Şiilerin Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
İmametine Delalet Eden Delillerin
Bir
Bölümü Hadislerdir İddiaları
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'in imametine delalet eden delillerin bir bölümü hadislerdir.
Bunlardan birincisi şudur:
Müslümanların cumhuruna göre “Önce en yakın soydaşlarını korkut”[1] mealindeki ayet-i
kerime nazil olunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muttalib
oğullarından kırk erkek ve iki kadını Ebu Talib'in evinde toplayarak:
Onlara ziyafet verdi. Onlardan herbiri bir deve yiyecek ve bir tulum
ayran içecek güçte olmasına rağmen, doyuncaya kadar yediler ve içtiler. Ama
yemekten hiçbir şey eksilmedi. Bu durum onları hayrete düşürdü. Böylece
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetinde sâdık olduğu onlara
açıkça görünmüş oldu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
“Ey Muttalib oğulları! Allah, beni bütün insanlara ve hâsseten size
peygamber olarak gönderdi ve “Önce en yakın soydaşlarını korkut” buyurdu. Ben
sizi dile hafif, mizanda ağır gelecek ve onlarla arap ve aceme hâkim
olacağınız, bütün ümmetlere liderlik ederek onlarla cennete gireceğiniz ve
cehennemden kurtulacağınız iki kelimeye davet ediyorum. O iki kelime de:
“Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Benim de O'nun Peygamberi olduğuma
inanmaktır. Kim davetime icabet eder ve bana yardımcı olursa, onu kendime
kardeş, vâsî, vezir, vâris ve benden sonra halifem kılacağım.”
Ali: Ben davetine icabet ediyorum ve sana yardımcı olacağım, buyurdu.”
Ey Râfizî!
Yukarıdaki naklin sıhhatinin ispatını istiyoruz. Ne Sünen kitaplarında,
ne Müsnedlerde ve ne de Meğâzî eserlerinde böyle bir şey yoktur.
“Bütün müslümanlar nakletmişlerdir” şeklindeki sözün nerede kaldı? Bu
haber ancak bir uydurmadır.[2]
Sonra yukarıdaki âyet nazil olduğunda Muttalip oğullarının sayıları kırk
kişiye varmamıştı. Hatta Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında
hiçbir zaman kırk kişi olmamışlardır.
Bütün Muttaliboğulları, Abbas, Ebu Talib, Haris ve Ebu Leheb'in
çocuklarından meydana geliyordu.
Ebu Talib' in dört çocuğu vardı. Bunlar Ali, Ca'fer, Akil ve Talib idi.
Talib İslâm'ı görmemiştir. Abbas'ın çocukları ya henüz süt emmekteydiler veya
doğmamışlardı.
Hâris'in üç çocuğu vardı. Bunlar Ebu Süfyan, Rabî'a ve Nevfel idi.
Ebu Leheb'in ise ya iki veya üç çocuğu vardı. Dolayısıyla Muttalib
oğulları On kişi civarında idi. Kırk kişi nerede kaldı?
“Onlardan her birinin bir deve yiyecek ve bir tulum ayran içecek güçte
idi” şeklindeki sözün de yalandır. Çünkü Haşim oğulları çok yemekle tanınmış
değildirler. Onlardan bir tek kişi hakkında bile böyle birşey işitilmemiştir.
Rivayet ettiğin hadisin lafızlarının bozuk olması da onun uydurma
olduğunu gösteriyor. Farzedelim ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
zikrettiğin hadisi kırk kişiye arzetmiştir. Peki hepsi Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) gibi cevap verselerdi kim Ona halife olacaktı? Çünkü
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tümünü irşad etmekle mükelleftir. Hem
de cümlesinin davetine icabet etmelerini istiyordu.
Bütün bunlardan başka Sahihayn'de senin rivayet ettiğinin bâtıl olduğunu
gösteren hadisler vardır. Ebu Hureyre (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Önce en yakın soydaşlarını korkut.”[3]
âyeti inince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün Kureyş kabilesini
çağırdı, onlar da toplandılar. Onlara şöyle buyurdu:
“Ey Ka'b b. Lüeyy oğulları! Kendinizi ateşten kurtarınız.”
“Ey Abd-iŞems oğulları! Kendinizi ateşten kurtarınız.”
“Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi ateşten kurtarınız.”
“Ey Fâtıma! Kendini ateşten kurtar. Ben Allah'a karşı sizin için
bir şey yapamam. Ancak şu kadar var ki, siz benim akrabalarım olduğunuz için,
size üzüleceğim.”[4]
Buhari ve Müslim'de bulunan bir başka rivayette “Önce en yakın soydaşlarını
korkut” mealindeki âyet inince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
şöyle buyurdular:
“Ey Kureyş topluluğu! Müslüman olup nefislerinizi Allah 'ın
azabından koruyunuz!. Yoksa ben, Allah'ın azabından hiçbir şeyi sizden men'
edemem.
Ey Abd-i Menaf oğulları! Sizden de ben Allah'ın azabından hiçbir
şeyi def edemem.
Ey Abbas İbn-i Abdüülmuttalib! Senden de Allah 'ın azabından hiçbir
parçasını men'edemem.
Ey Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halası
Safiyye! Senden de ben Allah'ın azabından bir kısmını olsun def edemem.
Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Malımdan ne dilersen dile, Allah'ın
azabından bir parçasını bile senden def edemem.”[5]
Râfizî şöyle diyor:
“İkinci haber şudur:
“Ey Peygamber! Rabbin tarafından sana indirileni tamamen tebliğ et.”[6]
Mealindeki âyet-i kerime inince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), Gadir Hum'da bir hitapta bulunarak şöyle dedi:
“Ey insanlar! Ben size kendi nefizlerinizden daha evlâ değil miyim? Evet,
dediler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu:
“Ben kimin efendisi isem Ali de Onun efendisidir. Allah'ım! Ali'yi seveni
Sen de sev. O'na düşman olana düşman ol. Ona yardımcı olana Sen de yardımcı ol.
Ondan yardımını kesenden yardımını kes!” Bunun üzerine Ömer:
Ne hoş! Benim ve her mü'min kadın ile erkeğin velisi -efendisi- oldun,
dedi. Buradaki Veli'den kasıt, tasarruf etmektir. Çünkü Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem):
“Ben size kendi nefsinizden daha evlâ değil miyim?”[7] [8]
Şeklindeki istifhamı takriri ile onlara hitap etmiştir.”
Ey Râfizî!
Bu hususta daha önce cevap vermiştik. Âyet, Mâide sûresinde olmasına
rağmen Ğadır Hum hadisesinden çok daha önce nazil olmuştu. Âyetteki “Allah
seni insanlardan koruyacaktır” mealindeki lafızları görmüyor musun?
Bu da âyetin İslâmın başlangıcında nazil olduğunu göstermektedir. Sonra
hadisin başlangıcını Tirmizî ve Ahmed rivayet etmişlerdir. Ama “Allahım! Ali'ye
dost olana dost ol” ve ondan sonra gelen sözler şüphesiz ki yalandır.
İbn-i Hazm şöyle diyor:
“Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) faziletleriyle ilgili
olarak rivayet edilen ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
“Senin bana olan yakınlığın, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı
gibidir”*35
Şeklindeki sözü ile Ali'yi (r.a.) ancak mü'min olan kişinin sevdiğini ve
ancak münafık olanın ona buğzettiğini ve benzeri sözler doğru olup, aynı sözler
ensardan bazıları hakkında da söylendiği rivayet edilmiştir. Ama:
“Ben kimin efendisi isem, Ali de Onun efendisidir” şeklindeki hadisin
sıhhati sabit değildir.
İbn-i Hazm devamla şöyle diyor:
Râfizîlerin delil olarak ileriye sürdükleri diğer bütün hadisler uydurma
olup, hadis ilminden biraz haberi olan bunların uydurma olduklarını gayet iyi
bilir.
Biz de (Ş. İslâm İbn-i Teymiyye) şöyle diyoruz:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Gadir, Hum'da böyle bir şey
söylemiş ise de bununla asla halifeliği kastetmemiştir. Hadisin lafzında da
buna delâlet eden açık birşey yoktur. Böyle önemli olan bir meselenin açıkça
beyan edilmesi gerekirdi. Hadiste geçen “Mevla” kelimesi “dost” mânâsındadır.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki, sizin dostunuz Allah, Resulü ve iman edenlerdir.”[9]
Görülüyor ki, mü'minler Allah (celle celâlühü)'ın velisi (dostu) dirler.
Onlar da birbirlerinin dostudurlar.
Sevgi düşmanlığın zıddıdır. Birbirlerini seven iki kişiden biri daha
büyük ise onun dostluğu iyilik ve yüceliktir. Diğerinin dostluğu da taat ve
ibadettir.
Dolayısıyla Allah, Rasulü ve Ali'nin mü'minlere veli (dost) olmalarının
mânâsı düşmanlığın zıddı olan dostluktur. Mü'minler de düşmanlığın zıddı olan
dostluk ile Allah ve Rasulünü dost edinirler. Bu hüküm her mü'min için bu
şekilde sabittir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de, mü'minlerin
büyüklerinden olup mü'minleri sevdiği gibi, onlar da Onu sever ve dost
bilirler.
Bu hükümde haricîlere redd vardır. Fakat hadiste Ali'den başka
mü'minlerin dostu yoktur, diye birşey mevcut değildir. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem):
“Eşlem, Gifar, Muzeyne, Cuheyne, Kureyş (kabileleri) ve
Ensar insanlar arasında bana en yakın dostlardır. Onların Allah ve Rasulünden
başka dostları yoktur” buyurmuşlardır.
Râfizî şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden hadislerin üçüncüsü Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)ın:
“Ey Ali! Senin bana olan yakınlığın, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı
gibidir. Şu kadar ki, benden sonra peygamber yoktur” şeklindeki hadistir.[10]
Şüphesiz ki Harun Musa'nın halifesi idi. Ondan sonra yaşasaydı onun
yerine geçecekti. Ali de, huzurunda ve gıyabında kısa bir müddet için
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)vekalet ettiği muhakkaktır.
Binaenaleyh Ali'nin, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından
sonra Ona halife olması daha evlâdır.”
Ey Râfizî!
Bu hadis Buhari'de Mevcuttur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
Tebûk seferine giderken bu sözü Ali'ye (r.a.) söylemiştir. Çünkü Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Medineden ayrılırken yerine vekil tayin ediyordu.
Tebük seferine giderken özürlüler, ihtiyarlar, münafıklar ve malum olan üç
kişiden başka orduya katılmayan kalmamıştı. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) ordudan geri kalmak için hiç kimseye izin vermemişti. Fetih günü ve
veda haccına giderken de yaptığı istihlaf (vekâlet) bu şekilde idi. Tebüke
giderken saydıklarımızdan başka Medine'de kalan hiç kimseyi bilmiyoruz. Onun
için istihlaf Rasulullah'ın diğer mu'tad istihfaflarına benzemiyordu. Bunun
üzerine Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ağlıyarak:
Ya Rasulullah! Beni kadın ve çocuklarla mı bırakacaksın? diye sordu.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bana karşı, olan makamının Musa'ya karşı olan Harun'un makamı gibi
olmasını istemez misin?” cevabını verince, Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh), Medine'de kalmayı kabul etti. Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) Medine' de kalmasından dolayı bazı münafıkların Onun
aleyhinde konuştuklarını ve Rasulullah Ona buğzettiği için Onu Medine'de
kendisine vekil olarak bırakmıştır, dediklerini söyleyen de vardır. Bu iddiayı
defetmek içindir ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ben sana güvendiğim için seni yerime bıraktım. Bu istihlaf sona
bir buğz değildir,” diyerek durumu Ali'ye (r.a.) açıklamışlardır.
Çünkü Musa da Harun'u (a.s.) kavmine vekil tayin ederek gönlünü almıştır.
Fakat Rasulullahın istihlâfı, Musa'nın istihlâfı gibi değildi. Çünkü Harun'un
(a.s.) istihfafı Musa'nın (a.s.) bütün kavmine idi. Kendisi de Allah (celle
celâlühü)'a münacaatta bulunmak üzere Tûr dağına çıkmıştı. Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) istihlafı ise yukarda zikrettiğimiz gibi
kadın, çocuk, ihtiyar ve özürlülere idi. Diğer bütün müslümanlar Rasulullah ile
beraber Tebük seferinde idiler. Bir kimsenin:
Bu şunun yerindedir, Bu şunun gibidir v.b. ifadelerde bulunması birşeyi
diğer bir şeye benzetmek içindir. Bu benzetme de sözde ifade edilen mânâya
nisbeten olabilir. Benzetilen şeylerin her hususta eşit olmaları gerekmez.
Nitekim Bedir muharebesinde tutulan esirlerin akıbeti hakkında Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'le (r.a.) istişare ettiğinde onlardan
fidye almasını, Ömer'le istişare edince de onları öldürmesini tavsiye etmesi
üzerine, Rasulullah, (sallallahu aleyhi ve sellem): Onlara şöyle demişlerdir:
“Ey Ebubekir! Senin halinjbrahim'in haline benzer. O, Allah'a: “Kim
bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphe yok ki Sen, çok
yargılayıcı ve bağışlayıcısın.”[11]
demiştir.
“Ey Ömer! Senin halin de Nuh” un haline benzer. O, “Ey Rabbim
yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiç kimse bırakma”[12]
demiştir.
Görülüyor ki Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), İbrahim (a.s.)'a; Ömeri de
(r.a.) Nuh'a (a.s.) benzetilmesine rağmen onlar hiçbir zaman her şeyde bir
olmamışlardır. Buradaki benzetme kelimelerin akışından da anlaşıldığı gibi
şiddet ve yumuşaklıktadır.
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) istihlafı Musa
(a.s.)'ın bulunmadığı zamanda Harun'un (a.s.) Ona vekil olmasına benzer. Hz.
Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) istihlafı yalnız Ona mahsus bir
özellik olmadığı gibi Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı diğer
istihfaflara da benzemez.
Râfizî'nin, Musa (a.s.) Harun'u (a.s.) vekil kıldığı gibi Rasulullah da,
peygamberlik dışında Ali'yi (r.a.) her hususta kendisine vekil kılmıştır, diye
iddia etmesi yanlıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın Ali'ye
(r.a.):
“Harun 'un Musa'ya olan yakınlığı gibi, sen de bana yakın olmak
istemez misin?” şeklindeki ifadesi onu razı etmek ve gönlünü almak
içindir. Eğer Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) her hususta Harun
(a.s.) gibi olsaydı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hicri dokuzuncu
senede Ebubekir'i (r.a.) Ali'nin de aralarında bulunduğu zatlarla emîr olarak
tayin etmezdi. Halbuki Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Hz.
Ebubekir'in (radiyallâhü anh) arkasında namaz kılıyor ve emirlerine itaat
ediyordu. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) düşmanla olan
muahedelerin iptalinde Ali'yi (r.a.) tahsis etmesi arapların adeti icabı idi.
Çünkü araplara göre anlaşmaların akd ve iptalini kavmin kendisine itaat edilen
efendisi yapardı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu iş için ehl-i beytinden
Ali'yi (r.a.) seçmişti.
Râfizî'nin:
“Varlığında ve yokluğunda Ali, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)
kısa müddetler için vekâlet ettiğine göre, gıyabının en uzun müddeti olan
vefatından sonra da Ona halife olması evladır” sözüne gelince şöyle deriz:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), zikredilen zamanlarda Hz.
Ali'den (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) başkasını da yerine vekil olarak
tayin etmiştir. Tebük seferine giderken de Ali'yi (r.a.) Medine'ye vekil olarak
bırakması yalnız Ona mahsus bir özellik değildir. Ondan sonra Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatta iken muhtelif zamanlarda ve ümmetin
bir bölümüne birisini ta'yin etmesi vefatından sonra da o kişinin bütün ümmete
halife olmasını gerektirmez.
Râfizî şöyle diyor:
“Dördüncü delil şudur:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kısa bir müddet için olsa da
Ali'yi Medine'ye emîr olarak tayin etmiştir. Binaenaleyh vefatından sonra da
Ali'nin halife olması gerekir. Bu ta'yin Ali'den başka hiç kimse için vuku
bulmadığı icma' ile sabittir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'yi
Medine'ye emir olarak tayin ettikten sonra da Onu azletmiştir. Binaenaleyh
vefatından sonra Onun halife olması gerekir. Medine'de halife olduğu icma' ile
sabittir.”
Ey Râfizî!
Bu delilin de diğerleri gibi boş bir delildir. Örümceğin örgüsüne benzer.
Bu iddiana bir kaç yönden cevap vereceğiz:
Bir görüşe göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatından
sonrası için Ebubekir'i (r.a.) yerine vekil tayin etmiştir. Sen bunu reddeder,
Ali'yi (r.a.) tayin ettiğini iddia edersen, Râvendiye'ye benzemiş olursun.
Râvendiye de, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası Abbas'ı (r.a.)
vekil tayin ettiğini iddia ediyorlar. Aslında sabit olmuş rivayetler hakkında
biraz bilgisi olan kimse, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
vefatından sonra yerine vekil tayin ettiğini beyan eden hadislerin Ebubekir'e
(r.a.) delâlet ettiklerini çok iyi bilir. Bu hadisler arasında Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ve Abbas'ın (r.a.) istihlafına delâlet
eden hiçbir hadis yoktur.
İkinci görüşe göre istihlâf olmamışsa Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) müslümanları serbest bırakmıştır demektir. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in, hayatında yaptığı istihlaf ise vekâlettir. Bu durum her
idareci için söz konusudur. Vefatından sonra da sorumluluk ondan kalkmıştır.
İsa'dan (a.s.) haber vererek Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Aralarında bulunduğum müddet üzerlerine gözcü idim, Ne zaman ki beni
içlerinden aldın, üzerlerinde gözetleyici yalnız sen kaldın.”[13] “Ali'yi (r.a.) Medine
Emirliğinden azletmemiştir” şeklindeki sözün bir başkasına hakarettir. Bu
sözünle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) maiyetinde yaşadığını iddia ediyorsun. Halbuki
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine'ye teşrif etmekle yerinde
tayin ettiği vekiller otomatikman düşerlerdi. Üstelik senin iddia ettiğin
devrelerde dahi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'yi (r.a.) hac
mevsiminde ve Hz. Ebubekir'in (radiyallâhü anh) emîrliği altında “Berae”
süresiyle Mekke'ye göndermiştir. Onu Yemen'e de vali olarak tayin etmiştir.
Daha sonra Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) veda haccında
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) yetişerek haccetmiştir.
Rafızî şöyle diyor:
“Beşinci delil cumhurun rivayet ettiği ve Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ali'ye söylediği şu hadis-i şeriftir:
“Sen benim kardeşim, vâsim, benden sonraki halifem ve borcumu ödeyecek
olansın.”
Ey Râfizî!
Bu iddianın sıhhatini taleb ediyoruz. “Cumhur bunu rivayet etmiştir”
demekle ölçüyü kaybetmişsin. Eğer bu sözünle hadis âlimlerini kasdediyorsan
iftira etmişsin. Yok eğer Ebu Nua'ym, Megazilî veya Hatib el-Havarzim'i
kasdediyorsan bunların hüccet olmadıkları, ittifak ile sabittir. Dolayısıyla bu
iddianın bâtıl oluşu da ortaya çıkmış oldu.
İbnül-Cevzî yukardaki hadisi Kitabül-Mevzuat (mevzu hadisler kitabı) adlı
eserinde ve Ebu Hatim el-Bestî tarikıyla rivayet ediyor. Hadisin rivayet şekli
şöyledir:
Muharnmed b. Sehl b. Eyyub, Ammar b. Recâ'dan Ubeydullah b. Musa'dan,
Mutr b. Meymun el-iskefî'den, Enes b. Malik'den rivayet ettiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle buyuruyor:
“Benim kardeşim, vezirim ve dostum ehlimdendir. Benden sonra terkedeceklerimin
en hayırlı olanı borcumu ödeyen, verdiğim sözleri yerine getiren Ali b. Ebi
Talib'tir.” Bu hadis uydurmadır.
İbn-i Hibban: Mutr, uydurma hadisleri rivayet ettiği için onun
hadislerini rivayet etmek caiz değildir, diyor. Aynı hadis İbn-i Adiyy
tarikıyla da rivayet edilmiştir. Yalnız mezkûr yolla gelen hadiste “halifem ve
vasîm” sözleri yoktur.
Râfizî şöyle diyor:
“Altıncı delil muâhat (kardeşlik) hadisidir. Şöyle ki:
Enes'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
muhacir ve ensar arasında kardeşlik te'sis ederken Ali de orada duruyordu.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da Onu görüyordu. Buna rağmen Ali ile
ensardan birisi arasında kardeşlik akdetmedi. Bunun üzerine Ali ağlayarak orayı
terketti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ebul Hasan ne yaptı?” diye sorunca:
“ağlayarak gitti,” cevabını verdiler. Fatma da:
“Ey Ali niye ağlıyorsun?” diye sorması üzerine Ali şöyle buyurdu:
“Rasulullah muhacir ile ensar arasında kardeşlik akdetmesine rağmen,
benimle hiç kimse arasında kardeşlik akdetmedi.” Fâtıma:
“Allah seni utandırmasın! Umarım ki seni kendisi için bırakmıştır” dedi.
Bilal:
“Ey Ali! Niye ağlıyorsun? diye sorması üzerine Ali durumu Rasulullah'a
(sallallahu aleyhi ve sellem)haber verdi. O zaman Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyurdu:
“Ben seni kendim için bıraktım. Peygamberin'in kardeşi olman seni
sevindirmez mi?” Ali:
“Elbette sevindirir” dedi. Ondan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Ali'nin elini tutarak mimbere çıktı ve şöyle buyurdu:
“Allah'ım! Bu bendendir, ben de ondan'ım. Biliniz ki Ali'nin bana olan
yakınlığı Harun'un Musa'ya olan yakınlığı gibidir. Mütenebbih olunuz ki, ben
kimin efendisi isem Ali de Onun efendisidir.”
Sonra Ali oradan ayrıldı. Ömer, ona yetişerek Ona:
Ne hoş! Ne hoş! Ey Ebel Hasan! Sen benim ve her müslümanın velisi oldun,
dedi. İşte bu kardeşlik hadisesi Ali'nin üstünlüğüne delâlet ettiği için, Onum
imam olması gerekir.”
Ey Râfizî!
Bu iddian tamamen uydurma olduğu için bâtıldır. Kardeşlik hâdisesi de
hicretin başlangıcında vuku bulmuştur.
Râfizî:
“Ali'nin imametine delâlet eden yedinci delil, Hayber'in fethiyle ilgili
olan hadistir” diyor.
Aslında delil diye iddia ettiği hadis münkerdir.
Hadiste:
“Bana, Allah ve Resulünü seven ve Allah ve Rasulünün de kendisini sevdiği
bir kişiyi gösteriniz” mânâsında bir ifade vardır. Şüphesiz ki Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), Allah ve Rasulünü seviyor. Dolayısıyla
bu ifâdede haricî ve emevilere red vardır.
Eş'arî, Kitab-ül Makâlât adlı eserinde de:
“Haricîler, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) küfrü
üzerinde (haşa!) ittifak etmişlerdir” diyor.
Tabiî ki yukarıdaki hadis yalnız Ali'ye (r.a.) mahsus değildir. Çünkü
başkası da Allah ve Rasulünü sever. Hayber'in Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) vasıtasıyla fethedilmesi ise Onun en üstün oluşuna değil,
belki faziletine delalet eder.
Râfizî şöyle diyor:
“Sekizinci delil kuş ile ilgili haberdir. Şöyleki:
Cumhurun rivayet ettiğine göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
bir kuş getirerek:
“Allahım! İnsanlardan en çok sevdiğini bana gönder ki, benimle bu kuştan
yesin.” buyurması üzerine Ali hemen geliverdi.”
Ey Râfizî!
Kuş hadisesi ile ilgili hadis yalan ve uydurma haberlerdendir.
Rivayetlerin hakikatlerini bilen ve ilim ehli indinde bu durum apaçıktır. Şiî
olmasına rağmen El- Hakim'e kuş hadisini sormaları üzerine; sahih değildir,
cevabını vermiştir.
Hakim, Nesâî, İbn-i Abdilberr'de müteşeyyi olmalarına rağmen hiçbir zaman
Ali'yi (r.a.), Ebubekir ve Ömer'den (r.a.) üstün tutmamışlardır. Aslında hadis
âlimlerinden hiç birisinin Ali'yi (r.a.), Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) üstün
tuttuğu görülmüş değildir. Sonra Rasulullah, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) insanlar arasında Allah (celle celâlühü)'a en sevimli olduğunu
bilmişse, neden onu yemeğe çağırmadı?
Veya neden “Allahım! Ali'yi bana gönder!” demedi de boşuna nefes tüketti?
Üstelik hadiste “Halkından sana ve bana en sevimli olan” mânâsında
lâfızlar vardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), halk arasında kendisine
en sevimli olanı bilmemesi mümkün müdür?
Bundan başka bu haberi nakzeden sahih hadis vardır. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Ümmetten birini dost edinseydim Ebubekir'i edinirdim.”[14]
Bu hadis mütevâtirdir. Buhari'de bulunan bir sahih hadiste beyan edildiğine
göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a, insanları arasında en çok
kimi seversin? diye sormaları üzerine:
“Aişe’yi”
erkeklerden kimi?:
“Babasını” şeklinde cevab vermişlerdir.[15]
Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Sekife günü ve kalabalık bir cemaat huzurunda
Ebubekir'e (r.a.):
“Sen bizim en üstünümüz ve Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)en
çok sevimli olanımızsın” demesi üzerine hiç kimse Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh)
sözüne karşı çıkmamıştır.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan, malını veren,
temizlenen... Ondan, hiç kimsenin bir nimeti yoktur ki, o nimete karşılık
tutulmuş olsun. O, ancak yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir. Muhakkak
O, ileride razı olacaktır.”[16]
Bütün müfessirler, kendisinden bahsedilen zâtın Hz. Ebubekir (radiyallâhü
anh) olduğunu söylemektedirler.[17]
Biz, “El-Etkâ = Takva sahibi” nin bir cemaat olabileceği gibi, şahıs da
olabilir, deriz. Ancak şahıs olduğunu kabul ettiğimizde, bu şahıs Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) değil, Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'dir.
Çünkü âyet-i kerimede:
“...malını veren, temizlenen... Ondan, hiç kimsenin bir nimeti yoktur
ki, o nimete karşılık tutulmuş olsun...” denilmiştir.
Bu vasıf hiçbir surette Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
olamaz. Çünkü sûre Mekke'de nazil olmuş, Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) de Mekke'de fakir idi. Mekke halkının darlığa düştüğü bir
senede Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali'yi (r.a.) maiyetine
almıştı. Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'ye (r.a.)
karşı dünyevî hakkı vardır. Dinî yönden olan hakkının ecrini de Allah
verecektir.
Âyetteki vasıf Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'indir. Ama Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'de başkasından daha muttakîdir. Fakat
malını intak hususunda Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) Ondan üstündür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Ebubekir'in malı kadar hiçbir mal bana fayda vermemiştir.”[18]
“Arkadaşlığına ve malına en çok medyun olduğum kimse Ebubekir'dir.”[19]
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) işkence edilen yedi köleyi satın alarak
onları Allah rızası için âzâd etmiştir.
“El-Etka = takva sahibi” kelimesini cins isim olarak kabul etsek dahi
yine bunların başında Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh), Ondan sonra ashabın ileri
gelenleri ve onların yolunu takib edenler gelir.
Râfizî şöyle diyor:
“Dokuzuncu delil, cumhur'un rivayet ettiklerine göre Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'ye selam göndermeleri için müslümanlara
emretmesidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle
buyururlar:
“Müslümanların efendisi müttekîn'in imamı, yüzleri el ve ayakları (abdest
nurundan) parlak olanların lideri Ali'dir. O, benden sonra her mü'min için en
yakın olandır!”
Bundan dolayı imam Ali'dir.”
Ey Râfizî!
Hadis diye rivayet ettiği bu haberin sıhhatini ispatlamanı taleb
ediyoruz.
Mezkur haber hiçbir sahih veya muteber olan müsned eserde mevcut
değildir. Ancak bazı kişiler, yalancılıkla itham edilmiş, bazı kişilerin
isnadlarıyla yukardaki haberi nakletmişlerdir. Hadis ilminden biraz anlayanın
indinde dahi naklettiğin haber uydurmadır. Onu ma'sum olan Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'a isnad etmek caiz değildir.
Biz, Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir kimsenin,
“müslümanların efendisi, müttekîn'in imamı ve el ve ayakları parlak olanların
lideri” olan birisini tanımıyoruz.
Mevzu bahis olan bu zatları da ashab-ı kiram ve onların yolunu takib
edenlerdir. Sizce bunlar (haşa!) kâfir ve fâsık olduklarına göre Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) nasıl onların lideri olabilir?
Aslında hadisin sahih şekliyle meali şöyledir:
“Muhakkak Ümmetim kıyamet gününde abdest nurlarından yüzleri el ve
ayakları parlak olduğu halde çağrılırlar. Yüzünün parlaklığını arttırmak
isteyen kimse elinden geldiği kadar abdest alsın”[20] Müslim'in bir
başka rivayetinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ben de bunlardan önce gidip havuz başında onları bekliyeceğim”[21]
buyurdular.
Bu hadis, abdest alıp yüzünü, kollarını ve ayaklarını yıkayan herkesin el
ve yüzleri parlak olanlardan olacağını beyan ediyor. Bunlar, sizden başka bütün
ümmeti- Muhammed'tir. Çünkü siz ayaklarınızı yıkamıyorsunuz. Ne Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ve ne de Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) size liderlik etmeyecektir. Ayaktaki parlaklık eldeki gibidir. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Abdesti eksiksiz alınız. Cehennemde yanacak ökçelere yazık!”[22]
buyurmuşlardır. Ayaklarını topuklara kadar yıkamayan hiçbir zaman
abdest nurundan el ve ayakları parlak olanlardan olamaz. Haddi zatında senin
yukarıda rivayet ettiğin hadis tamamen uydurmadır. Çünkü Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in; Ali'yi, Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) -iddia ettiğin gibi-
apaçık üstün tuttuğunu bildiren bir hadisi avam ve havastan hatta müşriklerden
hiçkimse bilmiş değildir.
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre İbn-i Abbas şöyle buyururlar:
“Ömer İbnül Hattab vefat ettiğinde ve hayır ile şehâdet ettiğimiz sırada
ben, bir cemaat içinde ayakta idim, Ömer'in na'şı tabutuna konmuştu. Cemaat
Ömer İbnü'l Hattat için Allah'a dua ettiler. Birisi omuzuma dirseğini koymuş
şöyle diyordu:
“Ey Ömer! Allah sana rahmet etti. Ben, Allah'ın muhakkak seni, iki
dostunla (Rasulullah ve Ebubekir ile) beraber bulunduracağını kuvvetle
umuyorum. Çünkü ben, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çok defa:
“Ben, Ebubekir ve Ömer'le şöyle oldum; ben, Ebubekir ve Ömer'le
şöyle işledim; ben, Ebubekir ve Ömer'le şuraya gittim” dediğini
işitmiştim.
Bunun için ben, Allah'ın seni (Hücre-i saadette) iki dostunla beraber
bulunduracağını kuvvetle umarım. (İbn-i Abbas der ki:) Bir de dönüp baktım ki:
Bu hitabe sahibi, Ali b. Ebî Talib'tir.”[23]
Aslında Ebubekir ve Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh), Ali'ye (r.a.) ve diğerlerine
olan üstünlükleri hiç kimseye kapalı değildir. Hatta Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) ilk taraftarları Onu aşırı bir şekilde seçmelerine
rağmen Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) Ali'ye (r.a.) üstün tutuyorlardı. Ancak Ali'yi
(r.a.) Hz. Osman (radiyallâhü anh)'dan üstün tutarlardı.
Hatta Abdurrezzak, şiî olmasına rağmen Ali'yi (r.a.) sevip de Onun
“Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebubekir ve Hz. Ömer (radiyallâhü
anh)'dir. Bir üçüncü kişinin adını anabilseydim anmış olacaktım şeklindeki bu
sözüne muhalefet etmem günah olarak bana yeter,” demiştir.
Uhud muharebesi sona erdikten sonra müşriklerin komutanı Ebu Süfyan,
müslümanların yakınına gelerek:
Müslümanlar arasında Muhammed var mı? deyip üç defa seslendi.
Peygamberimiz:
“Ona cevap vermeyiniz” dedi. Ebu Süfyan, bundan sonra:
Müslümanlar arasında Ebu Kuhâfe'nin oğlu Ebubekir var mı? diyerek üç kere
sordu. Peygamberimiz:
“Ona cevap vermeyiniz” buyurdu. Ebu Süfyan:
Müslümanlar arasında Hattâb'ın oğlu Ömer var mı? diyerek sordu ve sorusunu
üç kere tekrarladı. Peygamberimiz, yine:
“Ona cevap vermeyiniz” dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan,
kendi arkadaşlarına dönerek:
Herhalde bunların hepsi öldürülmüş! Eğer sağ olsalardı, cevap verirlerdi,
dedi. Ömer dayanamayarak:
“Ey Allah'ın düşmanı! Vallahi sen yalan söylüyorsun! İsimlerini saydığın
kişilerin hepsi de sağdırlar! Allah seni zelîl ve hakîr etmek için, Onları sağ
bıraktı. İşte Rasulullah! İşte Ebubekir! İşte ben!” dedi.[24]
Görülüyor ki, bu düşman ordusunun başı bu üç kişiden başkasını sormamıştır.
Bu hâdise de mezkur zâtların müşrikler karşısında da büyük olduklarını
gösteriyor.
Ey Râfizî!
“O, benden sonra her mü'minin velisidir” şeklinde, ki söz de Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'e isnad edilen bir iftiradır.
Aksine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hayatında da, vefatından
sonra da her mü'minin velisidir. Her mü'min de, Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi
ve sellem) hayatta olsa da vefat etse de onu kendisine veli olarak kabul
etmiştir.
Düşmanlığın zıddı olan bu velayetin (yani dostluk) zamanla ilgisi yoktur.
Emirlik mânâsında olan velayet kasdedilirse, yine de, Rasulullah her
mü'minin velisidir, denilebilir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, Ali'ye:
“Sen bendensin, ben de senden'im”[25] dediği doğrudur.
Azadlı kölesi Zeyd'e:
“Sen kardeşimiz ve efendimizsin ”452
[26]
Ca'fer b. Ebi Talib'e:
“Yaratılışında ve ahlâkında bana benziyorsun” dediği de
sahih hadislerle sabittir.
Buhari ve Müslimde rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), Eş'arî kabilesi için şöyle buyuruyor:
“Hakikaten Eş'arîler, gazada azıklarım bitirirken, yahud Medine'de
ailelerinin yiyeceği azaldığında hemen yanlarındaki erzakı bir yaygı içinde
toplayıp sonra bir kab içinde (ölçerek) aralarında eşit olarak
paylaşmış kimselerdir. Binaenaleyh Eş'ariler bendendir, ben de Eş'arilerdenim.”
Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'ye (r.a.)
söylediği ve gerçekten onun medhine medar olan sözleri hiçbir zaman Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imametine delâlet etmez.
Cüleybîb hakkında da:
“Bu bendendir, ben de ondanım” buyurmuşlardır.
Râfizî şöyle diyor:
“Onuncu delil cumhurun rivayet ettiği şu hadistir:
“Ben size kendilerine sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıtmayacağınız iki
şey bıraktım:
Allah’ın kitabı ve benim soyumdan gelenler. Her ikisi havuz başına
gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklar”.
Başka bir hadiste de:
“Ehl-i Beytim, Nuh'un gemisi gibi aranızda bulunuyorlar. Bu gemiye binen
kurtulur. Ondan ayrılan batar” buyururlar. Ehl-i Beytinin efendisi de Ali olduğuna
göre, herkesin Ona itaat etmesi vaciptir. Binaenaleyh imam Ali olmalıdır.”
Ey Râfizî!
Müslimde bulunan ve Zeyd b. Erkam'ın rivayet ettiği hadisin lafzı
şöyledir:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ğadir Hum'da bize hitab ederek
şöyle buyurdular: “
“Ben size, kendisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıtmıyacağınız
birşey bıraktım. O da Allah'ın kitabıdır. ” [27]
Soyumdan gelenler mânâsındaki “İtretî” lafzı ise Tirmizî'de mevcuttur.
Tirmizî'deki hadisi yalnız Zeyd b. Hasan el-Enmâtî rivayet etmiştir ki, Ebu
Hatim, bu zâtın münkerül hadis olduğunu söylemiştir.
Tirmizîdeki hadis, İbn-i Fudayl, A'meş, Hubeyb b. Ebi Sabit, Zeyd b.
Erkanı, Atiyye, ve Ebu Saîd tarikiyle rivayet edilmiştir. Şöyle ki:
Ebu Said şöyle der:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Ben size kendilerine sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra
asla sapıtmıyacağınız iki şey bıraktım. Biri diğerinden de daha büyüktür.
Bunlardan biri Allah 'ın kitabıdır ki, semadan yeryüzüne sarkıtılan Allah'ın
ipidir. Diğeri de, soyumdan gelenlerdir. Bu ikisi havuz başına gelinceye kadar
birbirinden ayrılmayacaklar. Dikkatli olunuz, nasıl olur da bu iki konuda bana
muhalefet edersiniz?”[28]
Tirmizî, bu hadis için hasendir, demiştir. Gemiden bahseden hadis ise
sahih değildir. Mutemed kitaplardan hiçbirinde de mevcud değildir. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
“Soyumdan gelenlerle, Allah'ın kitabı birbirinden ayrılmayacaklar” şeklindeki
beyanları ise, bunların icmâ'larının hüccet olduğuna delâlet eder. Bazı
âlimlerimiz de bu görüştedirler. Kadı, El-Mu'temed adlı eserinde şöyle diyor:
Hadiste geçen “İtretî” kelimesinin şümuluna bütün “hâşim oğulları” girer.
Bunlar, Ali, Abbas ve Haris b. Abdülmuttalip'in evladıdır. Bunların efendisi de
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
İbn-i Abbas da, peygamber ailesinin en fakîhi idi. Birçok meselede Ali'ye
(r.a.) muhalefet etmiştir. Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) de,
fetva verdiği hususlarda hiç kimsenin kendisine itaat etmesini vâcip
kılmamıştır.
Kaldı ki, itre (Haşimoğulları), ne Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh)' nin imameti ve ne de üstünlüğü üzerinde ittifak etmişlerdir.
Aksine İbn-i Abbas ile bizzat Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)
şöyle diyorlardı:
“Ümmetin en üstünü Ebubekir sonra Ömer'dir. Her ikisinin hilafeti
haktır.”
Hatta Abbasiler, Ali taraftarlarının çoğu, Hasan ile Hüseyin, Ali b.
Hüseyin, Onun oğlu ile torunu Ca'fer es-Sâdık'ın aynı görüşte oldukları
hususunda mütevâtir nakiller vardır.
Sonra ümmetin îcma'ı da itirazsız olarak hüccettir. Bunların da en üstünü
Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) olduğuna göre icma'ı hüccet olan ümmetin en
üstününe ittiba etmek vaciptir. Bunu da kabul etmiyorsanız Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imametiyle ilgili olarak zikrettikleriniz
de tamamen hükümsüzdür.
Râfizî şöyle diyor:
“Onbirinci delil, Cumhurun rivayet ettiği ve Ali'yi sevmeyi ve Ona tabi
olmayı vacip kılan hadistir. Ahmed'in, müsnedinde rivayet ettiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hasan ile Hüseyin'in elinden tutarak:
“Kim ki beni, bu ikisini, onların baba ve annelerimi severse, o kimse
kıyamet gününde benimle derecemde olacaktır.” buyurdular.”
Ey Râfizî!
Ahmed bunu rivayet etmiştir, demek hadisin sıhhatine delâlet etmez. Kaldı
ki Ahmed, onu rivayet etmemiştir. Aksine Kâtiî, mezkûr haberi “Kitabül Fezâil”e
eklemiştir. İbnü'l Cevzî'; Ali b. Ca'fer, Musa b. Ca'fer tarikıyla rivayet
edildiğini beyan ederek onu “El-mevzûât = Uydurma hadisler” adlı eserinde
zikretmiştir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu ölçüsüz sözü söylemesi
mümkün müdür?
Hata eden bir müslüman Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
derecesinde olur mu?
Râfizî şöyle diyor:
“İbn-i Hâleveyh, Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu:
“Kim ki, Allah (celle celâlühü)'ın kendi eliyle yarattığı ve Ona “Ol”
dediği inci dalına sarılmak isterse, benden sonra Ali'yi kendisine Emîr
kılsın.”
Evet yukardaki iddia da yalan yollardan bir tanesidir.
Bu lafzı sana kim göstermiştir?
Üstelik faydası bile yoktur. Nasıl olur da “Allah inci salkımını eliyle
yarattıktan sonra ona “ol” demekle olmuştur.” denilebilir?
Hadislerden anlaşıldığı üzre, Allah (c.c), Âdem'i (a.s.), Kalemi ve Adn
cennetinden başka hiçbir şeyi eliyle yaratmamıştır. Diğer mahlûkata “ol!”
demekle hemen oluvermişlerdir.
Râfizî şöyle diyor:
“Ebu Said Ali'ye :
“Seni sevmek imandır, sana buğzetmek de münafıklıktır. Cennete ilk önce
girecek olan seni seven kimsedir. Cehenneme de ilk girecek olan sana
buğzedendir.” demiştir.
Bu hususta da Rafızi'ye diyeceğimiz şudur:
Bu da yapılan iftiralardan bir tanesidir.
Müslüman, hiçbir zaman haricîlerle Nâsibiler (Ehl-i Beyt düşmanları);
Firavun, Ebu Cehil ve diğer kâfirlerin liderlerinden önce cehenneme
gireceklerdir, der mi?
Yoksa müslümanın, peygamberler başta olmak üzere herkesten önce cennete
girecek olanların, sapık İsmâilîler, yalancı Râfizîler ve fâsık İmâmîler
olduğunu söylemesini mi istersiniz?
Râfizînin iddiası;
Nasîbilerin: “Kim Yezid ile Haccâcı”,
Haricîlerin: “Kim İbn-i Mülcem'i severse cennete, kim de onlara
buğzederse cehenneme girer.” şeklindeki iddialarına benzer.
Râfizî şöyle diyor:
“Haverzem'in en ünlü hatibi, Ebu Zerr'den rivayet ettiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Hilafeti iddia ederek Ali'ye düşmanlık eden kâfirdir. O kimse Allah ve
Rasulüyle harb etmiştir.”
Enes şöyle der: Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında
bulunduğum bir sırada Ali'nin geldiğini gördü ve şöyle buyurdu:
“Ben ve bu (Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)) kıyamet
gününde ümmetime karşı Allah (celle celâlühü)'ın hüccetleriyiz.”
Muaviye b. Haybetül-Kuşeyrî şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'ye:
“Sana buğzederek ölen kimse, yahûdî veya nasrânî olarak ölürse umursama!”
dediğini işittim.
Biz, muhalifimizin buna benzer hadis rivayet etmekle beraber, güvenilir
âlimlerimizin de bunlara benzer daha birçok hadis rivayet ettiklerini
gördüğümüz için, bu hadislere müracaat etmemiz ve onların dışındakilere de sırt
çevirmemiz vacip oldu.”
Ey Râfizî!
Haberin sıhhatini talep ediyoruz. Muvaffak b. Ahmed b. İshak adındaki
Haverzem hatibinin mücerred nakli haberin sübûtuna delâlet edemez. Öyle ki
bahsettiğin bu adam teliflerini uydurma haberlerle doldurmuştur. Bu teliflerine
hayret eden sadık muhaddisler, Allah'ım! Seni tenzih ediyoruz, bu ne büyük
iftiradır, demekten kendilerini alamazlar.
Hadîs ilmini bilenler, yukarıda zikredilen haberle benzeri haberlerin,
ashab ve tabiîn asırlarının sona ermesinden sonra yalancılar tarafından
uydurulan yalanlar olduklarını gayet iyi bilirler.
Biz, tevatür derecesine varan haberlerle biliyoruz ki; Ensar ve
Muhacirler Allah ve Resulünü severlerdi. Rasulullah da onları gayet iyi
seviyordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra imam, o yüce
ashab'ın ittifakı ile Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh)'dir. Yakinen bildiğimiz bu
haberleri, yalan haberlerle reddetmemiz nasıl mümkün olabilir?
Kaldı ki, Râfizî'nin bu iddiaları az da olsa kendisine itimad edilen
hiçbir eserde mevcud değildir. Bütün bunlardan başka Allah (celle celâlühü)'ın
kitabı, bir çok yerlerinde Allah (celle celâlühü)'ın muhacir, ensar ve onlara
iyilikle tabî olanlardan razı olduğunu açıkça beyan ediyor.
Allah (celle celâlühü) şöyle buyuruyor:
“Hakikaten Allah, (Hudeybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte
oldukları vakit, o mü'minlerden razı oldu.”[29]
“(Bilhassa bu ganimet), O, fukara muhacirler içindir ki, (Mekke
müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır.
Onlar, Allah'dan bir rızık ve rıza isterler...”[30]
“And olsun ki, Allah, Peygambere ve güçlük saatinde (Tebük
savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacirler'le
Ensar'a lütfetti...”[31]
Buna benzer daha birçok âyet-i kerime vardır.
Ey Râfizî!
Senin uydurma ve yalan haberlerinle bu nass'ları reddetmek mümkün müdür?
Kaldı ki, senin bu haberlerinde (hâşâ!) Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) Allah ve Rasulüne olan imanını reddeden durumlar mevcuttur.[32]
Ey Râfizî!
Hilafete talib çıkarak Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) ile
mücadele edenlere kâfir diyecek olursan, yine Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) nass ile amel etmediğini iddia etmiş olursun. Halbuki Hz. Ali
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), bizzat onlara müslüman demiştir. Hatta
İbn-i Mülcem, Onu yaralayınca, “Yaşarsam kan sahibi benim” demiş ve onu
öldürtmemiştir. İbn-i Mülcem, Mürted olsaydı, Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) mutlaka onu hemen öldürecekti. Yine Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh)'den mütevâtiren sabit olmuştur ki, o, cemel vakasında
kaçanların takib edilmesini, yaralıların öldürülmesini veya mallarının ganimet
olarak alınmasını nehyetmiştir.
Rivayet ettiğin hadîs'e (!) göre bunlar kâfir ise, onun yalan olduğunu
söyleyen ve onunla amel etmeyen ilk kişi Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) olmuş olur. Sıffin vakasında da karşı taraftan şehid
düşenlerin cenaze namazlarını kılarak:
“Bunlar kardeşlerimizdir. Bize isyan ettiler ama kılıç onları temizledi.”
diyordu.
Biz kesin olarak biliyoruz ki, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh), ona karşı çıkanları hiçbir zaman tekfir etmemiştir. Ali'ye (r.a.) karşı
çıkanlar kâfir olsalardı Hüseyn'in (r.a.) kendi isteğiyle hilafeti onlara
teslim etmesi helâl olmazdı. Halbuki kuvvet bakımından da güçlü idi. Fakat bu
hareketin doğruluğu dedesinin sözüyle ortaya çıktı. Bu hususta Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak benim bu oğlum efendidir. Allah , onunla müslüman iki
büyük kabilenin arasını islah edecektir.”[33]
Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Ama sana göre Allah, onunla
mürtedlerle (hâşâ!) müslümanlar arasını islah etmiştir. Üstelik sana göre
ma'sum imam Allah (celle celâlühü)'ın kullarına olan lütfudur. Halbuki ettiğin
iddialara göre ma'sum imam lütuf değil aksine bela olmuştur. Çünkü ona muhalefet
edenler mürted ona muvafakat edenler de zelîl olmuşlardır. Masum imamdaki
maslahat nerede kaldı?
Hani siz; Allah (celle celâlühü)'ın kullar için maslahatlı olanı
yaratması vaciptir, diyordunuz. Halbuki, Ali'ye (r.a.) karşı çarpışıp onu
tekfir etme imkanını haricîlere veren yine Allah'tır. Ma'sum imamların da,
zimmîler gibi korku altında ve takiyye içinde yaşamalarını takdir eden yine
Allah'tır. Kaldı ki, zimmiler dinlerini açıkça yaşıyorlar. Allah (celle
celâlühü)'a vacip kıldığın lütuf ve maslahat nerede kaldı?
Hem de sen, ma'sum diye iddia ettiğin imamlarının Allah katında insanlara
karşı kesin deliller ve güvenilir âlimler olduklarını, doğru yolun ancak
onların yolu olduğunu, onlara tâbi olunmadığı müddetçe kurtuluşa nail
olunmayacağını iddia ediyorsun. Senin iddia ettiğin sonuncu imam da asırlardan
beri gizlenmiş, insanlar ne dinleri ve ne de dünyaları için ondan asla istifade
etmemişlerdir.
Bundan da anlaşılıyor ki, râfizîliği ancak bir zındık ortaya koymuştur.
Akıl sahibi olan her fert, ehl-i sünnetin Ali'ye (r.a.) karşı bir
tepkileri olmadığını gayet iyi bilir. Onlar asla peygamberlerini tekzib etmez.
Onun emirlerini de reddetmezler.
Ehl-i sünnet, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ali'nin
(kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) imameti hakkında açık nasslarının var
olduğunu bilselerdi, herkesten önce kendileri O'na biat edeceklerdi. Bu
husustaki hükmün ehli sünnete kapalı kaldığını iddia etmek, dinin bir hükmünü
terkettiklerini ileri sürmektir.
Ey Râfizî!
Ehl-i Sünneti nasıl yahudi ve hıristiyanlara benzetebiliyorsun? Aslında
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)yalan isnad ederek onun hakkında
hadis uydurman belâ olarak sana yeter. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyururlar:
“Kasden bana iftira eden, cehennemdeki yerini hazırlasın.”
Evet, Allah ve Resulünün beyan buyurdukları nassları yine onların inadına
gizle, yerin cehennem ehlindendir.
“(İmametin Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) hakkı
olduğuna dair) güvenilir âlimlerimizden birçok hadis rivayet etmişizdir.”
şeklindeki sözüne gelince, sana şöyle cevap veririz:
Bu sözünüz hiç bir zaman âlimlerinizin güvenilir ve onlardan
naklettiğiniz hadislerin de sahih olduklarına delâlet etmez.
Kaldı ki biz ehl-i sünnet vel cemaat olarak hadis âlimlerimizi bazı
hususlarda tenkid etmişizdir. Bu hususta eser bile te'lif edilmiştir. Hadisin
derecesini tesbit etmek için ehl-i sünnet, elinden gelen çabayı göstermiş ve
kimseye dokunmazlık hakkı vermemiştir.
Ama siz râfizîlerin indinde bir muhaddisin güvenilir olabilmesi için,
hadisi ma'sum (!) imamlardan alması ve imamı olması şarttır. Bu evsafta olan
muhaddisin yalan, yanlış veya doğru söylemesi sizce müsavidir. Siz
muhaddislerimizin sizinkiler gibi yalancı olduklarını iddia ediyorsanız, şunu
iyi biliniz ki, aralarında bilerek veya bilmeyerek hadiste yalana teşebbüs eden
olmuşsa da siz her halinizle onlardan daha yalancısınız.
Ama Allah (celle celâlühü)'a hamd olsun hadislerin senedlerine bakmadan
onlarla amel etmek bize haramdır.
Ey sapık râfizî sen nasıl bu âlim güvenilirdir, şu güvenilir değildir,
diyebilirsin?
Bununla beraber ismini hecelemekten de âcizsin!
Gerçek olan elinizdekilerin çoğu ehl-i kitabın elindekiler gibi yalancı
dillerden dökülen haberlerdir.
Kaldı ki, râfizîlerin yalanları darb-i meseller şeklinde dile
getirilmiştir. Haricîlerin sizden daha belalı olduklarını bilmemize rağmen,
onları yalancılıkla itham edemeyiz.
Çünkü onları tecrübe ettik. Onlar leh veya aleyhlerin, de olsa da doğru
olanı araştırıp bulmağa çalışıyorlar. Ama siz öyle değilsiniz. Doğru kişiler
aranızda (deri üzerindeki) ben gibidir.
İbnü'i Mübarek şöyle diyor:
“- Din, hadis ehlinin,
-
kelâm ve hileler rey
ehlinin,
Ehl-i Sünnet ve muhaddisler, arzularına uygun olsa da yalana rıza
göstermezler.
Nakkaş, Katil, Sa'lebî, Ehvaz, Ebu Nua'ym, Hatîb, İbn-i Asâ'kir ve
benzerlerinin, Ebubekir, Ömer, Hz. Osman (radiyallâhü anh), hatta Muaviye'nin
faziletleriyle ilgili olarak nice hadisler rivayet etmişler ki, Ehl-i sünnet'in
muhaddisleri onları kabul etmemişlerdir.
Üstelik onlar arasında bulunan uydurma hadisleri de ortaya
çıkarmışlardır. Hadis senedlerini kontrol ettiklerinde hüviyyeti meçhul olan
birini görseler bile orada dururlar.
Ama siz ey râfizîler!
Hadis ister zaîf ister doğru olsun, onun mutlaka arzunuz istikametinde
olması gerekir ki, hadis olma şartı tahakkuk etsin. Sabit bir nass getirseniz
dahi, sizin bu iddianıza asla delâlet etmez.
Biz ehl-i sünnet olarak kendilerine dayandığımız delililer, Kur'an'ın
nassları, sahih hadisler ve sizden başka bütün müslümanların üzerinde ittifak
ettikleri hükümlerdir. Bu delillere tenakuz arzedecek bütün delilleri
reddederiz.
Ebü'l-Ferac İbnü'i Cevzî şöyle diyor:
“Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) faziletiyle ilgili
sahih hadisler çoktur. Ancak râfizîler bunları yeterli görmediler. Hadis
uydurmaya başladılar fakat Ali'yi (r.a.) yücelteceklerine onu aşağıya çektiler.
İhtiyaç vardır deyip, bâtıl isnadlarla Onun hakkında cildler doldurdular.”
Ama ey Râfizî!
Sen uydurulanların tümünü dile getirmedin. Biz, iddiana delâlet etmek
için uydurulmuş daha nice haberler biliyoruz.
Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh) meziyetleriyle ilgili
olarak uydurulmuş haberlerden bir tanesi Nesâî'nin Abbad b. Abdullah
el-Esedî'den rivayet ettiği haberdir. Habere göre Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) şöyle buyuruyor:
“Ben Allah (celle celâlühü)'ın kulu ve Rasulünün kardeşiyim. En büyük
Sıddîk benim. Benden başka bu sözü söyleyen, ancak yalancıdır. Ben, henüz
insanlar namaz kılmadan önce yedi sene namaz kıldım.” (Hadisi Ahmed b. Nasr
ez-Zerra' rivayet etmiştir)
İbnü'l Cevzî :
“Müslümanlardan yedi sene önce İslâmı kabul ettim.” sözü uydurma olup,
Abbad da itham edilmiş bir şahsiyettir.
İbnü'l Medînî de, Abbad'ın hadiste zaîf olduğunu söylemiştir. Bizce Hz.
Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh), söylemiş olduğu iddia edilen sözden
çok daha sâdık ve itaatkâr idi. Hadisi rivayet eden ya kasden yalan söylemiş
veya yanlış duymuştur.
Ebu'I Ferec şöyle diyor:
“Yukardaki haber ile benzerlerinin bâtıl olduklarını isbat eden delillerden
bir tanesi Hatice, Ebubekir ve Zeyd'in (r.a.), Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh)'den önce müslüman olduklarında ittifakın mevcut olmasıdır.
Hz. Ömer (radiyallâhü anh), Peygamberlikten altı sene ve kırkıncı kişi
olarak İslâmı kabul ettiğine göre, Hz. Ali'nin (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) müslümanlardan yedi sene önce namaz kıldığı iddiası nasıl doğru olabilir?”
Merih' olarak rivayet edilen ve iddiaya göre Hz. Ali'nin (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) “Ben en büyük Sıddık'ım” sözü, Ahmed b. Nasr ez-Zerra'ın[34] uydurmalarındandır.
“Kıyamet gününde benimle ilk münakaşa edecek olan sensin. Sen en büyük
sıddıksın. Sen faruksun. Sen mü'minlerin liderisin.” şeklindeki hadis de
uydurmadır.
Bu hadisin bir başka rivayetinde Abdullah b. Dâhir[35]
vardır ki, İbn-i Main: Ondan haber alınmaz, demiştir.
[1] (Şuara: 26/214)
[2] (Bu
haberi uydurarak Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis diye isnad
eden, Albdul-ğaffar b. Kasım b. Fehd Ebu Meryem el-Kûfî'dir. Uydurmacı bir
şiîdir. Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye “Minhacüssünne” adlı eserinde (4/81.)
mezkûr şahsın haberlerini terketme hususunda icma'ın var olduğunu naklediyor. İbnül
Medenî: Onun hadis uydurduğunu; Nesâî ve Ebu Hatim: Onun rivayet
ettiği hadislere itibar edilmemesi gerektiğini; İbn-i Hibban: Sarhoş
oluncaya kadar şarap içerek haber uydurduğunu; Ahmed b. Hanbel: rivayet
ettiği bütün hadislerin bâtıl olduklarını; Ebu Davud ve Semmak: Onun
yalancı olduğunu söylemektedirler. )
[3] (Şu'ara: 26/214)
[4] (Buhari
Vesaya: 11, Tefsir: 26/2, Nesai Vesaya: 6, Darimi Rikak: 23, Ahmed: 1/206)
[5] (Buhari
Vesaya: 11, Tefsir: 26/2, Nesai Vesaya: 6, Darimi Rikak: 23, Ahmed: 1/206)
[6] (Maide: 5/67)
[7] (Tirmizi Menakıb: 19)
[8] (Buhari
Fedail: 19, Tirmizi Menakıb: 20)
[9] (Maide: 5/55)
[10] (Buhari Fedail: 19, Tirmizi Menakıb: 20)
[11] (İbrahim: 14/36)
[12] (Nuh: 26)
[14] (Ahmed: 1/377, Tirmizi, Menakıb: 14, İbn Mace,
Mukaddime: 11)
[15] (Müslim Fedail: 33, Ahmed: 2/284)
[16] (Leyl: 92/17-21)
[17] (Celâlüddin es-Suyûtî, bu hususta bir
risale yazarak adını “El-Hablül vesîk fî nusreti es-Sıddîk” koymuştur. )
[18] (Ahmed: 1/27)
[19] (Buhari Salat: 80,Fedail: 3,Tirmizi Menakıb: 15, Ahmed: 3/18)
[20] (Buhari Vudu: 3, Müslim Taharet: 34, 35, 40,
Nesai Taharet: 110).
[21] (Müslim Taharet: 34, 35)
[22] (Buhari İlim:3,30 Vudu: 27,29, Müslim Taharet:
5, Ebu Davud Taharet: 48).
[23] (Buhari Edail: 6, Müslim Fedail: 14, İbn
Mace,Mukaddime: 11, Ahmed: 1/112 ).
[24] (Buhari Meğazi: 9,17,20, Cihad: 164).
[25] (Tirmizi Menakıb: 62).
[26] (Buhari Sulh: 6, Fedail: 17, Ahmed: 1/106).
[27] (Muvatta, Kader: 3).
[28] (Tirmizi Menakıb: 77).
[29] (Feth: 48/18)
[30] (Haşr: 59/8),
[31] (Tevbe: 9/117)
[32] (Ebu Zerr (r.a.), tarikiyle rivayet ettikleri uydurma
hadiste, hilafeti iddia ederek Ali'ye karşı çıkanların kâfir oldukları
hususunda ifade vardır. Şiîler Ali'ye (r.a.) karşı çıkanlarla Ebubekir ve
Ömer'i (r.a.) kasdediyorlar. Halbuki Ali (r.a.), her ikisine de biat ederek,
onlara itaat etmiş ve onları övmüştür. Halbuki Ali'nin (r.a.), hilâfeti iddia
ederek Allah ve Rasulüne harb ilân edenleri övmesi onun için noksanlıktır. Bu
durum Ali'nin (r.a.) Allah ve Rasulüne inanmadığını (hâşâ!) gerektirir. (Tabii
ki, şiîlerin farkına varmadan yaptıkları yalan iddialarına göre bu sözler
söylenmiştir.)
[33] (Buhari Sulh: 9, Fedail: 2, Menakıb: 25,
EbuDavud Sünnet: 12, Tirmizi, Menakıb: 30).
[34] (Dârakutnî, Ahmed b. Nasr'ın deccal olduğunu söyledikten sonra, uydurduğu
hadislerden bir tanesini zikrederek şöyle der:
Ali (r.a.) şöyle diyor: Rasulullah ile yola çıktım. Bir
hurma ağacı diğer bir hurma ağacına seslenerek: Bu Nebiyy-i Mustafa,bu da
Aliyy-i Murtazadır, dedi.
Abbad b. Ya'kub er-Revâein hakkında daha evvel bilgi
vermiştik. Ali b. Haşim el-Kûfî el-Hazaz, hakkında da İbn-i Hıbban şöyle diyor:
şırı
giden bir Şiîdir. Buhari de, kendisiyle babasının Şiîlikte aşırı olduklarını
söyler. H. 181 de ölmüştür. )
[35] (Abdullah b. Dâhir el-Ahmerî er-Râzi hakkında
Ahmed b. Hanbel ve Yahya, Onun muteber olmadığını, kendisinden
hayır gelen bir şahsın ondan hadis rivayet etmediğini söylerler.
Akîli, Abdullah b. Dâhir'in berbat bir râfizî olduğunu
söylüyor. )