Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Salâmân ve Absâl…Lâmi‘î Çelebi 3

 


Salâmân ve Absâl
-Nesre Çeviri-

1.     Bâtınî1 bilgi sahibi kişiler için bir rehber olan Allah’ın adıyla...

2.      Her işimizde senden huzuru sağlamam isteriz.

3.      Senin üzüntün, can meclisinin sermayesi; ay ve güneş, gü­zelliğinin mumunun gölgesidir.

4.      Beden ve can, şelkatinle, merhametinle görünür. Yer ve gök, güzelliğinin gülbahçesidir.

5.      Sen güneş gibisin demeğe ne hacet var? Alemin gözüne gözbebeği nurusun.    

6.    İnsanın görünüşünde nurun bellidir. Âlemin görünüşünde rahmetin yazılıdır.

7.    Ay, cömertlik sofranda gümüşten bir tabak; güneş, lütfiı- nun gülbahçesinde la‘l    gibi kırmızı bir yapraktır.

8.    Gönlü hasta olan aşığın cam sensin, soluğu kesilmiş ve şaşkını konuşturan sensin.

9.    Bütün yaratılmışlar ve hata işleyenler de senin ikram dolu sofranın ayrılmayan misafirleridir.

10.    Leylâ’nın3 güzelliği senin güzelliğinin nişanesi olduğu için, Mecnun’un yeri ıztırab çölü oldu.

11.    Şirin’in  dudağım bal gibi ettiğin için, Ferhad’m  kanlı gönlü acıyla doldu.

12.    Azrâ’yı  gül yanaklı ettiğin için, Vamık’ın  gözü ırmak oldu.

13.    Gecenin aydınlığı, mumun alevisin. Güneş gibi sabahın aydınlatıcı güzelliğisin.

14.    Sana göre iyi ve kötü bir olduğu için; iyi de kötü de senin nimetlerinden faydalanır.

15.    Temiz ve sonsuz nur sensin. Her şeyi kaplayan sonsuz de­niz sensin.

16.    Ay ve güneş, onun nurundan güç ve ışık alır. Yer ve gök de bir damlasıyla inci ve cevherle dolar.

17.    Her şeyde senin zatın görünür, sonsuzluk ülkesinde sen­den başka varlık yoktur.

18.    Güzelliğinden ve sevginden az veya çok ne anlatayım: se­ven de, sevilen de sensin.

19.    Seni anlatmaya akıl yol bulamaz, zatının aslım sonsuza ka­dar bilecek kimse de yoktur.

20.     Senin zatının belirtisi belirsizliktir. Bütün varlıklara can veren sensin.

21.     Dokuz felek  senin derdin ile dönerken, güneş senin to­zundan bir zerre bile görmez.

22.     Dört unsur kudretinin dört delilidir, yedi kat yer senin hay­ret denizine batmıştır.

23.     Alt ve üst, arka ve önde olan her şey, güneşinin aydınlı­ğını ufuklara ulaştırmada yeterlidir.

24.     Yazık! Aydınlatan güzelliğini seyretmek için gözlerde can­lılık ve ışık kalmadı.

25.     Canımız su içinde susayan balıklar gibidir, suyu isteriz.

26.     Gönül denizi yine hoş bir şekilde çoştu. Sen inci değerin­deki bu sözlere akıl kulağım ver.

Denizin ortasında gönülleri irfana susamış balıkların çok parlak sineyle su cemalini arayıp, okyanusta bulunan tanıdık irfan sahibi bir balığın katına yüz sürmeleri ve o balığın da bunlara güzelce hitap edip, çok doğru cevap vererek onları tatmin etmesi hakkında balıkların hikayesi.

27.    Bütün balıklar biraraya toplanıp, dünyada suyun varlığın­dan bahsettiler.

28.    Hayatın can çeşmesinin başı, madenlerin beslenme kay­nağı ve bitkilerin gövde gücü ondanmış.

29.    Ağızdan ağıza bu söylenti dolaştığı halde, tüm arayıp sor­malarımıza rağmen o sudan bir iz bulamadık.

30.    Bu yeryüzünü öylesine kuşatan muazzam bir denizdir ki devir, uzunluk ve karmaşıklık ona yüzdür.

31.    Orada sularm mahiyetini bilen temiz huylu, ulu bir ba­lık varmış.

32.    Eğer bu sim bilirse o bilir, çünkü o irfanı bilen ve anlat­mağa yetkiliymiş.

33.    Madem ki biz suyun mahiyetini onun gibi bilmiyoruz, ne­den onu aramak için yola çıkmıyoruz.

34.    Biz burada sudan söz edeceğimize onun uğrunda ölüp de­ğer ve nam kazanalım.

35.    Bunun üzerine tüm balıklar o bilgin balığın huzuruna çı­karak; “Biz hepimiz suyu arayanlarız...”

36.    “Faziletinin bereketiyle bizi suya kandır, parlak gözümüzü aydınlat...”

37.    “Bize lutf edip bu suyun mahiyetini öğret, aksi halde biz susamış canlar bu arzuyla yanıp kül oluruz...”

38.    Madem şefkatin Hızır  gibi halka can vermededir, öyleyse bengi su nerededir göster” dediler.

39.0 bilgin balık: “Ey bugün ağlamaya inlemeye talip olan­lar !”

40.     “Siz bana önce kâinatta sudan başka var olan bir şeyi açıkça gösterin...”

41.     “Ben de gözünüzden gaflet perdesini kaldırıp, suyun gü­zelliğini size göstereyim” dedi.

42.     Yazık ki zannın sana perde olmuş, güneşi bulutun altına gizlemişsin.

43.     Ey güzelliğin parlayan güneşin doğuş yeri olan! Güzelle­rin güzelliği senin ışığına ince bir bulutdur.

44.     Bu nur, her ne kadar senin nuruna perde ise de, can ve gö­nül onunla feyizlenir.

45.     Senin tecelli şimşeğinin eriştiği her kişi, bu perdeden o nuru fark edemez.

46.     Ne zamana kadar güzelliğin perde olup, bu perdeyle ne za­mana kadar dünyayı kendine âşık edeceksin.

47.     Perdeleri yırtarak yüzünün güzelliğini dünyaya korkusuzca göstermek vaktidir.

48.0 parlak yüce nur beni kendimden geçirip, bir gölge iken ay gibi parlak kılsın.

49.     Senin nurun ruhumu aydınlatıp, gözüme senden başka­sını göstermesin.

50.     Ey nuruyla cihan varlıklarının gözünü kamaştıran! Parlak­lığınla yer ve göğün sinesi kavrul-maktadır.

51.     Senin işin yaratılanların birbirlerine uygunluğunu ve haki­katlerin, görünüşünü seyretmektir.

52.     Gönlümü güneş gibi cilalayınca anladım ki bu gibi durum­larda senden başkası yoktur.

53.     Eler nereden baktıysam orada aynı anda senin güzelliğini gördüm.

54.     Eler zerre ay gibi senin aynandır. Senin zatın günde bin ta­raftan görünür.

55.    Hamlinde ikilikten toz zerresi dahi yoktur. Akıl, birlik sa­rayına girmeye ruhsat bulamadı.

56.    Beni bu ikilikten kurtarıp, birliğe ulaştır. Birlik ülkende beni daimi kıl.

57.0 toy delikanlı gibi seslenerek şöyle diyeyim: “Ey Alla­hım! Bu ben miyim, yoksa sen misin?”

58.    “Eğer bensem bu şaşılacak bir kudretdir. Yok sensen ben- deki bu şaşkınlık tuhaftır.”

59.    Bu sırra yol gösterici olmak istiyorsan, ben divaneden ger­çek haberi dinle.

Kalabalık bir şehre indiğinde şaşkınlıktan "ben
kendimi kaybederim" diyerek kabak takan toy köy
delikanlısının hikayesi.

60.    Çölün toz ve toprağında dolaşmaktan kaçmak isteyen toy bir delikanlı, şehre gitmek için hazırlık yapü.

61.    Döne dolaşa heyecanla bir şehre gelen delikanlı, kalabalık halkın hareketliliğini...

62.    Gürültü ve patırtıyı, yası, neşe ve sevinci; dedikoduyu, ekşi ve tatlıyı, acı ve tuzluyu birarada...

63.    Şehirde kiminin gelmekte, kiminin gitmekte olduğunu; ki­minin de saf halkı aldatmaya çahşüğım...

64.    Aklı başında olanlar ve olmayanların; sulh ve cedel ruh ha­liyle bazen anlayışla, bazan dış görünüşe göre karar ver­diklerini gördü.

65.    Bu karışıklığı gören kararsız delikanlı, halkın içinden çı­kıp kenarda bulunmaya niyetlendi.

66.    “Ben eli ayağına dolaşan, bir fikri olmayan, çaresiz ve za­vallı bir kişiyim...”

67.    “Çünkü hurdaki kalabalığı seyrederken kendimi kaybede­ceğimden korkarım.”

68.    “(En iyisi) belâ oku kan dökmeden, yay gibi bedenime bir işaret asayım” dedi.

69.    Meğer bu akılsız, su kabı olarak kullanmak üzere berabe­rinde bir kabak getirmişti.

70.    Kötü bahtının kendine gösterdiği bu oyun karşısmda ka­bağı deve çıngırağı gibi boynuna astı.

71.    “Hayret denizinde şaşkınlık içinde boğulacağım zaman bu kabak benim için bir kurtuluş gemisi olsun.”

72.    “Devran eli boyumu keman gibi büktüğünde, kurtuluş oku için nişan olarak bu yeter” dedi.

73.    Sonra bu haliyle o pazar senin, bu pazar benim şehri baş­tanbaşa gezip gördü.

74.    Tenha bir dükkan köşesi bulunca oraya oturup, çevresini zevkle izlemeye koyuldu.

75.    Pazarda anlatılan efsanelere kulak verip, gaflet şarabını kana kana içti.

76.    Gözlerini gaflet uykusu bağlaymca, Arif  biri dikkatlice boynundaki kabağın düğümünü çözdü.

77.     Arif kişi: “Kanaatimce bu kabak boş değildir. İçinde ne ol­duğunu bir öğreneyim” dedi.

78.     Onu taklid ederek kabağı boynuna astı ve o saf delikan­lıya seslenerek bağırdı:

79.     “Ey gafil ! Burda yan gelip yatıyorsun, bizimle bir alışve­riş yapmayacak mısın?”

80.     ‘ ‘Eğer bir alışverişin yoksa bu dükkanın önünü durak edinme git, uzaklaş” dedi.

81.0 zavallı toy delikanlı gözünü açınca, boynunda kabağın ve ipin olmadığım gördü.

82.     Şaşkınlığından her tarafa bakındı ve kabağı diğerinin boy­nunda görerek dövündü.

83.     Ona, karışıklığı kastederek: “Sen ben gibisin öyleyse ben kimim, bu şaşılacak bir şeydir.”

84.     “Ben ben isem bu kabak sende ne geziyor? Ben sen isem benim yerimde duran kimdir?” dedi.

85.     Ey Tannm! O hayret çarşısında gözleri kararan, başı dö­nen, şaşkın, toy delikanlı benim.

86.    Kendim kaybeden kişi, ağlayıp sızlayarak şaşkınlık içinde kendi zannederek başkalarında kendini arar.

87.    Kaybettiğim benliğimi bularak beni uyandır. Benliğimi benden al bana seni ver.

88.    Her zorluğu sen çözersin, mutluluğa ermiş olan kişilere doğru yönü sen gösterirsin.

89.    Bir anlık bağışın tüm yoldan ayrılmışları doğru yola ile­ten rehber olsun.

90.     Bendeki toy delikanlı; “İçimdeki sıkıntıyı lütfünla gider, temizle” diye yalvarmaktadır.

91.     Canım her türlü kirden ve pastan temizlensin, sözlerim şifa tatlısının şekeri gibi olsun.

92.     Dünya sakisi,  kadeh şeyhi gibi olunca, feyz şarabım ka­deh kadeh içerim.

93.0 kadehten içip mutlu olarak Mustafa  meclisinin, can da­ğıtan mumu olayım.

94.    Lâmi’ı ay gibi Ahmed’in  güneşinden bir meşale yakıp, gam karanlığından kurtulsun.

95.    Lâmi’î’nin gece gündüz, peygamberlerin efendisini medh eden sözlerini bütün varlıklar can muskası edinsin.

Kulluk bağı yüce kişilerin boynuna gerdanlık, sevgi ve muhabbet yarası şerefli kişilerin devlet nişanı olan Âlemlerin Efendisi'nin medhi ve Din ve Dünyanın Efendisi'nin na'tı.

96.0 din sultanının adının ne olduğunu söyleyeyim: Peygam­berlerin sonuncusu olan Ahmed ü Mahmûd.

97.    Dostlar divanının önsözü, bütün dünyanın “fakirliğiyle övünen” efendisidir.

98.    Nebiler öncüsü, resûllerin övüncü, hayır ve şerri ayırmada yol gösterici din rehberidir.

99.    Şam, Batha (Mekke) ve Yesrib (Medine)’in sultanı; bütün Doğu ve Batı’nın hükümdarıdır.

100.     îki cihanın efendisi, nebiler veziri; din güneşi ve dostla­rın dolunayı!

101.     Dokuz felek onun için altınla süslenmiş bir saraydır. Meşhur îsa Peygamber de  onun çatısında Hindli bir bekçidir.

102.     Ab-ı hayatdan  bade içen Hızır onun hizmetine girmiş, her yana koşuşturmaktadır.

103.     (Hızır) yolunun toprağına susadığı zaman, hiç tereddüt­süz Ab-ı hayatı istedi.

104.    Cebrail, aşkının yolunda evine postacıbaşılık eder.

105.    Aziz kişiler, mutfağının odun taşıyıcısıdırlar. Nebiler, ayak tozunu gözlerine sürme olarak çekerler.

106.    Cüz ve kül (büyük ve küçük her şey), himmetinin kı­rıntı toplayıcısıdırlar. Akl-ı kül  (Cebrail) yanak nuru­nun parlaklığıdır.

107.    Hem nebilik, hem resûllük; hem bahtiyarlık, hem de fü- tüvvet  onunla tamamlanmıştır.

108.    Tûbâ ağacının dallan onun boyundan gölgelenir. Dokuz felek onun değerinin daha aşağı katindadır.

109.    Onun atının yularına tutunmak, “Allah’ın ipi”ne sarılmak­tır. Sünneti de dinin en “sağlam tutamağı”dır.

110.    Yaratılış suyu Selsebîl  pınarından sızıntıdır. Lütfiınun kapısı Zencebil toprağındandır.

111.    “Ve’ş-şems Suresi” yüzünün güzelliğini anlatır. “Ve’l-leyl Ayeti” saçım tanımlar.

112.    Boyu hedefe atılmış “dosdoğru” bir oktur.”Kabe Kavseyn”  onun rütbesinin “ aşağısında” kaldı.

113.    Kalp iksirinin özü “Mâ-tagâ”, gözüne parlaklık da “Ma- zâg” sürmesi!

114.    Dünya gülbahçesi, onun güzel yüzünün teridir. Dönen fe­lek onun kıymet defterinde temiz bir yapraktır.

115.    Ay yüzü, ikbâl kıblesi; bulunduğu yerin toprağı, emel Kâ’be’sidir.

116.    O, peygamberlik saraymm en yükseğine çıktığında, Kisrâ’nın sarayı yıkılıp, yerle bir oldu.

117.    Parmağı Hak kılıcı olduğu için, felek değirmeni (ay)ni ikiye ayırdı.

118.    Hükümdar olarak Batha (Mekke)’ya girdiğinde; Kâ’be gelişiyle eski değerini buldu.

119.    O padişah Halil (Hz. İbrahim)  ile bir çift ayakka-bının birbirine uygunluğu ve ay ile güneş gibi dost oldu.

120.                     Yüce gök, ondan dolayı Kâbe gibi olunca; melekler anı tavaf etmek için ihram giydiler

121.                     Onun ayrılığının acısından Kâbe şimdi gece gibi siyah­lara hürünse şaşılır mı?

122.0 padişah putların üzerine at sürdürerek Lât ile Menâfi yerle bir etti.

123.                     Beytü’l-harem putlardan taşlığa dönmüştü. Onun dönüşü şüphesiz Kâ’be’yi putlardan temizledi.

124.                     Onun ikbâl gölgesi, “Siyah Taş”m (Hacerü’l-Esved)26 üzerine düşünce; o taş, o günden beri ay gibi şerefli ka­bul edildi.

125.                     Yüce zaü, o taşa değer verince, Beytullah’a göğüs oldu.

126.0 değerli cevher, dinin mühürü gibi yüzük taşım bağnna bassa şaşılır mı?

127.                     Peygamberlerin Padişahı’nın eh o yüzük taşına değdiği için, müslümanlar onu mübarek öpme yeri kabul ettiler.

128.                     Ona kavuşmak için her yönden gelen insanlar, bütün al­tınlarını harcadılar.

129.                     Onun ağzının suyu zemzem suyuna düşünce, denizin tadı kaçtı ve Nil nehri karıştı.

130.                     Hastalar gerekli sıhhati Onda buldu; bal ve şeker onun yolunda can eritti.

131.0, Merve’den Safâ’ya27 gitmeye niyetlenince, çöl ve vadi sevinç ve mutlulukla doldu.

132.                     Onun durak yeri felekler ötesi olunca, kavuşma hayra­nıma bir melek yakın oldu.

133.                     Dostlar, mutlulukla Cenâb-ı Hakk’ın dergahına varabil­mek için, O’un eşiğini temizlediler.

134.                     Mi’rac hadisesi, Onun değerinin en küçük karşılığıdır. Pabucunun toprağı, feleklerin başına taçdır.

135.                     Dokuzuncu kat gökte bulunan Onun minberi, “Levlâk” kıssası Onun hutbesidir.28

136.                     Atının nalının kıvılcımı yanar. Göktaşı bineğinin ayağı­nın toprağı güneştir.

137.                     îmran oğlu Musa, bu değerli mertebeyi görüp; Onun üm­meti olmayı Cenâb-ı Hakk’dan istedi.

138.                     Hazreti Isa’nın çözmekle zorlandığı her türlü meselede bu yüce kişi, kendisine yardım etti.

139.                     Ey iki dünyanın nimet bağışlayan efendisi! Her varlığın Allah rızasını beklentileri şendendir.

140.                     Sen, şefaat sofranı açtığında, bizi de kerâmet ekmeğin­den nasiplendir.

141.                     Senin gibi bir davet ehline benim gibi bir zavallı dilenci sığıntı olamaz mı?

142.                     Senin misafirhanene mutlulukla erecek olanlara yemek ziyafeti ve bir parça ekmek veresin.

143.                     Senin gibi efendisi olan kimselerin hiç biri bu dünyada aç kalmaz.

144.                     Senin gibi bağışı çok sultam olan fakir, kıtlık yılında dahi olsa sıkıntıya düşmez.

Efendisinin mal, mülk ve nimetinin çokluğuyla, sıkıntılı kimseler ve şaşkın insanlar içinde azade bir selvi gibi neşeli ve sevinçli olarak salınıp yürüyen çok nazlı, izzetli ve başı dik bir kölenin hikayesidir.

145.                     Mısır ülkesinde bir yıl ansızın kıtlık oldu ve bütün dünya feryat, figanlarla doldu.

146.                     Nil nehri, halkın gözyaşlanndan dolayı coşup, taşmadı. Aksine bu matem karşısında bu yıl örtüye büründü (suyu azaldı).

147.                   Susuzluktan yeryüzünün bağn yarıldı ancak, yüze, gök­yüzü bir damla su dahi vermedi.

148.                   Dünya halkı, ekmek diye feryad ederek can verir iken, gökyüzü tandın cayır cayır yanıyordu.

149.                   Halk, ekmeği rüyada görürdü. Bir de onun şeklini güne­şin yuvarlaklığıyla ve mehtabın ayıyla hatırlardı.

150.                   Bu haldeki toplulukta hâli perişan olan biri, bir kölenin sevinçle yürüdüğünü gördü.

151.                   Öyle ki bir selvi gibi başı dik ve özgür, sülün gibi neşeyle salınarak yürüyordu.

152.                   Yanağı güneş gibi yuvarlak ve süslü, mum gibi parlak; aklı fikri Ülker yıldızı mezesi gibi toplanmış.

153.                   Kıymetli ekmeği ay gibi bölünmemiş ve gam değirmeni altında ezilmemiş.

154.                   Adam köleye: “Ey taze fidan gibi salınıp gezen delikanlı! Herkes aç, susuz olduğu halde...

155.                   Asma üzümü gibi gözyaşlarını ırmak edip, (kıtlık) za­manından dolayı kırmızı üzüm gibi bağır-lan kan ağla­yarak...

156.                   Hepsi gözyaşlarını içip, gam ekmeği yerler; daima ek­mek söyler, ekmek sesi duyarlarken...

157.                   Sen neden bugün gamdan, kederden uzak ve herkesin gö­zünde kedersiz görünüyorsun?” dedi.

158.0 genç köle lütfedip cevap verdi: “Bu topluluk içinde niye başı dik dolaşmayayım ki?...

159.                Benim deniz gibi cömert bir efendim var. Onun bana ver­dikleriyle bolluk içindeyim.

160.                Efendimin konaklan sayısız, sarayı konak yeridir. Felek anbarı gibi dopdoludur.

161.                Onun anban buğdayla dopdoluyken ben saman gibi rüz­gara kendimi niye kaptırayım?

162.                Gökyüzü elemle dolsa benim için zerre kadar gam yok­tur.

163.                Bu kadar bolluk içerisinde neden sevinçli olmayayım? Gam bağından neden kendimi kurtarmayayım?”

164.                İşte o dertsiz ve kedersiz köle benim. O kerem sahibi gü­zel efendi de sensin

165.0 güneş gibi yüzün yolunu kaybetmiş canımın aydınla­tıcısıdır. “Allah rızasını” daima senin dergâhından ümid ederim.29

166.                Çünkü istek sahipleri senin kapından geri çevrilmez. Gözyaşları içinde senin lütuf denizinden yardım bekli­yorum.

167.                Ey nebilik bahçesinin salman servisi!30 Lutf edip bah­çende ayağa kalk.

168.                   Selvi gibi başını topraktan kaldır ve sünbüllerin anber ko­kulu tozlarını gider.

169.                   Taze nergis    gibi gözlerini uykudan aç, dostların nefe­siyle gül goncası gibi açıl.

170.0 gül renkli elbiseni üstüne al, mis kokulu saçını boy­nuna sal.

171.0 cübbeye bu hırka pek yaraşır. Gönül çekici selvi bo­yuna canım feda olsun.

172.                   Yüzümü pabucuna tasma yaparak, gümüş gibi beyaz aya­ğına yeşim taşından kaş tak.

173.                   Gül gibi ayağında çiğ taneleri hoştur. Zaten selvinin di­bine de lâle yaraşır.

174.                   Şu kan dolu gözüm üzerine ayağım bas ki, bu candan, bir kan ayak oluşturayım.

175.                   Bezenmiş mescidine gel de emrin üzerine neden herke­sin ayağa kalkmadığım gör.

176.0 meleklerin sıralandığı saflar nereye gitdi? Ta’at nuru­nun dolunayı tutuldu.

177.                     însanlan avlamak için hile yaparlar ve teşbihle tuzak ku­rarlar.

178.                     Her yol kesici mürşidlik adına kadın ve erkek, herkesin inancını yağmaladılar.

179.                     Ey gizli hazine! Toprak içinde yatma, kalk; dünya, var­lığından yararlansın.

180.                     Yıldırım gibi şeytanın harmanını ve o hilekârlann teşbih­lerini tek tek yak.

181.     O sufîlik taslayanlan başı boş kıl ki; fesatlık hırkası parça parça olsun.

182.                     Felek gibi her alçaklığın çevresinde dolaşan kişiler, dün­yada Kutb’um32 diye laf etmesin.

183.                     Vaiz, minbere çıkmakla kendi mertebesini yükseltmek ister.

184.                     Ona minbere çıkmak kısmet olduğunda; emret, hatip kı­lıçla boynunu vursun.

185.                     Bugün her âlim bir şah gibi davranmaya kalkışınca fele­ğin kalbi nasıl yas tutmasın ?

186.                   Din şeddi örf selinden yıkıldı ve sınırlan bozulup alt üst oldu.

187.                   İlim bahsi çekişme oldu, öğrenme lafta kaldı. Açıklama ve tanımlama, sapkınlık ve karşı çıkma oldu.

188.                   Eğer örfü başaşağı etmez isen, ilim âlem içinde eğlence ve oyun olur.

189.                   Arifleri öne alıp, bu olumsuzluğu gider; yani bunlan yerli yerine koyarak, o halleri ortadan kaldır.

190.                   Müftü kalemi aç gözlülük parmağı olup, menfaat olmak­sızın fetvaya el uzatmaz.

191.                   Şeriat kılıcıyla parmağım kalem yap, varsın tırnağın bu yolda kinisin.

192.0 kalem sahipleri fetva isteyenlerden armağanlar alıp, her zaman olur olmaz şeyleri yazmasın.

193.                   Hile öğrenmeyi bir tarafa bırakıp, dünya malına tamah gözünü yumsun ve rahmet beklesin.

194.                   Ey din sultam! Kadılar, adalet isteyen şahitleri dinleme­yecek kadar asileştiler.

195.                   Şeriat hükümlerini bir tarafa bırakıp, örf ile hüküm ve­rirler. Hasını konuşacak olsa şiddetle yanlarından uzak­laştırırlar.

196.                   Rüşvet ayıbının şinini bile ayıp kabul eder ancak o müna­sebetsiz, şeriat hükmünü görmemek için gözünü yumar.

197.                   Bu kişiler, dul ve yetimin malını yiyerek, vakf bağın­dan pay alırlar.

198.                Şeriat uzaklaştırıldı dinin kapısı kapatıldı; bid’at karanlı­ğıyla dinin parlaklığı giderildi.

199.                Hainler, adlarını emin koyarak, mal yağmalamak için pu­suya yatarlar.

200.                 Kâinat Ye’cüc fitnesiyle doldu. Gökteki melekler el-aman diye bağrışırlar.

201.                 Kur’ân göğe tekrar çekilmeden emret, âhir zaman Mehdî’si ortaya çıksın.

202.                 Mesih33 dördüncü gökten aşağı insin ve yeryüzünden fitne fesat kalksın.

203.                 Mesih şeri’atin hükmüyle o mahv eden kılıcını çekerek, dünyayı bu deccallardan temizlesin.

204.                 Eğer bu olayın gerçekleşmesine henüz zaman varsa, işte o kutlu padişah kılıcıyla hazır beklemekledir.

205.                 Lutf et, dünyada bir baştan bir başa hükmünü yürütsün. Yeryüzünde bidâtden eser bırakmasın.

206.                 Güneş gibi parlak kılıçlar çeksin, sancaklar yüceltsin ki yeryüzünden karanlık çekilip yerine nur dolsun.

207.                 Her alçağın tacım alaşağı ederek, ellerinde mal, mülk bı­rakmasın.

Müslümanların halifesi, akl-ı selim ve dini bütün, kara ve denizlerin kahramanı, dinin koruyucusu, Süleyman devrinin İskender'i34 zamanın kutlu padişahına övgü (Allah O'nu yüceltsin ve alemlere delil etsin.)

208.0 cömert padişahın adını söyleyeyim: Hüsrev35 gibi ül­keler fetheden Sultan Selim’dir.

209.                   Onun adı, mülk kitabının başlığıdır. Hükmünün ülke ün- vanı ise kahramanlıktır.

210.                   Adındaki sin’in kubbesi feleğe şeref bahşeder. Lâmi’î’nin kıvnmı da melekler ülkesinin turrasıdır.

211.                  Yâ harfi izzet ve şeref kurbanıdır. Saadet oku O’nun ca­nıdır.

212.                  Mim harfi âlemin esası, ademin nizam ipliğinin halkasıdır.

213.                  Eşiğinin toprağı dünyanın yüz suyudur. Doğu ve Batı’nın İskender’i Odur.

214.                  Mavi gök tahtının ayağıdır. Taç sahipleri O’nun tahtının ayağının toprağına secde ederler.

215.                  Hilâl, Onun atının nalım öpdüğü için uzun boyu dal harfi gibi bükülmüştür.

216.                  Onun hizmetinde toprak olan kişinin ayak toprağı felek­lere taç olur.

217.                  Oku, güneş ışınlarım kılıcına kazıyarak işleme yapacak olsa; maden içinde kırmızı yakut kıskançlıktan kanlı göz­yaşı döker.

218.                  Onun adı, melekler divanının ünvanı; hükmü, fe-lek ey­vanının yapısıdn.

219.                  Birisi, adına bastırılan parayı aynen kabul eder. Bir baş­kası da, O’nun adına okutulan hutbeyi, virdini36 süsle­mede kullanılır.

220.                  Değerinin yüceliğini ifade eden nevbet37 yüksek sesle okunmaktadn. Bu nevbet bereketiyle âlemin yüzü da­ima taze kalmaktadır.

221.                Dokuz felek, Onun kıymeti yanında bir buğday değerinde­dir. Yedi derya, cömertliği yanında bir damla su gibidir.

222.                Kalemi, Ab-ı hayat çeşmesinin kaynağı; yazısı, kâinat karanlığının nurudur.

223.                Onun ruk’ası (yazı yazdığı kağıt ya da deri), dünyada olacakların kaydedildiği tomardır. Ülkesi, nza çarhının merkezidir.

224.                Felek, ateş saçan kılıcına muhtaçdır. Felek onun mutfa­ğından çıkan ok gibi dumanının hedefidir.

225.                Kararsız felek, bu hayalle gece gündüz fanus gibi yansa şaşılır mı?

226.                Güneş, O’nun ihsan sofrasında altından tuzluk; dokuz fe­lek, nimetlerinin sunulduğu gümüşten kâsedir.

227.                Yıldızların her biri sofrasının mezesidir. Yeni doğmuş ay O’nun kadehinin bir suretidir.

228.                Feleğin yakut kaşlı mührü olan güneşin değeri ancak par­mağındaki kaşlı yüzük kadardır.

229.0, savaşan ve yaralayan güneş gibi parlak kılıcım çek­tikçe, Doğu ve Batı ülkeleri ateşe yansa şaşılır mı?

230.                Bütün kainat onun ordusuna sunulsa, felekler ve yer­yüzü dar gelir.

231.                Savaşan her bir askerine ganimet olarak yıldız mühre- leri versen az gelir.

232.                Yerden havan toplan atsalar; feleklerin kalesi yerle bir olur.

233.                Ellerinde mızraklanyla tüm dünyayı dolaşsalar; gökyüzü, bayraklarının rengiyle lâle bahçesine döner.

234.                Okçular, nefeslerini tutup oklarını bırakınca; feleğin ku­lağı yay kirişlerinin sesleriyle çınlar.

235.                Altın gibi parlayan kılıçlarını düşmana çektiklerinde; düş­manın başı üstünde mum misali ateşler yakarlar.

236.                Altından yapılmış kalkanım çark usulü tutsalar, ay ve gü­neş aynasını düzenlerler.

237.                Altı kanatlı topuzunu Elbürz Dağı’na38 vursalar; dev ve periler Kaf Dağı’na39 kaçarlar.

238.                Gece gibi güzel kokulu kemendini atsalar; ay ve güneşi hile yaparak bağlarlar.

239.                Ey Süleyman40 gibi kudretli, İskender gibi ulu, mutlu ve mutluluk bahşeden padişah!

240.                Gökyüzü, senin kudret Kafinin altında iken bu hal, se­nin anka41 gibi yükseklerde oluşuna işaret eder.

241.                Her ne kadar seni övmek için kanat açsa bile; o güçsüz sivrisineğin seni methedecek güç ve kuv-veti yoktur.

242.                Karınca Süleyman’ın, damla da Umman’m büyüklüğünü anlayabilir mi?

243.                Sultanım! Şiirimde senin adının kazındığı tuğ bulunması benim için yeterlidir.

244.                Devrin büyükleri: “Lâmi’î, Sultan Selim’in duacısıdır” desinler yeter.

245.                  Altın ışıklar saçan güneş, gümüşten feleğin yüzüne altın­dan nişan vurdukça...

246.                  Arş kiirsî, gökyüzü minber olup; melek oralarda vaaz ve hutbe okudukça...

247.                  Hutbeler, senin isminle kıymetlenip, süslensin. Zaman içinde sikken ebedî olsun.

248.                  Allah, evlâdım senden sonra hayırlı padişah eyleyip, ül­kesiyle bağım kesmesin.

249.                  Ey Allahım! Onun ömrünü uzun; yüzünü güneş gibi par­lak et.

250.                  Adaletin Ona sıfat olabilmesi için, Onu iyiliksever ve gö­nül dostu kıl.

251.                  Şeriat aydırdığını Ona göz ışığı yap ki ülkesi her türlü kötülükten korunsun.

Bu hikmetli, ünlü mektubun ve çok ibret alıcısı olan
bu defterin yazılış ve tasvir sebebi.

252.                  Bir gün gönül ülkesinde dolaşırken, can kuşu söz bah­çesine girdi.

253.                  Yükseklere uçup sesine yeni bir ahenk katmak istedi.

254.                  Akıl,42 etek tutup bağladı ve ona şöyle güzel bir nasi- hatta bulundu.

32                                Akl, akıl. Düşünme, anlama, kavrama kabiliyeti, herkeste farklı dereceleri bulunan manevî kudret. Tasavvuftaki yaratılış nazari- yesine göre akıl üç ana kısma ayrılır. Bunlardan birincisi “akl-ı maaş” (cüz’î akıl)dır. Yalnız görülebilen âlemi kavrayabilir (in­sanların aklı gibi), İkincisi “akl-ı maâd”dır. İrfana dayanır ve bu

255.     Lâmi’î! Bu karışıklık, bu kavga nedir? Gönülde bu safra, canda bu sevda nedir ?

256.     Her perdeden saz çalman ve fikirlerin yüce tepesinde do­laşman nedendir?

257.     Bu değişik rüzgârla aynı telden çalıp efsaneler uydur­maktan vazgeç.

258.     Söz gelinini böylesine süslemek nedendir? Şiirin şiirini dahi kendine kusur sayarsm.

259.0 süslü tacı başına takıp, kendine baş belâsı veresin.

260.     Mısraya benzeyen kaşlarım yazıp, kalem gibi boyun eğ­meye ne gerek var ?

261.     Yanağının allığıyla gönlünü kana bulayıp, alnını altın su­larla yazarsın.

262.     Yanak safhanı ayva tüyleri ve betilerle doldurup, başı dön­müş ve perişan bir hâle girersin.

263.     Her zaman iğreti elbise giydirdiğin hicap şiirleri, senin için övünç kaftanı olmakla.

264.     Bazen kafiyelerden çizme başı dizip ayak altında kalıp değerini düşürürsün.

265.     Bazan redifle arkasına halkalar ekleyip, belâ dikenliğinde takılıp kalmaktasın.

266.     Ayna gibi dizine baş koyarak, her taraftan dünya nakış­larım görüp ağlama.

267.     Gönül safhasından alemin süslerini temizle. Su gibi te­miz olarak bu anı hoş gör.

268.     Daima divit kalemi gibi ağzım bağlayıp, kamış kalem gibi dilini keserek...

269.     Gece gündüz Hak zikri dostun olsun. İşin can ve gönül­den Hakk’ı düşünmek olsun.

270.     Ömür evi her ne kadar şerefli olursa olsun, ölüm ona revî, gam rediftir.

271.     Can, gönül evinde beslenince, bu revî üzerindeki gidiş uygundur.

272.     Gözün şişelerden dolayı dört görmeye başlamadan önce istek kadehini şişe gibi yere çalıp kır.

273.     Zaman, hayat gülünü sarartmadan, gam dikeninden bül­bül gibi feryâd etme.


274.     Dişlerinin sırası bozulmamışken, kıymet incini katır bon­cuğu gibi kırma.

275.     Dişlerin hâlâ daneleri öğütürken değirmen gibi başı dön­müş bir sersem olma.

276.     Kesme kılıcı keskin ve sertken, elem oku bağrını kan et­mesin.

277.     Üzüntü zamanları boyunu çeng gibi iki kat etmeden, uş­şak makamından  nağmeler söyle.

278.     Ham sevdalılarla ud çalan olma, akıl kanunlarına göre bir düzen kur.

279.     Haydi! Bu hoş heves udunu ateşte yak. Neva ırmağım su gibi ıslak kıl ve yenile.

280.     Artık bu nasihati yürekten kabul ederek, mihnet köşe­sinde ünvanımı sildim.

281.     Namsızlık köşesini seçtim. Ahimi arkadaş, derdimi dost edindim.

282.     Gözlerimden inci gibi yaşlar döktüm, gelişigüzel söyle­nen sözü terk ettim.

283.     Öyle ki ya nazik hayal düşseydi yahut birine rastlasay- dım ya da sohbet etmeğe zorlasaydı,

284.     Kirpiklerimi kalem yapıp şiir yazarak, yüzümü renkli, parlak yazılarla bezerdim.

285.     Ev halkımın feryat, figanlarla dönüp durmaları; benim kulağıma hep ney sesi gibi gelirdi.

286.     Çoluk, çocuğum yoksulluktan ağlayıp, sızlasa; gözyaşla­rını mutluluk ırmağı kabul ederdim.

287.     Kinci dünya, evimi yaktıkça; sıkıntı dağı bana saman çöpü gibi hafif gelirdi.

288.     Ah mumu, gecemi aydınlatan kandildi. Gündüz kazan­cım Hak dostlarıyla zikr etmekti.

289.     Bir hilâl kaşlı sevgiliyi uykuda görsem, boyumu mihrâbda iki büklüm ederdim.

290.     Salmarak yürüyen bir sevgili düşünsem; gönül, namaz için kamet eder, ayağa kalkardı.

291.     Yanımda güzellerin adı anılsa, “salat ve selâm” okur­dum.

292.     Bütün ibadetlerim her ne kadar yanlışlık dolu ise de, ama­cım oyun ve eğlenceyi terk etmekti.

293.     Ansızın Abdurrahman Câmî’den bir kadeh sunuldu ve onu içtiğimde canım ve gönlüm huzurla doldu.

294.     Ud gibi bir makamdan nağmeler çıkardığı için, o istek, içimi ney gibi ateş doldurdu.

295.     İnsan hallerinden yeni bir bahis açmış ve ona “Salâmân u Absâl” adım vermiş.

296.     Bu nüsha, baştan sona şüpheleri yok edici, yakın yolunun mürşidini ve tarikatda ilerleme hallerini gösterir.

297.     Gerçi bu ince, zarif sözleri daha önceden evet irfan ehli Bû Ah (îbn-i Sinâ) zikredip...

298.     Bu konuda pek çok anlamlı hikayeleri malzeme olarak kullanarak, “îşârâf ’  adh mücevher kutusu değerindeki eserinde bir araya toplamıştır.

299.     Kemal sahibi olan her kişi gücü yettiğince, o güzelin yü­züne ben ve ayva tüyleri yapmış yani bu bahiste kalem oynatmış.

300.     Fakat O selvinin güzellik ölçüsünü bilmemişler ve gül yüzünün allığını eksik bırakmışlar.

301.     Bu sır ustası o halleri görünce, o selviyi altın ve sırma iş­lemeli mum gibi süslemiş.

302.     Yüzünün parlaklığını güneşe benzetmiş, saçının tellerini saf mis kokulu eylemiş.

303.     Taze nergis gözlerine sürme çekmiş ve kıvnm kıvnm sünbül saçlarım taramış.

304.     Sözün kısası can bu güzeli görünce bir zaman çılgınca âşık  oldu.

305.     Gönül çeken selvisine su gibi aktı. Yabani lâle gibi bağ­rını yaktı.

306.     Can Cennet elbisesi giymiş bu selvinin dudağının Hızır’a içki kadehi olduğunu anladı.

307.     Eğer Osmanlı elbisesi giyse ve Türk tacı taksa, Çin ve Maçin’den  vergi ve haraç alır.

308.     Adım kaybetme kararı gönlünde olmasma rağmen, bu düşünce üzerinde fazla durmadı.

309.     “Dünya bütünüyle yalandır ve aklı gaflete düşürmek için bir yem ve tuzaktır.

310.     Ay yüzlü güzeller her tarafa güzelliklerini açmışlardır. Fa­kat olgunluk bunların hepsine ilgisiz kalmaktır.” dedi.

311.     Can, niyetinde sebat gösterdiği için; gaybî âlemden bir iltifat sesi ulaştı.

312.     “Ey gönlü perişan bülbül! Senin nağmelerin papağan­ları utandırır.

313.     Bu eser, hikmet sihirleriyle dolu olup; her sayfasından yüzlerce ders alındığı halde...

314.     Ona efsane adını verip de insanlara hikmet kadehi sunma.

315.     Bu mana, bilgi sahiplerinden uzaktır. Hikmetin aydınlı­ğını bildiğin halde hikmetten kaçma.

316.     Yine manâ ülkesine mektup gönder; suret ehlini dane ile tuzağa düşür.

317.     Can ve gönül ehline armağanlar gönder. Şevk ve zevk sahiplerine hediyeler sun.

318.     Özellikle kutlu, mutlu ve saadetli, cömert şeh-zade gi­bileri...

319.     Hikmet efsanesine istekli olan, nazm ve nesr ustalarına himmet gösterir.

320.     Memur gibi kolları sıvayarak hizmet et. Can ve gönül­den karınca misali çahş.

321.     Bu güzel söz binasına el atıp, sözü Sultan Süleyman adına getir.

322.     Önünde toprak olup, önüne çekirge ayağı koy. Toprağına yüz sürüp murad elde et” dedi.

323.     Can kulağı, padişahın adını işitince ağlayıp-sızlayarak: “Sana sığınırım” dedi.

324.     Can ve gönülden himmet umarak; sultanın dergâhına sı­ğındı.


Efendilik kutusunun incisi, saadet burcunun yıldızı, padişahın göz nuru ve memleket fetheden bahçenin ağacının çiçeği olan, bahtı genç şehzadenin övgüsü.

325.    Cömertlik kutusunun incisi bir sultan! Yaratılış burcunun yıldızı olan bir cevher!

326.    Ülke ve din güneşinin yıldızı, felek adetli mühür ve taç sahibi bir sultan!

327.    Ayağının toprağı, melek gözlerine sürme; kılıcının parıl­tısı felek eyvanına mum olan bir sultan!

328.    Kalemi ağlasa, arzu bahçesi güler; kılıcı gülse, ecel göz­yaşı döker.

329.    Zühâl yıldızı,  yüce kalesine bekçi; dört unsur, sarayının kubbesine merdivendir.

330.    Gökyüzü, çadırına atlas perde; güneş ve ay, hizmetindeki hızlı postacılardır.

331.    Dergâhı, Kâbe gibi sığmcak emin bir yerdir. Sarayı Cen­net ile ikizdir.

332.    Cevher saçan eh işitildiğinden, cömert gönlü düşünül­düğünden beri...


333.            Maden ocağı, korkusundan mücevherlerim yok eder. De­niz, utancmdan yüzüne köpük vurur.

334.            Çin ülkesi, onun önünde bir hardal tanesi; Çin Hakan’ı da onun cömertlik harmanında kırıntı toplayan bir yok­suldur.

335.            Felek, onun isteği üzerine güneşi yere vurunca her gece feleğin gözünün kararmasına şaşılır mı?

336.            Süleymanlık mührü, onun hükmüdür; insanlar ve cinler de, onun fermanlı kölesidir.

337.            Ey gönlü aydın ve aslı temiz insan! Senin bal gibi tatlı sözlerin insanlara ab-ı hayattır.

338.            Her kim sana güleryüz göstermeyip, sirke gibi ekşi yüz­lülük satarsa..

339.            Allah O’nun topuzunu mum gibi yumuşak yapıp, sarım­sak gibi başım ezip, ufalasm.

340.            Rûyînten,  zindanında mahpus olsa; kahnn, onu çıngı­rak gibi darağacmda sallandırsın.

341.            Sen, saltanat mumusun, sonsuza dek parla! Alemin can­sın daima dinç kal!

342.            Madem ki adın Selim oldu; Allah seni mahşere kadar adın gibi selim kılsın.

343.            Öyle ki ünvanım cihan şahı koyup; her anım mutluluk yılı eylesin.

344.           Ünvanm güneş gibi parlak, yaldızlı olsun, binan ise gök gibi sağlam, daim olsun.

345.           Allah senin aslım sabit kılıp, varislerini yüceltsin. İnsan­lar ve cinler senin fermanına itaat etsinler.

346.           Saltanat güneşin, âlemi baştanbaşa aydınlaüp; kötülüğünü isteyenleri şimşek gibi yaksın.

347.           Saltanatın, dünyanın parıltısı olduğu müddetçe; Lami’î senin ikbal duacın olsun.

Salâmân ve Absâl'ın hâlinin görünüşü beyanında
söze giriş ve dedikodunun başlaması.

348.           Ey gayb bahçesinin bülbülü! Beri gel ki bilinmezlik des­tanı senin nağmendir.

349.           Felekler kubbesinden tiz bir ses çıkınca, toprak ehlinden ney gibi çığlıklar kopar.

350.           Nefesinle alemi kaknûs  gibi yak, fanus gibi gönüllere ateş bırak.

351.             Cana Sebâ Ülkesi’ni  hedef gösterip, Saba rüzgârı  gibi gönül bahçesinde meclis kur.

352.             Hüdhüd  (ibibik) gibi öyle güzel bir kıssa anlat ki dev­rin padişahı Süleyman’ın kulağına gidip...

353.             Kulluk kusurlarına özür olsun, istek ve arzu hallerin top­landığı yer olsun.

354.             Sözü büyüleyici olan, kalemi sihirle doldurup, kitabın ya­zılarım misk ile yazdı.

355.             Yunan toprağı dünyanın yüz suyudur. Dağı ve çölü, her tarak bağlık ve şehirdir.

356.             Çamuru hikmet suyuyla yoğrulmuştur. Gülleri kokusunu misk ve anberden almıştır.

357.                  Taç, kuşak, taht ve mühür sahibi, itibarlı bir hükümdarı vardı.

358.                  Görüşleri güneş gibi dünyayı süslerdi. Cömertlikte eş­siz ve benzersizdi.

359.                  Döneminde kâinatın sırlama eren bir bilgin var idi.

360.                  Onun dilinde tekrarladığı sözler ilahi sayfadandı. Bütün filozoflar onun talebesiydi.

361.                  Yaratılışı. Hızır gibi gayb ilminden; kazancı, Cebrail’in nefesindendi..

362.                  Şah Onun değerini tamamıyla bildiği için, Ona her za­man saygı duyardı.

363.                  Bilgin’in fikrini rehber edinmiş, yerini gökyüzü kadar yüksek etmişti.

364.                  Bu sebeple; dört bucak, genişlik, yükseklik, yedi feleğin varlıkları, yeryüzü kavimleri...

365.                  Hepsi tamamıyla padişaha itaat etmiş, dünyadan kavga ve kötülük giderilmişti.

366.                  Devlet ve din kuvvetlenmiş, millet ve töreleri sürekli­lik kazanmıştı.

367.                  Dünya Onun adaletiyle ünlenmişti. Deniz ve madenler cömertliğiyle gümbürderdi.

368.                  Bir padişahın mayasmda bilgelik olmazsa ya da bilgeler­den birisi Ona nedimlik etmezse...

369.                  Saltanat sarayının temeli çürük olur, koyduğu kanunlar da düzgün işlemez.

370.             Zulüm, mamur dünyayı harap eder; din ve memleket çeş­mesi de serap olur.

371.             Denir ki: “Kim mal, mülk sahibi olursa, o kişi zulümle yaşamaz fakat küfr ile yaşar.”

Cenâb-ı Hakk'ın Acem padişahları hakkında Davud
Pegamber'e vahyettiği kıssaya işaret eder.

372.             Cenab-ı Hak, Davud Peygamber’e  vahiyle hitap etti: “Ey mutlu kişi! Ümmetine anlat...

373.             İran padişahlarından bahsedildiği zaman, onlan kına­masınlar.

374.             Gerçi dinleri ateşe tapmaktı ama töreleri adalet ve cö­mertlikti.

375.             Onlar ülkeyi bütün karanlık ve kötülüklerden uzak tuta­rak, uzun zaman ferahlık verdiler.

376.             Memleket, törelerinden mutlu; kullar, gam bağından kur­tulmuş idi.”

Mutlu padişahın gönlüne bir çocuk sahibi olma arzusunun
düşmesi ve Bilge Kişinin bu hususta hikmetli nasihat
ve öğütlerde bulunması.

377.              Doğru yolun bilicisi Bilge Kişi, ileri görüşlülüğüyle pa­dişahın saltanatını sağlam temellere oturttu.

378.              Hükmünü Kaftan Kafa yaygınlaştırıp, kendine bütün insan ve cinlerin itaat etmesini sağladı.

379.              Başı devlete erip her elemden kurtulan Şah, işleri yo­luna girince...

380.              Bir gece kendisine verilen bu nimetleri düşünüp, Allah’ın faziletini andı ve verdiklerine şükretti.

381.              Ey hakkı tanıyan! Değerinin artmasını istersen; işin, gece gündüz şükredip dua etmek olsun.

382.              Sözün kısası yıldızı parlak olan padişah, o gece şeref se- beblerinin bir araya geldiğini gördü.

383.              Yücelik ve saadetden bir zerre kadar eksiği yok. Kendisi cömertlik nuruyla nurlanmıştı.

384.              Ancak hemen ardından bu kadar sıkıntı sonucu elde ettik­lerinin (taç, taht, devlet vs.) yok olacağı endişesi, O’nda bir halef bulma fikri uyandırdı.

385.              Şu dünyada iyi bir erkek evlâda sahip olan kişinin âhiret saadetiyle de bağlantısı olur.

386.              Sonra padişah Bilge kişiyi huzuruna çağırtıp: “Memleke­tin düzeni senin ileri görüşlülüğün sayesindedir...

387.              Tüm işlerim senin fikirlerine bağlıdır. Dünyayı süsleyen ileri görüşlülüğünü takdir ediyorum.

388.             Ey akıl sahibi! Sayende gönlümde erkek evlât ümidin­den başka hiç bir sıkıntım kalmadı.

389.             Erkek evlât nimeti yüce bir nimettir. Erkek) evlatsız kişi, talihsiz kişidir.

390.             Erkek evlâd gözünün nuru, yüz nurudur; canın gıdası, uğurlu yüzdür.

391.             Bir insan, erkek evlât sevgisiyle nam alır. IDünyanın keyfî evlât sahibi olmakla çıkar.

392.             Elayatında ömrüne sermayedir. Bunalma anında başının üzerine gölgedir.

393.             Kişinin) hastalık anında hizmetçisi; öldüğünde de ruhu için duacısı olur.

394.             Kişi) yürümekten aciz kalınca, elinden tutandır. Dayana­cak bulunmayınca dayanağıdır.

395.             Kişinin) boyu, kahr kafinin ağırlığı altında lâm gibi bü­küldüğünde; o (evlat) elif gibi bir dayanak olur.

396.0 her zaman ay gibi, senin sevgi ve kederine bazan yay bazan siper olur.

397.             Savaş gününde düşmanların için bir kılıç, başlarına şim­şek gibi ok yağdıran kara bir bulut olur” dedi.

Oğullarına et yiyen yırtıcı hayvanların, hizmetçilerine
de ot yiyen hayvanların adını veren çölde yaşayan
başka bir Arabın hikâyesi.

398.             Çöle gitmeğe niyet eden bir adam, yolda bir bedevinin evine Tann misafiri oldu.

399.             Bedevi’nin büyük küçük her bir oğluna; aslan, kaplan, fil ve kurt gibi adlar taktığını...

400.              Evindeki her bir hizmetçisine de; koyun, kuzu, oğlak gibi isimler verdiğini gördü.

401.              Konuk, Bedevi’ye: “Ey arap diyarının beyi! Bu isimler bana çok garip geldi” dedi.

402.              Arap: “Ey yüce kişi! Çocuklarla düşmanlan daima kov­mak gerekir.

403.              Bu evde ekmek için çalışanlar, misafirlere hizmet için bulunurlar...

404.              Düşmanı mahvetmek için her zaman erkek çocuğun is­mini Arslan koymak hoştur.

405.              Efizmetkârların adının koyun olması, misafirlere hizmet esnasmda zarar vermemeleri içindir” dedi.

406.              İsimler kişiliklere su gibi bereket verir. İsimler, “gökyü­zünün bereketidir.”

407.              İsimlerin lütfiından güzel huylar ortaya çıkar. Nitekim isimlerin uğuruna inanmak sünnettir.

408.              İsimlerin tesir edici oluşunda şüphe yoktur. Gaybî hü­kümler isimlerin uygunluğuyladır.

İmam Malik'den (Allah rahmet etsin) deniz domuzunun hükmünü sorduklarında "ismi gereği haramdır" diye cevap vermesi.

409.            Bir kişi İmam Mâlik’e  sordu: “Ey imam! Sen bütün helâl ve haramlan bilicisin.”

410.            Deniz domuzuyla ilgili kararın nedir açıkla. Zira, insanlar onun durumu konusunda şüpheye düşmekteler.”

411.            İmam: “Yaratılışı sudan olmasına rağmen mundardır, eti yenmez” dedi.

412.            Soran kişi: “O, balık cinsinden olduğu için; insanlar eti­nin yenilip yenilmeyeceği hakkında şüpheye düşmekte­dir” dedi.

413.            Mâlik: “Balık cinsindendir ama adı domuz olduğu için pistir...

414.            İsmi, haram olduğuna delil olarak yeterlidir. Şeriate uy­gun hüküm dedikodusuz böyledir” dedi.

Çölde yaşayan başka bir Arab'ın bir çadır etrafında çekirge görüp avlamak istediğinde çadır sahibinin çekirgenin adının komşuluk anlamına câr olduğunu dikkate alıp Arab'ın isteğine engel olması.

415.            Bir Arap, yiyecek için çölde kertenkele ve çekirge av­lanmaya çıktı.

416.            Bir çadınn etrafında karınca misali sayısız çekirgenin yı­ğıldığını gördü.

417.0 çekirgeleri avlayarak çevredekilerin gönüllerini rahat­latmak istedi.

418.                      Çadır sahibi dışan çıkıp Arap’a: “Gönlünde düşmanlık, elinde değnek! Ne yapmaktasın?” dedi.

419.                      Arap: “Benim kimseyle kavgam yokdur, ancak komşun ile savaşmaktayım” dedi.

420.                      Komşu ifadesiyle çekirgeleri kastedince, çadır sahibi: “Niyetini anladım...

421.                      Ama madem ki ona ‘komşu’ adım verdin, bu niyetini gerçekleştirmende sana engel olurum.

422.                      Bu işten hemen vazgeçmezsen iyi bil ki aramızda kavga olur” dedi.

423.                      Her şeye güzel isim koymak gereklidir. Çünki güzel isimle hatırlanmak hoştur.

424.                      Özellikle çocuklara verilecek isimlerin hayırla yad et­meye bağh olması gerekir.

425.                      Ancak bir çocuk kötü iş yaparsa, varlığı soyuna ve so- puna utanç verir.

426.                      Bir kişinin adı nefret ile anıldığında “Keşke bu aileden olmasaydı” sözü ona ünvan olur.56

427.                      Yaraühşında binlerce kötü huy olan kişi, kalpten kötü ni­yetli ve mizacı bozuk bir insan olur.

428.                      Kötü bir kişiye “Muhsin” adım koymak, onun yadedil- mesini gönül levhasmda temiz göstermek hoştur ama bir faydası yoktur.

56                                     “O, senin ailenden değildir.” Hûd Sûresi (11), 46. Âyet’ten.

429.                     Yaptığı her iş kendi adını kötüye çıkarır. Senin gayretin, sıkıntın da yanına kâr kalır.

430.                     Babasının canını ateşde yakan öyle bir evladın yaşama- sındansa ölmesi daha iyidir.

431.                     (Babanın) yaşarken ondan incinmesindense, onun öl­mesi daha iyidir.

Kendini bilmez birinin bir evlat arzusuyla duası kabul edilen bir şeyhten yardım istemesi ve yine arkasından evlâdın şerrinden kurtulmak için ağlayıp inlemesi ve minnetini arz etmesi.

432.                     Oğul sahibi olmak isteyen kendini bilmez biri, gönlü mah­zun bir halde bir şeyhin huzuruna çıktı:

433.                     “Ey Şeyh! Lutf edip Allah bana bir oğul bağışlaymcaya kadar dua et.

434.                     Yüzünün güzelliğine baktıkça gönlüm aydınlansın. Sev­gisiyle ay gibi nurlamp, kuvvet bulayım” dedi.

435.                     Şeyh: “Ey bahtlı kişi! Böylesi düşüncelerden kendini kur­tar. Bu işi yüce Allah’a bırak...

436.                     Cenâb-ı Elak her işi daha iyi bildiği için, kulun kahyalık yapmasına gerek yoktur.

437.                     Boş yere konuşma, efendin hikmet sahibidir. Eğer Allah’ın kuluysan kahyalık yapma” diye cevap verdi.

438.                     Adam: “Ey Şeyh! “Bana kızma, duah ağzım aç, zaman zamana uymaz...

439.                     Bu elemden gönlümü kurtarıp, neşelendir. Canımı gam bağından kurtar...

440.                     Efendim ‘dua ediniz’ diye buyurduğu için, bana dua ilacı yeterli cevaptır...57

441.                     Efendim, âşıkların ağlayıp, inlemesinden hoşlanır, istek sahiplerinin ısrarım hoş görür.

442.                     Dua dediğin ağızdan çıkan bir nefes sözdür, benden esir­geme. Kim dua ederse, onun eh cömertlik kapısından boş dönmez” dedi.

443.                     Şeyh, bu işin çözümsüz olduğunu görünce, çaresiz onun için Hakk’a el açıp...

444.                     Can ve gönülden bir kez: “Allahım” deyince; dua oku feleği aştı...

445.                     Ve ok gayb alemindeki av yerinde, misk kokulu Tatar ka- racası gibi bir oğlam avladı.

446.                     Hak, cömertlik denizinden ona öyle bir inci verdi ki, gü­zelliğine yıldızlar dahi hayran kalırdı.

447.                     Aradan günler, aylar, yıllar geçti ve çocuk gelişip, bü­yüdü.

448.                     Daha sonra, şehvet filizi ve istek dah, su ve toprakla ye­şerdi.

449.                     Delikanlı zaman içinde güzellerle zevk ve sefa sürüp, gözü sakiler elinden bade içti.

450.                     Bülbül gibi, gül kokularla kendinden geçip sarhoş olunca, sünbül saçlılarla oynadı.

57                                     “Rabbinize yalvara, yakara ve gizlice dua edin.” A’râf Sûresi (7), 55. Âyet’ten

451.                      Nefis şahini gibi kanat açmca, avlanmadık dağ kekliği bırakmadı.

452.                      Bu hayatı yabancılarla yaşayıp, sonunda yavaş yavaş kavmine döndü.

453.                      Bazan güneş gibi kadeh arasından, bazan yay gibi dam kenarından...

454.                      Gece gündüz kaş, göz işaretiyle komşu kızıyla dostluk kurdu.

455.                      Sevgilinin parayla pulla elde edilemeyeceğini anlayınca, hançer çekerek rakibini aradan kaldırdı.

456.                      İnzibat memurunu bu olaydan haberdar ettiler. İnzibat o aslanı avlamak için pusuya yattı.

457.                      Delikanlıyı tutuklayıp, zindana atarak kulağım çekti. Ai­lesinden büyük miktarda fidye aldı.

458.                      Başının dikine gidenler kaybederler. Uyanık kuş ökseye yakalanır.

459.                      Ona nasihat vermek tesir etmedi, gördüğü yüz binlerce zarardan ders almadı.

460.                      Ne cezayla bu işlerden vazgeçti, ne de nasihat ile utandı.

461.                      Babasının koşuşturmaktan cam yandı. Mal ve mülkü yok olduğu gibi şeref ve haysiyetini de kaybetti .

462.                      Babası pişmanlıkla kanlı gözyaşları dökerek, yeniden o şeyhin eline eteğine sarıldı.

463.     “Ey Şeyh! Bir an çare bulucu olup, esir olan benim için dua elini aç da...

464.     Ağlayıp, inleyen gönlümü yine sevindir. Beni gam yü­künden selvi gibi kurtar...

465.     Bugün oğul derdiyle ağlayıp, inlemekteyim. Bugün para­sız, pulsuzum, güçsüzüm ve (hayattan) bezmişim...

466.     Senin kapm ihtiyaç sahibine bir sığınak olduğu için, lüt­fün bana doğru yolu gösterecektir” dedi.

467.     Şeyh: “Ben o zaman sana söylemiştim, ancak sen kara­rından vazgeçip bana uymadın ...

468.     Şimdi ağlayarak kanlı gözyaşlarına gark ol ve af dile ki cömertlik denizi coşsun ve dalgalansın” dedi.

469.     Ey çok istekli olan kişi! Oğul kız fikrini bir kenara bırak.

Ölüm gününde hiç biri senin imdadına yetişmez.

470.     Eğer kul isen hiç bir şeye bağlanma, Allah’ın verdikle­rine kanaat et ve onlarla yetin.

Şehvet olmaksızın çocuk doğumunun mümkün olmamasına rağmen, himmeti yüce Bilge Kişi'nin şehveti kötülemesi.

471.     Çok akıllı bilgin Yunan şahından erkek evlât ile ilgili ef­saneyi dinlediği zaman Padişah’a şunları söyledi:

472.     “Ey Şah! Padişah şehvet yoluna girip de ayak altına düş­meyen kişidir.

473.     Şeytan, şehvet gözüyle huri gibi görünür. Kötü istekli ne­fis ile zulmet aydınlık görünür.

474.                      Şehvet mücadelesi nerede üstün gelirse; gönülden aklı, gözden ışığı silip götürür.

475.                      Zenci gibi gece güneşe el atmasa her geçen gün yeryüzü devine aşağılanmasa..

476.                      Yıldızlar, felek damına taş atmaz; yeni ay, ona açıkça boynuz takmazdı.

477.                      Şehvet seli nerede taşkınlık yaparsa, birçok iffet evini ha­rabeye çevirir.

478.0 (şehvet), din yolunda kötülük; bağımlılık çamuru, kud­ret sahiplerine de hakirlik düşüncesidir.

479.0 içkiden bir yudum içen; gökte güneş iken, gölge gibi yere düşer.

480.                      Saygın kişi bu şarapla harab olur, biraz içen daha fazla­sını içmek ister.

481.                      Onun lezzetini damağında hisseden kişi, daha sonra sü­rekli olarak o lezzetten tatmak ister.

482.                      Bu sebepten o lezzet sana bir yular olup, seni hoş müna­kaşalarla istediği yöne çeker.

483.                      Merhametsiz her ay gibi güzel, gönlünü yaralaymca, gece gündüz felek gibi kararsızlaşırsm.

484.                      Bütün bunlara sırtını dönüp, uzaklaşmazsan; gönül gö­zünden ebedî olarak perde gitmez.

485.                      Gönül evinde seçkin meclisler oluşturmadıkça; bu umumî belâdan kurtuluş yoktur.”

Seviyesiz insanlarla sohbet etmek alışkanlık haline gelmesin diye fazilet sahibi bir kişinin seviyesiz bir insanın davetine icabet etmeyişi.

486.                     Seviyesiz bir kişi misafirperverliğe niyetlenip, şehir ve köydeki seviyesiz insanları biraraya toplarken...

487.                     Evi izzet, ikram yeri olsun diye, gönül ehli birini de da­vet etti.

488.0 akıl sahibi, bu daveti kabul etmenin faydasını ve red­detmenin getireceği zaran bir müddet düşündü ve:

489.                     “Onlar cehalet ve aşağılık gibi insanın gönlünde ikilik oluşturucu vasıflan olan kişilerdir.

490.                     Eğer bu adamın davetini kabul edersem ve onun ikramın­dan nasiplenirsem...

491.                     Arkasından bir başka seviyesiz de beni davet edip, kör nefis de bu lezzeti hatırlayınca...

492.                     Korkarım ki, bunu alışkanlık haline getirip, kötü şöhret kazanırım ve seviyesiz insanlarla aynı zevki alır, yakın dostlarından olurum.

493.                     Ve yine korkarım ki, her bir seviyesizler topluluğun da­vetinde ben bu tufeyli bayağılar arasında hakir duruma düşerim.

494.                     Bedenim yeme içme tutkunu; gönlüm bayağıların soh­betinin esiri olur.

495.                     Faziletli insanlar adımı defterden silerler ve herkesin içinde adı kötüye çıkmış biri olurum” dedi.

Bilge kişinin, çocuğun doğum vesilesi olan kadınları din yolunun kesicileri diye kötülemesi.

496.                      Şehvet, aklın önünü kesdiğinde; kadın, şüphe yok ki, da­ima yakın dostun olur.

497.                      Gönlün dostu kadın olursa sevgi gerekmez. Çünkü; bun­lar ömür bağının sonbaharı gibidirler.

498.                      Uykunu sürme gibi gözden çekerler, taze nergis gibi gö­zünü soldururlar.

499.                      Her zaman kavuşma meyvesini toplayabilmek için, se­nin boyunu eğri ağaç etmek isterler.

500.                      Gerçi bunların hepsi hoş görünüşlüdürler, ama “hepsinin dini de aklı da noksandır.”

501.                      Olgun bir insanın, her noksan kimsenin aylarca ve yıl­larca maskarası olması hiç yakışır mı?

502.                      Bunlar dünyada gül gibi iki yüzlüdürler, vefadan renk ve koku almamışlardır.

503.                      Cenâb-ı Hak, ufuklara ihsan softasını açtığından beri dün­yaya kadın gibi bir nankör gelmedi.

504.                      Kulağını felek gibi inci küpelerle ve vücûdunu güneş gibi parlak mücevherlerle donatsan...

505.                      Bir gün gönlüne yeni sevda sahp, felek gibi yerini büs­bütün ateş eder.

506.                      Yatağım yasemin yapraklarından döşesen, yüzünü çimen gibi ayaklarına sürsen...

507.                     Hayat ağacının bir yaprağı dahi eksik olsa, yatağını elem dikenliğine döndürür.

508.                     Boyunu ney gibi keten örtülerle donatıp, ağzım bal ile tatlandırsan...

509.                     Ansızın bir arzusunun gerçekleşmediğini görse, sana dil uzatıp, acı sözler söyler.

510.                     Her sabah ve akşam önüne sofralar açsan, Cennet’ten in­miş çeşit çeşit yiyecekler koysan...

511.                     Sofrada bir tere yaprağı eksik olsa; sövüp, sayarak canına yüz bin yara, bere vurur.

512.                     Her tarafinı meyve harmanı yapsan, ama bunu bir gün eksik etsen, seni taşlar.

513.                     Kuş sütüyle beslesen faydasız; toprağa binlerce yüz suyu döksen boşadır.

514.                     Onu papağan gibi hapsedip zayıf ve güçsüz bıraksan, yine de selvi gibi dikbaşhhk eder.

515.                     Ey mutlu kişi! Eğer bir an ihtiyar ipini onun eline ve­rirsen...

516.                     Sana yular takıp eşek etmek, köpeğe benzetip daha be­ter etmek ister.

517.                     Güllerinde sonsuza dek vefa kokusu yoktur. Lâkin, yar­dım isteyince, cefa huylu diken olması çoktur.

518.                     Bunların yüzünü saf bir yüz sanma! Çünkü, o yüzde ve­fanın bir harfi bile yoktur.

519.                     Aylarca, yıllarca uğruna ömrünü harcasan; halin onun saçı gibi perişan olacağı için...

520.                     Suratını asıp, senden yüzünü çevirir, geçmişteki o kadar emeği hiçe sayar.

521.                     Hasta olsan, o dünya fikrindedir. Sen ihtiyarladığın za­man ise bir genç arayışmdadır.

522.                     Ansızın yakışıklı bir genç görse, senin yerinde bu haşin (erkek) olsa der.

Hz. Süleyman'ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun)
Belkıs'la insaf hakkında söz etmesi.

523.                     Bir gece Hz. Süleyman’la yüce yaratılışlı Belkıs58 otur­muş söyleşiyorlardı.

524.                     Temiz gönüllerinden sırlar açıyor ve insafin esasından bahsediyorlardı.

525.                     Önce din ve ülkenin sultam söze başlayarak: “Dünya be­nim mührüm altında iken...

526.                     Bana hizmet etmek için her kim gelse, önce onun eline bakaran.

527.                     Öyle ki kim bana hediye olarak ne sunarsa, ben de ona o değerde ikramda bulunmak isterim.

528.                     Gerçi ben rüşvet kabul etmem, ama eli boş gelenlerden mahzun olurum” dedi.

529.                     Daha sonra Belkıs kendi hâlini anlatarak: “Ey dünya ül­kesinin hakimi!

530.                     Huzurunuz bana dert ortağı bir dost olduğu halde, güzel ve çok genç birini gördüğümde...

531.                     Yatağım ateş gibi olup derim ki: Keşke bununla bir yas­tığa baş konsa...

532.                     Gerçi bu yakışıksız işi yapmam, fakat bu düşünce gö- nüle tesir eder” dedi.

533.                     îyi huylu kadınların hâk budur. Yaralı lışlarındaki fenalık­tan söz etmeğe gerek yoktur.

534.                     Sakın ey kâmil insan! Eğer akıl sahibiysen asla noksan kişiliklerle dost olma.

Başka bir gönül ehline "Niçin evlenmiyorsun?" diye
sorduklarında "İki şeytanla yaşamak zordur" diye
cevap vermesi.

535.                     Bir kâmili tek görünce: “Ey yalnız şah! Niçin evlenmi­yorsun?” diye sordular.

536.                     Kâmil kişi: “Her kişinin büyüsüne kapıhp da onu ağla- lıp. inleten bir şeytanı zaten var...

537.                     Arif kişi bir şeytanı dahi kabul etmek istemez” dedi. Akıl sahibiysen, şeytanın yolunu açma!

538.                     İki şeytan bir yerde yakınlık kurarsa; gönül ülkesi fitne fesatla dolar.

539.                     Ey şeytanım müslüman etmeyen! Göğsündeki imam gön­lünde sakla.

Bilge kişinin kadın ve cinsel arzu olmaksızın bir çocuğun doğması için büyüleyici tesiri olan tedbiri ve gök pâyeli güneş gibi şefkatli olan hüma59 gölgeli bir selviyi terbiyesi için o ay gibi çocuğa dadı tutması.

540.                     Bilge kişi, Şah önünde bundan dolayı kadım ve şehveti çok fazla kınadı.

541.                     Sonra çocuk için öyle garip bir fikre girişti ki, görenler parmağım ısırdı.

542.                     Tamamı sihirden oluşan öyle bir sanat sergiledi ki, orada­kiler onu can ve gönülden takdir edip, kutladılar.

543.                     Cinsel haz olmaksızın Şah’ın menisini herhangi bir arıza vermeden getirdi.

544.                     Yaptığı uygulamayla meniyi alıp, onu ana rahmi olmak­sızın büyüttü.

545.                     Dokuz ayda öyle bir erkek evlat hasıl etti ki, güneş par­laklık ve gücünü onun yanağından alırdı.

546.                     Mis kokulu saçı, yüzünün üstünde cim harfi gibi kıv­rımlı; cana can katan la’l gibi dudağı, güneş içinde mim harfi gibi küçük idi.

547.                     Yanakları üzerinde iki ra harfini andıran kaşları perdeci, gözleri de adalet terazisinde ayın harfi gibi kefeleridir.

548.0 dolunay (çocuk) bu güzelliğiyle feleğikendine hizmetkâr, güneşi de köle etti.

549.                     Onun varlık cevherinden taç yücelik buldu. Yüzünün gü­zelliği tahtı kutlu kıldı.

550.                     Feleğin yüzü, ondan dolayı gül gibi güldü, âlemin gözü de, onun gözünden nur aldı.

551.0 dolunay, emniyet içinde doğduğu için; Padişah’ın sa­rayı cennete döndü.

552.                     Yer, gök Onu hayırla selamladı. O’na “Salâmân” adım vermek gerekli oldu.

553.                     Anne sütünden nasibi olmadığı için, alımlı bir kadım Ona sütanne seçtiler.

554.                     Sütannenin yüzü güneş gibi uğurlu ve kutlu; yaşı onaltı, adı “Absâf’dı.

555.                     Absâl’m gözleri ahu, saçı misk kokulu ve kemend gibi uzun, yüzü gül, boyu selvi gibi uzundu.

556.                     Alm, devlet kur’asının safhası, bölümü; güzellik ve yüz mushafının da levhasıydı.

557.                     Zülfü, misk kokulu; yanağı kâfur gibi beyaz, yani o zülf zulmet gibi kara, bu yanakda nur idi.

558.                     Kaşları sanki birer misk kokulu med işareti, benleri nok­talar; yanakları nurdan, ayva tüyleri sade bir rik’a yazı­sıydı.

559.                     Naz sarhoşu gözlerini yan uyuyormuş gibi yapıp, güle benzeyen yanağım dayanak, çadın andıran saçlarını da mis kokulu etmiş.

560.                     Güzellik alanım yabancılardan korumak için bir gül gibi etrafım dikenlerle çevirmiş.

561.                     Yanı yöresi oklarla dolu. Sanki padişah askerleri kalede cenk etmektedir.

562.                     Burnu, elma yanaklarım ikiye bölen gümüşten bir kı­lıçtır.

563.                     Sanki huri, güzellik kutusuna nur yazısı (Nur Ayeti!)nı yazarken parmağı orada kalmış.

564.                     Yanaklan Cennet bağından iki yaprak veya Hakk’ın nu­rundan la‘lden yapılmış iki tabaktır.

565.                     Dişleri, iki inci dizisidir. Sanki ağzı da içi incilerle dop­dolu la’lden yapılmış bir kutucuktur.

566.                     Ağzı ab-ı hayat çeşmesi olan kuyudur. înciye benzeyen dişleri de habbü’n-nebat tohumlarım andınr.

567.                     Fakat o büyük çeşmeyi bilen yok. Aklın dedikodusu onda yol bulamaz.

568.                     Cemalin mimi cimin noktasıydı. Geçmiş ve gelecek onda hal olmuştu.

569.                     Çene çukuru,60 Babil Kuyusu (zindanı)’ nun61 bir benzeri, can ve gönül kuşuna gümüşten bir yuvadır.

570.                     Çene alü, sanki asılı bir su damlası, yahut ay veya felek topu gibi parlaktır.

571.                     Gerdanı, çok yüce arşın ayağı; sinesi de Huda Levhası’nın kürsüsüdür.

572.                     îki elinden kararmış gönül ikiye bölünmüş ve yenlerinin her biri simli kumaş kesesidir.

573.                     Can ve gönlün arzusunu avucunun içine almıştır, cömert­lik yüzüğü de parmağındadır.

574.                     Elinin kınası, kızıl nakışlıdır. Bu kızıl nakışın gönül kam olduğu apaçıktır.

575.                     îki memesi, tath sudan baş çıkarmış ıslak iki balık gi­bidir.

576.                     Ya da narin Cennet meyvesi gibi güzel kokular dağıtan tath iki narin elmadır.

577.                     Nurdan bir sahneyi andıran göğüs altı, yabancı gözler­den gizlenmiştir.

578.                     Gül altında yaseminden bir harman oluşmuş. O’nun Cen­net bahçesi olmadığım kim söyleye-bilir.

579.                     Beli, saklı can gerdanıdır. Onu görenler anlar ki can or­tadadır.

580.                     Nun’a benzeyen göbeğini gizli bir el yazmıştır. Ölçüsünün mükemmelliğinde bir nokta kadar kusur yoktur.”

581.                     Onu göbek sanma! Feleğin altın tası güneş gibi saf gü­müşten kadehtir.

582.                     Akıl sahibiysen bu menzilden geçme, nefs şeytanım gö- nüle klavuz etme.

583.                     Can afeti hokkasının62 kapah olması, kan dökücü gözün sürekli örtülü olmasmdan daha iyidir..

584.                     Eğer bu gönüldeki hırsın artmasını önler; işaret ve sırla­rıyla klavuz olursa:

585.                     “Yaşam ülkesine anayol odur, canın Eymen Vadisi’nde63 sığındığı mağara odur” dedi.

586.                    Uçan murad oku için hedef, la’lden yapılmış yuvada gü­müş dal olmaktır.

587.                    Öyle bir sadettir ki herhangi bir hakkâkin eli değmeksi- zin içinde inciler kırılır.

588.                    Balığın hayatı, sağa sola yalpa vurmak olduğu için; ha­yat suyu onun içindedir desem yanlış olmaz.

589.                    Kuyruk sokumu, sanırsın ki uzak feleğin dağıdır Felek dağı, titreyip duran billurdan kubbe gibidir.

590.                    Kalçası, yasemin ve gül yaprağı ile bohçalarmış; içi ya­seminle dolu yuvarlak yastıkdır!

591.                    Gömleği, felek çadırı gibidir. Eteği, sabah ışıltısıyla dop- doludur.

592.                    Şu can, uyluğunu vasfetmede nüktedandır. Öyle ki Hakk’ın nurundan can mumu yakar.

593.                    Bacakları, ay gibi iki gümüşten balık yahut fildişinden iki zarif sütundur.

594.                    Her kim baldırına çekinmeden dokunursa; boynu benim gibi bin kere eğilsin.

595.                    Kim ki gül gibi başını ayağına eğerse; ay ve güneşi ba­şına taç yapar.

596.                    Her kim o hizmette sıkıntıya bel bağlarsa; bil ki istek ayağı hâzineye batacaktır.

Korkarak geri dönmek istedi. O zaman ağaçtan “Ya Musa! Ben âlemlerin Rabbi olan Allahım” diye bir nida geldi. Mûsâ sec­deye vardı. Bu sırada ikinci bir nida geldi: “Ya Mûsâ, ben senin Rabbinim. Nalınlarını çıkar. Sen Tuvâ denilen kutlu vadidesin.” (Kur’ân-ı Kerim, Tâhâ Sûresi (20), 12. Âyet.

597.                     Kim o yükle boyunu eğerse; ay, istek okuna hedef olur.

598.                     Çöl ve vadi içinde onu arayıp soran; elbette suya kavu­şup, testisini doldurur.

599.                     Ancak kıymet bilen kişi, her kendini bilmez onun ekme­ğini bölmesin diye o sofraya el uzatmaz.

600.                     Hak badesiyle coşan bu can, Hızır elinden ölümsüzlük suyu içer.

601.                     Ay ve güneşin dudağını ıslatmayacak kadar az su dam­lası, arife can çeşmesi gibi gelir.

Başka bir âşık meşrebin, balıkların okyanusta yıkanmasından ve ördeklerin su üzerine konmasından suyun kirlendiğini sanıp ve bulandığını vehm edip deniz suyundan vazgeçip daha temiz yeni bir su araması.

602.                     Gönlü sarhoş biri Allah’a yakınlaşmak için denizden ab- dest almak istedi.

603.                     Pek çok ihtiyaç sahibinin denize üşüşüp; kiminin yıkanmak, kiminin de nzık bulmak endişesinde olduğunu gördü.

604.                     Kuşlar denizin yüzünde oynaşıyorlar; balıklar da deniz dibinde dalgıçlık yapıyorlardı.

605.0 tertemiz denizin bu ka yabancıyla dost olduğunu gör­düğü zaman:

606.                     “Bu kadar kuş ve canlı bu denizden böylesine nasiple­nirken...

607.                     Zaruret olmadıkça toprağa yüz suyu saçarak, ondan yı­kanmak iyi değildir.

608.                    Her önüne gelen yersiz yurtsuz onu kullandığı için Ab-ı hayat suyu dahi olsa ondan vazgeçtim.

609.                    Öyleyse yabancı el değmemiş, bakir zemzem gibi bir su bulayım...

610.                    Bereketiyle can yüzünü gül bahçesine benzetip, parlaklı­ğından gözlerimi aydınlatayım” dedi.

611.                    Temiz yaratıhşh olan kirlenmişi ne yapsm? Hu-yu an olan temizlenmişi arzu eder.

Tatlı sözlü Absâl'ın, aylarca ve yıllarca Salâmân'ın
büyütülmesinde gayret gösterdiğidir ve onun
dadılığına kendini adaması ve Salâmân'ın Ay
(gibi güzel) yüzünün günden güne güzelliğin
doruğuna ulaşıp, olgunlaşması.

612.                    Sözün kısası, o zülfü devlet sayesi gibi olan Absâl; o ay gibi güzel yüzlü Salâmân’nın dadısı oldu.

613.                    Ona sinesini uyku yeri edip, ağzını şeker gibi saf sütle doldurdu.

614.                    Ciğerinden kan sağıp da besledi. Yakut renkli ten kuma­şıyla sardı.

615.                    Salâmân’ın bir mücevher kadar değerli yaratılışta olduğunu gördüğü için O’na ay ve güneşten altın bir beşik yaptı.

616.0 ceylan yavrusu kadar güzel çocuğu sütüyle besleyip; gökte şark güneşine parlaklık verdi.

617. O ay yüzlü güzel Absâl, tüm düşüncesini Onun üze­rinde yoğunlaştırdı ve gece gündüz Ona hizmeti ken­dine iş edindi..

618.0 ay yüzlü (bebek)nün canında bir huzursuzluk sezse; ye­meden ve uykudan kesilip, sabahlara kadar mum gibi...

619.                      Göğsü, şiddetli ateşle yanar ve gözü kanlı yaş dökerdi.

620.                      Veya bir gün güzellik göğünde o parlak güneşin gam si­sinden etkilendiğini görse...

621.                      Üzüntüsünden felek gibi kararsız olup, güneş gibi üs­tüne titrerdi.

622.                      Her zaman elem (keder)ini gidermek için; canım gam ateşinde üzerlik tohumu (tütsü) ederdi.

623.                      Devamh bu halde olan gönül aydınlatıcı güzel (Absâl), gece uyumayıp, gündüz dinlenmeksizin...

624.                      Bazan çocuğun vücudunu gül sularıyla yıkar; bazan da şeker dudaklarına sızdırılmış bal gibi sütünü verirdi.

625.                      Taze nergis gibi gözlerine sürme çeker, kıvrımlı sünbül gibi saçlarım tarardı.

626.                      Bazan gecelik külahı (uyku başhğı)nı ay gibi eğerdi. Ba­zan kulağına Ülker Yıldızı’ndan küpe yapardı.

627.                      Güneş ışığım Ona tuğ yapınca, parlaklığından dünya nurlanırdı.

628.                      Saba rüzgân gibi ayağına yüz sürüp, gül gibi zarif bir abâ giydirirdi.

629.                      înce beline kolunu gümüşten kemer yapıp, o ay yüzlü be­beğin etrafim hâlelerle süslerdi.

630.                      Servi gibi bağda salınmağa başlayınca, o sülün için çiz­mesini yakut eylerdi.

631.                     Onun çizmesinin boyun köselesi ay renginde, gönü de gökyüzü derisi idi.

632.0 gönül okşayıcı güzel Absâl O’nu uyutmak için gece­leri uyumaz, masal anlatırdı.

633.                     Gönlünü gonca gibi açmak için her seher vakti çimen­liği seyrederdi.

634.                     Bazan nergis gözlerini, bazan gül yanağını öperdi. Bazan mis kokusunu, bazan sünbül saçlarım koklardı.

635.                     Bazan ayağım başına taç eder, bazan o atımdan dolayı ır­mak gibi çağlardı.

636.                     Bazan üzüntüsünden çokça ağlar, bazan ırmak gibi iç­ten içe kan akıtırdı.

637.0 taze fidan, selvi gibi boy atınca; yolunda su gibi O’nun ayaklarının altına düştü.

638.0 güneş, güzelliğinin doruğuna erişince; gölge gibi ete­ğini elden bırakmadı.

639.                     Yaşı ondörde gelince, dolunay gibi oldu ve güneşin yü­zünü yerde süründürdü.

640.                     Yeni aya benzeyen kaşlarım çattı. Zülfiinün siyahlığı, sa­bahın parlaklığını geride bıraktı.

641.                     Güzelliğinin şöhreti dünyayı kapladı ve O selvinin mer­tebesi göğe ulaştı.

642.                     Hoş bir servi gibi boy attı. Yüzünün parlaklığı güneş gibi etrafa yayıldı.

643.                    Onu gören yüksek sesle şöyle derdi: “Şüphesiz ay (gibi güzelliği) mızrak gibi göründü.”

644.                    Kaşlarım her gören, parlak yüzünde tutulmuş iki yeni ay hayal ederdi.

645.                    Kirpiği, âşık için bir ok; gözü, insan avlayan bir cey­landı.

646.                    Ya kendinden geçmiş mihrapta yatan biri, ya da uykuda zamanın litnesiydi.

647.                    Yüzündeki beni, can gözüne gözbebeğidir. (Bu sebeple) güzelliğini olduğu gibi söylemek olmaz.

648.                    Saf kırmızı yakuttan hokkaya benzeyen ağzı, gönlün ar­zusu; saçları, kıvnm kıvnm gönül tuzağıdır.

649.0, Rum (Anadolu)’a misk satan bir hintli; Mısır’a şeker satan bir papağandır.

650.                    Güzelliğinde kıl ucu kadar kusur yoktu. O varlığından çok şüphe ve kuşku duyulan ağızdı.64

651.                     Ayva tüylü çene altı, asılı bir elma ya da belâ dolu billûr bir kadeh idi.

652.                     Sanırsın ki boynu nurdan bir sürahi ya da billurdan bir güzellik sütunuydu.

653.                     Saf su, bedenini görse titrerdi, kılı kırk yaran akıl bile be­lindeki inceliğe hayrandı.

654.                     Güzelliği bütünüyle tasavvur edilmiş bir nur olduğundan anlatılmaktan uzaktı.

655.                     Güzelliğini açıklayıp, anlatmağa kalkışanlar; bu şiiri ya­zıp, bestelemişlerdir.

Gazel

656.                     1 Yanağın, dünya nakışlarım gösteren can aynasıdır. Al­

lah yüceltsin (Maşaallah)! Bu insanların ve cinlerin hayran kaldığı bir yüzdür.

657.                     2 Ey sevgili! Ağzının yatımdaki noktaya benzeyen ben;

çözümsüz, şaşkınlık verici bir sırdır. “İsimleri öğretti” rumuzu tamamen onda gizlenmiştir.

658.                     3 Sözün, ölüleri İsa nefesi gibi canlandırsa şaşılmaz.

Dudağın ebedî hayatm mevcut olduğu can çeşmesi­dir.

659.                     4 Ey nazlı nazlı salman güzel ! Senin çene çukurunu

gören kişi: “Züllünün hümâsı, orada ki boşlukla yuva yapmış” der.

64                                    “Bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi (2), 31-32. Ayetlerden.

660.                 5 Ey sultan! Kaşın yücelik takı, saçın adalet zinciridir. Yü­

zün en yüce divan, dudağın orada Nuşirevan’dır.66

661.                 6 Güzellik Rûmunu yani beyaz yüzünü seyredenler, si­

yah işler yani kötülük yapan zül-fiinü görünce: “Acaba Hindistan şahı neden oraya düştü” derler.

662.                 7 Ey sevgili! Göz bebeklerin hoppa gönüllü ve işret

ehlidir. Bundan dolayı güzellik gülbahçesi içine gi­rip orada büyük kadehten içki içer.

Mesnevi

663.                 Ey Lâmi’î! O güzelliğin sonu olmadığı için dillerle âyet (delil)i açıklanamaz.

664.     O halde kuklacılığı şekli bırak ve anlamlardan düzgün açıklamalar çıkar.

665.                   Bir de gül gibi tek yapraktan başla, bülbül gibi bir de nağme söyle.

666.                   Fanus gibi derd ve ateşle yanıp bize kaknus gibi nağ­meler söyle.

667.                   Bazan hicaz,67 bazen acem makaramdan söyle ve uşşakî nefesinden ganimettendir.

668.                   Bize can kıssasından hoş haberler verip, artık bize Salâmân’m halinden anlat.

669.                   Ey zavalh âşık! Beri gel. O canın halterini dinle.

670.                   Madem ki güzellik kadehinden içki içtin, o güzelin bazı halterine gül gibi kulak verip, dinle.

Salâmân'ın arzu ve istekli, meramını anlatmada
anlayışının üstünlüğü; sözü nazım ve nesir hâline
getirmede kabiliyetinin çabukluğu ve tatlı kalemi ve
parlak yazısı hakkındadır.

671.                   Bil ki ağzı söz söylemede kılı kırk yarardı. Yanında kimse ileri geri konuşamazdı.

672.                   Biniciler arasında at biniciliğinde usta idi. Söz söylemede Îmrü’l-Kays’ı68 dahi mat ederdi.

65                                 Hicaz: Klasik Türk musikisi makamlarından birinin adı. Ba­sit makamlardandır ve çok yaygındır. Bu makam hicaz dörtlü­süne rast beşlisinin ilavesiyle ortaya çıkmıştır. Güçlüsüne nevâ denilir. Bir musiki terimi olmak dolayısıyla da tevriye ve tena­süp yoluyla diğer musikî terimleri arasında kullanılır. Hicaz ke­limesi aynı zamanda Arap yarımadasında Mekke ile Medine’nin bulunduğu bölgenin de adıdır.

66                                 îmriü’l-kays: Cahiliyet devri Arap şairi. 530 yılında Ankara civa­rında öldü. Arap şiirinin kurucusu ve başarılı şairi idi. Kendinden

673.                  Söz (daha) kabuğundan (ağzından) çıkmadan, anlamın özünü su gibi içerdi.

674.                  Sözü, keskin bir kılıç gibi delil idi. Bû Ali (İbn-i Sinâ)    yanında ilkokul çocuğu gibiydi.

675.                  Kelâmcılar, O’nun mantığı karşısmda ağlayıp, inliyor­lardı. Hikmet sahiplerini kendine köle etmişti.

676.                  Nazmıyla Ülker yıldızım düzenlerdi. Nesre Yıldızı Onun nesri yanında benâtü’n-naş  gibiydi.

677.                  Her şekil söz söylemede hazır cevaptı. Canı ya kitap ya da Levh-i Mahfuz’du.

678.                   Bir mecliste isteğini dile getirse, bunu işitenler canlarım feda ederdi.

679.                   Misk kokulu yazı yazan kalemi eline alınca, levh ve ka­lem Onu kutlardı.

680.                   Güzellerin ayva tüyleri gibi yeni yazı yazsa, yüzüne par­laklık verirdi.

681.                   Her başlığı çok büyüleyici yazan kaleminin dili, sihir okuyor zannedersin!

682.                   Defterindeki yazı düzenini gören: “Güzeller bir-birini ku­caklamış” diye düşünür.

683.                   Yazdığı her harf bir güzel, işveh ve cilveh bir sevgi­liydi.

684.                   Kaleminin gölgesi kağıda düşse, elif boylu bir güzel or­taya çıkardı.

685.                   (Yaptığı) ra (harfî)nın yüz (güzelliği), feleğin gönlünü süsleyici; ha (harfi)nın gözü de havrâ gibi güzel gözlü­nün göz bebeği gibiydi.

686.                   Kaf (harfi), Kaf Dağı’nın resmini utandırırdı. Kâf (harfi) “Ehl-i kehf ’ için yeterliydi.

687.                   Sin (harfi), gövdesi gümüş siniydi. Yaptığı şin (hareleri­nin çini noktalan dopdoluydu.

ise Tann iradesidir. İnsanların kaderi Levh-i mahfüz’da yazılıdır. Levh-i mahfüz’dan İsrafil sorumludur. Yazılı olan şeyler ne ek­sik, ne fazla olmayıp zamanı gelince ortaya çıkarlar. Bu levha 7. kat gökte bulunur ve doğu ile batı uzunluğu kadar en ve boya sahiptir. Bu boyudan İlâhî takdirin ifadesi olarak düşünmek ge­rekir.

688.                 Dal (harfi) dünya devletinin (dalı) deliliydi. Ayn (harfi) ukbâ (âhiret) nimetinin kaynağıydı.

689.                 Gayn (harfî)ının noktasını gören: “Ey Sultan! Hilâl üs­tüne Sühâ Yıldızı72 gelmiş” derdi.

690.                 Ya (harfî)nın görüntüsünü bir an seyreden, Yakut’un73 (ta­nınmış) yazısının yasını tutardı.

691.                 Cim (harfi) güzellik (Cemâl) ülkesinin süsü, mim (harfi) berrak su çeşmesi gibiydi.

692.                 Lam (harfi) sünbül saçh gönül alan bir güzel, sad (harfi) nergis gözlü yankesicinin ta kendisiydi.

693.                 Ay, nun (harfî)unun mihrabına baş koyduğunda, irâbın (güzel sözün) parlaklığına denk olurdu.

694.                 Şeddesinin kubbesinin tepesi, taç bağışlayıcı; cezm işa­retinin halkası, felek atının hilâliydi.

695.                 Medd (işareti)inin oku (çizgisi) bir keman kaş, ay gibi yahut gülen bir bulut gibiydi.

72                              Sühâ: Büyükayı yıldız kümesinin en küçük yıldızıdır. Küçük­lüğü dolayısıyla eskiden gözlerin görüş kuvvetini ölçmede kul­lanılırdı. Bu yıldızı görebilen göz keskin sayılırdı.

73                              Yâkût: Yâkût el-Musta’sımî. Meşhur Arap hattat. Son Abbasî halifesi Musta’sım’ın saray hattatı. Musta’sım’ın kölesi olduğu için ünvanı ona mensuptur. İslâm yazısına güzellik kazandıran, onu belirli kurallara bağlamaya çalışan güçlü ve büyük bir us­taydı. O’nun üslubuna “Yakut tarzı” denilmiştir. Yakut “aklâm-ı sitte” denilen muhakkak reyhanı, sülüs, nesih, tevki ve rika adlı yazıların anatomi ve fizyolojisine döneminde güzellik kazandır­mış ve ortaya koyduğu estetik ölçüler 150 yıl boyunca etkisini sürdürmüştür. Bin kadar Kur’ân yazmıştır ki birkaçı İstanbul’un muhtelif kütüphanelerindedir. 1261’de Bağdat’da ölmüştür.

Salâmân'ın padişahlık kanunu ve isteğine kavuşma
âhengiyle arkadaşlık meclisi oluşturması ve efkâr
dağıtıcı şarkılar söyleme hali.

696.0 parlak mum (Salâmân) geceleri ay gibi meclise sâz olup, meclis süslese...

697.    Zühre  dans eder, ay def çalar, melekler ve huriler de fe­lek gibi el çırpardı.

698.    Parlak ay meclisi oluştursaydı, gökyüzünü kadeh ve gü­neşi de şarap yapardı.

699.    Bade, la’l gibi kırmızı dudağından can aydınlatıcı (ci- lalayıcı); feleğin (meclis)bütün mumu gibi dünyayı ya­kıcı olurdu.

700.    Güneş gibi altın kadehi eline ahp, tutunca; la’l gibi kır­mızı şarap içtiğinde yakuta parlaklık verirdi.

701.    Bade, başım mum gibi kızdırsa; can yüzünden utanma örtüsünü kaldırıp...

702.    İnce sesiyle öyle bir nağmeye başlardı ki feleklerin gönlü aydınlanırdı.

703.     Zaman zaman içten nameler söyledikçe, ay ve dokuz fe­lek on sevgili olurdu.

704.     Şayet dili telâladan krrmldatabilseydi, ten teninden ca­nına can katardı.

705.     Isfahan makamından  hicaza geçip, aşk yolunda berbatı (lir) çalmak için ele alsa...

706.     Sabır kervanını ve aklı, baştan başa alt üst edip; yağma ederdi.

707.     Ney, dudaklarının dostu oldukça, gönül ehilleri, bal çiğ­neyenler olurdu.

708.     Cana neyden şeker gibi tatlı çeşniler verip, kulak meme­sini incilerle doldururdu.

709.     Rebab ile çengi bir saat çalsa, şarkıcı Zühre’yi hayran bı­rakırdı. (Zühre’ye denk olurdu).

710.     Her işi meclis süsleyici, sesi gönül ehlinin canına can kalıcıydı.

711.     Her gece seher vakitlerine kadar işi buydu. Gece, gün­düz zevk ve eğlenceden baş kaldırmazdı.

712.     Çünkü saadet tavusu,  güneş ışıklarım, gökyüzü sahne­sine dağıtmaya başlasa...

713.0, meclisi yan uykulu ve kendinden geçmiş bir halde da­ğıtıp, meydana çıkmak için acele ederdi.

Salâmân'ın yeni ay gibi altından çevgân (oyun sopası), parlak mum ve güneş gibi yuvarlak topla meydana çıkıp; şehzâdelerden, diğer köle ve özgürlerden (oluşan) akranlarını oyunda ve koşuda yenmesi.

714.0 parlak yaratılışh (Salâmân) padişah soyundan akranı olan ay yüzlü (yakışıklı) bir çok genç ile...

715.    Hilâli çevgân; ayı da top edip, güneş gibi meydana yö­nelirdi.

716.    Hey! Dünyanın en ay yüzlü güzelleri! Memleketin göz­deleri, can ganimeti!

717.    Her biri güzellik ülkesine bir padişah! Yıldızlar oyunu gibi çabuk birer binici!

718.    Yüz çevirip yahut ruh tavla taşım tutup meydana at şiir­seler, felek şahım piyonla mat ederler.

719.    Yönelip bir yola girseler; gökten melekler, savulun diye seslenirler.

720.    Her birinin gerdanı bir can topu, saçının kıvnmı (da) mis kokulu bir çevgândır.

721.     Ayın kıratı onların yanında topal kalır. Felek meydanını etkileyen sahaları gözüne dardır.

722.     Şark atı, her birinin binek atıdır. Ödüllerini şiddetli rüzgârdan alırlar.

723.     Meydana çıkıp çevgânı ele alsalar, ay ve güneş topunu kırarlar.

724.     Toprak sahnesinde bir topu çelseler, feleklerin arsasın­dan aşırırlar.

725.     Âlem içinde insan, cin ve hurilerden eş ve benzerleri yoktu.

726.     Lâkin, Şehzâde de ay ve güneş topunu bunlara fırlatıp hepsini mat ederdi.

727.     Ne zaman çevgânı ele almağa yeltense, hiç biri topu eline almaya cesaret edemezdi.

728.     Ata iyi binen Şehzâde öyle çabuk oynardı ki, topu mey­dandan katır boncuğu gibi kapardı.

729.     Öyle ki hokkabaz felek bu gönül okşayan Şehzâde’nin ne oyunlar bildiğini hayal dahi edemezdi.

730.     Sanki havadan ahlan bir şimşek, ya da gökyüzünden ah­lan göktaşıydı.

731.     Talih eli kime çevgân sunarsa, o kişi kıymet ve şeref to­punu ortasından kavramıştır.

732.     Devlet yıldızı âlem bağında her kiminle dost olursa, o kişi mesut olur.

Salâmân'ın savaş yerinde kıyaslanamayacak bir
şekilde (mükemmel) yay kullanması ve yarış yerinde
tahminlerden uzağa ok atması vasfı.

733.     Salâmân’ın cam bu işlerden sıkılınca, kendine ok gibi yay burcunu yer eylerdi.

734.     Ok ile düğümlerden düğüm açsa, felek kulağı kiriş se­siyle dolardı.

735.     Sıçrayıp kutbu nişan alsa, nesrin korkudan can verirdi.

736.     Kuvvetini gösterse, yedi kat feleği yerle bir eder; ok atsa, gökyüzünden aşınrdı.

737.     Oku herhangi bir meydanda kanat açsa, güneş ve ay si­per yeri yapardı.

738.     Başının üzerinde mızrak oynatsa, beraberinde gökyüzü de dönerdi.

739.     Süngüyle savaşanın süngüsünü kırar, Avva sancağım yere indirirdi.

740.     Kılıcına baş eğmeyenin başım, dağ taş (gibi güçlü) olsa da ikiye biçerdi.

741.     Ay ve güneş, hançerinin korkusundan titrer; topuzuna sa­man dağı gelmezdi. (?)

742.     Av için gökyüzüne doğru kemend atsa, göğün aslanım yakalayıp bağlardı.

Salâmân'ın cömertlik, bağışlama, bahşiş ve ihsanının
bolluğunu tasvir.

743.     Bol bol bağışlayan elini dünyaya açsa; güneşe kurs, de­nize köpük çağrısında bulunurdu.

744.     Cömertlik anında eli nisan bulutu gibiydi. Dağ, çöl ve ır­mak bereketiyle dopdoluydu.

745.     İleri geri konuşmaksızın cömertliğine nisbet olunsa, Onun cömertliği yarımda Ma’n ve Hâtem  çok cimri kalırdı.

746.     Cömertliği ipekten altın bir kese olup, yağmur gibi etrafa saçılsa; ay yüzünü bulut gibi bağlamazdı.

747.     Eli her zaman gül gibi altınla dolsa, sadef gibi avcunu kapamazdı.

748.     Deniz gibi sayısız cevher saçsa, damla kadar ıztırab çek­mezdi.

749.     Her yol ayrımında para ve mal dağıtarak mal, elinden ayak altına düşmüştü.

750.     Kuşlar ve balıklar yıllık bağışına zararsız erişip, küçük günahkâr olmuştu.

751.     Onun mutfağının dumanıyla felek dolmuş, sofrasının gü­zel kokusuyla melek doymuştu.

752.     Isfahan Ülkesi’ni topraktan saymaz, Süleyman'ın ülke­sini karıncaya bağış olarak verirdi.

753.     Dilenciye o kadar bağışta bulunur, fakire o kadar altın verirdi ki...

754.     Şüphesiz o fakir sonunda bu bağışlara tahammül edeme­yip köşe bucak kaçardı.

Belagat sahibi Katran'ın  çok cömert olan Fazlûn'a
övgü cevherleri ve şiirler saçması sonucunda

Fazlûn'un derya gibi ihsanına dayanamayıp kaçması.

755.     Kaleminin ucundan bulut misali hikmet damlaları yağ­dıran Şair Katran...

756.     Bağışı deniz gibi olan Fazlûn’u,  inci gibi sözlerle gü­zelce övdü.

757.     Fazlım Onun erdemini görünce, hürmet gösterip, Ona pek çok bağışta bulundu.

758.     Ertesi gün o methiyeyi yine okudu ve Katran’a bu defa iki katı gümüş ve altın verdi.

759.     Bir sonraki gün yine tekrar okudu ve ihsan eliyle cev­her yağdırdı.

760.     Bahşiş ve hediyeleri o kadar artırdı ki Katran buna çok şaşırdı.

761.     Bu bağışlar gönlünü rahatsız etti. Bu duruma (da-ha fazla) tahammül edemeyip, sonunda oradan aynldı.

762.     Cömert adam (Fazlûn) Onun kaçtığını anladığında: “Alış­verişimiz eksildi...

763.     Artırmada, alışverişteki pazarlık hareketlenmiş iken ya­zık ki o kişi bu değerh inciyi kırdı.

764.     Şayet hâzinemde tek akçe kalmayana dek devamh altın versem, cömertlik budur derdim.

765.     Onun için malın değeri varmış fakat yazık ki canında bu kadar bağışa takat yokmuş” dedi.

766.     Eyvahlar olsun! Cömertlere şimdi ne oldu da, cömertlik sahnesinde görünmüyorlar, yazık!

767.     Dünyada anka kuşu gibi sır oldular. Kaf Dağı’nın kah­rını mesken eylediler.

768.     Uğur gölgeli hüma âlemden gitti, dünyayı bir baştan bir başa uğursuz baykuşlar kuşattı.

769.     Her çah çırpının avcu gül misali altınla dolu, fakat bül­bülün feryatlarına yetişen yok.

770.     Nil, yüz suyunu gam taşma vurup akmakla, bilesin ki dünyada sağ salim yürür.

771.     Ateş, feleğe gün gibi sancak çekmiş; toprak, dert ve ga­mın altında kalmış!

772.     Servi, yaz ve kış bir gömlek içindeyken; soğan, kat kat kızıl elbiselerle dolaşır.

773.     Gönül ehli bin kere kan yutsa, bir tane altın vermeyi çok görürler.

774.     Yazık ki marifet sahibinin değeri yol toprağı kadardır. Nerde bir cahil varsa o itibar sahibidir.

775.     Halkın malını heybesine doldurur. Dünya sevgisi canım damgalamıştır.

776.     Meşakkat taşıyla başım yarmadan; sadef, cömertlik için el açmaz.

777.0 dahi yüz mihnet ve bin dert ile, inleyen cam ve gamla dolu gönlüyle...

778.     Harmanından karıncaya ihsanda bulunsa, boyunu mih­net dağıyla iki kat eder.

779.     Zihinleri, heybe ağzı gibi kapalıdır. Gönülleri, kah ve taş­tan yapılmış ocak gibidir.

780.     Canlan cimrilikle rahat eder ve gözlerini ancak toprak doyurur.

781.     Ey dost! Mal mülk toplamaktan sakın. Çünkü o altınlar mahşer gününde senin için ateş olur.

782.     Cimriliği bir tarafa bırakıp maddiyattan vazgeç. Zira “Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe asla iyiliğe er­miş olamazsınız” buyrulmuştur.

783.     Gece gündüz ah çekip, ağlayarak dua et. “İnsan ancak ça- lışlığına erişir, insana çalışmasmdan başka bir şey yok­tur” (denilmiştir).

784.     Ey Lâmi’î! Bu kanaat hâzinesi sana yeterlidir. Dünya ete­ğinden açgözlülük elini çek.

785.     Şikâyet eden ağzını gonca gibi kapat ve hikâyeyi bülbül gibi anlatmaya devam et.

786.     Tamahkârlık ehlini çekiştirdiğin yeter. Artık o iyiliksever padişahın medhini söyle.

787.     Bize Salâmân’ı anlatıp, O dünya sultanının iç dünya­sını söyle.

788.     Kendi, dünya ülkesinde hakandır. Ayağının tozu, Isfahan şehrinin sürmesidir.

789.     Yeryüzünün dört bir köşesi Onun buyruğunun maskara­sıdır. Yedi deniz Onun ihsanının bir sızıntısıdır.

790.     Kapısı, alemin ümit kıblesi; kalbi, İskender’in aynasıdır.

791.     O’nun şanı feleklerden yücedir. Azıcık İhsam bile dünya ülkesi için yeterlidir.

792.     Avamdan her hangi biri hükümdarın hususî vasıflarım ne bilsin? Öyleyse son sözü söyleyip, sözü bağlamak daha iyidir.

793.     “Dilberlerin sırlarım başkalarına ait sözler arasmda söy­lenmesi daha münasiptir.”

Başkalarının şüphesini gidermek için, taze bir gül
sarılmış serviyi andıran sevgilisini güneş ve ay1!
vasfederek tarif eden o aşığın hikayesi.

794.          Dünya işlerinden elini eteğini çeken, gönlünü kaptırmış bir aşığı gördüler.

795.          Bülbül gibi gülbahçesi şairi olup, her an yeni bir makam­dan yeni bir nağme söyler.

796.          Bazan gül gibi kırmızı yanağı, bazan da serviyi ve ır­mağı över.

797.          Bazan la‘l gibi kırmızı yanaklı gülü bazan lâlenin ta­cım över.

798.          Bazan nergisin gamzesinden ima eder, bazan sünbül sa­çından sırlar anlatır.

799.          Bazan güneşten, bazan da ay ışığından yanar. Bazan bu­lut, rüzgar ve sudan ağlar.

800.          Âşığı bu halde görenler: “Ey dertli ve yaralı âşık! Öyle görünüyor ki sevgiliden vazgeçtin.

801.          Sevgiliyi bir an bile anmadığına göre, yakın olmaktan vazgeçip yabancı mı oldun?

802.          Sana aşk davası haram olmuş, çünkü başkalarıyla konuş­maktasın” dediler.

803.          Âşık: “ Âşıklar bülbüle benzer. Nerde tûtî gibi söyleş­meğe başlasalar...

804.          Nağmelerinden gece gündüz arzu edilen güldür. Bin türlü ses çıkarsalar murad yine O sevgilidir.”

805.      Bana her şeyden görünen sevgilidir. Ay diyorsam mak­sadım sevgilinin gül yanağıdır.”

806.      Sünbül onun mis kokulu saçıdır. Nergis onun gözüdür. Gül onun yanağıdır.”

807.      Şimşir ve servi onun hoşa giden boyudur. Yürümesi sü­lün gezinişidir.

808.      Bütün âşıkların dili kuş dilidir. Güzellik gül bahçesinin bülbülü onlardır” dedi.

809.      Süleyman olmayan ya da gönlü gonca gibi kan dolma­yan bu dili anlamaz!

810.      Evet! Aşkın dili sonsuzdur. Bu gazelden işin zorluğunu anla.

Gazel

811.      1 Yanağının bayramına kurban olmayan hangi hayvan­

dır? Ayrılığından gönlü kan dolmayan hangi cansız­dır?

812.2 Ey gönül! Yüreğimin yanığını dudağındaki benden sor. Bağn yanmayan, can yanması derdini ne bilsin?

813.      3 Acı damaklı zahid badeden lezzet almaz. Gönülden

haberi olmayan dudakların zevkini ne bilsin?

814.      4 Ney gibi bağn yanıp ayrılık acısıyla inlemeyen, gam

meclisinde âşıkların figânlarındaki sim anlamaz.

815.      5 Saçmdan zünnar edip beline bağlamayan hangi mü­

mindir? Yüzünü görüp de müslüman olmayan hangi kafirdir?

816.     6 Müddeî, dilberin yanağındaki tüyleri görünce sevinir­

miş. Şeytan olmayan din içinde fitne fesat ister mi?

Salâmân'ın güzelliğinin olgunlaşması ve aşkından
perişan bir hâle düşen Absâl'ın O'nu kendisine
bağlamak konusundaki hileleri

817.     Ey ay gibi felek kuşu, aşk uçuşu ve aşkdan söz eden bül­bül! Beri gel.

818.     Yine gönül göğünde dolaş ve Lâ-mekan kuşunu seyret.

819.     Feleklerin kubbesinden seslenip, nefesinden cana kuş tu­zağı kur.

820.     Salâmân’a Cenab-ı Zü’l-celâl mükemmel bir güzellik ve ahlâk verdiği...

821.     Selvi boyu Harem hurma ağacı gibi uzadığı için; güzel­lik bahçesi îrem  bahçesiyle denk tutuldu.

822.     Kutlu güzelliği gül gibi açıldı, yanak bahçesi elmalar sundu.

823.     Hepsi cennet meyveleri gibi parlaklık (güzellik)lan gör­mek, hurilerin ağızlarının suyunu akıtırdı.

824.     Hurma ağacı, âşıklarına taze dudağının balım sunması için şeker gibi taze hurma verdi.

825.           Bu bağa başkalarının elleri dokunmadan o istek Absâl’ın aklına düştü.

826.           Meyvesini gül gibi büklüm büklüm eylesin, can dima­ğım bal ve şeker eylesin.

827.           “Bu bağın bahçıvanı ben olduğum için, buraya yabancı bir el girerse ziyan olur.

828.           Sen taze meyve tatmadan, bu hareme yabancı ayağının girmesi haramdır.

829.           Yıllarca bütün samimiyetimle emek vermişim, meydana geleni ellerin yemesi lâyık mıdır” dedi.

830.           Bu düşünceyle onu aceleyle toplamağa ve her birinden istemeğe başladı.

831.           “Bir kadınla bir erkek bir evde yalnız kalsa, şeytanın ara­larında tercüman olmasına gerek yoktur.”

832.           Ancak ulaşılacak daim çok yukarda olduğunu görünce, parlak saçmdan kemend ördü.

833.0 selvi boylu sevgilinin dalım misk kokulu kıvrımlı sa­çıyla eğmeye niyetlendi.

834. Gamzesinin eline mızrak (sınk) verdi. Sarhoş gözüne da­yanak oldu.

835.0 can, kavuşma mirâcı (ulaşma yeri)na erişmek için gü­müş serviye anberden bir merdiven kurdu.

836. Bir takım hile ve büyü oyunlarına (cilve, işve) başladı ve her seferinde bir dalına uçtu.

837.0 kuşun kendisine av olmayacağım anlayınca, yanakla­rının her yanma benler koydu.

838. Yani ona tuzak kurmak için yere dane döktü. O âşığı ken­dine bağlamak için ateşe buhur koydu.

839.0 selvi boylu sevgili, gece gündüz bu dertle mum gibi yamp, yakılarak...

840.              Bazan, o güneş’ (Salâmân)in dikkatini kendi üzerine çek­mek için; ay gibi tacım eğri takardı.

841.              Bazan, o gül yanaklıyı kendine bağlamak için; gözüne sürme çekerdi.

842.              Güzellik bağına bakmak gözünü kararttığı için; zülfünün bağına düğümler vururdu.

843.              Bazan, saç zincirini düğümleyip; yay kaşına miskten ki­riş çekerdi.

844.              Kavuşmasından pay alsm diye, yaygara edip; yürekten feryatlarla ağlardı.

845.              Bazan, şeker dudaklarım aralar; bazan, inci kutusunun mührünü kırardı.

846.              Öyle ki damağı şekerinden tatlansın; ağzı, dudakların­dan inci toplasm.

847.              Bazan, yakasım açıp göğsünü gösterir; Hakk’ın kudret aynasını sunardı.

848.              Öyle ki ay yüzünde sevgisini göstersin diye, O’nu bu şe­kilde ağlatıp, sızlatırdı.

849.           Bazan eline kına yakarak, Onu bu nakş (ın güzelliği)a hayran bırakıp, ağlatmak isterdi.

850.           Altın ve gümüşle ilgisini kesip arzusunu söyleyip, bile­ğinden bir parçasını gösterirdi.

851.           Bazan yürürken eteğini açar, billur gibi güzel baldırını gösterirdi.

852.           Öyle ki o ay yüzlünün güneş şefkati daimi olup, gölge gibi eteğini elden bırakmasın.

853.           Selvi gibi bazan ayağa kalkıp, bazan salınarak, sülün gibi yürürdü.

854.           Gözlerinden tatlı uykuyu kaçırıp, Onu su gibi akıtmak isterdi.

855.           Sözün kısası; bin türlü naz, işve ve cilveyle, çeşitli hile­lerle o saf gönlü aldatmağa çahştı.

856.0, bir an bile gözden, gönülden uzaklaşmayıp, her gece ay gibi bir taraftan doğdu.

857. Henüz uyanmadan, güneş doğmadan; her sabah yanıba- şında hazır oldu.

858.0 güneş, gözünü açıp bakınca, karşısında yüzünü ayna gibi tuttu.

859.           Bakışın gönül belâsı olduğunu bildiği için, arada bir göz­lerini gönlündekilere tercüman etti.

860.           Uykuyu terkedip, vaktinde hazır oldu ve kavuşma anım bekleyerek “fırsatı kaçırmamak gerekir” dedi.

Züleyha’nın  Yûsuf u  elde etmek için. Cennet misali bir saray yaptırıp, baktığı her yerde kendisini görmesi için, evin her tarafına eşsiz güzelliğini gösteren resimlerini asması ve Yûsuf'un da temiz yüzünü ve iffet gözünü Züleyha'dan çevirdikçe o resimlere gözünün takılarak elinde olmadan Züleyha'ya meyi etmesi

861.    Yûsuf, Züleyha’ya boyun eğmediği için, o zülfü sihirli (Züleyha) hile yapıp, Ona tuzak kurdu.

862.           îleri görüşlülüğü ve düşüncesiyle kaşları gibi tasvir edip, Havemak  benzeri bir saray yaptırdı.

863.0 sarayın içini Nigaristan’a  benzetmesi için, sihirli re­simler yapan bir Çin nakkaşı buldurdu.

864.           Yani o ay yüzlü (Züleyha)yü tasvir etsin, zülfünü ve kaş­larım açık açık anlatsın diye.

865.           Sözün kısası, duvarlara ve zemine yüzünün ay gibi gü­zelliğini hoş bir şekilde nakş ettirdi.

866.0 saçı misk kokulu, gösteriş meraklısı (Züleyha)nın sarayda (resminin olmadığı) bir kıl ucu kadar yer kalmadı.

867.           Nakış ve resimlerin hepsi tamamlanınca, o güzel baştan başa süs ve bezekle donandı.

868.           Züleyha sarayda yalnız bırakılmasını emrederek; Yûsuf u saraya davet nezaketinde bulundu.

869.           Sabırsızlıkla gül gibi, yüzündeki örtüyü açıp, sevgisini ortaya koydu.


870.                  Kırmızı la‘l gibi hurma (ağız)dan bal akıtıp, şeker duda­ğından tatlı sözler söyleyerek...

871.                  Bazan ona karşı olan aşkım anlatıp, bazan ayrılığından şikayet ederek...

872.                  Saygıyla nazlı nazlı maksadını söyleyip, bin türlü nazla yalvarmağa başladı.

873.                  Yûsuf onun sözlerine baş eğmeyip, nergis gibi gözlerini gül yüzüne çevirmemesine rağmen...

874.                  Yüzünü her tarafa lutf ile çevirdikçe, Onun kaşı ve gö­zünü görüp isteği artardı.

875.                  Ne var ki, göz insanın belâsıdır. Âşığın korkusu çoğun­lukla gözündendir

876.0 zülf ve benler peşpeşe sıralandığı için, göz aynasının hâlini bildirdi.

877.                  Hareminin ipini düğümledi, sabır eşyasını darmadağın etti.

878.                  Şeker gibi dudağından tat almaya ve Hızır gibi can çeş­mesinden bade içmeğe niyetlendi.

879.                  Ancak Ona gaibten bir bürhan geldi ve Allah’ın hima­yesi Hızır gibi yetişti.

880.                  İffet suyuyla çehresini yıkayıp, elini korkuyla o sofra­dan çekti.


Absâl'ın her gün ay gibi olgun ve benzersiz güzelliğini bir şekilde sunarak, binlerce hile ve hayal ile Salâmân'ın gönlünü alması.

881.           Gerçi Salâmân’ın daima kusursuz bir insan olması, aklı­nın dürüstlükle çalışması sayesindeydi.

882.           Ancak Absâl’m oyunları, başı dinç ve rahatken; Onu ağ­lattı.

883.           Kaşlarından takati kesildi, zülfü gönlünü çok fazla kırdı.

884.           Saçlarının dağınıklığı sabnm da darmadağın; kirpikleri, yerini gül gibi diken etti.

885.           Nergis gözü, gözünden uykusunu giderdi. Sünbül saçı, gönül aydınlığım kararttı.

886.           Yanağı, gözyaşlarını gül kırmızısına çevirdi. Ağzının dü­şüncesi, hayatı (kendine) dar etti.

887.           Yaban gülü yaprağım andıran yüzündeki siyah ben; Onu lâle gibi harab etti.

888.           Bal gibi tatlı sözleri, sürekli zevk verip; tatlı gülümse­mesi, damağım acılaştırdı.

889.           Yanakları canına ateş bıraktı. Dudaklarından kanma coşku geldi.

890.           Can kuşu, selvi boyuna gönül verip; kavuşma arzusuyla su gibi çağladı.

891.           Beline sarılmayı hayal etmekten, bedeninde bir kıl ka­dar kuvvet kalmadı.

892.0’nun aşkının harareti, canını güneş gibi edip; fikri, cil­veli yürüyüşüne gölge gibi düştü.

893.           Bu hallerden kurtularak ad ve ün şişesine taş vurup kır­mak istedi.

894.           Ancak bir süre durup, son kararım verdi. Can ve gönül aynasını kadeh yaptı.

895.           Kendi kendine “Bu içkiden tat alırsam, iffet kadehi ca­nıma haram olur.

896.           Ansızın aynlık yetişip saki olur. Can ve gönülde dert ile gam ebedî olur.

897.           Hasret ateşine yanıp mum gibi olurum, yücelik ve dev­letten mahrum olurum” dedi.

898.           Şeref insana kalıcı değildir. Akıl sahibi kişi onu arzu et­mez.

Tuzlu deniz kenarında güçsüz kuvvetsiz, zevk ve safadan uzak kör bir kargaya Havasıl isimli bir kuşun kursağından tatlı su içirmek istediğinde, karganın bunu kabul etmeyip, söylenmesi.

899.           Meğer kör bir karga, tuzlu deniz sahilini kendine yer edinmişti.

900.0 tuzlu deniz suyu daima onun kısmeti olup, hiç bir za­man şeker ve akideyi görmek istemezdi.

901.           Aniden Havasıl isimli kuş ona acıyıp, ikramda bulun­mak ister.

902.           Başına, merhametinden dolayı bir bulut gibi, devlet göl­gesinden hoş bir kırıntı salıp...

903.           “Ey safadan uzak (karga)! Beri gel. Sana kursağımdaki tatlı sudan içireyim.

904.           Sana o ekşi yüzlülüğün kahır zehri (artık) yeterlidir. Kur­sağımın tatlı suyu coştu, gel kana kana iç” dedi.

905.           Karga: “Ey ikbal kanath kuş! O ikbal kanadının bana ve­bal olmasından korkarım.

906.0 tatlı suyu içip safa bulduğumda, kötü talih ve vefa­sız devir...

907.           Kadehi zehir ile doldurup tekrar sunar. O zaman bu tatlı suyu hatırlayıp, kederlenirim.

908.           Göğüs kafesim bu güçle coşar, bir daha o deniz suyunun zehrini içmek istemem.

909.           Canım, artık deniz gibi dudağı kurumuş olup, orta yerde yorgunluk içinde kalır.

910.           En iyisi ben o şarabm mahmuru olmadan bu tuzlu suyu hoş göreyim” dedi.

Salâmân'ın bir gece sarayın damında içkili eğlence düzenlemesi ve sarhoş olup uykuya tutulmuşken Absâl'ın bu durumu fırsat bilerek bir hırsız gibi Salâmân'ın odasına girmesi ve sabaha kadar birbirlerine sevgilerini gösterip, muratlarına ermeleri.

911.           Salâmân, Absâl’a meyledince; gününü hafta, ayını yıl eyledi.

912.           Mum gibi yanıp, yakılarak; gönül kederinden sırlar keş­fetti.

913.         Absâl’m o ay yüzlü (Salâmân)nün de kendi aşkı ile yan­dığına şüphesi kalmadı.

914.         Eski sevgisi ay gibi tazelendi. “Bana ikbal ve devlet yâr oldu” dedi.

915.0 ay yüzlü ile yalnız kalmanın yolunu bulmak için fır­sat kolluyordu.

916.         Gönül, dudaklarından nasip almak ve canım muradına kavuşturmak istiyordu.

917.         Kadir gecesine denk öylesine mutlu bir geceydi ki; Dolu­nay, yıldızlar içinde sanki saadet sahibi bir sadrazamdı.

918.         Şeref vasıtaları, mutluluk eyvanım feth ederek, bir araya toplamıştı.

919.         Ok keder yayında dertsiz, yazdığı yıldız ilmi ve bü­yüydü.

920.         Zühre, elinde çeng ve kanun ile durmaksızın işretin de­vamını sağlıyordu.

921.         Güneş, saklandığı yerden ufaklara yükselip, aydınlık ve parlaklık vermek için izin isterdi.

922.         Kahraman Merih (gezegeni)  kılıcına dayanmış, savaş için hazır bekliyordu.

923.           Talih, uğursuzluktan annmış; Müşteri, istekle hararetli bir pazarhk içindeydi.

924.           Zühal Yıldızı, kavuşmak için gece miskinden tütsü ya­parak nurdan tılsım okurdu.

925.0 gece akl-ı selim sahibi Salâmân, dostlarıyla saraym da­mında çok fazla yiyip içip, eğlendi.

926.           Bade, gül renkli yüzüne aydınlık vermiş, nergis gözlerini uyku sarhoşluğu sarmıştı.

927.           Gönül, Absâl’a kavuşma hayahyle ve bu durumdan ha­bersizce tek başma yatarak...

928.           Can, şaşkınlıktan ne yapacağım bilmeyip, gözlerini gaf­let uykusu almıştı.

929.           Absâl fırsatı yakaladığını görünce ayağa kalkıp, gönlün­deki niyeti uygulamaya koydu.

930.           Hırsız gibi Salâmân’m odasına girip, yüzünü ayağına rindâne  bir eda ile sürdü.


931.                  Murad okunu yayma yerleştirirken, o servinin ayağına gölge gibi düştü.

932.                  Gam dikeninden bülbül gibi inleyip, gül ayağım öpü­cüklerle ıslattı.

933.                  Gözyaşını ırmak edip, coştu ve kollarım açıp ayakla­ma sanldı.

934.                  Nergis gibi gözlerinden kanlı gözyaşları döktü ve servi­nin altmda lâleler bitirdi.

935.                  Salâmân şeh, bu sırdan haberdar olup, merhamet elini ona uzattı.

936.                  Gönül sevgisi, kam gibi coştu ve onu cam gibi bağnna çekti.

937.                  Kolunu halka, ayak baldırım kemer yapıp; istekle birbir­lerini kucakladılar.

938.                  Her ikisi de coşku ve istekle can çeşmesinden bade iç­tiler.

939.                  Öpücük kucaklaşmanın kılavuzu olduğu için, işe öpüş­meyle başladılar.

940.                  Dudaklarım birbirlerine o kadar dokundurdular ki mut­luluk kadehleri dopdolu oldu.

941.                  Birbiri ardınca içilen badeyle hararetleri artınca, aradaki utanma perdesini kaldırdılar.

942.                  Gizlilik düğümü çözüldüğü için, en kıymetli şey olan can nakdi ayan beyan ortaya çıktı.


943.0 iki dal (beden) lâm ve elif harfi gibi birbirlerine sarı­lıp, birleşme anma örnek oldular.

944.           Sütle şeker birbirine karışıp, ta seher vaktine kadar tatlı bir uykuya daldılar.

Gönül sevindiren kutlu ve mübarek vuslat gecesinin sabahında; Salâmân'ın tatlı uykudan güneş gibi başını yukarı kaldırması ve yine Absâl ile yalnız başına eğlence meclisine oturması.

945.           Misk örtülü gece güzeli, seher vakti yıldızlan gözüne uya­nıklık sürmesi çekince...

946.           Dünyanın yüzünü nur ve aydınlıkla yıkadı. Bu su ile âlemin gözünü açtı.

947.           Salâmân geceki uykusuzluğundan gözleri mahmur bir halde, muradına ermiş olarak yerinden kalktı.

948.           Gözü, şarabm lezzetinden sarhoş ve sersem; gönlü, gül sohbetinden diken diken -dili, gül sohbetinden parça parça- olduğu halde...

949.0 mahmurluğu giderip ferahlamak için; sevgilinin la’l gibi dudağından şarap içmek istedi.

950.           Bazan öpücüklerle yanağından gül topladı; bazan kibar bir şekilde dudağından şarap içti...

951.           Bazan sine gül bağım dolaştı, bazan can çadrunı ken­dine yatak edindi...

952.           Bazan saf dudağın billur kadehinden içip göbek sahne­sini dolaştı...

953.         Bazan kavuşma dalma uçtu, bazan aşağıdaki bağı sey­retti.

954.         Cana kavuşma iksiri yol bulup altın gibi değerli nice su döktü.

955.         îki vücut bir yakadan baş çıkarınca gömlek sanki iki yüz burcu idi.

956.         Sevgilinin kırmızı dudağından her zaman murad alıp, bu âleme gece-gündüz durmaksızın devam etti.

957.         Ayrılık arımda kendinden geçmiş olmasaydı, sevgilinin dudak şarabı canının gıdasıydı.

958.         Gündüz oluşturulub, akşam karanlığı bastırınca dağılan nice geceler!

959.         Akşam vaktinde çalınan nice devlet davulu sabah olma­dan susar.

960.         Dünya fırsatının nadir olarak yakalanması şaşılacak şey­dir. Yaşamak, adeta uyku ve hayalden ibarettir.

Bir gün Halife'nin davetine gidip, sofrasında hazır bulunan Arab'ın: "Ne güzel bir sofra, ben bundan sonra her gün buraya geleyim" sözü üzerine Halife: "Ya kapıcılar sana müsaade etmezlerse ve sofraya oturamazsan" diye cevap verince Arab'ın: "Ben mutlaka gelirim, fakat siz müsaade vermezseniz kabahat bende değil sizde olur" demesi.

961.         Şehre gitmeye niyetlenen bir köylü, bir dergâhta çok sa­yıda eğlence ve meclisin olduğunu gördü.

962.         Sofraların ortasında çeşit çeşit yemekleri orada bulu­nan alt tabakadan, üst tabakadan herkes yağma sofrası gibi yerler.

963.     Sofrada kuzu ve sülün kebaplan; bal, gül suyu, tatlı ve şarap vardı.

964.     Yığın yığın daneler (pilav) harman (gibi) olmuş; kadeh­ler, sağdan soldan gelip gitmekte!

965.     Parmak gibi çörekler ellerini süslemiş; şeker gibi tatlı bö­rekler avcunu yummuştu.

966.     Memuniyye tathlar yumruğunu döğmüş; zülbiyye (çö­rekler korkudan siper tutmuşlardı.

967.     Levzine (badem ezmesi), gizlice zerdeye göz kırparak; şekeri perverde’yi ayıplardı.

968.     Paluzelerin üzeri çok parlak ve yağh olduğundan; dişle­rin çiğnemesine bile gerek kalmadan...

969.     Aniden dilden bir tokat yetişir ve menzili göbek evi (mide) olurdu.

970.0 zavalh, garip köylü; nimetlerin gerçekten her tarafa sa­çılmış olduğunu gördü.

971. Ve bir sinek gibi iradesini yitirip, hiç kimseye aldırma­dan sofraya oturarak..

972.0 yemeklerden yemeğe başladığım, bildiğin gibi söyle­meye gerek bile yok.

973.     “Bu makam ne hoş bir misafirhanedir? Ben burayı her sabah ve akşam kendime menzil edineyim” dedi.

974.     Sofra amiri ona güzellikle: “Talih her gün bu mertebeye klavuz olmaz.

975.     Şans bir daha senden yana olmaz, yann tekrar geldiğinde, belki sana müsaade etmeyecekler...

976.     Onun için şimdi bu nimetleri bulmuşken hepsinden bol bol ye. Yoksa buraya gelip boş yere zahmet etme, eme­ğine yazık olur” dedi.

977.     Köylü: “Ey cömert insan! Bu Cennet bağına yann gel­diğimde...

978.     Girmemi yasaklayıp bana izin vermezsen; o zaman ka­bahat senden olur.

979.     Sen ister reddet, ister kabul et! Ben gönlü bezginde ka­bahat olmayacaktır” dedi.

Bilge Kişi ve Padişah'ın Salâmân ile Absâl'ın
hallerinden haberdar olup, Salâmân'a nasihat
etmeye ve tedbir almaya karar vermeleri.

980.     Salâmân Absâl ile dost olduktan sonra, işleri gece gün­düz eğlenmek oldu.

981.     Elbette ki Şehzâde hem hizmetten uzaklaştı, hem de Bilgin’in sohbetinden huzursuz oldu.

982.     Padişahla Bilgin Onu bir iki gün göremeyince; üzüntü­sünden kalpleri kırıldı.

983.     Sonunda bulunan ipuçları, Şehzade’nin gönlünü Absâl’a kaptırdığım gösterdi.

984.     Mumlu fitilin yanıp yakılması fitneci olduğundan; mah­remiyetlerinden sırlar keşfettiler.

985.     İkisi de hayret içerisinde kalıp parmaklarım ısırdılar ve O’nu ıslah etmeyi düşünüp, tedbir aldılar.

986.     Sonunda O’na öğüt vermeye karar verdiler. Çünki öğüt­ten daha iyi bir şey yoktur.

987.     Bilgili insanın öğütleri; eksiği tam, düşkünü de mutlu eder.

988.     Bilgili insanın öğütleri; her gönlü canlandım, her zor­luğu da çözümler.

989.     îş pergeli öğüt noktası üzerindedir. Bilgin için nasihat ve insanlarla iyi geçinmek hareket noktasıdır.

990.     Öğüt binasının miman peygamberler olduğu için din sa­rayı yücelmiştir.

991.     Kim o tören ve dinden bahsetse, Hak yoluna öğütle ayak basar.

İyiliksever padişahın Salâmân'a güzel muamele,
mertlik, (cömertlik, soy temizliği) ve baba (ata)
sevgisi hakkında nasihatta bulunması.

992.     Padişah’ın üzüntüden canına ateş düştüğü için, oğlunu yalnız olarak yanına çağırdı.

993.     Yüreği yanarak: “Ey babasının cam! Sen babanın eyva­nında ışık saçan meclis mumusun.

994.     Ömrümün en değerli varlığı senin cevherindir. Başıma Hak gölgesi senin zatındır.

995.     İkbal gözümün meşalesi, istek arsamın gül bahçesisin.

996.     Gönül bülbülü, sen gibi bir gülü buluncaya kadar, gam dikeninden gonca gibi kanlarla yıkandı.

997.     Gözlerim, sen gibi bir cevheri ortaya çıkarana dek ni­san bulutu gibi yaşlar döktü.

998.     Senin sevginle tacım felek gibi devamlıdır. Senin der­din ayakta kalmama dayanaktır.

999.     Öğüncüm (şerefim) iken canıma utanç ateşini koyma. Lutf et de yüz suyumu (şerefimi) yerle bir etme.”

1000.     Devlet tacından başını çevirme, çektiğim sıkıntıları hiçe sayma.

1001.     Servi gibi her arzun için yanş etme. Gül misali yüz su­yunu boş yere dökme.

1002.     Nergis gibi gözünü uykudan aç, canım çalı çırpı gibi ateşte yakma.

1003.     İzzetinin tahtına tekme vurma ki sonra parmak ısıran­lardan olmayasm.

1004.     Vefasız sevgiliyle olan ilgini kes ve gönül bağlayan gü­zelini Allah sevgisi eyle.

1005.     Her hilâl kaşlıya gönlünü kaptırma, pazıma kuvvet ve­rip yay gibi tut.

1006.     Her büyücü gözlüden sıkıntı çekme. Sen erkek aslan­sın, ceylan avla.

1007.     Gamzesinin okundan bir köşeye çekilme! İşte kılıç ve ok hazır, onunla savaş.

1008.     O zülüf ve çene çukuruna âşık olma. Var git devletle guy u çevgan (oynunu) oyna.

1009.     Gönlün neden ağzından dar olsun? Bülbülün goncasını söyletmek gerekir.

1010.     La‘l gibi kırmızı dudağı senin bağnm niçin kan eyler?

Hızır gönüllüsün, ab-ı hayat çeşmesi şenindir.

1011.     Kırıntıların o diş araşma geçmesine ne gerek var? Na­zım, yaratılış denizine iş olsun.

1012.                      Gözün kararınca (iradeni yitirince) o misk kokulu bene tutulma; Hüma gibi yükseklerde uçan zaten o bene in­mez.

1013.                      Gönle ferahlık sunan yanak canını yakmasın. Dünya ya­kan güneş gibi olman gerekir.

1014.                      Hile yapıp o sevgilinin gönlünü kapmak neden? Sen gü­neşken o aya tapmak neden?

1015.                      Su gibi ayağa düşüp yüz sürme. O taze fidan ise sen de gönül çeken servisin.

1016.                      Yiğit olan kişi, kadına karşı asla zayıf olmaz. Bilgin olan kişi hiç yelkesene uyar mı?

1017.                      Her güçsüz avcıya av olma! Canın azat iken köle etme.

1018.                      Eğer sen bu arzudan vaz geçmezsen; ben bu elemden ciğeri kanlı olurum.

1019.                      Senin derdinle incinmeyi bana reva görme; feryat figan­larımdan sana hayır gelmez.”

Meyve toplamak ve nefsinin arzularını karşılamak için bağa girip bir meyve ağacına çıkarak bir miktar meyve toplayan aç gözlü sefihin, bu işin çok zahmetli olduğunu görünce, ağacı baltayla gövdesinden kesip dalları başaşağı getirmesi ve bağrının mevye gibi kan dolması.

1020.                      Maymun iştahlı birisi, bağı seyrederken bağda meyve yüklü bir ağaç gördü.

1021.                      Cam yiyecek ve azık istediği için; o ağaca merdiven kurup üstüne çıktı.

1022.     Tüm gayretine rağmen meyvelere ulaşamayınca, dalı kesmek için keskin kılıcım çekti.

1023.     Dalların üzerine çıkıp, balta salladı ve sonra o serseri kişi ağacı gövdesinden kesti.

1024.     O dal ile başaşağı düşüp, gam çubuğunu yiyerek, bağ­rım kan doldurdu.

1025.     Kim o dalı ağaç üzerinde görürse, şüphesiz bu meyve­den vazgeçer.

Salâmân'ın Padişah'a isteği dışında, mecburiyetten
özür dileyerek cevap vermesi.

1026.     Salâmân Padişah’ın öğütlerini dinlediği için; yaratılışın­daki inci doğuran deniz coştu.

1027.     “Ey Şah! İşlediğim suç ile huzurunda baş eğen utan­gaç bir köleyim.

1028.     Yüksekteki felek bile ayağına baş indirir. Dünyayı süs­leyen fikirlerini takdir ediyorum.

1029.     Himmetin, fikirlerin gibi yücedir. Her ne söylersen canla başla hizmetindeyim.

1030.     Her ne emrettinse candan kabul ettim, fakat gönlüm sa­bırsızlıktan bezgin bir halde...

1031.     Bu hâk birçok kez düşündüm ve bu isteklerden tama­mıyla vaz geçtim.

1032.     Fakat o gül yanaklıyı hatırladığımda yine bülbül gibi feryat ediyorum.

1033.     Güzel yüzüne bir kez baktığımda , tüm düşüncelerim alt üst oluyor.

1034.     O gönlün beğendiği güzelin yüzüne öylesine dalmışım ki; kulağıma ne nasihat, ne de öğüt girer.

1035.     İşim gücüm, tilki yavrusunun hâli gibi dert çekmek ve ah etmektir” dedi.

Bir tilkinin yavrusuna hoş bir hitab ile nasihat etmesi ve onun da özür dileyip, dürüstçe cevap vermesi

1036.     Ana tilki bir gün yavrusuna nasihat ederek: “Ey gönlü­mün beğendiği! Bağa girdiğin zaman...

1037.     Meyve hırsından şuurunu kaybetme. Köpeğin hayalini sakın aklından çıkarma.

1038.     Bağda çok meyve yeme, aksi takdirde kaçma anında köpeğin pençesi kuyruğuna yetişir” dedi.

1039.     Yavru tilki: “Anneciğim! Meyveleri görünce bu endi­şeyi bana kim hatırlatır?

1040.     Üzüm fikri beni öylesine kendimden geçiriyor ki gön­lüme erkek aslanın korkusu bile düşmez” dedi.

Akıllı Bilgin'in Salâmân'a önce insan yaratılışından bahsederek, ibret dolu hikmetli sözlerle nasihat etmesi

1041.     Padişah, Salâmân’a öğüt verip susunca; keskin zekâlı Bilgin, hoş bir şekilde coştu:

1042.     “Ey eski bağın yeni yetişmiş meyvesi! ‘Kün’ Kalemi’nin yaptığı benzersiz nakış!

1043.     Yedi yıldızla, dört unsurun defterinin harf okuyanı sen­sin! Gece ve gündüz sahifesinin hatlarını bilen sensin!

1044.     Senin yüzün, âlem mecmuasının bir nüshası; özün de insanlık hâzinesinin bekçisidir!

1045.     Kıymetli incini katır boncuğu gibi kırma. Tek incinin yeri, sultanın baştacıdır.

1046.     Mizacındaki hikmet incisi yaratılıştandır. Yüzünün gü­zelliği Cennet bağının parlaklığı gibidir.

1047.     Gönül aynam, suret nakışlarından temizleyerek göğsünü manaların parladığı çıkış yeri yap.

1048.     Bağnn Hakk’ın nuruyla dolsun, can kutun marifetten inci dolsun.

1049.     Can yakasım nefs eline vererek; yüreğini şehvet ateşiyle niçin yakmaktasın?

1050.     Suret güzeli nedir ki? Utançla, ayıpla dopdolu bir tas­vir. Şehvet alçaklığı ona etek, hile de ceptir.

1051.     Temiz olan eteğini kirletme; adın mert iken, alçağa çe­virme.

1052.     Vücuttaki meni, cana can katan maya; canının can bi­nicisine hızlı bir attır.

1053.     Onu gam yolunda kör ve topal yürütme, çünkü bineğin olmadan bir yola giremezsin.

1054.     Sen mekânsız bir doğan kuşusun, gözünü aç! Ne yazık ki kendini anlayamamışsın.

1055.     Hakk’ın pençesi, tacının kubbesidir; miracının en aşağı rütbesi arştır.

1056.     Senin gezinmen yanında feleğin rüzgâr ayağı topal ka­lır. Uçuşun gökteki kuşlan şaşırtır.

1057.     Sevginle gönül kuşunun kanadı yanmış; aşkın ile can habercisi yola düşmüştür.

1058.     Sen Hüma kuşu gibi Hakk’ın gölgesisin. Bu sebeple kutsal kuşlarla dostluk kur.

1059.     Boz güvercin gibi kümes hayvanı olma. Menzilini anka kuşu gibi Kaf Dağı eyle.

1060.     Akbaba gibi her mundara heves etme; ibibik gibi pis, kirli yuvalı olma.

1061.     Kaknus gibi şehvet ateşine yatma; Tavus gibi süs, na­kış esiri olma.

1062.     Karga gibi leşi kendine yar edinme. Zira güneş, bulut olmadan gölgelenmez.

1063.     Boy bosunu, kanadım kendine himmet merdiveni yap ve başlangıç ve son hâlini idrak eyle.

1064.     Nefs arzusuyla yanan ateşini parlatmak için karıştırıp; nefis düşüncesiyle su ve toprağa (çamura) düşme.

1065.     Aşağılık olanı bir tarafa bırak; yüce olana doğru uç; can perdesini yeni baştan aç” dedi.

Bir Hüma Kuşu'nun Horoz'a haklı itirazı ve
Horoz'un geçerli özürü.

1066.     Mutlu bir hüma, etrafi seyrederken; küllük içinde ağla­yıp sızlamakta olan bir horoz gördü.”

1067.     Cübbe, taç, hırka sahibi ve gürültü yapmakla, lâkin ken­disi gübre içindeydi ve bir şeyler araştırmaktaydı.

1068.     Hüma: “Ey gece gündüz namaz vaktinden haberdar olan taç sahibi mağrur (horoz)!

1069.     Sen ki bu sebeple namaz vakitlerini haber vermeklesin. Sana lâyık mekân Sidre Ağacı  gibi yüce olmalıdır.

1070.     Senin tekbirin ufaklan uyanr. Bu sebeple yerin feleğin en üstü olması gerekir.

1071.     Gırtlağından çıkan ses çinkodan ney gibi inlemekledir. Kanatlarındaki tüyler musikâr kuşuna benzemekledir.

1072.     Melek teşbih (sübhanallah) ve tehlilini (la ila-he illallah) tekrar edince, dokuz felek gülbang ile dolup taşar.

1073.     Şimdi bunca lutf ve kazanç içinde olmana rağ-men ne­den pençe ve gaganla yerleri kazmaktasın?

1074.     Etrafına bir bölük kadın (tavuk) toplamışsın, her zaman çöplüklerde dolaşıyorsun.”

1075.            Horoz: “Evvelden benim mertebem felek gibi yüceydi. Göğün kubbesini yuva edinmiş şehbaz (doğan) idim...

1076.            Benim göründüğüm yer Cennet idi. Yiyecek (dan)im Cennet incirindendi...

1077.            Arkadaşım gece gündüz arş horozuydu. Sinemin tom­bulluğu sanki feleğin büyük davulu (gibi) idi...

1078.            Ah! Dert ve ızdırabım anlatmakla bitmez. Nefse ve şeh­vete düşkünlüğüm yerimi çöplük etti” dedi.

1079.            Nefsine esir olanın yeri hapisane olur; aklına uyan ise Cennet ehli olur.

Salâmân'ın Bilgin'e "Bir işi yapan, gücü nisbetinde
onu yapmıştır; gücü yeten ise (o işi) yapmadan
yapmış gibidir" diye cevap vermesi.

1080.            Salâmân bu sözleri dinleyince, aslını hatırlayıp ney gibi inledi.

1081.            “Ey ilim sahibi bilgin! Senin görüşlerin hikmet erba­bına kılavuzdur.

1082.            Eflâtun  gibi yüzlercesi senin sözlerini tekrar edip; ne­fesin, binlerce Aristo’yu  sana talebe yapsm.

1083.          “Ey vefalı insan! Sen bugünün İbn-i Sinâ’sısın. Bütün işaretlerin şifa kanunu dolu.”

1084.          Senin fikirlerin her yerde yapıcı olur. Akl-ı evvel  hu­zurunda ancak ikinci olur.

1085.          Akıllar, zatının nuru ile çoğalmış, sinenin mahzeninde hüzünlenmiştir.

1086.          Beyanların her zaman irfan gibidir, sözlerin şüphesiz hikmet simdir.

1087.          Bu hal senin makamına güneş gibi aydınlık verir. İnsan, bir işi gücünün yettiği nisbette yapar.

1088.            Ben ki bu dergâhta; gönülsüz, akılsız, ayaksız ve baş­sız hakir bir köleyim.

1089.            Zoraki düşünceler canıma galip gelip, aşk yolunda sa­bır ayağı kırılmaktadır.

1090.            Çünkü kabiliyet meydana çıkmamış olur. O halde be­nim sabnm ne zaman makbul olur.

1091.            Aşk ipiyle canın eli kolu bağlanmış hayret vadisinde gönül ayağı kırılmıştır.

1092.            Ey hoş fikirli (insan)! Bana bu denizden elsiz ve ayak­sız bir halde yüzerek geç dersin.” dedi.

El ve ayağı; çolaklık, zayıflık ve eziyetten çalışmaz
durumda olan bir ihtiyar, kendini sele kaptırınca; "Ey
ihtiyar elini bana uzat" diyen şahsa cevabı

1093.            Çolak bir ihtiyar; dert ve sıkıntı içerisinde su kenarında işsiz güçsüz yatarken...

1094.            Canı gaflet uykusuna aldanıp, belâ selinin girdabına kendini kaptırır.

1095.            Oradan geçmekte olan bir yiğit onu görünce: “Ey gönlü yarah! Elini bana uzat” diye seslenir.

1096.            İhtiyar: “Eğer benim elimde güç kuvvet ol-saydı; böyle suya baüp çıkan güçsüz bir ihtiyar olmazdım.”

1097.            Çünkü el ve ayağımda güç kuvvet yoktur. Can ve be­denim elbette bu yüzden şaşkındır” dedi.

Salâmân'ın Şah ile Bilgin'in kınamasından bıkıp,
Absâl ile birlikte ülkeden kaçması ve gurbeti tercih
etmesi

1098.         Aşkla gönlü bağlanmış her hangi bir canın el ve ayağı zorla kırılmıştır.

1099.         Ona ermişlerin nasihati fayda etmez; akıl ve bilgi de engel olmaz.

1100.         Binlerce kınamadan ona usanç gelmez. Belki de gün­den güne daha perişan bir hâle düşer.

1101.         Aşk nerde olursa kınama ve ayıplama da orada yardır. Selâmet yılan, aşk da panzehirdir.

1102.         Aşk, dünyayı aydınlatan bir güneştir. Onun nuru ateş, ateşi de felek yakandır.

1103.         Aşk, uçsuz bucaksız bir kan denizidir. Şiddetli çekiş­tirme rüzgârı onu dalgalandırır.

1104.         Aşk, ateştir; kınama ise ona rüzgârdır. “Kimde bu ateş yoksa o kişi yok olsun.”

1105.         O her zaman sert (soğuk) rüzgâr (nefes)la ısınır, gam ve dert ile sineleri yakar.

1106.         O bir ejderhadır, tahrik etmeye çahşma. Onu kim kımıl­datırsa o istek daha da şiddetlenir.

1107.         Salâmân’ın hâli tüm dünyada duyulduğu için, yürek par­çalayan bu nasihat gönlünü kararttı.

1108.         Selâmet şişesi taşa çarpıp kırıldı, melâmet sanalı canda okundu.

1109.             Duyduğu acı sözler feryatlarım artırdı, ölçüsüzce yap- lığı her sövme bağnm kan eyledi.

1110.             Gam, tatlılık meşrebini acılaştırdı, elem, yaşam parlak­lığını soldurdu.

1111.             Gönül melâmet okuna hedef oldu, can da selâmet okunu zar gibi kapladı.

1112.             Dert ve belâ birken bin oldu. Dert ve gamın bulanıklığı gönül kadehini kapladı.

1113.             Gerçi sevgisi sona ermedi ancak mihnet, dolunayım hilâle çevirdi.

1114.             Kötü bakıştan ay gibi cam eksilir; sevgisini gam bulutu edip nurunu tüketir.

1115.             Gönlünü bu gamın düşüncesi kapladı; İşi gücü, gece gündüz bunu düşünmek ve şaşkınlık oldu.

1116.             Mum gibi halini bu gazel ile dile getirip; candan yanık yanık ağlardı.

Gazel

1117.             1 Gam, yakamı tutar; bir yandan zülfiinü ayağıma dolar.

Dünya bir yana olsa, eteğini (asla) elden bırakmam.

1118.             2 Gözyaşından mahvolsam da, kurtulsam da razıydım.

Yazık ki bu deniz beni ahp bir kenara çıkarmadı.

1119.             3 Zülfiinün karışıklığını mı, dudağının açışım mı söyle-

yim. Canda safra bir yana, başımda sevda bir yana.

1120.             4 Orta yerde hayret çarmıhı olup kalmışım. Düşmanın

ayıplaması bir yana, dostların çekiştirmesi bir yana.

1121.            5 Düşmanlar bir yana, fırsat el uzatıp bir sevgilim ol­

saydı; saçm bin ayağa dolaşsa, gamım başa ulaştı­rırdım.

1122.            6 Ey güzel selvi! Eğer bülbülün nevasını gül gibi din­

lemek istersen gel seninle birlikte o yana gidelim.

1123.            7 Gam okun canımı almak için mübaşirliğe yeterlidir.

(Bu durumda) sıkışıp söz söyleyen ecel ne yapabi­lir?

Mesnevi

1124.            Gönlünü bu şiirle tamamen inletip; sabah akşam bu işin sonunun ne olacağım düşünürdü.

1125.            Sevdiğinin derdiyle ne yapacağım bilmez bir halde gön­lüne ağyann sıkıntısı dolmuştu.

1126.            Bu işi nasıl halledeceğini her türlü düşündü ve sonunda firar etmeğe karar verdi.

1127.            Absâl ile gönülden sözleşerek; aralarının açıl-masına fır­sat vermeden, kaçmak için elverişli zamanı beklediler.

Salâmân ve Absâl'ın ay ve güneş misali süslü parlak
bir mahfeyi kendilerine menzil eyleyerek; felek
benzeri yüksek bir deveye Ülker Yıldızı gibi oturak
bağlayıp, karanlık bir gecede yola koyulmaları.

1128.            Felek, bir gün gecenin miskten çadırından mahfe misali kara bir şal örtündü.

1129.            Ülker Yıldızı’nı felek devesine zil gibi aslı ve derhal sı­kıntılı yola koyuldu.

1130.                      Karanlık şeytanı nurların yolunu kesti; ay gibi parlak gönlü bu elemden kapkara oldu.

1131.                      İnsanlık aleminden ses seda kesildi. Çıngırak buna hay­ran olup feryat etmekten vazgeçti..

1132.                      Gece, tuzak kurup yıldızlan tane gibi döktü; kuş ve ba­lıkların hepsi istirahata çekildi.

1133.                      Kervanlar yolunu kaybetti; çaresizler gam vadisine düştü.

1134.                      Felekler ejderhası ateş ile savaşıp; felek aslanı yıldız­lardan panter oldu.

1135.                      Koyun ve kurt ormanlarda gizlenip kaldı; gece şeytanı ufuklara diş saydırmadı.

1136.                      O iki sevgili, işte böyle bir gecede ve kararsız bir halde memleketi terk edip...

1137.                      Öğütçülerin sözlerine rağmen kendilerine bir mahfeyi dinlenme yeri yaparak, yola çıktılar.

1138.                      Onları yanyana uyurken gören; bir kap içerisinde iki badem zannederdi.

1139.                      Sevgiliyi arada bir rakip olmadan kucakladığında; ev ne kadar dar olursa o kadar iyi olur.

1140.                      Belki de gönül alan sevgiliyle, kannca ve yılan gözü; Cennet bağı gibi sevinç yeri olur.

1141.                      Ey şirin sözler söyleyen tulü Gül bahçesi için-deki sa­ray, bülbül için dikenden bir duvar olur.

Yusuf'un güzelliğini görmesiyle, dar ve karanlık
zindanın Züleyha'ya cennet misali parlak, ferah bir
köşk ve gülbahçesi sahnesi olarak görünmesi.

1142.                      Yusuf un yeri hapishane olduğunda; Züleyha’nın ahın- dan dünya simsiyah oldu.

1143.                      Alem Züleyha’nın gözüne dar ve karanlık göründü ve elinde olmadan zindana gitmeğe karar verdi.

1144.                      Sevgilinin yüzünden sevinç mutluluk temin etti ve o gam yeri, bir huzur sahnesi oldu.

1145.                      Züleyha’ya, “Senin gibi cilveli narin birisinin suçlular gibi zindanda oturması uygun mudur?” dediler.

1146.                      Züleyha: “O gül yüzlü sevgili bana burada misafir oldu­ğundan; bu zindan benim için bir gülbahçesidir.”

1147.                      O sevgilinin bulunduğu bu zindan, benim için Cennet bahçesindeki saray gibidir” dedi.

1148.                      Gülsüz bahçe, bülbülün zindanıdır; sevgilinin derdi, can­ların dermanıdır.

1149.                      Aynlık günü, ay ve güneş gönüle bir yaradır fakat sev­giliye kavuşunca, yaranın üstü iyileşir.

1150.                      Yar olmayınca âşığa gülbahçesi gam dikenidir; sevgili­nin yüzü olmayınca Cennet cehennem ateşidir.

Salâmân ile Absâl'ın gam bulutu gibi çok yüksek
bir dağa ulaşıp, binlerce dert ve sıkıntıyla dağın
tepesine çıkmaları.

1151.                      O iki sevgili, ay ve güneş gibi olduklarından; bir hafta gece gündüz yol aldılar.

1152.                      Ansızın karşılarına, feleğin yüceliklerine merdiven ol­muş bir dağ çıktı.

1153.                      Düşünce gözü gibi yolu daralırken vehmin ayağı geçit yerinde topal kalır.

1154.                      Öyle bir dağ ki ejderha gibi feleğe baş uzatmış! Çeh­resi dev misali nursuz ve mat!

1155.                      Başı üzerindeki siyah buluttan çadır, ejder yelesi ya da gecelik külah gibi!

1156.                      Her taş kule, dağ tepesi sanki şeytan başı! Yaklaştıkça daha da büyüyüp, felekle savaşmakta!

1157.                      Kim onun tepesine çıkmak isterse; yılan gibi kamım ayak etmek zorundadır!

1158.                      Kim tepesinden aşağı inmeğe kalkışırsa; o, sel gibi yüzü üstüne yere) iner!

1159.                      Sözün kısası başlarım yukan kaldıran o iki sevgili; dağa doğru büyük bir istekle yöneldiler.

1160.                      El ve ayaklan kan, ter içinde kalarak, binlerce güçlük ve sıkıntıyla, dağın tepesine çıktılar.

1161.                      îkisi de birbirlerinin aşkından öylesine sarhoş olmuşlardı ki, Kaf Dağı’na dahi erişseler bizden aşağıda derlerdi.

1162.                      Dağın tepesine güneş gibi bir sancak diktikleri için, orda elemden uzak yaşadılar.

1163.                      Gönülleri tüm kaygı ve tasadan uzak ferahlık bulup, ya- şantılanyla dağın üstünü bağ yaptılar.

1164.    O yeri feleğe arkadaş gördüklerinden, ay ve güneş gibi yaşamlarına esas tuttular.

1165.    Dağın tepesinden alemi seyrettiler. Yani yiyip, içip key­fetmeğe baştan başladılar.

1166.    Kavuşma vakti geldiğinde can ve gönlü bir ettiler. O gün orda gece uyumayıp eğlendiler.

1167.    Mutluluk menzilinde mehtab sefası yapıp, sabaha dek uyku sarhoşu oldular.

Salâmân ile Absâl'ın rehbersiz olarak bir vadiye inip; yüzlerce sıkıntı ve dehşet, binlerce gam ve vahşet ile karşılaşmaları.

1168.    Güneş Kaf Dağı’ndan kaş gösterdiği için, karanlık devi yakasıyla başım örttü.

1169.    Sabah, Cebrai1 gibi nefesini üfledi. Sonra gece Meryem’inden Mesiha doğdu.

1170.    Alemin yüzü aydınlanarak gülümsedi. Her sevgili etrafı sevgilisiyle birlikle seyretti.

1171.    O iki sevgili, kavuşma badesinden başlan sarhoş ve ser­sem bir halde uykudan uyandı.

1172.    Can ve gönül, meşakkatli yoldan hasta (bir halde), o da­ğın tepesinden aşağı inmeğe başladılar.

1173.    Her taş bir hançer, her diken bir ok gibi; el ve ayakla­rım gül bahçesi misali kan içinde bıraktı.

1174.    Öylesine dar ve karanlık bir vadiye geldiler ki çöl şey­tanı görse, dehşete kapılır!

1175.                      Bu vadi sanki Mahşer Günü Hakk’m gazabına uğramış ve yeryüzü katlarının derinlerine geçmiş!

1176.                      Ancak, Cenâb-ı Allah Ukab ehli için oradan cehenneme yol ve kapı açmış!

1177.                      Taşların sıcaklığı, çeliği mum gibi yapar! Ağaçların zab- tettiği rüzgân ateş gibi ısıtır!

1178.                      Otlan o kadar öldürücü ve zehirliydi ki onlann yanında yılan zehirinin bir an bile sözü edilemez!

1179.                      Güllerinin bağn lâle gibi yarah! Dumanı, cehennem ate­şinden mum yakar!

1180.                      Vadideki ırmağın yolu bağırsak misali kıvnm kıvnm! Rüzgâr bir delik bulamaymca, ıztırab çeker.

1181.                      Sözün kısası, birçok emek ve çaba gösterdikten sonra o yerden geçtiler.

1182.                      O gam yerinden kurtulduklan zaman, sakin bir köşe bu­lup seçkin bir meclis kurdular.

1183.                      Eğer insanın sevdiği yanındaysa, “güçlük”ten sonra ge­len “kolaylık” çok hoştur."

1184.                      Ay gibi menzilden menzile dolaşıp, her gün bir yerde içki içen olasm.

Salâmân ile Absâl'ın okyanusa ulaşıp, ay gibi
parıldayan sayısız balıkları ve ölçüsüz bir âhenkle
dönen vahşi timsahları seyretmeleri.

1185.    Seher yeli geriye doğru estiğinde, altın gemi gümüşten yelkenlerini açtı.

1186.    Dünya baştan sona dalgalarla dolup, felek timsahı Nil Nehri’nden söz etti.

1187.    Nur denizi çalkalanmağa başladı ve yıldız gibi parlak balıklar arasında gürültü başladı.

1188.    O iki ay (gibi sevgili) yerlerinden kalkarak; yine seher vaktinde yola düştüler.

1189.    Dünyayı su dalgalarının kapladığım gördüler ve deniz gibi ıztırapla dolup çırpınmağa başladılar.

1190.    Öyle bir deniz ki gök misali ucu bucağı yok! Yüzeyi güneş gibi parlak ve dalgah!

1191.    Felek, yıllarca dönse; çevresini göremez! Güneş, aylarca üzerine düşse dibine ulaşamaz!

1192.    Onun köpük saçan dalgalarım gören: “Ağızlan köpük içinde kendini kaybetmiş develer birbiri ardınca sıra­lanmış...”

1193.    Dağ gibi hörgücü feleğe dokunmuş, kahn yeryüzü fi­lini alaşağı etmiş!” der.

1194.    Gönlündeki coşku, gam selinden zaman zaman âşığın sinesi gibi coşar!

1195.    Yaratılışındaki tuzluluk damağı acıtır ve dudağı susatır! Hararet ve sıkıntıyla dolu gönlü güneş gibi titrer!

1196.                      Denizin içindeki bütün balıklar tanıdık birer yüz! Hiç­biri gümüş vücutlu ay’ı aratmaz!

1197.                      Yanakları, denizi aydınlatan birer meşale! Su içerisinde oldukları halde susuzluktan yürekleri yanmış!

1198.                      Belki de denizin yüzeyi, içi Hıta nakışlarıyla dolu Çin dibasıdır.

1199.                      O balıklar deniz içerisinde besbellidir. Sanırsın ki her biri elmaslarla süslü ve cilalı bir kılıç!

1200.                      Su yüzeyini öylesine ikiye ayırırlar ki sincap rengindeki atlası gümüşten bir makas kesiyor zannedersin!

1201.                      Suda sıçrayıp, dünyaya parlaklık verdiklerinde, sanki gökten ok gibi göktaşı geldi.

1202.                      Eşi bulunmaz olmasalar da insan, mavi bulutun içine hilâlin gizlendiğini hayal eder!

1203.                      Her timsahı gemi avlar, deniz yüzeyini de bıçkı gibi ikiye ayınr.

1204.                      Gezintide ay ve güneş gibi çeviktir! Sırtı dünyaya fe­leklerin kubbesidir!

1205.                      Su yüzeyinde köprü gibi görünür. Dünyanın dönüşü gibi zincirleme dönüş gösterir.

1206.                      Nefesiyle âlemi yıldızlarla doldurur. Onun gamından in­sanlık, canım kurtaramaz.

Salâmân ile Absâl'ın hilâle benzeyen bir kayık bulup,
"Onun akıp gitmesi Allah'ın adıyladır" diyerek denize
açılmaları.100

1207.                      Salâmân bu tuzlu denizin karşı tarafa geçiş yolunu ke­sen bir tahra olduğunu anladığı zaman...

1208.                      Deniz kenarında her tarafa koşuşturup, candan gayret göstererek onu aşmak için çare aramaya başladı.

1209.                      Nihayet felek gibi süratli gidebilen ve gayretinden yeni ay gibi ateşe yanmış bir kayık buldu.

1210.                      Bu kayı, ok tutan bir yay şeklindeydi ama gidiş anında bir ok gibi hızlıydı.

1211.                      Kayığın, “Nun ortasında kalem” misali görünüşü çok güzeldi. Denizin yüzeyi (levhi) onun hareketiyle şekillenmekteydi.101

1212.                      Erkek arslan gibi zencide bağlı ve bir ejderha gibi göğsü üzerinde yürümekte!

1213.                      Her zaman dünyayı ayaksız olarak dolaşır, sı kınlı anında Hızır gibi imdada yetişir!

1214.                      Velhasıl çaresizlik içindeki o iki âşık, ister istemez ka­yığa bindiler.

1215.                      Bahr-ı Ahdar (Hint Okyanusu) üzerinde yol almak için, ay ve güneş yay burcunu konak yeri etti.

99                                  “O’nun akıp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır.” Hûd Sûresi (11), 41. Âyet’ten.

100                                Nûn. Kaleme ve (kalemle) yazdıklarına andolsun.” Kalem Sûresi (68), 1. Âyet’ten

1216.                      Ya da her an memleketi seyretmek için, Süleyman ile Belkıs gibi dost oldu.

1217.                      Yel, Onun tahtına ferman kölesi olarak; Kaftan Kafa götürür. Bunu bil.

1218.                      Bir iki gün seyahat ettikleri zaman içinde, ay ve güneşi kendilerine hayran bıraktılar.

1219.                      Dümen kuyruğunu zemin çukuruna indirip, seren ba­şım yüce çarha ulaştırıp....

1220.                      Birlikle her anlarım hoş bir şekilde geçirip, öküz ve ba­lıkla dost oldular.

1221.                      Aşkın coşkusu, inşam gemici yapar. Bazan gezici ba­zan da yüzücü yapar..

Salâmân ile Absâl'ın Cennet gibi güzel bir adaya ve
gönül çekici bir bahçeye çıkmaları.

1222.                      Nihayet uzaklan insanın gönlünü açan Cennet misali yemyeşil bir yer gördüler.

1223.                      Eteğinde kuzu, oğlak merası bulunan hoş bir dağ; Cen­net bahçesine karşılık bir ova ve kır!

1224.                      Bu yer sanki denizin yüzeyinde anberden kara bir ben, felek yüzüğüne de yüzük taşı gibiydi!

1225.                      Dünyanın “göz nuru”, devrin süsü, bezeği! Kâinat (bu­ranın) güzelliğinden yeni bir yüz, yani yemyeşildi.102

101                                Kurretü’l-ayn: “Göz bebeği, göz sevinci (gönül açan).” Furkan Sûresi (25), 74. Âyet; Kasas Sûresi (28), 9. Âyet; Secde Sûresi (32), 17 Âyetlerden.

1226.                      Adadaki dağın eteği öd ağacı ve kırmızı boya ağacı de­nilen bakkam dolu bir ormanlık. Her düşünce yeri, gü­zelliği niteliğinde!

1227.                      Suyu ten besleyici; poyrazı gönle ferahlık verici! Top­rağı anber kokulu, güzelliği iç açıcı!

1228.                      Adanın her taralında gül seyretmek için dolaşsan; baş­tan başa Cennet gülbahçesi zannedersin.

1229.                      Her taralı çiğdem, nesrin, gül ve yaban gülü; dağ ser­visi, şimşir, servi ve karaağaçla dolu!

1230.                      Akarsular derelerde coşarak, gönül alan sesle nağme­ler çıkarmakta!

1231.                      Her ağacın altında çok güzel bir pmar! Feyz veren gü­neş ışıklan ve gölgelikler!

1232.                      Ceylan gözlü güzelleri kendilerinden geçmiş halde sa­lınır, çil kuşlan neşeyle koşuşur!

1233.                      Sanki bütün âlemin kuşları dünyanın keyfini çıkarmak için orada toplanmışlar!

1234.                      Bir tarafta evin sahanlığındaki bahçede kuşlar kanatla­rım düdük (musikar), gagalarım ney etmişler!

1235.                      Bir tarafta cilveyle dolaşan tavus kuşlan, bir tarafta naz eden papağanlar topluluğu!

1236.                      Onlann kuyruğundan gül dalı süslenmiş! Bu gonca baş açıp, özelliğini söylemiş!

1237.                      Dağ keklikleri, güzel sesleriyle öyle güzel öterler ki taze güller hayadan terlerler!

1238.                    Bir yanda inci kutusu gibi ağzını açıp söze başlayan çil kuşu; tutiye gonca gibi ağız yumdurmuş...

1239.                    Kaknus gibi aşk ateşine yanarak; kilise çanı gibi, çok yanık nağmeler söyler!

1240.                    Taze yapraklar el çırpar, söğüt oynar! Goncalar tık ne­fes, güller kana boyanmış!

1241.                    Nergisin elinde altından kadehler, bademlerin gülü ona göz kırpar!

1242.                    Lâlenin başındaki Erdebil103 tacı, Câmi’nin sünbül sa­çım fitil kılmış!

1243.                    Menekşe buhurdanı tütsüyle doldurmuş ve feleklerin ni­lüferini utandırmış!

1244.                    Başta nar çiçeği olmak üzere çemenler; hokkabazlık ya­parak yazlık cübbeler giymişler!

1245.                    Saba rüzgân, yaseminin tacını kapmış! Susamın üstünde hünnap (çiğde) renginde bir kaftan!

1246.                     Gül dalı, bülbülünü ney gibi inletmek için; karanfil gibi kolunu yakmış!

1247.                     Papatyayı gören her kişi: “Siyah sanklı, mızraklı bir bi­nici!” der.

1248.                     O ada, sanki bütün yaratılmışların toplandığı mahşer yeri gibi kalabalıktı.

1249.                     Sanırsın ki selvi Âd104 Kavmi; Güller Semûd105 (Kavmi)! Her menekşe Ermeni; Çiğdem de Yahudi!

1250.                     Elma, ayva, portakal, limon ve nar; yere gökten yıldız gibi serpilmiş!

1251.                     Burası Hıta değil dedim. Nigâristan idi. Cennet gibi gö­rünümü olan bir bahçeydi.

1252.                     Burada bütün meyveler her daldan yüzlerce şive göste­rerek orada baştanbaşa adeta bir resm olmuş!

1253.                    încir, ağzını bal doldurmuş; fiştik, içini şeker gibi tat­landırmış!

1254.                    Üzüm, Pervin106 gibi salkımlarını dala asmış; hurma, la‘li andıran kırmızı çubuğu yaprağa sarmış!

1255.                    Nar, yakut gibi kırmızı tanelerle dolmuş! Testiye benze­yen armudun yuvarlaklığı, sanki altınla işlenmiş bir kutu!

1256.                    Kiraz, kıymetli taşlardan düğmeler düzmüş! Vişneler Onun gamından eli çabuk hokkabaz olmuş!

1257.                    Sanki İrem bağı kaybolduğu zamanda tereddütsüz orada yanağım sunmuş.

1258.                    Salâmân o gönül çekici güzel yeri görünce; lengeri, sabn gibi suya attı, (demir attı.)

1259.                    Derhal yolculuk fikrinden vazgeçip, bir müddet orada ikamet etmeğe karar verdi.

1260.                    Mutluluk içinde Absâl ile o kayıktan çıkıp; ay misali her menzili gezdiler.

1261.                    Can ve ten gibi bir yerde birleşip, gül ve susam gibi yaşadılar.

1262.                    İki sevgili sohbet dostundan ağyar gamından; gülbahçesi eğlencesinden ve diken korkusundan uzak idi.!

102                             Pervin: Ülker yıldızı, Süreyya. 8. Felekte Sevr veya Hamel bur­cunda öküz şeklinin hörgücünde kümelenen yıldız topluluğu­dur. Ayın menzillerinden biri olduğu için, edebiyatımızda sık sık kullanılarak sevgilinin ben ve gözyaşlarına benzetilir. Sev­gilinin yüzü ay olunca, benleri de Pervin olur. Yine aşığın göz­yaşları da Pervin’e benzer. Şair sevgilisinin âsumân olan eşiğini gözyaşı pervinleriyle süsler; kendi şiirinden bahsederken de onu ıkd-ı Süreyya, silk-i cevher ve rişte olarak düşünür. Pervin aynı zamanda ayın küpesi olarak düşünülür.

1263.                       Her kıskancın nazarından uzak; her alçağın kendilerini ayıplama korkusundan kurtulmuş idiler.

1264.                       Can ve gönüllerinin ferahla dolması için; birbirlerine lâle gibi gül renkli kadeh sundular.

1265.                       Salâmân’m başı, içkiden sarhoş olunca; orada bu taze şiiri söyledi.

Gazel

1266.                       1 O gümüş göğüslü ne zaman eline altına benzer bir ka­

deh alsa; kırmızı kadeh la’l gibi dudağının aksinden yakuta benzer.

1267.                       2 Herhalde kadehteki cevher saadet iksiridir. Dikeni gül,

mermeri la’l gibi değerli taş ve toprağı altın eder.

1268.                       3 Cana yarin la‘le benzeyen kırmızı dudağı gibi daima

can bahşeder. Doğrusu işte bu kadeh hakikaten in­sanın gölünü açan ab-ı hayat çeşmesidir.

1269.                       4 Dudak ve dişlerinin aksini canına nakş ettiğinden beri,

kadeh felek gibi cevherle çok süslendi.

1270.                       5 Ona bakan, güneş gibi cihanı seyreder. O kadeh ya

hikmet usturlabı, ya da İskender’in kadehidir.

1271.                       6 Ne yazık ki devran eh aynhk kadehi sunsun diye; her

kadehin gönlü felek kasesi gibi kanla doludur.

1272.                       7 Senin gibi bir huri bana gam zehiri sunarsa, o benim

için can içkisidir. Bana afiyet olsun. (Bunun ya­nında) gayr elinden sunulacak kevser107 dolu kade­hin bile kıymeti yoktur.

107                                 Kevser: Cennette bir ırmak yahud havuzdur. Çok lezzetli olan suyu, mahşerde inananlara dağıtması için Hz. Muhammed’in em­rine verilmiştir. Kevser suyu; sütten beyaz, baldan tatlı, kardan

Mesnevi

1273.                      Absâl bu inci gibi sözleri dinlediğinde, can ve gönül­den deniz misali coştu.

1274.                      Sevgilinin aşkı ve şarap kadehinin neşesi; o anda Salâmân’m şiirine cevap verdi.

Gazel

1275.                      1 O ay gibi güzel yüzlü sevgili ne zaman meclis düzen­

leyip kadeh tutsa; o kadeh yanağının aksiyle güneş gibi parlak olur.

1276.                      2 Kadeh boşalınca boş durmaz dolar. İki anın daimiliği

yoktur.Öyle görünüyor ki bade araz ve kadeh cev­herdir.

1277.                      3 Bu dert sahibinin her nefeste gördüğü ölülerdir; gö­

nül açıcı kadeh, îsa gibi devrinde dirilir der.

1278.                      4 Damla damla renkli gözyaşlan gözümün nakşıdır. Bu

nakış kadehi lal ve yakutla süslemiştir.

1279.                      5 O kadeh, can ülkesini gam Ye’cûc’ünden korumak

için; altın ve gümüşten demir gibi sağlam, güzel bir İskender şeddi  yaptırmış.




1280.     6 Ey saki! arükaynhk kadehinin dönüşünden bana gam ulaşmaz. Çünkü Şimdi yar elinden sunulan her ka­deh bana can içkisidir.

1281.7 Ey saki! Fırsat vaktidir. Gel içip eğlenelim. Meclis Cen­net, sevgili Rıdvan ve kadeh de kevser kâsesidir.

Mesnevi

1282.     Absâl şiirini tamamlayınca, Şah’m aşkına kadeh kaldı­rıp, şarap içti.

1283.     Şah ona, O Şah’a la‘l gibi kırmızı dudaklarım sunarak; gözleri gibi sarhoş ve harab olup...

1284.     Bir vesileyle yiyip içmeğe başladılar, kendilerine Zühre’yi hayran ve arkadaş ettiler.

1285.     Sözün kısası daima eğlendiler ve gece gündüz birlikte mutlu oldular.

1286.     Bazan o çimenlikte uyudular, bazan bu mutluluk neh­rinden su içtiler.

1287.     Bazan ceylanlarla dolaştılar, bazan çil kuşlarıyla bera­ber uçtular.

1288.     Bazan güller ile elde verip arkadaş oldular, bazan bül­büllerle birlikte sarhoş oldular.

1289.     Bazan tavus kuşuyla cilve ettiler, bazan kaknusa eşlik edip nağme söylediler.

1290.     Alemde mutluluk dolu kazanç budur. Ama ne yazık ki dönen felek vefasızdır.


1291.    Hâzinesi yılan eziyetiyle daima biraradadır. Gülün gönlü diken derdiyle hastadır.

1292.    Önce bade verip yanağım gül renkli eder; sonra bağrım lâle  gibi kan içinde bırakır.

1293.    Akıllı kimse, gönül kadehini tiıtiıp;yaptiğı işlerin sonu­cunu bir bir görebilendir.

1294.    Her an sevgiliyle elele olan kimsenin gönlü birlik ka­dehinden sarhoş olur.

1295.    Her zaman sevgiliden isteği sevgili olan, sarhoş ve bay­gın olarak gözünü başkalarından çevirsin.

Vamık'a "âlemi dolaşan dünya ve yerde dolaşan
şiddetli rüzgâr gibi gece gündüz bu arayıp sormadan
ve öteye beriye koşuşturmaktan muradın nedir"
diye sordukları zaman; "Gül yanaklı Azra ile bir çölde
bulut gibi bir çadır tutup, zahmetsizce yar ve ağyar
ile yiyip içip eğlenmektir" diye cevap vermesi.

1296.    Kederli biri Vamık’a sordu: “Ey özür derdiyle hâli pe­rişan olan!

1297.    Gönlün, gece gündüz mihnetle kan doldu. Biraz da ca­nının istediğinden bahsetsen.”

1298.    Vamık: “Bu inleyen gönlümle isteğim şudur; sevgilimle birlikte sahraya gideyim...

1299.    Çeşmesi bol olan bir yeri vatan edinip, nisan bulutu gibi çadır kurayım...

1300.    Sevgiliyle başbaşa özel bir meclis kurup; Zühre’yi çal­gıcı (mutnb), ay’ı da rakkas edeyim...

1301.    Orada dosttan ve düşmandan eser olmasm. Gönlüm, halkın hayır ve şerrinden uzak olsun

1302.    Nergis ve gül gibi yalnız can ve ten olup, yarin güzel yüzüne göz kulak olayım.

1303.    Hatta can ve gönülden geçip, her nefes O’na baygın ba­kışlarla bakayım.

1304.    İhtimal ki bu bakıştan rahatsız olarak, ikilikten kurtu­lup, tamamiyle o sevgili olayım” dedi.

1305.    Eğer ikilikten kurtulmazsan, birlik sırından haber ala­mazsın.

1306.    İkilikten vazgeç ki birlik bulasm. Ebedî âlemde dir­lik bulasın.

Eski büyük bir evde başbaşa kalan sevenle sevilen; gece sohbeti ederlerken, âşığın Barik ismindeki bir kölesi kapıyı çalıp. Âşık: "Kimsin?" dediğinde; "Kulun

Barik" diye cevap alması üzerine Âşığın: "Yürü var
git! Eğer sen incelikte kıl gibi bile olsan bu meclise
sığamazsın" diye cevap vermesi.

1307.    Bir aşığın, güzel huylu ve iyi namh Barik isminde bir kölesi vardı.

1308.    Talih bir gün âşığa sevdiğini nasip eyleyip, bir kere baş­başa kalma fırsatı verir.

1309.                      Sevdiğiyle gizlice yiyip içerken; aniden kapı davul gibi çalınır.

1310.                      Âşık kulağını kapıya doğru halka gibi tutarak: “Kimsin, isteğin nedir, söyle” der.

1311.                      Kapıyı çalan: “Hayırlı bir iş için gelen ve hem de iyi bir haber getiren, kulun Barik’dir” diye cevap verir.

1312.                      Âşık: “Bariklik (incelik, naziklik) seni kıl gibi incelişe bile, bu meclise karanlık verirsin. Yürü...

1313.                      Sana burada kıl ucu kadar yer yok, güçlük çıkarma. Çünkü buraya hiç bir yabancı sığamaz. Çek git” der.

Padişah'ın Salâmân'ın kaçtığından haberdar olup,
dünyayı gösteren aynada Onun sığındığı yeri
görmesi ve O'nun ayrılığına üzülüp, gurbetteki
haline merhamet ederek, yaşamlarını temin için
gerekli şeyleri göndermesi.

1314.                      Ey tath sözlü tuh! Beri gel. Yerin Sükkeristan’dır, fe­leğe kanat aç.

1315.                      Can ve gönülden fanus gibi yanarak, şu an kaknus gibi nağmeler söyle.

1316.                      Gülleri kan ağlatan senin gözyaşlanndır. Gam çekmede bülbüller ders arkadaşındır.

1317.                      Güvercin gibi sözde taleben olan bülbül; çil kuşunun gönlü gibi nağmelerini inleyerek söyler.

1318.                      Senin nağmenden kıraat okuyan kumru; beyanından doğru yolu gösteren Hüdhüd (ibibik) utanır.

1319.     Nazmını öyle tertiple ki fahte (üveyik kuşu), kumrunun ötmesini unutsun.

1320.     Zaman zamana uymaz ney gibi nefes çek. Cana hiddet gösterme, fırsat bu fırsat diyerek...

1321.     Bize can ve gönül kaygısını açıklayıp, Salâmân ve Absâl Kıssası’nı anlat.

1322.     O iki ay ve güneş gibi sevgili, yola çıktıktan hayli gün sonra, Şah bu olaydan haberdar oldu.

1323.     Ah ve feryatları göğe kadar yükseldi. Gözyaşları yıldız­ların pazarım bozdu.

1324.     Ağlayarak, su gibi yere yüz vurdu. Her taralı didik di­dik aramaları için adamlarına emretti.

1325.     Onlan bulmak isteğiyle canla başla uğraştılar fakat hiç kimse onlardan bir haber vermedi.

1326.     Şahın yarımda gönül aydınlatıcı, dünyayı gösteren şa­şırtıcı bir ayna vardı.

1327.     Bu aynanın içi de, dışı da ârifin gönlü gibi saftı. Parlak­lığı, ay ve güneşe laf vururdu.

1328.     Onda, dünyanın her hâli anlaşılmış, gizli saklı sırlar gün gibi belliydi.

1329.     Şah o aynayı hâzineden isteyip, âlemin her köşesini seyretti.

1330.     İstediğini denizin içinde aradıktan sonra, kıyıya baktı ve o iki sevgilinin eğlendiklerini gördü.

1331.     Bir ormanı kendilerine sığmak ve yurt edinip; gam, ke­der ve endişeyi denize atmışlar.

1332.     Başlanırda padişah olma fikri, gönüllerinde etkili bir zikr ediş yok.

1333.     Dünyanın iyi ve kötü hallerinden el çekip, can sıkıntı­sını asla hatırlarına bile getirmezler!

1334.     Şah, bu topluluğu görünce, gönlündeki niyeti perişan oldu.

1335.     Onlann haline acıdı ve geçimleri için ne lâzımsa te­min etti.

1336.     Yük yük elbiseler, sayısız kemerler! Sıra sıra katırlarda kantarlara sığmaz altın ve gümüşler!

1337.     însanlann ve cinlerin seyrine doyamadığı; gümüş eyerli, altm dizginli, güzel atlar!

1338.     Meydana toplandıkları vakit, peri gölgesini göremez. Her biri ay ve güneşten ödül alırlar!

1339.     Karışık mücevherler, dolu şaraplar; sayısız şekerler, çe­rezler ve cevâriş denilen helvalar!

1340.     Sayısız mum yarımca, yıldızlar ve güneşi bir yerde top­layıp sanki ışıklan gönderilir.

1341.     Yüzlerce Rumi köle ve güzel yüzlüler! Ay onlann eline su dökmek için can atar.

1342.     Can belâsı ve dünya ülkesini yağmalayan; gamze ve kaşlan, ok ve yay gibi olan güzeller!

1343.     Sadakatli, narin yapıh, cilveli bakire kızların her biri sanki salman uzun boylu birer selvi!

1344.    Baygın gözleri zâhidleri sarhoş; zünnar gibi zülfü de putperest eyler.

1345.    Padişah namı kutlu Şehzâde’nin mutluluğu için gerekli olan her şeyi eksiksiz tamamladı.

1346.    O adalet, doğruluk ve cömertlik ocağı olan hoş kişi, cö­mertlik ve kerem elini açınca...

1347.    Her esiri gamdan kurtarsın, her garibin gönlünü se­vinçle doldursun.

1348.    Bir yerde dünyanın işinden, gücünden kurtulmuş iki âşığı görse...

1349.    Kınama taşını kadehine vurmayıp, onların geçimlerine ve mutluluklarına yardım etsin.

1350.    Ey kötülük sahibi! Sonunu düşün! lütuf ve ihsan ile ha­yır etmeyi kendine meslek edin.

1351.    Sanma ki yaptığın iyi işe mükâfat olmaz. Hayra iyilik, şerre belâ bulursun.

Yaratılıştan üzgün Ferhad'ın ah nefesi ve temiz
kanının, kan dökücü Perviz'i tutması ve Şirûye'nin
zehirli hançeriyle kin ve kahır ateşinden kan
yutması.

1352.    Güzel Şirin, Ferhad’a kadeh sunduğunda, kıskançlık Perviz’in damağım acıttı.

1353.    Dünya Zâlın hilesiyle (Destanı) içki içip o aşk sarho­şuna zehirli içki verdi.

1354.    Ardından, Şiruye zehirli kılıcı çekip, ölüm kadehini esir­gemeden ona sundu.

1355.    Sonunda Şirin acı içinde kaldı. Bu kuvvet, o inleyişten ne kazanç sağladı gör.

Padişah'ın, Salâmân'ın Absâl'la sürüp giden sohbet
ve yiyip içmesinden kederlenip, kıskançlık kuvveti
ve iyilik cezbesiyle; Salâmân'ın hezimet dizginini ve
gidiş yelkenini kendisine döndermesi.

1356.    Padişah, her ne kadar oğlunun ihtiyaçlarını temin ettiyse de, can ve gönülden ah çekiyordu.

1357.    “Ay ve yıl geçip, gitmesine rağmen, Onun (Salâmân) perişan hâli sona ermedi.

1358.    Her an elinde lâle gibi bir şarap kadehiyle ömür geçti ve gençlik elden gitti.

1359.    Salâmân’m akimda padişahlık tacının sıkıntısı olmadan, dünyadan habersiz gece gündüz işret ediyor.

1360.    O ay gibi Absâl, gözüne bir nur iken; ondan uzak ka­lıp, dünyası kararsın.

1361.    Sevgiliye kavuşması mümkün, yeri belli olsun fakat soh­betinden gece gündüz mahrum kalsm.

1362.    Sıkıntıyla yetiştirdiğin bağına acele yeller dolsun; mey­vesini sana karşı eller toplasın.”

1363.     Bu düşüncelerle Padişah’ın gönlü yaralandı ve gece gün­düz bu işin tedbirini düşündü.

1364.     Zaman zaman kıyafetini (biçim) değiştirerek, gizlice O’nun yanına gider ve O’na bakardı.

1365.     O ay’ı görüp güneş olurdu; yani ıztırabı ortaya çı­kardı.

1366.     Hasret ve derdiyle göğsü yaralanıp; şaşkınlığından elini ısırarak...

1367.     Gönülde gül derdi, ciğerde diken yarası olup bazan kan ağlar, bazan inlerdi.

1368.     Bülbül gibi dertli dertli ahlar çekip, elbisesini gül gibi yırtardı.

1369.     Yanıbaşındaki hâzinesi içi boş kese olan züğürt kişi, na­sıl güler yüzlü olabilir?

1370.     Susamışa ebedî işkence, çeşme karşısmda susuzluktan can vermesidir.

1371.     Karşısmda Cennet kavminin su içmesi bile cehennem­lik birine işkence olarak yeterlidir.

1372.     İktidarsız, güçsüz kişinin elinden bir şey gelmeyeceği için; kucağında sevdiği olsa bile neye yarar.

1373.     Çünkü istek eteği fırsat vermez. Farzet ki ayağın kırıldı ya da elin çolak oldu.

1374.     Nursuz ve fersiz göz çıksa daha iyidir. O tacı terk et ki başına dert olmasm.

Salâmân'ın ahvalinden pişman, yaptığı işlerden
perişan olup; tövbe, kanaat, yardım ve razılık
sebebiyle babasına geri dönmesi.

1375.                      O iki sevgilinin zevk, safa dolu hallerinin üzerinden hayli zaman geçti.

1376.                      Sonunda Vehhab’dan yardan ulaştı ve Salâmân can gö­zünü uykudan açlı.

1377.                      Nihayet sohbetin sonu göründü, rahatlık düşüncesi yi­yip içmenin aynısı oldu.

1378.                      Şarap kadehi canım ateş eyledi; kebap kokusu gönlünü dumana boğdu.

1379.                      Ney sesleri boyunu çeng gibi büktü. Ah, vay sesleri onun için güzel kuş sesi gibi oldu.

1380.                      Gönlünü babasının ettiği nasihatlar kapladı ve gurbet, işini alt üst etti.

1381.                      Ağlama vücudunu kıl, inleme de ney edince Salâmân bu hâlin duadan olduğunu anladı.

1382.                      Sonunda “Canımın şaşkınlığı ve inlemesi onun tedbi- riyledir.

1383.                      Şu halde; tövbekâr, pişman ve af diler bir halde baba­nım yanma gideyim.

1384.                      Kara gönüllü iken, bu toprak belki onun lütf iksirinden parlak güneş olur” dedi.

1385.                      Yani kavgacı ve yüzü kara sel denize erişmeden iyi huylu olmaz.

1386.     Güneş ışığı, taşı cevher eder; dane topraktan yakut gibi parlaklık kazanır.

1387.     Talihli kuş, kayıp olsa bile dert değil. Yol hazırlığı so­nunda onu asıl yuvaya götürür.

1388.     Eğer istersen felek sana yar olur. İstersen asli yerin, dö­nüp dolaşıp geleceğin yer olur.

Bir erkek çocuğun babasına: "Helâl süt emmiş ve
haram süt emmiş (piç) kimdir?" diye soru sorması.

1389.     Bir erkek çocuk babasına: “İnsanlar için helâl süt em­miş evlât kimdir?” diye sordu.

1390.     O bilgin baba lütfedip cevap verdi: “Ey talihli çocuk!

Helâl süt emmiş evlât...”

1391.     Babası, akıllı ya da akılsız olsun; ona benzeyen evlat­tır” dedi.

1392.     Bir kişide insanlık olmadıktan sonra, o kendini bilmez insan oğluyum diye geçinmesin.

1393.     Gerçi dane (tohum) toprağa düşüp altta kalır, fakat sonra tekrar yükselir.

1394.     Ekin içerisindeki her yabancı ot, öncelikle kendisine buğday süsü verir.

1395.     Fakat mahsûl yukan doğru boy atınca, o yabancı ot tüyü yolunup, kanatsız kuş misali olur.

1396.     Ey arkadaş! Gerçi bir işe başlamak esastır, fakat sonu­cun itibarlı olmalıdır.

Salâmân'ın karanlık bir gecede Zengibar Kavmi'nin
kötüleriyle savaşması.

1397.                       Salâmân, meclisi darmadağın ettiği zaman; Absâl ile memleketine gitmek üzere yola çıktı.

1398.                       Yiyip içme kadehini taşa vurup kırdı; tüm hizmetkarla­rım da beraberinde götürdü.

1399.                       Kayıkla denizi geçtiler ve gönül açıcı bir yerde konak­ladılar.

1400.                       O ana dek görünmeyen akşam padişahı ortaya çıktı ve nur sancaklarım kırıp başaşağı etti.

1401.                       Rûm yani aydınlık üzerine Zengibar karanlık askerini çekti. Bunun üzerine doğu padişahı firar etti.

1402.                       Karanlık devi ağzım açıp ateş saçtı, ufaklan bulut gibi duman kapladı.

1403.                       Gökyüzünden garb kargası kanat açtı. Evini şark şa­hini mesken etti.

1404.                       Salâmân ve Absâl da o çimen sahnesinde berrak kadeh tutup uyudular.

1405.                       O yerde, felek kalesi gibi sağlam, yüce bir hisar vardı.

1406.                       Ejderha gibi feleğe baş çekmiş bu kale, sanki Kaf Dağı’nın tepesindeki ankadır.

1407.                       Yolu, güzellerin saçı gibi kıvnm kıvnm! Eteklerine hiç rüzgâr eh değmemiş!

1408.                       Ay, feleğin kubbesinden eğilip ona baksa; hayretinden başındaki tacım düşürür!

1409.     Dışı beyaz mermerden ancak gönlü (içi) siyah! Zira Zen- giler içini kendilerine yer edinmiş!

1410.     Zengilerin her biri, burnu ejderha yuvası, ağzı mağara gibi olan; insan yiyen birer yamyam idi.

1411.     Her biri; köpek yaratıhşh, domuz dişli, fil kulaklı, dev gö­rünüşlü hortlak tabiatlı ve ejderha gibi gürültülüydü!

1412.     Yellerinden ay’m mumu söner, nefeslerinden feleğin gönlü karamdı.

1413.     Cinler kayası, yüzlerinden kuruntulara kapılır, can ahcı gözlerinden dehşete kapılır.

1414.     Bu sebepten, aslan ve kaplan yola sed çekip; o yerden sonsuza dek kuş uçurtmazlardı.

1415.     Salâmân’dan haber aldıkları zaman; kaleden çıkıp gece baskım yapülar.

1416.     Salâmân mahmur bir halde uykudan kalkıp, haykırarak çabucak kılıcına el atü.

1417.     O pehlivan kimseye göz açtırmadığı için; önüne geleni derhal ikiye biçti.

1418.     Bazan yay burcundan oka yol verip, gözlerine âlemi kapkara etti.

1419.     O gece Gasak (zenci) Kavmi için ıztırab gecesiydi. Gö­nülleri şafak misali kanla doldu.

1420.     Ya da şeytanlar hücum etmiş, yıldızlar gökten ateş yağ­dırıp her yeri yakmıştı.

1421.     Dünya çıkan bu savaşla öyle kanştı ki; tozu toprağı gök­lere kadar çıktı.

1422.     Bazan gönder (kargı, mızrak), bazan kılıç, bazan ok ile; aşk kuvveti ve sevilenin gayreti ile...

1423.     O padişah, Rüstem  ve İsfendiyar’m  dahi görmediği garip bir savaşa girişti.

1424.     Her baş, üzerinde saplanmış birçok okla yuvarlanıp gi­der. Sanırsın her biri kirpi misali dans eder!

1425.     Dev vücutlan yüreklerinden yaralanmıştı. Bu yaralar için cehennem çukuru ya da mezar gibi desek yeridir!


1426.           Yerdeki bağırsaklar, etrafı dolaşmak niyetinde olan at­lara kemend gibi ayakbağı olmuştu!

1427.           Ölü vücutlar kan selinde yüzmeseydi; dünya cesetler­den oluşan yığınlarla dolardı.

1428.           Sözün kısası, öylesine bir savaş oldu ki; ufukların içi feryat ve çığlıklarla doldu.

1429.           Şah’ın ay yüzlü kullannın tamamı bir bir savaşıp top­rağa yüz vurdu.

1430.           Evet! Sonbahar geldiğinde şiddetli rüzgârlar esip dallar­daki asma yapraklar gül misali yere dökülür.

1431.           Şüphesiz onlar yıldız, güneş de şah olduğundan; Şehzâde ay gibi yalnız kaldı.

1432.           Bir müddet onlarla tek başına savaştı. Ancak binlerce domuza karşı bir tek panter ne yapsm?

1433.           O fitne yağdıran kavmin ardı arkası kesilmeyerek; ka­leden sel gibi coşup aktı.

1434.           Halbuki O ay yüzlü yiğit, gün gibi parlak kılıcını sal­lıyordu ama neylesin ki dünyanın yüzünü kapkara bir bulut kaplamıştı.

1435.           Bedeninde ferman, canında kuvvet kalmadı ancak o kö­peklerin kırılmakla tükenmediğini gördü.

1436.           Kendisi tek onlar ise sayısızdı. (Bu durumda) ellerini yukan kaldırıp Cenâb-ı Hak’dan yardım istedi.


Şehzade Salâmân'ın, o siyahî kavmin şerrinden
kurtulmak için İlâhîDergâhı sığınak eyleyerek,
ağlayıp yalvarması ve Cenâb-ı Hak'dan yardımcı
istemesi.

1437.    Salâmân, Allah’a el açarak: “Ey kudret sahibi padişah Al­lahım! Senin kapın, yer ve gök ehli için bir sığınaktır.

1438.    Sen, güneş meşalesine ateşi verip; gündüzü ge-cenin kahrından kurtarırsın.

1439.    Sivrisineğe fil hortumu bağışlayıp; Nemrûd’un  aske­rini aşağılarsın.

1440.    Senin yardımının eriştiği kannca, aslanı tutacak kadar kuvvetli olur. Emrin sivrisineği bile yüreklendirir.

1441.    Bütün çaresizlerin dertlerine çare bulucusun. Gönlü parça parça olanın merhemisin.

1442.    Her işim huzuruna gün gibi aydınlıktır. Ah ve feryat ederek kapma geldim.

1443.    Bir bölük kâfir yaratılışlı yolumu kesti. Kudret ayağım kırıldı, elim kolum bağlandı.

1444.    Ben bülbül gibi canımı versem gam değil. Yeter ki o gülün eteğine diken değmesin.

1445.    Başım ve ayağım dahi kırılsa korkum yok. Ancak sev­diğime düşman eh değer diye korku-yorum.

1446.    Yıldızımı bu uğursuzluktan kurtar. Gecemi sabah gü­neşinle aydınlat.

1447.    İnayet mumunu gün gibi yakarak; bu azgın topluluğu perişan et.

1448.    Burada takdirin eğer canımı almaksa, razıyım; ancak sevdiğimi sana emanet ediyorum.

1449.    Benim canımın değeri yoktur, canımın cam O’dur. Dert sahibi ve hastayım dermanım odur.

1450.    Eğer ecelden bir anlık müsaade varsa senden son iste­ğim sana her müşkil iş kolaydır, Ona lutf et.

1451.    Her şey senin ilmine açık olduğu için ben daha ne söyle- yim. Kahrının ateşinden merhametine sığınırım” dedi.

Hazret-i Hızır'ın şiddetli rüzgâr ve göz kamaştıran
şimşek gibi yetişip, Zengibar Kavmi'ni bir anda
perişan etmesi ve Salâmân'ın selâmetle kurtulması
ve ölmüşken hayata dönmesi.

1452.    Uzun sözün kısası, henüz bu yakarış tamamlanmadan kıbleden bembeyaz bir nur çıktı.

1453.    Parlaklığıyla âlemi aydınlattı ve gam bulutunu gün gibi giderdi.

1454.    O nur, ay gibi ortadan ikiye aynldı ve gün gibi bir Hak yiğidi meydana çrktı.

1455.    Gökyüzü gibi baştanbaşa, yeşil bir elbise giyinmiş; cam, Bahr-ı ahdar (Hint Okyanusu) gibi coşkuyla dolu!

1456.    Göğün güneşi, yüzünün parlaklığı yaranda, ateş közü gibiydi! Ağzı tan yerinin ağarması gibi mis koku da­ğıtıyordu!

1457.    Ejderha çehreli acaip bir ata binmekte ve atın sürati fe­lek şahım da geçmekteydi!

1458.    Nur saçan bir şimşek ya da uğurlu bir yıldızdır! Öyle naralar atar ki gök gürlüyor zannedersin!

1459.    Sağ elinde alemin güneşi gibi parlak nurlara gark ol­muş; şimşek benzeri bir kılıç!

1460.    Kendi nur, ah nur, kılıcı nur! Baştan ayağa güneş gibi nurlanmış!

1461.    O ilâh bürhanı nur yetişip; o kavmi bir saatte mah­vetti.

1462.    Güneş gibi dünyaya yüz gösterdiği için Zengilerin hepsi gece gibi mahvoldu.

1463.    Doğan kuşu gibi kanat açıp yetişti ve kargaların toplan­dığı yeri darmadağın etti.

1464.    Hepsini toprakla bir etti ve kan buharından dünya tu­fana benzedi.

1465.    Dünya Şahı henüz kendini toparlayamadan o güneş yüzlü yiğit yine su oldu.

1466.    Bu, nergis gibi göz yumup açınca; O, sabah olmadan gül gibi açıldı.

1467.    Salâmân, gayibden aslan gibi yetişen o yiğidin Hızır ol­duğunu anladı.

1468.    Hızır, Haydar  gibi mahveden kılıcım çekerek, o do­muzlardan dünyayı temizledi.

1469.    Şimşek gibi bir an görünüp, sonra yine gaybi âlemi karargâh edindi.

1470.    Salâmân şükrederek yere yüz sürdü ve mutluluktan göz yaşlarım nehir etti.

1471.    Daha başını secdeden kaldırmadan, gökyüzünden gün­düz alâmetleri belirdi.

Salâmân'ın devlet ve saadetle Zengibar Kalesi'ni
yağmalayıp; çeşitli ganimetlerle babasına dönmesi
ve onunla görüşmesi. Babasının da ona yine nasihat
amacıyla hikmetli sözler söylemesi.

1472.    Felek ankası altın kanadım açlığında: ihtiyar Zâl Kaf Dağı’nı yuva edindi.

1473.     Güneş tavusu, gece kargasını kaçırıp, gökyüzü sahne­sini kendine dolaşma yeri edindi.

1474.     Alem bahçıvanı, diken yakınca, gün bahçesi gül gibi yeniden gülümsedi.

1475.     Daha sonra Şehzâde Salâmân, Absâl ile gönlü sevinçli ve rahat bir halde...

1476.     Ay ve güneş gibi dönen feleğe binici olup, sabah vakti kaleden aynldılar.

1477.     O karanlıktan kurtulup elemden uzaklaştıklarında dağ üzerine sabah gibi aydınlık bir sancak diktiler.

1478.     Etrafi dolaşıp, sayısız hazineler ve Karun  mah gibi defineler buldular.

1479.     O kara yer, misk ve anber kokusuyla dolmuş; altın ve gümüşler kum, çakıl gibi yerlere dökülmüştü.

1480.     Yıldızlarla dolu gökyüzü gibi küplerin hepsi la’l, yakut ve zeberced benzeri değerli taşlarla dolmuştu.

1481.     Sayısız ok, yay, kılıç ve siper (kalkan)! Üzerleri altın yazıyla işlenmiş tuhaf hediyeler!

1482.     Elbise dolapları, değerli taşlar ve altından işlemeli ke­merler arasında ipek ve nakışlı çin ipekleriyle dolu!

1483.     Onlardan bir iki hatıra alıp, memleketlerine gitmek için o kaleden yola çıktılar.

1484.     Yunan toprağına kavuşmak için can atarak, seher yek gibi süratle yol aldılar.

1485.     Yunan Padişahı’na haber verdiler: “Ey hizmetçileri yıl­dızlar olan ve güneş gibi parlak Şah!

1486.     Devlet mumun sonsuza dek nurla dolu olsun; gözün ay­dın, gönlün sevinçle dolsun.

1487.     İşte, göz nurun sevinç içinde, devlet ve bahtla Absâl ile birlikte geldi.”

1488.     Padişah mutluluğundan hemen sema ederek sağ cömert­lik elini açıp, dünyayı zengin etti.

1489.     Cam sevinçten ne yapacağını bilmez bir halde; göz nu­runu karşılamaya çıktı.

1490.     Oğlunun yüzünü görünce coştu ve öpücüklerle onu ku­cakladı.

1491.     Salâmân da saygıyla eğilerek, ayağını öptü ve yayım padişahın lütuf eline sundu.

1492.     “Padişah, sevgi eliyle oğlunun başım kaldırıp; güneş mi­sali altından bir külah taktı ve ona şunları söyledi:

1493.     Ey vücud bağıran hediyesi! Ayrılığınla göz yaşımı ır­mak ettiğin yeter.

1494.                       Senin boyun, ömür bahçemin taze Iklan ıdır. benim için Sidre’den daha değerli ve yücedir.

1495.                       Yücelik ve saadet bahçesinin gülü sensin. Dilin âşıklar meclisinin bülbülüdür.

1496.                       Yüzünün güzelliği âlemin gözüne nurdur. Can ve gönül güzelliğinden sevinç bulur.

1497.                       Merhaba ey parlak ay merhaba! Merhaba ey Allah’ın nuru merhaba!

1498.                       Sözün ihsan sofrasına lezzet katar, yüzün insan gözüne gözbebeğidir.

1499.                       Fil dişi taht, felek mertebesine ulaştığında; makamla ta­cın başının yukarda olması gerekir.

1500.                       Tacım terk edip, her alçağa bırakma. Tahtım aşağılık kimselerin ayak altına almasma izin verme.

1501.                       Her alçağın memleketine padişah olmasını lâyık görme ki siret ve aynamız yolunu şaşırmasın.

1502.                       Senin gibi inciye devlet ipinin uzak olması; bu nazmın alt üst olması gerekmez.

1503.                       Değerinin yüceliğini toprakla aşağı düşürme. Dünya pa­dişahı ol, güzele tapan olma.”

Saltanatın esası ve devletin binası olan dört haslet.

1504.                       Saltanat sarayı felek gibidir. Esası, maddenin sınırı gibi dörttür.

1505.                       Kulak ver! Sana o dört esası bir bir sayayım: Hikmet, iffet, yiğitlik ve de cömertlik.

1506.    Ey cömert yiğit! Erkeği kadın gibi yapan bu alçak ne­fis hikmetten uzaktır.

1507.    Ey candan dost! Er kişinin gül misali eteğini iffetsiz bir kadına bulaştırması da iffet değildir.

1508.    Ya mert birinin şehvet yüzünden kadının elinin altında olması yiğitlik midir?

1509.    Gönül ehli, bir kadınla sözleşip, görüşmek için can atan birine cömert adım vermez.

1510.    Bu hasletler ile kim yar olursa; O, saltanat bahçesinde mesut olan kişidir.

1511.    Bu esaslardan birini eksik bırakırsan, devlet eyvanım kara yer edersin.

1512.    Sözün özü, hikmet kitabının hepsini aktarıp; hükümet faslım tamamladım.

Salâmân'ın babasının kınamasından yüreğinin
daralıp müteessir olması; çaresiz ve şaşkın bir halde
çöle gitmesi ve yanan yüreği ile parlak bir ateş
yakıp, Absâl ile birlikte kendini o ateşe atması; Absâl
tamamen yandığı halde Salâmân'ın sağlam kalması.

1513.    Cihanda âşıktan daha zavalh kim olabilir? Dünya elin­den gece gündüz deli gibidir.

1514.    Her nefeste sabırsız ve rahatsız, her zaman verimsiz ve keyifsiz olur.

1515.    Bazan düşman elinden gönlü hastadır, bazan dostun di­linden tık nefestir.

1516.                      Ne bunun belâsmdan kurtulabilir, ne onun cefasmdan gönlü hoş olur.

1517.                      Şaşkınlığı her an daha da artmaktadır, bağn gam kılı­cıyla kan dolmaktadır.

1518.                      Daima sevgili için canım feda etmek ister; iş güç ve ka­zancını darmadağın etmek ister.

1519.                      Sıkıntı, dert ve belâdan zevk alır; ney gibi ağlayıp in­lemekten şevk alır.

1520.                      Aşk kavgası gibi belâ olmaz. Aşk sevdası gibi mutlu­luk yoktur.

1521.                      Onun ateşi, gül; dumanı, sümbüldür. Onun acısı, döner dolaşır yine aynı yere gelir.

1522.                      Bu davanın açık delilini dinle! Salâmân’ın hâlinden bah­setmeye devam edeyim.

1523.                      Salâmân, Şah’ın öğütlerini dinleyince; yine içindeki de­niz coştu.

1524.                      Eteğe yapışan akıl, gel bu yana der. Aşk, yakasım tu­tup; bana uy der.

1525.                      Hayat elbisesi vücuduna dar geldi. Üzerinde iğreti du­ran bu elbiseyi kendine utanç addetti.

1526.                      Gam kadehinden içmektense kanlı gönül daha makbul­dür. Mutsuz yaşamaktansa ölmek daha iyidir.

1527.                      Daha sonra Salâmân bu halet-i ruhiye içinde canına kıy­maya karar verip, Absâl ile birlikte çöle gitti.

1528.                      Yüreği fanus gibi yanarak, odunları kaknus gibi bira- raya toplayıp...

1529.      Dağ gibi odun tepelerini oluşturup, ateşledi. Ateşin alev­leri feleğin yüceliklerine kadar ulaştı!

1530.      Aşk uğruna yanmak için kendini hazırladı ve bu şiiri söyleyerek haline ağladı.

Murabba

1531.      Aşkın ateşine teni atıp yanayım, Sen güzelliğini göster ben yanayım.

1532.      Düşmanı müteessir etmek üzere yar için yanayım, Yanayım ey parlak mum yanayım.

II

1533.      Aşık yanmayınca hoş nefesli olmaz,

Öd ağacı yanmaktan gönül çekici nefes olur,

1534.      Micmer yandı nefes anber gibi oldu, Yanayım ey parlak mum yanayım.

III

1535.      Akıl evi aşkın ateşiyle nur dolar,

Parlaklığından can yüzü sevinçli olur,

1536.      Ten yanınca gönül ülkesi şen olur, Yanayım ey parlak mum yanayım.

IV

1537.      Ancak her ateşe yanmak caiz olmaz,

Her cevher ateşe layık olmaz,

1538.      Altın ateşe girmeyince saf olmaz, Yanayım ey parlak mum yanayım.

V

1539.                        Ney, yandığı için şekerden nefes oldu, Gamdan annıp ferahlık doldu,

1540.                        Can ülkesine sözle yol buldu, Yanayım ey parlak mum yanayım.

VI

1541.                        Mertçe aşk ateşiyle tutuşup,

Sarhoş gibi ayağına baş koyup,

1542.                        Kanatlarım terk edip pervane gibi, Yanayım ey parlak mum yanayım.

VII

1543.                        Tavus kuşu gibi gece gündüz gezinip, Kaknus kuşu gibi ıztırap odunlarım yakıp,

1544.                        Fanus gibi her nefeste can ve gönülden... Yanayım ey parlak mum yanayım.

vnı

1545.                        Bağnmı kadeh gibi kan doldurup, Canımı ateşe anber gibi atayım.

1546.                        Meclisinde her nefeste micmer gibi... Yanayım ey parlak mum yanayım.

IX

1547.                        Ahimin ateşini başta sancak edip,

Baştan ayağa kanlı göz yaşlarına gark olup,

1548.      Dertsiz ve gamsız bir kadeh üzre durup,
Yanayım ey parlak mum yanayım.


X

1549.      Yüreğimin yarasını âşıklara sunup,

Bağrımın mumunu fitille doldurup,

1550.      Sinemin dert ile yağım sızdırıp, Yanayım ey parlak mum yanayım.

XI

1551.      Senin sevgin canımda ateş yaktığı için,

Gönül fitili tutuştu, durmaz yanar,

1552.      Karşına kandil gibi asılarak...

Yanayım ey parlak mum yanayım.

XII

1553.      Güzelliğinden gönül şehrine ateş düştü, Felek, âhımın dumanından mavi renk;

1554.      Vücut, ateş gibi tamamen toprak olunca...

Yanayım ey parlak mum yanayım.

xın

1555.      Aşk ateşiyle yanan kişi mis kokulu duman olur,

Gönül çekici, parlak ve övgüye lâyık olur,

1556.      Demir ateşte bir an dursa ateş olur, Yanayım ey parlak mum yanayım.

XIV

1557.      Can ve gönül kavuşmana istekli olduğundan, Ey gönül! Yanmak senin için zorunludur.

1558.      Yanmak isteklinin alışkanlığı olduğu için, Yanayım ey parlak mum yanayım.


Mesnevi

1559.     Salâmân şiirini tamamladığı zaman, sözü dünyayı hay­rette bırakıp, inletti.

1560.     Derhal Absâl’ı bağnna basarak; Hintliler gibi o ateşe canım attı.

1561.     Denir ki: “Ateş içinde ham öd ağacı ne hoştur. Burun can kokusunu ondan alsın!”

1562.     Aşk acısıyla ateş içinde, ay ve güneş gibi bir müddet hoş sema ettiler.

1563.     Şah bu durumu gizlice seyrediyordu ve şaşkınlık ateşi ciğerini yakmıştı.

1564.     Kanlı gözyaşını sel gibi akıtıp, rüzgâr misali her yana koşan biri olmuştu.

1565.     Hak’dan yana ellerini açıp, yanıp yakılarak şöyle derdi:

1566.     “Benim deniz gibi coşmama şaşılmaz. Çünkü benim oğlum ateşe düşmüştür.

1567.     Ey bütün yaratılmışların Rabbi! Sen O dosta (Hz. İbra­him) ateşi, ‘serinlik ve esenlik’ yeri yaptın...

1568.     Bu an rahmetinin bolluğuyla oğlumu bağışla. O Şah’ın bir kılına dahi zarar verme”

1569.     Padişah gönlünün içinden inlediği için; o anda Alemlerin Rabbi’nin lütfiı yetişti.

1570.    Cenâb-ı Hak o gönül vermiş Padişah’ın gözyaşlarına merhamet etti ve o ateş; Şehzâde’nin bir kılını dahi yakmadı.

1571.    Ancak, o ateş; Absâl’ı gül dalı misali baştan ayağa ka­dar yakıp kül etti.

1572.    Evet! Bunun kararlaştırılmış olduğuna şüphe yoktur. Zira saf altın ateşten zarar görmez.

1573.    Salâmân saf altın, Absâl sahte altın olduğu için; elbette ki bu Absâl yandı, o Salâmân sağlam kaldı.

1574.    Buna Padişah’ın himmeti yardımcı olmuştu. Himmetin damlayı “akar su” yaptığı söylenmiştir.

1575.    Mert insanlara Allah’tan nasip böyledir. Öyle ise mert insanların bu kazancma şaşırmamak gerekir.

1576.    Himmet sahibi olan için bu durum apaçık ortadadır. Himmet sahibi olmayan kişi imansızdır.

Ridâsım münafıkın ridâsı üzerine sarıp, ocaktaki
ateşe atan müminin kendi ridasına hiç bir şey
olmazken, münafığın ridasının tamamen yanması.

1577.    Dindar bir adam ateş ocağını yakıp, sıcaklığı ile yalnız­lık anlarım sürdürürken...

1578.    İki yüzlü bir münafık, onunla din konusunda kavgaya başladı.

1579.    Sonunda münafık dindara: “Ey din eri! Benimle kavga etmeyi bırak. Bu konuda sağlam bir delilin var mı?” dedi.

1580.                      O Mümin: “Ridam bana ver” dedi ve kendi ridasını onun ridasına doladı.

1581.                      Birbirine sanlı iki ridayı çabucak o ateşin içine attı ve o ridalar ateşten iki renk oldu.

1582.                      Yine o an elini uzatıp ridalan ateşten aldı. Açtığında Allah’ın kudretini gördü.

1583.                      Kâfirin ridası kara toprak olmuş; kendisinin ki ise sapa­sağlam ve tertemiz idi.

1584.                      İçindeki rida çer çöp gibi yanarak, dışındaki rida felek­ler misali hiç bir zarar görmemişti.

1585.                      Kim din mertliğine niyet ederse; Yakin nurunun tesiri böyle olur.

1586.                      Aşk iksiri şaşırtıcı bir iksirdir. Zahir (dış) ve bâtın (iç) da çok tesirlidir.

Salâmân'ın, Absâl'ın ayrılığına dayanamayıp
gözünden kanlı yaş akıtması ve can u gönülden
inleyip, feryat etmesi.

1587.                      Bu âlemde derdi olmayan kim vardır? Ne yazık ki her anda bir dert eksik olmaz.

1588.                      Gam okundan kim kurtulabilmiştir? Ya da dertsiz ke­dersiz seçkin bir meclisi kim kurabilmiştir?

1589.                      Bir dert bitmeden, bini yüz gösterir. Kahır zamanı ge­lince gece gündüz demez kendini gösterir.

1590.                      Arada musibete uğrayan çaresiz âşık ne yapsın? Kahır taşlığı mihnet felâketine uğratır..

1591.     Eğer dost, sevgili cefa etmekten el çekse, bu kez de düş­manın taşından başı yarılır.

1592.     Eğer rakibin taşı başa dert açmazsa, bu sefer ayrplayı- cılann kötülemelerinden nasibini alır.

1593.     Yazık! Kişi bütün bunlardan kurtulsa bile aynlık gecesi muhafızı öldürmek için kılıç çeker.

1594.     Nitekim Salâmân kendini ve Absâl’ı o ateşe atmca;

Absâl yandı fakat Salâmân’a zarar gelmedi.

1595.     Yar gitti, tek başına cansız bir vücut gibi kaldı. İnleyen bülbül gibi feryat etti.

1596.     O’nun âhının dumanından felek, mavi renk oldu. Yanıp tutuşması, ay ve güneşe ateş vurdu.

1597.     Acısından sabah gibi yakasını yırttı. Canına kasdedip, öldürücü kılıcı çekti.

1598.     Tırnaklan gün gibi parlak yüzüne hilâl gibi yara bere açtı. Ay parlaklığındaki yüzünü sıkıntı bulutu kapladı.

1599.     Sonunda kendine sövmeğe ve su gibi taşlarla başım dövmeye başladı.

1600.     Safa harfini gönülden kazıdığında bu taş vefakârlığına mihenk taşı oldu.

1601.     O taş ile gönlünün derdini ayarlayıp, elinde olmadan yar için can tartardı.

1602.     Gam taşından gözünü Nil nehri gibi ettikçe; gözyaşı çağlayıp nice mil giderdi.

1603.     Zayıf, dermansız göğsünü taşlarla döğüp şöyle derdi: “Bu taşlar bana mezar taşının okudur.

1604.     Cevhersiz kaldım yerim taş olsa, ağlamaktan gözlerim yaşla dolsa daha iyidir.

1605.     Oysa ki feryadımı bu âhenk artırır, âşığm değerini o taş artınr.

1606.     Bu taş, bedenimi kandan la’le çevirir. Şimdi kanlı yaş­larımdan bedenim la’l olsun.

1607.     Dert ve gam beni taşlığa çevirdiği için; canım taştan bir kale olsa şaşılır mı?

1608.     Demirden can ve ten ile taştan bir yürek gereken bu gam için ne yapmalıyım?

1609.     İçimdeki derdin taş taşa olduğunu gören, bu taş dağına dokunsa bu dağ dağılıp yıkılır.

1610.     Yürek yarin cefa taşma doymazdı. Şimdi ayrılık kılı­cıyla ne yapmam gerekir?

1611.     Ey gam! Kendi elimle yare ne yaptığımı görüp, it gibi bana taşlar at.

1612.     Yazık! Beni yardan cahillik ayırdı. Her sert taş bana kı­lıç gibi vursa yeridir?

1613.     Bu işi düşüncesizlikten yaptığım için, her değerli kişi (bana) taş vursa yeridir.

1614.     Hayret! ‘Kendi düşen ağlamaz’ derler. Ancak benim gece gündüz ağlamaktan gözlerim çıktı.”

1615.     Sözün kısası, bu dert ve yanıp tutuşmayla, gam besle­yen canın feryat figânı ile...

1616.     Can ve gönülden feryatlar edip, keyif sürdüğü bahçe­leri seyrederek...

1617.     Bazan üzüntüsünden bülbüle ağlardı, bazan güle kardı yaşlarım sunardı.

1618.     O şeker dudaklıdan hiç bir iz görmediği için, şeker ka­mışı ellerinin çeyiziydi.

1619.     Baktığında O’nu (Absâl’ı) yanında göremeyince, ca­nım yakarak inlerdi.

1620.     La‘l gibi kırmızı dudağının sözlerini düşünür, çarha fer­yadım iletip kan yutardı.

1621.     Naz ile yürüyüşünü hatırladıkça ah eder; üzüntüden gölge gibi yol toprağı olurdu.

1622.     O an yaptığı hokkabazlıkları düşünerek, pazularmı ısı­rıp kanatırdı.

1623.     Aniden gece vakti olsaydı, yatağı içinde Absâl’ı is­terdi.

1624.     Fakat bulamaymca üzüntüden elbisesini yırtar, dert ve zamanını yenilerdi.

1625.     Bu şiiri gam nağmelerine uydurup, feryatlarına fer­man eylerdi.

Salâmân'ın, Absâl'ın kederinden mersiye söylemesi
ve üzüntüsünden ağıt yakarak yüksek sesle
ağlaması.

1626.      1  Gönül, gam dikeninden yüzlerce, binlerce ah çekse şa­

şılır mı? Yazık! O sevgili gül dalı iken yanıp kül oldu.

1627.      2 Ansızın, nar çiçeğine benzeyen yüzü hazan yaprağı

gibi rüzgâra kapıhp, bir anda perişan oldu.

1628.      3  Yazık! O ırmak kesilip bedenimi kuruttu. Şimdi ben

başımı su gibi taşlara vursam yeridir.

1629.      4  Felek, gam tabancasını tokadını ay gibi yüzüme vurdu.

Ah! Yürek, güneş gibi ateşle dolsa şaşılır mı?

1630.      5  Ey ilkbahar! Bu ayak toprağı su gibi senin meyvene

kavuşayım derdi. Ne yazık ki sen sam yeline rast­ladın.

1631.      6 Can ve gönül, ayak ve baş gam taşıyla kınldı. Sevdi­

ğim elimden cahilliğimle çıktı. Yazık!

1632.      7 Ey gül yanaklı! Ateşe lâyık olan diken taze kalsın da

gam rüzgârı seni toprak eylesin. Yazık!

1633.      8 Dünyayı ateşe verip sabah gibi yaksam: geceler, yıl­

dızlar gibi kan ağlasa şaşılır mı?

1634.      9  Bu kahır ateşi müşteri pazarlığı gibi olur mu? Aniden

sabrımın sermayesini avladı. Yazık!

1635.      10 Sana kavuşmanın mutluluğu el verdiyse de, bu mut­

luluk anı devamh olmadı. Yazık!

1636.      11 Gönül gemisini gamdan kenara çekmiştim. Ne ya­

zık ki ansızın rüzgar yetişip bir taşa çaldı.

1637.      12 Can bu âlemde seni seçmişti. Şimdi elinde olmadan

ah etse, buna şaşılır mı?

1638.      13 Ecel düğümü, sen gibi ay yüzlü güzeli karmakarışık

etti. Felek bugün ağlayıp, inleyerek ah çekse yeri­dir.

1639.      14 Ah! Tatar miskinin kokusu boşa gittiği için bu ke­

der, mis kokulu menekşenin de boynunu büksün.

1640.      15 Kadehin içi dert ile acılaşıp, kan dolsun. Nerde o lez­

zetli içki, o zevk ve mutluluk? Yazık!

1641.      16 Ah! O zülüf ve yanak, ateş ve dumanla dolduğun­

dan; sümbül saçım yolsun ve gül yüzünü yırtsın.

1642.      17 O selvi boylu güzel, ecel rüzgârından toprağa düş­

tüğü için; sular yere geçsin, çınar ateşte yansm.

1643.      18 Yabanî hayvanlar toprağa düşsün, kuşlar havada tüy­

lerini yolsun; felekler ateşe yansın, bahar solsun.

1644.      19 Güneş gibi tutuldu ve ay misali battı. Bu derde gece

gündüz ah etmeyen kimdir?

1645.      20 O ceylan gözlerinin güzelliğini hatırlayarak değil in­

san, taş yürekli dağ dahi ah edip yansm.

Salâmân'ın, Absâl'ı hatırlayıp, inleyerek feryad
etmesinden geriye kalan...

1646.      Salâmân şiirini tamamlayıp, yine şaşkın ve ağlayıp, in­leyen olurdu.

1647.      Bir an yarin hayali ile eğlenip, gönülden ağlayıp inle­yerek söylerdi:

1648.                      “Ey aynhk ateşi beni toprak; ıztırap kılıcı bağrımı parça parça eyleyen...

1649.                      Selvi boylu, lâle yanaklı, gümüş göğüslü; söz4eri bal, dudağı taze hurma...

1650.                      Elma gerdanh, nar memeli, fiştik dudaklı; la‘l (renkli dudağı) çiğde ve saçı üzüm renkli...

1651.                      Güzelliğinin bahçesi, vefa çeşmesinin başı; lütfiınun gül- bahçesi iyilik kuyusu...

1652.                      Gamzesi büyücü cadı beni, Efintli güzel; boyu uzun, burnu küçücük...

1653.                      Ömrünün parası, can ve gönül sermayesi; tath sohbeti, izzet mertebesi...

1654.                      Lütuf denizi, güzellik madeni; işve dükkanı zarafet mahzeni...

1655.                      Naz yükü, cefa madeni olan gönül aldatıcı; civa gibi beyaz göğsü şive ehli âşıkların gönlünü yaralayan sevgili!

1656.                      Turna boyunlu, hüma yüzlü; bahtı açık kuş ve Cennet tavusu olan can gibi sevgili!

1657.                      Kolu billur (gibi), bacağı fildişinden; kavuşma merte­besi yüce miracdan!

1658.                      Kaşları Çaç şehri yapımı iri yay, kirpikleri ok; gözleri avcı gibi pusuya yatmış olan sevgili!

1659.                      Gönül dostu olduğun, ağlayan gözlerime nur bahşetti­ğin o anlar nerede?

1660.     Güzelliğin işret bahçesinde gülümdü. Yatağm sinem, yastığın da kolumdu.

1661.     Feleğin zulüm eh bize yetişmiyordu. Ayağına ay ve gü­neş doruk arkadaşı idi.

1662.     Geceleri mum gibi gülümsüyordun; sabah vakitlerinde şaşkın ve hayran bir haldeydin.

1663.     Aydınlık günde işimiz gül gezintisiydi. Keklik misali dağ ve çölü dolaşmaktı.

1664.     Bazan nergisin altın ve gümüşünü kapardık, bazan pe­şinden yaseminin tacım koşardık.

1665.     Şimşir ağacı ile boy ölçüşmeğe kalkışır; rüzgârla ırmak­lardan sıçrardık.

1666.     Bazan taze yapraklar ile def tutardık, bazan temiz su­larla el çırpardık.

1667.     Bazan gülün başına ateş yakar, bazan bülbülün ıslığını dindirirdik.

1668.     Bazan neyleri ciğerden inletir, bazan şarapları yürek­ten kaynatırdık.

1669.     Bazan ateşe öd ağacı ve öd ağacına ateş atardık; bazan şarkı söyler, bazan dans ederdik.

1670.     Gönlümüz endişeden kurtulmuş, meclisimiz yabancı­lardan uzaktı.

1671.     Bu nasıl bir ateştir ki, canıma vurdum, şaşkınlık ve ce­halet ile kanıma girdim.

1672.    Keşke sen yandığında ben de yanaydım ya da vücudun yatımca can vereydim.

1673.    Bir anda can bedeni terk edip, ebedî yeme içme ve ne­şeye kavuşaydım.”

Devesini kaybeden bir Arabın: "Keşke ben de
devemle birlikte kaybolsaydım ve onu bulan beni de
bulaydı" demesi.

1674.    Bir Arap ansızın devesini kaybetti. Her ne kadar bul­mak istediyse de bulamadı.

1675.    Kederlenip her yana koşuşturarak; üzüntü ve hayret içinde devamh şunları söylerdi:

1676.    “Keşke devemle birlikle ben de kaybolsaydım da bu sı­kıntılar bana ulaşmasaydı.

1677.    Boynumda hurma lifinden örülmüş bir ip olarak, onunla iyi yada kötü halde bulunaydım.

1678.    Onu bulan beni de bulaydı ki gam beni böyle şaşkın yapmayaydı.”

Padişah'ın, Salâmân'ın perişan hâlinden haberdar
olup, Bilgin'den bir çare bulmasını istemesi ve
Bilgin'in gönül okşayıp, çare bulması.

1679.    Dönen mavi kubbe acaba tasa yeri midir? Onda mutlu olmak bir efsane midir?

1680.    însan çamuru ezelden yoğrulduğundan, hal ve akd usu­lüyle vücut buldu.

1681.     Onu baştan ayağa suya gark etmek için, kırk sabah belâ bulutundan gam yağdı.

1682.     Kırk gam günü tamamlandığı zaman, mihnet tozu da­ğıldı, bulut açıldı.

1683.     Ondan sonra sevinç güneşi ortaya çıkıp, o gün akşama kadar ona nur bereketi verdi.

1684.     İnsanın gamdan az kurtulması gerekir. Zira kırk gam ar­dından bir kez sevinç olur.

1685.     Gam bulutunu dağıtmak için rüzgâr gereklidir ki sevgi­linin güneşi yakından doğsun.

1686.     Ey gece gündüz dert ve belâ çeken! Gönlünü hoş tut, sonunda sevineceksin.

1687.     Lâkin, Ey aydın gönüllü ve temiz fikirli! O işret sarayı­nın bunda olduğunu sanma.

1688.     Bu gam vadisinden geçip gitmeden, o mutluluk mey­danında sevinç süremezsin.

1689.     Bu beyanı belli etmek istersen, bir an can kulağını ben­den yana tut.

1690.     Salâmân, şaşkınlık içinde ağlayıp, inlediğinden; Padi­şah onun halinden haberdar oldu.

1691.     Can ipliğine kıvnm (ıztırap) ve endişe düştü. Bir süre bu ateşe hiç bir çare bulamadı.

1692.     Bilgin’i huzuruna davet edip sımm ona açtı: “Can der­dine çare bulucusun.

1693.                      Her düğümü çözen senin aydın gönlündür. Her zorlu­ğun anahtarım açan kilit şendedir.

1694.                      Hayır ve şer, zâtma malum olduğundan; Salâmân ve Absâl’ın halinden haber ver.

1695.                      Gerçi Salâmân gül gibi sağdır, fakat bağn lâle gibi ya­nıkla doludur.

1696.                      Absâl’ın ayrılığından keder içinde kaldı. Kendini O’nun acı ve mâtemine adadı.

1697.                      Absâl’ı tekrar hayata döndürmek mümkün olmadı­ğından, daha sonra ister istemez Salâmân’m hayatı da mahvolur.

1698.                      Ey Bilge Kişi! îşte sana yüz vurdum. Yüzünün güzel­liği ümit ve korku kıblesidir.

1699.                      Derdimi öğrendin, çaresini söyle. Bu dertten âciz, şaş­kın, inleyen ve çaresiz biriyim.

1700.                      Sen can doktorusun, derdime çare bul. Bu gam besle­yen canıma merhamet et” dedi.

1701.                      Bilge Kişi başım kaldırıp, cevap verdi: “Şahım! Doğru yol aydınlıktır.

1702.                      Eğer Salâmân verdiğim emirleri yerine getirir ise; O dil­bere derhal kavuşur.

1703.                      Yani, çevgânıma candan top olup; ferman kemendime boyun eğerse...

1704.                      Sihir yaparak akıl sahiplerini deh edeyim, Absâl’ı yine ona göstereyim.

1705.     Hikmet dağıtıp, tuhaf bir hâle getireyim; O’na daima Absâl’ı takdim edeyim” dedi.

1706.     Salâmân bu sözleri dinlediğinde, kendinden geçerek yü­rekten inledi.

1707.     Bilgin’in ayağına kapanıp yüz sürdü. Can ve gönülden O’nun fikir ve görüşlerine uydu.

1708.     Eğer izzet, kadr ve celâl sahibi olmak istersen; gece gün­düz kemal ehlinin kölesi ol.

1709.     Bir kişi ya gönül ve akla sahip olmalı; ya da kâmil bi­rine köle olmalıdır.

1710.     Ey çok belâ çeken kişi! Eğer bunlardan biri olmazsa belâdan kurtulamazsın, derdine ancak âni bir ölüm deva olur.

Salâmân'ın kendini Bilgin'e teslim etmesi ve Bilgin'in de O'nun derdine çare bulması.

1711.     Salâmân Bilgin’e itaat ettiğinde, bu teslimiyet onun ken­disini selâmete çıkardı.

1712.     Şahlık tacını başından indirdi; horluk ve hizmet ete­ğini sıkı tuttu.

1713.     Daha sonra Bilgin onun teslimiyetine bakıp, can ve gö­nülden eğitimine başladı.

1714.     Önce ona irfan kadehini sundu, sonra hikmet bahyla da­mağım tatlandırdı.

1715.     Onu tadıyla öylesine sarhoş etti ki dünyanın tüm lez­zetlerinden el çekti.

1716.     Ancak Absâl’ı hatırladıkça, ahvali yine değişir idi.

1717.     Bilgin, sevgilinin aşkının hücumunun zaman zaman Onun canım incittiğini gördü.

1718.     Ona da görülmemiş bir çare buldu ve Absâl’m sure­tini tasvir etti.

1719.     Sanki Absâl’ın şeklini resmederek canlandırdı. Öyle ki insanlar ve cinler o resme bakıp, hayran kalırdı.

1720.     Salâmân ne vakit Absâl’ı hatırlasa, o suretle gönlünü sevinç doldururdu.

1721.     Yine bir yüzden meclis hazırlayıp, can nağmesini mec­lis sazı eylerdi.

1722.     Derhal o resmi rindçe gizleyip, mana yüzünden açık­lamalar yapardı.

1723.     O mananın suretine tuzak kurarak; yaratılışının dikbaşlı atım, akla itaat ettirirdi.

1724.     Onu bir müddet surete tapan eyleyip, mana kadehinden içirerek yine sarhoş ederdi.

1725.     Bazan ilaçla aklını alır, bazan renk ve kokuyla gön­lünü anlardı.

1726.     Ona her yönden dostluk gösterip, feleğe kukla oy Halı­cılık öğretirdi.

1727.     O suret yaratan, o nakşı hemen aradığı gibi aklı yine çalardı.

1728.     Bu yüzden doğru yolu ona göstererek; her sözden bir nükte sunardı.

1729.     Her gün ona şefkatin tamamını gösterip, dünyanın boş işlerinden söz ederek...

1730.     Bazan sarhoş etmeyen şaraptan içirir, bazan lezzetli ye­meklerden yedirirdi.

1731.     O kemal sahibi olgun insan, gece dahi olsa, ay gibi yine bir yüzden hâlini arz ederdi.

1732.     Toprak fikrinden uzaklaştırıp, O’na feleklerin hâlini uzun uzadıya anlatırdı.

1733.     “Gerçi felek renksizdir, fakat ona hükmeden ‘Heft Ev- reng’ (yedi yıldız)dır.

1734.     Her birinin işi şaşkınlık vericidir, ancak Zühre gibi eğ­lence sahibi olam yoktur.

1735.     Felek, çenginin namesiyle döner; güneş ve ay da onun âhengine def tutar.

1736.     Yıldızlar içinde meclis mumu; minnet duyulacak güzel­lik nurunun parlaklığı odur.

1737.     Ne zaman güzelliğini ortaya çıkartsa; ay ve güneşi âşık edip çıldırtır.”

1738.     Çarhın Behram’ı (Merih Yıldızı) ayağına baş indirir. Fe­lek kadehi ayıplama taşından kınhr.

1739.     Zühal gezegeni onun sarayının bekçidir. Bu dokuz ey­van (felek) da onun gömleğidir.

1740.     Utarit, gece gündüz beyan kalemini elde tutarak; O’nun güzellik levhasmdan nüktedan olur.

1741.     Yanağının nurlarım arz ederek; Müşteri’- (Jüpiter)nin  alışverişini kızıştırır.

1742.     Ülker Yıldızı onun harmanında başak toplayıcıdır. Şe­ref dolu nurlarıyla en kutsal tabaka onundur.

1743.     Devrin bazı bilginleri de Zühre’nin güzelliğini tarif edip anlattığı için...

1744.     Sonunda o ay yüzlünün güzelliğine şaşıran Salâmân’dan O’na can meyli koptu.

1745.     Bilgin Salâmân’ın meylini anlayıp, Zühre vasfında çok çalışan oldu.

1746.     Bu sihirler ona kazanç olana dek akima düştükçe zik­rini tekrar etti.

1747.     Gerçi göz hak olsa, kulak bâtıldır. Ancak gözden önce âşığa kulak âşık olur.

1748.    Şimdi o büyük bilgini dinle! Cevherden hoş bir sürme hazırladı.

1749.    Onu Şehzâde’nin gözüne çekti ve o âşığa can nurunu verdi.

1750.    Gözü candan parlaklık bulduğu için, gönlü nur deni­zine tamdık oldu.

1751.    Feleklerin yüzünden perde gitti. Zühre ’nin yüz güzelli­ğini peçesiz gördü.

1752.    Gönlünden Absâl’ın nakşını tamamen temizledi, Zühre’nin sevgisine gönlünü esir etti.

1753.    Fani olandan vazgeçip daimi güzelliği buldu. Periden kurtulup, hurinin arkadaşı oldu.

Padişah'ın, devlet ileri gelenlerini Salâmân'a
tâbi etdirip, yüce tahtını, kemerini ve tacını ona
bırakması.

1754.    Padişahlık tacı ne hoş sermaye, sultanlık tahtı ne yüce makamdır.

1755.    Her baş o zenginliğe ve her ayak o mevkiye lâyık ola­maz.

1756.    O süslü tacı sahipsiz ve değersiz bilmeyin; o mücevher gibi değerli, yüce tahtı da tahta sanmayın.

1757.    Ancak Hüma kuşu gibi göklere gölge salabilen insan bu zenginliğe ve devlete kavuşabilir.

1758.    Ayağı, güneş gibi felekte olması için, bu yüce mertebe, o yüksek ikbale yerdir.

1759.     O insanın yakası gül yapraklan gibi yüz parça ve göm­leği de toprağa bulaşmış olmamalıdır.

1760.     Hiç bir zaman nefsin isteklerine uymamalı ve başkaları gibi nefs ayağına yüz sürmemelidir.

1761.     Salâmân, Zühre’den nur elde edince, cam sevinç deni­zine gömüldü.

1762.     Salâmân’ın çatımdan yüz yıllık kederi gitdi ve kutlu ge­leceğinin sevgilisine gönül bağladı.

1763.     Etekleri kirden temizlendi, Zühre’nin sevgisi onun ca­nım aydınlattı.

1764.     Saltanat tacı başma gün gibi doğsun diye, Umman ve Bedehşân’dan  haraç aldı.

1765.     Altm taht, onun ayağım öpmek için avucunu, sedef gibi inci ile doldurdu.

1766.     Bunun üzerine Yunan Şahı beylerini çağırıp, askerini ve bütün şehir halkım topladı.

1767.     Şahlara lâyık ve görülmemiş bir meclis düzenleyerek, cömertliğini olduğu gibi gösterdi.

1768.     Dünyanın her taralına o kadar bereketli sofralar yaydı ki yiyeceklerinden İrem Bağı dahi utandı.

1769.    O meclisin zenginliğini kim anlatabilir? Beyler ve yok­sullar nimetlere gark oldu.

1770.    Sivrisinekten file kadar her canlının nasibi o sofradan oldu. Bulunmayan karıncaya bir sığır bağışlandı.

1771.    Daha sonra Şah Salâmân’ı yanına ahp, başına güneş gibi parlayan altm bir külâh geçirdi.

1772.    Derhal bütün halkı ona itaat etdirip, yürüyen tahtım ona hemen teslim etti.

1773.    “Bundan sonra ülkede şah sensin, Allah’ın lutf gölgesi ülkenin üzerinden eksik olmasın” dedi.

1774.    Böylece sözlerini tamamladı ve vasiyet mektubunu onun eline tutuşturdu.

Padişah'ın Salâmân'a öğüt ve hikmet sebebinden
vasiyeti.

1775.    Padişah vasiyetinde şunları söylemiş: “Ey oğul! Dünya gelip geçicidir. Hak ülkesinden başka ebedî mülk yok­tur.”

1776.    Dünya sahnesi ıztırab dolu bir ekin tarlasıdır. Ahiret gül bahçesi ise daima şen ve sevinçlidir.

1777.    Burada o ümid için gayretin olsun, ebedî devlet için to­humunu şimdiden ek.”

1778.    Esvap kolu ki onda cömertlik eli yoktur. O ıztırap ocağı fil hortumu gibidir.

1779.    Her ne iş yaparsan yap sonucunu iyi düşün. Mutluluk yolunda akıl arkadaşı ol

1780.                      îsterse kazancmda kusur olmasın! Sen yine de ilimsiz bir iş yapma.

1781.                      Vereceğin her cevabı tekrar düşün. Bilmediğin şeyleri bilgi sahiplerinden taleb et.

1782.                      İşin, din ve din kaideleriyle beğenilen güzel ahlâkla ve güzel bir şekilde olsun.

1783.                      Mazlumun kesesini boşaltıp, zalimin değerini yü­celtme.

1784.                      Şahım! Halk da asker de senin hazinendir. Bu serma­yeyi harab etme.

1785.                      Adalet töresini her zaman taze tut ve din kurallarına sana tâbi olanların sana ölçü olmasın

1786.                      Halkını gözle, tasaya düşmesinler, dağılarak gurbete rağbet etmesinler.

1787.                      Şah olan çoban, halk ise sürüdür. Sakın ha onlan gam çölüne sürme.

1788.                      Susuzluktan gönül kam içmesinler, hastalıktan çamur ve diken yemesinler.

1789.                      Her inatçı köpek güvenilir olmadığından; mihnet kurdu tuzak kurmasın. Sakın!

1790.                      Kalbi kırık, gizli bir hazine olan garip, ülkeye misafir­dir. Onu hoş tut.

1791.                      O garip sayende dertsiz, tasasız olacağından; seni sev­giyle hatırlayıp övecektir.

1792.     Gurbete düşen insan sultandan sıkıntı çekse; o ülke son­suza dek rahat yüzü görmez.

1793.     Onun gurbet elde olduğunu hatırlayıp, merhamet et. Ül­kende ona sıkıntıyı, eziyeti lâyık görme.

1794.     Tüm memleketlerin tüccarlarını kendine çekerek; yüklerini kendi ülkende çözmelerini sağlamak için gayret et.

1795.     Bu tüccarlar ülkende yüksüz olacakları (eşyalarım sata­cakları) için, gece gündüz canla başla işte olurlar.

1796.     O ameller, ülke işini bitirip; memleket yücelsin, vila­yet şen olsun.

1797.     Padişahın meşveretten dolayı danışmana ihtiyacı olunca; saltanat emrine bir vezir lazımdır.

1798.     Ancak (vezirin) gayet akıllı ve bilgili; dine hizmet eden, ileri görüşlü ve olgun biri olması gerekir

1799.     Ağır başlı, haşmetli ve yaratılışı iyi; mal, mülkde güve­nilir dürüst bir adam olmalı.

1800.     Memleketin her hâline kefil ve yeterli olmalı; hâzinede adaletli olmaya gayret etmeli.

1801.     Şahı daima hayırlı işler yapmaya teşvik etmeli; memle­ketin ıslahı için isabetli fikirler söylemeli.

1802.     Döğüş ve savaş hallerini iyi bilmeli; ileri görüşleri ve fikirleriyle dünyayı gülbahçesine çevirmeli.

1803.     Zavalh fakirlere merhamet etmeli; zor duruma düşen­lere gece gündüz çare arayıp bulmalı.

1804.     Fazilet ve ilim sahiplerini kendine dost et; Zira eski sul­tanların adetleri böyledir.

1805.     Soysuzu hiç bir zaman ülkene baş yapma çünkü selvi gibi başı dik olur ve meyva vermez.

1806.     Baykuşu ululamak; uğursuzluk ve nefret yaratır. Çorak toprak, sümbül ve reyhan yetiştirmez.

1807.     Ülkeye fitne fesat düşmesini istemiyorsan; ülkeni bil­gin olana emanet et.

1808.     Ey insanların hayırlısı! Kim Hak Teâlâ’dan korkmazsa; o kişi halkın koruyucusu olamaz.

1809.     Zulüm edeni dünyaya sultan etme, kurdu koyuna ço­ban etme.

1810.     Telef ehli ve fesatçı kimseler; din, ülke ve mal için kaygı duymadıklarından güvenilir olmazlar.

1811.     Binde bir kişiye mal için güvenilir. Dünya halkı, mal için ayak altında kalır.

1812.     Doğruluk ehli son derece azdır, halkı değiştiren de, doğru yoldan çıkaran da bu hırs ve açgözlülüktür.

1813.     Kim zulüm edip, iktidar olursa, cehennem ateşinden be­lirtiler gösterir.

1814.     Zulüm, Nemrud’un yerini ateş etti; Dahhâk’ın  boy­nunu yılanlarla doldurdu.

1815.     Eğer dünya ateş ve yılanla dolmasın dersen; zulüm ede­nin bulunduğu yeri darmadağın et.

1816.     Bahçıvan daima bağı korumazsa; incirin yuvarlağı kar­ganın yiyeceği olur.

1817.     Diken olan kahırla yanmak içindir, gülbahçesi olanın lütuf suyunu içmek gerekir.

1818.     Bağın dikenlik olmasın dersen, kötü tabiatlıların kö­künü diken gibi kes.

1819.     Ancak kahr olmak için geçerli sebepler gerekir ki ona gazab ateşi sebep olmasın.

1820.     Öfke ve kin, akıl gözünü hasta; olgun ve bilgin inşam da akılsız eder.

1821.     Sıcak bulut, ekin tarlasının ateşidir; oysa hafif hafif ya­ğan yağmur daima tazelik ve yeşillik verir.

1822.     Ona yaratılışındaki yumuşaklık, gemi; ğazab tufan; yu­muşaklık ehli dost da gemi kaptanıdır.

1823.     Korkunç dalgalar ondan feleğe kadar yükselip; sakın bu gemiyi mahvetmesin.

1824.     Gönül, öfkelenmeyle kötü ferman olur; can, gazaptan şeytanın maskarası olur.

1825.     Dünya devletinin sonu kötüdür; insana daimi kalacak olan iyi bir addır.

1826.     Ey iyi adh oğul! İbret gözüyle etrafına iyice bak. Feleğin dönmesinden ne Cem ne de cam (kadeh) kaldı.

1827.     Ömrünün ipliği, ıztırab ve sıkıntıyla dolar; sonun mum gibi eriyip bir hiç olmaktır.

1828.     Ey bilgili ve ileri görüşlü insan! Ancak sen yanm saat­lik bir adaleti bin yıllık ömre say.

1829.     Senden önceki şahlan düşün; yollarım şaşırmaları ve doğruyu bulmalan hep dillerde söylenip durur.

1830.     Memleket işlerinde kendi bildiğinden şaşmayan biri ve halka karşı da kendini süsleyen bir tavus gibi olma.

1831.     Hikmetli nasihat parlak bir incidir; bu nadir inciye sa- def gibi kulak ver.

1832.     Bunun için şah bahçede gül olmuştur. Ancak baştan ayağa kulaktır dil değil.”

1833.    Tüm bu anlatılanlardan maksat inşam ikaz etmek oldu­ğundan amaca ulaşıldı. Sözün kısası, âlemin hâli insan için bir nasihattir.

Bu dirayetli hikâyenin manası ve bu hisse dolu
kıssanın genel görünüşü.

1834.    Bu şiir görünüşte bir efsanedir. Meselâ anlamda tuzak ve tanedir.

1835.    Görünüşü renk ve koku dolu bir kıssadır. Ancak içi hik­met yönünden hisse doludur.

1836.    Yaratılış hâlidir, boş sözlerle dolu değildir. Kavgasız ve çekişmesiz olmuş bir iştir.

1837.    Ey akıllı kişi! Eğer benim sözlerime sadef gibi kulak verirsen, sana bu incileri anlatayım.

1838.    Hak Teâlâ, iki cihanın temelini attığında; önce bir cev­her icad etti.

1839.    O yüce yaratılışlı kişi varlıkların en şereflisidir. Hikmet ehli olan ona “Akl-ı küll”  adını vermiştir.

1840.     Bu İlâhî mektuba kalem odur. Hatta başlangıç, çokluk ve karışıklığa da kalem odur.

1841.     Ondan bir inci ortaya çıktı ve söz ehli ona “Nefs-i küll”  adım verdi.

1842.     İşte bu düzen ile on cevher oluştu, birbirlerinden nur ve fer türedi.

1843.     Dünya işi onuncuda tamamlandı ve ona “Akl-ı fa‘âl”  ismini vermek gerekli oldu.

1844.     îki cihana hayr ve şerr ondan feyiz verdi, şüphesiz men­faat ve zarann kefili de odur.

1845.     Onun ne cisimle ne de cismaniyle alâkası vardır. O cev­her lılsımsız manalar hâzinesidir.

1846.     Bütün âlem onun fermanlı kölesidir. İnsanoğlu onun ih­sanına gark olmuştur.

1847.     însan ruhu onun tesiri çocuğudur. Hayvan nefsi onun tedbirinin maskarasıdır.

1848.     Alem halktır, o ise ferman veren şahtır. Feyzinden dün­yaya uğurlu nefesi erişir.

1849.     O yüce yaradılışlı, ferman veren olduğundan bil ki Yu­nan Şahı’yla anlatılmak istenen odur.

1850.     O da her emri yukarıdan; feyiz nurunu yüce akıldan alır.

1851.     Şüphesiz o feyzin adı Hakim kondu ki onu bu Şah ken­dine nedim edinmiştir.

1852.     O Şah her ne kadar yaratılıştan yüce ise de hayır ve şerri bereketlendiren ihsan denizidir.

1853.     Fakat gece gündüz Rabbin nurlarına nail olması için bü­yük bir inci istedi.”

1854.     İlâhî nisan ayının bereketi, sadef olmaksızın ona isteği olan şerefli bir inci verdi.

1855.     Yani ondan cisimle hiç ilgisi olmadan tılsımlı nurlu bir mum, güneş gibi doğdu.

1856.     Gönül ehli, o manevi nura Ruh-ı İnsanî (insana ait ruh) ve Nefs-i nâtıka  (insan ruhu) dedi.

1857.     Hasılı, Salâmân işte bu sultanın oğludur. Selvi gibi hür ve sevinçlidir.

1858.     Absâl’ı, tabiat hükümlerinin alçatüğı şehvete tapan bir beden olarak bil.

1859.     Bu beden daima o can ile dirilir. Ay ve güneş gibi gece gündüz parlamaktadır.

1860.     Bil ki can da gözle görünür şeyleri idrak eder; gönül be­denden kazanç elde edip parlak olur.

1861.     Bundan dolayı o buna, bu da ona âşık oldu ve biraraya gelerek bir çok heveslerini giderdiler.

1862.     Eğlenceye, yiyip içmeye dalıp akıldan uzaklaştıkları için, bir çok dağ ve vadiden geçtiler.

1863.     Suyu cehennem ateşi gibi dalgalı, ucu bucağı olmayan bir denize düştüler.

1864.     O su hayvani şehvetlerin ve nefsanî lezzetlerin deni­zidir.

1865.     Zevk ve safarim bahçesi ve nefis  için sevinç alam or- dadır.

1866.     Ruh, ondan nefret ettiğinden dolayı hidayet âleminden ona beklenmedik gerçekler ulaştı.

1867.     Yine mana aleminden koku aldı, yine mülk âlemi akla (doğru) yöneldi.

1868.     Zengilerin yol kesmesi benliği kötü ahlâklı kılması de­mektir.

1869.     Daha sonra düşüncelerle zengi misali savaşır iken; Cenab-ı zü’l-celâl’in yardımı yetişti.

1870.     O kavmi bir anda yok etti ve can, fitne fesattan temiz­lendi.

1871.     O ateşin görünüşü sağlam bir riyazettir. Bu sebepten can evi gün gibi aydınlıktır.

1872.     Huyun yol gereçlerini ve nefsi yakıp kül eder; ateşini gül, dumanım sümbül eder.

1873.     Can dostu ondan dert ve gam çekmez. Zira elemsizlik ona yaşama gülbahçesidir.

1874.     Ancak can, tabiatıyla o ateşe alışık olduğu için; onda şaşkınlık ve cesaret yapmıştır.

1875.    Elbette Absâl’ı hatırlayıp, hasret ve acıyla gönülden ah çeker.

1876.    Bilgin, Salâmân’ın hâlini düzeltemek için gece gündüz sihirlerle ilaç yapar.

1877.    Onun canını Zühre’ye meylettirip, gönlünü Zühre’ye kaptırmasını sağlar.

1878.    Zühre, yüce olgunlukların nurudur ki can bu olgunluk­ları elde ederse şeref, haysiyet kazanır.

1879.    Can, bu değeri ve itibarı bulduğunda, taç ve tahta lâyık olur.

1880.    Bilginin dürüstlükle te’vil ettiği bu kitabın özetle hikâyesi budur. Doğrusunu Allah bilir.

Bu kitabın sonu, isteğine kavuşmuş kalemin tarifini
ve misk örtülü mektubun vasıflarını anlatmakta ve
dünyanın kutlu hükümdarı, devrin Süleymanı ve âhir
zaman Mehdisi  cömert padişahın duasına sebep
teşkil etmektedir.

1881.    Çok şükür ki düşünmeden, birdenbire gereğine göre bu taze ve miskli yazı sona erdi.

1882.     Sanki, divit yeşil bir papağan; ağzındaki dil de kalem­den bitki dalıydı.

1883.     Tatlı ve taze sözlerini söyledikçe dürülmüş eteği şe­kerle doldu.

1884.     Mis kokulu bir bulut ya da siyah bir çadırdı; cam, de­niz gibi İlâhî feyiz ile doluydu.

1885.     Etrafa rahmet eserlerinden dağıtıp, yapraklanıl yüze­yini yeşil etti.

1886.     Ancak kalem öylesine la‘lden yapılmış bir kilit idi ki; onunla bu ümit hâzinesi zapt olup...

1887.     Baştan sona mücevherlere gark edip, mektubun yü­zünü aydınlattı.

1888.     Bu lütuflar cam kayıp ettiği için; yüreklen “Rableri on­lara tertemiz bir içki içilmiştir” denildi.

1889.     Eğer iddia eden laf ederse, gam değil. Çünkü bu şiir­leri görse insafa gelir.

1890.     Sabah gibi nurların doğuşu (Matla-ı Envar)dır ; felek gibi sırlar mahzeni (Mahzen-i Esrar)dir.

1891.    İnci gibi sözleri, hayır sahiplerinin teşbih tanesi (Sübhatü’l- Ebrar)132; Şekerleri, hür insanların hediyesi (Tuhfetü’l Ahrar)dir.

1892.         Kin ve hileden su gibi temiz, hâlini ayna gibi anlatan­dır.

1893.         Ay gibi temiz yüzlü Rumi güzelidir; zülüf ve beni, renk ve koku dolu Hintlidir.

1894.         Çadırdaki huriler gibi nükteler içinde kalmış parlak söz­leri, mis renkli örtüyle kaplıdır.

1895.         Eşi benzeri olmayan el değmemiş manalardır. Ay gibi güzel yüzlülerin çılgını çoktur.

1896.         Ey Lami-î! Lafla tecavüz etmekten gayet sakın. Zira dünya halkı bir sarraftır.

1897.         Altın ve gümüş mutlulukla dolu olmadığından, bu dava ile değerli incini kırma.

1898.         Özellikle şah meclisi olduğunu bilip utan. Bu şiirler hoş rüzgârdır, meşgul olma.

1899.         Senin maksadın şaha dua etmek olduğundan, her ba­kımdan dergâhına hizmet etmelisin.

1900.         Ağzım tövbe suyuyla yıkayıp, kutlu padişahın medhini yap ve dua et.

1901.         Nitekim alem onun cömertliğiyle tazelendi. Adalet nö­beti yüksek sesle haykırmaktadır.

1902.         Cenâb-ı Hak yüzünün güzelliğini sonsuza dek taze tut­sun, ikbal müddeti sınırsız olsun.

1903.         Alemlerin Rabbi, yüz yıllar boyunca azmine her nefeste bir fethi yakın etsin.

Ey Allahım! Dualarımızı kabul et.

 

 


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to