karşı yazılmış bu şarkılar kilisede,
okulda ve evde söylenmek üzere hazırlanmıştır[263].
Zitvatorok Barış Antlaşması (1606)
önemli politik bir değişimi beraberinde getirir. înebahtı savaşı sonrasında
gerçekleşen bu antlaşma aynı zamanda Avrupa’nın üstünlüğünü de ifade
etmektedir. Bundan dolayı da barış antlaşması sonrasında dua literatüründe az
sayıda örnek ortaya çıkarmaktadır. Cosack bu bağlamda iki isme ve bunların
çalışmalarına kısaca değinmektedir: Bunların ilki Simon Gediks’in 1601 yılında
çıkan kitab ı, diğeri ise Bernhard Albrecht’in 1617 yılında yayınlanan ve
dualar içeren çalışmasıdır[264].
Uzun süren bir barış döneminden sonra Türkler 1663 yılında tekrar ortaya çıkar
ve herhangi bir müdahale ile karşılaşmadan Budin şehrine varırlar. Montecuculi,
Baden’li Kont Wilhelm Leopold, Kont Hohenlohe, Kont Cologny ve onların
ordularının yardımıyla ağır kayıplara rağmen, 1664 yılında büyük bir galib iy
et elde edilir. Bu galibiyet sonrasında Basvar Barış Antlaşması gerçekleştirilir.
Avusturya ve tüm Almanya’da galibiyet dolayısıyla o yıl methiyeler ve şükran
duaları yankılanır. Bu yılın ürünü olarak üç yazı ortaya çıkar: 1) Daha önce de
bahsedilen Dillherr’in dua kitabı; 2) Johann Olearius’un 1664 yılına ait ve bir
dua içeren yazısı; 3) aynı yıl çıkan ve Pomeranya bölgesine ait olan Joachim
Utrecht’in yazısı.
1683
yılında Kara Mustafa Paşa’nın Viyana kapılarına dayanmasıyla, huzursuzluklara
rağmen neredeyse 20 yıl devam eden Basvar Barış Antlaşması da sonlanır. Kont
Rüdiger von Starhemberg ve Johann Sobiesky’nin liderliğinde birleşen Alman ve
Polonyalı kıtalar 12 Eylül’de Viyana’yı kurtararak Hristiyan dünyasını da bu
tehlikeden kurtarmış o lurlar. 1699 yılında gerçekleştirilen Karlofça Barış
Antlaşması’na kadar Baden’li Kont Wilhelm Leopold ve Savoyen’li Prens Eugen
birçok askerî başarıya imza atarak, kaybedilen toprakları tekrar ele
geçirirler. 17. yüzyılda Hristiyan dünyasının tamamen Türk tehlikesinden
kurtarılmasıy la, bu türün de sonu gelmiş olur. Artık bu tarz yazılar
yazılmayınca, var olanlar da, zamanla unutulmaya başlanır.
Türk
dualarının o dönemde ne kadar yaygın olduğu[265] çok
sayıdaki dua ve dua derlemelerinden anlaşılmaktadır[266].
Bu dualar 16. ve 17. yüzyılın ürünü olmakla birlikte o zamanın ve toplumun
aynası olma niteliğini de taşımaktadırlar.
6.
İlahiler
İnsanların
temel duygu ve ihtiyaçlarına cevap vermeleri ve çağın sorunlarına y anıt
bulmaya çalışmaları dolayısıyla ilahiler[267],
Hristiyanlıkta önemli yer tutmaktadırlar. İşledikleri konular itibariyle ve
insan ruhunda yer alan bütün hislere yer vermeleri do lay ısıy la, insan
ruhunun aynası olarak da kabul edilmektedirler. Günlük dualar arasında Hz.
Davud ve diğer peygamberlerin Tanrı’ya yönelik yazmış olduğu ilahiler
(geistliche Gesânge) özel bir yer tutmaktadır[268].
İlahilerde ele alınan çok sayıda konunun arasında, bizi konumuz gereği
özellikle düşmana bakış açısı
ilgilendirmektedir. İnsanları tehdit eden ve korkutan düşman konusu öylesine
önemlidir ki, çok sayıda ilahi bu konuyu işlemektedir. Bu mevzu kimi zaman
ilahilerin de büyük etkisiyle dualarda da yer almaktadır.
Almanca’daki
“Psalm” ve “Psalter” sözcükleri, yani Türkçe’deki ilahiler (mezmurlar) ile
încil kastedilmektedir. Yunanca kökenli olan bu sözcükler telli çalgı aletleri
ile icra edilen müzik (Saitenspiel) anlamındadır ve îbranice olan “mizmor”
kelimesiyle aynı anlama gelmektedirler. Mizmor aynı zamanda telli çalgı
eşliğindeki şarkı manasındadır. Çoğul anlamda ise derlemenin tümü kastedilerek
şarkı kitabı anlamına gelmektedir, örneğin M.S. 4. yüzyıla ait olan ve çok
değerli olarak kabul edilen Codex Vaticanus (B) adlı Yunan încil el
yazmasındaki gibi. Latincesi “psalmus” olan sözcüğün yerleşmesi ile încil’deki
metinlerin geneli için kullanılarak, edebiyata ve müziğe de aktarılmıştır.
Bundan
sonra çıkan el y azmalarında sözcüğün anlamı genel olarak büyük değişikliklere
uğramay arak telli çalgı eşliğinde ya da “lir” (Leier) şeklinde söylenebilecek
şarkı metinleri anlamına gelerek kitap başlığı olarak da kullanılmıştır.
Sonuç itibariyle söz konusu sözcük ilk zamanlarından bu yana hep şarkı ve şarkı
kitabı ile ilişkilendirilmiştir. Oysa ki ilahilerde, içerik itibariyle dua
metinlerinin de yer almasına karşın, bunlar genelde göz ardı edilmiştir.
Öncelik ise enstrüman eşliğinde söylenen ve kilise koroları şarkılarında yer
alan ilahilere verilmiştir[269].
İlahilerin tarihçesini özetleyecek
olursak, kısaca Tevrat’ın bir ürünü olarak ortaya çıktıklarını söyleyebiliriz. Bazılarının
kökleri bilinmeyen çağlara ait iken, büyük bir bölümünün Hz. Davud’a ait olduğu
söylenebilir. Hz. Davud’dan sonraki dönemlerde de ilahiler ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak ilahiler azizlerin elinden çıkan kutsal yazılar olarak kabul
edilmektedir. Değerleri ise dinî içeriklerinden ibarettir. Söz konusu içerikten
dolayı ilahiler Hristiyanlıkta her zaman önemli bir yere sahip olmuşlardır[270].
Dindar
bir insanda var olan tüm duygulara ilahilerde yer verilir: Pişmanlık, Tanrı’dan
uzaklaşıldıkça duyulan acı, ya da ona yaklaşıldıkça
hissedilen mutluluk, Tanrı’nın gücü karşısından duyulan korkunun yanı sıra, ona
duyulan sevgi ve minettarlık, sevinçler, endişeler ve üzüntüler vs. İlahiler bu
yoğun içeriklerinden dolayı, duaların özünü de teşkil etmektedirler[271].
Tevrat’a ait ilahiler, Incil’de yer alan ve en çok alıntılanan metinler o larak
kabul edilmektedirler[272].
18. yüzyılın sonlarına doğru,
ilahilerin oluşum dönemleri göz önünde bulundurularak, alımlanmaları ve
anlaşılmaları gerektiği fikri ortaya çıkmaktadır. Ünlü halk edebiyatı
araştırmacısı Alman J.G. Herder Vom Geist der ebrâischen Poesie, 1782/83
(İbrani şiirinin ruhuna ilişkin, 1782/83) adlı tarihî eserinde, ilahilerin doğu
kültürünün ürünü o larak görülmelerini ve dolayısıyla da, ilkçağ bilgilerinin
ışığında yorumlanmaları gerektiğini vurgulamaktadır[273].
6.2.
Luther’in İlahilere Katkıları
Reformasyon dönemine kadar ilahilerde
herhangi bir değişikliğe ya da yeniliğe gidilmemiştir. Luther’in konuya
eğilmesiyle birlikte, birçok alanda olduğu gibi, bu konuda da büyük değişikliklere
yer verilmiştir. Luther ilahileri dinî şarkılara dönüştürmüş, bu yenilik ise
hem Protestanlar, hem de zaman içerisinde Katolikler tarafından benimsenmiştir.
İlahilerin Almanca olarak kilise ayinleri sırasında bu şekilde yorumlanması,
kilisenin kısa zamanda en çok uyguladığı ibadet şekli olmuştur[274].
1523
yılı ilahilerin (Psalmlieder) doğuş yılı o larak kabul edilmektedir. Luther
kilise bilginleri ve peygamberlerin öğretileri doğrultusunda, sıradan halkın
anlayabileceği, dinî şarkılar yapmayı tasarlar ve bu sayede Tanrı’nın
sözlerinin halk tarafından anlaşılmasını ve özümsenmesini hedefler. Bunu
gerçekleştirmek için kendisini yeterince vâkıf bulmayan Luther, yeteneğine
inandığı dostu Georg Spalatin’in yardımını talep eder. Spalatin’e konuyla
ilgili bir
mektup
yazarak, tasarladığı ilahi şarkıların teolojik ve edebî konsepsiyonundan
bahseder. Luther edebî konsepsiyonu çerçevesinde, söz konusu ilahilerin sıradan
insanlar ve onların algılama seviyesine uyarlanarak yazılması gerektiği
vurgular. Bunun için ise onların anlayabileceği basit sözcüklerin tercih
edilmesi gerektiğini belirtir. O ilahilerin edebî değerinden çok, anlaşılmaları
taraftarıdır[275]. Teolojik konsepsiyona yönelik
en önemli unsur ise Luther’e göre, Tanrı’nın sözleri Hz. Davud tarafından
aktarılsa da, peygamberlikle ilgili konuların tümünün Hz. îsa’ya bağlanmasıdır[276].
6.3.
İlahilerde Yer Alan Düşmanlar
Düşmanlara
ve inançsızlara karşı okunan beddualar da ilahilerde geniş yer bulan konular
arasında yer almaktadır. Bu bedduaların ilahilerde yer alması, Tevrat’ın
özelliği olarak kabul edilmektir. Esasında beddua içeren ilahilerde sadece
günahlara ve kötülüklere karşı duyulan tepki dile getirilmektedir. Söz konusu
ilahilerde kişisel ya da dinden uzaklaşmış gibi görünen bir öç duy gusu konu
edilse de, aslında Tanrı’yı ve onun kanunlarını yok sayan insanların
varlığından dolayı duyulan acı vardır. Söz konusu düşmanlar tek bir insanı ya
da bütün bir halkın Tanrı ile olan ilişkilerini yok etme çabasını
gütmektedirler. Bu ilahiler genelde dinsizlere, Tanrı’ya ve ona inananlara ve
dinlerini yok etmeye çalışanlara, ya da Tevrat’ın kanunlarında yer alan adalet
ve insan sevgisini hiçe sayan inançsızlara karşı y azılmışlardır. Bazen söz
konusu ilahiler uy arı niteliği taşıyarak, Tanrı’nın bu tip insanlara verdiği
cezalardan bahsetmektedirler. Yaptığı yanlışı idrak ederek doğru yolu bulan bir
günahkâra ise
Tevrat’da
beddua okunmamaktadır. Bu sebepten dolayı beddua içeren ilahiler de dua olarak
kabul edilmektedir. Hz. îsa adına okunan bu dualar kişisel öç alma duygusu ile
okunmamaktadırlar[277].
Tanrı’nın ve ona inananların düşmanları böylelikle Hz. îsa ve onun
kiliselerinin düşmanı olarak da kabul edilmektedir[278].
İlahiler eski bir dönemin ürünü olduklarından, güncel sorunlara uyarlanarak,
tekrar ele alınıp yorumlanabilmektedirler[279].
Ağıtlara yer veren ilahilerin genelde
büyük olasılıkla Mezopotamya ağıt edebiyatının etkisi altında oluştuğu
sanılmaktadır[280]. Teolojik olarak î.Ö. 587 yılına
ait kolektif krizleri konu ederek bunların üstesinden gelme çabası
gütmektedirler. Bunlar “Yok Oluş” ile “Çöküş” konularına yer verdiklerinden,
tapınakların, şehirlerin ve krallıkların yok oluşunu işlemektedirler.
îlahilerde düşmana y aklaşım temelde ikiye ayrılır: 1) Düşman imgesini yoğun
şekilde pekiştiren ve işleyen bir tutum, 2) düşmanları bağışlama ya da sevme
tutumu.
Birbirinden
farklı bu iki tutum arasında Türk dualarında daha fazla yer edinmeleri
dolayısyla düşman imgesini pekiştiren ilahilere yer verilecektir. Buna bağlı
olarak ise düşman konusunu işleyen ilahiler y orumlanarak düşmana bakış
irdelenecektir. Luther’in bu konuya bakışı ve katkısı göz ardı edilmeyerek
önemine değinilecektir.
İlahilerde yer alan düşmanlar, kimleri
tehdit etmektedirler? Bu düşmanlar hangi millettendir? Ya da ne gibi
özelliklere sahiptirler? Bu soruları yanıtlamak oldukça güçtür. İlahilerde yer
alan düşmanların kimlikleri hakkında bilgi verilmemektedir. Önyargılı, adeta
kalıplaşmış kavramlarla tasvir edilen düşmanlar, tek başına ya da toplum
olarak, inançlı bir Hristiyanın karşısına çıkabildiği gibi, bütün bir toplumun
karşısına da çıkabilmektedirler. Düşman olan insanları sınıflandırmak mümkün
değildir, çünkü kimin düşman olabildiği belli değildir. Bazen insanların dost
olarak nitelendirdiği kişiler de düşman olabilmekte, ki bu da dua eden şahsı
özellikle üzmektedir[281]. Ancak konumuz gereği
günahkâr olan ve varlıklarıyla inançlı insanları tehdit eden bireysel düşman
konusunun üstünde durulmayacaktır.
Türkler
aleyhinde yazılmış olan dualarda, oldukça geniş yer tutmalarından dolayı,
ilahilerde savaşçı kimliği ile karşımıza çıkan düşmanlar, en yaygın
imgelerdendir (Ps. 3,7[282]).
Bu savaşçıların uyguladığı yöntemler, avcılarınkiyle karşılaştırılmaktadır (Ps.
140,6). Zulümleri ise vahşi hayvanlarınkine benzetilir (Ps. 22,21).
Eylemlerinin temelinde ise nefret ve kıskançlık yatmaktadır (Ps. 35,19).
İnançsız olmaları nedeniyle, inançlıları Tanrı’dan uzaklaştırmaya ve Tanrı’ya
olan güvenlerini sarsmaya çalışmaktadırlar[283].
İlahilerde aynı şekilde kralın ve dolayısıyla da halkın düşmanlarından
bahsedilmektedir. Bu bağlamda genelde yabancı halklar ve onların liderleri
kastedilmektedir. Tıpkı ilahide Tanrı’nın (Yahve) ülkesini fethetmeye çalışan
(Ps. 83,13) ve kutsal şehri harab ey e çeviren (Ps. 79,1) düşmanlar gibi... Ne
de olsa yabancı halklar yabancı Tanrı’lara inanmakta ve alay lı seslerini yükselterek (Ps.79,4)
karşısındakileri küçümsemektedirler (Ps. 44,15)[284].
Dış düşmanın yanı sıra, halkı içten tehdit eden düşmanların varlığı da önemli
yer tutmaktadır. Ancak ister dışardan gelen yabancı düşmanlar olsun, ister
halkın bünyesinden çıkan iç düşmanlar olsun, bunların halka karşı olmalarının
yanı sıra, Tanrı’ya karşı da düşman olarak kabul edilmektedirler. Tanrı’nın
adına gölge düşürmeleri (Ps.74,18), onun adaletine (Ps.10,13), hatta varlığına
inanmamaları (Ps. 79,10), onların düşman olarak kabul edilmelerinin asıl
nedenidir. Bu sebeple her şeyin hâkimi olan Tanrı’ya yakarılır ve Ondan
düşmanlarını susturması beklenir (Ps. 8,3)[285].
Düşmanın yenilgiye uğratılması, kurtulanları öylesine sevindirmektedir ki,
kurtarıcıları olan Tanrı’nın adaleti için methiye şarkıları yazılır[286].
Sonuç olarak ilahilerde yer alan düşmanlar çoğunlukla Hz. İsa’nın düşmanları ve
onun çektiği acıların sorumluları olarak kabul edilmektedirler. İlahilerin
yorumlanmasında kısa dualar (Kollekt) da büyük önem taşımaktadırlar. Bu
dualarda (belirli mezmurlarda) öncelikle acı çeken
Hz. îsa olsa da, onunla birlikte kilise de fiilen ve manen saldırılara maruz
kalmaktadır[287].
6.4.
İlahilerde Düşman Türkler
getirmektedir[288].
Almanya’nın kuzeyinde yaşayan ve aslında bu tehditten birebir etkilenmeyen bir
vaiz için, bu düşmanlık imgesinin kullanılması ve yerleştirilmesi, dine
bağlılığı, birlik ve beraberlik düşüncesinin kuvvetlendirilmesi ve dinî
disiplinin sağlanması amacıyla kullanılmaktaydı. Böylece inançlı olan insanlara
tövbe çağrısında bulunulmakta ve günahlarından arınmaları istenmekteydi. Bu
bağlamda ise Türklere karşı vaazlar okunmakta, dualar edilmekte ya da anma
günleri ilan edilmektedir. Örneğin Papa V. Pius kutsal
Meryem’in müdahalesi sayesinde elde edildiğine inandığı înebahtı Deniz
Savaşından dolayı 7 Ekim’i, anma günü olarak ilan etmektedir. Türk tehdidi,
tıpkı veba gibi, kader olarak algılanmaz, tam aksine insanların kendi
hatalarından dolayı Tanrı tarafından verilen bir ceza gibi düşünülür[289].
6.5.
Bazı İlahilerin Türk Tehdidine Uyarlanması
Düşman
konusuna yer veren çok sayıda ilahinin arasında, bazıları diğerlerine oranla
daha fazla kullanılmış ve kabul görmüştür. Bu ise, tercih edilen ilahilerin
yoğun şekilde düşman konusuna eğilmeleri dolayısıyla olmuştur. Düşman konusunu
bu denli yoğun işleyen ilahiler, Türk tehdidi konusuna da kolaylıkla
uyarlanabilmişlerdir. En sık kullanılanlar arasında yer alan 74., 79., 80.,
83., 85. vb. bulunmaktadır. Reformasyon döneminde Türk tehdidine uyarlanmış
ilahilerin başında, dualarda sıklıkla kullanılan ya da dualara esin kaynağı
olan 74. ve 79. ilahilerdir. Her iki ilahi de benzer konulara yer
vermektedirler. İki ilahinin Tevrat’daki içeriklerine değinilecek ve Türk
tehdidine nasıl uyarlandıkları gösterilecektir.
74.
ilahi kutsal mekânlardaki ya da topraklardaki düşman (Der Feind im Heiligtum)
konusunu işlemekte ve tıpkı 79. ilahi gibi Türk tehdidi konusuna uyarlanarak,
dualara, vaazlara ve dinî şarkılara kaynak teşkil etmektedir.
Asaf’ın yazmış olduğu bu şarkı
bilgelik şarkısı (hikmet) olarak adlandırılmaktadır. İlahilerin başlıkları
kaynakçalara göre zaman zaman değişikliklik gösterse de bu ilahi için genelde
harabeye dönüştürülen kutsal mekân/toprak ya da kutsal
mekânlardaki/topraklardaki düşman başlığı kullanılmaktadır. İlahi ağıt şeklinde
kutsal mekânların Kaldeliler tarafından korkunç bir şekilde harap edilmesini
anlatmaktadır. İlahiyi söyleyen kişi Tanrı’nın her zaman İsrail’i koruyacağına
inanmakta ve bu duygularla Tanrı’sına seslenmektedir. Şarkı/ağıt aynı zamanda
kiliseye baskı yapanlara ve dine saldıranlara yönelik de y azılmıştır.
İlahilerde birçok mısradan da anlaşıldığı üzere, tapınak, uzun zamanlardan beri
harabe halindedir[290].
Bu ise dinin yok edilmesi
anlamına geldiğinden, ağıtın 9. mısrasında konuyla ilgili yakınılmaktadır[291].
Bu mısranın devamında sonsuz bir güce sahip olan Tanrı’nın ne zaman düşmanlara
müdahale edeceği sorulmaktadır. Düşmanların akbaba, İsrail’in ise güvercin
olarak adlandırıldığı 18. mısrada, Tanrı’dan güvercinin hay atının, akbabanın
eline
bırakmaması istenmektedir[292].
Son mısralarda ise Tanrı’dan yardım etmesi istenir ve düşmanın sesini gün
geçtikçe daha da arttırdığı vurgulanır[293].
Türklere
karşı y azılmış olan dualarda bu ilahiden sıkça faydanıldığını görebilmekteyiz.
Hristiyan topraklarına ayak basan düşmanlar bu defa Türklerdir ve ülkeyi
harabeye çevirmek istemektedirler. Avusturya’dan alınan haberler doğrultusunda,
sıranın kendi topraklarında olduğunu düşünen Almanlar dualarında sürekli o
larak bu konuyu işlemekte ve ülkelerini bekleyen tehlikelerden
bahsetmektedirler. Yine birçok duada Tanrı’nın ne zaman müdahale edeceği
sorusuna yer verilir. Güvercin motifi de dualarda sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Metin içerisinde kendilerini güvercin olarak adlandıran Hristiyanlar düşman
Türklerin eline düşmek istemediklerinden, Tanrı’dan yardım isterler.
Türk
tehdidine en çok uyarlanan ilahilerden diğeri ise 79. ilahidir. Bu ilahide
Tanrı’nın ülkesine saldıran yabancı halklardan bahsedilmektedir. Söz konusu
ilahi Türk tehdidini işleyen çok sayıda vaaza, duaya ve dinî şarkıya konu
olmuştur. Asaf’a ait olan bu ilahi, büyük olasılıkla Kudüs’ün Nebukadnesar
tarafından yakılıp yıkılmasını anlatmaktadır. Dua şarkısı Tanrı’ya (Yahve’ye)
halkın bulunduğu güç durumu ifade eden bir seslenişle başlamaktadır[294].
İlahide Tanrı’dan tekrar halkına merhamet gö stermesi ve kutsal mekânları yok
eden dinsizleri cezalandırması isteği dile getirilmektedir. Ölülere saygı
gösterilmemesi ve yabani hayvanlara yem o larak verilmesi ise büyük bir
bahtsızlık olarak dile getirilmektedir. Düşmanlar Kudüs’ün tümünde su gibi kan
akıtmışlardır. Cesetleri gömecek kimsenin olmayışı olayı daha da vahim hale
getirmiştir[295]. Şehrin yok edilişi ve
insanların eziyet görmesi ise Tanrı’nın öfkesi ile açıklanmaktadır. İlahide bu
öfkenin ne kadar süreceği sorulmakta ve Tanrı’dan
öfkesini kendisini tanımayan dinsiz halklara aktarılması istenmektedir.
Devletin ve şehrin yok oluşu düşmanlar tarafından Tanrı’nın güçsüzlüğü olarak
da değerlendirilmektedir. Tanrı’ya yöneltilen bu eleştiri büyük bir üzüntüyle
dile getirilmekte ve Tanrı’dan intikam alması beklenmektedir[296].
Ondan tekrar gücünü göstermesi talep edilir ve adını saymayanlara, yapılanların
yedi katını iade etmesi istenir. İlahinin sonunda ise, Tanrı’nın sonsuza dek
say ılacağı ve adının nesilden nesile aktarılac ağı vurgulanır.
79.
ilahide yer alan motifler zaman zaman olduğu gibi dualara aktarılmıştır.
İlahide düşman halktan bahsedilmesine karşın, Türk dualarına uy arlanan
ilahilerde düşmanın kimliği açıkca ortaya konmaktadır. Dualarda, tıpkı söz
konusu ilahide olduğu gibi, Tanrı’dan halkına merhamet göstermesi ve Türkleri
cezalandırması istenmektedir. Cesetlere saygı gösterilmemesi ve y ırtıcı
hayvanlara yem olarak verilmesi ise Türk dualarında en çok kullanılan motifler
arasında yer almaktadır. Düşman Türklerin su gibi kan akıtması da dualarda
fazlasıyla dile getirilen konular arasındadır. Hristiyan dünyasının yok edilişi
ve insanların zulümlere maruz kalması ise dualarda da, Tanrı’nın öfkesi ile
açıklanmaktadır. İlahide olduğu gibi öfkenin ne kadar süreceği sorulmakta ve
Tanrı’dan öfkesini kendisini tanımay an Türklere aktarması istenmektedir. Türk
dualarında Roma împaratorluğu’ndan söz edilir ve yok edilmesi halinde Türklerin
Hristiy an Tanrı’sını güçsüz sanacakları vurgulanır. Bu nedenle Türklere karşı
yazılan dualarda da Tanrı’dan intikam alması ve gücünü gö stermesi
beklenmektedir. Türk dualarının sonu da ilahi ile aynıdır ve Tanrı’nın sonsuza
dek sayılacağına söz verilmektedir.
6.6.
İlahilerin Dua İçerisindeki Yeri
İlahilerin
dua içerisindeki yerini inceleyecek olursak, duaların bir çoğunun ilahilerden
esinlendiğini, hatta bazı ilahilerin birebir alıntılandığını söyleyebiliriz.
Kimi zaman duanın kenarına, daha doğrusu sayfanın sağ veya sol boşluğuna daha
küçük bir yazıyla ya da not şeklinde, hangi ilahinin söz konusu olduğu
belirtilmektedir, kimi zaman ise dua içerisinde söz konusu ilahilerin adı
verilmektedir.
Çoğunlukla
dinî metinlere vâkıf olan 16. ya da 17. yüzyıl okuyucusu için, ilahi adının
belirtilmediği durumlarda da, ilahileri tanımak ve y orumlamak, herhangi bir
güçlük te şkil etmemektedir.
3.
BÖLÜM 1. Türkler Aleyhinde Yazılmış
Olan Dualar ve Bunların İçeriklerine Göre Sınıflandırılması
Alman dilinde yazılmış olan ve “Türk
duaları” olarak adlandırılan metinler, Alman edebiyatının araştırılmamış ve
neredeyse hiç ele alınmamış konularındandır[297].
Özellikle 16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkan ve Alman toplumu için önemli toplumsal
fonksiyonlar içeren “Türk duaları” bu bölümün inceleme konusu olacaktır. Bu
bağlamda söz konusu türün ortaya çıkış ve y ay ılma nedenlerinin yanı sıra,
dönemin mantalite si de irdelenecektir. Ayrıca duaların türleri ve her bir tür
için çarpıcı örnekler ve bu örnekler içerisinde Türk ve Türk korkusu kavramının
incelenişi amaçlanmaktadır. Türk imgesinin bu dualar içerisindeki yeri ve bu
imgenin kullanımına yönelik hedefler gözden geçirilecektir.
Türkler
aleyhine yazılmış olan dualar beş ana bölümde incelenecektir: Bunlar sırasıyla
şunlardır: Çocuk ve gençlere yönelik dualar, ev duaları, kilise duaları, savaş
duaları, özel bir kesime yönelik olmayan Türk duaları. Duaların bu kategorilere
göre ayrılması çalışmanın temel zorluklarından birini teşkil etmektedir. Bunun
nedeni ise çok sayıda duanın hangi kategoriye dahil edileceğinin
belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Sınıflandırma yaparken öncelikle başlıklar
dikkate alınac aktır. Başlık itibariyle birden fazla kategoriye giren dualar
ikinci aşamada tercih edilecektir. İncelenen duanın birçok konuyu aynı anda
işlediği durumlarda ise, ağırlıklı olarak değinilen konu sınıflandırmayı
belirleyecektir. İşlenen konuların arasından sıyrılan konuyu tespit etmek ve
bunu okuyucuya sunmak için, duanın içeriği hakkında bilgi aktarılmay a
çalışılacaktır.
Duaların
incelenmesinde Protestan ya da Katolik duası olarak herhangi bir ayrıma
gidilmeyecektir. Bunun nedeni ise Protestan ya da Katolikler tarafından
yazılmış olan duaların aynı konuyu işlemesi ve aralarında belirleyici bir
farkın bulunmamasıdır. Her iki mezhep de Türklerin büyük bir güç ve tehdit
olduğu konsusunda hemfikirdir. Bu tehdidin salt askerî güçlerle yenilemeyeceği
bunun için dinsel güçlerle donanmanın zorunluluğu konusu da iki mezhep
tarafından benimsenmekteydi. Duanın içeriği olumsuz olsa da, kullanılan dil
karamsarlığa sevk etse de, tüm dualar ümit vererek sonlandırılmaktaydı. Hem
Protestan hem de Katolik dualarında Hristiyanlığın hiçbir şekilde yok
edilemeyeceği mesajı verilmekteydi. İmparatorluğun artık güçsüz düştüğü, askerî
savunmanın y etersiz kaldığı düşüncesi toplumun endişelerini arttırmaktaydı.
Her iki mezhep de dualara propaganda fonksiyonu yüklenerek, toplum içerisinde
var olan güvensizlik ortamını yumuşatmaya ya da ortadan kaldırmaya
çalışmaktaydı. Bu da var olan toplumsal düzenin korunması için temel şartlardan
biri olarak kabul edilmekteydi.
Bu
çalışmaya sadece Almanya’da basılmış dua kitapları dahil edilecektir.
Avusturya’da basılan kitaplar değerlendirme dışı tutulac aktır. Avusturya’lılar
için yazılmış olan dualar ise, kitap Almanya’da basılmışsa, inceleme kapsamına
alınacakdır.
16.
yüzyıl dualarında Türk imgesinin araştırılmasına yönelik geniş materyaller
sunan belirli dönemler bulunmaktadır. Bu nedenle inceleme kap samına alınan
duaların y ay ımlanma tarihine ilişkin belirtilmesi gereken önemli noktalardan
biri, tercih edilen duaların genelde 1566 ile 1592-1595 yıllarında yayımlanmış
olmalarıdır. Ayrıca Luther’in dualarını yayımladığı yıllar da inceleme
dahilindedir. Bu yıllarda yazılan ve yayımlanan dualar, Türk imgesinin en yoğun
işlendiği, hissedildiği ve dolayısıyla da aktarıldığı dönemlerdir.
2.
Çocuklara ve Gençlere Yönelik Dualar
Luther yetişkinlerin dua etmesine ne
kadar önem vermişse, aynı şekilde çocukların dua etmesi konusunda da titizlik göstermiştir.
Bu durumdan yola çıkan Protestanlar özellikle 16. ve 17. yüzyılda çocuk ve
gençlere yönelik çok sayıda dua kitabı ortaya çıkarmışlardır. Çocuklar için
yazılmış dua kitapları yetişkinlere hitaben yazılmış dua kitaplarından bazı
özellikleri dolayısıyla ayrılmakta ve ayrı bir tür olarak kabul görmektedir.
Çocuklara yönelik kitapların ya da metinlerin okuyucuları genellikle az okuma
yazma bilenlerden oluşmaktaydı[298].
Bu durumda metinler ezberlenerek yazılı olan metinleri gereksiz hale
getirmektey diler. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu türün halk
arasında sevilip yaygınlaştığı, basımlarının artmasından anlaşılmaktadır.
Çocuklar için yazılmış dua kitapları böylelikle spesifik bir okuyucu kitlesinin
spesifik ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktirler. Çocuklara ve gençlere hitaben y
azılmış olan bu kitap lar, genellikle örnek metinlere dayanarak, genç
Hristiyanlara nerede, nasıl, kimlerle ve neden dua etmeleri gerektiğini
öğretmeyi hedeflemektedirler. Böylelikle genç okuyuculara rehber olma niteliği
taşıyan kitaplar detaylı açıklamalara yer vermektedir[299].
Genellikle bu dua kitaplarının içinde çok farklı dualar ve metinler bulunmaktadır.
Bunların arasında gün içerisinde edilmesi gereken dualar, ilahiler ya da
Incil’den bölümler yer alabilmektedir. Yetişkinler için yazılmış olan dua
kitaplarını, çocuk ve gençlere yönelik yazılmış olanlardan ayıran en belirgin
fark eğitici olmaları, rehber olma niteliği taşımaları, kullanılan dilin sade
ve anlaşılır oluşu ve içeriklerin çocuklara adapte edilmesi olarak
sıralanabilir. Yetişkinler için y azılmış olan kitapların neredeyse tüm
mekânlarda kullanma özelliği bulunurken, çocuklar için yazılmış olanlar,
öncellikle evlerde, okullarda ve kiliselerde kullanılmaktadır. Bu kısıtlama
çocuklara gereken eğitimin sağlanmasıyla ilgilidir. Bu görevi evlerde
ebeveynler, okullarda öğretmenler ve kiliselerde papazlar üstlenmektey di. Genç
yaşta verilmey e başlanan bu eğitim, Hristiyan kişiyi bir
ömür boyu yönlendirmeliydi. Çocuklar böylelikle aile içindeki dinsel
etkinliklere dahil edilmekteydi. Bu nedenden birçok aile düzenli olarak evde
dinsel aktivitelerin yapılmasını sağlar ve încil okuyarak, dua ederek ve
ilahiler söyleyerek çocuklara, temel say ılac ak bu ilk eğitimi verirdi. Ev
duaları içeren dua kitapları da sürekli olarak bu konuya işaret ederek, anne ve
babaları uy armakta ve çocuklarıyla birlikte yapılması gerekenleri detaylı bir
şekilde anlatmaktadırlar[300].
Ev, okul ve kilise böylelikle işbirliği içinde çalışarak, çocuk ve gençlere
dinsel eğitimin verilmesinden sorumlu tutulmaktaydılar. Tüm bunların dışında
üniversite öğrencilerine yönelik yazılmış olan dua kitap ları da bulunmaktadır.
Bu kitaplar üniversite öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere
yazılmıştır. Söz konusu kitaplarda öğrencilere yönelik duaların yanı sıra
davranış biçimlerine de yer verilmekteydi. Üniversite öğrencisi öncellikle
Tanrı’nın ona vermiş olduğu bu fırsattan dolayı şükretmelidir, çünkü o
okuyabilmiş olmasından ötürü artık sıradan insanlarla
bir olmamakta ve bilgeliği öğrenmektedir. Ayrıca başarılı olması, dindar ve
çalışkan öğrencilerle arkadaşlık etmesi, kötülerle bir olmayarak yoldan
çıkmaması, vaktini en iyi şekilde değerlendirmesi, yararlı ve verimli sohbetler
etmesi ve erdemli davranışlar içinde bulunması, her zaman insanlara hizmet
etmesi için Tanrı’ya dua etmelidir. Sonuç olarak çocuk ve gençlere yönelik yazılmış
dua kitapları toplumda önemli yer tutmakta ve oldukça sevilmekteydiler.
Luther’in bu konudaki katkılarını da göz önünde bulundurarak çocuk ve gençlerin
fazlasıyla önemsendiğini görebilmekteyiz. Luther’in onlara verdiği önem en
belirgin biçimde onlara hitaben y azılmış genel dua kitaplarından
anlaşılmaktadır.
Çocuk
ve gençlere verilen bu önem genel dua kitaplarının dışında da görülmektedir.
Spesifik durum olarak adlandırabileceğimiz Türk korkusu zamanla Luther’i de
etkisi altına alır ve çalışmalar yapmasına neden olur. Bu çalışmalarının belki
de en çarpıcı olanları ise çocuk ve gençlere yönelik yapmış olduklarıdır. Luther kiliselerde dua etmeden Türklere karşı başarı elde
edilemeyeceğini sıkça vurgulamakta ve Türklere karşı dua ve vaazlarla insanları
birleşmeye ve direnmeye çağırmaktadır. Yetişkinler için yazılmış olan Türk
dualarının dışında, Luther çocukların da dua etmesi gerektiğini
vurgulamaktadır. Çocuklara özellikle değinen Luther savaş kargaşasının onlara
zarar verebileceğinden endişe duymakta ve çocukların esarete düşme ihtimaline
karşı temel din bilgilerinin verilme si gerektiğini dile getirmektedir.
“Evlerde ise çocuklar dua etmeliydi, çünkü söz konusu olan onların geleceği
idi. Luther çocukların Türklere karşı ettiği duaların siperlerden, tüfeklerden
ve tüm hükümdarlardan daha etkin olacağına inanmaktadır” [301]. Onun bu konuda örnek teşkil
etmesiyle çocuklara yönelik yazılmış olan “Çocuk Türk duaları” adlı tür hızla
yayılır ve dönemin siyasî ve kültürel aynası olma niteliği taşır. Luther’den
etkilenen protestanlara göre de toplumun en zayıf halkasını teşkil eden
çocuklar, dualarıy la düşmana karşı en etkin olanlardır. Çocuklar Türke karşı
koymadan onları
silahsız olarak yenecek ve geri püskürteceklerdir[302].
Almanya’nın birçok şehrinde çocuklara hitaben Türk duaları yazılır ve
öğretilirdi. Korkunun çocuklara kadar indirgenmesi ve onların bu sorunlara
dahil edilmesi, dönemi tanımlanabilmesi ve anlaşılabilme si açısından son
derece önemlidir.
Çocuk
ve gençlere yönelik yazılmış olan duaları kimi zaman birbirinden ayırt etmek
mümkün olmamaktadır. Kesin bir ay rıma gidilememesinin sebebi ise genelde
gençlere yönelik yazılmış olan dualarda da çocuklardan bahsedilmesidir. Bunun
nedeni ise Hristiyan dualarında insanların genelinden Tanrı’nın çocukları
olarak söz edilmesidir. Tanrı bu durumda tüm insanların kutsal babası “Heiliger
Vater” olarak görülmektedir. Bundan dolayı duaları sınıflandırırken böyle bir
ayrıma gidilmesi doğru olmayacaktır. Yine de başlık ve içerik göz önünde
bulundurularak incelenen duanın hangi kesime yönelik yazıldığı belirlenmey e
çalışılacaktır.
Martin
Luther’in bu türün gelişmesinde örnek teşkil etmesi nedeniyle, öncelikle onun
bir duasına yer verilecektir. Ardından Martin Mirus, Andreas Musculus, Paul
Egenolff ve yazar adı belli olmayan dualara yer verilip bunların içerikleri ve
bazı durumlarda dilsel özellikleri incelenecektir.
2.1.1.
Martin Luther’in Türklere Karşı
Çocuk Duası
Bu başlık
altında incelenecek olan duaların ilki Martin Luther’e[303] aittir.
Onun çocuklara yönelik birçok duası arasından bunun tercih edilmesinin nedeni,
kilise şarkısı olarak da adlandırılan duanın aynı zamanda oldukça sevilen dinî
şarkılar arasında yer almasıdır. Bunun en belirgin kanıtı ise şarkı/duanın çok
yayılmış olmasıdır. Özyurt bu şarkı/duanın tam dokuz varyantını tespit etmiştır[304].
Ancak orijinalinin incelenmesi elbette daha sağlıklı bir yorumu da beraberinde
getirecektir[305].
Şarkı/dua, Bornkamm/Ebeling’e göre Papa’nın, Alman Kayzer’ine karşı, Sultan ve Fransız
Kralı ile birleştiği söylentisinin yayıldığı 1542 yılının ortalarında
yazılmıştır[306].
Brecht ise duanın oluşumunda, 1542 yılında Brandenburg Elektörü olan II.
Joachim’ın, Türklere karşı savaşması ve bu seferin başarısızlıkla
sonuçlanmasının etkin olduğunu vurgular. Savaşta 15 bin Hristiyan askerinin
öldüğü söylense de bu sayının abartılı olduğu varsayılmaktadır.
Bu savaş Saksonya’ya 21.983 güldene mal olur. Söz konusu miktar ise halktan
toplanan “Türk vergileriyle” karşılanır.
Böylelikle savaş için toplanan söz
konusu vergiler de boşa harcanmış olur. Bazı hükümdar ve derebeylerin bu
vergiyi vermek istememesi, Luther’i duaların etkinliği konusunda şüpheye
düşürür. Buna rağmen Luther’e göre Tanrı’nın isteği doğrultusunda dua
edilmeliydi. Luther’in günümüzde de çok bilinen ve Brecht tarafından “Çocuk
duası” olarak adlandırılan metni bu koşullar altında yazılmış olur[307].
Ein
Kinderlied, zu singen, wider die zween Ertzfeinde Christi und seiner heiligen
Kirchen, den Babst un Türcke, etc. (îsa’ın ve kutsal kilisesinin ezelî düşmanı
olan Papa ve Türklere karşı vs. söylenecek olan bir çocuk şarkısı) adlı
dua/kilise şarkısının başlığından da anlaşıldığı üzere Luther, Papa’yı ve
Türkleri kilisenin en büyük düşmanı olarak görmektedir. Papa’yı ve Türkleri
aynı kefeye koyan ve onları ezelî düşman olarak adlandıran Luther,
Hristiyanlığın en büyük düşmanlarından korunabilmek için Tanrı’ya yakarır. Özyurt da şarkının ilk
kıtasını[308] aynı
şekilde yorumlamaktadır. “Luther’e göre Papa ve Türkler Hristiyanlığı tehdit
ettiklerinden, Papa da Türkler kadar tehlikelidir”. O bu nedenle Tanrı’ya,
Hristiyan dünyasını bu iki tehditten koruması ve onlara karşı gücünü
kanıtlaması için, yalvarır[309].
Ancak Luther, Papa’yı ve Türkleri ne denli büyük bir tehdit olarak görse de
birinci kıtanın son mısrasından da anlaşıldığı gibi bunu başaramayacaklarına
olan inancını yitirmez[310].
Şarkının bir varyantında ise Luther, Tanrı’ya Türkleri mağlup etmesi için
yakarır. Türklerin, Tanrı’nın gücüyle mağlup edilmesi Hristiy anların ve
dinsizlerin de Tanrı’nın gücüne inanmalarını ve Tanrı’ya güvenmelerini
sağlayacaktır[311].
Luther’in y azmış olduğu bu çocuk duasından da anlaşıldığı gibi, dilsel açıdan
bakıldığında çocuklara uygun bir üslubun kullanılmadığını görmekteyiz. Ancak bu
o dönemler için son derece olağan bir yaklaşımdır. Öte yandan Martin Luther’in
Türk konusunu işlemeyen ve örneğin Noel ya da Paskalya’yı konu alan, çocuklara
yönelik diğer dualarda kullanılan üslubun daha yumuşak olduğu söylenebilir[312].
İncelenen bu duada kullanılan ifadeler son derece sert olmakla birlikte, aynı
zamanda çocuklar için korkutucu da sayılabilmektedir:
“Tanrım
yardımcı ol bize sözlerinle
Papa
’nın ve Türklerin cinayetini engelle
Senin
oğlun olan İsa ’yı
İsterler senin tahtından indirmeyi ”[313].
Martin Brecht de “Luther und die
Türken” (Luther ve Türkler) adlı makalesinde bu konuda benzer ifadelere yer
vermektedir. Brecht’e göre 1542/1543 yılında yazılmış olan bu çocuk duası
günümüzde “öylesine dayanılmaz ve sert bulunmaktadır ki, ancak y umuşatılarak
ve genelleme yapılarak söylenmektedir”. Örneğin, “Türk” ve “Papa” sözcükleri
yerine “düşman” sözcüğü kullanılmaktadır[314]:
2.1.2.
Martin Mirus’un Türklere Karşı
Çocuk Duası
Martin Mirus (1532-1593) Jena
Üniversitesi’nde gördüğü öğrenim sonucu 1558 yılında mastır ünvanını alır. 1573
yılında Saksonya Elektörü August von Sachsen onu Weimar kiliselerinin başına
getirmek ister; ancak Mirus görevi kabul etmesine rağmen, bölge halkının
tepkisi yüzünden vazgeçer[315].
Jena Üniversitesi’nde 1574 yılında teoloji alanında doktorasını tamamlar ve
aynı yıl içerisinde Dresden’e saray vaizi olarak gider. 1575’de Almanya’nın
Regensburg şehrinde papalığa karşı yedi vaaz okur. 1586 yılında Elektörün
ölmesiyle Mirus’un konumu da değişir. 1588 yılında yeni Elektör I. Christian
von Sachsen tarafından görevden alınır, üç ay tutuklu kaldıktan sonra sınır
dışı edilir. Mirus, Jena’ya döner ve orada sakin bir hayat sürer. I.
Christian’ın 1591 yılında ölmesi sonucunda, onun dul eşi Sophie tarafından
Dresden’e geri çağrılan Mirus bazı önemli görevlere getirilir. Leipzig’den
Dresden’e sey ahat ederken aniden rahatsızlanır ve birkaç gün
içerisinde ölür.
Bu
grup altında incelenecek olan ikinci dua/şarkı[316] 1595 yılında Türckenglocke[317] adlı kaynakta yayınlanır. Mirus
bu duayı başlığında belirttiği üzere “sevgili gençliğe” adamış olsa da metinde
söz konusu olan çocuklardır. Dua içerik itibariyle hem çocuklara hem de
gençlere yöneliktir. Ancak metin içerisinde hiç bir şekilde genç sözcüğüne yer
verilmemesi ve sadece çocuklardan bahsedilmesi duanın başka kaynaklarda
doğrudan çocuk duası o larak adlandırılmasına neden olur[318].
Metin içeriği göz önünde bulundurularak çocuk duası kapsamında incelenecektir.
Duada
çocuklar konuşturulur, daha doğrusu duygu, düşünce ve endişelerini dua şeklinde
dile getirirler. Bu dua Luther’in duası ile karşılaştırıldığında ilk bakışta
kulağa daha hoş gibi gelse de aslında çocuklar için son derece ürkütücü
sayılabilecek bilgilerle doludur. Günümüz perspektifi ile duaların çocuklara
uygun olup olmadığına bakılacak olduğunda her iki duanın da
kesinlikle çocuklara uygun olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Dilsel açıdan
Luther’in duası Mirus’unki ile karşılaştırıldığında, Mirus’un dilinin çocuklara
ilk etapta daha hoş geleceğini söyleyebilmekteyiz. Luther’in duasını çocuklar
için yazmış olduğu sadece başlığından anlaşılmaktadır. Oysaki, Mirus duasında
küçültme ekleri kullanarak kullandığı dili çocuklara yakın hale getirmeye
çalışmıştır. Örneğin ilk kıtanın ilk satırında “Ey çocukların yüce Tanrı’sı”
şeklinde duaya giriş yapılırken, Mirus “çocuklar” sözcüğünde küçültme eki
kullanarak (=Kinderlein) ifadeyi şirinleştirmiştir. îçerik olarak duanın
analizi yapıldığında ise y etişkinler için yazılmış dualardan farksız olduğu
ortaya çıkmaktadır. Duanın ilk kıtasında Tanrı’ya seslenen çocuklar, Hristiyan
dünyasının düşmana karşı hazırlanmasını isterler. “Ah” sözcüğü ile başlayan
ikinci kıtanın ilk satırında çocuklar bulundukları çaresiz durumu dile
getirirler. Etrafı zorluk ve tehlikelerle sarılmış olan çocuklar, “Türk”ü
Herot’e[319] benzeterek, Türk’ün tıpkı Herot
gibi herkesin canını almak istediğini ifade ederler. Üçüncü
kıtada ise Türklerin yapmak istedikleri anlatılmaktadır. Türkler buna göre
“kılıç, haydutluk, savaş, cinayet ve yangınlarla” vatanlarını harap edip
Hristiyan kanı dökmek isterler. Duanın dördüncü kıtasında ise “Türklerin
zulümlerine” yer verilir. “Zavallı çocuklar”, Tanrı’ya zamanı geldiğinde
“Türklerin bu zulümlerinden” korunmaları için yakarırlar. Çünkü Türkler metne
göre, “anne karnındaki çocuklara bile ac ımazlar”. Doğmamış bebeklere dahi
merhamet göstermeyen Türk imgesi ise Türk zulmünün en büyük kanıtı
niteliğindedir. Bu ise hem dünyevi hem de dinî Türk şarkılarında, dolayısıyla
dualarında da sıkça karşımıza çıkan imgelerdendir[320].
Duanın bundan sonraki bölümlerinde “Türk” yerine “düşman” sözcüğü kullanılmakta
ve Alman dualarının genelinde olduğu gibi dua edilmektedir. İsa’nın
yardımlarını esirgememesi ve Tanrı’nın günahlarını bağışlaması istenir. Tamamen
ümitlerini yitirmemeleri için verilen cezaların öfkeyle değil, ölçüyle
verilmesi dilenir[321].
Oldukça yaygın olan Mirus’un bu duasında görüldüğü
üzere Türk imgesi fazlasıyla kullanılmış ve böylece düşman Türk kavramı
özellikle de çocukların belleklerine yerleştirilmeye çalışılmıştır.
2.1.3.
Andreas Musculus’un Türklere
Karşı Çocuk Duası
1514-1581
yılları arasında yaşayan Andreas Musculus[322],
15 31 ’de Leipzig Üniversitesi’nde üç yıl öğrenim gördükten sonra “Bachelor”[323] ünvanını
alır. 1538 yılında teoloji öğrenimi görmek üzere Wittenberg’e gider, Mastır
ünvanını alır, akrabası olan Johannes Agricola’nın tavsiyesi üzerine Frankfurt
Üniversitesi’ne alınır ve orada pröfesör olur. Andreas Musculus’un “Türklere
karşı bir çocuk duası” adını taşıyan metin, Rupert Erythropilus’un Weckglock
darinnen die schlaffende Teutschen wider die wachenden Türcken auffgewecket
werden (Uyuyan Almanları uy anık olan Türklere karşı uy andırma çanı) adlı
kapsamlı çalışmasında yer almaktadır[324].
Onun bu çalışması Türklerle ilgili yapılmış olan dönemin en önemli çalışmaları
arasında yer almaktadır. Kitapta Türklere karşı yazılmış olan çok sayıda dua
yer almaktadır[325].
Başlığı oldukça uzun olan kitap 1595 yılında Frankfurt’da yayımlanmıştır.
Çalışmanın
alt başlığında Türklerden Yecuç Mecuç olarak söz edilmekte ve bunların zor
durumdaki Almanlar için oluşturdukları tehlikelerden ve Hristiyanların bunlara
karşı yapması gerekenlerden bahsedilmektedir. Tamamı 444 sayfadan oluşan kitapta
Türklerle ilgili birçok konuya yer verilmektedir.
Çalışmanın
ön sözünde Lüteryan olan Rupert Erythropilus sırasıyla Yecuç Mecuç, Hz.
Danyal’ın kehanetlerine, Luther’in önemine, düşman olan Türklere ve onların
Alman insanına yani kadın, erkek ve çocuklarına yapacaklarına, tıpkı Sodom
şehri gibi günahlarıyla anılan Almanya’nın durumuna, Yahudilere, ayrıca uy arı
niteliği taşıy an çalışmasına ve bunun yazılış amaçlarına, vaazlara, Hz.
Ezekiyel’in kehanetlerine (38. ve 39. bölüm) ve Kutsal Roma Cermen împaratorluğu’nun
başı kabul edilen Kayzer Rudolphus’un (Rudolf’un) Türklere karşı nasıl
savaşması gerektiğine kısaca değinmektedir. Ön sözde adı geçen konular
çalışmanın sonraki bölümlerinde detaylıca işlenmektedir. Erythropilus ön
sözünde belirtmediği konulara da kitabında yer vermekte ve bunları okuyucusuna
sunmaktadır. O, çalışmasında eğitici bir üslup kullanmakta ve okuyucuyu adım
adım konuya yaklaştırmaktadır. Bu amaçla bir yandan dinsel kavramları işlemekte
ve bunları sade bir dille aktarmay a ve açıklamaya çalışmakta, diğer yandan
Türk tehdidiyle mücadele etmenin yollarını ve Hristiyanların bu konuda yapması
gerekenleri sıralamaktadır. Mücadelenin temelini ise, ona göre, ibadet
oluşturmaktadır. Bunun için Alman toplumunun tümüne seslenmekte, ki buna Kayzer’den
sıradan vatandaşa kadar herkes dahildir, adım adım yapılacakları saymaktadır.
Dua,
diğer çocuk dualarıyla karşılaştırıldığında oldukça ilginç bir örnek o larak
karşımıza çıkmaktadır. Duada çocuklar îsa’ya seslenerek isteklerini dile
getirmekte ve dualarının O’nun tarafından duyulmasını dilemektedirler. “Çocuk”
sözcüğü duanın hemen başında yer alarak hedef kitle açıkça ortaya konmaktadır.
Çocuklar, Hz. İsa’dan büyük bir sevgi ve şefkatla bahsetmekte ve ona “biz zavallı çocuklarını kutsal kollarına al” çağrısında
bulunmaktadır[326].
Bu ifade biçimi ise çocuklara özgü olan saflığın göstergesi niteliğini
taşımaktadır. Burada kullanılan dilin çocuk üslubuna son derece uygun olduğu
dikkat çekmektedir.
Dua
eden çocuklar anne ve babalarından İsa’nın öfkesinden ve vermiş olduğu büyük
cezalardan haberdar olduklarını dile getirirler. Bu cezalar arasında savaşa
hazırlanan Türkler de yer almaktadır. Ezelî düşman olarak adlandırılan Türkler
bu bağlamda çocukların ve de İsa’nın hem bedeni hem de ruhani düşmanı o larak
tanımlanmaktadır. Çocuklar duanın bundan sonraki kısımlarında Tanrı’ya ve Onun
merhametine sığınarak hem kendileri hem de anne ve babaları için dua ederler.
Tanrı’dan öfkesini bir kenara bırakmasını, sopasını kırıp ateşe atmasını ve
kendilerine düzelmeleri için bir kez daha fırsat vermesini istemektedirler.
Ancak çocuklar bile anne ve babalarının düzeleceklerine dair ümitli
olmadıklarından, Tanrı’dan onlara karşı duyduğu öfke dolayısıyla
kendilerini cezalandırmamalarını
ve ebeveynlerinin günahlarının bedelini çekmemeleri için yakarırlar. Burada
çocukların neyi ceza olarak gördüklerine de yer verilmektedir. Ceza buna göre
bedenin sefil bir şekilde öldürülmesi, ya da Tanrı’nın sözlerinden uzaklaşılmasıdır.
Çocukların en büyük korkusu böyle bir cezayla karşı karşıya kalmaktır. Onlar,
Tanrı’nın sözlerinden uzaklaşmaktansa, yani inançlarını kaybetmektense, hiç
doğmamış olmayı tercih etmektedirler. İnancını
kaybetmekle
ilgili kast edilen ise burada başka bir dine geçmektir. Bu endişelerini dile
getiren çocuklar duanın bundan sonraki kısmında Tanrı’dan zor durumda bulunan
zavallı çocuklarını korumasını talep etmektedirler. Korunma isteği karşılığında
çocuklar, sonsuza dek Tanrı’larına sadakatla bağlı kalacaklarına, kutsal
kilisenin ve Tanrı’nın isteği doğrultusunda yaşayıp hizmet edeceklerine söz
verirler.
Dua
birçok yönden etkin dualar arasında yer almaktadır. Bunun başlıca nedeni ise
çocuk duası başlığı altında yetişkinlere yöneltilen
eleştirilerdir. Dualar çocuklara
yetişkinler tarafından okunduğuna ve öğretildiğine göre, söz konusu eleştiriler
en çok onlara, günahlarına ve Tanrı’yı kızdıracak yaşam biçimlerine yöneliktir.
Böylece bu tarz çocuk dualarında ebeveynler, daha genel bir ifadeyle
yetişkinler sorumsuz davranış ve yaşamlarından dolayı çocuklarının ilerde
muhtemel o larak
yaşayacakları acılardan sorumlu
tutulurlar. Burada manipulatif ve provokatif bir yaklaşım söz konusudur. Bu
duaları duyan ya da öğrenen çocuklar ayrıca ebeveynlerine hesap sorabilecekler
ve neden Tanrı’nın isteği doğrultusunda yaşamlarını südürmediklerini merak
edebileceklerdir. Ancak tüm bunlardan daha da önemlisi çocukların belleklerinde
yer edinmesi hedeflenen, Türklerle ilgili aktarılan imgelerdir. Böylesine
dualarla yetişen çocuklar, ezelî düşman olarak tanıtılan Türkleri, yaşanılan
tüm kötülüklerin sorumlusu o larak göreceklerdir.
Duay
ı konu itibarıyla ele aldığımızda, Luther’in etkisi dikkat çekmektdir.
Protestan olan Musculus’un duası Luther’in çocuklarla ilgili görüşlerine büyük
ölçüde yer vermiş ve bunları duasında işlemiştir. Tıpkı Luther gibi Musculus da
çocukların savaşlardan zarar göreceğine inanmakta ve onların dualarının, büyük
ölçüde günahkâr olan yetişkinlerden, daha etkin olacağına inanmaktadır. Üstelik
çocukların esir düşmesi halinde dinlerinden olma ihtimalinin yetişkinlere göre
daha yüksek olacağını da dolaylı olarak dile getirmektedir. Duada aynı endişe
dile getirilmekte ve çocuklar bunun olmaması için Tanrı’ya yakarmaktadırlar.
Din değiştirmeyi hiç doğmamış olmaya tercih eden çocuklar, Musculus’un bu
endişesinin göstergesidir. Burada yine Luther’in vurguladığı gibi, özellikle
çocuklara genç yaşta verilmesi gereken Hristiyan ilmihal öğretisinin önemi
ortaya çıkmaktadır. Başka bir benzerlik ise çocukların duasının etkinliğiyle
ilgilidir. Musculus da, tıpkı Luther gibi çocukların duasının,
yetişkinlerinkine göre daha etkin olacağına inanmaktadır. Çünkü çocuklar
yetişkinlerle karşılaştırıldığında, saf ve günahsızdır. Onlar, Tanrı tarafından
verilen ve Türk tehdidi olarak adlandırılan cezanın sorumlusu olarak
görülmemektedir. Bu da onların dualarını çok daha anlamlı kılmaktadır.
2.1.4.
Paul Egenolff’un Türklere Karşı
İki Çocuk Duası
Orta
Almanya’da bulunan Hessen bölgesi için yazılmış olan kitap, 1595 yılında Paul
Egenolff tarafından, Marpurg (bugünkü Marburg) şehrinde yayımlanmıştır. 12
sayfadan oluşan kitapçıkta Türklere karşı altı duaya yer verilmiştir. Altı
duadan ikisinin çocuklara hitaben yazıldığı göz önünde bulundurulursa,
çocuklara verilen önem bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda incelenecek
olan duaların ilki genç çocuklara, ikincisi ise küçük çocuklara yönelik
yazılmıştır.
Genç
çocuklara hitaben yazılmış olan duada kendilerini zavallı olarak tanımlay an
çocuklar tıpkı ebeveynleri gibi zavallı ve günahkâr olduklarını dile
getirdikten ve açlık, hastalık gibi sorunlarla ama özellikle de ezelî düşman
olan Türklerle cezalandırılmay ı hak ettiklerini kabul ettikten sonra,
Tanrı’dan merhamet dilerler. Diğer dualardan farklı olarak bu duada çocuklar
kendilerini ebeveynleriyle birlikte günahkâr olarak görmektedirler. Metinde
çocukların “genç” olarak tanımlanması onların “küçük” çocuklardan farklı olarak
günah işleyebilecek konumda bulunmaları anlamına gelmektedir. Böylece gençler
ya da genç çocuklar işlenen günahlardan sorumlu tutulabilmekte ve tıpkı
yetişkinler gibi cezayı hak edebilmektedirler. Bundan önce incelenmiş olan
dualarda çocuklar günahkâr olmamakla birlikte ebeveynlerinin günahlarının
bağışlanması için dua ederlerdi. Günahsız olmaları nedeniyle ebeveynlerinin işlemiş
oldukları suçlardan dolayı onlarla birlikte haksız yere ceza almak istememektey
diler. Duanın sonlarına doğru, genç çocuklar ve bebeklerin sesine kulak
verilmesi beklenen merhameti ve acıması bol olan Tanrı’dan, günahlarının
bağışlanması, kiliselerin ve okulların himayesi altına alınması, hükümet ve
vatanlarının korunması, barışın sağlanması, insanların ve Tanrı’nın düşmanı
olan Türk’ün devrilmesi dilenir.
Görüldüğü
gibi bu duada Türklerle ilgili imgelerin sayısı fazla değildir. Kullanılan dil,
diğer dualarla karşılaştırıldığında, çocuklara daha uygundur. Ancak kullanılan
dilin uygunluğu, ya da imgelerin azlığı Türk imgesi açısından belirleyici
değildir. Sonuçta Türkler hep ceza ile ilişkilendirilmektedir. Bunun yanı sıra
Türklerin sürekli olarak düşman bağlamında yer alması da aynı etkiy i y
aratmaktadır. Bu kavramların içinde yer alan Türkler, Alman çocukların
zihninde, korku figürü olmaktan öteye gidemeyeceklerdir ki, hedeflenen de zaten
budur.
Küçük
çocuklar için yazılmış olan dua da benzer özellikler taşımaktadır. Kısa bir
girişin ardından doğruda konuya girilmekte ve reşit olmayan çocuklar ve
bebekler Tanrı’ya dizlerinin üstüne çökerek ve ellerini ona doğru uzatarak,
yürekten gelen dileklerini sıralamaktadırlar. Bunların arasında vebadan ve başka
dertlerden korunma isteğinin yanı sıra, “zalim Türklere” karşı korunma talebi
de bulunmaktadır. Türklerin veba ya da başka dertlerle birlikte anılması ve bu
sıralamanın içerisinde yer alması ilginç gibi görünse de, bu yaklaşım o
dönemler için son derece olağandır. Türk sözcüğü birçok duada kötülüğü,
hastalığı ya da ölümü ifade eden sözcüklerle aynı anda ve yan yana
kullanılmaktadır. Çünkü “Türk” tıpkı veba gibi ölümü çağrıştıran
kavramlardandır. “Türk” sözcüğü açıklamalara gerek kalmadan kendi başına korku salmakta,
felaket anlamına gelmekte ve ölümü hatırlatmaktadır. Bu nedenden bazı dualar
Türklerle ilgili olumsuzluklara yer verme gereksinimi duymazlar ve sözcüğü tek
başına kullanırlar. Tanrı’ya, Hristiyan çocuklarını inançsızlığa ve
günahkârlığa sevketmemesi için yakarılır ve bunun için düşman gücünün
engellenmesi istenir. Bundan sonraki kısım zafer dualarını andırmaktadır. Çünkü
çocuklar, Tanrı’dan hükümete, Roma İmparatorluğu ve ordularına Hristiyanlığın
ezelî düşmanına karşı zafer bahşetmesi dileğinde bulunurlar. Çocuklar ayrıca
Tanrı’dan düşman ve karargâhının ce saretini kırması ve uykuya dalmalarını
sağlamasını istemektedirler ki, kendileri sevgili anne ve babalarıyla, papaz ve
öğretmenleriyle birlikte barış içinde Tanrı’ya bağlı kalabilsinler.
Bu
duanın özelliği ise zafer konusuna ağırlık vermesidir. Çocukların tıpkı
yetişkinler gibi askerî başarılar için dua etmesi, çocuk ile y etişkin duaları
arasında kimi zaman farkın neredeyse ortadan kalkmış olduğunu göstermektedir.
Duanın çocuklara hitaben yazıldığı ise sadece başlığından ve metin içerisinde
kullanılan “çocuk” ve “bebek” sözcüklerinden anlaşılmaktadır. Düşmana hakaret
niteliği taşıyan sözcükler ise Paul Egenolff’un incelenen ilk duasında olduğu
gibi, fazlaca kullanılmamıştır.
2.1.5.
Gençlere Yönelik Türklere Karşı
Anonim Bir Dua
İncelenecek
olan anonim dua Friedrich Roth’un 1596 yılında yazmış olduğu kitapta yer
almaktadır. Bu kitap Türklere karşı yazılmış olan önemli kitaplar arasında yer
aldığından, içeriği hakkında kısaca bilgi verilecektir.
Kitabın ön sözünde Türklerden
kaynaklanan tehditler işlenmektedir. Roth bu amaçla öncelikle Türkleri, daha
doğrusu Sultan III. Murad’ı, onun gücünü ve Hristiyan dünyası için oluşturduğu
tehdidi tanımlamay a çalışmaktadır. Bohemya, Macaristan ve Viyana öncelikle tehlike
altındaki y erler olarak sıralanmaktadır. Sonrasında Türklerin yapmış
olduklarına yer veren yazar düşman imgesini pekiştirmeye yönelik tasvirlere
geniş yer ay ırmaktadır. Bunların arasında önceden değindiğimiz imgeler de
bulunmaktadır,
örneğin, Türklerin yakıp y ıkmaları, yağmalamaları, öldürmeleri, ele geçirmiş
oldukları Hristiy anları idam etmeleri, onları boğmaları, bıçaklamaları ya da
esirleri “köpekler” gibi sonsuza dek elde tutmaları. Daha
da ötesi hamile kadınları karınlarındaki bebekleriyle birlikte öldürmeleri,
çocukları ise yaşlarına bakmaksızın, kazıklara oturtmak suretiyle katletmeleri
ve böylece Hristiyanların alay konusu olmalarını sağlamalarıdır. Yazar son o
larak bir zamanlar Hristiy anlara ait olan İstanbul şehrini ve orada olanları kısaca
hatırlatır. Bundan sonraki kısımda Roth, Hristiy anların bu tehdit karşısında
yapabileceklerine yer vermekte ve bu durumda aile reislerinin, kiliselerde
eşleri, çocukları ve ev halkıyla birlikte, Tanrı’dan dua etmek suretiyle y
ardım ve kurtuluş talebinde bulunmaları gerektiğini vurgulamaktadır[327].
Yazarın çalışmasında kullandığı dil oldukça kaba, provokatif ve düşman
imgeleriyle dolu. Bu tarz ise kitabının ilk sayfalarından itibaren kullanılmaktadır.
Örneğin çalışmasının dördüncü sayfasında Türklerden, daha doğrusu
Müslümanlardan “kana susamış köpekler” o larak bahsetmektedir. Düşman imgesini
pekiştirmeyi, insanları motive etmeyi hedefleyen ve dolayısıyla savaşa çağrı
niteliği taşıy an bu tarz kitapların tümünde genel
olarak kışkırtıcı bir dil kullanılmaktadır.
Roth’un[328] kitabında
24. sırada yer alan, 20 satırdan[329] oluşan
ve yazarı belli olmayan anonim dua da aslında gençlere hitaben yazılmış olan
dualardandır. Dua “Sevgili gençliğe” başlığını taşımakta, ancak duanın
içeriğine bakıldığında hiçbir şekilde “genç” sözcüğünün yer almadığı göze
çarpmaktadır. Tam aksine tüm dua boyunca çocuklar ve onların Tanrı’ya y
öneltmiş oldukları istekler yer almaktadır. Ancak bu öncesinde de belirtildiği
gibi aldatıcı olabilmekte, çünkü çocuk sözcüğü, Tanrı’nın çocukları anlamında
da kullanılabilmekte ve dolayısıyla da yetişkin insanlar anlamına gelebilmektedir.
Dua “biz çocuklarını[330] (istek ve emirlerini yerine
getirmesek de) veba, açlık ve savaş ile cezalandıran merhameti bol Tanrım”
sözleriyle başlamaktadır. îtiraf niteliği taşıyan bu sözlerden, Tanrı’nın
vermiş olduğu cezanın hak edildiği anlamı çıkmaktadır. Ancak buna rağmen
çocuklar, Tanrı’nın perişan, korkmuş ve mahzun kullarına
merhamet göstermesi ve onlara sırt çevirmemesi dileğinde bulunurlar. Daha da
önemlisi Hristiyan kiliselerini, vatanı ve Alman milletini korkutan,
mahzunlaştıran, kovalayan, kaçıran ve güçsüz hale getiren “kana susamış”
Türklerin asasını (gücünü) üzerlerinden çekmesi dileği ifade edilir. Duanın
devamında bunların neden istendiğine yer verilir. Tüm bunlar “gerçek” ve tek
olan Tanrı’ya bağlılığın ve inancın sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için talep
edilmektedir. Bu dileklerin ifade edilmesiyle dua son bulmaktadır.
Bu
duada da Türk, veba, açlık ve savaş gibi ö lümü çağrıştıran kavramlarla yan
yana anılır. Türklerle ilgili o larak “kana susamış” gibi bilinen ifadelere yer
verilir. Ayrıca Almanları korkutan ve onlara eziyet eden Türklerden bahsedilir.
Ancak duadaki olumsuz Türk imgesi, dilsel ve içerik olarak başka dualarla
karşılaştırıldığında, yine de nispeten daha uygun bir dille ifade edilir. Bu da
duanın esasında gençlere yönelik yazılmış olmasıy la ilişkilendirilebilir.
Çocuk ve gençlere yönelik yazılmış dualarda kimi zaman kullanılan dilin daha
sade ve anlaşılır olmasına özen gösterilmiştir. Düşman konusunun işlenmesi bu
bakışı genelde pek değiştirmemektedir. Günümüzde bu dualar bile kulağa
fazlasıyla korkunç, şiddet dolu vs. gibi gelse de, y etişkinlere hitab en
yazılmış olan dualarla y ap ılan karşılaştırmalar göstermektedir ki, tüm şiddet
unsurlarına rağmen, çocuk ve gençlere yönelik yazılmış olanların birçoğunda
daha ılımlı bir dil tercih edilmiştir.
2.1.6.
Gençlere Yönelik Türklere Karşı
Anonim Bir Dua
İncelenecek olan dua Roth’un[331] dua kitabında 25. dua olarak yer
almaktadır. Oldukça kısa olan dua toplam olarak 12 satırdan oluşmaktadır. Yazar
adı belirtilmeyen duanın kime yönelik yazıldığı ise “Sevgili Gençliğe” adlı
başlığından anlaşılmaktadır. Duanın kısalığından olsa gerek, Türklerle ilgili
çoğunlukta kullanlan imgelerin hiç birine yer verilmemiştir. “Türk” sözcüğü bu
metinde sadece bir kez genel bir ifade içerisinde yer almaktadır: “Türkler ve
Hristiyanlığın tüm düşmanları”. Bu ifade ise duanın sonunda yer almaktadır. Bu
özelliği dışında söz konusu duayı Türklere yönelik o lmay an dualardan ay ıran
herhangi bir farklılık göze çarpmamaktadır. Duanın kısa oluşu ve Türklerle
ilgili imgelere fazla yer vermemesi etkinliğinin olmadığı anlamına
gelmemektedir. Daha öncesinden de belirtildiği gibi “Türk” sözcüğünün geçmesi
bile felaket, ölüm ya da zulümü çağrıştırmaktadır. Bu nedenle de sıradan
dualarda bile düşman yerine “Türk”, ya da “Türk”
ve “düşman” kavramları yan yana kullanılarak korkunun unutulmaması sağlanır.
Düşman sözcüğü daha genel bir kavram olduğundan ve düşmanın kimliği hakkında
fikir vermediğinden yeterli olmamaktadır. Böylelikle Türk diğer düşmanlardan
ayrı tutularak farklı bir yere oturtulmaktadır.
3.
Ev Dualarının Anlamı ve Önemi Hakkında
Luther’in
etkisiyle ondan sonraki dönemlerde de, özellikle 16. yüzyılın sonları ile 17.
yüzyılın sonları arasında, dinî vecibelerin evlerde yerine getirilmesiyle
ilgili çok sayıda kitap ve yazı yayınlanır. Yine bu konuyla ilgili olarak
Almanya’nın birçok eyaletinde, insanların evlerinde dua etmesini teşvik edici
yeni düzenlemeler getirilir. Protestan otoritelerinin bundaki amacı evde edilen
duanın önemini vurgulamak ve evlerde edilen duaların kiliselerdekiler kadar
etkin olduğunu göstermektir. Bu kitaplar Veit’a göre halk arasında hızla
yayılır ve çok sevilir. Bu ise hem sürekli olarak yeni basımların ortaya
çıkmasından hem de kitapların Prote stan ailelerin evlerinde sıklıkla yer
almasından anlaşılmaktadır[332].
Luther’in etkisiyle bir y andan evlerdeki y aşantı daha dinsel hale getirilmiş,
diğer yandan dinsel yaşantı da evlere taşınmıştır. Böylelikle “ev kilisesi”[333] kavramı
da etkin olmaya başlamıştır. Bu kavram evleri dinsel
mekânlarla aynı seviyeye taşımaktadır. Burada “ev” kavramını da kısaca
incelemek gerek. “Ev” salt aile bireylerin bir arada yaşadığı mekân olarak
değerlendirilmemektedir. “Ev” aynı zamanda birçok yönden sosyal ve ekonomik
hayatın simgesi olarak değerlendirilmekte, çalışma ve üretim yeri olarak
görülmektedir. Tüm bunlar ise aile reisinin otoritesi altında
gerçekleştirilmektedir. Reformasyonun aileye ve özellikle aile reislerine önem
vermesiyle ataerkil otorite iyiden iyiye değer kazanır ve toplumsal hayatın çok
önemli bir parçası olur. Dominant ataerkil yapının en önemli temsilcisi aile
babalarıdır. Aile babalarına verilen bu önem beraberinde yeni sorumluluklar da
getirir. Artık evin reisi, evindeki dinsel y aşantının yerine getirilmesinden
sorumludur. Otorite sahibi babalar bu konumları itibariyle aile içerisinde
neredey se papaz vazifesi üstlenmektedirler[334].
Aile reisi bu konumu itibariyle ev halkına din ile ilgili metinler okumalı,
ilahiler söylemelidir. O ayrıca çocukların ve evinde görevli olanların dinsel
bilgilerini kontrol etmeli ve dinî vecibelerin yerine getirilmesini
sağlamalıdır. Evin kadını ise bu görevleri eşiyle paylaşmalı ve görevlerin
yerine getirilmesinde ona yardımcı olmalıdır. Annenin görevi ağırlıklı olarak çocukların
eğitimi ile ilgilenmektir[335].
Genel bir eğitimin yanı sıra çocuklarla birlikte Incil’i okumak ya da ilahiler
ezberlemek annenin sorumlulukları arasında yer almaktadır. Tüm bunlar göz önünde
bulundurulduğunda Luther’in ön görmüş olduğu “ev kilisesi” kavramı çok yönlü
olup, özellikle sosyal, ahlaki ve pedagojik görevler üstlenen küçük bir kurum
haline gelmektedir. îtaatkârlığın öğretilmesinin yanı sıra ev kilisesinin, yani
evde gerçekleştirilen ibadetlerin, en önemli hedefleri arasında çocuk ve
gençleri dinî ayinlere, diğer bir ifadeyle, ibadete yönlendirmek ve aynı
zamanda tüm dinsel görevlerin yerine getirilmesini sağlamaktır. Evde
gerçekleştirilen bu ibadetler, Pazar günleri kilisede gerçekleştirilen
ibadetlerle ilişkili olmalı ve kilise ibadetlerine hazırlık niteliği
taşımalıdır[336]. Ev halkının hastalık veya kötü
hava koşulları nedeniyle Pazar günü kilisede gerçekleştirilen ayinlere
katılamaması durumunda ise ev kilisesi
özellikle anlam kazanmaktadır. Bir yandan Protestan ailelerinin sosyalleşmesini
sağlayan bu uygulama, diğer yandan okuma yazma bilmeyenlerin de Incil’i
anlamasını sağlamaktadır. Evlerde kollektif olarak gerçekleştirilen ibadetlerin
yanı sıra, birde bireysel olarak insanların gerçekleştirebileceği uy gulamalar,
ibadet biçimleri vardır. Bunlar insanların sessizlik ve yalnızlık içinde,
kendilerine ait odalarında gerçekleştirdiği ibadetlerdir. Bazı evlerinde sırf
bunun için ayrı bir oda bulunmaktadır[337].
Bu ibadetler günün her saatinde yerine getirilebilirdi. Bunun dışında daha önce
de değinildiği gibi, gün içerisinde yapılması gerekenler Luther tarafından
belirtilmiştir. Onun tavsiyesi doğrultusunda ev halkı sabah, öğle ve akşam hep
beraber dualar etmeli ve ilahiler söylemelidir.
Tüm
bu uygulamalar göz önünde bulundurulduğunda încil, dua ve ilahi kitapları
evlerde gerçekleştirilen ibadetlerle birebir ilişkilidir. Sürekli olarak okunan
kitaplar ya da tekrar tekrar söylenen ilahiler zaman içerisinde
ezberlenmekte ve böylelikle de
içselleştirilmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda kullanılmaktan yıpranmış
kitaplar da sahibinin inancını yansıtmaktadırlar. Bu şekilde
içselleştirilen
încil, dua ve ilahiler kitabı ev içersinde yüksek bir değer kazanmanın yanı
sıra, ev halkının erdemlerinin aynası olarak da kabul edilmekte ve ev
kilisesinin en önemli ve değerli parçası olarak benimsenmektedir.
3.1.
Ev Dualarından Seçme Metinler
Bu
bölümde ev dualarından örnekler verilip, içeriklerine değinilecek ve düşmanla
ilgili kullanılan imgeler irdelenecektir.
3.1.1.
Martin Luther’in Türklere Karşı
Ev Duası
Luther’in
1541 yılında yazmış olduğu Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı metninde,
Himmlischer Vater, wir haben’s ja wohl verdienet, daŞ du uns strafest, (...),
(Yüce Tanrım bizi cezalandırmanı hak ettik,)[338] başlıklı
duada yer almaktadır. Bu metin[339],
onun Türklere karşı yazmış olduğu en önemli dualardan birisi olarak kabul
edilmektedir. Bu özelliğinden dolayı dua birçok kaynakta yer aldığı gibi, çok
sayıda duaya da örnek te şkil etmiştir.
O
duasını kişinin tek başına, kilisede ya da kendi evinde okuyabileceği dua o
larak nitelendirdiğinden, dua aynı zamanda ev duaları kategorisine de
girmektedir, çünkü bu dua bireysel olarak okunabilen dualardandır[340].
Luther duasında Hristiy an düny asının günahlarının çokluğundan bahseder[341] ve
bununla ilgili olarak Tanrı’nın dualara kulak vermeyeceği endişesini dile
getirir. Buna rağmen, insanlar ona göre, Papa’nın ve
Türklerin artık sonlarının geldiği
ümidiyle dua etmeye devam etmeliydiler. Luther’in konumu ve etkisi göz önünde
bulundurulduğunda, duasının birçok dua kitabında olduğu gibi, Roth’un kitabında
da ilk sırada yer alması şaşırtmamaktadır. Zaten bu dua bir yüzyıl boyunca fazlasıyla
kullanılmış ve neredeyse tüm dua kitaplarında ilk sırayı almıştır[342].
Duanın
etkisi göz önünde bulundurularak içeriğinin incelenmesinin dışında Luther’in
bakış açısı da irdelenecektir. Onun karakteristik özellikleri arasında yer alan
karamsar bakış açısı duanın ilk satırlarında hemen dikkat çekmektedir.
İnsanların işlemiş oldukları tüm günahlara ve Tanrı’nın emirlerini yerine
getirmemelerine karşın, Luther ümitsizliğini kısmen de olsa bir kenara
bırakarak, Tanrı’ya ve O’nun merhametine sığınmaktadır. O söz konusu duasının
başında bir itirafa yer vererek, Tanrı’nın bu cezasının aslında hak edilmiş bir
ceza olduğunu belirtir. Bu ceza tüm Batı Dünyasını kapsamaktadır. Luther
duasına, ahlaki değişikliklere gidilmemesi halinde Batı
Dünyasının
Türk tehdidinden kurtulma ümidinin olmadığını vurgulayarak başlamaktadır. O,
Türkleri, Tanrı’nın cezası olarak gördüğünü ve bu cezanın hak edildiğine
inandığını belirtmektedir. Ancak Luther’e göre bu ceza hak edilmiş olsa dahi,
cezanın kendisi Tanrı’dan gelmeliydi, Hristiyanlığın düşmanı olan Türklerden
değil. Bundan dolayı Tanrı’nın insanları öfke ile değil merhametiyle y
argılamasını ve buna bağlı olarak cezalandırmasını istemektedir. Onun yazmış
olduğu metinlerin genelinde olduğu gibi söz konusu duasında da Şeytan, Papa ve
Türk eş değerde görülmektedir. Duada insanlığın düşmanlarını Şeytan, dünya,
Papa, Türk ve Tatarlar olarak sıralayan Luther, Tanrı’nın bu düşmanları ceza
aracı olarak kullandığını ileri sürmektedir[343].
Luther’in duasında özellikle vurguladığı konu ise insanların günahkâr
olmalarına rağmen söz konusu düşmanlara karşı hiç bir şekilde günah
işlemedikleri yönündedir. Türk tehdidi göz önünde bulundurulduğunda bu şu
anlama gelmektedir: “Biz onlara karşı günah işlemedik”[344],
yani onlara saldırmadık.
Düşmanlara karşı günah işlememiş olan
insanlar da Luther’e göre düşmanlar tarafından gelecek olan bir cezayı,
böylesine bir mutsuzluğu hak etmemektedirler. “Çünkü düşmanlar onlarla bir olup
sana karşı günah işlememezi istemektedirler”. “Düşmanlar Tanrı’ya karşı, tıpkı
kendileri gibi, şu günahları işleyip işlemediğimizi sormamaktadırlar” [345]. Luther bundan sonra düşmanın
yaptıklarını sıralamakta ve onların itaatsizliğinden, yanlış öğretilerinden,
inançlarından, yalanlarından, evlilik içi sadakatsizliklerinden,
ahlaksızlıklarından, cinayetlerinden, hırsızlıklarından vs. söz etmektedir.
Bunlar, onun Türklerle ilgili olarak diğer yazılarında da sıklıkla kullandığı
imgelerdendir. Bu imgelerin önemi ise propaganda malzemesi olarak
kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Türklerin bu özelliklerini duyan sıradan
insanlar, Luther’e göre, dehşete kapılıp, onlara karşı ne yapılması gerekiyorsa
yapmaya hazır hale geleceklerdir. Zaten onun amacı da budur. O bu imgeler
sayesinde Hristiyanların daha dindar bir yaşam sürmelerini, dinin ortak
düşmanına karşı kenetlenmelerini ve dolayısıyla da
savaşabilmeleri için maddi destek sağlamak istemektedir. Görülüyor ki Türk
korkusu bir yandan eğitsel işlevi olan, diğer yandan maddi destek aracı olarak
kullanılan bir olguydu.
Tüm
bunları sıraladıktan sonra kendi günahlarının sadece Tanrı’ya ve Hz. îsa’ya
bağlılıkları olduğunu dile getirir ve düşmanın gözünde işlenmiş tek suçun bu
olduğunu vurgular. Luther, Tanrı’ya seslendiği duasına şu sözlerle devam eder:
“Seni inkâr etmiş olsaydık eğer, Şeytan, Papa, Türk ve Tatarlar bizi rahat
bırakırlardı”(...)[346].
Ayrıca Luther, Tanrı’ya bu düşmanların aslında insanlardan çok kendi düşmanları
olduğunu anımsatır. Bu hatırlatma neredeyse Tanrı’ya ders verme niteliğindedir.
Luther, Türklerin y apmak istediklerini açık olarak dile getirmektedir. “Bizi
takip edip vurduklarında, aslında seni takip edip vurmaktadırlar”[347].
O, Türklerin îsa yerine “Muhammed’i” koymak istediklerine dikkat çeker ve
duasına Tanrı’ya yönlendirmiş olduğu sitem dolu bir soruyla devam eder. îsa’ya
ve
Kutsal
Ruh’a inanmanın günah olup olmadığını sorar ve hemen arkasından, Tanrı’dan
uyanmasını ve düşmanların yok etmeye çalıştıklarını koruyup kurtarması için
çağrıda bulunur. Bu uyarıda kullanılan üslup da yine Tanrı’yı uyarma
niteliğindedir. Dua, Tanrı tarafından duyulması dileğiyle sonlandırılır. Duanın
en belirgin özelliği, Luther’in Türkler hakkındaki söylemlerinin çoğunun sade
ve anlaşılır, ama aynı oranda provokatif bir dille ifade edilmiş olmasıdır.
3.1.2.
Moritz von Sandizell’in Türklere
Karşı Ev Duası
Bavyera’da
bulunan Sandizell Kontluğu köklü bir geçmişe sahiptir. 1514-1567 yılları
arasında yaşamış olan Moritz von Sandizell, Bavyera Dükü V. Albrecht’in
desteğiyle kendi piskopozluk döneminde Karşı Reformasyon hareketini başlatır.
Böylelikle Reformasyon onun idaresi altındaki bölgede tamamıy la geri
püskürtülür. 1559-1566 yılları arasında Freising Piskopozu olan Moritz von
Sandizell 1566 yılında, Bavyera Dükü V. Albrecht’in oğlu Ernst von Bayern’in
lehine piskoposluk seçimlerden çekilir.
piskopozluğunun[348] bütün
papaz ve vaizlerine seslenen yazar, onlardan, Türklerden kaynaklanan tehlikeli
ve zor günlerde, sıradan insanları uyarmalarını, günah çıkarmaya ve duaya
çağırmalarını istemektedir. Yazar papazlardan duanın herkes tarafından evde,
kilise çanlarının duaya çağırdığı öğle saatlerinde, okunmasını sağlamalarını
talep etmektedir. Bununla bir yandan Tanrı’nın Hristiyanlara duyduğu öfkeyi
başka yöne çevirmesi hedeflenir, diğer yandan öfkesinin hizmetkârı olan zalim
Türklerin, Hristiy anlara ve ülkeye hâkim olması engellenmeye çalışılır.
Kitapta
yer alan dua “Ein HauŞgebet wider den Türcken/ umb Mittag mit gebognen knien
zusprechen” (Türklere karşı öğle saatlerinde diz çökmüş halde okunabilecek olan
bir ev duası) başlığını taşımaktadır. Metinde duanın ne zaman ve nasıl
okunacağı belirtilmiştir. Bu da birey sel o larak yerine getirilen ev
dualarında dahi belirli kuralların konduğunu ortaya koymaktadır. Duanın başlığı
böylelikle hem duanın niteliği hem de duanın okunuş biçimine yönelik önemli
bilgiler içermektedir. Böyle olunca da duanın sınıflandırılmasında herhangi bir
güçlük söz konusu olmamaktadır. İncelenecek olan dua Wider den laydigen Türcken
unnd sein grausams fürnemen gemaine Gebet von der Canzel zu diser zeit
abzulesen und im HauŞ tâglich zugebrauchen (Musallat olan Türklere ve
zulümlerine karşı bu zamanlarda kürsüden okunacak ve evde kullanılacak olan
genel dua) adlı kitapçığın ikinci duasıdır.
Duanın birinci bölümünde Hz. İsa’ya
seslenen insanlar ona övgü dolu sözler söylemekte ve insanların kurtarıcısı
olduğu için minnetarlıklarını dile getirmektedirler. İnsanların işlemiş
oldukları günahları üstlenerek ve bu uğurda “pembe kanını dökerek” kendini feda
eden merhametli Hz. İsa’dan bu defa da yardım istenir[349].
İstenilen yardım ise Türklerin oluşturduğu tehdit ile ilgilidir. Zavallı
günahkâr kullar olduklarını ifade eden insanlar, Hz. İsa tarafından kendilerine
ve üzüntü içerisindeki tüm Hristiy an dünyasına vaad edilmiş olan barışı ve
muazzam desteğini esirgememesini isterler. Bu destek ise Hristiyan dünyasını
tehdit eden ve
zarar vermeye çalışan güçlü Türklere
ve inançsız olan herkese karşı talep edilir. Çünkü zalim ve acımasız olarak
tanımlanan Türkler, metne göre, insanların canlarına, mallarına, kanlarına ve
hatta inanç dolu ruhlarına göz dikme cesaretini göstermişlerdir. Bu durumda Hz.
İsa’dan sağ ve güçlü elini düşmana karşı uzatması ve seçilmiş kullarının tümünü
düşmandan koruması istenir. Böylelikle insanlar çok daha güçlü bir şekilde Hz.
İsa’nın kutsal adını meth edebilecek ve gerçek bir inançla y aşantılarını
düzeltebileceklerdir.
Duanın bitimindeyse Hz. İsa’nın herkes tarafından kutsal kabul edilmesi
istenir.
Duanın
en belirgin özelliği Türklerle ilgili kullanılan ve o dönemde neredeyse
kalıplaşmış olan imgelerdir. Hristiy an dünyasının, Türkün muazzam gücü do lay
ısıy la, içinde bulunduğu zor durum anlatılır ve düşmanın yarattığı sıkıntıya
yer verilir. Türkler bu metinde askerî güçten çok, dinsel tehdit o larak
algılanır. Türklerin yağmalamaları ya da insan öldürmeleri korkunç bir saldırı olarak
dile getirilse de,
öncelik
dinsel inançların tehlikede oluşuna verilmiştir. Duada hakaret anlamda
kullanılan sözcükler de diğer dualara oranla daha az yer almaktadır. Metinde
Türkler kötülense de duanın sonunda inançsızların da Tanrı’yı tanımaları istenmektedir.
Duanın bitimindeki bu tutum ise aslında okuyucu ya da dinleyiciye dolaylı o
larak ümit verme anlamına gelmektedir. Yazarı bununla Hristiyanlığın hiçbir
zaman yok olmayacağını ve Tanrı’nın sonunda düşman tarafından kabul edileceğini
ima etmektedir. Dua boyunca Hristiyanların, Türklerden kaynaklanan
sıkıntılarına yer verilirken, sonunda yer alan ümit ışığı Türklere karşı direnmeye
çağrı anlamındadır.
Türkler aleyhine yazılan genelinde aciz
durumdaki duanın sonlarına doğru vazgeçmemeleri gerektiği dualarının Hristiy
anlara mücadeleden hatırlatılır.
3.1.3.
Aşağı Avusturya’nın Türklere
Karşı Ev Duası
Çalışmanın konusu
Alman duaları olmasına rağmen, bu başlık altında incelenecek dua Avusturyalılar
için yazılmıştır. Metnin farklı tarihlerde yayınlanmış üç Alman dua kitabında
yer alması, incelemeye dahiledilme gerekçesidir. Duanın Türk tehdidini birebir
yaşayan Avusturya bölgesi için yazılmış olması Alman duaları ile karşılaştırma
ve farklı bir örneği inceleme imkânını da beraberinde getirmektedir. 1566 yılında
Strassburg’da yayınlanan anonim dua derlemeleri kitabında 17. sırada ve 1595
yılında Erythropilus’un Weckglock [350] adlı
çalışmasında karşımıza çıkan duanın başlığı şöyledir: “Ein Hausgebeth in den
Niderösterreichischen Landen auf
befehl un verordnung der Röm. Key. May. zc. tâglich under dem geleut der
Turckenglocke zu gesprechen verordnet.” (Roma İmparatorunun emri ve
talimatnamesiy le Aşağı Avusturya bölgesinde hergün Türk çanları eşliğinde okunması
gereken bir ev duası[351]). Duanın başlığından
da anlaşıldığı üzere duanın nerede, nasıl ve ne amaçla okunması gerektiği
açıkça anlatılmıştır. Aynı metin Salomon Newber [352] tarafından 1566 yılında
Nürnberg’de basılan, ön sözü olmayan yedi sayfalık kitapçıkta farklı bir başlık
altında “Ein Hausgebet wider den Türcken” (Türklere karşı bir ev duası)
yayımlanmıştır. Kitap ezelî düşmana karşı iki Hristiyan duanın yanı sıra,
Türklere karşı dinî bir niyaz (istek) şarkısı da içermektedir. Bu başlık
altında incelenen metin ise kitapta ikinci sırada yer almaktadır. Metin,
Türklere karşı yazılan dualar içerisinde tipik bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Newber’in metnini diğer iki metinden farklı kılan tek özelliği ise başlığıdır.
Buna mukabil içeriğinde herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır.
Kitab
ın 1566 yılında yayınlandığı göz önünde bulundurulursa, duanın neden yoğun o
larak Türk imgelerine yer verdiği ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi bu tarihin
Türklere karşı y azılan dua literatüründe ayrı bir önemi vardır. Bunun nedeni
ise Osmanlı ordularının üst üste önemli zaferler elde etmeleri ve tekrar
Viyana’ya doğru sefere çıkmalarıdır. Bu bilgi dualara da yansımaktadır. Tehlike
altındaki bölgede hâkim olan korku dolu bekleyiş duaların artmasına ve hergün
okunmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de o bölgede yaşayan herkes, ister
yetişkin ister çocuk olsun, salt kiliselerde değil, evlerinde de bireysel
olarak düşmanın yenilmesi için dua etmek zorundaydı. Başta Avusturya’lıları
korkutan bu girişim Almanlar için de doğal olarak kaygı vericiydi. Viyana’nın Osmanlılar
tarafından feth edilmesi, sıranın Almany a’y a geldiğinin göstergesi olarak
kabul edilmekteydi. Bu duygular içerisinde y azılan dualar ise Türk imgesine
fazlasıy la yer vermekteydi.
Aynı duanın 1595 yılında
Erythropilus’un çalışmasında yer alması boşuna değildir[353].
1595 yılı da tıpkı 1566 gibi, Avusturya ve Almanya’da tehlikenin yakından
hissedildiği ve Türk konusunun İmparatorluk, kilise ve insanlar tarafından hiç
gündemden düşürülmediği yıllardır. Osmanlıların bu dönemde Avusturya’ya
oldukça yaklaşmış olması ve 1594 yılında Raab’ın fethedilmesi özellikle
Avusturya’da bir dizi önlemin alınmasına neden olur. Büyük bir azimle toplanan
vergiler, çalınan çanlar ve okunan dualar sayesinde maddi ve manevi o larak
savaşa hazırlanılır. Bu yıllarda savaş tehlikesinin yakından hissedilmesi dua
literatürüne y ansır ve çok sayıda duanın ortaya çıkmasına neden olur.
Dua,
Tanrı’nın büyüklüğünü, kudretini anlatan bilindik giriş formülü ile
başlamaktadır. Kısa girişin ardından kendilerini Tanrı’nın mahzun çocukları
olarak adlandıran insanlar, beklenilen sıkıntılı, kara günlerden dolayı yardım
ve teselli beklentilerini dile getirirler. Bu sıkıntının kaynağını “kana
susamış”, “ezelî düşman” olarak tanımlanan Türkler oluşturmaktadır. Ezelî
düşman imgesi ise Türklerle ilgili kullanılan en önemli imgelerdendir. Ezelî
düşman kavramı buna göre düşmanların en kötüsü sayılmaktadır. Kavramın
Türklerle ilişkilendirilmesi ise o dönemde sembolik bir anlam kazanmaktadır.
Türkler hem kötülüğün simgesi hem de bitip tükenmek bilmeyen korkunun kaynağını
teşkil etmektedir. Gözünü kan bürümüş düşman imgesi de Türkler aleyhine
yazılmış dualarda, ezelî düşman imgesiyle birlikte sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Türkler metinden anlaşıldığı gibi “öylesine kana susamıştır ki”, Tanrı’nın
koruması olmaksızın Hristiyanlar canları dahil her şeyini kaybetme riski ile
karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle Tanrı’dan zavallı Hristiyanları ve
onların vatanlarını tamamıyla yok etmeyi hedef haline getiren ve bunu da
yağmacılık, esaretle, yakıp, yıkarak ve kılıç sallay arak gerçekleştirecek olan
bu düşmandan koruması istenir. Ama özellikle de düşmanın ellerini Hristiy
anların kanında yıkamasına izin vermemesi istenir ki, düşman da tüm kibirliliği
ile “Hristiyan Tanrı’sı nerede?” diye soramasın.
Tanrı’dan
bunun için, kendisinin belirleyeceği ve bileceği, uygun zamanda yardıma gelmesi
istenir. Çünkü insanlar Onun güçü olmaksızın düşmana karşı pek bir şey
yapamayacaklarını bildiklerini ifade ederler. Türklerin, Tanrı tarafından
gönderilmiş bir ceza aracı olduğu bu metinde de yer almaktadır. İnsanlar
günahlarının bedelini bu şekilde ödemek zorunda kaldıklarını, ancak cezanın
yine fazlasıyla ağır olduğunu dile getirmektedirler. Ceza işlenen günahlardan
dolayı hak edilmiş bir ceza olsa da, Tanrı’dan haklı öfkesini ve işlenen
günahları unutması ve merhamete dönüştürmesi istenir. Kendisine inanan ve
güvenenleri terk etmeme si ve düşmanın elinde utanç içinde kalmamaları dilenir.
Tanrı’nın
Hristiyan Kayzerine ve vatanlarını korumak üzere Türklere karşı savaşan orduya
zafer ve başarı bahşetmesi istenir. Duaların duyulması ve Hristiy anların
düşmanın elinden kurtulması halinde tüm Hristiy anlar barış içinde yan yana
yaşayabilecek ve bundan dolayı Tanrı’ya şükredeceklerdir. Kayzere ve orduya yer
verilmesi ise duanın dinsel savaşın yanı sıra dünyevi savaşa da eğildiğini
göstermektedir. Birçok duada olduğu gibi, bu duada da dünyevi savaşın
kazanılması ile dinsel savaşın kazanılması birbiriyle birebir
ilişkilendirilmektir. Çünkü ancak dünyevi savaşın kazanılması ile dinsel
mücadele bitecek ve böylece düşman da “gerçek Tanrı”yı anlayacaktır. Başka bir
deyişle, Hristiyanlığın gerçek din olduğu savaşın sonunda ortaya çıkacaktır.
Aşağı
Avusturya bölgesi için yazılmış olan bu dua, görüldüğü gibi içerik itibariyle
Alman dualarından farksızdır. Duada ele alınan konular da, konunun işleniş
biçimi de genelde aynıdır. Alman dualarının çoğunda olduğu gibi bu duada da
Kayzer ve askerlerin zafer elde etmesi için dua edilmekte, ortak Hristiy anlık
bilincine vurgu yapılmakta ve bu da olağan kabul edilmektedir. Avusturya için
yazılmış olan bu duayı Alman dualarından ay ıran en önemli özellik iki duada
aynı olan metnin başlığıdır. Başlıkta duanın her gün okunması gereği üzerine
vurgu yapılması ve bunun İmparatorluğun en üst makamı olan Kayzer tarafından
emredilmesi, tehlike siny allerinin ne denli yakından çaldığını ortaya
koymaktadır. Ayrıca tehlike altında olan bölgenin adı verilerek, burada yaşayan
herkesin her gün bu tehdit ile karşı karşıya kalabileceği konusuna dikkat
çekilir. Bu ise Türklere karşı her gün çalınan çanlardan da anlaşılmaktadır.
Çanlar bilindiği gibi tehlikenin yaklaştığını haber vermekte ve insanları önlem
almaya çağırmaktadır. Evlerinde oturan insanların her gün aynı saatte dua
etmeleri ise tehdidin hiçbir şekilde unutulmamasını sağlamaya y öneliktir. Bu
nedenle Aşağı Avusturya’da yaşayan insanlar, daha doğrusu aileler, çanların
çalınmasıyla birlikte bütün işlerini bir kenara b ırakarak, gelmesi beklenen
düşmana karşı duaya çağrılır.
4.
Kilise Dualarının Anlamı ve Önemi
Hakkında
Kilisenin
Türklere karşı propaganda aracı olarak dua ve vaazı kullandığı belirtilmişti.
Ancak bu bağlamda kilisenin etkinliğine farklı açıdan bir kez daha
değinilecektir. Kilise dualarının temel görevi Türklere karşı alınması gereken
önlemleri hedef kitleye hatırlatmak ve böylece çeşitli destekler sağlamaktır.
16. yüzyılda duaların Almanca’nın yanı sıra Latin dilinde de okunması, sıradan
insanların ise bu dile vâkıf olmaması, Türk tehdidine karşı uy arma söz konusu
olduğunda büyük bir sorun olarak algılanmaktaydı. Bunun giderilmesi için öncellikle
Alman dilinde dua ve vaazlar y azılmay a başlanır ve böylece hedef kitley e
daha kolay ulaşılması hedeflenirdi.
Türklere
karşı yürütülen savaşı desteklemek için geniş kitlelere ihtiyaç duyulmaktaydı.
Bunlara ulaşmanın ise birçok yolu bulunmaktaydı. Bu y öntemlerden biri ise
Türklerin y aptıklarına yer veren gazetelerdi. Gazetede yer alan haberler sayesinde Türk savaşları ile ilgili güncel olaylara yer
verilir, ayrıca duaya çağrıda bulunulurdu[354]. Gazeteler, sunduğu bilgilerle
kiliselerde yapılacak olan dinsel etkinliklere hazırlamakta ve böylece yardımcı
olmaktaydı. Ancak, toplumu Türk konusuyla ilgili bilgilendirme söz konusu
olduğunda gazeteler, her yere ve herkese aynı anda ulaşamadığından, kitlesel
propaganda aracı olarak yeterli olmamaktaydı. Toplumsal bir hareketi
oluşturabilmek için daha fazlasına gereksinim duyulmaktaydı. İnsanlara
ulaşmanın, onları etkilemenin en kolay yolu kilise vasıtasıyla olabilmekteydi.
Alman toplumunu Türklere karşı uy arma ya da bilinçlendirme görevi bu nedenle
kiliselere verilirdi. Papazlar ve rahipler bölgesel y önetimlerin
talimatnameleri doğrultusunda Türk tehdidiyle ilgili yorum ve tartışmalar y
apmakla ve bunu halka dua ve vaaz şeklinde yaymakla yükümlü olmaktaydılar.
Böylece Türk sorunu tartışmaları İmparatorluğun kararları (Reichsabschied) ve
bölgesel yöneticilerin uygulaması sonucu, dua ve vaazlar sayesinde, bütün
Almanya’ya yayılmaktaydı, buna Türk tehdidine uzak kalan bölgeler de
dahildi. Uzun süren Türk savaşlarının 1592’de başlamasından hemen sonra
bölgesel talimatların ve buna bağlı olarak uygulamaların sayısında ciddi bir
artış gözlenmektedir[355].
Bu konuda çok sayıda metin bulunmaktadır. Bunlardan biri Münih Devlet
Kütüphanesinde bulunan ve 1579-1597 yılları arasında Bavyera Dükü olan V.
Wilhelm’in talimatnamesidir. Bir sayfadan oluşan metin, 12 Kasım 1593 yılında
Münih’te basılmıştır. Dük, ezelî düşman olan Türk’ün, birçok kaleyi ve bölgeyi
ele geçirdiğini ve oralardaki Hristiyanları öldürdüğünü ya da esarete
götürdüğünü belirttikten sonra, zor durumlardaki Hristiy anları düşünürek,
insanların evde, sokakta, ya da düğünlerde dans, müzik, ıslık çalma gibi her
türlü düny evi zevkten, uzak durmalarını emreder. Talimatnamede buna
uymayanlara para veya hapis cezası verileceği vurgulanır. Ayrıca öğlen saat
12.00’de manastır, şehir, pazar yerleri ve köy lerde Türk çanlarının çalınması
ve insanların kiliseye giderek dua etmesi emri verilir.
Kiliselerde okunan dualar ve vaazlar
sayesinde halka, Türklere boyun eğmemeleri konusunda çağrıda bulunulurdu.
Duaların etkinliğini arttırmak ve sonucunda bağış toplayabilmek için Türklerle
ilgili korkunç tasvirlere yer verilir, onların zulümleri, her şeyi acımasızca yakıp
yıkmaları, esir düşen Hristiyanlara yaptıkları güçlü bir dille anlatılırdı.
Dualarda özellikle esir düşen Hristiy anlara vurgu yapılması bundan sonra
Türklerin eline geçebilecek olan Hristiy anların karşılaşacağı muameleyi
anlamalarına yöneliktir. Hem Protestanlar, hem de Katolikler, dualarında
Türklerin gücünü ve Hristiy an dünyasının içine düştüğü zor durumu kabul
etseler de, duanın sonunda karamsarlığa ve ümitsizliğe yer vermezler. Bu ise
bir yandan toplumsal düzenin korunması, diğer y andan maddi desteğin sağlanması
için gerekliydi[356].
Luther’in
kilisede okunan dualara ayrı bir önem verdiğini bilmekteyiz. Kilise
ayinlerinin, dua ve vaazların, birlik beraberlik duygularını pekiştirmelerinden
dolayı Hristiy an dininin temelini teşkil etmektedirler. Luther’e göre dua
edilen mekân önemli olmasa da, insanların toplu halde okuduğu dualar daha etkin
olacakdır. Kollektif bilincin oluşmasını sağlayan kilise duaları, özellikle
Türklere karşı okunan dualar söz konusu olduğunda ayrı bir anlam taşımaktadır.
Hristiyanlığın düşmanı olarak kabul edilen Türklere karşı, Hristiyanlığın
sembolü olan kiliselerde toplu halde dua etmenin etkin bir ibadet şekli olacağı
düşünülmekte, aynı zamanda o rtak düşman bilinci pekiştirilmektedir.
Kiliselerde, Türklere karşı okunan dualarda, düşmanın gücü genel o larak kabul
edilse de, nasıl yenilebileceği de açıklanır. Düşman ancak Hristiyan dünyasının
kendi eksiklerini ve hatalarını gidermesi ve Tanrı’nın ya da Onun yeryüzündeki
temsilcilerinin yardımıyla yenilebilmektedir. Bu nedenle kilise dualarında,
Hristiy anlar işlemiş oldukları günahlarından dolayı Tanrı’dan af
dilemektedirler. Türklerin, Tanrı’nın cezası o larak kabul edildiği dualarda,
insanlar değişeceklerine ve Tanrı’nın emirlerine itaat edeceklerine söz
vermektedirler. Bu özelliklerinden dolayı Türkler aleyhinde okunan duaların,
Hristiyanların hatalarını kabul edip düzelmelerini sağlayacağına
inanılmaktaydı. Bu ise Hristiyanların yaşantılarına farklı bir disiplin getirmekteydi.
Söz konusu değişim ve disiplinden dolayı Türk konusu ve Türklere karşı okunan
dualar eğitici bir işlev de üstlenmekteydi[357].
Örneğin, Bavyera Dükü V. Wilhelm, Şubat 1596 yılına ait talimatnamesinde Türk
konusunu dinsel eğitim aracı o larak değerlendirmektedir. Talimatnamede günahı,
özellikle sövgüyü, bağırmayı ve şikay eti, metres edinmeyi, evlilikte
sadakatsızlığı, ahlaksızlığı, kumarı, içki içmeyi yasaklamakta ve bunları
(kişi, sınıf ayrımı yapmaksızın) en ağır şekilde cezalandıracağını beyan
etmektedir. Dük bu tür günahlardan ötürü Tanrı’nın ceza olarak Hristiyanlığın
ezelî düşmanı olan Türkü gönderdiğini dile getirmektedir. Tanrı’nın öfkesini
dindirmek için sabah akşam “Ave Maria”[358] duasının
okunmasını, ayrıca öğlen saatlerinde Türk çanlarının çalmasıy la birlikte
insanların, ister sokakta ister evde olsun, diz çökerek dua etmesi, atlıların,
ya da at arabalarında bulunanların durması, atlarından
inmesi
ve aynı şekilde dua etmesi emredilir.
Talimatlar
sonucu okunan duaların bu özelliğinden ise sadece Türk tehdidi ile karşı
karşıya kalan şehirler faydalanmamaktaydı. Kilise duaları papazlar tarafından
dinî disiplin ve eğitim aracı olarak tercih edilmekteydi. Bu nedenden
Almanya’nın neredeyse her şehrinde, ki buna Türk tehdidine uzak kalan kuzey
Almany a da dahildir, belirli zamanlarda özellikle tercih edilen dualar
arasında yer almaktaydı.
4.1.
Kilise Dualarından Seçme Metinler
Bu
bölümde kilise duaları arasından tipik örneklere yer verilecek ve bunların
içeriklerine değinilecektir. Bu örneklerin seçiminde Türkler aleyhinde yazılmış
olan duaların bir yandan düşmana karşı hissedilen genel havayı yansıtmalarına,
diğer yandan ise Türklerle ilgili imgelere yer vermelerine dikkat edilmiştir.
4.1.1.
Württemberg Şehrinin Türklere
Karşı Kilise Duası
Württemberg şehrinin kiliseleri için
yazılmış olan dua Erythropilus’un Weckglock adlı çalışmasında bulunduğu gibi
1566 yılında Strassburg’da yayınlanan Geystliche KriegŞrustug. Wider den
Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı)[359] isimli kitapta da yer almaktadır.
Aynı duanın farklı tarihlerde y ay ınlanmış kitaplarda yer alabileceği konusuna
öncesinde de değinilmişti. Bu tarihlerde yayınlanan ve kullanılan duaların
ortak özelliği, Türk tehdidinin yoğun hissedildiği yıllarda ortaya çıkmış
olmalarıdır.
Dua
34 satırdan oluşmakta ve nisbeten kısa dualar arasında yer almaktadır. Yazar
adı geçmeyen duanın başlığından “Der Würtembergischen Kirchen Gebett wider den
Türcken” (Würtemberg Kiliselerinin Türklere karşı duası) hemen sonra duaya
genel bir giriş bulunmaktadır. Bu girişte Hz. İsa’nın babası olarak kabul
edilen Tanrı’ya seslenilmekte ve bulunulan zor durum aktarılmaktadır. Tanrı’nın
güç zamanlarda kendisine seslenenleri duyacağını söylediği hatırlatılır ve buna
dayanarak bu sözün O’nun tarafından tutulması istenir. Ardından Hristiyanlığın
ezelî ve zalim düşmanı olan Türklerin, insanlara ve ülkeye neler yaptığı
sıralanmaya başlanır ve Tanrı’nın tüm bunları görmesi istenir. “Türkler
öldürmek, y ağmalamak ve yakıp yıkmak suretiy le ülkeye, insanlara ve mallarına
zarar vermektedirler. Üstelik zavallı ruhları da sonsuza dek bozmaya ve yıkmaya
çalışmaktadırlar”. Yaşanılan zor durumun ve acizliğin anlatılmasından
sonra, duada yürekten gelen bir itirafa yer verilir. Bu itirafta günahların
çokluğu karşısında sadece böylesine bir cezayı değil, çok daha kötülerinin
fazlasıyla hak edildiği kabul edilmektedir. Ancak merhameti bol olan Tanrı’nın
insanları bağışlaması ve günahları ölçüsünde cezalandırması istenir. Duanın
bundan sonraki kısmında tekrar Türklere yer verilir ve Tanrı’ya kendilerini
kurtarması için y akarılır. Türkler duada ikinci kez intikam peşinde, zalim,
kana susamış, yakıp yıkan düşmanlar o larak tanımlanır. Tanrı’dan, düşmanın,
zavallı Hristiyanların kanını daha fazla dökmesini engellemesi istenir. Düşman,
Türk, zalim, kana susamış vb. sözcüklerinin metinde sıkça yan yana getirilmesi
düşmanlık bilincinin kilise tarafından iyice yerleştirilmesi amacını ortaya
koymaktadır. O dönemlerde sadece Türk sözcüğünün bile düşmanla aynı anlama
geldiği göz önünde bulundurulursa, Türk’ü tanımlamay a yönelik sözcüklerin
sıralanarak kullanılması, metnin provokatif etkisini artırmaya yöneliktir.
Burada dikkat çeken diğer bir nokta ise Türklerle ilgili imgelerin Luther’in de
kullanmış olduğu imgelerden oluşmasıdır. Bu da onun etkinliğini bir kez daha
ortaya koymaktadır. Yakıp yıkan, yağmalayan acımasız ve zalim Türk imgesi duada
sürekli o larak tekrarlanmak suretiy le insanların belleklerine kazınmaktadır.
Böylece Türkün, Hristiy anlar için ne büyük bir tehdit oluşturduğu vurgulanır.
Buna paralel olarak Hristiy anlar, tüm günahlarına rağmen kendilerini
savunmasız kurban rolünde gördüklerinden zavallı, mağdur ve aciz olarak
tanımlamaktadırlar. Bu ise iyi- kötü tezatının tümüyle anlaşılmasına
yöneliktir. İnsanların günahkâr olduklarını kabul etmesi, tezatın genelini
etkilememektedir. Duanın bundan sonraki kısmında Tanrı’nın, oğlu olan Hz.
İsa’nın daha fazla düşmanın gözünde alay konusu olmaması ve isminin
lekelenmemesi için, Kayzer’in yanında yer alması ve zalim düşmanı yenmesi ve
durdurulması için yardım etmesi istenir ki, inançsız olarak kabul edilen düşman
da, Hz. İsa’yı tanısın. Tanrı’nın duayı duyması dileğiyle bitirilir.
Hz.
İsa’nın Türkler tarafından alay konusu edilmesi, düşmanın mukaddes kabul edilen
değerler karşısında bile insaf göstermeyeceğini vurgulamaya ve Hristiy anların
manevi duygularını kamçılamaya yöneliktir. Tanrı’nın, Kayzerin yanında yer
alması dileği ise, dinî ve dünyevi güçlerin birleşmesi gereğini ortaya
koymaktadır. Bu iki güçün birleşmemesi halinde düşmanın yenilebileceğine
inanılmamaktadır. Bu da Luther’in konuyla ilgili görüşlerini hatırlatmaktadır.
Bilindiği gibi, Kayzerin görevi ülkesini ve insanları korumak olduğundan
dünyevi savaş hazırlığı, Hz. îsa’ya olan inanç aynı zamanda manevi savaş
hazırlığı anlamına gelmekteydi. Tanrı’nın Kayzerin yanında yer alması ise dinî
ve dünyevi güçlerin birleşmesi demektir. Ancak bu iki güçün birleşmesi
neticesinde Türklere karşı başarılı olunabilirdi.
4.1.2.
Hamburg Kiliselerinin Türklere
Karşı Duası
İncelenecek olan dua Hamburg şehrinin
kiliseleri için yazılmış olup, 69 satırdan oluşmaktadır[360].
Yazar adı belirtilmeyen duanın başlığı “Ein Gebett der Kirchen zu Hamburg wider
den Erbfeind der Christenheit den Türcken” (Hamburg şehri kiliselerinin
Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türklere karşı duası) aynı zamanda içeriği
hakkında da fikir vermektedir. Kuzey Almanya’da bulunan şehrin çıkarmış olduğu
söz konusu dua, Türk tehdidini daha yakından hisseden diğer şehirlere oranla,
konuyu oldukça yoğun işlemekle beraber geniş yer de ayırmıştır. Bunun sebepleri
ise çok yönlü olabilmektedir. Bu nedenlerden biri Türkleri y akından tanımış
olan şehir ve insanlarının aynı zamanda onların olumlu özelliklerini de tanımış
olabilmesidir. Bunun en belirgin kanıtı ise Türklerin ele geçirmiş oldukları
şehir ya da ülkelerde Türklerin tarafına geçen ya da onlara hayranlık duy an,
hatta onların hükümdarlığı altında y aşamak isteyen insanların çokluğudur.
Türklerin
zengin ve güçlü oluşu, dinî toleransa izin vermeleri insanları etkileyen
başlıca özellikleri arasında yer almaktadır. Özellikle Katolikler tarafından
mağdur edilen ve dinî baskılara maruz kalan Protestanlar, Osmanlının
Katoliklere göre daha hoşgörülü olduğunu dile getirmektedirler. Bu tehdide uzak
kalan şehir ya da ülkeler ise sadece kulaktan dolma bilgilerle y etinmektedirler.
Bu bilgilerin çoğu aynı zamanda propaganda amaçlı yayılmış bilgiler olduğundan,
düşmanın olumlu sayılabilecek olan tüm özellikleri de elimine edilmektedir.
Düşmanlık bilincini yayma amacını güden propaganda amaçlı bu bilgiler, düşmanın
farklı özelliklerini vurgulay arak zıtlıkları ortaya koymaya çalışmaktadır.
Bunun kolay yolu ise, insanlara yabancı olan ve onları ürküten dinsel
farklılıklardan yola çıkmaktır. Bu bilgilerden yola çıkarak kuzey Almanya gibi
Türk tehdidine oldukça uzak kalmış bir şehrin konuyu neden yoğun bir şekilde
işlediği daha kolay anlaşılmaktadır. Ayrıca Türklere karşı y azılmış olan
duaların eğitici işlevleri dolayısıyla da tercih edildiği göz önünde
bulundurulmalıdır.
Korkuların
insanlarda birlik ve beraberlik duygularını pekiştirdiği de dikkate
alındığında, Türkler aleyhinde yazılmış bu dualar, Hristiyanların dinsel
yaşantılarını disipline etmeleri amacıyla da kiliseler tarafından
kullanılmıştır.
Duanın
içeriğine gelecek olursak, diğer dualardan farksız başladığı ortaya
çıkmaktadır. Kısa bir genel girişin ardından hemen konuya girilir. Giriş
bölümde “zavallı, sefil, günahkâr insanlar” (...) “merhametli, adil ve yüce
Tanrı”larına kendilerini ezelî ve amansız Türk düşmanından kurtarması için
seslenirler. Türklerin, Hristiy an dünyasına saldırdıkları ve su gibi Hristiyan
kanı akıttıkları, ayrıca Alman milletini tamamen yutup yok etmek istedikleri
dile getirilir. Bunu ise dehşet ve nefret saçan Müslümanlık diniyle,
Hristiyanlığa hakaret etmek ve kirletmek suretiy le yapmak istedikleri söylenir.
Sonraki bölümde Tanrı’nın vermiş olduğu bu ağır cezayı ve öfkeyi aslında hak
ettikleri söylenir ve bu cezanın neden hak edilmiş olduğuna yer verilir.
Günahkâr ve inançsız oluşları, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmiş olmaları
cezanın nedenleri olarak sayılır. Tanrı’nın adaleti karşısında utanç duyan
insanlar bu bağlamda tekrar işlemiş oldukları günahlarını sıralamaya başlarlar.
Söz konusu olan günahlardan dolayı Tanrı öfkelenmiş ve insanları Türk ile
cezalandırmıştır. Duanın bundan sonraki kısmında insanlar merhameti bol olan
Tanrı’dan günahlarından dolayı bağışlanmaları dileğinde bulunurlar. Tanrı’dan
insanların y aşamış olduğu sıkıntıları ve bulundukları tehlikeleri görmesi
istenir. Bu bağlamda Tanrı’ya insanların, yani bu zavallı halkın, onun eseri olduğu
hatırlatılır ve tekrar merhamet dilenir. Ondan öfkesini inançsız, dine hakaret
eden Türklere göstermesi beklenir. Çünkü metne göre Türkler ki, bu öncesinde de
sıkça vurgulanmıştır, Tanrı’nın kutsal ismini lekelemekte, alay ve hakaret
etmektedirler. Bu durumda Tanrı’dan Türkleri geri püskürtmesi, onları toprağa
gömmesi istenir. Ondan ayağa kalkması, gücünü bütün düny ay a göstermesi,
düşmanın kolunu kırması ve son olarak (Hz.) Muhammed’in değil, (Hz.) İsa’nın
gerçek oğlu ve yardımcısı olduğunu ortaya koyması beklenir. Bunun yanı sıra
insanlar Kayzerleri için de dua ederler ve Tanrı’nın ona bilgelik, güç vs.
vermesini dilerler. Duanın son bölümü ise bilindik şekilde, genel isteklerle
noktalanır. Bu istekler Hristiyanlığın, dolayısıyla kiliselerin, ebediyete
kadar yaşatılmasıyla ilgili ifadelerdir.
Türkler
aleyhine yazılmış olan duaların neredeyse tümünde olduğu gibi, insanlar Tanrı
tarafından verilmiş olan cezayı hak ettiklerine inanmakta ve bağışlanmaları
için y alvarmaktadırlar. Kilisenin eğitsel işlevi en çok bu bölümde ortaya ç
ıkmaktadır. Kilise insanların Türk korkusu sayesinde düzelmelerini, disipline
edilmelerini ve iyi birer Hristiy an olmalarını hedeflenmektedir. Duada
Türklerle ilgili olarak birçok konuya değinilir. Bunlardan en önemlisi Türk ve
Alman kavramlarının karşı karşıya getirilmesidir. Türk kötülüğün sembolü olarak
zavallı ve mağdur durumdaki Almanları yok etmek istemektedir. Bu tezatın
dışında asıl tezat olan din farklılığı ortaya konur. Kilisenin propaganda
amaçlı yazmış olduğu metinde Müslümanlık haliyle tamamen olumsuz
değerlendirilir ve korkunç olarak tasvir edilir. Ne de olsa 16. yüzyılda din,
düşmanı tanımlayan ve belirleyen en önemli fark olarak görülür. Bunun için
“dehşet ve nefret saçan Müslümanlık” ile Hristiyanlık dinleri karşı karşıya
getirilmek suretiyle dinî düşmanlık bilincinin yayılması hedeflenir. Duada Türk
konusunu oldukça yoğun işlenmiş ve düşmanla ilgili o larak sabitleşmiş, hatta
kalıplaşmış imgeler kullanılmıştır.
4.1.3.
Braunschweig Kiliselerinin Türklere
Karşı Duası
Braunschweig
kiliseleri için yazılmış olan duanın kimin tarafından yazıldığı bilgisine yer
verilmemektedir. Erythropilus’un Weckglock[361] adlı
çalışmasında 12. sırada yer alan dua 66 satırdan oluşmaktadır. Bu özelliği ile
uzun sayılabilecek olan dualar arasına girmektedir. Duanın başlığı da dikkat
çekmektedir: “Ein Gebett der Kirchen zu Braunschweig wider die vorstehende
Gefahr des Türcken” (Braunschweig kiliselerinin beklenen Türk tehdidine karşı
duası). Türk dualarının başlığı diğer birçok örnekte de görüldüğü üzere duada
işlenecek konu hakkında açıkca fikir vermekte ve Türk konusuna işaret
etmektedir. Ancak bu özellik Türkler aleyhinde yazılmış olan bütün dualar için
geçerli değildir. Bazı duaların hiç başlığı bulunmadığı göz önünde
bulundurulursa, sıradan dua kitaplarında yer alan Türk dualarının tespit
edilmesi de kolay o lmamaktad ır. Bu nedenden ötürü başlıklar duaların içeriği
hakkında fikir vermekle kalmamakta, aynı zamanda onların sınıflandırılmasında
büyük önem taşımaktadır. Kimi zaman başlığın içerdiği bu bilgilere dayanarak
duanın kimlere yönelik yazıldığı (çocuk, genç yetişkin duaları), ya da hangi
şehrin kiliseleri için düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır.
Braunschweig’in
da tıpkı Hamburg gibi kuzey Almanya’da bulunması her iki duayı ilginç
kılmaktadır. Dua, Hamburg şehri kiliseleri için y azılmış olan dua ile bazı
benzerlikler göstermektedir. Bu hem kullanılan dil, hem de içerik için
geçerlidir. Duanın bu yönden incelenmesi benzerlikleri ortaya koyacaktır.
Dua
bilindik bir şekilde başlamaktadır. Tanrı’ya seslenen insanlar ona karşı
işlemiş oldukları günahlar dolayısıyla utanç içinde olsalar da, yine de
(Kutsal) Roma împaratorluğu’nu bekleyen tehlikeler nedeniyle Ondan yardım
beklemektedirler. Roma İmparatorluğu dışında başka şehir ve ülkeler içinde de
aynı dilekte bulunurlar. Kutsal Roma împaratorluğu’ndan bahsedilmesi, başka
ülke ve şehirler için dua edilmesi, tüm Avrupa’nın bu tehlikelerden etkilenmiş
olduğu anlamına gelmektedir. Tehlike altında olan ya da Türkler tarafından feth
edilmiş şehirlerin varlığı göz önünde bulundurulursa, genel olarak Hristiyan
dünyasının tümü için dua edilmesi, Avrupa’yı saran korkunun boyutlarını ortaya
koymaktadır. İşlenmiş olan korkunç günahlara karşın, insanlar Tanrı’nın
merhametine sığınırlar. Onun haklı öfkesine rağmen bulundukları zor durumu
anlatırlar ve merhamet dilerler. Tanrı’ya O’nun önceden de ülkelerine ve zor
durumda bulunan kiliselerine merhamet gösterdiği ve hiçbir zaman onları tamamen
terk etmediği, tam aksine bunlara sebep olan düşmanları toprağa gömdüğü
hatırlatılır ve bunu tekrar yapması istenir. Tanrı’dan, îsa adına, zavallı
yüreklerin ve zor durumda bulunanların çağrılarına kulak vermesi, Türklerden
kaynaklanan tehlikeleri engellemesi ve Roma împaratorluğu’ndan uzak tutması
istenir.
Duanın
bundan sonraki bölümünde Tanrı’ya oldukça samimi bir şekilde seslenen insanlar,
Türklerin yapmak istediklerine yer verir ve bunları
sıralamaya başlarlar. Buna göre Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türkler,
Tanrı’ya ve îsa’ya karşı harekete geçerler[362] ve güçleriyle zavallı (Alman)
halkının soyunu kurutmaya çalışırlar. Korkunç bir şekilde her şeyi y ıkarlar,
kadın ve kızları lekelerler, esirleri köleleştiriler, ülkeyi y ağmalarlar,
şehirleri y ıkarlar, kiliseleri y akarlar ve son olarak ismini (Hz.) Muhammed
ile kirletirler. Sonraki bölümde ise Tanrı’ya, insanları terk etmesi halinde
kendilerini ve ülkeleri olan Almanya’yı zalimlere karşı koruyamayacaklarına değinirler.
Dua
yoluyla Tanrı’nın merhamet duygusuna seslenen insanlar, binlerce savunmasız
insanı ve küçük çocukları muhtemel olan bu tehlike karşısında himay e altına
alması ve güvercinlerinin ruhlarını yırtıcı hay vanlara teslim etmemesi için y
akarırlar. Bu amansız düşmana karşı savaşan ve vatanlarını korumak uğruna
ruhlarını ve bedenlerini tehlikeye atan ordulara güç vermesi, büyük işler
başarmaları ve düşmanı kahramanlar gibi yenmeleri için dua edilir.
Tanrı’dan
gücüyle Türkleri dağıtması, onların kollarını kırması istenir ki bütün
milletler O’nun gerçek Tanrı olduğunu ve halkın da O’nun halkı olduğunu bilsin.
Duanın son bölümü bilindik bir şekilde duaların duyulması ve ülkeye şimdiye dek
olduğu gibi barışın gelmesi dileğiyle son bulur.
Bu
duada da negatif Türk imgesinin yoğun biçimde kullanıldığı ve Türklerle ilgili
o dönemde adeta kalıplaşmış olan kavramların y erleştirildiği dikkat
çekmektedir. Bu duanın bir diğer özelliği Almanya dışındaki ülkeler ve
şehirleri de kap saması ve bunun sıkça vurgulanmasıdır. Bu da Türk tehdidinin
insanlar tarafından nasıl algılanıldığını ortaya koymaktadır. Tehdit sınırları
aşıp Avrupa’ya taşmıştır. İnsanların korkuları böylece iyiden iyiye pekişmiş ve
sürekli o larak p ekiştirilmey e devam edilmektedir. Kilisenin olumsuz Türk
imgesini yayması, metin örneklerinden de anlaşıldığı üzere küçümsenmeyecek
ölçüdedir. Ülkenin her tarafında propaganda amaçlı yazılan bu tarz metinler, ki
buna dua metinleri de dahildir, insanları manipule etme amacıyla
kullanılmaktaydı. Aynı zamanda kolektif duyguların da uyandırılmaya çalışıldığı
göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun nedeni bir y andan insanları etkiley erek,
onlardan kilise ya da savaşlar için para, vergi vs. toplamak, diğer y andan
onları düzene sokmaya çalışmaktır. Kadın ve kızların “Türkler tarafından
lekelenmesi” ya da çocukların tehlike altında olması ifadesi bu bağlamda
insanları etkileyen başlıca etmenlerdir. Luther’in çocuklara verdiği öneme daha
öncesinde değinilmişti. O aynı önemi Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı metninde Hristiyan
kadınlarına da vermekte ve evli kadınların esir düşmeleri halinde ne yapmaları
gereği konusunda tavsiylerde bulunmaktadır. Buna göre Türkler tarafından esir
alınan, Türkiye’de yaşamak zorunda kalan ve Türk erkekleriyle aynı sofrayı
hatta yatağı pay laşmak mecburiyetinde olan kadınlar sabırlı o lmak
zorundadırlar. Çektikleri acılardan dolayı ümitsizliğe kapılmamalarını tavsiye
eden Luther, düşmanın bedenlere zarar verebileceğini, ancak y ürekte var olan
inanca dokunamayacağını vurgular. Diğer bir deyişle esir düşen bedenlerdir,
inanç değil. îlginç olan Luther’in esaretteki kadınlara bir anlamda boyun
eğmelerini tavsiye etmesidir. Bu da aslında göstermektedir ki esir alınan kadın
ya da çocukların düşmandan kurtulma ihtimalinin yok say ılmasıdır. Böylelikle
insanların en duy arlı olduğu konuların dualarda kullanılması bu metinlere
yüklenen manipulatif işlevlerle ilgilidir. Türklerle ilgili olumsuz sözcüklerin
sürekli olarak tekrarlanması da, daha önce de belirtildiği gibi, aynı amaca
yöneliktir.
4.1.4.
Moritz von Sandizell’in Türklere
Karşı Kilise Duası
“Ein Gebett wider den Türcken/ nach
der Predig von der Cantzel abzulesen” (Vaazden sonra Türklere karşı kürsüden
okunacak olan bir dua) adlı metin 1566 yılında Dillingen’de[363]
Freising
Piskoposu Moritz von Sandizell’in kitabında birinci sırada yer almaktadır.
Kitabın Wider den laydigen Türcken/ unnd sein grausams fürnemen/ gemaine Gebet/
von der Cantzel zu diser Zeit abzulesen/ und im HauŞ taglich zugebrauchen
(Musallat olan Türklere ve zulümlerine karşı bu zamanlarda kürsüden okunacak ve
evde kullanılacak olan genel dua) adlı başlığı duaların içerikleri hakkında da
fikir vermektedir. Kitapcığın tek sayfadan oluşan ön sözünde, duanın Cuma
günleri kürsüden okunması gerektiği dile getirilir.
Genel
duaların aksine bu duanın başında, Tanrı’ya övgü sözleri yer almamaktadır. Onun
y erine insanların çaresizliklerine ve üzüntülerine vurgu yapılmaktadır. Bu
nedenden dolayı da insanlar dizlerinin üstüne çökerek, kederli yürekleriyle
Tanrı’larına seslenmektedirler. Bu girişten sonra duada, diğer Türk dualarının
genelinde olduğu gibi, günahlardan ve çekilen cezalardan bahsedilmektedir.
İnsanlar buna göre Hristiyanlar gibi yaşamadıklarını, günahlarla dolu bir yaşam
sürdürdüklerini ve Tanrı’nın adına yakışır bir biçimde davranmadıklarını itiraf
etmektedirler. Korkmadan ve pişmanlık duyulmadan sürdürülen günah dolu bu
yaşantı, Tanrı’nın öfkesini uyandırmış ve insanları neredeyse yok olmaya mahkûm
etmiştir. Bu itiraftan sonra Tanrı’nın vermiş olduğu ceza konusuna geçilir.
Hristiyanlığın ve Hristiy an kanının ezelî ve zalim düşmanı olarak
nitelendirilen Türkler, kendilerini, sürdürmüş oldukları günah dolu
yaşantılarından dolayı daha fazla cezasız bırakmayacaklardır. Bu nedenden
dolayı korkan insanlar, gece ve gündüz paralarından, mallarından ve
mülklerinden, topraklarından ve canlarından o lac akları endişesini
taşımaktadırlar. Bulundukları bu zor durumdan ötürü, Tanrı’ya sığınırlar,
yardım beklerler, acımasını ve merhamet göstermesini dilerler. İnsanlar, bu
isteklerini aynı zamanda zor durumda bulunan tüm Hristiyanlar için dile
getirirler. Hristiyan dünyası hem Tanrı’nın, hem de insanların düşmanı olarak
kabul edilen ve büyük bir şiddetle hem karadan hem denizden, hem ateş hem de
kılıç ile saldıran ve Tanrı’ya hakaret eden Türk düşmanından Tanrı tarafından
korunmalıdır. Bu isteğin akabinde kendilerini kuzu olarak nitelendiren Hristiy
anlar, kurt o larak adlandırılan Türklerin eline teslim edilmemeleri için
Tanrı’ya yakarırlar. Ondan, öksüz olan kullarını böylesine “zalim bir
düşmandan” ve Hristiyanlığın tüm düşmanlardan koruması ve himayesi altına
alması istenir. Duanın bundan sonraki bölümü Roma İmparatorluğu ile ilgilidir.
Tanrı’dan, Hristiyan inancını ve vatanlarını, Kutsal Roma İmparatoru’nu,
hükümdarları, elektörleri, orduda görev y ap anları, atlıları, emir verenleri
ve alanları, koruması ve güçlendirmesi istenir. Hristiy anlık ve Kutsal Roma
İmparatorluğu için şövalyeler gibi düşman gücüne karşı savaşanların, Tanrı’nın
y ardımıy la zafer kazanmaları ve düşmanı geri çevirmeleri için dua edilir. Tüm
bunların gerçekleşmesi için Tanrı’ya yardım çağrısında bulunan insanlar, duanın
bundan sonraki bölümünde, Onun günahlarını bağışlaması ve merhamet
göstermesiyle ilgili isteklerini dile getirler.
Duanın
görüldüğü üzere en belirgin özelliği, savaş konusuna ciddi anlamda eğilmesidir.
Öncelikle Kutsal Roma İmparatorluğu ve İmparatorunun başarı göstermesi için
zafer dileğinde bulunulur. Bu uğurda kahramanca savaşan herkesin Tanrı’nın yardımına
ihtiyacı vardır, çünkü düşmanın galip gelmesi halinde Hristiyanlar sahip
oldukları her şeyi kaybetme riski ile karşı karşıy a kalacaklardır.
Manipülasyonun çok önemli olduğu bu tarz dua metinlerinde insanların temel
korkuları işlenmektedir. İnsanların o dönemde en büyük korkularından birisi
ise, sahip olduklarını yitirmeleriyle ilgilidir. Metnin etkinliğini artırmak
amacıyla propagandaya büyük önem verilmiş ve tehdidin tüm boyutları ortaya
konulmuştur. Daha da önemlisi düşmanın gücünden bahsedilmiş ve düşmanla ilgili
“kana susamış”, “zalim” ya da “kurt” gibi sözcükler kullanılarak olumsuz imge
pekiştirilmiştir. Düşmanın her şekilde acımasızca saldırması, aynı zamanda onun
gücünün de göstergesidir. Böylesine güçlü olan düşman ise metne göre ancak Tanrı’nın
yardımıyla yenilebilir. Düşmanın gücünün üzerinde durulması hem insanların dinî
duygularını pekiştirmek hem de bu konuda onları yardıma teşvik etme amacına y
öneliktir.
Savaş duaları kavramı oldukça geniş
bir kavram olmakla birlikle, Türk tehdidi ile ilişkilendirildiğinde daha farklı
bir anlam kazanmaktadır. Türk dualarının temelde işlediği konuların en önemlisi
Türklerin zulmünden korunmak, onlara karşı savaşmak ve zafer elde etmektir. Bu
açıdan bakıldığında Türklere karşı yazılan duaların tümü, Tanrı’nın
Hristiyanları Türk düşmanından koruması ve savaş halinde zafer bahşetmesi
dileğini içermektedirler[364].
Savaş duaları başlığı altında Türklere karşı savaşanlara yönelik yazılmış
dualar yer alacaktır. Bu başlık altında savaşa hazırlık ya da herhangi bir
askerî girişim öncesi veya savaş esnasında Tanrı’dan savaşı yürütecek olan
kişilere ve askerlere yardım etmesi ve zafer bahşetmesi konusuna eğilen ve
“savaş duası” başlığını taşıy an metinler incelenecektir.
5.1.
Savaş Dualarından Seçme Metinler
Savaş
dualarına örnek metinler arasında Michael Bapst ve Ludwig Rabus’un metinlerine
yer verilecektir. Her iki yazarın duaları savaş duası başlığını taşımaktadır.
5.1.1.
Michael Bapst’ın Türklere Karşı
Savaş duaları
1540-1603
yılları arasında yaşamış olan Michael Bapst, önceden de belirtildiği gibi,
1595’de, Türk împaratorluğu’na ilişkin bir kronik yayımlar. Yazar, söz konusu
çalışmasında savaş konusunu işleyen çok sayıda duaya da yer verir, örneğin,
“Ein Morgen Gebet in Kriegsleufften” (Savaş zamanları için bir sabah duası), ya
da “Ein Abendt Gebet in Kriegsleufften” (Savaş zamanları için bir akşam duası)
gibi. Bu iki duay a kısaca değinilecek olursa, Bapst’ın askerler için yazmış
olduğu sabah duasında, savaşanların Tanrı’ya, geceyi düşmanın saldırısına
uğramadan ve zarar görmeden atlattıkları için şükrettikleri dile
getirilmektedir. Yaz ar bu anlamda kendilerini muharebe mey danında bekleyen
düşmanın “büyük ve korkunç gücünden” de bahsetmektedir. Ayrıca onun “aslanlar”
gibi saldırarak, ki burada aslan aç, ya da kana susamış, korkunç anlamındadır,
Hristiyanların ruhlarını y utmay a ve el atmay a niyet ettiğini ifade
etmektedir. Düşmanın “korkunç ordu gücünden” de bahseden yazar, Tanrı’dan
“hükümdarlarının kafalarının” parçalanması dileğinde bulunur. Düşmanın eline
geçmemelerini Tanrı’nın merhametine
bağlayan askerler, bu nedenle O’na şükretmektedir[365].
Savaş zamanları için bir akşam duası adlı metninde ise yazar Hristiyanlığın ve
kulların, gün içerisinde savaştan zarar görmedikleri ve Tanrı tarafından
korundukları için şükretmektedir.
Michael
Bapst’ın bir diğer metni ise “Ein Gebet für Kriegsleute/ wenn sie im Angriff
sein” (Taarruza geçen askerler için bir dua)’dır. Duada korkunç tiranın
kılıcıyla Hristiy anlara karşı yola çıktığı ifade edilmekte ve Tanrı’dan yardım
istenmektedir. Ayrıca düşmanın cani fikirlerini gören Tanrı’nın kullarını
koruması da dilenmektedir. Metinde Tanrı’nın sözünü (Incil’i) kiliseleri ve
okulları yok ederek, insanları “Kur’an’a” (Müslümanlığa) geçmeleri için
zorlayan ve îsa yerine “Muhammed’e” getirerek, insanları ona inandırmay a
çalışan düşmandan da bahsedilmektedir. Bunu yapmak istemeyen “zavallı
Hristiyanlar” bu büyük sıkıntı karşısında savunmaya geçerek, silahlarını ele
almaktadırlar.
Tanrı’nın
ve İsa’nın adını korumak amacıyla silahlanan insanlardan bahsedilmesi, savaşın
gerekliliğini hatta zorunluluğunu anlatmaya yöneliktir. Türklere karşı yazılmış
olan savaş dualarında savaşa çağrı yapılması, bunun için manipulatif yöntemlere
başvurulması duanın etkinliğini arttırmay a ve neticede insanları din düşmanı o
larak tanımlanan Türklere karşı harekete geçirmeye yöneliktir.
Hristiy
anlar bu savaşa neden olan günahlarının Tanrı tarafından bağışlanmasını
istemekte ve savaşta başarılı o lmaları için güç vermesini dilemektedirler.
Yazar bundan sonra askerler için yazmış olduğu duasında Tanrı’ya, başta Roma
İmparatoru olmak üzere, onun askerlerini, generallerini ve rütbeleri tek tek
say arak bütün savaşanlara güç, talih ve zafer bahşetmesi için y akarmakta,
ayrıca düşmanın mızrak ve yayını kırmasını ve araçlarını yakmasını
istemektedir. Duanın son kısmında ise bireysel dilekler dile getirilir ve
Tanrı’nın, düşmana karşı savaşacak olan kişiye güç vs. vermesi istenir. Dua,
diğerlerine kıyasla farklı şekilde sonlandırılır. Asker, Tanrı’ya
minnettarlığını şu sözlerle dile getirir: “Ellerime kavgayı, yumruklarıma
savaşmayı öğreten yüce” Tanrı’ya şükürler olsun. Duada savaş konusunun yoğun o
larak dile getirilmesi, savaş gerekçelerinin haklı kılınması ve silahlanma gibi
konuların ele alınması, ayrıca son kısmında savaşacak olan askerin bireysel
olarak Tanrı’dan güç vs. istemesi, incelenen metni diğerlerinden farklı
kılmaktadır. Bunların dışında duaların genelinde olduğu gibi, insanların
günahlarından dolayı Tanrı’nın bu cezayı verdiği dile getirilmekte, Tanrı’yı
saymayan düşmana karşı savaşılması gerekliliği üzerinde durulmakta ve
böylelikle Türklere karşı savunma amaçlı savaş haklı kılınmaktadır.
5.1.2.
Ludwig Rabus’un Türklere Karşı
Savaş Duası
Lüteryan olan Ludwig Rabus (1523-1592)
Wittenberg Üniversitesi’nde Martin Luther’in öğrencisi olur ve 1543 yılında
mastır ünvanını alır. 1553 yılında ise Tübingen Üniversitesi’nde doktorasını
tamamlar. Rabus, Türklerle ilgili çok sayıda dua yazmış olan teologlardandır.
Onun duaları Protestan dua kitaplarının çoğunda yer almıştır. “Ein Gebet im
Krieg und vorstehender Schlacht” (Savaş ve taarruz öncesi için bir dua) adlı
kısa metinde ise orduların Tanrısı “Zebaoth”a[366] seslenilir ve onun bazı ülkelere
savaş, bazılarına ise barış getirdiği söy lenir. Yazar, Tanrı’nın Davud
peygambere gençliğinde vermiş olduğu cesareti hatırlatır ve peygamberin savaş
konusunda en tecrübesiz zamanında, silahı olmaksızın, sadece bir sapan ile
insanlık dışı dev bir askere saldırdığını ve onu alt ettiğini hatırlatır.
Ardından Ondan, Hristiyan kanının dökülmemesi için ya düşmanın yüreğini
yumuşatarak barış yanlısı olmasını sağlaması ya da yüreğine aşamayacağı bir
korkuyu salmasını ister. Yazar Tanrı’nın merhamet göstererek, düşmanın vereceği
zararın ve dökülecek kanın az olması ve savaşın bir an önce bitmesi için, zafer
bahşetmesini ister ki, insanlar da bu zaferden dolayı O’na methiyeler ve
övgüler söylesin. Savaş duası başlığını taşıyan metinde yer alan Davud
Peygamberin hikayesi esasen son derece önemlidir. Burada Hristiyanlar bir
anlamda kendilerini Davud peygamber kadar tecrübesiz ve savunmasız
hissetmektedirler. Metinde yer alan insanlık dışı dev asker ise Türkleri
sembolize etmektedir. Burada esasen dile getirilmek istenen Hristiy anların da
tıpkı Davud peygamber gibi, dev bir düşmanla karşı karşıya olduklarıdır. Davud
peygamber kadar cesur olmayı dileyen insanlar bunun olabilmesi için Tanrı’ya
yakarmaktadırlar. Nasıl ki Davud Peygamber ancak Tanrı’nın yardımı ile dev
askeri yendiyse, Hristiy anlar da Tanrı’nın y ard ımı ile dev düşmana
benzetilen Türkleri yenebileceklerdir. Bu duayı diğerlerinden ayıran başka bir
özellik ise Hristiy anların Tanrı’dan ya Türklerin kalbini yumuşatmasını ya da
yüreklerine korku salmasını istemeleridir. Bu ise bir yandan Türklere karşı
duyulan korkunun büyüklüğünü göstermektedir. Diğer yandan düşmanın korkusuz
olduğu bakış açısının Alman toplumunda ne denli yaygın olduğunu ortaya
koymaktadır.
6.
Özel bir kesime yönelik olmayan Türk
duaları
Bu
başlık altında belirli bir kesime hitap etmeyen, Türklere karşı yazılmış
duaların tümü yer alacaktır. Özel bir kesime yönelik olmayan ve genelde
“Türklere karşı bir dua” başlığını taşıyan dualar da, tıpkı diğerleri gibi
savaş ve savaşın zararları, Türk’e karşı konulması ve savaşılması gereği
konularına eğilmektedirler. Bu nedenle Türklere karşı yazılan duaların tümünde,
dolaylı veya dolaysız, savaş ve zafer konuları ele alınmaktadır. Bu duaların
bazılarında savaş ya da zafer konusu diğerlerine oranla daha yoğun, bazılarında
ise daha az işlenmiştir. Ancak 16. yüzyılda Almanya’da Türk korkusu ve
savaşları nedeniyle ortaya çıkan duaların hepsinde farklı açılardan da olsa
düşmandan kurtuluş teması işlenmektedir. Çocuk, genç, asker, kişilere (ev) veya
cemaate (kiliseye) yönelik yazılmamış olan ve dolayısıyla toplumun geneline
hitap eden duaların tümünün şimdiye dek incelenen metinlerden tek farkı
spesifik bir kitley e yönelik olmayışlarıdır.
Söz konusu duaların hepsinde savaşı
yapacak ve finanse edecek olan Kayzerin ismine genelde yer verilmemektedir.
Bunun nedeni ise, herkesin söz konusu Kayzeri ve gündemi meşgul eden konuyu
biliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin komşu ülke Avusturya’yı tehdit
eden Türkler, aynı zamanda Almanya ve Avrupa için de büyük bir tehlike teşkil
etmektedirler. Avusturya’nın mağlubiyeti, Almanya’nın da tehlike altında
bulunması demektir. Bu sebeple özellikle 1595 yılında çıkan dua kitaplarında[367] Avusturyalı Kayzer II. Rudolf’un
Türklere karşı zafer elde etmesi için dua edilirdi. Kayzerin adı ister
belirtilsin ister belirtilmesin, o dönemde Hristiyan dünyasını tehdit eden
düşman da, tehdit edilen ülke ve Kayzer de herkes tarafından bilinmekteydi.
Kayzerin ve ona bağlı orduların Türklere karşı başarılı olması ve zafer kazanma
konusuna detaylıca yer veren dualar, Türk imgesi bakımından da zengin olmaları
nedeniyle tercih edilmiştir.
6.1.
Özel bir Kesime Yönelik
Olmayan Türk Dualarından Seçme Metinler
Bu
başlık altında savaş konusunu işleyen yazarlardan Caspar Franck’ın iki, Martin
Mirus’un ise bir duası incelenecektir. Ayrıca yazar adı belli olmayan dört dua
ele alınacaktır.
6.1.1.
Caspar Franck’ın Türklere Karşı
İki Duası
Caspar
Franck (1543-1584) 1561 yılında Wittenberg’de öğrenim görmeye başlar ve 1564’de
mastır ünvanını alır. 1568 yılında mezhep değiştirek katolik olur. 1572 yılında
Ingolstadt’daki Sanct Moritz kilisesinde papazlık yapar ve orada dört yıl sonra
tevsir alanında profesör olur[368].
Caspar Franck adlı papazın 1566 yılında yazmış olduğu dua kitapcığı bir ön söz
ve iki duadan oluşmaktadır. Ulrich Newber ve Diterich Gerlatzen tarafından
Nürnberg’de basılan kitap Sanct Joachimsthal’ın[369]
kiliseleri için yazılmıştır.
Kitabın Ein Gebet der Christlichen Kirchen in Sanct JoachimsThal/ inn dem
jetzigen Türckenzug/ AuŞ dem XX. Psalm/ etc. (Sanct Joachimsthal Hristiyan
Kiliselerinin şimdiki Türk seferine karşı bir duası, 20. ilahiden alınma, vs.)
adlı başlığı aynı zamanda duaların y azılış nedenleri hakkında fikir
vermektedir. Kitap buna göre Türklerin seferine karşı yazılmıştır. Franck’ın
yazmış olduğu ön söz, Sanct Joachimsthal’ın papazlarına, diğer bir deyişle
papaz çocuklarına hitap eder. Ön söz içerdiği bilgiler nedeniyle duaların
anlaşılması ve sınıflandırılması bakımından son derece önemlidir. Franck, Roma
İmparatorunun bütün Hristiyan dünyasının desteğiyle Türklere karşı büyük bir
savaş hazırlığı içerisinde olduğu bilgisine yer vermektedir. Roma İmparatoru,
Tanrı’nın yardımıyla İmparatorluğu, lanet ve menfur o larak adlandırılan ve
inançlı Hristiy anlara karşı sefere çıkan Türk düşmanından korumalıdır. Tanrı
ve Roma İmparatoru buna göre güçlerini ezelî düşmana karşı birleştirmeli,
Hristiy anları düşmanın zulmünden korumalı ve Hristiy an düny asına barış
getirmelidirler. Bunun gerçekleşmesi için, insanlar, itaatkâr kullar olarak
yürekten ve ciddi olarak dualar okumalı, Tanrı’ya ve peygamberlere y
akarmalıdırlar. Burada kast edilen dünyevi ve dinî güçlerin ve bunu temsil
edenlerin bir aray a gelerek aynı amaca hizmet etmeleridir. Dinî gücün
temsilcisi Tanrı ve onun oğlu olarak kabul edilen Hz. İsa’dır. Dünyevi güç ya
da hükümdar ise, Tanrı tarafından seçilmiş ve bu göreve getirilmiş olan en
büyük hükümdardır. Ancak ikisinin güçlerini aynı uğurda birleştirmesi zaferi de
beraberinde getirebilmektedir. Bu durumda insanlar hem dünyevi hem de dinî
olarak bu savaşa hazır olmalıdırlar.
Franck’a
göre bulunulan zor durum ve savaş hazırlığı sürecinde insanların
yapabilecekleri yegâne şey ise yürekten dua etmektir. Çünkü inançsız olan
Türklere karşı sadece savaşmakla zafer elde edilemez. Türkler salt beden ve
kanlarıyla savaşmamakta, aynı zamanda kötü ruhların y ardımıy la da
savaşmaktadırlar. Böyle olunca da Hristiyanlar sadece bedenlerini ortaya
koyarak zafer elde edemezler. Zafer elde edilmesi için hem bedensel hem de
dinsel güçlerle, maneviyatla savaşılmalıdır. Bu durumda Türklere karşı zafer
elde etmenin tek yolu savaşmanın yanı sıra maneviyattır. Manevi gücün tek
kaynağı ise Tanrı ve Onun y ardımlarıdır. Ancak dünyevi ve manevi savaş
hazırlığının aynı anda yürütülmesi düşmana karşı zafer getirebilir. Franck’ın
söylemlerinin Luther’in söylemleriyle benzerliği gözlerden
kaçmamaktadır. Luther de Türklerden
bahsederken, onlara karşı zaferin sadece dünyevi bir savaşla elde
edilemeyeceğini dile getirmiştir. Zaten Franck da ön sözünde Luther’den
bahsetmekte ve ondan esinlendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yazar aynı
zamanda ön sözünü 20. ilahiye[370] dayanarak yazdığı bilgisine yer
vermektedir. Görüldüğü gibi ön söz, kitapta yer alan iki duanın yazılış
nedenlerini de açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre her iki dua aynı amaç
doğrultusunda yazılmış, her ikisi de Türklere karşı girişilen seferden
esinlenmiş ve savaşta zafer elde edilmesi konusunu işlemiştir.
Franck’ın kitabında ilk sırada yer
alan dua oldukça uzun dualar arasında yer almakta ve kitap ile aynı başlığı
taşımaktadır. Dua genelde 20. ilahinin temellerine oturtularak y azılmış olsa
da zaman zaman 144. ya da 18. ilahilere de yer verilmekte, bunlardan
esinlenmekte ya da alıntılar yapılmaktadır. Ancak duanın
y
orumlanmasında sadece Türklerle ilgili kısmına değinilecektir. Metnin giriş
kısmında yürekten Tanrı’ya ve Onun sonsuz merhametine seslenen insanlar, Ondan
sakin ve rahat bir yaşam istemektedirler. Tanrı’dan Roma İmparatorunu ve
savaşçılarını Türklere karşı düzenlenmesi planlanan sefer dolayısıyla
desteklemesi, koruması ve bir baba gibi himayesi altına alması için yakarılır.
Tanrı’nın savaşanları tehlikeli ve zor durumlardan kurtarması ve onların
yanında yer alması için dua edilir. Ezelî Türk düşmanın hem Tanrı’nın hem de
O’nun oğlu olduğu söylenilen Hz. İsa’nın adını karaladıkları ve sayısız
Hristiyanın kanını döktüğü vurgulanır. Bu sebepten savaşan Hristiyanlara zafer
elde etmeleri için gökyüzünden geleçek olan y ardımların Tanrı tarafından
esirgenmemesi istenir. Tanrı’nın zavallı ve baskı altındaki Hristiy anları
görmesi ve yürekten gelen dualarını duyması istenir. Ondan, insanların
günahlarını bağışlaması, hak edilen çezanın öfkeyle değil merhametle verilme si
ve y ardımlarını esirgememesi dilenir.
Düşmanın
konu edildiği bir sonraki bölümde ise ezelî düşmana karşı Tanrı’nın yardımıyla
sefere çıkan hükümdarın[371] tüm
gücüyle savaştığı anlatılmaktadır. Bütün Hristiyanlar adına savaşan hükümdar,
Tanrı’nın adını yüceltmek, bu adı kirleten düşmanı susturmak ve baskı altında
bulunan esir Hristiyanları düşmanın zulmünden kurtarmak istemektedir. Ayrıca
Tanrı’dan insanların yakarışlarını ve haykırışlarını duyması ve Roma împaratorluğu’nun
başını Türk düşmanından koruması dileğinde bulunulur. Tanrı’nın sağ elini
kaldırarak Hristiy anlara güç vermesi, düşmanın cesaretini kırması,
savaşanların y anında yer alması, Türklerin zulümlerini ve hakaretlerini
sonlandırması ve Roma împaratorluğu’nu koruması dileği bu duada sıkça
tekrarlanan başlıca istekler arasında yer almaktadır. Duanın bundan sonraki
bölümünde Türklere ilgili son derece olumsuz imgeler kullanılmaktadır.
Türklerin er ya da geç cezalandırılacaklarına ya da yenileceklerine inanan
Hristiy anlar bunun nedenlerini metin içerisinde izah etmeye çalışmaktadırlar.
Türklerin mağlup olacakları düşüncesi birkaç nedene bağlanmaktadır: Bu
nedenlerden en başta yer alanı ise Türklerin
dinsizlikle itham edilmesidir. Dinsizlikle kast edilen ise Türklerin “Hristiyan
Tanrı’sını” tanımamalarıdır. Buna göre, Türkler Tanrı’yı tanımamakta, O’na dua
etmemekte, Tanrı’yı ve Onun kutsal sözlerini hiçe saymaktadırlar. Çünkü
Türkler, Hristiyanların Tanrı’sı yerine, “dünyevi bir Tanrı’ya” inanmaktadırlar.
Ayrıca güçlerine ve büyüklüklerine güvenmektedirler. Oy saki onların bu kadar
güçlü olması, Hristiyanların işlemiş oldukları günahlardan kaynaklanmaktadır.
Tanrı’nın Türklere zafer vermesi sadece Hristiyanları büyük bir öfkeyle
cezalandırmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bunlara rağmen duada insanların
ümidini yitirmediği ve Tanrı’nın adını korumak üzere sefere çıktığı dile
getirilmektedir. Ondan düşmanı yıkması ve savaşanlara zafer vermesi dileği
metnin birçok y erinde olduğu gibi bu kısımda da yinelenir. Tanrı’dan uzun
zamandır baskı altında olan ve savaş alanında kesilip doğranılan Hristiy
anların tekrar ayağa kalkabilmeleri için yardım etmesi istenir. Savaş alanı
kavramının sık sık vurgulanması ve
Hristiyanların
burada çektiklerine yer verilmesi, yaşanılan felaketi görselleştirmeye ve acıma
hissini pekiştirmeye yöneliktir. Buna örnek olarak savaşanların savaş
alanlarında kurban gibi düşman kılıcıyla kesilmesi benzetmesi
verilebilmektedir. Tanrı ve vatan adına mücadele edenlerin mağduriyeti böylece
daha da etkin bir şekilde göz önüne serilmektedir. Türklerin kendilerine
fazlasıyla güvenmeleri ve güçlerini acımasızca kullanmaları, onlara duyulan
öfkenin ve dolayısyla savaşma azminin daha da artırılmasına yöneliktir.
Tanrı’dan melekleriyle birlikte duaları duyması, savaşanlarına sahip çıkması,
onları kötülüklerden ve tehlikelerden koruması ve gökyüzünden gelen bir zaferle
tüm dünyadaki Hristiy anları Türk şiddetinden kurtarması dilenmektedir. Duayı
ilginç kılan başka bir özellik ise Tanrı’nın adeta savaş Tanrı’sı konumunda
olmasıdır. Bu ise kitabın ortaya çıkış tarihiyle ilgilidir. Osmanlı ordularının
Viyana’ya doğru hareket etmesiyle 1566-1568 yılları arasında süren ve 2.
Avusturya-Türk savaşı olarak adlandırılan savaş başlar. Avusturya’nın önündeki
en büyük engel sayılan Macaristan’a doğru yol alan Sultan I. Süleyman’ın ordusu
Zigetvar Kalesi’ni feth eder. Sultan ise bu zaferden bir gün önce ölür.
Osmanlılar,
Viyana’yı kuşatma hedefine oldukça yaklaşmışken, taht meselelerini çözmek üzere
geri dönerler. Ancak geriye Avusturyalıları saran büyük bir korku bırakırlar.
Böylesine önemli tarihî olayların etkisinde yazılan dualar, y aşanılan korkuyu
adeta resmederler. Bunun başlıca nedeniyse Bohemya’da bulunan Sanct
Joachimsthal bölgesinin konumudur. Sanct Joachimsthal bu yıllarda savaşa yakın
olan önemli yerler arasında bulunmaktadır. Bu konumu itib arıy la söz konusu
bölge için y azılmış olan dualar, tehlikeye bu denli yakın o lmay an bölgelere
göre, daha ateşli ve kışkırtıcı özellikler sergilemektedirler. Metin içerisinde
savaş konusunun propanganda malzemesi o larak işlenmesi ve konuyu ele alış
biçimi, şimdiye dek incelenen dualara oranla büyük farklılık göstermektedir. Bu
ise en fazla savaş alanlarında yaşanması muhtemel sahnelerin
görselleştirilmesinden ve insanları bekleyen tehlikelerin detaylıca
anlatılmasından anlaşılmaktadır.
Ayrıca
incelenen duada Türklerle ilgili çok sayıda olumsuz imgeye yer verilmekte ve
onlardan, katil, yağmacı, yakıp yıkan, evlilik kurumunu hiçe sayan dolayısıyla
da ahlaksızlıkla itham edilen düşman olarak bahsedilmektedir. Sayılan tüm
olumsuz özelliklerin Luther’in Türklere yakıştırmış olduklarıyla büyük
benzerlikler göstermektedir. Bu açıdan incelenen duada, Luther’in etkisi açıkça
ortaya çıkmaktadır.
“Gebet
wider den Türcken” (Türklere karşı dua) başlığını taşıyan ve ikinci sırada yer
alan kısa sayılabilecek olan dua Türk düşmanına karşı zafer elde edilmesi
dileğini konu etmektedir. Metinde hemen konuya girilmekte ve Tanrı’dan düşmana
karşı yardım etmesi istenmektedir. Ondan, dünyada savaşmak isteyen herkesin
cesaretini kırması ve sınırlar arası barışa vesile olması beklenmektedir.
Ayrıca kiliseleri ve ülkey i, menfur Türkten koruması ve düşmanın
putperestliğini, öldürmelerini ve yakıp y ıkmalarını sonlandırması için y
akarılmaktadır. Tanrı adına savaşanlara cesaret, güç, mutluluk ve zafer
bahşedilmesi dileğinde bulunulmaktadır. Tüm bunlar ise Tanrı’nın adını vicdan
rahatlığı ve barış içerisinde yüceltebilmek ve bundan sonraki nesillerin de
Tanrı yolunda yetiştirilmesi için istenmektedir. Duanın bitiminde yer alan bu
dileklerin yanı sıra, insanlar bunları en büyük savaş hükümdarı (oberster
Kriegsfürst) olan Hz. İsa’nın y ardımıy la başaracaklarına inandıklarını ifade
etmektedirler. Dua genel yapısı itibarıyla Türkler aleyhinde y azılmış olan diğer
dualardan farklılık göstermemektedir. Ancak metnin doğru yorumlanabilmesi için
yazılmış olduğu koşullar da göz önünde bulundurulmalıdır. Duanın bu doğrultuda
incelenmesi, amacı da ortaya koymaktadır. Duanın neden ve hangi ko şullarda
yazıldığına değinmiştik. İncelenen metinde “baş savaş hükümdarı” ya da “savaş
kralı” olarak nitelendirilen Hz. İsa’nın adının geçmesi savaşın dua
içerisindeki ağırlığını ortaya koymaktadır. Bundan önce ele alınan dualarda
sürekli olarak Türklerle ilgili olumsuz imgelere yer verilmiş, Tanrı’dan ve Hz.
İsa’dan yardım beklenmiş, onlara yakarılmış ya da övgü dolu sözler söylenmiş,
hatta zaman zaman uyarıcı bir dille bulunulan zor durum hatırlatılmış. Ancak
Hz. İsa’nın “baş savaş hükümdarı”, “savaş kralı” ya da “savaş prensi” olarak
adlandırılması sıradan Türk dualarında” dahi pek olağan değildir. Bu açıdan
bakıldığında duanın en belirgin özelliği de ortaya çıkmaktadır. Tıpkı Yunan
mitolojisinde olduğu gibi Hz. İsa da savaş kralı olarak adlandırılmış ve
savaşta zafer elde edilmesinin sembolü olarak gösterilmiştir. Bu tarz ifadelere
ise ancak savaş konusunun böylesine özümsendiği metinlerde rastlamak mümkündür.
6.1.2.
Martin Mirus’un Türklere Karşı
Duası
Polycarp Leyser’in 1593 yılında
Wittemberg’de basılan 73 sayfalık Zwo Christlicher Predigten,(...) (îki
Hristiyan vaazı) adlı kitabı, 10 sayfalık bir ön söze, iki vaaza ve Türklere
karşı yazılmış olan iki sayfalık “Bir Hristiyan Duası”na[372] yer vermektedir. Duanın kime ait
olduğu kitapta belirtilmediğinden okuyucu duanın Leyser’e ait olduğunu
düşünebilmektedir. Ancak aynı dua 1596’da Friedrich Roth tarafından yayınlanan
Türckenglocke (Türk Çanı) adlı kitapta beşinci sırada yer almakta ve yazarın
Martin Mirus olduğu belirtilmektedir. Mirus hemen konuya girmekte ve duanın
yazılmasına neden olan sorunu dile getirmektedir. Duanın girişi şimdiye dek
incelenen dualarla benzerlik göstermekte ve insanların neden Türk ile
cezalandırıldıkları açıklanmaktadır. Bunun sebebi bilindiği gibi, Tanrı’nın
sözünü dinlemeyen ve dolayısıyla günahkâr olan insanlardır. Suçun
belirlenmesinden sonra Türklerin, Hristiyanlara neler
yaptıkları ve nasıl zarar verdikleri konusuna geçilmektedir. Hristiy anlığın
ezelî düşmanı komşu sınırlara girmekte ve “su gibi Hristiyan kanı”
akıtmaktadır. Kullanılan bu ifade, Türklere karşı yazılan dualarda sık sık yer
alan kalıplaşmış sözlerdendir. Yazar, Türklerin kılıçlarıyla insanları
öldürdükleri, yağmacılık y aptıkları ve etrafı yakıp y ıktıklarını
belirtildikten sonra, esas konuy a girmektedir. Buna göre zalim Türkler zavallı
Hristiyanları, daha da önemlisi özellikle çocukları beraberinde esir olarak
götürerek, Müslümanlığın hizmetine kazandırmaktadırlar. Cinayet, yağmacılık,
yakıp y ıkma yine Türklere mal edilen ve çok sayıda duada kullanılan
sabitleşmiş ifadelerdendir. Duanın bu bölümünde, Luther’in de önemsediği çocuk
konusuna yer verildiği görülmektedir. Luther, çocuk dualarını yazarken aynı
endişeden hareketle yola çıkmıştır. Esir düşen çocukların dinlerine sadık kalabilmeleri
için, küçük y aşlardan itibaren Hristiy anlıkla ilgili temel bilgilerin
öğretilmesi gereği, onun özellikle üstünde durduğu konular arasında yer
almaktadır. Bunun olmaması halinde, düşman
tarafından esir alınan çocuklar, duada
da vurgulandığı gibi, düşmanın dinine geçeceklerdir. Bu ise Luther de olduğu
gibi, genel olarak Hristiyanlar arasında büyük bir kaygı uyandırmaktaydı.
Yazara göre Türklerin, Almanya’ya komşu olan ülkeleri istila etmesiyle
hedefledikleri, Almanya’ya girmek ve sonrasında tamamen yok etmektedir. Duada
Tanrı’yı kızdıran insanların cezayı hak ettikleri dile getirilse de ki, yazar
bu bağlamda uzun uzun Hristiy anların işlemiş oldukları günahlara yer vermekte,
nadim (pişman) olmalarından dolayı, O’nun merhametine sığınarak, bağışlanmak istedikleri
vurgulanır. Buna bağlı o larak Tanrı’nın öfkesini Türklere
yönlendirmesi,
onların yapacaklarına izin vermemesi istenmektedir. Ayrıca Tanrı’dan adının
hafızalardan silinmeme sini sağlaması dilenmektedir. Diğer dualarda olduğu
gibi, bu metinde de, düşmanın Tanrı’nın adına leke süreceği ve küçük düşüreceği
vurgulanmaktadır. Çünkü zalim olarak nitelendirilen düşman, Hristiyanlardan,
işlemiş oldukları günahlardan dolayı nefret etmemekte ve bu nedenle
savaşmamaktadır. Düşman, “İsa’nın” tanınıp sayılmasından dolayı savaşmaktadır.
Metne göre düşmanın isteği, “îsa’nın” yerine “Muhammed’in” konulmasıdır.
Peygamberden bahsederken de hakaret içeren oldukça ağır ifadelerin yer aldığını
belirtmek gerekmektedir. Tüm bu sorunların aktarılmasından sonra, Tanrı’nın
gücünü kullanıp, insanlara yardım etmesi isteği dile getirilir. Tanrı buna göre
ayağa kalkmalı, intikam almalı ve sürülen ya da esarete düşen Hristiyanlara
yardım etmeli, onları korumalı ki, bütün dünya kimin Tanrı olduğunu anlasın.
Duanın sonraki kısmında ise düşmana karşı savaşan Roma İmparatoru ve
ordusununun zafer elde etmeleri dileğine yer verilmektedir. Ayrıca bundan sonra
da halkı korumak amacıyla düşmana karşı savaşacak olanlara zafer bağışlaması
istenir. Zaferin yukardan geldiği, kalabalık ile elde edilmediği belirtilir. Bu
satırlar Luther’in 1541 yılında yayımladığı ve Türk tehdidine ilişkin
fikirlerini yazıya döktüğü “Türklere karşı duaya çağrı” metnini
anımsatmaktadır. Söz konusu yazının birçok y erinde Türkleri şeytanlığın
sembolü o larak gören Luther, Türklere karşı savaşan Hristiyanlara şöyle bir
uyarıda bulunmaktadır: “Ve siz Türklere karşı sefere çıkıyorsanız eğer, emin
olunuz ve şüpheye düşmeyiniz ki, etten ve kandan olan, yani insan olanlara
karşı savaşmıyorsunuz. (...) Biliniz ki, siz büyük bir şeytan ordusuna karşı
savaşıyorsunuz; çünkü Türk’ün ordusu aslında şeytanın ordusudur.” Buna göre
sadece düşmana karşı savaşmak ya da ordunun güçlü ve sayıca üstün olması
yeterli değildir. Luther’e göre Türklere karşı elde edilecek olan bir zafer ancak
Tanrı’nın yardımı ile edilebilir. Tanrı’nın gücü anlatılır ve O istediği
takdirde zaferin elde edilebileceği söylenir. Düşmanlardan ve kendilerinden
nefret eden herkesten kurtulmak isterler. Bunun olması halinde ise ömür boyu
büyük bir sadakat ve minnettarlık ile Tanrı’ya bağlı kalacaklarına ve onun oğlu
İsa’nın adını onurlandıracaklarına sözverirler.
Metinde
Roma İmparatoru ve ordusunun başarısı için dua edilmesi ayrıca önem
taşımaktadır. Tüm dua boyunca kalıplaşmış provokatif sözlere yer verilmesinin
dışında bu metinde göze çarpan, korku ve intikam duygusunun dinleyici ya da
okuyucuda uyandırılmaya çalışılmasıdır. Roma İmparatoru ve ordusunun savaş
halinde olması, savaşan ve bundan sonra da savaşa katılacak olan insanların
varlığından bahsedilmesi bu savaşın kolay kolay bitmeyeceğinin ve zorlu bir
savaş olacağının göstergesidir.
6.1.3.
Türklere Karşı Anonim Bir Dua
înceleneck
olan dua Friedrich Roth’un Türckenglocke (Türk Çanı) adlı çalışmasında yedinci
sırada yer almaktadır. Oldukça uzun dualar arasında yer alan duanın herhangi
bir başlığı bulunmamakta ve yazar adı belirtilmemektedir. Duada hemen konuya
girilmekte ve duanın konusu açıklanmaktadır. Buna göre son derece kederli olan
insanlar üzüntülerinin nedenlerini açıklamaktadırlar. Macaristan, Steiermarkt ve
buralara komşu bölgelerdeki Hristiyanların, ezelî düşman Türkler tarafından
sıkıştırıldıkları ve eziyet gördükleri anlatılmaktadır. Bu düşmanın y
ağmacılık, öldürme yakma ve zavallı Hristiy anları kaçırma eylemleri ile büyük
zararlar verdiği açıklanır. Ancak daha da önemlisi Türklerin bunu neden yaptığı
bilgisine yer verilme sidir. Metne göre Türkler bunu Almanya’nın yollarını
açmak ve kısa sürede askerî güçleriyle Almanya’ya saldırmak ve ordularının
korkunç güçleriyle ülkeye y ay ılmak için yaparlar.
Duanın
bundan sonraki konusu nerdeyse tüm dualarda yer alan günah konusudur. Diğer
dualarda olduğu gibi, bu dua da insanlar günah işlemiş olduklarını kabul
etmemekte ve Tanrı’nın merhametine sığınmaktadırlar. Türklere karşı herhangi
bir suç işlemediklerini belirten insanlar, Tanrı karşısında işlemiş oldukları
günahlardan dolayı, savaş v.b. cezaları hak ettiklerini dile getirirler.
İşlenen günahlar arasında Tanrı’ya itaatsızlık, hakaretlerin kullanılması,
cimrilik, ahlaksızlık, kibirlilik, yemek ve içmek (içki) sayılmaktadır. Zalim
Türklerin ise Tanrı tarafından itaat etmeyen kullarını cezalandırmak üzere
kullanıldığı aç ıklanmaktadır. Türklerin korkunç bir düşman olması ve
toprakları yakıp yıkmak istemesi bilgisine yer verilmektedir. Ayrıca insanların
sahip olduğu her şeyi yağmalamak ve ellerinden almak istedikleri
açıklanmaktadır. Kadın, erkek ve çocukları, genç ve yaşlıları öldürmek
niyetinde oldukları belirtilmektedir. Korkunç düşman bunlarla da
yetinmemektedir. Almanya’ya saldırmak, şehirleri, toprakları yok etmek, evleri
taş yığını haline getirmek (79. ilahi) gibi, daha nice kötü niyetlere
sahiptirler. Tüm bunlardan daha da kötü olan Tanrı’nın adını lekelemek, Onun
kiliselerini yok etmek ve İsa’nın yerine “yalancı peygamber Muhammed’i” koymak
istemeleridir. Düşmanın bu girişimi ise sadece Hristiyanlara yönelik değildir,
onların tanrılarına da yöneliktir. Hristiyanlardan nefret etmesi, onları takip
etmesi aslında Tanrı’ya saldırması anlamına gelmektedir. Zaten insanlar bu
nedenden dolayı Tanrı’ya seslenmekte ve ona dua yoluyla y akarmakta, af ve
merhamet dilemektedirler. Duanın bundan sonraki say falarından Türk konusuna uy
arlanan ilahilerden örnekler verilmektedir. Tanrı’dan tüm sınıfların barış,
sevgi ve birlik beraberlik içinde yaşaması için yardım etmesi istenir ki,
korkunç düşmana karşı savaşılabilsin. Çünkü Türk hem Tanrı’ya hem de O’nun oğlu
olarak kabul edilen İsa’ya hakaret etmektedir. Tanrı, Alman milleti, zavallı
Hristiy anlar, kilisedeki ayinler, okullar, Hristiy an polisi, disiplin ve
ahlak, “zalim” Türkler tarafından yok edilmek istenmektedir. Bunun
gerçekleşmemesi için Tanrı’dan savaşanlara şövalyeler gibi savaşabilmeleri için
güç vermesi ve düşmanı yenmesi istenir. Metinde Almanya içerisindeki bölünmeye
de değinilmektedir.
Duayı
diğer dualardan ayıran en belirgin fark duanın hemen başında yer almaktadır.
Duada Türklerin askerî anlamda başarılı olduğu yer isimlerine yer
verilmektedir. Genelde dualarda Roma İmparatorluğunun genelinden ya da
Avusturya’dan bahsedilirken, incelenen dua bu konuda daha detaylı bilgilere yer
vermekte ve dolayısıyla endişe ve tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır.
Macaristan ve Avusturya’da bulunan Steiermarkt bölgesinin, o dönemlerde
gerçekten Türklerin en yoğun savaştığı ve askerî anlamda başarılar elde ettiği
y erler olduğu bilinmektedir. Olayların etkisiyle o dönemlerde bu bölgelerde
yaşayan Hristiyanların, Türklerden dolayı y aşamış olduğı sıkıntılarla ilgili
özellikle Almanya’da çok sayıda yazı çıkmıştır. Bu yazıların tümü, gazete
haberleri, el ilanları vs., maddi ve manevi anlamda Almanları savaşa motive
etmek için propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır. Dua içerisinde ayrıca
savaşla ilgili stratejik bilgileri andıran konulara yer verilir, örneğin,
Türklerin bu saldırılardan sonraki hedeflerinin Almanya olması gibi. Hem
Almanya’da yaşanılan korkuyu hem de propagandanın b oy utunu anlatması
bakımından son derece önemli olan bu ifade, Almanya’da y azılan duaların
temelini oluşturmaktadır. Avusturya’nın Türklerin eline geçmesi halinde en y
akın komşu olan Almany a hedef olacaktır. Bu nedenle Avusturya’nın düşmemesi
için Almanlar da var güçleriy le Avusturya için dua etmelidir, hem manevi hem
de maddi o larak askerî anlamda desteklemelidir.
Dinsel
unsurlar da oldukça yoğun işlenmektedir. Müslümanların Peygamberine “yalancı”
denmesi, onun Tanrı’nın ve dinin düşmanı o larak ilan edilmesi propaganda
faaliyetlerinin bu duada üst düzeyde sürdürüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Buna göre bu düşman öyle bir düşmandır ki Tanrı’yı bile saymamakta ve Ona ait
olanları yok etmeye çalışmaktadır. Düşmanın verdiği maddi zararlardan daha
vahim olan maneviyatın yok edilmesidir. Maneviyatın yok edilmesi ise Hristiyan
dünyasının yok edilmesiyle aynı anlama gelmektedir.
Bu
duada da Türklerle ilgili imgeler sürekli olarak tekrarlanmak suretiyle
insanların belleğine yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu Hristiy anların
kendileriy le ilgili kullandıkları kavramlar için de geçerlidir. Metinde
zavallı ve kurban rolünde olan Hristiy anlar her ne kadar cezayı hak
ettiklerini vurgulasalar da, Türk ile cezalandırılmayı hak etmediklerine de
inanmaktadırlar. Bu da Türkün, Tanrı tarafından verilebilecek en ağır ceza
olduğunun göstergesidir..
6.1.4.
Türklere Karşı Anonim Bir Dua
1566
yılında Strassburg’da yayımlanan ve yazarı belli olmayan, Geystliche KriegŞrustug.
Wider den Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı) adlı kitabın alt
başlığında dua, ilahiler ve dinî şarkılarla Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan
Türklere karşı başarı ve zafer elde edilmesi dileğinde bulunulur. Başlıkta yer
alan bu dilek, daha öncesinde de belirtiğim gibi aslında Türklere karşı okunan
tüm dualarda yer almakta, ancak bazen daha ayrıntılı, bazen ise daha yüzeysel
olarak işlenmektedir. Ele alınacak olan dua hem zafer konusuna hem de Türk
imgesine ay rıntılı olarak yer vermesi sebebiyle incelenmek için tercih edilen
dualar arasına yer almıştır.
Kitapta 11. sırada yer aldığı
belirtilen dua, aslında dokuzuncu[373] sıradadır. Bu hata ise muhtemelen
Roma rakamlarının karışması, yani ters yazılması sonucu oluşmuştur. Dua 53
satırdan oluşmakta ve böylelikle orta uzunluktaki
metinler arasındadır. Duanın ilk 25 satırı sıradan, yani Türk imgesinin yoğun
işlenmediği, dualardan farksızdır. Diğerlerinde olduğu gibi, Tanrı’ya
seslenilir, îsa adına günahların bağışlanması istenir ve merhamet dilenir.
Duanın
bundan sonraki bölümünde Türklerden kaynaklanan tehdit konusu işlenir. Hem
Almanların hem de tüm Hristiyan âleminin Türklerden dolayı içerisinde
bulundukları zor ve sıkıntılı durum anlatılır. Hristiyanlığın bir üst kimlik
olarak kullanılması özellikle de bu satırlarda ortaya çıkar, çünkü insanlar
sadece kendi ülkeleri için değil, tehlike altında bulunan ve aynı zamanda
Hristiyan dinine mensup olan bütün ülkeler için dua ederler. Türk korkusunun
Avrup a birliği bilincinin pekişmesine neden olduğu, 16. yüzyılda yazılan
yazıların çoğunda olduğu gibi, dualardan da anlaşılmaktadır. Siyasi çekişmeler
dolayısıyla birbirinden uzak kalan aynı dine mensup ülkeler, yine siyasi
kaygılardan ötürü biraraya gelirler. Türk korkusu bu kaygıların başında
gelmektedir.
Muazzam
bir güç olarak algılanan Türklerin, uzun dönemler boyunca AvrupalIların
karşısına çıkmaları, bu kimliğin pekişmesine neden olmaktadır. Bu nedenle
Almanya dışında bulunan, tehlikede ya da Türklerin eline geçmiş olan Hristiyan
dinine mensup ülkeler için de, metinde olduğu gibi, dua edilirdi. Türkler metne
göre Hristiy an halkına karşı zalim ve haince savaşmakta, Tanrı’nın kutsal
adını karalamakta, yok etme hedefini gütmekte ve “Muhammet” ile “menfur” olan
“batıl inançlarını” kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden insanlar
Tanrı’ya yürekten seslenmekte ve O’nun himayesi altına girmek istemektedirler.
Türkler, diğer dualarda olduğu gibi,
doğrudan zulüm ile bağdaştırılır. Ancak y azarın dikkat çekmeye çalıştığı konu,
savaşta karşılaşılan zulümlerden çok, bu savaşın bir din savaşı olduğudur. Bu
nedenle Hristiy anlığın
karalandığı,
hatta bütünüy le yok edilmeye çalışıldığı vurgulanmaktadır. Buna bağlı o larak
Müslümanlık zorla kabul ettirilmey e çalışılan batıl inanç olarak
tanımlanmaktadır. Duaların provokatif ve siyasi metinler olmaları nedeniyle,
Türk’ün dini olarak tanımlanan Müslümanlık, genelde kısa ancak kışkırtıcı
sözcüklerle tanımlanır. Zulümlerle ilgili tasvirlere ise, insanları doğrudan
etkilemesi nedeniyle daha geniş yer verilir. Metinde, insanlar, “kana susamış”
olan bu korkunç düşmana karşı Tanrı’nın kendilerini korumasını ve Ondan
düşmanın yandaşlarını (heyetini) ve gücünü yok etmesi için yakarırlar. Ayrıca
Tanrı’dan Roma İmparatorunun ve onunla birlikte bu güçlü düşmana karşı savaşmay
a hazırlanan herkesin y anında olmasını ve onlara zafer bahşetmesi dileğinde
bulunurlar. Bu isteğin sonunda ise insanlar bunun gerçekleşmesi halinde
kendilerinin ve kendileri gibi olanların sonsuza kadar gerçek Tanrı’larının
yanında olacaklarına, O’na hizmet edeceklerine söz verirler. Türk konusunun
detaylı o larak ele alındığı bu duanın başı ve sonu dua konseptine uy gun bir
biçimde noktalanır.
Duaların
esasında teolojik metinler olduğunu göz önünde bulundurulursa, metin içerisine
yerleştirilen provokatif tasvirlerin, küçümsenmeyecek kadar fazla olduğu ortaya
çıkmaktadır. İncelenen metinde Türklerle ve Müslümanlıkla ilgili yer alan
söylemlerden de bu açıkça ortaya ç ıkmaktadır. Türklere karşı y azılmış olan
duaların genelinde olduğu gibi, bu metinde de zafer talebi kısa ve öz ifade
edilir. Bu açıdan ele alınan dua, diğer kategorilerde yer alan dualardan farklı
değildir. Burada vurgulanması gereken, zafer isteğinin hep aynı şekilde dile
getirilmesidir.
6.1.5.
Türklere Karşı Anonim Bir Dua
Bavyera’nın
Thierhaupten şehrinde 1594 yılında basılmış olan kitabın adı Ein Christlich
Gebet/ wider deŞ Türcken grausamb wütten unnd Tyranney (Türklerin vahşice
zülümlerine ve gaddarlıklarına karşı bir Hristiyan duası)’dır. Yazar adı
belirtilmeyen kitapta yer alan dua beş sayfa uzunluğundadır. “Ein Christlich
Gebett wider den Türcken.” (Türklere karşı bir Hristiy an duası.) başlığını
taşıy an duanın giriş kısmı diğer dualardan farklı olmamakla birlikte, son
kısmı zafer konusuna değinmekte ve bunun için dileklere yer vermektedir.
Kitabın ikinci sayfasında karakalem çalışmasını andıran bir çizim yer
almaktadır. Çizimde Hz. îsa’ya yakaran bir insan bulunmaktadır. Çizimin üstünde
Latince, altında ise Almanca: “Tanrım bizi öfkenle cezalandırma, 37. ilahi”
yazısı yer almaktadır. Metnin girişinde kısaca Tanrı’dan insanlara kulak
vermesi istenir. Bu dileğin hemen ardından konuya girilmekte ve “zalim” o larak
nitelendirilen Türklerin niyetlerine yer verilmektedir. Türkler, kılıç, ateş, yağmacılık
ve esaretle, Hristiyan krallıklarına ve ülkelerine bütün güçleriyle saldırmak,
savaşmak ve sonunda yok etmek istemektedirler. Yazar bunun Türklerin en büyük
hedefi olduğunu vurgulayarak hedef kitleyi korkutup kışkırtma çabası
gütmektedir. Ona göre Türkler, Hristiyanlığı yok edip, onun yerine “lanet”
batıl inançlarını koymak isterler. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, yazar
okuyucu ya da dinley icinin manevi duygularını provokatif bir şekilde sömürmek
ister. Bunun için tüm Hristiy an ülkelerin büyük bir tehdit altında olduğunu
vurgular ve dolaylı olarak birlik ve beraberlik çağrısında bulunur. Duanın
yazarına göre, insanları kendilerine ve dinlerine zalimce köle etmek isteyen
Türkler, böylelikle Hristiyanlığı da küçük düşürmek ve Tanrı’nın kutsal adını
lekelemek isterler. Burada Tanrı’ya seslenen insanlar aslında O’nu
uyarmaktadırlar. Türklerin başarılı olması halinde tüm bunların
gerçekleşeceğinin ifade edilmesi, yardım beklentilerinin sadece günahkâr kullar
için değil, tüm Hristiyan âlemi için önemli olduğunun
göstergesidir. Tanrı buna göre gücünü
göstermek zorundadır, aksi takdirde Hristiyanlıkla birlikte kendisi de zarar
görecektir. “İsa’dan” kullarına merhamet göstermesi, onları koruması dileğinde
bulunulur, çünkü “zalim” Türkler Hristiy anlara hükmetmek
istemektedirler.
Duanın devamında İsa’dan “zalim” ve “kana susamış” Türklerin gücünü kırması ve
insanları onun eline teslim etmemesi istenir ki, düşman da kibirlenip,
“Hristiyanların Tanrı’sı nerede” diye sormasın. Metinde yer alan ifadeler daha
da sertleşmekte ve artmaktadır. Sıralanan örneklerle Tanrı’ya, aslında okuyucu
ya da dinleyiciye, durumun ciddiyeti duyurulmaya çalışılmaktadır. Tanrı’dan zor
durumdaki insanların ağlamalarını, haykırmalarını ve çığlıklarını duyması
istenir. Çünkü “acımasız” ve “kana susamış köpek” esir düşen Hristiy anları,
zavallı yetimleri Hristiy an ülkelerden götürerek, çeşitli eziyetler
yapmaktadır. Yazar metinde söz konusu eziyetleri sıralamakta ve Tanrı’dan
bunlara maruz kalanlara ümit vermesini ve onları kurtarmasını istemektedir.
Türklerle ilgili kullanılan bu ifadeler birçok duada yer
almakta ve Türk duaları literatürü içerisinde kalıplaşmış sözler olarak
karşımıza çıkmaktadır. Askerî zaferlerin elde edilmesi ise söz konusu duanın
son bölümünde yer almaktadır. Yine “îsa’ya” seslenilir ve Hristiyan Kayzerine[374],
prenslerine, askerî güçlerin tümüne, Türklere karşı savaşan ve gelecekte
savaşacak olan insanlara yardım etmesi, destek olması ve zafer bahşetmesi istenilir.
Çünkü Tanrı’nın yardımı ve meleklerin koruması olmadan, düşmana karşı zafer
elde etmek mümkün o lmay ac aktır. Düşman ancak bu şekilde kimin gerçek Tanrı
olduğunu anlayacaktır. Duanın bitiminde ise Tanrı’nın böylesine merhametli
olması halinde, insanların tüm kiliselerde O’nun kutsal adını
onurlandıracaklarına söz vermektedirler. Savaşın Almanya’da ne denli korku
saldığı metnin tümünde yer alan kışkırtıcı ifadelerden anlaşılsa da, son bölüm
korkunun boyutlarını ortaya koyması bakımından ayrı önem taşımaktadır. Başta
Kayzer olmak üzere güç, yetki sahibi olan ve savaşın seyrini Hristiy anlar
aleyhine değiştirecek herkesin başarısı için dua edilmektedir.
Savaşın devam etmesi ve devam edecek olması da, Türklerin gücü karşısında
duyulan korkunun ifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca böylesine güçlü bir
düşmanın karşısında sadece savaşmanın yetersiz kalacağı endişesinden hareketle,
Tanrı ve meleklerinden manevi güç beklenmektedir. Hristiyanlığın devamlılığı
açısından bu yardım olmaksızın başarılı olmak imkânsız olarak kabul
edilmektedir. Görülüyor ki duanın yazarı insanları Türklere karşı seferber
etmek için, manevi duygulara seslenerek, ama özellikle de korkutarak harekete
geçirmeye çalışmıştır.
6.1.6.
Türklere Karşı Anonim Bir Dua
Ein
Christlich Gebett/ wider den Türcken (Türklere karşı bir Hristiyan duası) adını
taşıyan 11 sayfalık kitapçık, 1592 yılında Almanya’nın Münih şehrinde
yayınlanmıştır. Yazarı belli olmayan kitapçık on sayfalık bir duadan
oluşmaktadır. Duanın adı, kitabın başlığı ile aynıdır. Giriş kısmında, Türkler
aleyhinde yazılan duaların tümünde olduğu gibi, Tanrı’ya seslenilir ve işlenen
günahların bağışlanılması dileğinde bulunulur. Tanrı’nın uzun bir süre
insanların iyileşmesini beklediği, anc ak bunun hiç bir zaman gerçekleşmediği
vurgulanır. İtiraf bununla kalmaz ve insanların hiç çekinmeden, korkmadan gün
be gün günah işlemeye devam ettikleri belirtilir. Bu günahlar dolayısıyla
insanlar, “Türk’ün gücü” şeklinde ortaya çıkan, Tanrı’nın haklı öfkesi ile
karşı karşıya kalırlar. Duada konuşturulan insanlar bunun üzerine Tanrı’ya bir
soru y öneltir ve bu cezanın aslında Tanrı’nın kendisine de zarar verdiğinin
altını çizerler. Çünkü insanların işlemiş oldukları
günahlar
dolayısıyla din, kilise ve ibadetler zarar görmektedirler. Bu nedenle Tanrı’dan
öfkesine hâkim olması, karanlık ve taşlaşmış yürekleri bu tehlikeli, zor ve
kötü zamanlarda merhametiyle aydınlatması dilenir. O’ndan zavallı kadınların, y
etimlerin, adına vaftiz edilmiş anne kucağındaki masumların “kana susamış Türk
köpeği” tarafından nasıl boğazlandıklarını, öldürüldüklerini, doğrandıklarını,
parçalara bölündüklerini ya da insanlık dışı bir şekilde dinlerinden
uzaklaştırıldıklarını görmesi istenir. Tanrı’ya yöneltilen istekler sürdürülür
ve zavallı insanların inlemeleri karşısında merhamet göstermesi, daha da
önemlisi Hristiyan halkının bulunduğu zor durum dolayısıyla ordulara yardım
etmesi dilenir. Çünkü Hristiyanların gücü ve savunması metinde belirtildiği
gibi, Tanrı’nın y ardımı olmadan bu düşman karşısında zayıf ve yetersiz kalmaktadır.
O’ndan zalim Türklerin gücünü kırması istenir. Ayrıca parantez içerisinde
Türklerin hedefleri hatırlatılır: Buna göre Türkler kılıç ve ate şle Hristiy
anlığı yok etmek, onun yerine “Şeytan” olarak adlandırılan “Muhammed’ı koymak”,
“ve tüm Hristiyan dünyasını tam manasıyla bir Türkiye”[375]
haline
getirmek isterler. Duada Tanrı’nın Hristiyan hükümetine, Kendisine hizmet
edenlere ve onun onuru için savaşan askerlere ve herkese güç vermesi dilenir.
Metin görüldüğü üzere diğer metinlerle büyük benzerlikler gösterse de, savaş
konusuna farklı bir bakış açısı katmaktadır. Savaş dualarının çoğunda olduğu
gibi bu duada da Türklere yönelik ajitasyon ağırlıklı olarak işlenmektedir.
Yine bu duada da Türklere ilişkin kalıplaşmış sözler sıkça kullanılmaktadır.
Türklere mal edilen olumsuz özellikler sayesinde yazar bir yandan insanları
korkutarak dinî duygularını harekete geçirmek ister, diğer yandan onların
düzelmesini ve iyi birer Hristiy an olmasını hedefler. Hristiyanlığın, Türk
düşmanından korunması ve ona karşı zafer elde etmesi için, insanların manevi
duygularına seslenerek, Türklere karşı hem manevi bir savaş hazırlığı, hem de
gerçekten savaşanlara destek vermek ister. Metinde dinsel öğelerin yanı sıra
savaş konusuna da geniş yer verilmektedir. Türklerin askerî stratejilerinin tüm
Hristiy an ülkeleri ele geçirmek olduğu ve bunun sonucunda
sınırlarını genişletmek olduğu vurgulanır. Diğer metinlerden farklı olarak bunu
ortaya koymak için “Türckey” (Türkiye) kavramına yer verilir[376].
Bu açıdan bakıldığında duanın son derece önemli bir metin olduğu ortaya
çıkmaktadır. Türk savaşları dualarda okuyucuya genelde din savaşı o larak
sunulur. Savaşın stratejisi ya da siyasi nedenleri işlenmemektedir. Bu
mantalite ise duaların etkinliğini artırmaktadır. Çünkü duanın etkinliği,
anlaşılması ve özümsenmesiyle doğru orantılıdır. Bu nedenle duada kullanılan
dilin ve işlenen konunun sade ve anlaşılır olması büyük önem taşımaktadır.
Ancak incelenen bu metinde Türklerin sadece Hristiyan dinini, bu dine mensup
insanları, toprakları yok etmek istemekle kalmadıklarını, sınırlarını
genişletmek istediklerini, kendi güçlerini arttırmak niyetinde olduklarının
altı çizilir. Bu ise do lay lı o larak Hristiyanların daha büyük bir zulüm ile
karşı karşıya kalacakları anlamına gelmektedir. Nasıl bir zulümün onları
beklediği ise o dönemde çıkan yazıların, haberlerin tümünde yer almaktadır.
Henüz annesinin kucağında olan yeni doğmuş
bebeklerin, ailelerinden koparılan küçük çocukların ve kadınların maruz
kalacağı muamele, ajitasyonun etkisini pekiştirmek ve insanların savaşa katkı
sağlamasına yöneliktir. Kiliseler de bu anlamda savaşa destek sağlamak için bu
imgelerden faydalanmakta ve bunların yayılmasına gayret göstermektedirler.
Böylece din düşmanı olarak adlandırılan Türk’e karşı duracak maddi ve manevi
bir güç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Üstelik insanların tekrar Tanrı’ya,
kiliselere, kısaca manevi duygulara sarılması sağlanmaktadır. Bu ise
Hristiyanlığın o rtak düşmanı karşısında güç kazanmak anlamına gelmektedir.
4.
BÖLÜM 1. Yüz Dua Üzerinden Yapılan
İncelemeler Hakkında
16. yüzyılda Almanya’da basılan ve
Türk korkusunu dile getiren 100 dua inceleme kapsamındadır. Dua sayısı daha
fazla olmasına rağmen, fikir vermek amacıyla örnek teşkil edecek 100 dua
seçiminde öncelikle dikkate alınan o dönemin önemli y azarlarına ait o lmaları
ya da dua kitap larında yer almalarıdır. Ayrıca Almanya’nın farklı şehirlerine
ait dualar seçilmesine özen gösterilmiştir. Seçilen duaların, tüm Almany a’y ı
kap say an reprezantatif dualar olması, incelenmeye dahil edilmeyen dualar
hakkında da genel itib arıy le fikir verecektir[377].
1.1.
Duaların Yayınlandıkları Yıllara
Göre Dağılımları
Duaların
analizleri için yayınlandıkları yılların göz önünde bulundurulmasının son
derece önemli olduğu öncesinde belirtilmiştir. Bu tarihler aynı zamanda
Türklerin Avrupa’da zaferler elde ettiği ve dolayısıyla da korku saçtığı
dönemlerdir. Aşağıdaki tabela, çalışmada incelemeye dahil edilen 100 duanın
yayın yıllarına göre, on yıllık dilimler halindeki dağılımını gö stermektedir.
Yıllar |
Dua sayısı |
1500-1509 |
- |
1510-1519 |
- |
|
|
1520-1529 |
1 |
1530-1539 |
3 |
1540-1549 |
1 |
1500-1559 |
- |
1560-1569 |
23 |
1570-1579 |
3 |
1580-1589 |
15 |
1590-1599 |
54 |
Avusturya’nın
Türkler tarafından tehdit edilmesi, Almanya’yı birebir etkilemiş ve duaların
yazılmasına neden olmuştur. Türk savaşlarının Avusturya’da en yoğun
hissedildiği tarihler ise, 1529-1538, 1541-1547, 1552- 1568, 1590-1606 yılları
arasındadır. Bu tarihlere dayanarak Almanların hangi savaşlardan etkilendiği,
listeyle karşılaştırma yapıldığında ortaya çıkmaktadır. 1530 ile 1549 yılları
arasında yayınlanan dualar Luther’in etkisi sonucunda ortaya çıkanlardır. Buna
hem Luther’in kendi, hem de onu kendine örnek alan papazların duaları da
dahildir. 1570-1579 yılları arasında y ay ınlanan duaların azlığı Türk
korkusunun azaldığına işaret etmektedir. Bunun belki en önemli nedeni înebahtı
Deniz Savaşı sonucunda Hristiyanların elde etmiş olduğu zaferdir. Bu zaferle
birlikte yenilmez Türk imgesi kırılarak korkunun kısa bir süreliğine azalmasına
neden olmuştur. 1580-1589’da artan dua sayısı ise Türk korkusunun
unutulmamasına yönelik olabileceği gibi, gerginliğin tırmanmasına bağlı o larak
da y azılmış olabilir. Türk duaları açısından belirleyici yılların 1560-1569
ile 15901599 arasında olduğu oranlardan ortaya çıkmaktadır. Her iki dönemde de
Osmanlı ordularının Viyana’ya doğru sefere çıkması, Almanları korkutmuş ve
Türklere karşı yazılan dua literatürünün artmasına neden olmuştur. Tarihî
olayların dua sayısına etkisi tabelada da görüldüğü gibi açıkça ortaya
çıkmaktadır. 1590’lı yıllarda korkunun daha da artmasının başka bir nedeni ise
1600 yılında mahşer gününün geleceğine ve Almanya’nın Türkler tarafından harap
edileceğine inanılmasından kaynaklanmaktaydı.
1.2.
Duaların Protestan ve Katolik Mezheplerine
Göre Dağılımı
Çalışmada
incelenen duaların mezheplere göre dağılımını tespit etmek bazı durumlarda son
derece zor olmakla birlikte, kimi zaman ise mümkün olmamıştır. Yazarların
mezhebini tespit etmek amacıyla öncelikle BBKL (Biographisch- Bibliographisches
Kirchenlexikon)[378],
TRE (Theologische Realenzyklopâdie) ve RGG (Religion in Geschichte und
Gegenwart: Handwörterbuch für Theologie und Religionswissenschaft) gibi
teolojiyle ilgili kitap, ansiklopedi ya da sözlükler taranmıştır. Bu
kaynakçalarda yer almayan yazarlar, Alman Teoloji Tarihi açısından belirleyici
olmayan, sadece yöresel önem taşıy an papazlardır. Ayrıca Die Buchdrucker des
16. und 17. Jahrhunderts im deutschen Sprachgebiet (16. ve 17. yüzyılda Almanca
konuşulan bölgelerde matb aacılar) adlı kaynaktan faydalanılmıştır[379].
Yazarlar bazı durumlarda çalışmalarının ön sözünde hangi mezhebe bağlı
olduklarını açıklamakta, bazen ise konuya ilişkin ipuçları vermektedirler.
Bunun olmaması halinde adı geçen kaynakçalar
taranmıştır. Bu kaynakçalarda da yer almayan yazarların nereden geldiği,
çalışmalarını nerede yayınladıkları veya nerede papazlık yaptığı tespit
edilerek o bölgede hâkim olan mezhep doğrultusunda karar verilmiştir. Aynı
yöntem y azar kimliğinin açıklanmadığı çalışmalar için de uygulanmıştır. Bu
durumda da metin içindeki ipuçları taranmış, ayrıca yayın yeri (şehri) veya
yayıncı dikkate alınmıştır.
Yazarı protestan olan dua kitaplarında
yer alan anonim dualar da esasen sorun teşkil etmektedir. Bu tür dualar bir
yandan, okuyucu kitlesi belli olduğundan, Protestan dua olarak
nitelendirilebilir. Diğer yandan Althaus’un da belirttiği gibi duanın kaynağı
belli olmadığından, y azarının mezhebi de belli değildir. Prote stanlar ile
Katolikler arasındaki yoğun etkileşim de göz önünde bulundurulduğunda, kesin
bir sonuca varmak mümkün olmamaktadır[380].
Protestan dua kitaplarında yer alan anonim kilise duaları için de aynı sorundan
bahsetmek mümkündür. Ancak Protestan dua kitaplarında yer alan anonim
dualar, Protestan okuyucu kitlesine sunulduğundan, Protestan duaları sınıfına
dahil edilmiştir.
Mezhepler |
Dua sayısı |
Protestan dualar |
85 |
Katolik dualar |
12 |
Mezhep belirlenemeyen dualar |
3 |
Dağılımlar
incelenen 100 duadan 85’inin Protestanlara ait olduğunu göstermektedir.
Böylelikle Protestanların Türklere karşı dua yazma konusunda Katoliklerden daha
etkin olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Delumeau’e[381] göre 16. yüzyılın ikinci
yarısından 17. yüzyılın başlarına kadar “deccal”e karşı duyulan korku
Protestanlarda kesinlikle daha belirgin o larak ortaya çıkmaktadır[382]. Delumeau buna kanıt olarak
Frankfurt’lu kitapçı Georg Draudius’um 1625 yılına ait kitap kayıtlarını
göstermektedir. Kayıtlara göre dünyanın ve insanlığın sonu[383] konulu 89 kitaptan sadece bir
tanesinin yazarı Katoliktir. Buna karşın Protestan y azarların sayısı 68,
Kalvenci[384] olanların ise 20’dir. Ancak
burada sözü edilen deccal sadece Türk değildir. Papa’nın da Protestanlarca
deccal o larak yorumlandığı unutulmamalıdır. Delumeau’nın sözlerine istinaden Andermann[385] deccal korkusunu tamamen Türk
korkusuyla özdeşleştirmiş ve Protestanların deccal Türk’ten daha fazla
korktuğunu dile
getirmiştir.
Elde edilen bu sonuç kesinlikle
Katoliklerin Türklere karşı dua etmediği ya da daha az ettiği anlamına
gelmemektedir. Reformasyon Tarihi araştırmaları çerçevesinde Bernd Möller
tarafından “matbaasız Reformasyon olmaz” formülüne karşılık, kitap tarihi
araştırmacılarından Erdmann Weyrauch “Reformasyonsuz (seri) kitap basımı olmaz”
sözlerini ortaya koymuştur. Matbaacılık ve Reformasyonun birbirine etkisi bu
sözlerden açıkça ortaya çıkmaktadır. Başta Luther, Melanchthon, Zwingli ve
Bugenhagen gibi reformatörlerin yazıları, ideolojik de olsa geniş bir alıcı
kitlesine sahip olduğundan, çokca basılmakta ve yayın evi sahiplerini satış
rakamlarıyla memnun kılmaktadırlar[386].
Luther’in çalışmaları matbaa olmaksızın ne bu kadar çabuk y ay ılab ilir, ne de
Reformasyon hareketi bu kadar etkin olabilirdi. Bu ise Reformasyonun neden
hızla ideolojik bir akıma dönüşebildiğini aç ıklamakta ve Reformasy onun
başarısının o dönemde tekno lojik olarak gelişen matbaacılığa
dayandığını göstermektedir[387].
Türklere karşı yazılan duaların bu denli hızla yayılmasının sebebi de,
Protestanların matbaacılıktan yoğun olarak faydalanmasından kaynaklanmaktadır.
Ayrıca Türk savaşlarının özellikle Protestanlar tarafından siyasi malzeme
olarak kullanılması da “Türk dualarının” Protestan çevrelerinde hızla
popülarite kazanmasına neden olur. Çünkü Türklerin güç kazanması, askerî
zaferler elde etmesi Protestanlar tarafından Katolik mezhebinin zaafı olarak
açıklanmakta ve böylece Papa’ya karşı kullanılmaktadır. Bu ise 16. yüzyılın
yazınsal ürünlerinden de ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yukarıdaki rakamlar 16.
yüzy ılda Kato liklerin Türklere karşı dua konusunda daha az etkin olduğu
anlamına gelmemekte, sadece y azınsal ürün ortaya koymada Prote stanlar kadar
matbaacılıktan istifade etmediklerini göstermektedir.
1.3.
Duaların Belirli Türlere Ayrılması
ve Bunların Dağılımları
Türklere karşı yazılan dualar beş
başlık altında toplanmıştır. İncelenen tüm metinler, David Meder’inki hariç,
sadece bir sınıfa dahil edilmişlerdir. Meder’inki ise, başlığından edinilen
bilgi doğrultusunda, kilise, çocuk ve ev olmak üzere üç kategoriye birden dahil
edilmişir[388].
Dua Türleri |
Dua sayısı |
||
Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları |
56 |
||
Kilise Duaları |
28 |
||
Çocuklara ve Gençlere Yönelik Dualar |
11 |
||
Savaş Duaları |
4 |
||
Ev Duaları |
3 |
|
|
Yapılan
incelemeler sonucunda, “Özel bir kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları” adı
altında toplanan grup, sayıca üstünlük göstermektedir. Söz konusu dualar,
belirli bir kesime ya da ortama hitap etmemektedir. Bu duaların ortak özelliği,
toplumsal tehdit olarak algılanan Türklere karşı yazılmış olmaları ve
toplumdaki herkesi savaşmaya motive etmeleridir. Başlıkta duanın kimlere yönelik
yazıldığı bilgisinin yer almaması, kullanımına ilişkin sınırlamaları da o rtad
an kaldırmaktadır. Böylece b aşta kilise olmak üzere, herkes tarafından her
ortamda okunabilmektedir. İncelenen 100 duanın 56’i “Özel bir Kesime Yönelik
Olmayan Türk Duaları” kapsamına girmektedir.
Son
olarak vurgulanılması gereken, çalışmada “Özel bir Ke sime Yönelik Olmay an
Türk Duaları” olarak adlandırılan duaların Hristiyan cemaati için yazılmış
dualar olduğudur. Kilise, çocuk, savaş veya ev dualarıy la aralarında, başlık dışında,
belirgin farklar bulunmamaktadır. Bu ise duaların büyük çoğunluğunun papazlar tarafından çoğunlukla talimatlar doğrultusunda yazıldığı ve
tümünün aynı işlevi yerine getirmesiyle açıklanabilmektedir. Okuyucu kitlesi
Hristiyan cemaati olan bu duaların işlevi, insanların dikkatini savaşa çekmek
veya savaşmaya çağırmaktır. Kilisenin Türklere karşı propaganda konusunda yoğun
çaba harcadığı ve olumsuz Türk imgesinin Almanya’da hızla y ay ılmasına en
büyük katkıy ı sağladığı bilinmektedir. İncelenen duaların 28’i Almanya’nın
farklı bölgeleri için yazılmış olan kilise dualarıdır[389].
Kilise dualarıyla toplu halde proganda yapıldığı dikkate alınırsa, bu say ının
azımsanmayacak bir sayı olduğu ortaya çıkmaktadır. Çocuklara ve gençlere
hitaben yazılmış dualar ise 11 defa tespit edilmiştir. Bu ise “Türk” konusunda
çocuklara verilen öneme işaret etmektir. Savaş duası başlığını taşıyan metinler
genelde savaş alanlarındaki askerlere yönelik yazılmış dualardır. Bu başlığı
taşıyan dört dua inceleme kapsamında yer almıştır. Savaş dualarının sayıca az
olması, Almanya’da savaşa katılan insanların, örneğin Avusturya’ya göre daha az
olmasından kaynaklanmaktadır.
Ayrıca
savaş meydanlarında yer alan askerler için yazılan duaların propaganda amaçlı
kullanıma çok da elverişli olmadığı vurgulanmalıdır. Çünkü Türklere karşı
savaşanlar zaten hedef kitleyi oluşturmamaktadır. Hedef savaşa çağırmak ve
maddi destek sağlamak olduğundan, hedef kitle de savaşın dışında yer alan insanlardır.
Sayıca az olan ev duaları ise 100 duanın içerisinde sadece üç kez tespit
edilmiştir. Luther bu konuda kendi duasıyla öncülük yapmış olsa da, ev duaları
propagandaya, örneğin kilise duaları kadar elverişli değildir. Bireyselliğe
hitap eden ev duaları bu nedenle olumsuz Türk imajını yaymak amacıyla en az
kullanılan dua türü olmuştur.
1.4.
Türklere Karşı Yazılan Dualarda Türklerle İlişkili Sözcüklerin
Taranması,Listelenmesi ve Dağılımları
Türk
imgesinin 16. yüzyılda büyük önem taşıdığı çalışma boyunca dile getirilmiştir.
Metinlerin incelenmesi sonucu dualarda Türklerle ilgili kullanılan bazı
sözcüklerin daha sık, diğerlerinin ise daha az kullanıldığı göze çapmaktadır.
“Türkler” en çok hangi sözcüklerle tanımlanmakta ya da özdeşleştirilmektedir?
Hazırlanan listede, Türklerle ilgili kullanılan sözcüklerin neredeyse tümüne
yer verilmiş ve kullanım sıklıklarına göre sıralanmıştır. Böylelikle hedeflenen
Türklerle ilişkili sözcüklerin, metinlerdeki yoğunluğunu hem sayı hem de orantı
olarak ortaya koymak ve 16. yüzyıl Almanya’sında “Türk” kavramının neleri
çağrıştırdığı hakkında fikir vermektir.
Liste
oluşturulurken dualarda yer alan sözcükler taranmıştır. Sözcük sayımına dahil
edilen dua sayısı 100’dür. Birden fazla kaynakçada yer alan ve birbirinin aynı
olan dualar incelemeye dahil edilmemiştir. Sözcük say ımına başlıklarda yer
alan sözcükler de dahil edilmiştir. Kitap adı ve dua başlığının aynı olması
halinde ise bunlardan sadece birisi değerlendirilmiştir. Aynı haneye giren
sözcüklerde sıfat ya da isim ay rımı yapılmamıştır. Dikkate alınan Almanca’daki
sözcüklerin aynı kökten türetilmiş olması ve aynı anlama gelmeleridir. Örneğin
düşman hanesine düşman, düşmanlar, ezelî düşman ya da düşmanca gibi, aynı
anlama gelen sözcükler girmektedir. Karışıklığa neden olmamak için hane
içerisinde zaman zaman kısa açıklamalara yer verilmiştir. Örneğin, kavramın
kime ya da kimlere yönelik bir davranışı, eylemi, hedefi anlatması, ya da söz
konusu özelliğin, durumun kime ait olduğu, kimi tanımladığı gibi. Sözcüklerin
listeye alınması için esas alınan, Türkleri tanımlaması, özelliklerini
belirlemesi, yapmak istediklerini ya da yaptıklarını anlatması, Hristiyanlara
verildiği ileri sürülen zararlara, ya da onlarda uyandırdıkları duygulara yer
vermesidir. Ayrıca Almanların Türklerle ilişkilendirdiği kavramların neredeyse
tümü de dahil edilmiştir. Listede toplam olarak 203 sözcük yer almaktadır.
Türkçe |
Almanca |
|
|||
Türk, Türkler |
rn.. 1 m» 1
rp.. Türk, Türke, Tr türkisch |
|
|||
düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı; düşman; Tanrı’nın, Hristiyanlığın,
kilisenin, düşmanlık, düşmanca ezelî |
Feind, Feinde Menschen,
Christenfeind, F (Gottes) Christe Kirche), Feinds feindlich, Erb Erzfeind,
Todesfeiı |
|
|||
düşman
amansız düşman |
|
|
|||
kan dökmek, kana susamış köpek; (Hristiyanların) kan; kana susamış
gözünü kan bürümüş |
Blutvergiessen; Bluthund;
Blut Christen);
blutdü blutgierig |
|
|||
despot, (tiran, zalim, gaddar), despotlar,
despotluk, despotça |
Tyrann, Tyra Tyrannei
tyrannisc |
|
|||
|
|
|
|||
zulüm, zalim |
grausam, Grausaı |
|
|||
mukaddesata sövmek; Tanrı’ya
sövmek; Tanrı’ya
söven, küfürbaz |
(Gottes)Lâsterun lâstern ( gotteslaestrig,
Lâstermaul, lâsterl |
|
|||
cinayet, katil, öldürücü, adam öldürme,
öldürmek, katletmek, |
Mord, Mi mörderisch,
Totsc umbringen, |
|
|||
ölmek,
öldürmek (insanları, bedenleri, ruhları) |
umkommen, (er)morden,
(Mens Leib,
Seele) |
|
|||
sıkıntı; sıkıntı çekmek (Türklerden dolayı) |
(Türken verursa
Not; Notl (Vorstehende,
g schwere Not; veruı durch den Türken) |
|
|||
korkunç, tüyler ürpertici, menfur |
Greulich, Greuel |
|
|||
lekelemek, |
|
|
|||
kirletmek schânden (G Namen, Leiber, F und Jungfr gefangene
Chri Schande (zur Sc! der Türken werden (Tanrı’nın adı, bedenleri, kadın ve kızları (bakireleri),
esir Hristiyanları; maskara
(Türklerin maskarası olmak) |
|
||||
korku, korkunç, korkmak, korkutmak |
Schrecken, schre schrecklich, erschrecklich,
erschrecken |
||||
|
|
||||
esir, esir almak |
Gefangene, gef< nehmen, |
|
|||
haydutluk, haydut, yağmalamak |
Raub, R Rauberei,
(be)raub |
|
|||
Muhammed, Muammed yandaşları, Müslümanlar,
müslümanca |
Mahomet, Mahometisten, Mahometisch |
|
|||
takip; zulmetmek |
verfolgen (Chr |
|
|||
(Hristiyanları,
Tanrı’yı, Isa’yı) |
Gott,
Jesu) |
|
|||
yok, imha etmek (inançı, Hristiyanlığı,
Almanya’yı, idareyi ve düzeni) |
Vertilgung, vert (des Glaubens, Christenheit,
Deutschlands, Reg u. Ordnung |
|
|||
tehlike (beden, ruh, ülke Hristiyanlık
için) |
Gefahr (für Le Seele, Christenheit) |
|
|||
tahribat, harap, |
|
|
|||
tahrip |
etmek, |
Verwüstung, |
|
||
tahrip |
eden, |
verwüsten,
Verw |
|
||
ülkeye |
tahrip |
Landverwüster |
|
||
eden; |
tahrip, |
Verwüstung,
verw |
|
||
harap |
etmek |
(Christenheit, |
|
||
(Hristiyanlığı) |
Deutschland, |
|
|||
(Almanya’yı,
ülkeyi, ülkeleri, Hristiyanlığı) |
Lânder) |
|
|||
güç (kudret); |
Macht, mâ |
|
|||
güçlü
(kudretli) (Türkler) |
(Türken) |
|
|||
gazap, gazaplı, vahşi, korkunç |
Grimm, grimmig |
|
|||
|
|
|
|||
dinsiz, kâfir, kâfirler ülkesi |
Heiden, Heidensc |
|
|||
hiddetlenmek, tahribat yapmak |
wüten, wütig |
|
|||
kölelik |
Dienstbarkeit |
|
|||
elem vermek (Hristiyanlara, yüreklere, kiliseyeTanrı’ya) |
betrüben (Chr Herz,
Kirche, Gott) |
|
|||
korku, korkutmak |
Angst, ângs verângstigen |
|
|||
götürmek (esarete) |
führen, wegfü hinwegführen |
|
|||
eziyet, ceza, felaket; insanlara,
kiliseye eziyet etmek,
inletmek |
(Land) Plage; p (Menschen, Kirche |
|
|||
yangın, yakıp yıkmak, ateş |
Brand, brennen, I |
|
|||
|
|
|
|||
dinsiz (Türkler) |
gottlos (Türken) |
|
|||
savaş, savaşma, savaşçı (ülkeye, ülkelere karşı
savaşmak) |
Krieg, bekri Krieger (Vateı Lânder) |
|
|||
gücü, muazzam güç |
Gewalt, gewaltig |
|
|||
hakaret |
Schmach (G |
|
|||
Tanrı’nın
adı, Hristiyanlar) |
Namen,
Christen) |
|
|||
alay etmek, alay (Tanrı’nın adı, insanlar) |
Verspottung, £ (Gottes N Menschen) |
|
|||
baskı altında tutmak (insanları) |
bedrângen (Menschen) |
|
|||
tahribat yapmak, harap etmek (Almanya’yı, |
Verheerung,
verheeren (Deutsch Land, Lâ |
|
|||
ülkeyi,
ülkeleri, Hristiyanlığı) |
Christenheit) |
|
|||
kâfirlik, kâfir |
Unglauben, unglâ |
|
|||
boyunduruk |
Joch |
|
|||
kılıç, kılıçtan geçirmek |
Sâbel(n) |
|
|||
bozmak, mahvetmek (Hristiyanları- ruhları, ülke) |
verderben (Chr Seelen, Land) |
|
|||
Türk) sürü, takım |
(Türk.) Anhang |
|
|||
parçamak, yok etmek, yıkmak (kiliseyi, idareyi,
düzeni, insanları bozmak) |
zerreisen, einre
reissen (K Regiment
u. Ord Menschen) |
|
|||
nefret etmek (Tanrı,insan) |
hassen (Christen, |
|
|||
ceset |
Leichnam |
|
|||
Hristiyanların) |
Christen) |
|
|||
zindan, hapis |
Gefângnis |
|
|||
putperestlik (Türkler) |
Abgötterei Türken) |
|
|||
(Tanrı’nın) ceza(sı) |
Strafe (Gottes) |
|
|||
menfur, lanet (Türk) |
leidig (-er Türke) |
|
|||
vurmak (Tanrı, |
(er)schlagen |
|
|||
insan) |
(Christen,
Gott) |
|
|||
taş yığını haline
getirmek (şehirleri, ülkeleri, evleri, kulübeleri) |
Steinhaufen (H Hütten, Stâdte,
L etc.zu Steinh machen) |
|
|||
şirret, sinsi, hayin |
böse, bosshaft |
|
|||
kökünü kazımak (Hristiyanların, Tanrı’nın
adının, |
Ausrottung (Chr Gottes Namen, Volk) |
|
|||
Ülkenin,
halkın) |
|
|
|||
zarar, zararlı |
schaden, schâdlic |
|
|||
kıyameti koparmak, kudurmak (Tanrı’ya, insana
karşı) |
toben (wider Menschen) |
|
|||
inletmek, ıstırap, çektirmek (Hristiyanları,
kiliseleri) |
seufzen (l Christen, Ki seufzen) |
|
|||
|
|
|
|||
(Türk) halk |
(Türk.) Volk |
|
|||
ordu, ordu gücü
(Türklerin) |
Heer, Heereskraf Türken) |
|
|||
(Tanrı’nın) sopası |
Rute (Gottes) |
|
|||
ayağıyla tepme, ayak altına alma (Tanrı’nın
adını, onurunu vs.) |
Treten; mit I treten (Gottes N Ehre
etc.) |
|
|||
1 1 yutmak (Tanrı’nın emanetini
yutma, ele geçirme
vs.) |
1 Verschlingung, verschlingen (E Gottes etc.) |
|
|||
istila etmek |
Einbruch, Einfall |
|
|||
saldırmak, savaşmak (ateş ve
kılıç ile; karada ve denizde
saldırmak) |
anfechten (mit u. Schwert; zu La Wasser) |
|
|||
1 1 şeytan, şeytanın çocuğu, şeytani araç |
1 Teufel, teuf Teufelskind, |
|
|||
hayvani,
hayvan(lar), insanlık dışı |
viehisch, Vieh(e) |
|
|||
cezalandırmak, ceza (Hristiyanları, Tanrı’yı) |
strafen (Chr Gott),
bestrafen |
|
|||
boğmak |
(er)würgen |
|
|||
|
|
|
|||
(Hristiyanlığı) baskına uğratmak, saldırmak
baskı altında tutmak; Almanya’ya, ülkelere saldırmak |
überfallen (Christenheit Deutschland,
Lând |
|
|||
gurur (Türklerin) |
Hochmut (Türkeı |
|
|||
sahte (öğreti, |
|
|
|||
inanç,
putperestlik) |
falsch,-e,-er (I Glaube,
Götzendieı |
|
|||
sefalet, sefillik (Türkler nedeniyle) |
Elend (wegen Tü |
|
|||
lanet |
verfluchen, verlu |
|
|||
yıkmak (insanların inancını, kiliseyi) |
zerstören (Gl des Menschen, K Vaterland) |
|
|||
|
|
|
|||
inat, kafa tutmak
(Türkler) |
Trotz (der Türkeı |
|
|||
Türk çanı, çan |
Türckenglocke,G |
|
|||
barbar, barbarlık (Türkler) |
Barbarei, barbc (Türken) |
|
|||
ahlaksızlık (Türkler) |
Unzucht |
|
|||
silahlanma, silahlanmak (Türkler) |
Rüstung, in Rü sein |
|
|||
|
|
|
|||
Kur’an |
Alcoran, Alcoran |
|
|||
saygısızlık, namussuzluk (Tanrı’ya, kadın,
çocuklara karşı) |
Unehren (Gott, 1 Kinder) |
|
|||
(azizlerin, insanların) eti, cesetleri,
bedenleri |
das Fleisch Heiligen,
Mensche |
|
|||
|
|
|
|||
(kimsenin) canını bağışlamamak (çocuk, yaşlı
vs.) (Türkler) |
nicht versc (Kinder,
Alte etc.) |
|
|||
hakaret, hakaret etmek (Tanrı,
insan) |
Beleidigung, beleidigen ( Mensch) |
|
|||
bahtsızlık, felaket; Hristiyanların
mutsuzluğundan keyif, haz almak (Türkler) |
Unglück; Lust Freude an des Ch Unglück
haben |
|
|||
hakaret etmek (Türkler) |
schmâhen
(Mens |
|
|||
çarpma,vurma (Türkler) |
Anschlag,
Anstof |
|
|||
fenalık (Türkler) |
Übel (der Türken |
|
|||
kibir (Türkler) |
Stolz (der Türker |
|
|||
(kendini) |
(sich) rü |
|
|||
övmek
(Türkler) |
(Türken) |
|
|||
hüküm sürmek, asa (Türkler) |
Zepter |
|
|||
kirletmek (kiliseleri, ülkeyi) |
verunreinigen (Kirchen Vaterlanc |
|
|||
(Türk) sürü |
(Türk.) Haufen |
|
|||
Türkiye |
Türkei |
|
|||
|
|
|
|||
Yecuç- Mecuç |
Gog und Magog |
|
|||
gaddar, zalim |
Wüterich |
|
|||
cehenemi, iblisane, şeytani |
höllisch |
|
|||
parçalamak, parçalara ayırmak |
zerhauen (in Stüc |
|
|||
katletmek |
metzgen |
|
|||
|
|
|
|||
şiddetle yere sermek, başaşağı etmek |
(nieder)hauen |
|
|||
bıçak batırmak, delmek |
vs. |
stechen |
|
||
ahmak, ahmakça halk |
Tor, törichtes Vo |
|
|||
(can, mal, insan, ülkeleri) almak, ele geçirmek |
nehmen (Leib, Leut u. Land) |
|
|||
(Hristiyanların, canına, malına, ruhlarına)
kastetmek |
nachstellen ( Gut,
Seelen) |
|
|||
insanlık dışı |
unmenschlich |
|
|||
yalan |
Lügen |
|
|||
yağmacılık, yağmalama |
Plünderei, plünde |
|
|||
|
|
|
|||
iğrenç, nefret uyandırcı |
widerwertig |
|
|||
sarmak (insanları sarıyorlar) |
umgeben (Mensc |
|
|||
öfke |
Zorn |
|
|||
isyan, fesat |
Meuterei |
|
|||
zulüm, itisaf |
Unterdrückung |
|
|||
|
|
|
|||
intikam |
Rache, râchen |
|
|||
musallat olmak |
heimsuchen |
|
|||
yemek (Macaristan ve Avusturya’yı, insanları) |
(auf)fressen (U u. Öster Menschen) |
|
|||
tarikat, (tarikatçı ve günahkâr
yapısı) |
Sekte (sektisch sündliches Wesen |
|
|||
hile (hile ve zor kullanarak |
|
|
|||
evlere ve yüreklere
girmeye çalışıyorlar) |
List
(wollen mil u. Zwang in die H u. Herzen eindringf |
|
|||
hayvanlar (Türkler) |
Tiere (Türken) |
|
|||
kurtlar (Türkler) |
Wölfe (Türken) |
|
|||
ülkeyi mahvetmek |
zerstören Vaterla |
|
|||
|
|
|
|||
zaferi (Türklerin) |
Sieg (der Türken |
|
|||
Türk alayı |
Türkenzug |
|
|||
kılıç, intikam kılıcı |
Schwert, Rachscl |
|
|||
işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara) |
martern (Christeı |
|
|||
kuşatmak |
belagern (Chr |
|
|||
(Hristiyanları,
ülkeleri) |
Lânder) |
|
|||
alay, alaya almak (istihza etm.) hakaret etmek
(Tanrı’yı, insanları) |
Hohn, (ver) h( (Gott, Mensch) |
|
|||
feryat ettirmek, inletmek, ah ettirmek
(Hristiyanları) |
klagen (l Christen
klagen) |
|
|||
tanımamak |
nicht anerk |
|
|||
(Tanrı’nın
adı) |
(Namen
Gottes) |
|
|||
kurbanlık koyun (Hristiyanlar) |
Schlachtschafe |
|
|||
imha etmek, silmek (Tanrı’nın adı) |
auslöschen (G Namen) |
|
|||
zayıflatmak, bastırmak (Hristiyanların
iradelerini) |
dâmpfen (den V der Christen) |
|
|||
|
|
|
|||
inkar etmek (Tanrı’nın
adı) |
verleugnen (G Namen) |
|
|||
işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara) |
peinigen (Christe |
|
|||
endişe, keder |
Sorge |
|
|||
(Türk) yığın, sürü, kalabalık |
(Türk.) Menge |
|
|||
saldırı |
angreifen |
|
|||
merhametsiz |
unbarmherzig |
|
|||
deccal |
Antichrist |
|
|||
Herot |
Herodes |
|
|||
parçalara ayırmak |
zerhacken |
|
|||
yabancı millet |
fremde Nation |
|
|||
geçirmek |
stecken (Kinde |
|
|||
(çocukları
kazık ve mızrağa) |
Zaun
u. SpiŞ) |
|
|||
göz dikmek (cana, mala) |
begehren (Leib, ( |
|
|||
aldatma, aldatmak |
Betrug, betrügen |
|
|||
zina |
Ehebruch |
|
|||
hırsızlık |
Diebstahl |
|
|||
|
|
|
|||
büyücülük |
Zauberei |
|
|||
kırıp geçirmek (insanları) |
zerbrechen (Menschen) |
|
|||
budalaca, delice |
unsinnig |
|
|||
sorgu |
Verhörung |
|
|||
alay etmek |
verhöhnen |
|
|||
acı vermek |
Schmerzen |
|
|||
|
hinzufügen |
|
|||
alçak, adi, bayağı |
schnöde |
|
|||
kov(ala)mak (insanları) |
verjagen (Mensc! |
|
|||
yüreklerindeki zehri akıtmak |
Gift aus dem H gieben |
|
|||
küstah (Türkler) |
Übermut (der Tü |
|
|||
|
|
|
|||
fazla güvenmek, istnat etmek (Türkler) |
pochen (Türken) |
|
|||
batıl inanç (Türklerin) |
Aberglauben Türken) |
|
|||
aşağılamak, küçümsemek (Tanrı’nın adı) |
Verachtung (G Namen) |
|
|||
aklını çelmek (Hristiyanların) |
Verführung (Chri |
|
|||
|
|
|
|||
ayağıyla ezmek, çiğnemek (insanları) |
zertreten (Mensc |
|
|||
ikna etmek (Hristiyanları) |
überzeugen (Chri |
|
|||
sürmek, kovalamak (Hristiyanları) |
vertreiben (Chris |
|
|||
güçsüz hale getirmek (Hristiyanları) |
kraftlos m; (Christen) |
|
|||
I l takdirini (Tanrı’nın yok etmek) |
Lob (Gottes aufh |
|
|||
inançsızlık (Hristiyanları inançsızlığa sevk
etmek) |
Unglauben
(Ch zu Unglauben treib |
|
|||
günah
(Hristiyanları günaha sevk etmek) |
Sünde (Christeı Sünden treiben) |
|
|||
sövgü (Hristiyanları sövgüye sevk etmek) |
Lâstern (Christe Lâstern
treiben) |
|
|||
işkence etmek (Hristiyanlara) |
quâlen (Christen) |
|
|||
rahatsız etmek (Hristiyanları) |
beschweren (Chr |
|
|||
parçalamak, bölmek (Tanrı’nın kutsal emanetini) |
reiben (H. Erbtei |
|
|||
|
|
|
|||
ele geçirmek (Hristiyanlığı) |
einnehmen (Christenheit) |
|
|||
alay etmek, gülmek (Hristiyanlarla) |
verlachen (Christ |
|
|||
atmak, fırlatmak, savurmak (Hristiyanları) |
schmeiBen (Chris |
|
|||
ezmek, |
|
|
|||
sıkıştırmak (Hristiyanları) |
erdrücken (Chrisi |
|
|||
kötü (Hristiyanlara
karşı kötü davranmak) |
übel (handeln Christen) |
|
|||
inkâr etmek |
bestreiten |
|
|||
vurmak (Hristiyanları yüreklerinden vurm ak) |
zerschlagen (Her Christen) |
|
|||
|
|
|
|||
değerini düşürmek (inancın
değerini düşürmek) |
Schmâhlerung Glaubens) |
|
|||
hükmetmek (istemek) (Hristiyanlara) |
herrschen (w über
Christen) |
|
|||
feryat (Hristiyanlar) |
Jammer der Chri: |
|
|||
istila etmek (Tanrı’nın emanetini) |
(Christenheit) einfallen (in das Gottes) |
|
|||
|
|
|
|||
işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara) |
violieren (Christc |
|
|||
işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara) |
martern (Christeı |
|
|||
feryat etmek inlemek, ah etmek
(Hristiyanlar) |
Heulen (Christen |
|
|||
|
|
|
|||
ağlamak (Hristiyanlar) |
Weinen (Christeı |
|
|||
açlık (Hristiyanlar) |
Hunger (Christen |
|
|||
çıplaklık (Hristiyanlar) |
BlöŞe (Christen) |
|
|||
zindan, hapishane (esir Hristiyanlar) |
Gefângnis
(Chris |
|
|||
|
|
|
|||
keder, dert Hristiyanlar) |
Leid (Christen) |
|
|||
ağır hizmet Hristiyanlar) |
schwerer D (gefangene
Christe |
|
|||
esarette tutmak Hristiyanları) |
halt in seinen B< (Christen) |
|
|||
baskı altında tutmak (esir Hristiyanları) |
unterdrücken (gefangene
Christe |
|
|||
(yeryüzünün)
hâkimi (olmak istemek) |
Herrscher Erdbodens
sein wo |
|
|||
güvenmek (beygir ve araçlara, savunma ve silahlara;
kılıç, ok
ve yaylara, mızraklara) |
sich verlassen (Ross u. Wagen, u. Waffen, Sebel,
u. Bogen, Spie Lanzen) |
|
|||
sıkıştırmak, yerden yere |
zusetzen (christli |
|
|||
vurmak
(Hristiyan savaşçılarını) |
Kriegsvolk) |
|
|||
güçlü |
stark |
|
|||
geçit yapmak istemek (Almanya’yı) |
Pass (in Deutsc machen wollen) |
|
|||
baskı (Türklerin) |
Zwang (der Türkı |
|
|||
üzüntü, azap I 1 |
Traurigkeit ı |
|
|||
keder huzursuzluk |
Beschwernis |
|
|||
huzursuzluk |
Unruhe |
|
|||
(Türk) küme, takım |
(Türk.) Rotte |
|
|||
(Türk) kayırıcı, hami, koruyucu, arka çıkan |
(Türk.) Gönner |
|
|||
köle, kul |
Leibeigene |
|
|||
ehine |
Geisel |
|
|||
lanetli, melun (Türkler) |
verdammt(e) (Tü |
|
|||
Listenin
başında 196 kez tespit edilerek “Türk”, ikinci sırada ise 177 defa yer alan
“düşman” sözcüğü bulunmuştur. Böylelikle “Türk” ve “düşman” sözcüklerinin
birbirleriyle ilişkilendirildikleri açıkça ortaya çıkmıştır. Üçüncü sırada yer
alan sözcük ise Türklerin kan dökmeleriyle ilgilidir. Bu sözcük metinlerde 61
defa yer almıştır. Bundan sonra metinlerde en fazla kullanılan sözcükler ise
“zülümle” ilgili olanlardır. “Tiran” sözcüğü 60 kez metinlerde geçerek dördüncü
sırada yer almaktadır. “Zulüm” ise 54 defa kullanılarak beşinci sıradadır.
Bunun dışında en fazla kullanılan sözcükler, listeden de anlaşıldığı gibi,
Türklerin Hristiyan Tanrı’sına sövmesi, onun adını kirletmesi, katil, korkunç,
menfur, haydut ya da yağmacı olmasıdır. Türklerin dini de, dinler arası
farklılığı vurgulamak ve öteki kavramını pekiştirmek için en faz la kullanılan
sözcükler arasında yer almıştır.
1.4.1.1.
Listede Yer Alan Bazı Sözcüklerin
Tabela Halinde İncelenmesi
Türklerle
ilgili kullanılan sözcüklerin bazıları, düşmanlık imgesi ve “öteki” kavramını
pekiştirmeleri bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu bölümde listede toplu
halde ifade edilen bazı kavram ve buna bağlı olarak sayılar, metin içerisindeki
kullanım alanları dikkate alınarak, yakından incelenecektir. Ayrıca aynı başlık
altında toplanabilecek sözcükler bir aray a getirilerek anlam grupları
içerisinde görselleştirilecek ve metin içi kullanım alanları hakkında bilgiler
verilecektir.
1.4.1.2.
Düşmanlıkla İlgili Kullanılan
Sözcükler
“Türk”
sözcüğünden sonra dua metinlerinde en çok işlenen kavram “Feind” (düşman)
kavramıdır. Bu kavram öylesine önemlidir ki, düşmanlığı anlatan farklı
sözcüklere yer verilmiştir. Buna göre düşman, yani Türk, hem insanın, yani
Hristiyanın, hem de Tanrı ve dolayısıyla kilisenin düşmanı olabilmektedir.
Sözcük bu anlamıyla 104 kez kullanılmıştır. Ayrıca önünde çoğunlukla
“grausamer, schrecklicher, böser Feind usw.” (zalim, dehşetli, kötü vs.) gibi
sıfatlar yer alarak, düşmanlık imgesi daha da pekiştirilmeye çalışılmıştır.
Düşman sözcüğünün önünde bir ya da birden fazla sıfatla kullanılması haline ise
metinlerde 25 kez rastlanılmıştır. Bu sözcüğün metinlerde sıfat olarak
kullanılması (feindlich=düşmanca) ise dört defa gerçekleşmiştir. Böylelikle
Türklerle ilişkilendirilen “düşman” sözcüğü metinlerde toplam olarak 133 defa
kullanılmıştır.
Türk konusu için önem
taşıyan diğer iki kavram ise “Erbfeind” (ezelî düşman) ve “Erzfeind” (amansız
düşman)’dır. Söz konusu sözcükler de yine önünde çeşitli sıfatlarla “grausamer,
leidiger, geschworner, abgesagter” (zalim, menfur, yeminli, açık/aleni/kesin),
ya da arkasından gelen açıklamalarla, örneğin “Erbfeind des christlichen Namens”
(Hristiyanlığın
ezelî düşmanı) ile birlikte kullanılmaktadır. Bunların o dönemde neredeyse
doğrudan Türklerle ilişkilendirilmiş kavramlar olduğu, metinlerdeki kullanım oranlarından
da anlaşılmaktadır. Sonuç itib ariy le düşman kavramı metinlerde listeden de
anlaşıldığı üzere toplamda 177 kez yer almıştır.
Türkçe |
Almanca |
Sayı |
|||
Düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı; düşman
(Tanrı’nın, Hristiyanlığın, kilisenin), düşmanlık, düşmanca |
Feind, Feinde (des Menschen, Christenfeind,
Feinde (Gottes) Christenheit, Kirche), Feindschaft, feindlich |
133 |
|||
ezelî düşman |
Erbfeind |
35 |
|||
|
|
|
|
||
amansız düşman |
Erzfeind |
9 |
|
||
1.4.1.3.
Türklerin Kişisel Özelliklerini
Anlatan Sözcükler
Türklerin
kişisel özellikleri dualarda fazla kalabalık bir grup oluşturmasa da,
Türklerin, Hristiyanlar tarafından nasıl algılandığı konusunda fikir
vermektedir. Buna göre Türklerin öncelikli gururlu, inatçı ve kibirli olarak
tanımlandıkları göze çarpmaktadır.
Türkçe |
Almanca |
Sayı |
gurur |
Hochmut |
5 |
inat, kafa tutmak |
Trotz |
4 |
kibir |
Stolz |
3 |
kendini övmek (Türkler) |
(sich) rühmen (Türken) |
3 |
küstah |
Übermut |
1 |
fazla güvenmek, istnat etmek |
pochen |
1 |
1.4.1.4.
Türklerin Kan Dökmeleri ile
İlgili Kullanılan Sözler ve Kalıplar
Aşağıdaki
sayılardan da anlaşıldığı üzere Türkler dua metinlerinde çoğunlukla “kan
dökmek” ile ilişkilendirilmektedir. Ancak “kan dökmeyle” ilgili kullanılan
kalıplar, isimler ya da sıfatlar nadiren tek başına kullanılmakta ve önlerine
ayrıca “zalim, korkunç acımasız” gibi sıfatlar eklenmektedir. Fikir vermesi
bakımından kan ile ilgili kullanılan kalıp ve sıfatların, hangi bağlamda yer
aldığı, say ılarla birlikte aktarılacaktır. Bunlar arasında örneğin “(Christen)
Blut (wie Wasser) vergiessen; Blutvergiessen” (su gibi Hristiyan kanı dökmek,
su gibi kan dökmek, kan dökmek) metinlerde 22 kez tespit edilerek birinci
sırada yer almaktadır. Bu kalıbın dua metinlerinde oldukça yaygın olmasının
nedeni 79. ilahide de yer almasından kaynaklanmaktadır. “Bluthund” (Kana
susamış köpek) 15, “Hande im Blut der Christen (Glâubigen) waschen” (ellerini
Hristiyan kanıyla yıkmak, ellerini inananların kanıyla yıkamak) kalıpları ise
yedi kez metinlerde bulunarak en çok kullanılanlar arasına girmiştir.
Bunların dışında Almanca’da sıfat
olarak kullanılan “blutdürstig” (kana susamış) ve “blutgierig” (gözünü kan
bürümüş), ancak Türkçe karşılığı değim olan ifadeler de yer almaktadır. Bu
sıfatların Almanca’da hangi bağlam içinde ve ne sıklıkta kullanıldığı say
ılarla gösterilecektir. Örneğin, “blutdürstiger,
grausamer,
schrecklicher Tyrann; dürstet nach des Christen Blut” (kana susamış, zalim,
korkunç tiran) sekiz, “blutgieriger, blutdürstiger, blutiger Feind; Türke”
(kana susamış, gözünü kan bürümüş düşman, kanlı düşman; Türk) yedi,
“blutgieriges, blutdürstiges (Türkisches) Vorhaben” (kana susamış, gözünü kan
bürümüşlerin (Türklerin) niyetleri) üç, “blutgieriger, blutdürstiger Erbfeind”
(kana susamış, gözünü kan bürümüş ezelî düşman) üç, “blutdürstige Gedancken des
Türken” (kana susamış Türklerin fikirleri) iki, “blutdürstige Kreuzfeinde”
(kana susamış haç düşmanları) bir, “blutdürstige Verfolger des Glaubens” (kana
susamış din düşmanları) bir, “sich mit christlichem Blut bespritzen” (üzerine
Hristiyan kanı sıçratmak, bulaştırmak) bir defa dua metinlerinde yer almaktadır.
Türkçe |
Almanca |
Sayı |
su gibi (Hristiyan)
kanı dökmek, kan dökmek (79. ilahi), kan dökmek; kana (Hristiyan kanına) kast
etmek |
(Christen) Blut (wie Wasser) vergiessen; Blutvergiessen; Blut (79.Psalm);
des (Christen) Blut (nachstellen) |
22 |
kana
susamış |
Bluthund |
15 |
köpek |
|
|
kana susamış |
blutdürstig |
12 |
ellerini Hristiyanların (inançlıların) kanında
yıkamak |
Hande im Blut der Christen
(Glaubigen) waschen |
7 |
gözünü kan bürümüş |
blutgierig |
5 |
1.4.1.5.
Müslümanlıkla İlgili Kullanılan Sözcükler veya Kalıplar
“Mahomet”
(Muhammed), “Mahometisten” (Muhammed yandaşları, Müslümanlar, “Mahometisch”
(sıfat anlamında kullanılan Müslüman sözcüğü) metinlerde 22 defa yer
almaktadır. Burada belirtilmesi gereken bu sözcüğün iki anlama geldiği ve ilk
anlamının Muhammed Peygamber, diğer anlamının ise Müslümanlar olduğudur.
“Mahomet” (Muhammed) sözcüğü tek başına, yanı sıfatsız olarak metinlerde üç,
“Mahometisten” (Muhammed yandaşları, Müslümanlar) ise bir kez görülmüştür. “Der
Türke will Mahomet an Stelle von Jesu setzen” (Türk, İsa’nın yerine Muhammed’i
koymak istiyor) kalıbı ise dualarda altı defa tespit edilmiştir. “Mahometisches
Joch; unter das Joch seiner (türkischer) Machometischen Dienstbarkeit bringen”
(Müslüman boyunduruğu; kendi (Türk) Müslüman boyunduruğuna getirerek, kölesi y
apmak) ifadesi ise metinlerde beş kez bulunmaktadır. “Loben ihren Mahomet”
(kendi
Muhammed’lerini
övüyorlar) ifadesi bir, “Lüge u. Lâsterungen (...) durch den verdammten Mahomet
in die Welt ausschütten” (Lanetli Muhammed ile dünyaya yalan ve mukaddesata
sövgü yaymak) bir, “verfluchte Mahometische Lehre” (lanetlenmiş Müslümanlık
öğretisi) bir, “Mahometischer Irrtum” (Müslümanlık yanılgısı) bir,
“Lügenprophet Mahomet” (yalancı peygamber Muhammed) bir, “Mahometischer Greuel”
(korkunç Müslümanlık) bir, “Türkische Mahometische Gotteslâsterung” (Türk
Müslümanlığı’nın mukaddesata sövmesi) bir defa incelenen dualarda yer
almaktadır.
“Alcoran”
(Kur’an) sözcüğü ise “Türkischer Alcoran” (Türk Kur’an’ı), “Mahometischer
Alcoran (Müslüman Kur’an’ı), ya da “Greulicher Alcoran” (korkunç Kur’an)
anlamında üç kez tespit edilmiştir. Sıfat olarak kullanılan “Alcoranisch” ise
“Alcoranische Lâsterung” (Kur ’an sövmesi) metinlerde bir defa yer almaktadır.
Türklerin
dinine yönelik kullanılan “Heiden” (dinsiz) 18, “gottlos” (Tanrısız) 14,
“Unglauben,
unglâubig” 11 (kâfirlik, kâfir),
Abgötterei (putperestik) sekiz, gibi sözcükler metinlerde en çok yer alan
sözcüklerdir. Esasen hepsi aynı anlama geldiğinden, toplamda 51 kez yer alarak
sayıca üstünlük sağlamaktadırlar. Bunların bu denli yaygın olmasının nedeni ise
öteki, yabancı ve düşmanı kısaca tanımlamaya yönelik kullanılmalarıdır.
Böylelikle düşman sadece yabancı olarak tanımlanmamakta, daha da önemlisi din
farkı, sövmek suretiy le ortaya konmaktadır. Aynı düşünceden hareketle metinlerde
beş defa tespit edilen “falsche Lehre, falscher Glaube, falscher Götzendienst”
(sahte öğreti, sahte inanç, sahte putperestlik), bir defa rastlanılan
“Aberglauben” (batıl inanç) ve yine bir kez yer alan “irdischer Gott (der
Moslems)” (Müslümanların) dünyevi Tanrı’sı) sözcükleri kullanılmıştır[390].
Türkçe |
Almanca |
|
||||
Muhammed |
Mahomet, Mahometisten, Mahometisch |
|
||||
dinsiz |
Heiden |
|
||||
Tanrı’sız, dinsiz |
gottlos |
|
||||
kâfirlik, kâfir I 1 |
Unglauben, unglâubig I 1 |
I |
||||
putperestlik |
Abgötterei |
|
|
|||
sahte öğreti, sahte
inanç, sahte putperestlik |
falsche Lehre,
falscher Glaube, falscher Götzendienst |
|
|
|||
Kur’an |
Alcoran, alcoranisch |
|
|
|||
batıl inanç |
Aberglauben |
|
|
|||
|
irdischer |
|
|
|||
(Müslümanların) |
Gott |
|
||||
dünyevi
Tanrı’sı |
(der
Moslems) |
|
||||
1.4.1.6.
Türklerin Hristiyanları Esir
Almaları ile İlgili Sözcükler
Bu
bölümünde yer alan sözcüklerin tümü esir Hristiyanlarla ilgili kullanılan
sözcüklerdir. Esirler, Almanların Türklere karşı yazmış olduğu dualarda geniş
yer almakta ve metinlerin çoğunda onlar için dua edilmesi istenmektedir.
Esirlerin bulunduğu içler açısı durum 16. yüzyıl okuyucusuna d etay lı olarak
aktarılarak, düşmana karşı tepki uyandırılmaya ve böylece maddi-manevi destek
sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan yetişkin Hristiy anların esir alınması,
götürülmesiyle ilgili sözcüklerin 39 defa metinlerde yer alması
şaşırmamaktadır. Çocukların esir alınmasına yönelik bilgilere ise üç kez
rastlanılmıştır. Bu da onlara verilen öneme işaret etmektedir.
Esir
alınan ya da alınacak olan Hristiy anlarla ilgili en çok kullanılan
sözcüklerden biri de “Joch” (boyunduruk)’dur. Bu bağlamda toplamda 11 defa yer
alan sözcük, farklı anlamlarda kullanılmıştır. “Ein eisernes Joch tragen,
schweres Joch” (demirden boyunduruk taşımak/ ağır boyunduruk) anlamında üç,
“unter sein Joch bringen” (boyunduruğu altına almak) ise iki kez dualarda
kullanılmıştır. îlkinde esir Hristiyanların düşmüş olduğu durum anlatılmakta
iken, ikincisinde esir alınacak olan Hristiy anlarına başına gelecekler
anlatılmay a çalışılmaktadır. Buna göre Türk, esirleri boyunduruğu altına almak
istemektedir. Esir düşen Hristiy anların ise demirden/ ağır bir boyunduruk
taşıdıkları bilgisine yer verilmektedir. Ayrıca esirlere uygulanan işkence ve
şiddet konusu metinlerde dört defa tespit edilmiştir.
Türkçe |
Almanca |
Sayı |
Hristiyanları esir almak, götürmek; köle yapmak;
esir Hristiyanlar, rehin almak; zindan, hapishane |
Christen gefangen nehmen, wegführen; in
Dienstbarkeit wegführen, bringen; gefangene Christen; Geisel; Leibeigene;
Gefângnis |
39 |
|
|
|
boyunduruk |
Joch |
11 |
korkutmak; baskı
altında tutmak; kirletmek; bozmak, mahvetmek; vurmak;
baskı altında tutmak Hristiyanları) |
ângstigen; unterdrücken; schânden; verderben; schlagen; bedrângen
(gefangene Christen) |
6 |
feryat etmek inletmek, ah ettirmek (esir |
Seufzen, Klage (der gefangenen |
|
Hristiyanlar) Hristiyanları)
ağlatmak |
Christen)
Heulen, Weinen der Gefangenen |
5 |
işkence, eziyet etmek Hristiyanlara) |
peinigen, martern, violieren (gefangene
Christen) |
4 |
sefalet, sefillik (esir Hristiyanlar); sıkıntı; keder,
dert |
Elend, Not, Leid (gefangene Christen) |
4 |
|
|
|
açlık; çıplaklık;
ağır hizmet; esarette tutmak
(esir Hristiyanlar) |
Hunger; Blöpe; schwerer Dienst;
in Banden
halten (gefangene Christen) |
4 |
çocukları esir almak, götürmek |
Kinder gefangen nehmen, wegführen |
3 |
1.4.1.7.
Türklerin Güçleriyle Almanya’ya
ve Almanlara Yönelik Yaptıkları ve Yapmayı Tasarladıkları
Bu
başlık altında Türklerin öncelikle Almanya, sonrasında Hristiyan ülkelere
yaptıkları ya da yapmayı tasarladıklarını anlatan sözcükler toplanmıştır.
Ayrıca Türklerin gücünü ve kudretini ifade eden kavramlara yer verilmiştir.
Grubun
başında ise duaların neredeyse y arısında tespit edilen ve Türklerden
kaynaklanan, y aklaşan veya beklenen, büyük ya da ağır sıkıntı, tehlike ve
korku ya da tehlikeli zamandan bahsedilir. Türklerin her an yaklaşıp saldırıya
geçebileceği, onların beklendiği ve bu nedenle büyük endişelerin yaşandığını
dile getiren bu kalıp, öylesine yaygındır ki 49 kez metinlerde yer almıştır. Bu
ise korkunun boyutlarını ortaya koymaktadır.
Türklerin
kuvvet ve kudretini anlatan sözcük 20, gücünü anlatan sözcük ise 13 defa
metinlerde tespit edilmiştir. Buna paralel olarak savaş ve savaşma kavramları
ise 10 kez bulunulmuştur.
Birbirine
anlamca çok yakın olan “verwüsten” (harap etmek) yedi, “verheeren” (tahribat
yapmak) sözcüğü ise dokuz kez Almanya’ı, ülkeyi ve ülkeleri tahrip ya da harap
etmek anlamında kullanılmıştır. Böylelikle toplamda 16 defa Türklerin tahribat
yaptığı ve harap ettiği bilgisi metinlerde yer almaktadır. Bu grupta 15 defa
kullanılarak sayıca üstünlük sağlayan kalıplardan birisi de Türklere uyarlanan
79. ilahidir. Buna göre Türkler şehirleri, ülkeyi, evleri taş yığını haline
getirip, yok etmek isterler.
Türkçe |
Almanca |
|
(yaklaşan, büyük, ağır) sıkıntı, tehlike, korku,
tehlikeli zaman (Türklerden kaynaklanan) |
(vorstehende, groŞe, schwere)
No Gefahr, Angs gefâhrliche Ze (durch
den Türcken) |
|
kuvvet, kudret; kuvvetli, kudretli, |
Macht, mâchtig |
|
(Almanya’yı, ülkeyi, ülkeleri) tahribat yapmak,
harap etm. |
verheeren, verwüsten (Deutschland, Lan< Lânder) |
|
şehirleri, ülkeyi, evleri taş
yığını haline getirmek, harap etm., parçalamak, yok etm. istiyorlar. |
wollen Stâdl (Land), Wohnungeı Hâuser z Steinhaufen
macheı verwüsten, zerreiseı zerstören (79.Psalm |
|
(savaş) güçü, |
|
|
kudreti,
muazzam güç |
(Kriegs)Gewalt, gewaltig |
|
savaş, savaşmak (insanlara ülkeye, ülkelere
karşı) |
Krieg, bekriege (bekriegen Mens
chen; V aterlan Lânder |
|
istila etmek |
Einbruch, Einfall |
|
saldırmak, savaşmak (ateş ve
kılıç ile; karada ve |
anfechten (m Feuer
u. Schwert; z |
|
denizde
saldırmak; Almanya’ya,
ülkelere saldırmak); saldırmak |
Land
u. Wasser überfallen (Deutschland) Lânder); Angreifen |
|
ordu, ordu gücü |
Heer, Heereskraft |
|
silahlanma, |
Rüstung, i |
|
silahlanıyorlar |
Rüstung
sein |
|
yok, imha |
vertilgen |
|
etmek
(Almanya) |
(Teutschland) |
|
ülkenin (halkın) kökünü kazımak |
ausrotten Lan< (Volk) |
|
hüküm sürmek, asa |
Zepter |
|
ülkeyi mahvetmek |
zerstören Vaterlan |
|
(Türklerin) zaferi |
Sieg (der Türken) |
|
|
|
|
Türk alayı |
Türkenzug |
|
çarpma,vurma |
Anschlag, AnstoŞ |
|
kılıç, intikam kılıcı |
Schwert,
Rachschwert |
|
yeryüzünün hâkimi olmak istemek |
Herrscher de Erdbodens sei wollen |
|
ülkeyi |
|
|
bozmak,
mahvetmek; kirletmek |
verderben Lam verunreinigen Vaterland |
|
güvenmek (beygir ve araçlara, savunma ve silahlara;
kılıç, ok ve yaylara, mızraklara) |
siçh verlassen au (Ross u. Wagen Wehr u. Waffen
Sebel, Pfeil ı Bogen, SpieŞ ı Lanzen) |
|
(Hristiyan savaşçılarını) sıkıştırmak, yerden
yere |
zusetzen (çhristliçhem Kriegsvolk) |
|
vurmak |
|
|
güçlü |
stark |
|
idareyi ve düzeni bozmak, yok etmek |
Regiment un Ordnung
zerreisseı vertilgen |
|
bölmek istemek (ülkeyi ve kiliseyi) |
einreipen wolle (Land u. Kirche) |
|
Almanya’yı
geçit yapmak |
einen Pass i Deutschland
mache |
|
istemek |
wollen |
|
ülkeleri kuşatmak |
Lânder belagern |
|
baskı (Türklerin) |
Zwang Türken) |
(d |
Bu
tabeladan ortaya çıkan sonuç, Türklerin güçünü anlatan kavramların dua
içerisinde sıkça kullanıldığı ve böylelikle insanların “yaklaşan tehdit”
karşısında sürekli olarak uyarıldığıdır. Türklerin gelmesi halinde “taş
üzerinde taşın” kalmayacağı” ve insanların ellerindeki her şeyi yitireceği
dualar kanalıyla empoze edilmektedir. Her şeyini yitirme korkusunun insanlarda
savaş azmini arttıracağı, propaganda amaçlı dualarda başlıca hedefler arasında
yer almaktadır. Dikkat çeken diğer bir konu ise metinlerde, başta Almanya olmak
üzere, Türklerin diğer ülkeleri, Hristiyanlığı hatta bütün dünyayı ele geçirmek
istediğiyle ilgili sunulan bakış açısıdır. Bununla hedeflenen Türklerin sadece
bir ülkeyi tehdit etmekle kalmayacakları, bu sorunun ülkeler üstü bir sorun
olduğunu insanlara anlatmak ve bunun sonucunda Hristiy an aleminin birleşerek,
direnç göstermesini sağlamaktır. Ayrıca bu problemin sadece Almanlara yönelik
olmadığı ve dolayısıyla bu konuda yalnız olmadıklarını da hatırlatmaktır.
Kilisenin
Türklere karşı en önemli propaganda araçlarından olan vaaz ve dualar, esasen
birbirini tamamlayan türler olarak kabul edilmektedirler. Kiliselerde genelde
önce vaazlar, ardından dualar okunmaktaydı. Türk tehdidi söz konusu olduğunda
da aynı uygulamalara yer verilmekteydi. Türklere karşı okunan vaazın ardından
onlara karşı okunan dualar gelmekteydi. Söz konusu vaaz ve dualar çoğu zaman
yan yana yer aldıklarından, bu bölümde 16. yüzyılda Almanya’da Türklere karşı
okunan vaazlar incelenecektir.
Alman
dilindeki “Predigt” (vaaz) sözcüğü Latince “praedicare”den gelmekte ve bir şeyi
topluluk önünde konuşma yapmak suretiy le açıklamak ve izah etmek anlamındadır.
Bu konuşmanın diğer konuşmalardan farkıysa, dinî içerikli olmasıdır. Vaazlar
kilisede bulunan cemaat için okunmaktadır. Bazen çeşitli dinî ritüeller de vaaz
okunmasına neden olmaktadır, örneğin “Andacht” (kısa dinî ayin), “Weihe” (dinî merasimle takdis) gibi. Vaaz teolojik açıdan insan sözü
ile Tanrı’nın kelamı arasında bulunmaktadır. İçeriğinde ise genelde Incil’den
alınan sözler açıklanmaktadır. Bazen belirli bir konuya yönelik okunan vaazlar
da bulunmaktadır. Bunlar politik, toplumsal, etik ya da kiliseye ilişkin
konuları işlemektedirler. Politik konuları işleyen vaazlara “politische
Predigt” (politik vaaz) da denmektedir[391]. Vaazları okuyan “Prediger”
(vaiz) metnini özenle hazırlay arak topluluğu etkiley eci bir dille, genelde
dinî konularda bilgilendirmey e çalışmaktadır.
Reformasyon döneminde vaaz dinsel
açıdan önemini ve konumunu ko ruy arak, el ilanlarıyla[392] birlikte reformasyon
öğretilerinin yaygınlaşmasını ve yerleşmesini sağlayan temel iletişim
araçlarından olmuştur. Luther’e göre Tanrı’nın sözünü içinde barından vaaz,
insanları dine yönlendirmeye çalışmaktadır. 1511 yılından itibaren düzenli o
larak haftada birkaç kez vaaz okuyan Luther’in günümüze kadar gelmiş 2000’den
fazla vaazı bulunmaktadır[393].
Bunlardan Eine Heerpredigt wider den Türcken (Türklere karşı ordu vaazı) ise
onbir kez olmak üzere Wittenberg, Marburg, Nürnberg, Augsburg ve StraŞburg gibi
şehirlerde basılmıştır[394].
Katolik
kilisesi de reformasyon döneminde vaazlara önem vermiş ve faydalanmıştır. Bunun
başlıca nedeni ise mezhep ayrımı ve tartışmalarına vaaz yoluyla karşı durmaktı.
Vaazlar sayesinde hızla yaygınlaşan Reformasyon hareketine karşın, Katolik
Kilisesinin vaazlarında da polemiğe dayalı bir üslup hâkim olur. Vaazların
toplum üzerindeki etkisini göz ardı etmey en Katolik Kilisesi, Reformasyon
döneminde bu türe ayrıca değer vererek, özellikle retorik alanında eğitici bir
takım düzenlemeler sayesinde, dönemin en tanınmış vaizlerin ortaya çıkmasını
sağlar. Türklere karşı Katoliklerce okunan vaazlar da yine 16. yüzyılın en
tanınan vaizleridir.
Bu yüzyılda, özellikle Avusturya’da
geleneksel hale gelen Türk vaazları, Almanya’da da küçümsenmeyecek sayıdadır.
Dönemin en önemli Protestan ve Katolik teologları sayfalar boyunca
Hristiyanlığın ezelî düşmanına karşı vaazlar okuyarak, toplumu uyarmaya ve
yönlendirmeye çalışmışlardır. 16. yüzyılda
Türklere karşı yazılmış vaaz
literatüründe Protestan ile Kato lik vaazları arasında neredey se hiç fark bulunmamaktadır.
îki mezhebin vaazlarını birbirinden ayıran yegâne fark, düşmanın neden geldiği
konusunda y ap ılan açıklamalar söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Prote
stanlara göre Hristiy anları cezalandırmak üzere Tanrı tarafından gönderilen
Türkler, “putperest Papalık” kurumu dolayısıyla, Katoliklere göre ise “dinsiz
Lüteryanlar” nedeniyle gelmişlerdir. îki mezhep, düşmanın gelebilmesini farklı
şekillerde izah etseler de, 16. yüzyılın sonlarına doğru Hristiy an âleminin
tümünü saran Türk korkusu, mezhepler üstü bir korku olmaya başlar[395].
Bu dönemde haçlı seferi
fikri yerine savunma amaçlı bir savaş benimsenir. İnsanlara empoze edilen,
kendilerini ve ailelerini, özellikle kadın ve çocukları, düşmana karşı
savunmaları gereğidir. Bu motivasyondan hareketle savaşı desteklemeleri
beklenir. Gerçekte söz konusunu olan ise askerî çıkarlardır. Macaristan[396] ve
Avusturya’nın tehdit altında olması, Almanya’nın güvenliğini de etkilemektedir[397].
Bu iki ülke Türk savaşları boyunca Hristiyanlar için son derece önemliydi. 1521
yılında Belgrad’ın fethedilmesi, 1526 Mohaç zaferi, 1529’da Viyana Kuşatması,
1566 yılında Ziget’in fethinin yanı sıra, özellikle 1590’lı yıllardaki
fetihler, ki bunların arasında Raab’ın fethi, Viyana’nin önündeki son kale
olması nedeniyle askerî açıdan büyük stratejik öneme sahipti, ayrıca sınırlarda
durmaksızın devam eden savaşlar Mac aristan ve Avusturya’nın önemine işaret
etmeye yetmektedir. Viyana bu durumda Osmanlıların Avrupa’ya geçişini
engelleyen siper konumunu almaktay dı. Bu şehir Osmanlıların eline geçmediği
sürece, Avrupa’lı güçler kendilerini, tüm kayıplarına rağmen, güvende
saymaktaydı.
Avusturya
ve Macaristan söz konusu stratejik konumlarından ötürü vaazlarda da sıkça
karşımıza çıkmaktadırlar. Bazen Türklerin bu bölgelere verdiği zararlar konu
edilmekte, bu bağlamda özellikle Aşağı Avusturya’da bulunan Kârnten, Steiermark
ya da Macaristan’da bulunan Zigetvar gibi yer adları verilmekte, bazen ise
genel olarak Macaristan ya da Avusturya’dan bahsedilmektedir. Vaazların y
azılmasına neden olan temel düşüncelerden biri ise sınır bölgelerde ya da e
sarette yaşayan Hristiyanların inançlarını yitirebileceği endişesidir. Bunlar,
güçlü bir inanca sahip olmadıkları takdirde, kolayca dinlerinden olabilirlerdi.
Böyle bir tehlikey i önlemek için Türkler ve dinleri, vaazlar sayesinde herke
se tanıtılmalıydı. Kur’an’ın vaaz metinlerinde sıkça yer almasının nedeni,
düşmanın dinini karalamak suretiy le Hristiy anları korkutmak ve uyarmaktır.
îslam ve Kur’an’ın yanı sıra, Türklerin kökeni ve hükümdarlıkları, onlara karşı
savaşılması gereği ve gerekçeleri, onların yok edilmesi ve Hristiy anların
ellerinden kurtulması konuları vaazlarda işlenmektedir.
Bunu yapabilmek için Ezekiyel
Peygamberin, Yecuç-Mecuç kavramına değindiği Kutsal Kitaptaki 38. ve 39.
bölümlerinden, ayrıca düşman konusuna yer veren birçok başka peygamberden ve çeşitli
ilahilerden faydalanılmaktaydı[398].
Kısaca özetlemek gerekirse, duada ele alınan konuların neredey se hepsi
vaazlarda da yer almakta, ancak çok daha uzun ve genelde tarihî arka plan esas
alınarak dinleyici ya da okuyucuya sunulmaktay dı.
1.2.
Türklere Karşı Okunan Vaazların
Türleri Hakkında
Almanya’da[399] Türklere
karşı okunan vaazlar konu itibariyle kendi içlerinde farklı türlere ayrılmaktaydılar.
Örneğin, 1529 yılında Martin Luther ait Heerpredigt (Ordu Vaazı), 1565’de
Andreas Petri tarafından yayınlanan BuŞpredigt (Tövbe Vaazı), 1567’de Casper
Macer’in Bittpredigt (Niyaz Vaazı), 1572 yılında Johannes Nas’ın Kriegs und
Siegspredigt (Savaş ve Zafer Vaazı), 1592’de Georg Schwarz’ın yayınlanan[400] BuŞpredigten
(Tövbe Vaazları), 1594’de Michael Anisius tarafından Klagpredigt (Ağıt/Yakınma
vaazı), aynı yıl Zacharias Bachmann’nın y ay ınlanan Heerpredigt (Ordu Vaazı)
ve son o larak 1 595’de Valentin Leucht’un yazmış olduğu Warnung und BuŞpredigt
(Uyarı ve Tövbe Vaazı) konulu vaazlar bulunmaktadır.
1.3.
Vaazların 16. Yüzyılda Sayısal Olarak
Dağılımına İlişkin Liste
16.
yüzyılda Almanya’da bu kadar önemli yer tutan vaazlar, tıpkı dualarda olduğu
gibi, tarihî olayların etkisi sonucunda ortaya çıkmış ve Türk tehdidinin
boyutlarına göre, sayılarında azalma ya da çoğalma tespit edilmiştir. Bu
yüzyılda basılmış, 30 farklı yazara ait, 178’den fazla vaaz bulunmakta, ancak
bu sayının daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir[401].
Vaazların bu yüzyıldaki on yıllık dilimler halindeki yüzdeleri[402] ise
aşağıdaki gibidir:
|
Yıllar |
Vaaz
sayısı |
Yüzde |
|||
|
1500-1509 |
- |
- |
|||
|
1510-1519 |
- |
- |
|||
|
1520-1529 |
1 |
%0,1 |
|||
|
1530-1539 |
22 |
%12 |
|||
|
1540-1549 |
- |
- |
|||
1550-1559 |
- |
- |
|
|||
1560-1569 |
17 |
%10 |
|
|||
1570-1579 |
16 |
%9 |
|
|||
1580-1589 |
12 |
%7 |
|
|||
1590-1599 |
110 |
%
62 |
|
|||
16.
yüzyılın sonlarına doğru hızla artan ve 90’lı yıllarda doruğa çıkan vaaz
sayısı, korkunun o dönemlerde hat safhaya çıktığını göstermektedir. Bunun
nedeni ise dünyanın sonunun ve mahşer gününün geldiği endişesinden
kaynaklanmaktaydı. Hem Almanların sonunun hazırlayan, hem de mahşer gününün gelmesine
neden olacak olan Türkler, vaaz sayısının bu denli artmasının esas kaynağıdır.
1.4.16. Yüzyılda Yayınlanan Tüm
Vaazların
Listesi
16.
yüzyıla ait vaazlar hakkında genel olarak fikir verebilmek amacıyla aşağıdaki
tabela hazırlanmıştır. Tabelada vaizin adı, vaazın okunduğu yer ve yıl,
basıldığı yer ve yıl, söz konusu bir vaaz kitabı ise içerdiği vaaz sayısı,
konusu ya da belirtilmişse vaazın yazılma veya okunma nedeni açıklanacaktır.
Vaaz türünün açıklanmamasıı halinde başlıktan yola çıkarak vaazda işlenen
konular anahtar sözcük halinde belirtilecektir. Listede vaazların ya da
kitapların basım yılı esas alınarak sıralama yoluna gidilmiştir. Aynı yılda
basılmış kitaplar ise alfabetik sıraya göre yerleştirilmiştir. Liste VD16
taramaları sonucu oluşturulmuştur.
Vaizin
Adı |
Vaazın
Okunduğu Yer / Yıl |
B |
Luther,
Martin |
- |
W |
Brenz,
Johannnes |
- |
N |
Niederösterreich,
Stânde |
- |
I |
|
|
|
Heune,
Johannes |
- |
F |
Macer, Casper |
|
îı |
Nas, Johannes |
- |
îı |
|
|
|
Andreâ,
Jakob |
Tübingen |
T |
Efferhen,
Heinrich |
- |
S |
Nas, Johannes 1 1 |
07.10.1571 1 1 |
îı I |
Neser,
Augustin |
- |
|
Heidenreich,
Esaias |
- |
|
|
Nördlingen,
S. |
|
Fabricius,
Melchior |
Georgen
Kilisesi/ Perşembe günü |
N |
Nigrinius,
Georg |
- |
|
Schwartz,
Georg |
- |
F |
Leyser,
Polycarp |
|
W |
|
|
|
Anisius,
Michael |
Bamberg 19.10.1594 |
D |
Bachmann,
Zacharias |
- |
] |
Glaser, Theophilus ? |
- |
] |
Roth, Heinrich |
Eisleben 1565 |
|
|
|
|
Rupertus,
Johannes |
10
ve 17.
02. 1594 Lauenburg (Aşağı Saksonya) |
|
Assum,
Johannes I 1 |
Weickersheim
in der Graffschafft Hohenlohe I 1 |
Fra ı 1 |
Leucht,
Valentin |
- |
|
Miller, Georg |
Jena
Üniversitesi kilisesi |
|
Sutorius,
Johannes Paul |
Yukarı
Sultzburg |
N |
Vaget,
Bernhard |
S.
Nicolai kilisesi- Hamburg |
H |
Schopper,
Jakob |
- |
|
Flurer,
Johannes Christoph |
Steinach
am Neckar |
Sch |
|
|
|
Gesner,
Salomon |
Saray
kilisesi Wittenberg |
W |
Miller, Georg |
Weimar
06.12.1596 |
|
Möring,
Nikolaus |
Brandenburg |
M |
|
|
|
Anisius,
Michael |
Bamberg 1594
ve 1595 |
|
Horn,
Bartholomaeus |
Alten
Bruchhausen 1594 |
|
|
|
|
1.5.
Türk Vaazlarına Örnek Metinler
Örnek metin seçiminde Protestan ve
Katolik vaazlar tanıtılacaktır. 16. yüzyılda vaazların çokluğu göz önünde
bulundurularak, Türk imgesine daha fazla yer veren represantatif metinler
tercih edilecektir[403].
1528-1590 yılları
arasında yaşamış olan Jakob Andreâ[404] 16. yüzyılın önemli Lüteryan
teologlarındandır. 1541 yılında Tübingen
Üniversitesi’nde öğrenim görmeye
başlayan yazar, 1553’de doktora ünvanını alır ve 1561 yılında aynı Üniversite
de profesör olur. Braunschweig ve Lüneburg Dükü, ayrıca
Braunschweig-Wolffenbüttel Elektörü olan Julius’un (1528-1589) isteği üzere
Andreâ, Braunschweig-Wolffenbüttel’de 1568-1570 Reformasyonu başlatır. Yakın
arkadaşları Nikolaus Selnecker ve Martin Musculus’un destekleri sayesinde
düşmanlarına karşı direnç gösteren Andreâ, buna rağmen 1580 yılında Elektör
August von Sachsen tarafından görevden alınır. Onun teolog olarak en önemli
katkısı, Lüteryan Kilisesini birleştirmeye yönelik yazılarıdır[405].
Çoğu bu konuda olan 200’den fazla yazısı bulunmaktadır. Bunların arasında 1568
yılında Tübingen’de yayınlanan, ancak daha az tanınan, Dreyzehen Predigen vom
Türcken (Türkler hakkında onüç vaaz) adlı kitap da
yer almaktadır.
Andreâ çalışmasını soylu olan ve
olmayan Krain, Steiermark, Karintiya (Kârnten) halkına ve tüm Avusturya’nın
Hristiyanlarına ithaf eder. Bununla oradaki Protestanların yanında ve onlara
destek olduğunu belirtmek ister. “Bilmeliler ki Tübingen ve başka yerlerde
‘Hristiyan cemaatinizin... ne Papa ne de Türkler tarafından yıkılmaması için’
Tanrı’ya seslenilir”[406]. Yazarın bu çalışması 16.
yüzyılda Almanların “Türk sorunsalına” bakışı hakkında önemli bilgiler
içermektedir. Onun îslamiyete karşı olan ilgisi sınır bölgelerinde ya da
Türklerin hükümdarlığı altında y aşay anların dinlerini değiştirebilecekleri
endişesinden kaynaklanmaktadır. Bir yandan dinin savunulmasından yana bir tutum
izleyen Andreâ, diğer yandan misy onerliğe de yönelmektedir. Ona göre Kur’an’ın
Hristiyanlara anlatılması ve bunun sonucunda çürütülmesiyle dinlerine bağlı
kalabilen Hristiy anlar, belki düşmanı etkileyebilecek ve onu Hristiy anlığa
kazandırabilecektir. O, vaazlarında Tanrı’nın neden
Hristiyanları, Türk ile cezalandırdığı sorusuna cevap arar. Bu sorunun yanıtını
ise Türklerin dinini, savaşlarını ve zaferlerini inceleyerek bulmaya çalışır[407].
Andreâ’nın söz konusu 13 vaazı
esasında birbiriyle bağlantılı ve birbirinin devamı niteliğindedir. O vaazların
içeriğini kitabının başında yer alan 13 maddede birer cümle ile özetlemektedir[408].
Birinci vaazda yazar tövbe çağrısında bulunur ve okuyucuyu konuya hazırlar. Bu
vaaz giriş vaazı olarak adlandırılabilir. îkinci ve üçüncü vaazda yazar Kutsal
Kitaba dayanarak Türklerin kökeni ve hükümdarlıkları hakkında bilgi vermeyi
amaçlar. Dördüncü, beşinci ve altıncı vaazını ise Türklerin dinine ayırır. Yedi
ile onuncu vaazlar arasında Türklerin talihleri konusuna yer verir. Andreâ, 11.
ve 12. vaazlarda Türklere karşı nasıl savaşılması gerektiği ve onların yok
oluşları konularını ele almaktadır. Sonuncusunda ise Hristiy anların kurtuluşu
ve mahşer gününden sonra zalimlerin yok oluşunu işlemektedir.
Andreâ,
Türklerle ilgili tüm söy lemlerini
Kutsal
Kitab’a dayandırmaya çalışmaktadır. Ona göre Tanrı, Peygamber ve havarilerine
Hristiyanlığın bu son düşmanı hakkındaki bilgileri vahiy yoluyla aktarmıştır.
Kutsal Kitap’ta düşmana ilişkin edindiği bilgileri ise başka kaynaklarla izah
etmeye çalışan yazar başta Theodor Bibliander’in 1543 yılında Zürich’te
yayımlanan Ortaçağ döneminin îslam araştırmalarını içeren derleme çalışmadan
faydalanmaktadır[409].
Bunların arasında Robert Ketton’un Kur’an çevirisi de bulunmaktadır. Yazar bu
kaynaklarla y etinmey erek araştırmalar yapmakta ve Krainlı Reformatör Primus
Hubar’dan yardım talep etmektedir. Din konusunda söz konusu kaynaklardan
edindiği bilgileri doğrulamak için Hubar’dan Türk savaş esirlerine dinleri
konusunda sorular sormasını ve araştırma yapmasını ister[410].
Yazarın
13 vaazı bulunmasına karşın, bunların arasında özellikle üçüncü vaaz[411],
Türklerin kökenine ve îslamiyete ilişkin konuları içermesi nedeniyle ele
alınacaktır[412]. Andreâ vaazın başlarında Türklere karşı neden
dua okunması gereğini açıklar ve Türklerin sıradan düşman değil, Hristiyanlığın
ezelî düşmanı olduğunu hatırlatır. Türklerin nasıl bir düşman olduğunu anlamak
için, onların dinini bilmenin zorunluluğuna işaret eden yazar, Tanrı’nın onları
ceza olarak gönderdiğini savunur. Ayrıca Türkiye’ye esir götürülen
Hristiyanları ve onların çektiklerine yer veren yazar bu durumda Türklere karşı
vaaz okumasının gerekçelerini ve zorunluluğunu özetlemiş olur[413].
İncilden elde edilen bilgileri açıklamak ve desteklemek amacıyla Andreâ,
söylemlerine tarih yazarlarının Hz. Muhammed hakkında yapmış oldukları araştırmaları
eklemektedir. Ortaçağ bilgilerinden ibaret olan bu çalışmaların çoğu tamamıy la
tehlike arz eden düşmanın dinini karalamay a yönelik metinlerdir[414].
Andreâ, Peygamber hakkındaki açıklamalarına, doğum yeri ve Peygamberin anne ve
babası ile başlamaktadır. Anne ve babasının soyları hakkında tarihç ilerin de
hemfikir olmadığını vurgulayan yazar, babasının soyunu Esav ya da lsmail[415] soyuna dayandırmaktadır. Ancak
ister Esav ister îsmail
soyundan olsun, sonuçta “her ikisi de kötüdür” yorumunu yapar[416].
Peygamberin annesinin soyuna ilişkin de tahminlerde bulunan yazar, onun
tarihçilere göre Yakup ya da îsmail soyundan gelen bir Yahudi olduğunu dile
getirir. Andreâ’ye göre önemli olan onların, yani Peygamberin anne ve
babasının, İbrahim soyundan geliyor olmalarıdır. Teolog anlatmaya devam eder ve
“Muhammed’in”[417] annesinin babasının ölümünden
sonra amcası tarafından büyütüldüğünü, ancak amcasının bir işini hal etmeye
çalışırken esir alındığını ve köle o larak îsmail soyundan olan bir tüccara
satıldığını dile getirir. Kendi çocuğu olmayan tüccar kısa bir süre içinde
“Muhammed’i” bağrına basar ve işlerini hal etmesi için sıkça Mısır’a gönderir.
Orada büyük bir azimle Yahudilerle ve Putperestlerle iş yapmakla kalmaz, aynı
zamanda adını da duy urur ve çok sevilir. Tarihç ilere day anarak Andreâ onun
bu yeteneğini ve sevilmesinin nedenini “yakışıklı”, “göze hitap eden”,
“işbitirici”, “cesur”, “keskin bir zekâya sahip”, ama aynı zamanda “küstah ve
cüretkâr” olmasına bağlar[418].
Yazara göre elde
ettiği bu başarıdan cesaret alarak “kendisine dünyada ve insanların önünde bir
isim yapmak ister”. Böylelikle Raeder’in de belirttiği gibi, Andreâ’ye göre
îslamiyetin doğuşuna sebep olan “Muhammed’in” ün sahibi olmak istemesidir[419]. İddiaya göre “Muhammed” dinler
arasındaki sorunları görerek, bütün dinleri bir araya getiren ve Hristiyanları,
Yahudileri ve Putperestleri memnun edecek bir din oluşturmanın yollarını arar.
Bunun için kendisine Sergius[420] adında bir rahip ve bazı
Yahudiler yardımcı olur. Kur’an ise bu ortak çalışmanın ürünüdür. Buna göre
Kur’an “Yahudi, Hristiy an ve Putperest dinlerin bir araya getirilmesidir”[421]. Yazar okuyucu kitlesine
Kur’an’ı parantez içinde tanımlamaktadır: “Mahometischen Alcoran (das ist, ein
Buch, darinn der Türckisch Glaub begriffen,)” (Müslüman Kur’an’ı, Türklerin
dininin yazılı olduğu kitaptır)[422]. Andreâ vaazlarının hiç birinde
“İslam” sözcüğünü kullanmaz. İslam’ı tarif ettiği zamanlarda Kur ’an, Türklerin
dini veya inancından bahseder[423].
Raeder’e
göre yazar da Peygamberle ilgili “çok sevilen eski yanılgılardan”[424] faydalanmakta ve “Muhammed’in
epilepsi hastası olduğunu” ileri sürmektedir. Sıkça rahatsızlanmasından dolayı
korkan yaşlı karısını sakinleştirmek için Sergius ve “Muhammed” iyi niyetli
yaşlı kadını ikna ederler ve böyle zamanlarda onun Cebrail’i gördüğünü
söylerler. Cebrail ona öylesine güzel şeyler anlatmaktadır ki, bunlara
dayanamayan “Muhammed” yere düşmekte ve Cebrail yanından ayrılana kadar da
orada kalmaktadır. Zavallı yaşlı kadın bunlara ve eşinin çok kutsal olduğuna
inanır ve genç adamın kendisini aldatmasına izin verir[425].
Peygamberin ölümüne de yer veren Andreâ şunları yazar: “Ölümünden sonra
arkadaşları tarafından defnedilir ve tabutu Medine’deki tapınakta onun için
inşa edilen küçük bir ‘kilise’[426]ye konulur. ‘Kilisenin’ tepesine
ise büyük bir mıknatıs y erleştirilir. Cansız bedeni demirden bir tabuta konur
ve mıknatıs zamanla tabutu yukarı doğru çekerek havalandırınca halk büyük bir
şaşkınlık yaşar”. Yazar kendi zamanını kast ederek söz konusu olayı şöyle yorumlar:
“Bugün bile Doğu Dünyasından bu mezara büyük hac ziyaretleri gerçekleştirilir,
çünkü halk bu olaydan sonra peygamberlerinin ‘çok büyük ve çok kutsal bir
peygamber sanar’”[427]. Andreâ devam eder ve “Muhammed’in”
soyundan gelenlerin 700 yıl boyunca Hristiyanlara zarar verdiklerini ve
savaştıklarını dile getirir, ta ki “Otthomannus” (Osman) gelene kadar. O
okuyucularına açıklama y apma ihtiyacı duyarak Otthomannus’un ilk Türk Kayzeri
olduğunu izah etmekle kalmaz, aynı zamanda soyuna ilişkin bilgiler de verir.
“Selymus” (II. Selim)’e kadar bütün Türk hükümdarların onun soyundan geldiğini
dile getiren yazar, o dönemde hükümdar olan Selim’in Asya, Mısır, Yunanistan,
İstanbul, Rodos ve Macaristan’da birçok bölgeyi ele geçirdiğini ve oradaki e
sirlere zulüm ettiğini anlatır. Son olarak tekrar Dany al Peygamberin
söylemlerine döner, “Muhammed’in” soylu biri olmadığını, bu nedenle de boynuzun
aradan çıkan küçük bir boynuz olduğunu hatırlatır ve kehanetlerin gerçekleştiğini
vurgular. Vaazın bundan sonraki kısımlarında Andreâ,
Müslümanların Hristiyanlığa yönelik üç sövgüsünden bahseder. Bunlar sırasıyla,
îsa Tanrı’nın oğlu değildir; Hristiyanlığa inanmayınız; îsa, Yahudiler
tarafından çarmıha gerilerek ölmemiştir, ona çok benzeyen başkası çarmıha
gerilmiştir. Yazara göre “Muhammed’in” dinini yayabilmesinin, dolayısıyla
Arapları ikna edebilmesinin iki nedeni bulunmaktadır. Sıradan ve saf insanların
yanılgıya düşmesinin nedeni “Muhammed’in” onlara melek gibi görünmesidir. İkincisi
ise Arap halkının “ein grob, unverstândig Volk” (kaba ve akılsız) oluşudur[428].
Tüm
bunların vaazlarla ilişkisi nedir? Vaazlarda sadece Tanrı’nın sözleri yer
almamalı mıdır? Üçüncü vaazda ağırlıklı olarak Müslümanlığa değinen yazar,
okuyucuların bu gibi olası eleştirilerine karşın tutumunu izah etmeye çalışır.
Esasında bunları anlatarak Danyal peygamberin 2000 yıl öncesinde söylediklerini
açıkladığını dile getiren teolog, onun kehanetlerinin Muhammed ve y andaşları
tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir.
Görüldüğü
gibi Andrea, Türklerin dini olarak tanımladığı Müslümanlığı ön planda tutarak
karalama girişimlerine ağırlık vermektedir. Ortaçağ bilginlerinin ve Luther’in
etkisinde kalan yazar bundan daha ileriye gidemeyerek, Türk konusunda, diğer
çağdaşlarından farklı bir tutum izleyememiştir. Her ne kadar tarih
araştırmalarından faydalandığını dile getirse de, onların söylemleri dışında
farklı bir bakış açısı ekleyememiştir. Üstelik tarih yazarlarından
faydalandığını söyleyerek vaazına daha “ciddi”, ve de daha “bilimsel” bir üslup
kazandırmaya çalışarak “düşmanların dinini baştan sona kötülemeyi
hedeflemiştir. Korkunun ürünü olan bu tutum dinler arası savaşı yansıtmaktadır.
Yazara
göre Hristiyanlık büyük bir tehdit altındadır ve bu tehlike sınırlar üstüdür.
Savaş korkusunun yanı sıra Hristiy anların din değişikliğine gitme olasılığı da
onu endişeye sevk etmektedir. Bu konuya sıkça yer vermesi, konunun onun için
önemine işaret etmektedir. Andrea bu konuya hem birinci vaazında hem de
özellikle dördüncü vaazında geniş yer vermektedir. Türklerin dinsel ritüellerini ve
bu konudaki ciddiyetlerini kısaca anlattığı dördüncü vaazda, onların dine
ilişkin tutumunu Almanlarınki ile kıyaslamak suretiyle, bazı eleştirilere yer
vermektedir. Bunların sonucunda yazara göre kendini Hristiyan sayan birçok kişi
mahşer gününde lanetlenecektir[429].
Ağırlıklı o larak Hristiy anlara yöneltilen eleştiriler, onların kendilerini
düzeltmelerine y öneliktir. Bunun için teolog, Türklerin ibadet biçimlerini
kimi zaman, Yahudilik ve Hristiyanlık ile karşılaştırmakta ve camiye gitmeden
önce yıkanma, Cuma gününün önemi, oruç ve haç konularını ele almaktadır[430].
Türklerin dinî ayinlere gösterdikleri önemi[431] anlatmak
için Captivus Septemcastrensis’in Tractatus de Moribus, condictionibus et
nequita Turcorum[432] adlı
kaynaktan faydalandığını sayfanın kenarında belirten y azar, savaş esirlerinin
böylesine bir din karşısında maruz kaldığı tehlikey e işaret etmekte ve
ardından uzun uzun, daha öncesinde de değinilen “Kur’an’ın yanılgılarından”
bahsetmektedir. Sonuçta Kur’an’ın “dünyevi bir mantığın” ürünü olduğunu dile
getiren yazar buna benzer
söylemlerine bundan sonraki vaazlarında da devam etmektedir.
Jakob
Andrea, Türklere karşı yazmış olduğu vaazlarında Almanya dışındaki ülkeleri de
içine alan endişesini ve Protestanlığın Katolik ülkelerde de yayılmasına
ilişkin ümidini dile getirmektedir. Düşmana karşı savaşabilmek için öncelikle
mezhep sorununun yenilmesi gereğine inanan teolog, mezhep sorununu iç, Türk
sorununu ise dış tehdit olarak algılamaktadır. Yazar, Türk hükümdarlığı altında
yaşayanların sorunlarına özellikle yer vererek, bu insanların karşı karşıya
kaldıkları tehditlerin farkında olduğunu belirtmektedir. Din değiştirme
mecburiyetinin olmadığının bilincinde olan Andrea, gerek iç gerekse dış
kaynaklı sıkıntılardan dolayı birçok Hristiyanın dinine bağlı kalmadığını
vurgulamaktadır. Burada Martin Luther’in etkisi de açıkça ortaya çıkmaktadır. O
da aynı sorunlara işaret etmiş ve çok sayıda Hristiy anın Türk hükümdarlığı
altında y aşamay ı tercih ettiğini dile getirmiştir. Türklerin askerî
zaferleri, onların bu eğilimi ayrıca pekiştirmiştir. Yazar, Türkler hakkındaki
vaazlarıyla bunu engelleme çabası gütmüştür. Bunun için Kutsal Kitaptan,
özellikle Danyal ve Ezekiyel Peygamberlere dayanarak ve ağırlıklı olarak
Theodor Bibliander’in yayımladığı İslam araştırmalarından faydalanmıştır.
Böylelikle yanılgılı Ortaçağ görüşlerini aktaran yazar olumsuz imgenin y ay
ılmasına katkıda bulunmuştur. Raeder’e göre, Türkerin dinî vecibelerini büyük
bir saygıyla yerine getirdiklerini, Septemcastrensis’in gözlemlerine dayanarak,
ifade eden yazar, Müslümanların din karşısındaki ciddiyetlerine saygı gö
stermiş ve böylelikle îslamiyet’deki dinî değerleri fark etmiştir. Oysaki bu
bir yanılgıdır. Yazarın söz konsusu olan bu değerleri keşfetmesi, ya da kabul
etmesi sadece Hristiyanları kışkırtmaya ve böylelikle onları düzeltmeye y
öneliktir. Düşmanın daha ciddi ibadet etmesi, ne de olsa kabul edilecek şey
değildir. Onlar bile dinlerine daha düşkün anlamına gelen bu provokasyon ile
hedeflenen, kıyaslama yöntemi ile eleştirmek ve sonuçta iyileşme sağlamaktır.
Üstelik bu yöntem reformasyon döneminde, başta Luther olmak üzere, sıkça
uygulanmaktaydı. Ayrıca Septemcastrensis’de Türklerin övgüye değer gelenek ve
göreneklerinden bahsederken, bununla Hristiyanların kendilerini düzeltmelerini
hedeflediğini dile getirmiştir.
Protestan
olan Heinrich Efferhen 1571 yılında, Ezekiyel Peygamberin 38. ve 39.
bölümlerini ve Yecuç Mecuç olarak adlandırdığı Türkleri konu alan 13 vaazını
yayımlar. Çalışmasında Türk İmparatorluğunun Hristiyanları cezalandırmak üzere
kurulduğunu anlatmay a çalışan yazar, ayrıca İmparatorluğun tarihine de geniş
yer ay ırmaktadır. Efferhen, Türklerin tarihini, y azmış olduğu vaazların
dışında, özel bir bölüm içerisinde incelediğinden ve bu da çok olağan
olmadığından tercih edilmiştir.
Yazar,
birinci vaazında Yecuç Mecuç kavramlarının tarihî kökenine yer vermekte,
oluşumunu anlatmakta ve “İsrail”, “Meşeh ve Tubal” halklarından bahsetmektedir.
Sonrasında Hristiy anların tarih içerisinde karşı karşıya kalmış oldukları
düşmanları sıralamakta ve bunlar arasında öncelikle Romalılar, Gotlar,
Vandallar, Hunlar, Arap ya da Sarsasenleri say maktadır. Son o larak ise Yecuç
olarak adlandırdığı “Türk Kayzerinin” geldiğini ve
birçok
yerde Hristiyanları ele geçirdiğini vurgulamaktadır. Ancak bugüne kadar böylesi
bir düşmanın olmadığını dile getiren Efferhen, Türk Kayzeri ve yanındakilerin
hiç görülmemiş güçlerle, yani ordu ve birliklerle Hristiyanlara saldırdığını
dile getirmektedir. Üstelik birçok milletten oluşan ordusunun tümünü henüz
kullanmadığını ifade eden yazar, arkasından tekrar İsrail halkının durumuna
dönmekte ve benzetmeler yapmaktadır. İsrail’de, denizdeki b alıklar,
gökyüzündeki kuşlar ve tarladaki büyükbaşlar dahil, herkesin titrediğini ve
Yecuç’un tüm gücüyle saldırdığını anlatmaktadır. Bundan sonra Danyal
Peygamberin kehanetlerine yer verir ve “Yeni Müslüman İmparatorluğun”, “küçük
boynuzu” temsil ettiğini söyler. Bu İmparatorluğun başındaki Kayzerin Yecuç
olduğu ve ona bağlı o lanların baştan çıkarıcı dini kabul ederek, “sahte
peygamber Muhammed’e” ve onun öğretilerine inandıklarını vurgular. Bu kehanetin
ne zaman gerçekleşeceğine yönelik ise Ezekiyel, Danyal ve Yahy a Peygamberlerin
kehanetlerinin birbirleriyle özdeşleştiğini söyler ve bunlara dayanarak soruyu
cevaplar. Efferhen’e göre bu kehanetler henüz gerçekleşmemiştir. Hristiyanlar,
Tanrı’dan uzaklaştıkları ve kendilerini güvende sandıkları anda, Tanrı gücünü
Şeytan’a teslim ederek onları cezalandıracak ve düşmana teslim edecektir.
Hristiy anların kendi aralarındaki çekişme ve güç mücadeleleri nedeniyle
“Türklerin başındaki hükümdar” cesaret alarak zaten zayıflamış olan Hristiy
anlara savaş açarak baskı y ap ac aktır. “Türklerin hükümdarına en sadık
şekilde yardım edecek olanlar ise ganimet elde etme ümidi olan tüccarlar
olacaktır. Luther’in de konuyu aynı şekilde yorumladığını söyleyen yazar,
Hristiyanların günahları nedeniyle Tanrı’nın öfkelendiğini ve bu cezayı
gönderdiğini hatırlatır. Türkler buna göre güçleri yüzünden değil, Tanrı’nın
cezalandırma isteği dolayısıyla Hristiyanları yeneceklerdir. Bu nedenle
insanların Tanrı’nın emirleri doğrultusunda yaşamaları gerektiğini söyleyen
Efferhen vaazını bu sözlerle bitirir.
îkinci
vaazında Yecuç kavramını daha detaylı tarif etmeye çalışan yazar, Yecuç’un
nerede yaşadığına, destekçilerine ve komşularına ilişkin bilgiler verir. Yine
Peygamberin sözlerine dayanarak Tanrı’nın son düşmanının Mecuç ülkesinden gelen
Yecuç olduğunu belirten Efferhen, Meşeh ve Tubal’ın da baş hükümdarı olduğunu
ifade eder. Bundan sonra Peygamberin sözlerine day anarak Yecuçun kökenine
ilişkin bilgiler sunar ve Mecuç ülkesinin Asya’da bulunduğunu söyler. Yecuç
halkının kim olduğu sorusunun yanıtı ise Türklerdir. Herot’un bu konudaki
sözlerine yer veren yazar, Mecuç ülkesinin îskitler tarafından ele
geçirildiğini hatırlatır. Sonrasında “İskit” sözcüğüne ilişkin açıklamalarda
bulunarak îskitlerin Türk olduğunu vurgular. Bu görüşün Pomponius ve Plinius
adlı tarihçiler tarafından da desteklendiğini belirten Efferhen bu kişilerin
söylemlerine d ay anarak, Türklerin kökenine ve komşu ülkelere ilişkin
detaylıca açıklamalarda bulunur. Bunlardan bazıları şöyledir: Kalabalık bir
halk olan, avcılıkla ve ot top lay arak geçinen, Türkler avlar yeterli
gelmeyince aç kalmamak için zorunlu olarak Hazar Denizi’ni çevreleyen dağları aşarak göç ederler. Tarla ekip biçmeyi bilmeyen ve
yoksulluk içinde yaşayan bu halkın giysileri hayvan derilerindendir. Altın,
gümüş ve mücevherlerin değerini bilmemektedirler. Bundan sonraki tariflerde de
îskitlerin birçok özelliğini aktaran yazar, özellikle disiplinlerini, ab artıy
a kaçmamalarını ve kendi aralarında hırsa dayalı tartışmalarının olmamasını
övgüye değer bulur. Süslü ifadelere, yalanlara ve hilelere itibar
etmediklerini, ayrıca kıskançlığı tanımadıklarını ve doğuştan gelen bir
dürüstlüğe sahip olduklarını ifade eder[433]. Yazar burada Homeros’un
görüşünü de aktararak, onun îskitleri, tüm insanlar arasında en dürüst olanlar
olarak tanımladığını vurgular. Nicephorus’un da buna benzer bir söylemine yer
veren Efferhen, îskitlerin diğer halklara göre çok daha dürüst gelenek ve
göreneklere sahip olduklarından Tanrı’nın onlar vasıtasıyla diğer halkları
cezalandırdığını dile getirir. Türklerin Yecuç olduğunu ve komşu ülkeler
tarafından başa getirildiğini yineleyen yazar Tanrı’nın onları “bizleri”
cezalandırmak için yükselttiğini vurgular. Vaazın sonunda ise Tanrı’nın tekrar düşen
halkını yüceltmesi ve düşmanı devirmesi dileğinde bulunur[434].
Üçüncü vaazını da Yecuç konusuna
ayıran yazar öncesinde belirtilen konuları işlemekte, Yecuçun Türk olduğunu ve
Tubal ve Meşeh halklarının başı olduğunu vurgulamakta ve Tanrı’nın
Hristiyanları yok etmeyi hedeflemediğini, aksine onları eğitmek istediğini
belirtmektedir. Tanrı’nın neden Türkleri seçtiği konusuna gelince yazar şunları
söylemektedir: Tanrı’nın uzun zamanlar boyunca ormanda yaşayan ve sadece
avcılıkla geçinen, “tanınmayan, barbar, vahşi, zalim bir halkı seçmesi”
şaşırtmamalıdır. Bunun için tarihten örnekler verir ve İsrail halkının maruz
kaldığı saldırılar sonucu[435] ders almasını örnek gösterir.
Hristiy anların da Türklerin saldırısı sonucu aynı şekilde ders alacaklarını
vurgular. Tanrı bunun için Gotları, Vandalları, Bulgarları, Arap ve
Sarasenleri, Türkleri ve onlarla birlikte Tatarları ve dünyanın birçok farklı
yerinde Yecuç hâkimiyeti altında savaşacak olan başka halkları getirecek ve
kullarını korku ve sıkıntıyla
sınayacaktır. Yazara göre Tanrı bunu
gerçekleştirmek için şu anda Türkleri kullanmaktadır. Efferhen vaazında, Danyal
Peygamberin özellikle “küçük boynuz” ile ilgili kehanetlerin daha iyi
anlaşılması için, Sarasenlerin yeni bir İmparatorluk, yeni bir din ve “sahte
Peygamberleri Muhammed” ile, ta ki Türkler gelene kadar, nasıl yıllarca
hükmettiklerini ve Roma İmparatorluğunu zarara uğrattıklarını anlatmaktadır.
Ancak onun esas konusu Hristiyanlığa verdikleri zararlar dolayısyla Türkler
olduğundan, vaaza Türklerin tarihçesini eklemektedir. Sarasenler ve Türklerin
tarihi hakkında çok sayıda basılmış kitab ın bulunduğunu belirten Efferhen,
gerçeğe en y akın olanlardan faydalandığını
vurgulamaktadır.
Yaz ar burada vaazını b itirmekte ve Türklerin tarihi konusunu işlemeye
başlamaktadır. Görüldüğü üzere yazar bu vaazında da sürekli tekrarlamak suretiy
le, okuyucularını eğitmeye çalışmaktadır. O bir y andan onların iyi yönde
değişmesini sağlamay a çalışmakta, diğer yanden Türklerin “kötüye” dayanan
köklü geçmişini hatırlatarak ezelî düşman ve kötü Türk imgesini, pekiştirmeyi
hedeflemektedir. Çeşitli tarihçilerin görüşlerine yer vererek olağanca “bilimsel”
ve inandırıcı olmaya çalışmaktadır.
Yazar
27 sayfa boyunca Sarasenlerin tarihine, Müslümanlığın oluşumuna ve yayılmasına
ilişkin bilgiler verir. Efferhen’e göre, dinin y ay ılması için başka halkların
yağmalanmasına hatta öldürülmesine izin veren “Muhammed”, kötülüğün simgesidir.
Türkler bu bölümünde de yine Sarasenlerle ilişkilendirilir ve “frembd
auŞlândisch” (tanınmayan yabancı) olarak tarif edilir. Efferhen’de tıpkı Andreâ
gibi Müslümanlığın, Yahudilik ve Hristiyanlık unsurlarını birleştirdiğini savunur
ve bunu propaganda aracı olarak kullanır. Ancak yazar, Andreâ’den farklı olarak
çok eşlilik konusunu da işler.
Türklerin tarihi konusu oldukça uzun
olmakla birlikte burada sadece imge açısında önem taşıyacak konular ele
alınacaktır[436]. Osmanlı İmparatorluğu tarihine
tam 46 sayfa ayıran yazar, İmparatorluğun kuruluşundan 1566 yılına kadar hükmetmiş bütün
hükümdarları çalışmasında ele alır. “Oğuzların ya da Osmanlıların kökeni,
oluşumu ve devamı”[437]
başlığını taşıyan bölümde
Efferhen, Laonici Chalcochondylis[438],
Pauli Jouij ve Richerij Galli adlı tarih yazarlarından faydalanarak bu bölümü
hazırladığı bilgisine yer verir. Ayrıca bu bölümün hemen başında Müslümanlık
dini içerisinde yer alan mezhep ayrılığına dikkat çeker ve iki mezhebin
varlığına işaret eder. Her iki mezhebin de “Muhammed’i” en büyük peygamber
kabul ettiklerini anlatan yazar, Türklerin ayrıca bazı isimleri peygamber
olarak tanımalarına karşın Perslerin, “Muhammed” dışında sadece “Ali’yi”
peygamber olarak kabul ettiklerini belirtir. Ancak bu açıklamalarının sonunda
Perslerin de tıpkı Türkler gibi Müslüman olduklarını vurgular. Efferhen’in tüm
bunlara yer vermesi, Batı Dünyasının Türklere ve Doğu Dünyasına duyduğu ilgiden
kaynaklanmaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu tarihçesine,
Laonicus’dan
aldığı bilgiler doğrultusunda, Osman’ın babası Ertuğrul’u anlatarak başlayan
yazar, onun Oğuz boylarından geldiğini söyler. Osman’ın zaferlerine yer
verdikten sonra oğlu Orhan’nın seferlerini anlatır ve ardından onun Yunan
Kayzer’i Andronicus’un oğlu ile olan akrabalık ilişkilerinden bahseder. Buna
göre Kayzer Andronicus ölmeden önce, oldukça zengin ve güçlü Johannem
Cantacuzemun’u henüz 12 yaşında olan oğlunun vasisi tayin eder. Kayzerin
ölümünden sonra Yunanlıların baskısı sonucu bu kişi İmparatorluğun idaresine
getirilir. Kayzerin oğlunu saray dan uzaklaştırarak etkisiz hale getiren Cantacuzemun,
kendi kızını Orhan Bey ile evlendirerek onunla hısım olmakla kalmaz, Orhan onun
aynı zamanda yakın arkadaşı ve dostu olur. Süleyman ve Murad adında iki oğlu
olur ve yaklaşık olarak 22 yıl hüküm sürdükten sonra ölür. Süleyman tahta
geçtiğinde Yunanlılarla savaşır. O dönemde hâlâ Asya’da yerleri olan
Yunanlıları esir alır, deniz yoluyla birlikleriyle Avrupa’ya geçer, orada
birçok yeri yağmalar ve harap eder, Gelibolu’yu fetheder ve Trakya’ya girer.
Sonrasında Yunan Kayzeri ile barış antlaşması yapan Süleyman onunla birleşerek
Bulgarlara karşı savaşır. Yenilginin ardından Süleyman’ın orduları zafer elde
eder. Chalcochondylis’e göre Süleyman’ın yaptıkları babasına mal edilir, çünkü
o başarılarınının çoğunu henüz babası hayattayken elde etmiştir. Kısa bir süre
hükümdar olan Süleyman “olağanüstü” başarılarıyla İmparatorluğuna layık
olmuştur. Efferhen, Chalcochondylis’e dayanarak, Süleyman’ın ölümünden sonra
tahta geçen kardeşi Murad’ın dördüncü Türk Kayzeri olduğunu belirtir.
Dikkat
çekici olan yazarın Osmanlı hükümdarları, bunların Avrupalılarla olan
ilişkileri ve evlilikleri gibi konulara geniş yer vermesidir. Ayrıca Osmanlıların,
Avrupa’da elde etmiş olduğu zaferleri “olağanüstü” olarak nitelendirmesi ya da
“İmparatorluğuna layık o lmuştur” sözleri, tüm propaganda faaliyetlerinin yanı
sıra, Osmanlı İmparatorluğu hükümdarlarına gizlice duyulan ve bastırılamayan
hayranlığın ifadesidir. Murad’ın zaferlerini de son derece ayrıntılı biçimde
aktaran yazar, Avrupa’da birçok ülkeyi ele geçirerek vergiye bağladığını ve
neredeyse tüm Asya’yı elde ettiğini dile getirir. Görüldüğü gibi Efferhen her
hükümdara geniş yer vermekte ve adeta tarih kitabı yazmaktadır. Yedinci Türk
Kayzeri olarak adlandırdığı “Mulsumane” (Süleyman) ve sekizinci Kayzer “Moses”
(Musa)’dan bahseden yazar, I. Bayezid’e ayrı bir başlık ayırmamasına rağmen,
oğulları hakkında geniş bilgi aktarır. Bayezid’in oğullarından İsa’nın
Hristiyanlığı kabul ettiğini ve ardından öldüğünü söyleyen Efferhen, yine
Bayezid’in oğullarından olan Musa’nın kardeşi Mehmed tarafından iple boğulmak
suretiyle öldürüldüğünü dile getirir. Yaz ar, dokuzuncu Türk Kayzeri Mehmed’ten
sonra, 1412-1419 yılında onuncu Kayzer olan Murad’a ve oğullarına 12 sayfa
ayırır. Efferhen, Murad’ın Catapinus adlı oğlunun Hristiyanlığa geçtikten sonra
kardeşi Mehmed tarafından öldürüldüğünü vurgular. Fatih Sultan Mehmed’e ve
İstanbul’un fethine detaylıca yer verdikten sonra, II. Bayezid’in Venediklilere
karşı savaşını ve diğer zaferlerim ele alır. Yazar, Bayezid’in kardeşi
“Zizimum” (Cem Sultan) ile taht mücadelesine değinir ve Cem Sultan’ın Rodos
şövalyelerine sığındım söyler. Sultan, şövalyeler tarafından Papa VIII.
înosens’e verilir ve ardından bir sonraki Papa VI. Aleksander tarafından
zehirlenerek öldürülür. Bayezid’in Ahmed, Korkut ve Selim adlı üç oğluna da yer
veren yazar, Selim’in babasını zehirlediğini de söylemektedir. Böylesi “utanç
verici” eylemlerle 1512 yılından tahta geçen Selim, kısa bir süre içerisinde
kardeşlerini öldürür. Kardeşlerden Korkut’u boğarak öldürdüğü bilgisine yer verilir.
Selim’in zaferlerine değinen yazar onun ölümüne ilişkin ise şu bilgileri
aktarır. Efferhen’e göre Selim, İstanbul’u feth etmek üzere Kasım 1520 yılında
yola çıkmışken, ateşlenerek hastalanır ve 46 yaşında ölür. Onun ölümünden sonra
tek oğlu olan I. Süleyman tahta çıkar. Yazar onun istediği takdirde çok az bir
çabayla Almany a’y a girebileceğini, çünkü elde edilen zaferler sayesinde artık
Almany a’y a gidecek bütün y olların açıldığını dile getirir. Bunun için hem
gerekli güce hem de fazlasıyla fırsata sahipti. Efferhen’e göre, Tanrı’nın,
fazlasıyla iyi donanımlı askeri, parası, silahı ve savaş malzemesi olan bu
düşmanı göndermesi an meşelisidir. I. Süleyman, bir yandan Avrupa, diğer yandan
Asya, Suriye, Mısır, Yunanistan, Trakya, Bulgaristan ve Macaristan gibi başka
birçok ülkeyi ele geçirmesinin yanı sıra ayrıca denizde de çok sayıda adayı
hâkimiyeti altına almıştır. Yazara göre “düşmanların en korkuncu” olarak
nitelendirilen I. Süleyman bu nedenle bir değil birçok ordu oluşturabilecek
güce sahiptir. Savaş ordusundaki düzenlemelere de yer veren yazar özellikle
yeniçeri, sipahi, paşa, beylerbeyi, sancak gibi kavramlara açıklık getirmeye
çalışmaktadır. Efferhen ayrıca “Türk İmparatorluğunun” yıllık gelirine ilişkin
açıklamalarda bulunur. Buna göre Türk Kayzeri “Sultanlığına bağlı ülkelerden
altmış kere yüzbin Gülden elde ederi”, ve bu paraların “kırkbeş kere yüzbin
Güldenini” harcar. Üstelik askerleri ona değer verdiklerinden az miktarda p
aray la da y etinmektedirler. Bu nedenle her yıl buradan da binlerce “para” bir
aray a gelmektedir. Sürdürdüğü savaşların ise hazinesini zarar uğratmadığı,
aksine faydalı olduğunu belirtir. Yazar ay rıca, onun düny adaki tüm
hükümdarlardan daha büyük bir hâzineye ve mücevherlere sahip olduğunu vurgular.
Bunun yanı sıra, silah, çadır, gemi vs. konusunda da muazzam bir varlığa sahip
olduğunu dile getirir. Bu nedenle Türk birçok hükümdara istediği an
saldırabilecek imkâna sahiptir. Böylelikle Türk Kayzeri gücü ve
İmparatorluğunun büyüklüğü ile bütün kralları ve hükümdarları geçmektedir.
Bütün bunları Paulus Jouius’un yazdığını da ekleyen Efferhen, buna benzer
anlatımlarına devam eder ve tarihle ilgili söylemlerini “zalim” ve “acımasız”
düşmana karşı Tanrı’ya yönelmeli uy arısıy la sonlandırır.
İmparatorluğun
zenginliğine geniş yer ayıran y azar, söz konusu düşmanın büyüklüğünü ve gücünü
anlatmaya çalışmaktadır. I. Süleyman’ın ve dolayısıyla Osmanlı
İmparatorluğun’un varlığı bir yandan okuyucuyu korkutmak, diğer y andan bir
değişimi gerçekle ştirmek amaçlı kullanılmaktadır. Özellikle zenginliğe ilişkin
d etay lı bilgilerin yer alması daha öncesinde belirtildiği gibi toplumun
“olağanüstü” düşmana duyduğu merakı da göstermektedir. Böylesine “özel bir
düşmana” karşı duyulan korku ise yazara göre, cezanın Tanrı tarafından her an
uygulanabileceğine ve bunun sonucunda insanların vakit kaybetmeden tövbe
etmeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Dikkat çeken diğer bir nokta ise,
vaazlara oranla, tarih bölümünde propaganda ağırlıklı söylemlerin daha az yer
almasıdır.
Dördüncü vaazda genel o larak tekrar
Sarasenlerden, Türklerin tarihinden, hâkimiyeti altına aldıkları bölgelerden,
Türk hükümdarlarından, Müslümanlığın
yayılmasından,
Yecuç ve Mecuç’ten, kanlı ve zalim düşmandan, düşmanın Şeytan’la yapmış olduğu
anlaşmadan ve sıkça “sahte Peygamber Muhammed”den bahsedilmektedir. Ayrıca
Türkler tarafından feth edilen ya da onlarla hemen işbirliği yapan, onların
dinini kabul eden “Mohren” (zencilere) ve Araplara, Afrika’daki birçok ülkyeye
geniş yer verilmektedir. Yazar vaazda ayrıca Türkün hükümdarlığı altından o
lmay an ülkelerin neden onunla işbirliği yaptığı sorusunun yanıtını vermeye
çalışmaktadır.
Efferhen,
ilk neden olarak din birliği konusuna yer vermektedir. Bu bağlamda Müslümanlığı
kabul etmiş îran gibi ülkelerin, Hristiyanlığı yok etmek söz konusu olunca
bütün düşmanlıkları bir kenara bırakarak birleşeceklerini söylemektedir.
Hristiy anlığa yönelik eleştirilerine de yer veren yazar, Hristiy anların
birleşmek yerine birbirlerine karşı savaş yürüttüklerin ifade eder. Vaazının
sonunda Hristiyanların içinde bulundukları durumu “İsrail halkının” bir
zamanlar yaşadıklarına benzetmekte ve bunu Peygamberlerin açıklamalarıyla
kanıtlamay a çalışmaktadır.
Bundan sonraki vaazlarını daha kısa
tutan Efferhen buna rağmen, önceki vaazlarda ya da tarih bölümünde
anlattıklarını tekrarlamaktadır. Örneğin, beşinci vaazında Müslümanlığın
“gerçek dini engellediğini”, öldürmeyi emrettiğini, çok eşliliğe izin verdiğini
ve ahlaksızlığı teşvik ettiğini söyleyerek propaganda yapmaktadır. Ayrıca Osmanlıların[439],
kendi içlerinde de kan döktüklerini, karde şlerini ve akrabalarını
öldürdüklerini
dile getirmektedir. Anne ve babaların çocuklarından, çocukların ise anne ve
babalarından, ya da kardeşin kardeşten korktuğu ve Tanrı’nın onları böyle
cezalandırdığını vurgulanmaktadır. Ayrıca sonunda Tanrı tarafından yok
edileceklerini de, neredeye her vaazında olduğu gibi, belirtmektedir.
Altıncı
vaazında da Ezekiyel Peygamberin 38. bölümünü işleyen y azar kehanetler
doğrultusunda Mecuç’un ne zaman geleceğine ve hangi ülkeye saldıracağı konusuna
açıklık getirmeye çalışmaktadır. Efferhen düşmanın hem Doğu hemde Batı
Dünyasına ve iki denize birden hükmedeceğini belirterek soruyu y anıtlar. O
ayrıca Protestanlığı üst kimlik olarak kabul etmekte ve Luther’in Mecuç
konusuyla ilgili açıklamalarına geniş yer vermektedir. Sonrasında ise Mecuç’un,
yani Türklerin, kiliselere nasıl saldıracağı konusu işlenir.
Bir
sonraki bünyelerindeki zayıfladıklarını vaazda, Almanların kendi çekişmelerden
dolayı ve düşman karşısında savunmasız kaldıklarını düşündüğünü belirten
Efferhen,
Hristiyanların en zayıf ve hazırlıksız anını kollayan Türklerin, ilk fırsatta
saldıracağı konusunda uyarıda bulunur. Türkler bu vaazda da bilinen şekilde
ezelî düşman olarak tanımlanmakta ve yağmacılık ile itham edilmektedirler.
Ayrıca Türk İmparatoruna bağlılıkları dolayısıyla Bulgaristan, Macaristan gibi
ülkeler ve Türklerle işbirliği yapan diğer “hainler” açgözlü olarak
nitelendirilmektedir. Türk Kayzerini, Hristiyan ülkeler hakkında bilgilendiren
tüccarlar da hain o larak adlandırılmaktadır. Onların bu tutumu yazara göre
kehanetlerle de örtüşmektedir. Efferhen’e göre, kana susamış katillerin
(Türklerin) elinden kurtulmak için uy anık o lmak gerekmektedir. Uyanık
olmamalarından dolayı Hristiyanları budala o larak nitelendiren yazar, bu
konuda da uy arıd a bulunmuş olur.
Sekizinci
vaazında da yine Macaristan ve Rodos Adasına değinen Efferhen, buralarda
yaşayan insanların kendilerini en güvende sandıkları anda saldırıya
uğradıklarını dile getirmektedir. Yazara göre düşman beklenmedik bir
anda saldırabileceğinden, insanların her an tetikte olması gerekmektedir. 1395
yılında dindar olarak nitelendirilen I. Bayezid’in seferine de yer veren yazar,
Jouius adlı tarihçinin savaşa ilişkin görüşlerini aktarır[440].
Buna göre onun ordusu sanki yüzbinlerce insandan ve bütün milletlerden oluşmuş
kalabalıktaydı ve yeryüzünü kaplayan kara bulut gibiydi. Buna mukabil
Hristiyanların ordusu sadece 80 bin kişiden ibaretti. Bu ise kehanetlerle
örtüşmekteydi. Yazar ayrıca Yecuç’un gelişini sadece Ezekiyel peygamber
tarafından değil başka peygamberler tarafından da öngörüldüğünü, ancak bunların
Yecuç sözcüğü yerine düşman ya da putperestlerden bahsettiklerini belirtir[441].
Martin Luther’in Ordu Vaazına da yer veren yazar, onun iki düşmandan, yani Papa
ve Türklerden, söz ettiğini vurgular.
Sonraki
vaazında “sahte peygamber Muhammed” ve Papa’nın, Hristiyan dinini yok
edeceklerini söy ley en y azar bu bağlamda tekrar Luther’in Ordu Vaazına
değinir. Yecuçun av peşindeki aç bir aslan, yavrularını
kaybetmiş bir ayı ya da insan kanına susamış bir panter gibi saldıracağını
ileri süren Efferhen bu konudaki benzetmelere geniş yer ayırır. Tanrı’nın
Hristiyanlara ilişkin haklı öfkesini çok sayıda örneklerle açıklamaya çalışır
ve bundan sonraki sayfalarını bu konuya ayırır. Ayrıca Johannes Brenz’in ilk
vaazına yer verir ve onun Türkler hakkındaki açıklamalarını aktarır. Türklerin
yaptıklarını hatırlatarak Tanrı’nın öfkesini izah eden Brenz, vaazında
Türklerin sadece erkekleri katletmekle kalmadıklarını, hamile kadınları da
acımasızca kılıçlarıyla ortadan ayırdıklarını söylemektedir[442].
Türklerin bunu Tanrı’nın öfkesi sonucu yaptıklarını belirten yazar, okuyucuda
oluşabilecek bir yanılgıyı da ortadan kaldırmaya çalışır. Buna göre Türklerin
doğaları gereği böyle acımasız davrandıklarını düşünenlere bunun yanlış
olduğunu söyler. Brenz, ne kadar acımasız olursa olsun Türklerin sonuç
itibariyle insan olduğunu belirtir. Onların kadın ve çocuklara karşı gö
sterdikleri merhametsizlik, doğalarına mal edilmemeli, tam aksine Tanrı’nın
öfkesinin bir işareti olarak algılanmalı ve bu
yüzden Tanrı’nın habercisi olarak düşünülmelidirler.
Akdeniz
üzerinden korkunç sayıda gemi, insan ve silahla gelecek olan Yecuç karşısında
sadece denizdeki balıklar titremekle kalmayacak, yeryüzünde hareket halindeki
tüm canlılar titreyecektir. Efferhen’e göre kendini emniyette sayan hiç bir
kale, şehir ya da saray Tanrı’nın öfkesi ve dolayısıylaYecuç’un karşında ayakta
kalamayacaktır.
Onuncu
vaazda ise Danyal peygamberin on boynuz kehanetinden yola çıkan yazar, Türkleri
kana susamış ejderhaya benzetmekte, “kızıl ejderhanın” bütün dünyaya ve
boynuzlara sahip olacağını vurgulamaktadır.
Efferhen
onbirinci vaazında da Danyal peygamberin on boynuz kehanetini konu almaktadır.
Yazar ayrıca Musa Peygambere dayanarak Tanrı’nın Türklere karşı öfkeli olduğunu
ve onları sonunda yok edeceğini ileri sürmektedir. Buna göre Tanrı bir müddet
Türklerin adına sövmesine izin verecek ardından onları bunun için
cezalandıracaktır. Bundan sonra Onun Türklere verebileceği tüm cezaları
İncilden örnekler vererek sıralayan yazar, Türklerin diğer ülkelerin
insanlarını kılıçlarıyla öldürdükten sonra birbirlerine saldıracaklarını ileri
sürmektedir. Efferhen’e göre elde edilen ganimetlerin paylaşılması da kendi
aralarında kavgaya sebep olacaktır. Tanrı’nın verebileceği ikinci ceza ise Türk
savaşcılarının ellerinden zaferlerini almasının ardından onları hastalıkların
en kötüsü olan veba ile cezalandırmasıdır. Bir sonraki ceza ise onların üzerine
dolu ve yağmur y ağdırmak suretiy le gerçekleştirilecektir. Böylece açık alanda
duran düşmanı ya sel götürecek ya da dolu vuracaktır. Yazar konuyla ilgili
örnekleri saymaya devam etmekte ve sonuçta Tanrı’nın onların yenilgisiyle neler
hedeflediğini açıklamaktadır. O bununla sadece gücünü göstermekle kalmay acak
aynı zamanda bazı düşmanların din değiştirme sine de neden o lac aktır.
Onikinci
vaazda yazar tekrar Yecuç Mecuç kavramlarını açıklamakta ve öncesinde
belirtilen konuları işlemektedir.
Sonuncu
vaazda Tanrı’nın Hristiyanlara, Türklerin elinden kurtarmadan önce neden
böylesi bir düşmanı gönderdiği açıklanmaktadır. Ayrıca Türklerin ne şekilde
yenilgiye uğratılacağı da tekrar anlatılmaktadır. Türkler tarafından esir
alınan ya da onların tarafına geçen Hristiy anların günün birinde yine
ülkelerine ve dinlerine döneceğini söyleyen yazar, Luther’in Ordu Vaazı’na da
değinir ve onun da benzer şeyler söylediğini vurgular. Tanrı, Hristiy anları
bir kez düşmanın elinden kurtardıktan sonra ki, bununla mahşer günü
kastedilmektedir, bir daha asla onlara yüz çevirmeyecektir. Mahşer gününden
sonra Hristiy anları bekleyen güzel günlerden bahseden y azar, vaazının bundan
sonraki kısmını bu konuy a ay ırmaktadır.
Aşağı
y ukarı aynı dönemde yaşamış olan Jakob Andrea ve Heinrich Efferhen adlı iki
Protestanın vaazları karşılaştırılacak olursa, dikkat çeken bazı noktalar
ortaya çıkmaktadır. Buna göre iki yazar arasındaki en belirgin fark, Andrea’nin
çok daha sert bir üslup ile Türkleri yermesi ve Müslümanlığı karalamasıdır.
Buna mukabil Efferhen tarih bölümünde, tarihçi gibi bir tutum izlemeye
çalışarak daha az sövgüye yer vermiş, ancak bu eğilimini vaazlarda
sürdürmemiştir. Genelde Türklerin tarihi Andrea’nin de yaptığı gibi vaaz
içerisinde yer almaktadır. Buna karşın Efferhen vaazdan bağımsız olarak aray a
yerleştirilmiş bir bölüm ekleyerek uzun uzun Osmanlı İmparatorluğu tarihine ve
hükümdarlara yer vermiş ve onlardan, Andrea ile kıyaslandığında, daha fazla
övgüyle söz etmiştir. Efferhen ağırlıklı o larak İmparatorluğun gücünü
sergileme yoluna gitmiş, Andrea ise karalama yolunu tercih etmiştir. Ancak her
ikisinin de amacı, korkutmak suretiyle hem Hristiyanların ahlaki olarak
düzelmelerini hem de düşmana karşı koymalarını sağlamaktır. Ancak propaganda
amaçlı y azılan bu metinlerin tümünde, bazen övgünün yer almasına rağmen,
genelde son derece uygunsuz ve kaba sayılabilecek sövgü dolu bir dil
kullanılmıştır. Her iki y azarın metinlerinde dikkat çeken diğer husus,
vaizlerin metinlerini hazırlarken, kendi ifadelerine göre, detaylı araştırma
yapmış olmalarıdır.
Augustin
Neser’in Eine newe Catholische Predig. Auff des Türcken Niderlag, mit hülff
Gottes, durch den drifachen heiligen Catholischen Bund, beschehen (Yeni bir
Katolik vaaz. Tanrı’nın yardımı ve Kutsal Katolik üçlü ittifak sayesinde
Türklerin yenilgisi üzerine) adlı vaaz înebahtı deniz savaşında Hristiyanların
elde etmiş olduğu zafer dolayısıyla yazılan bir vaazdır. Augustin Neser, Yukarı
ve Aşağı Bavyera düküne atfettiği kitabının ön sözünde denizde elde edilmiş
zaferden dolayı tüm Katoliklerin, Tanrı’nın mucizesi karşısında şükranlarını
dile getirmesi gerektiğini söylemektedir. Hristiyanlığın ezelî düşmanına karşı
öncesinde görülmemiş bir zafer elde edilmesi vaazın konusunu oluşturmaktadır[443].
Teolog, gelecekte de Türklerin hatırlanması, onlara karşı silahlanılması, güçlenilmesi,
konunun düşünülmesi ve harekete geçilmesi için, bu vaazın yanı sıra ayrıca
Kutsal Roma İmparatoru Maksimilyan[444] için
hazırladığı Wie man dem grimmen Wüterich und
Christlichen blutsdurstigen Tyrannen/
in allweg widerstand thun möchte (Korkunç zalime ve Hristiyanlığın kana susamış
tiranına karşı her durumda karşı koymanın yolları)[445] adlı yazıyı vaazla birlikte
bastırdığını belirtir.
Vaazının
başında iyi kalpli Katolik Hristiyanlara seslenen Neser, düşmanın ordularını
denize gömen Tanrı’ya methiyeler söylenmesi için çağrıda bulunur. Yazar bir
yandan Tanrı’ya, “köpek ezelî düşman” ve “tahripçi” olarak adlandırdığı
Türklerin yenilmesinden dolayı minnettarlığını dile getirmek isterken, diğer
yandan oluşturulan Kutsal Lig hakkında bilgi vermek ister. Buna göre üçlü Lig
öncelikle Kutsal Papa, îspanya Kraliy eti ve Venediklilerin birleşmesi sonucu
meydana gelmiştir. Metnini üç aşamada ele alan Neser ilk olarak Tanrı’nın
Hristiyanlığa neden bu cezayı verdiği konusunu işlemektedir. Bundan sonra
böylesi bir cezaya karşı girişimde bulunulmalı mıdır sorusunun y anıtını vermey
e çalışmaktadır. Son olarak bu cezanın kaldırılması dolayısıyla, yürekten
Tanrı’ya seslenme ve O’na yönelme çağrısında bulunmaktadır. Yazar bundan
sonraki sayfalarda uzun uzun Türklerin ceza olarak gönderilmesine neden olan
Hristiyanların günahlarını anlatmaktadır. Dinî konularda gereken önemin
gösterilmemesinin ve O’nun emirlerine karşı gelinmesinin yanı sıra c imrilik ve
özellikle evlilikte sadakatsızlık konularına geniş yer vermektedir. Türklere
yönelik söy lemlere de detaylıca yer veren Neser, Türk ve Luther konusunu bir
arada işleyerek polemik yaratmaya çalışır. Teolog, Türklere karşı
direnilmelimidir sorusuyla başlar, Luther’in konu hakkındaki söylemlerini
aktarır ve onun Türklere karşı direnilmemesi gerektiğini söylediğini ve
yazılarında vurguladığını belirtir. Vaazın bundan sonraki kısımlarında da bu
tutum sürdürülür ve Türk konusuna day anarak Luther eleştirilir. Onun Papa
hakkında sarf ettiği olumsuz sözler eleştirilir. Luther’in Papa ile Türkleri
aynı kefeye koyması ve Papa’nın da en az Türkler kadar kötü olması söylemi
üzerine Neser kısa tarihî arka plan ile birlikte Türklere yönelik girişimlerde
bulunan tüm Papaların listesini verir[446].
Listenin sonunda yer alan Papa V. Pius için, Tanrı’nın ona, Lüteryanların tüm
günahlarına ve engellemelerine rağmen, “kana susamış Türk köpeğine karşı” büyük
bir zafer bahşettiğinden söz eder[447].
Türkleri denize b atırarak yok eden Tanrı uğruna ilahiler ve methiyeler
söylenmesi gerektiğini tekrar takrar vurgulayan yazar, Musa ve Firavun
benzetmelerinden fay dalanarak deniz savaşında elde edilen başarıyı y orumlamay
a çalışır. Türk’ü Firavun’a benzeterek düşman ordularının, denizde sulara
gömüldüğünü söyler. Buna karşın Tanrı’ya inananların ise Kızıldeniz’i aşarak kurtulduklarını
anlatan yazar, Hristiyanların da aynı şekilde Tanrı’nın y ardımıy la Türklerin
elinden kurtulduğunu ifade eder. Neser, denizde büyük zarara uğratılan
Türklerin karada da yenilgi almaları dileğinde bulunur[448].
Son olarak Tanrı’nın Kutsal üçlü ittifaka, Türklere karşı neden böylesi, daha
önce hiç duyulmamış bir zafer verdiği sorusunu y anıtlar ve savaşanların Kato
lik inançları doğrultusunda zafer elde edeceklerine y emin ettiklerini belirtir.
Denizin ortasında Türklere karşı
savaştıklarında ise îsa yardımlarına gelerek böylesi bir zafer elde etmelerini
sağlar. Düşmana karşı şövalye gibi savaşan Katolikler ise yazara göre bu savaş
sonunda kahraman olurlar. Vaazın sonunda ise Kutsal üçlü ittifakın Tanrı’nın
yardımıyla elde etmiş olduğu zaferin, bütün Katolik Hristiyanların, (Luther’in)
putperest öğretilerden uzak durmaları anlamına geldiğini iletir ve O’nun
Papa’yı, İspanya Kraliyetini ve Venedik donanmasını koruması dileğinde bulunur.
Görüldüğü
gibi Augustin Neser, Hristiyanların denizde elde etmiş oldukları bu zaferi,
genel olarak Protestanlara ve Luther’e karşı saldırı aracı olarak
kullanmaktadır. Bunun için Luther’in Türklere karşı savaşmama tutumunu şiddetle
eleştirir. Vaazında Türklere yönelik en fazla kullandığı sözler ise onların
Tanrı tarafından ceza aracı olarak gönderildikleridir. Ayrıca 16. yüzyılda
Türklere ilişkin adeta kalıplaşmış kavram niteliği taşıyan “ezelî düşman”,
“kana susamış köpek” gibi ifadelere de yer vermektedir.
İncelenen
üç yazar mezhep ayrılığı konusuna geniş yer vermiş ve bunları vaazlarında
detaylı işlemişlerdir. Protestan olanlar Papa’ya, Katolik olanlar ise
Lüteryanlara karşı vaazlar aracılığıyla saldırgan bir tutum sergilemektedirler.
Türklere bakış açısı ise her iki mezhepte eşit derecede olumsuzdur.
16. yüzyılda Almanya’da hâkim olan
Türk korkusu toplumun farklı kesimlerinde farklı boyutlarda ortaya çıkmaktadır.
Buna yönelik sınıflandırmalar çoğunlukla varsayımlardan ibaret olsa da, kesin
bulgulara da rastlanılmaktadır. Bu sınıflandırmalardan en önemlisi çiftçi
(köylü) ve burjuvaziye dayalı şehir kültürü ayrımıdır. Klein’e göre çiftçiler
geleneksel olarak Kayzere bağlılıklarıyla, şehir burjuvazisi ise Kaizere karşı
reformasyon hareketleriyle ön plana çıkmaktadırlar. Wittenbergli[449] Martin Luther çiftçi
geleneklerine, o zamanın metropolleri arasında yer alan Zürih, Basel ya da
Cenevre’den ve oradan gelen Zwingli, Erasmus, ya da Calvin gibi teologlardan
muhtemelen daha yakındı. Buradan apokaliptik bakış açısının sosyal anlamda daha
zayıf olanlarda daha çabuk benimsendiği görüşü ortaya çıkmaktadır. Çiftçi
kesimin sosyal olarak maruz kaldığı zorlu y aşam nedeniyle, dünyanın sonunun
geldiği düşüncesi hızla benimsenir. Toplumun elit ya da burjuva
kesimi
ise yaşam şartları gereği böyle düşüncelere daha uzak kalmaktaydı[450].
Bu ortamda etkin olmaya başlayan Luther’in çiftçiler tarafından benimsenmesi
şaşırtmamaktadır[4 51].
O her şeyden önce herkesin anlayabileceği basit ve kimi zaman argo bir dille
insanlara hitap etmiştir. Latince yerine Almanca konuşarak elit olmayan sınıfın
da düşüncelerini anlamasını sağlamakta ve böylece hızla toplum tarafından kabul
görmektedir. Kayzeri kimi zaman eleştirse de çoğunlukla ona bağlılığını ifade
etmektedir. Türk savaşları söz konusu olduğunda bütün sınıfları başarısızlıkla
suçlayan Martin Luther’e göre hiçbiri konuya gereken önemi göstermemiş, elinden
geleni yapmamıştır.
Luther
de birçok çağdaşı, örneğin Melanchthon gibi, Türk savaşları konusunda değişken
bir yapıya sahipti. îslamiyetin temsilcisi olarak kabul ettiği Türkler
hakkındaki görüşlerini sıkça dile getirse de, Türkler onun için esasen birçok
yönden sembolik düşman niteliği taşımaktadırlar. O’nun Türklerle ilgili
teolojik, siyasi ya da tarihî bakış açısı tamamen Papalıkla mücadelenin
etkisinde oluşmuştur. Papalıkla yürüttüğü savaş bütün sorunların üzerinde bir
yerdedir. Osmanlılar böylelikle onun için, gerçek politik rollerinden öte, daha
çok dinî, siyasi, ya da tarihî o larak yorumlanması gereken sembollerdir.
Dünyanın sonunun geldiğinin habercisi olarak kabul edilen Türkler, aynı zamanda
deccal olarak da benimsendiklerinden, Papalığın en büyük yardımcısı olarak
görülmekteydiler. Bu açıdan bakıldığında Luther’in tarihî olaylara sembolik
anlamlar yükleyerek yorumladığı ortaya çıkmıştır. Onun İslamiyet hakkında
derinlemesine bilgi sahibi olmadığı da söylenebilmektedir. Reformasyon
açısından bakıldığında ise Osmanlıların, yürüttükleri savaşlar dolayısıyla, bu
alanda en büyük katkıy ı yaptığı ortaya çıkmaktadır. V. Karl sürekli o larak
tehlike arz eden Osmanlılarla mücadele edebilmek için, Prote stanlara da
ihtiyaç duymuştur. Bu nedenle de Prote stanlığı askerî güçlerle bastırmak
yerine, çoğu zaman uzlaşma sağlamaya çalışmıştır.
Osmanlıların
eline geçen Hristiyan savaş esirlerine yönelik yaptığı açıklamalarda ise daha
rasyonel bir tutum sergileyen Luther, onlara genelde itaatkâr ve sabırlı
olmaları tavsiyesinde bulunur. Türklerin hâkimiyeti altında yaşayan
Protestanların, dinî höşgörü nedeniyle daha az baskılara maruz kalması onun
tarafından dikkate alınmaz. Çünkü bu sembolik anlamlar yükleyerek yorumladığı
Türklerle örtüşmez. Onun apokaliptik düşünce sistemi doğrultusunda
Hristiyanlarla-Müslümanların anlaşması ve y akınlaşması mümkün değildir, buna
misyonerlik faaliyetleri de dahildir. Bu anlamda iki din arasında
gerçekleşebilecek bütün diyalog çabalarına uzak kalmakta ve bunları red
etmektedir. Klein çalışmasında Luther’in Eski Çağ’a mı yoksa Yeni Çağ’a mı ait
olduğu sorusunu şöyle yanıtlamaktadır: Haçlı seferlerini red etmesi ve Osmanlılara
karşı yürütülecek olan bir savaşı politik alana y erleştirmesiy le Yeni Çağ
düşüncesine dahil edilebilmektedir. Sembolik tarih yorumlarıyla, deccal
kavramını ortaya koymasıyla ve bunlara Danyal yorumlarını eklemesiyle Orta Çağ
düşünce sistemi içerisinde yer almaktadır. Hristiyan-îslam
diyaloğunu tamamen red etmesiyle Orta Çağ’ın da gerisine düşmektedir[452].
Onun bütün yaşamı boyunca dile
getirdiği en büyük korkularından birisi, birçok çağdaşının da vurguladığı gibi,
Hristiyanların din değiştirmesi olasılığı idi. Gerçi hiçbir metninde Osmanlıların
misyonerlik yaptıklarını dile getirmemekte, tam aksine dinî tolerans
gösterdiklerini kabul etmektedir, ancak din değiştirmenin söz konusu yüzyılda
kesinlikle istisna olmadığı da tarafından göz ardı edilmemektedir. Tek tük din
değiştirme vakasının dışında Sırp ve Hırvatların, özellikle Bosna ve
Arnavutluğun yarısının Müslümanlığa geçtiği bilinmektedir[453].
Ayrıca sınır bölgelerinde y aşay anların ve e sirlerin bu tehdit ile karşı
karşıya kaldığını düşünen Luther, kendince önlem almay a çalışmakla geçikmez.
Batı dünyası tarafından örnek gösterilen Osmanlıların sosyal yapısı, özellikle
Sultan Süleyman’ın gücü insanları doğrudan etkisi altına almaktaydı. Ele
geçirilen bölgeler Osmanlılar için tehdit arz etmediği müddetçe değişikliğe
gidilmediğinden, var olan yapıya dokunulmadığından ve misyonerlik
yapılmadığından, bölge halkının sempatisi kazanılmaktaydı[454].
Söz konusu tehlikeler nedeniyle Luther, Türklere karşı vaaz ve dualarını
yazmaya başlar. Onun önderliğinde hızla y ay ılan bu eğilim sayısız dua ve
vaazın oluşumuna neden olur.
16. yüzyılda 329 dua tespit
edilmiştir. Bu sayıya “Betpsalmen” (dua ilahileri) ve “Betlieder” (dua
şarkıları) da dahildir. Ayrıca birden fazla kitapta yer alan dualar da bu rakam
dahilindedir. Çünkü bir duanın birden çok kitapta basılması, ya da bazı
duaların, yöresel ağızlara uy arlanarak yeniden yazılması toplumun bu konuya
verdiği önemi ortaya koymaktadır. Buna rağmen basılmış dua sayısının 400’leri
bulacağı söylenebilir. Küçümsenmemesi gereken bu sayılar Türk tehdidinin
boyutlarını ortaya koymaktadır[455].
Dua metinlerinin incelenmesi sonucu önemli bulgular elde edilmiştir. Bu
bulgulardan ilki, duaların ağırlıklı olarak hangi tarihte yayınlandığına
ilişkin bilgilerdir. Türklere karşı yazılan dualar en fazla 1560-1569 ile
1590-1599 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Osmanlı ordularının bu tarihlerde
Viyana’ya doğru sefere çıkması, Türklere karşı yazılan dua metinlerinde ve Türk
literatürünün genelinde muazzam bir artışa neden olmuştur. Ancak dua
literatürünü en fazla etkileyen 1590’lı yıllardır. Almanların endişe içinde
yaşadığı bu yıllarda “Türk” bambaşka bir önem kazanmaktadır. Mahşer gününün
yaklaştığını sanan Hristiyanlar, Almanya’nın Türkler tarafından harap
edileceğine inanmaktaydılar. Böylelikle mahşer günü, “Türk’ün” geldiği ve
kıyameti kopardığı an o larak kabul edilmekteydi.
Araştırmalar
sonucunda tespit edilen diğer husus ise Türk dualarının mezheplere göre
dağılımıydı. İncelemeler sonucu ortaya çıkan sonuç Protestanların Türklere
karşı dua yazma konusunda kesinlikle daha etkin olduklarıdır. Ancak bu sonuç
Katoliklerin Türklere karşı dua etmediği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda
matbaanın önemine işaret ederek başta Luther ve Melanchthon gibi
reformatörlerin teknolojik olarak gelişen matbaacılıktan daha fazla
faydalandığını vurgulamak gerekmektedir. Türk savaşlarının özellikle Protestan
çevreler tarafından siyasi malzeme olarak kullanılması da “Türk dualarının”
hızla yayılmasına ve benimsenmesine neden o lmaktad ır. Türklerin elde etmiş
olduğu zaferler Protestanlarca Katolik mezhebinin zaafı o larak açıklanmakta ve
Papa’ya karşı kullanılmaktadır. Buna göre Katolikler yazınsal olarak Türklere
karşı daha az dua yayınlasalar da, bu onların korkmadığı, ya da Türkler
aleyhinde propaganda yapmadığı anlamına gelmemektedir.
Çalışmada
ağırlıklı olarak Protestanların Türk korkusuna yer verilmesi, çalışmanın Protestanlık
üzerine kurulu olduğu izlemini yaratabilir. Ancak bunun sebebi, daha öncesinde
de belirtildiği gibi, p rote stan bölgelerde deccal Türke ve Papa’ya karşı
duyulan korkunun daha fazla işlenmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir zamanda
Katolikler ve Protestanlar “Türk tehdidini” ideolojik olarak değerlendirerek
başta dua ve vaazlar kanalıyla Türk imgesinin oluşumuna katkıda bulunur. İki
mezhebin duaları esasen birbirinden farklı değildir.
Duaların
türlere göre incelenmesi sonucunda ise ortaya çıkan sonuç, özel bir kesime
yönelik olmayan Türk duaları adı altında toplanan grubun sayıca üstünlük
gösterdiğidir. Belirli bir kesime yönelik y azılmamış olan bu duaların o rtak
özelliği, Türklerin toplumsal ve siyasi tehdit olarak algılanmasıdır. Hristiyan
cemaati için yazılmış olan bu duaların işlevi, belirli bir okuyucu kitlesine
yönelik yazılan dualarla aynıdır. Sayı bakımından ikinci sırada yer alan kilise
duaları da olumsuz Türk imgesinin hızla yayılmasına neden olmuştur. Kilisenin
en etkin aracı olan bu dualar, Hamburg, Lübeck, Hanover, Hessen, Ulm Augsburg,
Leipzig, Brandenburg, Braunschweig, Württemberg, Wittenberg, Saksonya,
Magdeburg, Kassel vs. gibi Almanya’nın farklı eyaletleri ve şehirleri için
yazılmış ve bunlarla Türkler aleyhinde toplu halde propaganda yapılmıştır.
Çocuklara ve gençlere yönelik y azılmış Türk duaları da okuyucu kitlesinin
spesifik olmasından dolayı, önemli sayılabilecek miktardadır. Bu ise geleceğin
garantisi ve Hristiyanlığın teminatı olarak kabul edilen çocuklara verilen
önemi göstermektedir. Savaş ve ev duaları ise en az tespit edilen dualardandır.
Bunun nedeni ise bu duaların propaganda amaçlı kullanıma çok elverişli
olmamasından kaynaklanmaktır.
Kadınlara
yönelik duaların bulunmadığı da tespitler arasında yer almaktadır. Bu ise her
iki mezhep için de geçerlidir. Luther yazılarında kadınlara seslenmesine ve
Türk’ün gelmesi halinde başlarına gelecek kötü şeyleri sıkça konu olarak
işlemesine rağmen, onlara yönelik dua yazmamıştır. Ancak duaların büyük bir
kısmında Türkün savunmasız kadın ve çocuklara yapabileceklerine yer
verilmektedir.
bulunmamasıdır[456].
Elde edilen zaferler için y azılmış şükran duaları daha çok savaşı birebir
yaşamış olan Avusturya’da bulunmaktadır.
Bunun
sebebi ise Almanların, Türklerle olan savaşlara, Avusturya’ya göre daha az
katılmış olmasıdır. Zaman zaman Alman birlikleri, tehdit edilen Hristiyan
dünyasını, özellikle komşu ülke Avusturya’yı desteklemek üzere savaşa
katılsalar dahi, bu ülke dışında gerçekleşen bir savaştır ve insanları ülke
içinde gerçekleştirilen savaşlar kadar etki altına almamaktadır. Elde edilecek,
ya da elde edilmiş olan zaferler Almanları her ne kadar sevindirse de, çok
fazla duanın oluşumuna neden olmamaktadır. Çünkü ele geçirilecek olan ya da ele
geçirilen bölgeler, Alman toprakları dahilinde değildir.
Alman
dualarına kıyasla vaazların bu konuya daha fazla yer verdiği ortaya
çıkmaktadır. Vaazların, genelde dualara göre daha uzun ve eğitici olması,
konuyu ay rıntılı olarak işleme ve dinleyicilere sunma imkânını beraberinde
getirmektedir. Bu da vaazların savaş ve zafer konusunu daha fazla işlemesine
neden olmaktadır.
Duaların
incelenmesi sonucunda ortaya çıkan diğer bir bulgu ise bazı duaların birden çok
kitapta yer almasıdır. Genelde hiç değişikliğe
uğratılmayan bu metinlere, bazen yazar adı eklenmekte, bazen ise bu bilgi
elimine edilmekte, ya da başlık kısaltılmaktadır. Ancak çoğunlukla içeriğe
dokunulmamaktadır. Örneğin Martin Luther’in “Himmlischer Vater, wir haben’s ja
wohl verdienet, daŞ du uns strafest, (...)” (Yüce Tanrım, bizi cezalandırmanı
hak ettik) adlı dua, Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken (...) (Türklere
karşı ruhani savaş hazırlığı )[457] adlı anonim bir çalışmanın yanı
sıra, Friedrich Roth[458], Rupert Erythropilus[459], Georg Miller’in[460] v.b kitaplarda yer almaktadır.
Genelde birden çok çalışmada yer alan metinler, propaganda açısından hem Türk
imge sine geniş yer vermiş, hem de Hristiy anları, Türk korkusuy la yola
getirmeyi hedefleyerek, eğitici unsurlar barındırmıştır. Duaların birden fazla
kitapta yer alması kimi zaman y azarın ya da duanın popülaritesine de bağlıdır[461].
Son
olarak Türklere karşı okunan dualarla ilgili söylenilmesi gereken ise duaların
birbirlerine fazlasıyla benzemeleridir. Duaların neredeyse tümü aynı yapısal
özelliklere sahiptir ve kalıplaşmış öğeler barındırmaktadır. Duanın giriş
kısmında günahların itiraf edilmesi ve Tanrı tarafından verilen cezanın hak
edilmesi konuları ele alınmaktadır. Tanrı’nın ceza olarak Türkleri gönderdiği
bilgisi de çoğunlukla giriş bölümünde yer alan ifadelerdendir. Gelişme kısmında
ise Türklerle ilgili kullanılan imgeler bulunmaktadır. Propaganda amaçlı
yazılan bu metinlerde olumsuz Türk imgesi ve savaş konuları en çok bu bölümde
kullanılmaktadır. Sonuç kısmında ise Tanrı’ya, Hristiyanları düşmanın elinden
kurtarması halinde şükredileceği bildirilmektedir. Bu genel şemaya ve Türklerle
ilgili kullanılan kavramlara d ay anarak Türkler aleyhinde y azılan duaların
öngörülen belirli kalıplar dahilinde oluşturuldukları söylenebilmektir.
Türklere
karşı y azılan vaazların incelenmesi sonucu da benzer bulgular tespit
edilmiştir. Vaazların dualara oranla daha uzun olması, vaizin Türk konusuna
daha fazla yer verebilmesine ve buna bağlı olarak daha saldırgan bir tutum
izleyebilmesine neden olmaktadır. 16. yüzyılda Almanya’da bu amaç doğrultusunda
yazılan vaazlar, tıpkı dualarda olduğu gibi, tarihî olayların etkisi sonucunda
ortaya çıkmıştır. Viyana’nın Osmanlılarca tehdit edilmesi ve elde edilen bazı
zaferler, vaazların oluşumunu tetikleyen başlıca tarihî o lay lard ır. Tehdidin
artış göstermesiyle doğru orantılı o larak vaazların sayısında da artış
görülmektedir.
Söz
konusu yüzyılda 30 farklı yazar tarafından basılmış 178 vaaz tespit edilmiştir.
Ancak tıpkı dualarda olduğu gibi, vaazlarda da bu sayısın daha yüksek olduğunu
söylemek mümkündir. Vaazların yıllara göre dağılımı ise şöyledir: 1500-1519
yılları arasında Türklere karşı basılmış vaaz bulunmamaktadır. 1520-1529’da ise
tek bir vaaz tespit edilmiştir. 1 530-1 539 arasında 22 vaaz yazılmıştır.
1540-1559 yılları arasında hiç vaaz yazılmamışken, 1 560-1 569’da 17,
1570-1579’da 16, 1580-1589’da ise 12 vaaz bulunmuştur. Vaazların çoğunluğu ise
1 590-
1599
yılları arasında basılarak % 60’dan fazlasını oluşturmaktadır. 110 vaazın
yazılmış olduğu bu son on yıllık periyotta, insanlar tıpkı dualarda olduğu
gibi, Türklerin gelmesiyle, kıyamet gününün de geleceğine inanmaktaydılar.
Vaazlarda
daha kesin rakamların verilebilmesinin sebebi, bu türün daha iyi tanımlanmış ve
diğer dinî metinlerle fazla karışmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Buna
karşın duaların sayısını kesin olarak tespit etmek mümkün olmamaktadır. Çünkü
dua kavramı 16. yüzyılda henüz kesin o larak tanımlanmış bir kavram değilidir.
Luther’in ağzından çıkan sözler bile zaman zaman duaya dönüştürülmüştür.
Elbette duaya dönüştürülen sözlerin hepsi kalıcı olmamış, ancak hangi sözlerin
duay a dönüştürüldüğünü de günümüzde tam o larak tespit etmek mümkün değildir.
Ayrıca bu türün, kilise şarkısı, ilahi, ya da halk şarkısı olarak da kabul
gördüğü bilinmektedir. Bunun haricinde bu çalışmada ele alınmay an Latin
dilinde yazılmış olan dualar da
bulunmaktadır.
Türk
imgesinin 16 yüzyılda büyük önem taşıdığı ve metinlere aktarıldığı çalışmada
sıkça dile getirilen konular arasında yer almıştır. 100 dua üzerinden yapılan
sözcük taramaları sonucunda Türklerle ilgili hangi sözcüklerin daha fazla
kullanıldığı tespit edilmiştir. Buna göre 16. yüzyıl Almanya’sında “Türk”
kavramının, neleri çağrıştırdığı ve “Türkler”in hangi sözcüklerle tanımlandığı
ya da özdeşleşirildiği ortaya konulmuştur. Türk imgesiyle ilgili olarak en
fazla kullanılan ilk 11 kavram şunlardır:
Türk, Türkler |
Türk, Türke Türken, Türkisch |
|
düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı; düşman;
Tanrı’nın, Hristiyanlığın, kilisenin, düşmanlık, düşmanca, ezelî düşman,
amansız |
Feind, Feinde (de
Menschen, Christenfeind, Feinde (Gottes Christenheit,
Kirche), Feindschaft, feindlich, Erbfeind Erzfeind, Todesfeind |
|
düşman |
|
|
kan dökmek, kana
susamış köpek; kan (Hristiyanların); kana susamış;
gözünü kan bürümüş |
Blutvergiessen; Bluthund;
Blut (de Christen); blutdürstig; blutgierig |
|
despot, (tiran, zalim, gaddar), despotlar,
despotluk, despotça 1 1 |
Tyrann, Tyrannen Tyrannei, tyranniscl 1 |
|
zulüm, zalim |
Grausam, Grausamkeit |
|
mukaddesata sövmek; Tanrı’ya sövmek; Tanrı’ya
söven, küfürbaz |
(Gottes)Lâsterung
lâstern (Gott) gotteslâstrig,
Lâstermaul, lâsterlich |
|
cinayet, katil, öldürücü, adam öldürme,
öldürmek, katletmek, ölmek, |
Mord, Mörder mörderisch, Totschlag, umbringen,
umkommen, |
|
öldürmek
(insanları, bedenleri, ruhları) |
(er)morden, (Menschen,
Seele) |
Leib |
sıkıntı; sıkıntı çekmek (Türklerden dolayı) |
(Türken verursachen) Not Notleiden (Vorstehende,
groŞe, schwere Not verursacht durc den Türken) |
|
korkunç, tüyler ürpertici, |
greulich, (n) |
Greue |
menfur |
|
|
lekelemek, kirletmek (Tanrı’nın
adı, bedenleri, kadın ve kızları (bakireleri),
esir Hristiyanları; maskara, Türklerin maskarası olmak |
schânden (Gotte Namen, Leiber Frauen un< Jungfrauen,
gefangene Christen),
Schand (zur Schande de Türken werden) |
|
korku, korkunç, korkmak,
korkutmak |
Schrecken,
schrecken schrecklich, erschrecklich, erschrecken , |
Listenin
başında 196 kez tespit edilerek “Türk”, ardından ise 177 defa yer alan “düşman”
sözcüğü yer almaktadır. Bu da Türklere karşı yazılan her duada ortalama olarak
“Türk” ve “düşman” kavramlarının neredeyse iki defa kullanıldığını
göstermektedir. Böylelikle “Türk” ve “düşman” sözcüklerinin metinlerde yan yana
ve birebir ilişkili oldukları açıkça ortaya çıkmıştır. Metinlerin % 60’ından
fazlasında yer alan kavramlar ise “Türklerin kan dökmeleriyle” ve “tiran”
olmalariyla ilgili yer alanlardır. Metinlerin yarısından fazlasında yer alan
kavram ise, 54 defa bulunan “zülüm”le ilgili olanlardır. Duaların neredeyse
%50’sinde yer alan diğer kavram “sövmek” hakkında olandır. Buna göre Türkler en
faz la “mukaddesata” ya da “Hristiyan Tanrı’sına sövmektedirler”. Türklerin
katil olduklarına ilişkin kavramlar ise dualarda %40’ları aşmıştır. Hristiy
anlara göre Türkler insanları, kadın, erkek, çocuk, genç ve y aşlıları,
bedenleri, ruhları ya da maneviyatı öldürmekte veya katletmektedirler.
Türklerin büyük “sıkıntıya” neden oldukları, ya da “Hristiy anları bekleyen büyük sıkıntıların” dile getirilmesi % 40’ları bulmaktadır.
“Korkunç”, “tüyler ürpertici” ya da “menfur” oldukları ise dualarda yaklaşık
olarak % 30 oranında vurgulanmıştır. Yine duaların neredeyse % 30’unda tespit
edilen kavram “lekelemek” ya da “kirletmek” ile ilgilidir. Buna göre Türkler
Tanrı’nın adını, insanların bedenlerini, kadın ve kızları (bakireleri) ve esir
Hristiyanları kirletmekte ya da lekelemektedirler[462].
Metinlerin % 25’inde Türklerin korkuttukları ya da korkunç oldukları ileri
sürülmektedir. Ancak burada verilen sayı ve orantıların dışında da ayna anlama
gelen, ancak farklı yazılan sözcüklerin varlığına dikkat çekmek gerekmektedir.
Bunların da katılması halinde aynı anlama gelen kavramların oranlarının yine
çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır.
Batılı
y azarlar tarafından acımasız, zalim vs. o larak tasvir edilen Türklerin savaş
esnasında ya da savaş sonrasında esir Hristiy anlara y apacaklarına dualarda,
sözcük taramalarından da anlaşıldığı üzere, geniş yer verilmektedir.
Oysaki “Savaşta ele geçen kâfirlere,
kadın çocuk ve ihtiyarlara nasıl muamele edileceği dini kurallara bağlanmıştır”[463].
Konuyla ilgili kalıplaşmış sözlerin dualarda fazlasıyla yer alması, onların
provokatif işlevleriyle ilgilidir.
Protestan
ve Katoliklerin dua ve vaazlarında ortak olan bir diğer özellik ise Türk
gücünün Hristiyanlık için tehlike arz ettiği gerçeğidir. Türk-Hristiyan
sorunsalı olarak adlandırılan bu tehdidin aşılmasına ilişkin çözümler ise
ağırlıklı olarak manevi alanda aranmaktadır. Dünyevi çabalarla Türklere karşı
konulması gerektiği her ne kadar dua ve vaazlarda dile getirilmiş olsa da, esas
kurtuluşun bu olmadığı görüşü de benimsenmiştir. Savaşlarda Türklere karşı
zafer kazanmanın yegâne yolu, Tanrı’nın yardımlarını esirgememesi sonucu elde
edilecektir. Tanrı’nın Hristiy anların yanında yer alıp almaması ise, onların
günahlarını bağışlamasıyla doğru orantılı olduğundan, zafer elde etmelerini
belirleyen başlıca unsurdur. Tüm bu karamsar bakış açısına rağmen hem
Protestanlar, hem de Katolikler dua ve vaazlarında insanları ümitsizliğe sevk
etmemektedirler. Metin içerisinde kimi zaman Türklerin muazzam gücü anlatılsa
da, dua ya da vaazların sonunda Hristiyanların askerî güçlerine ilişkin
şüphelere meydan verilmemektedir. Hristiyanlığın aşılmaz olduğu, askerî
güçlerinin ise başarılı olacağını vurgulayan metin yazarları, Hristiyanların
içinde bulunduğu kötü durumu yansıtmamaya büyük özen göstermektedirler. Alman
İmparatorluğunun güçsüzlüğü, askerî güçlerin çaresizliği ve çağının gerisinde
kalan toplumsal düzen hem dua hem de vaazlarda propaganda yoluyla aşılmaya
çalışmaktadır. Oysaki bunun böyle olduğu Avrupalıların büyük çoğunluğu
tarafından da kabul edilmekteydi. Alman İmparatorluğuna ve daha genel bir
ifadeyle, Hristiyan Dünyasına ilişkin bu değerlendirmeler, toplumun Türklere
karşı savaşma ve direnç gösterme azmini azaltacağından endişe eden hükümet
yetkilileri var olan bu negatif imgenin özellikle dinî metinler vasıtasıy la
tekrar düzeltilmesi için talimatlarda bulunurlar. Böylelikle Türk tehdidi 16.
yüzyılda var olan politik ve siyasal düzenin stabilize edilmesine y aray an
propaganda aracı olarak da kullanılmaktaydı. Toplumun Alman İmparatorluğuna her
alanda sarsılmış olan güveni bu yolla yeniden inşa edilmeye çalışılmaktaydı.
Var olan bu düzenin İmparatorluğun devamlılığı ve güvenliliği için vazgeçilmez
olduğu, dinî metinler sayesinde insanlara empoze edilerek, toplumun olumsuz
bakış açısısı ya da ele ştirileri giderilmey e çalışılırdı.
7.
KAYNAKÇA BİRİNCİL KAYNAKLAR
Andreae,
Jakob (d. Â.): Dreyzehen Predigen vom Türcken. In wölchen gehandelt würdt von
seines Regiments Ursprung/ Glauben unnd Religion/ Vom Türckischen Alcoran/ unnd
desselben grundtlicher Widerlegung durch sein selbs deŞ Alcorans Zeugnussen/
Von seinem Glück und Wolfart/ warumb jme Gottt so lange zeit wider sein arme
Christenheit zugesehen/ Wie jhme zubegegnen/ und wider jhne glücklich
zustreitten/ Und von seinem endtlichen Undergang. Geprediget durch Jacobum
Andree/ D. Probst zu Tübingen, unnd bey/ der Universitet daselbsten Cantzlern./
Allen Christen, besonders an den Turckischen Grântzeni nutzlich unnd tröstlich
zulesen. Den Innhalt einer jeden Predig, würstu Christlicher Leser gleich
hernach finden./ Gedruckt zu Tübingen bey Ulrich Morharts Wittib. 1569.
Anisius,
Michael: CONCIO THRENODICA, Das ist: Ein Klagpredigt/ bey gemainer Proceszion
und Bittfahrt/ wider unserem allgemainen Erbfeindt dem Türcken: geschehen zu
Bamberg den 19. Octobris / Verschinens 94. Jares: im Barfüsser Closter. Durch
F. Michaelem Anisium, in unser lieben Frauwen Pfarr-Kirchen daselbst Predigern.
(...) Gedruckt zu Dilingen/ durch Johann Mayer. M.D. XCV.
Anisius,
Michael: Siben Catholische Predigen/ Bey gemeinen Processionen / Kirch vnnd
Bittfahrten wider deB Christlichen Namens Erbfeind dem Türcken/ gehalten zu
Bamberg/ im 4. vnnd 95. Jar. Durch F. Michaelem Anisium Franciscanum. Gedruckt
zu München /bey Adam Berg. 1599
Assum,
Johannes: Türckenpredigten vber den LXXIX. Psalmen. JN welchen gründlich vnd
auBführlich gehandelt wirdt von dem grausamen /...Krieg deB Türcken wider die
hey lige Christenheit:... Sampt angehenckter kurtzen AuBlegung deB XLVI.
Psalmens:... Gehalten Zu Weickersheim in der Graffschafft Hohenlohe. Durch M.
IOHANNEM ASSVM. Hoffpredigern vnd Superattendenten daselbsten. Gedruckt zu
Franckfurt am Mayn/durch Johann Spies. M.D.XCV. 1595. (Herzog August
Bibliothek- Wolfenbüttel)
Bachmann,
Zacharias: Heerpredigt widern Türcken. Christliche vnd Trewhertzige Erinnerung/
von denen Zeichen/ Welche/ wie vnser lieber Herr vnd Heiland Jesus Christus
saget/ an der Sonnen/ dem Römischen Reich/ vnd dem Mond der Christlichen
Kirchen/ Vor seiner herzunahenden letzten herrlichen Zukunfft geschehen sollen.
Jtem/ Von dem jetzigen Kriege in Vngern/ der nach Hiltenis Prophecey/ eine
allgemeine verenderung/ und als etliche Christen nach Sybillen, Hydaspis vnd
Lactantij Weissagung halten/ den Keyserlichen Sitz aus Occident von Rom wieder
in Orient gen Constantinopel transferiren, und dorauff den Jüngsten Tag bringen
wird. Allen Christen/ hohes und niedriegen Standes/ in vorstehender wiedern
Erbfeind der Christenheit Kriegsrüstung/ nützlich und trö stlich zu wissen und zubetrachten.
Gehalten zu Bischoffswerda/ den andern Sontag im heiligen Advent/ des
M.D.XCIII. Jahrs durch Zachariam Rivandrum D. DreBden/ gedruckt durch Matthes
Stöckel M.D.XCIIII. (1594).
Baden, Sebastian von: Geistliche
Kriegsrüstung/
wider den gemeinen Blutdurstigen Tyrannen/ und Erbfeindt Christliches Namens/
den Türcken: darinnen der lânge nach verfasset/ und angezayt wirdt welcher
waffen/ und mit was Waffen eygentlich/ neben der eusserlichen Gegenwehr/
ermeldtem Erbfeindt/ zu diser/ und anderer zeyt/ glücklichen/ mit unfâhlbarer
Hoffnung der langerwünschten Victorien zubegegnen sey: Allen und jeden Fromen
Gottseligen Christen insonderheyt aber denen/ ...gestellet Durch SEBASTIANVM
von Baden ABBTEN deB Ehrwürdigen Stiffts/ vnd GotteshauB Bruck bey Znaym/
Praemonstratenser Ordens. Gedruckt zu Bruck an der Jena. 1595. [Druckerei des
Prâmonstratenserstifts]
Brentel,
Jörg: Ain Trostspruch wider den Türcken. Man thut yetzt allenthalben sagen/ Ach
Gott wer nur der Türck erschlagen. Erkenn dich selbs/ ware Büp würck. Gott
sendt dir hilff wider den Türck. Zur Hilff ist er allzeit berait/ Wie dip
Büchlein seyn kurtz anzaigt. Unkrechtigkait/ Sünd/ Laster/ Schandt/ Treibt den
Türcken zu uns inns landt. Augsburg: Phillip Ulhart d.Â.
1531.
Brenz,
Johannnes: Zwo vnd zwaintzig Predig den Türckischen krieg/ vnd ander zufallend
vnfall betreffend/ sampt aim bericht/ weB sich darinn zuhalten/ durch Johan
Brentzen gepredigt. Mit einer vorrhed D. Martin Luthers. Newlich durch
Sebastian Coccyum verteutscht. (Gedruckt zu Nurmberg durch Friderich Peypus
Brenz,
Johannes: Türcken Biechlein. Wie sich Prediger und Laien halten sollen, so der
Türck das Teutsche Land überfallen wurde. Christliche und notdürfftige
underrichtung, durch Johann. Brenz. Augsburg, 1537.
Caspar,
Johann: Zwo christliche Sieg und Lobpredigten/ wegen etlich ansehlicher
Victorien wider den Türcken. ANNO DOMÎNÎ
1593.
Gehalten durch Den hochwirdigen in Gott Vattern und herrn/ herrn Johann Casparn
Bischoffen zu Wienn in Osterreich/ Röm: Kay: Mt:zc. Rath. ... Gedruckt zu Wienn
in Osterreich/ bey Leonard Formica. 1594
Chalcondyles,
Loanicus: Türk împaratorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı. Yayına
hazırlayan: Altındal, Aytunç. Ankara: Destek, 2007.
Clemens Bischoff: JubilJahr/ Des
allerheyligsten
Vatters und Herrn/ Herrn Clementis/ aup Götlicher fürsehung Babst/ dip Namens
des Achten. Gott den Allmechtigen in gegenwürtiger obligender/ der heiligen
Catholischen Kirchen Gefahr und Noth/ anzurüffen. Passau, Anno 1595.
Cordatus,
Konrad: Ursach warumb Ungern verstöret ist, Und ytzt Osterreich bekrieget wird.
Mit anzeigung, Wie man widder den Türcken kriegen, Und das Feld behalten soll,
an das Kriegsvolck unsers Genedigsten Herren, Herr Jo. Churfüsten zu Sachssen
zc. widder die
Türcken.
mit sampt einem gepet. Durch Conradum Cordatum Prediger zu Zwickaw. 1529
[Erfurt: Melior Sachse d. Â.]
Dietrich,
Veit: Der xx. Psalm Davids/ Wie man für unser Kriegszvolck recht betten/ und
sie sich Christlich wider den Türcken schicken/ und glückselig kriegen sollen.
AuŞgeleget durch Vitum Dietrich/ zu Nurnberg Prediger. 1542. Gedrückt/ zu
Nürnberg/ durch Johan vom Berg/ und Ulrich Neuber.
Dillherr,
Johann Michael; Gygler, Andreas (Hg. Balthasar, Müller): Gebet-Büchlein wider
den Türcken. Nürnberg: Endter, 1664.
Efferhen,
Henricus: XIII Christenliche Predigten auB dem XXXVIII. und XXXLX./ Capitel
Ezechielis./ Von/ Gog unnd Magog,/ oder den Türcken... In welchen angezeiget
wird/ daB das Mahometische Reich/ so under des Mahomets gesâtz seinen anfang
genomen/ seye von Gott dem Herrn/ als ein besondere Rütte/ zu straff den
Christen erweckt/...Mit erzelung vom anfang/ ursprung/ und zunemung des
Mahometischen Keyserthums/...alles verfaBt vnd beschriben Durch Henricum
Efferhen der H.Schrifft Doctor. StraBburg. Gedruckt durch Theodosium Rihel/ Anno
1571.
Egenolff,
Paulum: Christliche Gebett wider das grausame wüten deŞ Erbfeindes der
Christenheit deŞ Türcken in diesen letzten zeiten für das heyl und Wohlfahrt
unsers lieben Vatterlande Teutscher Nation und der ganzen christenheit Alten
und Jungen fürgeschrieben. Im Oberfürstenthumb Hessen. Gedruckt zu Marpurg,
1595.
Erythropilus,
Rupert: Weckglock, darinnen die schlaffende Teutschen wider die wachende
Türcken aufgewecket werden. Frankfurt am Main, 1595.
Fickler,
Johann Baptist: Trewhertzige Warnungsschrifft an die Stânde zu Regensburg auf
dem reichstag daselbst. München, 1598.
Franck,
Kaspar von Joachimstal: Ein Gebet der Christlichen Kirchen inn Sanct
Joachimsthal inn dem jetzigen Türckenzug Auss dem XX. Psalm etc. Gedruckt zu
Nürnberg durch Ulrich Newber und Diterich Gerlatzen, 1566.
Franckemann,
Georg: Ein christlicher Trostspruch wider den Türcken/ zu lieb vnd Ehren inn
ReimenweiB gestelt. Durch Georgium Franckeman/ von Hall/ Poet. Den
Ehrnthafften... Weisen Herrn/ Cammerer vnd Rathe des bermbten Marcks
Eckenfelden... M.D. LXXII. 1572
Freder,
Johannes d.Â.: De lxxix.Psalm/ den me wedder den Törcken beden schal
/Uthgelecht dorch M.Johan Freder. Mit einer Vorrede D. Johannes Epini an de
Christlike Gemene tho Hamborch. Item wo sick Predigers unde Leyen holden
schollen/ so de Törcke dat Düdesche Landt öuerfallen wörde/ Nödige
Underrichtinge dorch Heren Johan Brentz. M.D.XLV. [Wittenberg]
Frey
herr, Ulrich: Probierte rüstung, Wider allerlay feind, wie starck sie seind,
Fürnemblich aber wider die feind des Christlichen namens vnnd glaubens, Türcken
vnd Tattern, darzu gut, die buB, vnd besserung des lebens, Gott lieben, Gott
loben, Gott ehren, vnd nicht also lestern, zc. Alles auB Heiliger unnd
Göttlicher Geschrifft, den betrübten frommen Christen zu trost, den Sündern zu
ainer warnung und besserung, zc. Durch M. Vdalricum Freyherr von Lewkirch,
Dechant vnd Pfarherrn zu Mündelhaim. Gedruckt zu München, bey Adam Berg. Anno
M.D. LXIX. 1569.
Garberus,
Henricus: Ein christlich Gebet, tâglich wider den Türcken zu beten.
Georgius,
de Hungaria: Tractatus de Moribus, condictionibus et nequita Turcorum. Traktat
über die Sitten, die Lebensverhâltnisse und die Arglist der Türken. Nach der
Erstausgabe von 1481 herausgegeben, übersetz und eingeleitet von Rinhard
Klockow. Köln, Weimar, Wien: Böhlau, 1993.
Glaser,
Theophilus: Türcken-Büchlein. Wie sich Prediger und Zuhörer halten sollen/ So
der Türcke das arme Deutschlandt uberfallen würde.
In
etlichen Predigten: Aus Gottes Seligmachendem wort/ Von hohen Geistreichen
Lehrern gefasset. Samt herzlichen und andechtigen Gebetlein. Allen rechten
waren Christen/ Hohes und Nidriges Standes/ in diesen letzten gefehrlichen
Zeiten/ zur Warnung in Druck vorgefertigt. Durch M. Theophilum Glaser Pastorem
und Superintendentem zu Dreszden, 1594.
Gretern,
Jacobus: Newen Jars Predig, Von der New Alten Sitten und Sünden, dieser zeit
unnd Leut: wie selbige durch Gottes gnad hinzulegen, und zu verbessern.
Gehalten durch M. Jacobum Gretern, Prediger und Decanum zu Schwabischen Hall.
Getruckt zu Tübinge, bey Alexander Nock, 1592.
Heidenreich,
Esaias d.Â.: Sechs und Zwanzig BuŞpredigten uber den Propheten Joel/ auff die
gelegenheit jetziger beschwerter und letzten zeit/ allen recht gleubigen
hertzen zu heilsamer Lehr und trost gerichtet und geschrieben/ durch Esaiam
Heidenreich/ der heiligen Schrifft Doctor. Gedruckt zu Leiptzig bey Georg
Defner.
1581.
Heidenreich,
Esaias d.Â.: Zwölf Türcken Predigten vber den Neun vnd siebentzigsten Psalm/
Herr es sind Heiden in dein Erbe gefallen/ etc.. Allen bekümmerten Christen in
dieser geschwinden zeit zur lehr vnd trost geschrieben/ Durch Esaiam
Heidenreich D. 1582. Leipzig. (Gedruckt...bey Georg Defner...) [für Henning
Grosse]
Heyden,
Sebaldus: Wie man sich in allerlay nötten/ des Türcken/ Pe stilentz Theürung/
z.c. trö sten/ den glauben stercken/ vnd Christliche gedult erlangen soll/ AuB
siben sprüchen heyliger schrifft kürtzlich angezeigt/ Durch Sebaldum Heyden.
M.D.XXXI. 1531(Gedrückt zu Nüremberg durch Friderich Peypus.) d.Â.: Das siebend
Capitel Danielis/ von des Türcken Gotte sle sterung vnd schrecklicher morderey
mit/ unterricht Justi Jonae. [u. Philipp Melanchton] Wittenberg, (Gedruckt
durch Hans Lufft.), [1530].
Kretz,
Matthias: Ein sermon vo dem Turcken zug. Durch D. Mathiam Krecz zu MoŞpurg/ in
sant Castelsstifft gepredigt. 1532. Wider übersehen vnd Corrigirt. (Gedruckt in
der Fürstlichen Stat LandŞhut/durch Johann Weyssenburger/ bey sand Jobst zu dem
weyssen SchoŞgatteren...) [1533]
Lachkern,
Jakob: Ein Christlich Bethgesang zu GOTt vmb gnedige Errethung vnnd hilff wider
den grewlichen Blutdürstigen Erbfeind des Christlichen Glaubens den grausamen
Türcken. Jm Thon/ Erhalt vns Herr bey deinem Wort/ zc. Durch / Jakob Lachkern/
Pfarrer zu Wissentz 1566. Jar. (Gedruckt zu Regenspurg/ Bey Hanns Burger.).
Lauch,
Johannes: Ein vnd DreiŞig Türcken Predigten/ vber das 38. vnd 39. Capitel des
H. Propheten Ezechielis. Von Gog vnnd Magog: Jnn welchen gehandelt wirdt von
deŞ Türcken herkommen vnd Vrsprung von seiner Religion vnd Alcoran/sampt
einfâltiger wider=legung desselbigen... Gehalten Anno 95. vnd 96. in der
Fürstlichen Pfaltzgrâuischen Statt Velburg/ Durch M.Johannem Lauch/ Pfarrern
vnnd Superintendenten daselbsten. Jetzund...in offentlichen Truck verfertigt...
(1599).
Leucht,
Valentin: Wieder den Erbfeindt den Türcken Ein Christliche warnung und
Buszpredigt/ uber das sechste Capitel deŞ Propheten Jeremie/ darinnen klarlich
auŞgeführet wirdt die grawsame Tyranney deŞ Türcken / was die H. Schrifft von
derselben meldet /was auch für bewegliche Ursachen deren sey en/ wie unnd mit
welchen Waffen der Türck könne uberwunden und der Christenheit Fried und Segen
gegeben werden/ sambt zweyen angehengten Gebetten wider den Türcken /alles auŞ
H. Schrifft gepredigt und gestellt / Durch Herren Valentin Leüchthium deŞ H.
Apostolischen Stuls Prothonotarien und Predigern.
Gedruckt
in der Churfürstl. Statt Meyntz durch Heinrich Breem. Jm Jahr Christi, M.D.XCV
(1595).
Leudtholdt,
Matthaeus: Betbuch Von Vielen Schönen Ausserlesenen... Gebeten / aus den
Psalmen vnd Biblischen Historien/ derer sich die Könige/ Fürsten vnd Propheten
im alten Testament gebrauchet/sampt vielen andern/ so aus ... Gelehrter Leut
Schrifften vnnd Bethbüchern zusammen gezogen sein/ auch etzlichen Christlichen
Gesengen/ Collecten vnd Kirchen Gebeten. Wie man diesselben jyzo in
vorstehender Noth vnd Gefahr der gantzen Christenheit/ wieder den Erbfeindt
Christliches Namens dem Tyrannen/ vnd Blutdürstigen Türcken/ ... gebrauchen
kan. Sampt vnd mit einer Vorrede/ darinnen nach der Weissagunge des HERRN
Christi/ der zustand vnnd gelegenheit dieser jtzigen letzten Welt fürm Jüngsten
in der tage/ so wol der armen gefangenen Christen in der Türckey erkleret vnd
vormeldet wird. ( ...) Gedruckt zu Franckfurt an der Oder Nicolaum Voltzen.
anno M.D.LXXXXV. 1595.
Leyser,
Polycarp: Zwo Christlicher Predigten, Eine Uber das Evangelium am 25. Sontag
nach Trinitatis. Die Ander, Uber das ander Capitel des Propheten Joel, Daraus
genommen ist ein Christliche vermanung zu wahrer Buss vnd eiferigem Gebet wider
den Turcken... Zu Wittenberg gehalten, Durch D. Polycarpum Leisern. Wittemberg,
Gedruckt bey M. Simon Gronenberg, 1593, s. 71-72.
Luther,
Martin: Chronica unnd Beschreibung der Türckey. Mit eyner Vorrhed D. Martini
Lutheri. Unverânderter Nachdruck der Ausgabe Nürnberg 1530 sowie fünf weiterer
„Türkendrucke“ des 15. und 16. Jahrhunderts. In: Göllner, Carl: Mit einer
Einführung von Carl Göllner. Köln; Wien: Böhlau, 1983.
Luther,
Martin: Vermanunge zum Gebet/ Wider den Türcken. Mart. Luth. Wittemberg. 1541
(Gedruckt... durch Nickel Schirlentz...)
Luther,
Martin: Gey stliche Kriegsrüstung wider den Turcken. Strassburg 1 566.
Luther,
Martin: Catechismus D. Martini Lutheri. Mit angehengten Fragen und Antworten,
wider welche Stücke dieser Catechistischen Lere, fürnemlich das Antichristische
Bapstumb, und alle newe Rotten und Secken streiten. Auffs newe zugericht, und
mit etlichen und nützlichen Fragen und Antworten vermehret und verbessert,
Durch lohannem Hauserum Carinthium, Diener am Evangelio Jesu Christi zu Musla,
in Marggraffthumb Mârhern. Sampt den Morgen und Abende Vor unnd nach Tisch
Gebetlein, Haustaffeln und Lytaney, Gedruckt im Jahr 1594.
Luther,
Martin: D. Martin Luthers Werke.
Kritische
Gesamtausgabe. Bd. 11, 15, 17, 18, 19, 26, 29, 30, 35, 50, 53. Weimar: Böhlau,
1964.
Luther,
Martin: D. Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Bd. 62, Ortsregister.
Weimar: Böhlau, 1986.
Luther,
Martin: D. Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Bd. 1, 4, 5, 6, 10.
Briefwechsel. Weimar: Böhlau, 1 969.
Luther,
Martin: D. Martin Luthers Werke.
Kritische
Gesamtausgabe. Bd. 1, 2, 4, 5.
Tischreden.
Weimar: Böhlau, 1967.
Luther,
Martin: [Geistliche Lieder und Kirchengesânge] Luthers geistliche Lieder und
Kirchengesânge. Vollst. Neued. in Erg. zu Bd. 35d. Weimarer Ausg./ bearbeitet
von Markus Jenny. Köln; Wien: Böhlau, 1985.
Meder,
David: Christlich Gebet wider den Türcken/ in Schulen und Heüsern unter dem
leuten der TürckenGlocken/ zu sprechen/ Für die Kirche zu Oringew gestellt.
Durch Davidem Mederum. Der Graufschafft Hohenloe Su perintendentem generalem,
und Predigern zu Oringew. Gedruckt zu Nürnb erg/ durch Valentin Fuhrmann. [um
1580]
Miller,
Georg: Zehen Predigten vom Türcken IN welchen gehandlet wird vom ursprung unnd
Anfang/ Glauben vnd Religion/ unfug vnd Tyranney/ beharrlichen Sieg und
langwirigem Glück wider die Christenheit /unnd eigentlichen ursachen
desselbigen/ auch vom entlichen fall und abnemen des Mahometischen oder
Türkischen Grewelreichs: Auch wie diesem Feinde von der Christenheit müsse
begegenet... werden. Gehalten In der Pfarrkirchen bey der löblichen Universitet
Jena Durch GEORGIUM MYLIUM der H.Schrifft Doctorem vnnd Professorem daselbsten.
Gedruckt zu Jena durch Tobiam Steinman/ In verlegung Salomon Gruners/
Bibliopolae Ienensis, Anno 1595.
Mylius,
Georg: Land Tags Predigt/ WJe Christliche Landschaften/ auff ergangene
Ausschreiben jhrer gnâdigen und LandsFürstlichen Oberkeit/ sich auff gemeinen
LandTagen: Bevorab bey gegenwertiger vorstehender Gefahr gemeiner Christenheit/
wegen des Türcken/ bezeigen und verhalten sollen. Gehalten Zu Weymar in der
SchloŞkirchen/ auff dem angestalten LandTag daselbsten/ 6.Decembr. Anno 1596.
Durch Georgium Mylium, D. unnd Professorn zu Jhena. Gedruckt zu Jhena durch
Tobiam Steinman/ Anno 1597.
Nas,
Johannes: Ein schöne Tröstliche Kriegs und Sigspredig. Über das Evangeliu/ wie
Christus im schifflein schlaffend/ von seinen Jüngern/ in Höchsten nöten
erweckt/ und das ungestümb Meer gestillt wirt/ Matth. am 8. Mit gewiser
erzelung/ der gewaltigen victori/ welche Gott seinen glaubigen/ den Catholischen
Christen / wider den grewlichen Türcken/ und Ertzfeind der Christenhait
verliehen hat/ Anno Dni 1571. den 7. Octob. ...F. lohann Nass. Gedruckt zu
Jngolstatt/ 1572.
Nas,
Johannes: Ein schöne Tröstliche Newe jarspredig. Uber das Evangeliu/ wie Christus
im Schifflein schlaffend/ von seinen Jüngern/ in höchsten nöten erweckt/ vnd
das unge stümb Meer gestilt wirt/ Matth. 8. Darinn under andern Exempeln auch
zum thail beschriben wirt/ die Göttlich gut bottschafft der gewaltigen
sighafften newenzeytung/ welche Gott seinen glaubigen/ wider den grewlichen
Türcken/ un Ertzfeind des Christlichen Namens/ gnedigst verliehen hat/ Anno
Christi 1571. den 7.Octo. F. lohann. Nass. Gedruckt zu Ingolstatt. MD.LXXII.
(1572).
Nenninger,
Mattheus: Ein Andechtigs Christlichs Gebet wider den Türcken: In dieser
gefâhrlichen Zeyt tâglich zugebrauchen sonderlich wan man zu Mittag die groŞ
Glocken leutet. Gedruckt zu Passau, 1593.
Nenninger,
Mattheus: Ein kurtze BuŞ und AblaŞpredig/ für die Pfarrer/ Prediger un
Seelsorger/ dem gemainen Volck in jetzigem publicierten auŞgefertigten IVBILEO
fürzutragen. Gedruckt zu Passaw/ bey Mattheo Nenninger. Anno M.D.XCV. (1595).
Neser,
Augustin: Wie man dem grimmen Wüterich und Christlichen blutsdurstigen
Tyrannen/ in allweg widerstand thun möchte. Tröstlicher/ nutzlicher unnd
notwendiger Bericht ann alle Stând. In wölchem angezaigt wirdt/ wie sich in
diser fürgefallner KriegŞnoth ein yederhalten soll. Erstlichen die Geistlichen
mit Betten unnd hilff. Zum anderen/ die Weltlich Obrigkait unnd Ritterschafft
zc. mit der gegenwehr. Zum Dritten/ die die Bawr und Burgerschafft mit bawen
des fe ldts/ auch fürsehung aller nottdurft zu dem Krieg. Gestellt unnd in
Truck verfertiget durch M. Augustinum Neser von Fürstenberg/ SS.Theol. Baccal.
form Pfarrherrn zu Ingolstat zu unser lieben Frawen. Zum end findt man auch ein
andâchtigs gebett wider den Türcken. Getruckt zu Ingolstatt durch Alexander und
Samuel Weissenhorn, 1566.
Neser,
Augustin: Ein newe Catholische Predig. Auff des Türcken Niderlag, mit hülff Gottes,
durch den dreyfachen heiligen Catholischen Bundt, beschehen. Durch M.
Augustinum Neser von Fürstenberg, Theologia Candidatum, Für: Bay: Capellan, und
Prediger zu Landsperg, in Druck verfertigt. Gedruckt zu München, bey Adam Berg.
Anno M.D.LXXII, 1572, s. 125126.
Newber,
Salomon: “Ein Bitgesang, zu Got Vater, Son und Heiligen Geist, In gegenwertiger
Türcken not In dem Thon: Aus tieffer not zu singen. Sampt Zweyen schönen
Christlichen Gebeten, gegen dem Erbfeind dem Türcken. Got umb hülff anzuruffen,
etc. (inc. rappr. Uno stemma) M.D.LXVI.” (1566) In fine: “Gedruckt zu Nürnberg,
durch Salomon Newber, bey dem schwartzen Creutz...
Osiander,
Andreas: Vnterricht/ vnd vermanung/ wie man wider den Türcken peten vnd
streyten soll. Auff ansuchung etlicher guter Herrn vnd Freunde. An die jhenigen
gestelt/ bey denen der Türck schon angriffen/ vnd schaden gethon/ vnd sie
desselben noch alle tag gewertig sein müssen. Andreas Osiander. 1542.
[Nürnberg: Johann Petreius]
Osiander,
Lukas: Christlicher/ notwendiger Bericht/ Welcher Gestalt sich die Christen
darein schicken sollen/ damit sie dem Türcken ein beharrlichen abbruch thun/
unnd ein heilsamen Sig erlangen mögen. DarauŞ auch zuvernemen/ waran es biŞ
daher gefehlet/ daŞ dem Türcken kein glücklicher Widerstad gethon worden/
sondern sein Macht je lânger je mehr zugenommen. Allen Christlichen
Evangelischen Heerpredigern unnd Kriegsleuten nutzlich zulesen. Geschrieben
durch Lucam Osiandrum D. Getruckt zu Tübingen/ Bey Georgen Gruppenbach.
M.D.XCV. (1595).
Praetorius,
Stephan: Von beiden Sacramenten kurtze und nützliche erinnerung: Zusampt
etliche
Gebetlin, 1594.
Roepke,
Johann: Christlyke und Geistryke Gebede, wedder den grusamen Viendt den
Torcken, uth Gades Worde, unde etlyker vornemer Theologen, als D. Martini Lutheri,
M.Iohannis Mathesij... D. lohannis Wigandi, D. Polycarpi Leiseri, M.Andreae
Pouchenij, M. Stephani Praetorij, schrifften, neuenst einer Vormaninge und
Trostschrifft wedder den Törcken...thosamende geordnet, unde in Sassische
sprake gebracht, Dorch Iohannem Roepken. Rostock, Steph. Müllemann, 1595.
Roth,
Friedrich: Türckenglocke. Das ist: Kurze und einfeltige anleytung, wie man
jetzo in vorstehender gefahr der Christenheit von dem Türcken her, rhürende, in
der Gemeine Gottes, und ein jeglicher Christlicher HauŞvatter in seiner
HauŞkirchen, mit seinem Weib, Kindern und Gesinde, den lieben Gott umb hülff
und Errettung, mit demütigem Gebett ersuchen sollen. 1596.
Rotterdam,
Erasmus von: Dialogvs, ivlivs exclvsvs e Coelis. Julius vor der verschlossenen
Himmelstür, ein Dialog. Institutio principis christiani. Die Erziehung des
christlichen Fürsten. Querela Pacis. Die Klage des Friedens. Übersetzt,
eingeleitet und mit Anmerkungen versehen von Gertraut Christian. Darmstadt:
Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968.
Rottmann, Heinrich Johann:
Treuhertzige/hochzeittige
Auffmunterung. Der sichere/ Schlumerenden/ Sorg/ und Rewlosen Christenheit/ Zu
heutigem Türcken Krieg. Darinne sie auŞ aller hand vernüfftgemâssen ursachen/
unnd historischenExemplen/ sich wider den Ertz unnd Erbfeind den Türcken gerüst
unnd auff zumachen/ auffgemuntert Unnd vermanet würd. Vor diesem/ Anno 93. inn
einer sehr schönen zierlichen Lateinischen Oration/ durch den Ehrnvesten
hochgelehten/ Herrn Mattheum Dresserum Doctorem und Professorn zu Leipzig/
recitiert unnd inn Druck gegeben. Jetzmals gemeiner Teutscher Nation/ zu gutem/
und trewhertziger Warnung auch inn unser Teutsche Sprach verdolmetscht unnd
ubergesetzt. Durch Johannem Heinricum Rottmannum. Pfarrherrn zu S. Aurelien in
StraŞburg/ bey B. Johanssligen Erben. Anno 1595.
Sagstetter,
Urban: Christliche Kriegsrüstung. Das ist/ Christliche BuŞ unnd Trostpredigen/
sampt angehefften vermanungen zu embsigem un andechtigen Gebet/ wider den
grausamen Tyrannen und Ertzfeind Christlichen Namens und Glaubens den Türcken
un desselben Blutdürstigs fürnemen/ damit Er die Christenhait verschinen.
MDLXVI jar an der Osterreichischen Grântzen abermals mit Heereskrafft
überzogen/ damals gepredigt zu Wienn in Osterreich/ Durch Den hochwürdigen in
Gott Fürsten und Herrn/ Herrn Urban Bischouen zu Gurgf/ Röm.Kay. M. zc. Kath
und Administratorn des Bistumbs Wienn. Gedruckt zu Wienn in Osterreich/ durch
Caspar Steinhofer. ANNO MDLXVII.
Sandizell,
Moritz von: Wider den laydigen Türcken unnd sein grausams fürnemen gemaine
Gebet von der Canzel zu diser zeit abzulesen und im HauŞ tâglich zugebrauchen.
Gedruckt zu Dillingen durch Sebaldum Mayer, 1566.
Scherer,
Georg: Ein Christliche Heer-Predig. Allen Kriegs-Obristen/ Hauptleuthen/
Beuelchshabern zc. un dem gantz Christlichen KriegsŞvolck/ so sich der zeit in
Hungern wider die Türcken gebrauchen lassen/ zu einer nachrichtung in Druck
verfertigt. Durch Georgen Scherer Societatis IHESU Theologum. Gedruckt zu Wienn
in Osterreich/ bey Leonhard Formica. 1595.
Scherer,
Georg: Ein trewhertzige Vermahnung/ DaŞ die Christen dem Türcken nicht
Huldigen/ sondern Ritterlich wider jhn streitten sollen. Geprediget auff dem
Königklichen SchloŞ zu PreŞburg in Hungern/ am ersten Sontag in der Fasten/ im
wehrenden Landtage Durch Georgium Scherer/ Societatis IESV Theologum
....Gedruckt zu Dilingen/ durch Johannes Mayer. 1597.
SchneegaŞ,
Cyriacus: Zwey und Zwantzig Christliche Vierstimmige Bete und Tro st-
Gesanglein. In jetziger fehrlichen Zeit, Sonderlich wider den Erbfeind, den
Türcken, in Kirchen, Schulen und Heusern wol zu gebrauchen. Erffurdt: Bawman,
1597.
Türck,
Bernhardin: Das der Türck/ ein Erbfeind aller Christen/ weder traw noch glauben
halte/ klare beweysung aus den geschichten biŞher in kurtzen jaren von jme
begangen. Unsere Kriegsleut haben hierin wol zu bedencken/ wie die Türcken nach
der Schlacht/ Eroberungen und Abzügen/ allererst ansahen mer zu tyrannistren
uber die/ so sich jnen ergebe/ dan wider die jnen widerstand thun. Darüb ists
besser/ dapfer wider sie kriege/ dann sich in ein vertrag begebe. 1542.
Wachter,
Georg: Zwei newe Lieder und anrüffungen zu Got umb hilf wider den Türcke. Das
erst mag gesungen werden wie der CXIX. Psalm. Es seind doch selig alle die: Und
das ander als der CXXXX. Psalm. Aus tieffer not schrey ich zu dir. Oder als der
XI. XII oder XIII. Psalm. Mit sampt eynem Gebet umb Gnad zu Bitten. Gedruckt zu
Nürnberg, um 1530.
Wilhelm
V., Bayern, Herzog: Von Gottes Gnaden Wir Wilhelm Pfalzgrave bey Rhein, Hertzog
in Obern und Nidern Bayrn. (Anordnung 1593.11.12) München, 1593.
Wilhelm
V., Bayern, Herzog: Von Gottes Gnaden Wir Wilhelm Pfaltzgraffe bey Rhein,
Hertzog in Obern unnd Nidern Bayrn. (Anordnung 1596.04 25) München, 1596.
Wolder, Simon: New
Türckenbüchlein dergleichen vor dieser zeit nie gedruckt worden. Rathschlag/
vnnd Christliches bedencken/ Wie ohne sonderliche beschwerde der Obrigkeit/
auch der Vnterhanen/ der Christenheit Erbfeind/ der Türck/ ...zu vberwinden
were .... zusammen getragen vnd begriffen/ Durch Simon Wolder Pommern. ...
Jtem/ Kriegs anschlag/ oder vngeferliche vberlegung/ was einem Kriegsfürsten ein
anzahl
Kriegsvolck... auffzubringen... auffgehet/
Gestellet durch Fridericum Orthlepium
Vveinheimensem. [(Hrsg.v.(M.heinricus
Meibomius
Poeta Caesarius...)] Gedruckt zu Zerbst/ Jn verlegung Lüdeke Brandes Seligen
Erben/
Anno 1595.
Anonim:
Ain anschlag wie man dem Türcke widerstand thun mag und durch ganz christenhait
baide von gaistliche un weltliche stand geleyche bürde getrage würde on
beschwerniŞ mit ordenung der müntz, mit ordenung der müntz gar schön zulesen.
Augsburg: 1522.
Anonim:
Ain Ermannung wider Die Türcken/ Und wie sy die Christen durchechtend. Im land
Ungern. Im iar MD XX II.
Anonim:
Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken. Das ist Gebet, Psalmen und
christliche Gesang zu Gott dem allmaechtigen, umb Victori und Sieg, wider des
christlichen Namens Erbfeind, den Turcken. Allen Christen unnd frommen
HauŞvattern, so man die Turckenglock leuttet und sonst zu gebrauchen. Gedruckt
zu StraŞburg am Kornmarckt. 1566.
Anonim:
Gebet wider die fürstehende not des Türcken und anderer Landplagen halben. 1566
Anonim:
Newe Zeitung. Wie der Türck, Die Statt Nicosiam, in Cipern, dieses verlauffenen
1571. Jar, eingenommen, auch wie viel Tausent Christen er Gefangen, etliche
Tausent Gesebelt, was von gemeinem Kriegsvolck, gewesen ist, was aber Junckern,
und ansehenliche leute waren, hat er gen Constantinopel, und Alexandria
geschickt, etliche Tausent haben sich, ir Weib unnd Kindt, das sie den Türcken
inn die hende kemen, jemmerlich erstochen, und umbbracht. Gedruckt zu StraŞburg
am Kornmarckt. 1571.
Anonim:
Rosenkranz, die ewige freud und Seligkait, alda ich dich mit allen lieben
hayligen mög loben und preysen ohn end, inn alle ewigkait, Amen. 50. Ave Maria.
Ich glaub in Gott. (ca. 1590).
Anonim:
Ein Christlich Gebett, wider den Türcken. München, 1592.
Anonim:
Ein Christlich Gebet, wider deŞ Türcken grausamb wüten unnd Tiraney. Matth. 8.
Herz hilff uns, wir verderben. Gedruckt zu
Thierhaubten.
1594.
Abdullah,
Muhammad S.: Geschichte des Islams in Deutschland. Graz; Wien; Köln: Styria,
1981.
Ackerl,
Isabella: Von Türken belagert-von Christen entsetzt. Das belagerte Wien 1683.
Wien: Österreichischer Bundesverlag, 1983.
Afyoncu, Erhan: Sorularla
Osmanlı
İmparatorluğu
l. İstanbul: Yeditepe, 2002.
Afyoncu, Erhan: Sorularla
Osmanlı
İmparatorluğu
lll. İstanbul: Yeditepe, 2005.
Akpınar
Dellal, Nevide: Türk Sorunu. Asya- Avrup a Ekseninde Türkler. İstanbul: Büke,
2006.
Aktaş,
Ayfer: “Zum Stellenwert der deutschen Sprache im türkischen Bildungssystem-mit
einem historischen Blick auf die türkisch- deutschen Beziehungen auf
kultureller und wirtschaftlicher Basis”, Gutu, George: GGR-
Beitrâge
zur Germanistik, Bd. 18/19. Interkulturelle Grenzgânge. Akten der
wissenschaftlichen Tagung aus Anlass des 100. Gründungstages des
BukaresterGermanistiklehrstuhls. 5-6.11.2005, s. 319-328.
Albrecht,
Edelgard: Das Türkenbild in der ragusanisch-dalmatinischen Literatur des XVI.
Jahrhunderts. München: Otto Sagner, 1965.
Althaus,
Paul: Forschungen zur evangelischen Gebetsliteratur. Gütersloh 1927.
Andermann,
Ulrich: “Geschichtsdeutung und Prophetie. Krisendeutung und -bewâltigung am
Beispiel der osmanischen Expansion im Spâtmittelalter und in der
Reformationszeit”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann, Wilhelm: Europa und die Türken
in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer, 2000, s. 29-54.
Axmacher,
Elke: Praxis Evangelorium. Theologie und Frömmigkeit bei Martin Moller
1547-1606). Göttingen: Vandenhoeck&
Ruprecht,1989.
Babinger,
Franz: Mehmet der Eroberer und seine Zeit. München: F. Bruckmann, 1953.
Babinger, Franz: Zwei baierische
Türckenbüchlein
(1542) und ihr Verfasser. Bayerische Akademie der
Wissenschaften.Philosophisch-Historische
Klasse. Sitzungsberichte. Heft 4. München: Verlag der Bayerischen Akademie der
Wissenschaften, 1 959.
Bartl,
Peter: Der Westbalkan zwischen spanischer Monarchie und osmanischem Reich. Zur
Türkenkriegsproblematik an der Wende vom 16. zum 17. Jahrhundert. Wiesbaden:
Otto Harrassowitz, 1974.
Bautz,
Friedrich Wilhelm; Bautz Traugott: Biographisch-Bibliographisches
Kirchenlexikon. Nordhausen: Bautz, 2007.
Bâumer,
Remigius: Martin Luther und der Papst. 5., durchgesehene Auflage mit einem
neuen Kapitel: Die wissenschaftliche Diskussion über “Luther und der Papst”
seit 1971 bis 1986. Münster: Aschendorff, 1987.
Betz,
Hans Dieter: (RGG) Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für
Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 3, Bd. 4, Tübingen: Mohr Siebeck,
1999.
Betz,
Hans Dieter: (RGG): Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für
Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 2. Tübingen: Mohr Siebeck, 2000.
Betz,
Hans Dieter: (RGG) Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für
Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 6. Tübingen: Mohr Siebeck, 2003.
Blusch,
J.: “Enea Silvio Piccolomini und Giannantonio Campano. Die unterschiedlichen
Darstellungsprinzipien in ihren Türkenreden”, Humanistica Lovaniensia. Journal
of Neo-Latin Studies. Vol. XXVIII-1979. Leuven University Press.
Bobzin,
Hartmut: Der Koran im Zeitalter der Reformation: Studien zur Frühgeschichte der
Arabistik und Islamkunde in Europa. Beiruter Texte und Studien; Bd. 42.
Stuttgart: Steiner, 1995.
Bornkamm,
Karin; Ebeling, Gerhard: Martin Luther. Ausgewâhlte Schriften. Christen und
weltliches Regiment. Bd. 4, Bd. 5. Frankfurt am Main: Insel, 1982.
Bosbach,
Franz: Feindbilder. Die Darstellung des Gegners in der politischen Publizistik
des Mittelalters und der Neuzeit. Köln, Weimar, Wien: Böhlau, 1992.
Brecht,
Martin: “Luther und die Türken”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann, Wilhelm: Europa
und die Türken in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer, 2000, s. 9-27.
Bremer,
Kai: “Conversus, confirma fratres tuos. Zum ‘Ich’ in Konversationsberichten in
den ersten Jahrzehnten nach der Reformation”, in: zeitenblicke 1 (2002), Nr. 2
[20.12.2002], URL:
<http://www.zeitenblicke.historicum.net/2002/02,
Brenner,
Hartmut: Protestantische Orthodoxie und İslam. Die Herausforderung der
türkischen Religion im Spiegel evangelischer Theologen des ausgehenden 16. und
des 17. Jahrhunderts. Dissertation. Heidelberg, 1968.
Buchmann,
Bertrand Michael: Türkenlieder zu den Türkenliedern und besonders zur zweiten
Wiener Türkenbelagerung. Wien, Köln, Graz: Hermann Böhlaus Nachf, 1983.
Cosack,
Carl J.: “Zur Literatur der Türkengebete im 16. und 17. Jahrhundert”, Berhard
Weiss: Zur Geschichte der evangelisch ascetischen Literatur in Deutschland. Ein
Beitrag zur Geschichte des christlichen Lebens wie zur Kultur- und
Literaturgeschichte. Basel/ Ludwigsburg 1871.
Coşan,
Leyla: “Alman kültüründe Kadı sözcüğünün önemi”. Ana dili. Dil Kültürü ve
Eğitim Dergisi, Sayı: 37. İzmir. 2005, s. 89-99 (2005/1).
Coşan,
Leyla: “Alman Masallarında Türk İmajı”. Türklük Araştırma Dergisi 18. Marmara
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. İstanbul,
Coşan,
Leyla: “Der Türkengraf”, Yıldız, Cemal/ Beyreli, Latif: Edebiyat, Edebiyat
Öğretimi ve Deyişbilim Yazıları. II. cilt Ankara: Pegem, 2006, s.110-117
(2006/1).
Coşan,
Leyla: “Viyana kuşatmalarını anlatan iki Alman Halk Şarkısı örneğinde Türk
imajı”, Türk Kültürünü İncelemeri Dergisi. The Journal of Turkish Cultural
Studies 14. İstanbul: Kocav,
Coşan,
Leyla: “Türkengebete aus einer anonymen Sammlung des 16. Jahrhunderts”,
Baytekin, Binnaz; Uluç, T. Fatih: II. Uluslararası Karşılaştırmalı
Edebiyatbilim Kongresi. 07-08 Eylül 2006. “Kuram, alımlama Estetiği, yeni
Yaklaşımlar”. Kongre Bildirileri. II. cilt. Sakarya, 2006, s. 2-12 (2006/3).
Coşan,
Leyla: “Die Türkenfurcht in den deutschen Kinder-Türkengebeten. Zwei
Beispiele”, Lichtenberg, Hagen; Dartan, Muzaffer; Eliş, Ali: Das
deutsch-Türkische Verhâltnis. Auswirkungen auf den BeitrittsprozeB der Türkei
zur Europâischen Union. Bremen: Universitât Bremen Jean Monnet Lehrstuhl für
Europarecht, 2008 (Basımda).
Czapla,
Ralf, Georg: Andreas Gryphius. Herodes. Der Ölberg. Lateinische Epik. Weidler
Buchverlag, 1999.
Dellal,
Nevide Akpınar: Alman Kültür Tarihi’nden seçme Tarihi ve yazınsal Ürünlerde
Türkler. (Avrupa’da Türk imgesi’ ne bir katkı) Ankara: Kültür Bakanlığı, 2002.
Delumeau,
Jean: Angst im Abendland. Die Geschichte kollektiver Ângste im Europa des 14.
bis 18. Jahrhunderts. Deutsch von Monika Hübner, Gabriele Konder und Martina
Roters- Burck. Reinbek bei Hamburg: Rohwohlt, 1985.
Denscher,
Bernhard: Die Welt des Hans Sachs.
Hrsg.
von den Stadtgeschichtlichen Museen im Verlag Hans Carl, Nürnberg, 1976.
Depperman,
Klaus: Melchior Hoffman: soziale Unruhen u. apokalypt. Visionen im Zeitalter d.
Reformation. Göttingen: Vandenhoeck und Ruprecht, 1979.
Ebermann,
Richard: Die Türkenfurcht, ein Beitrag zur Geschichte der öffentlichen Meinung
in Deutschland wâhrend der Reformationszeit. Dissertation. Halle a.S.:
Hofbuchdruckerei von C.A. Kaemmerer & Co., 1904.
Erkens,
Franz-Reiner: Europa und die osmanische Expansion im ausgehenden Mittelalter.
Beiheft: 20 zusammengeb. mit Beih.21-23. Berlin: Duncker und Humblot, 1997.
Fechner,
Fabian: “Die Seeschlacht von Lepanto”, Brendle, Franz; Schindling, Anton:
Religionskriege im alten Reich und in Alteuropa. Münster: Aschendorff, 2006, s.
53-59.
Fessler,
Ignaz Aurelius: Geschichte von Ungarn. Bd. 3. Leipzig: 1874.
Fuchs,
Guido: Die christliche Deutung der Feinde in den Psalmen. Dargestellt an den
Psalmliedern Nikolaus Selneckers (1530-1592). Dissertation. Würzburg, 1986.
Gânsler, Hans-Joachim: Evangelium
und
weltliches Schwert: Hintergrund,
Entstehungsgeschichte
und Anlass von Luthers
Scheidung zweier
Reiche oder Regimente.
Wiesbaden:
Franz Steiner, 1983.
Geier,
Andrea: “Also ist der Turcke auch vnser Schulmeister... Zur Rhetorik von
Identitât und Alteritât in Türkenschriften des 16. Jahrhunderts”, Rahn, Thomas:
Krieg und Rhetorik. Tübingen: Max Niemeyer, 2003, s. 1943.
Glei,
Reinhold F.: “Pius Aeneas und der Islam.”, Gerhard Binder; Konrad Ehlich:
Religiöse Kommunikation: Formen und Praxis vor der Neuzeit. Trier: WVT
Wissenschaftlicher
Verlag
Trier, 1997, s. 301-325.
Gold,
Winfried: Das Zeitalter Max Emanuels und die Türkenkriege in Europa 1683-1687.
(sechzehnhundertdreiundachtzig bis
sechzehnhundertsiebenundachtzig).
München: Nusser, 1976.
Göllner,
Carl: Turcica. Die Türkenfrage in der öffentlichen Meinung Europas im 16.
Jahrhundert. Bd. 3, 1. Aufl. Baden-Baden: Koerner, 1979.
Gust,
Wolfgang: Das Imperium der Sultane. Eine Geschichte des osmanischen Reichs.
München; Wien: Carl Hanser, 1995.
Hagemann,
Ludwig: Martin Luther und der Islam. Altenberge: Verlag für christlich-
islamisches Schrifttum, 1983.
Hagemann,
Ludwig: Christentum contra Islam: eine Geschichte gescheiterter Beziehungen.
Darmstadt: Primus, 1999.
Hammer,
Josef von: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. 1-3.cilt. İstanbul: Kumsaati, 2008.
Haustein,
Jörg: Martin Luthers Stellung zum Zauber-und Hexenwesen. Stuttgart, Berlin,
Köln: Kohlhammer, 1990.
Hazai,
György; Kellner-Heinkele, Barbara: Bibliographisches Handbuch der Turkologie.
Eine Bibliographie der Bibliographien vom 18. Jahrhundert bis 1979. Bd. 1.
Budapest.
Hermann, Ehrenfried: Türke und
Osmanenreich
in der Vorstellung der Zeitgenossen Luthers. Ein Beitrag zur Untersuchung des
Türkenschrifttums. Dissertation. Breslau, 1961.
Hohmann, Stefan: “Türkenkrieg und
Friedensbund im Spiegel der politischen Lyrik. Auch ein Beitrag zur Entstehung
des Europabegriffs”, Zeitschrift für
Literaturwissenschaft
und Linguistik. Heft 110. Alteritât. Hg. dieses Heftes: Brigitte Schlieben-
Lange. Stuttgart; Weimar: J.B. Metzler 1998, s.128-160.
Höfert,
Almut: Den Feind beschreiben. “Türkengefahr” und europâisches Wissen über das
Osmanische Reich 1450-1600. Frankfurt am Main: Campus, 2003.
Hummelberger,
Walter: Wiens erste Belagerung durch die Türken 1529. Militârhistorische
Schriftenreihe. Heft 33, 2. Aufl. Wien, 1981.
Im,
Lichte des Halbmonds-Das Abendland und der türkische Orient. Leipzig: Ed.
Leipzig, 1995.
Imre,
Mihaly: “Der ungarische Türkenkrieg als rhetorisches Thema in der frühen
Neuzeit”, Kühlmann, Wilhelm; Schindling, Anton: Deutschland und Ungarn in ihren
Bildungs-und Wissenschaftsbeziehungen wâhrend der Renaissance. Stuttgart: Franz
Steiner Verlag, 2004, s. 93-107.
İnalcık,
Halil: “Önsöz”, Kumrular, Özlem: Avrupa’da Türk düşmanlığının kökeni Türk
korkusu. İstanbul: Doğan, 2008.
İnandı,
Battal: “Mandelreiss: ‘Türkler geliyor!’”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi, Fakülte Dergisi. Cilt XXXIII-Sayı: 1-2. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1990.
İnandı,
Battal: “Alman Halk şiirinde Türkler (13.-16.Yüzyıl)”, Ankara Üniversitesi, Dil
ve Tarih-Coğrafy a Fakültesi, Fakülte Dergisi. Sayı: 369. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1993.
İnandı,
Battal: Türkleri konu alan Manzumeleriyle Michael Beheim. Ankara: Bizim Büro
Basımevi, 1994.
Jordan,
Hermann: Luthers Staatsauffassung. Ein Beitrag zu der Frage des Verhâltnisses
von Religion und Politik. Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968.
Jorga,
Nicolae: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. 1-6. cilt. İstanbul: Yeditepe, 2005.
Kasper,
Walter: Lexikon für Theologie und Kirche. Bd. 4. Freiburg im Breisgau; Basel;
Rom; Wien: Herder. 1995.
Kaufmann,
Thomas: Universitât und lutherische Konfessionalisierung. Die Rostocker
Theologieorofessoren und ihr Beitrag zur theologischen Bildung und kirchlichen
Gestaltung im Herzogtum Mecklenburg zwischen 1550-1675. Gütersloh: Gütersloher
Verl.-Haus, 1997.
Kaufmann,
Thomas: “Türckenbüchlein”. Zur christlichen Wahrnehmung “türkischer Religion”
in Spâtmittelalter und Reformation. Göttingen: Vandenhoeck&Ruprecht, 2008.
Kissling,
Hans-Joachim: “Militârisch-politische Problematiken zur Türkenfrage im 15.
Jahrhundert”, Bohemia. Jahrbuch des Collegium Carolinum. Bd. 5. München: Robert
Lerche, 1964. s.108-137.
Kissling,
Hans-Joachim: “Die Türkenfrage als europâisches Prob lem”, Harold Steinacker:
Südostdeutsches
Archiv. Begründet von Fritz Valjavec. Bd. VII. München: R. Oldenbourg, 1964, s.
39-58.
Kissling,
Hans-Joachim: “Türkenfurcht und Türkenhoffnung im 15./16. Jahrhundert. Zur
Geschichte eines “Komplexes”, Bernath, Mathias: Südost -Forschungen.
Internationale Zeitschrift für Geschichte, Kultur und Landeskunde
Südosteuropas. Begründet von Fritz Valjavec. Bd. XXIII. München: R. Oldenbourg,
1 964. s. 1-18.
Kissling,
Hans-Joachim: Rechtsproblematiken in den christlich-muslimischen Beziehungen,
vorab im Zeitalter der Türkenkriege. Kleine Arbeitsreihe zur Europâischen und
Vergleichenden Rechtsgeschichte an der Rechts- und Staatswissenschaftlichen
Fakultât der Universitât Graz. Heft 7. Graz: Universitâts- Buchdruckerei
Styria, 1974.
Kissling,
Hans-Joachim: Hintergrundprobleme in der islamistischen Geschichtsforschung.
Kleine Arbeitsreihe zur Europâischen und
Vergleichenden
Rechtsgeschichte. Heft 12. Graz: Druck Schodl Weiz, 1979.
Klein,
Michael: Geschichtsdenken und Standekritik in apokalyptischer Perspektive.
Martin Luthers Meinungs-und Wissensbildung zur ‘Türkenfrage’ auf dem
Hintergrund der osmanischen Expansion und im Kontext der reformatorischen
Bewegung. 2004.
Kleinlogel,
Cornelia: Exotik-Erotik. Zur Geschichte des Türkenbildes in der deutschen
Literatur der frühen Neuzeit (1453-1800).
Frankfurt
am Main; Bern; New York; Paris: Peter Lang, 1989.
Knappe,
Emil: Die Geschichte der Türkenpredigt in Wien. Ein Beitrag zur
Kulturgeschichte einer Stadt wahrend der Türkenzeit. Dissertation.
Wien,
1949.
Kocadoru:
Yüksel: Die Türken. Studien zu ihrem Bild und seiner Geschichte in Österreich.
Dissertation. Klagenfurt, 1990.
Kocadoru,
Yüksel: “Avrupa ve Türk îmajı”, Öztürk, Ali Osman: îmaj Yazıları. Konya: 1997,
s. 9-14.
Köhler,
Manfred: Melanchthon und der İslam. Ein Beitrag zur Klârung des Verhâltnisses
zwischen Christentum und Fremdreligionen in der Reformationszeit. Leipzig:
Leopold Klotz, 1938.
Kraus,
Hans-Joachim: Psalmen. 2. Teilband Psalmen 60-150. 6. Aufl. Neukirchen-Vluyn:
Neukirchener Verl., 1989.
Kreiser,
Klaus: Der osmanische Staat 13001 922. München: R. Oldenbourg, 2001.
Kreiser,
Klaus; Neumann, Christoph K.: Kleine Geschichte der Türkei. Stuttgart: Philipp
Reclam, 2003.
Kreutel,
Richard F.: Der frommen Sultan Bayezid. Die Geschichte seiner Herrschaft
(1481-1512) nach den altosmanischen Chroniken des Oruç und des Anonymus
Hanivaldanus.
Graz; Wien, Köln: Styria, 1978.
Kula,
Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi I. Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1992.
Kula,
Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi II. Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1993.
Kula,
Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi III. Ankara: Gündoğan Yay ınevi, 1
997.
Kula, Onur Bilge: “Zum Türkenbild im
deutschen Schrifttum vom 11. bis 19. Jahrhundert”, Elçin Kürşat-Ahlers: Türkei
und Europa. Facetten einer Beziehung in Vergangenheit und Gegenwart. Frankfurt
am Main: IKO-Verl. für Interkulturelle
Kommunikation,
2001, s. 47-63.
Kula,
Onur Bilge: Avrupa Kimliği ve Türkiy e. îstanbul: Büke, 2006.
Kumrular,
Özlem: Avrupa’da Türk düşmanlığının kökeni Türk korkusu. îstanbul: Doğan, 2008.
Kural,
Uta: “Imago Turci-Antiosmanische Propaganda. Aufgezeigt an deutschsprachigen
illustrierten Flugblâttern des 16. Jahrhunderts”, Reulecke, Jürgen: Spagat mit
Kopftuch. Essays zur Deutsch-Türkischen Sommerakademie. Hamburg: Edition
Körber-Stiftung, 1997.
Kuran
Burçoğlu, Nedret: “Historischer Überblick über die kulturellen Beziehungen
zwischen der Türkei und Deutschland”, Lichtenberg, Hagen; Dartan, Muzaffer;
Eliş, Ali: Das deutsch-Türkische Verhâltnis.
Auswirkungen
auf den BeitrittsprozeB der Türkei zur Europâischen Union. Bremen: Universitât
Bremen Jean Monnet Lehrstuhl für Europarecht, 2002, s. 239-288.
Kuran
Burçoğlu, Nedret: Die Wandlungen des Türkenbilde s in Europa: vom 11.
Jahrhundert bis zur heutigen Zeit. Zürich: Spur, 2005.
Kurze,
Dietrich: Klerus, Ketzer, Kriege und Prophetien: gesammelte Aufsâtze.
Warendorf: Fahlbusch, 1996.
Kühlmann,
Wilhelm: “Der Poet und das Reich- Politische, kontextuelle und âsthetische Dimensionen
der humanistischen Türkenlyrik in Deutschland”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann,
Wilhelm: Europa und die Türken in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer,
2000, s.193-248.
Lamparter,
Helmut: Luthers Stellung zum Türkenkrieg. Dissertation. Tübingen, 1940. Lebeau,
Jean: “Sixt Bircks ‘Judith’ (1539), Erasmus und der Türkenkrieg”. Daphnis.
Zeitschrift für Mittlere Deutsche Literatur. Bd. 9. Heft 1, 1980. Editions
Rodopi N.V Amsterdam, s. 579-698.
Lerner,
Franz: “Die Auswirkungen der Türkenkriege auf die Reichsstadt Frankfurt am
Main”, Pickl, Othmar: Die wirtschaftlichen Auswirkungen der Türkenkriege. Die
Vortrâge des 1. Internationalen Grazer Symposions zur Wirtschafts-und
Sozialgeschichte Südosteuropas. Graz, 1971.
Liepold,
Antonio: Wider den Erbfeind christlichen Glaubens. Die Rolle des niederen Adels
in den Türkenkriegen des 16. Jahrhunderts. Frankfurt am Main: Peter Lang, 1998.
Lind,
Richard: Luthers Stellung zum Kreuz- und Türkenkrieg. Giessen: Kühlsche
Universitâtsdruckerei, 1940.
Ludwig,
Hans-Jochen: Die Türkenkrieg- Skizzen des Hans von Aachen für Rudolph II.
Dissertation. Frankfurt am Main: 1978.
Majoros,
Ferenc; Rill, Bernd: Das Osmanische Reich (1300-1922). Die Geschichte einer
GroŞmacht. Graz; Wien; Köln: Pustet, 1994.
Mau,
Rudolf: “Luthers Stellung zu den Türken”, Junghans, Helmar: Leben und Werk
Martin Luthers von 1526 bis 1546. Göttingen: Vandenhoeck und Ruprecht, 1983, s.
647-662.
Matuz,
Joseph: Das Osmanische Reich. Grundlinien seiner Geschichte. 3., unverând.
Aufl. Darmstadt: Wiss. Buchges., 1994.
Matschke,
Klaus-Peter: Das Kreuz und der Halbmond. Die Geschichte der Türkenkriege.
Düsseldorf und Zürich: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 2004.
Mertens,
Dieter: “Europâischer Friede und Türkenkrieg im Spâtmittelalter.”, Duchhardt,
Heinz: Zwischenstaatliche Friedenswahrung in Mittelalter und früher Neuzeit.
Köln; Wien: Böhlau, 1991, s. 45-90.
Miller,
Athanasius: Die Psalmen. 14. Aufl. Freiburg im Breisgau, Herder-Druckerei, 1
949.
Moore,
Cornelia Niekus: “Lutheran Prayers books for children as usage literature in
the sixteenth and seventeenth centuries”, Ingen, van Ferdinand; Moore, Cornelia
Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit. Funktionen und
Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden: Harrassowitz, 2001, s. 113-129.
Müller, Gerhard: Theologische Realenzyklopâdie.
Katechumenat/Katechumenen-Kirchenrecht. Bd. 12. 1989.
Müller, Gerhard: Theologische Realenzyklopâdie.
Katechumenat/Katechumenen-Kirchenrecht. Bd. 18. 1989.
Müller, Heribert: Kreuzzugsplâne
und Kreuzzugspolitik des Herzogs Phillip des Guten von Burgund. Göttingen:
Vandenhoeck&Ruprecht,
1993.
Neumann,
Wilhelm: “Die Türkeneinfâlle nach Kârnten”, Valjavec, Fritz:
Südost-Forschungen. Bd. XIV. München: R. Oldenbourh, 1955, s. 84109.
Osborn,
Max: Die Teufelliteratur des XVI. Jahrhunderts. Berlin: Mayer&Müller, 1893.
Öztürk,
Ali Osman: Das deutsche und türkische Volkslied als sprachliches Kunstwerk.
Konya: Doktora Tezi, 1990.
Öztürk,
Ali Osman: îmaj Yazıları. Konya: 1997.
Öztürk,
Ali Osman: Alman Oryantalizmi. Ankara: Vadi Yayınları, 2000.
Özyurt,
Şenol: Die Türkenlieder und das Türkenbild in der deutschen Volksüberlieferung
vom 16. bis zum 20. Jahrhundert. München: Wilhelm Fink, 1972.
Pesch,
Otto Hermann: Humanismus und Reformation - Martin Luther und Erasmus von
Rotterdam in den Konflikten ihrer Zeit. München, Zürich: Schnell&Steiner,
1985.
Pfeffermann,
Hans: Die Zusammenarbeit der Renaissancepâpste mit den Türken. Schweiz:
Mondial, 1946.
Pfeiler,
Hasso: Das Türkenbild in den deutschen Chronicken des 15. Jahrhunderts.
Dissertation. Frankfurt am Main, 1956.
Pfiste
r, Rudolf: Das Türckenbüchlein Biblianders. Theologische Zeitschrift Basel.
Basel: Reinhardt, 1953.
Rabe,
Wilhelm: Lassenius, Johannes (163692): Ein Beitrag zur Geschichte des
lebendigen Luthertums im 17. Jahrhundert. Gütersloh: Bertelsmann, 1933.
Raeder,
Siegfried: “Die Türkenpredigten des Jakob Andreâ.”, Brecht, Martin: Theologen
und Theologie an der Universitât Tübingen: Beitrâge zur Geschichte der
Evangelisch-Theologischen Fakultât. 1. Aufl. Tübingen: Mohr, 1997, s. 96123.
Reske,
Christoph: Die Buchdrucker des 16. und 17. Jahrhunderts im deutschen
Sprachgebiet. Auf der Grundlage des gleichnamigen Werkes von Joseph Benzing.
Wiesbaden: Harrassowitz, 2007.
Rössler,
Helmuth: Grösse und Tragik des christlichen Europa. Europâische Gestalten und
Krâfte der deutschen Geschichte vom Spâtmittelalter bis zur Gegenwart.
Frankfurt am
Main,
Berlin, Bonn: Moritz Diesterweg, 1955.
Sack,
Vera: “Glauben” im Zeitalter des Glaubenskampfes. Eine Ode aus dem StraŞburger
Humanistenkreis und ihr wahrscheinliches Fortleben in Luthers Reformationslied
“Eine feste Burg ist unser Gott”. Textanalysen und -interpretationen. Mit einem
Beitrag zur Frühgeschichte des Embles. Freiburg i. Br.: Universitâtsbibliothek,
1988.
Schilling,
Michael: Bildpublizistik der frühen Neuzeit: Aufgaben und Leistungen des
illustrierten Flugblatts in Deutschland bis um 1700. Tübingen: Niemeyer, 1990.
Schiltberger,
Hans: Hans Schiltbergers Reise in die Heidenschaft. Was ein bayerischer
Edelmann von 1394 bis 1427 als Gefangener der Türken und Mongolen in
Kleinasien, Âgypten, Turkestan der Krim und dem Kaukasus erlebte. Der alten
Chronik nacherzâhlt von Rose Grâssel. Hamburg, 1 947.
Schimmel,
Annemarie: Der İslam. Eine
Einführung.
Stuttgart: Reclam, 1990.
Schmugge,
Ludwig: Die Kreuzzüge aus der Sicht humanistischer Geschichtsschreiber: [21.
Vorlesung d. Aeneas-Silvius- Stiftung gehalten am 23.4.1984 in d. Univ. Basel]/
Basel; Frankfurt am Main: Helbig und Lichtenhahn, 1987.
Scholze,
A.: Die orientalische Frage in der öffentlichen Meinung des 16. Jahrhunderts.
Beilage zum Osterprogramm der Realschule Frankenberg/ Sa.1880.
Schreiber,
Georg: “Das Türkenmotiv und das deutsche Volkstum”, Volk und Volkstum. Jahrbuch
für Volkskunde. München: Kösel- Pustet, 1938, s. 9-54.
Schreiber, Georg: “Deutsche
Türkennot und Westfalen”, Petri, Franz: Westfâlische Forschungen. Mitteilungen des
Provinzialinstituts
für Westfâlische Landes- und Volkskunde. Bd. 7. Münster/ Köln: Böhlau, 1954, s.
62-70.
Schulz,
Friedrich: Die Gebete Luthers: Edition, Bibliographie und Wirkungsgeschichte.
Gütersloh: Gütersloher Verlagshaus Mohn, 1976.
Schulze,
Winfried: Reich und Türkengefahr im spâten 16. Jahrhundert: Studien zu d.
polit. u. gesellschaftl Auswirkungen e. âuBeren Bedrohung. 1. Aufl. München:
Beck, 1978.
Seifert,
Arno: Der Rückzug der biblischen Prophetie von der neueren Geschichte: Studien
zur Geschichte der Reichstheologie des frühneuzeitlichen deutschen Prote
stantismus.
Köln;
Wien: Böhlau: 1990.
Seybold,
Klaus: Die Psalmen. Eine Einführung.
2.,
durchgesehene Aufl. Stuttgart; Köln; Kohlhammer, 1991.
Spohn,
Margret: Alles getürkt. 500 Jahre (Vor)Urteile der Deutschen über die Türken.
Oldenburg: bis, 1993.
Stein,
Heidi: “Zum Orientbild im 16.
Jahrhundert”,
Mitteilungen aus dem Museum für Völkerkunde Leipzig. Leipzig: MV, 1985, s. 2026.
Steuerwald,
Karl: Almanca-Türkçe Sözlük. İstanbul: ABC Kitapevi, 1988.
TDK,
Türk Dil Kurumu, 10. baskı, Ankara, 2005.
Thein,
Rudolf: Papst Innocenz XI. und die Türkengefahr im Jahre 1683. Diss. Breslau,
1912.
Toth,
Istvan György: “Türken und Mönche. Kriegserfahrungen der katholischen
Missionare im Ungarn des 17. Jahrhunderts”, Brendle, Franz; Schindling, Anton:
Religionskriege im alten Reich und in Alteuropa. Münster: Aschendorff, 2006, s.
217-229.
Veit,
Patrice: Das Kirchenlied in der Reformation Martin Luthers: eine thematische
und semantische Untersuchung. Stuttgart: Steiner Verlag Wiesbaden GmbH, 1985.
Veit,
Patrice: “Die Hausandacht im deutschen Luthertum”, Ingen, van Ferdinand; Moore,
Cornelia Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit.
Funktionen und Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden:
Harrosowitz, 2001, s. 193-206.
Verzeichnis
der im deutschen Sprachbereich erschienenen Drucke des 16. Jahrhunderts (VD 16)
Vielau,
Helmut-Wolfhardt: Luther und der Türke. Göttingen: Druckerei J. Sârchen Baruth/
Mark-Berlin, 1936.
Vocelka,
Karl: Die politische Propaganda Kaiser Rudolfs II. (1576-1612). Verlag der
Österreichischen Akademie der Wisenschaften Wien, 1981.
Walch,
Georg Joh.: Luther, Martin: Dr. Martin Luthers sâmtliche Schriften. Bd.20.:
Abt. 2, Dogmatisch-politische Schriften. Reformations- Schriften-B. Wider die
Sacramentirer und andere Schwârmer, sowie auch wider die Juden und
Türken.
Gözden geçirilmiş 2. baskının yeniden basımı. St.Louis, Missouri, USA,
Concordia Publishing House, 1880-1910. GroŞ Oesingen: Verlag der Luth. Buchh.
Harms, 1986.
Wallmann,
Johannes: “Zwischen Herzensgebet und Gebetbuch.”, Ingen, van Ferdinand; Moore,
Cornelia Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit.
Funktionen und Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden:
Harrosowitz, 2001, s. 13-46.
Weiser,
Artur: Die Psalmen. Teil 1. Psalm 1 -60.
10.
unverânderte Aufl. Göttingen; Zürich: Wandenhoeck & Ruprecht, 1987.
Weiser,
Artur: Die Psalmen. Teil 2. Psalm 61150. 10., unverânderte Aufl. Göttingen;
Zürich: Wandenhoeck & Ruprecht, 1987.
Welzig,
Werner: Erasmus von Rotterdam, Ausgewâhlte Schriften, WBG, Darmstadt, 5, 1968,
s. 361-451.
Wessely,
Kurt: Die österreichhische
Militârgrenze.
Der deutsche Beitrag zur Verteidigung des Abendlandes gegen die Türken. Der
Göttinger Arbeitskreis: Schriftenreihe Heft 43. Kitzingen/Main: Hölzner, 1954.
Werner,
Ernst: Die Geburt einer Grossmacht-Die Osmanen (1300-1481). Ein Beitrag zur
Genesis des türkischen Feudalismus. Zweite verb. Aufl. Wien; Köln; Graz:
Hermann Böhlaus Nachf, 1972.
Weyrauch,
Erdmann: “Reformation durch Bücher: Druckstadt Wittenberg”, Gutenberg: 550
Jahre Buchdruck in Europa; [Austellung im Zeughaus der Herzog August Bibliothek
Wolfenbüttel vom 5. Mai bis 30. September 1990]/ [Ausstellung und Katalog: Paul
Raabe mit Beitr. Von Martin Boghardt...] .-Weinheim: VCH, Acta Humaniora, 1990,
s. 53-64.
http://germazope.uni-
trier.de/Projects/WBB/lemmasearch
http
://tdkterim. gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime