Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Tanrım Bizi Türklerden Koru! 1

 

 
16. YÜZYILDA ALMANLARIN TÜRKLERDEN KORUNMAK İÇİN YAZDIĞI DUALAR

“Tanrım Bizi Türklerden Koru!” Türklere Karşı Yazılan Vaazların… Değerlendirilmesi ile Birlikte

Yazan:  Leyla Coşan

Giriş

Avrupa Birliği tartışmalarının hiç gündemden düşmediği bu yıllarda Türk imgesi[1] konusunun irdelenmesi yeniden güncellik kazanmıştır. Bu konuda gerek Almanya, gerek Türkiye’de çok sayıda önemli çalışmalar yayınlanmıştır. Bu çalışmalar tarihî bir süreç içerisinde Avrupalıların Türklere bakışını ortaya koyarak yüzyıllardır aktarılan önyargıları farklı açılardan ele almışlardır. 16 yüzyılda Türk imgesi konusuna gelince çalışmaların sayısının hem Almanya, hem de Türkiye’de hızla arttığı ortaya çıkmaktadır.

Türk imgesiyle ilgili araştırmalar yaptığım süre içerisinde, 16. yüzyılda “Türk duaları” olarak adlandırılan bir türün dikkatimi çekmesi sonucunda konu hakkında bilimsel çalışmaların varlığı tarafımca taranmaya başlanmıştır. Kısa bir süre sonra konuyla ilgili kapsamlı bir çalışmanın olmadığı ortaya çıkmıştır. Carl Göllner, Winfried Schulze ve Margret Spohn, “Türk duaları” konusuna kitaplarında, Wilhelm Kühlmann ve Martin Brecht ise makalelerinde değinmişlerdir. Carl Cosack’ın ise “Türk duaları” konusunda makale yazan tek kişi olduğu tespit edilmiştir.

Yukarıda adını saydığım isimler dışında, “Türk duaları” konusunda örnek teşkil edecek bilimsel bir çalışmanın bulunmamasından dolayı, literatürün tespit edilmesi ve taranması aşaması, çalışmanın temel güçlüklerinden birini teşkil etmiştir. Dualara ulaşmak için VD 16[2] adlı, her cildin yaklaşık olarak 700-900 sayfa kalınlığında olan, 22 ciltlik katalog taranmıştır. Bu çok önemli kaynakçada 16. yüzyılda y ay ınlanmış y azınsal ürünlerin neredeyse tümü yer almaktadır. Bunlar arasında dua, vaaz ve ilahi kitapları, kronolojiler, gazete haberleri, el ilanları (Flugblâtter), talimatnameler ve benzeri yazılar da bulunmaktadır. Katalog ayrıca, yazının, ne zaman, nerede ve kimin tarafından yazıldığı bilgisini içermektedir. Bunun dışında söz konusu katalog, metinlerin, kitapların vs. Almanya’nın hangi şehrinde ve kütüphanesinde bulunduğu ve bunların genel durumlarına ilişkin bilgilere yer vermektedir. Çalışmanın gidişatı açısından son derece değerli olan bu kataloğun ne yazık ki bazı eksikleri bulunmaktadır. Bu da kitapta yer alan kaynakçaların bulunduğu yerlerle ilgilidir. Örneğin Münih Devlet Kütüphanesi’nde bulunması gereken kitapların bazılarının, kayıp olduğu, söz konusu kütüphanede yer almadığı, ya da VD 16’de belirtilmediği halde orada bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ancak bu eksikliklerin giderilmesi için katalo ğun sürekli o larak yenilendiğini vurgulamak gerekmektir. Çalışmanın diğer zorluklarından birisi incelenen metinlerin çok eski oluşundan kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak zaman zaman kitapların dar ciltlenmesi nedeniyle y azılar okunamamakta, incelenen kitab ın sayfaları eksik, yırtık, silik, kimi zaman ise dış etkenler sonucu yıpranmış olabilmekte, bu ise incelemeleri zorlaştırmaktadır. Almanya’nın çeşitli kütüphanelerinde bulunan kitaplara ulaşabilmek çalışmanın diğer güçlüklerinden birini teşkil etmiştir. Kitap lar ancak mikrofilm veya mikrofiş halinde gönderilmektedir. Dijital hale getirilmemiş kitapların gönderilmesi söz konusu değilidir. Bu durumda kitapların dijital hale getirilmesi ücretinin okuyucu tarafından karşılanması gerekmektedir.

Türk tehdidi denince akla ilk gelen ülke Avusturya’dır. Avusturya’nın kültürel yaşantısını etkileyen tarihî olaylar, o dönemin yazınsal ve kültürel alanlarında olduğu gibi günümüzde de birçok alanda hala izlenebilmektedir. Ancak Türklerden korkan sadece Avustury alılar olmamıştır. Birçok ülkenin yanı sıra Almanya’da bu korkunun etkisi altında kalmış ve bu da, bugün pek bilinmese de, o dönemin yazınsal ürünlerine fazlasıyla yansımıştır. 16. yüzyılda Türk-Alman ilişkilerinden bahsetmek, öncelikle savaş, savaşın etkileri ve bunların literatüre yansıması demektir. Türk-Alman ilişkilerini belirleyen bu tarihî olaylar, Türk savaşlarının boy gösterdiği, Avrupalıların ve konumuz gereği Almanların Türklerden korktuğu hatta dehşete kapıldığı bir dönemdir. Almanların kendi içlerinde, başta mezhep çatışmalarından dolayı, siyasi ve toplumsal sorunlar yaşaması, kargaşanın boyutlarını arttırmıştır. Mezhep ayrımı ile birlikte teritoryal devlet yapısının oluşmaya ve gelişmeye başladığı bu yüzyılda devlet[3] yönetimi bölgelere ayrılarak zayıflamıştır. Bu güç kaybından kaynaklanan sorunların yanı sıra, “Türk tehdidi”nin de tekrar ortaya çıkması, Almanya’da var olan toplumsal düzenin sorgulanmasına da neden olmuştur.

“Türk”, 16. yüzyılda Alman toplumundaki herkesin ilgisini çeken konu haline gelmiştir. Bu bağlamda savaşla ilgili bilgiler Almanların en çok merak ettiği konulardandı: Örneğin Türklerin nereleri feth ettiği, o bölgelerde yaşayanlara neler yapıldığı, savaşlarda Hristiyan birliklerinin yaşadıkları zorlu mücadele, ele geçirilen Türkler gibi. O dönemin en önemli iletişim aracı olan gazeteler vasıtasıy la insanlar “düşman” ve onun y aptıkları hakkındı bilgilendirilirdi. Ancak Türk konusuna duyulan ilgi sadece savaşlarla sınırlı kalmamıştır. Kültürel, dinsel ve toplumsal düzendeki farklılıklar da merak edilmekteydi. Bu ihtiy acı gidermek için “Türk literatürü”[4] kapsamında

Türklerle ilgili, onların dinini, askerî ve siyasal düzenini, gelenek ve göreneklerini anlatan çok sayıda Türckenbüchlein (Türk Kitapçığı)[5] basılmıştır. Ancak yoğun ilgi gören [6] ve bundan dolayı çokça basılan söz konusu kitaplar, yabancı olan Türk’ü anlatmaktan çok, düşman kimliğini ön plana çıkarmışlardır[7].

16. yüzyılda toplumu etkisi altına alan Türk tehdidi, güncel h ay atın ve tartışmaların da odak noktasını oluşturmaktaydı. Türklerin Avrupa’ya ilerlemeleri ve savaşların gidişatıy la ilgili haberlerin durmaksızın yayınlandığı bir dönemde, insanlar da düşmana karşı neler yapılabileceği konusunda fikir yürütme ihtiyacı duymuştur. Devlet bünyesindeki tartışmalar genelde topluma açıklanmadığından, konu hakkında basılmış y azılar da sınırlıydı. Devlet kanalıy la topluma sunulan yazılarda ise propaganda faaliy etleri ön planda tutulmuş, siyasi gelişmeler üzerinde etkin o lmay an halk y önlendirilmiş ve sakinle ştirilmey e çalışılmıştır. Bunun için bir yandan Trostrede (Teselli Konuşması) ya da Trostschrifft (Teselli Yazısı) gibi yazılar[8] yayınlanmış, diğer yandan kiliselerde vaazlar okunmuştur. Bunun dışındaki yayınlarda ise devlete ve ordunun Türk savaşları konusundaki etkinliğine şüpheyle bakıldığı ve eleştirel bir y aklaşımın sergilendiği, satırlar arası ifade edilmiştir[9].

Geniş bir kitleye hitap ederek, Türk imgesinin pekişmesini sağlayan propaganda ağırlıklı çalışmalar bunlarla sınırlı değildi. Hem gazetelerde, hem de bağımsız o larak y ay ınlanan Mahnungen (Uyarılar) ya da Warnungsschriften (ihtar yazıları)’da dönemin önemli propaganda araçlarındandı. Genelde y azarın politik görüşlerini de içeren bu çalışmalar, esasen Alman toplumunu Türk tehdidine karşı uyarma amacı gütmekteydiler. Bu yazılar bazen Alman toplumun geneline[10], bazen de meclis gibi (Reichstag)[11] spesifik bir kitleyi ikaz etmeye y öneliktiler. Ayrıca boyun eğmek yerine, Türklere karşı savaşılması, ya da tehlikenin ciddiye alınmasıyla ilgili ihtar yazıları da bulunmaktaydı[12]. Zaman zaman eleştiri ve uy arı niteliği taşımalarına rağmen, Türk tehdidini işleyen bu tarz yazıların tümü, sınıflara dayalı toplumsal düzeninin korunması gereğini ortaya koymaktaydılar.

Teritoryal yönetimlerin hükümdarları topluma yönelik çeşitli talimatlarla[13], “Türk vergisinin”[14] toplanması ya da Türklere karşı dua edilmesi gibi, etkin olmuşlardır. Ancak Türk tehdidi söz konusu olunca öncelikle kiliselerden bahsetmek gerekmektedir. Kiliselerde Türk tehdidi konusunun yorumlanarak cemaate aktarılması görevi genelde papazlar tarafından üstlenilmekteydi. Bu konudaki duaların, vaazların, uy arı ve ihtar y azıların çoğunluğunun papazlar tarafından yazıldığı göz önünde bulundurulursa, kilisenin tartışılmaz konumu ve etkisi ortaya çıkmaktadır.

16. yüzyılda Türk imgesinin en çok işlendiği ve basıldığı metin türleri dua ve vaazlardır. Bunların geniş halk kitlelerine ulaştığı dikkate alınırsa, olumsuz Türk imgesinin Almanya’da pekişmesini sağlayan temel metinler o larak adlandırılabilirler. Çalışmada incelenecek olan bu metinler, bir y andan Alman toplumunun bu “soruna” yönelik bakışını sunmakta, diğer yandan “Türk savaşlarının” gidişatı ya da toplumun bu konudaki bilgisine yer vermektedirler. Dualar genel içeriklerinin yanı sıra, kimi zaman Kayzer adı belirterek, kimi zaman fethedilen ülke ve insanlarından, kimi zaman ise Hristiyanların ya da Türklerin düzenlemeyi tasarladıkları seferlerden bahsetmektedirler. Tehlike altında olan ve olmayan bölgelerde olmak üzere Almanya’nın her tarafında okunan “Türk duaları” böylece tehdidin boyutlarını ortaya koymakta, ayrıca Alman toplumunun konuyu nasıl algıladığına yönelik bilgiler içermektedirler. Top lumun bu tarz dinî metinlere kayıtsız kalmadığı ve etkilendiği Michael Anisius’un kendi çalışmasının ön sözündeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Anisius, Kuzey Bavyera’da bulunan Bamberg şehri halkının, okunan vaaz karşısında “gözlerinin dolduğunu” vurgular[15]. Duaların y ay ınlandıkları tarihler de bu konuda belirleyicidir. Duaların belirli zamanlarda artması ya da azalması hükümetlerin, kilisenin ve dolayısıyla da toplumun konuy a ilgisini yansıtmakta ve Türk tehdidinin o yıllardaki durumunu ortaya koymaktadır. Türkleri hedef alan dualarda, işlenen konular arasında öncelikle Türklerin tahribatından, zulümlerinden, esir Hristiyanların bulundukları içler acısı durumdan bahsedilmektedir. Türklerin tüm bunları yapabilmesinin nedeni ise, Hristiyanların işlemiş olduğu günahlarla açıklanmaktadır. Duaların sonunda ise Türklerden kurtulmanın tek yolunun tövbe ve dua etmek olduğu vurgulanmaktır.

Çalışmanın amacı 16. yüzyılda yayınlanmış Türk dualarını, tarihî arka plan dikkate alınarak değerlendirmek ve Türk imgesini ortaya çıkarmaktır[16]. Beş bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde Osmanlı împaratorluğu’nun kuruluş, genişleme ve çöküş dönemi hakkında, özellikle Batılıların yazmış olduğu kaynaklardan fay dalanarak kısaca bilgi verilecektir. Türkiye’de bulunan çok sayıdaki araştırmaların yerine Batılı kaynakların tercih edilmesinin nedeni, farklı değerlendirmeleri, bakış açılarını ortaya koymaktır. Ardından Batı Dünyasının 15. ve 16. yüzyıllarda Türklere bakışı irdelenerek, “Türk korkusu”, “ezelî düşman”[17] gibi kavramlarının bu dönemlerdeki önemine değinilecektir.

Martin Luther’in kimliği ve Hristiyan Dünyası içerisindeki önemine işaret ettikten sonra, onun Türkler hakkındaki genel görüşleri açıklanacaktır. Bu başlık altında Luther’in Kur’an’a ilişkin söylemleri, Almanya’da Kur’an çevirileri ve alımlanmaları hakkında bilgi verilecektir. Luther’in, Türklerin yaşam biçimine dair görüşleri aktarılarak, bunların kullanımlarına yönelik nedenler açıklanacaktır. Ayrıca yaşam biçimine ilişkin olumlu ve olumsuz değerlendirmelere, özellikle çokeşlilik, Türklerin kadına bakışına, Türk kadınlarının özelliklerine ve Türklerin bazı konulardaki övgüye değer alışkanlıklarına yer verilecektir. Ardından Türklerin farklı şekillerde algılanmaları ve yorumlanmalarına ilişkin örnekler sunulacaktır. “Tanrı’nın cezası Türkler”, “deccal Türkler” ve son olarak “Yecuç-Mecuç Türkler” kavramlarının kaynağı ve oluşum nedenleri hakkında bilgi aktarıldıktan sonra, 16. yüzyılda kullanımlarına dair değerlendirmeler yapılacaktır. Luther’in Türk savaşları hakkındaki görüşleri iki başlık altında incelenecektir. Bunların ilki, onun Türk savaşlarına karşı çıktığı, ikincisi ise bu savaşları tasvip ettiği dönemler olarak ele alınacaklardır. Savaşları ne zaman, hangi nedenlerden ötürü tasvip ya da red ettiği açıklanarak, onun değişken tutumu anlatılacaktır. Ayrıca onun Türkler hakkındaki görüşlerini açıkladığı üç önemli yazı, içerik ve tarihî arka plan dikkate alınarak, tanıtılacak ve ortaya çıkış nedenleri izah edilecektir. Bunlar sırasıyla Türklere Karşı Savaşa İlişkin, Türklere Karşı Ordu Vaazı ve son olarak Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı metinlerdir. Ayrıca Luther’i bütün yaşamı boyunca meşgul eden “Türk sorununa”, hayatının son aşamalarında nasıl baktığı ortaya konulacaktır. Luther’in Türk sorununa bakışını etkileyen ve belirleyen kehanetler bulunmaktaydı. “Apokaliptik İnançlar Doğrultusunda Luther’in Türk Sorununa Bakışı” başlığı altında onun düşünce sisteminde önemli yer tutan bu kehanetlerin kaynağına inerek, bunların Türk tehdidine uyarlanması izah edilecek, ayrıca yaşamının farklı aşamalarında psikolojisine ve yazılarına yansıması irdelenecektir. Birinci bölümün sonunda ise 16. yüzyılda Luther’in çağdaşı olan ve Türk savaşlarına ilişkin görüşlerini yazıya döken, bazı önemli Protestan ve Katolik teologların çalışmalarından bahsedilecektir. Yazıları tanıtılacak olan Protestan teologlar Sebastian Franck, Johannes Brenz, Heinrich Müller, Philipp Melanchthon, Theodor Bibliander, Georg Agricola, Johannes Sturm, Ulrich von Hutten ve Justus Jonas’dır. Çalışmalarına yer verilecek olan Katolik teologlar ise Rotterdam’lı Erasmus, Augustin Neser, Nikolaus Reusner, Johannes Eck ve Avusturya’lı Georg Scherer’dır.

Çalışmanın ikinci bölümü ağırlıklı olarak dua ve ilahi konularını içermektedir. Dualar hakkında bilgi verildikten sonra, Reformasyon dönemindeki dualar ele alınarak, Türk duaları açısından önem taşıyacak bilgiler aktarılac aktır. Bundan sonra kilisenin Türklere karşı yürüttüğü propaganda girişimleri ve bunların başlıca türleri hakkında fikir verilecektir. Kilisenin propaganda faaliyetleri arasında, özellikle Türklere karşı çalınan çanlar, okunan vaazlar ve dualar, kısa bir tarihî arka plan ile birlikte tanıtılacaktır. Ardından Türklere karşı yazılan duaların önemine yer verilecek ve bunların 16. yüzyılda oluşumu ve tür olarak benimsenmesi konuları işlenecektir. Bir sonraki aşamada ise “Türklere karşı dua” literatürünün başlıca yazarları tanıtılacaktır. Ayrıca dua metinlerinin tarihî açıdan ortaya çıkış nedenleri irdelenecek ve hangi tarihî o lay lar neticesinde duaların sayısında artış olduğu tespit edilecektir. İlahilerin dua içerisindeki önemi dikkate alınarak bu konu kapsamlı o larak işlenecektir. Bu bağlamda ilahi sözcüğünün anlamı açıklanacak ve Luther’in ilahilere yaptığı katkılar ortaya çıkarılac aktır. Ayrıca bazı ilahilerde ele alınan düşman konusunun Türk tehdidine nasıl uyarlandığına yer verilecektir. Türk tehdidine en faz la uyarlanan 74 ve 79. ilahiler tanıtılarak içeriği hakkında fikir verilecektir. Son olarak duaların genelde ilahilerden esinlendiği göz önünde tutarak, ilahilerin dua içerisindeki önemi anlatılacaktır.

Üçüncü bölümde ise Türklere karşı yazılan dualar içeriklerine göre sınıflandırılacak ve örnek teşkil eden dualar, Türk imgesi ve tarihî arka plan, esas alınmaya çalışılarak, yorumlanacaktır. Dualar beş farklı başlık altında incelenecektir. Bunlar sırasıyla çocuk ve gençlere yönelik dualar, evde okunacak dualar, kilise duaları, savaş duaları ve özel bir kesime yönelik olmayan Türk dualarıdır. Öncelikle çocuklara ve gençlere yönelik duaların özellikleri anlatılacak, çocuk ve y etişkin duaları arasındaki fark ortaya konacak ve çocuklar için y azılan Türk dualarının önemine yer verilecektir. Ardından farklı yazarlara ait çocuk duaları incelenecektir. Örnek teşkil etmesi nedeniyle önce Luther, sonra Mirus, Musculus ve Egenolff’un dualarına yer verilecek ayrıca gençlere yönelik iki anonim dua incelenecektir. Ev duaları başlığı altında 16. yüyılda “ev” kavramı incelenerek ev dualarının anlamı ve önemi anlatılacaktır. Ardından Martin Luther’in,

Moritz von Sandizell’in ve Aşağı Avusturya için yazılmış ev duaları yorumlanacaktır. Kilise dualarının anlamı ve önemine yer verdikten sonra, Württemberg, Hamburg ve Braunschweig şehri kiliselerinin dualarının yanı sıra, Moritz von Sandizell’in kilise duası da yorumlanacaktır. Savaş dualarının anlamı hakkında kısaca yer verdikten sonra bu başlık altında Michael Bapst ve Ludwig Rabus’un duaları incelenecektir. Son olarak “Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları”nın özellikleri hakkında bilgi verilecektir. Dört anonim duanın dışında, Caspar Franck ve Martin Mirus’un duaları da ele alınacaktır.

Dördüncü bölümde ise 100 dua üzerinden incelemeler yaparak, Almanya’da 16. yüzyılda yayınlanmış olan Türk duaları hakkında liste ve tabelalar oluşturmak suretiyle, genel olarak fikir verilmeye çalışılacaktır. Dualar basım tarihine, mezheplere ve türlere göre incelenecek ve dağılımları ortaya konulacaktır. Ardından dualarda Türklere ilişkin kullanılan sözcükler listelenerek bunların dağılımları gösterilecektir.

Türk imgesi açısından önemli bulunan bazı söz, sözcük ve kalıplar ise ayrıca oluşturulan tabelalar içerisinde değerlendirilecektir. Örneğin, düşmanlık, Türklerin kişisel özellikleri, Türklerin kan dökmeleri, Müslümanlık, Türkler tarafından esir alınan Hristiyanlar, Türklerin güçleriyle Almanlara ve Almanya’ya verdikleri ya da vermeyi düşündükleri zararlar gibi. Yapılan incelemelerin ardından, elde edilen sonuca ilişkin değerlendirmeler yer alacaktır.

Beşinci bölümünde ise kilisenin başlıca propaganda türü olan dua ve vaazların yakın ilişkisi göz önünde bulundurularak 16. yüzyılda Türklere karşı okunan vaazlar incelenecektir. Bu doğrultuda vaaz kavramı açıklanacak, Türklere karşı yazılan vaazlar hakkında bilgi verilecek ve son olarak örnek teşkil edecek iki protestan ve bir katolik vaaz yorumlanac aktır.

Çalışmanın sonunda ise elde edilen bulgular değerlendirilecektir.

1.   BÖLÜM 1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Genişleme

Süreci

Genelde Alman din adamları tarafından yazılmış olan Türk duaları ve vaazları tarihî olayların bir sonucudur ve tarihî olayları yansıtmaktadırlar. Bundan dolayı bu çalışmada, Osmanlıların Avrupa’ya, özellikle Almanca konuşulan bölgelere ilerlemeleri, kısaca anlatılacaktır. Tarihteki o lay ların hatırlatılmasındaki amaç, Türk duaları o larak adlandırılan bu türün incelenmesi ve araştırılması için gerekli zemini hazırlamaktır. Bunun için öncelikle Batı kay nakları tercih edilmiştir[18]. Bu seçimin nedeni ise Batılıların, Osmanlı împaratorluğu’na ve hükümdarlarına bakışlarını ve genişleme süreci ile ilgili o larak endişelerini ortaya koymaktır. O dönemlerde yazılan “Türk duaları” ya da Türklerle ilgili y azınsal ürünlerinin neredeyse tümü neticede bu endişenin sonucunda kaleme alınmıştır.

Osmanlının AvrupalIlarla karşılaşması, dolayısıyla İslam Dünyasının Hristiyan Dünyasıyla karşı karşıya gelmesi, Osmanlı împaratorluğu’nun kuruluş dönemine rastlamaktadır[19]. Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında I. Osman’ın tahta oturmasıyla başlar ve Mehmed VI. Vâhideddîn (1918-1922) ile 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona erer. Osmanlı Hanedanlığı’nın toplam 36 hükümdarı o lmu ştur ve bunlar da ortalama olarak 17 yıl saltanat sürmüşlerdir.

Türkiye’nin adı çok erken dönemdeki kaynakçalarda dahi yer alır. Örneğin, Friedrich Barbarossa’nın 1190 (Historia Peregrinorum) yılındaki haçlı seferini anlatan bir kaynakta Türkiye’den bahsedilmektedir. 13. yüzyılda ise Avrupa’da y ay ınlanmış olan çok say ıdaki metinde “Türkiye” kavramına yer verilmektir. 1494 yılında Alman hümanisti Sebastian Brant “şimdi büyük Türkiye olarak adlandırılan küçük Asya ve Yunanistan” dan bahseder. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu’da (Kleinasien), Yakın Doğu’da, Balkanlar’da, Kuzey Afrika’da ve Kırım Yarımadasında büyük bir güç olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak 18. ve 19. yüzyılda giderek gücünü yitirmesiyle birlikte bugünkü sınırlar belirlenmiştir.

1.1.   Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Dönemi

Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıç dönemi hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Osmanlı’dan önce Anadolu’ya hâkim olan Selçukluların yenilgisinden sonra Anadolu’da çok sayıda beylik hüküm sürmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yılı olarak kabul edilen 1299 yılında, I. Osman (1288-1326) beyliğinin bağımsızlığını ilan eder. Zaman içerisinde diğer beylikleri kendi hükümdarlığı altında birleştiren I. Osman, Bizans topraklarındaki alanını ve güçünü artırır. 27 Temmuz 1301 yılında Koyunhisar’da[20] Bizans ordusunu yenilgiye uğratır ve 6 Nisan 1326’da, ölümünden kısa bir süre önce, Bursa’yı fetheder.

Fetihlerinden dolayı I. Osman’ın hükümdarlığı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları neredeyse on katına çıkar. Bağımsız emir olarak 27 yıl hükmeder ve 68 yaşında ölür. Hayatının son dönemlerinde yönetimi büyük oğlu Orhan’a bırakır.

Orhan’ın hükümdarlığı sırasında ise (1326­1359) Osmanlı împaratorluğu’nun toprakları dört katına çıkar. Onun döneminde yeni kurulmuş olan hükümdarlık kısa sürede kuzey, güney, doğu ve batı olmak üzere hızla genişler. Henüz 1350 yılında dahi onun yönetimindeki Osmanlı birlikleri Avrupa’ya iyiden iyiye ilerlerler. Orhan’nın uzun sayılabilecek hükümdarlığı çok sayıda toprak kazanımlarıyla anılır. Kuzeybatı Anadolu’daki çok önemli üç Bizans şehri topraklara dahil edilir. Osmanlıların başkenti olacak olan Bursa’nın yanı sıra, 2 Mart 1331 yılında İznik, 1337’de ise İzmit fethedilir. Tecrübeli komutanın ani ölümüyle, askerî başarıları da zamanından önce sonlanmış olur.

Gelibolu’nun 1354 yılında Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa tarafından fethedilmesiyle Avrupa’ya ait çok önemli yerlerin ilki ele geçirilmiştir. Ankara ve birçok kalenin yanı sıra Dimotika’nın[21] 1359 yılında fethedilmesiyle Doğu Trakya’nın büyük bir bölümü hâkimiyeti altına alınmış oldu.

Süleyman Paşa’nın erken ölmesi sonucu tahta beklenmedik şekilde kardeşi I. Murad (1359­1389) çıkar. Onun sayesinde Osmanlı İmparatorluğu güneydoğu Avrupa’ya açılımını gerçekleştirir ve Anadolu’daki konumu güvence altına alınmış olur. İstanbul’un fethine kadar Osmanlı İmparatorluğu hükümdarlarının daimî hükümet merkezi olacak olan, Bizans Împaratorluğu’nun en önemli şehirlerinden Edirne, 1361 yılında feth edilir.

1363-1364 yılları arasında ise Filibe, Lala Şahin tarafından ele geçirilir. 1364 yılında Sırp Sındığı[22] Muharebesi, Osmanlılara kuzey Balkan ve Sırbistan yollarını açar. Türklerin Bosna’ya kadar ilerlemeleri ise 1386 yılında Ragusa/Dubrovnik’de korkunun yayılmasına neden olur. I. Murad başka bir galibiyetini ise 15. Temmuz 1389’da Kosova’da elde eder. Sayıca üstün olan Hristiyan ordusuna rağmen, Osmanlı ordusu defansif bir taktik ile galibiyeti elde eder. Bu savaşın sonunda I. Murad suikast sonucu hay atını kaybeder. Bu olay çok say ıdaki kaynakta yer almasına karşın, özellikle hükümdarı öldüren suikatçı Milos Obilic ile ilgili bilgiler, çelişkili ifadelerle doludur. Sırp kaynakları ulusal bir kahramandan bahsederken, Osmanlılar taraf değiştirmiş bir hainden bahseder.

Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid (1389-1402) döneminde, Osmanlılar elde ettikleri galibiyetlerle kuzeyden güneye, batıdan doğuya doğru, düzenli bir şekilde, genişlemeye devam ederler. Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı hükümdarları için oldukça kısa sayılabilecek hükümdarlığı süresince neredeyse üç katına çıkar. Anadolu’yu güneydoğu Avrupa’dan ay ıran sadece dar bir boğazdır. Bundan dolayı Rumeli’nin ele geçirilmesi Osmanlılar için zorunlu hale gelir. Bu şartlar altında Sultan Yıldırım Bayezid 1393 yılında Bulgaristan’ı fethetmekle kalmaz, aynı zamanda Bulgaristan’ın eski hükümet merkezi olan Tirnova’yı da topraklarına dahil eder. Bunun sonucunda 25 Mayıs 1391’de önemli bir ticaret ve liman şehri olan Selanik ele geçirilir. Osmanlılar için son derece önemli ve değerli olan îstanbul[23] şehrine yapılan ilk sistematik kuşatmalar da o döneme rastlamaktadır. Şehrin önüne yerleşmiş olan bir ordugâh, şehre gidecek olan sevkiyatları engelleyerek büyük sıkıntılara neden olmaktadır. Ancak İmparator II. Manuel (1391-1425) stratejik olarak mücadele etmeden İstanbul’u gözden çıkarmayı düşünmez. Şehrin düşüşünü engelleyecek tüm diplomatik girişimlere ve ilişkilere rağmen, Osmanlı împaratorluğu’na hem siyasi hem de askerî bakımdan karşı duracak bir haçlı seferi ordusu kurulamamıştır.

Macar Kralı Layoş’un (1342-1382) ölümünden sonra, ülke tahta geçme mücadeleleri ile sarsılmıştır. Lüksemburg prensi Sigismund’un (1387-1437) tahta geçmesiyle taht mücadeleleri son bulur, ancak ülke bu çekişmelerden dolayı güç kaybına uğrar ve Kosova’daki sefere katılamaz. Sırbistan’ın uğradığı yenilgi ve Kuzey Balkanlar’daki durumun değişmesi sonucunda, Osmanlılar, Macaristan’ın kuzeyine ilerlemenin y ollarını açmış olur. Kral Sigismund bu tehdit karşısında diplomatik olarak büyük bir taarruzun

girişimlerini hazırlar. Avrupalı Hristiyan güçlerin harekete geçirilmesi fikri, Papa Bonifaz IX. (1389-1404) tarafından da desteklenir. Papa bunun için Dominiken birini (Johannes von Gubbio) görevlendirerek Batı Avrupa’nın seferberliğini sağlamaya çalışmaktadır.

Sefere katılan Avrupa’lı güçler, haçlı seferi ideallerini gerçekleştirirler, ancak ciddi anlamda Osmanlı tehlikesi ile karşı karşıya kalmazlar. Eflaki müttefikleriyle birlikte Macar Kralı Sigismund 1395 yılında, Tuna Nehri’nin güneyinde bulunan Niğbolu Kalesi’ni ele geçirmeye karar verir. 1396’da kendisinin de başında bulunduğu, yaklaşık o larak 10.000 kişilik olduğu tahmin edilen, uluslararası- avrupalı şövalyelerden oluşan bir ordu kurulur. Haçlılar arasında azımsanmayacak sayıda Almanlar da yer almaktadır: Örneğin çok sayıda Bavy eralı derebeyler, Nürnb erg ve Strasburg’dan katılan birlikler, Kral Ruprecht’in oğlu Palatina Kontu (Rheinland Pfalz) Robert ve Nürnb erg Kalesi Kontu Johann von Hohenzollern, ayrıca Alman Şövalyeler Tarikatı

(Ritterorden) ve Rodos Şövalyeleri (Johanniter). Aralarında Fransızların da bulunduğu, Macar Kralı Sigismund’un yönetimindeki Haçlılar, 1396 yılında, Niğbolu Şavaşı’nda I. Sultan Bayezid tarafından mağlup edilerek, ağır bir yenilgi ile karşı karşıya kalırlar. Rütbe sahibi çok sayıda soylu Hristiyan, Osmanlılar tarafından esir alınır. Niğbolu zaferiyle birlikte Osmanlıların “yenilmezlik” efsanesi de başlar[24]. Kral Sigismund dahi esir düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, anc ak son anda kurtulur. Bu savaşın belki de en ünlü Haçlı seferi savaşçısı Alman Johannes Schiltberger’dir[25]. O zamanlar henüz 16 yaşında bir iç oğlanı (Knappe) olan Schiltberger, Türklerin eline savaş esiri olarak düşer. Onun savaş sonrası tasvirleri Batı Dünyası için son derece önemli bilgiler içermektedir. Yıldırım Bayezid’in hüküm sürdüğü 1400 yıllarında, hâkimiyeti Fırat Nehri’nden, Adriyatik Denizi’ne kadar uzanmaktadır. 1402 yılında Ankara Muharebesi sonucunda Osmanlılar yenilgiye uğramakta ve Yıldırım Bayezid, Timurlenk tarafından esir alınmaktadır. Timur ’un 1405 yılında ölmesiyle İmparatorluğu da dağılır. Yıldırım Bayezid’in 13 yıllık saltanatı boyunca hem Avrupa’da hem Anadolu’da fethedilen bölgeler iyi organize edilmiş ve yönetim merkezleri, ekonomik bakımdan, tıpkı antik şehir Pompeiupolis, yani Kastamonu’da olduğu gibi, verimli bölgelerde kurulmuştur.

15. yüzyılın başları ise Osmanlı împaratorluğu’nda taht mücadeleleri hâkim idi. Bayezid’in altı oğlu vardı, Emir Süleyman, Mehmed, îsa, Musa, Kasım ve Mustafa. Oğulların en büyüğü olan Süleyman, Osmanlı împaratorluğu’nun Avrupa’daki topraklarının hükümdarlığını yapmaktaydı. Bayezid’in en büyük oğlu o larak, împaratorluk tarafından oldukça desteklenmekteydi. Bunun üzerine kardeşler arasında iktidar mücadeleleri başlar. 1413 yılına kadar devam eden bu çekişmeler Mehmed’in kardeşi Musa’yı yenmesi sonucunda noktalanır ve böylelikle Fetret Devri de son bulur. Osmanlı împaratorluğu’nun, bundan sonra, tek hâkimi I. Mehmed’dir (1413-1421). Kendisinden sonra oğlu II. Murad (1421-1451) tahtı devralır. İktidara geçişinden bir yıl sonra, Osmanlıların her yönden çok değer verdiği İstanbul şehri kuşatmalarına tekrar başlanır. Ancak Osmanlı ordusunun kısa bir süre sonra tekrar çekilmesiyle, bu metropol bir kez daha Osmanlılar tarafından ele geçirilmeden bırakılır[26]. Bu hükümdarın saltanatı da Osmanlılar için önemli askerî başarıları beraberinde getirir. Onun döneminde, 1430 yılında Makedonya, Sırbistan’ın aşağı Tuna bölgesinde bulunan tarihî başkent Semendire (1439) ve Sırbistan’nın büyük bölümü fethedilir. Semendire kalesinin fethedilmesiyle Macarlar büyük bir tehdit ile karşı karşıya kaldıklarını düşünerek, Osmanlı tehdidine karşı önlemler almaya çalışır. Sigismund’un yerine geçen Macar Kralı Albert’in (1437-1439) kurduğu birlikler yola çıkar, ancak Kral, Osmanlılara karşı herhangi bir başarı elde edemeden ölür. Bu küçük seferlerin Osmanlı birlikleri ve planları üzerine herhangi bir etkisi olmadığından Osmanlı ordusu kısa bir süre sonra Arnavutluk’a ve Macaristan’a seferler düzenler. Papa IV. Eugene, Osmanlıları Avrupa’dan püskürtmek için Avrupa’lı tüm uluslara seslenir. Alman ve Polonya’lı birlikler Sofya üzerinden Filibe şehrine yaklaşırlar ve 1443 yılında Yalvaç’ta Osmanlı birliklerini yenilgiye uğratırlar. 1444 yılında II. Murad ile Polonya ve Macaristan Kralı I. Vladislav arasında bir mütareke imzalanır. Bu antlaşmanın Macaristan tarafından bozulması, II. Murad’ın büyük bir galibiyet elde ettiği ve Polonya-Macaristan kralını bozguna uğrattığı, Varna savaşına neden olur. 1445 yılında II. Sultan Murad Balkanların güneyine planlamış olduğu fetihleri gerçekleştirmek üzere harekete geçer. 1448’de Macar ordusu Hunyadi yönetiminde Osmanlılara savaş açar. Eflaklar, yaklaşık olarak 2000 Alman ve Bohemyalı asker ve Arnavut desteği ile savaşa hazırlanır. Düşman taraflar 17 Ekim 1448 yılında Kosova’da karşı karşıya gelirler. Osmanlı ordusu stratejik olarak defansif muharebe planını uy gulamay a koyar. Ertesi gün Hunyadi büyük savaşını başlatır ve Osmanlı ordusunun saldırmasını beklemeye başlar. Ancak beklenilen saldırının gerçekleşmemesi üzerine insiyatifi ele alır ve saldırıya geçer. Kosova’da gerçekleştirilen bu ikinci savaşta, Sultan, Hunyadi yönetimindeki Macarları bozguna uğratarak çok önemli bir galibiyet elde eder.

II. Murad 1402 yılından sonra kaybedilen bölgeleri geri almak için sayısız savaşa girişse ve fetih politikaları sayesinde İmparatorluğu neredeyse iki katına çıkarsa da, Bayezid dönemindeki genişliğine kavuşturamaz. Ancak devlet onun hükümdarlığı süresince tekrar güce kavuşur. Özellikle ordu yine eski ihtişamına kavuşur, başarılar elde eder ve tekrar 1400 y ılından önceki gibi korkulan bir güç haline gelir. Sultan 1451 yılında öldüğünde, Avrupa’ya doğru yönelişi kesinleşmiş ve güç kazanmış bir devlet bırakır.

1.2.   Osmanlıların Yüzyılı (1453-1566)

Osmanlı împaratorluğu’nun yedinci hükümdarı Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) 1451 yılında tahta çıkar. Tarihi belirleyen ve değiştiren bu Sultan’ın kişiliği hakkında, Batı kaynaklarına göre, bilgiler yeterli değildir. Siyasal ve diplomatik alanlarda dâhi olmasının yanı sıra, organizasyon yeteneği de dâhice bulunur. Astroloji ve antik Yunan tarihine ilgi duyması bu hükümdarın kişiliğini belirleyen özelliklerinden sadece bazılarıdır. Ayrıca tam altı dil bildiğine yer verilir, bunlar Türkçe’nın yanı sıra Arapça, Farsça, Yunanca “Frenkçe[27]” ve “Keldani[28]“ dilleridir. Tahta çıkmasıyla birlikte bütün dikkatini 54 günlük bir kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 yılında fethettiği Konstantinopel şehrine verir. Bu fetih saltanatı boyunca gerçekleştirdiği en önemli o lay lar arasında yer alır, çünkü şehrin feth edilmesiyle Doğu Roma împaratorluğu’nun son kalesini de Osmanlı împaratorluğu’na kazandırır. Bu tarihten sonra îstanbul diye adlandırılan şehir

Fatih Sultan Mehmed tarafından yeniden yaratılır. İstanbul’da kalan Rumlara devlet güvencesi verilir, din özgürlüğü ve işlerini olumlu şartlar altında sürdürmeleri sağlanır. Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak hâkimiyeti güvence altına alınır, ekonomik temeller ve değerler y erine oturur ve İmparatorluk klasik temellerine kavuşur. Ayrıca Sultan kendisini, Balkan Yarımadasını kesin olarak ele geçirmeye ve y önetimi altına almay a adar. Bu hedef doğrultusunda Sırbistan’ı (1459), Bosna’yı (1466), Arnavutluk’u (1466) ve Kırım’ı (1475) fetheder. 1480 yılında Gedik Ahmed Paşa, İtalya seferini gerçekleştirir ve 1481 yılına kadar Türk hâkimiy eti altında kalacak olan Otranto şehrini ele geçirir. Avusturya’nın uzun süreler boyunca Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmek istenmesinin sebebi ise, Orta Avrupa’ya geçişin ancak bu ülkenin mağlup edilmesiyle mümkün olacağı gerçeğinden kaynaklanmaktır. Sultan bundan dolayı Macaristan ile diplomatik girişimler düzenleyerek, Kral Mathias’a barış niy etlerini ifade eden bir elçisini y ollar. Ancak müzakereler neticelenmez ve uzun bir zaman boyunca da tekrar girişimlerde bulunulmaz. Sultan Mehmed’in amacı Macaristan’la bir anlaşmaya vararak, henüz yaşarken Avusturya’ya karşı bir taarruz başlatmaktır. Bundan dolayı Fatih Sultan Mehmed’in hüküm sürdüğü son yıllarda, Akıncılar sistematik olarak Karintiya[29], Steiermark ve Tuna Nehri dolaylarında Avusturya’ya saldırılar gerçekleştirirler. Sadece Karintiya şehrine 1473­1483 yılları arasında beş kez taarruz düzenlenir[30]. Bu taarruzlar karşısında İmparator III. Friedrich (1415-1493) bile çaresiz kalır. Bu öncü manevraları düzenlemenin tek amacı Orta Avrupa’nın yollarını açmaktır. Aynı amaçla Hırvatistan ve Karnıyol’a[31] da (bugünkü Slovenya’nın bir bölümü) taarruzlarda bulunulur. Eflak’ta ise Sultan bugün daha çok Drakula adıyla bilinen voyvoda Vlad Tepeş ile karşı karşıya gelir. Ancak Vlad Tepeş’te 1462 yılında Osmanlı hükümdarı karşısında mağlup olarak Eflak’a götürülür.

Sultan, bir yandan, askerî üsler yerleştirmek, diğer yandan potansiyel düşmanların önlemini baştan almak üzere, Ege’deki adaların tümünü ele geçirmeyi hedefler. 1481 baharında Fatih yine bir sefere çıkmak ister, ancak fazla mesafe kaydedemez. 1 Mayıs 1481 yılında Gebze yakınlarındaki ordugâhta ansızın rahatsızlanan Sultan, bu olaydan üç gün sonra, yani 3 Mayıs 1481 yılında hayatını kaybeder. İstanbul’un fatihi miras olarak, Bayezid dönemlerinde bile bu boyutlarda olmayan, bir imparatorluk bırakır.

Sultan Mehmed’in ikinci oğlu II. Bayezid (1481-1512) 1481 yılında tahta çıkar. Doğu Akdeniz’deki hâkimiyeti ve gücü, Venedik’e karşı yaptığı savaşlarla ve bu savaşlar neticesinde ele geçirdiği înebahtı, Navarin, Koron gibi şehirlerle pekişir. Barbaros Hayreddin Paşa (tahminen 1467 ya da 1475­1546) denizlerdeki bu hâkimiyetin sınırlarını Tunus’u (1531) ve Trablus’u (1521) himaye idaresine alarak, Batı Akdeniz’e kadar genişletir. 1492 yılında Ispanya’dan sürülen îberyalı Yahudilerin, Osmanlı împaratorluğu’na sığınmaları onun hükümdar olduğu döneme rastlamaktadır. Bağdat’ın ve Irak’taki kutsal şehirlerin kontrolü ise 18. yüzyıla kadar birçok kez Osmanlılar ve îranlılar arasında el değiştirmiştir[32].

II. Bayezid’in oğlu I. Selim (1512-1520) saltanatı boyunca ağırlığı îran ve Mısır gibi doğu kaynaklı düşmanlarla mücadeleye vermektedir. Habsburg’lularla olan savaşlar, ancak I. Süleyman’ın tahta geçmesinden sonra sürdürülür.

Muhte şem Süleyman diye adlandırılan I. Süleyman (Kanunî) (1520-1566), Osmanlı împaratorluğu’nun başına geçtikten kısa bir süre sonra Belgrad’ı (29 Ağustos 1521) ve Rodos’u (21 Aralık 1522) fetheder. Mohaç Meydan Muharebesi’nde (29. August 1526) ise Kral II. Layoş yönetimindeki Macar ordusu çok büyük bir yenilgiye uğrar[33]. II. Layoş bu savaşta ölür ve Macaristan’ın başkenti Budin aynı yıl birkaç gün içerisinde Osmanlılar tarafından fethedilir. I. Süleyman, Macar kralının akrabası olan Habsburglu I. Ferdinand ile Osmanlılardan yardım talebinde bulunan Erdel hükümdarı Zapolya arasındaki taht kavgalarından kaynaklanan anlaşmazlıkları kendi lehine kullanır. Böylece Macaristan, Osmanlı himayesinde bulunan vassal devlet konumunu alır. Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı sırasında gerçekleştirilen Birinci Viyana Kuşatması 22 Eylül’den 15 Ekim 1529 tarihine kadar sürmektedir. Ancak o yıl erken bastıran kış mevsimi, erzak yetersizliği ve şehrin iyi savunulmasından dolayı, kuşatma zamanından önce sonlandırılır. 1530- 1533 yılları arasında düzenlenen seferler, 1533 yılı mütarekesiyle sonlandırılır. Aynı yıl Macaristan Ferdinand ve Zapolya arasında paylaştırılır. Zapolya’nın 1540 yılında ölmesiyle oğlu Johann Sigismund tahta geçer. Ona kalan ise sadece Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine geçen, bağımsız beylik Erdel’in hükümdarlığıdır. Macaristan’ın merkezi ise Osmanlı împaratorluğu’na ait olur. Estergon Kalesi’nin 1543 yılında fethedilmesiyle, Osmanlılar daha da güçlenirler. 1547 barış antlaşmasıyla Ferdinand’a, Macaristan’ın kenar bölgeleri ve Hırvatistan verilir. 34 günlük bir kuşatmadan sonra 8 Eylül 1566 tarihinde I. Sultan Süleyman’nın orduları, kayıplara rağmen, büyük bir zaferle Zigetvar Kalesi’ni fetheder. Ancak Sultan Süleyman bu önemli zaferin haberini alamadan ölür. Saltanat sürdüğü uzun yıllar boyunca toprak hâkimiyetini sağlamlaştırmanın yanı sıra, aynı hâkimiyeti Akdeniz’de de sağlar. Preveze Deniz Savaşı’nda 1538’de elde edilen galibiyet, Osmanlı donanmasına yenilmezlik ünvanını kazandırır ve aynı zamanda Akdeniz’in yollarını açar. Barbaros Hayreddin Paşa bu zaferden y ararlanarak başka adaları da fethetmey e koyulur. 1774 yılına kadar Karadeniz dahi Osmanlıların hâkimiyeti ve etki alanına girer. Askerî açıdan büyük önem taşıyan doğu seferleri dışında (Bağdat’ın birçok kez ele geçirilmesi) özellikle Güney Avrupa seferleri (Belgrad, Mohaç, Viyana Kuşatması, Güns, Korfu, Moldavya, Budin, Estergon, Zigetvar) onun başarılarını ölümsüzleştiren olaylar arasında yer almaktadır. Fetihlerinin artmasına bağlı olarak özellikle Habsburg, Venedik ve Rodos şövalyeleri gibi düşmanlarının sayısında da azalma görülür. Bu hükümdar yaşamının neredeyse on yılını muharebe meydanlarında geçirdikten sonra hayata gözlerini kapatır.

1.3.   Osmanlıların Çöküş Dönemi

Sultan Süleyman’ın yerine geçen II. Sultan Selim (1566-1574), 1 Ağustos 1571 yılında Venedik hâkimiyeti altında olan Kıbrıs adasını fethetmesine rağmen, Osmanlılar Akdeniz’de üstünlüklerini kaybetmeye başlarlar. Kısa bir süre sonra, 7 Ekim 1571 tarihinde, Osmanlı donanması înebahtı deniz savaşında “Kutsal Lig” ve müttefikleri tarafından yenilgiye uğratılır. Bu galibiyetle Batılılar “yenilmez Türkleri” yenerek, güven kazanırlar.

Selim’in yerine geçen III. Murad (1574-1595) ve onun yerine geçen oğlu III. Mehmed (1595­1603) de oldukça kısa süreler saltanat sürerler. III. Mehmed 19 kardeşini öldürten son Osmanlı olarak Batı Dünyasında üne kavuşur. Ancak aynı zamanda I. Sultan Süleyman’dan sonra ordusunun başında savaşa giden ilk hükümdar o larak da anılır. 1 593-1 606 yılları arasında Osmanlılar, Avusturya’ya karşı, Raab (1594), Eğri (1596) ve Kanije (1600) kalelerini fethederek, yeni galibiyetler elde eder.

11 Kasım 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Barış Antlaşması ile oldukça uzun sayılabilecek bir dönem (1652), savaşlara son verilir. 14 yaşında tahta çıkan I. Sultan Ahmed (1603­1617), Avusturya’lı İmparator II. Rudolf ile bu antlaşmay ı imzalamak zorunda kalır. Zitvatorok Antlaşması’yla Sultan, II. İmparator Rudolf’u resmi olarak, kendisiyle eş değerde, hükümdar olarak tanır. Buna mukabil II. Rudolf’da Osmanlı’nın ele geçirmiş olduğu mülkiyetleri tasdik eder. Ancak antlaşma sınırlarda bir değişikliği beraberinde getirmez[34].

Avrupa’da başarılar elde eden bir diğer şahsiyet Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa’dır. Avusturya ile olan birkaç sorundan dolayı ordusuyla Uyvar’a kadar ilerler. 1663 yılında, Viyana için bu denli önemli olan Uyvar Kalesi’nin alınması, çok sayıda devletin de desteklediği, Montecuccolli emrindeki, karşı saldırıyı da beraberinde getirir. Avusturya’ya karşı yapılan 1663/64 yılı savaşı, Osmanlıların 1 Ağustos 1664 yılında Raab Nehri yakınlarında Saint Gotthard Manastırı ve Moggersdorf civarındaki muharebede yenilgiye uğramalarıyla, 10 Ağustos 1664 yılı Vasvar (Eisenburg) Barış Antlaşması’yla sonlanır. Bu antlaşma sonucunda Uyvar ve Erdel Osmanlılara kalır. Kandiye’nin (Girit) 27 Eylül 1669 feth edilmesiyle, Venedik-Türk savaşlarına son verilir. 14 Temmuz 1683 yılında gerçekleştirilen ikinci Viyana Kuşatması, Osmanlıların Avrupa’da büyük mağlubiyet almaları anlamına gelmekteydi. Sadrazam Kara Mustafa Paşa emrindeki Türk ordusuyla 14 Temmuz 1683 yılında Viyana önlerine kadar ilerler. Kara Mu stafa Paşa şehri iki ay kuşattıktan sonra ordusuyla çekilmek zorunda kalır. Ordunun diğer kısmı 12 Eylül 1683 yılında Kahlenberg’de, Papa XI. înosens’in girişimleriy le kurulan ve Kral Sobieski’nin bizzat komuta ettiği Hristiyan ordusu tarafından (Kutsal Lig) yenilgiye uğratılır.

Bundan sonraki senelerde Türkler sürekli yenilgi ve kay ıp larla karşı karşıya kalırlar. 2 Eylül 1683’de Budin, Habsburg’lu güçlerin eline geçer. 12 Ağutos 1687 yılında IV. Mehmed Mohaç Savaşı’nda yenilgiye uğrar. Belgrad’ın (6 Eylül 1688), Semendire’nin ve Niş’in (24 Eylül 1689) düşüşü bunu takip eder. Kaybedilen şehirler 1690’da Sadrazam Mustafa Paşa tarafından geri alınsalar da, bu defa da 19 Ağustos 1691 yılında Salankamen’de büyük bir yenilgi alınır. Tisa Irmağı kıyısındaki Zenta’da 11 Eylül 1697’de yapılan muharebede, Türk ordusuyla Savoyenli Prens Eugen emrindeki Alman ordusu karşı karşıya gelir. Bu yenilgi sonucunda, Osmanlılar için bir yandan büyük kayıplara ve zararlara neden olan, diğer y andan Batılı tarihçiler için Osmanlı’nın Avrupa’dan çekilişi anlamına gelen Karlofça Barış Antlaşması imzalanır. İngiltere ve Hollanda’nın arac ılığ ıy la, Avusturya ve müttefikleri ile 1699 yılında Karlofça Barış Antlaşması’nın görüşmeleri başlatılır. Osmanlı için sonun başlangıcı olan Karlofça Antlaşması ile Banat ve Temeşvar hariç, bütün Mac aristan ve Erdel Beyliği, Hırvatistan’ın büyük bir bölümü ve Slavonya (Doğu Hırvatistan’da bir bölge) Avusturya’ya verilir. Venedik ise, Mora y arımadasının dışında Dalmaçya kıy ılarının en büyük bölümüne sahip olur. Ragusa Osmanlı ve Alman himayesine verilir. Lehistan (Polonya) ise Podolya ve Ukrayna’nın batı kısmına sahip olur. Azak limanı özel bir barış antlaşmasıyla (1700) Rusya’ya kalır. Osmanlılar Avrupa’daki topraklarının neredeyse yarısını kaybederler.

Düşmanlarla sürekli yapılan savaşlara rağmen 18. yüzyılın ilk yarısında ekonomik bir kalkınma görülmektedir. II. Mustafa’nın (1695-1703) 1703 yılında tahtından feragat etmesiyle, kardeşi III. Sultan Ahmed (1703-1730) yerine geçer. Onun hükümdarlığı sırasında Mora Yarımadası 1715 yılında geri alınır. Venedik’in müttefiki Avusturya ise bu olayı saldırma gerekçesi o larak kabul eder. Damat Ali Paşa yönetimindeki Petervaradin muharebesi 8 Ağusto s 1716 yılında yenilgiyle sonuçlanır. Neredeyse bir yıl sonra, 16 Ağustos 1717’de Belgrad düşer. Bu savaşlar 21 Haziran 1718’de imzalanan Pasarofça (Sırbistan) Barış Antlaşması ile sonlandırılır. Gerçi Osmanlılar bu antlaşmayla geri aldıkları Mora gibi, Yunan bölgelerinin sahibi kalmay a devam ederler, ancak Temeşvar, Eflak’ın batısı,

Belgrad ve Sırbistan’ın kuzey bölgesinin kaybı artık tasdik edilmiştir. Venedik kıyılarının sahibi kalırken, Ragusa bağımsızlık kazanır.

Osmanlılar bundan sonraki dönemlerde sadece Sadrazam îvaz Mehmed Paşa (17 Mart 1739 - 23. Haziran 1740) ve 1730-1754 yılları arasında Sultan Mahmud I. döneminde başarılar elde ederler. 1737’dan 1739 yıllarına kadar Osmanlı orduları tekrar Güney Avrupa’da savaşırlar. Rusların Kırım’ı almalarına izin vermedikleri gibi, Habsburg’luların Moldavya ve Eflak’a girmelerine de engel olurlar. 18. Eylül 1739 Belgrad Barış Antlaşması ile Osmanlı împaratorluğu 20 yıl öncesinde kaybedilen bölgeleri geri alır ve Tuna Nehri tekrar sınır o larak kabul edilir. Buna mukabil Rusya ile ittifak halindeki Avusturya, Sırbistan’ı küçük Eflak’ı (die kleine Walachei) ve Orsova’yı Osmanlılara vermek durumunda kalır. 1 804­1806 yılları arasında süren Sırp isyanından sonra Belgrad’ın iç kalesi 12 Aralık’ta Osmanlıların eline geçer. 13 Haziran-1 3 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi sonucunda

Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’in yanı sıra Bosna’nın doğusundaki Novipazar sancağını alır. Ayrıca Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlığı karara bağlanır. Bulgaristan ise 1908 yılına kadar Sultana bağlı beylik ilan edilir. İngiltere Kıbrıs adasını alır. Bosna-Hersek halkının isyanına rağmen Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilir. Doğu Rumeli 1885’de Bulgaristan’a dahil edilir. Bu kayıplar, askerî ve siyasi yönden güç kaybeden Osmanlı İmparatorluğu tarafından telafi edilemez. Bir y andan ülke içindeki sorunların giderilmesi, öte yandan var olan sınırların korunması, Osmanlı İmparatorluğu’nun söz konusu kayıpları geri almasını imkânsız hale getirir ve tüm çabalara rağmen, kayıpların ve yenilgilerin arkası gelir.

2.    Batı Dünyasının Türklere Bakışı

Orta Avrupa insanlarının Türkler tarafından tehdit ediliyor olmalarından dolayı oluşan sübjektiv korku hissi, literatürde ‘Türk korkusu’ olarak adlandırılmaktadır[35]. Bu tehdide karşı savaşabilmek ve Türklere karşı propagandayı yaygınlaştırabilmek için, düşmanın daha iyi tanınması ve tanıtılması gerekiyordu. Özellikle de İstanbul’un 1453 yılında Türkler tarafından fethedilmesi, Batı Dünyası için atlatılamayan bir şok olmuştur. Batılılar için bu yenilgi, sonu gelmeyen endişelerin başlangıcı kabul edilmektedir. Papa II. Pius (1405-1464) İstanbul’un fethiyle ilgili şu sözleri söyler: “Geçmişte biz (...) yabancı ülkelerde yenilgi alırdık. Şimdi ise bizi Avrupa’da, kendi vatanımızda, kendi evimizde vuruyorlar”[36]. Papa’nın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi, asıl endişeye sebebiyet veren, Türklerin orta Avrupa’ya kadar ilerlemiş olmalarıdır. Bu genel Türk imgesi ezelî düşman esasına dayandırılmaktadır. “Ezelî düşman, yani doğuştan düşman olanı, düşman kabul etmek için herhangi bir düşmanca eyleme gerek duyulmaz. Birinin Türk olması Hristiyanların düşmanı olabilmesi için yeterlidir”[37]. Türk tehdidi ile ilgili araştırma yapan Schulze ise Türk korkusuna ilişkin tüm polemikleri ve eleştirileri şöyle özetler: 16. yüzyılda var olan ve sabitleşen Türk imgesi, bir yandan “geleneksel Hristiyan- Müslüman tezatının”, diğer yandan ise “dinî düşmanlık bilincinin” bir sonucudur. Aynı zamanda Türkler “askerî güç, y ay ılma hırsı ve Hristiy anlarla savaşta zulüm” ile bağdaştırılır. Tüm bunların yanı sıra kültürel farklılıklar da anlaşılmaz ve olumsuz değerlendirilir[38]. Bu genel Türk imgesi, ezelî düşman esasına dayandırılmaktadır.

Osmanlı împaratorluğu’nun askerî gücü, sosyal düzeni ve zenginliği sadece askerî anlamda, dışardan gelen bir tehdit oluşturmakla kalmamakta, aynı zamanda iç tehlikelere de sebebiyet vermektedir. Halkın bu tehdit karşısındaki duyarsızlığı, ilgsizliği ve vergi vermekten kaçınması ise önlem almay ı güçleştiren başlıca etmenlerdendir. Bu nedenlerden dolayı Türkler aleyhindeki propagandalar alt tabakaya ve özellikle çiftci kesimine yöneltilir ve Türklerin kadın ve çocuklara karşı gerçekleştirdikleri “zulümler” anlatılarak düşman imgesi pekiştirilmeye çalışılır. Bu imgeyi yaymak için ayrıca Türklerin ailevi değerleri hiçe saymaları ve çokeşlilik gibi konulara değinerek çiftçi kesiminin toplumsal değerlerine ters düşen tüm y argıları öne sürdükleri görülmektedir. Bu propaganda y öntemi soy lular üzerinde de uygulanmaktadır. Buradaki amaç soylulardan daha fazla askerî ve maddi destek alabilmektir[39]. Düşmanı yenmek için tanımak da gerekir. Bu yüzden Hristiyanlığın düşmanı olarak kabul edilen Türklere karşı ilgi oldukça büyüktür. Bunun altında y atan temel sebep ise Türklerin özellikle askerî alandaki başarılarının sırlarını keşfetmektir. Hem Türklerin başarılarının kaynağını öğrenmeye, hemde kendi zafiyetlerini tespit etmeye çalışan Almanlar bunun sonucunda tüm önyargılara rağmen, objektif bakmaya çalışarak düşmanı tanımay a gayret gösterirler. Bu nedenden dolayı Türkler hakkında olumlu değerlendirmelerin de ortaya konduğunu görebilmekteyiz. Örneğin Türklerin mağlup olmamaları ve savaş yetenekleri, sadelikleri, az ile yetinenbilme özellikleri, disiplinli oluşları, silah kullanma becerileri, binicilikteki başarıları gibi. Türklerin ordusuyla kıyaslandığında Alman orduları zayıf ve disiplinsiz bulunur. Türklerin başarısının sırrı tecrübelerine, bedensel güçlerine, zorluklara ve y oksunluklara d ay anma gücü ile bağdaştırılır. Dinî bütün oluşları ve başka dinlerden olanları din değiştirmeye zorlamamaları da övgüye değer bulunan özellikleri arasında yer alır. Türklerin din alanındaki bu hoşgörüsü Protestanları, özellikle de Macaristan’daki Protestanları derinden etkilemektedir. Türklerin övgüye değer bulunan örnek davranışları bunlarla da sınırlı kalmaz. Türklerin evlilik hay atlarındaki düzeni, kadınlarının erdemli oluşları, yemek yeme alışkanlıklarında ab artıy a kaçmamaları ve b arınma ko şullarındaki mütevazilikleri takdirle karşılanan ve hayranlık uyandıran özellikleri arasında yer alır[40]. Batı Dünyasının genel o larak Türklere bakışı sergilendikten sonra,

“Türk duaları” adlı türün oluşumuna sebep olan Martin Luther’in kimliği ve Türklerle ilgili görüşleri detaylıca açıklanacaktır.

3.   Martin Luther Kimdir?

Martin Luther 1483 yılında Hans ve Margarethe Luder’in oğlu olarak Almanya’nın Saksonya bölgesindeki Eisleben şehrinde doğmuştur. Ailesi, kiliseye bağlı olmasına rağmen, aşırı dindar değildir. Erfurt Üniversitesi’nde okuyan Luther, henüz 21 yaşındayken keşiş olmaya karar verir. Bunun için Aziz Augustin tarikatına bağlı bir manastırda ilahiy at eğitimine başlar ve kısa bir süre sonra rahip olur. Wittenberg Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra ders vermeye başlar.

Luther henüz manastırdaki eğitimini sürdürdüğü sıralarda endüljans (Ablass)[411 konusunu sorgulamaya başlar ve 1517 yılında kilisenin b aşta bu ve buna benzer yanlış uygulamalarını eleştirmek üzere Wittenberg kilisesinin kapısına “95 maddelik tez”ini asar. Luther’in Papa ile çatışması da böylelikle başlamış olur. Bu fikirlerinden ötürü 1518 yılında kendisi hakkında Roma’da bir papalık davası açılır. Suçlamalara cevap vermek üzere Roma’ya çağrılan Luther, Augsburg’ta bulunan Kardinal Cajetan’a ifade verir. Kardinal fikirlerinden vazgeçmesini ister, ancak onu ikna edemez. Wittenberg’e dönen Luther, Saksonya Elektörü III. Friedrich[42] tarafından himaye altına alınır. Papa X. Leo onun sürgüne gönderilmesini emreder, anc ak elektörün koruması altında bulunması dolayısıyla bunu gerçekleştiremez. Luther, Papa’ya bir özür mektubu yazar, ancak mektup beklentileri yerine getirmeyince, kilisenin tavrında da bir değişiklik olmaz ve 1520 yılında kiliseden aforoz edilir. Papa X. Leo’ya açık bir mektupla birlikte yayımladığı dönemin meşhur kitabında Von der Freiheit eines Christenmenschen (Hristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) teolojik ve ideolojik düşüncelerinin yanı sıra özgürlük kavramı üzerinde durur. 1521 yılında İmparator V. Charles tarafından Worms Kurulu’na ifade vermek üzere çağrılan Luther, yolda vaazlar verir ve büyük bir taraftar kitleyle birlikte oraya varır. Heretik [43] fikirlerinden vazgeçmesi istenir, ancak Luther verdiği ifadesinde söylemlerinin Tanrı’nın sözüne dayandığını ve bundan dolayı görüşlerinden dönmeyeceğini ifade eder. Kuruldan sonuç alınamaz. Wartburg’a yerleştirilen Luther, burada Incil’i Almanca’ya çevirmeye başlar. Kendisi hakkındaki yasaklamalar kaldırılınca, Wittenberg’a geri dönerek kiliselerde vaazlar vermeye başlar.

Luther’in öğretileri sonucunda 1524 yılında köylüler ekonomik koşullarının düzeltilmesi talebiyle ay aklanır ve meydana gelen çatışmada sayıları 50 bin ile 75 bin arası olduğu tahmin edilen köylü öldürülür.

1526 yılında Luther evlenir. 1529 yılında Nürnberg Dinî Barış Komitesi Alman Protestanlara özgürlük tanıyınca, Luther de Wittenberg İlahiyat Fakültesi’nin Dekanlığı’na getirilir. Sağlık sorunlarına rağmen, papalığı ağır bir dille e leştirmey e devam eder ve 1546 yılında Eisleben’de ölür.

3.1.   Martin Luther’in Türkler Hakkındaki Genel Görüşleri

Luther’in 1517 yılında “95 maddelik tez”ini ilan etmesiyle, tarihte yeni bir sayfa açılır. O savaşçı ruhunu ortaya koyan bu tavrını bundan böyle de sergileyerek hayatının sonuna kadar durmaksızın sürdürür. Hristiyanlık inancı için verdiği mücadele dolayısıyla, bu dini diğer dünya dinleriyle, özellikle de Müslümanlıkla karşılaştırarak, üstünlüğünü ve derinliğini vurgulamaya çalışır. Bu bakış açısı altında Türklerin yaşam biçimi ve dinleriyle ilgili söylemleri de yer almaktadır. Türklere karşı olan bu ilgisinin asıl sebebi o dönemlere damgasını vuran Türk savaşlarıdır. Luther’in Türk konusuna verdiği önem, tüm eserlerini kapsayan indeksten de ortaya çıkmaktadır. İndekste “Türkiye” ve “Türk” ile ilgili sözcüklerin kaydı tam 20 sayfayı bulmakta ve bu başlık altında kişiler, çoğrafya, Türklerin karakteri ve özellikleri, gelenek ve görenekleri, dinleri ve Hristiyanlıkla y aşanılan sorunlar yer

almaktadır[44]. Türkler, Luther’e göre dünya politika sahnesinde oldukça tehlikeli bir güç olarak ortaya çıktıklarından onlar hakkında mutlaka bilgi edinilmeliydi[45]. Sonuç itibariyle Türklerin Orta Avrupa’da alımlanmalarıyla ilgili en önemli kaynağı Luther teşkil etmekteydi. Çünkü o sözlerini yazıya dökmekte, fikir yürütmekte ve tartışmaktadır. Bu özelliğiyle en önemli Türk savaşları yazarlarından olan Luther’ın bazı çalışmaları 10 kereden fazla basılmıştır[46].

Yüzyıllardan beri Avrupa içindeki fetihleriyle ciddi tehditler oluşturan Türklere karşı Hristiyan dünyası aciz kalmış ve gerekli önlemleri alamadığı gibi, güç birliği de o luşturamamıştır. Zaman zaman Türk tehdidine karşı Batı Dünyası’nın bazı küçük girişimleri olduysa da, bunlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Türkler ise buna mukabil, Avrupa’da engellenmeksizin yollarına devam etmişlerdir. İstanbul’un fethinden sonra, Batı Düny ası için tehlikenin asıl boyutu, 1529 yılında Türklerin Viyana kapılarına dayanmasıyla doruğa çıkmıştır. Batı dünyasının sarsıldığı bu dönemlerde Martin Luther ortaya çıkarak Türklere karşı daha önce görülmemiş bir savaş başlatır. Bu savaş stratejik anlamda, siyasi ve manevi bir savaş niteliğindedir. Luther’in Türklerle ilgili söylemlerine yer vermeden önce, Türkler hakkındaki görüşlerinin nasıl biçimlendiği konusuna değinmek gerekir.

3.1.1.   Luther ve Kur’an

Martin Luther’e göre Türklerle savaşabilmenin tek bir yolu vardır, o da düşmanı ve onun dinini tanımaktır. Tehdidin bu kadar yaklaşmış olmasına karşın Türkler hakkındaki bilgilerin sınırlı olması ve var olan bilgilerin güvenilir olmaması, onun tarafından eksiklik olarak görülür. Bu konuda soyluları ve yüksek eğitimlileri sorumlu tutan Luther’e göre bu bilgi noksanlığı nedeniyle ve Almanları Türklere karşı kışkırtmak amacıyla, Türkler hakkında yalan yanlış bilgiler ortaya atılır. Oysaki Luther elinde bulunan Kur’an’ın bazı bölümlerini, temel farklılıkları ortaya koymak ve anlamak için yeterli görür[47]. Bazı bölümler diye nitelendirdiği tercümeler Bobzin’e göre muhtemelen Türklerle ve Müslümanlıkla ilgili literatürde yer alan bilgilerdir[48]. Luther birçok çağdaşının aksine Kur’an’ın yayınlanmasında sakınca görmez[49], çünkü ona göre düşmanla mücadele etmenin en etkin yolu Kur’an’ın geniş halk kitlelerine tanıtılmasıdır[50]. Hristiyanlık inancının ancak bu şekilde güç kazanacağına

inanır ve bu hedef doğrultusunda, Kur’an’ın[51] Alman diline çevrilmesinin zorunlu olacağını düşünür. Bu isteğinden de Lamparter’e göre, Luther’in kendi ifadesiyle “Türk İncili” olarak adlandırdığı Kur’an’ı, teolojik olarak inceleme konusunda ne kadar ciddi olduğu anlaşılır[52]. Oysaki bu sözde ciddiyet sadece amaca yöneliktir ve Luther’in gündemine ancak yıllar sonra tekrar alınır.

1528 yılının sonlarına doğru yayımlanan Vom Kriege wieder die Türken (Türklere Karşı Savaşa İlişkin) adlı metninden de anlaşıldığı gibi, o yıllarda tamamı Latince’ye çevrilmiş olan bir Kur’an eline geçmemiştir[53]. Bu bağlamda Luther’in de bahsettiği ve kaynak olarak kullandığı iki yazıya kısaca değinmek istiyorum: 1) Dominiken tarikatına mensup Ricoldo de Monte Croce’nin (1243-1320) Confutatio Alcorani (Kur’an’ın Çürütülmesi) ve 2) Kardinal Nikolaus von Kues’in (Nikolaus Cusanus) (1401-1464) Cribratio Alcorani’si (Kur’an’ın Gözden Geçirilmesi). Bu iki metin Bobzin’e göre çeşitli nedenlerden dolayı 12. ve 15.

yüzyıllar arasında Hristiyanlar tarafından İslam’a karşı yazılmış olan tartışma metinlerinin arasında dikkat çekmektedirler[54]. Ricoldo’nun metni uzun dönemler boyunca oldukça etkin olmuştur. Önemli olan diğer metin ise İstanbul’un fethinden (1453) kısa bir süre sonra yazılmış olan (1460/1461), fethin etkilerini yansıtan, Kues’in yapıtıdır. O dönemlerde teologların ilgisini çekmeye başlayan İslam konusu birçok yazar tarafından incelenmeye başlanmıştır[55]. Ricoldo’nun Confutatio ve Kues’in Cribratio adlı kaynağı[56], Luther’in o dönemde Kur’an hakkında bildiklerinin temelini teşkil etmişdir. 1530 yılında, Captivus Septemcastrensis’in[57] Libellus de ritu et moribus Turcorum (Türklerin örf ve adetleri hakkında kitapçık) adlı çok beğendiği çalışma için yazdığı ön sözde, söz konusu iki kaynağı da olumsuz değerlendirir[58]. Her iki kaynağın amacı ona göre, sıradan Hristiyanları korkutarak İslam’dan uzak tutmaktır. Ancak iki kaynağın eksikliği ve Luther’in eleştirisinin asıl sebebi, İslam’ın yanlışlığını kanıtlamaktan uzak oluşlarıdır[59].

Buna rağmen Luther 1542 yılına kadar ağırlıklı olarak bu iki metni kaynakça olarak kullanmış, bu bilgilerden hareketle iki dini birbirleriyle karşılaştırmış ve Müslümanlıkla ilgili eleştirilerini birçok yazısında dile getirmiştir. 1540’lı yıllarda tekrar akut hale gelen Türk tehdidi onun bizzat Kur’an’ı incelemesine sebep olmuştur. 1542 yılının Şubat ayında nihayet tamamı Latince’ye, “kötü çevrilmiş” olan metni elde eder[60]. Kendisi aslında Arapça bilmediğinden, kötü çevrilmiştir y orumu, çevirinin stiline y öneliktir. Bu çeviri eleştirisi ilk kez Luther tarafından yapılmadığı gibi, sonrasında da çok yapılmıştır[61]. 1542 yılında eline geçen bu çeviriye d ay anarak hem Ricoldo’nun “Confutatio Alcorani” sine hem de Kues’in “Cribratio Alcorani” sine yönelik önyargıları ortadan kalkmış ve “Kur’an önceden tahmin ettiğimden daha kötü” çıkmış oldu, yorumunu yapmıştır[62]. Bundan sonra Luther’in İslam’a yönelik polemikleri daha da sertleşir[63]. Luther, Kur’an’ı 1542 yılında okuduktan hemen sonra Ricoldo’nun yazısını Almanca’ya çevirme kararı alır. Ricoldo’nun yazısını neden tercih ettiğini, kendisi kısaca “daha iyi bir kitap olmadığı için” sözleriyle açıklamakla yetinir[64]. Hagemann’a göre Kues’in kitabını tercih etmemesinin nedenleri başkadır. Kues’in çalışması “daha yoğun ve detaylı bir inceleme sonucu ortaya çıkmış ve aynı zamanda Hristiyanlık ve îslam” arasında köprü vazifesi üstlenerek ve Kur’an’dan yola çıkarak Hristiyanlığa geçişi sunmaya çalışmıştır. Hristiy an dünyası için gergin bir sürecin yaşandığı[65] yıllarda ortaya çıkmış olduğundan o dönem içerisinde yayınlanmış îslam karşıtı literatür arasında, polemiklerinde daha ölçülü olması dolayısıyla örnek teşkil etmiştir[66]. Osmanlı tehdidinin etkisinde kalan Luther, Türk düşmanlığını teşvik etmek amacıy la, Hristiyanlıkla îslam arasında denge kurmay a çalışan bir metni Almanca’ya çevirmeyi, hedeflerine uymadığından tercih etmez. Bundan dolayı özellikle Kur’an’ı okuduktan sonra pekişen nefretinin etkisiyle, daha 1530 yılında şiddetle eleştirdiği Ricoldo’nun yazısını Almanca’ya çevirme kararı alır[67]. Luther’in çevirisi Widerlegung des Alcorani Bruder

Ricardi (Kur’an’ın Kardeş Richard Tarafından Çürütülmesi) adı altında 1542 yılında kendisinin yazmış olduğu bir ön söz ile birlikte yayınlanır[68]. Onun çevirisi aynı yıl içerisinde Hans Lufft tarafından Wittenberg’de ve Heinrich Steiner tarafından Augsburg’da yayımlanır[69]. Sonuç olarak Luther hem Avrupalıları tehdit eden Osmanlılardan, hem de kendisi için hayati önem taşıyan Papalıkla mücadeleden dolayı îslam konusuna eğilmiş ve saldırılarda bulunmuştur[70]. Müslümanlığa yönelik eleştirilerin detaylarına girmeden, bu çalışma için önem teşkil edecek bazı noktalara yer verilecektir.

Türklerin inancını Hristiyanlıkla karşılaştıran Luther’e göre en büyük farklılık Hz. İsa’nın değerlendirilmesinde yatmaktadır. “Çünkü Türkler İsa’da sadece bir peygamber görmektedirler” [71]. Onun Tanrı’nın oğlu olduğunu kabul etmemektedirler. Luther’in Müslümanlığı tamamıy la red etmesinin temel sebebi, Hz. İsa’nın insanlığın kurtarıcısı ve Tanrı’nın oğlu olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Böyle olunca da Luther, Hz. Muhammed’i en büyük peygamber olarak görmez. Ona göre Peygamber, îslam dini adı altında yenilik yaratmaz, sadece var olanları derler[72].

Türklerin ibadet biçimlerine yönelik ise, ibadetlerin büyük bir ciddiyetle ve saygıyla yerine getirildiğini ifade eder. Böylesine huşu içinde yerine getirilen ibadetler karşısında Luther kendi topraklarında dahi bunun böyle olmadığını vurgulamadan edemez ve kendi toplumunu bunlara kanmaması için uy arma ihtiyacı duyar[73]. Çünkü böylesine ciddi, cesur, disiplinli bir hay at süren Türklerin, insandan çok meleğe benzedikleri sanılabilir[74]. Luther bu ve buna benzer eleştirilerin aynısını Papa taraftarlarına da yöneltir. Türklerin dini ile Katolik kilisesinin temsil ettiği din anlayışı arasında herhangi bir fark gözetmez[75]. Ona göre Türkler için yeryüzünde Hristiy an milletinden daha kötü bir millet yoktur[76]. Bir tek kendi dinlerini gerçek din olarak gören Türkler, Luther’e göre kibirli tavırlarıyla

Hristiyanlık hakkında kötü söz söylemekle kalmazlar aynı zamanda alay da ederler[77].

Luther Türkleri değerlendirirken kökleri Hz. Danyal’a kadar varan apokaliptik kehanetlerin etkisinde kalmıştır[78]. Bu kehanetler doğrultusunda Türklerin savaşlarda başarılı olmalarının, dinlerinin gerçek din olmasıyla ilgisi yoktur. Danyal’ın da önceden kehanetlerinde vurguladığı gibi, Hristiy anlar günahlarından dolayı bu dünyada cezalandırılacaklardır.

3.1.2.   Luther’in Türklerin Yaşam Biçimlerine Yönelik Söylemleri

Türklerin yaşam biçimine yönelik eleştiriler de Luther’in sıkça üstünde durduğu konular arasında yer almaktadır. Bu eleştirilerle kimi zaman Hristiyanlığı yüceltme hedefi güderken, kimi zaman da Türklerin gelenek ve göreneklerinin üstünlüklerinden bahsederek, kendi toplumunu uyarma ve eleştirme amacını taşımaktadır. Onun son derece ağır bir dille eleştirdiği ve yazılarında sıkça yer verdiği konulardan birisi ise Türklerde evlilik kurumunun tamamen hiçe sayılmasıdır. Konunun bu denli yoğun işlenmesinin sebebi, Batı toplumunun konuya yönelik gösterdiği hassasiyetten kaynaklanmaktadır. O dönemlerde Alman toplumunda herkesin ilgisini çeken bu konu sayesinde, Luther zaman zaman Türklere karşı duyulan hayranlığı o rtad an kaldırmayı hedeflemektedir. Ona göre, Batı’daki gibi tek eşli evliliği tanımay an Türkler, iki insan arasında var olması gereken içten ve daimî, karşılıklı güvene dayanan ilişkiyi yok say maktadırlar.

Luther bu söylemini şu sözlerle dile getirir: “Muhammed’in Kur’an’ı, evlilik kurumunu saymaz, herkes istediği kadar çok sayıda kadını alabilir. Bu yüzden de Türklerdeki adet, bir erkeğin on, yirmi kadar kadına sahip olmasıdır. Ve istediğini istediği zamanda terk eder ya da satar (...)”[79]. Luther söylemlerinde ağır hakaret içeren sözcükler kullanarak ve genelleme yaparak Türkiye’de kadınlara değer verilmemesinden dolayı tıpkı büyük baş hayvanlar gibi alınıp satıldıklarını vurgular. Tüm bu olumsuz söylemlerine rağmen, Batı’daki insanların bundan dolayı Türk olmak istemelerini şaşırtıcı bulmaz ve dile getirmekten kaçınmaz. Onun Türk kadınlarıyla ilgili olumlu değerlendirmeleri da vardır. Ancak bu olumlu söylemler, Batı’daki kadınların noksanlıklarını ortaya koyan ve dolayısıyla telafi edilmesini amaçlayan ifadelerdir. Türk kadınlarının erdemli, sade ve dolayısıyla da saygın oluşları olumlu özellikler olarak dile getirilse de Luther’in Türklerin evlilik adetlerinin değerlendirilmesinin genelinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Yine bu noktada da

Türklerin poligam evliliğe olan eğilimlerini Papa’nın yaşam biçimiyle karşılaştırarak özdeşleştirir ve ona göre sözde iffetli olan Papa’nın hiçbir kadınla evlenmemesine rağmen tüm kadınlara sahip olduğunu vurgular[80]. Luther bu sözleriyle toplumu, Papa’lığın ve Türklerin ahlaksız y aşam biçimleriyle ilgili olarak yeterince uyardığını düşünür. O Tanrı’nın inayetine sığınır ve Tanrı’nın hem Papa’yı hem de Hz. Muhammed’i ve onların şeytani müridlerini cezalandırmasını ümit eder. “Ben Tanrı’nın sadık bir peygamberi ve vaizi o larak üstüme düşeni yaptım. Dinlemek istemeyen dinlemesin”[81].

Türklerin yaşam biçimi hakkında da y orumlarda bulunan Luther, bu kez olumlu özelliklerine ağırlıklı olarak yer vermektedir. Bunlar arasında özellikle Sultana bağlılığın yanı sıra, yeme içme alışkanlıklarındaki mütevaziliğe, kılık kıyafetlerindeki sadeliğe ve y apılarında ihtişamdan kaçınmalarına şu sözlerle dikkat çekmektedir: “Bizim gibi abartıya kaçarak yiyip (şarap) içmiyorlar, dikkatsiz ve şen[82] giyinmiyorlar, ve bizim kadar ihtişamlı inşa etmiyorlar ve süslemiyorlar, yemin ve küfür etmiyorlar, Kayzerlerine ve Tanrı’larına karşı örnek olacak bir itaatkârlık, disiplin ve onur sergiliyorlar. Ve rejimlerini dış görünüşe göre kontrol altında tutup canlı kılıy o rlar, tıpkı bizim Alman topraklarında olmasını istediğimiz gibi”[83]. Genel olarak Luther, Türklerin y aşamlarının neredeyse her alanında sadeliği tercih ettiklerini vurgulayarak Batı toplumundaki abartılı ve gösterişli yaşam biçimine yönelik eleştirilerini dile getirmektedir.

Türklere özgü diğer bir adet ise, onların başkasının malına bakış açısıyla ilgilidir. Bu konuda Luther, Türklerde benzersiz ve sınır tanımay an bir y ağmacılık hırsının olduğunu ileri sürmektedir. Luther’in Türklerin gelenek ve görenekleri hakkında söyledikleri bunlarla sınırlı değildir. Ancak söylemlerin tümü değerlendirildiğinde genel olarak aynı çizgiyi sürdürdüğü ortaya çıkmaktadır. Türklerin geleneklerine yönelik bakış açısı, onun Türk savaşlarıyla ilgili sergilediği tutumun zeminini teşkil etmektedir.

3.1.3.   Tanrı’nın Cezası Olarak Gönderilen Türkler

Luther’in Türklere yönelik hükümlerinin son derece sert ve toleranstan yoksun ifadelerle dolu olmasını, sadece siyasal bir bakış açısıyla açıklamak mümkün değildir. Siyasi taktikler bu eleştirinin sadece bir kısmını teşkil etmektedir. Diğer kısmı ise Luther’in gerçekleştirmeye çalıştığı Reformasyon konusuyla ilgilidir. Ona göre, Türk savaşları Reformasyonun önündeki en büyük engeldir. Tüm gücüyle Türklere karşı mücadele etmeye çalışan Kayzer, Protestanlığın içinde bulunduğu durumu göz ardı etmekte ve onlara gereken desteği vermemektedir. Luther bundan dolayı, bir an bile süpheye düşmeksizin, Türklerin neden geldiklerini ve ne olduklarını bildiğini iddia etmektedir. Türkler, “Tanrı’nın cezası, şeytanın aracı, inanç düşmanı, düzen bozucusu, kısaca deccal olarak gelmiştir”. Bu say dıklarının arasında, Türk tehdidinin y ay ılmasıy la birlikte, tüm hükümlerinin başında yer alan hüküm ise Türklerin Tanrı’nın öfkesinin sonucu yeryüzüne gönderilmiş bir ceza

olduklarıdır. Tanrı, Türkleri korkunç öfkesini göstermek ve onları (Hristiy anları)

cezalandırmak için araç olarak kullanmaktadır. Tanrı’nın Almanlara yönelik bu tedibi [84] onun fikrine göre hak edilmiş bir cezadır[85]. Luther, Alman halkının erdemsizliğinden, başka bir deyişle fenalığından dolayı, geleceğe karamsarlıkla bakmış ve bunun ileride kötü şey leri beraberinde getireceğine önsezilerine dayanarak inanmıştır. Özellikle Protestanlara yönelik karalama girişimleri ve takipler onu derinden etkilemiş ve korkutmuştur. Türk ordularının bu denli başarılı oluşları ve zaferler elde ederek ilerlemeleri ona göre önsezilerinin doğruluğunu kanıtlamış ve Almanlar “budalalıklarının” bedelini bu şekilde ödemek zorunda kalmışlardır[86]. Türkler ise Luther’e göre bu gerçeği, yani zafer ve başarılarının kaynağını bilmemektedirler. Onlara göre bu olanlar tesadüf sonucu olmaktadır. Oysaki Tanrı onu (Türk’ü) dünyaya, değneği ve kamçısı olarak salmıştır[87]. Luther, Türkler hakkındaki bu korkunç tasvirleriyle sadece ülkeleri yakıp yok eden orduları görmez, aynı zamanda

Lamparter’e göre, Tanrı’nın ceza vermek için uzanmış kolunu görmektedir. Bu durumda Türklerin askerî gücüne karşı koymak, ona göre elbette anlam taşımamaktadır. Tanrı’nın öfkesinden ve cezasından bir takım önlemlerle, “kılıç ve mızraklarla”, kaçmaya çalışma girişimi baştan mağlubiyete mahkûm edilmiş bir girişimdir. Çünkü Türklere karşı savaşmak, Tanrı’ya karşı savaşmak demektir[88]. Türklerle baş etmenin tek bir yolu vardır o da tövbe ve dualarla Tanrı’nın öfkesinin önüne geçmek ve değneğini elinden almaktır. Ona göre, Hristiyan dünyasının günahları, Türklerin bu kadar güçlü ve yenilmez olmasının asıl sebebidir[89]. Luther tüm bunlara dayanarak Tanrı’nın kör bir tahrip hırsıyla hareket etmediğinin altını çizmektedir. Ona göre, Tanrı bu şekilde kendini güven içinde sanan ancak günahlara boğulmuş halkını uyandırmak ve hâkimiyetini korkutarak bir kez daha gözler önüne sermek istemektedir[90]. “Öyleyse Türk bizim öğretmenimizdir ve bize Tanrı’dan korkmayı ve dua etmeyi tedip (ıslah) ederek öğretecektir. Aksi takdirde tamamen günahlarımızın içinde çürüyüp gideceğiz, şimdiye kadar olduğu gibi”[91]. Luther bu konuda açıklamalarına devam eder ve Tanrı’nın, halkın kötülüklerini sabırla ve müdahale etmeksizin sonsuza kadar izlemeyeceğini, çünkü kendi onurunu tehlikeye atmayacağını vurgular. Kutsallığına dil uzatanları cezalandırmayan bir Tanrı’yı, ona göre, kimse ciddiye almaz. Bu tehlikeyi önlemek, sabrının sınırı olduğunu göstermek ve adaleti sağlamak için, Tanrı kamçısıyla kendisine güvenenleri cezalandırmak suretiyle gerekli dersleri verir[92]. Luther bu açıklamaları yaparken aynı zamanda inançlı ve günahsız Hristiyanların haksızlığa uğrayıp uğramadıklarını sorgulamaktadır. Tanrı, kötü olan çoğunluğu cezalandırırken, iyi olan azınlığı Türklerin zulümlerine maruz b ırakarak haksızlık mı yapmaktadır sorusunun tek bir y anıtı vardır. Hristiyanlar, Tanrı’nın yapmış olduğu haksızlığa sinirlenmek yerine, kendilerine, bütün insanların günahlarını yüklenen İsa’yı örnek almalıdırlar, Tanrı’nın isteklerine boyun eğmeli ve halkla dayanışma içinde o lmalıdırlar. Türkler neticede Tanrı tarafından verilebilecek olan tüm tediplerden, açlıktan, vebadan, salgınlardan ve

depremlerden, daha ağır bir cezadır[93]. Çünkü Luther’e göre Türklerin eline düşmek sadece esarete düşerek özgürlüğü yitirme anlamına gelmemektedir. Gerçek Hristiyanların böyle bir durumda karşılaşabilecekleri esas tehlike, Türklerin onları inançlarından

uzaklaştırmalarıdır. Bu ise onların, yaşarken ve ölürken, tek tesellileri olan ebedî cennetmekânı kaybetmeleri anlamına gelmektedir[94].

3.1.4.    Deccal Türkler

Türklerin kılıçlarıyla Hristiyanlara karşı yola çıktıkları Luther’e göre tartışılmaz bir gerçektir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi tüm gücüyle Hz. İsa’nın gücüne karşı duran ve onu yok etmeye çalışan, ona göre sadece Türkler değildir. Kesin bir hükme vardığı diğer konu ise Papa kılığındaki deccalın bütün Hristiyanlığı tehdit ettiği yönündedir. Bu hükmünü Danyal Peygamber’in yazısına dayandıran[95] Luther, bu nedenle hiçbir şekilde Papa’nın deccal olduğu suçlamasını geri almay ı ve böylece tek deccalın Türk olduğunu iddia etmeyi düşünmemektedir. İki farklı güce yöneltilen bu suçlama aslında birbirlerini tamamlayan suçlamalardır. Luther aralarındaki bağlantıy ı son derece somut bir açıklamayla izah etmeye çalışmaktadır. Papa deccalın ruhu ise, Türk onun bedeni, yani etidir. Beden ve ruh nasıl birbirinden ay rılmay an bir bütünü oluşturuyorsa, Luther’e göre gerçek inancın, yani Protestanlığın, en tehlikeli düşmanları da, birbirlerine bu kadar yakındırlar. Papa ve

Türkler sadece, deccalın tecellisi, diğer bir ifadeyle ortaya çıkış biçimi değildir, aynı zamanda onun özünü teşkil etmektedirler[96]. Türkler kılıçlarıyla Hristiyanlığa karşı savaşırken, Papa dinsel silahları, yani yanlış öğretileri kullanmaktadır. Biri bedenleri, diğeri ruhları öldürerek, istemeden ve farkına varmadan birbirleriyle iş birliği yapmaktadırlar[97]. Luther’e göre Türklerin ve Papa y andaşlarının birbirleriyle savaşarak aynı şeyi elde etmeye çalışmaları, deccalın muazzam stratejisinin kanıtıdır. Deccal iki cepheden de Hristiy anlara saldırmaktadır. Luther bu nedenle hiç bir şekilde deccalın güçleriyle anlaşmay a varmayı düşünmemektedir. Papa’nın saldırıları nedeniyle Türklerin himay e sine geçmeyi düşünmediği gibi, Hristiyan Avrupa’yı tehdit eden Türklerden dolayı da Papa ile sahte bir barış anlaşması yapmayı aklına getirmemektedir. Ona göre, Protestanlığın düşmanlarıyla el sıkışarak barışı sağlamak, şeytanın kendisine el uzatmak anlamına gelmektedir.

Deccalın bu iki gücüne karşı koymak ne kadar vazgeçilmez bir zorunluluk olsa da, bu güçlerle savaş biçimleri farklı olmalıdır. Hükümet makamlarının temel görevi Luther’e göre Türklerden korunmak için kılıçlarıyla mücadele etmektir. Papa’ya karşı mücadele ise sadece dinsel silahlarla yapılmalıdır, çünkü ne de olsa Papa şimdilik sadece ruhani bir zulüm uygulamaktadır[98]. Ancak Papa da, Türkler gibi, eline kılıcını alıp Protestanlığa karşı savaşmaya başladığı anda, Luther kendi hükmünün de değişeceğini dile getirir ve savaşın kaçınılmaz olduğunu ifade eder[99]. Sonuç olarak Luther’in Türk savaşlarına ilişkin söylemlerinden de anlaşıldığı gibi, deccalın bu ilhaklarıyla, ancak ruhani ve dünyevi silahları aynı anda kullanarak mücadele edilebileceğidir.

3.1.5.    Yecuç-Mecuç Olarak Yorumlanan Türkler

Martin Luther 1530 yılında Ezekiyel Peygamber’in Yecuç ve Mecuç kavramına değindiği Kutsal Kitap’taki 38. ve 39. bölümleri Almanca’ya çevirme kararı alır. Çevirinin ön sözünde bu kavramların anlamları hakkında yorumlarda bulunarak çeviri nedenlerini izah etmeye çalışır.

Anlamları itibariyle Batı kültüründe bu iki sözcüğün tarih içerisinde birçok kez anlam değiştirdiğini ve tarihsel o lay lara göre y orumlandıklarını görebilmekteyiz. Ezekiyel Peygamber’in kitabının 38. bölümünde ilk olarak geçen bu kavram, özel isim ve yer adı olarak kullanılmaktadır (“Magog ülkesinden olan Gog’lar”). Bu kavramın özel ad olarak kullanımı Kimmerler’e karşı savaşan Lidya Kralı Giges’e (M.Ö. 685-652) dayanmaktadır. Söz konusu yer adı ise özel isimden türetilmiştir. Ezekiyel’in 38. ve 39. bölümlerinde geçen bu kavramlar Lidya’lılar için kullanılmıştır. “Gog”

burada İsrail’e karşı savaşmaya gelen büyük bir halk koalisyonunun başındaki isim olarak anılmaktadır. Koalisyon ise “Meşeh ve Tubal” halkları olarak adlandırılan genelde Frigya ve Lidya’lıları kapsamaktadır. Peygamber Ezekiyel bu koalisyona Kimmerler’i de dahil etmektedir. Küçük Asya’nın batısındaki bu birleşme, kitabın 38. bölümünde doğudan Perslerin, güneyden Etiyopyalıların ve batıdan Liby alıların katılımlarıy la dünya ordusu niteliğine kavuşur. Peygamber yine aynı bölümde M.Ö. 7. yüzyıla ait, küçük Asya’lı halklarla ilgili tarihî haberleri konu olarak işlemekte ve bunları “Batı’dan gelen düşman” kehanetleriyle ilişkilendirmektedir.

“Gog” bundan sonra sembolik anlama kavuşur ve gelecekte inananlara karşı hücüm eden tüm yabancı halklara uyarlanır. Bu saldırganların sonuçta “İsrail’in dağlarında” yok edileceği ifade edilir.

İncil dahilinde ve haricindeki alımlamalar ise Gog’un bu sembolik anlamını güçlendireceği gibi, aynı zamanda düşmanı yeniden de tanımlayabilmektedir, tıpkı Luther’in yaptığı gibi[100].

Ezekiyel Peygamber’in Yecuç kavramını ele aldığı, söz konusu iki bölüm Luther’e göre, Aziz Yahya’nın vahiysinin 20. bölümünde denizleri aşarak gelen ve Hristiyanlığa karşı savaşan Yecuç ile neredeyse özdeştir. Söz konusu Yecuç ile Türklerin kast edildiğine inanan Luther konuy a bundan dolayı büyük ilgi duy mu ştur.

Yecuç ve Mecuç (Gog ve Magog) kavramlarının birbirinin aynı olduğunu düşünen Luther, Magog’un aslında Gog’un kısaltılmış biçimi olduğunu ifade etmektedir. Nasıl insan öfkelendiğinde birinin adını değiştirip kısaltıyorsa, “Gog” da “Magog”un kısaltılmış biçimini oluşturmaktadır. Üstelik Luther’e göre bu iki kavramın kafiyeleri de birbirlerine uymaktadır, tıpkı Türkler ve onların akrabaları olan Tatarlar (“Türcken und Tataren”) gibi. “Her zaman savaşa ve haydutluğa hazır olan bu iki halk ona göre, yaşam biçimleri itib ariy le de her türlü ahlaka aykırı davranışları sergilemektedirler”. Luther burada Türkler hakkındaki görüşlerinin tümünü Tatarlara da aktarmaktadır. Türklerin kökeninin Tatarlara ya da “Kızıl Yahudilere” [101] dayandığını yazısında belirtir ve asıl adlarının da Mecuç olduğunu ifade eder.

Türkler ülkeleri itibariyle Mecuç (Magog) olarak adlandırılmalarına rağmen, onlara duyulan öfkeden dolayı Yecuç (Gog) adını alırlar. Luther bu konuyu zamanına uyarlanmış bir örnekle izah etmektedir. Yunan, Arap v.b. kökenden olan insanlar ya da ülkeler, Türklerin hükümdarlığı altında yaşadıkları ve onlara itaat ettikleri için, esas itib ariy le öyle olmadıkları halde, Yecuç olarak adlandırılmaktadır. Çünkü topluluklar başlarında bulunan insanlara göre, yani bayraklarına göre adlandırılırlar. Bu yüzden tüm Asya’ya zulümlerinden dolayı Yecuç ve Türk denilmektedir. Luther’e göre Papa, Kayzer, krallar ve prenslerin, Protestanlığı bastıramadığını gören Şeytan, bunu Yecuç ile yapmaya çalışmaktadır. Diğer bir ifadeyle Hristiyanlığın bayrağı altında birleşmiş olan halklar, Yecuç şeklindeki Şeytan tarafından cezalandırılacaktırlar. Tanrı’nın öfkesinin yegâne sebebi ise işlenmiş olan günahlardır. Böylece Türkleri bu kadar büyük ve güçlü yapanın, Hristiyanların işledikleri günahlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı Luther herkese dine dönün, Tanrı’dan korkun ve Incil’i sayın, çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca Hristiy anlara günahların inkâr y erine itiraf edilmesi, güçlü ve içten dualarla af ve merhamet dilenmesi tavsiyesinde bulunur. Bunların yapılması halinde, ona göre Tanrı, Papa ve Türkleri cezalandıracak ve Hristiy anları da mahşer günüyle birlikte kurtaracaktır[102].

4.   Luther’in Türk Savaşları

5.   Hakkındaki Görüşleri

Luther’in Türk savaşları ile ilgili düşüncelerini birkaç başlık altında irdelemek gerekmektedir, çünkü onun bu konularla ilgili yorumları zaman içerisinde farklılıklar göstermektedir. Bunun temelinde ise Luther’in yaşadığı dönemlerde hem kendi bakış açısının, hem de siyasal durumun değişmesi yatmaktadır. O kimi zaman çağının sorunları çerçevesinde, ki bu sorunlar arasında Türk tehdidi en önemli yeri almaktadır, kimi zaman ise yaşadığı toplumun ihtiyaçlarına göre hareket etmektedir. Bu etkenler doğrultusunda Luther, Türk savaşlarıyla ilgili söylemlerinde olduğu gibi bu konudaki stratejilerinde de değişken bir tutum ortaya koymaktadır. Onun bu tutumu, zamanın siy asal durumu da göz önünde bulundurularak farklı başlıklar altında sunulucaktır.

5.1.   Luther’in Türk Savaşlarına Karşı Çıktığı Dönemler

Toplumsal yaşamda gün geçtikçe değer ve önem kazandığı ilk on yıllık süreçte Luther, Türk savaşlarını farklı bir perspektiften değerlendirmektedir. 1518 yılına kadar kendisini sadece dinsel görevlerine adayan Luther, dünyevi ve ulusal konular hakkında fikir yürütmemekte ve vakit ayırmamaktadır. Ancak 95 maddelik tezini ilan etmesiyle kısa bir sürede toplum içerisindeki konumu değişir. Bu olaydan sonra toplumsal sorumlulukları arttığı gibi, toplumun da kendisinden beklentileri artar ve değişir. Bu yeni sorumluluklar çerçevesinde toplumun taleplerini karşılama çabası içerisine girer ve toplumun beklentisi doğrultusunda toplumsal sorunlarla ilgili fikir y ürütür ve bunları beyan eder. Luther bu bağlamda öncelikle Alman toplumunun zaaflarıy la mücadele etme gereksinimi duy ar. Bunların başında ise Almanların içkiye olan düşkünlükleri gelmektedir. 1518 yılının sonlarında Spalatin’e cevap niteliğinde yazmış olduğu yazısında Türk savaşları hakkındaki ilk yorumunu yapar. Spalatin kendisine, açgözlülükten dolayı değil de, inançtan dolayı girişilen bir Türk savaşının yapılması halinde Incil’e göre haklı kılınıp kılınamayacağı sorusunu yöneltir. Türk savaşı hususuna olumsuz yaklaşan Luther, bunun dışındaki konulara daha fazla ehemmiyet vermektedir. “Vatikan ve önemli yandaşlarının ‘Türklere karşı Haçlı Seferi’ fikrine katılmayan ve ‘papalığın Türklerden daha berbat’ olduğunu” ileri sürmesi neticesinde 1518 yılında aforoz edilmek ile tehdit edilir[103]. Zaten Papa ve endüljans konusuna savaş açmış olan Luther için, bu olumsuzluklarla mücadele birinci sırada yer almaktadır. Diğer sorunların tümünü arka plana iter. Luther için teolojik konular mühim olduğundan, öncelikle Hristiy anların kendilerini dinsel anlamda eğitmeleri gerektiğini düşünür ve bu nedenden ötürü Türk savaşını tasvip etmez. Ona göre Türkler sıradan düşmanlar değildir. Tanrı, Türkleri, Hristiy anları cezalandırmak ve eğitmek için göndermiştir. Luther’e göre Vatikan’ın Türk savaşını desteklemesi asıl günahlarının ortaya çıkmasını engellemek ve dikkatleri dağıtmak içindir. Luther zaman geçtikçe Papa’ya karşı daha da düşman kesilerek, onun dünyadaki tüm kötülüklerin ana kaynağı olduğunu ileri sürer. Ona göre içerdeki asıl düşman Papa’dır. Ayrıca Türk savaşlarının finanse edilebilmesi için halkın Papa tarafından istismar edileceğine inanan Luther, Onun bu uğurda toplatacağı vergileri daha fazla para elde etmek ve Vatikan’da gösterişli bir hayat sürmek için kullanacağından şüphe duymamaktadır, tıpkı öncesinde endüljans konusunda olduğu gibi. Luther halkın eskiden olduğu gibi sömürüleceğinden ve kandırılacağından emindir[104]. Hristiyan dünyasının Türklere karşı savaşmasını onay lamamasının bir diğer temel sebebi ise teoloji kaynaklıdır. Din savaşı ona göre, dünyevi silahlarla değil, ruhani silahlarla yapılmalıdır. Hristiy an ordusu düşüncesine karşı çıkışı, İsa’nın öğretisiyle tezat teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır. İsa’nın öğretisi doğrultusunda düşmana karşı savaşmamak, kavga etmemek ve intikam almamak gerekir. Diğer bir deyişle, İsa’nın düşmanlarına karşı savaşmak yerinde değildir[105]. Üstelik böyle bir orduda Papa ve Piskoposlar kendi görevlerini yerine getireceklerine, insanları bir de savaşa sürükleyeceklerdir. Papa’nın ve Piskoposun asıl vazifesi, Tanrı’nın kelamı ve dua ile Şeytan’a karşı savaşmakdır. Kılıç ile kandan ve candan olana karşı savaşmak onlara emredilmemiş, tam aksine yasaklanmıştır[106]. “îsa dünyaya insanları mutlu etmek için gelmiştir, öldürmek için değil”[107]. Söylediklerinin doğruluğunu vurgulamak için tarihî gerçeklere başvurur ve bununla ilgili örnekler verir. Verdiği örneklerden biri Pavia Muharebesidir. Kral I. Fransuva’nın (Franz) yenilmesinin ve esir düşmesinin[108] tek sebebi, yanında Papa ve yandaşlarının olmasıdır. Diğer bir örnek ise Varna’da Piskoposlarıyla birlikte Türkler tarafından mağlubiyete uğratılan Kral III. Vladislas (Ladislaus)’dır[109]. Luther bu konudaki örneklerini sürdürerek Papa ve y andaşlarını mağlubiyetlerden dolayı sorumlu tutmakta ve düşüncesini yaymaya çalışmaktadır. Ona göre Papa ve Piskoposların esas görevi insanları duaya yönlendirmekdir. Savaşa ilişkin açık bir kapı bırakan Luther, savaş gerçeğini tüm bu söylemlerine rağmen tamamen red etmez ve “barışı komşum istediği sürece sağlayabilirim” sözleriyle dinsel temeller içerisine yerleştirmeye çalışır[110]. Ancak Incil’e dayanarak savaşla ilgili bir konunun altını çizer ve savaşı başlatacak olan ilk taaruzu kesinlikle red eder. îster Türk olsun, ister Hristiyan, “savaş başlatan taraf haksızdır”[111]. Luther’e göre sadece meşru müdafaa bir savaşı haklı kılmaktadır. O, savunma amaçlı, dolayısıyla zorunlu o larak yapılan savaşların dışında, savaşa neden olacak hiçbir gerekçeyi kabul etmez. Burada ilginç olan Luther’in Türklere karşı bir savaşı neden onaylamadığı sorusudur. Oysaki Sultan Süleyman’nın hükümdar olduğu o dönemlerde (1520-1566) Türk tehdidi Batı Dünyası ve özellikle de Almanlar için bambaşka bir boyut kazanmıştır. 1521 ve 1522 bu tehlikenin ilk siny allerinin verildiği y ıllardır. Belgrad ve Rodos’un fethedildiği bu dönemlerde Alman toplumunda, Türk tehdidine karşı takınılması gereken tutum ile ilgili bir kararsızlık belirmiş ve tartışma konusu olmuştur. Yüzyıllardır var olan Türk korkusunun yanı sıra, “Türk ümidi” o larak adlandırılan yeni bir kavram ortaya çıkmış ve beraberinde yeni sorunları gündeme taşımıştır[112]. Bu yeni kavramın oluşumu ise Osmanlı împaratorluğu’nun Alman toplumundaki bazı grupları etkilemesiyle belirmiştir. Türklerin farklı dinden olanlara hoşgörülü olmaları, başta Avrupa’da dönem dönem çeşitli eziyetlere maruz kalan Yahudileri etkilemiş ve özellikle Fatih Sultan Mehmed zamanında kitleler halinde Osmanlı împaratorluğu’na göç etmelerine neden o lmuştur. Bunun dışında Osmanlı împaratorluğu sınırına yakın olan ülkelerde Hristiyan hükümdarlarına rağmen sıkıntı içinde yaşayan insanlar, sosyal iy ileşme getirir beklentisiy le Osmanlılara sıcak bakmışlardır. Brenner daha da ileri giderek bu tutumun özellikle baskıcı y önetimlerden ve ağır vergilerden bunalmış çiftçilerde görüldüğünü ileri sürmektedir. Ona göre Türklerin hâkimiyeti altına giren bölgelerde uygulanan adil düzenlemeler Almanya’da zor koşullarda yaşayanlar tarafından duyulmuş ve bu da Türklere karşı olumlu bakışı özendirmiştir[113]. Kimi meslek grupları da  Osmanlı’nın gelmesi halinde kendilerini bekleyen muhtemel imkânlardan dolayı ümide kapılmışlardır. Bunların arasında başta orduya hizmet eden ancak Batı Dünyasında zaman zaman büyücülükle itham edilen topçular yer almaktaydı. Ayrıca zanaatçılar, sanatçılar, madenciler, teknisyenler ve benzeri meslek grupları da Türklere yakınlık duymuşlardır. Sonunda Türklerin zafer elde edeceğini düşünen bu insanlar, Türkler onları ele geçirmeden, güçlü olanın tarafına geçmeyi yeğlemişlerdir[114]. Bu mantaliteden de anlaşılmaktadır ki, “Türk ümidi” kavramı “Türk korkusu”nun bir sonucu ve ürünü o larak ortaya çıkmıştır. Türk hükümdarlığı altında yaşamanın, toplumsal yaşantının iyileştirilmesine yönelik katkıları olabilir mi sorusunun, halk arasında tartışılmay a başlandığı bu dönemde[115], hükümdarlar daha da katı bir tutum sergileyerek toplumda baş gösteren sempatiyi bastırmanın y ollarını aramay a ve propagandanın dozunu arttırmay a devam ederler. Toplumda beliren bu yeni olgu dolayısıyla hükümdarlar artık Türkleri sadece din düşmanı o larak görmemekte, aynı zamanda toplumsal düzeni tehdit eden siyasi düşman olarak da kabul etmektedirler. Luther’de böyle düşündüğünden, konuyla ilgili görüşlerini beyan eder ve insanları uyarma ihtiyacı duyar. Türklerin hükümdarlığını tercih etmeye meyilli olanlara, bu tutumlarından dolayı Tanrı’nın karşısına günahkâr olarak çıkacaklarını hatırlatır ve insanların vicdanlarına seslenir. Çünkü kendi rızasıyla Türklerin safına geçenler, hükümdarlarına ihanet etmiş sayılırlar. Ayrıca Türklerin saf değiştirenlere şüpheyle bakmalarından ve güven duymamalarından dolayı[116] bunların esaret ve ölüm ile karşı karşıya kaldıklarını belirtir.

Luther’in tüm bunlara rağmen, niçin hemen savaş taraftarı olmadığı konusunun sebebi ise Hristiyan dünyasının en büyük düşmanı olarak Papa’yı sorumlu tutmasından

kaynaklanmaktadır. Haydutça tutumlarıyla Papa, ona uyum sağlayan Kayzer ve asiller öylesine zavallıdırlar ki, Türklere karşı herhangi bir başarı elde etmeleri söz konusu olamaz[117].

Luther 1522 yılında bu düşüncelerini bir yazıyla dile getirir: (...) Türk ne gibi bir kötülük yapıyor ki? Ülkeyi ele geçirip geçiçi bir süre yönetiyor. Aynı şeyi Papa’dan dolayı da çekmek zorundayız. Üstelik Papa ruhumuza ve bedenimize eziyet ediyor, Türk ise bunu yapmıyor. Üstelik Türkler kimseyi din değiştirmeye zorlamıyor...[118]. Her iki durumda Papa (Türklerden) daha fenadır, dünyevi değerleri çaldığı gibi ruhları da öldürmektedir, öyle ki Papa hükümdarlığında ruh ve bedene muamele, “Türklere oranla on kez daha kötüdür”[119].

1524 yılına ait, benzer ifadelere yer verdiği ve tüm Hristiy anlara seslendiği yazısında, Türklerin kendi ülkesindeki prenslerden “on kat daha akıllı ve dindar” olduğunu söyleyerek, bu “budalaların” Türklere karşı herhangi bir başarı elde edemeyeceklerini ifade eder[120]. Burada yine eleştirilen Papa’nın yanında yer alan ve bundan dolayı Luther tarafından zavallı olarak nitelendirilen prensliklerdir[ 121]. Bu söylemleri tamamlay an bir başka ifade ise, Papa ve y andaşlarının esas Türkler olduğu y önündedir.

Burada da eleştirinin odağında Vatikan bulunur ve dolaylı olarak Türklerin dahi, Papa ve yandaşları kadar kötü olmadığı anlamı ortaya çıkar. Hristiyanlığın gerçek düşmanlarının Papa ve Türkler olduğunu, ayrıca Papa’nın Türklerden daha “zalim” ve daha “kötü” olduğunu sıkça dile getiren Luther bu söylemleri ile Protestanlığı yayma amacını güder. Diğer yandan Kula’nın da vurguladığı gibi “Türklerin Papa gibi en büyük dinsel temsilciden daha iyi o larak nitelenmesi Hristiy anların bir bölümünün Türklere olan ilgisini ve olumlu bakışını” özendirse de, Türkler hakkında yazdıklarının tümü değerlendirildiğinde “olumsuz bir Türk imgesine önemli katkılar yaptığı görülür”[122].

Luther’in Türk savaşlarına ilişkin söylemleri daha önce de belirttildiği gibi, dinsel temellere dayanmaktadır. O Türkleri herhangi bir düşman olarak tanımlamaktansa, onların Tanrı tarafından hem insanları cezalandırmak için, hem de Tanrı’nın öfkesinin bir işareti olarak gönderildiklerine inanmayı yeğlemiştir[123]. Türkleri, Mohaç Meydan Muharebesi’ndeki ağır yenilgi dönemine kadar yeterince ciddiye almayan Luther, bu mağlubiyetten sonra, Türk tehdidini siyasal bir sorun olarak algılamaya başlamıştır. O döneme kadar teolojik konular çerçevesinde Türk sorununu değerlendiren Luther, bundan sonraki aşamalarda siy asal sorunlara eğilerek Türk tehdidine ilişkin farklı bir tav ır sergileyecektir.

4.2.   Luther’in Türk Savaşlarını Tasvip Ettiği Dönemler

Kuşkusuz 1526 yılında yapılan Mohaç Meydan Muharebesi Luther’in Türk tehdidine ilişkin fikir değiştirmesinin en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Bu muharebe sonucunda Macar Kralının ölmesi onu derinden etkilemiş ve o güne kadar siyasal olarak aktif olmayan Luther yeni ve hareketli siyasal bir sürece girmiştir[124]. Önceki zamanlara oranla Türklerin bundan sonraki hedeflerine yönelik tahminlerde bulunur ve bunları dostlarına yazmış olduğu mektuplarında dile getirir[125]. Tanrı’ya olan inancı dolayısıyla inancını yitirmez ve geleceğe ümitle bakar. Ancak Türklerin üst üste elde ettikleri askerî başarılar, kendisinin fikrini değiştirmesine sebep olur. Bu değişiminin neticesinde Luther, Türklere karşı sefer düzenlenmesi gerektiğini vurgulayan dönemin en önemli savunucuları arasında yer alır.

4.2.1.   Luther’in Türkler Hakkında Görüşlerini Açıkladığı Yazılar

Türklere karşı savaşılması gereğine inanan Luther, bu düşüncesini yaymak amacıyla üç önemli yazı yayınlar. Bu yazılar sırasıyla 1) Vom Kriege wider die Türken (Türklere Karşı Savaşa İlişkin) (1528) 2) Eine Heerpredigt wider die Türken (Türklere Karşı Ordu Vaazı) (1529) ve 3) Vermahnung zum Gebet wider den Türken (Türklere Karşı Duaya Çağrı) (1541) adlı yayınlarıdır.

4.2.1.1.   Türklere Karşı Savaşa İlişkin

Mohaç Muharebesi’nin sonucu Luther’e göre korkunçtur, hatta kıyamet günü olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu zaferden dolayı Türk tehlikesi Almanya’ya bir adım daha yaklaşmıştır. Bu olayla ilgili hislerini gizlemeyen Luther, buna rağmen başlangıçta açık bir tutum sergilememektedir. Luther’e göre Türklerin yapmış oldukları toplumda korku hissinin y ay ılmasına neden o lmaktadır, ancak düşmanın çekilmiş olması, konuya duyulan ilginin de azalmasına neden olacaktır. Bu düşüncesiyle Mohaç Muharebesi’nin çağdaşları üzerinde bıraktığı etkiyi küçümsemiş ve halkın nabzını yakalayamadığından büyük tepkiler almıştır. Hatta o dönemlerde yazılmış olan çeşitli yazılara göre, Mohaç Muharebesi yenilgisi mezhep kavgası ile bağdaştırılır ve bundan da Luther sorumlu tutulur. Mohaç’daki mağlubiyet, eski inancın inkâr edilmesinin bir sonucu ve Tanrı tarafından verilmiş bir ceza olarak algılanır[126]. İnsanların Türk savaşları sorunsalına kayıtsız kaldıklarını söyleyen Luther, yanılgıya düşmüştür. Ferdinand ve Zapolya arasındaki çekişmeden dolayı Macaristan’daki durumun belirsizliği ve Türklerin tekrar harekete geçmeleri endişelerinin konuşulduğu bir dönemde, Luther, Türk savaşlarıyla ilgili görüşlerini açıkça ortaya koyacak yazısını kaleme alma kararını verir[127].

Bu yazılardan 9 Ekim 1528 yılında üzerinde çalışmaya başladığı ve bir ay sonra basımına geçilen Türklere Karşı Savaşa İlişkin adlı metnin ilk örnekleri kaybolur ve yeniden y azılmak zorunda kalınır. Metnin tamamı anc ak 1529 yılının Nisan ayında basılır[128]. Hem arkadaşlarının ısrarı, hem de Türklerin çok fazla y aklaşmış olması, yazının oluşmasının temel nedenlerini teşkil etmektedir[129]. Luther’in bu metni diğer y azılarıy la kıy aslandığında ayrı bir yer tutmaktadır[130]. Bunun nedeniyse yanlış anlaşıldığını düşünerek kendisindeki fikir değişikliğini açıklamaya çalışmasıdır. “Papa X. Leo beni aforoz ettiği fermanında, özellikle benim, Türklere karşı savaşmak, günahlarımızı böylesine bir cezayla veren Tanrı’ya karşı gelmek anlamındadır, sözlerimi

lanetlemektedir” [131]. Luther’in bu ifadesi birçok yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiği gibi, kendi düşmanları tarafından da sıkça kötüye kullanılmıştır[ 132]. O bir zamanlar söylediklerinin arkasındadır ve inkâr etmeye kalkmaz, ancak bu sözlerinin ortaya çıkış nedenlerini açıklama ihtiyacı duyar. Aleni olarak yapmış olduğu itirafında, Papa’nın aslında sadece Almanya’dan gelecek olan endüljans p aralarına göz diktiğini vurguladığı gibi, Türk savaşlarını maddi olarak desteklemek amacıyla Roma tarafından talep edilen vergileri ödemeyi de kesinlikle red ettiğini açıkça beyan etmektedir. Aslında tamamen Papa’ya yönelik olan bu tutumundan dolayı, 1518 yılında neredeyse kiliseden aforoz edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalır[133]. O yazısında aynı zamanda Türklere karşı savaşmanın kesinlikle y anlış olmadığını, ancak bu bağlamda, Tanrı tarafından kimin vazifelendirilip seçilmiş olduğu sorusunun y anıtlanması gerektiğini vurgular. Luther bu görevi üstlenebilecek olan iki kişiden söz eder, “biri Christianus, diğeri ise Kayzer Carolus’dur[134], ya da o dönemde Kayzer kim ise”. Christianus ile kast ettiği inançlı Hristiyan toplumu ve bu topluluğun manevi savaş hazırlığıdır. Bunun anlamı ise, sadece dua ve içten tövbeler sayesinde Tanrı’nın cezasından vazgeçmesi ya da daha ılımlı hale getirmesidir. Luther’e göre bu bağlamda papazlara çok önemli görevler düşmektedir, çünkü onların vazifesi sürekli olarak halkı uyarmak ve duanın önemine işaret etmektir. Kayzerin görevi ise, Hristiyanlığın başı olduğu için değil, Tanrı’nın istemiş olduğu düny evi merciyi temsil ettiği için, krallığını ve halkını korumaktır. Böylelikle Kayzerin emrini yerine getirmekle, Tanrı’nın da emirleri yerine getirilmiş olur[135]. Bu durumda savaşta hayatını kaybeden insan, itaatkâr insan olarak ölmüş olur. Ancak “Kayzerin, ne Hristiyanlığın başı, ne de Protestanlığın ya da inancın koruyucusu” olmadığı konusunda da sürekli olarak uyarılarda bulunur[136]. O, özellikle bu uyarısıyla Katoliklerle Protestanlar arasındaki farkı ortaya koy ar. Katolik mezhebi Hristiy an devlet anlayışını benimsediğinden, Türk savaşını aynı zamanda din savaşı olarak kabul etmektedir. Luther’e göre ise devlet, temeli itibarıyla Hristiyan devlet olmamakla birlikte, devletin Hristiyanlaştırılması en büyük amaç olarak kabul edilmelidir. Kayzerin Türklere karşı savaşma isteğini anlamsız bulan Luther, onu ve yandaşlarını zaten Hristiyanlığın ve inancın en büyük düşmanı olarak kabul etmektedir. Kayzer ve ona bağlı prenslikler bir din savaşını ahlaki anlamda haklı kılabilecek niteliklere sahip değillerdi. Elbette Kayzer, Türklere karşı savaşmalıydı, ancak bunu Papa yandaşları istediği için değil, Tanrı’nın vermiş olduğu sorumluluk anlayışı çerçevesinde yapmalıydı. Kendisine Tanrı tarafından emanet edilen halkının sağlığını ve mutluluğunu düşünerek ve onları tehlikelerden korumak üzere Türklere karşı savaşmalıydı. Kayzere karşı gibi görünen bu söylemlerine rağmen, aslında Luther genel olarak, birçok yazısından da anlaşıldığı gibi, ona derinden bağlıdır. Türk sorununun aşılması konusunda olduğu gibi, başka konularda da Kayzerin y anında yer aldığını belirtir. Kayzer, Tanrı’nın kendisine vermiş olduğu görevleri yerine getirmekle yükümlü olduğundan, vatanını ve halkını güçlük ve zorluklardan kurtarmakla görevlendirilmiş lider konumundadır. Luther yazısında, manevi ve dünyevi idarenin birbirinden ayrılması gerektiği konusunu işlemektedir. Aynı zamanda Hristiyanları dinlerine sadık kalmaları ve şeytani Türklerle ittifak kurma yanılgısına düşmeme hususunda uyarmaktadır. Luther’in yazısı, Sultan Süleyman’ın Almanya’ya karşı sefer düzenlemeyi tasarladığı sıralarda çıkmıştır. “Wittenberg ve Nürnberg’deki matbaalar, 1529 yılı içerisinde, kitab ının art arda basılmasını sağlamakta ve Almanya’da o güne kadar görülmemiş bir savaş hazırlığı içerisine girilmektedir” [137]. Ve mucizevi bir biçimde Tanrı’nın düşmanı olarak tanımlanan Türkler, Viyana kapılarına kadar dayanmışken, geri çekilmeye başlamaktadırlar. Ancak Luther’e göre, Tanrı’nın bu inay eti toplum tarafından büyük bir hızla unutulmay a başlanır. Tekrar insanların vicdanlarına seslenme ihtiy acı duy ar ve Tanrı’nın inay etini hatırlatmay a çalışır.

4.2.I.2.     Türklere Karşı Ordu Vaazı

Luther, 1529 yılının sonlarında basıma hazır olan Türklere Karşı Ordu Vaazı’nı yazdığı sıralarda, sürekli olarak Türklerin Avusturya’ya vermiş olduğu zararlar hakkında haberler almaktadır. Aldığı bu haberlere göre Avusturya büyük ölçüde harap edilmiş ve 100 binden fazla insan öldürülmüş ya da esir alınmıştır. Bu da yetmiyormuş gibi, Luther’e göre, “Almanya Türklerin safına geçebilecek olan hainlerle doludur” ve İmparator V. Karl da insanlara Türklerden daha beter davranacak gibi görünmektedir[138]. Son derece karamsar bir ruh hali içinde bulunan Luther, Türklere Karşı Ordu Vaazı’nı bu koşullar altında y azarak, halkı Türklere karşı savaşmaları için cesaretlendirmeye çalışmaktadır. Luther Türklere karşı y apılmış bir savaşın aynı zamanda Tanrı’nın düşmanına karşı yapılmış bir savaş olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, bu savaşta hayatını yitirecek olan her Hristiyanın, göz önünde bulundurması gereken, şehitlik mertebesine yükseleceğidir. Bu nedenden böylesine onurlu bir ölümden ne korkmalı ne de kaçınmalıdır. Luther bu yazısında sadece prenslere ve krallara seslenmez. Onun savaş çağrısı toplumdaki bütün sınıflara yöneliktir. Soylulardan, bugüne kadar yaptıklarının aksine, sömürüyü ve savurganlığı bir kenara bırakıp, bulundukları mevkiye ve görevlerine lay ık olduklarını göstermelerini ister. Burjuva ve tüccarlardan cimriliklerinden vazgeçmeleri ve ellerinde bulunan paralarla kefaretlerini ödemelerini talep eder. İşçi ve çiftçilerin vicdanlarına seslenerek y ardımda bulunmaları için çağrıda bulunur. Luther insanların böylesi kötü zamanlarda ellerindeki tüm imkânları kullanarak, ya asker olarak ya da bağışlarda bulunmak suretiy le, düşmana karşı durmaları gerektiğinin altını çizer. En geç düşman topraklara ayak bastığında ve Türklerin zulümleri başladığında, bunu y apmamış olan herkesin pişmanlık duyacağını dile getirir ve bunlarla ilgili örnekler sunar. Türkler geldiğinde sonuna kadar mücadele edilmeli, Türklerin y ağmalamalarına izin verilmemeli, ölümü dahi göze alarak, çocuklar hariç, her şey yakılıp yıkılmalı ki, hiç bir şey ellerine geçmesin. Ele geçirdikleri yetişkinleri esir alacaklar, çocukları yakaladıkları anda şişleyecek ve parçalayacaklardır. Mücadele etmeden Türklere teslim olmaktansa, ölüm tercih edilmelidir. Luther sunmuş olduğu bu korkunç tablo sayesinde her kesime hitaben savaş azmini pekiştirmeye çalışmaktadır[139]. Vaazının sonunda Türkiye’deki esirlere seslenerek, onları teselli etmey e çalışır. Luther esirlere, nihayetinde Hristiyanlığın düşmanı olan Türklerin sözde olumlu özelliklerine kanmamaları gerektiği tavsiyesinde bunur.

Luther’in bu iki savaş yazısına dayanarak, söylemlerinin son derece sübjektif ve çelişkilerle dolu olduğu ortaya çıkmaktadır. Siyasi kargaşanın bir sonucu olan çelişkilerinin temeli ise Papa ve yandaşlarına karşı yürüttüğü savaştan kaynaklanmaktadır.

4.2.I.3.     Türklere Karşı Duaya Çağrı

Türklere Karşı Duaya Çağrı (1541) adlı yazısında ise Luther, Hristiyan dünyasının[140] günahlarının çokluğundan yakınır. Tanrı’nın bu sebepten insanların dualarını işitmemesi endişesini dile getirmesine rağmen, Papa’nın ve Türklerin sonunun yaklaşması ümidini y itirmey erek, insanların duaya devam etmeleri gerektiğini vurgular[141]. “Mahşer günü uzakta o lamaz ve Türkler de (tıpkı Papa gibi) sonlarına yaklaşmış olmalı, bundan hiç şüphem yok”[142]

Bunlara rağmen, Hristiyan dünyasının “Türk politikalarının”, fazlasıyla “miskin” ve “ahmakça” kaldığını düşünen Luther, endişelidir[143]. Yazısında sıkça şeytani Türklerden ve onlardan kaynaklanan tehlikelerden bahseden Luther, Türkleri, Tanrı’nın cezası olarak görür. Ve Luther’e göre Hristiyanlar bu ceza sayesinde, yani Türkler sayesinde “Tanrı’dan korkmayı ve dua etmeyi” öğreneceklerdir[144]. Diğer yazılarında olduğu gibi bu yazısında da Luther, sadece Türkleri değil, aynı zamanda Papa’yı da Hristiyanlığın gerçek düşmanı olarak kabul ettiğini belirterek[145] propaganda ağırlıklı söylemleriyle Protestanlığın yayılmasını hedefler.

Luther o dönemlerde Türklere karşı herhangi bir mücadelenin söz konusu olamayacağını öne sürer. Almanya’nın güç birliği oluşturamamasındaki en büyük engel ona göre sosyal hayattaki memnuniyetsizliğin yanı sıra, Alman toplumundaki ahlaki çöküştür. 17 Mayıs 1542 yılında Luther artık Brandenburg Elektörü olan II. Joachim’i (1505-1571) tebrik eder. Luther, Türklere karşı savaşacak olan bu şefaat etme sözü verir, çünkü kilisenin duası olmadan Türkleri yenmenin mümkün olmayacağına inanır. Türklerin sürekli olarak tehdit oluşturmalarından dolayı, Luther de insanları durmaksızın duaya çağırır. 1542 seferi başarısızlıkla sonuçlanınca “Türk vergisi” de boşa harcanmış olur.

29 Aralık 1542 yılında Luther, Justus Jonas’a yazdığı mektubunda, kilise hem dışardaki, hem de içerdeki Türklere karşı dua etmelidir, uyarısında bulunur. Kısa bir süre sonra, Elektör Johann Friedrich’in[146] isteği üzerine Wittenberg’deki papazlara 1543 yılında tekrar bir uyarı yazısı yazar ve bazı hükümdarları ve derebeylerini “Türk vergisi” vermemekle ve böylece aslında Türklerle işbirliği yapmış olmakla suçlar. Böyle bir işbirliğinin yapılmış olması ise, ona göre, duaların etkinliğinin azalmasına sebep olabilmektedir.

4.3.   Luther’in Son Dönemlerindeki Tutumu

Luther’i neredeyse tüm hayatı boyunca meşgul eden Türk tehdidi sorunu ölümüne kadar devam etmiş, kimi zaman umutlanmasına, kimi zaman ise ümidini tamamen y itirmesine neden olmuştur. Yavaş yavaş yükselen bir eğilim ile konuya ilgisi artmış, 1529-1530 yıllarında ise doruğa ulaşmıştır. Bu dönemlerde Türklere karşı aktif olmaya çağırmış ve genelde onlara karşı olan girişimleri desteklemiştir. Tüm çabaların başarısızlıkla neticelenmesi sonucunda ise y avaş yavaş ümitsizliğe kapılmış ve apokaliptik duygularla yaralarını sarmıştır. Ölmeden kısa bir süre önce içinde yaşattığı çelişkiler doruğa çıkmış, Türk sorununu ortadan kaldırmanın imkânsızlığını kabul etmiş ve derin üzüntüler yaşamıştır[147]. Ne de olsa Luther’e göre mahşer gününün gelmesine çok az bir zaman kalmıştır: “1600 yılında Türk gelecek ve bütün Almanya’yı harap edecektir”[148].

5.                      Apokaliptik İnançlar Doğrultusunda Luther’in TürkSorununa Bakışı

Luther hem birinci, ama özellikle de ikinci savaş yazısından anlaşıldığı üzere, apokaliptik kehanetlerin etkisinde kalmıştır. Bu kehanetlerin etkisi ölümüne kadar sürmüş ve aynı zamanda düşünce sistemine zemin teşkil etmiştir. Özellikle Türklerin Viyana’ya kadar ilerledikleri dönemlerde, halk arasındaki kehanetlerde bir artış söz konusudur. O güne kadar kehanetlerden fazla etkilenmeyen Luther[149], bu söylemlerin de etkisiyle Philipp Melanchthon ve Thüringen reformatörü Friedrich Mykonius[150] ile yapmış olduğu bir konuşmayı anımsar. Bu konuşmada kendisine Fransisken tarikatına mensup Johannes Hilten adlı rahibin tuhaf kehanetlerinden bahsedilir[151]. Bu rahip 1500 yılında 25 sene zindanda yattıktan sonra Eisenach’da[152] ölen ve Papalığa yönelik eleştiri ve Osmanlılarla ilgili kehanetleriyle tanınan Hilten’dır. Bunların yanı sıra 1516 yılında kiliseyi yenileyen bir adamın geleceği kehanetinde de bulunur. Luther’in kendisinin kast edildiğine inanması muhtemeldir. Ayrıca Osmanlılarla ilgili kehanetlerin de gerçekleşmek üzere olması rahibin inanandırıcılığını Luther’in gözünde arttırmaktadır! 153]. Hilten, Hz. Danyal’ın[154] karamsar vahiysinde Türklerle ilgili işaretler bulduğunu iddia eder. Türklerin Viyana kapılarına kadar dayandıkları fikri, Luther’i adeta hasta eder[155]. Böylesine endişeli olduğu bir zamanda, ikinci savaş yazısının (Ordu vaazı) hazırlıklarını tasarlar, ancak yazısını Türklerin çekildikleri haberini aldıktan sonra kaleme alır. Türklerin çekilişini bir yandan Tanrı’nın mucizesi olarak yorumlayan Luther, diğer y andan Tanrı’nın bu yıl yanlarında yer alması şeklinde tabir eder. Ancak uy armadan da edemez ve Almanların her zamanki gibi uyumamalarını, tam aksine uy anık olmalarını ister. Ne de olsa “Türkler bizim komşumuz kalacak ve bizlere rahat vermeyecek”[156]. Dünyanın sonunun geldiğine inanan Luther[157], aynı zamanda İsa’nın, Hristiyanları bu Yecuş-Mecuş’dan da kurtaracağına inanır[158]. Yazısında da yaptığı gibi, tüm gücüyle Türklere karşı bir savaşı onaylaması, bu sorunun tarihî ve siyasi gidişatını değiştirebileceğini düşündüğü anlamına gelmemektedir. Luther tarihî olayları Danyal ve Ezekiyel’in kehanetleriyle açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre Hristiyanlığın sonunu hazırlayan iki korkunç despottan söz edilmektedir. Birisi, Danyal’ın 11. bölümde bahsettiği gibi, gerçek Hristiy an dinine ve Protestanlara karşı öğretilerde bulunan ve kendini tüm Tanrıların üstünde tutan, Papa ve Papalık kurumudur. Diğeri ise dünyevi kılıcı olan ve Matthaeus 24, 21’e göre bu güne kadar dünyada görülmemiş kederleri beraberinde getiren Türklerdir[159].

Hz. Danyal’ın tarif ettiği dört korkunç hayvanı, Luther dört büyük imparatorluk o larak yorumlamaktadır. Birinci imparatorluk Asur ve Babilonya’dır. îkinci imparatorluk Pars ve Medler’dir. Üçüncüsü ise Büyük İskender ve Yunanlılar, dördüncü ve aynı zamanda dünyadaki en son imparatorluk ise büyük ve korkunç Roma împaratorluğu’dur. Luther, Hz. Danyal’ın dördüncü ve dünyadaki son imparatorluk sözüne dayanarak, Türk alayının mutlak bir güce kavuşamayacağı sonucuna varır. Çünkü Roma împaratorluğu’ndan sonra mahşer gününün gelmesi gerekmekte, aksi takdirde Hz. Danyal’ın y anılmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna ise inançlı bir Hristiyan olan Luther pek ihtimal vermez.

Danyal’ın “dört hayvan” kehanetini tarihî o lay lara day anarak güncelleştiren Luther, dördüncü hayvanın on adet boynuzu bulunduğunu, bunların ise dördüncü imparatorluğa ait on krallık olduğunu belirtir[160]. Ona göre, Türkler bu on boynuz arasında yer almamaktadır. Türkleri simgeleyen boynuz sonradan çıkmış ve bu boynuzun büyümesi sonucu, üç boynuzun atılmasına sebep olmuştur. O, tarihî süreci göz önünde bulundururak, atılan bu üç boynuz ile, Türkler tarafından Roma împaratorluğu’ndan koparılan Mısır, Yunanistan ve Asya’nın kast edildiğini düşünmektedir. Luther apokaliptik tutumu doğrultusunda, Türklerin, çok güçlü bir imparatorluk olmalarına karşın, dünyayı etkisi ve hükümdarlığı altına alabilecek bir imparatorluk kurmalarının imkânsız olduğunu savunur. Bu düşüncelerine dayanarak onun kendi kendisiyle çelişkiye düştüğünü söylemek mümkündür. Bir yandan bu kehanetlere dayanarak Türklerin son sefer planlarını gerçekleştiremeyeceklerine inanırken, diğer y andan o zamanlarda yapılan savaşlardan dolayı Almanların geleceği için büyük endişe duymaktadır. Luther’e göre rahat vermeyen Türkler büyük bir öfkeyle, Hz. Danyal’ın kehanetlerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bunu yaparken göz ardı ettikleri şey ise, bu y apılanlardan sonra mahşer gününün geleceği, Tanrı’nın Hristiy anları kurtarıp, Türkleri cehenneme göndereceğidir. Hristiy anlar Türklerden dolayı çektikleri sıkıntılar yüzünden yakınmamalıdır, çünkü Hz. İsa’nın din uğrunda ölen insanlara ihtiy acı vardır ki, Türklerin sonu gelebilsin[161]. Macaristan ve Almanya’da yaptıkları, bize yaptıkları son şeylerdir. GerçiMacaristan ve Almanya’yı hırpalayacak, ama Asya ve Mısır’ı ele geçirdiği gibi, ele geçiremeyecektir. “Çünkü Hz. Danyal ona üç boynuz vermiştir, daha fazla değil”[162]. Danyal’ın apokaliptik yorumlarının etkisinde kalan Luther, Türklerin gün geçtikçe güç kazanmalarını Batı Dünyası için tehditkâr bulmaz, çünkü en güçlü olduklarını sandıkları an, Mesih olan Hz. îsa onlardan hesap soracak ve Hristiy anlara eziyet eden Türkleri cezalandıracaktır[163]. Viyana’ya hücüm eden yeniçerilerin başarılı olmaması, Luther’e göre bir daha saldırmay acakları anlamına gelmemektedir. Bu gerçek ise onu hem endişelendirmekte hem de düşündürmektedir.

10 Kasım 1529 yılında Jacob Probst’a yazdığı mektubunda, Luther Almanya’daki durumlardan, ama özellikle de Kayzerden şikayetci olmaktadır. Oysaki kısa bir süre önce y azmış olduğu savaş y azılarında Kayzere büyük güven duyduğunu belirten Luther, artık onu da en az Türkler kadar tehlikeli bir düşman o larak gördüğünü belirtir[164]. Bu üzücü durum karşısında, Luther dünyanın sonunun geldiği ve Hristiy anlığın kurtuluşunun yakın olduğu düşüncesinde teselli bulur. Kafasında dinî bilgiler doğrultusunda bir türlü çözümleyemediği Türk sorunu, onun bu dönemlerde ruhsal olarak çökmesine neden olur. Türklere karşı ateşli savaş metinlerinin yazarı, geçirdiği bu değişimden dolayı, karamsarlığa kapılır. Öldüğü güne kadar Türk sorununu irdeleyen Luther çizgisini değiştirmiş ve Türklerden kaynaklanan bu eziyetlerin Tanrı’nın isteği olduğu fikrini iyiden iyiye benimsemiştir. Nisan 1532 yılında kendisine, Türklerin Hristiy anlara karşı büyük bir sefer düzenledikleri haberi gelince, neredeyse sevinç duymaktadır. Aslında sadece apokaliptik kehanetlerin gerçekleşmesine yönelik olan bu sevinç, Almanların başına geleceklerinden dolayı endişe duymadığı anlamına gelmemektedir. Yine 1520 yılında da ifade ettiği gibi, Alman halkının birleşememesinden dolayı güç birliği oluşturamamalarını da eleştirmektedir. Luther milletine sırt çevirmemekte ve Türklere karşı giriştikleri mücadelelerinde başarılı olmalarını dilemektedir. Kay zere karşı görevlerini yerine getirmesi için, çok sert eleştirilerde bulunur. Ancak temelde ona güvencini yitirmez ve onda halkın koruyucusunu ve kurtarıcısını görür. Bu düşüncesini birçok yazısında dile getiren Luther, Tanrı’nın Kayzere, prenslere ve onunla birlikte Türklere karşı savaşan herkese cesaret vermesini dilemektedir[165]. Buradan da Luther’in Kayzere tüm eleştirilerine rağmen güvendiği anlaşılmakta ve onu hiçbir zaman deccal o larak görmediği ortaya çıkmaktadır. Luther’e göre Türklerin dışında tek bir deccal vardır, o da Papa’dır. Tanrı tarafından dünyevi düzenin başına getirilmiş olan Kayzer V. Karl, eğer sonuç düny evi bir sonuç olacaksa, Türklere karşı koyacabilecek tek kişidir. Ancak buna yönelik inancını y itirmey e başlayan Luther, apokaliptik bir tutum sergileyerek, başka bir deyişle mahşer gününün yaklaştığını düşünerek, dünyevi bir müdahale ile Türklerin durdurulamayacağından emindir. Daha önce de Danyal’ın apokaliptik bakışını benimsediğini dile getirmiş, ancak o dönemlerdeki bakış açısının, sonrakinden farkı, teoloji merkezli bir tarih yorumunun, psikoloji kaynaklı bir yoruma dönüşmüş olmasıdır. Geleceğin belirsizliği, kayda değer bir başarının elde edilememesi, onu eski yıllarda olduğu gibi, ümitsizliğe sevk eder. Bu karamsarlığın esas kaynağını Luther, toplumun genel olarak fazlasıyla günahkâr oluşuna bağlamakta ve bu olumsuz durumdan dolayı aşırı derecede ümitsizliğe kapıldığı dönemde, Kayzerin zafer elde etmesi için dua etmenin yararına da inanmamaktadır. Ara sıra düştüğü bu bunalımların dışında, son derece inançlı bir insan olan Luther, dua etmenin mutlak yararına inanmakta ve dualarla Tanrı’ya seslenmenin etkinliğini anlatmay a yönelik çabalarını sürdürmektedir.

1532 yılından sonra Türk korkusu geçici o larak gündemdeki ağırlığını yitirmektedir.

1538 yılında Luther bu konuyu tekrar gündemine alır. Bu arada 1536 yılında Fransız Kralı I. Fransuva (Franz) ile Kanunî Sultan Süleyman arasında Almanlar için sürpriz o lmay an bir ittifak söz konusu o lmuştur. Luther bir kez daha Hristiyan-Batı Dünyasının birleşerek Türklere karşı savaşacağına dair ümitlerini yitirir ve hayal kırıklığına uğrar. Saksonya Elektörü Johann Friedrich’in isteği doğrultusunda kendisinden Türk savaşlarına katılım konusunda fikir beyan eden bir yazı yazması istenir. Luther söz konusu yazıda son kez Türklere karşı girişimleri desteklediğini belirtir. Ancak bu tutumuna rağmen Türklerin zaferleri karşısında tüm ümitlerini yitiren Luther, Almanları çok ağır şekilde eleştirmeye koyulur ve onların tembelliklerinden, ağır ve aksak oluşlarından, yemelerinden, içmelerinden ve oyun oynamalarından şikayetçi olur. “30 yıl içerisinde öylesine büyümüştür ki Türkler, Mısır, Arabistan, îran, Asya ve tüm Yunanistan’a hâkim olmuşlardır”[166].

1539 yılının başlarında Luther’in Papa’ya y azmış olduğu uy arı yazısından bir kez daha anlaşılmaktadır ki, ona göre artık Türk sorununun çözümlenmesi sadece Tanrı’nın inayetine bağlıdır. Tanrı’nın inayetini kazanmak için insanlar içten ve ciddi o larak dua etmeliydi. însanların maneviy attan ne kadar uzaklaştığı, Luther’den Türklere karşı Duaya çağrının yazılmasını talep eden Elektör’ün isteğinden de anlaşılmaktadır. Bu yazının içeriği Vielau’a göre maneviyata yöneliktir[167].

6.   Luther’in Çağdaşlarının Türk Savaşlarına İlişkin Görüşleri

Luther’in çağdaşlarının Türk savaşlarına ilişkin görüşlerine yer vermeden önce 16. yüzyılda yayınlanmış olan Türkler hakkındaki yazıların neredeyse tümünde Protestan ya da Katolik bir tutumun belirgin bir biçimde ortaya çıkmadığını vurgulamak gerek. Katolik mezhebine mensup bazı kişilerin yazılarında Luther’e karşı düşmanca bir tav ır sergilenilmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. Nitekim Protestanlık mezhebine bağlı olanlar da, İslam’a karşı eskiden beri var olan düşmanlığın etkisi altında kalmakta ve Katoliklere karşı yeni bir konsept ortaya koyamamaktadırlar. Sonuç itibariyle her iki mezhebin mensuplarının bilinçaltlarında yatan, ezelî düşmanına karşı sadece Alman milletinin değil, bütün milletlerin ve güçlerin birleşmesi gerektiği inancı yatmaktadır[168].

16. yüzyılda Türk savaşlarına ilişkin y ay ınlanmış olan y azıların çokluğu dikkat çekmektedir. Fikir vermesi bakımından Protestan ve Katolik yazarlara göre ayırmaya çalışarak dönemin önemli sayılabilecek bazı yazarlarının adlarını vermek gerekmektedir.

Katolik mezhebine mensup ve o dönemde y azılarıy la dikkat çeken y az arların bazılarının adları şöyledir: Rotterdamlı Erasmus (1466 ya da 1469-1536), Johannes Eck (1486-1543), Johann Caspar, Johannes Cochlâus (1479-1552), Johannes Ramus, Augustin Neser, Georg Scherer (1540-1605)[169].

Protestan mezhebine mensup ve ağırlıkla Martin Luther’i kendilerine örnek alan ya da o çizgide y azılar yayınlayan y azarların bazılarının adları şöyledir: Georg Mylius (1548-1607), Philipp Melanchthon (1497-1560), Johannes Brenz (1499-1570), Justus Jonas (1493-1555), Johannes Bugenhagen (1485-1558), Georg Spalatin (1484-1545), Johannes Aventinus (1477-1534), Ulrich von Hutten (1488-1523), Johannes Sturm (1507-1589), Sebastian Franck (1499-1542 ya da 1543), Theodor Bibliander (1505-1564), Caspar Peucer (1525-1602), Heinrich Knaust (1520-1580). Adı geçen yazarların bazılarının Türklerle ilgili yapmış oldukları çalışmalara ve Türk savaşlarına ilişkin görüşlerine kısaca değinmek, dönemin bu konuya verdiği önemi yansıtması bakımından, faydalı olacaktır.

Örneğin, Ingolstadt ve Heidelberg’de teoloji öğrenimi gördükten sonra rahip olan Sebastian Franck gibi. Luther’in öğretilerinden etkilenen Franck, Protestanlığa geçer ve 1526 ile 1528 yılları arasında Lüteryen papazı olarak Protestanlığa hizmet eder. 1528 yılından sonra ise bütün mezheplerle olan bağlarını koparır ve dogmalardan arındırılmış Hristiyanlığa dair kendi fikirlerini oluşturur. Sebastian Franck’ın Türk savaşlarına ilişkin görüşleri spiritüalizmin etkisinde kalmıştır. Buna göre Franck savunma amaçlı bir savaşı dahi benimsememekte ve düşmanın sadece maneviyatla yenilebileceğini savunmaktadır. Diğer yandan Franck’ın en büyük endişesi Türklerin eline esir olarak geçen Hristiy anların maneviyatına yöneliktir. Söz konusu olan e saretteki çalışmaların ağırlığından ziyade, bu insanların inançlarını korumaya dair çabalarıdır. Franck bir yandan Türklerin yaşam biçimlerine yönelik olumlu değerlendirmelere yer verirken, diğer yandan Türklerin ahlaki yapılarında şeytani bir karakter olduğunu da dile getirmektedir[170].

1514 yılında Heidelberg Üniversitesinde öğrenimine başlayan ve 1518 yılında Luther ile tanışan Johannes Brenz, Protestanlığın önemli savunucularından biri olarak tarihe geçmiştir. 1532 yılında Alman halkını yaklaşan Türk tehdidi konusunda uy armak amac ıy la vaaz derlemesini yayınlar ve Türklerin sadece Roma împaratorluğu’nu yok etmekle kalmayacaklarını, aynı zamanda Hristiy an dinini de o rtad an kaldıracaklarını ileri sürer. Brenz’in Türklerle ilgili açıklamaları Luther’inkilerle büyük ölçüde örtüşmektedir. Bu da kendisinin Luther ile yıllarca süren yakınlığı ve do stluğu ile açıklanabilmektedir. Brenz’in vaazlarında hâkim olan tarzın Luther’in vaazlarındakine benzemesi de aynı şekilde açıklanabilmektedir[ 171].

Lüteryan olan Heinrich Müller ise oldukça geniş bir derleme ile 1563 yılında Türk yazılarını bir araya getirmiştir. Kitabının ön sözünde, ayrıca Türk tarihi ya da Türklerle ilgili bundan önceki yayınlarında, Türklerin eline esir düşen Hristiyanların ya da Türk hükümdarlığı altında yaşayanların vergilerden çektiklerine yer verilmemesini eleştirmektedir. Bu konulara değindiği için Bartholomâus Georgewitz’in yazısını İtalyanca’dan Almanca’ya çeviren Müller, bununla Almanları bilinçlendirmeye ve Türklere karşı uyarmaya çalışmaktadır. O aynı zamanda, Hristiyan-Türk savaşlarının barışla sonuçlanmay acağını ve sonsuz bir savaşın hüküm sürdüğünü, bu savaşların ise ancak birinin diğerini yok etmesiyle noktalanacağını ileri sürmektedir! 172].

Asıl adı Philipp Schwartzerdt olan Philipp Melanchthon hem hümanist hem de teolog o larak isim yapmıştır. Melanchthon, Martin Luther’in yanı sıra Reformasyonun en önemli kişileri arasında yer almıştır. Kendisi Luther’in, özellikle 1518 yılında gerçekleştirilen ve Heidelberg Mübahasedesisi diye adlandırılan tartışmasından derinden etkilenmiştir.

Melanchthon ile Luther arasında o dönemde başlayan dostluk, Luther’in ölümüne kadar süren bir işbirliğine dönüşmüştür. Luther’in etkisinde kalan Melanchthon’a göre Hristiyan dünyasının liderleri îslam’in yok edilememesinden sorumlu tutulmalıdırlar. Ona göre Hristiyan dünyasının Türklerle doğal ve ebediyete kadar sürecek olan ezelî bir düşmanlığı vardır. Bunun nedeni ise Hristiyanlığın övgüye değer düzeninin Türkler tarafından yok edilmek istenmesidir. O aynı zamanda bu düşüncelere bağlı olarak kaosun yayılmasından da Türkleri sorumlu tutmaktadır. Melanchthon’un çeşitli kitapların ön sözlerinde dile getirdiği görüşler hemen hemen Luther’in görüşlerine paralel düşüncelerdir[ 173].

Basel de yaşayan Theodor Bibliander teolog ve oryantalist olmasının yanı sıra Reformasyonun İsviçre’deki en önemli isimlerindendir. Aynı zamanda Luther’in yakın arkadaşı olan Bibliander esasen İslam karşıtı yazıları derlemesi ile üne kavuşmuştur. Bu y azılarının y ay ınlanmasından önce Türklere karşı bir

Consultatio yazan Bibliander’in bu yazısında Rotterdamlı Erasmus’dan da ne kadar derinden etkilendiğini görmek mümkündür. înanç savaşlarına karşı olduğunu açıkça dile getiren Bibliander, Türk savaşını sadece Hristiyanlığı korumak adına kabul etmektedir. Bibliander ayrıca Kur’an çevirisi sayesinde de tanınmıştır[174].

Kalvinizm[175] karşıtı tutumuyla tanınan Georg Agricola (1530-1575) Türkler hakkındaki y azılarıy la da dikkat çeken yazarlardandır. Dönemin önemli isimlerinden Philipp Melanchthon ve Johannes Sturm ile yakın arkadaşlığı olmuştur. Viyana’daki galibiyetin etkisinde kalan ve yazısında Türklere karşı çağrıda bulunan Agricola’nın Latince hazırlamış olduğu yazısının Almanca tercümesi 1531 yılında Nürnberg’de yayınlanmasına karşın aynı çalışmanın orijinali, ancak 1538 yılında Georg Fabricius tarafından basıma verilir. Agricola’ya göre Tanrı Almanların y anında yer almaktadır[176].

Johannes Sturm ise hem hümanist hem de pedagog olarak Avrupa’daki eğitim sisteminin gelişimine büyük katkılarda bulunmuştur. Öğrenimi esnasında Erasmus’un fikirlerine eğilen Sturm, sonrasında Philipp Melanchthon’un teolojik ve pedagojik fikirlerine iştirak eder. Melanchthon’un o dönemlerde tekrar ele aldığı ve yorumladığı Hz. Danyal’ın kehanetleri geniş kitlelere ulaşır. 16. yüzyılda özellikle de ilim adamları bu yorumlar doğrultusunda Roma İmparatorluğu’nun Hz. Danyal’ın yorumuna dayanarak, dünyanın son İmparatorluğu olduğununa inanmışlardır. Sturm da bu yorumların etkisinde kalarak, Roma İmparatorluğu’nun güçsüzlüğünü, Hz. Danyal’ın yüzyıllar öncesinde söylediği iddia edilen sözlerine day andırmakta ve bunun Roma İmparatorluğu’nun son dönemleri olduğunu ileri sürmektedir.

Ulrich von Hutten de savaşmamayı tercih eden dönemin ileri gelen hümanist fikir adamlarından idi. Genç yaşlarda Erasmus ile de karşılaşmış olan Hutten, sonraları oldukça agresif bir tutum sergileyerek Katolik Kilisesini eleştirmektedir.

Hutten savaşmamayı tercih etmesine karşın, Türkler hakkında her zaman olumlu ifadelere yer vermemekte, özellikle Türklerin yaşam biçimlerine yönelik kimi zaman oldukça olumsuz fikirler beyan etmektedir, tıpkı Agricola ve Cochlâus gibi.

Justus Jonas hukukçu, hümanist, Lüteryen bir teolog ve Reformasyon taraftarıdır. Reformasyonun önemli isimlerinden olan Jonas özellikle Luther ve Melanchthon’un çevirilerini yapmasıyla tanınır. Erasmus ile de iyi ilişkileri olan Jonas, sonraları tamamen kendisini teolojiye adar. Jonas olgunluk döneminde Wittenberg’de Martin Luther ile birlikte teoloji profesörü olarak ders verir. Çalışmalarında Türkleri, sadece Hristiy anları yok etmek isteyen hain bir düşman olarak değil, aynı zamanda işe y arar, iyi olan her şeyi, yani rejimi, düzeni ortadan kaldırmak isteyen ahlaksız düşman olarak da tanımlar[177].

Martin Luther’in çağdaşı ve fikirsel bazda en önemli rakiplerden biri kabul edilen Rotterdamlı Erasmus[178], hümanizm akımının en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. 1465 yılında Hollanda’nın Rotterdam kentinde doğan ve temel eğitimini tamamladıktan sonra Augustin tarikatının bir rahibi olan Erasmus, geleneksel anlamda rahip olmak yerine kendisini tamamen bilime adamıştır. Paris Üniversitesi’ne devam ettikten sonra, 1499 yılında İngiltere’ye gider ve orada kendisini derinden etkileyen John Colet ve Thomas Morus (More) gibi aydınlarla tanışır. Hristiyanlık ruhunu antik çağın y alınlığında aray an Erasmus, Papalığın düşünceler üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı çıkar. Deliliğe Övgü (özgün adıyla: Morias enkomion seu laus stultitiae) gibi özgün yapıtlarıyla ve çevirileriyle (örn. Lukianos ve Libanios’tan yapmış olduğu çeviriler) Antik Çağ düşüncesinin Avrupa’da yayılmasını sağlar. Rotterdam’lı Erasmus tıpkı Martin Luther gibi kilisenin yenilenmesini teşvik etse de bunun Hristiy an dünyasına zarar vermeden, zaman içerisinde yapılmasını talep eder. Pap aların bile ziyaret ettiği Erasmus 1536’da Basel’de öldüğünde Avrupa’nın en saygın kişileri arasında yer almaktaydı. Erasmus’un Türklerle ilgili görüşlerine yer verdiği üç önemli yazısı mevcuttur. Bunlar sırasıyla 1516 yılında yayınlanan Institutio Principis Christiani, aynı yılda yayınlanan Querela Pacis ve son olarak 1530 yılında yayınlanan De bello Turcis înferendo’dur. Adı geçen son yazı Türk konusunu yoğun işlemesi bakımından en önemli çalışma olarak da kabul edilmektedir. Erasmus yazılarında Hristiyan dünyasına birlik-beraberlik çağrılarında bulunur[179]. Türklerin başarılı oluşlarını Hristiy anların kendi içlerinde kavgalı oluşlarına ve birlik-beraberlik oluşturamamalarına bağlamaktadır. Ona göre, Türkler Hristiy anların bu kavgalardan dolayı ce saretlenmektedir. Oy saki onların korkmasını sağlamak için birlik içerisinde olunmalıdır. Tüm bu söylemlere rağmen, Erasmus’un Türk konusunu işleyen yazılarını Luther’in y azılarından ay ıran en belirgin özellik, Erasmus’un daha barışçıl bir tarzı tercih etmesidir[180]. Türklere karşı savaşmak yerine öncelikle Hristiyanlığın kendi bünyesindeki eksikliklerini telafi etme isteği duymalıdır, düşüncesini savunur[181]. Erasmus’a göre savaşmamayı gerektiren diğer unsur ise “Müslüman olan Türklerin Musa’yı ve îsa’yı peygamber olarak kabul etmelerinden dolayı ‘yarı Hristiyan’ sayılmalarıdır[182]. Erasmus özellikle de De bello adlı çalışmasında tamamen misyonerlik yoluyla Türklere etki edilmesi düşüncesine ağırlık vermektedir[183]. Katolik mezhebine mensup teolog Augustin Neser ise Türklere yönelik yazmış olduğu ve 1572 yılına ait olan vaazında Türklerin sadece vatana değil, aynı zamanda inanca da saldırdıklarını dile getirmektedir[ 184]. Nikolaus Reusner, 1596 y lında y ay ımlanan Türk yazıları derlemesinin ön sözünde, Türk savaşlarının Alman milletini korumaktan çok, Hristiyanlığın korunmasına yönelik olduğunu vurgulamaktadır[ 185].

1486-1543 tarihleri arasında yaşamış olan Johannes Eck ise Luther’in karşısında duran en önemli isimlerdendir. Eck, Luther’e yönelik eleştiri yazmış (1530) ve aynı zamanda Lütery anlara karşı olan düşmanlığın pekişmesine sebep olan kişi olarak anılmıştır. Lütery anlara ilişkin yazmış olduğu kitap o dönemlerde adeta el kitabı gibi kullanılmış ve tam 90 kez basılmıştır. Johannes Eck 1532 yılında Türk vaazlarını yayımlamıştır. Ona göre, haçlı seferinin en büyük amacı, Kudus’ün ele geçirilmesi ve böylece Tanrı’nın sınamasının ya da cezalandırmasının sona ermesi olmalıdır. Bu düşünceler doğrultusunda Eck, haçlı seferini, Türk savaşlarının en önemli nedeni o larak yüceltmektedir. Beşinci vaazında farklı misyonerlik düşüncelerine yer veren Eck, Hristiyanların esas görevlerinin gerçek inancın Türklere taşınması olduğunu ileri sürmektedir. O y azılarında bir y andan misyonerlik fikirlerinden bahsederken, diğer yandan Tanrı’nın Türkleri cezalandıracağına inandığını da belirtmektedir. Eck bu tutumuy la tek başına değildir. Onun gibi hem misyonerliğe, hem de Türklerin Tanrı tarafından cezalandırılması gerektiğine inanan ve bu fikirleri içselleştirmiş olan birçok y azar vardır[186].

Georg Scherer Cizvit tarikatına bağlı ve Reformasyon karşıtı bir vaizdir. Viyana’da Katolik Kilisesini destekleyen, reformasyon karşıtı çalışmalarıyla dikkat çeker. Oldukça sert bir tutum sergileyen Scherer, yüzyılın sonlarına doğru, Türklerin amacının, Hristiyanları dinlerinden etmek olduğunu ileri sürer. Ona göre en kötüsü ise Türklerin, Hristiyan çocuklarını ele geçirip, yeniçeri yapmalarıdır. Böylece esas itibariyle Hristiy an olan çocukları, Hristiy anlarla karşı karşıya getirirler. Bu ise Scherer’e göre, “Türk barbarlığının en büyük kanıtı” ve insanlık dışı bir tutum o larak değerlendirilir. O döneme ait birçok yazar Scherer’in görüşlerini paylaşmakta ve bunları y azılarında dile getirmektedirler. Bu görüşe iştirak edenlerden bazılarının adları şöyledir: Melanchthon, Vives, Camerarius, Agricola ve Soiter. Johannes Sturm ise bu konuya hem hayranlık içerisinde hem de oldukça mesafeli değinmekte ve bu uygulamanın eskiden Romalılar tarafından kullanıldığını ileri sürmenin yanı sıra oldukça makul askerî bir önlem olduğunu vurgulamaktadır. Yüzyılın sonlarına doğru Scherer, Türklerin hükümdarlığı altında yaşamış olan Hristiyanların, Hristiyan güçlerini nasıl da beklediklerini dile getirmektedir[187].

Bu bölümde 16. yüzyılda Türkler hakkında yazmış olan bazı yazarların görüşlerine kısaca yer verilmeye çalışılmıştır. Hem Protestan hem de Katolik mezhebine mensup bu yazarlar, genelde Türklerle ilgili olumsuz görüş bildirmişlerdir. Öte yandan kimi zaman Türkler hakkında olumlu sözlere yer vermişlerse de, bu sadece kendi bünyelerindeki eksikliğin vurgulanılmasına ve bu noksanlığın giderilmesine yöneliktir. Genelde savaş karşıtı olanlarda bile, çelişkili ifadelere sıklıkla rastlanılmaktadır. Dolayısıyla bir yandan savaş karşıtı tavır sergileyen bazı y az arlar, diğer çalışmalarında bu tutumlarını sürdürmemektedirler. Bu da onların savaş propagandasını dolaylı ya da do lay sız yoldan destekledikleri anlamına gelmektedir. Son olarak mutlak suretle vurgulanılması gereken bu bölümde adı geçmeyen y azarların çokluğudur. Bu bölümde adı geçmeyen, ancak incelenen konu itib ariy le önem taşıy an bazı y azarlara bundan sonraki bölümlerde değinilecektir.

2.     BÖLÜM 1. Dualar Hakkında

Asıl konu olan “Türk dualarını” irdelemeden önce, Almanya’da Reformasyon Dönemi öncesi ve sonrası duaların anlamı, yeri ve önemine kısaca değinilecektir. Bu bilgilerden yola çıkarak Alman edebiyatında Türklerle ilgili duaların genel özellikleri hakkında fikir verilecektir.

2.    Dua Nedir?

Bu başlık altında dua ve duanın türleri işlenecektir. Elbette amaç dua ve türlerinin tümünü teolojik açıdan incelemek değildir. Buradaki amaç Türk duaları açısından önem taşıyacak olan bilgileri aktararak, dua ve türleri hakkında fikir verebilmektir. Betz’e göre dua Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi tek Tanrı’lı dinlerde en sık gerçekleştirilen ve dinler içerisinde büyük önem taşıyan eylemlerdendir. Bu dinlerin dışındaki dinlerde de dualar önemli yer tutabilmektedir, örneğin Amerika’nin eski Kızılderili kültürlerinde. Ancak dualar evrensel değildir. Bazı Budist geleneklerine göre dua etmek yasak değilse de, Nirvana’ya ulaşmak kadar makbul değildir[188]. Dualarda insanlar dinî açıdan inandıkları Tanrı’larına seslenirler. Duaları bundan dolayı sadece dinî komünikasy on olarak nitelendirmek doğru değildir. Çünkü komünikasyon karşılıklı gerçekleştirilir. Oysa ki dualarda sadece insan konuşur[189]. Müşterek, umumi ve topluluk halinde dua etmenin yanı sıra, bireysel o larak da dua edilebilir.

2.1.    Reformasyon Döneminde Dualar

Konumuz gereği özellikle Reformasyon döneminde ve Luther’in öğretileri doğrultusunda duanın özelliklerine değinilecektir. Reformasyon dönemine ait Protestanların dualarını inceleyen ve önemli bir kaynak olarak kabul edilen çalışma 1927 yılında Paul Althaus tarafından yayınlanır[190]. Althaus çalışmasının başında duanın önemine değinerek, duaların kilise lituryası (Liturgie) içerisinde temel oluşturduğunu vurgulamaktadır[ 191]. Duaların kalıcılığı ve kimi zaman hiç değişikliğe uğramadan yüzyıllarca kilise kitaplarında yer alması da buna bağlanmaktadır. Bugün dahi kullanılan ve dua kitaplarında yer alan, küçümsenmeyecek kadar çok sayıdaki dua, Protestanlığın ilk yıllarında ortaya çıkmış olan dualardır[192]. Althaus çalışmasının zorluklarına da değinir ve kilise şarkılarının kay naklarının yeterince araştırılmamış olmasından dolayı bu alanda da bir boşluğun olmasından söz eder. Buna göre kilise şarkılarının birçoğu dualardan esinlenmiştir ya da dualar olduğu gibi kilise şarkısına dönüştürülmüştür. Tam tersinin gerçekleştiğini de göz önünde bulunduran Althaus türlerin birbirinden ayrılmasının zorluğuna dikkat çekmektedir[193]. Aynı sorun kimi zaman Türk dualarında da karşımıza çıkmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, Johann Hermann’ın 1630 yılında yazdığı savaş dönemine ait Treuer Wâchter Israel (Sadık Bekçi İsrail) adlı kilise şarkısının temeli Suebyalı Protestan Johann Brenz’in Türk duasına dayanmaktadır[194]. Hermann dinî şarkısında kime ya da kimlere karşı savaşıldığından bahsetmediği gibi, “Türk” sözcüğüne de yer vermez ve daha genel olan “düşman” sözcüğünü kullanır.

Ortaçağ dönemi kilisesini, Reformasyon dönemi kilisesinden ayıran en belirgin özellik ise dindarlığın ifade ediliş biçiminde y atmaktad ır. Protestan kilisesinin Tanrı ile olan ilişkilerini ve inançlarını yeniden y orumlaması, zorunlu o larak yeni dinî rituelleri de beraberinde getirmektedir. Reformasyon döneminde toplu haldeki dinî ayinlere, ilmihallere ve kilise şarkılarına yeni düzenlemeler getirildiği gibi, dua yoluyla Tanrı’ya yöneliş konusunda da yeniliklere gidilmektedir. Dua dinin temeli olarak kabul edildiğinden, aynı zamanda dindarlığın neredeyse en karakteristik ve en güvenilir nişanı o larak da benimsenmektedir.

Althaus Ortaçağ dualarını Reformasyon dönemine ait duaları ile karşılaştırmakta ve Reformasyon döneminin dualarını dilsel o larak sade, içerik dolu ve güçlü o larak nitelendirmektedir. Bu karşılaştırmanın sonucunda özellikle Reformasyon döneminin ilk yarısında ortaya çıkan Protestan duaları hakkında övgü dolu bir yaklaşım sergilemekte ve o dönem dualarının son derece etkili ve canlı oluşlarından bahsetmektedir. Bu olumlu özellikler toplu halde edilen kilise dualarının yanı sıra bireysel dualar için de geçerlilik taşımaktadır. Reformasyon dönemi sonrası için ortaya çıkan dualar hakkında da kısaca bilgi veren Althaus bu dualara yapay, özensiz ve ruhsuz damgası vurulmasına karşın, bunun tüm dualar için geçerli olmadığını belirtmektedir. Ona göre her dönemde dindarlığın ifadesi olan, yürekten gelen değerli ve gerçek dualar ortaya çıkmıştır. Dua literatürünün araştırılmasının önemi ise ona göre, dinî yaşantı hakkında bilgi vermelerinden kaynaklanmaktadır[195].

Duaların sadece teologlar tarafından yazıldığına ve dolayısıyla da toplumun dindarlığını yansıtmadıklarına dair yaygın bir kanaat olmasına karşın, Althaus’a göre bu görüş dua y azarlarının yakından incelenmesi sonucu ortadan kalkac aktır. Dua y azarları cemaatin farklı sınıflarına mensup olabilmektedir. Ancak yine de gözardı edilmemesi gereken, teologların bu hususta söz sahibi olmaları ve önderliği ellerinde tutmalarıdır. Bu yüzden duaların çoğu onların adını taşımaktadır. Elbette duaların hayata geçirilmesi ve yaşatılmasında ruhban sınıfından olmayanların katkısı da büy üktür. Ancak Althaus’a göre teologların duaları ile ruhban sınıfından o lmay anların duaları arasında fark bulmak oldukça güçtür. Ruhban sınıfından o lmay anlar arasında farklı mesleklere sahip kadın ve erkekler de yer almaktadır. Soylu sınıfına mensup olanların dışında sıradan çiftçi, doktor, hukukçu, öğretmen ve askerlerin de katkısı bu yönde bulunmaktadır. Neticede kişisel olarak dinsel hayatı hissedenler bu konudaki tecrübelerini dualara aktarabilmişlerdir. Ancak duaların çoğu ruhban sınıfına mensup erkekler tarafından yazılmıştır. Bunlar papazlık vazifeleri itib ariy le, insanlarla olan tecrübelerinden ve onlarla olan birebir ilişkilerinden fay dalanarak dualar y azmaktad ırlar. Bu papazlar bilimsel çalışmalarında farklı bir dil kullansalar dahi, dua ya da kilise şarkıları söz konusu olduğunda, daha sade bir dil tercih etmektedirler. Bu da ruhban sınıfından olanların, tıpkı o lmay anlar gibi, halka ait sade ve etkileyici bir dil kullanabileceklerini göstermektedir. Papazların elinden çıkan bu dualar kişisel tecrübelerin bir ürünü olduğu gibi, toplumsal istek ve ihtiy açların bir sonucu olarak da ortaya çıktıklarından, dinsel y aşantının ve dindarlığın da yansıması o larak kabul edilmektedir. Bu nedenden ötürü toplum tarafından benimsenmişlerdir. Toplumsal ihtiyaçlara cevap vermeyen, topluma yabancı kalan ve toplum ruhunu yansıtmayan dualar ise Althaus tarafından teorik ürün olarak tanımlanır[196]. Bu tür dualar ise Reformasyon dönemi sürecini aşamazlar ve toplum tarafından reddedilirler. Toplumun kendini bulduğuna inandığı dualar ise, bazı dua kitaplarının yaygınlığından da anlaşıldığı üzere, kabul görmekle kalmazlar aynı zamanda çok sayıda baskı da yaparlar. Kitapların çok sayıda baskıya ulaşması, elbette onların dinî değerleri hakkında fikir vermemektedir. Bu dinî kitaplar bir yandan halkın dinsel yaşantısının sonucu ortaya çıkmış olmalarına karşın, öte yandan halkın inancına da yüzyıllar boyunca etki etmiş ve yol gösterici, rehber vazifesi üstlenmişlerdir. Protestan Hristiyanların yaşantısını kavramak için bu kitaplar birincil kay nak teşkil etmektedir. Bu bağlamda göz önünde bulundurulması gereken başka bir sorun ise, 16. yüzyıldan günümüze kadar gelebilen dua kitapları örneklerinin, fazlasıyla kullanılmış olmalarından dolayı, genelde iyi durumda bulunmamalarıdır[197].

Protestan kilisesinde özellikle 1530’lı yıllardan itibaren yeni duaların oluştuğunu görebilmekteyiz. Bu döneme kadar Incil’deki dualar toplumun kullanımına sunulur, yeni dua formülleri reddedilir, geleneksel olarak Roma kilisesininin dua kitaplarında var olan konular Protestan literatürüne uy arlanarak dualara aktarılırdı. Bundan sonraki dönemde bağımsız ürünlerin ortaya çıktığı dönem olması dolayısıyla gerçek Protestan literatüründen bahsetmek mümkündür. Reformasyon

yazılarında, örneğin Hristiyan ilmihallerde, vaazlarda, kilise şarkıları kitaplarında ve Alman kudas[198] ayinlerinde (mes), zaman zaman örnek sayılabilecek dualar bulunmasına karşın, o dönemin gündelik yaşantısına ve bireysel sorunlara yönelik dualar bulunmamaktaydı. Protestanlar bu durumda “çok zararlı”[199] o larak gördükleri Roma dua kitaplarının yerini tutan kitaplara ihtiyaç duymaktaydılar. Onların ilmihallerden bildiği ve tanıdığı az sayıda ve kısa dualar, sabah, akşam ya da sofra duası gibi, sıradan bir Prote stanın dinsel ihtiy aç larını karşılamada yetersiz kalmaktay dı. Protestanların zor durumlarda, savaşta, hastalıkta ve sıkıntılı durumlarda, yani kısaca özel ve kişisel durumlarda, faydalanabileceği dualara ihtiyacı vardır. Böylece özel dualar, yani bireysel olarak edilebilen dualar, kilisenin dua aktlerinden ayrılmaya başlamaktaydı. Dua eden birey, özel yaşantısı ve tecrübeleriyle dikkate alındığından, dualarda duygusal yaşantı ön plana çıkmaktaydı[200]. Konuya ilişkin taleplerin ve ihtiyaçların artmasıyla birlikte, bu açıklar da giderilmeye çalışılırdı[201].

Protestan dua literatürünü, Katolik literatürden ayrı düşünmek mümkün değildir. îki literatür de birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirlerinin etkisi altında kalmıştır. Kato lik kilisesinin bazı önemli isimleri ve onların dua kitapları Prote stan literatürüne kay nak te şkil etmiştir. Bu isimlerin başında ise reformasyon literatürünü derinden etkileyen Erasmus gelmektedir. O literatürü etkilemekle kalmamış, aynı zamanda çalışmalarıyla reformasyon y azılarına kaynak olmuştur. Erasmus’un dualarının çoğu Protestan dua kitaplarında y erini bulmuştur. Bu duaların bazıları ise Protestan dualarının ayrılmaz parçası olmuştur. Erasmus gündelik hayatın ve olağanüstü durumların neredeyse tümü için dua yazmıştır. Roma ve Protestan kilisesinin dua kitaplarında duaların kimden alındığı, ya da kimin dualarından etkilenildiği, duanın yazarı ve kaynağı hakkında bilgi verilmemekteydi. Erasmus’un duaları böylelikle unutulmaya yüz tutmuştur[202]. Erasmus dışında da Protestan dualarını etkileyen isimler mevcuttur. Ancak bu isimlerin ortak özelliği birçoğunun Erasmus’un öğrencisi olmasıdır.

Erasmus ile büyük benzerlikler taşıy an bir isim ise öğrencisi İspanyol Johannes Lodovicus Vives’dir. Vives yazmış olduğu dua kitabı ile Protestan dua literatürü kaynakçaları arasında önemli yer edinen yazarlardandır. Latince yazılmış olan kitap 85 dua içermektedir. Bu dualar, tıpkı Erasmus’un duaları gibi, tüm hayatı kapsayan konulara yer vermektedir. Vives’in dualarını Erasmus’un dualarından ayıran en belirgin özelliği kısa oluşlarıdır. Onun dualarını Protestan dua literatürüne kazandıran Ludwig Rabus, çok da iyi olmayan bir çeviri ile duaları Almanca’ya aktarmıştır[203].

Erasmus’un öğrencisi ve önemli bir teolog olan diğer bir isim ise, sonraları Viyana Piskoposu olan ve 1537 yılında 600 sayfa kalınlığında Christlich Bettbüchlein (Hristiyan dua kitapçığı) adlı dua kitabını yayımlayan Friedrich Nausea’dır. O kitabının ön sözünde Protestanlığa karşı nefretini açıkça dile getirmektedir.

1551 yılında Timannus Borckensis tarafından Latince olarak yayınlanan dua derlemeleri de, Erasmus’un etkin olduğu bir çevrenin ürünüdür. Yayıncı, Katolik kilisesi ile ilişkilerini koparmamasına rağmen, reformasyonuna yönelik çalışmalarına devam etmektedir. Kitap, farklı y azarlara ait dualar içerdiği gibi, y az arları belli o lmay an dualar da içermektedir. Yazar, ayrıca eski ve yeni dualara yer vererek renkli bir dua kitabının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Duaların arasında Luther’in çok bilinen Türklere karşı dua adlı metni de yer almaktadır[204]. Aynı dua Ludwig Rabus’un derleme kitabı içerisinde de yer almıştır. Althaus bu duanın 1530’lu yıllarda Ulm ve Augsburg kiliselerinde talimatname ile niyaz duaları şeklinde okunduğunu da vurgulamaktadır. Aşağı Avusturya bölgelerinde ise 1540’lı yıllardan itibaren her gün Türk çanları eşliğinde hükümet makamlarının talimatname si ile başka bir duanın okunması emredilir. Rabus’un dua derlemelerinin önemi ise çok kapsamlı bir biçimde 16. yüzyıla ait Katolik dua metinlerini Protestan dua literatürüne katmasıdır. Protestan olan Rabus, Katoliklerle Protestanların arasında var olan bu karşılıklı alışverişin en önemli ismi olmakla kalmamış, Protestan kanadında bu alışverişi ilk olarak gerçekleştiren isim olarak da anılmıştır[205]. Wittenberg’li teolog Johann Habermann Almanca yazmış olduğu dua kitabında Türk konulu duay a yer vermektedir. Petrus Michaelis de Latince yazmış olduğu dua kitabında aynı konuya değinmektedir[206].

Bu dönemde ortaya çıkan çok sayıda dua kitabı bulunmaktadır. Bu kitaplar incelendiğinde ise Katolik ve Protestan kilisesinin dua literatürü kapsamında birbirlerini ne denli etkiledikleri ortaya çıkmaktadır. Fransısken tarikatına mensup Mainz vaizi Johann Wild (Ferus)’in 1551 yılında yayınlanan dua kitabının[207] yanı sıra, üç yıl sonra 1554 yılında bir dua kitabı daha yayınlanmıştır[208]. Kitabın içeriği göz önünde bulundurulduğunda, ilgi çekici bulgulara rastlanmaktadır. Bu kitabın içerdiği duaların neredeyse yarısı Protestan kaynaklarından etkilenmişlerdir. Yayıncının kendine ait az sayıda duanın dışında, sayıca üstünlük gösteren Erasmus vb. gibi Katoliklere ait dualar da bulunmaktadır. Protestanlara ait dualar ise Luther vb. gibi isimlerden alınmışlardır.

16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Protestan dua literatürü, ortaçağ mistisizmin ve Roma kilisesinin dua literatürünün etkisinde kalmıştır[209]. Katolik mezhebinin 1570’lı yıllardan sonra ortaya çıkardığı dua kitapları yoğun olarak Cizvit tarikatının etkisindedir. Buna paralel olarak Prote stan dua literatürü de, Althaus’a göre, yeterince bilinmese ve araştırılmasa da, bu güçlü hareketin etkisinde kalmıştır[210]. Althaus çalışmasında buna benzer çok sayıda örneğe yer vermektedir. Örnekler her iki mezhep arasında var olan yoğun etkileşimi sergilemektedir.

Hemen hemen bütün alanlarda olduğu gibi Reformasyon döneminde dua alanında büyük ölçüde yeniliklere gidilmiştir. Luther’in dua literatürü için önemi sadece yazmış olduğu dualarla sınırlı değildir. Amsdorf henüz 1519 yılında, Spalatin ise 1522 yılında ilk olarak Luther dualarını derleyen çalışmalarını y ay ımlamışlardır. Sonraki dönemlerde Luther dualarını derleyen kapsamlı çalışmalar yayımlanır. Onun ağzından çıkan dua benzeri ya da duayı anımsatan her konuşma, özenle “özel dua” olarak yazıya geçirilmektedir. Ancak Althaus bu tür duaları gerçek o lmay an dualar olarak adlandırmaktadır. Bunun nedeni ise bu duaların son derece kişisel, anlık ve mühim o lay ların neticesinde ortaya çıkmış olmalarıdır. Ayrıca bu dualar Althaus’a göre kısa ve cüretkâr o larak da adlandırılabilir. Bu nedenden ötürü

Luther’in bu tarz duaları “16. yüzyıl dua kitaplarında, bazı istisnalar dışında, yer edinemezler”[211]. Çok sayıda dua kitabında yer alan nadir dualardan birisi ise Luther’in Türklere karşı dua adlı metnidir. Altaus’a göre, Luther’in Protestan dualarına yönelik en büyük katkısı halka doğru dua etmenin yollarını öğretmesidir[212]. Luther’in duaları öylesine etkindir ki, ondan sonraki dönemlerde y azılan duaların çoğu onun dualarının izlerini taşımaktadır.

Luther dua ve vaaz konusuna önem vermekte ve bunların yerine getirilmesini Hristiyanların en önemli görevi olarak tanımlamaktadır[213]. “İnsanlar her yerde dua edilebilir ve etmelidir de, her mekânda ve her saatte dua edilmelidir; ancak insanlar hep beraber ve bir ağızdan uyum içinde dua ettikleri takdirde dualar daha da güçlü ve etkin olacaktır”[214]. Luther 1522 yılında Betbüchlein (Dua Kitapçığı) adlı çalışmasında doğru dua etmenin kurallarını ortaya koymuştur[215]. Ona göre dua, “Tanrı’nın sözlerine öncelikle şükran, sonrasında tazarru

(yakarış) şeklinde cevaptır”[216]. Dua yürekten gelmelidir ve kompleks bir yapıya sahip olmak zorunda değildir. Luther tarafından önerilen sade bir dilin kullanılmasıdır. O meditasyon ve duayı birbirinden ayırmayarak dua kavramını oldukça geniş tutmaktadır. Dua buna göre sadece sözlü olmak zorunda değildir. Luther, temel Hristiyanlık öğretisi şeklinde olan ve Hristiyan inancının temel sorularını yanıtlayan[217] Der GroŞe Katechismus mit dem Titel “Deutsch Catechismus” (“Alman İlmihali” adıyla Büyük İlmihal) ve Der kleine Catechismus mit dem Titel Enchiridion (Enchiridion adıyla Küçük İlmihal) adlı kitaplarını y ay ımlar. Her iki kitap 1529 yılında Almanya’nın Wittenberg şehrinde basılmıştır. Luther Küçük İlmihal adlı çalışmasına, sabah, akşam ve sofra dualarına, dua formülleri eklemektedir. O ilmihal öğretilerini, sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi, Türk dualarına aktarmakta ve ilmihale Türk tehdidiyle ilişkili olarak büyük önem vermektedir.

Duaların başlıkları, çoğunlukla içerikleri hakkında da bilgi vermektedir. Bu başlıklar şöyle sıralanabilmektedir: “Bittgebet” (Bereket/ niyaz duası), “Dank-und Lobgebet” (şükran ya da methiye/övgü duası), “Bekenntnisgebet” (günah çıkarma duası), “Gebet um Vergebung” (af duası). Bu dualar sayesinde insanlar farklı olaylara değinerek Tanrı’dan isteklerde bulunmaktadırlar. Bu türler içerikleri itib arıy la farklı konulara değinseler de aslında bütün duaların temelinde insanların istekleri vardır. İstenilenler farklı olsa da, genelde insanların temel ihtiyaçlarına yöneliktir. Methiye/övgü dualarında dahi, var olan iyi bir durumun süreklilik göstermesi için Tanrı’ya yakarılır. İnsanlar, Tanrı’ya kendilerinden, etrafındaki kişilerden ve çektikleri sıkıntılardan bahseder. Bunların giderilmesi için ise dua edilirdi. Örneğin: Yağmur, av hayvanlarının bol olması, ekin ve hasat, savaşlarda galibiyet, ya da çocuk sahibi olma duası. Bu ve buna benzeyen tüm istekler, Tanrı’nın huzurunda, Ona iletilen dileklerdir. Tanrı, Luther’e göre insanların sıkıntılı anlarında sığınabileceği bir güçtür[218].

Türk dualarının incelenmesi açısından da önem taşıyan bu dua başlıklarına, ana hatlarıyla değinilecektir. Ayrıca dualarda insanlar tarafından dile getirilen isteklere yer verilerek, içerikler hakkında da bilgi sunulacaktır. Örneğin bereket ya da isteklerin gerçekleşmesi için edilen dualarda inançlı insanlar, Tanrı’dan istek ve arzularının, kendi hayatlarında veya başkalarının y aşamlarında gerçekleşmesi için dua etmektedirler, ya da ondan isteklerini gerçekleştirecek yetenek ve yeti sahibi olmaları için dua etmektedirler. Şükran ya da methiye/övgü dualarında ise inananlar şükranlarını dile getirirek Tanrı’yı, dünyaya ilişkin isteklerini gerçekleştirdiği ya da onlara kendi isteklerini yaptırdığı için, övmektedirler. Ayrıca Tanrı iradesini insanların hayatlarında ve ey lemlerinde de etkin hale getirdiği için methedilmektedir. Günah çıkarma dualarında insanlar, Tanrı’nın isteklerini

gerçekleştirememekten dolayı, üzüntülerini ifade ederler. Bu başarısızlık, günah olmakla birlikte, Tanrı ile olan ilişkilerine de gölge düşürmektedir. Bağışlanma ya da af dualarında ise inananlar, günahlarından dolayı Tanrı ile bozulan ilişkilerinin tekrar oluşturulması için dua ederler. Böylelikle Tanrı ile yabancılaşma, ondan uzaklaşma ve anlamsız bir yaşamdan korunmuş olurlar. Bu yolla inananlar, Tanrı ile ilişkilerine dua yoluyla tekrar başlayabileceklerine, bu ilişkiyi sabit hale getireceklerine ve yeniden oluşturabileceklerine inanırlar. Böylilikle y aşamları tekrar anlam kazanmış olur.

Dua bir yandan insanların Tanrı ile ilişkileri doğrultusunda, kendi yaşamlarını ve dünyayı algılayış biçiminin bir ifadesidir. Diğer yandan insanlar dua sayesinde duygularını, düşüncelerini ve tutumlarını kontrol altında tutarak hem yaşantılarını hem de tecrübelerini Tanrı ile bağları çerçevesinde y o rumlarlar. Tanrı’nın varlığına inanmayan ve onunla kişisel o larak ilişki kurmay an birisi için dua etmenin bir anlamı yoktur. îstek, şükran, methiye/övgü ya da günah çıkarma dualarının temelinde Tanrı’ya inanç y atmaktadır. Bu dua türleri birçok yönden insanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri konuşma biçimine benzemektedir[2191. Zaten Luther dua etme konusunda buna benzer bir ifade kullanarak “iyi bir arkadaşa basit bir şekilde dua etme” sözlerine yer verir[220]. Onun bu mantalitesi en iyi şekilde kendi yazmış olduğu dualarında görülmektedir. Bu dualarda Luther gerçekten de arkadaşına seslenir gibi, hatta kimi zaman oldukça sert bir üslup kullanarak Tanrı’ya seslenmektedir.

3.                   Kilisenin Türklere İlişkin Propaganda Girişimleri ve Başlıca Propaganda Türleri

Türk tehdidi uzun zamanlar boyunca Hristiyan dinine mensup Avrupa’lılar için korku[221], huzursuzluk kaynağı ve buna bağlı olarak inceleme konusu olmuştur. Hasso Pfeiler Das Türkenbild in den deutschen Chronicken des 15. Jahrhunderts (15. Yüzyıl Alman Kroniklerinde Türk İmgesi) adlı çalışmasında Alman toplumunda Türk imgesinin oluşumuna ilişkin önemli bilgiler vermekte[222] ve bu bağlamda kilisenin önemine ve propaganda çalışmalarına işaret etmektedir. Türklerle ilgili değerlendirmeler söz konusu olduğunda Alman kroniklerini iki döneme ayıran Pfeiler’e göre birinci dönem Niğbolu savaşından İstanbul’un fethine kadar olan süreci, ikinci dönem ise 1453 yılından Fatih Sultan Mehmed’ın ölümüne kadar (1481) olan yılları kapsamaktadır. Birinci evrede Papalığın Türk imgesiyle ilgili o larak neredeyse hiç etkili olmadığına dikkat çeken Pfeiler, ikinci evrede bunun değiştiğini ve kilise propagandalarının baskın olmasından dolayı Türk imgesinin oluşmasına ve yerleşmesine neden olduğunu vurgulamaktadır[223]. Kilisenin bu dönemde ortaya koyduğu Türk imgesi, Fatih Sultan Mehmed’in ölümüyle toplum tarafından unutulmaya yüz tutsa da, I. Süleyman’ın hükümdarlığı ile birlikte tekrar Almanların gündemine yerleşir[224].

15. ve 16. yüzyılda Papalık büyük ölçüde dünyevi ve uhrevi bir güç olmaktan çıkar. İstanbul’un fethi ve sonrasında Türkler tarafından elde edilen zaferler Alman toplumunun Papalığa olan inancını sarsar. Toplanan vergilere rağmen, Türklere karşı ciddi girişimlerin olmaması ve vergilerin buna karşın arttırılması, Alman toplumunda Papa’nın insanları sömürdüğü ve aldattığı düşüncesinin yayılmasına neden olur. Bu koşullar altında dinî düzen toplum tarafından sorgulanmay a başlanır ve özellikle teologların reformasyon talepleri artar[225]. Luther’in etkisiyle kilise iki büyük düşman cepheye ayrılır. Papalık bu bölünmenin

etkilerini ortadan kaldırmaya çalışarak, ayrıca güç kaybını engellemeye çalışır. Papalık, Avrupalı ulusların nazarında kilisenin konumuna değer kazandırma gayreti içerisine girer, propaganda çalışmalarına ağırlık verir ve Pfeffermann’ın vurguladığı gibi “inançsızlara” karşı ortak bir Hristiyan dış politikası oluşturmaya çabalar. Bunu gerçekleştirmek için ise yapılması gereken, Türk sorunsalını kabul etmek ve Haçlı seferleri geleneği çerçevesinde, din savaşını popülarize ederek topluma y ay maktır. Bu ise kiliselerden başlayarak en ücra köşedeki köye kadar Türklerin elde etmiş oldukları başarıları ölçüsüzce abartarak ve aynı şekilde yenilgileri de propaganda amaçlı kullanarak, toplumu daha büyük başarılar elde etmeye motive ederek sağlanmay a çalışılmalıydı[226]. Papalığın Türklere ilişkin propaganda çalışmaları bu düşünceler

kapsamında farklı alanlarda yürütülür ve toplum Papalığın şekillendirdiği Türk imgesiyle tanıştırılır. Kilisenin manipulatif çalışmalarından en etkin olanları ise Türk tehdine karşı çalınan çanlar (Türk çanları), Türklere karşı okunan vaazlar (Türk vaazları), ve Türklere karşı edilen dualardır. (Türk duaları)[227].

3.1.   Türk Çanları

Türklerin tehdidine karşı çalınan çanlar Almanlar tarafından “Türk çanları” olarak adlandırılmıştır. “Türk çanları” ilk kez Papa III. Calixt ( 1378-1458)[228] tarafından 29 Haziran 1456 yılında Mora’nın Türklerin eline geçmesi ve Avusturya’nın Türkler tarafından tehdit edilmesini hatırlamak amacıyla çalınır. Bunun için Papa tüm kiliselerde öğle saatlerinde bir veya birkaç kez çanların Türklere karşı çalınmasını talep eder. Bazı yörelerde bu uygulama daha önce başlatılmıştır. Örneğin 1399 yılında Wolfram von Prag adlı başpiskopos Türklerin Hristiy anları yenmesi ve bunun anımsanması dolayısıyla her Cuma günü saat 09:00’da (Hz. İsa’nın ölüm saatinde) çanların çalınmasını ve insanların bütün işlerini bir kenara b ırakarak dua etmelerini emreder. Hem Protestan hem de Katolik kilisesi, düzenli olarak çalınan çanlar ve beraberinde edilen dualar sayesinde herkesin, her gün, bu tehdidi hatırlamasını sağlamaktaydılar. “Türk çanları” uzun dönemler boyunca insanların belleklerinde yer eder ve çanların çalınması Türk tehdidi ile ilişkilendirilir.

3.2.   Türk Vaazları

Türklere karşı okunan vaazlar ilk olarak, Hristiyanlarca felaket olarak yorumlanan, İstanbul’un feth edilmesiyle ortaya çıkmıştır. O dönemde Hristiyanlığın en üst makamında bulunan Papa V. Nikolaus (1397-1455), 30.09.1453 yılında haçlı seferi fermanını y ay ınlar. Papa bu fermanda bütün Hristiy an hükümdarlara seslenir ve deccal o larak adlandırdığı Fatih Sultan Mehmed’e karşı Hristiy an dininin savunulması çağrısında bulunur. Bunun sonucunda haçlı seferleri vaizleri, ülke ülke gezerek savunma amaçlı haçlı seferi fikrini yaymaya ve popülarize etmeye çalışırlar. Türklere karşı en agre sif Papalardan olan Papa III. Calixt 29 Haziran 1456 yılında yayınladığı “Türkenbulle” (Türk fermanı) ile toplumu uy ararak dua, tövbe ve vaaza çağırır. Topluma yönelik vaazlarda ise “Şeytan’ın oğlu olan Mehmed”den[229] gelecek olan tehlikelerin anlatılmasını ister.

Türklere karşı okunan dua ve vaazlar 15. yüzyılın ortalarından itibaren “sistematik bir biçimde” ezelî düşman imgesini oluşturmaktadır. Türk konusunun vaazlar dolayısıyla kilise içerisine taşınmasıyla Türk imgesi hızla yayılır ve Türklerle ilgili propaganda Almanya’nın hemen hemen her yerinde etkin hale gelir[230].

3.3.   Türk Duaları

Almanlar tarafından Türklere karşı okunan dualara “Türk duaları” denmektedir. Genelde kiliselerde Türklere karşı okunan vaazın ardından yer alan “Türk duası”[231] bu nedenle kilisenin Türklere yönelik propaganda girişimleri arasında ayrı bir yer tutmaktadır. Bunun ise birçok nedeni vardır. Protestanlar ve Katolikler Türkleri yenmenin bir tek yolu olduğu konusunda hemfikirdir. Hristiyanlar durumlarının son derece vahim olduğunun farkındadır: “Macar öldürmekte, İspanyol çalmakta, Alman yiyip içmekte...”[232] ve kendi karargâhlarını Türklerin karargâhlarıyla kıy aslamaktadırlar. Türk askerlerinin disiplinli oluşlarının yanı sıra, özellikle ahlaki yönden üstünlükleri vurgulanır. Duaların ahlaki anlamda da olumlu değişiklikleri beraberinde getireceğine inanılırdı. Yine 29 Haziran 1456 yılında Papa III. Calixt bir ferman ile her ayın ilk Pazar günü dua edilmesini, oruç tutulmasını ve tövbe edilmesini ister[233]. 1571 yılında Papa IV. Pius de Türklere karşı dua edilmesini talep eder[234].

Dualar sayesinde Hristiyanların korkması ve endişelenmesi gereken konular hatırlatılmaktadır. Bunların başında ise Hristiyanları öldüren ve esir alan, ülkeleri mahveden ve Almanya’yı ele geçirmeye hazırlanan ezelî düşman Türkler vardır. Türk dualarında, olağanüstü güçlü Türkler ve onlara duyulan korkular tescil edilmekte ve düşmanın sadece Tanrı’nın ya da onun yeryüzündeki temsilcilerinin sayesinde yenilebileceğine dikkat çekilmekteydi[235].

4.   Almanya’da Türklere Karşı Yazılan Duaların Önemi

Avrupa’da bu korku ve tehditler uzun yıllar boyunca hüküm sürerken, Almanya’da Türk korkusu kavramı ancak reformasyon dönemi ile birlikte tam anlamıyla ciddiye alınır ve bu tarihten itibaren konuya yönelik algılama biçimi toplum içerisinde yeniden şekillenir. Böylece Almanya’da Reformasyon dönemi ile Türk tehdidi kavramları birbirleriyle doğrudan ilişkilidir. Katolik inancının savunucuları, sürekli o larak yaklaşan Türklerin, Tanrı tarafından verilmiş bir ceza olduklarını savunmaktadırlar. Bu cezanın ise “Tanrı tarafından kilisedeki günah dolu yeniliklerden dolayı verilmiş olduğuna” dikkat çekmektedirler. Ancak bu y eniliklerin ciddiyetle yok edilmesi bu gidişata engel olabilecektir[236]. Protestan inancının temsilcileri ise Türklerin “işkenceleri” ile düşman olan Pap alık arasında bir ilişki kurma eğilimi sergilemektedirler[237]. Batı Dünyası tarafından olağanüstü tehdit o larak algılanan Türklere yönelik, neredeyse hiç karşı atakta bulunulmamıştır. Batı Dünyasının iktidar sahibi güçleri, savaş bakımından düşmana karşı oldukça “hantal”, yani ağırdan[238], davransalar bile, manevi anlamda düşmana karşı donanırlar. Böylelikle halkı dualarla düşmana karşı uyarırlar. Protestanlığın kurucusu ve Türk dualarının öncüsü Martin Luther, Türklerin askerî başarıları üzerine sesini yükseltme ve Hristiyanlara bu konuyla ilgili öğütlerde bulunma sorumluluğunu hissetmektedir. Başlangıçta birçok çağdaşı gibi, Türklere karşı bir savaşı[239] tasvip etmese de, Türklerin askerî anlamda üst üste elde etmiş oldukları zaferler[240], fikrinin ve stratejisinin değişmesine neden olur. Luther bu değişimle birlikte, Türklere karşı savaşı destekleyen en önemli kişilerden biri olur. Bu eğilimini ise en açık biçimde, daha önce bahsettiğimiz yazılarında ve çağrılarında görmek mümkündür.

Luther’in söz konusu yazıları ve özellikle “Türk duaları” konusunda örnek teşkil etmesiyle, olumsuz Türk imgesinin hızla yayılmasına sebebiyet verir. Duaların niteliği değişir ve Türk konusu daha yoğun işlenmeye başlanır. Aynı zamanda Hristiyanların Türklere yönelik dualarının sayılarında da ciddi bir artış olur.

“Luther’in önderliğinde bu bağlamda 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk duaları diye adlandırılan bağımsız bir edebiyat türü ortaya çıkar”. Genelde şehirleri ya da bölgeleri y önetenlerin talimatları doğrultusunda bu dualar tek başına özel baskı olarak yayımlandığı gibi, toplu halde de yayımlanırlar[241].

Bundan böyle düşmandan, yani Türklerden korunmak ya da onun elinden kurtulmak için Tanrı’ya ve Hz. îsa’ya yakaran insanların duaları “Türk duaları” olarak adlandırılmaktadır. O dönemlerde Türklerle ilgili ortaya çıkan yazıların çoğu gibi, Türk dualarının genelinde de oldukça sert bir üslup hâkim idi. Ne de olsa bu düşman Batılıların gözünde 15. yüzyıldan itibaren kötülüğü ve ezelî düşmanlığı temsil etmektedir[242].

5.        Almanya’da “Türklere Karşı Dua” Literatürünün Yazarları ve Tarihî Açıdan Ortaya Çıkış Nedenleri

Bu bölümde daha önce belirtilen isimlerin dışında Türk tehdidi konusunu işleyen ve toplumu bu çalışmalarıyla etkileyen önemli isimlere yer verilecektir. Bartholomâus Georgewitz ya da Captivus Septemcastrensis gibi kişiler Türkiye’deki esaret döneminden sonra, konuyla ilgili tecrübelerini kaleme alarak Batı Dünyasını farklı şekillerde etkilemişlerdir[243]. Ancak dua literatürü kapsamında Luther’den sonra en önemli isim, 1566 yılında Gebetbüchlein wider den Türken (Türklere karşı dua kitapcığı) adlı çalışmasını yayımlayan Andreas Engler’dir. Onun bu derlemesi, geçmiş zamanlara ait Türk duaları içermesine rağmen, türünün ilk örneğidir. Luther’in bir duasının yanı sıra, o dönemlerde oldukça tanınan Bugenhagen’e ait dualar da bulunmaktadır. Bugenhagen’in bu dualarından biri 1536 yılında “Wittenberg’de, diğeri ise 1543 yılında Schwâbisch Hall’de” kullanılmıştır[244]. Bu kitabın bir sonraki basımı 1596 yılında Balthasar Müller tarafından yayımlanır. Bundan sonra ise birçok kez çoğaltılan baskı Johann Michael Dillherr tarafından 1664 yılında yayımlanır[245]. Dillher’in baskısı Engler’den sekiz, M. Joh. Dertel’den[246] iki, Martin Luther, Johannes Bugenhagen, Andreas Celichius ve Joh. Deucer’den birer adet dua içermektedir. Engler’in kitabının yayınlandığı 1566 yılında Dresden’de de Naw Betbüchlein (Yeni dua kitapcığı) adlı dua derlemesi y ay ınlanır. Ancak bu derleme kitabı kilise şarkısı olarak da söylenebilen ve sonraları “ruhani Türk şarkısı” olarak adlandırılıp, kabul gören duaları da içermektedir.

1566 yılı dua literatürü açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun nedeni ise Osmanlı ordularının Avusturya’nın başkentini feth etmek amacıyla yeniden Viyana’ya doğru hareket etmeleridir. Bunun için önce Macaritan’a doğru sefere çıkan Sultan, Zigetvar kalesinin kuşatılması esnasında ölür. Kale ölümünden bir gün sonra ele geçirilir. Bazı Batı kaynaklarına göre Sultan I. Süleyman’nın ölüm döşeğindeki emri üzere geri çekilen Osmanlılar, Viyana’yı kuşatma hedefine oldukça yaklaşmışken, taht meselelerini çözmek üzere geri dönerler. Avusturya’lılara ise korku dolu bir bekleyiş kalır. Bu korku ise çok sayıda dua ve vaazın oluşumuna neden olur.

16. yüzyılın son dönemlerinde, özellikle 1593­1597 yılları arasında Türklere karşı yazılan dualarda daha önce görülmemiş bir artış söz konusu olur. Batılılara göre Papa ve Kayzerin güçsüzlüğüne tanık olan Osmanlıların, Avrupalı güçlerle olan ilişkisi değişmiştir. Osmanlılar mutlak kırılması gereken Ispanya’nın gücünü keşfetmişlerdir. Bunu yapabilmek için Fransa ile ittifak halinde olan Osmanlılar 1580’den itibaren İngiltere ile de antlaşmalar yapmaya başlamaktadırlar. Hristiyan dünyası içerisinde var olan bölünmüşlük ve Osmanlıların 1571 înebahtı savaşının intikamını alma girişimini tasarladıkları endişesi de tüm bunlara eklenince, Türk korkusu Almanya’da tekrar toplumsal yaşamın odağına yerleşir. Barış antlaşmalarına rağmen, Avusturya ve Macaristan’daki barış gerçek anlamda sağlanamadığı gibi, her iki tarafın antlaşmaları ihlal etmesiyle sürekli olarak sınanmaktadır[247]. Bu koşullar altında 1593 yılında tekrar bir savaş başlar, ancak Viyana ve Prag bu kez savaşa hazırlanmışlardır. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu da zor durumdaki Hristiyanlara her türlü desteği vermeye hazırdır. Bu sebepten Almanya’da da Türklere karşı çanlar çalınır, vergiler top latılır, çok sayıda yazı yayımlanır ve daha önce hiç olmadığı kadar Türklere karşı dua edilirdi.

O dönemde çıkan yazıların bazıları şunlardır. Martin Behem 1590 ve 1593 yılında Türklere karşı dualar ve yakınmalar içeren kitaplarını[248], Theophilus Glaser 1594 yılında Türcken-Büchlein (Türk kitapçığı)[249] adlı kitapçığında çocuklara ve yetişkinlere yönelik Türk dualarını yayımlar. Stephan Prâterorius tahminen 1594-1596 yıllarında kutsal (sakrament) dualarının dışında, Türklere karşı

dualar[250], Bartholomaeus Ringwaldt 1595 yılında Türklere karşı on dua ve aynı yıl içerisinde tekrar 17 dua içeren kitaplarını[251], Franz Rüdel aynı yıl Frankfurt’da basılan Geistliche Kriegsrüstung wider die Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı) adlı çalışmasını yayımlar[252]. Türk İmparatorluğu ile ilgili bir kronik ise Michael Bapst tarafından 1595 yılında basılır[253]. Aynı yıl Matthâus Leudhold, Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türklere karşı okunması gereken duaları barındıran bir kitap[254] yayımlar. Samuel Fischer’in ise 1595 yılında Christlicher Unterricht vom Türcken (Türkler hakkında Hristiyan dersleri) adlı kitabı çıkar. Johann Röpke (Roepke) de 1595’de Kuzey Almanya’da konuşulan şive ile y azılmış dua

derlemelerini[255] yayınlar. Son olarak bu gruba Friedrich Roth’un çalışmasını eklemek gerekmektedir. 1595 yılında çıkan Türckenglocke (Türk çanı) adlı çalışmasında Roth bütün aileye yönelik Türk dualarını y ay ımlamaktadır[256].

Bir sonraki yılda ise Ambrosius Taurer [257], Bernhard Heupolt[258], Andreas Pouchenium[259] yazı ve dualarını yayımlarlar[260]. Bunca duaya rağmen 1596 yılının Ekim ayında Alman Hristiyanları büyük bir mağlubiyet ile karşı karşıya kalır. Haziran ayında Sadrazam İbrahim Paşa’nın yeni Sultanı III. Mehmed, Erlau’a doğru ilerler. Yardıma gelen Arşidük Maximillian da etkin olamayınca, üç günlük bir muharebe sonucunda 26 Ekim’de büyük bir yenilgi y aşanır. Bu y aşanılanların sonucunda 1597 yılında Michael Musculus[261] tarafından yayınlanan Kriegsbüchlein (Savaş kitapçığı) adlı çalışma ortaya çıkar. Yazar kitabında savaş ve zor savaş dönemleri için dualara yer vermektedir. Aynı yıl Heinrich Garber Ein christlich Gebet, tâglich wider den Türcken zu beten (Türklere karşı her gün okunması gereken bir Hristiy an duası) adlı kitabını yayımlar[262]. Hristiyan şarkılarını içeren bir diğer kitap ise aynı yıl içerisinde Enriacus (Cyriacus) SchneegaŞ tarafından yayınlanır. Bu kitapta 22 dinî şarkı yer almaktadır. Şarkılar arasında Luther ve yazarın kendisine ait olanlar da vardır. Türk tehdidine karşı yazılmış bu şarkılar kilisede, okulda ve evde söylenmek üzere hazırlanmıştır[263].

Zitvatorok Barış Antlaşması (1606) önemli politik bir değişimi beraberinde getirir. înebahtı savaşı sonrasında gerçekleşen bu antlaşma aynı zamanda Avrupa’nın üstünlüğünü de ifade etmektedir. Bundan dolayı da barış antlaşması sonrasında dua literatüründe az sayıda örnek ortaya çıkarmaktadır. Cosack bu bağlamda iki isme ve bunların çalışmalarına kısaca değinmektedir: Bunların ilki Simon Gediks’in 1601 yılında çıkan kitab ı, diğeri ise Bernhard Albrecht’in 1617 yılında yayınlanan ve dualar içeren çalışmasıdır[264]. Uzun süren bir barış döneminden sonra Türkler 1663 yılında tekrar ortaya çıkar ve herhangi bir müdahale ile karşılaşmadan Budin şehrine varırlar. Montecuculi, Baden’li Kont Wilhelm Leopold, Kont Hohenlohe, Kont Cologny ve onların ordularının yardımıyla ağır kayıplara rağmen, 1664 yılında büyük bir galib iy et elde edilir. Bu galibiyet sonrasında Basvar Barış Antlaşması gerçekleştirilir. Avusturya ve tüm Almanya’da galibiyet dolayısıyla o yıl methiyeler ve şükran duaları yankılanır. Bu yılın ürünü olarak üç yazı ortaya çıkar: 1) Daha önce de bahsedilen Dillherr’in dua kitabı; 2) Johann Olearius’un 1664 yılına ait ve bir dua içeren yazısı; 3) aynı yıl çıkan ve Pomeranya bölgesine ait olan Joachim Utrecht’in yazısı.

1683 yılında Kara Mustafa Paşa’nın Viyana kapılarına dayanmasıyla, huzursuzluklara rağmen neredeyse 20 yıl devam eden Basvar Barış Antlaşması da sonlanır. Kont Rüdiger von Starhemberg ve Johann Sobiesky’nin liderliğinde birleşen Alman ve Polonyalı kıtalar 12 Eylül’de Viyana’yı kurtararak Hristiyan dünyasını da bu tehlikeden kurtarmış o lurlar. 1699 yılında gerçekleştirilen Karlofça Barış Antlaşması’na kadar Baden’li Kont Wilhelm Leopold ve Savoyen’li Prens Eugen birçok askerî başarıya imza atarak, kaybedilen toprakları tekrar ele geçirirler. 17. yüzyılda Hristiyan dünyasının tamamen Türk tehlikesinden kurtarılmasıy la, bu türün de sonu gelmiş olur. Artık bu tarz yazılar yazılmayınca, var olanlar da, zamanla unutulmaya başlanır.

Türk dualarının o dönemde ne kadar yaygın olduğu[265] çok sayıdaki dua ve dua derlemelerinden anlaşılmaktadır[266]. Bu dualar 16. ve 17. yüzyılın ürünü olmakla birlikte o zamanın ve toplumun aynası olma niteliğini de taşımaktadırlar.

6. İlahiler

İnsanların temel duygu ve ihtiyaçlarına cevap vermeleri ve çağın sorunlarına y anıt bulmaya çalışmaları dolayısıyla ilahiler[267], Hristiyanlıkta önemli yer tutmaktadırlar. İşledikleri konular itibariyle ve insan ruhunda yer alan bütün hislere yer vermeleri do lay ısıy la, insan ruhunun aynası olarak da kabul edilmektedirler. Günlük dualar arasında Hz. Davud ve diğer peygamberlerin Tanrı’ya yönelik yazmış olduğu ilahiler (geistliche Gesânge) özel bir yer tutmaktadır[268]. İlahilerde ele alınan çok sayıda konunun arasında, bizi konumuz gereği özellikle düşmana bakış açısı ilgilendirmektedir. İnsanları tehdit eden ve korkutan düşman konusu öylesine önemlidir ki, çok sayıda ilahi bu konuyu işlemektedir. Bu mevzu kimi zaman ilahilerin de büyük etkisiyle dualarda da yer almaktadır.

6.1.   İlahi Sözcüğünün Anlamı

Almanca’daki “Psalm” ve “Psalter” sözcükleri, yani Türkçe’deki ilahiler (mezmurlar) ile încil kastedilmektedir. Yunanca kökenli olan bu sözcükler telli çalgı aletleri ile icra edilen müzik (Saitenspiel) anlamındadır ve îbranice olan “mizmor” kelimesiyle aynı anlama gelmektedirler. Mizmor aynı zamanda telli çalgı eşliğindeki şarkı manasındadır. Çoğul anlamda ise derlemenin tümü kastedilerek şarkı kitabı anlamına gelmektedir, örneğin M.S. 4. yüzyıla ait olan ve çok değerli olarak kabul edilen Codex Vaticanus (B) adlı Yunan încil el yazmasındaki gibi. Latincesi “psalmus” olan sözcüğün yerleşmesi ile încil’deki metinlerin geneli için kullanılarak, edebiyata ve müziğe de aktarılmıştır.

Bundan sonra çıkan el y azmalarında sözcüğün anlamı genel olarak büyük değişikliklere uğramay arak telli çalgı eşliğinde ya da “lir” (Leier) şeklinde söylenebilecek şarkı metinleri anlamına gelerek kitap başlığı olarak da kullanılmıştır. Sonuç itibariyle söz konusu sözcük ilk zamanlarından bu yana hep şarkı ve şarkı kitabı ile ilişkilendirilmiştir. Oysa ki ilahilerde, içerik itibariyle dua metinlerinin de yer almasına karşın, bunlar genelde göz ardı edilmiştir. Öncelik ise enstrüman eşliğinde söylenen ve kilise koroları şarkılarında yer alan ilahilere verilmiştir[269].

İlahilerin tarihçesini özetleyecek olursak, kısaca Tevrat’ın bir ürünü olarak ortaya çıktıklarını söyleyebiliriz. Bazılarının kökleri bilinmeyen çağlara ait iken, büyük bir bölümünün Hz. Davud’a ait olduğu söylenebilir. Hz. Davud’dan sonraki dönemlerde de ilahiler ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak ilahiler azizlerin elinden çıkan kutsal yazılar olarak kabul edilmektedir. Değerleri ise dinî içeriklerinden ibarettir. Söz konusu içerikten dolayı ilahiler Hristiyanlıkta her zaman önemli bir yere sahip olmuşlardır[270].

Dindar bir insanda var olan tüm duygulara ilahilerde yer verilir: Pişmanlık, Tanrı’dan uzaklaşıldıkça duyulan acı, ya da ona yaklaşıldıkça hissedilen mutluluk, Tanrı’nın gücü karşısından duyulan korkunun yanı sıra, ona duyulan sevgi ve minettarlık, sevinçler, endişeler ve üzüntüler vs. İlahiler bu yoğun içeriklerinden dolayı, duaların özünü de teşkil etmektedirler[271]. Tevrat’a ait ilahiler, Incil’de yer alan ve en çok alıntılanan metinler o larak kabul edilmektedirler[272].

18. yüzyılın sonlarına doğru, ilahilerin oluşum dönemleri göz önünde bulundurularak, alımlanmaları ve anlaşılmaları gerektiği fikri ortaya çıkmaktadır. Ünlü halk edebiyatı araştırmacısı Alman J.G. Herder Vom Geist der ebrâischen Poesie, 1782/83 (İbrani şiirinin ruhuna ilişkin, 1782/83) adlı tarihî eserinde, ilahilerin doğu kültürünün ürünü o larak görülmelerini ve dolayısıyla da, ilkçağ bilgilerinin ışığında yorumlanmaları gerektiğini vurgulamaktadır[273].

6.2.   Luther’in İlahilere Katkıları

Reformasyon dönemine kadar ilahilerde herhangi bir değişikliğe ya da yeniliğe gidilmemiştir. Luther’in konuya eğilmesiyle birlikte, birçok alanda olduğu gibi, bu konuda da büyük değişikliklere yer verilmiştir. Luther ilahileri dinî şarkılara dönüştürmüş, bu yenilik ise hem Protestanlar, hem de zaman içerisinde Katolikler tarafından benimsenmiştir. İlahilerin Almanca olarak kilise ayinleri sırasında bu şekilde yorumlanması, kilisenin kısa zamanda en çok uyguladığı ibadet şekli olmuştur[274].

1523 yılı ilahilerin (Psalmlieder) doğuş yılı o larak kabul edilmektedir. Luther kilise bilginleri ve peygamberlerin öğretileri doğrultusunda, sıradan halkın anlayabileceği, dinî şarkılar yapmayı tasarlar ve bu sayede Tanrı’nın sözlerinin halk tarafından anlaşılmasını ve özümsenmesini hedefler. Bunu gerçekleştirmek için kendisini yeterince vâkıf bulmayan Luther, yeteneğine inandığı dostu Georg Spalatin’in yardımını talep eder. Spalatin’e konuyla ilgili bir

mektup yazarak, tasarladığı ilahi şarkıların teolojik ve edebî konsepsiyonundan bahseder. Luther edebî konsepsiyonu çerçevesinde, söz konusu ilahilerin sıradan insanlar ve onların algılama seviyesine uyarlanarak yazılması gerektiği vurgular. Bunun için ise onların anlayabileceği basit sözcüklerin tercih edilmesi gerektiğini belirtir. O ilahilerin edebî değerinden çok, anlaşılmaları taraftarıdır[275]. Teolojik konsepsiyona yönelik en önemli unsur ise Luther’e göre, Tanrı’nın sözleri Hz. Davud tarafından aktarılsa da, peygamberlikle ilgili konuların tümünün Hz. îsa’ya bağlanmasıdır[276].

6.3.   İlahilerde Yer Alan Düşmanlar

Düşmanlara ve inançsızlara karşı okunan beddualar da ilahilerde geniş yer bulan konular arasında yer almaktadır. Bu bedduaların ilahilerde yer alması, Tevrat’ın özelliği olarak kabul edilmektir. Esasında beddua içeren ilahilerde sadece günahlara ve kötülüklere karşı duyulan tepki dile getirilmektedir. Söz konusu ilahilerde kişisel ya da dinden uzaklaşmış gibi görünen bir öç duy gusu konu edilse de, aslında Tanrı’yı ve onun kanunlarını yok sayan insanların varlığından dolayı duyulan acı vardır. Söz konusu düşmanlar tek bir insanı ya da bütün bir halkın Tanrı ile olan ilişkilerini yok etme çabasını gütmektedirler. Bu ilahiler genelde dinsizlere, Tanrı’ya ve ona inananlara ve dinlerini yok etmeye çalışanlara, ya da Tevrat’ın kanunlarında yer alan adalet ve insan sevgisini hiçe sayan inançsızlara karşı y azılmışlardır. Bazen söz konusu ilahiler uy arı niteliği taşıyarak, Tanrı’nın bu tip insanlara verdiği cezalardan bahsetmektedirler. Yaptığı yanlışı idrak ederek doğru yolu bulan bir günahkâra ise

Tevrat’da beddua okunmamaktadır. Bu sebepten dolayı beddua içeren ilahiler de dua olarak kabul edilmektedir. Hz. îsa adına okunan bu dualar kişisel öç alma duygusu ile okunmamaktadırlar[277]. Tanrı’nın ve ona inananların düşmanları böylelikle Hz. îsa ve onun kiliselerinin düşmanı olarak da kabul edilmektedir[278]. İlahiler eski bir dönemin ürünü olduklarından, güncel sorunlara uyarlanarak, tekrar ele alınıp yorumlanabilmektedirler[279].

Ağıtlara yer veren ilahilerin genelde büyük olasılıkla Mezopotamya ağıt edebiyatının etkisi altında oluştuğu sanılmaktadır[280]. Teolojik olarak î.Ö. 587 yılına ait kolektif krizleri konu ederek bunların üstesinden gelme çabası gütmektedirler. Bunlar “Yok Oluş” ile “Çöküş” konularına yer verdiklerinden, tapınakların, şehirlerin ve krallıkların yok oluşunu işlemektedirler. îlahilerde düşmana y aklaşım temelde ikiye ayrılır: 1) Düşman imgesini yoğun şekilde pekiştiren ve işleyen bir tutum, 2) düşmanları bağışlama ya da sevme tutumu.

Birbirinden farklı bu iki tutum arasında Türk dualarında daha fazla yer edinmeleri dolayısyla düşman imgesini pekiştiren ilahilere yer verilecektir. Buna bağlı olarak ise düşman konusunu işleyen ilahiler y orumlanarak düşmana bakış irdelenecektir. Luther’in bu konuya bakışı ve katkısı göz ardı edilmeyerek önemine değinilecektir.

İlahilerde yer alan düşmanlar, kimleri tehdit etmektedirler? Bu düşmanlar hangi millettendir? Ya da ne gibi özelliklere sahiptirler? Bu soruları yanıtlamak oldukça güçtür. İlahilerde yer alan düşmanların kimlikleri hakkında bilgi verilmemektedir. Önyargılı, adeta kalıplaşmış kavramlarla tasvir edilen düşmanlar, tek başına ya da toplum olarak, inançlı bir Hristiyanın karşısına çıkabildiği gibi, bütün bir toplumun karşısına da çıkabilmektedirler. Düşman olan insanları sınıflandırmak mümkün değildir, çünkü kimin düşman olabildiği belli değildir. Bazen insanların dost olarak nitelendirdiği kişiler de düşman olabilmekte, ki bu da dua eden şahsı özellikle üzmektedir[281]. Ancak konumuz gereği günahkâr olan ve varlıklarıyla inançlı insanları tehdit eden bireysel düşman konusunun üstünde durulmayacaktır.

Türkler aleyhinde yazılmış olan dualarda, oldukça geniş yer tutmalarından dolayı, ilahilerde savaşçı kimliği ile karşımıza çıkan düşmanlar, en yaygın imgelerdendir (Ps. 3,7[282]). Bu savaşçıların uyguladığı yöntemler, avcılarınkiyle karşılaştırılmaktadır (Ps. 140,6). Zulümleri ise vahşi hayvanlarınkine benzetilir (Ps. 22,21). Eylemlerinin temelinde ise nefret ve kıskançlık yatmaktadır (Ps. 35,19). İnançsız olmaları nedeniyle, inançlıları Tanrı’dan uzaklaştırmaya ve Tanrı’ya olan güvenlerini sarsmaya çalışmaktadırlar[283]. İlahilerde aynı şekilde kralın ve dolayısıyla da halkın düşmanlarından bahsedilmektedir. Bu bağlamda genelde yabancı halklar ve onların liderleri kastedilmektedir. Tıpkı ilahide Tanrı’nın (Yahve) ülkesini fethetmeye çalışan (Ps. 83,13) ve kutsal şehri harab ey e çeviren (Ps. 79,1) düşmanlar gibi... Ne de olsa yabancı halklar yabancı Tanrı’lara inanmakta ve alay lı seslerini yükselterek (Ps.79,4) karşısındakileri küçümsemektedirler (Ps. 44,15)[284]. Dış düşmanın yanı sıra, halkı içten tehdit eden düşmanların varlığı da önemli yer tutmaktadır. Ancak ister dışardan gelen yabancı düşmanlar olsun, ister halkın bünyesinden çıkan iç düşmanlar olsun, bunların halka karşı olmalarının yanı sıra, Tanrı’ya karşı da düşman olarak kabul edilmektedirler. Tanrı’nın adına gölge düşürmeleri (Ps.74,18), onun adaletine (Ps.10,13), hatta varlığına inanmamaları (Ps. 79,10), onların düşman olarak kabul edilmelerinin asıl nedenidir. Bu sebeple her şeyin hâkimi olan Tanrı’ya yakarılır ve Ondan düşmanlarını susturması beklenir (Ps. 8,3)[285]. Düşmanın yenilgiye uğratılması, kurtulanları öylesine sevindirmektedir ki, kurtarıcıları olan Tanrı’nın adaleti için methiye şarkıları yazılır[286]. Sonuç olarak ilahilerde yer alan düşmanlar çoğunlukla Hz. İsa’nın düşmanları ve onun çektiği acıların sorumluları olarak kabul edilmektedirler. İlahilerin yorumlanmasında kısa dualar (Kollekt) da büyük önem taşımaktadırlar. Bu dualarda (belirli mezmurlarda) öncelikle acı çeken Hz. îsa olsa da, onunla birlikte kilise de fiilen ve manen saldırılara maruz kalmaktadır[287].

6.4.   İlahilerde Düşman Türkler

Uzun bir zamandır var olan Türk tehdidi ilahilere de yansır. Bu tehdit daha çok güney sınırında bulunan yerleri kapsamasına rağmen, bütün ülkeyi etkiler. Türkler, bu sayede siyasette, dinde ve nihay etinde edebiyatta yerlerini almaktadırlar. Bu şekilde tehdit fikri ve düşmanlık ideolojisi sürekli gündemde tutulur. Schulze’ye göre Türkler hakkında olumlu izlenimlerin neredeyse tümünün yok sayılması, düşman imgesinin kilise ve devlet tarafından desteklendiği düşüncesini akla

getirmektedir[288]. Almanya’nın kuzeyinde yaşayan ve aslında bu tehditten birebir etkilenmeyen bir vaiz için, bu düşmanlık imgesinin kullanılması ve yerleştirilmesi, dine bağlılığı, birlik ve beraberlik düşüncesinin kuvvetlendirilmesi ve dinî disiplinin sağlanması amacıyla kullanılmaktaydı. Böylece inançlı olan insanlara tövbe çağrısında bulunulmakta ve günahlarından arınmaları istenmekteydi. Bu bağlamda ise Türklere karşı vaazlar okunmakta, dualar edilmekte ya da anma günleri ilan edilmektedir. Örneğin Papa V. Pius kutsal Meryem’in müdahalesi sayesinde elde edildiğine inandığı înebahtı Deniz Savaşından dolayı 7 Ekim’i, anma günü olarak ilan etmektedir. Türk tehdidi, tıpkı veba gibi, kader olarak algılanmaz, tam aksine insanların kendi hatalarından dolayı Tanrı tarafından verilen bir ceza gibi düşünülür[289].

6.5.   Bazı İlahilerin Türk Tehdidine Uyarlanması

Düşman konusuna yer veren çok sayıda ilahinin arasında, bazıları diğerlerine oranla daha fazla kullanılmış ve kabul görmüştür. Bu ise, tercih edilen ilahilerin yoğun şekilde düşman konusuna eğilmeleri dolayısıyla olmuştur. Düşman konusunu bu denli yoğun işleyen ilahiler, Türk tehdidi konusuna da kolaylıkla uyarlanabilmişlerdir. En sık kullanılanlar arasında yer alan 74., 79., 80., 83., 85. vb. bulunmaktadır. Reformasyon döneminde Türk tehdidine uyarlanmış ilahilerin başında, dualarda sıklıkla kullanılan ya da dualara esin kaynağı olan 74. ve 79. ilahilerdir. Her iki ilahi de benzer konulara yer vermektedirler. İki ilahinin Tevrat’daki içeriklerine değinilecek ve Türk tehdidine nasıl uyarlandıkları gösterilecektir.

6.5.1.   74. İlahi

74. ilahi kutsal mekânlardaki ya da topraklardaki düşman (Der Feind im Heiligtum) konusunu işlemekte ve tıpkı 79. ilahi gibi Türk tehdidi konusuna uyarlanarak, dualara, vaazlara ve dinî şarkılara kaynak teşkil etmektedir.

Asaf’ın yazmış olduğu bu şarkı bilgelik şarkısı (hikmet) olarak adlandırılmaktadır. İlahilerin başlıkları kaynakçalara göre zaman zaman değişikliklik gösterse de bu ilahi için genelde harabeye dönüştürülen kutsal mekân/toprak ya da kutsal mekânlardaki/topraklardaki düşman başlığı kullanılmaktadır. İlahi ağıt şeklinde kutsal mekânların Kaldeliler tarafından korkunç bir şekilde harap edilmesini anlatmaktadır. İlahiyi söyleyen kişi Tanrı’nın her zaman İsrail’i koruyacağına inanmakta ve bu duygularla Tanrı’sına seslenmektedir. Şarkı/ağıt aynı zamanda kiliseye baskı yapanlara ve dine saldıranlara yönelik de y azılmıştır. İlahilerde birçok mısradan da anlaşıldığı üzere, tapınak, uzun zamanlardan beri harabe halindedir[290].

Bu ise dinin yok edilmesi anlamına geldiğinden, ağıtın 9. mısrasında konuyla ilgili yakınılmaktadır[291]. Bu mısranın devamında sonsuz bir güce sahip olan Tanrı’nın ne zaman düşmanlara müdahale edeceği sorulmaktadır. Düşmanların akbaba, İsrail’in ise güvercin olarak adlandırıldığı 18. mısrada, Tanrı’dan güvercinin hay atının, akbabanın eline

bırakmaması istenmektedir[292]. Son mısralarda ise Tanrı’dan yardım etmesi istenir ve düşmanın sesini gün geçtikçe daha da arttırdığı vurgulanır[293].

Türklere karşı y azılmış olan dualarda bu ilahiden sıkça faydanıldığını görebilmekteyiz. Hristiyan topraklarına ayak basan düşmanlar bu defa Türklerdir ve ülkeyi harabeye çevirmek istemektedirler. Avusturya’dan alınan haberler doğrultusunda, sıranın kendi topraklarında olduğunu düşünen Almanlar dualarında sürekli o larak bu konuyu işlemekte ve ülkelerini bekleyen tehlikelerden bahsetmektedirler. Yine birçok duada Tanrı’nın ne zaman müdahale edeceği sorusuna yer verilir. Güvercin motifi de dualarda sıkça karşımıza çıkmaktadır. Metin içerisinde kendilerini güvercin olarak adlandıran Hristiyanlar düşman Türklerin eline düşmek istemediklerinden, Tanrı’dan yardım isterler.

6.5.2.   79. İlahi

Türk tehdidine en çok uyarlanan ilahilerden diğeri ise 79. ilahidir. Bu ilahide Tanrı’nın ülkesine saldıran yabancı halklardan bahsedilmektedir. Söz konusu ilahi Türk tehdidini işleyen çok sayıda vaaza, duaya ve dinî şarkıya konu olmuştur. Asaf’a ait olan bu ilahi, büyük olasılıkla Kudüs’ün Nebukadnesar tarafından yakılıp yıkılmasını anlatmaktadır. Dua şarkısı Tanrı’ya (Yahve’ye) halkın bulunduğu güç durumu ifade eden bir seslenişle başlamaktadır[294]. İlahide Tanrı’dan tekrar halkına merhamet gö stermesi ve kutsal mekânları yok eden dinsizleri cezalandırması isteği dile getirilmektedir. Ölülere saygı gösterilmemesi ve yabani hayvanlara yem o larak verilmesi ise büyük bir bahtsızlık olarak dile getirilmektedir. Düşmanlar Kudüs’ün tümünde su gibi kan akıtmışlardır. Cesetleri gömecek kimsenin olmayışı olayı daha da vahim hale getirmiştir[295]. Şehrin yok edilişi ve insanların eziyet görmesi ise Tanrı’nın öfkesi ile açıklanmaktadır. İlahide bu öfkenin ne kadar süreceği sorulmakta ve Tanrı’dan öfkesini kendisini tanımayan dinsiz halklara aktarılması istenmektedir. Devletin ve şehrin yok oluşu düşmanlar tarafından Tanrı’nın güçsüzlüğü olarak da değerlendirilmektedir. Tanrı’ya yöneltilen bu eleştiri büyük bir üzüntüyle dile getirilmekte ve Tanrı’dan intikam alması beklenmektedir[296]. Ondan tekrar gücünü göstermesi talep edilir ve adını saymayanlara, yapılanların yedi katını iade etmesi istenir. İlahinin sonunda ise, Tanrı’nın sonsuza dek say ılacağı ve adının nesilden nesile aktarılac ağı vurgulanır.

79. ilahide yer alan motifler zaman zaman olduğu gibi dualara aktarılmıştır. İlahide düşman halktan bahsedilmesine karşın, Türk dualarına uy arlanan ilahilerde düşmanın kimliği açıkca ortaya konmaktadır. Dualarda, tıpkı söz konusu ilahide olduğu gibi, Tanrı’dan halkına merhamet göstermesi ve Türkleri cezalandırması istenmektedir. Cesetlere saygı gösterilmemesi ve y ırtıcı hayvanlara yem olarak verilmesi ise Türk dualarında en çok kullanılan motifler arasında yer almaktadır. Düşman Türklerin su gibi kan akıtması da dualarda fazlasıyla dile getirilen konular arasındadır. Hristiyan dünyasının yok edilişi ve insanların zulümlere maruz kalması ise dualarda da, Tanrı’nın öfkesi ile açıklanmaktadır. İlahide olduğu gibi öfkenin ne kadar süreceği sorulmakta ve Tanrı’dan öfkesini kendisini tanımay an Türklere aktarması istenmektedir. Türk dualarında Roma împaratorluğu’ndan söz edilir ve yok edilmesi halinde Türklerin Hristiy an Tanrı’sını güçsüz sanacakları vurgulanır. Bu nedenle Türklere karşı yazılan dualarda da Tanrı’dan intikam alması ve gücünü gö stermesi beklenmektedir. Türk dualarının sonu da ilahi ile aynıdır ve Tanrı’nın sonsuza dek sayılacağına söz verilmektedir.

6.6.   İlahilerin Dua İçerisindeki Yeri

İlahilerin dua içerisindeki yerini inceleyecek olursak, duaların bir çoğunun ilahilerden esinlendiğini, hatta bazı ilahilerin birebir alıntılandığını söyleyebiliriz. Kimi zaman duanın kenarına, daha doğrusu sayfanın sağ veya sol boşluğuna daha küçük bir yazıyla ya da not şeklinde, hangi ilahinin söz konusu olduğu belirtilmektedir, kimi zaman ise dua içerisinde söz konusu ilahilerin adı verilmektedir.

Çoğunlukla dinî metinlere vâkıf olan 16. ya da 17. yüzyıl okuyucusu için, ilahi adının belirtilmediği durumlarda da, ilahileri tanımak ve y orumlamak, herhangi bir güçlük te şkil etmemektedir.

3.          BÖLÜM 1. Türkler Aleyhinde Yazılmış Olan Dualar ve Bunların İçeriklerine Göre Sınıflandırılması

Alman dilinde yazılmış olan ve “Türk duaları” olarak adlandırılan metinler, Alman edebiyatının araştırılmamış ve neredeyse hiç ele alınmamış konularındandır[297]. Özellikle 16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkan ve Alman toplumu için önemli toplumsal fonksiyonlar içeren “Türk duaları” bu bölümün inceleme konusu olacaktır. Bu bağlamda söz konusu türün ortaya çıkış ve y ay ılma nedenlerinin yanı sıra, dönemin mantalite si de irdelenecektir. Ayrıca duaların türleri ve her bir tür için çarpıcı örnekler ve bu örnekler içerisinde Türk ve Türk korkusu kavramının incelenişi amaçlanmaktadır. Türk imgesinin bu dualar içerisindeki yeri ve bu imgenin kullanımına yönelik hedefler gözden geçirilecektir.

Türkler aleyhine yazılmış olan dualar beş ana bölümde incelenecektir: Bunlar sırasıyla şunlardır: Çocuk ve gençlere yönelik dualar, ev duaları, kilise duaları, savaş duaları, özel bir kesime yönelik olmayan Türk duaları. Duaların bu kategorilere göre ayrılması çalışmanın temel zorluklarından birini teşkil etmektedir. Bunun nedeni ise çok sayıda duanın hangi kategoriye dahil edileceğinin belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Sınıflandırma yaparken öncelikle başlıklar dikkate alınac aktır. Başlık itibariyle birden fazla kategoriye giren dualar ikinci aşamada tercih edilecektir. İncelenen duanın birçok konuyu aynı anda işlediği durumlarda ise, ağırlıklı olarak değinilen konu sınıflandırmayı belirleyecektir. İşlenen konuların arasından sıyrılan konuyu tespit etmek ve bunu okuyucuya sunmak için, duanın içeriği hakkında bilgi aktarılmay a çalışılacaktır.

Duaların incelenmesinde Protestan ya da Katolik duası olarak herhangi bir ayrıma gidilmeyecektir. Bunun nedeni ise Protestan ya da Katolikler tarafından yazılmış olan duaların aynı konuyu işlemesi ve aralarında belirleyici bir farkın bulunmamasıdır. Her iki mezhep de Türklerin büyük bir güç ve tehdit olduğu konsusunda hemfikirdir. Bu tehdidin salt askerî güçlerle yenilemeyeceği bunun için dinsel güçlerle donanmanın zorunluluğu konusu da iki mezhep tarafından benimsenmekteydi. Duanın içeriği olumsuz olsa da, kullanılan dil karamsarlığa sevk etse de, tüm dualar ümit vererek sonlandırılmaktaydı. Hem Protestan hem de Katolik dualarında Hristiyanlığın hiçbir şekilde yok edilemeyeceği mesajı verilmekteydi. İmparatorluğun artık güçsüz düştüğü, askerî savunmanın y etersiz kaldığı düşüncesi toplumun endişelerini arttırmaktaydı. Her iki mezhep de dualara propaganda fonksiyonu yüklenerek, toplum içerisinde var olan güvensizlik ortamını yumuşatmaya ya da ortadan kaldırmaya çalışmaktaydı. Bu da var olan toplumsal düzenin korunması için temel şartlardan biri olarak kabul edilmekteydi.

Bu çalışmaya sadece Almanya’da basılmış dua kitapları dahil edilecektir. Avusturya’da basılan kitaplar değerlendirme dışı tutulac aktır. Avusturya’lılar için yazılmış olan dualar ise, kitap Almanya’da basılmışsa, inceleme kapsamına alınacakdır.

16. yüzyıl dualarında Türk imgesinin araştırılmasına yönelik geniş materyaller sunan belirli dönemler bulunmaktadır. Bu nedenle inceleme kap samına alınan duaların y ay ımlanma tarihine ilişkin belirtilmesi gereken önemli noktalardan biri, tercih edilen duaların genelde 1566 ile 1592-1595 yıllarında yayımlanmış olmalarıdır. Ayrıca Luther’in dualarını yayımladığı yıllar da inceleme dahilindedir. Bu yıllarda yazılan ve yayımlanan dualar, Türk imgesinin en yoğun işlendiği, hissedildiği ve dolayısıyla da aktarıldığı dönemlerdir.

2.   Çocuklara ve Gençlere Yönelik Dualar

Luther yetişkinlerin dua etmesine ne kadar önem vermişse, aynı şekilde çocukların dua etmesi konusunda da titizlik göstermiştir. Bu durumdan yola çıkan Protestanlar özellikle 16. ve 17. yüzyılda çocuk ve gençlere yönelik çok sayıda dua kitabı ortaya çıkarmışlardır. Çocuklar için yazılmış dua kitapları yetişkinlere hitaben yazılmış dua kitaplarından bazı özellikleri dolayısıyla ayrılmakta ve ayrı bir tür olarak kabul görmektedir. Çocuklara yönelik kitapların ya da metinlerin okuyucuları genellikle az okuma yazma bilenlerden oluşmaktaydı[298]. Bu durumda metinler ezberlenerek yazılı olan metinleri gereksiz hale getirmektey diler. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu türün halk arasında sevilip yaygınlaştığı, basımlarının artmasından anlaşılmaktadır. Çocuklar için yazılmış dua kitapları böylelikle spesifik bir okuyucu kitlesinin spesifik ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktirler. Çocuklara ve gençlere hitaben y azılmış olan bu kitap lar, genellikle örnek metinlere dayanarak, genç Hristiyanlara nerede, nasıl, kimlerle ve neden dua etmeleri gerektiğini öğretmeyi hedeflemektedirler. Böylelikle genç okuyuculara rehber olma niteliği taşıyan kitaplar detaylı açıklamalara yer vermektedir[299]. Genellikle bu dua kitaplarının içinde çok farklı dualar ve metinler bulunmaktadır. Bunların arasında gün içerisinde edilmesi gereken dualar, ilahiler ya da Incil’den bölümler yer alabilmektedir. Yetişkinler için yazılmış olan dua kitaplarını, çocuk ve gençlere yönelik yazılmış olanlardan ayıran en belirgin fark eğitici olmaları, rehber olma niteliği taşımaları, kullanılan dilin sade ve anlaşılır oluşu ve içeriklerin çocuklara adapte edilmesi olarak sıralanabilir. Yetişkinler için y azılmış olan kitapların neredeyse tüm mekânlarda kullanma özelliği bulunurken, çocuklar için yazılmış olanlar, öncellikle evlerde, okullarda ve kiliselerde kullanılmaktadır. Bu kısıtlama çocuklara gereken eğitimin sağlanmasıyla ilgilidir. Bu görevi evlerde ebeveynler, okullarda öğretmenler ve kiliselerde papazlar üstlenmektey di. Genç yaşta verilmey e başlanan bu eğitim, Hristiyan kişiyi bir ömür boyu yönlendirmeliydi. Çocuklar böylelikle aile içindeki dinsel etkinliklere dahil edilmekteydi. Bu nedenden birçok aile düzenli olarak evde dinsel aktivitelerin yapılmasını sağlar ve încil okuyarak, dua ederek ve ilahiler söyleyerek çocuklara, temel say ılac ak bu ilk eğitimi verirdi. Ev duaları içeren dua kitapları da sürekli olarak bu konuya işaret ederek, anne ve babaları uy armakta ve çocuklarıyla birlikte yapılması gerekenleri detaylı bir şekilde anlatmaktadırlar[300]. Ev, okul ve kilise böylelikle işbirliği içinde çalışarak, çocuk ve gençlere dinsel eğitimin verilmesinden sorumlu tutulmaktaydılar. Tüm bunların dışında üniversite öğrencilerine yönelik yazılmış olan dua kitap ları da bulunmaktadır. Bu kitaplar üniversite öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yazılmıştır. Söz konusu kitaplarda öğrencilere yönelik duaların yanı sıra davranış biçimlerine de yer verilmekteydi. Üniversite öğrencisi öncellikle Tanrı’nın ona vermiş olduğu bu fırsattan dolayı şükretmelidir, çünkü o okuyabilmiş olmasından ötürü artık sıradan insanlarla bir olmamakta ve bilgeliği öğrenmektedir. Ayrıca başarılı olması, dindar ve çalışkan öğrencilerle arkadaşlık etmesi, kötülerle bir olmayarak yoldan çıkmaması, vaktini en iyi şekilde değerlendirmesi, yararlı ve verimli sohbetler etmesi ve erdemli davranışlar içinde bulunması, her zaman insanlara hizmet etmesi için Tanrı’ya dua etmelidir. Sonuç olarak çocuk ve gençlere yönelik yazılmış dua kitapları toplumda önemli yer tutmakta ve oldukça sevilmekteydiler. Luther’in bu konudaki katkılarını da göz önünde bulundurarak çocuk ve gençlerin fazlasıyla önemsendiğini görebilmekteyiz. Luther’in onlara verdiği önem en belirgin biçimde onlara hitaben y azılmış genel dua kitaplarından anlaşılmaktadır.

Çocuk ve gençlere verilen bu önem genel dua kitaplarının dışında da görülmektedir. Spesifik durum olarak adlandırabileceğimiz Türk korkusu zamanla Luther’i de etkisi altına alır ve çalışmalar yapmasına neden olur. Bu çalışmalarının belki de en çarpıcı olanları ise çocuk ve gençlere yönelik yapmış olduklarıdır. Luther kiliselerde dua etmeden Türklere karşı başarı elde edilemeyeceğini sıkça vurgulamakta ve Türklere karşı dua ve vaazlarla insanları birleşmeye ve direnmeye çağırmaktadır. Yetişkinler için yazılmış olan Türk dualarının dışında, Luther çocukların da dua etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çocuklara özellikle değinen Luther savaş kargaşasının onlara zarar verebileceğinden endişe duymakta ve çocukların esarete düşme ihtimaline karşı temel din bilgilerinin verilme si gerektiğini dile getirmektedir. “Evlerde ise çocuklar dua etmeliydi, çünkü söz konusu olan onların geleceği idi. Luther çocukların Türklere karşı ettiği duaların siperlerden, tüfeklerden ve tüm hükümdarlardan daha etkin olacağına inanmaktadır” [301]. Onun bu konuda örnek teşkil etmesiyle çocuklara yönelik yazılmış olan “Çocuk Türk duaları” adlı tür hızla yayılır ve dönemin siyasî ve kültürel aynası olma niteliği taşır. Luther’den etkilenen protestanlara göre de toplumun en zayıf halkasını teşkil eden çocuklar, dualarıy la düşmana karşı en etkin olanlardır. Çocuklar Türke karşı koymadan onları silahsız olarak yenecek ve geri püskürteceklerdir[302]. Almanya’nın birçok şehrinde çocuklara hitaben Türk duaları yazılır ve öğretilirdi. Korkunun çocuklara kadar indirgenmesi ve onların bu sorunlara dahil edilmesi, dönemi tanımlanabilmesi ve anlaşılabilme si açısından son derece önemlidir.

Çocuk ve gençlere yönelik yazılmış olan duaları kimi zaman birbirinden ayırt etmek mümkün olmamaktadır. Kesin bir ay rıma gidilememesinin sebebi ise genelde gençlere yönelik yazılmış olan dualarda da çocuklardan bahsedilmesidir. Bunun nedeni ise Hristiyan dualarında insanların genelinden Tanrı’nın çocukları olarak söz edilmesidir. Tanrı bu durumda tüm insanların kutsal babası “Heiliger Vater” olarak görülmektedir. Bundan dolayı duaları sınıflandırırken böyle bir ayrıma gidilmesi doğru olmayacaktır. Yine de başlık ve içerik göz önünde bulundurularak incelenen duanın hangi kesime yönelik yazıldığı belirlenmey e çalışılacaktır.

2.1.     Dua Örnekleri

Martin Luther’in bu türün gelişmesinde örnek teşkil etmesi nedeniyle, öncelikle onun bir duasına yer verilecektir. Ardından Martin Mirus, Andreas Musculus, Paul Egenolff ve yazar adı belli olmayan dualara yer verilip bunların içerikleri ve bazı durumlarda dilsel özellikleri incelenecektir.

2.1.1.    Martin Luther’in Türklere Karşı Çocuk Duası

Bu başlık altında incelenecek olan duaların ilki Martin Luther’e[303] aittir. Onun çocuklara yönelik birçok duası arasından bunun tercih edilmesinin nedeni, kilise şarkısı olarak da adlandırılan duanın aynı zamanda oldukça sevilen dinî şarkılar arasında yer almasıdır. Bunun en belirgin kanıtı ise şarkı/duanın çok yayılmış olmasıdır. Özyurt bu şarkı/duanın tam dokuz varyantını tespit etmiştır[304]. Ancak orijinalinin incelenmesi elbette daha sağlıklı bir yorumu da beraberinde getirecektir[305]. Şarkı/dua, Bornkamm/Ebeling’e göre Papa’nın, Alman Kayzer’ine karşı, Sultan ve Fransız Kralı ile birleştiği söylentisinin yayıldığı 1542 yılının ortalarında yazılmıştır[306]. Brecht ise duanın oluşumunda, 1542 yılında Brandenburg Elektörü olan II. Joachim’ın, Türklere karşı savaşması ve bu seferin başarısızlıkla sonuçlanmasının etkin olduğunu vurgular. Savaşta 15 bin Hristiyan askerinin öldüğü söylense de bu sayının abartılı olduğu varsayılmaktadır. Bu savaş Saksonya’ya 21.983 güldene mal olur. Söz konusu miktar ise halktan toplanan “Türk vergileriyle” karşılanır.

Böylelikle savaş için toplanan söz konusu vergiler de boşa harcanmış olur. Bazı hükümdar ve derebeylerin bu vergiyi vermek istememesi, Luther’i duaların etkinliği konusunda şüpheye düşürür. Buna rağmen Luther’e göre Tanrı’nın isteği doğrultusunda dua edilmeliydi. Luther’in günümüzde de çok bilinen ve Brecht tarafından “Çocuk duası” olarak adlandırılan metni bu koşullar altında yazılmış olur[307].

Ein Kinderlied, zu singen, wider die zween Ertzfeinde Christi und seiner heiligen Kirchen, den Babst un Türcke, etc. (îsa’ın ve kutsal kilisesinin ezelî düşmanı olan Papa ve Türklere karşı vs. söylenecek olan bir çocuk şarkısı) adlı dua/kilise şarkısının başlığından da anlaşıldığı üzere Luther, Papa’yı ve Türkleri kilisenin en büyük düşmanı olarak görmektedir. Papa’yı ve Türkleri aynı kefeye koyan ve onları ezelî düşman olarak adlandıran Luther, Hristiyanlığın en büyük düşmanlarından korunabilmek için Tanrı’ya yakarır. Özyurt da şarkının ilk kıtasını[308] aynı şekilde yorumlamaktadır. “Luther’e göre Papa ve Türkler Hristiyanlığı tehdit ettiklerinden, Papa da Türkler kadar tehlikelidir”. O bu nedenle Tanrı’ya, Hristiyan dünyasını bu iki tehditten koruması ve onlara karşı gücünü kanıtlaması için, yalvarır[309]. Ancak Luther, Papa’yı ve Türkleri ne denli büyük bir tehdit olarak görse de birinci kıtanın son mısrasından da anlaşıldığı gibi bunu başaramayacaklarına olan inancını yitirmez[310]. Şarkının bir varyantında ise Luther, Tanrı’ya Türkleri mağlup etmesi için yakarır. Türklerin, Tanrı’nın gücüyle mağlup edilmesi Hristiy anların ve dinsizlerin de Tanrı’nın gücüne inanmalarını ve Tanrı’ya güvenmelerini sağlayacaktır[311]. Luther’in y azmış olduğu bu çocuk duasından da anlaşıldığı gibi, dilsel açıdan bakıldığında çocuklara uygun bir üslubun kullanılmadığını görmekteyiz. Ancak bu o dönemler için son derece olağan bir yaklaşımdır. Öte yandan Martin Luther’in Türk konusunu işlemeyen ve örneğin Noel ya da Paskalya’yı konu alan, çocuklara yönelik diğer dualarda kullanılan üslubun daha yumuşak olduğu söylenebilir[312]. İncelenen bu duada kullanılan ifadeler son derece sert olmakla birlikte, aynı zamanda çocuklar için korkutucu da sayılabilmektedir:

“Tanrım yardımcı ol bize sözlerinle

Papa ’nın ve Türklerin cinayetini engelle

Senin oğlun olan İsa ’yı

İsterler senin tahtından indirmeyi [313].

Martin Brecht de “Luther und die Türken” (Luther ve Türkler) adlı makalesinde bu konuda benzer ifadelere yer vermektedir. Brecht’e göre 1542/1543 yılında yazılmış olan bu çocuk duası günümüzde “öylesine dayanılmaz ve sert bulunmaktadır ki, ancak y umuşatılarak ve genelleme yapılarak söylenmektedir”. Örneğin, “Türk” ve “Papa” sözcükleri yerine “düşman” sözcüğü kullanılmaktadır[314]:

2.1.2.    Martin Mirus’un Türklere Karşı Çocuk Duası

Martin Mirus (1532-1593) Jena Üniversitesi’nde gördüğü öğrenim sonucu 1558 yılında mastır ünvanını alır. 1573 yılında Saksonya Elektörü August von Sachsen onu Weimar kiliselerinin başına getirmek ister; ancak Mirus görevi kabul etmesine rağmen, bölge halkının tepkisi yüzünden vazgeçer[315]. Jena Üniversitesi’nde 1574 yılında teoloji alanında doktorasını tamamlar ve aynı yıl içerisinde Dresden’e saray vaizi olarak gider. 1575’de Almanya’nın Regensburg şehrinde papalığa karşı yedi vaaz okur. 1586 yılında Elektörün ölmesiyle Mirus’un konumu da değişir. 1588 yılında yeni Elektör I. Christian von Sachsen tarafından görevden alınır, üç ay tutuklu kaldıktan sonra sınır dışı edilir. Mirus, Jena’ya döner ve orada sakin bir hayat sürer. I. Christian’ın 1591 yılında ölmesi sonucunda, onun dul eşi Sophie tarafından Dresden’e geri çağrılan Mirus bazı önemli görevlere getirilir. Leipzig’den Dresden’e sey ahat ederken aniden rahatsızlanır ve birkaç gün içerisinde ölür.

Bu grup altında incelenecek olan ikinci dua/şarkı[316] 1595 yılında Türckenglocke[317] adlı kaynakta yayınlanır. Mirus bu duayı başlığında belirttiği üzere “sevgili gençliğe” adamış olsa da metinde söz konusu olan çocuklardır. Dua içerik itibariyle hem çocuklara hem de gençlere yöneliktir. Ancak metin içerisinde hiç bir şekilde genç sözcüğüne yer verilmemesi ve sadece çocuklardan bahsedilmesi duanın başka kaynaklarda doğrudan çocuk duası o larak adlandırılmasına neden olur[318]. Metin içeriği göz önünde bulundurularak çocuk duası kapsamında incelenecektir.

Duada çocuklar konuşturulur, daha doğrusu duygu, düşünce ve endişelerini dua şeklinde dile getirirler. Bu dua Luther’in duası ile karşılaştırıldığında ilk bakışta kulağa daha hoş gibi gelse de aslında çocuklar için son derece ürkütücü sayılabilecek bilgilerle doludur. Günümüz perspektifi ile duaların çocuklara uygun olup olmadığına bakılacak olduğunda her iki duanın da kesinlikle çocuklara uygun olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Dilsel açıdan Luther’in duası Mirus’unki ile karşılaştırıldığında, Mirus’un dilinin çocuklara ilk etapta daha hoş geleceğini söyleyebilmekteyiz. Luther’in duasını çocuklar için yazmış olduğu sadece başlığından anlaşılmaktadır. Oysaki, Mirus duasında küçültme ekleri kullanarak kullandığı dili çocuklara yakın hale getirmeye çalışmıştır. Örneğin ilk kıtanın ilk satırında “Ey çocukların yüce Tanrı’sı” şeklinde duaya giriş yapılırken, Mirus “çocuklar” sözcüğünde küçültme eki kullanarak (=Kinderlein) ifadeyi şirinleştirmiştir. îçerik olarak duanın analizi yapıldığında ise y etişkinler için yazılmış dualardan farksız olduğu ortaya çıkmaktadır. Duanın ilk kıtasında Tanrı’ya seslenen çocuklar, Hristiyan dünyasının düşmana karşı hazırlanmasını isterler. “Ah” sözcüğü ile başlayan ikinci kıtanın ilk satırında çocuklar bulundukları çaresiz durumu dile getirirler. Etrafı zorluk ve tehlikelerle sarılmış olan çocuklar, “Türk”ü Herot’e[319] benzeterek, Türk’ün tıpkı Herot gibi herkesin canını almak istediğini ifade ederler. Üçüncü kıtada ise Türklerin yapmak istedikleri anlatılmaktadır. Türkler buna göre “kılıç, haydutluk, savaş, cinayet ve yangınlarla” vatanlarını harap edip Hristiyan kanı dökmek isterler. Duanın dördüncü kıtasında ise “Türklerin zulümlerine” yer verilir. “Zavallı çocuklar”, Tanrı’ya zamanı geldiğinde “Türklerin bu zulümlerinden” korunmaları için yakarırlar. Çünkü Türkler metne göre, “anne karnındaki çocuklara bile ac ımazlar”. Doğmamış bebeklere dahi merhamet göstermeyen Türk imgesi ise Türk zulmünün en büyük kanıtı niteliğindedir. Bu ise hem dünyevi hem de dinî Türk şarkılarında, dolayısıyla dualarında da sıkça karşımıza çıkan imgelerdendir[320]. Duanın bundan sonraki bölümlerinde “Türk” yerine “düşman” sözcüğü kullanılmakta ve Alman dualarının genelinde olduğu gibi dua edilmektedir. İsa’nın yardımlarını esirgememesi ve Tanrı’nın günahlarını bağışlaması istenir. Tamamen ümitlerini yitirmemeleri için verilen cezaların öfkeyle değil, ölçüyle verilmesi dilenir[321]. Oldukça yaygın olan Mirus’un bu duasında görüldüğü üzere Türk imgesi fazlasıyla kullanılmış ve böylece düşman Türk kavramı özellikle de çocukların belleklerine yerleştirilmeye çalışılmıştır.

2.1.3.     Andreas Musculus’un Türklere Karşı Çocuk Duası

1514-1581 yılları arasında yaşayan Andreas Musculus[322], 15 31 ’de Leipzig Üniversitesi’nde üç yıl öğrenim gördükten sonra “Bachelor”[323] ünvanını alır. 1538 yılında teoloji öğrenimi görmek üzere Wittenberg’e gider, Mastır ünvanını alır, akrabası olan Johannes Agricola’nın tavsiyesi üzerine Frankfurt Üniversitesi’ne alınır ve orada pröfesör olur. Andreas Musculus’un “Türklere karşı bir çocuk duası” adını taşıyan metin, Rupert Erythropilus’un Weckglock darinnen die schlaffende Teutschen wider die wachenden Türcken auffgewecket werden (Uyuyan Almanları uy anık olan Türklere karşı uy andırma çanı) adlı kapsamlı çalışmasında yer almaktadır[324]. Onun bu çalışması Türklerle ilgili yapılmış olan dönemin en önemli çalışmaları arasında yer almaktadır. Kitapta Türklere karşı yazılmış olan çok sayıda dua yer almaktadır[325]. Başlığı oldukça uzun olan kitap 1595 yılında Frankfurt’da yayımlanmıştır.

Çalışmanın alt başlığında Türklerden Yecuç Mecuç olarak söz edilmekte ve bunların zor durumdaki Almanlar için oluşturdukları tehlikelerden ve Hristiyanların bunlara karşı yapması gerekenlerden bahsedilmektedir. Tamamı 444 sayfadan oluşan kitapta Türklerle ilgili birçok konuya yer verilmektedir.

Çalışmanın ön sözünde Lüteryan olan Rupert Erythropilus sırasıyla Yecuç Mecuç, Hz. Danyal’ın kehanetlerine, Luther’in önemine, düşman olan Türklere ve onların Alman insanına yani kadın, erkek ve çocuklarına yapacaklarına, tıpkı Sodom şehri gibi günahlarıyla anılan Almanya’nın durumuna, Yahudilere, ayrıca uy arı niteliği taşıy an çalışmasına ve bunun yazılış amaçlarına, vaazlara, Hz. Ezekiyel’in kehanetlerine (38. ve 39. bölüm) ve Kutsal Roma Cermen împaratorluğu’nun başı kabul edilen Kayzer Rudolphus’un (Rudolf’un) Türklere karşı nasıl savaşması gerektiğine kısaca değinmektedir. Ön sözde adı geçen konular çalışmanın sonraki bölümlerinde detaylıca işlenmektedir. Erythropilus ön sözünde belirtmediği konulara da kitabında yer vermekte ve bunları okuyucusuna sunmaktadır. O, çalışmasında eğitici bir üslup kullanmakta ve okuyucuyu adım adım konuya yaklaştırmaktadır. Bu amaçla bir yandan dinsel kavramları işlemekte ve bunları sade bir dille aktarmay a ve açıklamaya çalışmakta, diğer yandan Türk tehdidiyle mücadele etmenin yollarını ve Hristiyanların bu konuda yapması gerekenleri sıralamaktadır. Mücadelenin temelini ise, ona göre, ibadet oluşturmaktadır. Bunun için Alman toplumunun tümüne seslenmekte, ki buna Kayzer’den sıradan vatandaşa kadar herkes dahildir, adım adım yapılacakları saymaktadır.

Dua, diğer çocuk dualarıyla karşılaştırıldığında oldukça ilginç bir örnek o larak karşımıza çıkmaktadır. Duada çocuklar îsa’ya seslenerek isteklerini dile getirmekte ve dualarının O’nun tarafından duyulmasını dilemektedirler. “Çocuk” sözcüğü duanın hemen başında yer alarak hedef kitle açıkça ortaya konmaktadır. Çocuklar, Hz. İsa’dan büyük bir sevgi ve şefkatla bahsetmekte ve ona “biz zavallı çocuklarını kutsal kollarına al” çağrısında bulunmaktadır[326]. Bu ifade biçimi ise çocuklara özgü olan saflığın göstergesi niteliğini taşımaktadır. Burada kullanılan dilin çocuk üslubuna son derece uygun olduğu dikkat çekmektedir.

Dua eden çocuklar anne ve babalarından İsa’nın öfkesinden ve vermiş olduğu büyük cezalardan haberdar olduklarını dile getirirler. Bu cezalar arasında savaşa hazırlanan Türkler de yer almaktadır. Ezelî düşman olarak adlandırılan Türkler bu bağlamda çocukların ve de İsa’nın hem bedeni hem de ruhani düşmanı o larak tanımlanmaktadır. Çocuklar duanın bundan sonraki kısımlarında Tanrı’ya ve Onun merhametine sığınarak hem kendileri hem de anne ve babaları için dua ederler. Tanrı’dan öfkesini bir kenara bırakmasını, sopasını kırıp ateşe atmasını ve kendilerine düzelmeleri için bir kez daha fırsat vermesini istemektedirler. Ancak çocuklar bile anne ve babalarının düzeleceklerine dair ümitli olmadıklarından, Tanrı’dan onlara karşı duyduğu öfke dolayısıyla

kendilerini cezalandırmamalarını ve ebeveynlerinin günahlarının bedelini çekmemeleri için yakarırlar. Burada çocukların neyi ceza olarak gördüklerine de yer verilmektedir. Ceza buna göre bedenin sefil bir şekilde öldürülmesi, ya da Tanrı’nın sözlerinden uzaklaşılmasıdır. Çocukların en büyük korkusu böyle bir cezayla karşı karşıya kalmaktır. Onlar, Tanrı’nın sözlerinden uzaklaşmaktansa, yani inançlarını kaybetmektense, hiç doğmamış olmayı tercih etmektedirler. İnancını

kaybetmekle ilgili kast edilen ise burada başka bir dine geçmektir. Bu endişelerini dile getiren çocuklar duanın bundan sonraki kısmında Tanrı’dan zor durumda bulunan zavallı çocuklarını korumasını talep etmektedirler. Korunma isteği karşılığında çocuklar, sonsuza dek Tanrı’larına sadakatla bağlı kalacaklarına, kutsal kilisenin ve Tanrı’nın isteği doğrultusunda yaşayıp hizmet edeceklerine söz verirler.

Dua birçok yönden etkin dualar arasında yer almaktadır. Bunun başlıca nedeni ise çocuk duası başlığı altında yetişkinlere yöneltilen

eleştirilerdir. Dualar çocuklara yetişkinler tarafından okunduğuna ve öğretildiğine göre, söz konusu eleştiriler en çok onlara, günahlarına ve Tanrı’yı kızdıracak yaşam biçimlerine yöneliktir. Böylece bu tarz çocuk dualarında ebeveynler, daha genel bir ifadeyle yetişkinler sorumsuz davranış ve yaşamlarından dolayı çocuklarının ilerde muhtemel o larak

yaşayacakları acılardan sorumlu tutulurlar. Burada manipulatif ve provokatif bir yaklaşım söz konusudur. Bu duaları duyan ya da öğrenen çocuklar ayrıca ebeveynlerine hesap sorabilecekler ve neden Tanrı’nın isteği doğrultusunda yaşamlarını südürmediklerini merak edebileceklerdir. Ancak tüm bunlardan daha da önemlisi çocukların belleklerinde yer edinmesi hedeflenen, Türklerle ilgili aktarılan imgelerdir. Böylesine dualarla yetişen çocuklar, ezelî düşman olarak tanıtılan Türkleri, yaşanılan tüm kötülüklerin sorumlusu o larak göreceklerdir.

Duay ı konu itibarıyla ele aldığımızda, Luther’in etkisi dikkat çekmektdir. Protestan olan Musculus’un duası Luther’in çocuklarla ilgili görüşlerine büyük ölçüde yer vermiş ve bunları duasında işlemiştir. Tıpkı Luther gibi Musculus da çocukların savaşlardan zarar göreceğine inanmakta ve onların dualarının, büyük ölçüde günahkâr olan yetişkinlerden, daha etkin olacağına inanmaktadır. Üstelik çocukların esir düşmesi halinde dinlerinden olma ihtimalinin yetişkinlere göre daha yüksek olacağını da dolaylı olarak dile getirmektedir. Duada aynı endişe dile getirilmekte ve çocuklar bunun olmaması için Tanrı’ya yakarmaktadırlar. Din değiştirmeyi hiç doğmamış olmaya tercih eden çocuklar, Musculus’un bu endişesinin göstergesidir. Burada yine Luther’in vurguladığı gibi, özellikle çocuklara genç yaşta verilmesi gereken Hristiyan ilmihal öğretisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Başka bir benzerlik ise çocukların duasının etkinliğiyle ilgilidir. Musculus da, tıpkı Luther gibi çocukların duasının, yetişkinlerinkine göre daha etkin olacağına inanmaktadır. Çünkü çocuklar yetişkinlerle karşılaştırıldığında, saf ve günahsızdır. Onlar, Tanrı tarafından verilen ve Türk tehdidi olarak adlandırılan cezanın sorumlusu olarak görülmemektedir. Bu da onların dualarını çok daha anlamlı kılmaktadır.

2.1.4.   Paul Egenolff’un Türklere Karşı İki Çocuk Duası

Orta Almanya’da bulunan Hessen bölgesi için yazılmış olan kitap, 1595 yılında Paul Egenolff tarafından, Marpurg (bugünkü Marburg) şehrinde yayımlanmıştır. 12 sayfadan oluşan kitapçıkta Türklere karşı altı duaya yer verilmiştir. Altı duadan ikisinin çocuklara hitaben yazıldığı göz önünde bulundurulursa, çocuklara verilen önem bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda incelenecek olan duaların ilki genç çocuklara, ikincisi ise küçük çocuklara yönelik yazılmıştır.

Genç çocuklara hitaben yazılmış olan duada kendilerini zavallı olarak tanımlay an çocuklar tıpkı ebeveynleri gibi zavallı ve günahkâr olduklarını dile getirdikten ve açlık, hastalık gibi sorunlarla ama özellikle de ezelî düşman olan Türklerle cezalandırılmay ı hak ettiklerini kabul ettikten sonra, Tanrı’dan merhamet dilerler. Diğer dualardan farklı olarak bu duada çocuklar kendilerini ebeveynleriyle birlikte günahkâr olarak görmektedirler. Metinde çocukların “genç” olarak tanımlanması onların “küçük” çocuklardan farklı olarak günah işleyebilecek konumda bulunmaları anlamına gelmektedir. Böylece gençler ya da genç çocuklar işlenen günahlardan sorumlu tutulabilmekte ve tıpkı yetişkinler gibi cezayı hak edebilmektedirler. Bundan önce incelenmiş olan dualarda çocuklar günahkâr olmamakla birlikte ebeveynlerinin günahlarının bağışlanması için dua ederlerdi. Günahsız olmaları nedeniyle ebeveynlerinin işlemiş oldukları suçlardan dolayı onlarla birlikte haksız yere ceza almak istememektey diler. Duanın sonlarına doğru, genç çocuklar ve bebeklerin sesine kulak verilmesi beklenen merhameti ve acıması bol olan Tanrı’dan, günahlarının bağışlanması, kiliselerin ve okulların himayesi altına alınması, hükümet ve vatanlarının korunması, barışın sağlanması, insanların ve Tanrı’nın düşmanı olan Türk’ün devrilmesi dilenir.

Görüldüğü gibi bu duada Türklerle ilgili imgelerin sayısı fazla değildir. Kullanılan dil, diğer dualarla karşılaştırıldığında, çocuklara daha uygundur. Ancak kullanılan dilin uygunluğu, ya da imgelerin azlığı Türk imgesi açısından belirleyici değildir. Sonuçta Türkler hep ceza ile ilişkilendirilmektedir. Bunun yanı sıra Türklerin sürekli olarak düşman bağlamında yer alması da aynı etkiy i y aratmaktadır. Bu kavramların içinde yer alan Türkler, Alman çocukların zihninde, korku figürü olmaktan öteye gidemeyeceklerdir ki, hedeflenen de zaten budur.

Küçük çocuklar için yazılmış olan dua da benzer özellikler taşımaktadır. Kısa bir girişin ardından doğruda konuya girilmekte ve reşit olmayan çocuklar ve bebekler Tanrı’ya dizlerinin üstüne çökerek ve ellerini ona doğru uzatarak, yürekten gelen dileklerini sıralamaktadırlar. Bunların arasında vebadan ve başka dertlerden korunma isteğinin yanı sıra, “zalim Türklere” karşı korunma talebi de bulunmaktadır. Türklerin veba ya da başka dertlerle birlikte anılması ve bu sıralamanın içerisinde yer alması ilginç gibi görünse de, bu yaklaşım o dönemler için son derece olağandır. Türk sözcüğü birçok duada kötülüğü, hastalığı ya da ölümü ifade eden sözcüklerle aynı anda ve yan yana kullanılmaktadır. Çünkü “Türk” tıpkı veba gibi ölümü çağrıştıran kavramlardandır. “Türk” sözcüğü açıklamalara gerek kalmadan kendi başına korku salmakta, felaket anlamına gelmekte ve ölümü hatırlatmaktadır. Bu nedenden bazı dualar Türklerle ilgili olumsuzluklara yer verme gereksinimi duymazlar ve sözcüğü tek başına kullanırlar. Tanrı’ya, Hristiyan çocuklarını inançsızlığa ve günahkârlığa sevketmemesi için yakarılır ve bunun için düşman gücünün engellenmesi istenir. Bundan sonraki kısım zafer dualarını andırmaktadır. Çünkü çocuklar, Tanrı’dan hükümete, Roma İmparatorluğu ve ordularına Hristiyanlığın ezelî düşmanına karşı zafer bahşetmesi dileğinde bulunurlar. Çocuklar ayrıca Tanrı’dan düşman ve karargâhının ce saretini kırması ve uykuya dalmalarını sağlamasını istemektedirler ki, kendileri sevgili anne ve babalarıyla, papaz ve öğretmenleriyle birlikte barış içinde Tanrı’ya bağlı kalabilsinler.

Bu duanın özelliği ise zafer konusuna ağırlık vermesidir. Çocukların tıpkı yetişkinler gibi askerî başarılar için dua etmesi, çocuk ile y etişkin duaları arasında kimi zaman farkın neredeyse ortadan kalkmış olduğunu göstermektedir. Duanın çocuklara hitaben yazıldığı ise sadece başlığından ve metin içerisinde kullanılan “çocuk” ve “bebek” sözcüklerinden anlaşılmaktadır. Düşmana hakaret niteliği taşıyan sözcükler ise Paul Egenolff’un incelenen ilk duasında olduğu gibi, fazlaca kullanılmamıştır.

2.1.5.    Gençlere Yönelik Türklere Karşı Anonim Bir Dua

İncelenecek olan anonim dua Friedrich Roth’un 1596 yılında yazmış olduğu kitapta yer almaktadır. Bu kitap Türklere karşı yazılmış olan önemli kitaplar arasında yer aldığından, içeriği hakkında kısaca bilgi verilecektir.

Kitabın ön sözünde Türklerden kaynaklanan tehditler işlenmektedir. Roth bu amaçla öncelikle Türkleri, daha doğrusu Sultan III. Murad’ı, onun gücünü ve Hristiyan dünyası için oluşturduğu tehdidi tanımlamay a çalışmaktadır. Bohemya, Macaristan ve Viyana öncelikle tehlike altındaki y erler olarak sıralanmaktadır. Sonrasında Türklerin yapmış olduklarına yer veren yazar düşman imgesini pekiştirmeye yönelik tasvirlere geniş yer ay ırmaktadır. Bunların arasında önceden değindiğimiz imgeler de

bulunmaktadır, örneğin, Türklerin yakıp y ıkmaları, yağmalamaları, öldürmeleri, ele geçirmiş oldukları Hristiy anları idam etmeleri, onları boğmaları, bıçaklamaları ya da esirleri “köpekler” gibi sonsuza dek elde tutmaları. Daha da ötesi hamile kadınları karınlarındaki bebekleriyle birlikte öldürmeleri, çocukları ise yaşlarına bakmaksızın, kazıklara oturtmak suretiyle katletmeleri ve böylece Hristiyanların alay konusu olmalarını sağlamalarıdır. Yazar son o larak bir zamanlar Hristiy anlara ait olan İstanbul şehrini ve orada olanları kısaca hatırlatır. Bundan sonraki kısımda Roth, Hristiy anların bu tehdit karşısında yapabileceklerine yer vermekte ve bu durumda aile reislerinin, kiliselerde eşleri, çocukları ve ev halkıyla birlikte, Tanrı’dan dua etmek suretiyle y ardım ve kurtuluş talebinde bulunmaları gerektiğini vurgulamaktadır[327]. Yazarın çalışmasında kullandığı dil oldukça kaba, provokatif ve düşman imgeleriyle dolu. Bu tarz ise kitabının ilk sayfalarından itibaren kullanılmaktadır. Örneğin çalışmasının dördüncü sayfasında Türklerden, daha doğrusu Müslümanlardan “kana susamış köpekler” o larak bahsetmektedir. Düşman imgesini pekiştirmeyi, insanları motive etmeyi hedefleyen ve dolayısıyla savaşa çağrı niteliği taşıy an bu tarz kitapların tümünde genel olarak kışkırtıcı bir dil kullanılmaktadır.

Roth’un[328] kitabında 24. sırada yer alan, 20 satırdan[329] oluşan ve yazarı belli olmayan anonim dua da aslında gençlere hitaben yazılmış olan dualardandır. Dua “Sevgili gençliğe” başlığını taşımakta, ancak duanın içeriğine bakıldığında hiçbir şekilde “genç” sözcüğünün yer almadığı göze çarpmaktadır. Tam aksine tüm dua boyunca çocuklar ve onların Tanrı’ya y öneltmiş oldukları istekler yer almaktadır. Ancak bu öncesinde de belirtildiği gibi aldatıcı olabilmekte, çünkü çocuk sözcüğü, Tanrı’nın çocukları anlamında da kullanılabilmekte ve dolayısıyla da yetişkin insanlar anlamına gelebilmektedir.

Dua “biz çocuklarını[330] (istek ve emirlerini yerine getirmesek de) veba, açlık ve savaş ile cezalandıran merhameti bol Tanrım” sözleriyle başlamaktadır. îtiraf niteliği taşıyan bu sözlerden, Tanrı’nın vermiş olduğu cezanın hak edildiği anlamı çıkmaktadır. Ancak buna rağmen çocuklar, Tanrı’nın perişan, korkmuş ve mahzun kullarına merhamet göstermesi ve onlara sırt çevirmemesi dileğinde bulunurlar. Daha da önemlisi Hristiyan kiliselerini, vatanı ve Alman milletini korkutan, mahzunlaştıran, kovalayan, kaçıran ve güçsüz hale getiren “kana susamış” Türklerin asasını (gücünü) üzerlerinden çekmesi dileği ifade edilir. Duanın devamında bunların neden istendiğine yer verilir. Tüm bunlar “gerçek” ve tek olan Tanrı’ya bağlılığın ve inancın sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için talep edilmektedir. Bu dileklerin ifade edilmesiyle dua son bulmaktadır.

Bu duada da Türk, veba, açlık ve savaş gibi ö lümü çağrıştıran kavramlarla yan yana anılır. Türklerle ilgili o larak “kana susamış” gibi bilinen ifadelere yer verilir. Ayrıca Almanları korkutan ve onlara eziyet eden Türklerden bahsedilir. Ancak duadaki olumsuz Türk imgesi, dilsel ve içerik olarak başka dualarla karşılaştırıldığında, yine de nispeten daha uygun bir dille ifade edilir. Bu da duanın esasında gençlere yönelik yazılmış olmasıy la ilişkilendirilebilir. Çocuk ve gençlere yönelik yazılmış dualarda kimi zaman kullanılan dilin daha sade ve anlaşılır olmasına özen gösterilmiştir. Düşman konusunun işlenmesi bu bakışı genelde pek değiştirmemektedir. Günümüzde bu dualar bile kulağa fazlasıyla korkunç, şiddet dolu vs. gibi gelse de, y etişkinlere hitab en yazılmış olan dualarla y ap ılan karşılaştırmalar göstermektedir ki, tüm şiddet unsurlarına rağmen, çocuk ve gençlere yönelik yazılmış olanların birçoğunda daha ılımlı bir dil tercih edilmiştir.

2.1.6.    Gençlere Yönelik Türklere Karşı Anonim Bir Dua

İncelenecek olan dua Roth’un[331] dua kitabında 25. dua olarak yer almaktadır. Oldukça kısa olan dua toplam olarak 12 satırdan oluşmaktadır. Yazar adı belirtilmeyen duanın kime yönelik yazıldığı ise “Sevgili Gençliğe” adlı başlığından anlaşılmaktadır. Duanın kısalığından olsa gerek, Türklerle ilgili çoğunlukta kullanlan imgelerin hiç birine yer verilmemiştir. “Türk” sözcüğü bu metinde sadece bir kez genel bir ifade içerisinde yer almaktadır: “Türkler ve Hristiyanlığın tüm düşmanları”. Bu ifade ise duanın sonunda yer almaktadır. Bu özelliği dışında söz konusu duayı Türklere yönelik o lmay an dualardan ay ıran herhangi bir farklılık göze çarpmamaktadır. Duanın kısa oluşu ve Türklerle ilgili imgelere fazla yer vermemesi etkinliğinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Daha öncesinden de belirtildiği gibi “Türk” sözcüğünün geçmesi bile felaket, ölüm ya da zulümü çağrıştırmaktadır. Bu nedenle de sıradan dualarda bile düşman yerine “Türk”, ya da “Türk” ve “düşman” kavramları yan yana kullanılarak korkunun unutulmaması sağlanır. Düşman sözcüğü daha genel bir kavram olduğundan ve düşmanın kimliği hakkında fikir vermediğinden yeterli olmamaktadır. Böylelikle Türk diğer düşmanlardan ayrı tutularak farklı bir yere oturtulmaktadır.

3.    Ev Dualarının Anlamı ve Önemi Hakkında

Luther’in etkisiyle ondan sonraki dönemlerde de, özellikle 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın sonları arasında, dinî vecibelerin evlerde yerine getirilmesiyle ilgili çok sayıda kitap ve yazı yayınlanır. Yine bu konuyla ilgili olarak Almanya’nın birçok eyaletinde, insanların evlerinde dua etmesini teşvik edici yeni düzenlemeler getirilir. Protestan otoritelerinin bundaki amacı evde edilen duanın önemini vurgulamak ve evlerde edilen duaların kiliselerdekiler kadar etkin olduğunu göstermektir. Bu kitaplar Veit’a göre halk arasında hızla yayılır ve çok sevilir. Bu ise hem sürekli olarak yeni basımların ortaya çıkmasından hem de kitapların Prote stan ailelerin evlerinde sıklıkla yer almasından anlaşılmaktadır[332]. Luther’in etkisiyle bir y andan evlerdeki y aşantı daha dinsel hale getirilmiş, diğer yandan dinsel yaşantı da evlere taşınmıştır. Böylelikle “ev kilisesi”[333] kavramı da etkin olmaya başlamıştır. Bu kavram evleri dinsel mekânlarla aynı seviyeye taşımaktadır. Burada “ev” kavramını da kısaca incelemek gerek. “Ev” salt aile bireylerin bir arada yaşadığı mekân olarak değerlendirilmemektedir. “Ev” aynı zamanda birçok yönden sosyal ve ekonomik hayatın simgesi olarak değerlendirilmekte, çalışma ve üretim yeri olarak görülmektedir. Tüm bunlar ise aile reisinin otoritesi altında gerçekleştirilmektedir. Reformasyonun aileye ve özellikle aile reislerine önem vermesiyle ataerkil otorite iyiden iyiye değer kazanır ve toplumsal hayatın çok önemli bir parçası olur. Dominant ataerkil yapının en önemli temsilcisi aile babalarıdır. Aile babalarına verilen bu önem beraberinde yeni sorumluluklar da getirir. Artık evin reisi, evindeki dinsel y aşantının yerine getirilmesinden sorumludur. Otorite sahibi babalar bu konumları itibariyle aile içerisinde neredey se papaz vazifesi üstlenmektedirler[334]. Aile reisi bu konumu itibariyle ev halkına din ile ilgili metinler okumalı, ilahiler söylemelidir. O ayrıca çocukların ve evinde görevli olanların dinsel bilgilerini kontrol etmeli ve dinî vecibelerin yerine getirilmesini sağlamalıdır. Evin kadını ise bu görevleri eşiyle paylaşmalı ve görevlerin yerine getirilmesinde ona yardımcı olmalıdır. Annenin görevi ağırlıklı olarak çocukların eğitimi ile ilgilenmektir[335]. Genel bir eğitimin yanı sıra çocuklarla birlikte Incil’i okumak ya da ilahiler ezberlemek annenin sorumlulukları arasında yer almaktadır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Luther’in ön görmüş olduğu “ev kilisesi” kavramı çok yönlü olup, özellikle sosyal, ahlaki ve pedagojik görevler üstlenen küçük bir kurum haline gelmektedir. îtaatkârlığın öğretilmesinin yanı sıra ev kilisesinin, yani evde gerçekleştirilen ibadetlerin, en önemli hedefleri arasında çocuk ve gençleri dinî ayinlere, diğer bir ifadeyle, ibadete yönlendirmek ve aynı zamanda tüm dinsel görevlerin yerine getirilmesini sağlamaktır. Evde gerçekleştirilen bu ibadetler, Pazar günleri kilisede gerçekleştirilen ibadetlerle ilişkili olmalı ve kilise ibadetlerine hazırlık niteliği taşımalıdır[336]. Ev halkının hastalık veya kötü hava koşulları nedeniyle Pazar günü kilisede gerçekleştirilen ayinlere katılamaması durumunda ise ev kilisesi özellikle anlam kazanmaktadır. Bir yandan Protestan ailelerinin sosyalleşmesini sağlayan bu uygulama, diğer yandan okuma yazma bilmeyenlerin de Incil’i anlamasını sağlamaktadır. Evlerde kollektif olarak gerçekleştirilen ibadetlerin yanı sıra, birde bireysel olarak insanların gerçekleştirebileceği uy gulamalar, ibadet biçimleri vardır. Bunlar insanların sessizlik ve yalnızlık içinde, kendilerine ait odalarında gerçekleştirdiği ibadetlerdir. Bazı evlerinde sırf bunun için ayrı bir oda bulunmaktadır[337]. Bu ibadetler günün her saatinde yerine getirilebilirdi. Bunun dışında daha önce de değinildiği gibi, gün içerisinde yapılması gerekenler Luther tarafından belirtilmiştir. Onun tavsiyesi doğrultusunda ev halkı sabah, öğle ve akşam hep beraber dualar etmeli ve ilahiler söylemelidir.

Tüm bu uygulamalar göz önünde bulundurulduğunda încil, dua ve ilahi kitapları evlerde gerçekleştirilen ibadetlerle birebir ilişkilidir. Sürekli olarak okunan kitaplar ya da tekrar tekrar söylenen ilahiler zaman içerisinde

ezberlenmekte ve böylelikle de içselleştirilmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda kullanılmaktan yıpranmış kitaplar da sahibinin inancını yansıtmaktadırlar. Bu şekilde

içselleştirilen încil, dua ve ilahiler kitabı ev içersinde yüksek bir değer kazanmanın yanı sıra, ev halkının erdemlerinin aynası olarak da kabul edilmekte ve ev kilisesinin en önemli ve değerli parçası olarak benimsenmektedir.

3.1.     Ev Dualarından Seçme Metinler

Bu bölümde ev dualarından örnekler verilip, içeriklerine değinilecek ve düşmanla ilgili kullanılan imgeler irdelenecektir.

3.1.1.    Martin Luther’in Türklere Karşı Ev Duası

Luther’in 1541 yılında yazmış olduğu Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı metninde, Himmlischer Vater, wir haben’s ja wohl verdienet, daŞ du uns strafest, (...), (Yüce Tanrım bizi cezalandırmanı hak ettik,)[338] başlıklı duada yer almaktadır. Bu metin[339], onun Türklere karşı yazmış olduğu en önemli dualardan birisi olarak kabul edilmektedir. Bu özelliğinden dolayı dua birçok kaynakta yer aldığı gibi, çok sayıda duaya da örnek te şkil etmiştir.

O duasını kişinin tek başına, kilisede ya da kendi evinde okuyabileceği dua o larak nitelendirdiğinden, dua aynı zamanda ev duaları kategorisine de girmektedir, çünkü bu dua bireysel olarak okunabilen dualardandır[340]. Luther duasında Hristiy an düny asının günahlarının çokluğundan bahseder[341] ve bununla ilgili olarak Tanrı’nın dualara kulak vermeyeceği endişesini dile getirir. Buna rağmen, insanlar ona göre, Papa’nın ve

Türklerin artık sonlarının geldiği ümidiyle dua etmeye devam etmeliydiler. Luther’in konumu ve etkisi göz önünde bulundurulduğunda, duasının birçok dua kitabında olduğu gibi, Roth’un kitabında da ilk sırada yer alması şaşırtmamaktadır. Zaten bu dua bir yüzyıl boyunca fazlasıyla kullanılmış ve neredeyse tüm dua kitaplarında ilk sırayı almıştır[342].

Duanın etkisi göz önünde bulundurularak içeriğinin incelenmesinin dışında Luther’in bakış açısı da irdelenecektir. Onun karakteristik özellikleri arasında yer alan karamsar bakış açısı duanın ilk satırlarında hemen dikkat çekmektedir. İnsanların işlemiş oldukları tüm günahlara ve Tanrı’nın emirlerini yerine getirmemelerine karşın, Luther ümitsizliğini kısmen de olsa bir kenara bırakarak, Tanrı’ya ve O’nun merhametine sığınmaktadır. O söz konusu duasının başında bir itirafa yer vererek, Tanrı’nın bu cezasının aslında hak edilmiş bir ceza olduğunu belirtir. Bu ceza tüm Batı Dünyasını kapsamaktadır. Luther duasına, ahlaki değişikliklere gidilmemesi halinde Batı

Dünyasının Türk tehdidinden kurtulma ümidinin olmadığını vurgulayarak başlamaktadır. O, Türkleri, Tanrı’nın cezası olarak gördüğünü ve bu cezanın hak edildiğine inandığını belirtmektedir. Ancak Luther’e göre bu ceza hak edilmiş olsa dahi, cezanın kendisi Tanrı’dan gelmeliydi, Hristiyanlığın düşmanı olan Türklerden değil. Bundan dolayı Tanrı’nın insanları öfke ile değil merhametiyle y argılamasını ve buna bağlı olarak cezalandırmasını istemektedir. Onun yazmış olduğu metinlerin genelinde olduğu gibi söz konusu duasında da Şeytan, Papa ve Türk eş değerde görülmektedir. Duada insanlığın düşmanlarını Şeytan, dünya, Papa, Türk ve Tatarlar olarak sıralayan Luther, Tanrı’nın bu düşmanları ceza aracı olarak kullandığını ileri sürmektedir[343]. Luther’in duasında özellikle vurguladığı konu ise insanların günahkâr olmalarına rağmen söz konusu düşmanlara karşı hiç bir şekilde günah işlemedikleri yönündedir. Türk tehdidi göz önünde bulundurulduğunda bu şu anlama gelmektedir: “Biz onlara karşı günah işlemedik”[344], yani onlara saldırmadık.

Düşmanlara karşı günah işlememiş olan insanlar da Luther’e göre düşmanlar tarafından gelecek olan bir cezayı, böylesine bir mutsuzluğu hak etmemektedirler. “Çünkü düşmanlar onlarla bir olup sana karşı günah işlememezi istemektedirler”. “Düşmanlar Tanrı’ya karşı, tıpkı kendileri gibi, şu günahları işleyip işlemediğimizi sormamaktadırlar” [345]. Luther bundan sonra düşmanın yaptıklarını sıralamakta ve onların itaatsizliğinden, yanlış öğretilerinden, inançlarından, yalanlarından, evlilik içi sadakatsizliklerinden, ahlaksızlıklarından, cinayetlerinden, hırsızlıklarından vs. söz etmektedir. Bunlar, onun Türklerle ilgili olarak diğer yazılarında da sıklıkla kullandığı imgelerdendir. Bu imgelerin önemi ise propaganda malzemesi olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Türklerin bu özelliklerini duyan sıradan insanlar, Luther’e göre, dehşete kapılıp, onlara karşı ne yapılması gerekiyorsa yapmaya hazır hale geleceklerdir. Zaten onun amacı da budur. O bu imgeler sayesinde Hristiyanların daha dindar bir yaşam sürmelerini, dinin ortak düşmanına karşı kenetlenmelerini ve dolayısıyla da savaşabilmeleri için maddi destek sağlamak istemektedir. Görülüyor ki Türk korkusu bir yandan eğitsel işlevi olan, diğer yandan maddi destek aracı olarak kullanılan bir olguydu.

Tüm bunları sıraladıktan sonra kendi günahlarının sadece Tanrı’ya ve Hz. îsa’ya bağlılıkları olduğunu dile getirir ve düşmanın gözünde işlenmiş tek suçun bu olduğunu vurgular. Luther, Tanrı’ya seslendiği duasına şu sözlerle devam eder: “Seni inkâr etmiş olsaydık eğer, Şeytan, Papa, Türk ve Tatarlar bizi rahat bırakırlardı”(...)[346]. Ayrıca Luther, Tanrı’ya bu düşmanların aslında insanlardan çok kendi düşmanları olduğunu anımsatır. Bu hatırlatma neredeyse Tanrı’ya ders verme niteliğindedir. Luther, Türklerin y apmak istediklerini açık olarak dile getirmektedir. “Bizi takip edip vurduklarında, aslında seni takip edip vurmaktadırlar”[347]. O, Türklerin îsa yerine “Muhammed’i” koymak istediklerine dikkat çeker ve duasına Tanrı’ya yönlendirmiş olduğu sitem dolu bir soruyla devam eder. îsa’ya ve

Kutsal Ruh’a inanmanın günah olup olmadığını sorar ve hemen arkasından, Tanrı’dan uyanmasını ve düşmanların yok etmeye çalıştıklarını koruyup kurtarması için çağrıda bulunur. Bu uyarıda kullanılan üslup da yine Tanrı’yı uyarma niteliğindedir. Dua, Tanrı tarafından duyulması dileğiyle sonlandırılır. Duanın en belirgin özelliği, Luther’in Türkler hakkındaki söylemlerinin çoğunun sade ve anlaşılır, ama aynı oranda provokatif bir dille ifade edilmiş olmasıdır.

3.1.2.   Moritz von Sandizell’in Türklere Karşı Ev Duası

Bavyera’da bulunan Sandizell Kontluğu köklü bir geçmişe sahiptir. 1514-1567 yılları arasında yaşamış olan Moritz von Sandizell, Bavyera Dükü V. Albrecht’in desteğiyle kendi piskopozluk döneminde Karşı Reformasyon hareketini başlatır. Böylelikle Reformasyon onun idaresi altındaki bölgede tamamıy la geri püskürtülür. 1559-1566 yılları arasında Freising Piskopozu olan Moritz von Sandizell 1566 yılında, Bavyera Dükü V. Albrecht’in oğlu Ernst von Bayern’in lehine piskoposluk seçimlerden çekilir.

Moritz von Sandizell’in 1566 yılında Dillingen şehrinde bastırmış olduğu kitabında kısa bir ön söz, bir kilise duası, bir de ev duası yer almaktadır. Ön söz niteliği taşıyan ilk sayfa, duaların nerede, nasıl, neden ve kimler tarafından okunması gerektiği bilgisine kısaca yer vermektedir. Frey sing

piskopozluğunun[348] bütün papaz ve vaizlerine seslenen yazar, onlardan, Türklerden kaynaklanan tehlikeli ve zor günlerde, sıradan insanları uyarmalarını, günah çıkarmaya ve duaya çağırmalarını istemektedir. Yazar papazlardan duanın herkes tarafından evde, kilise çanlarının duaya çağırdığı öğle saatlerinde, okunmasını sağlamalarını talep etmektedir. Bununla bir yandan Tanrı’nın Hristiyanlara duyduğu öfkeyi başka yöne çevirmesi hedeflenir, diğer yandan öfkesinin hizmetkârı olan zalim Türklerin, Hristiy anlara ve ülkeye hâkim olması engellenmeye çalışılır.

Kitapta yer alan dua “Ein HauŞgebet wider den Türcken/ umb Mittag mit gebognen knien zusprechen” (Türklere karşı öğle saatlerinde diz çökmüş halde okunabilecek olan bir ev duası) başlığını taşımaktadır. Metinde duanın ne zaman ve nasıl okunacağı belirtilmiştir. Bu da birey sel o larak yerine getirilen ev dualarında dahi belirli kuralların konduğunu ortaya koymaktadır. Duanın başlığı böylelikle hem duanın niteliği hem de duanın okunuş biçimine yönelik önemli bilgiler içermektedir. Böyle olunca da duanın sınıflandırılmasında herhangi bir güçlük söz konusu olmamaktadır. İncelenecek olan dua Wider den laydigen Türcken unnd sein grausams fürnemen gemaine Gebet von der Canzel zu diser zeit abzulesen und im HauŞ tâglich zugebrauchen (Musallat olan Türklere ve zulümlerine karşı bu zamanlarda kürsüden okunacak ve evde kullanılacak olan genel dua) adlı kitapçığın ikinci duasıdır.

Duanın birinci bölümünde Hz. İsa’ya seslenen insanlar ona övgü dolu sözler söylemekte ve insanların kurtarıcısı olduğu için minnetarlıklarını dile getirmektedirler. İnsanların işlemiş oldukları günahları üstlenerek ve bu uğurda “pembe kanını dökerek” kendini feda eden merhametli Hz. İsa’dan bu defa da yardım istenir[349]. İstenilen yardım ise Türklerin oluşturduğu tehdit ile ilgilidir. Zavallı günahkâr kullar olduklarını ifade eden insanlar, Hz. İsa tarafından kendilerine ve üzüntü içerisindeki tüm Hristiy an dünyasına vaad edilmiş olan barışı ve muazzam desteğini esirgememesini isterler. Bu destek ise Hristiyan dünyasını tehdit eden ve

zarar vermeye çalışan güçlü Türklere ve inançsız olan herkese karşı talep edilir. Çünkü zalim ve acımasız olarak tanımlanan Türkler, metne göre, insanların canlarına, mallarına, kanlarına ve hatta inanç dolu ruhlarına göz dikme cesaretini göstermişlerdir. Bu durumda Hz. İsa’dan sağ ve güçlü elini düşmana karşı uzatması ve seçilmiş kullarının tümünü düşmandan koruması istenir. Böylelikle insanlar çok daha güçlü bir şekilde Hz. İsa’nın kutsal adını meth edebilecek ve gerçek bir inançla y aşantılarını

düzeltebileceklerdir. Duanın bitimindeyse Hz. İsa’nın herkes tarafından kutsal kabul edilmesi istenir.

Duanın en belirgin özelliği Türklerle ilgili kullanılan ve o dönemde neredeyse kalıplaşmış olan imgelerdir. Hristiy an dünyasının, Türkün muazzam gücü do lay ısıy la, içinde bulunduğu zor durum anlatılır ve düşmanın yarattığı sıkıntıya yer verilir. Türkler bu metinde askerî güçten çok, dinsel tehdit o larak algılanır. Türklerin yağmalamaları ya da insan öldürmeleri korkunç bir saldırı olarak dile getirilse de,

öncelik dinsel inançların tehlikede oluşuna verilmiştir. Duada hakaret anlamda kullanılan sözcükler de diğer dualara oranla daha az yer almaktadır. Metinde Türkler kötülense de duanın sonunda inançsızların da Tanrı’yı tanımaları istenmektedir. Duanın bitimindeki bu tutum ise aslında okuyucu ya da dinleyiciye dolaylı o larak ümit verme anlamına gelmektedir. Yazarı bununla Hristiyanlığın hiçbir zaman yok olmayacağını ve Tanrı’nın sonunda düşman tarafından kabul edileceğini ima etmektedir. Dua boyunca Hristiyanların, Türklerden kaynaklanan sıkıntılarına yer verilirken, sonunda yer alan ümit ışığı Türklere karşı direnmeye çağrı anlamındadır.

Türkler aleyhine yazılan genelinde aciz durumdaki duanın sonlarına doğru vazgeçmemeleri gerektiği dualarının Hristiy anlara mücadeleden hatırlatılır.

3.1.3.   Aşağı Avusturya’nın Türklere Karşı Ev Duası

Çalışmanın konusu Alman duaları olmasına rağmen, bu başlık altında incelenecek dua Avusturyalılar için yazılmıştır. Metnin farklı tarihlerde yayınlanmış üç Alman dua kitabında yer alması, incelemeye dahiledilme gerekçesidir. Duanın Türk tehdidini birebir yaşayan Avusturya bölgesi için yazılmış olması Alman duaları ile karşılaştırma ve farklı bir örneği inceleme imkânını da beraberinde getirmektedir. 1566 yılında Strassburg’da yayınlanan anonim dua derlemeleri kitabında 17. sırada ve 1595 yılında Erythropilus’un Weckglock [350] adlı çalışmasında karşımıza çıkan duanın başlığı şöyledir: “Ein Hausgebeth in den

Niderösterreichischen Landen auf befehl un verordnung der Röm. Key. May. zc. tâglich under dem geleut der Turckenglocke zu gesprechen verordnet.” (Roma İmparatorunun emri ve talimatnamesiy le Aşağı Avusturya bölgesinde hergün Türk çanları eşliğinde okunması gereken bir ev duası[351]). Duanın başlığından da anlaşıldığı üzere duanın nerede, nasıl ve ne amaçla okunması gerektiği açıkça anlatılmıştır. Aynı metin Salomon Newber [352] tarafından 1566 yılında Nürnberg’de basılan, ön sözü olmayan yedi sayfalık kitapçıkta farklı bir başlık altında “Ein Hausgebet wider den Türcken” (Türklere karşı bir ev duası) yayımlanmıştır. Kitap ezelî düşmana karşı iki Hristiyan duanın yanı sıra, Türklere karşı dinî bir niyaz (istek) şarkısı da içermektedir. Bu başlık altında incelenen metin ise kitapta ikinci sırada yer almaktadır. Metin, Türklere karşı yazılan dualar içerisinde tipik bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Newber’in metnini diğer iki metinden farklı kılan tek özelliği ise başlığıdır. Buna mukabil içeriğinde herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır.

Kitab ın 1566 yılında yayınlandığı göz önünde bulundurulursa, duanın neden yoğun o larak Türk imgelerine yer verdiği ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi bu tarihin Türklere karşı y azılan dua literatüründe ayrı bir önemi vardır. Bunun nedeni ise Osmanlı ordularının üst üste önemli zaferler elde etmeleri ve tekrar Viyana’ya doğru sefere çıkmalarıdır. Bu bilgi dualara da yansımaktadır. Tehlike altındaki bölgede hâkim olan korku dolu bekleyiş duaların artmasına ve hergün okunmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de o bölgede yaşayan herkes, ister yetişkin ister çocuk olsun, salt kiliselerde değil, evlerinde de bireysel olarak düşmanın yenilmesi için dua etmek zorundaydı. Başta Avusturya’lıları korkutan bu girişim Almanlar için de doğal olarak kaygı vericiydi. Viyana’nın Osmanlılar tarafından feth edilmesi, sıranın Almany a’y a geldiğinin göstergesi olarak kabul edilmekteydi. Bu duygular içerisinde y azılan dualar ise Türk imgesine fazlasıy la yer vermekteydi.

Aynı duanın 1595 yılında Erythropilus’un çalışmasında yer alması boşuna değildir[353]. 1595 yılı da tıpkı 1566 gibi, Avusturya ve Almanya’da tehlikenin yakından hissedildiği ve Türk konusunun İmparatorluk, kilise ve insanlar tarafından hiç gündemden düşürülmediği yıllardır. Osmanlıların bu dönemde Avusturya’ya oldukça yaklaşmış olması ve 1594 yılında Raab’ın fethedilmesi özellikle Avusturya’da bir dizi önlemin alınmasına neden olur. Büyük bir azimle toplanan vergiler, çalınan çanlar ve okunan dualar sayesinde maddi ve manevi o larak savaşa hazırlanılır. Bu yıllarda savaş tehlikesinin yakından hissedilmesi dua literatürüne y ansır ve çok sayıda duanın ortaya çıkmasına neden olur.

Dua, Tanrı’nın büyüklüğünü, kudretini anlatan bilindik giriş formülü ile başlamaktadır. Kısa girişin ardından kendilerini Tanrı’nın mahzun çocukları olarak adlandıran insanlar, beklenilen sıkıntılı, kara günlerden dolayı yardım ve teselli beklentilerini dile getirirler. Bu sıkıntının kaynağını “kana susamış”, “ezelî düşman” olarak tanımlanan Türkler oluşturmaktadır. Ezelî düşman imgesi ise Türklerle ilgili kullanılan en önemli imgelerdendir. Ezelî düşman kavramı buna göre düşmanların en kötüsü sayılmaktadır. Kavramın Türklerle ilişkilendirilmesi ise o dönemde sembolik bir anlam kazanmaktadır. Türkler hem kötülüğün simgesi hem de bitip tükenmek bilmeyen korkunun kaynağını teşkil etmektedir. Gözünü kan bürümüş düşman imgesi de Türkler aleyhine yazılmış dualarda, ezelî düşman imgesiyle birlikte sıkça karşımıza çıkmaktadır. Türkler metinden anlaşıldığı gibi “öylesine kana susamıştır ki”, Tanrı’nın koruması olmaksızın Hristiyanlar canları dahil her şeyini kaybetme riski ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle Tanrı’dan zavallı Hristiyanları ve onların vatanlarını tamamıyla yok etmeyi hedef haline getiren ve bunu da yağmacılık, esaretle, yakıp, yıkarak ve kılıç sallay arak gerçekleştirecek olan bu düşmandan koruması istenir. Ama özellikle de düşmanın ellerini Hristiy anların kanında yıkamasına izin vermemesi istenir ki, düşman da tüm kibirliliği ile “Hristiyan Tanrı’sı nerede?” diye soramasın.

Tanrı’dan bunun için, kendisinin belirleyeceği ve bileceği, uygun zamanda yardıma gelmesi istenir. Çünkü insanlar Onun güçü olmaksızın düşmana karşı pek bir şey yapamayacaklarını bildiklerini ifade ederler. Türklerin, Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza aracı olduğu bu metinde de yer almaktadır. İnsanlar günahlarının bedelini bu şekilde ödemek zorunda kaldıklarını, ancak cezanın yine fazlasıyla ağır olduğunu dile getirmektedirler. Ceza işlenen günahlardan dolayı hak edilmiş bir ceza olsa da, Tanrı’dan haklı öfkesini ve işlenen günahları unutması ve merhamete dönüştürmesi istenir. Kendisine inanan ve güvenenleri terk etmeme si ve düşmanın elinde utanç içinde kalmamaları dilenir.

Tanrı’nın Hristiyan Kayzerine ve vatanlarını korumak üzere Türklere karşı savaşan orduya zafer ve başarı bahşetmesi istenir. Duaların duyulması ve Hristiy anların düşmanın elinden kurtulması halinde tüm Hristiy anlar barış içinde yan yana yaşayabilecek ve bundan dolayı Tanrı’ya şükredeceklerdir. Kayzere ve orduya yer verilmesi ise duanın dinsel savaşın yanı sıra dünyevi savaşa da eğildiğini göstermektedir. Birçok duada olduğu gibi, bu duada da dünyevi savaşın kazanılması ile dinsel savaşın kazanılması birbiriyle birebir ilişkilendirilmektir. Çünkü ancak dünyevi savaşın kazanılması ile dinsel mücadele bitecek ve böylece düşman da “gerçek Tanrı”yı anlayacaktır. Başka bir deyişle, Hristiyanlığın gerçek din olduğu savaşın sonunda ortaya çıkacaktır.

Aşağı Avusturya bölgesi için yazılmış olan bu dua, görüldüğü gibi içerik itibariyle Alman dualarından farksızdır. Duada ele alınan konular da, konunun işleniş biçimi de genelde aynıdır. Alman dualarının çoğunda olduğu gibi bu duada da Kayzer ve askerlerin zafer elde etmesi için dua edilmekte, ortak Hristiy anlık bilincine vurgu yapılmakta ve bu da olağan kabul edilmektedir. Avusturya için yazılmış olan bu duayı Alman dualarından ay ıran en önemli özellik iki duada aynı olan metnin başlığıdır. Başlıkta duanın her gün okunması gereği üzerine vurgu yapılması ve bunun İmparatorluğun en üst makamı olan Kayzer tarafından emredilmesi, tehlike siny allerinin ne denli yakından çaldığını ortaya koymaktadır. Ayrıca tehlike altında olan bölgenin adı verilerek, burada yaşayan herkesin her gün bu tehdit ile karşı karşıya kalabileceği konusuna dikkat çekilir. Bu ise Türklere karşı her gün çalınan çanlardan da anlaşılmaktadır. Çanlar bilindiği gibi tehlikenin yaklaştığını haber vermekte ve insanları önlem almaya çağırmaktadır. Evlerinde oturan insanların her gün aynı saatte dua etmeleri ise tehdidin hiçbir şekilde unutulmamasını sağlamaya y öneliktir. Bu nedenle Aşağı Avusturya’da yaşayan insanlar, daha doğrusu aileler, çanların çalınmasıyla birlikte bütün işlerini bir kenara b ırakarak, gelmesi beklenen düşmana karşı duaya çağrılır.

4.   Kilise Dualarının Anlamı ve Önemi Hakkında

Kilisenin Türklere karşı propaganda aracı olarak dua ve vaazı kullandığı belirtilmişti. Ancak bu bağlamda kilisenin etkinliğine farklı açıdan bir kez daha değinilecektir. Kilise dualarının temel görevi Türklere karşı alınması gereken önlemleri hedef kitleye hatırlatmak ve böylece çeşitli destekler sağlamaktır. 16. yüzyılda duaların Almanca’nın yanı sıra Latin dilinde de okunması, sıradan insanların ise bu dile vâkıf olmaması, Türk tehdidine karşı uy arma söz konusu olduğunda büyük bir sorun olarak algılanmaktaydı. Bunun giderilmesi için öncellikle Alman dilinde dua ve vaazlar y azılmay a başlanır ve böylece hedef kitley e daha kolay ulaşılması hedeflenirdi.

Türklere karşı yürütülen savaşı desteklemek için geniş kitlelere ihtiyaç duyulmaktaydı. Bunlara ulaşmanın ise birçok yolu bulunmaktaydı. Bu y öntemlerden biri ise Türklerin y aptıklarına yer veren gazetelerdi. Gazetede yer alan haberler sayesinde Türk savaşları ile ilgili güncel olaylara yer verilir, ayrıca duaya çağrıda bulunulurdu[354]. Gazeteler, sunduğu bilgilerle kiliselerde yapılacak olan dinsel etkinliklere hazırlamakta ve böylece yardımcı olmaktaydı. Ancak, toplumu Türk konusuyla ilgili bilgilendirme söz konusu olduğunda gazeteler, her yere ve herkese aynı anda ulaşamadığından, kitlesel propaganda aracı olarak yeterli olmamaktaydı. Toplumsal bir hareketi oluşturabilmek için daha fazlasına gereksinim duyulmaktaydı. İnsanlara ulaşmanın, onları etkilemenin en kolay yolu kilise vasıtasıyla olabilmekteydi. Alman toplumunu Türklere karşı uy arma ya da bilinçlendirme görevi bu nedenle kiliselere verilirdi. Papazlar ve rahipler bölgesel y önetimlerin talimatnameleri doğrultusunda Türk tehdidiyle ilgili yorum ve tartışmalar y apmakla ve bunu halka dua ve vaaz şeklinde yaymakla yükümlü olmaktaydılar. Böylece Türk sorunu tartışmaları İmparatorluğun kararları (Reichsabschied) ve bölgesel yöneticilerin uygulaması sonucu, dua ve vaazlar sayesinde, bütün Almanya’ya yayılmaktaydı, buna Türk tehdidine uzak kalan bölgeler de dahildi. Uzun süren Türk savaşlarının 1592’de başlamasından hemen sonra bölgesel talimatların ve buna bağlı olarak uygulamaların sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir[355]. Bu konuda çok sayıda metin bulunmaktadır. Bunlardan biri Münih Devlet Kütüphanesinde bulunan ve 1579-1597 yılları arasında Bavyera Dükü olan V. Wilhelm’in talimatnamesidir. Bir sayfadan oluşan metin, 12 Kasım 1593 yılında Münih’te basılmıştır. Dük, ezelî düşman olan Türk’ün, birçok kaleyi ve bölgeyi ele geçirdiğini ve oralardaki Hristiyanları öldürdüğünü ya da esarete götürdüğünü belirttikten sonra, zor durumlardaki Hristiy anları düşünürek, insanların evde, sokakta, ya da düğünlerde dans, müzik, ıslık çalma gibi her türlü düny evi zevkten, uzak durmalarını emreder. Talimatnamede buna uymayanlara para veya hapis cezası verileceği vurgulanır. Ayrıca öğlen saat 12.00’de manastır, şehir, pazar yerleri ve köy lerde Türk çanlarının çalınması ve insanların kiliseye giderek dua etmesi emri verilir.

Kiliselerde okunan dualar ve vaazlar sayesinde halka, Türklere boyun eğmemeleri konusunda çağrıda bulunulurdu. Duaların etkinliğini arttırmak ve sonucunda bağış toplayabilmek için Türklerle ilgili korkunç tasvirlere yer verilir, onların zulümleri, her şeyi acımasızca yakıp yıkmaları, esir düşen Hristiyanlara yaptıkları güçlü bir dille anlatılırdı. Dualarda özellikle esir düşen Hristiy anlara vurgu yapılması bundan sonra Türklerin eline geçebilecek olan Hristiy anların karşılaşacağı muameleyi anlamalarına yöneliktir. Hem Protestanlar, hem de Katolikler, dualarında Türklerin gücünü ve Hristiy an dünyasının içine düştüğü zor durumu kabul etseler de, duanın sonunda karamsarlığa ve ümitsizliğe yer vermezler. Bu ise bir yandan toplumsal düzenin korunması, diğer y andan maddi desteğin sağlanması için gerekliydi[356].

Luther’in kilisede okunan dualara ayrı bir önem verdiğini bilmekteyiz. Kilise ayinlerinin, dua ve vaazların, birlik beraberlik duygularını pekiştirmelerinden dolayı Hristiy an dininin temelini teşkil etmektedirler. Luther’e göre dua edilen mekân önemli olmasa da, insanların toplu halde okuduğu dualar daha etkin olacakdır. Kollektif bilincin oluşmasını sağlayan kilise duaları, özellikle Türklere karşı okunan dualar söz konusu olduğunda ayrı bir anlam taşımaktadır. Hristiyanlığın düşmanı olarak kabul edilen Türklere karşı, Hristiyanlığın sembolü olan kiliselerde toplu halde dua etmenin etkin bir ibadet şekli olacağı düşünülmekte, aynı zamanda o rtak düşman bilinci pekiştirilmektedir. Kiliselerde, Türklere karşı okunan dualarda, düşmanın gücü genel o larak kabul edilse de, nasıl yenilebileceği de açıklanır. Düşman ancak Hristiyan dünyasının kendi eksiklerini ve hatalarını gidermesi ve Tanrı’nın ya da Onun yeryüzündeki temsilcilerinin yardımıyla yenilebilmektedir. Bu nedenle kilise dualarında, Hristiy anlar işlemiş oldukları günahlarından dolayı Tanrı’dan af dilemektedirler. Türklerin, Tanrı’nın cezası o larak kabul edildiği dualarda, insanlar değişeceklerine ve Tanrı’nın emirlerine itaat edeceklerine söz vermektedirler. Bu özelliklerinden dolayı Türkler aleyhinde okunan duaların, Hristiyanların hatalarını kabul edip düzelmelerini sağlayacağına inanılmaktaydı. Bu ise Hristiyanların yaşantılarına farklı bir disiplin getirmekteydi. Söz konusu değişim ve disiplinden dolayı Türk konusu ve Türklere karşı okunan dualar eğitici bir işlev de üstlenmekteydi[357]. Örneğin, Bavyera Dükü V. Wilhelm, Şubat 1596 yılına ait talimatnamesinde Türk konusunu dinsel eğitim aracı o larak değerlendirmektedir. Talimatnamede günahı, özellikle sövgüyü, bağırmayı ve şikay eti, metres edinmeyi, evlilikte sadakatsızlığı, ahlaksızlığı, kumarı, içki içmeyi yasaklamakta ve bunları (kişi, sınıf ayrımı yapmaksızın) en ağır şekilde cezalandıracağını beyan etmektedir. Dük bu tür günahlardan ötürü Tanrı’nın ceza olarak Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türkü gönderdiğini dile getirmektedir. Tanrı’nın öfkesini dindirmek için sabah akşam “Ave Maria”[358] duasının okunmasını, ayrıca öğlen saatlerinde Türk çanlarının çalmasıy la birlikte insanların, ister sokakta ister evde olsun, diz çökerek dua etmesi, atlıların, ya da at arabalarında bulunanların durması, atlarından

inmesi ve aynı şekilde dua etmesi emredilir.

Talimatlar sonucu okunan duaların bu özelliğinden ise sadece Türk tehdidi ile karşı karşıya kalan şehirler faydalanmamaktaydı. Kilise duaları papazlar tarafından dinî disiplin ve eğitim aracı olarak tercih edilmekteydi. Bu nedenden Almanya’nın neredeyse her şehrinde, ki buna Türk tehdidine uzak kalan kuzey Almany a da dahildir, belirli zamanlarda özellikle tercih edilen dualar arasında yer almaktaydı.

4.1.    Kilise Dualarından Seçme Metinler

Bu bölümde kilise duaları arasından tipik örneklere yer verilecek ve bunların içeriklerine değinilecektir. Bu örneklerin seçiminde Türkler aleyhinde yazılmış olan duaların bir yandan düşmana karşı hissedilen genel havayı yansıtmalarına, diğer yandan ise Türklerle ilgili imgelere yer vermelerine dikkat edilmiştir.

4.1.1.   Württemberg Şehrinin Türklere Karşı Kilise Duası

Württemberg şehrinin kiliseleri için yazılmış olan dua Erythropilus’un Weckglock adlı çalışmasında bulunduğu gibi 1566 yılında Strassburg’da yayınlanan Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı)[359] isimli kitapta da yer almaktadır. Aynı duanın farklı tarihlerde y ay ınlanmış kitaplarda yer alabileceği konusuna öncesinde de değinilmişti. Bu tarihlerde yayınlanan ve kullanılan duaların ortak özelliği, Türk tehdidinin yoğun hissedildiği yıllarda ortaya çıkmış olmalarıdır.

Dua 34 satırdan oluşmakta ve nisbeten kısa dualar arasında yer almaktadır. Yazar adı geçmeyen duanın başlığından “Der Würtembergischen Kirchen Gebett wider den Türcken” (Würtemberg Kiliselerinin Türklere karşı duası) hemen sonra duaya genel bir giriş bulunmaktadır. Bu girişte Hz. İsa’nın babası olarak kabul edilen Tanrı’ya seslenilmekte ve bulunulan zor durum aktarılmaktadır. Tanrı’nın güç zamanlarda kendisine seslenenleri duyacağını söylediği hatırlatılır ve buna dayanarak bu sözün O’nun tarafından tutulması istenir. Ardından Hristiyanlığın ezelî ve zalim düşmanı olan Türklerin, insanlara ve ülkeye neler yaptığı sıralanmaya başlanır ve Tanrı’nın tüm bunları görmesi istenir. “Türkler öldürmek, y ağmalamak ve yakıp yıkmak suretiy le ülkeye, insanlara ve mallarına zarar vermektedirler. Üstelik zavallı ruhları da sonsuza dek bozmaya ve yıkmaya çalışmaktadırlar”. Yaşanılan zor durumun ve acizliğin anlatılmasından sonra, duada yürekten gelen bir itirafa yer verilir. Bu itirafta günahların çokluğu karşısında sadece böylesine bir cezayı değil, çok daha kötülerinin fazlasıyla hak edildiği kabul edilmektedir. Ancak merhameti bol olan Tanrı’nın insanları bağışlaması ve günahları ölçüsünde cezalandırması istenir. Duanın bundan sonraki kısmında tekrar Türklere yer verilir ve Tanrı’ya kendilerini kurtarması için y akarılır. Türkler duada ikinci kez intikam peşinde, zalim, kana susamış, yakıp yıkan düşmanlar o larak tanımlanır. Tanrı’dan, düşmanın, zavallı Hristiyanların kanını daha fazla dökmesini engellemesi istenir. Düşman, Türk, zalim, kana susamış vb. sözcüklerinin metinde sıkça yan yana getirilmesi düşmanlık bilincinin kilise tarafından iyice yerleştirilmesi amacını ortaya koymaktadır. O dönemlerde sadece Türk sözcüğünün bile düşmanla aynı anlama geldiği göz önünde bulundurulursa, Türk’ü tanımlamay a yönelik sözcüklerin sıralanarak kullanılması, metnin provokatif etkisini artırmaya yöneliktir. Burada dikkat çeken diğer bir nokta ise Türklerle ilgili imgelerin Luther’in de kullanmış olduğu imgelerden oluşmasıdır. Bu da onun etkinliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Yakıp yıkan, yağmalayan acımasız ve zalim Türk imgesi duada sürekli o larak tekrarlanmak suretiy le insanların belleklerine kazınmaktadır. Böylece Türkün, Hristiy anlar için ne büyük bir tehdit oluşturduğu vurgulanır. Buna paralel olarak Hristiy anlar, tüm günahlarına rağmen kendilerini savunmasız kurban rolünde gördüklerinden zavallı, mağdur ve aciz olarak tanımlamaktadırlar. Bu ise iyi- kötü tezatının tümüyle anlaşılmasına yöneliktir. İnsanların günahkâr olduklarını kabul etmesi, tezatın genelini etkilememektedir. Duanın bundan sonraki kısmında Tanrı’nın, oğlu olan Hz. İsa’nın daha fazla düşmanın gözünde alay konusu olmaması ve isminin lekelenmemesi için, Kayzer’in yanında yer alması ve zalim düşmanı yenmesi ve durdurulması için yardım etmesi istenir ki, inançsız olarak kabul edilen düşman da, Hz. İsa’yı tanısın. Tanrı’nın duayı duyması dileğiyle bitirilir.

Hz. İsa’nın Türkler tarafından alay konusu edilmesi, düşmanın mukaddes kabul edilen değerler karşısında bile insaf göstermeyeceğini vurgulamaya ve Hristiy anların manevi duygularını kamçılamaya yöneliktir. Tanrı’nın, Kayzerin yanında yer alması dileği ise, dinî ve dünyevi güçlerin birleşmesi gereğini ortaya koymaktadır. Bu iki güçün birleşmemesi halinde düşmanın yenilebileceğine inanılmamaktadır. Bu da Luther’in konuyla ilgili görüşlerini hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi, Kayzerin görevi ülkesini ve insanları korumak olduğundan dünyevi savaş hazırlığı, Hz. îsa’ya olan inanç aynı zamanda manevi savaş hazırlığı anlamına gelmekteydi. Tanrı’nın Kayzerin yanında yer alması ise dinî ve dünyevi güçlerin birleşmesi demektir. Ancak bu iki güçün birleşmesi neticesinde Türklere karşı başarılı olunabilirdi.

4.1.2.   Hamburg Kiliselerinin Türklere Karşı Duası

İncelenecek olan dua Hamburg şehrinin kiliseleri için yazılmış olup, 69 satırdan oluşmaktadır[360]. Yazar adı belirtilmeyen duanın başlığı “Ein Gebett der Kirchen zu Hamburg wider den Erbfeind der Christenheit den Türcken” (Hamburg şehri kiliselerinin Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türklere karşı duası) aynı zamanda içeriği hakkında da fikir vermektedir. Kuzey Almanya’da bulunan şehrin çıkarmış olduğu söz konusu dua, Türk tehdidini daha yakından hisseden diğer şehirlere oranla, konuyu oldukça yoğun işlemekle beraber geniş yer de ayırmıştır. Bunun sebepleri ise çok yönlü olabilmektedir. Bu nedenlerden biri Türkleri y akından tanımış olan şehir ve insanlarının aynı zamanda onların olumlu özelliklerini de tanımış olabilmesidir. Bunun en belirgin kanıtı ise Türklerin ele geçirmiş oldukları şehir ya da ülkelerde Türklerin tarafına geçen ya da onlara hayranlık duy an, hatta onların hükümdarlığı altında y aşamak isteyen insanların çokluğudur.

Türklerin zengin ve güçlü oluşu, dinî toleransa izin vermeleri insanları etkileyen başlıca özellikleri arasında yer almaktadır. Özellikle Katolikler tarafından mağdur edilen ve dinî baskılara maruz kalan Protestanlar, Osmanlının Katoliklere göre daha hoşgörülü olduğunu dile getirmektedirler. Bu tehdide uzak kalan şehir ya da ülkeler ise sadece kulaktan dolma bilgilerle y etinmektedirler. Bu bilgilerin çoğu aynı zamanda propaganda amaçlı yayılmış bilgiler olduğundan, düşmanın olumlu sayılabilecek olan tüm özellikleri de elimine edilmektedir. Düşmanlık bilincini yayma amacını güden propaganda amaçlı bu bilgiler, düşmanın farklı özelliklerini vurgulay arak zıtlıkları ortaya koymaya çalışmaktadır. Bunun kolay yolu ise, insanlara yabancı olan ve onları ürküten dinsel farklılıklardan yola çıkmaktır. Bu bilgilerden yola çıkarak kuzey Almanya gibi Türk tehdidine oldukça uzak kalmış bir şehrin konuyu neden yoğun bir şekilde işlediği daha kolay anlaşılmaktadır. Ayrıca Türklere karşı y azılmış olan duaların eğitici işlevleri dolayısıyla da tercih edildiği göz önünde bulundurulmalıdır.

Korkuların insanlarda birlik ve beraberlik duygularını pekiştirdiği de dikkate alındığında, Türkler aleyhinde yazılmış bu dualar, Hristiyanların dinsel yaşantılarını disipline etmeleri amacıyla da kiliseler tarafından kullanılmıştır.

Duanın içeriğine gelecek olursak, diğer dualardan farksız başladığı ortaya çıkmaktadır. Kısa bir genel girişin ardından hemen konuya girilir. Giriş bölümde “zavallı, sefil, günahkâr insanlar” (...) “merhametli, adil ve yüce Tanrı”larına kendilerini ezelî ve amansız Türk düşmanından kurtarması için seslenirler. Türklerin, Hristiy an dünyasına saldırdıkları ve su gibi Hristiyan kanı akıttıkları, ayrıca Alman milletini tamamen yutup yok etmek istedikleri dile getirilir. Bunu ise dehşet ve nefret saçan Müslümanlık diniyle, Hristiyanlığa hakaret etmek ve kirletmek suretiy le yapmak istedikleri söylenir. Sonraki bölümde Tanrı’nın vermiş olduğu bu ağır cezayı ve öfkeyi aslında hak ettikleri söylenir ve bu cezanın neden hak edilmiş olduğuna yer verilir. Günahkâr ve inançsız oluşları, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmiş olmaları cezanın nedenleri olarak sayılır. Tanrı’nın adaleti karşısında utanç duyan insanlar bu bağlamda tekrar işlemiş oldukları günahlarını sıralamaya başlarlar. Söz konusu olan günahlardan dolayı Tanrı öfkelenmiş ve insanları Türk ile cezalandırmıştır. Duanın bundan sonraki kısmında insanlar merhameti bol olan Tanrı’dan günahlarından dolayı bağışlanmaları dileğinde bulunurlar. Tanrı’dan insanların y aşamış olduğu sıkıntıları ve bulundukları tehlikeleri görmesi istenir. Bu bağlamda Tanrı’ya insanların, yani bu zavallı halkın, onun eseri olduğu hatırlatılır ve tekrar merhamet dilenir. Ondan öfkesini inançsız, dine hakaret eden Türklere göstermesi beklenir. Çünkü metne göre Türkler ki, bu öncesinde de sıkça vurgulanmıştır, Tanrı’nın kutsal ismini lekelemekte, alay ve hakaret etmektedirler. Bu durumda Tanrı’dan Türkleri geri püskürtmesi, onları toprağa gömmesi istenir. Ondan ayağa kalkması, gücünü bütün düny ay a göstermesi, düşmanın kolunu kırması ve son olarak (Hz.) Muhammed’in değil, (Hz.) İsa’nın gerçek oğlu ve yardımcısı olduğunu ortaya koyması beklenir. Bunun yanı sıra insanlar Kayzerleri için de dua ederler ve Tanrı’nın ona bilgelik, güç vs. vermesini dilerler. Duanın son bölümü ise bilindik şekilde, genel isteklerle noktalanır. Bu istekler Hristiyanlığın, dolayısıyla kiliselerin, ebediyete kadar yaşatılmasıyla ilgili ifadelerdir.

Türkler aleyhine yazılmış olan duaların neredeyse tümünde olduğu gibi, insanlar Tanrı tarafından verilmiş olan cezayı hak ettiklerine inanmakta ve bağışlanmaları için y alvarmaktadırlar. Kilisenin eğitsel işlevi en çok bu bölümde ortaya ç ıkmaktadır. Kilise insanların Türk korkusu sayesinde düzelmelerini, disipline edilmelerini ve iyi birer Hristiy an olmalarını hedeflenmektedir. Duada Türklerle ilgili olarak birçok konuya değinilir. Bunlardan en önemlisi Türk ve Alman kavramlarının karşı karşıya getirilmesidir. Türk kötülüğün sembolü olarak zavallı ve mağdur durumdaki Almanları yok etmek istemektedir. Bu tezatın dışında asıl tezat olan din farklılığı ortaya konur. Kilisenin propaganda amaçlı yazmış olduğu metinde Müslümanlık haliyle tamamen olumsuz değerlendirilir ve korkunç olarak tasvir edilir. Ne de olsa 16. yüzyılda din, düşmanı tanımlayan ve belirleyen en önemli fark olarak görülür. Bunun için “dehşet ve nefret saçan Müslümanlık” ile Hristiyanlık dinleri karşı karşıya getirilmek suretiyle dinî düşmanlık bilincinin yayılması hedeflenir. Duada Türk konusunu oldukça yoğun işlenmiş ve düşmanla ilgili o larak sabitleşmiş, hatta kalıplaşmış imgeler kullanılmıştır.

4.1.3.   Braunschweig Kiliselerinin Türklere Karşı Duası

Braunschweig kiliseleri için yazılmış olan duanın kimin tarafından yazıldığı bilgisine yer verilmemektedir. Erythropilus’un Weckglock[361] adlı çalışmasında 12. sırada yer alan dua 66 satırdan oluşmaktadır. Bu özelliği ile uzun sayılabilecek olan dualar arasına girmektedir. Duanın başlığı da dikkat çekmektedir: “Ein Gebett der Kirchen zu Braunschweig wider die vorstehende Gefahr des Türcken” (Braunschweig kiliselerinin beklenen Türk tehdidine karşı duası). Türk dualarının başlığı diğer birçok örnekte de görüldüğü üzere duada işlenecek konu hakkında açıkca fikir vermekte ve Türk konusuna işaret etmektedir. Ancak bu özellik Türkler aleyhinde yazılmış olan bütün dualar için geçerli değildir. Bazı duaların hiç başlığı bulunmadığı göz önünde bulundurulursa, sıradan dua kitaplarında yer alan Türk dualarının tespit edilmesi de kolay o lmamaktad ır. Bu nedenden ötürü başlıklar duaların içeriği hakkında fikir vermekle kalmamakta, aynı zamanda onların sınıflandırılmasında büyük önem taşımaktadır. Kimi zaman başlığın içerdiği bu bilgilere dayanarak duanın kimlere yönelik yazıldığı (çocuk, genç yetişkin duaları), ya da hangi şehrin kiliseleri için düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır.

Braunschweig’in da tıpkı Hamburg gibi kuzey Almanya’da bulunması her iki duayı ilginç kılmaktadır. Dua, Hamburg şehri kiliseleri için y azılmış olan dua ile bazı benzerlikler göstermektedir. Bu hem kullanılan dil, hem de içerik için geçerlidir. Duanın bu yönden incelenmesi benzerlikleri ortaya koyacaktır.

Dua bilindik bir şekilde başlamaktadır. Tanrı’ya seslenen insanlar ona karşı işlemiş oldukları günahlar dolayısıyla utanç içinde olsalar da, yine de (Kutsal) Roma împaratorluğu’nu bekleyen tehlikeler nedeniyle Ondan yardım beklemektedirler. Roma İmparatorluğu dışında başka şehir ve ülkeler içinde de aynı dilekte bulunurlar. Kutsal Roma împaratorluğu’ndan bahsedilmesi, başka ülke ve şehirler için dua edilmesi, tüm Avrupa’nın bu tehlikelerden etkilenmiş olduğu anlamına gelmektedir. Tehlike altında olan ya da Türkler tarafından feth edilmiş şehirlerin varlığı göz önünde bulundurulursa, genel olarak Hristiyan dünyasının tümü için dua edilmesi, Avrupa’yı saran korkunun boyutlarını ortaya koymaktadır. İşlenmiş olan korkunç günahlara karşın, insanlar Tanrı’nın merhametine sığınırlar. Onun haklı öfkesine rağmen bulundukları zor durumu anlatırlar ve merhamet dilerler. Tanrı’ya O’nun önceden de ülkelerine ve zor durumda bulunan kiliselerine merhamet gösterdiği ve hiçbir zaman onları tamamen terk etmediği, tam aksine bunlara sebep olan düşmanları toprağa gömdüğü hatırlatılır ve bunu tekrar yapması istenir. Tanrı’dan, îsa adına, zavallı yüreklerin ve zor durumda bulunanların çağrılarına kulak vermesi, Türklerden kaynaklanan tehlikeleri engellemesi ve Roma împaratorluğu’ndan uzak tutması istenir.

Duanın bundan sonraki bölümünde Tanrı’ya oldukça samimi bir şekilde seslenen insanlar, Türklerin yapmak istediklerine yer verir ve bunları sıralamaya başlarlar. Buna göre Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türkler, Tanrı’ya ve îsa’ya karşı harekete geçerler[362] ve güçleriyle zavallı (Alman) halkının soyunu kurutmaya çalışırlar. Korkunç bir şekilde her şeyi y ıkarlar, kadın ve kızları lekelerler, esirleri köleleştiriler, ülkeyi y ağmalarlar, şehirleri y ıkarlar, kiliseleri y akarlar ve son olarak ismini (Hz.) Muhammed ile kirletirler. Sonraki bölümde ise Tanrı’ya, insanları terk etmesi halinde kendilerini ve ülkeleri olan Almanya’yı zalimlere karşı koruyamayacaklarına değinirler.

Dua yoluyla Tanrı’nın merhamet duygusuna seslenen insanlar, binlerce savunmasız insanı ve küçük çocukları muhtemel olan bu tehlike karşısında himay e altına alması ve güvercinlerinin ruhlarını yırtıcı hay vanlara teslim etmemesi için y akarırlar. Bu amansız düşmana karşı savaşan ve vatanlarını korumak uğruna ruhlarını ve bedenlerini tehlikeye atan ordulara güç vermesi, büyük işler başarmaları ve düşmanı kahramanlar gibi yenmeleri için dua edilir.

Tanrı’dan gücüyle Türkleri dağıtması, onların kollarını kırması istenir ki bütün milletler O’nun gerçek Tanrı olduğunu ve halkın da O’nun halkı olduğunu bilsin. Duanın son bölümü bilindik bir şekilde duaların duyulması ve ülkeye şimdiye dek olduğu gibi barışın gelmesi dileğiyle son bulur.

Bu duada da negatif Türk imgesinin yoğun biçimde kullanıldığı ve Türklerle ilgili o dönemde adeta kalıplaşmış olan kavramların y erleştirildiği dikkat çekmektedir. Bu duanın bir diğer özelliği Almanya dışındaki ülkeler ve şehirleri de kap saması ve bunun sıkça vurgulanmasıdır. Bu da Türk tehdidinin insanlar tarafından nasıl algılanıldığını ortaya koymaktadır. Tehdit sınırları aşıp Avrupa’ya taşmıştır. İnsanların korkuları böylece iyiden iyiye pekişmiş ve sürekli o larak p ekiştirilmey e devam edilmektedir. Kilisenin olumsuz Türk imgesini yayması, metin örneklerinden de anlaşıldığı üzere küçümsenmeyecek ölçüdedir. Ülkenin her tarafında propaganda amaçlı yazılan bu tarz metinler, ki buna dua metinleri de dahildir, insanları manipule etme amacıyla kullanılmaktaydı. Aynı zamanda kolektif duyguların da uyandırılmaya çalışıldığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun nedeni bir y andan insanları etkiley erek, onlardan kilise ya da savaşlar için para, vergi vs. toplamak, diğer y andan onları düzene sokmaya çalışmaktır. Kadın ve kızların “Türkler tarafından lekelenmesi” ya da çocukların tehlike altında olması ifadesi bu bağlamda insanları etkileyen başlıca etmenlerdir. Luther’in çocuklara verdiği öneme daha öncesinde değinilmişti. O aynı önemi Türklere Karşı Duaya Çağrı adlı metninde Hristiyan kadınlarına da vermekte ve evli kadınların esir düşmeleri halinde ne yapmaları gereği konusunda tavsiylerde bulunmaktadır. Buna göre Türkler tarafından esir alınan, Türkiye’de yaşamak zorunda kalan ve Türk erkekleriyle aynı sofrayı hatta yatağı pay laşmak mecburiyetinde olan kadınlar sabırlı o lmak zorundadırlar. Çektikleri acılardan dolayı ümitsizliğe kapılmamalarını tavsiye eden Luther, düşmanın bedenlere zarar verebileceğini, ancak y ürekte var olan inanca dokunamayacağını vurgular. Diğer bir deyişle esir düşen bedenlerdir, inanç değil. îlginç olan Luther’in esaretteki kadınlara bir anlamda boyun eğmelerini tavsiye etmesidir. Bu da aslında göstermektedir ki esir alınan kadın ya da çocukların düşmandan kurtulma ihtimalinin yok say ılmasıdır. Böylelikle insanların en duy arlı olduğu konuların dualarda kullanılması bu metinlere yüklenen manipulatif işlevlerle ilgilidir. Türklerle ilgili olumsuz sözcüklerin sürekli olarak tekrarlanması da, daha önce de belirtildiği gibi, aynı amaca yöneliktir.

4.1.4.   Moritz von Sandizell’in Türklere Karşı Kilise Duası

“Ein Gebett wider den Türcken/ nach der Predig von der Cantzel abzulesen” (Vaazden sonra Türklere karşı kürsüden okunacak olan bir dua) adlı metin 1566 yılında Dillingen’de[363] Freising Piskoposu Moritz von Sandizell’in kitabında birinci sırada yer almaktadır. Kitabın Wider den laydigen Türcken/ unnd sein grausams fürnemen/ gemaine Gebet/ von der Cantzel zu diser Zeit abzulesen/ und im HauŞ taglich zugebrauchen (Musallat olan Türklere ve zulümlerine karşı bu zamanlarda kürsüden okunacak ve evde kullanılacak olan genel dua) adlı başlığı duaların içerikleri hakkında da fikir vermektedir. Kitapcığın tek sayfadan oluşan ön sözünde, duanın Cuma günleri kürsüden okunması gerektiği dile getirilir.

Genel duaların aksine bu duanın başında, Tanrı’ya övgü sözleri yer almamaktadır. Onun y erine insanların çaresizliklerine ve üzüntülerine vurgu yapılmaktadır. Bu nedenden dolayı da insanlar dizlerinin üstüne çökerek, kederli yürekleriyle Tanrı’larına seslenmektedirler. Bu girişten sonra duada, diğer Türk dualarının genelinde olduğu gibi, günahlardan ve çekilen cezalardan bahsedilmektedir. İnsanlar buna göre Hristiyanlar gibi yaşamadıklarını, günahlarla dolu bir yaşam sürdürdüklerini ve Tanrı’nın adına yakışır bir biçimde davranmadıklarını itiraf etmektedirler. Korkmadan ve pişmanlık duyulmadan sürdürülen günah dolu bu yaşantı, Tanrı’nın öfkesini uyandırmış ve insanları neredeyse yok olmaya mahkûm etmiştir. Bu itiraftan sonra Tanrı’nın vermiş olduğu ceza konusuna geçilir. Hristiyanlığın ve Hristiy an kanının ezelî ve zalim düşmanı olarak nitelendirilen Türkler, kendilerini, sürdürmüş oldukları günah dolu yaşantılarından dolayı daha fazla cezasız bırakmayacaklardır. Bu nedenden dolayı korkan insanlar, gece ve gündüz paralarından, mallarından ve mülklerinden, topraklarından ve canlarından o lac akları endişesini taşımaktadırlar. Bulundukları bu zor durumdan ötürü, Tanrı’ya sığınırlar, yardım beklerler, acımasını ve merhamet göstermesini dilerler. İnsanlar, bu isteklerini aynı zamanda zor durumda bulunan tüm Hristiyanlar için dile getirirler. Hristiyan dünyası hem Tanrı’nın, hem de insanların düşmanı olarak kabul edilen ve büyük bir şiddetle hem karadan hem denizden, hem ateş hem de kılıç ile saldıran ve Tanrı’ya hakaret eden Türk düşmanından Tanrı tarafından korunmalıdır. Bu isteğin akabinde kendilerini kuzu olarak nitelendiren Hristiy anlar, kurt o larak adlandırılan Türklerin eline teslim edilmemeleri için Tanrı’ya yakarırlar. Ondan, öksüz olan kullarını böylesine “zalim bir düşmandan” ve Hristiyanlığın tüm düşmanlardan koruması ve himayesi altına alması istenir. Duanın bundan sonraki bölümü Roma İmparatorluğu ile ilgilidir. Tanrı’dan, Hristiyan inancını ve vatanlarını, Kutsal Roma İmparatoru’nu, hükümdarları, elektörleri, orduda görev y ap anları, atlıları, emir verenleri ve alanları, koruması ve güçlendirmesi istenir. Hristiy anlık ve Kutsal Roma İmparatorluğu için şövalyeler gibi düşman gücüne karşı savaşanların, Tanrı’nın y ardımıy la zafer kazanmaları ve düşmanı geri çevirmeleri için dua edilir. Tüm bunların gerçekleşmesi için Tanrı’ya yardım çağrısında bulunan insanlar, duanın bundan sonraki bölümünde, Onun günahlarını bağışlaması ve merhamet göstermesiyle ilgili isteklerini dile getirler.

Duanın görüldüğü üzere en belirgin özelliği, savaş konusuna ciddi anlamda eğilmesidir. Öncelikle Kutsal Roma İmparatorluğu ve İmparatorunun başarı göstermesi için zafer dileğinde bulunulur. Bu uğurda kahramanca savaşan herkesin Tanrı’nın yardımına ihtiyacı vardır, çünkü düşmanın galip gelmesi halinde Hristiyanlar sahip oldukları her şeyi kaybetme riski ile karşı karşıy a kalacaklardır. Manipülasyonun çok önemli olduğu bu tarz dua metinlerinde insanların temel korkuları işlenmektedir. İnsanların o dönemde en büyük korkularından birisi ise, sahip olduklarını yitirmeleriyle ilgilidir. Metnin etkinliğini artırmak amacıyla propagandaya büyük önem verilmiş ve tehdidin tüm boyutları ortaya konulmuştur. Daha da önemlisi düşmanın gücünden bahsedilmiş ve düşmanla ilgili “kana susamış”, “zalim” ya da “kurt” gibi sözcükler kullanılarak olumsuz imge pekiştirilmiştir. Düşmanın her şekilde acımasızca saldırması, aynı zamanda onun gücünün de göstergesidir. Böylesine güçlü olan düşman ise metne göre ancak Tanrı’nın yardımıyla yenilebilir. Düşmanın gücünün üzerinde durulması hem insanların dinî duygularını pekiştirmek hem de bu konuda onları yardıma teşvik etme amacına y öneliktir.

5.   Savaş Duaları Hakkında

Savaş duaları kavramı oldukça geniş bir kavram olmakla birlikle, Türk tehdidi ile ilişkilendirildiğinde daha farklı bir anlam kazanmaktadır. Türk dualarının temelde işlediği konuların en önemlisi Türklerin zulmünden korunmak, onlara karşı savaşmak ve zafer elde etmektir. Bu açıdan bakıldığında Türklere karşı yazılan duaların tümü, Tanrı’nın Hristiyanları Türk düşmanından koruması ve savaş halinde zafer bahşetmesi dileğini içermektedirler[364]. Savaş duaları başlığı altında Türklere karşı savaşanlara yönelik yazılmış dualar yer alacaktır. Bu başlık altında savaşa hazırlık ya da herhangi bir askerî girişim öncesi veya savaş esnasında Tanrı’dan savaşı yürütecek olan kişilere ve askerlere yardım etmesi ve zafer bahşetmesi konusuna eğilen ve “savaş duası” başlığını taşıy an metinler incelenecektir.

5.1.     Savaş Dualarından Seçme Metinler

Savaş dualarına örnek metinler arasında Michael Bapst ve Ludwig Rabus’un metinlerine yer verilecektir. Her iki yazarın duaları savaş duası başlığını taşımaktadır.

5.1.1.   Michael Bapst’ın Türklere Karşı Savaş duaları

1540-1603 yılları arasında yaşamış olan Michael Bapst, önceden de belirtildiği gibi, 1595’de, Türk împaratorluğu’na ilişkin bir kronik yayımlar. Yazar, söz konusu çalışmasında savaş konusunu işleyen çok sayıda duaya da yer verir, örneğin, “Ein Morgen Gebet in Kriegsleufften” (Savaş zamanları için bir sabah duası), ya da “Ein Abendt Gebet in Kriegsleufften” (Savaş zamanları için bir akşam duası) gibi. Bu iki duay a kısaca değinilecek olursa, Bapst’ın askerler için yazmış olduğu sabah duasında, savaşanların Tanrı’ya, geceyi düşmanın saldırısına uğramadan ve zarar görmeden atlattıkları için şükrettikleri dile getirilmektedir. Yaz ar bu anlamda kendilerini muharebe mey danında bekleyen düşmanın “büyük ve korkunç gücünden” de bahsetmektedir. Ayrıca onun “aslanlar” gibi saldırarak, ki burada aslan aç, ya da kana susamış, korkunç anlamındadır, Hristiyanların ruhlarını y utmay a ve el atmay a niyet ettiğini ifade etmektedir. Düşmanın “korkunç ordu gücünden” de bahseden yazar, Tanrı’dan “hükümdarlarının kafalarının” parçalanması dileğinde bulunur. Düşmanın eline

geçmemelerini Tanrı’nın merhametine bağlayan askerler, bu nedenle O’na şükretmektedir[365]. Savaş zamanları için bir akşam duası adlı metninde ise yazar Hristiyanlığın ve kulların, gün içerisinde savaştan zarar görmedikleri ve Tanrı tarafından korundukları için şükretmektedir.

Michael Bapst’ın bir diğer metni ise “Ein Gebet für Kriegsleute/ wenn sie im Angriff sein” (Taarruza geçen askerler için bir dua)’dır. Duada korkunç tiranın kılıcıyla Hristiy anlara karşı yola çıktığı ifade edilmekte ve Tanrı’dan yardım istenmektedir. Ayrıca düşmanın cani fikirlerini gören Tanrı’nın kullarını koruması da dilenmektedir. Metinde Tanrı’nın sözünü (Incil’i) kiliseleri ve okulları yok ederek, insanları “Kur’an’a” (Müslümanlığa) geçmeleri için zorlayan ve îsa yerine “Muhammed’e” getirerek, insanları ona inandırmay a çalışan düşmandan da bahsedilmektedir. Bunu yapmak istemeyen “zavallı Hristiyanlar” bu büyük sıkıntı karşısında savunmaya geçerek, silahlarını ele almaktadırlar.

Tanrı’nın ve İsa’nın adını korumak amacıyla silahlanan insanlardan bahsedilmesi, savaşın gerekliliğini hatta zorunluluğunu anlatmaya yöneliktir. Türklere karşı yazılmış olan savaş dualarında savaşa çağrı yapılması, bunun için manipulatif yöntemlere başvurulması duanın etkinliğini arttırmay a ve neticede insanları din düşmanı o larak tanımlanan Türklere karşı harekete geçirmeye yöneliktir.

Hristiy anlar bu savaşa neden olan günahlarının Tanrı tarafından bağışlanmasını istemekte ve savaşta başarılı o lmaları için güç vermesini dilemektedirler. Yazar bundan sonra askerler için yazmış olduğu duasında Tanrı’ya, başta Roma İmparatoru olmak üzere, onun askerlerini, generallerini ve rütbeleri tek tek say arak bütün savaşanlara güç, talih ve zafer bahşetmesi için y akarmakta, ayrıca düşmanın mızrak ve yayını kırmasını ve araçlarını yakmasını istemektedir. Duanın son kısmında ise bireysel dilekler dile getirilir ve Tanrı’nın, düşmana karşı savaşacak olan kişiye güç vs. vermesi istenir. Dua, diğerlerine kıyasla farklı şekilde sonlandırılır. Asker, Tanrı’ya minnettarlığını şu sözlerle dile getirir: “Ellerime kavgayı, yumruklarıma savaşmayı öğreten yüce” Tanrı’ya şükürler olsun. Duada savaş konusunun yoğun o larak dile getirilmesi, savaş gerekçelerinin haklı kılınması ve silahlanma gibi konuların ele alınması, ayrıca son kısmında savaşacak olan askerin bireysel olarak Tanrı’dan güç vs. istemesi, incelenen metni diğerlerinden farklı kılmaktadır. Bunların dışında duaların genelinde olduğu gibi, insanların günahlarından dolayı Tanrı’nın bu cezayı verdiği dile getirilmekte, Tanrı’yı saymayan düşmana karşı savaşılması gerekliliği üzerinde durulmakta ve böylelikle Türklere karşı savunma amaçlı savaş haklı kılınmaktadır.

5.1.2.   Ludwig Rabus’un Türklere Karşı Savaş Duası

Lüteryan olan Ludwig Rabus (1523-1592) Wittenberg Üniversitesi’nde Martin Luther’in öğrencisi olur ve 1543 yılında mastır ünvanını alır. 1553 yılında ise Tübingen Üniversitesi’nde doktorasını tamamlar. Rabus, Türklerle ilgili çok sayıda dua yazmış olan teologlardandır. Onun duaları Protestan dua kitaplarının çoğunda yer almıştır. “Ein Gebet im Krieg und vorstehender Schlacht” (Savaş ve taarruz öncesi için bir dua) adlı kısa metinde ise orduların Tanrısı “Zebaoth”a[366] seslenilir ve onun bazı ülkelere savaş, bazılarına ise barış getirdiği söy lenir. Yazar, Tanrı’nın Davud peygambere gençliğinde vermiş olduğu cesareti hatırlatır ve peygamberin savaş konusunda en tecrübesiz zamanında, silahı olmaksızın, sadece bir sapan ile insanlık dışı dev bir askere saldırdığını ve onu alt ettiğini hatırlatır. Ardından Ondan, Hristiyan kanının dökülmemesi için ya düşmanın yüreğini yumuşatarak barış yanlısı olmasını sağlaması ya da yüreğine aşamayacağı bir korkuyu salmasını ister. Yazar Tanrı’nın merhamet göstererek, düşmanın vereceği zararın ve dökülecek kanın az olması ve savaşın bir an önce bitmesi için, zafer bahşetmesini ister ki, insanlar da bu zaferden dolayı O’na methiyeler ve övgüler söylesin. Savaş duası başlığını taşıyan metinde yer alan Davud Peygamberin hikayesi esasen son derece önemlidir. Burada Hristiyanlar bir anlamda kendilerini Davud peygamber kadar tecrübesiz ve savunmasız hissetmektedirler. Metinde yer alan insanlık dışı dev asker ise Türkleri sembolize etmektedir. Burada esasen dile getirilmek istenen Hristiy anların da tıpkı Davud peygamber gibi, dev bir düşmanla karşı karşıya olduklarıdır. Davud peygamber kadar cesur olmayı dileyen insanlar bunun olabilmesi için Tanrı’ya yakarmaktadırlar. Nasıl ki Davud Peygamber ancak Tanrı’nın yardımı ile dev askeri yendiyse, Hristiy anlar da Tanrı’nın y ard ımı ile dev düşmana benzetilen Türkleri yenebileceklerdir. Bu duayı diğerlerinden ayıran başka bir özellik ise Hristiy anların Tanrı’dan ya Türklerin kalbini yumuşatmasını ya da yüreklerine korku salmasını istemeleridir. Bu ise bir yandan Türklere karşı duyulan korkunun büyüklüğünü göstermektedir. Diğer yandan düşmanın korkusuz olduğu bakış açısının Alman toplumunda ne denli yaygın olduğunu ortaya koymaktadır.

6.   Özel bir kesime yönelik olmayan Türk duaları

Bu başlık altında belirli bir kesime hitap etmeyen, Türklere karşı yazılmış duaların tümü yer alacaktır. Özel bir kesime yönelik olmayan ve genelde “Türklere karşı bir dua” başlığını taşıyan dualar da, tıpkı diğerleri gibi savaş ve savaşın zararları, Türk’e karşı konulması ve savaşılması gereği konularına eğilmektedirler. Bu nedenle Türklere karşı yazılan duaların tümünde, dolaylı veya dolaysız, savaş ve zafer konuları ele alınmaktadır. Bu duaların bazılarında savaş ya da zafer konusu diğerlerine oranla daha yoğun, bazılarında ise daha az işlenmiştir. Ancak 16. yüzyılda Almanya’da Türk korkusu ve savaşları nedeniyle ortaya çıkan duaların hepsinde farklı açılardan da olsa düşmandan kurtuluş teması işlenmektedir. Çocuk, genç, asker, kişilere (ev) veya cemaate (kiliseye) yönelik yazılmamış olan ve dolayısıyla toplumun geneline hitap eden duaların tümünün şimdiye dek incelenen metinlerden tek farkı spesifik bir kitley e yönelik olmayışlarıdır.

Söz konusu duaların hepsinde savaşı yapacak ve finanse edecek olan Kayzerin ismine genelde yer verilmemektedir. Bunun nedeni ise, herkesin söz konusu Kayzeri ve gündemi meşgul eden konuyu biliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin komşu ülke Avusturya’yı tehdit eden Türkler, aynı zamanda Almanya ve Avrupa için de büyük bir tehlike teşkil etmektedirler. Avusturya’nın mağlubiyeti, Almanya’nın da tehlike altında bulunması demektir. Bu sebeple özellikle 1595 yılında çıkan dua kitaplarında[367] Avusturyalı Kayzer II. Rudolf’un Türklere karşı zafer elde etmesi için dua edilirdi. Kayzerin adı ister belirtilsin ister belirtilmesin, o dönemde Hristiyan dünyasını tehdit eden düşman da, tehdit edilen ülke ve Kayzer de herkes tarafından bilinmekteydi. Kayzerin ve ona bağlı orduların Türklere karşı başarılı olması ve zafer kazanma konusuna detaylıca yer veren dualar, Türk imgesi bakımından da zengin olmaları nedeniyle tercih edilmiştir.

6.1.     Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk Dualarından Seçme Metinler

Bu başlık altında savaş konusunu işleyen yazarlardan Caspar Franck’ın iki, Martin Mirus’un ise bir duası incelenecektir. Ayrıca yazar adı belli olmayan dört dua ele alınacaktır.

6.1.1.   Caspar Franck’ın Türklere Karşı İki Duası

Caspar Franck (1543-1584) 1561 yılında Wittenberg’de öğrenim görmeye başlar ve 1564’de mastır ünvanını alır. 1568 yılında mezhep değiştirek katolik olur. 1572 yılında Ingolstadt’daki Sanct Moritz kilisesinde papazlık yapar ve orada dört yıl sonra tevsir alanında profesör olur[368]. Caspar Franck adlı papazın 1566 yılında yazmış olduğu dua kitapcığı bir ön söz ve iki duadan oluşmaktadır. Ulrich Newber ve Diterich Gerlatzen tarafından Nürnberg’de basılan kitap Sanct Joachimsthal’ın[369] kiliseleri için yazılmıştır. Kitabın Ein Gebet der Christlichen Kirchen in Sanct JoachimsThal/ inn dem jetzigen Türckenzug/ AuŞ dem XX. Psalm/ etc. (Sanct Joachimsthal Hristiyan Kiliselerinin şimdiki Türk seferine karşı bir duası, 20. ilahiden alınma, vs.) adlı başlığı aynı zamanda duaların y azılış nedenleri hakkında fikir vermektedir. Kitap buna göre Türklerin seferine karşı yazılmıştır. Franck’ın yazmış olduğu ön söz, Sanct Joachimsthal’ın papazlarına, diğer bir deyişle papaz çocuklarına hitap eder. Ön söz içerdiği bilgiler nedeniyle duaların anlaşılması ve sınıflandırılması bakımından son derece önemlidir. Franck, Roma İmparatorunun bütün Hristiyan dünyasının desteğiyle Türklere karşı büyük bir savaş hazırlığı içerisinde olduğu bilgisine yer vermektedir. Roma İmparatoru, Tanrı’nın yardımıyla İmparatorluğu, lanet ve menfur o larak adlandırılan ve inançlı Hristiy anlara karşı sefere çıkan Türk düşmanından korumalıdır. Tanrı ve Roma İmparatoru buna göre güçlerini ezelî düşmana karşı birleştirmeli, Hristiy anları düşmanın zulmünden korumalı ve Hristiy an düny asına barış getirmelidirler. Bunun gerçekleşmesi için, insanlar, itaatkâr kullar olarak yürekten ve ciddi olarak dualar okumalı, Tanrı’ya ve peygamberlere y akarmalıdırlar. Burada kast edilen dünyevi ve dinî güçlerin ve bunu temsil edenlerin bir aray a gelerek aynı amaca hizmet etmeleridir. Dinî gücün temsilcisi Tanrı ve onun oğlu olarak kabul edilen Hz. İsa’dır. Dünyevi güç ya da hükümdar ise, Tanrı tarafından seçilmiş ve bu göreve getirilmiş olan en büyük hükümdardır. Ancak ikisinin güçlerini aynı uğurda birleştirmesi zaferi de beraberinde getirebilmektedir. Bu durumda insanlar hem dünyevi hem de dinî olarak bu savaşa hazır olmalıdırlar.

Franck’a göre bulunulan zor durum ve savaş hazırlığı sürecinde insanların yapabilecekleri yegâne şey ise yürekten dua etmektir. Çünkü inançsız olan Türklere karşı sadece savaşmakla zafer elde edilemez. Türkler salt beden ve kanlarıyla savaşmamakta, aynı zamanda kötü ruhların y ardımıy la da savaşmaktadırlar. Böyle olunca da Hristiyanlar sadece bedenlerini ortaya koyarak zafer elde edemezler. Zafer elde edilmesi için hem bedensel hem de dinsel güçlerle, maneviyatla savaşılmalıdır. Bu durumda Türklere karşı zafer elde etmenin tek yolu savaşmanın yanı sıra maneviyattır. Manevi gücün tek kaynağı ise Tanrı ve Onun y ardımlarıdır. Ancak dünyevi ve manevi savaş hazırlığının aynı anda yürütülmesi düşmana karşı zafer getirebilir. Franck’ın söylemlerinin Luther’in söylemleriyle benzerliği gözlerden

kaçmamaktadır. Luther de Türklerden bahsederken, onlara karşı zaferin sadece dünyevi bir savaşla elde edilemeyeceğini dile getirmiştir. Zaten Franck da ön sözünde Luther’den bahsetmekte ve ondan esinlendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yazar aynı zamanda ön sözünü 20. ilahiye[370] dayanarak yazdığı bilgisine yer vermektedir. Görüldüğü gibi ön söz, kitapta yer alan iki duanın yazılış nedenlerini de açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre her iki dua aynı amaç doğrultusunda yazılmış, her ikisi de Türklere karşı girişilen seferden esinlenmiş ve savaşta zafer elde edilmesi konusunu işlemiştir.

Franck’ın kitabında ilk sırada yer alan dua oldukça uzun dualar arasında yer almakta ve kitap ile aynı başlığı taşımaktadır. Dua genelde 20. ilahinin temellerine oturtularak y azılmış olsa da zaman zaman 144. ya da 18. ilahilere de yer verilmekte, bunlardan esinlenmekte ya da alıntılar yapılmaktadır. Ancak duanın

y orumlanmasında sadece Türklerle ilgili kısmına değinilecektir. Metnin giriş kısmında yürekten Tanrı’ya ve Onun sonsuz merhametine seslenen insanlar, Ondan sakin ve rahat bir yaşam istemektedirler. Tanrı’dan Roma İmparatorunu ve savaşçılarını Türklere karşı düzenlenmesi planlanan sefer dolayısıyla desteklemesi, koruması ve bir baba gibi himayesi altına alması için yakarılır. Tanrı’nın savaşanları tehlikeli ve zor durumlardan kurtarması ve onların yanında yer alması için dua edilir. Ezelî Türk düşmanın hem Tanrı’nın hem de O’nun oğlu olduğu söylenilen Hz. İsa’nın adını karaladıkları ve sayısız Hristiyanın kanını döktüğü vurgulanır. Bu sebepten savaşan Hristiyanlara zafer elde etmeleri için gökyüzünden geleçek olan y ardımların Tanrı tarafından esirgenmemesi istenir. Tanrı’nın zavallı ve baskı altındaki Hristiy anları görmesi ve yürekten gelen dualarını duyması istenir. Ondan, insanların günahlarını bağışlaması, hak edilen çezanın öfkeyle değil merhametle verilme si ve y ardımlarını esirgememesi dilenir.

Düşmanın konu edildiği bir sonraki bölümde ise ezelî düşmana karşı Tanrı’nın yardımıyla sefere çıkan hükümdarın[371] tüm gücüyle savaştığı anlatılmaktadır. Bütün Hristiyanlar adına savaşan hükümdar, Tanrı’nın adını yüceltmek, bu adı kirleten düşmanı susturmak ve baskı altında bulunan esir Hristiyanları düşmanın zulmünden kurtarmak istemektedir. Ayrıca Tanrı’dan insanların yakarışlarını ve haykırışlarını duyması ve Roma împaratorluğu’nun başını Türk düşmanından koruması dileğinde bulunulur. Tanrı’nın sağ elini kaldırarak Hristiy anlara güç vermesi, düşmanın cesaretini kırması, savaşanların y anında yer alması, Türklerin zulümlerini ve hakaretlerini sonlandırması ve Roma împaratorluğu’nu koruması dileği bu duada sıkça tekrarlanan başlıca istekler arasında yer almaktadır. Duanın bundan sonraki bölümünde Türklere ilgili son derece olumsuz imgeler kullanılmaktadır. Türklerin er ya da geç cezalandırılacaklarına ya da yenileceklerine inanan Hristiy anlar bunun nedenlerini metin içerisinde izah etmeye çalışmaktadırlar. Türklerin mağlup olacakları düşüncesi birkaç nedene bağlanmaktadır: Bu nedenlerden en başta yer alanı ise Türklerin dinsizlikle itham edilmesidir. Dinsizlikle kast edilen ise Türklerin “Hristiyan Tanrı’sını” tanımamalarıdır. Buna göre, Türkler Tanrı’yı tanımamakta, O’na dua etmemekte, Tanrı’yı ve Onun kutsal sözlerini hiçe saymaktadırlar. Çünkü Türkler, Hristiyanların Tanrı’sı yerine, “dünyevi bir Tanrı’ya” inanmaktadırlar. Ayrıca güçlerine ve büyüklüklerine güvenmektedirler. Oy saki onların bu kadar güçlü olması, Hristiyanların işlemiş oldukları günahlardan kaynaklanmaktadır. Tanrı’nın Türklere zafer vermesi sadece Hristiyanları büyük bir öfkeyle cezalandırmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bunlara rağmen duada insanların ümidini yitirmediği ve Tanrı’nın adını korumak üzere sefere çıktığı dile getirilmektedir. Ondan düşmanı yıkması ve savaşanlara zafer vermesi dileği metnin birçok y erinde olduğu gibi bu kısımda da yinelenir. Tanrı’dan uzun zamandır baskı altında olan ve savaş alanında kesilip doğranılan Hristiy anların tekrar ayağa kalkabilmeleri için yardım etmesi istenir. Savaş alanı kavramının sık sık vurgulanması ve

Hristiyanların burada çektiklerine yer verilmesi, yaşanılan felaketi görselleştirmeye ve acıma hissini pekiştirmeye yöneliktir. Buna örnek olarak savaşanların savaş alanlarında kurban gibi düşman kılıcıyla kesilmesi benzetmesi verilebilmektedir. Tanrı ve vatan adına mücadele edenlerin mağduriyeti böylece daha da etkin bir şekilde göz önüne serilmektedir. Türklerin kendilerine fazlasıyla güvenmeleri ve güçlerini acımasızca kullanmaları, onlara duyulan öfkenin ve dolayısyla savaşma azminin daha da artırılmasına yöneliktir. Tanrı’dan melekleriyle birlikte duaları duyması, savaşanlarına sahip çıkması, onları kötülüklerden ve tehlikelerden koruması ve gökyüzünden gelen bir zaferle tüm dünyadaki Hristiy anları Türk şiddetinden kurtarması dilenmektedir. Duayı ilginç kılan başka bir özellik ise Tanrı’nın adeta savaş Tanrı’sı konumunda olmasıdır. Bu ise kitabın ortaya çıkış tarihiyle ilgilidir. Osmanlı ordularının Viyana’ya doğru hareket etmesiyle 1566-1568 yılları arasında süren ve 2. Avusturya-Türk savaşı olarak adlandırılan savaş başlar. Avusturya’nın önündeki en büyük engel sayılan Macaristan’a doğru yol alan Sultan I. Süleyman’ın ordusu Zigetvar Kalesi’ni feth eder. Sultan ise bu zaferden bir gün önce ölür.

Osmanlılar, Viyana’yı kuşatma hedefine oldukça yaklaşmışken, taht meselelerini çözmek üzere geri dönerler. Ancak geriye Avusturyalıları saran büyük bir korku bırakırlar. Böylesine önemli tarihî olayların etkisinde yazılan dualar, y aşanılan korkuyu adeta resmederler. Bunun başlıca nedeniyse Bohemya’da bulunan Sanct Joachimsthal bölgesinin konumudur. Sanct Joachimsthal bu yıllarda savaşa yakın olan önemli yerler arasında bulunmaktadır. Bu konumu itib arıy la söz konusu bölge için y azılmış olan dualar, tehlikeye bu denli yakın o lmay an bölgelere göre, daha ateşli ve kışkırtıcı özellikler sergilemektedirler. Metin içerisinde savaş konusunun propanganda malzemesi o larak işlenmesi ve konuyu ele alış biçimi, şimdiye dek incelenen dualara oranla büyük farklılık göstermektedir. Bu ise en fazla savaş alanlarında yaşanması muhtemel sahnelerin görselleştirilmesinden ve insanları bekleyen tehlikelerin detaylıca anlatılmasından anlaşılmaktadır.

Ayrıca incelenen duada Türklerle ilgili çok sayıda olumsuz imgeye yer verilmekte ve onlardan, katil, yağmacı, yakıp yıkan, evlilik kurumunu hiçe sayan dolayısıyla da ahlaksızlıkla itham edilen düşman olarak bahsedilmektedir. Sayılan tüm olumsuz özelliklerin Luther’in Türklere yakıştırmış olduklarıyla büyük benzerlikler göstermektedir. Bu açıdan incelenen duada, Luther’in etkisi açıkça ortaya çıkmaktadır.

“Gebet wider den Türcken” (Türklere karşı dua) başlığını taşıyan ve ikinci sırada yer alan kısa sayılabilecek olan dua Türk düşmanına karşı zafer elde edilmesi dileğini konu etmektedir. Metinde hemen konuya girilmekte ve Tanrı’dan düşmana karşı yardım etmesi istenmektedir. Ondan, dünyada savaşmak isteyen herkesin cesaretini kırması ve sınırlar arası barışa vesile olması beklenmektedir. Ayrıca kiliseleri ve ülkey i, menfur Türkten koruması ve düşmanın putperestliğini, öldürmelerini ve yakıp y ıkmalarını sonlandırması için y akarılmaktadır. Tanrı adına savaşanlara cesaret, güç, mutluluk ve zafer bahşedilmesi dileğinde bulunulmaktadır. Tüm bunlar ise Tanrı’nın adını vicdan rahatlığı ve barış içerisinde yüceltebilmek ve bundan sonraki nesillerin de Tanrı yolunda yetiştirilmesi için istenmektedir. Duanın bitiminde yer alan bu dileklerin yanı sıra, insanlar bunları en büyük savaş hükümdarı (oberster Kriegsfürst) olan Hz. İsa’nın y ardımıy la başaracaklarına inandıklarını ifade etmektedirler. Dua genel yapısı itibarıyla Türkler aleyhinde y azılmış olan diğer dualardan farklılık göstermemektedir. Ancak metnin doğru yorumlanabilmesi için yazılmış olduğu koşullar da göz önünde bulundurulmalıdır. Duanın bu doğrultuda incelenmesi, amacı da ortaya koymaktadır. Duanın neden ve hangi ko şullarda yazıldığına değinmiştik. İncelenen metinde “baş savaş hükümdarı” ya da “savaş kralı” olarak nitelendirilen Hz. İsa’nın adının geçmesi savaşın dua içerisindeki ağırlığını ortaya koymaktadır. Bundan önce ele alınan dualarda sürekli olarak Türklerle ilgili olumsuz imgelere yer verilmiş, Tanrı’dan ve Hz. İsa’dan yardım beklenmiş, onlara yakarılmış ya da övgü dolu sözler söylenmiş, hatta zaman zaman uyarıcı bir dille bulunulan zor durum hatırlatılmış. Ancak Hz. İsa’nın “baş savaş hükümdarı”, “savaş kralı” ya da “savaş prensi” olarak adlandırılması sıradan Türk dualarında” dahi pek olağan değildir. Bu açıdan bakıldığında duanın en belirgin özelliği de ortaya çıkmaktadır. Tıpkı Yunan mitolojisinde olduğu gibi Hz. İsa da savaş kralı olarak adlandırılmış ve savaşta zafer elde edilmesinin sembolü olarak gösterilmiştir. Bu tarz ifadelere ise ancak savaş konusunun böylesine özümsendiği metinlerde rastlamak mümkündür.

6.1.2.   Martin Mirus’un Türklere Karşı Duası

Polycarp Leyser’in 1593 yılında Wittemberg’de basılan 73 sayfalık Zwo Christlicher Predigten,(...) (îki Hristiyan vaazı) adlı kitabı, 10 sayfalık bir ön söze, iki vaaza ve Türklere karşı yazılmış olan iki sayfalık “Bir Hristiyan Duası”na[372] yer vermektedir. Duanın kime ait olduğu kitapta belirtilmediğinden okuyucu duanın Leyser’e ait olduğunu düşünebilmektedir. Ancak aynı dua 1596’da Friedrich Roth tarafından yayınlanan Türckenglocke (Türk Çanı) adlı kitapta beşinci sırada yer almakta ve yazarın Martin Mirus olduğu belirtilmektedir. Mirus hemen konuya girmekte ve duanın yazılmasına neden olan sorunu dile getirmektedir. Duanın girişi şimdiye dek incelenen dualarla benzerlik göstermekte ve insanların neden Türk ile cezalandırıldıkları açıklanmaktadır. Bunun sebebi bilindiği gibi, Tanrı’nın sözünü dinlemeyen ve dolayısıyla günahkâr olan insanlardır. Suçun belirlenmesinden sonra Türklerin, Hristiyanlara neler yaptıkları ve nasıl zarar verdikleri konusuna geçilmektedir. Hristiy anlığın ezelî düşmanı komşu sınırlara girmekte ve “su gibi Hristiyan kanı” akıtmaktadır. Kullanılan bu ifade, Türklere karşı yazılan dualarda sık sık yer alan kalıplaşmış sözlerdendir. Yazar, Türklerin kılıçlarıyla insanları öldürdükleri, yağmacılık y aptıkları ve etrafı yakıp y ıktıklarını belirtildikten sonra, esas konuy a girmektedir. Buna göre zalim Türkler zavallı Hristiyanları, daha da önemlisi özellikle çocukları beraberinde esir olarak götürerek, Müslümanlığın hizmetine kazandırmaktadırlar. Cinayet, yağmacılık, yakıp y ıkma yine Türklere mal edilen ve çok sayıda duada kullanılan sabitleşmiş ifadelerdendir. Duanın bu bölümünde, Luther’in de önemsediği çocuk konusuna yer verildiği görülmektedir. Luther, çocuk dualarını yazarken aynı endişeden hareketle yola çıkmıştır. Esir düşen çocukların dinlerine sadık kalabilmeleri için, küçük y aşlardan itibaren Hristiy anlıkla ilgili temel bilgilerin öğretilmesi gereği, onun özellikle üstünde durduğu konular arasında yer almaktadır. Bunun olmaması halinde, düşman

tarafından esir alınan çocuklar, duada da vurgulandığı gibi, düşmanın dinine geçeceklerdir. Bu ise Luther de olduğu gibi, genel olarak Hristiyanlar arasında büyük bir kaygı uyandırmaktaydı. Yazara göre Türklerin, Almanya’ya komşu olan ülkeleri istila etmesiyle hedefledikleri, Almanya’ya girmek ve sonrasında tamamen yok etmektedir. Duada Tanrı’yı kızdıran insanların cezayı hak ettikleri dile getirilse de ki, yazar bu bağlamda uzun uzun Hristiy anların işlemiş oldukları günahlara yer vermekte, nadim (pişman) olmalarından dolayı, O’nun merhametine sığınarak, bağışlanmak istedikleri vurgulanır. Buna bağlı o larak Tanrı’nın öfkesini Türklere

yönlendirmesi, onların yapacaklarına izin vermemesi istenmektedir. Ayrıca Tanrı’dan adının hafızalardan silinmeme sini sağlaması dilenmektedir. Diğer dualarda olduğu gibi, bu metinde de, düşmanın Tanrı’nın adına leke süreceği ve küçük düşüreceği vurgulanmaktadır. Çünkü zalim olarak nitelendirilen düşman, Hristiyanlardan, işlemiş oldukları günahlardan dolayı nefret etmemekte ve bu nedenle savaşmamaktadır. Düşman, “İsa’nın” tanınıp sayılmasından dolayı savaşmaktadır. Metne göre düşmanın isteği, “îsa’nın” yerine “Muhammed’in” konulmasıdır. Peygamberden bahsederken de hakaret içeren oldukça ağır ifadelerin yer aldığını belirtmek gerekmektedir. Tüm bu sorunların aktarılmasından sonra, Tanrı’nın gücünü kullanıp, insanlara yardım etmesi isteği dile getirilir. Tanrı buna göre ayağa kalkmalı, intikam almalı ve sürülen ya da esarete düşen Hristiyanlara yardım etmeli, onları korumalı ki, bütün dünya kimin Tanrı olduğunu anlasın. Duanın sonraki kısmında ise düşmana karşı savaşan Roma İmparatoru ve ordusununun zafer elde etmeleri dileğine yer verilmektedir. Ayrıca bundan sonra da halkı korumak amacıyla düşmana karşı savaşacak olanlara zafer bağışlaması istenir. Zaferin yukardan geldiği, kalabalık ile elde edilmediği belirtilir. Bu satırlar Luther’in 1541 yılında yayımladığı ve Türk tehdidine ilişkin fikirlerini yazıya döktüğü “Türklere karşı duaya çağrı” metnini anımsatmaktadır. Söz konusu yazının birçok y erinde Türkleri şeytanlığın sembolü o larak gören Luther, Türklere karşı savaşan Hristiyanlara şöyle bir uyarıda bulunmaktadır: “Ve siz Türklere karşı sefere çıkıyorsanız eğer, emin olunuz ve şüpheye düşmeyiniz ki, etten ve kandan olan, yani insan olanlara karşı savaşmıyorsunuz. (...) Biliniz ki, siz büyük bir şeytan ordusuna karşı savaşıyorsunuz; çünkü Türk’ün ordusu aslında şeytanın ordusudur.” Buna göre sadece düşmana karşı savaşmak ya da ordunun güçlü ve sayıca üstün olması yeterli değildir. Luther’e göre Türklere karşı elde edilecek olan bir zafer ancak Tanrı’nın yardımı ile edilebilir. Tanrı’nın gücü anlatılır ve O istediği takdirde zaferin elde edilebileceği söylenir. Düşmanlardan ve kendilerinden nefret eden herkesten kurtulmak isterler. Bunun olması halinde ise ömür boyu büyük bir sadakat ve minnettarlık ile Tanrı’ya bağlı kalacaklarına ve onun oğlu İsa’nın adını onurlandıracaklarına sözverirler.

Metinde Roma İmparatoru ve ordusunun başarısı için dua edilmesi ayrıca önem taşımaktadır. Tüm dua boyunca kalıplaşmış provokatif sözlere yer verilmesinin dışında bu metinde göze çarpan, korku ve intikam duygusunun dinleyici ya da okuyucuda uyandırılmaya çalışılmasıdır. Roma İmparatoru ve ordusunun savaş halinde olması, savaşan ve bundan sonra da savaşa katılacak olan insanların varlığından bahsedilmesi bu savaşın kolay kolay bitmeyeceğinin ve zorlu bir savaş olacağının göstergesidir.

6.1.3.   Türklere Karşı Anonim Bir Dua

înceleneck olan dua Friedrich Roth’un Türckenglocke (Türk Çanı) adlı çalışmasında yedinci sırada yer almaktadır. Oldukça uzun dualar arasında yer alan duanın herhangi bir başlığı bulunmamakta ve yazar adı belirtilmemektedir. Duada hemen konuya girilmekte ve duanın konusu açıklanmaktadır. Buna göre son derece kederli olan insanlar üzüntülerinin nedenlerini açıklamaktadırlar. Macaristan, Steiermarkt ve buralara komşu bölgelerdeki Hristiyanların, ezelî düşman Türkler tarafından sıkıştırıldıkları ve eziyet gördükleri anlatılmaktadır. Bu düşmanın y ağmacılık, öldürme yakma ve zavallı Hristiy anları kaçırma eylemleri ile büyük zararlar verdiği açıklanır. Ancak daha da önemlisi Türklerin bunu neden yaptığı bilgisine yer verilme sidir. Metne göre Türkler bunu Almanya’nın yollarını açmak ve kısa sürede askerî güçleriyle Almanya’ya saldırmak ve ordularının korkunç güçleriyle ülkeye y ay ılmak için yaparlar.

Duanın bundan sonraki konusu nerdeyse tüm dualarda yer alan günah konusudur. Diğer dualarda olduğu gibi, bu dua da insanlar günah işlemiş olduklarını kabul etmemekte ve Tanrı’nın merhametine sığınmaktadırlar. Türklere karşı herhangi bir suç işlemediklerini belirten insanlar, Tanrı karşısında işlemiş oldukları günahlardan dolayı, savaş v.b. cezaları hak ettiklerini dile getirirler. İşlenen günahlar arasında Tanrı’ya itaatsızlık, hakaretlerin kullanılması, cimrilik, ahlaksızlık, kibirlilik, yemek ve içmek (içki) sayılmaktadır. Zalim Türklerin ise Tanrı tarafından itaat etmeyen kullarını cezalandırmak üzere kullanıldığı aç ıklanmaktadır. Türklerin korkunç bir düşman olması ve toprakları yakıp yıkmak istemesi bilgisine yer verilmektedir. Ayrıca insanların sahip olduğu her şeyi yağmalamak ve ellerinden almak istedikleri açıklanmaktadır. Kadın, erkek ve çocukları, genç ve yaşlıları öldürmek niyetinde oldukları belirtilmektedir. Korkunç düşman bunlarla da yetinmemektedir. Almanya’ya saldırmak, şehirleri, toprakları yok etmek, evleri taş yığını haline getirmek (79. ilahi) gibi, daha nice kötü niyetlere sahiptirler. Tüm bunlardan daha da kötü olan Tanrı’nın adını lekelemek, Onun kiliselerini yok etmek ve İsa’nın yerine “yalancı peygamber Muhammed’i” koymak istemeleridir. Düşmanın bu girişimi ise sadece Hristiyanlara yönelik değildir, onların tanrılarına da yöneliktir. Hristiyanlardan nefret etmesi, onları takip etmesi aslında Tanrı’ya saldırması anlamına gelmektedir. Zaten insanlar bu nedenden dolayı Tanrı’ya seslenmekte ve ona dua yoluyla y akarmakta, af ve merhamet dilemektedirler. Duanın bundan sonraki say falarından Türk konusuna uy arlanan ilahilerden örnekler verilmektedir. Tanrı’dan tüm sınıfların barış, sevgi ve birlik beraberlik içinde yaşaması için yardım etmesi istenir ki, korkunç düşmana karşı savaşılabilsin. Çünkü Türk hem Tanrı’ya hem de O’nun oğlu olarak kabul edilen İsa’ya hakaret etmektedir. Tanrı, Alman milleti, zavallı Hristiy anlar, kilisedeki ayinler, okullar, Hristiy an polisi, disiplin ve ahlak, “zalim” Türkler tarafından yok edilmek istenmektedir. Bunun gerçekleşmemesi için Tanrı’dan savaşanlara şövalyeler gibi savaşabilmeleri için güç vermesi ve düşmanı yenmesi istenir. Metinde Almanya içerisindeki bölünmeye de değinilmektedir.

Duayı diğer dualardan ayıran en belirgin fark duanın hemen başında yer almaktadır. Duada Türklerin askerî anlamda başarılı olduğu yer isimlerine yer verilmektedir. Genelde dualarda Roma İmparatorluğunun genelinden ya da Avusturya’dan bahsedilirken, incelenen dua bu konuda daha detaylı bilgilere yer vermekte ve dolayısıyla endişe ve tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır. Macaristan ve Avusturya’da bulunan Steiermarkt bölgesinin, o dönemlerde gerçekten Türklerin en yoğun savaştığı ve askerî anlamda başarılar elde ettiği y erler olduğu bilinmektedir. Olayların etkisiyle o dönemlerde bu bölgelerde yaşayan Hristiyanların, Türklerden dolayı y aşamış olduğı sıkıntılarla ilgili özellikle Almanya’da çok sayıda yazı çıkmıştır. Bu yazıların tümü, gazete haberleri, el ilanları vs., maddi ve manevi anlamda Almanları savaşa motive etmek için propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır. Dua içerisinde ayrıca savaşla ilgili stratejik bilgileri andıran konulara yer verilir, örneğin, Türklerin bu saldırılardan sonraki hedeflerinin Almanya olması gibi. Hem Almanya’da yaşanılan korkuyu hem de propagandanın b oy utunu anlatması bakımından son derece önemli olan bu ifade, Almanya’da y azılan duaların temelini oluşturmaktadır. Avusturya’nın Türklerin eline geçmesi halinde en y akın komşu olan Almany a hedef olacaktır. Bu nedenle Avusturya’nın düşmemesi için Almanlar da var güçleriy le Avusturya için dua etmelidir, hem manevi hem de maddi o larak askerî anlamda desteklemelidir.

Dinsel unsurlar da oldukça yoğun işlenmektedir. Müslümanların Peygamberine “yalancı” denmesi, onun Tanrı’nın ve dinin düşmanı o larak ilan edilmesi propaganda faaliyetlerinin bu duada üst düzeyde sürdürüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre bu düşman öyle bir düşmandır ki Tanrı’yı bile saymamakta ve Ona ait olanları yok etmeye çalışmaktadır. Düşmanın verdiği maddi zararlardan daha vahim olan maneviyatın yok edilmesidir. Maneviyatın yok edilmesi ise Hristiyan dünyasının yok edilmesiyle aynı anlama gelmektedir.

Bu duada da Türklerle ilgili imgeler sürekli olarak tekrarlanmak suretiyle insanların belleğine yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu Hristiy anların kendileriy le ilgili kullandıkları kavramlar için de geçerlidir. Metinde zavallı ve kurban rolünde olan Hristiy anlar her ne kadar cezayı hak ettiklerini vurgulasalar da, Türk ile cezalandırılmayı hak etmediklerine de inanmaktadırlar. Bu da Türkün, Tanrı tarafından verilebilecek en ağır ceza olduğunun göstergesidir..

6.1.4.   Türklere Karşı Anonim Bir Dua

1566 yılında Strassburg’da yayımlanan ve yazarı belli olmayan, Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı) adlı kitabın alt başlığında dua, ilahiler ve dinî şarkılarla Hristiyanlığın ezelî düşmanı olan Türklere karşı başarı ve zafer elde edilmesi dileğinde bulunulur. Başlıkta yer alan bu dilek, daha öncesinde de belirtiğim gibi aslında Türklere karşı okunan tüm dualarda yer almakta, ancak bazen daha ayrıntılı, bazen ise daha yüzeysel olarak işlenmektedir. Ele alınacak olan dua hem zafer konusuna hem de Türk imgesine ay rıntılı olarak yer vermesi sebebiyle incelenmek için tercih edilen dualar arasına yer almıştır.

Kitapta 11. sırada yer aldığı belirtilen dua, aslında dokuzuncu[373] sıradadır. Bu hata ise muhtemelen Roma rakamlarının karışması, yani ters yazılması sonucu oluşmuştur. Dua 53 satırdan oluşmakta ve böylelikle orta uzunluktaki metinler arasındadır. Duanın ilk 25 satırı sıradan, yani Türk imgesinin yoğun işlenmediği, dualardan farksızdır. Diğerlerinde olduğu gibi, Tanrı’ya seslenilir, îsa adına günahların bağışlanması istenir ve merhamet dilenir.

Duanın bundan sonraki bölümünde Türklerden kaynaklanan tehdit konusu işlenir. Hem Almanların hem de tüm Hristiyan âleminin Türklerden dolayı içerisinde bulundukları zor ve sıkıntılı durum anlatılır. Hristiyanlığın bir üst kimlik olarak kullanılması özellikle de bu satırlarda ortaya çıkar, çünkü insanlar sadece kendi ülkeleri için değil, tehlike altında bulunan ve aynı zamanda Hristiyan dinine mensup olan bütün ülkeler için dua ederler. Türk korkusunun Avrup a birliği bilincinin pekişmesine neden olduğu, 16. yüzyılda yazılan yazıların çoğunda olduğu gibi, dualardan da anlaşılmaktadır. Siyasi çekişmeler dolayısıyla birbirinden uzak kalan aynı dine mensup ülkeler, yine siyasi kaygılardan ötürü biraraya gelirler. Türk korkusu bu kaygıların başında gelmektedir.

Muazzam bir güç olarak algılanan Türklerin, uzun dönemler boyunca AvrupalIların karşısına çıkmaları, bu kimliğin pekişmesine neden olmaktadır. Bu nedenle Almanya dışında bulunan, tehlikede ya da Türklerin eline geçmiş olan Hristiyan dinine mensup ülkeler için de, metinde olduğu gibi, dua edilirdi. Türkler metne göre Hristiy an halkına karşı zalim ve haince savaşmakta, Tanrı’nın kutsal adını karalamakta, yok etme hedefini gütmekte ve “Muhammet” ile “menfur” olan “batıl inançlarını” kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden insanlar Tanrı’ya yürekten seslenmekte ve O’nun himayesi altına girmek istemektedirler.

Türkler, diğer dualarda olduğu gibi, doğrudan zulüm ile bağdaştırılır. Ancak y azarın dikkat çekmeye çalıştığı konu, savaşta karşılaşılan zulümlerden çok, bu savaşın bir din savaşı olduğudur. Bu nedenle Hristiy anlığın

karalandığı, hatta bütünüy le yok edilmeye çalışıldığı vurgulanmaktadır. Buna bağlı o larak Müslümanlık zorla kabul ettirilmey e çalışılan batıl inanç olarak tanımlanmaktadır. Duaların provokatif ve siyasi metinler olmaları nedeniyle, Türk’ün dini olarak tanımlanan Müslümanlık, genelde kısa ancak kışkırtıcı sözcüklerle tanımlanır. Zulümlerle ilgili tasvirlere ise, insanları doğrudan etkilemesi nedeniyle daha geniş yer verilir. Metinde, insanlar, “kana susamış” olan bu korkunç düşmana karşı Tanrı’nın kendilerini korumasını ve Ondan düşmanın yandaşlarını (heyetini) ve gücünü yok etmesi için yakarırlar. Ayrıca Tanrı’dan Roma İmparatorunun ve onunla birlikte bu güçlü düşmana karşı savaşmay a hazırlanan herkesin y anında olmasını ve onlara zafer bahşetmesi dileğinde bulunurlar. Bu isteğin sonunda ise insanlar bunun gerçekleşmesi halinde kendilerinin ve kendileri gibi olanların sonsuza kadar gerçek Tanrı’larının yanında olacaklarına, O’na hizmet edeceklerine söz verirler. Türk konusunun detaylı o larak ele alındığı bu duanın başı ve sonu dua konseptine uy gun bir biçimde noktalanır.

Duaların esasında teolojik metinler olduğunu göz önünde bulundurulursa, metin içerisine yerleştirilen provokatif tasvirlerin, küçümsenmeyecek kadar fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. İncelenen metinde Türklerle ve Müslümanlıkla ilgili yer alan söylemlerden de bu açıkça ortaya ç ıkmaktadır. Türklere karşı y azılmış olan duaların genelinde olduğu gibi, bu metinde de zafer talebi kısa ve öz ifade edilir. Bu açıdan ele alınan dua, diğer kategorilerde yer alan dualardan farklı değildir. Burada vurgulanması gereken, zafer isteğinin hep aynı şekilde dile getirilmesidir.

6.1.5.   Türklere Karşı Anonim Bir Dua

Bavyera’nın Thierhaupten şehrinde 1594 yılında basılmış olan kitabın adı Ein Christlich Gebet/ wider deŞ Türcken grausamb wütten unnd Tyranney (Türklerin vahşice zülümlerine ve gaddarlıklarına karşı bir Hristiyan duası)’dır. Yazar adı belirtilmeyen kitapta yer alan dua beş sayfa uzunluğundadır. “Ein Christlich Gebett wider den Türcken.” (Türklere karşı bir Hristiy an duası.) başlığını taşıy an duanın giriş kısmı diğer dualardan farklı olmamakla birlikte, son kısmı zafer konusuna değinmekte ve bunun için dileklere yer vermektedir. Kitabın ikinci sayfasında karakalem çalışmasını andıran bir çizim yer almaktadır. Çizimde Hz. îsa’ya yakaran bir insan bulunmaktadır. Çizimin üstünde Latince, altında ise Almanca: “Tanrım bizi öfkenle cezalandırma, 37. ilahi” yazısı yer almaktadır. Metnin girişinde kısaca Tanrı’dan insanlara kulak vermesi istenir. Bu dileğin hemen ardından konuya girilmekte ve “zalim” o larak nitelendirilen Türklerin niyetlerine yer verilmektedir. Türkler, kılıç, ateş, yağmacılık ve esaretle, Hristiyan krallıklarına ve ülkelerine bütün güçleriyle saldırmak, savaşmak ve sonunda yok etmek istemektedirler. Yazar bunun Türklerin en büyük hedefi olduğunu vurgulayarak hedef kitleyi korkutup kışkırtma çabası gütmektedir. Ona göre Türkler, Hristiyanlığı yok edip, onun yerine “lanet” batıl inançlarını koymak isterler. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, yazar okuyucu ya da dinley icinin manevi duygularını provokatif bir şekilde sömürmek ister. Bunun için tüm Hristiy an ülkelerin büyük bir tehdit altında olduğunu vurgular ve dolaylı olarak birlik ve beraberlik çağrısında bulunur. Duanın yazarına göre, insanları kendilerine ve dinlerine zalimce köle etmek isteyen Türkler, böylelikle Hristiyanlığı da küçük düşürmek ve Tanrı’nın kutsal adını lekelemek isterler. Burada Tanrı’ya seslenen insanlar aslında O’nu uyarmaktadırlar. Türklerin başarılı olması halinde tüm bunların gerçekleşeceğinin ifade edilmesi, yardım beklentilerinin sadece günahkâr kullar için değil, tüm Hristiyan âlemi için önemli olduğunun

göstergesidir. Tanrı buna göre gücünü göstermek zorundadır, aksi takdirde Hristiyanlıkla birlikte kendisi de zarar görecektir. “İsa’dan” kullarına merhamet göstermesi, onları koruması dileğinde bulunulur, çünkü “zalim” Türkler Hristiy anlara hükmetmek

istemektedirler. Duanın devamında İsa’dan “zalim” ve “kana susamış” Türklerin gücünü kırması ve insanları onun eline teslim etmemesi istenir ki, düşman da kibirlenip, “Hristiyanların Tanrı’sı nerede” diye sormasın. Metinde yer alan ifadeler daha da sertleşmekte ve artmaktadır. Sıralanan örneklerle Tanrı’ya, aslında okuyucu ya da dinleyiciye, durumun ciddiyeti duyurulmaya çalışılmaktadır. Tanrı’dan zor durumdaki insanların ağlamalarını, haykırmalarını ve çığlıklarını duyması istenir. Çünkü “acımasız” ve “kana susamış köpek” esir düşen Hristiy anları, zavallı yetimleri Hristiy an ülkelerden götürerek, çeşitli eziyetler yapmaktadır. Yazar metinde söz konusu eziyetleri sıralamakta ve Tanrı’dan bunlara maruz kalanlara ümit vermesini ve onları kurtarmasını istemektedir. Türklerle ilgili kullanılan bu ifadeler birçok duada yer almakta ve Türk duaları literatürü içerisinde kalıplaşmış sözler olarak karşımıza çıkmaktadır. Askerî zaferlerin elde edilmesi ise söz konusu duanın son bölümünde yer almaktadır. Yine “îsa’ya” seslenilir ve Hristiyan Kayzerine[374], prenslerine, askerî güçlerin tümüne, Türklere karşı savaşan ve gelecekte savaşacak olan insanlara yardım etmesi, destek olması ve zafer bahşetmesi istenilir. Çünkü Tanrı’nın yardımı ve meleklerin koruması olmadan, düşmana karşı zafer elde etmek mümkün o lmay ac aktır. Düşman ancak bu şekilde kimin gerçek Tanrı olduğunu anlayacaktır. Duanın bitiminde ise Tanrı’nın böylesine merhametli olması halinde, insanların tüm kiliselerde O’nun kutsal adını onurlandıracaklarına söz vermektedirler. Savaşın Almanya’da ne denli korku saldığı metnin tümünde yer alan kışkırtıcı ifadelerden anlaşılsa da, son bölüm korkunun boyutlarını ortaya koyması bakımından ayrı önem taşımaktadır. Başta Kayzer olmak üzere güç, yetki sahibi olan ve savaşın seyrini Hristiy anlar aleyhine değiştirecek herkesin başarısı için dua edilmektedir. Savaşın devam etmesi ve devam edecek olması da, Türklerin gücü karşısında duyulan korkunun ifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca böylesine güçlü bir düşmanın karşısında sadece savaşmanın yetersiz kalacağı endişesinden hareketle, Tanrı ve meleklerinden manevi güç beklenmektedir. Hristiyanlığın devamlılığı açısından bu yardım olmaksızın başarılı olmak imkânsız olarak kabul edilmektedir. Görülüyor ki duanın yazarı insanları Türklere karşı seferber etmek için, manevi duygulara seslenerek, ama özellikle de korkutarak harekete geçirmeye çalışmıştır.

6.1.6.   Türklere Karşı Anonim Bir Dua

Ein Christlich Gebett/ wider den Türcken (Türklere karşı bir Hristiyan duası) adını taşıyan 11 sayfalık kitapçık, 1592 yılında Almanya’nın Münih şehrinde yayınlanmıştır. Yazarı belli olmayan kitapçık on sayfalık bir duadan oluşmaktadır. Duanın adı, kitabın başlığı ile aynıdır. Giriş kısmında, Türkler aleyhinde yazılan duaların tümünde olduğu gibi, Tanrı’ya seslenilir ve işlenen günahların bağışlanılması dileğinde bulunulur. Tanrı’nın uzun bir süre insanların iyileşmesini beklediği, anc ak bunun hiç bir zaman gerçekleşmediği vurgulanır. İtiraf bununla kalmaz ve insanların hiç çekinmeden, korkmadan gün be gün günah işlemeye devam ettikleri belirtilir. Bu günahlar dolayısıyla insanlar, “Türk’ün gücü” şeklinde ortaya çıkan, Tanrı’nın haklı öfkesi ile karşı karşıya kalırlar. Duada konuşturulan insanlar bunun üzerine Tanrı’ya bir soru y öneltir ve bu cezanın aslında Tanrı’nın kendisine de zarar verdiğinin altını çizerler. Çünkü insanların işlemiş oldukları

günahlar dolayısıyla din, kilise ve ibadetler zarar görmektedirler. Bu nedenle Tanrı’dan öfkesine hâkim olması, karanlık ve taşlaşmış yürekleri bu tehlikeli, zor ve kötü zamanlarda merhametiyle aydınlatması dilenir. O’ndan zavallı kadınların, y etimlerin, adına vaftiz edilmiş anne kucağındaki masumların “kana susamış Türk köpeği” tarafından nasıl boğazlandıklarını, öldürüldüklerini, doğrandıklarını, parçalara bölündüklerini ya da insanlık dışı bir şekilde dinlerinden uzaklaştırıldıklarını görmesi istenir. Tanrı’ya yöneltilen istekler sürdürülür ve zavallı insanların inlemeleri karşısında merhamet göstermesi, daha da önemlisi Hristiyan halkının bulunduğu zor durum dolayısıyla ordulara yardım etmesi dilenir. Çünkü Hristiyanların gücü ve savunması metinde belirtildiği gibi, Tanrı’nın y ardımı olmadan bu düşman karşısında zayıf ve yetersiz kalmaktadır. O’ndan zalim Türklerin gücünü kırması istenir. Ayrıca parantez içerisinde Türklerin hedefleri hatırlatılır: Buna göre Türkler kılıç ve ate şle Hristiy anlığı yok etmek, onun yerine “Şeytan” olarak adlandırılan “Muhammed’ı koymak”, “ve tüm Hristiyan dünyasını tam manasıyla bir Türkiye”[375] haline getirmek isterler. Duada Tanrı’nın Hristiyan hükümetine, Kendisine hizmet edenlere ve onun onuru için savaşan askerlere ve herkese güç vermesi dilenir. Metin görüldüğü üzere diğer metinlerle büyük benzerlikler gösterse de, savaş konusuna farklı bir bakış açısı katmaktadır. Savaş dualarının çoğunda olduğu gibi bu duada da Türklere yönelik ajitasyon ağırlıklı olarak işlenmektedir. Yine bu duada da Türklere ilişkin kalıplaşmış sözler sıkça kullanılmaktadır. Türklere mal edilen olumsuz özellikler sayesinde yazar bir yandan insanları korkutarak dinî duygularını harekete geçirmek ister, diğer yandan onların düzelmesini ve iyi birer Hristiy an olmasını hedefler. Hristiyanlığın, Türk düşmanından korunması ve ona karşı zafer elde etmesi için, insanların manevi duygularına seslenerek, Türklere karşı hem manevi bir savaş hazırlığı, hem de gerçekten savaşanlara destek vermek ister. Metinde dinsel öğelerin yanı sıra savaş konusuna da geniş yer verilmektedir. Türklerin askerî stratejilerinin tüm Hristiy an ülkeleri ele geçirmek olduğu ve bunun sonucunda sınırlarını genişletmek olduğu vurgulanır. Diğer metinlerden farklı olarak bunu ortaya koymak için “Türckey” (Türkiye) kavramına yer verilir[376]. Bu açıdan bakıldığında duanın son derece önemli bir metin olduğu ortaya çıkmaktadır. Türk savaşları dualarda okuyucuya genelde din savaşı o larak sunulur. Savaşın stratejisi ya da siyasi nedenleri işlenmemektedir. Bu mantalite ise duaların etkinliğini artırmaktadır. Çünkü duanın etkinliği, anlaşılması ve özümsenmesiyle doğru orantılıdır. Bu nedenle duada kullanılan dilin ve işlenen konunun sade ve anlaşılır olması büyük önem taşımaktadır. Ancak incelenen bu metinde Türklerin sadece Hristiyan dinini, bu dine mensup insanları, toprakları yok etmek istemekle kalmadıklarını, sınırlarını genişletmek istediklerini, kendi güçlerini arttırmak niyetinde olduklarının altı çizilir. Bu ise do lay lı o larak Hristiyanların daha büyük bir zulüm ile karşı karşıya kalacakları anlamına gelmektedir. Nasıl bir zulümün onları beklediği ise o dönemde çıkan yazıların, haberlerin tümünde yer almaktadır. Henüz annesinin kucağında olan yeni doğmuş bebeklerin, ailelerinden koparılan küçük çocukların ve kadınların maruz kalacağı muamele, ajitasyonun etkisini pekiştirmek ve insanların savaşa katkı sağlamasına yöneliktir. Kiliseler de bu anlamda savaşa destek sağlamak için bu imgelerden faydalanmakta ve bunların yayılmasına gayret göstermektedirler. Böylece din düşmanı olarak adlandırılan Türk’e karşı duracak maddi ve manevi bir güç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Üstelik insanların tekrar Tanrı’ya, kiliselere, kısaca manevi duygulara sarılması sağlanmaktadır. Bu ise Hristiyanlığın o rtak düşmanı karşısında güç kazanmak anlamına gelmektedir.

4.   BÖLÜM 1. Yüz Dua Üzerinden Yapılan İncelemeler Hakkında

16. yüzyılda Almanya’da basılan ve Türk korkusunu dile getiren 100 dua inceleme kapsamındadır. Dua sayısı daha fazla olmasına rağmen, fikir vermek amacıyla örnek teşkil edecek 100 dua seçiminde öncelikle dikkate alınan o dönemin önemli y azarlarına ait o lmaları ya da dua kitap larında yer almalarıdır. Ayrıca Almanya’nın farklı şehirlerine ait dualar seçilmesine özen gösterilmiştir. Seçilen duaların, tüm Almany a’y ı kap say an reprezantatif dualar olması, incelenmeye dahil edilmeyen dualar hakkında da genel itib arıy le fikir verecektir[377].

1.1.   Duaların Yayınlandıkları Yıllara Göre Dağılımları

Duaların analizleri için yayınlandıkları yılların göz önünde bulundurulmasının son derece önemli olduğu öncesinde belirtilmiştir. Bu tarihler aynı zamanda Türklerin Avrupa’da zaferler elde ettiği ve dolayısıyla da korku saçtığı dönemlerdir. Aşağıdaki tabela, çalışmada incelemeye dahil edilen 100 duanın yayın yıllarına göre, on yıllık dilimler halindeki dağılımını gö stermektedir.

Yıllar

Dua sayısı

1500-1509

-

1510-1519

-

 

 

1520-1529

1

1530-1539

3

1540-1549

1

1500-1559

-

1560-1569

23

1570-1579

3

1580-1589

15

1590-1599

54

 

Avusturya’nın Türkler tarafından tehdit edilmesi, Almanya’yı birebir etkilemiş ve duaların yazılmasına neden olmuştur. Türk savaşlarının Avusturya’da en yoğun hissedildiği tarihler ise, 1529-1538, 1541-1547, 1552- 1568, 1590-1606 yılları arasındadır. Bu tarihlere dayanarak Almanların hangi savaşlardan etkilendiği, listeyle karşılaştırma yapıldığında ortaya çıkmaktadır. 1530 ile 1549 yılları arasında yayınlanan dualar Luther’in etkisi sonucunda ortaya çıkanlardır. Buna hem Luther’in kendi, hem de onu kendine örnek alan papazların duaları da dahildir. 1570-1579 yılları arasında y ay ınlanan duaların azlığı Türk korkusunun azaldığına işaret etmektedir. Bunun belki en önemli nedeni înebahtı Deniz Savaşı sonucunda Hristiyanların elde etmiş olduğu zaferdir. Bu zaferle birlikte yenilmez Türk imgesi kırılarak korkunun kısa bir süreliğine azalmasına neden olmuştur. 1580-1589’da artan dua sayısı ise Türk korkusunun unutulmamasına yönelik olabileceği gibi, gerginliğin tırmanmasına bağlı o larak da y azılmış olabilir. Türk duaları açısından belirleyici yılların 1560-1569 ile 1590­1599 arasında olduğu oranlardan ortaya çıkmaktadır. Her iki dönemde de Osmanlı ordularının Viyana’ya doğru sefere çıkması, Almanları korkutmuş ve Türklere karşı yazılan dua literatürünün artmasına neden olmuştur. Tarihî olayların dua sayısına etkisi tabelada da görüldüğü gibi açıkça ortaya çıkmaktadır. 1590’lı yıllarda korkunun daha da artmasının başka bir nedeni ise 1600 yılında mahşer gününün geleceğine ve Almanya’nın Türkler tarafından harap edileceğine inanılmasından kaynaklanmaktaydı.

1.2.   Duaların Protestan ve Katolik Mezheplerine Göre Dağılımı

Çalışmada incelenen duaların mezheplere göre dağılımını tespit etmek bazı durumlarda son derece zor olmakla birlikte, kimi zaman ise mümkün olmamıştır. Yazarların mezhebini tespit etmek amacıyla öncelikle BBKL (Biographisch- Bibliographisches Kirchenlexikon)[378], TRE (Theologische Realenzyklopâdie) ve RGG (Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für Theologie und Religionswissenschaft) gibi teolojiyle ilgili kitap, ansiklopedi ya da sözlükler taranmıştır. Bu kaynakçalarda yer almayan yazarlar, Alman Teoloji Tarihi açısından belirleyici olmayan, sadece yöresel önem taşıy an papazlardır. Ayrıca Die Buchdrucker des 16. und 17. Jahrhunderts im deutschen Sprachgebiet (16. ve 17. yüzyılda Almanca konuşulan bölgelerde matb aacılar) adlı kaynaktan faydalanılmıştır[379]. Yazarlar bazı durumlarda çalışmalarının ön sözünde hangi mezhebe bağlı olduklarını açıklamakta, bazen ise konuya ilişkin ipuçları vermektedirler. Bunun olmaması halinde adı geçen kaynakçalar taranmıştır. Bu kaynakçalarda da yer almayan yazarların nereden geldiği, çalışmalarını nerede yayınladıkları veya nerede papazlık yaptığı tespit edilerek o bölgede hâkim olan mezhep doğrultusunda karar verilmiştir. Aynı yöntem y azar kimliğinin açıklanmadığı çalışmalar için de uygulanmıştır. Bu durumda da metin içindeki ipuçları taranmış, ayrıca yayın yeri (şehri) veya yayıncı dikkate alınmıştır.

Yazarı protestan olan dua kitaplarında yer alan anonim dualar da esasen sorun teşkil etmektedir. Bu tür dualar bir yandan, okuyucu kitlesi belli olduğundan, Protestan dua olarak nitelendirilebilir. Diğer yandan Althaus’un da belirttiği gibi duanın kaynağı belli olmadığından, y azarının mezhebi de belli değildir. Prote stanlar ile Katolikler arasındaki yoğun etkileşim de göz önünde bulundurulduğunda, kesin bir sonuca varmak mümkün olmamaktadır[380]. Protestan dua kitaplarında yer alan anonim kilise duaları için de aynı sorundan bahsetmek mümkündür. Ancak Protestan dua kitaplarında yer alan anonim dualar, Protestan okuyucu kitlesine sunulduğundan, Protestan duaları sınıfına dahil edilmiştir.

 

Mezhepler

Dua sayısı

Protestan dualar

85

Katolik dualar

12

Mezhep belirlenemeyen dualar

3

Dağılımlar incelenen 100 duadan 85’inin Protestanlara ait olduğunu göstermektedir. Böylelikle Protestanların Türklere karşı dua yazma konusunda Katoliklerden daha etkin olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Delumeau’e[381] göre 16. yüzyılın ikinci yarısından 17. yüzyılın başlarına kadar “deccal”e karşı duyulan korku Protestanlarda kesinlikle daha belirgin o larak ortaya çıkmaktadır[382]. Delumeau buna kanıt olarak Frankfurt’lu kitapçı Georg Draudius’um 1625 yılına ait kitap kayıtlarını göstermektedir. Kayıtlara göre dünyanın ve insanlığın sonu[383] konulu 89 kitaptan sadece bir tanesinin yazarı Katoliktir. Buna karşın Protestan y azarların sayısı 68, Kalvenci[384] olanların ise 20’dir. Ancak burada sözü edilen deccal sadece Türk değildir. Papa’nın da Protestanlarca deccal o larak yorumlandığı unutulmamalıdır. Delumeau’nın sözlerine istinaden Andermann[385] deccal korkusunu tamamen Türk korkusuyla özdeşleştirmiş ve Protestanların deccal Türk’ten daha fazla korktuğunu dile getirmiştir.

Elde edilen bu sonuç kesinlikle Katoliklerin Türklere karşı dua etmediği ya da daha az ettiği anlamına gelmemektedir. Reformasyon Tarihi araştırmaları çerçevesinde Bernd Möller tarafından “matbaasız Reformasyon olmaz” formülüne karşılık, kitap tarihi araştırmacılarından Erdmann Weyrauch “Reformasyonsuz (seri) kitap basımı olmaz” sözlerini ortaya koymuştur. Matbaacılık ve Reformasyonun birbirine etkisi bu sözlerden açıkça ortaya çıkmaktadır. Başta Luther, Melanchthon, Zwingli ve Bugenhagen gibi reformatörlerin yazıları, ideolojik de olsa geniş bir alıcı kitlesine sahip olduğundan, çokca basılmakta ve yayın evi sahiplerini satış rakamlarıyla memnun kılmaktadırlar[386]. Luther’in çalışmaları matbaa olmaksızın ne bu kadar çabuk y ay ılab ilir, ne de Reformasyon hareketi bu kadar etkin olabilirdi. Bu ise Reformasyonun neden hızla ideolojik bir akıma dönüşebildiğini aç ıklamakta ve Reformasy onun başarısının o dönemde tekno lojik olarak gelişen matbaacılığa dayandığını göstermektedir[387]. Türklere karşı yazılan duaların bu denli hızla yayılmasının sebebi de, Protestanların matbaacılıktan yoğun olarak faydalanmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Türk savaşlarının özellikle Protestanlar tarafından siyasi malzeme olarak kullanılması da “Türk dualarının” Protestan çevrelerinde hızla popülarite kazanmasına neden olur. Çünkü Türklerin güç kazanması, askerî zaferler elde etmesi Protestanlar tarafından Katolik mezhebinin zaafı olarak açıklanmakta ve böylece Papa’ya karşı kullanılmaktadır. Bu ise 16. yüzyılın yazınsal ürünlerinden de ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yukarıdaki rakamlar 16. yüzy ılda Kato liklerin Türklere karşı dua konusunda daha az etkin olduğu anlamına gelmemekte, sadece y azınsal ürün ortaya koymada Prote stanlar kadar matbaacılıktan istifade etmediklerini göstermektedir.

1.3.                   Duaların Belirli Türlere Ayrılması ve Bunların Dağılımları

Türklere karşı yazılan dualar beş başlık altında toplanmıştır. İncelenen tüm metinler, David Meder’inki hariç, sadece bir sınıfa dahil edilmişlerdir. Meder’inki ise, başlığından edinilen bilgi doğrultusunda, kilise, çocuk ve ev olmak üzere üç kategoriye birden dahil edilmişir[388].

 

Dua Türleri

Dua sayısı

Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları

56

Kilise Duaları

28

Çocuklara ve Gençlere Yönelik Dualar

11

Savaş Duaları

4

Ev Duaları

3

 

 

Yapılan incelemeler sonucunda, “Özel bir kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları” adı altında toplanan grup, sayıca üstünlük göstermektedir. Söz konusu dualar, belirli bir kesime ya da ortama hitap etmemektedir. Bu duaların ortak özelliği, toplumsal tehdit olarak algılanan Türklere karşı yazılmış olmaları ve toplumdaki herkesi savaşmaya motive etmeleridir. Başlıkta duanın kimlere yönelik yazıldığı bilgisinin yer almaması, kullanımına ilişkin sınırlamaları da o rtad an kaldırmaktadır. Böylece b aşta kilise olmak üzere, herkes tarafından her ortamda okunabilmektedir. İncelenen 100 duanın 56’i “Özel bir Kesime Yönelik Olmayan Türk Duaları” kapsamına girmektedir.

Son olarak vurgulanılması gereken, çalışmada “Özel bir Ke sime Yönelik Olmay an Türk Duaları” olarak adlandırılan duaların Hristiyan cemaati için yazılmış dualar olduğudur. Kilise, çocuk, savaş veya ev dualarıy la aralarında, başlık dışında, belirgin farklar bulunmamaktadır. Bu ise duaların büyük çoğunluğunun papazlar tarafından çoğunlukla talimatlar doğrultusunda yazıldığı ve tümünün aynı işlevi yerine getirmesiyle açıklanabilmektedir. Okuyucu kitlesi Hristiyan cemaati olan bu duaların işlevi, insanların dikkatini savaşa çekmek veya savaşmaya çağırmaktır. Kilisenin Türklere karşı propaganda konusunda yoğun çaba harcadığı ve olumsuz Türk imgesinin Almanya’da hızla y ay ılmasına en büyük katkıy ı sağladığı bilinmektedir. İncelenen duaların 28’i Almanya’nın farklı bölgeleri için yazılmış olan kilise dualarıdır[389]. Kilise dualarıyla toplu halde proganda yapıldığı dikkate alınırsa, bu say ının azımsanmayacak bir sayı olduğu ortaya çıkmaktadır. Çocuklara ve gençlere hitaben yazılmış dualar ise 11 defa tespit edilmiştir. Bu ise “Türk” konusunda çocuklara verilen öneme işaret etmektir. Savaş duası başlığını taşıyan metinler genelde savaş alanlarındaki askerlere yönelik yazılmış dualardır. Bu başlığı taşıyan dört dua inceleme kapsamında yer almıştır. Savaş dualarının sayıca az olması, Almanya’da savaşa katılan insanların, örneğin Avusturya’ya göre daha az olmasından kaynaklanmaktadır.

Ayrıca savaş meydanlarında yer alan askerler için yazılan duaların propaganda amaçlı kullanıma çok da elverişli olmadığı vurgulanmalıdır. Çünkü Türklere karşı savaşanlar zaten hedef kitleyi oluşturmamaktadır. Hedef savaşa çağırmak ve maddi destek sağlamak olduğundan, hedef kitle de savaşın dışında yer alan insanlardır. Sayıca az olan ev duaları ise 100 duanın içerisinde sadece üç kez tespit edilmiştir. Luther bu konuda kendi duasıyla öncülük yapmış olsa da, ev duaları propagandaya, örneğin kilise duaları kadar elverişli değildir. Bireyselliğe hitap eden ev duaları bu nedenle olumsuz Türk imajını yaymak amacıyla en az kullanılan dua türü olmuştur.

1.4.    Türklere Karşı Yazılan  Dualarda Türklerle İlişkili Sözcüklerin Taranması,Listelenmesi ve Dağılımları

Türk imgesinin 16. yüzyılda büyük önem taşıdığı çalışma boyunca dile getirilmiştir. Metinlerin incelenmesi sonucu dualarda Türklerle ilgili kullanılan bazı sözcüklerin daha sık, diğerlerinin ise daha az kullanıldığı göze çapmaktadır. “Türkler” en çok hangi sözcüklerle tanımlanmakta ya da özdeşleştirilmektedir? Hazırlanan listede, Türklerle ilgili kullanılan sözcüklerin neredeyse tümüne yer verilmiş ve kullanım sıklıklarına göre sıralanmıştır. Böylelikle hedeflenen Türklerle ilişkili sözcüklerin, metinlerdeki yoğunluğunu hem sayı hem de orantı olarak ortaya koymak ve 16. yüzyıl Almanya’sında “Türk” kavramının neleri çağrıştırdığı hakkında fikir vermektir.

1.4.1.   Listeye İlişkin

Liste oluşturulurken dualarda yer alan sözcükler taranmıştır. Sözcük sayımına dahil edilen dua sayısı 100’dür. Birden fazla kaynakçada yer alan ve birbirinin aynı olan dualar incelemeye dahil edilmemiştir. Sözcük say ımına başlıklarda yer alan sözcükler de dahil edilmiştir. Kitap adı ve dua başlığının aynı olması halinde ise bunlardan sadece birisi değerlendirilmiştir. Aynı haneye giren sözcüklerde sıfat ya da isim ay rımı yapılmamıştır. Dikkate alınan Almanca’daki sözcüklerin aynı kökten türetilmiş olması ve aynı anlama gelmeleridir. Örneğin düşman hanesine düşman, düşmanlar, ezelî düşman ya da düşmanca gibi, aynı anlama gelen sözcükler girmektedir. Karışıklığa neden olmamak için hane içerisinde zaman zaman kısa açıklamalara yer verilmiştir. Örneğin, kavramın kime ya da kimlere yönelik bir davranışı, eylemi, hedefi anlatması, ya da söz konusu özelliğin, durumun kime ait olduğu, kimi tanımladığı gibi. Sözcüklerin listeye alınması için esas alınan, Türkleri tanımlaması, özelliklerini belirlemesi, yapmak istediklerini ya da yaptıklarını anlatması, Hristiyanlara verildiği ileri sürülen zararlara, ya da onlarda uyandırdıkları duygulara yer vermesidir. Ayrıca Almanların Türklerle ilişkilendirdiği kavramların neredeyse tümü de dahil edilmiştir. Listede toplam olarak 203 sözcük yer almaktadır.

 

Türkçe

Almanca

 

Türk, Türkler

rn.. 11 rp..

Türk, Türke, Tr türkisch

 

düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı;

düşman;

Tanrı’nın,

Hristiyanlığın, kilisenin, düşmanlık, düşmanca ezelî

Feind, Feinde Menschen, Christenfeind, F (Gottes) Christe Kirche), Feinds

feindlich, Erb

Erzfeind, Todesfeiı

 

düşman amansız düşman

 

 

kan dökmek, kana susamış köpek;

(Hristiyanların) kan; kana

susamış gözünü kan bürümüş

Blutvergiessen;

Bluthund; Blut

Christen); blutdü

blutgierig

 

despot, (tiran, zalim, gaddar), despotlar, despotluk, despotça

Tyrann, Tyra

Tyrannei tyrannisc

 

 

 

 

zulüm, zalim

grausam, Grausaı

 

mukaddesata sövmek;

Tanrı’ya sövmek;

Tanrı’ya söven, küfürbaz

(Gottes)Lâsterun lâstern (

gotteslaestrig, Lâstermaul, lâsterl

 

cinayet, katil, öldürücü, adam öldürme, öldürmek, katletmek,

Mord, Mi

mörderisch, Totsc umbringen,

 

ölmek, öldürmek (insanları, bedenleri, ruhları)

umkommen,

(er)morden, (Mens

Leib, Seele)

 

sıkıntı; sıkıntı çekmek (Türklerden dolayı)

(Türken verursa Not; Notl

(Vorstehende, g schwere Not; veruı durch den Türken)

 

korkunç, tüyler ürpertici, menfur

Greulich, Greuel

 

lekelemek,

 

 

kirletmek schânden (G

Namen, Leiber, F und Jungfr

gefangene Chri Schande (zur Sc! der Türken werden

(Tanrı’nın adı, bedenleri, kadın ve kızları

(bakireleri), esir Hristiyanları;

maskara (Türklerin maskarası olmak)

 

korku, korkunç, korkmak, korkutmak

Schrecken, schre schrecklich, erschrecklich, erschrecken

 

 

esir, esir almak

Gefangene, gef< nehmen,

 

haydutluk, haydut, yağmalamak

Raub, R

Rauberei, (be)raub

 

Muhammed, Muammed yandaşları, Müslümanlar, müslümanca

Mahomet, Mahometisten, Mahometisch

 

takip;

zulmetmek

verfolgen (Chr

 

(Hristiyanları, Tanrı’yı, Isa’yı)

Gott, Jesu)

 

yok, imha

etmek (inançı, Hristiyanlığı, Almanya’yı, idareyi ve

düzeni)

Vertilgung, vert (des Glaubens, Christenheit, Deutschlands, Reg u. Ordnung

 

tehlike (beden, ruh, ülke

Hristiyanlık için)

Gefahr (für Le Seele, Christenheit)

 

tahribat, harap,

 

 

tahrip

etmek,

Verwüstung,

 

tahrip

eden,

verwüsten, Verw

 

ülkeye

tahrip

Landverwüster

 

eden;

tahrip,

Verwüstung, verw

 

harap

etmek

(Christenheit,

 

(Hristiyanlığı)

Deutschland,

 

(Almanya’yı, ülkeyi, ülkeleri,

Hristiyanlığı)

Lânder)

 

güç (kudret);

Macht, mâ

 

güçlü (kudretli)

(Türkler)

(Türken)

 

gazap, gazaplı, vahşi, korkunç

Grimm, grimmig

 

 

 

 

dinsiz, kâfir, kâfirler ülkesi

Heiden, Heidensc

 

hiddetlenmek, tahribat yapmak

wüten, wütig

 

kölelik

Dienstbarkeit

 

elem vermek (Hristiyanlara, yüreklere, kiliseyeTanrı’ya)

betrüben (Chr

Herz, Kirche, Gott)

 

korku, korkutmak

Angst, ângs

verângstigen

 

götürmek (esarete)

führen, wegfü hinwegführen

 

eziyet, ceza, felaket;

insanlara, kiliseye eziyet

etmek, inletmek

(Land) Plage; p (Menschen, Kirche

 

yangın, yakıp yıkmak, ateş

Brand, brennen, I

 

 

 

 

dinsiz (Türkler)

gottlos (Türken)

 

savaş, savaşma, savaşçı (ülkeye, ülkelere karşı savaşmak)

Krieg, bekri

Krieger (Vateı

Lânder)

 

gücü, muazzam güç

Gewalt, gewaltig

 

hakaret

Schmach (G

 

Tanrı’nın adı, Hristiyanlar)

Namen, Christen)

 

alay etmek, alay (Tanrı’nın adı, insanlar)

Verspottung, £

(Gottes N

Menschen)

 

baskı altında tutmak (insanları)

bedrângen

(Menschen)

 

tahribat yapmak, harap etmek (Almanya’yı,

Verheerung, verheeren (Deutsch Land, Lâ

 

ülkeyi, ülkeleri, Hristiyanlığı)

Christenheit)

 

kâfirlik, kâfir

Unglauben, unglâ

 

boyunduruk

Joch

 

kılıç, kılıçtan geçirmek

Sâbel(n)

 

bozmak, mahvetmek (Hristiyanları- ruhları, ülke)

verderben (Chr Seelen, Land)

 

Türk) sürü, takım

(Türk.) Anhang

 

parçamak, yok etmek, yıkmak (kiliseyi, idareyi, düzeni, insanları bozmak)

zerreisen, einre reissen (K

Regiment u. Ord Menschen)

 

nefret etmek (Tanrı,insan)

hassen (Christen,

 

ceset

Leichnam

 

Hristiyanların)

Christen)

 

zindan, hapis

Gefângnis

 

putperestlik (Türkler)

Abgötterei Türken)

 

(Tanrı’nın) ceza(sı)

Strafe (Gottes)

 

menfur, lanet (Türk)

leidig (-er Türke)

 

vurmak (Tanrı,

(er)schlagen

 

insan)

(Christen, Gott)

 

taş yığını

haline getirmek (şehirleri, ülkeleri, evleri, kulübeleri)

Steinhaufen (H Hütten, Stâdte, L etc.zu Steinh

machen)

 

şirret, sinsi, hayin

böse, bosshaft

 

kökünü kazımak (Hristiyanların, Tanrı’nın adının,

Ausrottung (Chr Gottes Namen, Volk)

 

Ülkenin, halkın)

 

 

zarar, zararlı

schaden, schâdlic

 

kıyameti koparmak, kudurmak (Tanrı’ya, insana karşı)

toben (wider Menschen)

 

inletmek, ıstırap, çektirmek (Hristiyanları, kiliseleri)

seufzen (l

Christen, Ki

seufzen)

 

 

 

 

(Türk) halk

(Türk.) Volk

 

ordu, ordu

gücü (Türklerin)

Heer, Heereskraf Türken)

 

(Tanrı’nın) sopası

Rute (Gottes)

 

ayağıyla tepme, ayak

altına alma

(Tanrı’nın adını, onurunu vs.)

Treten; mit I treten (Gottes N

Ehre etc.)

 

1 1

yutmak (Tanrı’nın emanetini yutma, ele

geçirme vs.)

1

Verschlingung, verschlingen (E Gottes etc.)

 

istila etmek

Einbruch, Einfall

 

saldırmak, savaşmak (ateş ve kılıç ile; karada ve

denizde saldırmak)

anfechten (mit u. Schwert; zu La Wasser)

 

1 1

şeytan, şeytanın çocuğu, şeytani araç

1

Teufel, teuf

Teufelskind,

 

hayvani, hayvan(lar), insanlık dışı

viehisch, Vieh(e)

 

cezalandırmak, ceza (Hristiyanları, Tanrı’yı)

strafen (Chr

Gott), bestrafen

 

boğmak

(er)würgen

 

 

 

 

(Hristiyanlığı) baskına uğratmak, saldırmak baskı altında tutmak; Almanya’ya, ülkelere saldırmak

überfallen

(Christenheit

Deutschland, Lând

 

gurur (Türklerin)

Hochmut (Türkeı

 

sahte (öğreti,

 

 

inanç, putperestlik)

falsch,-e,-er (I

Glaube, Götzendieı

 

sefalet, sefillik (Türkler nedeniyle)

Elend (wegen Tü

 

lanet

verfluchen, verlu

 

yıkmak (insanların inancını, kiliseyi)

zerstören (Gl des Menschen, K Vaterland)

 

 

 

 

inat, kafa

tutmak (Türkler)

Trotz (der Türkeı

 

Türk çanı, çan

Türckenglocke,G

 

barbar, barbarlık (Türkler)

Barbarei, barbc (Türken)

 

ahlaksızlık

(Türkler)

Unzucht

 

silahlanma, silahlanmak (Türkler)

Rüstung, in Rü sein

 

 

 

 

Kur’an

Alcoran, Alcoran

 

saygısızlık, namussuzluk (Tanrı’ya, kadın, çocuklara karşı)

Unehren (Gott, 1 Kinder)

 

(azizlerin, insanların) eti, cesetleri, bedenleri

das Fleisch

Heiligen, Mensche

 

 

 

 

(kimsenin) canını bağışlamamak (çocuk, yaşlı vs.) (Türkler)

nicht versc

(Kinder, Alte etc.)

 

hakaret, hakaret etmek

(Tanrı, insan)

Beleidigung, beleidigen (

Mensch)

 

bahtsızlık, felaket;

Hristiyanların mutsuzluğundan keyif, haz almak (Türkler)

Unglück; Lust Freude an des Ch

Unglück haben

 

hakaret etmek (Türkler)

schmâhen (Mens

 

çarpma,vurma (Türkler)

Anschlag, Anstof

 

fenalık

(Türkler)

Übel (der Türken

 

kibir (Türkler)

Stolz (der Türker

 

(kendini)

(sich) rü

 

övmek (Türkler)

(Türken)

 

hüküm sürmek, asa (Türkler)

Zepter

 

kirletmek (kiliseleri, ülkeyi)

verunreinigen (Kirchen Vaterlanc

 

(Türk) sürü

(Türk.) Haufen

 

Türkiye

Türkei

 

 

 

 

Yecuç- Mecuç

Gog und Magog

 

gaddar, zalim

Wüterich

 

cehenemi, iblisane, şeytani

höllisch

 

parçalamak, parçalara ayırmak

zerhauen (in Stüc

 

katletmek

metzgen

 

 

 

 

şiddetle yere sermek, başaşağı etmek

(nieder)hauen

 

bıçak batırmak, delmek

vs.

stechen

 

ahmak, ahmakça halk

Tor, törichtes Vo

 

(can, mal,

insan, ülkeleri) almak, ele

geçirmek

nehmen (Leib, Leut u. Land)

 

(Hristiyanların, canına, malına, ruhlarına) kastetmek

nachstellen (

Gut, Seelen)

 

insanlık dışı

unmenschlich

 

yalan

Lügen

 

yağmacılık, yağmalama

Plünderei, plünde

 

 

 

 

iğrenç, nefret uyandırcı

widerwertig

 

sarmak (insanları sarıyorlar)

umgeben (Mensc

 

öfke

Zorn

 

isyan, fesat

Meuterei

 

zulüm, itisaf

Unterdrückung

 

 

 

 

intikam

Rache, râchen

 

musallat olmak

heimsuchen

 

yemek (Macaristan ve Avusturya’yı, insanları)

(auf)fressen (U u. Öster

Menschen)

 

tarikat, (tarikatçı ve

günahkâr yapısı)

Sekte (sektisch sündliches Wesen

 

hile (hile ve zor kullanarak

 

 

evlere ve

yüreklere girmeye çalışıyorlar)

List (wollen mil u. Zwang in die H u. Herzen eindringf

 

hayvanlar

(Türkler)

Tiere (Türken)

 

kurtlar

(Türkler)

Wölfe (Türken)

 

ülkeyi mahvetmek

zerstören Vaterla

 

 

 

 

zaferi (Türklerin)

Sieg (der Türken

 

Türk alayı

Türkenzug

 

kılıç, intikam kılıcı

Schwert, Rachscl

 

işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara)

martern (Christeı

 

kuşatmak

belagern (Chr

 

(Hristiyanları, ülkeleri)

Lânder)

 

alay, alaya

almak (istihza etm.) hakaret

etmek (Tanrı’yı, insanları)

Hohn, (ver) h( (Gott, Mensch)

 

feryat ettirmek, inletmek, ah

ettirmek (Hristiyanları)

klagen (l

Christen klagen)

 

tanımamak

nicht anerk

 

(Tanrı’nın adı)

(Namen Gottes)

 

kurbanlık koyun (Hristiyanlar)

Schlachtschafe

 

imha etmek, silmek (Tanrı’nın adı)

auslöschen (G

Namen)

 

zayıflatmak, bastırmak (Hristiyanların iradelerini)

dâmpfen (den V der Christen)

 

 

 

 

inkar etmek

(Tanrı’nın adı)

verleugnen (G

Namen)

 

işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara)

peinigen (Christe

 

endişe, keder

Sorge

 

(Türk) yığın, sürü, kalabalık

(Türk.) Menge

 

saldırı

angreifen

 

merhametsiz

unbarmherzig

 

deccal

Antichrist

 

Herot

Herodes

 

parçalara ayırmak

zerhacken

 

yabancı millet

fremde Nation

 

geçirmek

stecken (Kinde

 

(çocukları kazık ve mızrağa)

Zaun u. SpiŞ)

 

göz dikmek (cana, mala)

begehren (Leib, (

 

aldatma, aldatmak

Betrug, betrügen

 

zina

Ehebruch

 

hırsızlık

Diebstahl

 

 

 

 

büyücülük

Zauberei

 

kırıp geçirmek (insanları)

zerbrechen

(Menschen)

 

budalaca, delice

unsinnig

 

sorgu

Verhörung

 

alay etmek

verhöhnen

 

acı vermek

Schmerzen

 

 

hinzufügen

 

alçak, adi,

bayağı

schnöde

 

kov(ala)mak

(insanları)

verjagen (Mensc!

 

yüreklerindeki zehri akıtmak

Gift aus dem H gieben

 

küstah (Türkler)

Übermut (der Tü

 

 

 

 

fazla güvenmek, istnat etmek (Türkler)

pochen (Türken)

 

batıl inanç

(Türklerin)

Aberglauben Türken)

 

aşağılamak, küçümsemek (Tanrı’nın adı)

Verachtung (G

Namen)

 

aklını çelmek (Hristiyanların)

Verführung (Chri

 

 

 

 

ayağıyla ezmek, çiğnemek (insanları)

zertreten (Mensc

 

ikna etmek

(Hristiyanları)

überzeugen (Chri

 

sürmek, kovalamak (Hristiyanları)

vertreiben (Chris

 

güçsüz hale getirmek (Hristiyanları)

kraftlos m;

(Christen)

 

I l

takdirini (Tanrı’nın yok etmek)

Lob (Gottes aufh

 

inançsızlık (Hristiyanları inançsızlığa sevk etmek)

Unglauben (Ch zu Unglauben treib

 

günah (Hristiyanları günaha sevk

etmek)

Sünde (Christeı Sünden treiben)

 

sövgü (Hristiyanları sövgüye sevk etmek)

Lâstern (Christe

Lâstern treiben)

 

işkence etmek (Hristiyanlara)

quâlen (Christen)

 

rahatsız etmek (Hristiyanları)

beschweren (Chr

 

parçalamak, bölmek (Tanrı’nın kutsal emanetini)

reiben (H. Erbtei

 

 

 

 

ele geçirmek (Hristiyanlığı)

einnehmen (Christenheit)

 

alay etmek, gülmek (Hristiyanlarla)

verlachen (Christ

 

atmak, fırlatmak, savurmak (Hristiyanları)

schmeiBen (Chris

 

ezmek,

 

 

sıkıştırmak

(Hristiyanları)

erdrücken (Chrisi

 

kötü (Hristiyanlara karşı kötü

davranmak)

übel (handeln Christen)

 

inkâr etmek

bestreiten

 

vurmak (Hristiyanları yüreklerinden vurm ak)

zerschlagen (Her Christen)

 

 

 

 

değerini

düşürmek

(inancın değerini düşürmek)

Schmâhlerung Glaubens)

 

hükmetmek (istemek) (Hristiyanlara)

herrschen (w

über Christen)

 

feryat (Hristiyanlar)

Jammer der Chri:

 

istila etmek

(Tanrı’nın

emanetini)

(Christenheit) einfallen (in das Gottes)

 

 

 

 

işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara)

violieren (Christc

 

işkence, eziyet etmek (Hristiyanlara)

martern (Christeı

 

feryat etmek inlemek, ah

etmek (Hristiyanlar)

Heulen (Christen

 

 

 

 

ağlamak (Hristiyanlar)

Weinen (Christeı

 

açlık (Hristiyanlar)

Hunger (Christen

 

çıplaklık (Hristiyanlar)

BlöŞe (Christen)

 

zindan, hapishane (esir Hristiyanlar)

Gefângnis (Chris

 

 

 

 

keder, dert

Hristiyanlar)

Leid (Christen)

 

ağır hizmet

Hristiyanlar)

schwerer D

(gefangene Christe

 

esarette tutmak

Hristiyanları)

halt in seinen B< (Christen)

 

baskı altında

tutmak (esir

Hristiyanları)

unterdrücken

(gefangene Christe

 

 (yeryüzünün) hâkimi (olmak istemek)

Herrscher

Erdbodens sein wo

 

güvenmek

(beygir ve

araçlara, savunma ve

silahlara; kılıç,

ok ve yaylara, mızraklara)

sich verlassen (Ross u. Wagen, u. Waffen, Sebel, u. Bogen, Spie Lanzen)

 

sıkıştırmak, yerden yere

zusetzen (christli

 

vurmak (Hristiyan savaşçılarını)

Kriegsvolk)

 

güçlü

stark

 

geçit yapmak istemek (Almanya’yı)

Pass (in Deutsc machen wollen)

 

baskı (Türklerin)

Zwang (der Türkı

 

üzüntü, azap

I 1

Traurigkeit

ı

 

keder huzursuzluk

Beschwernis

 

huzursuzluk

Unruhe

 

(Türk) küme, takım

(Türk.) Rotte

 

(Türk) kayırıcı, hami, koruyucu, arka çıkan

(Türk.) Gönner

 

köle, kul

Leibeigene

 

ehine

Geisel

 

lanetli, melun (Türkler)

verdammt(e) (Tü

 

 

Listenin başında 196 kez tespit edilerek “Türk”, ikinci sırada ise 177 defa yer alan “düşman” sözcüğü bulunmuştur. Böylelikle “Türk” ve “düşman” sözcüklerinin birbirleriyle ilişkilendirildikleri açıkça ortaya çıkmıştır. Üçüncü sırada yer alan sözcük ise Türklerin kan dökmeleriyle ilgilidir. Bu sözcük metinlerde 61 defa yer almıştır. Bundan sonra metinlerde en fazla kullanılan sözcükler ise “zülümle” ilgili olanlardır. “Tiran” sözcüğü 60 kez metinlerde geçerek dördüncü sırada yer almaktadır. “Zulüm” ise 54 defa kullanılarak beşinci sıradadır. Bunun dışında en fazla kullanılan sözcükler, listeden de anlaşıldığı gibi, Türklerin Hristiyan Tanrı’sına sövmesi, onun adını kirletmesi, katil, korkunç, menfur, haydut ya da yağmacı olmasıdır. Türklerin dini de, dinler arası farklılığı vurgulamak ve öteki kavramını pekiştirmek için en faz la kullanılan sözcükler arasında yer almıştır.

1.4.1.1.   Listede Yer Alan Bazı Sözcüklerin Tabela Halinde İncelenmesi

Türklerle ilgili kullanılan sözcüklerin bazıları, düşmanlık imgesi ve “öteki” kavramını pekiştirmeleri bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu bölümde listede toplu halde ifade edilen bazı kavram ve buna bağlı olarak sayılar, metin içerisindeki kullanım alanları dikkate alınarak, yakından incelenecektir. Ayrıca aynı başlık altında toplanabilecek sözcükler bir aray a getirilerek anlam grupları içerisinde görselleştirilecek ve metin içi kullanım alanları hakkında bilgiler verilecektir.

1.4.1.2.   Düşmanlıkla İlgili Kullanılan Sözcükler

“Türk” sözcüğünden sonra dua metinlerinde en çok işlenen kavram “Feind” (düşman) kavramıdır. Bu kavram öylesine önemlidir ki, düşmanlığı anlatan farklı sözcüklere yer verilmiştir. Buna göre düşman, yani Türk, hem insanın, yani Hristiyanın, hem de Tanrı ve dolayısıyla kilisenin düşmanı olabilmektedir. Sözcük bu anlamıyla 104 kez kullanılmıştır. Ayrıca önünde çoğunlukla “grausamer, schrecklicher, böser Feind usw.” (zalim, dehşetli, kötü vs.) gibi sıfatlar yer alarak, düşmanlık imgesi daha da pekiştirilmeye çalışılmıştır. Düşman sözcüğünün önünde bir ya da birden fazla sıfatla kullanılması haline ise metinlerde 25 kez rastlanılmıştır. Bu sözcüğün metinlerde sıfat olarak kullanılması (feindlich=düşmanca) ise dört defa gerçekleşmiştir. Böylelikle Türklerle ilişkilendirilen “düşman” sözcüğü metinlerde toplam olarak 133 defa kullanılmıştır.

Türk konusu için önem taşıyan diğer iki kavram ise “Erbfeind” (ezelî düşman) ve “Erzfeind” (amansız düşman)’dır. Söz konusu sözcükler de yine önünde çeşitli sıfatlarla “grausamer, leidiger, geschworner, abgesagter” (zalim, menfur, yeminli, açık/aleni/kesin), ya da arkasından gelen açıklamalarla, örneğin “Erbfeind des christlichen Namens”

(Hristiyanlığın ezelî düşmanı) ile birlikte kullanılmaktadır. Bunların o dönemde neredeyse doğrudan Türklerle ilişkilendirilmiş kavramlar olduğu, metinlerdeki kullanım oranlarından da anlaşılmaktadır. Sonuç itib ariy le düşman kavramı metinlerde listeden de anlaşıldığı üzere toplamda 177 kez yer almıştır.

 

Türkçe

Almanca

Sayı

Düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı; düşman (Tanrı’nın, Hristiyanlığın, kilisenin), düşmanlık, düşmanca

Feind, Feinde (des Menschen, Christenfeind, Feinde (Gottes) Christenheit, Kirche), Feindschaft, feindlich

133

ezelî düşman

Erbfeind

35

 

 

 

 

amansız düşman

Erzfeind

9

 

 

1.4.1.3.                     Türklerin Kişisel Özelliklerini Anlatan Sözcükler

Türklerin kişisel özellikleri dualarda fazla kalabalık bir grup oluşturmasa da, Türklerin, Hristiyanlar tarafından nasıl algılandığı konusunda fikir vermektedir. Buna göre Türklerin öncelikli gururlu, inatçı ve kibirli olarak tanımlandıkları göze çarpmaktadır.

 

Türkçe

Almanca

Sayı

gurur

Hochmut

5

inat, kafa tutmak

Trotz

4

kibir

Stolz

3

kendini övmek (Türkler)

(sich) rühmen (Türken)

3

küstah

Übermut

1

fazla güvenmek, istnat etmek

pochen

1

 

1.4.1.4.   Türklerin Kan Dökmeleri ile İlgili Kullanılan Sözler ve Kalıplar

Aşağıdaki sayılardan da anlaşıldığı üzere Türkler dua metinlerinde çoğunlukla “kan dökmek” ile ilişkilendirilmektedir. Ancak “kan dökmeyle” ilgili kullanılan kalıplar, isimler ya da sıfatlar nadiren tek başına kullanılmakta ve önlerine ayrıca “zalim, korkunç acımasız” gibi sıfatlar eklenmektedir. Fikir vermesi bakımından kan ile ilgili kullanılan kalıp ve sıfatların, hangi bağlamda yer aldığı, say ılarla birlikte aktarılacaktır. Bunlar arasında örneğin “(Christen) Blut (wie Wasser) vergiessen; Blutvergiessen” (su gibi Hristiyan kanı dökmek, su gibi kan dökmek, kan dökmek) metinlerde 22 kez tespit edilerek birinci sırada yer almaktadır. Bu kalıbın dua metinlerinde oldukça yaygın olmasının nedeni 79. ilahide de yer almasından kaynaklanmaktadır. “Bluthund” (Kana susamış köpek) 15, “Hande im Blut der Christen (Glâubigen) waschen” (ellerini Hristiyan kanıyla yıkmak, ellerini inananların kanıyla yıkamak) kalıpları ise yedi kez metinlerde bulunarak en çok kullanılanlar arasına girmiştir.

Bunların dışında Almanca’da sıfat olarak kullanılan “blutdürstig” (kana susamış) ve “blutgierig” (gözünü kan bürümüş), ancak Türkçe karşılığı değim olan ifadeler de yer almaktadır. Bu sıfatların Almanca’da hangi bağlam içinde ve ne sıklıkta kullanıldığı say ılarla gösterilecektir. Örneğin, “blutdürstiger,

grausamer, schrecklicher Tyrann; dürstet nach des Christen Blut” (kana susamış, zalim, korkunç tiran) sekiz, “blutgieriger, blutdürstiger, blutiger Feind; Türke” (kana susamış, gözünü kan bürümüş düşman, kanlı düşman; Türk) yedi, “blutgieriges, blutdürstiges (Türkisches) Vorhaben” (kana susamış, gözünü kan bürümüşlerin (Türklerin) niyetleri) üç, “blutgieriger, blutdürstiger Erbfeind” (kana susamış, gözünü kan bürümüş ezelî düşman) üç, “blutdürstige Gedancken des Türken” (kana susamış Türklerin fikirleri) iki, “blutdürstige Kreuzfeinde” (kana susamış haç düşmanları) bir, “blutdürstige Verfolger des Glaubens” (kana susamış din düşmanları) bir, “sich mit christlichem Blut bespritzen” (üzerine Hristiyan kanı sıçratmak, bulaştırmak) bir defa dua metinlerinde yer almaktadır.

 

Türkçe

Almanca

Sayı

su gibi

(Hristiyan) kanı dökmek, kan dökmek (79. ilahi), kan dökmek; kana (Hristiyan kanına) kast etmek

(Christen) Blut (wie

Wasser)

vergiessen;

Blutvergiessen;

Blut

(79.Psalm); des (Christen) Blut (nachstellen)

22

kana susamış

Bluthund

15

köpek

 

 

kana susamış

blutdürstig

12

ellerini Hristiyanların (inançlıların) kanında yıkamak

Hande im

Blut der

Christen (Glaubigen) waschen

7

gözünü kan bürümüş

blutgierig

5

1.4.1.5.                     Müslümanlıkla İlgili  Kullanılan Sözcükler veya Kalıplar

“Mahomet” (Muhammed), “Mahometisten” (Muhammed yandaşları, Müslümanlar, “Mahometisch” (sıfat anlamında kullanılan Müslüman sözcüğü) metinlerde 22 defa yer almaktadır. Burada belirtilmesi gereken bu sözcüğün iki anlama geldiği ve ilk anlamının Muhammed Peygamber, diğer anlamının ise Müslümanlar olduğudur. “Mahomet” (Muhammed) sözcüğü tek başına, yanı sıfatsız olarak metinlerde üç, “Mahometisten” (Muhammed yandaşları, Müslümanlar) ise bir kez görülmüştür. “Der Türke will Mahomet an Stelle von Jesu setzen” (Türk, İsa’nın yerine Muhammed’i koymak istiyor) kalıbı ise dualarda altı defa tespit edilmiştir. “Mahometisches Joch; unter das Joch seiner (türkischer) Machometischen Dienstbarkeit bringen” (Müslüman boyunduruğu; kendi (Türk) Müslüman boyunduruğuna getirerek, kölesi y apmak) ifadesi ise metinlerde beş kez bulunmaktadır. “Loben ihren Mahomet” (kendi

Muhammed’lerini övüyorlar) ifadesi bir, “Lüge u. Lâsterungen (...) durch den verdammten Mahomet in die Welt ausschütten” (Lanetli Muhammed ile dünyaya yalan ve mukaddesata sövgü yaymak) bir, “verfluchte Mahometische Lehre” (lanetlenmiş Müslümanlık öğretisi) bir, “Mahometischer Irrtum” (Müslümanlık yanılgısı) bir, “Lügenprophet Mahomet” (yalancı peygamber Muhammed) bir, “Mahometischer Greuel” (korkunç Müslümanlık) bir, “Türkische Mahometische Gotteslâsterung” (Türk Müslümanlığı’nın mukaddesata sövmesi) bir defa incelenen dualarda yer almaktadır.

“Alcoran” (Kur’an) sözcüğü ise “Türkischer Alcoran” (Türk Kur’an’ı), “Mahometischer Alcoran (Müslüman Kur’an’ı), ya da “Greulicher Alcoran” (korkunç Kur’an) anlamında üç kez tespit edilmiştir. Sıfat olarak kullanılan “Alcoranisch” ise “Alcoranische Lâsterung” (Kur ’an sövmesi) metinlerde bir defa yer almaktadır.

Türklerin dinine yönelik kullanılan “Heiden” (dinsiz) 18, “gottlos” (Tanrısız) 14, “Unglauben,

unglâubig” 11 (kâfirlik, kâfir), Abgötterei (putperestik) sekiz, gibi sözcükler metinlerde en çok yer alan sözcüklerdir. Esasen hepsi aynı anlama geldiğinden, toplamda 51 kez yer alarak sayıca üstünlük sağlamaktadırlar. Bunların bu denli yaygın olmasının nedeni ise öteki, yabancı ve düşmanı kısaca tanımlamaya yönelik kullanılmalarıdır. Böylelikle düşman sadece yabancı olarak tanımlanmamakta, daha da önemlisi din farkı, sövmek suretiy le ortaya konmaktadır. Aynı düşünceden hareketle metinlerde beş defa tespit edilen “falsche Lehre, falscher Glaube, falscher Götzendienst” (sahte öğreti, sahte inanç, sahte putperestlik), bir defa rastlanılan “Aberglauben” (batıl inanç) ve yine bir kez yer alan “irdischer Gott (der Moslems)” (Müslümanların) dünyevi Tanrı’sı) sözcükleri kullanılmıştır[390].

 

Türkçe

Almanca

 

Muhammed

Mahomet, Mahometisten, Mahometisch

 

dinsiz

Heiden

 

Tanrı’sız, dinsiz

gottlos

 

kâfirlik, kâfir

I 1

Unglauben, unglâubig

I 1

I

putperestlik

Abgötterei

 

 

sahte öğreti,

sahte inanç, sahte putperestlik

falsche

Lehre, falscher

Glaube,

falscher

Götzendienst

 

 

Kur’an

Alcoran, alcoranisch

 

 

batıl inanç

Aberglauben

 

 

 

irdischer

 

 

(Müslümanların)

Gott

 

dünyevi Tanrı’sı

(der Moslems)

 

 

1.4.1.6.       Türklerin Hristiyanları Esir Almaları ile İlgili Sözcükler

Bu bölümünde yer alan sözcüklerin tümü esir Hristiyanlarla ilgili kullanılan sözcüklerdir. Esirler, Almanların Türklere karşı yazmış olduğu dualarda geniş yer almakta ve metinlerin çoğunda onlar için dua edilmesi istenmektedir. Esirlerin bulunduğu içler açısı durum 16. yüzyıl okuyucusuna d etay lı olarak aktarılarak, düşmana karşı tepki uyandırılmaya ve böylece maddi-manevi destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan yetişkin Hristiy anların esir alınması, götürülmesiyle ilgili sözcüklerin 39 defa metinlerde yer alması şaşırmamaktadır. Çocukların esir alınmasına yönelik bilgilere ise üç kez rastlanılmıştır. Bu da onlara verilen öneme işaret etmektedir.

Esir alınan ya da alınacak olan Hristiy anlarla ilgili en çok kullanılan sözcüklerden biri de “Joch” (boyunduruk)’dur. Bu bağlamda toplamda 11 defa yer alan sözcük, farklı anlamlarda kullanılmıştır. “Ein eisernes Joch tragen, schweres Joch” (demirden boyunduruk taşımak/ ağır boyunduruk) anlamında üç, “unter sein Joch bringen” (boyunduruğu altına almak) ise iki kez dualarda kullanılmıştır. îlkinde esir Hristiyanların düşmüş olduğu durum anlatılmakta iken, ikincisinde esir alınacak olan Hristiy anlarına başına gelecekler anlatılmay a çalışılmaktadır. Buna göre Türk, esirleri boyunduruğu altına almak istemektedir. Esir düşen Hristiy anların ise demirden/ ağır bir boyunduruk taşıdıkları bilgisine yer verilmektedir. Ayrıca esirlere uygulanan işkence ve şiddet konusu metinlerde dört defa tespit edilmiştir.

 

Türkçe

Almanca

Sayı

Hristiyanları esir almak, götürmek; köle yapmak; esir Hristiyanlar, rehin almak; zindan, hapishane

Christen gefangen nehmen, wegführen; in Dienstbarkeit wegführen, bringen; gefangene Christen; Geisel; Leibeigene; Gefângnis

39

 

 

 

boyunduruk

Joch

11

korkutmak;

baskı altında

tutmak;

kirletmek;

bozmak,

mahvetmek;

vurmak; baskı altında tutmak

Hristiyanları)

ângstigen; unterdrücken; schânden;

verderben;

schlagen;

bedrângen (gefangene Christen)

6

feryat etmek inletmek, ah ettirmek (esir

Seufzen, Klage (der gefangenen

 

Hristiyanlar)

Hristiyanları) ağlatmak

Christen) Heulen, Weinen der Gefangenen

5

işkence, eziyet etmek

Hristiyanlara)

peinigen, martern, violieren (gefangene Christen)

4

sefalet, sefillik (esir Hristiyanlar); sıkıntı; keder, dert

Elend, Not, Leid (gefangene Christen)

4

 

 

 

açlık;

çıplaklık; ağır

hizmet;

esarette

tutmak (esir

Hristiyanlar)

Hunger;

Blöpe;

schwerer

Dienst; in

Banden halten (gefangene Christen)

4

çocukları esir almak, götürmek

Kinder gefangen nehmen, wegführen

3

1.4.1.7.                  Türklerin Güçleriyle Almanya’ya ve Almanlara Yönelik Yaptıkları ve Yapmayı Tasarladıkları

Bu başlık altında Türklerin öncelikle Almanya, sonrasında Hristiyan ülkelere yaptıkları ya da yapmayı tasarladıklarını anlatan sözcükler toplanmıştır. Ayrıca Türklerin gücünü ve kudretini ifade eden kavramlara yer verilmiştir.

Grubun başında ise duaların neredeyse y arısında tespit edilen ve Türklerden kaynaklanan, y aklaşan veya beklenen, büyük ya da ağır sıkıntı, tehlike ve korku ya da tehlikeli zamandan bahsedilir. Türklerin her an yaklaşıp saldırıya geçebileceği, onların beklendiği ve bu nedenle büyük endişelerin yaşandığını dile getiren bu kalıp, öylesine yaygındır ki 49 kez metinlerde yer almıştır. Bu ise korkunun boyutlarını ortaya koymaktadır.

Türklerin kuvvet ve kudretini anlatan sözcük 20, gücünü anlatan sözcük ise 13 defa metinlerde tespit edilmiştir. Buna paralel olarak savaş ve savaşma kavramları ise 10 kez bulunulmuştur.

Birbirine anlamca çok yakın olan “verwüsten” (harap etmek) yedi, “verheeren” (tahribat yapmak) sözcüğü ise dokuz kez Almanya’ı, ülkeyi ve ülkeleri tahrip ya da harap etmek anlamında kullanılmıştır. Böylelikle toplamda 16 defa Türklerin tahribat yaptığı ve harap ettiği bilgisi metinlerde yer almaktadır. Bu grupta 15 defa kullanılarak sayıca üstünlük sağlayan kalıplardan birisi de Türklere uyarlanan 79. ilahidir. Buna göre Türkler şehirleri, ülkeyi, evleri taş yığını haline getirip, yok etmek isterler.

 

Türkçe

Almanca

(yaklaşan, büyük, ağır) sıkıntı, tehlike, korku, tehlikeli zaman (Türklerden kaynaklanan)

(vorstehende, groŞe, schwere) No Gefahr, Angs

gefâhrliche Ze

(durch den Türcken)

kuvvet, kudret; kuvvetli, kudretli,

Macht, mâchtig

(Almanya’yı, ülkeyi, ülkeleri) tahribat yapmak, harap etm.

verheeren, verwüsten (Deutschland, Lan< Lânder)

şehirleri, ülkeyi, evleri taş yığını haline getirmek, harap etm., parçalamak, yok etm.

istiyorlar.

wollen Stâdl

(Land), Wohnungeı Hâuser z

Steinhaufen macheı verwüsten, zerreiseı zerstören (79.Psalm

(savaş) güçü,

 

kudreti, muazzam güç

(Kriegs)Gewalt, gewaltig

savaş, savaşmak (insanlara ülkeye, ülkelere karşı)

Krieg, bekriege (bekriegen

Mens chen; V aterlan Lânder

istila etmek

Einbruch, Einfall

saldırmak, savaşmak (ateş ve kılıç ile; karada ve

anfechten (m

Feuer u. Schwert; z

denizde saldırmak;

Almanya’ya, ülkelere saldırmak); saldırmak

Land u. Wasser überfallen (Deutschland) Lânder); Angreifen

ordu, ordu gücü

Heer, Heereskraft

silahlanma,

Rüstung, i

silahlanıyorlar

Rüstung sein

yok, imha

vertilgen

etmek (Almanya)

(Teutschland)

ülkenin (halkın) kökünü kazımak

ausrotten Lan<

(Volk)

hüküm sürmek, asa

Zepter

ülkeyi mahvetmek

zerstören Vaterlan

(Türklerin) zaferi

Sieg (der Türken)

 

 

Türk alayı

Türkenzug

çarpma,vurma

Anschlag, AnstoŞ

kılıç, intikam kılıcı

Schwert, Rachschwert

yeryüzünün hâkimi olmak istemek

Herrscher de

Erdbodens sei

wollen

ülkeyi

 

bozmak, mahvetmek; kirletmek

verderben Lam verunreinigen Vaterland

güvenmek (beygir ve

araçlara, savunma ve

silahlara; kılıç, ok ve yaylara, mızraklara)

siçh verlassen au (Ross u. Wagen Wehr u. Waffen Sebel, Pfeil ı Bogen, SpieŞ ı Lanzen)

(Hristiyan savaşçılarını) sıkıştırmak, yerden yere

zusetzen (çhristliçhem Kriegsvolk)

vurmak

 

güçlü

stark

idareyi ve düzeni bozmak, yok etmek

Regiment un

Ordnung zerreisseı vertilgen

bölmek istemek (ülkeyi ve kiliseyi)

einreipen wolle (Land u. Kirche)

Almanya’yı geçit yapmak

einen Pass i

Deutschland mache

istemek

wollen

ülkeleri kuşatmak

Lânder belagern

baskı (Türklerin)

Zwang Türken)

(d

 

Bu tabeladan ortaya çıkan sonuç, Türklerin güçünü anlatan kavramların dua içerisinde sıkça kullanıldığı ve böylelikle insanların “yaklaşan tehdit” karşısında sürekli olarak uyarıldığıdır. Türklerin gelmesi halinde “taş üzerinde taşın” kalmayacağı” ve insanların ellerindeki her şeyi yitireceği dualar kanalıyla empoze edilmektedir. Her şeyini yitirme korkusunun insanlarda savaş azmini arttıracağı, propaganda amaçlı dualarda başlıca hedefler arasında yer almaktadır. Dikkat çeken diğer bir konu ise metinlerde, başta Almanya olmak üzere, Türklerin diğer ülkeleri, Hristiyanlığı hatta bütün dünyayı ele geçirmek istediğiyle ilgili sunulan bakış açısıdır. Bununla hedeflenen Türklerin sadece bir ülkeyi tehdit etmekle kalmayacakları, bu sorunun ülkeler üstü bir sorun olduğunu insanlara anlatmak ve bunun sonucunda Hristiy an aleminin birleşerek, direnç göstermesini sağlamaktır. Ayrıca bu problemin sadece Almanlara yönelik olmadığı ve dolayısıyla bu konuda yalnız olmadıklarını da hatırlatmaktır.

5.   BÖLÜM 1. Vaazlar

Kilisenin Türklere karşı en önemli propaganda araçlarından olan vaaz ve dualar, esasen birbirini tamamlayan türler olarak kabul edilmektedirler. Kiliselerde genelde önce vaazlar, ardından dualar okunmaktaydı. Türk tehdidi söz konusu olduğunda da aynı uygulamalara yer verilmekteydi. Türklere karşı okunan vaazın ardından onlara karşı okunan dualar gelmekteydi. Söz konusu vaaz ve dualar çoğu zaman yan yana yer aldıklarından, bu bölümde 16. yüzyılda Almanya’da Türklere karşı okunan vaazlar incelenecektir.

Alman dilindeki “Predigt” (vaaz) sözcüğü Latince “praedicare”den gelmekte ve bir şeyi topluluk önünde konuşma yapmak suretiy le açıklamak ve izah etmek anlamındadır. Bu konuşmanın diğer konuşmalardan farkıysa, dinî içerikli olmasıdır. Vaazlar kilisede bulunan cemaat için okunmaktadır. Bazen çeşitli dinî ritüeller de vaaz okunmasına neden olmaktadır, örneğin “Andacht” (kısa dinî ayin), “Weihe” (dinî merasimle takdis) gibi. Vaaz teolojik açıdan insan sözü ile Tanrı’nın kelamı arasında bulunmaktadır. İçeriğinde ise genelde Incil’den alınan sözler açıklanmaktadır. Bazen belirli bir konuya yönelik okunan vaazlar da bulunmaktadır. Bunlar politik, toplumsal, etik ya da kiliseye ilişkin konuları işlemektedirler. Politik konuları işleyen vaazlara “politische Predigt” (politik vaaz) da denmektedir[391]. Vaazları okuyan “Prediger” (vaiz) metnini özenle hazırlay arak topluluğu etkiley eci bir dille, genelde dinî konularda bilgilendirmey e çalışmaktadır.

Reformasyon döneminde vaaz dinsel açıdan önemini ve konumunu ko ruy arak, el ilanlarıyla[392] birlikte reformasyon öğretilerinin yaygınlaşmasını ve yerleşmesini sağlayan temel iletişim araçlarından olmuştur. Luther’e göre Tanrı’nın sözünü içinde barından vaaz, insanları dine yönlendirmeye çalışmaktadır. 1511 yılından itibaren düzenli o larak haftada birkaç kez vaaz okuyan Luther’in günümüze kadar gelmiş 2000’den fazla vaazı bulunmaktadır[393]. Bunlardan Eine Heerpredigt wider den Türcken (Türklere karşı ordu vaazı) ise onbir kez olmak üzere Wittenberg, Marburg, Nürnberg, Augsburg ve StraŞburg gibi şehirlerde basılmıştır[394].

Katolik kilisesi de reformasyon döneminde vaazlara önem vermiş ve faydalanmıştır. Bunun başlıca nedeni ise mezhep ayrımı ve tartışmalarına vaaz yoluyla karşı durmaktı. Vaazlar sayesinde hızla yaygınlaşan Reformasyon hareketine karşın, Katolik Kilisesinin vaazlarında da polemiğe dayalı bir üslup hâkim olur. Vaazların toplum üzerindeki etkisini göz ardı etmey en Katolik Kilisesi, Reformasyon döneminde bu türe ayrıca değer vererek, özellikle retorik alanında eğitici bir takım düzenlemeler sayesinde, dönemin en tanınmış vaizlerin ortaya çıkmasını sağlar. Türklere karşı Katoliklerce okunan vaazlar da yine 16. yüzyılın en tanınan vaizleridir.

1.1.   Türk Vaazları Hakkında

Bu yüzyılda, özellikle Avusturya’da geleneksel hale gelen Türk vaazları, Almanya’da da küçümsenmeyecek sayıdadır. Dönemin en önemli Protestan ve Katolik teologları sayfalar boyunca Hristiyanlığın ezelî düşmanına karşı vaazlar okuyarak, toplumu uyarmaya ve yönlendirmeye çalışmışlardır. 16. yüzyılda

Türklere karşı yazılmış vaaz literatüründe Protestan ile Kato lik vaazları arasında neredey se hiç fark bulunmamaktadır. îki mezhebin vaazlarını birbirinden ayıran yegâne fark, düşmanın neden geldiği konusunda y ap ılan açıklamalar söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Prote stanlara göre Hristiy anları cezalandırmak üzere Tanrı tarafından gönderilen Türkler, “putperest Papalık” kurumu dolayısıyla, Katoliklere göre ise “dinsiz Lüteryanlar” nedeniyle gelmişlerdir. îki mezhep, düşmanın gelebilmesini farklı şekillerde izah etseler de, 16. yüzyılın sonlarına doğru Hristiy an âleminin tümünü saran Türk korkusu, mezhepler üstü bir korku olmaya başlar[395]. Bu dönemde haçlı seferi fikri yerine savunma amaçlı bir savaş benimsenir. İnsanlara empoze edilen, kendilerini ve ailelerini, özellikle kadın ve çocukları, düşmana karşı savunmaları gereğidir. Bu motivasyondan hareketle savaşı desteklemeleri beklenir. Gerçekte söz konusunu olan ise askerî çıkarlardır. Macaristan[396] ve Avusturya’nın tehdit altında olması, Almanya’nın güvenliğini de etkilemektedir[397]. Bu iki ülke Türk savaşları boyunca Hristiyanlar için son derece önemliydi. 1521 yılında Belgrad’ın fethedilmesi, 1526 Mohaç zaferi, 1529’da Viyana Kuşatması, 1566 yılında Ziget’in fethinin yanı sıra, özellikle 1590’lı yıllardaki fetihler, ki bunların arasında Raab’ın fethi, Viyana’nin önündeki son kale olması nedeniyle askerî açıdan büyük stratejik öneme sahipti, ayrıca sınırlarda durmaksızın devam eden savaşlar Mac aristan ve Avusturya’nın önemine işaret etmeye yetmektedir. Viyana bu durumda Osmanlıların Avrupa’ya geçişini engelleyen siper konumunu almaktay dı. Bu şehir Osmanlıların eline geçmediği sürece, Avrupa’lı güçler kendilerini, tüm kayıplarına rağmen, güvende saymaktaydı.

Avusturya ve Macaristan söz konusu stratejik konumlarından ötürü vaazlarda da sıkça karşımıza çıkmaktadırlar. Bazen Türklerin bu bölgelere verdiği zararlar konu edilmekte, bu bağlamda özellikle Aşağı Avusturya’da bulunan Kârnten, Steiermark ya da Macaristan’da bulunan Zigetvar gibi yer adları verilmekte, bazen ise genel olarak Macaristan ya da Avusturya’dan bahsedilmektedir. Vaazların y azılmasına neden olan temel düşüncelerden biri ise sınır bölgelerde ya da e sarette yaşayan Hristiyanların inançlarını yitirebileceği endişesidir. Bunlar, güçlü bir inanca sahip olmadıkları takdirde, kolayca dinlerinden olabilirlerdi. Böyle bir tehlikey i önlemek için Türkler ve dinleri, vaazlar sayesinde herke se tanıtılmalıydı. Kur’an’ın vaaz metinlerinde sıkça yer almasının nedeni, düşmanın dinini karalamak suretiy le Hristiy anları korkutmak ve uyarmaktır. îslam ve Kur’an’ın yanı sıra, Türklerin kökeni ve hükümdarlıkları, onlara karşı savaşılması gereği ve gerekçeleri, onların yok edilmesi ve Hristiy anların ellerinden kurtulması konuları vaazlarda işlenmektedir.

Bunu yapabilmek için Ezekiyel Peygamberin, Yecuç-Mecuç kavramına değindiği Kutsal Kitaptaki 38. ve 39. bölümlerinden, ayrıca düşman konusuna yer veren birçok başka peygamberden ve çeşitli ilahilerden faydalanılmaktaydı[398]. Kısaca özetlemek gerekirse, duada ele alınan konuların neredey se hepsi vaazlarda da yer almakta, ancak çok daha uzun ve genelde tarihî arka plan esas alınarak dinleyici ya da okuyucuya sunulmaktay dı.

1.2.     Türklere Karşı Okunan Vaazların Türleri Hakkında

Almanya’da[399] Türklere karşı okunan vaazlar konu itibariyle kendi içlerinde farklı türlere ayrılmaktaydılar. Örneğin, 1529 yılında Martin Luther ait Heerpredigt (Ordu Vaazı), 1565’de Andreas Petri tarafından yayınlanan BuŞpredigt (Tövbe Vaazı), 1567’de Casper Macer’in Bittpredigt (Niyaz Vaazı), 1572 yılında Johannes Nas’ın Kriegs und Siegspredigt (Savaş ve Zafer Vaazı), 1592’de Georg Schwarz’ın yayınlanan[400] BuŞpredigten (Tövbe Vaazları), 1594’de Michael Anisius tarafından Klagpredigt (Ağıt/Yakınma vaazı), aynı yıl Zacharias Bachmann’nın y ay ınlanan Heerpredigt (Ordu Vaazı) ve son o larak 1 595’de Valentin Leucht’un yazmış olduğu Warnung und BuŞpredigt (Uyarı ve Tövbe Vaazı) konulu vaazlar bulunmaktadır.

1.3.   Vaazların 16. Yüzyılda Sayısal Olarak Dağılımına İlişkin Liste

16. yüzyılda Almanya’da bu kadar önemli yer tutan vaazlar, tıpkı dualarda olduğu gibi, tarihî olayların etkisi sonucunda ortaya çıkmış ve Türk tehdidinin boyutlarına göre, sayılarında azalma ya da çoğalma tespit edilmiştir. Bu yüzyılda basılmış, 30 farklı yazara ait, 178’den fazla vaaz bulunmakta, ancak bu sayının daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir[401]. Vaazların bu yüzyıldaki on yıllık dilimler halindeki yüzdeleri[402] ise aşağıdaki gibidir:

 

 

Yıllar

Vaaz sayısı

Yüzde

 

1500-1509

-

-

 

1510-1519

-

-

 

1520-1529

1

%0,1

 

1530-1539

22

%12

 

1540-1549

-

-

1550-1559

-

-

 

1560-1569

17

%10

 

1570-1579

16

%9

 

1580-1589

12

%7

 

1590-1599

110

% 62

 

 

16. yüzyılın sonlarına doğru hızla artan ve 90’lı yıllarda doruğa çıkan vaaz sayısı, korkunun o dönemlerde hat safhaya çıktığını göstermektedir. Bunun nedeni ise dünyanın sonunun ve mahşer gününün geldiği endişesinden kaynaklanmaktaydı. Hem Almanların sonunun hazırlayan, hem de mahşer gününün gelmesine neden olacak olan Türkler, vaaz sayısının bu denli artmasının esas kaynağıdır.

1.4.16. Yüzyılda Yayınlanan Tüm

Vaazların Listesi

16. yüzyıla ait vaazlar hakkında genel olarak fikir verebilmek amacıyla aşağıdaki tabela hazırlanmıştır. Tabelada vaizin adı, vaazın okunduğu yer ve yıl, basıldığı yer ve yıl, söz konusu bir vaaz kitabı ise içerdiği vaaz sayısı, konusu ya da belirtilmişse vaazın yazılma veya okunma nedeni açıklanacaktır. Vaaz türünün açıklanmamasıı halinde başlıktan yola çıkarak vaazda işlenen konular anahtar sözcük halinde belirtilecektir. Listede vaazların ya da kitapların basım yılı esas alınarak sıralama yoluna gidilmiştir. Aynı yılda basılmış kitaplar ise alfabetik sıraya göre yerleştirilmiştir. Liste VD16 taramaları sonucu oluşturulmuştur.

 

Vaizin Adı

Vaazın Okunduğu Yer / Yıl

B

Luther, Martin

-

W

Brenz, Johannnes

-

N

Niederösterreich, Stânde

-

I

 

 

 

Heune, Johannes

-

F

Macer, Casper

 

îı

Nas, Johannes

-

îı

 

 

 

Andreâ, Jakob

Tübingen

T

Efferhen, Heinrich

-

S

Nas, Johannes 1 1

07.10.1571

1 1

îı

I

Neser, Augustin

-

 

Heidenreich, Esaias

-

 

 

Nördlingen, S.

 

Fabricius, Melchior

Georgen Kilisesi/ Perşembe günü

N

Nigrinius, Georg

-

 

Schwartz, Georg

-

F

Leyser, Polycarp

 

W

 

 

 

Anisius, Michael

Bamberg

19.10.1594

D

Bachmann, Zacharias

-

]

Glaser, Theophilus ?

-

]

Roth, Heinrich

Eisleben

1565

 

 

 

 

Rupertus, Johannes

10 ve

17. 02. 1594

Lauenburg

(Aşağı

Saksonya)

 

Assum, Johannes

I 1

Weickersheim in der Graffschafft Hohenlohe

I 1

Fra

ı 1

Leucht, Valentin

-

 

Miller, Georg

Jena Üniversitesi kilisesi

 

Sutorius, Johannes Paul

Yukarı Sultzburg

N

Vaget, Bernhard

S. Nicolai kilisesi- Hamburg

H

Schopper, Jakob

-

 

Flurer, Johannes Christoph

Steinach am Neckar

Sch

 

 

 

Gesner, Salomon

Saray kilisesi Wittenberg

W

Miller, Georg

Weimar 06.12.1596

 

Möring, Nikolaus

Brandenburg

M

 

 

 

Anisius, Michael

Bamberg

1594 ve 1595

 

Horn, Bartholomaeus

Alten Bruchhausen 1594

 

 

 

 

 

 

 

1.5.    Türk Vaazlarına Örnek Metinler

Örnek metin seçiminde Protestan ve Katolik vaazlar tanıtılacaktır. 16. yüzyılda vaazların çokluğu göz önünde bulundurularak, Türk imgesine daha fazla yer veren represantatif metinler tercih edilecektir[403].

1.5.1.   Jakob Andreâ

1528-1590 yılları arasında yaşamış olan Jakob Andreâ[404] 16. yüzyılın önemli Lüteryan teologlarındandır. 1541 yılında Tübingen

Üniversitesi’nde öğrenim görmeye başlayan yazar, 1553’de doktora ünvanını alır ve 1561 yılında aynı Üniversite de profesör olur. Braunschweig ve Lüneburg Dükü, ayrıca Braunschweig-Wolffenbüttel Elektörü olan Julius’un (1528-1589) isteği üzere Andreâ, Braunschweig-Wolffenbüttel’de 1568-1570 Reformasyonu başlatır. Yakın arkadaşları Nikolaus Selnecker ve Martin Musculus’un destekleri sayesinde düşmanlarına karşı direnç gösteren Andreâ, buna rağmen 1580 yılında Elektör August von Sachsen tarafından görevden alınır. Onun teolog olarak en önemli katkısı, Lüteryan Kilisesini birleştirmeye yönelik yazılarıdır[405]. Çoğu bu konuda olan 200’den fazla yazısı bulunmaktadır. Bunların arasında 1568 yılında Tübingen’de yayınlanan, ancak daha az tanınan, Dreyzehen Predigen vom Türcken (Türkler hakkında onüç vaaz) adlı kitap da yer almaktadır.

Andreâ çalışmasını soylu olan ve olmayan Krain, Steiermark, Karintiya (Kârnten) halkına ve tüm Avusturya’nın Hristiyanlarına ithaf eder. Bununla oradaki Protestanların yanında ve onlara destek olduğunu belirtmek ister. “Bilmeliler ki Tübingen ve başka yerlerde ‘Hristiyan cemaatinizin... ne Papa ne de Türkler tarafından yıkılmaması için’ Tanrı’ya seslenilir”[406]. Yazarın bu çalışması 16. yüzyılda Almanların “Türk sorunsalına” bakışı hakkında önemli bilgiler içermektedir. Onun îslamiyete karşı olan ilgisi sınır bölgelerinde ya da Türklerin hükümdarlığı altında y aşay anların dinlerini değiştirebilecekleri endişesinden kaynaklanmaktadır. Bir yandan dinin savunulmasından yana bir tutum izleyen Andreâ, diğer yandan misy onerliğe de yönelmektedir. Ona göre Kur’an’ın Hristiyanlara anlatılması ve bunun sonucunda çürütülmesiyle dinlerine bağlı kalabilen Hristiy anlar, belki düşmanı etkileyebilecek ve onu Hristiy anlığa kazandırabilecektir. O, vaazlarında Tanrı’nın neden Hristiyanları, Türk ile cezalandırdığı sorusuna cevap arar. Bu sorunun yanıtını ise Türklerin dinini, savaşlarını ve zaferlerini inceleyerek bulmaya çalışır[407].

Andreâ’nın söz konusu 13 vaazı esasında birbiriyle bağlantılı ve birbirinin devamı niteliğindedir. O vaazların içeriğini kitabının başında yer alan 13 maddede birer cümle ile özetlemektedir[408]. Birinci vaazda yazar tövbe çağrısında bulunur ve okuyucuyu konuya hazırlar. Bu vaaz giriş vaazı olarak adlandırılabilir. îkinci ve üçüncü vaazda yazar Kutsal Kitaba dayanarak Türklerin kökeni ve hükümdarlıkları hakkında bilgi vermeyi amaçlar. Dördüncü, beşinci ve altıncı vaazını ise Türklerin dinine ayırır. Yedi ile onuncu vaazlar arasında Türklerin talihleri konusuna yer verir. Andreâ, 11. ve 12. vaazlarda Türklere karşı nasıl savaşılması gerektiği ve onların yok oluşları konularını ele almaktadır. Sonuncusunda ise Hristiy anların kurtuluşu ve mahşer gününden sonra zalimlerin yok oluşunu işlemektedir.

Andreâ, Türklerle ilgili tüm söy lemlerini

Kutsal Kitab’a dayandırmaya çalışmaktadır. Ona göre Tanrı, Peygamber ve havarilerine Hristiyanlığın bu son düşmanı hakkındaki bilgileri vahiy yoluyla aktarmıştır. Kutsal Kitap’ta düşmana ilişkin edindiği bilgileri ise başka kaynaklarla izah etmeye çalışan yazar başta Theodor Bibliander’in 1543 yılında Zürich’te yayımlanan Ortaçağ döneminin îslam araştırmalarını içeren derleme çalışmadan faydalanmaktadır[409]. Bunların arasında Robert Ketton’un Kur’an çevirisi de bulunmaktadır. Yazar bu kaynaklarla y etinmey erek araştırmalar yapmakta ve Krainlı Reformatör Primus Hubar’dan yardım talep etmektedir. Din konusunda söz konusu kaynaklardan edindiği bilgileri doğrulamak için Hubar’dan Türk savaş esirlerine dinleri konusunda sorular sormasını ve araştırma yapmasını ister[410].

Yazarın 13 vaazı bulunmasına karşın, bunların arasında özellikle üçüncü vaaz[411], Türklerin kökenine ve îslamiyete ilişkin konuları içermesi nedeniyle ele alınacaktır[412]. Andreâ vaazın başlarında Türklere karşı neden dua okunması gereğini açıklar ve Türklerin sıradan düşman değil, Hristiyanlığın ezelî düşmanı olduğunu hatırlatır. Türklerin nasıl bir düşman olduğunu anlamak için, onların dinini bilmenin zorunluluğuna işaret eden yazar, Tanrı’nın onları ceza olarak gönderdiğini savunur. Ayrıca Türkiye’ye esir götürülen Hristiyanları ve onların çektiklerine yer veren yazar bu durumda Türklere karşı vaaz okumasının gerekçelerini ve zorunluluğunu özetlemiş olur[413]. İncilden elde edilen bilgileri açıklamak ve desteklemek amacıyla Andreâ, söylemlerine tarih yazarlarının Hz. Muhammed hakkında yapmış oldukları araştırmaları eklemektedir. Ortaçağ bilgilerinden ibaret olan bu çalışmaların çoğu tamamıy la tehlike arz eden düşmanın dinini karalamay a yönelik metinlerdir[414]. Andreâ, Peygamber hakkındaki açıklamalarına, doğum yeri ve Peygamberin anne ve babası ile başlamaktadır. Anne ve babasının soyları hakkında tarihç ilerin de hemfikir olmadığını vurgulayan yazar, babasının soyunu Esav ya da lsmail[415] soyuna dayandırmaktadır. Ancak ister Esav ister îsmail soyundan olsun, sonuçta “her ikisi de kötüdür” yorumunu yapar[416]. Peygamberin annesinin soyuna ilişkin de tahminlerde bulunan yazar, onun tarihçilere göre Yakup ya da îsmail soyundan gelen bir Yahudi olduğunu dile getirir. Andreâ’ye göre önemli olan onların, yani Peygamberin anne ve babasının, İbrahim soyundan geliyor olmalarıdır. Teolog anlatmaya devam eder ve “Muhammed’in”[417] annesinin babasının ölümünden sonra amcası tarafından büyütüldüğünü, ancak amcasının bir işini hal etmeye çalışırken esir alındığını ve köle o larak îsmail soyundan olan bir tüccara satıldığını dile getirir. Kendi çocuğu olmayan tüccar kısa bir süre içinde “Muhammed’i” bağrına basar ve işlerini hal etmesi için sıkça Mısır’a gönderir. Orada büyük bir azimle Yahudilerle ve Putperestlerle iş yapmakla kalmaz, aynı zamanda adını da duy urur ve çok sevilir. Tarihç ilere day anarak Andreâ onun bu yeteneğini ve sevilmesinin nedenini “yakışıklı”, “göze hitap eden”, “işbitirici”, “cesur”, “keskin bir zekâya sahip”, ama aynı zamanda “küstah ve cüretkâr” olmasına bağlar[418]. Yazara göre elde ettiği bu başarıdan cesaret alarak “kendisine dünyada ve insanların önünde bir isim yapmak ister”. Böylelikle Raeder’in de belirttiği gibi, Andreâ’ye göre îslamiyetin doğuşuna sebep olan “Muhammed’in” ün sahibi olmak istemesidir[419]. İddiaya göre “Muhammed” dinler arasındaki sorunları görerek, bütün dinleri bir araya getiren ve Hristiyanları, Yahudileri ve Putperestleri memnun edecek bir din oluşturmanın yollarını arar. Bunun için kendisine Sergius[420] adında bir rahip ve bazı Yahudiler yardımcı olur. Kur’an ise bu ortak çalışmanın ürünüdür. Buna göre Kur’an “Yahudi, Hristiy an ve Putperest dinlerin bir araya getirilmesidir”[421]. Yazar okuyucu kitlesine Kur’an’ı parantez içinde tanımlamaktadır: “Mahometischen Alcoran (das ist, ein Buch, darinn der Türckisch Glaub begriffen,)” (Müslüman Kur’an’ı, Türklerin dininin yazılı olduğu kitaptır)[422]. Andreâ vaazlarının hiç birinde “İslam” sözcüğünü kullanmaz. İslam’ı tarif ettiği zamanlarda Kur ’an, Türklerin dini veya inancından bahseder[423].

Raeder’e göre yazar da Peygamberle ilgili “çok sevilen eski yanılgılardan”[424] faydalanmakta ve “Muhammed’in epilepsi hastası olduğunu” ileri sürmektedir. Sıkça rahatsızlanmasından dolayı korkan yaşlı karısını sakinleştirmek için Sergius ve “Muhammed” iyi niyetli yaşlı kadını ikna ederler ve böyle zamanlarda onun Cebrail’i gördüğünü söylerler. Cebrail ona öylesine güzel şeyler anlatmaktadır ki, bunlara dayanamayan “Muhammed” yere düşmekte ve Cebrail yanından ayrılana kadar da orada kalmaktadır. Zavallı yaşlı kadın bunlara ve eşinin çok kutsal olduğuna inanır ve genç adamın kendisini aldatmasına izin verir[425]. Peygamberin ölümüne de yer veren Andreâ şunları yazar: “Ölümünden sonra arkadaşları tarafından defnedilir ve tabutu Medine’deki tapınakta onun için inşa edilen küçük bir ‘kilise’[426]ye konulur. ‘Kilisenin’ tepesine ise büyük bir mıknatıs y erleştirilir. Cansız bedeni demirden bir tabuta konur ve mıknatıs zamanla tabutu yukarı doğru çekerek havalandırınca halk büyük bir şaşkınlık yaşar”. Yazar kendi zamanını kast ederek söz konusu olayı şöyle yorumlar: “Bugün bile Doğu Dünyasından bu mezara büyük hac ziyaretleri gerçekleştirilir, çünkü halk bu olaydan sonra peygamberlerinin ‘çok büyük ve çok kutsal bir peygamber sanar’”[427]. Andreâ devam eder ve “Muhammed’in” soyundan gelenlerin 700 yıl boyunca Hristiyanlara zarar verdiklerini ve savaştıklarını dile getirir, ta ki “Otthomannus” (Osman) gelene kadar. O okuyucularına açıklama y apma ihtiyacı duyarak Otthomannus’un ilk Türk Kayzeri olduğunu izah etmekle kalmaz, aynı zamanda soyuna ilişkin bilgiler de verir. “Selymus” (II. Selim)’e kadar bütün Türk hükümdarların onun soyundan geldiğini dile getiren yazar, o dönemde hükümdar olan Selim’in Asya, Mısır, Yunanistan, İstanbul, Rodos ve Macaristan’da birçok bölgeyi ele geçirdiğini ve oradaki e sirlere zulüm ettiğini anlatır. Son olarak tekrar Dany al Peygamberin söylemlerine döner, “Muhammed’in” soylu biri olmadığını, bu nedenle de boynuzun aradan çıkan küçük bir boynuz olduğunu hatırlatır ve kehanetlerin gerçekleştiğini vurgular. Vaazın bundan sonraki kısımlarında Andreâ, Müslümanların Hristiyanlığa yönelik üç sövgüsünden bahseder. Bunlar sırasıyla, îsa Tanrı’nın oğlu değildir; Hristiyanlığa inanmayınız; îsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek ölmemiştir, ona çok benzeyen başkası çarmıha gerilmiştir. Yazara göre “Muhammed’in” dinini yayabilmesinin, dolayısıyla Arapları ikna edebilmesinin iki nedeni bulunmaktadır. Sıradan ve saf insanların yanılgıya düşmesinin nedeni “Muhammed’in” onlara melek gibi görünmesidir. İkincisi ise Arap halkının “ein grob, unverstândig Volk” (kaba ve akılsız) oluşudur[428].

Tüm bunların vaazlarla ilişkisi nedir? Vaazlarda sadece Tanrı’nın sözleri yer almamalı mıdır? Üçüncü vaazda ağırlıklı olarak Müslümanlığa değinen yazar, okuyucuların bu gibi olası eleştirilerine karşın tutumunu izah etmeye çalışır. Esasında bunları anlatarak Danyal peygamberin 2000 yıl öncesinde söylediklerini açıkladığını dile getiren teolog, onun kehanetlerinin Muhammed ve y andaşları tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir.

Görüldüğü gibi Andrea, Türklerin dini olarak tanımladığı Müslümanlığı ön planda tutarak karalama girişimlerine ağırlık vermektedir. Ortaçağ bilginlerinin ve Luther’in etkisinde kalan yazar bundan daha ileriye gidemeyerek, Türk konusunda, diğer çağdaşlarından farklı bir tutum izleyememiştir. Her ne kadar tarih araştırmalarından faydalandığını dile getirse de, onların söylemleri dışında farklı bir bakış açısı ekleyememiştir. Üstelik tarih yazarlarından faydalandığını söyleyerek vaazına daha “ciddi”, ve de daha “bilimsel” bir üslup kazandırmaya çalışarak “düşmanların dinini baştan sona kötülemeyi hedeflemiştir. Korkunun ürünü olan bu tutum dinler arası savaşı yansıtmaktadır.

Yazara göre Hristiyanlık büyük bir tehdit altındadır ve bu tehlike sınırlar üstüdür. Savaş korkusunun yanı sıra Hristiy anların din değişikliğine gitme olasılığı da onu endişeye sevk etmektedir. Bu konuya sıkça yer vermesi, konunun onun için önemine işaret etmektedir. Andrea bu konuya hem birinci vaazında hem de özellikle dördüncü vaazında geniş yer vermektedir. Türklerin dinsel ritüellerini ve bu konudaki ciddiyetlerini kısaca anlattığı dördüncü vaazda, onların dine ilişkin tutumunu Almanlarınki ile kıyaslamak suretiyle, bazı eleştirilere yer vermektedir. Bunların sonucunda yazara göre kendini Hristiyan sayan birçok kişi mahşer gününde lanetlenecektir[429]. Ağırlıklı o larak Hristiy anlara yöneltilen eleştiriler, onların kendilerini düzeltmelerine y öneliktir. Bunun için teolog, Türklerin ibadet biçimlerini kimi zaman, Yahudilik ve Hristiyanlık ile karşılaştırmakta ve camiye gitmeden önce yıkanma, Cuma gününün önemi, oruç ve haç konularını ele almaktadır[430]. Türklerin dinî ayinlere gösterdikleri önemi[431] anlatmak için Captivus Septemcastrensis’in Tractatus de Moribus, condictionibus et nequita Turcorum[432] adlı kaynaktan faydalandığını sayfanın kenarında belirten y azar, savaş esirlerinin böylesine bir din karşısında maruz kaldığı tehlikey e işaret etmekte ve ardından uzun uzun, daha öncesinde de değinilen “Kur’an’ın yanılgılarından” bahsetmektedir. Sonuçta Kur’an’ın “dünyevi bir mantığın” ürünü olduğunu dile getiren yazar buna benzer söylemlerine bundan sonraki vaazlarında da devam etmektedir.

Jakob Andrea, Türklere karşı yazmış olduğu vaazlarında Almanya dışındaki ülkeleri de içine alan endişesini ve Protestanlığın Katolik ülkelerde de yayılmasına ilişkin ümidini dile getirmektedir. Düşmana karşı savaşabilmek için öncelikle mezhep sorununun yenilmesi gereğine inanan teolog, mezhep sorununu iç, Türk sorununu ise dış tehdit olarak algılamaktadır. Yazar, Türk hükümdarlığı altında yaşayanların sorunlarına özellikle yer vererek, bu insanların karşı karşıya kaldıkları tehditlerin farkında olduğunu belirtmektedir. Din değiştirme mecburiyetinin olmadığının bilincinde olan Andrea, gerek iç gerekse dış kaynaklı sıkıntılardan dolayı birçok Hristiyanın dinine bağlı kalmadığını vurgulamaktadır. Burada Martin Luther’in etkisi de açıkça ortaya çıkmaktadır. O da aynı sorunlara işaret etmiş ve çok sayıda Hristiy anın Türk hükümdarlığı altında y aşamay ı tercih ettiğini dile getirmiştir. Türklerin askerî zaferleri, onların bu eğilimi ayrıca pekiştirmiştir. Yazar, Türkler hakkındaki vaazlarıyla bunu engelleme çabası gütmüştür. Bunun için Kutsal Kitaptan, özellikle Danyal ve Ezekiyel Peygamberlere dayanarak ve ağırlıklı olarak Theodor Bibliander’in yayımladığı İslam araştırmalarından faydalanmıştır. Böylelikle yanılgılı Ortaçağ görüşlerini aktaran yazar olumsuz imgenin y ay ılmasına katkıda bulunmuştur. Raeder’e göre, Türkerin dinî vecibelerini büyük bir saygıyla yerine getirdiklerini, Septemcastrensis’in gözlemlerine dayanarak, ifade eden yazar, Müslümanların din karşısındaki ciddiyetlerine saygı gö stermiş ve böylelikle îslamiyet’deki dinî değerleri fark etmiştir. Oysaki bu bir yanılgıdır. Yazarın söz konsusu olan bu değerleri keşfetmesi, ya da kabul etmesi sadece Hristiyanları kışkırtmaya ve böylelikle onları düzeltmeye y öneliktir. Düşmanın daha ciddi ibadet etmesi, ne de olsa kabul edilecek şey değildir. Onlar bile dinlerine daha düşkün anlamına gelen bu provokasyon ile hedeflenen, kıyaslama yöntemi ile eleştirmek ve sonuçta iyileşme sağlamaktır. Üstelik bu yöntem reformasyon döneminde, başta Luther olmak üzere, sıkça uygulanmaktaydı. Ayrıca Septemcastrensis’de Türklerin övgüye değer gelenek ve göreneklerinden bahsederken, bununla Hristiyanların kendilerini düzeltmelerini hedeflediğini dile getirmiştir.

1.5.2.   Heinrich Efferhen

Protestan olan Heinrich Efferhen 1571 yılında, Ezekiyel Peygamberin 38. ve 39. bölümlerini ve Yecuç Mecuç olarak adlandırdığı Türkleri konu alan 13 vaazını yayımlar. Çalışmasında Türk İmparatorluğunun Hristiyanları cezalandırmak üzere kurulduğunu anlatmay a çalışan yazar, ayrıca İmparatorluğun tarihine de geniş yer ay ırmaktadır. Efferhen, Türklerin tarihini, y azmış olduğu vaazların dışında, özel bir bölüm içerisinde incelediğinden ve bu da çok olağan olmadığından tercih edilmiştir.

Yazar, birinci vaazında Yecuç Mecuç kavramlarının tarihî kökenine yer vermekte, oluşumunu anlatmakta ve “İsrail”, “Meşeh ve Tubal” halklarından bahsetmektedir. Sonrasında Hristiy anların tarih içerisinde karşı karşıya kalmış oldukları düşmanları sıralamakta ve bunlar arasında öncelikle Romalılar, Gotlar, Vandallar, Hunlar, Arap ya da Sarsasenleri say maktadır. Son o larak ise Yecuç olarak adlandırdığı “Türk Kayzerinin” geldiğini ve

birçok yerde Hristiyanları ele geçirdiğini vurgulamaktadır. Ancak bugüne kadar böylesi bir düşmanın olmadığını dile getiren Efferhen, Türk Kayzeri ve yanındakilerin hiç görülmemiş güçlerle, yani ordu ve birliklerle Hristiyanlara saldırdığını dile getirmektedir. Üstelik birçok milletten oluşan ordusunun tümünü henüz kullanmadığını ifade eden yazar, arkasından tekrar İsrail halkının durumuna dönmekte ve benzetmeler yapmaktadır. İsrail’de, denizdeki b alıklar, gökyüzündeki kuşlar ve tarladaki büyükbaşlar dahil, herkesin titrediğini ve Yecuç’un tüm gücüyle saldırdığını anlatmaktadır. Bundan sonra Danyal Peygamberin kehanetlerine yer verir ve “Yeni Müslüman İmparatorluğun”, “küçük boynuzu” temsil ettiğini söyler. Bu İmparatorluğun başındaki Kayzerin Yecuç olduğu ve ona bağlı o lanların baştan çıkarıcı dini kabul ederek, “sahte peygamber Muhammed’e” ve onun öğretilerine inandıklarını vurgular. Bu kehanetin ne zaman gerçekleşeceğine yönelik ise Ezekiyel, Danyal ve Yahy a Peygamberlerin kehanetlerinin birbirleriyle özdeşleştiğini söyler ve bunlara dayanarak soruyu cevaplar. Efferhen’e göre bu kehanetler henüz gerçekleşmemiştir. Hristiyanlar, Tanrı’dan uzaklaştıkları ve kendilerini güvende sandıkları anda, Tanrı gücünü Şeytan’a teslim ederek onları cezalandıracak ve düşmana teslim edecektir. Hristiy anların kendi aralarındaki çekişme ve güç mücadeleleri nedeniyle “Türklerin başındaki hükümdar” cesaret alarak zaten zayıflamış olan Hristiy anlara savaş açarak baskı y ap ac aktır. “Türklerin hükümdarına en sadık şekilde yardım edecek olanlar ise ganimet elde etme ümidi olan tüccarlar olacaktır. Luther’in de konuyu aynı şekilde yorumladığını söyleyen yazar, Hristiyanların günahları nedeniyle Tanrı’nın öfkelendiğini ve bu cezayı gönderdiğini hatırlatır. Türkler buna göre güçleri yüzünden değil, Tanrı’nın cezalandırma isteği dolayısıyla Hristiyanları yeneceklerdir. Bu nedenle insanların Tanrı’nın emirleri doğrultusunda yaşamaları gerektiğini söyleyen Efferhen vaazını bu sözlerle bitirir.

îkinci vaazında Yecuç kavramını daha detaylı tarif etmeye çalışan yazar, Yecuç’un nerede yaşadığına, destekçilerine ve komşularına ilişkin bilgiler verir. Yine Peygamberin sözlerine dayanarak Tanrı’nın son düşmanının Mecuç ülkesinden gelen Yecuç olduğunu belirten Efferhen, Meşeh ve Tubal’ın da baş hükümdarı olduğunu ifade eder. Bundan sonra Peygamberin sözlerine day anarak Yecuçun kökenine ilişkin bilgiler sunar ve Mecuç ülkesinin Asya’da bulunduğunu söyler. Yecuç halkının kim olduğu sorusunun yanıtı ise Türklerdir. Herot’un bu konudaki sözlerine yer veren yazar, Mecuç ülkesinin îskitler tarafından ele geçirildiğini hatırlatır. Sonrasında “İskit” sözcüğüne ilişkin açıklamalarda bulunarak îskitlerin Türk olduğunu vurgular. Bu görüşün Pomponius ve Plinius adlı tarihçiler tarafından da desteklendiğini belirten Efferhen bu kişilerin söylemlerine d ay anarak, Türklerin kökenine ve komşu ülkelere ilişkin detaylıca açıklamalarda bulunur. Bunlardan bazıları şöyledir: Kalabalık bir halk olan, avcılıkla ve ot top lay arak geçinen, Türkler avlar yeterli gelmeyince aç kalmamak için zorunlu olarak Hazar Denizi’ni çevreleyen dağları aşarak göç ederler. Tarla ekip biçmeyi bilmeyen ve yoksulluk içinde yaşayan bu halkın giysileri hayvan derilerindendir. Altın, gümüş ve mücevherlerin değerini bilmemektedirler. Bundan sonraki tariflerde de îskitlerin birçok özelliğini aktaran yazar, özellikle disiplinlerini, ab artıy a kaçmamalarını ve kendi aralarında hırsa dayalı tartışmalarının olmamasını övgüye değer bulur. Süslü ifadelere, yalanlara ve hilelere itibar etmediklerini, ayrıca kıskançlığı tanımadıklarını ve doğuştan gelen bir dürüstlüğe sahip olduklarını ifade eder[433]. Yazar burada Homeros’un görüşünü de aktararak, onun îskitleri, tüm insanlar arasında en dürüst olanlar olarak tanımladığını vurgular. Nicephorus’un da buna benzer bir söylemine yer veren Efferhen, îskitlerin diğer halklara göre çok daha dürüst gelenek ve göreneklere sahip olduklarından Tanrı’nın onlar vasıtasıyla diğer halkları cezalandırdığını dile getirir. Türklerin Yecuç olduğunu ve komşu ülkeler tarafından başa getirildiğini yineleyen yazar Tanrı’nın onları “bizleri” cezalandırmak için yükselttiğini vurgular. Vaazın sonunda ise Tanrı’nın tekrar düşen halkını yüceltmesi ve düşmanı devirmesi dileğinde bulunur[434].

Üçüncü vaazını da Yecuç konusuna ayıran yazar öncesinde belirtilen konuları işlemekte, Yecuçun Türk olduğunu ve Tubal ve Meşeh halklarının başı olduğunu vurgulamakta ve Tanrı’nın Hristiyanları yok etmeyi hedeflemediğini, aksine onları eğitmek istediğini belirtmektedir. Tanrı’nın neden Türkleri seçtiği konusuna gelince yazar şunları söylemektedir: Tanrı’nın uzun zamanlar boyunca ormanda yaşayan ve sadece avcılıkla geçinen, “tanınmayan, barbar, vahşi, zalim bir halkı seçmesi” şaşırtmamalıdır. Bunun için tarihten örnekler verir ve İsrail halkının maruz kaldığı saldırılar sonucu[435] ders almasını örnek gösterir. Hristiy anların da Türklerin saldırısı sonucu aynı şekilde ders alacaklarını vurgular. Tanrı bunun için Gotları, Vandalları, Bulgarları, Arap ve Sarasenleri, Türkleri ve onlarla birlikte Tatarları ve dünyanın birçok farklı yerinde Yecuç hâkimiyeti altında savaşacak olan başka halkları getirecek ve kullarını korku ve sıkıntıyla

sınayacaktır. Yazara göre Tanrı bunu gerçekleştirmek için şu anda Türkleri kullanmaktadır. Efferhen vaazında, Danyal Peygamberin özellikle “küçük boynuz” ile ilgili kehanetlerin daha iyi anlaşılması için, Sarasenlerin yeni bir İmparatorluk, yeni bir din ve “sahte Peygamberleri Muhammed” ile, ta ki Türkler gelene kadar, nasıl yıllarca hükmettiklerini ve Roma İmparatorluğunu zarara uğrattıklarını anlatmaktadır. Ancak onun esas konusu Hristiyanlığa verdikleri zararlar dolayısyla Türkler olduğundan, vaaza Türklerin tarihçesini eklemektedir. Sarasenler ve Türklerin tarihi hakkında çok sayıda basılmış kitab ın bulunduğunu belirten Efferhen, gerçeğe en y akın olanlardan faydalandığını

vurgulamaktadır. Yaz ar burada vaazını b itirmekte ve Türklerin tarihi konusunu işlemeye başlamaktadır. Görüldüğü üzere yazar bu vaazında da sürekli tekrarlamak suretiy le, okuyucularını eğitmeye çalışmaktadır. O bir y andan onların iyi yönde değişmesini sağlamay a çalışmakta, diğer yanden Türklerin “kötüye” dayanan köklü geçmişini hatırlatarak ezelî düşman ve kötü Türk imgesini, pekiştirmeyi hedeflemektedir. Çeşitli tarihçilerin görüşlerine yer vererek olağanca “bilimsel” ve inandırıcı olmaya çalışmaktadır.

Yazar 27 sayfa boyunca Sarasenlerin tarihine, Müslümanlığın oluşumuna ve yayılmasına ilişkin bilgiler verir. Efferhen’e göre, dinin y ay ılması için başka halkların yağmalanmasına hatta öldürülmesine izin veren “Muhammed”, kötülüğün simgesidir. Türkler bu bölümünde de yine Sarasenlerle ilişkilendirilir ve “frembd auŞlândisch” (tanınmayan yabancı) olarak tarif edilir. Efferhen’de tıpkı Andreâ gibi Müslümanlığın, Yahudilik ve Hristiyanlık unsurlarını birleştirdiğini savunur ve bunu propaganda aracı olarak kullanır. Ancak yazar, Andreâ’den farklı olarak çok eşlilik konusunu da işler.

Türklerin tarihi konusu oldukça uzun olmakla birlikte burada sadece imge açısında önem taşıyacak konular ele alınacaktır[436]. Osmanlı İmparatorluğu tarihine tam 46 sayfa ayıran yazar, İmparatorluğun kuruluşundan 1566 yılına kadar hükmetmiş bütün hükümdarları çalışmasında ele alır. “Oğuzların ya da Osmanlıların kökeni, oluşumu ve devamı”[437] başlığını taşıyan bölümde Efferhen, Laonici Chalcochondylis[438], Pauli Jouij ve Richerij Galli adlı tarih yazarlarından faydalanarak bu bölümü hazırladığı bilgisine yer verir. Ayrıca bu bölümün hemen başında Müslümanlık dini içerisinde yer alan mezhep ayrılığına dikkat çeker ve iki mezhebin varlığına işaret eder. Her iki mezhebin de “Muhammed’i” en büyük peygamber kabul ettiklerini anlatan yazar, Türklerin ayrıca bazı isimleri peygamber olarak tanımalarına karşın Perslerin, “Muhammed” dışında sadece “Ali’yi” peygamber olarak kabul ettiklerini belirtir. Ancak bu açıklamalarının sonunda Perslerin de tıpkı Türkler gibi Müslüman olduklarını vurgular. Efferhen’in tüm bunlara yer vermesi, Batı Dünyasının Türklere ve Doğu Dünyasına duyduğu ilgiden kaynaklanmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu tarihçesine,

Laonicus’dan aldığı bilgiler doğrultusunda, Osman’ın babası Ertuğrul’u anlatarak başlayan yazar, onun Oğuz boylarından geldiğini söyler. Osman’ın zaferlerine yer verdikten sonra oğlu Orhan’nın seferlerini anlatır ve ardından onun Yunan Kayzer’i Andronicus’un oğlu ile olan akrabalık ilişkilerinden bahseder. Buna göre Kayzer Andronicus ölmeden önce, oldukça zengin ve güçlü Johannem Cantacuzemun’u henüz 12 yaşında olan oğlunun vasisi tayin eder. Kayzerin ölümünden sonra Yunanlıların baskısı sonucu bu kişi İmparatorluğun idaresine getirilir. Kayzerin oğlunu saray dan uzaklaştırarak etkisiz hale getiren Cantacuzemun, kendi kızını Orhan Bey ile evlendirerek onunla hısım olmakla kalmaz, Orhan onun aynı zamanda yakın arkadaşı ve dostu olur. Süleyman ve Murad adında iki oğlu olur ve yaklaşık olarak 22 yıl hüküm sürdükten sonra ölür. Süleyman tahta geçtiğinde Yunanlılarla savaşır. O dönemde hâlâ Asya’da yerleri olan Yunanlıları esir alır, deniz yoluyla birlikleriyle Avrupa’ya geçer, orada birçok yeri yağmalar ve harap eder, Gelibolu’yu fetheder ve Trakya’ya girer. Sonrasında Yunan Kayzeri ile barış antlaşması yapan Süleyman onunla birleşerek Bulgarlara karşı savaşır. Yenilginin ardından Süleyman’ın orduları zafer elde eder. Chalcochondylis’e göre Süleyman’ın yaptıkları babasına mal edilir, çünkü o başarılarınının çoğunu henüz babası hayattayken elde etmiştir. Kısa bir süre hükümdar olan Süleyman “olağanüstü” başarılarıyla İmparatorluğuna layık olmuştur. Efferhen, Chalcochondylis’e dayanarak, Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen kardeşi Murad’ın dördüncü Türk Kayzeri olduğunu belirtir.

Dikkat çekici olan yazarın Osmanlı hükümdarları, bunların Avrupalılarla olan ilişkileri ve evlilikleri gibi konulara geniş yer vermesidir. Ayrıca Osmanlıların, Avrupa’da elde etmiş olduğu zaferleri “olağanüstü” olarak nitelendirmesi ya da “İmparatorluğuna layık o lmuştur” sözleri, tüm propaganda faaliyetlerinin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu hükümdarlarına gizlice duyulan ve bastırılamayan hayranlığın ifadesidir. Murad’ın zaferlerini de son derece ayrıntılı biçimde aktaran yazar, Avrupa’da birçok ülkeyi ele geçirerek vergiye bağladığını ve neredeyse tüm Asya’yı elde ettiğini dile getirir. Görüldüğü gibi Efferhen her hükümdara geniş yer vermekte ve adeta tarih kitabı yazmaktadır. Yedinci Türk Kayzeri olarak adlandırdığı “Mulsumane” (Süleyman) ve sekizinci Kayzer “Moses” (Musa)’dan bahseden yazar, I. Bayezid’e ayrı bir başlık ayırmamasına rağmen, oğulları hakkında geniş bilgi aktarır. Bayezid’in oğullarından İsa’nın Hristiyanlığı kabul ettiğini ve ardından öldüğünü söyleyen Efferhen, yine Bayezid’in oğullarından olan Musa’nın kardeşi Mehmed tarafından iple boğulmak suretiyle öldürüldüğünü dile getirir. Yaz ar, dokuzuncu Türk Kayzeri Mehmed’ten sonra, 1412-1419 yılında onuncu Kayzer olan Murad’a ve oğullarına 12 sayfa ayırır. Efferhen, Murad’ın Catapinus adlı oğlunun Hristiyanlığa geçtikten sonra kardeşi Mehmed tarafından öldürüldüğünü vurgular. Fatih Sultan Mehmed’e ve İstanbul’un fethine detaylıca yer verdikten sonra, II. Bayezid’in Venediklilere karşı savaşını ve diğer zaferlerim ele alır. Yazar, Bayezid’in kardeşi “Zizimum” (Cem Sultan) ile taht mücadelesine değinir ve Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerine sığındım söyler. Sultan, şövalyeler tarafından Papa VIII. înosens’e verilir ve ardından bir sonraki Papa VI. Aleksander tarafından zehirlenerek öldürülür. Bayezid’in Ahmed, Korkut ve Selim adlı üç oğluna da yer veren yazar, Selim’in babasını zehirlediğini de söylemektedir. Böylesi “utanç verici” eylemlerle 1512 yılından tahta geçen Selim, kısa bir süre içerisinde kardeşlerini öldürür. Kardeşlerden Korkut’u boğarak öldürdüğü bilgisine yer verilir. Selim’in zaferlerine değinen yazar onun ölümüne ilişkin ise şu bilgileri aktarır. Efferhen’e göre Selim, İstanbul’u feth etmek üzere Kasım 1520 yılında yola çıkmışken, ateşlenerek hastalanır ve 46 yaşında ölür. Onun ölümünden sonra tek oğlu olan I. Süleyman tahta çıkar. Yazar onun istediği takdirde çok az bir çabayla Almany a’y a girebileceğini, çünkü elde edilen zaferler sayesinde artık Almany a’y a gidecek bütün y olların açıldığını dile getirir. Bunun için hem gerekli güce hem de fazlasıyla fırsata sahipti. Efferhen’e göre, Tanrı’nın, fazlasıyla iyi donanımlı askeri, parası, silahı ve savaş malzemesi olan bu düşmanı göndermesi an meşelisidir. I. Süleyman, bir yandan Avrupa, diğer yandan Asya, Suriye, Mısır, Yunanistan, Trakya, Bulgaristan ve Macaristan gibi başka birçok ülkeyi ele geçirmesinin yanı sıra ayrıca denizde de çok sayıda adayı hâkimiyeti altına almıştır. Yazara göre “düşmanların en korkuncu” olarak nitelendirilen I. Süleyman bu nedenle bir değil birçok ordu oluşturabilecek güce sahiptir. Savaş ordusundaki düzenlemelere de yer veren yazar özellikle yeniçeri, sipahi, paşa, beylerbeyi, sancak gibi kavramlara açıklık getirmeye çalışmaktadır. Efferhen ayrıca “Türk İmparatorluğunun” yıllık gelirine ilişkin açıklamalarda bulunur. Buna göre Türk Kayzeri “Sultanlığına bağlı ülkelerden altmış kere yüzbin Gülden elde ederi”, ve bu paraların “kırkbeş kere yüzbin Güldenini” harcar. Üstelik askerleri ona değer verdiklerinden az miktarda p aray la da y etinmektedirler. Bu nedenle her yıl buradan da binlerce “para” bir aray a gelmektedir. Sürdürdüğü savaşların ise hazinesini zarar uğratmadığı, aksine faydalı olduğunu belirtir. Yazar ay rıca, onun düny adaki tüm hükümdarlardan daha büyük bir hâzineye ve mücevherlere sahip olduğunu vurgular. Bunun yanı sıra, silah, çadır, gemi vs. konusunda da muazzam bir varlığa sahip olduğunu dile getirir. Bu nedenle Türk birçok hükümdara istediği an saldırabilecek imkâna sahiptir. Böylelikle Türk Kayzeri gücü ve İmparatorluğunun büyüklüğü ile bütün kralları ve hükümdarları geçmektedir. Bütün bunları Paulus Jouius’un yazdığını da ekleyen Efferhen, buna benzer anlatımlarına devam eder ve tarihle ilgili söylemlerini “zalim” ve “acımasız” düşmana karşı Tanrı’ya yönelmeli uy arısıy la sonlandırır.

İmparatorluğun zenginliğine geniş yer ayıran y azar, söz konusu düşmanın büyüklüğünü ve gücünü anlatmaya çalışmaktadır. I. Süleyman’ın ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğun’un varlığı bir yandan okuyucuyu korkutmak, diğer y andan bir değişimi gerçekle ştirmek amaçlı kullanılmaktadır. Özellikle zenginliğe ilişkin d etay lı bilgilerin yer alması daha öncesinde belirtildiği gibi toplumun “olağanüstü” düşmana duyduğu merakı da göstermektedir. Böylesine “özel bir düşmana” karşı duyulan korku ise yazara göre, cezanın Tanrı tarafından her an uygulanabileceğine ve bunun sonucunda insanların vakit kaybetmeden tövbe etmeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Dikkat çeken diğer bir nokta ise, vaazlara oranla, tarih bölümünde propaganda ağırlıklı söylemlerin daha az yer almasıdır.

Dördüncü vaazda genel o larak tekrar Sarasenlerden, Türklerin tarihinden, hâkimiyeti altına aldıkları bölgelerden, Türk hükümdarlarından, Müslümanlığın

yayılmasından, Yecuç ve Mecuç’ten, kanlı ve zalim düşmandan, düşmanın Şeytan’la yapmış olduğu anlaşmadan ve sıkça “sahte Peygamber Muhammed”den bahsedilmektedir. Ayrıca Türkler tarafından feth edilen ya da onlarla hemen işbirliği yapan, onların dinini kabul eden “Mohren” (zencilere) ve Araplara, Afrika’daki birçok ülkyeye geniş yer verilmektedir. Yazar vaazda ayrıca Türkün hükümdarlığı altından o lmay an ülkelerin neden onunla işbirliği yaptığı sorusunun yanıtını vermeye çalışmaktadır.

Efferhen, ilk neden olarak din birliği konusuna yer vermektedir. Bu bağlamda Müslümanlığı kabul etmiş îran gibi ülkelerin, Hristiyanlığı yok etmek söz konusu olunca bütün düşmanlıkları bir kenara bırakarak birleşeceklerini söylemektedir. Hristiy anlığa yönelik eleştirilerine de yer veren yazar, Hristiy anların birleşmek yerine birbirlerine karşı savaş yürüttüklerin ifade eder. Vaazının sonunda Hristiyanların içinde bulundukları durumu “İsrail halkının” bir zamanlar yaşadıklarına benzetmekte ve bunu Peygamberlerin açıklamalarıyla kanıtlamay a çalışmaktadır.

Bundan sonraki vaazlarını daha kısa tutan Efferhen buna rağmen, önceki vaazlarda ya da tarih bölümünde anlattıklarını tekrarlamaktadır. Örneğin, beşinci vaazında Müslümanlığın “gerçek dini engellediğini”, öldürmeyi emrettiğini, çok eşliliğe izin verdiğini ve ahlaksızlığı teşvik ettiğini söyleyerek propaganda yapmaktadır. Ayrıca Osmanlıların[439], kendi içlerinde de kan döktüklerini, karde şlerini ve akrabalarını

öldürdüklerini dile getirmektedir. Anne ve babaların çocuklarından, çocukların ise anne ve babalarından, ya da kardeşin kardeşten korktuğu ve Tanrı’nın onları böyle cezalandırdığını vurgulanmaktadır. Ayrıca sonunda Tanrı tarafından yok edileceklerini de, neredeye her vaazında olduğu gibi, belirtmektedir.

Altıncı vaazında da Ezekiyel Peygamberin 38. bölümünü işleyen y azar kehanetler doğrultusunda Mecuç’un ne zaman geleceğine ve hangi ülkeye saldıracağı konusuna açıklık getirmeye çalışmaktadır. Efferhen düşmanın hem Doğu hemde Batı Dünyasına ve iki denize birden hükmedeceğini belirterek soruyu y anıtlar. O ayrıca Protestanlığı üst kimlik olarak kabul etmekte ve Luther’in Mecuç konusuyla ilgili açıklamalarına geniş yer vermektedir. Sonrasında ise Mecuç’un, yani Türklerin, kiliselere nasıl saldıracağı konusu işlenir.

Bir sonraki bünyelerindeki zayıfladıklarını vaazda, Almanların kendi çekişmelerden dolayı ve düşman karşısında savunmasız kaldıklarını düşündüğünü belirten

Efferhen, Hristiyanların en zayıf ve hazırlıksız anını kollayan Türklerin, ilk fırsatta saldıracağı konusunda uyarıda bulunur. Türkler bu vaazda da bilinen şekilde ezelî düşman olarak tanımlanmakta ve yağmacılık ile itham edilmektedirler. Ayrıca Türk İmparatoruna bağlılıkları dolayısıyla Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeler ve Türklerle işbirliği yapan diğer “hainler” açgözlü olarak nitelendirilmektedir. Türk Kayzerini, Hristiyan ülkeler hakkında bilgilendiren tüccarlar da hain o larak adlandırılmaktadır. Onların bu tutumu yazara göre kehanetlerle de örtüşmektedir. Efferhen’e göre, kana susamış katillerin (Türklerin) elinden kurtulmak için uy anık o lmak gerekmektedir. Uyanık olmamalarından dolayı Hristiyanları budala o larak nitelendiren yazar, bu konuda da uy arıd a bulunmuş olur.

Sekizinci vaazında da yine Macaristan ve Rodos Adasına değinen Efferhen, buralarda yaşayan insanların kendilerini en güvende sandıkları anda saldırıya uğradıklarını dile getirmektedir. Yazara göre düşman beklenmedik bir anda saldırabileceğinden, insanların her an tetikte olması gerekmektedir. 1395 yılında dindar olarak nitelendirilen I. Bayezid’in seferine de yer veren yazar, Jouius adlı tarihçinin savaşa ilişkin görüşlerini aktarır[440]. Buna göre onun ordusu sanki yüzbinlerce insandan ve bütün milletlerden oluşmuş kalabalıktaydı ve yeryüzünü kaplayan kara bulut gibiydi. Buna mukabil Hristiyanların ordusu sadece 80 bin kişiden ibaretti. Bu ise kehanetlerle örtüşmekteydi. Yazar ayrıca Yecuç’un gelişini sadece Ezekiyel peygamber tarafından değil başka peygamberler tarafından da öngörüldüğünü, ancak bunların Yecuç sözcüğü yerine düşman ya da putperestlerden bahsettiklerini belirtir[441]. Martin Luther’in Ordu Vaazına da yer veren yazar, onun iki düşmandan, yani Papa ve Türklerden, söz ettiğini vurgular.

Sonraki vaazında “sahte peygamber Muhammed” ve Papa’nın, Hristiyan dinini yok edeceklerini söy ley en y azar bu bağlamda tekrar Luther’in Ordu Vaazına değinir. Yecuçun av peşindeki aç bir aslan, yavrularını kaybetmiş bir ayı ya da insan kanına susamış bir panter gibi saldıracağını ileri süren Efferhen bu konudaki benzetmelere geniş yer ayırır. Tanrı’nın Hristiyanlara ilişkin haklı öfkesini çok sayıda örneklerle açıklamaya çalışır ve bundan sonraki sayfalarını bu konuya ayırır. Ayrıca Johannes Brenz’in ilk vaazına yer verir ve onun Türkler hakkındaki açıklamalarını aktarır. Türklerin yaptıklarını hatırlatarak Tanrı’nın öfkesini izah eden Brenz, vaazında Türklerin sadece erkekleri katletmekle kalmadıklarını, hamile kadınları da acımasızca kılıçlarıyla ortadan ayırdıklarını söylemektedir[442]. Türklerin bunu Tanrı’nın öfkesi sonucu yaptıklarını belirten yazar, okuyucuda oluşabilecek bir yanılgıyı da ortadan kaldırmaya çalışır. Buna göre Türklerin doğaları gereği böyle acımasız davrandıklarını düşünenlere bunun yanlış olduğunu söyler. Brenz, ne kadar acımasız olursa olsun Türklerin sonuç itibariyle insan olduğunu belirtir. Onların kadın ve çocuklara karşı gö sterdikleri merhametsizlik, doğalarına mal edilmemeli, tam aksine Tanrı’nın öfkesinin bir işareti olarak algılanmalı ve bu yüzden Tanrı’nın habercisi olarak düşünülmelidirler.

Akdeniz üzerinden korkunç sayıda gemi, insan ve silahla gelecek olan Yecuç karşısında sadece denizdeki balıklar titremekle kalmayacak, yeryüzünde hareket halindeki tüm canlılar titreyecektir. Efferhen’e göre kendini emniyette sayan hiç bir kale, şehir ya da saray Tanrı’nın öfkesi ve dolayısıylaYecuç’un karşında ayakta kalamayacaktır.

Onuncu vaazda ise Danyal peygamberin on boynuz kehanetinden yola çıkan yazar, Türkleri kana susamış ejderhaya benzetmekte, “kızıl ejderhanın” bütün dünyaya ve boynuzlara sahip olacağını vurgulamaktadır.

Efferhen onbirinci vaazında da Danyal peygamberin on boynuz kehanetini konu almaktadır. Yazar ayrıca Musa Peygambere dayanarak Tanrı’nın Türklere karşı öfkeli olduğunu ve onları sonunda yok edeceğini ileri sürmektedir. Buna göre Tanrı bir müddet Türklerin adına sövmesine izin verecek ardından onları bunun için cezalandıracaktır. Bundan sonra Onun Türklere verebileceği tüm cezaları İncilden örnekler vererek sıralayan yazar, Türklerin diğer ülkelerin insanlarını kılıçlarıyla öldürdükten sonra birbirlerine saldıracaklarını ileri sürmektedir. Efferhen’e göre elde edilen ganimetlerin paylaşılması da kendi aralarında kavgaya sebep olacaktır. Tanrı’nın verebileceği ikinci ceza ise Türk savaşcılarının ellerinden zaferlerini almasının ardından onları hastalıkların en kötüsü olan veba ile cezalandırmasıdır. Bir sonraki ceza ise onların üzerine dolu ve yağmur y ağdırmak suretiy le gerçekleştirilecektir. Böylece açık alanda duran düşmanı ya sel götürecek ya da dolu vuracaktır. Yazar konuyla ilgili örnekleri saymaya devam etmekte ve sonuçta Tanrı’nın onların yenilgisiyle neler hedeflediğini açıklamaktadır. O bununla sadece gücünü göstermekle kalmay acak aynı zamanda bazı düşmanların din değiştirme sine de neden o lac aktır.

Onikinci vaazda yazar tekrar Yecuç Mecuç kavramlarını açıklamakta ve öncesinde belirtilen konuları işlemektedir.

Sonuncu vaazda Tanrı’nın Hristiyanlara, Türklerin elinden kurtarmadan önce neden böylesi bir düşmanı gönderdiği açıklanmaktadır. Ayrıca Türklerin ne şekilde yenilgiye uğratılacağı da tekrar anlatılmaktadır. Türkler tarafından esir alınan ya da onların tarafına geçen Hristiy anların günün birinde yine ülkelerine ve dinlerine döneceğini söyleyen yazar, Luther’in Ordu Vaazı’na da değinir ve onun da benzer şeyler söylediğini vurgular. Tanrı, Hristiy anları bir kez düşmanın elinden kurtardıktan sonra ki, bununla mahşer günü kastedilmektedir, bir daha asla onlara yüz çevirmeyecektir. Mahşer gününden sonra Hristiy anları bekleyen güzel günlerden bahseden y azar, vaazının bundan sonraki kısmını bu konuy a ay ırmaktadır.

Aşağı y ukarı aynı dönemde yaşamış olan Jakob Andrea ve Heinrich Efferhen adlı iki Protestanın vaazları karşılaştırılacak olursa, dikkat çeken bazı noktalar ortaya çıkmaktadır. Buna göre iki yazar arasındaki en belirgin fark, Andrea’nin çok daha sert bir üslup ile Türkleri yermesi ve Müslümanlığı karalamasıdır. Buna mukabil Efferhen tarih bölümünde, tarihçi gibi bir tutum izlemeye çalışarak daha az sövgüye yer vermiş, ancak bu eğilimini vaazlarda sürdürmemiştir. Genelde Türklerin tarihi Andrea’nin de yaptığı gibi vaaz içerisinde yer almaktadır. Buna karşın Efferhen vaazdan bağımsız olarak aray a yerleştirilmiş bir bölüm ekleyerek uzun uzun Osmanlı İmparatorluğu tarihine ve hükümdarlara yer vermiş ve onlardan, Andrea ile kıyaslandığında, daha fazla övgüyle söz etmiştir. Efferhen ağırlıklı o larak İmparatorluğun gücünü sergileme yoluna gitmiş, Andrea ise karalama yolunu tercih etmiştir. Ancak her ikisinin de amacı, korkutmak suretiyle hem Hristiyanların ahlaki olarak düzelmelerini hem de düşmana karşı koymalarını sağlamaktır. Ancak propaganda amaçlı y azılan bu metinlerin tümünde, bazen övgünün yer almasına rağmen, genelde son derece uygunsuz ve kaba sayılabilecek sövgü dolu bir dil kullanılmıştır. Her iki y azarın metinlerinde dikkat çeken diğer husus, vaizlerin metinlerini hazırlarken, kendi ifadelerine göre, detaylı araştırma yapmış olmalarıdır.

1.5.3.   Augustin Neser

Augustin Neser’in Eine newe Catholische Predig. Auff des Türcken Niderlag, mit hülff Gottes, durch den drifachen heiligen Catholischen Bund, beschehen (Yeni bir Katolik vaaz. Tanrı’nın yardımı ve Kutsal Katolik üçlü ittifak sayesinde Türklerin yenilgisi üzerine) adlı vaaz înebahtı deniz savaşında Hristiyanların elde etmiş olduğu zafer dolayısıyla yazılan bir vaazdır. Augustin Neser, Yukarı ve Aşağı Bavyera düküne atfettiği kitabının ön sözünde denizde elde edilmiş zaferden dolayı tüm Katoliklerin, Tanrı’nın mucizesi karşısında şükranlarını dile getirmesi gerektiğini söylemektedir. Hristiyanlığın ezelî düşmanına karşı öncesinde görülmemiş bir zafer elde edilmesi vaazın konusunu oluşturmaktadır[443]. Teolog, gelecekte de Türklerin hatırlanması, onlara karşı silahlanılması, güçlenilmesi, konunun düşünülmesi ve harekete geçilmesi için, bu vaazın yanı sıra ayrıca Kutsal Roma İmparatoru Maksimilyan[444] için hazırladığı Wie man dem grimmen Wüterich und

Christlichen blutsdurstigen Tyrannen/ in allweg widerstand thun möchte (Korkunç zalime ve Hristiyanlığın kana susamış tiranına karşı her durumda karşı koymanın yolları)[445] adlı yazıyı vaazla birlikte bastırdığını belirtir.

Vaazının başında iyi kalpli Katolik Hristiyanlara seslenen Neser, düşmanın ordularını denize gömen Tanrı’ya methiyeler söylenmesi için çağrıda bulunur. Yazar bir yandan Tanrı’ya, “köpek ezelî düşman” ve “tahripçi” olarak adlandırdığı Türklerin yenilmesinden dolayı minnettarlığını dile getirmek isterken, diğer yandan oluşturulan Kutsal Lig hakkında bilgi vermek ister. Buna göre üçlü Lig öncelikle Kutsal Papa, îspanya Kraliy eti ve Venediklilerin birleşmesi sonucu meydana gelmiştir. Metnini üç aşamada ele alan Neser ilk olarak Tanrı’nın Hristiyanlığa neden bu cezayı verdiği konusunu işlemektedir. Bundan sonra böylesi bir cezaya karşı girişimde bulunulmalı mıdır sorusunun y anıtını vermey e çalışmaktadır. Son olarak bu cezanın kaldırılması dolayısıyla, yürekten Tanrı’ya seslenme ve O’na yönelme çağrısında bulunmaktadır. Yazar bundan sonraki sayfalarda uzun uzun Türklerin ceza olarak gönderilmesine neden olan Hristiyanların günahlarını anlatmaktadır. Dinî konularda gereken önemin gösterilmemesinin ve O’nun emirlerine karşı gelinmesinin yanı sıra c imrilik ve özellikle evlilikte sadakatsızlık konularına geniş yer vermektedir. Türklere yönelik söy lemlere de detaylıca yer veren Neser, Türk ve Luther konusunu bir arada işleyerek polemik yaratmaya çalışır. Teolog, Türklere karşı direnilmelimidir sorusuyla başlar, Luther’in konu hakkındaki söylemlerini aktarır ve onun Türklere karşı direnilmemesi gerektiğini söylediğini ve yazılarında vurguladığını belirtir. Vaazın bundan sonraki kısımlarında da bu tutum sürdürülür ve Türk konusuna day anarak Luther eleştirilir. Onun Papa hakkında sarf ettiği olumsuz sözler eleştirilir. Luther’in Papa ile Türkleri aynı kefeye koyması ve Papa’nın da en az Türkler kadar kötü olması söylemi üzerine Neser kısa tarihî arka plan ile birlikte Türklere yönelik girişimlerde bulunan tüm Papaların listesini verir[446]. Listenin sonunda yer alan Papa V. Pius için, Tanrı’nın ona, Lüteryanların tüm günahlarına ve engellemelerine rağmen, “kana susamış Türk köpeğine karşı” büyük bir zafer bahşettiğinden söz eder[447]. Türkleri denize b atırarak yok eden Tanrı uğruna ilahiler ve methiyeler söylenmesi gerektiğini tekrar takrar vurgulayan yazar, Musa ve Firavun benzetmelerinden fay dalanarak deniz savaşında elde edilen başarıyı y orumlamay a çalışır. Türk’ü Firavun’a benzeterek düşman ordularının, denizde sulara gömüldüğünü söyler. Buna karşın Tanrı’ya inananların ise Kızıldeniz’i aşarak kurtulduklarını anlatan yazar, Hristiyanların da aynı şekilde Tanrı’nın y ardımıy la Türklerin elinden kurtulduğunu ifade eder. Neser, denizde büyük zarara uğratılan Türklerin karada da yenilgi almaları dileğinde bulunur[448]. Son olarak Tanrı’nın Kutsal üçlü ittifaka, Türklere karşı neden böylesi, daha önce hiç duyulmamış bir zafer verdiği sorusunu y anıtlar ve savaşanların Kato lik inançları doğrultusunda zafer elde edeceklerine y emin ettiklerini belirtir. Denizin ortasında Türklere karşı savaştıklarında ise îsa yardımlarına gelerek böylesi bir zafer elde etmelerini sağlar. Düşmana karşı şövalye gibi savaşan Katolikler ise yazara göre bu savaş sonunda kahraman olurlar. Vaazın sonunda ise Kutsal üçlü ittifakın Tanrı’nın yardımıyla elde etmiş olduğu zaferin, bütün Katolik Hristiyanların, (Luther’in) putperest öğretilerden uzak durmaları anlamına geldiğini iletir ve O’nun Papa’yı, İspanya Kraliyetini ve Venedik donanmasını koruması dileğinde bulunur.

Görüldüğü gibi Augustin Neser, Hristiyanların denizde elde etmiş oldukları bu zaferi, genel olarak Protestanlara ve Luther’e karşı saldırı aracı olarak kullanmaktadır. Bunun için Luther’in Türklere karşı savaşmama tutumunu şiddetle eleştirir. Vaazında Türklere yönelik en fazla kullandığı sözler ise onların Tanrı tarafından ceza aracı olarak gönderildikleridir. Ayrıca 16. yüzyılda Türklere ilişkin adeta kalıplaşmış kavram niteliği taşıyan “ezelî düşman”, “kana susamış köpek” gibi ifadelere de yer vermektedir.

İncelenen üç yazar mezhep ayrılığı konusuna geniş yer vermiş ve bunları vaazlarında detaylı işlemişlerdir. Protestan olanlar Papa’ya, Katolik olanlar ise Lüteryanlara karşı vaazlar aracılığıyla saldırgan bir tutum sergilemektedirler. Türklere bakış açısı ise her iki mezhepte eşit derecede olumsuzdur.

6.   DEĞERLENDİRME

16. yüzyılda Almanya’da hâkim olan Türk korkusu toplumun farklı kesimlerinde farklı boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Buna yönelik sınıflandırmalar çoğunlukla varsayımlardan ibaret olsa da, kesin bulgulara da rastlanılmaktadır. Bu sınıflandırmalardan en önemlisi çiftçi (köylü) ve burjuvaziye dayalı şehir kültürü ayrımıdır. Klein’e göre çiftçiler geleneksel olarak Kayzere bağlılıklarıyla, şehir burjuvazisi ise Kaizere karşı reformasyon hareketleriyle ön plana çıkmaktadırlar. Wittenbergli[449] Martin Luther çiftçi geleneklerine, o zamanın metropolleri arasında yer alan Zürih, Basel ya da Cenevre’den ve oradan gelen Zwingli, Erasmus, ya da Calvin gibi teologlardan muhtemelen daha yakındı. Buradan apokaliptik bakış açısının sosyal anlamda daha zayıf olanlarda daha çabuk benimsendiği görüşü ortaya çıkmaktadır. Çiftçi kesimin sosyal olarak maruz kaldığı zorlu y aşam nedeniyle, dünyanın sonunun geldiği düşüncesi hızla benimsenir. Toplumun elit ya da burjuva

kesimi ise yaşam şartları gereği böyle düşüncelere daha uzak kalmaktaydı[450]. Bu ortamda etkin olmaya başlayan Luther’in çiftçiler tarafından benimsenmesi şaşırtmamaktadır[4 51]. O her şeyden önce herkesin anlayabileceği basit ve kimi zaman argo bir dille insanlara hitap etmiştir. Latince yerine Almanca konuşarak elit olmayan sınıfın da düşüncelerini anlamasını sağlamakta ve böylece hızla toplum tarafından kabul görmektedir. Kayzeri kimi zaman eleştirse de çoğunlukla ona bağlılığını ifade etmektedir. Türk savaşları söz konusu olduğunda bütün sınıfları başarısızlıkla suçlayan Martin Luther’e göre hiçbiri konuya gereken önemi göstermemiş, elinden geleni yapmamıştır.

Luther de birçok çağdaşı, örneğin Melanchthon gibi, Türk savaşları konusunda değişken bir yapıya sahipti. îslamiyetin temsilcisi olarak kabul ettiği Türkler hakkındaki görüşlerini sıkça dile getirse de, Türkler onun için esasen birçok yönden sembolik düşman niteliği taşımaktadırlar. O’nun Türklerle ilgili teolojik, siyasi ya da tarihî bakış açısı tamamen Papalıkla mücadelenin etkisinde oluşmuştur. Papalıkla yürüttüğü savaş bütün sorunların üzerinde bir yerdedir. Osmanlılar böylelikle onun için, gerçek politik rollerinden öte, daha çok dinî, siyasi, ya da tarihî o larak yorumlanması gereken sembollerdir. Dünyanın sonunun geldiğinin habercisi olarak kabul edilen Türkler, aynı zamanda deccal olarak da benimsendiklerinden, Papalığın en büyük yardımcısı olarak görülmekteydiler. Bu açıdan bakıldığında Luther’in tarihî olaylara sembolik anlamlar yükleyerek yorumladığı ortaya çıkmıştır. Onun İslamiyet hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmadığı da söylenebilmektedir. Reformasyon açısından bakıldığında ise Osmanlıların, yürüttükleri savaşlar dolayısıyla, bu alanda en büyük katkıy ı yaptığı ortaya çıkmaktadır. V. Karl sürekli o larak tehlike arz eden Osmanlılarla mücadele edebilmek için, Prote stanlara da ihtiyaç duymuştur. Bu nedenle de Prote stanlığı askerî güçlerle bastırmak yerine, çoğu zaman uzlaşma sağlamaya çalışmıştır.

Osmanlıların eline geçen Hristiyan savaş esirlerine yönelik yaptığı açıklamalarda ise daha rasyonel bir tutum sergileyen Luther, onlara genelde itaatkâr ve sabırlı olmaları tavsiyesinde bulunur. Türklerin hâkimiyeti altında yaşayan Protestanların, dinî höşgörü nedeniyle daha az baskılara maruz kalması onun tarafından dikkate alınmaz. Çünkü bu sembolik anlamlar yükleyerek yorumladığı Türklerle örtüşmez. Onun apokaliptik düşünce sistemi doğrultusunda Hristiyanlarla-Müslümanların anlaşması ve y akınlaşması mümkün değildir, buna misyonerlik faaliyetleri de dahildir. Bu anlamda iki din arasında gerçekleşebilecek bütün diyalog çabalarına uzak kalmakta ve bunları red etmektedir. Klein çalışmasında Luther’in Eski Çağ’a mı yoksa Yeni Çağ’a mı ait olduğu sorusunu şöyle yanıtlamaktadır: Haçlı seferlerini red etmesi ve Osmanlılara karşı yürütülecek olan bir savaşı politik alana y erleştirmesiy le Yeni Çağ düşüncesine dahil edilebilmektedir. Sembolik tarih yorumlarıyla, deccal kavramını ortaya koymasıyla ve bunlara Danyal yorumlarını eklemesiyle Orta Çağ düşünce sistemi içerisinde yer almaktadır. Hristiyan-îslam diyaloğunu tamamen red etmesiyle Orta Çağ’ın da gerisine düşmektedir[452].

Onun bütün yaşamı boyunca dile getirdiği en büyük korkularından birisi, birçok çağdaşının da vurguladığı gibi, Hristiyanların din değiştirmesi olasılığı idi. Gerçi hiçbir metninde Osmanlıların misyonerlik yaptıklarını dile getirmemekte, tam aksine dinî tolerans gösterdiklerini kabul etmektedir, ancak din değiştirmenin söz konusu yüzyılda kesinlikle istisna olmadığı da tarafından göz ardı edilmemektedir. Tek tük din değiştirme vakasının dışında Sırp ve Hırvatların, özellikle Bosna ve Arnavutluğun yarısının Müslümanlığa geçtiği bilinmektedir[453]. Ayrıca sınır bölgelerinde y aşay anların ve e sirlerin bu tehdit ile karşı karşıya kaldığını düşünen Luther, kendince önlem almay a çalışmakla geçikmez. Batı dünyası tarafından örnek gösterilen Osmanlıların sosyal yapısı, özellikle Sultan Süleyman’ın gücü insanları doğrudan etkisi altına almaktaydı. Ele geçirilen bölgeler Osmanlılar için tehdit arz etmediği müddetçe değişikliğe gidilmediğinden, var olan yapıya dokunulmadığından ve misyonerlik yapılmadığından, bölge halkının sempatisi kazanılmaktaydı[454]. Söz konusu tehlikeler nedeniyle Luther, Türklere karşı vaaz ve dualarını yazmaya başlar. Onun önderliğinde hızla y ay ılan bu eğilim sayısız dua ve vaazın oluşumuna neden olur.

16. yüzyılda 329 dua tespit edilmiştir. Bu sayıya “Betpsalmen” (dua ilahileri) ve “Betlieder” (dua şarkıları) da dahildir. Ayrıca birden fazla kitapta yer alan dualar da bu rakam dahilindedir. Çünkü bir duanın birden çok kitapta basılması, ya da bazı duaların, yöresel ağızlara uy arlanarak yeniden yazılması toplumun bu konuya verdiği önemi ortaya koymaktadır. Buna rağmen basılmış dua sayısının 400’leri bulacağı söylenebilir. Küçümsenmemesi gereken bu sayılar Türk tehdidinin boyutlarını ortaya koymaktadır[455]. Dua metinlerinin incelenmesi sonucu önemli bulgular elde edilmiştir. Bu bulgulardan ilki, duaların ağırlıklı olarak hangi tarihte yayınlandığına ilişkin bilgilerdir. Türklere karşı yazılan dualar en fazla 1560-1569 ile 1590-1599 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Osmanlı ordularının bu tarihlerde Viyana’ya doğru sefere çıkması, Türklere karşı yazılan dua metinlerinde ve Türk literatürünün genelinde muazzam bir artışa neden olmuştur. Ancak dua literatürünü en fazla etkileyen 1590’lı yıllardır. Almanların endişe içinde yaşadığı bu yıllarda “Türk” bambaşka bir önem kazanmaktadır. Mahşer gününün yaklaştığını sanan Hristiyanlar, Almanya’nın Türkler tarafından harap edileceğine inanmaktaydılar. Böylelikle mahşer günü, “Türk’ün” geldiği ve kıyameti kopardığı an o larak kabul edilmekteydi.

Araştırmalar sonucunda tespit edilen diğer husus ise Türk dualarının mezheplere göre dağılımıydı. İncelemeler sonucu ortaya çıkan sonuç Protestanların Türklere karşı dua yazma konusunda kesinlikle daha etkin olduklarıdır. Ancak bu sonuç Katoliklerin Türklere karşı dua etmediği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda matbaanın önemine işaret ederek başta Luther ve Melanchthon gibi reformatörlerin teknolojik olarak gelişen matbaacılıktan daha fazla faydalandığını vurgulamak gerekmektedir. Türk savaşlarının özellikle Protestan çevreler tarafından siyasi malzeme olarak kullanılması da “Türk dualarının” hızla yayılmasına ve benimsenmesine neden o lmaktad ır. Türklerin elde etmiş olduğu zaferler Protestanlarca Katolik mezhebinin zaafı o larak açıklanmakta ve Papa’ya karşı kullanılmaktadır. Buna göre Katolikler yazınsal olarak Türklere karşı daha az dua yayınlasalar da, bu onların korkmadığı, ya da Türkler aleyhinde propaganda yapmadığı anlamına gelmemektedir.

Çalışmada ağırlıklı olarak Protestanların Türk korkusuna yer verilmesi, çalışmanın Pro­testanlık üzerine kurulu olduğu izlemini yaratabilir. Ancak bunun sebebi, daha öncesinde de belirtildiği gibi, p rote stan bölgelerde deccal Türke ve Papa’ya karşı duyulan korkunun daha fazla işlenmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir zamanda Katolikler ve Protestanlar “Türk tehdidini” ideolojik olarak değerlendirerek başta dua ve vaazlar kanalıyla Türk imgesinin oluşumuna katkıda bulunur. İki mezhebin duaları esasen birbirinden farklı değildir.

Duaların türlere göre incelenmesi sonucunda ise ortaya çıkan sonuç, özel bir kesime yönelik olmayan Türk duaları adı altında toplanan grubun sayıca üstünlük gösterdiğidir. Belirli bir kesime yönelik y azılmamış olan bu duaların o rtak özelliği, Türklerin toplumsal ve siyasi tehdit olarak algılanmasıdır. Hristiyan cemaati için yazılmış olan bu duaların işlevi, belirli bir okuyucu kitlesine yönelik yazılan dualarla aynıdır. Sayı bakımından ikinci sırada yer alan kilise duaları da olumsuz Türk imgesinin hızla yayılmasına neden olmuştur. Kilisenin en etkin aracı olan bu dualar, Hamburg, Lübeck, Hanover, Hessen, Ulm Augsburg, Leipzig, Brandenburg, Braunschweig, Württemberg, Wittenberg, Saksonya, Magdeburg, Kassel vs. gibi Almanya’nın farklı eyaletleri ve şehirleri için yazılmış ve bunlarla Türkler aleyhinde toplu halde propaganda yapılmıştır. Çocuklara ve gençlere yönelik y azılmış Türk duaları da okuyucu kitlesinin spesifik olmasından dolayı, önemli sayılabilecek miktardadır. Bu ise geleceğin garantisi ve Hristiyanlığın teminatı olarak kabul edilen çocuklara verilen önemi göstermektedir. Savaş ve ev duaları ise en az tespit edilen dualardandır. Bunun nedeni ise bu duaların propaganda amaçlı kullanıma çok elverişli olmamasından kaynaklanmaktır.

Kadınlara yönelik duaların bulunmadığı da tespitler arasında yer almaktadır. Bu ise her iki mezhep için de geçerlidir. Luther yazılarında kadınlara seslenmesine ve Türk’ün gelmesi halinde başlarına gelecek kötü şeyleri sıkça konu olarak işlemesine rağmen, onlara yönelik dua yazmamıştır. Ancak duaların büyük bir kısmında Türkün savunmasız kadın ve çocuklara yapabileceklerine yer verilmektedir.

Bu konudaki diğer bir tespit ise savaş sonrası zaferler için edilen şükran dualarının Almanya’da neredey se hiç

bulunmamasıdır[456]. Elde edilen zaferler için y azılmış şükran duaları daha çok savaşı birebir yaşamış olan Avusturya’da bulunmaktadır.

Bunun sebebi ise Almanların, Türklerle olan savaşlara, Avusturya’ya göre daha az katılmış olmasıdır. Zaman zaman Alman birlikleri, tehdit edilen Hristiyan dünyasını, özellikle komşu ülke Avusturya’yı desteklemek üzere savaşa katılsalar dahi, bu ülke dışında gerçekleşen bir savaştır ve insanları ülke içinde gerçekleştirilen savaşlar kadar etki altına almamaktadır. Elde edilecek, ya da elde edilmiş olan zaferler Almanları her ne kadar sevindirse de, çok fazla duanın oluşumuna neden olmamaktadır. Çünkü ele geçirilecek olan ya da ele geçirilen bölgeler, Alman toprakları dahilinde değildir.

Alman dualarına kıyasla vaazların bu konuya daha fazla yer verdiği ortaya çıkmaktadır. Vaazların, genelde dualara göre daha uzun ve eğitici olması, konuyu ay rıntılı olarak işleme ve dinleyicilere sunma imkânını beraberinde getirmektedir. Bu da vaazların savaş ve zafer konusunu daha fazla işlemesine neden olmaktadır.

Duaların incelenmesi sonucunda ortaya çıkan diğer bir bulgu ise bazı duaların birden çok kitapta yer almasıdır. Genelde hiç değişikliğe uğratılmayan bu metinlere, bazen yazar adı eklenmekte, bazen ise bu bilgi elimine edilmekte, ya da başlık kısaltılmaktadır. Ancak çoğunlukla içeriğe dokunulmamaktadır. Örneğin Martin Luther’in “Himmlischer Vater, wir haben’s ja wohl verdienet, daŞ du uns strafest, (...)” (Yüce Tanrım, bizi cezalandırmanı hak ettik) adlı dua, Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken (...) (Türklere karşı ruhani savaş hazırlığı )[457] adlı anonim bir çalışmanın yanı sıra, Friedrich Roth[458], Rupert Erythropilus[459], Georg Miller’in[460] v.b kitaplarda yer almaktadır. Genelde birden çok çalışmada yer alan metinler, propaganda açısından hem Türk imge sine geniş yer vermiş, hem de Hristiy anları, Türk korkusuy la yola getirmeyi hedefleyerek, eğitici unsurlar barındırmıştır. Duaların birden fazla kitapta yer alması kimi zaman y azarın ya da duanın popülaritesine de bağlıdır[461].

Son olarak Türklere karşı okunan dualarla ilgili söylenilmesi gereken ise duaların birbirlerine fazlasıyla benzemeleridir. Duaların neredeyse tümü aynı yapısal özelliklere sahiptir ve kalıplaşmış öğeler barındırmaktadır. Duanın giriş kısmında günahların itiraf edilmesi ve Tanrı tarafından verilen cezanın hak edilmesi konuları ele alınmaktadır. Tanrı’nın ceza olarak Türkleri gönderdiği bilgisi de çoğunlukla giriş bölümünde yer alan ifadelerdendir. Gelişme kısmında ise Türklerle ilgili kullanılan imgeler bulunmaktadır. Propaganda amaçlı yazılan bu metinlerde olumsuz Türk imgesi ve savaş konuları en çok bu bölümde kullanılmaktadır. Sonuç kısmında ise Tanrı’ya, Hristiyanları düşmanın elinden kurtarması halinde şükredileceği bildirilmektedir. Bu genel şemaya ve Türklerle ilgili kullanılan kavramlara d ay anarak Türkler aleyhinde y azılan duaların öngörülen belirli kalıplar dahilinde oluşturuldukları söylenebilmektir.

Türklere karşı y azılan vaazların incelenmesi sonucu da benzer bulgular tespit edilmiştir. Vaazların dualara oranla daha uzun olması, vaizin Türk konusuna daha fazla yer verebilmesine ve buna bağlı olarak daha saldırgan bir tutum izleyebilmesine neden olmaktadır. 16. yüzyılda Almanya’da bu amaç doğrultusunda yazılan vaazlar, tıpkı dualarda olduğu gibi, tarihî olayların etkisi sonucunda ortaya çıkmıştır. Viyana’nın Osmanlılarca tehdit edilmesi ve elde edilen bazı zaferler, vaazların oluşumunu tetikleyen başlıca tarihî o lay lard ır. Tehdidin artış göstermesiyle doğru orantılı o larak vaazların sayısında da artış görülmektedir.

Söz konusu yüzyılda 30 farklı yazar tarafından basılmış 178 vaaz tespit edilmiştir. Ancak tıpkı dualarda olduğu gibi, vaazlarda da bu sayısın daha yüksek olduğunu söylemek mümkündir. Vaazların yıllara göre dağılımı ise şöyledir: 1500-1519 yılları arasında Türklere karşı basılmış vaaz bulunmamaktadır. 1520-1529’da ise tek bir vaaz tespit edilmiştir. 1 530-1 539 arasında 22 vaaz yazılmıştır. 1540-1559 yılları arasında hiç vaaz yazılmamışken, 1 560-1 569’da 17, 1570-1579’da 16, 1580-1589’da ise 12 vaaz bulunmuştur. Vaazların çoğunluğu ise 1 590-

1599 yılları arasında basılarak % 60’dan fazlasını oluşturmaktadır. 110 vaazın yazılmış olduğu bu son on yıllık periyotta, insanlar tıpkı dualarda olduğu gibi, Türklerin gelmesiyle, kıyamet gününün de geleceğine inanmaktaydılar.

Vaazlarda daha kesin rakamların verilebilmesinin sebebi, bu türün daha iyi tanımlanmış ve diğer dinî metinlerle fazla karışmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Buna karşın duaların sayısını kesin olarak tespit etmek mümkün olmamaktadır. Çünkü dua kavramı 16. yüzyılda henüz kesin o larak tanımlanmış bir kavram değilidir. Luther’in ağzından çıkan sözler bile zaman zaman duaya dönüştürülmüştür. Elbette duaya dönüştürülen sözlerin hepsi kalıcı olmamış, ancak hangi sözlerin duay a dönüştürüldüğünü de günümüzde tam o larak tespit etmek mümkün değildir. Ayrıca bu türün, kilise şarkısı, ilahi, ya da halk şarkısı olarak da kabul gördüğü bilinmektedir. Bunun haricinde bu çalışmada ele alınmay an Latin dilinde yazılmış olan dualar da

bulunmaktadır.

Türk imgesinin 16 yüzyılda büyük önem taşıdığı ve metinlere aktarıldığı çalışmada sıkça dile getirilen konular arasında yer almıştır. 100 dua üzerinden yapılan sözcük taramaları sonucunda Türklerle ilgili hangi sözcüklerin daha fazla kullanıldığı tespit edilmiştir. Buna göre 16. yüzyıl Almanya’sında “Türk” kavramının, neleri çağrıştırdığı ve “Türkler”in hangi sözcüklerle tanımlandığı ya da özdeşleşirildiği ortaya konulmuştur. Türk imgesiyle ilgili olarak en fazla kullanılan ilk 11 kavram şunlardır:

 

Türk, Türkler

Türk, Türke

Türken,

Türkisch

düşman, düşmanlar; Hristiyan düşmanı; düşman; Tanrı’nın, Hristiyanlığın, kilisenin, düşmanlık, düşmanca, ezelî düşman, amansız

Feind, Feinde (de Menschen, Christenfeind, Feinde (Gottes

Christenheit, Kirche), Feindschaft, feindlich, Erbfeind Erzfeind, Todesfeind

düşman

 

kan dökmek, kana susamış köpek; kan

(Hristiyanların); kana susamış; gözünü kan

bürümüş

Blutvergiessen;

Bluthund; Blut (de

Christen);

blutdürstig;

blutgierig

despot, (tiran, zalim, gaddar), despotlar, despotluk, despotça

1 1

Tyrann, Tyrannen Tyrannei, tyranniscl

1

zulüm, zalim

Grausam, Grausamkeit

mukaddesata sövmek; Tanrı’ya sövmek;

Tanrı’ya söven, küfürbaz

(Gottes)Lâsterung lâstern (Gott)

gotteslâstrig, Lâstermaul, lâsterlich

cinayet, katil, öldürücü, adam öldürme, öldürmek, katletmek, ölmek,

Mord, Mörder mörderisch, Totschlag, umbringen, umkommen,

öldürmek (insanları, bedenleri, ruhları)

(er)morden,

(Menschen, Seele)

Leib

sıkıntı; sıkıntı çekmek (Türklerden dolayı)

(Türken verursachen) Not Notleiden (Vorstehende, groŞe, schwere Not verursacht durc den Türken)

korkunç, tüyler ürpertici,

greulich, (n)

Greue

menfur

 

lekelemek, kirletmek (Tanrı’nın adı, bedenleri, kadın ve kızları

(bakireleri), esir Hristiyanları; maskara, Türklerin maskarası olmak

schânden (Gotte

Namen, Leiber

Frauen un<

Jungfrauen, gefangene

Christen), Schand (zur Schande de Türken werden)

korku, korkunç, korkmak, korkutmak

Schrecken, schrecken schrecklich, erschrecklich, erschrecken

,

 

Listenin başında 196 kez tespit edilerek “Türk”, ardından ise 177 defa yer alan “düşman” sözcüğü yer almaktadır. Bu da Türklere karşı yazılan her duada ortalama olarak “Türk” ve “düşman” kavramlarının neredeyse iki defa kullanıldığını göstermektedir. Böylelikle “Türk” ve “düşman” sözcüklerinin metinlerde yan yana ve birebir ilişkili oldukları açıkça ortaya çıkmıştır. Metinlerin % 60’ından fazlasında yer alan kavramlar ise “Türklerin kan dökmeleriyle” ve “tiran” olmalariyla ilgili yer alanlardır. Metinlerin yarısından fazlasında yer alan kavram ise, 54 defa bulunan “zülüm”le ilgili olanlardır. Duaların neredeyse %50’sinde yer alan diğer kavram “sövmek” hakkında olandır. Buna göre Türkler en faz la “mukaddesata” ya da “Hristiyan Tanrı’sına sövmektedirler”. Türklerin katil olduklarına ilişkin kavramlar ise dualarda %40’ları aşmıştır. Hristiy anlara göre Türkler insanları, kadın, erkek, çocuk, genç ve y aşlıları, bedenleri, ruhları ya da maneviyatı öldürmekte veya katletmektedirler. Türklerin büyük “sıkıntıya” neden oldukları, ya da “Hristiy anları bekleyen büyük sıkıntıların” dile getirilmesi % 40’ları bulmaktadır. “Korkunç”, “tüyler ürpertici” ya da “menfur” oldukları ise dualarda yaklaşık olarak % 30 oranında vurgulanmıştır. Yine duaların neredeyse % 30’unda tespit edilen kavram “lekelemek” ya da “kirletmek” ile ilgilidir. Buna göre Türkler Tanrı’nın adını, insanların bedenlerini, kadın ve kızları (bakireleri) ve esir Hristiyanları kirletmekte ya da lekelemektedirler[462]. Metinlerin % 25’inde Türklerin korkuttukları ya da korkunç oldukları ileri sürülmektedir. Ancak burada verilen sayı ve orantıların dışında da ayna anlama gelen, ancak farklı yazılan sözcüklerin varlığına dikkat çekmek gerekmektedir. Bunların da katılması halinde aynı anlama gelen kavramların oranlarının yine çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır.

Batılı y azarlar tarafından acımasız, zalim vs. o larak tasvir edilen Türklerin savaş esnasında ya da savaş sonrasında esir Hristiy anlara y apacaklarına dualarda, sözcük taramalarından da anlaşıldığı üzere, geniş yer verilmektedir.

Oysaki “Savaşta ele geçen kâfirlere, kadın çocuk ve ihtiyarlara nasıl muamele edileceği dini kurallara bağlanmıştır”[463]. Konuyla ilgili kalıplaşmış sözlerin dualarda fazlasıyla yer alması, onların provokatif işlevleriyle ilgilidir.

Protestan ve Katoliklerin dua ve vaazlarında ortak olan bir diğer özellik ise Türk gücünün Hristiyanlık için tehlike arz ettiği gerçeğidir. Türk-Hristiyan sorunsalı olarak adlandırılan bu tehdidin aşılmasına ilişkin çözümler ise ağırlıklı olarak manevi alanda aranmaktadır. Dünyevi çabalarla Türklere karşı konulması gerektiği her ne kadar dua ve vaazlarda dile getirilmiş olsa da, esas kurtuluşun bu olmadığı görüşü de benimsenmiştir. Savaşlarda Türklere karşı zafer kazanmanın yegâne yolu, Tanrı’nın yardımlarını esirgememesi sonucu elde edilecektir. Tanrı’nın Hristiy anların yanında yer alıp almaması ise, onların günahlarını bağışlamasıyla doğru orantılı olduğundan, zafer elde etmelerini belirleyen başlıca unsurdur. Tüm bu karamsar bakış açısına rağmen hem Protestanlar, hem de Katolikler dua ve vaazlarında insanları ümitsizliğe sevk etmemektedirler. Metin içerisinde kimi zaman Türklerin muazzam gücü anlatılsa da, dua ya da vaazların sonunda Hristiyanların askerî güçlerine ilişkin şüphelere meydan verilmemektedir. Hristiyanlığın aşılmaz olduğu, askerî güçlerinin ise başarılı olacağını vurgulayan metin yazarları, Hristiyanların içinde bulunduğu kötü durumu yansıtmamaya büyük özen göstermektedirler. Alman İmparatorluğunun güçsüzlüğü, askerî güçlerin çaresizliği ve çağının gerisinde kalan toplumsal düzen hem dua hem de vaazlarda propaganda yoluyla aşılmaya çalışmaktadır. Oysaki bunun böyle olduğu Avrupalıların büyük çoğunluğu tarafından da kabul edilmekteydi. Alman İmparatorluğuna ve daha genel bir ifadeyle, Hristiyan Dünyasına ilişkin bu değerlendirmeler, toplumun Türklere karşı savaşma ve direnç gösterme azmini azaltacağından endişe eden hükümet yetkilileri var olan bu negatif imgenin özellikle dinî metinler vasıtasıy la tekrar düzeltilmesi için talimatlarda bulunurlar. Böylelikle Türk tehdidi 16. yüzyılda var olan politik ve siyasal düzenin stabilize edilmesine y aray an propaganda aracı olarak da kullanılmaktaydı. Toplumun Alman İmparatorluğuna her alanda sarsılmış olan güveni bu yolla yeniden inşa edilmeye çalışılmaktaydı. Var olan bu düzenin İmparatorluğun devamlılığı ve güvenliliği için vazgeçilmez olduğu, dinî metinler sayesinde insanlara empoze edilerek, toplumun olumsuz bakış açısısı ya da ele ştirileri giderilmey e çalışılırdı.

7.   KAYNAKÇA BİRİNCİL KAYNAKLAR

Andreae, Jakob (d. Â.): Dreyzehen Predigen vom Türcken. In wölchen gehandelt würdt von seines Regiments Ursprung/ Glauben unnd Religion/ Vom Türckischen Alcoran/ unnd desselben grundtlicher Widerlegung durch sein selbs deŞ Alcorans Zeugnussen/ Von seinem Glück und Wolfart/ warumb jme Gottt so lange zeit wider sein arme Christenheit zugesehen/ Wie jhme zubegegnen/ und wider jhne glücklich zustreitten/ Und von seinem endtlichen Undergang. Geprediget durch Jacobum Andree/ D. Probst zu Tübingen, unnd bey/ der Universitet daselbsten Cantzlern./ Allen Christen, besonders an den Turckischen Grântzeni nutzlich unnd tröstlich zulesen. Den Innhalt einer jeden Predig, würstu Christlicher Leser gleich hernach finden./ Gedruckt zu Tübingen bey Ulrich Morharts Wittib. 1569.

Anisius, Michael: CONCIO THRENODICA, Das ist: Ein Klagpredigt/ bey gemainer Proceszion und Bittfahrt/ wider unserem allgemainen Erbfeindt dem Türcken: geschehen zu Bamberg den 19. Octobris / Verschinens 94. Jares: im Barfüsser Closter. Durch F. Michaelem Anisium, in unser lieben Frauwen Pfarr-Kirchen daselbst Predigern. (...) Gedruckt zu Dilingen/ durch Johann Mayer. M.D. XCV.

Anisius, Michael: Siben Catholische Predigen/ Bey gemeinen Processionen / Kirch vnnd Bittfahrten wider deB Christlichen Namens Erbfeind dem Türcken/ gehalten zu Bamberg/ im 4. vnnd 95. Jar. Durch F. Michaelem Anisium Franciscanum. Gedruckt zu München /bey Adam Berg. 1599

Assum, Johannes: Türckenpredigten vber den LXXIX. Psalmen. JN welchen gründlich vnd auBführlich gehandelt wirdt von dem grausamen /...Krieg deB Türcken wider die hey lige Christenheit:... Sampt angehenckter kurtzen AuBlegung deB XLVI. Psalmens:... Gehalten Zu Weickersheim in der Graffschafft Hohenlohe. Durch M. IOHANNEM ASSVM. Hoffpredigern vnd Superattendenten daselbsten. Gedruckt zu Franckfurt am Mayn/durch Johann Spies. M.D.XCV. 1595. (Herzog August Bibliothek- Wolfenbüttel)

Bachmann, Zacharias: Heerpredigt widern Türcken. Christliche vnd Trewhertzige Erinnerung/ von denen Zeichen/ Welche/ wie vnser lieber Herr vnd Heiland Jesus Christus saget/ an der Sonnen/ dem Römischen Reich/ vnd dem Mond der Christlichen Kirchen/ Vor seiner herzunahenden letzten herrlichen Zukunfft geschehen sollen. Jtem/ Von dem jetzigen Kriege in Vngern/ der nach Hiltenis Prophecey/ eine allgemeine verenderung/ und als etliche Christen nach Sybillen, Hydaspis vnd Lactantij Weissagung halten/ den Keyserlichen Sitz aus Occident von Rom wieder in Orient gen Constantinopel transferiren, und dorauff den Jüngsten Tag bringen wird. Allen Christen/ hohes und niedriegen Standes/ in vorstehender wiedern Erbfeind der Christenheit Kriegsrüstung/ nützlich und trö stlich zu wissen und zubetrachten. Gehalten zu Bischoffswerda/ den andern Sontag im heiligen Advent/ des M.D.XCIII. Jahrs durch Zachariam Rivandrum D. DreBden/ gedruckt durch Matthes Stöckel M.D.XCIIII. (1594).

Baden, Sebastian von: Geistliche

Kriegsrüstung/ wider den gemeinen Blutdurstigen Tyrannen/ und Erbfeindt Christliches Namens/ den Türcken: darinnen der lânge nach verfasset/ und angezayt wirdt welcher waffen/ und mit was Waffen eygentlich/ neben der eusserlichen Gegenwehr/ ermeldtem Erbfeindt/ zu diser/ und anderer zeyt/ glücklichen/ mit unfâhlbarer Hoffnung der langerwünschten Victorien zubegegnen sey: Allen und jeden Fromen Gottseligen Christen insonderheyt aber denen/ ...gestellet Durch SEBASTIANVM von Baden ABBTEN deB Ehrwürdigen Stiffts/ vnd GotteshauB Bruck bey Znaym/ Praemonstratenser Ordens. Gedruckt zu Bruck an der Jena. 1595. [Druckerei des Prâmonstratenserstifts]

Brentel, Jörg: Ain Trostspruch wider den Türcken. Man thut yetzt allenthalben sagen/ Ach Gott wer nur der Türck erschlagen. Erkenn dich selbs/ ware Büp würck. Gott sendt dir hilff wider den Türck. Zur Hilff ist er allzeit berait/ Wie dip Büchlein seyn kurtz anzaigt. Unkrechtigkait/ Sünd/ Laster/ Schandt/ Treibt den Türcken zu uns inns landt. Augsburg: Phillip Ulhart d.Â.

1531.

Brenz, Johannnes: Zwo vnd zwaintzig Predig den Türckischen krieg/ vnd ander zufallend vnfall betreffend/ sampt aim bericht/ weB sich darinn zuhalten/ durch Johan Brentzen gepredigt. Mit einer vorrhed D. Martin Luthers. Newlich durch Sebastian Coccyum verteutscht. (Gedruckt zu Nurmberg durch Friderich Peypus

1532.    )

Brenz, Johannes: Türcken Biechlein. Wie sich Prediger und Laien halten sollen, so der Türck das Teutsche Land überfallen wurde. Christliche und notdürfftige underrichtung, durch Johann. Brenz. Augsburg, 1537.

Caspar, Johann: Zwo christliche Sieg und Lobpredigten/ wegen etlich ansehlicher Victorien wider den Türcken. ANNO DOMÎNÎ

1593. Gehalten durch Den hochwirdigen in Gott Vattern und herrn/ herrn Johann Casparn Bischoffen zu Wienn in Osterreich/ Röm: Kay: Mt:zc. Rath. ... Gedruckt zu Wienn in Osterreich/ bey Leonard Formica. 1594

Chalcondyles, Loanicus: Türk împaratorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı. Yayına hazırlayan: Altındal, Aytunç. Ankara: Destek, 2007.

Clemens Bischoff: JubilJahr/ Des

allerheyligsten Vatters und Herrn/ Herrn Clementis/ aup Götlicher fürsehung Babst/ dip Namens des Achten. Gott den Allmechtigen in gegenwürtiger obligender/ der heiligen Catholischen Kirchen Gefahr und Noth/ anzurüffen. Passau, Anno 1595.

Cordatus, Konrad: Ursach warumb Ungern verstöret ist, Und ytzt Osterreich bekrieget wird. Mit anzeigung, Wie man widder den Türcken kriegen, Und das Feld behalten soll, an das Kriegsvolck unsers Genedigsten Herren, Herr Jo. Churfüsten zu Sachssen zc. widder die

Türcken. mit sampt einem gepet. Durch Conradum Cordatum Prediger zu Zwickaw. 1529 [Erfurt: Melior Sachse d. Â.]

Dietrich, Veit: Der xx. Psalm Davids/ Wie man für unser Kriegszvolck recht betten/ und sie sich Christlich wider den Türcken schicken/ und glückselig kriegen sollen. AuŞgeleget durch Vitum Dietrich/ zu Nurnberg Prediger. 1542. Gedrückt/ zu Nürnberg/ durch Johan vom Berg/ und Ulrich Neuber.

Dillherr, Johann Michael; Gygler, Andreas (Hg. Balthasar, Müller): Gebet-Büchlein wider den Türcken. Nürnberg: Endter, 1664.

Efferhen, Henricus: XIII Christenliche Predigten auB dem XXXVIII. und XXXLX./ Capitel Ezechielis./ Von/ Gog unnd Magog,/ oder den Türcken... In welchen angezeiget wird/ daB das Mahometische Reich/ so under des Mahomets gesâtz seinen anfang genomen/ seye von Gott dem Herrn/ als ein besondere Rütte/ zu straff den Christen erweckt/...Mit erzelung vom anfang/ ursprung/ und zunemung des Mahometischen Keyserthums/...alles verfaBt vnd beschriben Durch Henricum Efferhen der H.Schrifft Doctor. StraBburg. Gedruckt durch Theodosium Rihel/ Anno 1571.

Egenolff, Paulum: Christliche Gebett wider das grausame wüten deŞ Erbfeindes der Christenheit deŞ Türcken in diesen letzten zeiten für das heyl und Wohlfahrt unsers lieben Vatterlande Teutscher Nation und der ganzen christenheit Alten und Jungen fürgeschrieben. Im Oberfürstenthumb Hessen. Gedruckt zu Marpurg, 1595.

Erythropilus, Rupert: Weckglock, darinnen die schlaffende Teutschen wider die wachende Türcken aufgewecket werden. Frankfurt am Main, 1595.

Fickler, Johann Baptist: Trewhertzige Warnungsschrifft an die Stânde zu Regensburg auf dem reichstag daselbst. München, 1598.

Franck, Kaspar von Joachimstal: Ein Gebet der Christlichen Kirchen inn Sanct Joachimsthal inn dem jetzigen Türckenzug Auss dem XX. Psalm etc. Gedruckt zu Nürnberg durch Ulrich Newber und Diterich Gerlatzen, 1566.

Franckemann, Georg: Ein christlicher Trostspruch wider den Türcken/ zu lieb vnd Ehren inn ReimenweiB gestelt. Durch Georgium Franckeman/ von Hall/ Poet. Den Ehrnthafften... Weisen Herrn/ Cammerer vnd Rathe des bermbten Marcks Eckenfelden... M.D. LXXII. 1572

Freder, Johannes d.Â.: De lxxix.Psalm/ den me wedder den Törcken beden schal /Uthgelecht dorch M.Johan Freder. Mit einer Vorrede D. Johannes Epini an de Christlike Gemene tho Hamborch. Item wo sick Predigers unde Leyen holden schollen/ so de Törcke dat Düdesche Landt öuerfallen wörde/ Nödige Underrichtinge dorch Heren Johan Brentz. M.D.XLV. [Wittenberg]

Frey herr, Ulrich: Probierte rüstung, Wider allerlay feind, wie starck sie seind, Fürnemblich aber wider die feind des Christlichen namens vnnd glaubens, Türcken vnd Tattern, darzu gut, die buB, vnd besserung des lebens, Gott lieben, Gott loben, Gott ehren, vnd nicht also lestern, zc. Alles auB Heiliger unnd Göttlicher Geschrifft, den betrübten frommen Christen zu trost, den Sündern zu ainer warnung und besserung, zc. Durch M. Vdalricum Freyherr von Lewkirch, Dechant vnd Pfarherrn zu Mündelhaim. Gedruckt zu München, bey Adam Berg. Anno M.D. LXIX. 1569.

Garberus, Henricus: Ein christlich Gebet, tâglich wider den Türcken zu beten.

Georgius, de Hungaria: Tractatus de Moribus, condictionibus et nequita Turcorum. Traktat über die Sitten, die Lebensverhâltnisse und die Arglist der Türken. Nach der Erstausgabe von 1481 herausgegeben, übersetz und eingeleitet von Rinhard Klockow. Köln, Weimar, Wien: Böhlau, 1993.

Glaser, Theophilus: Türcken-Büchlein. Wie sich Prediger und Zuhörer halten sollen/ So der Türcke das arme Deutschlandt uberfallen würde.

In etlichen Predigten: Aus Gottes Seligmachendem wort/ Von hohen Geistreichen Lehrern gefasset. Samt herzlichen und andechtigen Gebetlein. Allen rechten waren Christen/ Hohes und Nidriges Standes/ in diesen letzten gefehrlichen Zeiten/ zur Warnung in Druck vorgefertigt. Durch M. Theophilum Glaser Pastorem und Superintendentem zu Dreszden, 1594.

Gretern, Jacobus: Newen Jars Predig, Von der New Alten Sitten und Sünden, dieser zeit unnd Leut: wie selbige durch Gottes gnad hinzulegen, und zu verbessern. Gehalten durch M. Jacobum Gretern, Prediger und Decanum zu Schwabischen Hall. Getruckt zu Tübinge, bey Alexander Nock, 1592.

Heidenreich, Esaias d.Â.: Sechs und Zwanzig BuŞpredigten uber den Propheten Joel/ auff die gelegenheit jetziger beschwerter und letzten zeit/ allen recht gleubigen hertzen zu heilsamer Lehr und trost gerichtet und geschrieben/ durch Esaiam Heidenreich/ der heiligen Schrifft Doctor. Gedruckt zu Leiptzig bey Georg Defner.

1581.

Heidenreich, Esaias d.Â.: Zwölf Türcken Predigten vber den Neun vnd siebentzigsten Psalm/ Herr es sind Heiden in dein Erbe gefallen/ etc.. Allen bekümmerten Christen in dieser geschwinden zeit zur lehr vnd trost geschrieben/ Durch Esaiam Heidenreich D. 1582. Leipzig. (Gedruckt...bey Georg Defner...) [für Henning Grosse]

Heyden, Sebaldus: Wie man sich in allerlay nötten/ des Türcken/ Pe stilentz Theürung/ z.c. trö sten/ den glauben stercken/ vnd Christliche gedult erlangen soll/ AuB siben sprüchen heyliger schrifft kürtzlich angezeigt/ Durch Sebaldum Heyden. M.D.XXXI. 1531(Gedrückt zu Nüremberg durch Friderich Peypus.) d.Â.: Das siebend Capitel Danielis/ von des Türcken Gotte sle sterung vnd schrecklicher morderey mit/ unterricht Justi Jonae. [u. Philipp Melanchton] Wittenberg, (Gedruckt durch Hans Lufft.), [1530].

Kretz, Matthias: Ein sermon vo dem Turcken zug. Durch D. Mathiam Krecz zu MoŞpurg/ in sant Castelsstifft gepredigt. 1532. Wider übersehen vnd Corrigirt. (Gedruckt in der Fürstlichen Stat LandŞhut/durch Johann Weyssenburger/ bey sand Jobst zu dem weyssen SchoŞgatteren...) [1533]

Lachkern, Jakob: Ein Christlich Bethgesang zu GOTt vmb gnedige Errethung vnnd hilff wider den grewlichen Blutdürstigen Erbfeind des Christlichen Glaubens den grausamen Türcken. Jm Thon/ Erhalt vns Herr bey deinem Wort/ zc. Durch / Jakob Lachkern/ Pfarrer zu Wissentz 1566. Jar. (Gedruckt zu Regenspurg/ Bey Hanns Burger.).

Lauch, Johannes: Ein vnd DreiŞig Türcken Predigten/ vber das 38. vnd 39. Capitel des H. Propheten Ezechielis. Von Gog vnnd Magog: Jnn welchen gehandelt wirdt von deŞ Türcken herkommen vnd Vrsprung von seiner Religion vnd Alcoran/sampt einfâltiger wider=legung desselbigen... Gehalten Anno 95. vnd 96. in der Fürstlichen Pfaltzgrâuischen Statt Velburg/ Durch M.Johannem Lauch/ Pfarrern vnnd Superintendenten daselbsten. Jetzund...in offentlichen Truck verfertigt... (1599).

Leucht, Valentin: Wieder den Erbfeindt den Türcken Ein Christliche warnung und Buszpredigt/ uber das sechste Capitel deŞ Propheten Jeremie/ darinnen klarlich auŞgeführet wirdt die grawsame Tyranney deŞ Türcken / was die H. Schrifft von derselben meldet /was auch für bewegliche Ursachen deren sey en/ wie unnd mit welchen Waffen der Türck könne uberwunden und der Christenheit Fried und Segen gegeben werden/ sambt zweyen angehengten Gebetten wider den Türcken /alles auŞ H. Schrifft gepredigt und gestellt / Durch Herren Valentin Leüchthium deŞ H. Apostolischen Stuls Prothonotarien und Predigern.

Gedruckt in der Churfürstl. Statt Meyntz durch Heinrich Breem. Jm Jahr Christi, M.D.XCV (1595).

Leudtholdt, Matthaeus: Betbuch Von Vielen Schönen Ausserlesenen... Gebeten / aus den Psalmen vnd Biblischen Historien/ derer sich die Könige/ Fürsten vnd Propheten im alten Testament gebrauchet/sampt vielen andern/ so aus ... Gelehrter Leut Schrifften vnnd Bethbüchern zusammen gezogen sein/ auch etzlichen Christlichen Gesengen/ Collecten vnd Kirchen Gebeten. Wie man diesselben jyzo in vorstehender Noth vnd Gefahr der gantzen Christenheit/ wieder den Erbfeindt Christliches Namens dem Tyrannen/ vnd Blutdürstigen Türcken/ ... gebrauchen kan. Sampt vnd mit einer Vorrede/ darinnen nach der Weissagunge des HERRN Christi/ der zustand vnnd gelegenheit dieser jtzigen letzten Welt fürm Jüngsten in der tage/ so wol der armen gefangenen Christen in der Türckey erkleret vnd vormeldet wird. ( ...) Gedruckt zu Franckfurt an der Oder Nicolaum Voltzen. anno M.D.LXXXXV. 1595.

Leyser, Polycarp: Zwo Christlicher Predigten, Eine Uber das Evangelium am 25. Sontag nach Trinitatis. Die Ander, Uber das ander Capitel des Propheten Joel, Daraus genommen ist ein Christliche vermanung zu wahrer Buss vnd eiferigem Gebet wider den Turcken... Zu Wittenberg gehalten, Durch D. Polycarpum Leisern. Wittemberg, Gedruckt bey M. Simon Gronenberg, 1593, s. 71-72.

Luther, Martin: Chronica unnd Beschreibung der Türckey. Mit eyner Vorrhed D. Martini Lutheri. Unverânderter Nachdruck der Ausgabe Nürnberg 1530 sowie fünf weiterer „Türkendrucke“ des 15. und 16. Jahrhunderts. In: Göllner, Carl: Mit einer Einführung von Carl Göllner. Köln; Wien: Böhlau, 1983.

Luther, Martin: Vermanunge zum Gebet/ Wider den Türcken. Mart. Luth. Wittemberg. 1541 (Gedruckt... durch Nickel Schirlentz...)

Luther, Martin: Gey stliche Kriegsrüstung wider den Turcken. Strassburg 1 566.

Luther, Martin: Catechismus D. Martini Lutheri. Mit angehengten Fragen und Antworten, wider welche Stücke dieser Catechistischen Lere, fürnemlich das Antichristische Bapstumb, und alle newe Rotten und Secken streiten. Auffs newe zugericht, und mit etlichen und nützlichen Fragen und Antworten vermehret und verbessert, Durch lohannem Hauserum Carinthium, Diener am Evangelio Jesu Christi zu Musla, in Marggraffthumb Mârhern. Sampt den Morgen und Abende Vor unnd nach Tisch Gebetlein, Haustaffeln und Lytaney, Gedruckt im Jahr 1594.

Luther, Martin: D. Martin Luthers Werke.

Kritische Gesamtausgabe. Bd. 11, 15, 17, 18, 19, 26, 29, 30, 35, 50, 53. Weimar: Böhlau, 1964.

Luther, Martin: D. Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Bd. 62, Ortsregister. Weimar: Böhlau, 1986.

Luther, Martin: D. Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Bd. 1, 4, 5, 6, 10. Briefwechsel. Weimar: Böhlau, 1 969.

Luther, Martin: D. Martin Luthers Werke.

Kritische Gesamtausgabe. Bd. 1, 2, 4, 5.

Tischreden. Weimar: Böhlau, 1967.

Luther, Martin: [Geistliche Lieder und Kirchengesânge] Luthers geistliche Lieder und Kirchengesânge. Vollst. Neued. in Erg. zu Bd. 35d. Weimarer Ausg./ bearbeitet von Markus Jenny. Köln; Wien: Böhlau, 1985.

Meder, David: Christlich Gebet wider den Türcken/ in Schulen und Heüsern unter dem leuten der TürckenGlocken/ zu sprechen/ Für die Kirche zu Oringew gestellt. Durch Davidem Mederum. Der Graufschafft Hohenloe Su perintendentem generalem, und Predigern zu Oringew. Gedruckt zu Nürnb erg/ durch Valentin Fuhrmann. [um 1580]

Miller, Georg: Zehen Predigten vom Türcken IN welchen gehandlet wird vom ursprung unnd Anfang/ Glauben vnd Religion/ unfug vnd Tyranney/ beharrlichen Sieg und langwirigem Glück wider die Christenheit /unnd eigentlichen ursachen desselbigen/ auch vom entlichen fall und abnemen des Mahometischen oder Türkischen Grewelreichs: Auch wie diesem Feinde von der Christenheit müsse begegenet... werden. Gehalten In der Pfarrkirchen bey der löblichen Universitet Jena Durch GEORGIUM MYLIUM der H.Schrifft Doctorem vnnd Professorem daselbsten. Gedruckt zu Jena durch Tobiam Steinman/ In verlegung Salomon Gruners/ Bibliopolae Ienensis, Anno 1595.

Mylius, Georg: Land Tags Predigt/ WJe Christliche Landschaften/ auff ergangene Ausschreiben jhrer gnâdigen und LandsFürstlichen Oberkeit/ sich auff gemeinen LandTagen: Bevorab bey gegenwertiger vorstehender Gefahr gemeiner Christenheit/ wegen des Türcken/ bezeigen und verhalten sollen. Gehalten Zu Weymar in der SchloŞkirchen/ auff dem angestalten LandTag daselbsten/ 6.Decembr. Anno 1596. Durch Georgium Mylium, D. unnd Professorn zu Jhena. Gedruckt zu Jhena durch Tobiam Steinman/ Anno 1597.

Nas, Johannes: Ein schöne Tröstliche Kriegs und Sigspredig. Über das Evangeliu/ wie Christus im schifflein schlaffend/ von seinen Jüngern/ in Höchsten nöten erweckt/ und das ungestümb Meer gestillt wirt/ Matth. am 8. Mit gewiser erzelung/ der gewaltigen victori/ welche Gott seinen glaubigen/ den Catholischen Christen / wider den grewlichen Türcken/ und Ertzfeind der Christenhait verliehen hat/ Anno Dni 1571. den 7. Octob. ...F. lohann Nass. Gedruckt zu Jngolstatt/ 1572.

Nas, Johannes: Ein schöne Tröstliche Newe jarspredig. Uber das Evangeliu/ wie Christus im Schifflein schlaffend/ von seinen Jüngern/ in höchsten nöten erweckt/ vnd das unge stümb Meer gestilt wirt/ Matth. 8. Darinn under andern Exempeln auch zum thail beschriben wirt/ die Göttlich gut bottschafft der gewaltigen sighafften newenzeytung/ welche Gott seinen glaubigen/ wider den grewlichen Türcken/ un Ertzfeind des Christlichen Namens/ gnedigst verliehen hat/ Anno Christi 1571. den 7.Octo. F. lohann. Nass. Gedruckt zu Ingolstatt. MD.LXXII. (1572).

Nenninger, Mattheus: Ein Andechtigs Christlichs Gebet wider den Türcken: In dieser gefâhrlichen Zeyt tâglich zugebrauchen sonderlich wan man zu Mittag die groŞ Glocken leutet. Gedruckt zu Passau, 1593.

Nenninger, Mattheus: Ein kurtze BuŞ und AblaŞpredig/ für die Pfarrer/ Prediger un Seelsorger/ dem gemainen Volck in jetzigem publicierten auŞgefertigten IVBILEO fürzutragen. Gedruckt zu Passaw/ bey Mattheo Nenninger. Anno M.D.XCV. (1595).

Neser, Augustin: Wie man dem grimmen Wüterich und Christlichen blutsdurstigen Tyrannen/ in allweg widerstand thun möchte. Tröstlicher/ nutzlicher unnd notwendiger Bericht ann alle Stând. In wölchem angezaigt wirdt/ wie sich in diser fürgefallner KriegŞnoth ein yederhalten soll. Erstlichen die Geistlichen mit Betten unnd hilff. Zum anderen/ die Weltlich Obrigkait unnd Ritterschafft zc. mit der gegenwehr. Zum Dritten/ die die Bawr und Burgerschafft mit bawen des fe ldts/ auch fürsehung aller nottdurft zu dem Krieg. Gestellt unnd in Truck verfertiget durch M. Augustinum Neser von Fürstenberg/ SS.Theol. Baccal. form Pfarrherrn zu Ingolstat zu unser lieben Frawen. Zum end findt man auch ein andâchtigs gebett wider den Türcken. Getruckt zu Ingolstatt durch Alexander und Samuel Weissenhorn, 1566.

Neser, Augustin: Ein newe Catholische Predig. Auff des Türcken Niderlag, mit hülff Gottes, durch den dreyfachen heiligen Catholischen Bundt, beschehen. Durch M. Augustinum Neser von Fürstenberg, Theologia Candidatum, Für: Bay: Capellan, und Prediger zu Landsperg, in Druck verfertigt. Gedruckt zu München, bey Adam Berg. Anno M.D.LXXII, 1572, s. 125­126.

Newber, Salomon: “Ein Bitgesang, zu Got Vater, Son und Heiligen Geist, In gegenwertiger Türcken not In dem Thon: Aus tieffer not zu singen. Sampt Zweyen schönen Christlichen Gebeten, gegen dem Erbfeind dem Türcken. Got umb hülff anzuruffen, etc. (inc. rappr. Uno stemma) M.D.LXVI.” (1566) In fine: “Gedruckt zu Nürnberg, durch Salomon Newber, bey dem schwartzen Creutz...

Osiander, Andreas: Vnterricht/ vnd vermanung/ wie man wider den Türcken peten vnd streyten soll. Auff ansuchung etlicher guter Herrn vnd Freunde. An die jhenigen gestelt/ bey denen der Türck schon angriffen/ vnd schaden gethon/ vnd sie desselben noch alle tag gewertig sein müssen. Andreas Osiander. 1542. [Nürnberg: Johann Petreius]

Osiander, Lukas: Christlicher/ notwendiger Bericht/ Welcher Gestalt sich die Christen darein schicken sollen/ damit sie dem Türcken ein beharrlichen abbruch thun/ unnd ein heilsamen Sig erlangen mögen. DarauŞ auch zuvernemen/ waran es biŞ daher gefehlet/ daŞ dem Türcken kein glücklicher Widerstad gethon worden/ sondern sein Macht je lânger je mehr zugenommen. Allen Christlichen Evangelischen Heerpredigern unnd Kriegsleuten nutzlich zulesen. Geschrieben durch Lucam Osiandrum D. Getruckt zu Tübingen/ Bey Georgen Gruppenbach. M.D.XCV. (1595).

Praetorius, Stephan: Von beiden Sacramenten kurtze und nützliche erinnerung: Zusampt

etliche Gebetlin, 1594.

Roepke, Johann: Christlyke und Geistryke Gebede, wedder den grusamen Viendt den Torcken, uth Gades Worde, unde etlyker vornemer Theologen, als D. Martini Lutheri, M.Iohannis Mathesij... D. lohannis Wigandi, D. Polycarpi Leiseri, M.Andreae Pouchenij, M. Stephani Praetorij, schrifften, neuenst einer Vormaninge und Trostschrifft wedder den Törcken...thosamende geordnet, unde in Sassische sprake gebracht, Dorch Iohannem Roepken. Rostock, Steph. Müllemann, 1595.

Roth, Friedrich: Türckenglocke. Das ist: Kurze und einfeltige anleytung, wie man jetzo in vorstehender gefahr der Christenheit von dem Türcken her, rhürende, in der Gemeine Gottes, und ein jeglicher Christlicher HauŞvatter in seiner HauŞkirchen, mit seinem Weib, Kindern und Gesinde, den lieben Gott umb hülff und Errettung, mit demütigem Gebett ersuchen sollen. 1596.

Rotterdam, Erasmus von: Dialogvs, ivlivs exclvsvs e Coelis. Julius vor der verschlossenen Himmelstür, ein Dialog. Institutio principis christiani. Die Erziehung des christlichen Fürsten. Querela Pacis. Die Klage des Friedens. Übersetzt, eingeleitet und mit Anmerkungen versehen von Gertraut Christian. Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968.

Rottmann, Heinrich Johann:

Treuhertzige/hochzeittige Auffmunterung. Der sichere/ Schlumerenden/ Sorg/ und Rewlosen Christenheit/ Zu heutigem Türcken Krieg. Darinne sie auŞ aller hand vernüfftgemâssen ursachen/ unnd historischenExemplen/ sich wider den Ertz unnd Erbfeind den Türcken gerüst unnd auff zumachen/ auffgemuntert Unnd vermanet würd. Vor diesem/ Anno 93. inn einer sehr schönen zierlichen Lateinischen Oration/ durch den Ehrnvesten hochgelehten/ Herrn Mattheum Dresserum Doctorem und Professorn zu Leipzig/ recitiert unnd inn Druck gegeben. Jetzmals gemeiner Teutscher Nation/ zu gutem/ und trewhertziger Warnung auch inn unser Teutsche Sprach verdolmetscht unnd ubergesetzt. Durch Johannem Heinricum Rottmannum. Pfarrherrn zu S. Aurelien in StraŞburg/ bey B. Johanssligen Erben. Anno 1595.

Sagstetter, Urban: Christliche Kriegsrüstung. Das ist/ Christliche BuŞ unnd Trostpredigen/ sampt angehefften vermanungen zu embsigem un andechtigen Gebet/ wider den grausamen Tyrannen und Ertzfeind Christlichen Namens und Glaubens den Türcken un desselben Blutdürstigs fürnemen/ damit Er die Christenhait verschinen. MDLXVI jar an der Osterreichischen Grântzen abermals mit Heereskrafft überzogen/ damals gepredigt zu Wienn in Osterreich/ Durch Den hochwürdigen in Gott Fürsten und Herrn/ Herrn Urban Bischouen zu Gurgf/ Röm.Kay. M. zc. Kath und Administratorn des Bistumbs Wienn. Gedruckt zu Wienn in Osterreich/ durch Caspar Steinhofer. ANNO MDLXVII.

Sandizell, Moritz von: Wider den laydigen Türcken unnd sein grausams fürnemen gemaine Gebet von der Canzel zu diser zeit abzulesen und im HauŞ tâglich zugebrauchen. Gedruckt zu Dillingen durch Sebaldum Mayer, 1566.

Scherer, Georg: Ein Christliche Heer-Predig. Allen Kriegs-Obristen/ Hauptleuthen/ Beuelchshabern zc. un dem gantz Christlichen KriegsŞvolck/ so sich der zeit in Hungern wider die Türcken gebrauchen lassen/ zu einer nachrichtung in Druck verfertigt. Durch Georgen Scherer Societatis IHESU Theologum. Gedruckt zu Wienn in Osterreich/ bey Leonhard Formica. 1595.

Scherer, Georg: Ein trewhertzige Vermahnung/ DaŞ die Christen dem Türcken nicht Huldigen/ sondern Ritterlich wider jhn streitten sollen. Geprediget auff dem Königklichen SchloŞ zu PreŞburg in Hungern/ am ersten Sontag in der Fasten/ im wehrenden Landtage Durch Georgium Scherer/ Societatis IESV Theologum ....Gedruckt zu Dilingen/ durch Johannes Mayer. 1597.

SchneegaŞ, Cyriacus: Zwey und Zwantzig Christliche Vierstimmige Bete und Tro st- Gesanglein. In jetziger fehrlichen Zeit, Sonderlich wider den Erbfeind, den Türcken, in Kirchen, Schulen und Heusern wol zu gebrauchen. Erffurdt: Bawman, 1597.

Türck, Bernhardin: Das der Türck/ ein Erbfeind aller Christen/ weder traw noch glauben halte/ klare beweysung aus den geschichten biŞher in kurtzen jaren von jme begangen. Unsere Kriegsleut haben hierin wol zu bedencken/ wie die Türcken nach der Schlacht/ Eroberungen und Abzügen/ allererst ansahen mer zu tyrannistren uber die/ so sich jnen ergebe/ dan wider die jnen widerstand thun. Darüb ists besser/ dapfer wider sie kriege/ dann sich in ein vertrag begebe. 1542.

Wachter, Georg: Zwei newe Lieder und anrüffungen zu Got umb hilf wider den Türcke. Das erst mag gesungen werden wie der CXIX. Psalm. Es seind doch selig alle die: Und das ander als der CXXXX. Psalm. Aus tieffer not schrey ich zu dir. Oder als der XI. XII oder XIII. Psalm. Mit sampt eynem Gebet umb Gnad zu Bitten. Gedruckt zu Nürnberg, um 1530.

Wilhelm V., Bayern, Herzog: Von Gottes Gnaden Wir Wilhelm Pfalzgrave bey Rhein, Hertzog in Obern und Nidern Bayrn. (Anordnung 1593.11.12) München, 1593.

Wilhelm V., Bayern, Herzog: Von Gottes Gnaden Wir Wilhelm Pfaltzgraffe bey Rhein, Hertzog in Obern unnd Nidern Bayrn. (Anordnung 1596.04 25) München, 1596.

Wolder, Simon: New Türckenbüchlein dergleichen vor dieser zeit nie gedruckt worden. Rathschlag/ vnnd Christliches bedencken/ Wie ohne sonderliche beschwerde der Obrigkeit/ auch der Vnterhanen/ der Christenheit Erbfeind/ der Türck/ ...zu vberwinden were .... zusammen getragen vnd begriffen/ Durch Simon Wolder Pommern. ... Jtem/ Kriegs anschlag/ oder vngeferliche vberlegung/ was einem Kriegsfürsten ein anzahl

Kriegsvolck... auffzubringen... auffgehet/

Gestellet durch Fridericum Orthlepium Vveinheimensem. [(Hrsg.v.(M.heinricus

Meibomius Poeta Caesarius...)] Gedruckt zu Zerbst/ Jn verlegung Lüdeke Brandes Seligen

Erben/ Anno 1595.

Anonim: Ain anschlag wie man dem Türcke widerstand thun mag und durch ganz christenhait baide von gaistliche un weltliche stand geleyche bürde getrage würde on beschwerniŞ mit ordenung der müntz, mit ordenung der müntz gar schön zulesen. Augsburg: 1522.

Anonim: Ain Ermannung wider Die Türcken/ Und wie sy die Christen durchechtend. Im land Ungern. Im iar MD XX II.

Anonim: Geystliche KriegŞrustug. Wider den Türcken. Das ist Gebet, Psalmen und christliche Gesang zu Gott dem allmaechtigen, umb Victori und Sieg, wider des christlichen Namens Erbfeind, den Turcken. Allen Christen unnd frommen HauŞvattern, so man die Turckenglock leuttet und sonst zu gebrauchen. Gedruckt zu StraŞburg am Kornmarckt. 1566.

Anonim: Gebet wider die fürstehende not des Türcken und anderer Landplagen halben. 1566

Anonim: Newe Zeitung. Wie der Türck, Die Statt Nicosiam, in Cipern, dieses verlauffenen 1571. Jar, eingenommen, auch wie viel Tausent Christen er Gefangen, etliche Tausent Gesebelt, was von gemeinem Kriegsvolck, gewesen ist, was aber Junckern, und ansehenliche leute waren, hat er gen Constantinopel, und Alexandria geschickt, etliche Tausent haben sich, ir Weib unnd Kindt, das sie den Türcken inn die hende kemen, jemmerlich erstochen, und umbbracht. Gedruckt zu StraŞburg am Kornmarckt. 1571.

Anonim: Rosenkranz, die ewige freud und Seligkait, alda ich dich mit allen lieben hayligen mög loben und preysen ohn end, inn alle ewigkait, Amen. 50. Ave Maria. Ich glaub in Gott. (ca. 1590).

Anonim: Ein Christlich Gebett, wider den Türcken. München, 1592.

Anonim: Ein Christlich Gebet, wider deŞ Türcken grausamb wüten unnd Tiraney. Matth. 8. Herz hilff uns, wir verderben. Gedruckt zu

Thierhaubten. 1594.

İKİNCİL KAYNAKLAR

Abdullah, Muhammad S.: Geschichte des Islams in Deutschland. Graz; Wien; Köln: Styria, 1981.

Ackerl, Isabella: Von Türken belagert-von Christen entsetzt. Das belagerte Wien 1683. Wien: Österreichischer Bundesverlag, 1983.

Afyoncu, Erhan: Sorularla Osmanlı

İmparatorluğu l. İstanbul: Yeditepe, 2002.

Afyoncu, Erhan: Sorularla Osmanlı

İmparatorluğu lll. İstanbul: Yeditepe, 2005.

Akpınar Dellal, Nevide: Türk Sorunu. Asya- Avrup a Ekseninde Türkler. İstanbul: Büke, 2006.

Aktaş, Ayfer: “Zum Stellenwert der deutschen Sprache im türkischen Bildungssystem-mit einem historischen Blick auf die türkisch- deutschen Beziehungen auf kultureller und wirtschaftlicher Basis”, Gutu, George: GGR-

Beitrâge zur Germanistik, Bd. 18/19. Interkulturelle Grenzgânge. Akten der wissenschaftlichen Tagung aus Anlass des 100. Gründungstages des BukaresterGermanistiklehrstuhls. 5-6.11.2005, s. 319-328.

Albrecht, Edelgard: Das Türkenbild in der ragusanisch-dalmatinischen Literatur des XVI. Jahrhunderts. München: Otto Sagner, 1965.

Althaus, Paul: Forschungen zur evangelischen Gebetsliteratur. Gütersloh 1927.

Andermann, Ulrich: “Geschichtsdeutung und Prophetie. Krisendeutung und -bewâltigung am Beispiel der osmanischen Expansion im Spâtmittelalter und in der Reformationszeit”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann, Wilhelm: Europa und die Türken in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer, 2000, s. 29-54.

Axmacher, Elke: Praxis Evangelorium. Theologie und Frömmigkeit bei Martin Moller 1547-1606). Göttingen: Vandenhoeck&

Ruprecht,1989.

Babinger, Franz: Mehmet der Eroberer und seine Zeit. München: F. Bruckmann, 1953.

Babinger, Franz: Zwei baierische

Türckenbüchlein (1542) und ihr Verfasser. Bayerische Akademie der

Wissenschaften.Philosophisch-Historische Klasse. Sitzungsberichte. Heft 4. München: Verlag der Bayerischen Akademie der Wissenschaften, 1 959.

Bartl, Peter: Der Westbalkan zwischen spanischer Monarchie und osmanischem Reich. Zur Türkenkriegsproblematik an der Wende vom 16. zum 17. Jahrhundert. Wiesbaden: Otto Harrassowitz, 1974.

Bautz, Friedrich Wilhelm; Bautz Traugott: Biographisch-Bibliographisches Kirchenlexikon. Nordhausen: Bautz, 2007.

Bâumer, Remigius: Martin Luther und der Papst. 5., durchgesehene Auflage mit einem neuen Kapitel: Die wissenschaftliche Diskussion über “Luther und der Papst” seit 1971 bis 1986. Münster: Aschendorff, 1987.

Betz, Hans Dieter: (RGG) Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 3, Bd. 4, Tübingen: Mohr Siebeck, 1999.

Betz, Hans Dieter: (RGG): Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 2. Tübingen: Mohr Siebeck, 2000.

Betz, Hans Dieter: (RGG) Religion in Geschichte und Gegenwart: Handwörterbuch für Theologie und Religionswissenschaft. Bd. 6. Tübingen: Mohr Siebeck, 2003.

Blusch, J.: “Enea Silvio Piccolomini und Giannantonio Campano. Die unterschiedlichen Darstellungsprinzipien in ihren Türkenreden”, Humanistica Lovaniensia. Journal of Neo-Latin Studies. Vol. XXVIII-1979. Leuven University Press.

Bobzin, Hartmut: Der Koran im Zeitalter der Reformation: Studien zur Frühgeschichte der Arabistik und Islamkunde in Europa. Beiruter Texte und Studien; Bd. 42. Stuttgart: Steiner, 1995.

Bornkamm, Karin; Ebeling, Gerhard: Martin Luther. Ausgewâhlte Schriften. Christen und weltliches Regiment. Bd. 4, Bd. 5. Frankfurt am Main: Insel, 1982.

Bosbach, Franz: Feindbilder. Die Darstellung des Gegners in der politischen Publizistik des Mittelalters und der Neuzeit. Köln, Weimar, Wien: Böhlau, 1992.

Brecht, Martin: “Luther und die Türken”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann, Wilhelm: Europa und die Türken in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer, 2000, s. 9-27.

Bremer, Kai: “Conversus, confirma fratres tuos. Zum ‘Ich’ in Konversationsberichten in den ersten Jahrzehnten nach der Reformation”, in: zeitenblicke 1 (2002), Nr. 2 [20.12.2002], URL:

<http://www.zeitenblicke.historicum.net/2002/02,

Brenner, Hartmut: Protestantische Orthodoxie und İslam. Die Herausforderung der türkischen Religion im Spiegel evangelischer Theologen des ausgehenden 16. und des 17. Jahrhunderts. Dissertation. Heidelberg, 1968.

Buchmann, Bertrand Michael: Türkenlieder zu den Türkenliedern und besonders zur zweiten Wiener Türkenbelagerung. Wien, Köln, Graz: Hermann Böhlaus Nachf, 1983.

Cosack, Carl J.: “Zur Literatur der Türkengebete im 16. und 17. Jahrhundert”, Berhard Weiss: Zur Geschichte der evangelisch ascetischen Literatur in Deutschland. Ein Beitrag zur Geschichte des christlichen Lebens wie zur Kultur- und Literaturgeschichte. Basel/ Ludwigsburg 1871.

Coşan, Leyla: “Alman kültüründe Kadı sözcüğünün önemi”. Ana dili. Dil Kültürü ve Eğitim Dergisi, Sayı: 37. İzmir. 2005, s. 89-99 (2005/1).

Coşan, Leyla: “Alman Masallarında Türk İmajı”. Türklük Araştırma Dergisi 18. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. İstanbul,

2005,      s. 261-275 (2005/2).

Coşan, Leyla: “Der Türkengraf”, Yıldız, Cemal/ Beyreli, Latif: Edebiyat, Edebiyat Öğretimi ve Deyişbilim Yazıları. II. cilt Ankara: Pegem, 2006, s.110-117 (2006/1).

Coşan, Leyla: “Viyana kuşatmalarını anlatan iki Alman Halk Şarkısı örneğinde Türk imajı”, Türk Kültürünü İncelemeri Dergisi. The Journal of Turkish Cultural Studies 14. İstanbul: Kocav,

2006,      s.159-184 (2006/2).

Coşan, Leyla: “Türkengebete aus einer anonymen Sammlung des 16. Jahrhunderts”, Baytekin, Binnaz; Uluç, T. Fatih: II. Uluslararası Karşılaştırmalı Edebiyatbilim Kongresi. 07-08 Eylül 2006. “Kuram, alımlama Estetiği, yeni Yaklaşımlar”. Kongre Bildirileri. II. cilt. Sakarya, 2006, s. 2-12 (2006/3).

Coşan, Leyla: “Die Türkenfurcht in den deutschen Kinder-Türkengebeten. Zwei Beispiele”, Lichtenberg, Hagen; Dartan, Muzaffer; Eliş, Ali: Das deutsch-Türkische Verhâltnis. Auswirkungen auf den BeitrittsprozeB der Türkei zur Europâischen Union. Bremen: Universitât Bremen Jean Monnet Lehrstuhl für Europarecht, 2008 (Basımda).

Czapla, Ralf, Georg: Andreas Gryphius. Herodes. Der Ölberg. Lateinische Epik. Weidler Buchverlag, 1999.

Dellal, Nevide Akpınar: Alman Kültür Tarihi’nden seçme Tarihi ve yazınsal Ürünlerde Türkler. (Avrupa’da Türk imgesi’ ne bir katkı) Ankara: Kültür Bakanlığı, 2002.

Delumeau, Jean: Angst im Abendland. Die Geschichte kollektiver Ângste im Europa des 14. bis 18. Jahrhunderts. Deutsch von Monika Hübner, Gabriele Konder und Martina Roters- Burck. Reinbek bei Hamburg: Rohwohlt, 1985.

Denscher, Bernhard: Die Welt des Hans Sachs.

Hrsg. von den Stadtgeschichtlichen Museen im Verlag Hans Carl, Nürnberg, 1976.

Depperman, Klaus: Melchior Hoffman: soziale Unruhen u. apokalypt. Visionen im Zeitalter d. Reformation. Göttingen: Vandenhoeck und Ruprecht, 1979.

Ebermann, Richard: Die Türkenfurcht, ein Beitrag zur Geschichte der öffentlichen Meinung in Deutschland wâhrend der Reformationszeit. Dissertation. Halle a.S.: Hofbuchdruckerei von C.A. Kaemmerer & Co., 1904.

Erkens, Franz-Reiner: Europa und die osmanische Expansion im ausgehenden Mittelalter. Beiheft: 20 zusammengeb. mit Beih.21-23. Berlin: Duncker und Humblot, 1997.

Fechner, Fabian: “Die Seeschlacht von Lepanto”, Brendle, Franz; Schindling, Anton: Religionskriege im alten Reich und in Alteuropa. Münster: Aschendorff, 2006, s. 53-59.

Fessler, Ignaz Aurelius: Geschichte von Ungarn. Bd. 3. Leipzig: 1874.

Fuchs, Guido: Die christliche Deutung der Feinde in den Psalmen. Dargestellt an den Psalmliedern Nikolaus Selneckers (1530-1592). Dissertation. Würzburg, 1986.

Gânsler, Hans-Joachim: Evangelium und

weltliches Schwert: Hintergrund,

Entstehungsgeschichte und Anlass von Luthers

Scheidung zweier Reiche oder Regimente.

Wiesbaden: Franz Steiner, 1983.

Geier, Andrea: “Also ist der Turcke auch vnser Schulmeister... Zur Rhetorik von Identitât und Alteritât in Türkenschriften des 16. Jahrhunderts”, Rahn, Thomas: Krieg und Rhetorik. Tübingen: Max Niemeyer, 2003, s. 19­43.

Glei, Reinhold F.: “Pius Aeneas und der Islam.”, Gerhard Binder; Konrad Ehlich: Religiöse Kommunikation: Formen und Praxis vor der Neuzeit. Trier: WVT Wissenschaftlicher

Verlag Trier, 1997, s. 301-325.

Gold, Winfried: Das Zeitalter Max Emanuels und die Türkenkriege in Europa 1683-1687.

(sechzehnhundertdreiundachtzig bis

sechzehnhundertsiebenundachtzig). München: Nusser, 1976.

Göllner, Carl: Turcica. Die Türkenfrage in der öffentlichen Meinung Europas im 16. Jahrhundert. Bd. 3, 1. Aufl. Baden-Baden: Koerner, 1979.

Gust, Wolfgang: Das Imperium der Sultane. Eine Geschichte des osmanischen Reichs. München; Wien: Carl Hanser, 1995.

Hagemann, Ludwig: Martin Luther und der Islam. Altenberge: Verlag für christlich- islamisches Schrifttum, 1983.

Hagemann, Ludwig: Christentum contra Islam: eine Geschichte gescheiterter Beziehungen. Darmstadt: Primus, 1999.

Hammer, Josef von: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. 1-3.cilt. İstanbul: Kumsaati, 2008.

Haustein, Jörg: Martin Luthers Stellung zum Zauber-und Hexenwesen. Stuttgart, Berlin, Köln: Kohlhammer, 1990.

Hazai, György; Kellner-Heinkele, Barbara: Bibliographisches Handbuch der Turkologie. Eine Bibliographie der Bibliographien vom 18. Jahrhundert bis 1979. Bd. 1. Budapest.

Hermann, Ehrenfried: Türke und

Osmanenreich in der Vorstellung der Zeitgenossen Luthers. Ein Beitrag zur Untersuchung des Türkenschrifttums. Dissertation. Breslau, 1961.

Hohmann, Stefan: “Türkenkrieg und Friedensbund im Spiegel der politischen Lyrik. Auch ein Beitrag zur Entstehung des Europabegriffs”, Zeitschrift für

Literaturwissenschaft und Linguistik. Heft 110. Alteritât. Hg. dieses Heftes: Brigitte Schlieben- Lange. Stuttgart; Weimar: J.B. Metzler 1998, s.128-160.

Höfert, Almut: Den Feind beschreiben. “Türkengefahr” und europâisches Wissen über das Osmanische Reich 1450-1600. Frankfurt am Main: Campus, 2003.

Hummelberger, Walter: Wiens erste Belagerung durch die Türken 1529. Militârhistorische Schriftenreihe. Heft 33, 2. Aufl. Wien, 1981.

Im, Lichte des Halbmonds-Das Abendland und der türkische Orient. Leipzig: Ed. Leipzig, 1995.

Imre, Mihaly: “Der ungarische Türkenkrieg als rhetorisches Thema in der frühen Neuzeit”, Kühlmann, Wilhelm; Schindling, Anton: Deutschland und Ungarn in ihren Bildungs-und Wissenschaftsbeziehungen wâhrend der Renaissance. Stuttgart: Franz Steiner Verlag, 2004, s. 93-107.

İnalcık, Halil: “Önsöz”, Kumrular, Özlem: Avrupa’da Türk düşmanlığının kökeni Türk korkusu. İstanbul: Doğan, 2008.

İnandı, Battal: “Mandelreiss: ‘Türkler geliyor!’”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi, Fakülte Dergisi. Cilt XXXIII-Sayı: 1-2. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1990.

İnandı, Battal: “Alman Halk şiirinde Türkler (13.-16.Yüzyıl)”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafy a Fakültesi, Fakülte Dergisi. Sayı: 369. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1993.

İnandı, Battal: Türkleri konu alan Manzumeleriyle Michael Beheim. Ankara: Bizim Büro Basımevi, 1994.

Jordan, Hermann: Luthers Staatsauffassung. Ein Beitrag zu der Frage des Verhâltnisses von Religion und Politik. Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968.

Jorga, Nicolae: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. 1-6. cilt. İstanbul: Yeditepe, 2005.

Kasper, Walter: Lexikon für Theologie und Kirche. Bd. 4. Freiburg im Breisgau; Basel; Rom; Wien: Herder. 1995.

Kaufmann, Thomas: Universitât und lutherische Konfessionalisierung. Die Rostocker Theologieorofessoren und ihr Beitrag zur theologischen Bildung und kirchlichen Gestaltung im Herzogtum Mecklenburg zwischen 1550-1675. Gütersloh: Gütersloher Verl.-Haus, 1997.

Kaufmann, Thomas: “Türckenbüchlein”. Zur christlichen Wahrnehmung “türkischer Religion” in Spâtmittelalter und Reformation. Göttingen: Vandenhoeck&Ruprecht, 2008.

Kissling, Hans-Joachim: “Militârisch-politische Problematiken zur Türkenfrage im 15. Jahrhundert”, Bohemia. Jahrbuch des Collegium Carolinum. Bd. 5. München: Robert Lerche, 1964. s.108-137.

Kissling, Hans-Joachim: “Die Türkenfrage als europâisches Prob lem”, Harold Steinacker:

Südostdeutsches Archiv. Begründet von Fritz Valjavec. Bd. VII. München: R. Oldenbourg, 1964, s. 39-58.

Kissling, Hans-Joachim: “Türkenfurcht und Türkenhoffnung im 15./16. Jahrhundert. Zur Geschichte eines “Komplexes”, Bernath, Mathias: Südost -Forschungen. Internationale Zeitschrift für Geschichte, Kultur und Landeskunde Südosteuropas. Begründet von Fritz Valjavec. Bd. XXIII. München: R. Oldenbourg, 1 964. s. 1-18.

Kissling, Hans-Joachim: Rechtsproblematiken in den christlich-muslimischen Beziehungen, vorab im Zeitalter der Türkenkriege. Kleine Arbeitsreihe zur Europâischen und Vergleichenden Rechtsgeschichte an der Rechts- und Staatswissenschaftlichen Fakultât der Universitât Graz. Heft 7. Graz: Universitâts- Buchdruckerei Styria, 1974.

Kissling, Hans-Joachim: Hintergrundprobleme in der islamistischen Geschichtsforschung. Kleine Arbeitsreihe zur Europâischen und

Vergleichenden Rechtsgeschichte. Heft 12. Graz: Druck Schodl Weiz, 1979.

Klein, Michael: Geschichtsdenken und Standekritik in apokalyptischer Perspektive. Martin Luthers Meinungs-und Wissensbildung zur ‘Türkenfrage’ auf dem Hintergrund der osmanischen Expansion und im Kontext der reformatorischen Bewegung. 2004.

Kleinlogel, Cornelia: Exotik-Erotik. Zur Geschichte des Türkenbildes in der deutschen Literatur der frühen Neuzeit (1453-1800).

Frankfurt am Main; Bern; New York; Paris: Peter Lang, 1989.

Knappe, Emil: Die Geschichte der Türkenpredigt in Wien. Ein Beitrag zur Kulturgeschichte einer Stadt wahrend der Türkenzeit. Dissertation.

Wien, 1949.

Kocadoru: Yüksel: Die Türken. Studien zu ihrem Bild und seiner Geschichte in Österreich. Dissertation. Klagenfurt, 1990.

Kocadoru, Yüksel: “Avrupa ve Türk îmajı”, Öztürk, Ali Osman: îmaj Yazıları. Konya: 1997, s. 9-14.

Köhler, Manfred: Melanchthon und der İslam. Ein Beitrag zur Klârung des Verhâltnisses zwischen Christentum und Fremdreligionen in der Reformationszeit. Leipzig: Leopold Klotz, 1938.

Kraus, Hans-Joachim: Psalmen. 2. Teilband Psalmen 60-150. 6. Aufl. Neukirchen-Vluyn: Neukirchener Verl., 1989.

Kreiser, Klaus: Der osmanische Staat 1300­1 922. München: R. Oldenbourg, 2001.

Kreiser, Klaus; Neumann, Christoph K.: Kleine Geschichte der Türkei. Stuttgart: Philipp Reclam, 2003.

Kreutel, Richard F.: Der frommen Sultan Bayezid. Die Geschichte seiner Herrschaft (1481-1512) nach den altosmanischen Chroniken des Oruç und des Anonymus

Hanivaldanus. Graz; Wien, Köln: Styria, 1978.

Kula, Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi I. Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1992.

Kula, Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi II. Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1993.

Kula, Onur Bilge: Alman Kültüründe Türk îmgesi III. Ankara: Gündoğan Yay ınevi, 1 997.

Kula, Onur Bilge: “Zum Türkenbild im deutschen Schrifttum vom 11. bis 19. Jahrhundert”, Elçin Kürşat-Ahlers: Türkei und Europa. Facetten einer Beziehung in Vergangenheit und Gegenwart. Frankfurt am Main: IKO-Verl. für Interkulturelle

Kommunikation, 2001, s. 47-63.

Kula, Onur Bilge: Avrupa Kimliği ve Türkiy e. îstanbul: Büke, 2006.

Kumrular, Özlem: Avrupa’da Türk düşmanlığının kökeni Türk korkusu. îstanbul: Doğan, 2008.

Kural, Uta: “Imago Turci-Antiosmanische Propaganda. Aufgezeigt an deutschsprachigen illustrierten Flugblâttern des 16. Jahrhunderts”, Reulecke, Jürgen: Spagat mit Kopftuch. Essays zur Deutsch-Türkischen Sommerakademie. Hamburg: Edition Körber-Stiftung, 1997.

Kuran Burçoğlu, Nedret: “Historischer Überblick über die kulturellen Beziehungen zwischen der Türkei und Deutschland”, Lichtenberg, Hagen; Dartan, Muzaffer; Eliş, Ali: Das deutsch-Türkische Verhâltnis.

Auswirkungen auf den BeitrittsprozeB der Türkei zur Europâischen Union. Bremen: Universitât Bremen Jean Monnet Lehrstuhl für Europarecht, 2002, s. 239-288.

Kuran Burçoğlu, Nedret: Die Wandlungen des Türkenbilde s in Europa: vom 11. Jahrhundert bis zur heutigen Zeit. Zürich: Spur, 2005.

Kurze, Dietrich: Klerus, Ketzer, Kriege und Prophetien: gesammelte Aufsâtze. Warendorf: Fahlbusch, 1996.

Kühlmann, Wilhelm: “Der Poet und das Reich- Politische, kontextuelle und âsthetische Dimensionen der humanistischen Türkenlyrik in Deutschland”, Guthmüller, Bodo; Kühlmann, Wilhelm: Europa und die Türken in der Renaissance. Tübingen: Max Niemeyer, 2000, s.193-248.

Lamparter, Helmut: Luthers Stellung zum Türkenkrieg. Dissertation. Tübingen, 1940. Lebeau, Jean: “Sixt Bircks ‘Judith’ (1539), Erasmus und der Türkenkrieg”. Daphnis. Zeitschrift für Mittlere Deutsche Literatur. Bd. 9. Heft 1, 1980. Editions Rodopi N.V Amsterdam, s. 579-698.

Lerner, Franz: “Die Auswirkungen der Türkenkriege auf die Reichsstadt Frankfurt am Main”, Pickl, Othmar: Die wirtschaftlichen Auswirkungen der Türkenkriege. Die Vortrâge des 1. Internationalen Grazer Symposions zur Wirtschafts-und Sozialgeschichte Südosteuropas. Graz, 1971.

Liepold, Antonio: Wider den Erbfeind christlichen Glaubens. Die Rolle des niederen Adels in den Türkenkriegen des 16. Jahrhunderts. Frankfurt am Main: Peter Lang, 1998.

Lind, Richard: Luthers Stellung zum Kreuz- und Türkenkrieg. Giessen: Kühlsche Universitâtsdruckerei, 1940.

Ludwig, Hans-Jochen: Die Türkenkrieg- Skizzen des Hans von Aachen für Rudolph II. Dissertation. Frankfurt am Main: 1978.

Majoros, Ferenc; Rill, Bernd: Das Osmanische Reich (1300-1922). Die Geschichte einer GroŞmacht. Graz; Wien; Köln: Pustet, 1994.

Mau, Rudolf: “Luthers Stellung zu den Türken”, Junghans, Helmar: Leben und Werk Martin Luthers von 1526 bis 1546. Göttingen: Vandenhoeck und Ruprecht, 1983, s. 647-662.

Matuz, Joseph: Das Osmanische Reich. Grundlinien seiner Geschichte. 3., unverând. Aufl. Darmstadt: Wiss. Buchges., 1994.

Matschke, Klaus-Peter: Das Kreuz und der Halbmond. Die Geschichte der Türkenkriege. Düsseldorf und Zürich: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 2004.

Mertens, Dieter: “Europâischer Friede und Türkenkrieg im Spâtmittelalter.”, Duchhardt, Heinz: Zwischenstaatliche Friedenswahrung in Mittelalter und früher Neuzeit. Köln; Wien: Böhlau, 1991, s. 45-90.

Miller, Athanasius: Die Psalmen. 14. Aufl. Freiburg im Breisgau, Herder-Druckerei, 1 949.

Moore, Cornelia Niekus: “Lutheran Prayers books for children as usage literature in the sixteenth and seventeenth centuries”, Ingen, van Ferdinand; Moore, Cornelia Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit. Funktionen und Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden: Harrassowitz, 2001, s. 113-129.

Müller, Gerhard: Theologische Realenzyklopâdie. Katechumenat/Katechumenen-Kirchenrecht. Bd. 12. 1989.

Müller, Gerhard: Theologische Realenzyklopâdie. Katechumenat/Katechumenen-Kirchenrecht. Bd. 18. 1989.

Müller, Heribert: Kreuzzugsplâne und Kreuzzugspolitik des Herzogs Phillip des Guten von Burgund. Göttingen:

Vandenhoeck&Ruprecht, 1993.

Neumann, Wilhelm: “Die Türkeneinfâlle nach Kârnten”, Valjavec, Fritz: Südost-Forschungen. Bd. XIV. München: R. Oldenbourh, 1955, s. 84­109.

Osborn, Max: Die Teufelliteratur des XVI. Jahrhunderts. Berlin: Mayer&Müller, 1893.

Öztürk, Ali Osman: Das deutsche und türkische Volkslied als sprachliches Kunstwerk. Konya: Doktora Tezi, 1990.

Öztürk, Ali Osman: îmaj Yazıları. Konya: 1997.

Öztürk, Ali Osman: Alman Oryantalizmi. Ankara: Vadi Yayınları, 2000.

Özyurt, Şenol: Die Türkenlieder und das Türkenbild in der deutschen Volksüberlieferung vom 16. bis zum 20. Jahrhundert. München: Wilhelm Fink, 1972.

Pesch, Otto Hermann: Humanismus und Reformation - Martin Luther und Erasmus von Rotterdam in den Konflikten ihrer Zeit. München, Zürich: Schnell&Steiner, 1985.

Pfeffermann, Hans: Die Zusammenarbeit der Renaissancepâpste mit den Türken. Schweiz: Mondial, 1946.

Pfeiler, Hasso: Das Türkenbild in den deutschen Chronicken des 15. Jahrhunderts. Dissertation. Frankfurt am Main, 1956.

Pfiste r, Rudolf: Das Türckenbüchlein Biblianders. Theologische Zeitschrift Basel. Basel: Reinhardt, 1953.

Rabe, Wilhelm: Lassenius, Johannes (1636­92): Ein Beitrag zur Geschichte des lebendigen Luthertums im 17. Jahrhundert. Gütersloh: Bertelsmann, 1933.

Raeder, Siegfried: “Die Türkenpredigten des Jakob Andreâ.”, Brecht, Martin: Theologen und Theologie an der Universitât Tübingen: Beitrâge zur Geschichte der Evangelisch-Theologischen Fakultât. 1. Aufl. Tübingen: Mohr, 1997, s. 96­123.

Reske, Christoph: Die Buchdrucker des 16. und 17. Jahrhunderts im deutschen Sprachgebiet. Auf der Grundlage des gleichnamigen Werkes von Joseph Benzing. Wiesbaden: Harrassowitz, 2007.

Rössler, Helmuth: Grösse und Tragik des christlichen Europa. Europâische Gestalten und Krâfte der deutschen Geschichte vom Spâtmittelalter bis zur Gegenwart. Frankfurt am

Main, Berlin, Bonn: Moritz Diesterweg, 1955.

Sack, Vera: “Glauben” im Zeitalter des Glaubenskampfes. Eine Ode aus dem StraŞburger Humanistenkreis und ihr wahrscheinliches Fortleben in Luthers Reformationslied “Eine feste Burg ist unser Gott”. Textanalysen und -interpretationen. Mit einem Beitrag zur Frühgeschichte des Embles. Freiburg i. Br.: Universitâtsbibliothek, 1988.

Schilling, Michael: Bildpublizistik der frühen Neuzeit: Aufgaben und Leistungen des illustrierten Flugblatts in Deutschland bis um 1700. Tübingen: Niemeyer, 1990.

Schiltberger, Hans: Hans Schiltbergers Reise in die Heidenschaft. Was ein bayerischer Edelmann von 1394 bis 1427 als Gefangener der Türken und Mongolen in Kleinasien, Âgypten, Turkestan der Krim und dem Kaukasus erlebte. Der alten Chronik nacherzâhlt von Rose Grâssel. Hamburg, 1 947.

Schimmel, Annemarie: Der İslam. Eine

Einführung. Stuttgart: Reclam, 1990.

Schmugge, Ludwig: Die Kreuzzüge aus der Sicht humanistischer Geschichtsschreiber: [21. Vorlesung d. Aeneas-Silvius- Stiftung gehalten am 23.4.1984 in d. Univ. Basel]/ Basel; Frankfurt am Main: Helbig und Lichtenhahn, 1987.

Scholze, A.: Die orientalische Frage in der öffentlichen Meinung des 16. Jahrhunderts. Beilage zum Osterprogramm der Realschule Frankenberg/ Sa.1880.

Schreiber, Georg: “Das Türkenmotiv und das deutsche Volkstum”, Volk und Volkstum. Jahrbuch für Volkskunde. München: Kösel- Pustet, 1938, s. 9-54.

Schreiber, Georg: “Deutsche Türkennot und Westfalen”, Petri, Franz: Westfâlische Forschungen. Mitteilungen des

Provinzialinstituts für Westfâlische Landes- und Volkskunde. Bd. 7. Münster/ Köln: Böhlau, 1954, s. 62-70.

Schulz, Friedrich: Die Gebete Luthers: Edition, Bibliographie und Wirkungsgeschichte. Gütersloh: Gütersloher Verlagshaus Mohn, 1976.

Schulze, Winfried: Reich und Türkengefahr im spâten 16. Jahrhundert: Studien zu d. polit. u. gesellschaftl Auswirkungen e. âuBeren Bedrohung. 1. Aufl. München: Beck, 1978.

Seifert, Arno: Der Rückzug der biblischen Prophetie von der neueren Geschichte: Studien zur Geschichte der Reichstheologie des frühneuzeitlichen deutschen Prote stantismus.

Köln; Wien: Böhlau: 1990.

Seybold, Klaus: Die Psalmen. Eine Einführung.

2., durchgesehene Aufl. Stuttgart; Köln; Kohlhammer, 1991.

Spohn, Margret: Alles getürkt. 500 Jahre (Vor)Urteile der Deutschen über die Türken. Oldenburg: bis, 1993.

Stein, Heidi: “Zum Orientbild im 16.

Jahrhundert”, Mitteilungen aus dem Museum für Völkerkunde Leipzig. Leipzig: MV, 1985, s. 20­26.

Steuerwald, Karl: Almanca-Türkçe Sözlük. İstanbul: ABC Kitapevi, 1988.

TDK, Türk Dil Kurumu, 10. baskı, Ankara, 2005.

Thein, Rudolf: Papst Innocenz XI. und die Türkengefahr im Jahre 1683. Diss. Breslau, 1912.

Toth, Istvan György: “Türken und Mönche. Kriegserfahrungen der katholischen Missionare im Ungarn des 17. Jahrhunderts”, Brendle, Franz; Schindling, Anton: Religionskriege im alten Reich und in Alteuropa. Münster: Aschendorff, 2006, s. 217-229.

Veit, Patrice: Das Kirchenlied in der Reformation Martin Luthers: eine thematische und semantische Untersuchung. Stuttgart: Steiner Verlag Wiesbaden GmbH, 1985.

Veit, Patrice: “Die Hausandacht im deutschen Luthertum”, Ingen, van Ferdinand; Moore, Cornelia Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit. Funktionen und Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden: Harrosowitz, 2001, s. 193-206.

Verzeichnis der im deutschen Sprachbereich erschienenen Drucke des 16. Jahrhunderts (VD 16)

Vielau, Helmut-Wolfhardt: Luther und der Türke. Göttingen: Druckerei J. Sârchen Baruth/ Mark-Berlin, 1936.

Vocelka, Karl: Die politische Propaganda Kaiser Rudolfs II. (1576-1612). Verlag der Österreichischen Akademie der Wisenschaften Wien, 1981.

Walch, Georg Joh.: Luther, Martin: Dr. Martin Luthers sâmtliche Schriften. Bd.20.: Abt. 2, Dogmatisch-politische Schriften. Reformations- Schriften-B. Wider die Sacramentirer und andere Schwârmer, sowie auch wider die Juden und

Türken. Gözden geçirilmiş 2. baskının yeniden basımı. St.Louis, Missouri, USA, Concordia Publishing House, 1880-1910. GroŞ Oesingen: Verlag der Luth. Buchh. Harms, 1986.

Wallmann, Johannes: “Zwischen Herzensgebet und Gebetbuch.”, Ingen, van Ferdinand; Moore, Cornelia Niekus: Gebetsliteratur der frühen Neuzeit als Hausfrömmigkeit. Funktionen und Formen in Deutschland und den Niederlanden. Wiesbaden: Harrosowitz, 2001, s. 13-46.

Weiser, Artur: Die Psalmen. Teil 1. Psalm 1 -60.

10. unverânderte Aufl. Göttingen; Zürich: Wandenhoeck & Ruprecht, 1987.

Weiser, Artur: Die Psalmen. Teil 2. Psalm 61­150. 10., unverânderte Aufl. Göttingen; Zürich: Wandenhoeck & Ruprecht, 1987.

Welzig, Werner: Erasmus von Rotterdam, Ausgewâhlte Schriften, WBG, Darmstadt, 5, 1968, s. 361-451.

Wessely, Kurt: Die österreichhische

Militârgrenze. Der deutsche Beitrag zur Verteidigung des Abendlandes gegen die Türken. Der Göttinger Arbeitskreis: Schriftenreihe Heft 43. Kitzingen/Main: Hölzner, 1954.

Werner, Ernst: Die Geburt einer Grossmacht-Die Osmanen (1300-1481). Ein Beitrag zur Genesis des türkischen Feudalismus. Zweite verb. Aufl. Wien; Köln; Graz: Hermann Böhlaus Nachf, 1972.

Weyrauch, Erdmann: “Reformation durch Bücher: Druckstadt Wittenberg”, Gutenberg: 550 Jahre Buchdruck in Europa; [Austellung im Zeughaus der Herzog August Bibliothek Wolfenbüttel vom 5. Mai bis 30. September 1990]/ [Ausstellung und Katalog: Paul Raabe mit Beitr. Von Martin Boghardt...] .-Weinheim: VCH, Acta Humaniora, 1990, s. 53-64.

http://germazope.uni- trier.de/Projects/WBB/lemmasearch

http ://tdkterim. gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime

 


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to