Salâmân ve Absâl
-Nesre
Çeviri-
1. Bâtınî1
bilgi sahibi kişiler için bir rehber olan Allah’ın adıyla...
2.
Her işimizde senden huzuru
sağlamam isteriz.
3. Senin
üzüntün, can meclisinin sermayesi; ay ve güneş, güzelliğinin mumunun
gölgesidir.
4. Beden
ve can, şelkatinle, merhametinle görünür. Yer ve gök, güzelliğinin
gülbahçesidir.
5. Sen
güneş gibisin demeğe ne hacet var? Alemin gözüne gözbebeği nurusun.
6. İnsanın
görünüşünde nurun bellidir. Âlemin görünüşünde rahmetin yazılıdır.
7. Ay,
cömertlik sofranda gümüşten bir tabak; güneş, lütfiı- nun gülbahçesinde la‘l
gibi kırmızı bir yapraktır.
8. Gönlü
hasta olan aşığın cam sensin, soluğu kesilmiş ve şaşkını konuşturan sensin.
9. Bütün
yaratılmışlar ve hata işleyenler de senin ikram dolu sofranın ayrılmayan misafirleridir.
10. Leylâ’nın3
güzelliği senin güzelliğinin nişanesi olduğu için, Mecnun’un yeri ıztırab çölü
oldu.
11. Şirin’in
dudağım bal gibi ettiğin için,
Ferhad’m kanlı gönlü acıyla
doldu.
12. Azrâ’yı
gül yanaklı ettiğin için, Vamık’ın
gözü ırmak oldu.
13. Gecenin
aydınlığı, mumun alevisin. Güneş gibi sabahın aydınlatıcı güzelliğisin.
14. Sana
göre iyi ve kötü bir olduğu için; iyi de kötü de senin nimetlerinden
faydalanır.
15. Temiz
ve sonsuz nur sensin. Her şeyi kaplayan sonsuz deniz sensin.
16. Ay
ve güneş, onun nurundan güç ve ışık alır. Yer ve gök de bir damlasıyla inci ve
cevherle dolar.
17. Her
şeyde senin zatın görünür, sonsuzluk ülkesinde senden başka varlık yoktur.
18. Güzelliğinden
ve sevginden az veya çok ne anlatayım: seven de, sevilen de sensin.
19. Seni
anlatmaya akıl yol bulamaz, zatının aslım sonsuza kadar bilecek kimse de
yoktur.
20. Senin
zatının belirtisi belirsizliktir. Bütün varlıklara can veren sensin.
21. Dokuz
felek senin derdin ile
dönerken, güneş senin tozundan bir zerre bile görmez.
22. Dört
unsur kudretinin dört delilidir, yedi kat yer senin hayret denizine batmıştır.
23. Alt
ve üst, arka ve önde olan her şey, güneşinin aydınlığını ufuklara ulaştırmada
yeterlidir.
24. Yazık!
Aydınlatan güzelliğini seyretmek için gözlerde canlılık ve ışık kalmadı.
25. Canımız
su içinde susayan balıklar gibidir, suyu isteriz.
26. Gönül
denizi yine hoş bir şekilde çoştu. Sen inci değerindeki bu sözlere akıl
kulağım ver.
Denizin
ortasında gönülleri irfana susamış balıkların çok parlak sineyle su cemalini
arayıp, okyanusta bulunan tanıdık irfan sahibi bir balığın katına yüz sürmeleri
ve o balığın da bunlara güzelce hitap edip, çok doğru cevap vererek onları
tatmin etmesi hakkında balıkların hikayesi.
27. Bütün
balıklar biraraya toplanıp, dünyada suyun varlığından bahsettiler.
28. Hayatın
can çeşmesinin başı, madenlerin beslenme kaynağı ve bitkilerin gövde gücü
ondanmış.
29. Ağızdan
ağıza bu söylenti dolaştığı halde, tüm arayıp sormalarımıza rağmen o sudan bir
iz bulamadık.
30. Bu
yeryüzünü öylesine kuşatan muazzam bir denizdir ki devir, uzunluk ve
karmaşıklık ona yüzdür.
31. Orada
sularm mahiyetini bilen temiz huylu, ulu bir balık varmış.
32. Eğer
bu sim bilirse o bilir, çünkü o irfanı bilen ve anlatmağa yetkiliymiş.
33. Madem
ki biz suyun mahiyetini onun gibi bilmiyoruz, neden onu aramak için yola
çıkmıyoruz.
34. Biz
burada sudan söz edeceğimize onun uğrunda ölüp değer ve nam kazanalım.
35. Bunun
üzerine tüm balıklar o bilgin balığın huzuruna çıkarak; “Biz hepimiz suyu
arayanlarız...”
36. “Faziletinin
bereketiyle bizi suya kandır, parlak gözümüzü aydınlat...”
37. “Bize
lutf edip bu suyun mahiyetini öğret, aksi halde biz susamış canlar bu arzuyla
yanıp kül oluruz...”
38. Madem
şefkatin Hızır gibi halka can
vermededir, öyleyse bengi su nerededir göster” dediler.
39.0 bilgin balık: “Ey bugün ağlamaya inlemeye talip
olanlar !”
40. “Siz
bana önce kâinatta sudan başka var olan bir şeyi açıkça gösterin...”
41. “Ben
de gözünüzden gaflet perdesini kaldırıp, suyun güzelliğini size göstereyim”
dedi.
42.
Yazık ki zannın sana perde olmuş,
güneşi bulutun altına gizlemişsin.
43.
Ey güzelliğin parlayan güneşin
doğuş yeri olan! Güzellerin güzelliği senin ışığına ince bir bulutdur.
44.
Bu nur, her ne kadar senin nuruna
perde ise de, can ve gönül onunla feyizlenir.
45.
Senin tecelli şimşeğinin eriştiği
her kişi, bu perdeden o nuru fark edemez.
46.
Ne zamana kadar güzelliğin perde
olup, bu perdeyle ne zamana kadar dünyayı kendine âşık edeceksin.
47.
Perdeleri yırtarak yüzünün
güzelliğini dünyaya korkusuzca göstermek vaktidir.
48.0 parlak yüce nur beni kendimden geçirip, bir gölge
iken ay gibi parlak kılsın.
49.
Senin nurun ruhumu aydınlatıp,
gözüme senden başkasını göstermesin.
50.
Ey nuruyla cihan varlıklarının
gözünü kamaştıran! Parlaklığınla yer ve göğün sinesi kavrul-maktadır.
51.
Senin işin yaratılanların
birbirlerine uygunluğunu ve hakikatlerin, görünüşünü seyretmektir.
52.
Gönlümü güneş gibi cilalayınca
anladım ki bu gibi durumlarda senden başkası yoktur.
53.
Eler nereden baktıysam orada aynı
anda senin güzelliğini gördüm.
54.
Eler zerre ay gibi senin
aynandır. Senin zatın günde bin taraftan görünür.
55. Hamlinde
ikilikten toz zerresi dahi yoktur. Akıl, birlik sarayına girmeye ruhsat
bulamadı.
56. Beni
bu ikilikten kurtarıp, birliğe ulaştır. Birlik ülkende beni daimi kıl.
57.0 toy delikanlı gibi seslenerek şöyle diyeyim: “Ey
Allahım! Bu ben miyim, yoksa sen misin?”
58. “Eğer
bensem bu şaşılacak bir kudretdir. Yok sensen ben- deki bu şaşkınlık tuhaftır.”
59. Bu
sırra yol gösterici olmak istiyorsan, ben divaneden gerçek haberi dinle.
Kalabalık bir
şehre indiğinde şaşkınlıktan "ben
kendimi kaybederim" diyerek kabak takan toy köy
delikanlısının hikayesi.
60. Çölün
toz ve toprağında dolaşmaktan kaçmak isteyen toy bir delikanlı, şehre gitmek
için hazırlık yapü.
61. Döne
dolaşa heyecanla bir şehre gelen delikanlı, kalabalık halkın hareketliliğini...
62. Gürültü
ve patırtıyı, yası, neşe ve sevinci; dedikoduyu, ekşi ve tatlıyı, acı ve
tuzluyu birarada...
63. Şehirde
kiminin gelmekte, kiminin gitmekte olduğunu; kiminin de saf halkı aldatmaya
çahşüğım...
64. Aklı
başında olanlar ve olmayanların; sulh ve cedel ruh haliyle bazen anlayışla,
bazan dış görünüşe göre karar verdiklerini gördü.
65. Bu
karışıklığı gören kararsız delikanlı, halkın içinden çıkıp kenarda bulunmaya
niyetlendi.
66. “Ben
eli ayağına dolaşan, bir fikri olmayan, çaresiz ve zavallı bir kişiyim...”
67. “Çünkü
hurdaki kalabalığı seyrederken kendimi kaybedeceğimden korkarım.”
68. “(En
iyisi) belâ oku kan dökmeden, yay gibi bedenime bir işaret asayım” dedi.
69. Meğer
bu akılsız, su kabı olarak kullanmak üzere beraberinde bir kabak getirmişti.
70. Kötü
bahtının kendine gösterdiği bu oyun karşısmda kabağı deve çıngırağı gibi
boynuna astı.
71. “Hayret
denizinde şaşkınlık içinde boğulacağım zaman bu kabak benim için bir kurtuluş
gemisi olsun.”
72. “Devran
eli boyumu keman gibi büktüğünde, kurtuluş oku için nişan olarak bu yeter”
dedi.
73. Sonra
bu haliyle o pazar senin, bu pazar benim şehri baştanbaşa gezip gördü.
74. Tenha
bir dükkan köşesi bulunca oraya oturup, çevresini zevkle izlemeye koyuldu.
75. Pazarda
anlatılan efsanelere kulak verip, gaflet şarabını kana kana içti.
76. Gözlerini
gaflet uykusu bağlaymca, Arif biri dikkatlice boynundaki kabağın düğümünü
çözdü.
77.
Arif kişi: “Kanaatimce bu kabak
boş değildir. İçinde ne olduğunu bir öğreneyim” dedi.
78.
Onu taklid ederek kabağı boynuna
astı ve o saf delikanlıya seslenerek bağırdı:
79.
“Ey gafil ! Burda yan gelip
yatıyorsun, bizimle bir alışveriş yapmayacak mısın?”
80.
‘ ‘Eğer bir alışverişin yoksa bu
dükkanın önünü durak edinme git, uzaklaş” dedi.
81.0 zavallı toy
delikanlı gözünü açınca, boynunda kabağın ve ipin olmadığım gördü.
82.
Şaşkınlığından her tarafa bakındı
ve kabağı diğerinin boynunda görerek dövündü.
83.
Ona, karışıklığı kastederek: “Sen
ben gibisin öyleyse ben kimim, bu şaşılacak bir şeydir.”
84.
“Ben ben isem bu kabak sende ne
geziyor? Ben sen isem benim yerimde duran kimdir?” dedi.
85.
Ey Tannm! O hayret çarşısında
gözleri kararan, başı dönen, şaşkın, toy delikanlı benim.
86.
Kendim kaybeden kişi, ağlayıp
sızlayarak şaşkınlık içinde kendi zannederek başkalarında kendini arar.
87.
Kaybettiğim benliğimi bularak
beni uyandır. Benliğimi benden al bana seni ver.
88.
Her zorluğu sen çözersin,
mutluluğa ermiş olan kişilere doğru yönü sen gösterirsin.
89.
Bir anlık bağışın tüm yoldan
ayrılmışları doğru yola ileten rehber olsun.
90.
Bendeki toy delikanlı; “İçimdeki
sıkıntıyı lütfünla gider, temizle” diye yalvarmaktadır.
91.
Canım her türlü kirden ve pastan
temizlensin, sözlerim şifa tatlısının şekeri gibi olsun.
92.
Dünya sakisi, kadeh şeyhi gibi olunca, feyz şarabım kadeh
kadeh içerim.
93.0 kadehten içip
mutlu olarak Mustafa meclisinin, can dağıtan mumu olayım.
94. Lâmi’ı
ay gibi Ahmed’in güneşinden
bir meşale yakıp, gam karanlığından kurtulsun.
95. Lâmi’î’nin
gece gündüz, peygamberlerin efendisini medh eden sözlerini bütün varlıklar can
muskası edinsin.
Kulluk bağı
yüce kişilerin boynuna gerdanlık, sevgi ve muhabbet yarası şerefli kişilerin
devlet nişanı olan Âlemlerin Efendisi'nin medhi ve Din ve Dünyanın Efendisi'nin
na'tı.
96.0
din sultanının adının ne olduğunu söyleyeyim: Peygamberlerin sonuncusu olan
Ahmed ü Mahmûd.
97. Dostlar
divanının önsözü, bütün dünyanın “fakirliğiyle övünen” efendisidir.
98. Nebiler
öncüsü, resûllerin övüncü, hayır ve şerri ayırmada yol gösterici din
rehberidir.
99. Şam,
Batha (Mekke) ve Yesrib (Medine)’in sultanı; bütün Doğu ve Batı’nın
hükümdarıdır.
100. îki
cihanın efendisi, nebiler veziri; din güneşi ve dostların dolunayı!
101. Dokuz
felek onun için altınla süslenmiş bir saraydır. Meşhur îsa Peygamber de onun çatısında Hindli bir bekçidir.
102. Ab-ı
hayatdan bade içen Hızır onun
hizmetine girmiş, her yana koşuşturmaktadır.
103. (Hızır)
yolunun toprağına susadığı zaman, hiç tereddütsüz Ab-ı hayatı istedi.
104.
Cebrail, aşkının yolunda evine
postacıbaşılık eder.
105. Aziz
kişiler, mutfağının odun taşıyıcısıdırlar. Nebiler, ayak tozunu gözlerine sürme
olarak çekerler.
106. Cüz
ve kül (büyük ve küçük her şey), himmetinin kırıntı toplayıcısıdırlar. Akl-ı
kül (Cebrail) yanak nurunun
parlaklığıdır.
107. Hem
nebilik, hem resûllük; hem bahtiyarlık, hem de fü- tüvvet onunla tamamlanmıştır.
108. Tûbâ
ağacının dallan onun boyundan gölgelenir. Dokuz felek onun değerinin daha aşağı
katindadır.
109. Onun
atının yularına tutunmak, “Allah’ın ipi”ne sarılmaktır. Sünneti de dinin en
“sağlam tutamağı”dır.
110. Yaratılış
suyu Selsebîl pınarından
sızıntıdır. Lütfiınun kapısı Zencebil toprağındandır.
111. “Ve’ş-şems
Suresi” yüzünün güzelliğini anlatır. “Ve’l-leyl Ayeti” saçım tanımlar.
112. Boyu
hedefe atılmış “dosdoğru” bir oktur.”Kabe Kavseyn” onun rütbesinin “ aşağısında” kaldı.
113. Kalp
iksirinin özü “Mâ-tagâ”, gözüne parlaklık da “Ma- zâg” sürmesi!
114. Dünya
gülbahçesi, onun güzel yüzünün teridir. Dönen felek onun kıymet defterinde
temiz bir yapraktır.
115. Ay
yüzü, ikbâl kıblesi; bulunduğu yerin toprağı, emel Kâ’be’sidir.
116. O,
peygamberlik saraymm en yükseğine çıktığında, Kisrâ’nın sarayı yıkılıp, yerle
bir oldu.
117. Parmağı
Hak kılıcı olduğu için, felek değirmeni (ay)ni ikiye ayırdı.
118. Hükümdar
olarak Batha (Mekke)’ya girdiğinde; Kâ’be gelişiyle eski değerini buldu.
119. O
padişah Halil (Hz. İbrahim) ile bir çift ayakka-bının birbirine uygunluğu
ve ay ile güneş gibi dost oldu.
120.
Yüce gök, ondan dolayı Kâbe gibi
olunca; melekler anı tavaf etmek için ihram giydiler
121.
Onun ayrılığının acısından Kâbe
şimdi gece gibi siyahlara hürünse şaşılır mı?
122.0 padişah putların üzerine at sürdürerek Lât ile
Menâfi yerle bir etti.
123.
Beytü’l-harem putlardan taşlığa
dönmüştü. Onun dönüşü şüphesiz Kâ’be’yi putlardan temizledi.
124.
Onun ikbâl gölgesi, “Siyah Taş”m
(Hacerü’l-Esved)26 üzerine düşünce; o taş, o günden beri ay gibi
şerefli kabul edildi.
125.
Yüce zaü, o taşa değer verince,
Beytullah’a göğüs oldu.
126.0 değerli cevher, dinin mühürü gibi yüzük taşım
bağnna bassa şaşılır mı?
127.
Peygamberlerin Padişahı’nın eh o
yüzük taşına değdiği için, müslümanlar onu mübarek öpme yeri kabul ettiler.
128.
Ona kavuşmak için her yönden
gelen insanlar, bütün altınlarını harcadılar.
129.
Onun ağzının suyu zemzem suyuna
düşünce, denizin tadı kaçtı ve Nil nehri karıştı.
130.
Hastalar gerekli sıhhati Onda
buldu; bal ve şeker onun yolunda can eritti.
131.0, Merve’den Safâ’ya27 gitmeye
niyetlenince, çöl ve vadi sevinç ve mutlulukla doldu.
132.
Onun durak yeri felekler ötesi
olunca, kavuşma hayranıma bir melek yakın oldu.
133.
Dostlar, mutlulukla Cenâb-ı
Hakk’ın dergahına varabilmek için, O’un eşiğini temizlediler.
134.
Mi’rac hadisesi, Onun değerinin
en küçük karşılığıdır. Pabucunun toprağı, feleklerin başına taçdır.
135.
Dokuzuncu kat gökte bulunan Onun
minberi, “Levlâk” kıssası Onun hutbesidir.28
136.
Atının nalının kıvılcımı yanar.
Göktaşı bineğinin ayağının toprağı güneştir.
137.
îmran oğlu Musa, bu değerli
mertebeyi görüp; Onun ümmeti olmayı Cenâb-ı Hakk’dan istedi.
138.
Hazreti Isa’nın çözmekle
zorlandığı her türlü meselede bu yüce kişi, kendisine yardım etti.
139.
Ey iki dünyanın nimet bağışlayan
efendisi! Her varlığın Allah rızasını beklentileri şendendir.
140.
Sen, şefaat sofranı açtığında,
bizi de kerâmet ekmeğinden nasiplendir.
141.
Senin gibi bir davet ehline benim
gibi bir zavallı dilenci sığıntı olamaz mı?
142.
Senin misafirhanene mutlulukla
erecek olanlara yemek ziyafeti ve bir parça ekmek veresin.
143.
Senin gibi efendisi olan
kimselerin hiç biri bu dünyada aç kalmaz.
144.
Senin gibi bağışı çok sultam olan
fakir, kıtlık yılında dahi olsa sıkıntıya düşmez.
Efendisinin
mal, mülk ve nimetinin çokluğuyla, sıkıntılı kimseler ve şaşkın insanlar içinde
azade bir selvi gibi neşeli ve sevinçli olarak salınıp yürüyen çok nazlı,
izzetli ve başı dik bir kölenin hikayesidir.
145.
Mısır ülkesinde bir yıl ansızın
kıtlık oldu ve bütün dünya feryat, figanlarla doldu.
146.
Nil nehri, halkın gözyaşlanndan
dolayı coşup, taşmadı. Aksine bu matem karşısında bu yıl örtüye büründü (suyu
azaldı).
147.
Susuzluktan yeryüzünün bağn
yarıldı ancak, yüze, gökyüzü bir damla su dahi vermedi.
148.
Dünya halkı, ekmek diye feryad
ederek can verir iken, gökyüzü tandın cayır cayır yanıyordu.
149.
Halk, ekmeği rüyada görürdü. Bir
de onun şeklini güneşin yuvarlaklığıyla ve mehtabın ayıyla hatırlardı.
150.
Bu haldeki toplulukta hâli
perişan olan biri, bir kölenin sevinçle yürüdüğünü gördü.
151.
Öyle ki bir selvi gibi başı dik
ve özgür, sülün gibi neşeyle salınarak yürüyordu.
152.
Yanağı güneş gibi yuvarlak ve
süslü, mum gibi parlak; aklı fikri Ülker yıldızı mezesi gibi toplanmış.
153.
Kıymetli ekmeği ay gibi
bölünmemiş ve gam değirmeni altında ezilmemiş.
154.
Adam köleye: “Ey taze fidan gibi
salınıp gezen delikanlı! Herkes aç, susuz olduğu halde...
155.
Asma üzümü gibi gözyaşlarını
ırmak edip, (kıtlık) zamanından dolayı kırmızı üzüm gibi bağır-lan kan ağlayarak...
156.
Hepsi gözyaşlarını içip, gam
ekmeği yerler; daima ekmek söyler, ekmek sesi duyarlarken...
157.
Sen neden bugün gamdan, kederden
uzak ve herkesin gözünde kedersiz görünüyorsun?” dedi.
158.0 genç köle lütfedip cevap verdi: “Bu topluluk
içinde niye başı dik dolaşmayayım ki?...
159.
Benim deniz gibi cömert bir
efendim var. Onun bana verdikleriyle bolluk içindeyim.
160.
Efendimin konaklan sayısız,
sarayı konak yeridir. Felek anbarı gibi dopdoludur.
161.
Onun anban buğdayla dopdoluyken
ben saman gibi rüzgara kendimi niye kaptırayım?
162.
Gökyüzü elemle dolsa benim için
zerre kadar gam yoktur.
163.
Bu kadar bolluk içerisinde neden
sevinçli olmayayım? Gam bağından neden kendimi kurtarmayayım?”
164.
İşte o dertsiz ve kedersiz köle
benim. O kerem sahibi güzel efendi de sensin
165.0 güneş gibi yüzün yolunu kaybetmiş canımın aydınlatıcısıdır.
“Allah rızasını” daima senin dergâhından ümid ederim.29
166.
Çünkü istek sahipleri senin
kapından geri çevrilmez. Gözyaşları içinde senin lütuf denizinden yardım bekliyorum.
167.
Ey nebilik bahçesinin salman
servisi!30 Lutf edip bahçende ayağa kalk.
168.
Selvi gibi başını topraktan
kaldır ve sünbüllerin anber kokulu tozlarını gider.
169.
Taze nergis gibi gözlerini uykudan aç, dostların nefesiyle
gül goncası gibi açıl.
170.0 gül renkli elbiseni üstüne al, mis kokulu saçını
boynuna sal.
171.0 cübbeye bu hırka pek yaraşır. Gönül çekici selvi
boyuna canım feda olsun.
172.
Yüzümü pabucuna tasma yaparak,
gümüş gibi beyaz ayağına yeşim taşından kaş tak.
173.
Gül gibi ayağında çiğ taneleri
hoştur. Zaten selvinin dibine de lâle yaraşır.
174.
Şu kan dolu gözüm üzerine ayağım
bas ki, bu candan, bir kan ayak oluşturayım.
175.
Bezenmiş mescidine gel de emrin
üzerine neden herkesin ayağa kalkmadığım gör.
176.0 meleklerin sıralandığı saflar nereye gitdi? Ta’at
nurunun dolunayı tutuldu.
177.
însanlan avlamak için hile
yaparlar ve teşbihle tuzak kurarlar.
178.
Her yol kesici mürşidlik adına
kadın ve erkek, herkesin inancını yağmaladılar.
179.
Ey gizli hazine! Toprak içinde
yatma, kalk; dünya, varlığından yararlansın.
180.
Yıldırım gibi şeytanın harmanını
ve o hilekârlann teşbihlerini tek tek yak.
181. O sufîlik
taslayanlan başı boş kıl ki; fesatlık hırkası parça parça olsun.
182.
Felek gibi her alçaklığın
çevresinde dolaşan kişiler, dünyada Kutb’um32 diye laf etmesin.
183.
Vaiz, minbere çıkmakla kendi
mertebesini yükseltmek ister.
184.
Ona minbere çıkmak kısmet
olduğunda; emret, hatip kılıçla boynunu vursun.
185.
Bugün her âlim bir şah gibi
davranmaya kalkışınca feleğin kalbi nasıl yas tutmasın ?
186.
Din şeddi örf selinden yıkıldı ve
sınırlan bozulup alt üst oldu.
187.
İlim bahsi çekişme oldu, öğrenme
lafta kaldı. Açıklama ve tanımlama, sapkınlık ve karşı çıkma oldu.
188.
Eğer örfü başaşağı etmez isen,
ilim âlem içinde eğlence ve oyun olur.
189.
Arifleri öne alıp, bu olumsuzluğu
gider; yani bunlan yerli yerine koyarak, o halleri ortadan kaldır.
190.
Müftü kalemi aç gözlülük parmağı
olup, menfaat olmaksızın fetvaya el uzatmaz.
191.
Şeriat kılıcıyla parmağım kalem
yap, varsın tırnağın bu yolda kinisin.
192.0 kalem sahipleri fetva isteyenlerden armağanlar
alıp, her zaman olur olmaz şeyleri yazmasın.
193.
Hile öğrenmeyi bir tarafa
bırakıp, dünya malına tamah gözünü yumsun ve rahmet beklesin.
194.
Ey din sultam! Kadılar, adalet
isteyen şahitleri dinlemeyecek kadar asileştiler.
195.
Şeriat hükümlerini bir tarafa
bırakıp, örf ile hüküm verirler. Hasını konuşacak olsa şiddetle yanlarından
uzaklaştırırlar.
196.
Rüşvet ayıbının şinini bile ayıp
kabul eder ancak o münasebetsiz, şeriat hükmünü görmemek için gözünü yumar.
197.
Bu kişiler, dul ve yetimin malını
yiyerek, vakf bağından pay alırlar.
198.
Şeriat uzaklaştırıldı dinin
kapısı kapatıldı; bid’at karanlığıyla dinin parlaklığı giderildi.
199.
Hainler, adlarını emin koyarak,
mal yağmalamak için pusuya yatarlar.
200.
Kâinat Ye’cüc fitnesiyle doldu.
Gökteki melekler el-aman diye bağrışırlar.
201.
Kur’ân göğe tekrar çekilmeden
emret, âhir zaman Mehdî’si ortaya çıksın.
202.
Mesih33 dördüncü
gökten aşağı insin ve yeryüzünden fitne fesat kalksın.
203.
Mesih şeri’atin hükmüyle o mahv
eden kılıcını çekerek, dünyayı bu deccallardan temizlesin.
204.
Eğer bu olayın gerçekleşmesine
henüz zaman varsa, işte o kutlu padişah kılıcıyla hazır beklemekledir.
205.
Lutf et, dünyada bir baştan bir
başa hükmünü yürütsün. Yeryüzünde bidâtden eser bırakmasın.
206.
Güneş gibi parlak kılıçlar
çeksin, sancaklar yüceltsin ki yeryüzünden karanlık çekilip yerine nur dolsun.
207.
Her alçağın tacım alaşağı ederek,
ellerinde mal, mülk bırakmasın.
Müslümanların halifesi, akl-ı selim ve dini bütün, kara ve denizlerin
kahramanı, dinin koruyucusu, Süleyman devrinin İskender'i34 zamanın
kutlu padişahına övgü (Allah O'nu yüceltsin ve alemlere delil etsin.)
208.0 cömert
padişahın adını söyleyeyim: Hüsrev35 gibi ülkeler fetheden Sultan
Selim’dir.
209.
Onun adı, mülk kitabının
başlığıdır. Hükmünün ülke ün- vanı ise kahramanlıktır.
210.
Adındaki sin’in kubbesi feleğe
şeref bahşeder. Lâmi’î’nin kıvnmı da melekler ülkesinin turrasıdır.
211.
Yâ harfi izzet ve şeref
kurbanıdır. Saadet oku O’nun canıdır.
212.
Mim harfi âlemin esası, ademin
nizam ipliğinin halkasıdır.
213.
Eşiğinin toprağı dünyanın yüz
suyudur. Doğu ve Batı’nın İskender’i Odur.
214.
Mavi gök tahtının ayağıdır. Taç
sahipleri O’nun tahtının ayağının toprağına secde ederler.
215.
Hilâl, Onun atının nalım öpdüğü
için uzun boyu dal harfi gibi bükülmüştür.
216.
Onun hizmetinde toprak olan
kişinin ayak toprağı feleklere taç olur.
217.
Oku, güneş ışınlarım kılıcına
kazıyarak işleme yapacak olsa; maden içinde kırmızı yakut kıskançlıktan kanlı
gözyaşı döker.
218.
Onun adı, melekler divanının
ünvanı; hükmü, fe-lek eyvanının yapısıdn.
219.
Birisi, adına bastırılan parayı
aynen kabul eder. Bir başkası da, O’nun adına okutulan hutbeyi, virdini36
süslemede kullanılır.
220.
Değerinin yüceliğini ifade eden
nevbet37 yüksek sesle okunmaktadn. Bu nevbet bereketiyle âlemin yüzü
daima taze kalmaktadır.
221.
Dokuz felek, Onun kıymeti yanında
bir buğday değerindedir. Yedi derya, cömertliği yanında bir damla su gibidir.
222.
Kalemi, Ab-ı hayat çeşmesinin
kaynağı; yazısı, kâinat karanlığının nurudur.
223.
Onun ruk’ası (yazı yazdığı kağıt
ya da deri), dünyada olacakların kaydedildiği tomardır. Ülkesi, nza çarhının
merkezidir.
224.
Felek, ateş saçan kılıcına
muhtaçdır. Felek onun mutfağından çıkan ok gibi dumanının hedefidir.
225.
Kararsız felek, bu hayalle gece
gündüz fanus gibi yansa şaşılır mı?
226.
Güneş, O’nun ihsan sofrasında
altından tuzluk; dokuz felek, nimetlerinin sunulduğu gümüşten kâsedir.
227.
Yıldızların her biri sofrasının
mezesidir. Yeni doğmuş ay O’nun kadehinin bir suretidir.
228.
Feleğin yakut kaşlı mührü olan
güneşin değeri ancak parmağındaki kaşlı yüzük kadardır.
229.0, savaşan ve yaralayan güneş gibi parlak kılıcım
çektikçe, Doğu ve Batı ülkeleri ateşe yansa şaşılır mı?
230.
Bütün kainat onun ordusuna
sunulsa, felekler ve yeryüzü dar gelir.
231.
Savaşan her bir askerine ganimet
olarak yıldız mühre- leri versen az gelir.
232.
Yerden havan toplan atsalar;
feleklerin kalesi yerle bir olur.
233.
Ellerinde mızraklanyla tüm
dünyayı dolaşsalar; gökyüzü, bayraklarının rengiyle lâle bahçesine döner.
234.
Okçular, nefeslerini tutup
oklarını bırakınca; feleğin kulağı yay kirişlerinin sesleriyle çınlar.
235.
Altın gibi parlayan kılıçlarını
düşmana çektiklerinde; düşmanın başı üstünde mum misali ateşler yakarlar.
236.
Altından yapılmış kalkanım çark
usulü tutsalar, ay ve güneş aynasını düzenlerler.
237.
Altı kanatlı topuzunu Elbürz
Dağı’na38 vursalar; dev ve periler Kaf Dağı’na39 kaçarlar.
238.
Gece gibi güzel kokulu kemendini
atsalar; ay ve güneşi hile yaparak bağlarlar.
239.
Ey Süleyman40 gibi
kudretli, İskender gibi ulu, mutlu ve mutluluk bahşeden padişah!
240.
Gökyüzü, senin kudret Kafinin
altında iken bu hal, senin anka41 gibi yükseklerde oluşuna işaret
eder.
241.
Her ne kadar seni övmek için
kanat açsa bile; o güçsüz sivrisineğin seni methedecek güç ve kuv-veti yoktur.
242.
Karınca Süleyman’ın, damla da
Umman’m büyüklüğünü anlayabilir mi?
243.
Sultanım! Şiirimde senin adının
kazındığı tuğ bulunması benim için yeterlidir.
244.
Devrin büyükleri: “Lâmi’î, Sultan
Selim’in duacısıdır” desinler yeter.
245.
Altın ışıklar saçan güneş,
gümüşten feleğin yüzüne altından nişan vurdukça...
246.
Arş kiirsî, gökyüzü minber olup;
melek oralarda vaaz ve hutbe okudukça...
247.
Hutbeler, senin isminle
kıymetlenip, süslensin. Zaman içinde sikken ebedî olsun.
248.
Allah, evlâdım senden sonra
hayırlı padişah eyleyip, ülkesiyle bağım kesmesin.
249.
Ey Allahım! Onun ömrünü uzun;
yüzünü güneş gibi parlak et.
250.
Adaletin Ona sıfat olabilmesi
için, Onu iyiliksever ve gönül dostu kıl.
251.
Şeriat aydırdığını Ona göz ışığı
yap ki ülkesi her türlü kötülükten korunsun.
Bu hikmetli, ünlü mektubun ve çok ibret alıcısı olan
bu defterin yazılış ve tasvir sebebi.
252.
Bir gün gönül ülkesinde
dolaşırken, can kuşu söz bahçesine girdi.
253.
Yükseklere uçup sesine yeni bir
ahenk katmak istedi.
254.
Akıl,42 etek tutup
bağladı ve ona şöyle güzel bir nasi- hatta bulundu.
32
Akl, akıl. Düşünme,
anlama, kavrama kabiliyeti, herkeste farklı dereceleri bulunan manevî kudret.
Tasavvuftaki yaratılış nazari- yesine göre akıl üç ana kısma ayrılır. Bunlardan
birincisi “akl-ı maaş” (cüz’î akıl)dır. Yalnız görülebilen âlemi kavrayabilir
(insanların aklı gibi), İkincisi “akl-ı maâd”dır. İrfana dayanır ve bu
255. Lâmi’î!
Bu karışıklık, bu kavga nedir? Gönülde bu safra, canda bu sevda nedir ?
256. Her
perdeden saz çalman ve fikirlerin yüce tepesinde dolaşman nedendir?
257. Bu
değişik rüzgârla aynı telden çalıp efsaneler uydurmaktan vazgeç.
258. Söz
gelinini böylesine süslemek nedendir? Şiirin şiirini dahi kendine kusur
sayarsm.
259.0 süslü tacı
başına takıp, kendine baş belâsı veresin.
260. Mısraya
benzeyen kaşlarım yazıp, kalem gibi boyun eğmeye ne gerek var ?
261. Yanağının
allığıyla gönlünü kana bulayıp, alnını altın sularla yazarsın.
262.
Yanak safhanı ayva tüyleri ve
betilerle doldurup, başı dönmüş ve perişan bir hâle girersin.
263.
Her zaman iğreti elbise
giydirdiğin hicap şiirleri, senin için övünç kaftanı olmakla.
264.
Bazen kafiyelerden çizme başı
dizip ayak altında kalıp değerini düşürürsün.
265.
Bazan redifle arkasına halkalar
ekleyip, belâ dikenliğinde takılıp kalmaktasın.
266.
Ayna gibi dizine baş koyarak, her
taraftan dünya nakışlarım görüp ağlama.
267. Gönül
safhasından alemin süslerini temizle. Su gibi temiz olarak bu anı hoş gör.
268.
Daima divit kalemi gibi ağzım
bağlayıp, kamış kalem gibi dilini keserek...
269.
Gece gündüz Hak zikri dostun
olsun. İşin can ve gönülden Hakk’ı düşünmek olsun.
270.
Ömür evi her ne kadar şerefli
olursa olsun, ölüm ona revî, gam rediftir.
271.
Can, gönül evinde beslenince, bu
revî üzerindeki gidiş uygundur.
272.
Gözün şişelerden dolayı dört
görmeye başlamadan önce istek kadehini şişe gibi yere çalıp kır.
273.
Zaman, hayat gülünü sarartmadan,
gam dikeninden bülbül gibi feryâd etme.
274. Dişlerinin
sırası bozulmamışken, kıymet incini katır boncuğu gibi kırma.
275. Dişlerin
hâlâ daneleri öğütürken değirmen gibi başı dönmüş bir sersem olma.
276. Kesme
kılıcı keskin ve sertken, elem oku bağrını kan etmesin.
277. Üzüntü
zamanları boyunu çeng gibi iki kat etmeden, uşşak makamından nağmeler söyle.
278. Ham
sevdalılarla ud çalan olma, akıl kanunlarına göre bir düzen kur.
279. Haydi!
Bu hoş heves udunu ateşte yak. Neva ırmağım su gibi ıslak kıl ve yenile.
280. Artık
bu nasihati yürekten kabul ederek, mihnet köşesinde ünvanımı sildim.
281. Namsızlık
köşesini seçtim. Ahimi arkadaş, derdimi dost edindim.
282. Gözlerimden
inci gibi yaşlar döktüm, gelişigüzel söylenen sözü terk ettim.
283. Öyle
ki ya nazik hayal düşseydi yahut birine rastlasay- dım ya da sohbet etmeğe
zorlasaydı,
284. Kirpiklerimi
kalem yapıp şiir yazarak, yüzümü renkli, parlak yazılarla bezerdim.
285.
Ev halkımın feryat, figanlarla
dönüp durmaları; benim kulağıma hep ney sesi gibi gelirdi.
286.
Çoluk, çocuğum yoksulluktan
ağlayıp, sızlasa; gözyaşlarını mutluluk ırmağı kabul ederdim.
287.
Kinci dünya, evimi yaktıkça;
sıkıntı dağı bana saman çöpü gibi hafif gelirdi.
288.
Ah mumu, gecemi aydınlatan
kandildi. Gündüz kazancım Hak dostlarıyla zikr etmekti.
289.
Bir hilâl kaşlı sevgiliyi uykuda
görsem, boyumu mihrâbda iki büklüm ederdim.
290. Salmarak
yürüyen bir sevgili düşünsem; gönül, namaz için kamet eder, ayağa kalkardı.
291.
Yanımda güzellerin adı anılsa,
“salat ve selâm” okurdum.
292.
Bütün ibadetlerim her ne kadar
yanlışlık dolu ise de, amacım oyun ve eğlenceyi terk etmekti.
293.
Ansızın Abdurrahman Câmî’den bir
kadeh sunuldu ve onu içtiğimde canım ve gönlüm huzurla doldu.
294.
Ud gibi bir makamdan nağmeler
çıkardığı için, o istek, içimi ney gibi ateş doldurdu.
295.
İnsan hallerinden yeni bir bahis
açmış ve ona “Salâmân u Absâl” adım vermiş.
296.
Bu nüsha, baştan sona şüpheleri
yok edici, yakın yolunun mürşidini ve tarikatda ilerleme hallerini gösterir.
297. Gerçi
bu ince, zarif sözleri daha önceden evet irfan ehli Bû Ah (îbn-i Sinâ)
zikredip...
298. Bu
konuda pek çok anlamlı hikayeleri malzeme olarak kullanarak, “îşârâf ’ adh mücevher kutusu değerindeki eserinde bir
araya toplamıştır.
299. Kemal
sahibi olan her kişi gücü yettiğince, o güzelin yüzüne ben ve ayva tüyleri
yapmış yani bu bahiste kalem oynatmış.
300. Fakat
O selvinin güzellik ölçüsünü bilmemişler ve gül yüzünün allığını eksik
bırakmışlar.
301. Bu
sır ustası o halleri görünce, o selviyi altın ve sırma işlemeli mum gibi süslemiş.
302. Yüzünün
parlaklığını güneşe benzetmiş, saçının tellerini saf mis kokulu eylemiş.
303. Taze
nergis gözlerine sürme çekmiş ve kıvnm kıvnm sünbül saçlarım taramış.
304. Sözün
kısası can bu güzeli görünce bir zaman çılgınca âşık oldu.
305. Gönül
çeken selvisine su gibi aktı. Yabani lâle gibi bağrını yaktı.
306. Can
Cennet elbisesi giymiş bu selvinin dudağının Hızır’a içki kadehi
olduğunu anladı.
307. Eğer
Osmanlı elbisesi giyse ve Türk tacı taksa, Çin ve Maçin’den vergi ve haraç alır.
308. Adım
kaybetme kararı gönlünde olmasma rağmen, bu düşünce üzerinde fazla durmadı.
309. “Dünya
bütünüyle yalandır ve aklı gaflete düşürmek için bir yem ve tuzaktır.
310. Ay
yüzlü güzeller her tarafa güzelliklerini açmışlardır. Fakat olgunluk bunların
hepsine ilgisiz kalmaktır.” dedi.
311. Can,
niyetinde sebat gösterdiği için; gaybî âlemden bir iltifat sesi ulaştı.
312. “Ey
gönlü perişan bülbül! Senin nağmelerin papağanları utandırır.
313. Bu
eser, hikmet sihirleriyle dolu olup; her sayfasından yüzlerce ders alındığı
halde...
314. Ona
efsane adını verip de insanlara hikmet kadehi sunma.
315. Bu
mana, bilgi sahiplerinden uzaktır. Hikmetin aydınlığını bildiğin halde
hikmetten kaçma.
316. Yine
manâ ülkesine mektup gönder; suret ehlini dane ile tuzağa düşür.
317. Can
ve gönül ehline armağanlar gönder. Şevk ve zevk sahiplerine hediyeler sun.
318. Özellikle
kutlu, mutlu ve saadetli, cömert şeh-zade gibileri...
319. Hikmet
efsanesine istekli olan, nazm ve nesr ustalarına himmet gösterir.
320. Memur
gibi kolları sıvayarak hizmet et. Can ve gönülden karınca misali çahş.
321. Bu
güzel söz binasına el atıp, sözü Sultan Süleyman adına getir.
322. Önünde
toprak olup, önüne çekirge ayağı koy. Toprağına yüz sürüp murad elde et” dedi.
323. Can
kulağı, padişahın adını işitince ağlayıp-sızlayarak: “Sana sığınırım” dedi.
324. Can
ve gönülden himmet umarak; sultanın dergâhına sığındı.
Efendilik kutusunun
incisi, saadet burcunun yıldızı, padişahın göz nuru ve memleket fetheden
bahçenin ağacının çiçeği olan, bahtı genç şehzadenin övgüsü.
325. Cömertlik
kutusunun incisi bir sultan! Yaratılış burcunun yıldızı olan bir cevher!
326. Ülke
ve din güneşinin yıldızı, felek adetli mühür ve taç sahibi bir sultan!
327. Ayağının
toprağı, melek gözlerine sürme; kılıcının parıltısı felek eyvanına mum olan
bir sultan!
328. Kalemi
ağlasa, arzu bahçesi güler; kılıcı gülse, ecel gözyaşı döker.
329. Zühâl
yıldızı, yüce kalesine bekçi;
dört unsur, sarayının kubbesine merdivendir.
330. Gökyüzü,
çadırına atlas perde; güneş ve ay, hizmetindeki hızlı postacılardır.
331. Dergâhı,
Kâbe gibi sığmcak emin bir yerdir. Sarayı Cennet ile ikizdir.
332. Cevher
saçan eh işitildiğinden, cömert gönlü düşünüldüğünden beri...
333.
Maden ocağı, korkusundan
mücevherlerim yok eder. Deniz, utancmdan yüzüne köpük vurur.
334.
Çin ülkesi, onun önünde bir
hardal tanesi; Çin Hakan’ı da onun cömertlik harmanında kırıntı toplayan bir
yoksuldur.
335.
Felek, onun isteği üzerine güneşi
yere vurunca her gece feleğin gözünün kararmasına şaşılır mı?
336.
Süleymanlık mührü, onun hükmüdür;
insanlar ve cinler de, onun fermanlı kölesidir.
337.
Ey gönlü aydın ve aslı temiz
insan! Senin bal gibi tatlı sözlerin insanlara ab-ı hayattır.
338.
Her kim sana güleryüz
göstermeyip, sirke gibi ekşi yüzlülük satarsa..
339.
Allah O’nun topuzunu mum gibi
yumuşak yapıp, sarımsak gibi başım ezip, ufalasm.
340.
Rûyînten, zindanında mahpus olsa; kahnn, onu çıngırak
gibi darağacmda sallandırsın.
341.
Sen, saltanat mumusun, sonsuza
dek parla! Alemin cansın daima dinç kal!
342.
Madem ki adın Selim oldu; Allah
seni mahşere kadar adın gibi selim kılsın.
343.
Öyle ki ünvanım cihan şahı koyup;
her anım mutluluk yılı eylesin.
344.
Ünvanm güneş gibi parlak,
yaldızlı olsun, binan ise gök gibi sağlam, daim olsun.
345.
Allah senin aslım sabit kılıp,
varislerini yüceltsin. İnsanlar ve cinler senin fermanına itaat etsinler.
346.
Saltanat güneşin, âlemi
baştanbaşa aydınlaüp; kötülüğünü isteyenleri şimşek gibi yaksın.
347.
Saltanatın, dünyanın parıltısı
olduğu müddetçe; Lami’î senin ikbal duacın olsun.
Salâmân ve Absâl'ın hâlinin görünüşü beyanında
söze giriş ve dedikodunun başlaması.
348.
Ey gayb bahçesinin bülbülü! Beri
gel ki bilinmezlik destanı senin nağmendir.
349.
Felekler kubbesinden tiz bir ses
çıkınca, toprak ehlinden ney gibi çığlıklar kopar.
350.
Nefesinle alemi kaknûs gibi yak, fanus gibi gönüllere ateş bırak.
351.
Cana Sebâ Ülkesi’ni hedef gösterip, Saba rüzgârı gibi gönül bahçesinde meclis kur.
352.
Hüdhüd (ibibik) gibi öyle güzel bir kıssa anlat ki
devrin padişahı Süleyman’ın kulağına gidip...
353.
Kulluk kusurlarına özür olsun,
istek ve arzu hallerin toplandığı yer olsun.
354.
Sözü büyüleyici olan, kalemi
sihirle doldurup, kitabın yazılarım misk ile yazdı.
355.
Yunan toprağı dünyanın yüz
suyudur. Dağı ve çölü, her tarak bağlık ve şehirdir.
356.
Çamuru hikmet suyuyla yoğrulmuştur.
Gülleri kokusunu misk ve anberden almıştır.
357.
Taç, kuşak, taht ve mühür sahibi,
itibarlı bir hükümdarı vardı.
358.
Görüşleri güneş gibi dünyayı
süslerdi. Cömertlikte eşsiz ve benzersizdi.
359.
Döneminde kâinatın sırlama eren
bir bilgin var idi.
360.
Onun dilinde tekrarladığı sözler
ilahi sayfadandı. Bütün filozoflar onun talebesiydi.
361.
Yaratılışı. Hızır gibi
gayb ilminden; kazancı, Cebrail’in nefesindendi..
362.
Şah Onun değerini tamamıyla
bildiği için, Ona her zaman saygı duyardı.
363.
Bilgin’in fikrini rehber edinmiş,
yerini gökyüzü kadar yüksek etmişti.
364.
Bu sebeple; dört bucak, genişlik,
yükseklik, yedi feleğin varlıkları, yeryüzü kavimleri...
365.
Hepsi tamamıyla padişaha itaat
etmiş, dünyadan kavga ve kötülük giderilmişti.
366.
Devlet ve din kuvvetlenmiş,
millet ve töreleri süreklilik kazanmıştı.
367.
Dünya Onun adaletiyle ünlenmişti.
Deniz ve madenler cömertliğiyle gümbürderdi.
368.
Bir padişahın mayasmda bilgelik
olmazsa ya da bilgelerden birisi Ona nedimlik etmezse...
369.
Saltanat sarayının temeli çürük
olur, koyduğu kanunlar da düzgün işlemez.
370.
Zulüm, mamur dünyayı harap eder;
din ve memleket çeşmesi de serap olur.
371.
Denir ki: “Kim mal, mülk sahibi
olursa, o kişi zulümle yaşamaz fakat küfr ile yaşar.”
Cenâb-ı Hakk'ın Acem padişahları hakkında Davud
Pegamber'e vahyettiği kıssaya işaret eder.
372.
Cenab-ı Hak, Davud Peygamber’e
vahiyle hitap etti: “Ey mutlu
kişi! Ümmetine anlat...
373.
İran padişahlarından bahsedildiği
zaman, onlan kınamasınlar.
374.
Gerçi dinleri ateşe tapmaktı ama
töreleri adalet ve cömertlikti.
375.
Onlar ülkeyi bütün karanlık ve
kötülüklerden uzak tutarak, uzun zaman ferahlık verdiler.
376.
Memleket, törelerinden mutlu;
kullar, gam bağından kurtulmuş idi.”
Mutlu padişahın
gönlüne bir çocuk sahibi olma arzusunun
düşmesi ve Bilge Kişinin bu hususta hikmetli nasihat
ve öğütlerde bulunması.
377.
Doğru yolun bilicisi Bilge Kişi,
ileri görüşlülüğüyle padişahın saltanatını sağlam temellere oturttu.
378.
Hükmünü Kaftan Kafa
yaygınlaştırıp, kendine bütün insan ve cinlerin itaat etmesini sağladı.
379.
Başı devlete erip her elemden
kurtulan Şah, işleri yoluna girince...
380.
Bir gece kendisine verilen bu
nimetleri düşünüp, Allah’ın faziletini andı ve verdiklerine şükretti.
381.
Ey hakkı tanıyan! Değerinin
artmasını istersen; işin, gece gündüz şükredip dua etmek olsun.
382.
Sözün kısası yıldızı parlak olan
padişah, o gece şeref se- beblerinin bir araya geldiğini gördü.
383.
Yücelik ve saadetden bir zerre
kadar eksiği yok. Kendisi cömertlik nuruyla nurlanmıştı.
384.
Ancak hemen ardından bu kadar
sıkıntı sonucu elde ettiklerinin (taç, taht, devlet vs.) yok olacağı endişesi,
O’nda bir halef bulma fikri uyandırdı.
385.
Şu dünyada iyi bir erkek evlâda
sahip olan kişinin âhiret saadetiyle de bağlantısı olur.
386.
Sonra padişah Bilge kişiyi
huzuruna çağırtıp: “Memleketin düzeni senin ileri görüşlülüğün sayesindedir...
387.
Tüm işlerim senin fikirlerine
bağlıdır. Dünyayı süsleyen ileri görüşlülüğünü takdir ediyorum.
388.
Ey akıl sahibi! Sayende gönlümde
erkek evlât ümidinden başka hiç bir sıkıntım kalmadı.
389.
Erkek evlât nimeti yüce bir
nimettir. Erkek) evlatsız kişi, talihsiz kişidir.
390.
Erkek evlâd gözünün nuru, yüz
nurudur; canın gıdası, uğurlu yüzdür.
391.
Bir insan, erkek evlât sevgisiyle
nam alır. IDünyanın keyfî evlât sahibi olmakla çıkar.
392.
Elayatında ömrüne sermayedir.
Bunalma anında başının üzerine gölgedir.
393.
Kişinin) hastalık anında
hizmetçisi; öldüğünde de ruhu için duacısı olur.
394.
Kişi) yürümekten aciz kalınca,
elinden tutandır. Dayanacak bulunmayınca dayanağıdır.
395.
Kişinin) boyu, kahr kafinin
ağırlığı altında lâm gibi büküldüğünde; o (evlat) elif gibi bir dayanak olur.
396.0 her zaman ay gibi, senin sevgi ve kederine bazan
yay bazan siper olur.
397.
Savaş gününde düşmanların için
bir kılıç, başlarına şimşek gibi ok yağdıran kara bir bulut olur” dedi.
Oğullarına et
yiyen yırtıcı hayvanların, hizmetçilerine
de ot yiyen hayvanların adını veren çölde yaşayan
başka bir Arabın hikâyesi.
398.
Çöle gitmeğe niyet eden bir adam,
yolda bir bedevinin evine Tann misafiri oldu.
399.
Bedevi’nin büyük küçük her bir
oğluna; aslan, kaplan, fil ve kurt gibi adlar taktığını...
400.
Evindeki her bir hizmetçisine de;
koyun, kuzu, oğlak gibi isimler verdiğini gördü.
401.
Konuk, Bedevi’ye: “Ey arap
diyarının beyi! Bu isimler bana çok garip geldi” dedi.
402.
Arap: “Ey yüce kişi! Çocuklarla
düşmanlan daima kovmak gerekir.
403.
Bu evde ekmek için çalışanlar,
misafirlere hizmet için bulunurlar...
404.
Düşmanı mahvetmek için her zaman
erkek çocuğun ismini Arslan koymak hoştur.
405.
Efizmetkârların adının koyun
olması, misafirlere hizmet esnasmda zarar vermemeleri içindir” dedi.
406.
İsimler kişiliklere su gibi
bereket verir. İsimler, “gökyüzünün bereketidir.”
407.
İsimlerin lütfiından güzel huylar
ortaya çıkar. Nitekim isimlerin uğuruna inanmak sünnettir.
408.
İsimlerin tesir edici oluşunda
şüphe yoktur. Gaybî hükümler isimlerin uygunluğuyladır.
İmam Malik'den
(Allah rahmet etsin) deniz domuzunun hükmünü sorduklarında "ismi gereği
haramdır" diye cevap vermesi.
409.
Bir kişi İmam Mâlik’e sordu: “Ey imam! Sen bütün helâl ve haramlan
bilicisin.”
410.
Deniz domuzuyla ilgili kararın
nedir açıkla. Zira, insanlar onun durumu konusunda şüpheye düşmekteler.”
411.
İmam: “Yaratılışı sudan olmasına
rağmen mundardır, eti yenmez” dedi.
412.
Soran kişi: “O, balık cinsinden
olduğu için; insanlar etinin yenilip yenilmeyeceği hakkında şüpheye düşmektedir”
dedi.
413.
Mâlik: “Balık cinsindendir ama
adı domuz olduğu için pistir...
414.
İsmi, haram olduğuna delil olarak
yeterlidir. Şeriate uygun hüküm dedikodusuz böyledir” dedi.
Çölde yaşayan
başka bir Arab'ın bir çadır etrafında çekirge görüp avlamak istediğinde çadır
sahibinin çekirgenin adının komşuluk anlamına câr olduğunu dikkate alıp Arab'ın
isteğine engel olması.
415.
Bir Arap, yiyecek için çölde
kertenkele ve çekirge avlanmaya çıktı.
416.
Bir çadınn etrafında karınca
misali sayısız çekirgenin yığıldığını gördü.
417.0 çekirgeleri avlayarak çevredekilerin gönüllerini
rahatlatmak istedi.
418.
Çadır sahibi dışan çıkıp Arap’a:
“Gönlünde düşmanlık, elinde değnek! Ne yapmaktasın?” dedi.
419.
Arap: “Benim kimseyle kavgam
yokdur, ancak komşun ile savaşmaktayım” dedi.
420.
Komşu ifadesiyle çekirgeleri
kastedince, çadır sahibi: “Niyetini anladım...
421.
Ama madem ki ona ‘komşu’ adım
verdin, bu niyetini gerçekleştirmende sana engel olurum.
422.
Bu işten hemen vazgeçmezsen iyi
bil ki aramızda kavga olur” dedi.
423.
Her şeye güzel isim koymak
gereklidir. Çünki güzel isimle hatırlanmak hoştur.
424.
Özellikle çocuklara verilecek
isimlerin hayırla yad etmeye bağh olması gerekir.
425.
Ancak bir çocuk kötü iş yaparsa,
varlığı soyuna ve so- puna utanç verir.
426.
Bir kişinin adı nefret ile
anıldığında “Keşke bu aileden olmasaydı” sözü ona ünvan olur.56
427.
Yaraühşında binlerce kötü huy
olan kişi, kalpten kötü niyetli ve mizacı bozuk bir insan olur.
428.
Kötü bir kişiye “Muhsin” adım
koymak, onun yadedil- mesini gönül levhasmda temiz göstermek hoştur ama bir
faydası yoktur.
56
“O, senin ailenden
değildir.” Hûd Sûresi (11), 46. Âyet’ten.
429.
Yaptığı her iş kendi adını kötüye
çıkarır. Senin gayretin, sıkıntın da yanına kâr kalır.
430.
Babasının canını ateşde yakan
öyle bir evladın yaşama- sındansa ölmesi daha iyidir.
431.
(Babanın) yaşarken ondan
incinmesindense, onun ölmesi daha iyidir.
Kendini bilmez
birinin bir evlat arzusuyla duası kabul edilen bir şeyhten yardım istemesi ve
yine arkasından evlâdın şerrinden kurtulmak için ağlayıp inlemesi ve minnetini
arz etmesi.
432.
Oğul sahibi olmak isteyen kendini
bilmez biri, gönlü mahzun bir halde bir şeyhin huzuruna çıktı:
433.
“Ey Şeyh! Lutf edip Allah bana
bir oğul bağışlaymcaya kadar dua et.
434.
Yüzünün güzelliğine baktıkça gönlüm
aydınlansın. Sevgisiyle ay gibi nurlamp, kuvvet bulayım” dedi.
435.
Şeyh: “Ey bahtlı kişi! Böylesi
düşüncelerden kendini kurtar. Bu işi yüce Allah’a bırak...
436.
Cenâb-ı Elak her işi daha iyi
bildiği için, kulun kahyalık yapmasına gerek yoktur.
437.
Boş yere konuşma, efendin hikmet
sahibidir. Eğer Allah’ın kuluysan kahyalık yapma” diye cevap verdi.
438.
Adam: “Ey Şeyh! “Bana kızma, duah
ağzım aç, zaman zamana uymaz...
439.
Bu elemden gönlümü kurtarıp,
neşelendir. Canımı gam bağından kurtar...
440.
Efendim ‘dua ediniz’ diye buyurduğu
için, bana dua ilacı yeterli cevaptır...57
441.
Efendim, âşıkların ağlayıp,
inlemesinden hoşlanır, istek sahiplerinin ısrarım hoş görür.
442.
Dua dediğin ağızdan çıkan bir
nefes sözdür, benden esirgeme. Kim dua ederse, onun eh cömertlik kapısından
boş dönmez” dedi.
443.
Şeyh, bu işin çözümsüz olduğunu
görünce, çaresiz onun için Hakk’a el açıp...
444.
Can ve gönülden bir kez:
“Allahım” deyince; dua oku feleği aştı...
445.
Ve ok gayb alemindeki av yerinde,
misk kokulu Tatar ka- racası gibi bir oğlam avladı.
446.
Hak, cömertlik denizinden ona
öyle bir inci verdi ki, güzelliğine yıldızlar dahi hayran kalırdı.
447.
Aradan günler, aylar, yıllar
geçti ve çocuk gelişip, büyüdü.
448.
Daha sonra, şehvet filizi ve
istek dah, su ve toprakla yeşerdi.
449.
Delikanlı zaman içinde güzellerle
zevk ve sefa sürüp, gözü sakiler elinden bade içti.
450.
Bülbül gibi, gül kokularla
kendinden geçip sarhoş olunca, sünbül saçlılarla oynadı.
57
“Rabbinize yalvara,
yakara ve gizlice dua edin.” A’râf Sûresi (7), 55. Âyet’ten
451.
Nefis şahini gibi kanat açmca,
avlanmadık dağ kekliği bırakmadı.
452.
Bu hayatı yabancılarla yaşayıp,
sonunda yavaş yavaş kavmine döndü.
453.
Bazan güneş gibi kadeh arasından,
bazan yay gibi dam kenarından...
454.
Gece gündüz kaş, göz işaretiyle
komşu kızıyla dostluk kurdu.
455.
Sevgilinin parayla pulla elde
edilemeyeceğini anlayınca, hançer çekerek rakibini aradan kaldırdı.
456.
İnzibat memurunu bu olaydan
haberdar ettiler. İnzibat o aslanı avlamak için pusuya yattı.
457.
Delikanlıyı tutuklayıp, zindana
atarak kulağım çekti. Ailesinden büyük miktarda fidye aldı.
458.
Başının dikine gidenler kaybederler.
Uyanık kuş ökseye yakalanır.
459.
Ona nasihat vermek tesir etmedi,
gördüğü yüz binlerce zarardan ders almadı.
460.
Ne cezayla bu işlerden vazgeçti,
ne de nasihat ile utandı.
461.
Babasının koşuşturmaktan cam
yandı. Mal ve mülkü yok olduğu gibi şeref ve haysiyetini de kaybetti .
462.
Babası pişmanlıkla kanlı
gözyaşları dökerek, yeniden o şeyhin eline eteğine sarıldı.
463. “Ey
Şeyh! Bir an çare bulucu olup, esir olan benim için dua elini aç da...
464. Ağlayıp,
inleyen gönlümü yine sevindir. Beni gam yükünden selvi gibi kurtar...
465. Bugün
oğul derdiyle ağlayıp, inlemekteyim. Bugün parasız, pulsuzum, güçsüzüm ve
(hayattan) bezmişim...
466. Senin
kapm ihtiyaç sahibine bir sığınak olduğu için, lütfün bana doğru yolu
gösterecektir” dedi.
467. Şeyh:
“Ben o zaman sana söylemiştim, ancak sen kararından vazgeçip bana uymadın ...
468. Şimdi
ağlayarak kanlı gözyaşlarına gark ol ve af dile ki cömertlik denizi coşsun ve
dalgalansın” dedi.
469.
Ey çok istekli olan kişi! Oğul
kız fikrini bir kenara bırak.
Ölüm
gününde hiç biri senin imdadına yetişmez.
470. Eğer
kul isen hiç bir şeye bağlanma, Allah’ın verdiklerine kanaat et ve onlarla
yetin.
Şehvet
olmaksızın çocuk doğumunun mümkün olmamasına rağmen, himmeti yüce Bilge
Kişi'nin şehveti kötülemesi.
471. Çok
akıllı bilgin Yunan şahından erkek evlât ile ilgili efsaneyi dinlediği zaman
Padişah’a şunları söyledi:
472. “Ey
Şah! Padişah şehvet yoluna girip de ayak altına düşmeyen kişidir.
473. Şeytan,
şehvet gözüyle huri gibi görünür. Kötü istekli nefis ile zulmet aydınlık
görünür.
474.
Şehvet mücadelesi nerede üstün
gelirse; gönülden aklı, gözden ışığı silip götürür.
475.
Zenci gibi gece güneşe el atmasa
her geçen gün yeryüzü devine aşağılanmasa..
476.
Yıldızlar, felek damına taş
atmaz; yeni ay, ona açıkça boynuz takmazdı.
477.
Şehvet seli nerede taşkınlık
yaparsa, birçok iffet evini harabeye çevirir.
478.0 (şehvet), din
yolunda kötülük; bağımlılık çamuru, kudret sahiplerine de hakirlik
düşüncesidir.
479.0 içkiden bir yudum içen; gökte güneş iken, gölge
gibi yere düşer.
480.
Saygın kişi bu şarapla harab
olur, biraz içen daha fazlasını içmek ister.
481.
Onun lezzetini damağında hisseden
kişi, daha sonra sürekli olarak o lezzetten tatmak ister.
482.
Bu sebepten o lezzet sana bir
yular olup, seni hoş münakaşalarla istediği yöne çeker.
483.
Merhametsiz her ay gibi güzel,
gönlünü yaralaymca, gece gündüz felek gibi kararsızlaşırsm.
484.
Bütün bunlara sırtını dönüp,
uzaklaşmazsan; gönül gözünden ebedî olarak perde gitmez.
485.
Gönül evinde seçkin meclisler
oluşturmadıkça; bu umumî belâdan kurtuluş yoktur.”
Seviyesiz
insanlarla sohbet etmek alışkanlık haline gelmesin diye fazilet sahibi bir kişinin
seviyesiz bir insanın davetine icabet etmeyişi.
486.
Seviyesiz bir kişi
misafirperverliğe niyetlenip, şehir ve köydeki seviyesiz insanları biraraya
toplarken...
487.
Evi izzet, ikram yeri olsun diye,
gönül ehli birini de davet etti.
488.0 akıl sahibi, bu daveti kabul etmenin faydasını ve
reddetmenin getireceği zaran bir müddet düşündü ve:
489.
“Onlar cehalet ve aşağılık gibi
insanın gönlünde ikilik oluşturucu vasıflan olan kişilerdir.
490.
Eğer bu adamın davetini kabul
edersem ve onun ikramından nasiplenirsem...
491.
Arkasından bir başka seviyesiz de
beni davet edip, kör nefis de bu lezzeti hatırlayınca...
492.
Korkarım ki, bunu alışkanlık
haline getirip, kötü şöhret kazanırım ve seviyesiz insanlarla aynı zevki alır,
yakın dostlarından olurum.
493.
Ve yine korkarım ki, her bir seviyesizler
topluluğun davetinde ben bu tufeyli bayağılar arasında hakir duruma düşerim.
494.
Bedenim yeme içme tutkunu; gönlüm
bayağıların sohbetinin esiri olur.
495.
Faziletli insanlar adımı
defterden silerler ve herkesin içinde adı kötüye çıkmış biri olurum” dedi.
Bilge kişinin, çocuğun doğum vesilesi olan kadınları din yolunun kesicileri
diye kötülemesi.
496.
Şehvet, aklın önünü kesdiğinde;
kadın, şüphe yok ki, daima yakın dostun olur.
497.
Gönlün dostu kadın olursa sevgi
gerekmez. Çünkü; bunlar ömür bağının sonbaharı gibidirler.
498.
Uykunu sürme gibi gözden
çekerler, taze nergis gibi gözünü soldururlar.
499.
Her zaman kavuşma meyvesini
toplayabilmek için, senin boyunu eğri ağaç etmek isterler.
500.
Gerçi bunların hepsi hoş
görünüşlüdürler, ama “hepsinin dini de aklı da noksandır.”
501.
Olgun bir insanın, her noksan
kimsenin aylarca ve yıllarca maskarası olması hiç yakışır mı?
502.
Bunlar dünyada gül gibi iki
yüzlüdürler, vefadan renk ve koku almamışlardır.
503.
Cenâb-ı Hak, ufuklara ihsan
softasını açtığından beri dünyaya kadın gibi bir nankör gelmedi.
504.
Kulağını felek gibi inci
küpelerle ve vücûdunu güneş gibi parlak mücevherlerle donatsan...
505.
Bir gün gönlüne yeni sevda sahp,
felek gibi yerini büsbütün ateş eder.
506.
Yatağım yasemin yapraklarından
döşesen, yüzünü çimen gibi ayaklarına sürsen...
507.
Hayat ağacının bir yaprağı dahi
eksik olsa, yatağını elem dikenliğine döndürür.
508.
Boyunu ney gibi keten örtülerle
donatıp, ağzım bal ile tatlandırsan...
509.
Ansızın bir arzusunun
gerçekleşmediğini görse, sana dil uzatıp, acı sözler söyler.
510.
Her sabah ve akşam önüne sofralar
açsan, Cennet’ten inmiş çeşit çeşit yiyecekler koysan...
511.
Sofrada bir tere yaprağı eksik
olsa; sövüp, sayarak canına yüz bin yara, bere vurur.
512.
Her tarafinı meyve harmanı
yapsan, ama bunu bir gün eksik etsen, seni taşlar.
513.
Kuş sütüyle beslesen faydasız; toprağa
binlerce yüz suyu döksen boşadır.
514.
Onu papağan gibi hapsedip zayıf
ve güçsüz bıraksan, yine de selvi gibi dikbaşhhk eder.
515.
Ey mutlu kişi! Eğer bir an
ihtiyar ipini onun eline verirsen...
516.
Sana yular takıp eşek etmek,
köpeğe benzetip daha beter etmek ister.
517.
Güllerinde sonsuza dek vefa
kokusu yoktur. Lâkin, yardım isteyince, cefa huylu diken olması çoktur.
518.
Bunların yüzünü saf bir yüz
sanma! Çünkü, o yüzde vefanın bir harfi bile yoktur.
519.
Aylarca, yıllarca uğruna ömrünü
harcasan; halin onun saçı gibi perişan olacağı için...
520.
Suratını asıp, senden yüzünü
çevirir, geçmişteki o kadar emeği hiçe sayar.
521.
Hasta olsan, o dünya fikrindedir.
Sen ihtiyarladığın zaman ise bir genç arayışmdadır.
522.
Ansızın yakışıklı bir genç görse,
senin yerinde bu haşin (erkek) olsa der.
Hz. Süleyman'ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun)
Belkıs'la insaf hakkında söz etmesi.
523.
Bir gece Hz. Süleyman’la yüce
yaratılışlı Belkıs58 oturmuş söyleşiyorlardı.
524.
Temiz gönüllerinden sırlar açıyor
ve insafin esasından bahsediyorlardı.
525.
Önce din ve ülkenin sultam söze
başlayarak: “Dünya benim mührüm altında iken...
526.
Bana hizmet etmek için her kim
gelse, önce onun eline bakaran.
527.
Öyle ki kim bana hediye olarak ne
sunarsa, ben de ona o değerde ikramda bulunmak isterim.
528.
Gerçi ben rüşvet kabul etmem, ama
eli boş gelenlerden mahzun olurum” dedi.
529.
Daha sonra Belkıs kendi hâlini
anlatarak: “Ey dünya ülkesinin hakimi!
530.
Huzurunuz bana dert ortağı bir
dost olduğu halde, güzel ve çok genç birini gördüğümde...
531.
Yatağım ateş gibi olup derim ki:
Keşke bununla bir yastığa baş konsa...
532.
Gerçi bu yakışıksız işi yapmam,
fakat bu düşünce gö- nüle tesir eder” dedi.
533.
îyi huylu kadınların hâk budur.
Yaralı lışlarındaki fenalıktan söz etmeğe gerek yoktur.
534.
Sakın ey kâmil insan! Eğer akıl
sahibiysen asla noksan kişiliklerle dost olma.
Başka bir gönül
ehline "Niçin evlenmiyorsun?" diye
sorduklarında "İki şeytanla yaşamak zordur" diye
cevap vermesi.
535.
Bir kâmili tek görünce: “Ey
yalnız şah! Niçin evlenmiyorsun?” diye sordular.
536.
Kâmil kişi: “Her kişinin büyüsüne
kapıhp da onu ağla- lıp. inleten bir şeytanı zaten var...
537.
Arif kişi bir şeytanı dahi kabul
etmek istemez” dedi. Akıl sahibiysen, şeytanın yolunu açma!
538.
İki şeytan bir yerde yakınlık
kurarsa; gönül ülkesi fitne fesatla dolar.
539.
Ey şeytanım müslüman etmeyen!
Göğsündeki imam gönlünde sakla.
Bilge kişinin
kadın ve cinsel arzu olmaksızın bir çocuğun doğması için büyüleyici tesiri olan
tedbiri ve gök pâyeli güneş gibi şefkatli olan hüma59 gölgeli bir
selviyi terbiyesi için o ay gibi çocuğa dadı tutması.
540.
Bilge kişi, Şah önünde bundan
dolayı kadım ve şehveti çok fazla kınadı.
541.
Sonra çocuk için öyle garip bir
fikre girişti ki, görenler parmağım ısırdı.
542.
Tamamı sihirden oluşan öyle bir
sanat sergiledi ki, oradakiler onu can ve gönülden takdir edip, kutladılar.
543.
Cinsel haz olmaksızın Şah’ın
menisini herhangi bir arıza vermeden getirdi.
544.
Yaptığı uygulamayla meniyi alıp,
onu ana rahmi olmaksızın büyüttü.
545.
Dokuz ayda öyle bir erkek evlat
hasıl etti ki, güneş parlaklık ve gücünü onun yanağından alırdı.
546.
Mis kokulu saçı, yüzünün üstünde
cim harfi gibi kıvrımlı; cana can katan la’l gibi dudağı, güneş içinde mim
harfi gibi küçük idi.
547.
Yanakları üzerinde iki ra harfini
andıran kaşları perdeci, gözleri de adalet terazisinde ayın harfi gibi
kefeleridir.
548.0 dolunay (çocuk) bu güzelliğiyle feleğikendine
hizmetkâr, güneşi de köle etti.
549.
Onun varlık cevherinden taç
yücelik buldu. Yüzünün güzelliği tahtı kutlu kıldı.
550.
Feleğin yüzü, ondan dolayı gül
gibi güldü, âlemin gözü de, onun gözünden nur aldı.
551.0 dolunay, emniyet içinde doğduğu için; Padişah’ın
sarayı cennete döndü.
552.
Yer, gök Onu hayırla selamladı.
O’na “Salâmân” adım vermek gerekli oldu.
553.
Anne sütünden nasibi olmadığı
için, alımlı bir kadım Ona sütanne seçtiler.
554.
Sütannenin yüzü güneş gibi uğurlu
ve kutlu; yaşı onaltı, adı “Absâf’dı.
555.
Absâl’m gözleri ahu, saçı misk
kokulu ve kemend gibi uzun, yüzü gül, boyu selvi gibi uzundu.
556.
Alm, devlet kur’asının safhası,
bölümü; güzellik ve yüz mushafının da levhasıydı.
557.
Zülfü, misk kokulu; yanağı kâfur
gibi beyaz, yani o zülf zulmet gibi kara, bu yanakda nur idi.
558.
Kaşları sanki birer misk kokulu
med işareti, benleri noktalar; yanakları nurdan, ayva tüyleri sade bir rik’a
yazısıydı.
559.
Naz sarhoşu gözlerini yan
uyuyormuş gibi yapıp, güle benzeyen yanağım dayanak, çadın andıran saçlarını da
mis kokulu etmiş.
560.
Güzellik alanım yabancılardan
korumak için bir gül gibi etrafım dikenlerle çevirmiş.
561.
Yanı yöresi oklarla dolu. Sanki
padişah askerleri kalede cenk etmektedir.
562.
Burnu, elma yanaklarım ikiye
bölen gümüşten bir kılıçtır.
563.
Sanki huri, güzellik kutusuna nur
yazısı (Nur Ayeti!)nı yazarken parmağı orada kalmış.
564.
Yanaklan Cennet bağından iki
yaprak veya Hakk’ın nurundan la‘lden yapılmış iki tabaktır.
565.
Dişleri, iki inci dizisidir.
Sanki ağzı da içi incilerle dopdolu la’lden yapılmış bir kutucuktur.
566.
Ağzı ab-ı hayat çeşmesi olan
kuyudur. înciye benzeyen dişleri de habbü’n-nebat tohumlarım andınr.
567.
Fakat o büyük çeşmeyi bilen yok.
Aklın dedikodusu onda yol bulamaz.
568.
Cemalin mimi cimin noktasıydı.
Geçmiş ve gelecek onda hal olmuştu.
569.
Çene çukuru,60 Babil
Kuyusu (zindanı)’ nun61 bir benzeri, can ve gönül kuşuna gümüşten
bir yuvadır.
570.
Çene alü, sanki asılı bir su
damlası, yahut ay veya felek topu gibi parlaktır.
571.
Gerdanı, çok yüce arşın ayağı;
sinesi de Huda Levhası’nın kürsüsüdür.
572.
îki elinden kararmış gönül ikiye
bölünmüş ve yenlerinin her biri simli kumaş kesesidir.
573.
Can ve gönlün arzusunu avucunun
içine almıştır, cömertlik yüzüğü de parmağındadır.
574.
Elinin kınası, kızıl nakışlıdır.
Bu kızıl nakışın gönül kam olduğu apaçıktır.
575.
îki memesi, tath sudan baş
çıkarmış ıslak iki balık gibidir.
576.
Ya da narin Cennet meyvesi gibi
güzel kokular dağıtan tath iki narin elmadır.
577.
Nurdan bir sahneyi andıran göğüs
altı, yabancı gözlerden gizlenmiştir.
578.
Gül altında yaseminden bir harman
oluşmuş. O’nun Cennet bahçesi olmadığım kim söyleye-bilir.
579.
Beli, saklı can gerdanıdır. Onu
görenler anlar ki can ortadadır.
580.
Nun’a benzeyen göbeğini gizli
bir el yazmıştır. Ölçüsünün mükemmelliğinde bir nokta kadar kusur yoktur.”
581.
Onu göbek sanma! Feleğin altın
tası güneş gibi saf gümüşten kadehtir.
582.
Akıl sahibiysen bu menzilden
geçme, nefs şeytanım gö- nüle klavuz etme.
583.
Can afeti hokkasının62
kapah olması, kan dökücü gözün sürekli örtülü olmasmdan daha iyidir..
584.
Eğer bu gönüldeki hırsın
artmasını önler; işaret ve sırlarıyla klavuz olursa:
585.
“Yaşam ülkesine anayol odur,
canın Eymen Vadisi’nde63 sığındığı mağara odur” dedi.
586.
Uçan murad oku için hedef,
la’lden yapılmış yuvada gümüş dal olmaktır.
587.
Öyle bir sadettir ki herhangi bir
hakkâkin eli değmeksi- zin içinde inciler kırılır.
588.
Balığın hayatı, sağa sola yalpa
vurmak olduğu için; hayat suyu onun içindedir desem yanlış olmaz.
589.
Kuyruk sokumu, sanırsın ki uzak
feleğin dağıdır Felek dağı, titreyip duran billurdan kubbe gibidir.
590.
Kalçası, yasemin ve gül yaprağı
ile bohçalarmış; içi yaseminle dolu yuvarlak yastıkdır!
591.
Gömleği, felek çadırı gibidir.
Eteği, sabah ışıltısıyla dop- doludur.
592.
Şu can, uyluğunu vasfetmede
nüktedandır. Öyle ki Hakk’ın nurundan can mumu yakar.
593.
Bacakları, ay gibi iki gümüşten
balık yahut fildişinden iki zarif sütundur.
594.
Her kim baldırına çekinmeden
dokunursa; boynu benim gibi bin kere eğilsin.
595.
Kim ki gül gibi başını ayağına
eğerse; ay ve güneşi başına taç yapar.
596.
Her kim o hizmette sıkıntıya bel
bağlarsa; bil ki istek ayağı hâzineye batacaktır.
Korkarak
geri dönmek istedi. O zaman ağaçtan “Ya Musa! Ben âlemlerin Rabbi olan Allahım”
diye bir nida geldi. Mûsâ secdeye vardı. Bu sırada ikinci bir nida geldi: “Ya Mûsâ,
ben senin Rabbinim. Nalınlarını çıkar. Sen Tuvâ denilen kutlu vadidesin.”
(Kur’ân-ı Kerim, Tâhâ Sûresi (20), 12. Âyet.
597.
Kim o yükle boyunu eğerse; ay,
istek okuna hedef olur.
598.
Çöl ve vadi içinde onu arayıp
soran; elbette suya kavuşup, testisini doldurur.
599.
Ancak kıymet bilen kişi, her
kendini bilmez onun ekmeğini bölmesin diye o sofraya el uzatmaz.
600.
Hak badesiyle coşan bu can, Hızır
elinden ölümsüzlük suyu içer.
601.
Ay ve güneşin dudağını
ıslatmayacak kadar az su damlası, arife can çeşmesi gibi gelir.
Başka bir âşık
meşrebin, balıkların okyanusta yıkanmasından ve ördeklerin su üzerine
konmasından suyun kirlendiğini sanıp ve bulandığını vehm edip deniz suyundan
vazgeçip daha temiz yeni bir su araması.
602.
Gönlü sarhoş biri Allah’a
yakınlaşmak için denizden ab- dest almak istedi.
603.
Pek çok ihtiyaç sahibinin denize
üşüşüp; kiminin yıkanmak, kiminin de nzık bulmak endişesinde olduğunu gördü.
604.
Kuşlar denizin yüzünde
oynaşıyorlar; balıklar da deniz dibinde dalgıçlık yapıyorlardı.
605.0 tertemiz denizin bu ka yabancıyla dost olduğunu
gördüğü zaman:
606.
“Bu kadar kuş ve canlı bu
denizden böylesine nasiplenirken...
607.
Zaruret olmadıkça toprağa yüz
suyu saçarak, ondan yıkanmak iyi değildir.
608.
Her önüne gelen yersiz yurtsuz
onu kullandığı için Ab-ı hayat suyu dahi olsa ondan vazgeçtim.
609.
Öyleyse yabancı el değmemiş,
bakir zemzem gibi bir su bulayım...
610.
Bereketiyle can yüzünü gül
bahçesine benzetip, parlaklığından gözlerimi aydınlatayım” dedi.
611.
Temiz yaratıhşh olan kirlenmişi
ne yapsm? Hu-yu an olan temizlenmişi arzu eder.
Tatlı sözlü Absâl'ın,
aylarca ve yıllarca Salâmân'ın
büyütülmesinde gayret gösterdiğidir ve onun
dadılığına kendini adaması ve Salâmân'ın Ay
(gibi güzel) yüzünün günden güne güzelliğin
doruğuna ulaşıp, olgunlaşması.
612.
Sözün kısası, o zülfü devlet
sayesi gibi olan Absâl; o ay gibi güzel yüzlü Salâmân’nın dadısı oldu.
613.
Ona sinesini uyku yeri edip,
ağzını şeker gibi saf sütle doldurdu.
614.
Ciğerinden kan sağıp da besledi.
Yakut renkli ten kumaşıyla sardı.
615.
Salâmân’ın bir mücevher kadar
değerli yaratılışta olduğunu gördüğü için O’na ay ve güneşten altın bir beşik
yaptı.
616.0 ceylan yavrusu kadar güzel çocuğu sütüyle
besleyip; gökte şark güneşine parlaklık verdi.
617. O ay yüzlü güzel Absâl, tüm düşüncesini Onun üzerinde
yoğunlaştırdı ve gece gündüz Ona hizmeti kendine iş edindi..
618.0 ay yüzlü (bebek)nün canında bir huzursuzluk
sezse; yemeden ve uykudan kesilip, sabahlara kadar mum gibi...
619.
Göğsü, şiddetli ateşle yanar ve
gözü kanlı yaş dökerdi.
620.
Veya bir gün güzellik göğünde o
parlak güneşin gam sisinden etkilendiğini görse...
621.
Üzüntüsünden felek gibi kararsız
olup, güneş gibi üstüne titrerdi.
622.
Her zaman elem (keder)ini
gidermek için; canım gam ateşinde üzerlik tohumu (tütsü) ederdi.
623.
Devamh bu halde olan gönül
aydınlatıcı güzel (Absâl), gece uyumayıp, gündüz dinlenmeksizin...
624.
Bazan çocuğun vücudunu gül
sularıyla yıkar; bazan da şeker dudaklarına sızdırılmış bal gibi sütünü
verirdi.
625.
Taze nergis gibi gözlerine sürme
çeker, kıvrımlı sünbül gibi saçlarım tarardı.
626.
Bazan gecelik külahı (uyku
başhğı)nı ay gibi eğerdi. Bazan kulağına Ülker Yıldızı’ndan küpe yapardı.
627.
Güneş ışığım Ona tuğ yapınca,
parlaklığından dünya nurlanırdı.
628.
Saba rüzgân gibi ayağına yüz
sürüp, gül gibi zarif bir abâ giydirirdi.
629.
înce beline kolunu gümüşten kemer
yapıp, o ay yüzlü bebeğin etrafim hâlelerle süslerdi.
630.
Servi gibi bağda salınmağa
başlayınca, o sülün için çizmesini yakut eylerdi.
631.
Onun çizmesinin boyun köselesi ay
renginde, gönü de gökyüzü derisi idi.
632.0 gönül okşayıcı
güzel Absâl O’nu uyutmak için geceleri uyumaz, masal anlatırdı.
633.
Gönlünü gonca gibi açmak için her
seher vakti çimenliği seyrederdi.
634.
Bazan nergis gözlerini, bazan gül
yanağını öperdi. Bazan mis kokusunu, bazan sünbül saçlarım koklardı.
635.
Bazan ayağım başına taç eder,
bazan o atımdan dolayı ırmak gibi çağlardı.
636.
Bazan üzüntüsünden çokça ağlar,
bazan ırmak gibi içten içe kan akıtırdı.
637.0 taze fidan, selvi gibi boy atınca; yolunda su
gibi O’nun ayaklarının altına düştü.
638.0 güneş,
güzelliğinin doruğuna erişince; gölge gibi eteğini elden bırakmadı.
639.
Yaşı ondörde gelince, dolunay
gibi oldu ve güneşin yüzünü yerde süründürdü.
640.
Yeni aya benzeyen kaşlarım çattı.
Zülfiinün siyahlığı, sabahın parlaklığını geride bıraktı.
641.
Güzelliğinin şöhreti dünyayı
kapladı ve O selvinin mertebesi göğe ulaştı.
642.
Hoş bir servi gibi boy attı.
Yüzünün parlaklığı güneş gibi etrafa yayıldı.
643.
Onu gören yüksek sesle şöyle
derdi: “Şüphesiz ay (gibi güzelliği) mızrak gibi göründü.”
644.
Kaşlarım her gören, parlak
yüzünde tutulmuş iki yeni ay hayal ederdi.
645.
Kirpiği, âşık için bir ok; gözü,
insan avlayan bir ceylandı.
646.
Ya kendinden geçmiş mihrapta
yatan biri, ya da uykuda zamanın litnesiydi.
647.
Yüzündeki beni, can gözüne
gözbebeğidir. (Bu sebeple) güzelliğini olduğu gibi söylemek olmaz.
648.
Saf kırmızı yakuttan hokkaya
benzeyen ağzı, gönlün arzusu; saçları, kıvnm kıvnm gönül tuzağıdır.
649.0, Rum (Anadolu)’a misk satan bir hintli; Mısır’a
şeker satan bir papağandır.
650.
Güzelliğinde kıl ucu kadar kusur
yoktu. O varlığından çok şüphe ve kuşku duyulan ağızdı.64
651.
Ayva tüylü çene altı, asılı bir
elma ya da belâ dolu billûr bir kadeh idi.
652.
Sanırsın ki boynu nurdan bir
sürahi ya da billurdan bir güzellik sütunuydu.
653.
Saf su, bedenini görse titrerdi,
kılı kırk yaran akıl bile belindeki inceliğe hayrandı.
654.
Güzelliği bütünüyle tasavvur
edilmiş bir nur olduğundan anlatılmaktan uzaktı.
655.
Güzelliğini açıklayıp, anlatmağa
kalkışanlar; bu şiiri yazıp, bestelemişlerdir.
656.
1 Yanağın, dünya nakışlarım
gösteren can aynasıdır. Al
lah yüceltsin
(Maşaallah)! Bu insanların ve cinlerin hayran kaldığı bir yüzdür.
657.
2 Ey sevgili! Ağzının yatımdaki
noktaya benzeyen ben;
çözümsüz, şaşkınlık
verici bir sırdır. “İsimleri öğretti” rumuzu tamamen onda gizlenmiştir.
658.
3 Sözün, ölüleri İsa nefesi gibi
canlandırsa şaşılmaz.
Dudağın ebedî hayatm
mevcut olduğu can çeşmesidir.
659.
4 Ey nazlı nazlı salman güzel !
Senin çene çukurunu
gören kişi: “Züllünün
hümâsı, orada ki boşlukla yuva yapmış” der.
64
“Bütün isimleri
öğretti.” Bakara Sûresi (2), 31-32. Ayetlerden.
660.
5 Ey sultan! Kaşın yücelik takı,
saçın adalet zinciridir. Yü
zün
en yüce divan, dudağın orada Nuşirevan’dır.66
661.
6 Güzellik Rûmunu yani beyaz
yüzünü seyredenler, si
yah
işler yani kötülük yapan zül-fiinü görünce: “Acaba Hindistan şahı neden oraya
düştü” derler.
662.
7 Ey sevgili! Göz bebeklerin
hoppa gönüllü ve işret
ehlidir.
Bundan dolayı güzellik gülbahçesi içine girip orada büyük kadehten içki içer.
663.
Ey Lâmi’î! O güzelliğin sonu
olmadığı için dillerle âyet (delil)i açıklanamaz.
664. O halde kuklacılığı şekli bırak ve
anlamlardan düzgün açıklamalar çıkar.
665.
Bir de gül gibi tek yapraktan
başla, bülbül gibi bir de nağme söyle.
666.
Fanus gibi derd ve ateşle yanıp
bize kaknus gibi nağmeler söyle.
667.
Bazan hicaz,67 bazen
acem makaramdan söyle ve uşşakî nefesinden ganimettendir.
668.
Bize can kıssasından hoş haberler
verip, artık bize Salâmân’m halinden anlat.
669.
Ey zavalh âşık! Beri gel. O canın
halterini dinle.
670.
Madem ki güzellik kadehinden içki
içtin, o güzelin bazı halterine gül gibi kulak verip, dinle.
Salâmân'ın arzu
ve istekli, meramını anlatmada
anlayışının üstünlüğü; sözü nazım ve nesir hâline
getirmede kabiliyetinin çabukluğu ve tatlı kalemi ve
parlak yazısı hakkındadır.
671.
Bil ki ağzı söz söylemede kılı
kırk yarardı. Yanında kimse ileri geri konuşamazdı.
672.
Biniciler arasında at
biniciliğinde usta idi. Söz söylemede Îmrü’l-Kays’ı68 dahi mat
ederdi.
65
Hicaz: Klasik Türk
musikisi makamlarından birinin adı. Basit makamlardandır ve çok
yaygındır. Bu makam hicaz dörtlüsüne rast beşlisinin ilavesiyle ortaya
çıkmıştır. Güçlüsüne nevâ denilir. Bir musiki terimi olmak dolayısıyla da
tevriye ve tenasüp yoluyla diğer musikî terimleri arasında kullanılır. Hicaz
kelimesi aynı zamanda Arap yarımadasında Mekke ile Medine’nin bulunduğu
bölgenin de adıdır.
66
îmriü’l-kays:
Cahiliyet devri Arap şairi. 530 yılında Ankara civarında öldü. Arap şiirinin
kurucusu ve başarılı şairi idi. Kendinden
673.
Söz (daha) kabuğundan (ağzından)
çıkmadan, anlamın özünü su gibi içerdi.
674.
Sözü, keskin bir kılıç gibi delil
idi. Bû Ali (İbn-i Sinâ) yanında
ilkokul çocuğu gibiydi.
675.
Kelâmcılar, O’nun mantığı
karşısmda ağlayıp, inliyorlardı. Hikmet sahiplerini kendine köle etmişti.
676.
Nazmıyla Ülker yıldızım düzenlerdi.
Nesre Yıldızı Onun nesri yanında benâtü’n-naş gibiydi.
677.
Her şekil söz söylemede hazır
cevaptı. Canı ya kitap ya da Levh-i Mahfuz’du.
678.
Bir mecliste isteğini dile
getirse, bunu işitenler canlarım feda ederdi.
679.
Misk kokulu yazı yazan kalemi
eline alınca, levh ve kalem Onu kutlardı.
680.
Güzellerin ayva tüyleri gibi yeni
yazı yazsa, yüzüne parlaklık verirdi.
681.
Her başlığı çok büyüleyici yazan
kaleminin dili, sihir okuyor zannedersin!
682.
Defterindeki yazı düzenini gören:
“Güzeller bir-birini kucaklamış” diye düşünür.
683.
Yazdığı her harf bir güzel, işveh
ve cilveh bir sevgiliydi.
684.
Kaleminin gölgesi kağıda düşse,
elif boylu bir güzel ortaya çıkardı.
685.
(Yaptığı) ra (harfî)nın yüz
(güzelliği), feleğin gönlünü süsleyici; ha (harfi)nın gözü de havrâ gibi güzel
gözlünün göz bebeği gibiydi.
686.
Kaf (harfi), Kaf Dağı’nın resmini
utandırırdı. Kâf (harfi) “Ehl-i kehf ’ için yeterliydi.
687.
Sin (harfi), gövdesi gümüş
siniydi. Yaptığı şin (harelerinin çini noktalan dopdoluydu.
ise
Tann iradesidir. İnsanların kaderi Levh-i mahfüz’da yazılıdır. Levh-i
mahfüz’dan İsrafil sorumludur. Yazılı olan şeyler ne eksik, ne fazla olmayıp
zamanı gelince ortaya çıkarlar. Bu levha 7. kat gökte bulunur ve doğu ile batı
uzunluğu kadar en ve boya sahiptir. Bu boyudan İlâhî takdirin ifadesi olarak
düşünmek gerekir.
688.
Dal (harfi) dünya devletinin
(dalı) deliliydi. Ayn (harfi) ukbâ (âhiret) nimetinin kaynağıydı.
689.
Gayn (harfî)ının noktasını gören:
“Ey Sultan! Hilâl üstüne Sühâ Yıldızı72 gelmiş” derdi.
690.
Ya (harfî)nın görüntüsünü bir an
seyreden, Yakut’un73 (tanınmış) yazısının yasını tutardı.
691.
Cim (harfi) güzellik (Cemâl)
ülkesinin süsü, mim (harfi) berrak su çeşmesi gibiydi.
692.
Lam (harfi) sünbül saçh gönül
alan bir güzel, sad (harfi) nergis gözlü yankesicinin ta kendisiydi.
693.
Ay, nun (harfî)unun mihrabına baş
koyduğunda, irâbın (güzel sözün) parlaklığına denk olurdu.
694.
Şeddesinin kubbesinin tepesi, taç
bağışlayıcı; cezm işaretinin halkası, felek atının hilâliydi.
695.
Medd (işareti)inin oku (çizgisi)
bir keman kaş, ay gibi yahut gülen bir bulut gibiydi.
72
Sühâ: Büyükayı yıldız
kümesinin en küçük yıldızıdır. Küçüklüğü dolayısıyla eskiden gözlerin görüş
kuvvetini ölçmede kullanılırdı. Bu yıldızı görebilen göz keskin sayılırdı.
73
Yâkût: Yâkût
el-Musta’sımî. Meşhur Arap hattat. Son Abbasî halifesi Musta’sım’ın saray
hattatı. Musta’sım’ın kölesi olduğu için ünvanı ona mensuptur. İslâm yazısına
güzellik kazandıran, onu belirli kurallara bağlamaya çalışan güçlü ve büyük bir
ustaydı. O’nun üslubuna “Yakut tarzı” denilmiştir. Yakut “aklâm-ı sitte”
denilen muhakkak reyhanı, sülüs, nesih, tevki ve rika adlı yazıların anatomi ve
fizyolojisine döneminde güzellik kazandırmış ve ortaya koyduğu estetik ölçüler
150 yıl boyunca etkisini sürdürmüştür. Bin kadar Kur’ân yazmıştır ki birkaçı
İstanbul’un muhtelif kütüphanelerindedir. 1261’de Bağdat’da ölmüştür.
Salâmân'ın
padişahlık kanunu ve isteğine kavuşma
âhengiyle arkadaşlık meclisi oluşturması ve efkâr
dağıtıcı şarkılar söyleme hali.
696.0
parlak mum (Salâmân) geceleri ay gibi meclise sâz olup, meclis süslese...
697. Zühre
dans eder, ay def çalar, melekler
ve huriler de felek gibi el çırpardı.
698. Parlak
ay meclisi oluştursaydı, gökyüzünü kadeh ve güneşi de şarap yapardı.
699. Bade,
la’l gibi kırmızı dudağından can aydınlatıcı (ci- lalayıcı); feleğin
(meclis)bütün mumu gibi dünyayı yakıcı olurdu.
700. Güneş
gibi altın kadehi eline ahp, tutunca; la’l gibi kırmızı şarap içtiğinde yakuta
parlaklık verirdi.
701. Bade,
başım mum gibi kızdırsa; can yüzünden utanma örtüsünü kaldırıp...
702. İnce
sesiyle öyle bir nağmeye başlardı ki feleklerin gönlü aydınlanırdı.
703. Zaman
zaman içten nameler söyledikçe, ay ve dokuz felek on sevgili olurdu.
704. Şayet
dili telâladan krrmldatabilseydi, ten teninden canına can katardı.
705. Isfahan
makamından hicaza geçip, aşk
yolunda berbatı (lir) çalmak için ele alsa...
706. Sabır
kervanını ve aklı, baştan başa alt üst edip; yağma ederdi.
707. Ney,
dudaklarının dostu oldukça, gönül ehilleri, bal çiğneyenler olurdu.
708. Cana
neyden şeker gibi tatlı çeşniler verip, kulak memesini incilerle doldururdu.
709. Rebab
ile çengi bir saat çalsa, şarkıcı Zühre’yi hayran bırakırdı. (Zühre’ye denk
olurdu).
710. Her
işi meclis süsleyici, sesi gönül ehlinin canına can kalıcıydı.
711. Her
gece seher vakitlerine kadar işi buydu. Gece, gündüz zevk ve eğlenceden baş
kaldırmazdı.
712. Çünkü
saadet tavusu, güneş
ışıklarım, gökyüzü sahnesine dağıtmaya başlasa...
713.0,
meclisi yan uykulu ve kendinden geçmiş bir halde dağıtıp, meydana çıkmak için
acele ederdi.
Salâmân'ın yeni
ay gibi altından çevgân (oyun sopası), parlak mum ve güneş gibi yuvarlak topla
meydana çıkıp; şehzâdelerden, diğer köle ve özgürlerden (oluşan) akranlarını
oyunda ve koşuda yenmesi.
714.0
parlak yaratılışh (Salâmân) padişah soyundan akranı olan ay yüzlü (yakışıklı)
bir çok genç ile...
715. Hilâli
çevgân; ayı da top edip, güneş gibi meydana yönelirdi.
716. Hey!
Dünyanın en ay yüzlü güzelleri! Memleketin gözdeleri, can ganimeti!
717. Her
biri güzellik ülkesine bir padişah! Yıldızlar oyunu gibi çabuk birer binici!
718. Yüz
çevirip yahut ruh tavla taşım tutup meydana at şiirseler, felek şahım piyonla
mat ederler.
719. Yönelip
bir yola girseler; gökten melekler, savulun diye seslenirler.
720. Her
birinin gerdanı bir can topu, saçının kıvnmı (da) mis kokulu bir çevgândır.
721. Ayın
kıratı onların yanında topal kalır. Felek meydanını etkileyen sahaları gözüne
dardır.
722. Şark
atı, her birinin binek atıdır. Ödüllerini şiddetli rüzgârdan alırlar.
723. Meydana
çıkıp çevgânı ele alsalar, ay ve güneş topunu kırarlar.
724. Toprak
sahnesinde bir topu çelseler, feleklerin arsasından aşırırlar.
725. Âlem
içinde insan, cin ve hurilerden eş ve benzerleri yoktu.
726. Lâkin,
Şehzâde de ay ve güneş topunu bunlara fırlatıp hepsini mat ederdi.
727. Ne
zaman çevgânı ele almağa yeltense, hiç biri topu eline almaya cesaret edemezdi.
728. Ata
iyi binen Şehzâde öyle çabuk oynardı ki, topu meydandan katır boncuğu gibi
kapardı.
729. Öyle
ki hokkabaz felek bu gönül okşayan Şehzâde’nin ne oyunlar bildiğini hayal dahi
edemezdi.
730. Sanki
havadan ahlan bir şimşek, ya da gökyüzünden ahlan göktaşıydı.
731. Talih
eli kime çevgân sunarsa, o kişi kıymet ve şeref topunu ortasından kavramıştır.
732. Devlet
yıldızı âlem bağında her kiminle dost olursa, o kişi mesut olur.
Salâmân'ın
savaş yerinde kıyaslanamayacak bir
şekilde (mükemmel) yay kullanması ve yarış yerinde
tahminlerden uzağa ok atması vasfı.
733. Salâmân’ın
cam bu işlerden sıkılınca, kendine ok gibi yay burcunu yer eylerdi.
734. Ok
ile düğümlerden düğüm açsa, felek kulağı kiriş sesiyle dolardı.
735. Sıçrayıp
kutbu nişan alsa, nesrin korkudan can verirdi.
736. Kuvvetini
gösterse, yedi kat feleği yerle bir eder; ok atsa, gökyüzünden aşınrdı.
737. Oku
herhangi bir meydanda kanat açsa, güneş ve ay siper yeri yapardı.
738. Başının
üzerinde mızrak oynatsa, beraberinde gökyüzü de dönerdi.
739. Süngüyle
savaşanın süngüsünü kırar, Avva sancağım yere indirirdi.
740. Kılıcına
baş eğmeyenin başım, dağ taş (gibi güçlü) olsa da ikiye biçerdi.
741. Ay
ve güneş, hançerinin korkusundan titrer; topuzuna saman dağı gelmezdi. (?)
742. Av
için gökyüzüne doğru kemend atsa, göğün aslanım yakalayıp bağlardı.
Salâmân'ın cömertlik,
bağışlama, bahşiş ve ihsanının
bolluğunu tasvir.
743.
Bol bol bağışlayan elini dünyaya
açsa; güneşe kurs, denize köpük çağrısında bulunurdu.
744.
Cömertlik anında eli nisan bulutu
gibiydi. Dağ, çöl ve ırmak bereketiyle dopdoluydu.
745.
İleri geri konuşmaksızın
cömertliğine nisbet olunsa, Onun cömertliği yarımda Ma’n ve Hâtem çok cimri kalırdı.
746.
Cömertliği ipekten altın bir kese
olup, yağmur gibi etrafa saçılsa; ay yüzünü bulut gibi bağlamazdı.
747.
Eli her zaman gül gibi altınla
dolsa, sadef gibi avcunu kapamazdı.
748.
Deniz gibi sayısız cevher saçsa,
damla kadar ıztırab çekmezdi.
749.
Her yol ayrımında para ve mal
dağıtarak mal, elinden ayak altına düşmüştü.
750.
Kuşlar ve balıklar yıllık
bağışına zararsız erişip, küçük günahkâr olmuştu.
751.
Onun mutfağının dumanıyla felek
dolmuş, sofrasının güzel kokusuyla melek doymuştu.
752. Isfahan
Ülkesi’ni topraktan saymaz, Süleyman'ın ülkesini karıncaya bağış olarak
verirdi.
753. Dilenciye
o kadar bağışta bulunur, fakire o kadar altın verirdi ki...
754. Şüphesiz
o fakir sonunda bu bağışlara tahammül edemeyip köşe bucak kaçardı.
Belagat sahibi Katran'ın çok cömert olan Fazlûn'a
övgü cevherleri ve şiirler saçması sonucunda
Fazlûn'un derya
gibi ihsanına dayanamayıp kaçması.
755. Kaleminin
ucundan bulut misali hikmet damlaları yağdıran Şair Katran...
756. Bağışı
deniz gibi olan Fazlûn’u, inci gibi sözlerle güzelce övdü.
757. Fazlım
Onun erdemini görünce, hürmet gösterip, Ona pek çok bağışta bulundu.
758. Ertesi
gün o methiyeyi yine okudu ve Katran’a bu defa iki katı gümüş ve altın verdi.
759. Bir
sonraki gün yine tekrar okudu ve ihsan eliyle cevher yağdırdı.
760. Bahşiş
ve hediyeleri o kadar artırdı ki Katran buna çok şaşırdı.
761. Bu
bağışlar gönlünü rahatsız etti. Bu duruma (da-ha fazla) tahammül edemeyip,
sonunda oradan aynldı.
762. Cömert
adam (Fazlûn) Onun kaçtığını anladığında: “Alışverişimiz eksildi...
763. Artırmada,
alışverişteki pazarlık hareketlenmiş iken yazık ki o kişi bu değerh inciyi
kırdı.
764. Şayet
hâzinemde tek akçe kalmayana dek devamh altın versem, cömertlik budur derdim.
765. Onun
için malın değeri varmış fakat yazık ki canında bu kadar bağışa takat yokmuş”
dedi.
766. Eyvahlar
olsun! Cömertlere şimdi ne oldu da, cömertlik sahnesinde görünmüyorlar, yazık!
767. Dünyada
anka kuşu gibi sır oldular. Kaf Dağı’nın kahrını mesken eylediler.
768. Uğur
gölgeli hüma âlemden gitti, dünyayı bir baştan bir başa uğursuz baykuşlar
kuşattı.
769. Her
çah çırpının avcu gül misali altınla dolu, fakat bülbülün feryatlarına yetişen
yok.
770. Nil,
yüz suyunu gam taşma vurup akmakla, bilesin ki dünyada sağ salim yürür.
771. Ateş,
feleğe gün gibi sancak çekmiş; toprak, dert ve gamın altında kalmış!
772. Servi,
yaz ve kış bir gömlek içindeyken; soğan, kat kat kızıl elbiselerle dolaşır.
773. Gönül
ehli bin kere kan yutsa, bir tane altın vermeyi çok görürler.
774. Yazık
ki marifet sahibinin değeri yol toprağı kadardır. Nerde bir cahil varsa o
itibar sahibidir.
775. Halkın
malını heybesine doldurur. Dünya sevgisi canım damgalamıştır.
776. Meşakkat
taşıyla başım yarmadan; sadef, cömertlik için el açmaz.
777.0 dahi yüz mihnet ve bin dert ile, inleyen cam ve
gamla dolu gönlüyle...
778. Harmanından
karıncaya ihsanda bulunsa, boyunu mihnet dağıyla iki kat eder.
779. Zihinleri,
heybe ağzı gibi kapalıdır. Gönülleri, kah ve taştan yapılmış ocak gibidir.
780. Canlan
cimrilikle rahat eder ve gözlerini ancak toprak doyurur.
781. Ey
dost! Mal mülk toplamaktan sakın. Çünkü o altınlar mahşer gününde senin için
ateş olur.
782. Cimriliği
bir tarafa bırakıp maddiyattan vazgeç. Zira “Sevdiğiniz şeylerden sadaka
vermedikçe asla iyiliğe ermiş olamazsınız” buyrulmuştur.
783. Gece
gündüz ah çekip, ağlayarak dua et. “İnsan ancak ça- lışlığına erişir, insana
çalışmasmdan başka bir şey yoktur” (denilmiştir).
784. Ey
Lâmi’î! Bu kanaat hâzinesi sana yeterlidir. Dünya eteğinden açgözlülük elini
çek.
785. Şikâyet
eden ağzını gonca gibi kapat ve hikâyeyi bülbül gibi anlatmaya devam et.
786. Tamahkârlık
ehlini çekiştirdiğin yeter. Artık o iyiliksever padişahın medhini söyle.
787. Bize
Salâmân’ı anlatıp, O dünya sultanının iç dünyasını söyle.
788. Kendi,
dünya ülkesinde hakandır. Ayağının tozu, Isfahan şehrinin sürmesidir.
789. Yeryüzünün
dört bir köşesi Onun buyruğunun maskarasıdır. Yedi deniz Onun ihsanının bir
sızıntısıdır.
790. Kapısı,
alemin ümit kıblesi; kalbi, İskender’in aynasıdır.
791. O’nun
şanı feleklerden yücedir. Azıcık İhsam bile dünya ülkesi için yeterlidir.
792. Avamdan
her hangi biri hükümdarın hususî vasıflarım ne bilsin? Öyleyse son sözü
söyleyip, sözü bağlamak daha iyidir.
793. “Dilberlerin
sırlarım başkalarına ait sözler arasmda söylenmesi daha münasiptir.”
Başkalarının
şüphesini gidermek için, taze bir gül
sarılmış serviyi andıran sevgilisini güneş ve ay1!
vasfederek tarif eden o aşığın hikayesi.
794.
Dünya işlerinden elini eteğini
çeken, gönlünü kaptırmış bir aşığı gördüler.
795.
Bülbül gibi gülbahçesi şairi
olup, her an yeni bir makamdan yeni bir nağme söyler.
796.
Bazan gül gibi kırmızı yanağı,
bazan da serviyi ve ırmağı över.
797.
Bazan la‘l gibi kırmızı yanaklı
gülü bazan lâlenin tacım över.
798.
Bazan nergisin gamzesinden ima
eder, bazan sünbül saçından sırlar anlatır.
799.
Bazan güneşten, bazan da ay
ışığından yanar. Bazan bulut, rüzgar ve sudan ağlar.
800.
Âşığı bu halde görenler: “Ey
dertli ve yaralı âşık! Öyle görünüyor ki sevgiliden vazgeçtin.
801.
Sevgiliyi bir an bile anmadığına
göre, yakın olmaktan vazgeçip yabancı mı oldun?
802.
Sana aşk davası haram olmuş,
çünkü başkalarıyla konuşmaktasın” dediler.
803.
Âşık: “ Âşıklar bülbüle benzer.
Nerde tûtî gibi söyleşmeğe başlasalar...
804.
Nağmelerinden gece gündüz arzu
edilen güldür. Bin türlü ses çıkarsalar murad yine O sevgilidir.”
805. Bana
her şeyden görünen sevgilidir. Ay diyorsam maksadım sevgilinin gül yanağıdır.”
806. Sünbül
onun mis kokulu saçıdır. Nergis onun gözüdür. Gül onun yanağıdır.”
807. Şimşir
ve servi onun hoşa giden boyudur. Yürümesi sülün gezinişidir.
808. Bütün
âşıkların dili kuş dilidir. Güzellik gül bahçesinin bülbülü onlardır” dedi.
809. Süleyman
olmayan ya da gönlü gonca gibi kan dolmayan bu dili anlamaz!
810. Evet!
Aşkın dili sonsuzdur. Bu gazelden işin zorluğunu anla.
811.
1 Yanağının bayramına kurban
olmayan hangi hayvan
dır?
Ayrılığından gönlü kan dolmayan hangi cansızdır?
812.2
Ey gönül! Yüreğimin yanığını dudağındaki benden sor. Bağn yanmayan, can yanması
derdini ne bilsin?
813.
3 Acı damaklı zahid badeden
lezzet almaz. Gönülden
haberi
olmayan dudakların zevkini ne bilsin?
814.
4 Ney gibi bağn yanıp ayrılık
acısıyla inlemeyen, gam
meclisinde
âşıkların figânlarındaki sim anlamaz.
815.
5 Saçmdan zünnar edip beline
bağlamayan hangi mü
mindir?
Yüzünü görüp de müslüman olmayan hangi kafirdir?
816.
6 Müddeî, dilberin yanağındaki
tüyleri görünce sevinir
miş.
Şeytan olmayan din içinde fitne fesat ister mi?
Salâmân'ın
güzelliğinin olgunlaşması ve aşkından
perişan bir hâle düşen Absâl'ın O'nu kendisine
bağlamak konusundaki hileleri
817. Ey
ay gibi felek kuşu, aşk uçuşu ve aşkdan söz eden bülbül! Beri gel.
818. Yine
gönül göğünde dolaş ve Lâ-mekan kuşunu seyret.
819. Feleklerin
kubbesinden seslenip, nefesinden cana kuş tuzağı kur.
820. Salâmân’a
Cenab-ı Zü’l-celâl mükemmel bir güzellik ve ahlâk verdiği...
821. Selvi
boyu Harem hurma ağacı gibi uzadığı için; güzellik bahçesi îrem bahçesiyle denk tutuldu.
822. Kutlu
güzelliği gül gibi açıldı, yanak bahçesi elmalar sundu.
823. Hepsi
cennet meyveleri gibi parlaklık (güzellik)lan görmek, hurilerin ağızlarının
suyunu akıtırdı.
824. Hurma
ağacı, âşıklarına taze dudağının balım sunması için şeker gibi taze hurma
verdi.
825.
Bu bağa başkalarının elleri
dokunmadan o istek Absâl’ın aklına düştü.
826.
Meyvesini gül gibi büklüm büklüm
eylesin, can dimağım bal ve şeker eylesin.
827.
“Bu bağın bahçıvanı ben olduğum
için, buraya yabancı bir el girerse ziyan olur.
828.
Sen taze meyve tatmadan, bu
hareme yabancı ayağının girmesi haramdır.
829.
Yıllarca bütün samimiyetimle emek
vermişim, meydana geleni ellerin yemesi lâyık mıdır” dedi.
830.
Bu düşünceyle onu aceleyle
toplamağa ve her birinden istemeğe başladı.
831.
“Bir kadınla bir erkek bir evde
yalnız kalsa, şeytanın aralarında tercüman olmasına gerek yoktur.”
832.
Ancak ulaşılacak daim çok yukarda
olduğunu görünce, parlak saçmdan kemend ördü.
833.0
selvi boylu sevgilinin dalım misk kokulu kıvrımlı saçıyla eğmeye niyetlendi.
834.
Gamzesinin eline mızrak (sınk) verdi. Sarhoş gözüne dayanak oldu.
835.0
can, kavuşma mirâcı (ulaşma yeri)na erişmek için gümüş serviye anberden bir
merdiven kurdu.
836.
Bir takım hile ve büyü oyunlarına (cilve, işve) başladı ve her seferinde bir
dalına uçtu.
837.0
kuşun kendisine av olmayacağım anlayınca, yanaklarının her yanma benler koydu.
838.
Yani ona tuzak kurmak için yere dane döktü. O âşığı kendine bağlamak için
ateşe buhur koydu.
839.0
selvi boylu sevgili, gece gündüz bu dertle mum gibi yamp, yakılarak...
840.
Bazan, o güneş’ (Salâmân)in
dikkatini kendi üzerine çekmek için; ay gibi tacım eğri takardı.
841.
Bazan, o gül yanaklıyı kendine
bağlamak için; gözüne sürme çekerdi.
842.
Güzellik bağına bakmak gözünü
kararttığı için; zülfünün bağına düğümler vururdu.
843.
Bazan, saç zincirini düğümleyip;
yay kaşına miskten kiriş çekerdi.
844.
Kavuşmasından pay alsm diye,
yaygara edip; yürekten feryatlarla ağlardı.
845.
Bazan, şeker dudaklarım aralar;
bazan, inci kutusunun mührünü kırardı.
846.
Öyle ki damağı şekerinden
tatlansın; ağzı, dudaklarından inci toplasm.
847.
Bazan, yakasım açıp göğsünü
gösterir; Hakk’ın kudret aynasını sunardı.
848.
Öyle ki ay yüzünde sevgisini
göstersin diye, O’nu bu şekilde ağlatıp, sızlatırdı.
849.
Bazan eline kına yakarak, Onu bu
nakş (ın güzelliği)a hayran bırakıp, ağlatmak isterdi.
850.
Altın ve gümüşle ilgisini kesip
arzusunu söyleyip, bileğinden bir parçasını gösterirdi.
851.
Bazan yürürken eteğini açar,
billur gibi güzel baldırını gösterirdi.
852.
Öyle ki o ay yüzlünün güneş
şefkati daimi olup, gölge gibi eteğini elden bırakmasın.
853.
Selvi gibi bazan ayağa kalkıp,
bazan salınarak, sülün gibi yürürdü.
854.
Gözlerinden tatlı uykuyu kaçırıp,
Onu su gibi akıtmak isterdi.
855.
Sözün kısası; bin türlü naz, işve
ve cilveyle, çeşitli hilelerle o saf gönlü aldatmağa çahştı.
856.0, bir an bile gözden, gönülden uzaklaşmayıp, her
gece ay gibi bir taraftan doğdu.
857. Henüz uyanmadan, güneş doğmadan; her sabah yanıba-
şında hazır oldu.
858.0 güneş, gözünü açıp bakınca, karşısında yüzünü
ayna gibi tuttu.
859.
Bakışın gönül belâsı olduğunu
bildiği için, arada bir gözlerini gönlündekilere tercüman etti.
860.
Uykuyu terkedip, vaktinde hazır
oldu ve kavuşma anım bekleyerek “fırsatı kaçırmamak gerekir” dedi.
Züleyha’nın
Yûsuf u elde etmek için. Cennet misali bir saray
yaptırıp, baktığı her yerde kendisini görmesi için, evin her tarafına eşsiz
güzelliğini gösteren resimlerini asması ve Yûsuf'un da temiz yüzünü ve iffet
gözünü Züleyha'dan çevirdikçe o resimlere gözünün takılarak elinde olmadan
Züleyha'ya meyi etmesi
861.
Yûsuf, Züleyha’ya boyun eğmediği
için, o zülfü sihirli (Züleyha) hile yapıp, Ona tuzak kurdu.
862.
îleri görüşlülüğü ve düşüncesiyle
kaşları gibi tasvir edip, Havemak benzeri bir saray yaptırdı.
863.0 sarayın içini Nigaristan’a benzetmesi için, sihirli resimler yapan bir
Çin nakkaşı buldurdu.
864.
Yani o ay yüzlü (Züleyha)yü
tasvir etsin, zülfünü ve kaşlarım açık açık anlatsın diye.
865.
Sözün kısası, duvarlara ve zemine
yüzünün ay gibi güzelliğini hoş bir şekilde nakş ettirdi.
866.0 saçı misk kokulu, gösteriş meraklısı (Züleyha)nın
sarayda (resminin olmadığı) bir kıl ucu kadar yer kalmadı.
867.
Nakış ve resimlerin hepsi
tamamlanınca, o güzel baştan başa süs ve bezekle donandı.
868.
Züleyha sarayda yalnız
bırakılmasını emrederek; Yûsuf u saraya davet nezaketinde bulundu.
869.
Sabırsızlıkla gül gibi, yüzündeki
örtüyü açıp, sevgisini ortaya koydu.
870.
Kırmızı la‘l gibi hurma (ağız)dan
bal akıtıp, şeker dudağından tatlı sözler söyleyerek...
871.
Bazan ona karşı olan aşkım
anlatıp, bazan ayrılığından şikayet ederek...
872.
Saygıyla nazlı nazlı maksadını
söyleyip, bin türlü nazla yalvarmağa başladı.
873.
Yûsuf onun sözlerine baş eğmeyip,
nergis gibi gözlerini gül yüzüne çevirmemesine rağmen...
874.
Yüzünü her tarafa lutf ile
çevirdikçe, Onun kaşı ve gözünü görüp isteği artardı.
875.
Ne var ki, göz insanın belâsıdır.
Âşığın korkusu çoğunlukla gözündendir
876.0 zülf ve benler peşpeşe sıralandığı için, göz
aynasının hâlini bildirdi.
877.
Hareminin ipini düğümledi, sabır
eşyasını darmadağın etti.
878.
Şeker gibi dudağından tat almaya
ve Hızır gibi can çeşmesinden bade içmeğe niyetlendi.
879.
Ancak Ona gaibten bir bürhan
geldi ve Allah’ın himayesi Hızır gibi yetişti.
880.
İffet suyuyla çehresini yıkayıp,
elini korkuyla o sofradan çekti.
Absâl'ın her
gün ay gibi olgun ve benzersiz güzelliğini bir şekilde sunarak, binlerce hile
ve hayal ile Salâmân'ın gönlünü alması.
881.
Gerçi Salâmân’ın daima kusursuz
bir insan olması, aklının dürüstlükle çalışması sayesindeydi.
882.
Ancak Absâl’m oyunları, başı dinç
ve rahatken; Onu ağlattı.
883.
Kaşlarından takati kesildi, zülfü
gönlünü çok fazla kırdı.
884.
Saçlarının dağınıklığı sabnm da
darmadağın; kirpikleri, yerini gül gibi diken etti.
885.
Nergis gözü, gözünden uykusunu
giderdi. Sünbül saçı, gönül aydınlığım kararttı.
886.
Yanağı, gözyaşlarını gül
kırmızısına çevirdi. Ağzının düşüncesi, hayatı (kendine) dar etti.
887.
Yaban gülü yaprağım andıran
yüzündeki siyah ben; Onu lâle gibi harab etti.
888.
Bal gibi tatlı sözleri, sürekli
zevk verip; tatlı gülümsemesi, damağım acılaştırdı.
889.
Yanakları canına ateş bıraktı.
Dudaklarından kanma coşku geldi.
890.
Can kuşu, selvi boyuna gönül
verip; kavuşma arzusuyla su gibi çağladı.
891.
Beline sarılmayı hayal etmekten,
bedeninde bir kıl kadar kuvvet kalmadı.
892.0’nun aşkının harareti, canını güneş gibi edip;
fikri, cilveli yürüyüşüne gölge gibi düştü.
893.
Bu hallerden kurtularak ad ve ün
şişesine taş vurup kırmak istedi.
894.
Ancak bir süre durup, son kararım
verdi. Can ve gönül aynasını kadeh yaptı.
895.
Kendi kendine “Bu içkiden tat
alırsam, iffet kadehi canıma haram olur.
896.
Ansızın aynlık yetişip saki olur.
Can ve gönülde dert ile gam ebedî olur.
897.
Hasret ateşine yanıp mum gibi
olurum, yücelik ve devletten mahrum olurum” dedi.
898.
Şeref insana kalıcı değildir.
Akıl sahibi kişi onu arzu etmez.
Tuzlu deniz
kenarında güçsüz kuvvetsiz, zevk ve safadan uzak kör bir kargaya Havasıl isimli
bir kuşun kursağından tatlı su içirmek istediğinde, karganın bunu kabul
etmeyip, söylenmesi.
899.
Meğer kör bir karga, tuzlu deniz
sahilini kendine yer edinmişti.
900.0 tuzlu deniz suyu daima onun kısmeti olup, hiç bir
zaman şeker ve akideyi görmek istemezdi.
901.
Aniden Havasıl isimli kuş ona
acıyıp, ikramda bulunmak ister.
902.
Başına, merhametinden dolayı bir
bulut gibi, devlet gölgesinden hoş bir kırıntı salıp...
903.
“Ey safadan uzak (karga)! Beri
gel. Sana kursağımdaki tatlı sudan içireyim.
904.
Sana o ekşi yüzlülüğün kahır
zehri (artık) yeterlidir. Kursağımın tatlı suyu coştu, gel kana kana iç” dedi.
905.
Karga: “Ey ikbal kanath kuş! O
ikbal kanadının bana vebal olmasından korkarım.
906.0 tatlı suyu içip safa bulduğumda, kötü talih ve
vefasız devir...
907.
Kadehi zehir ile doldurup tekrar
sunar. O zaman bu tatlı suyu hatırlayıp, kederlenirim.
908.
Göğüs kafesim bu güçle coşar, bir
daha o deniz suyunun zehrini içmek istemem.
909.
Canım, artık deniz gibi dudağı
kurumuş olup, orta yerde yorgunluk içinde kalır.
910.
En iyisi ben o şarabm mahmuru
olmadan bu tuzlu suyu hoş göreyim” dedi.
Salâmân'ın bir
gece sarayın damında içkili eğlence düzenlemesi ve sarhoş olup uykuya tutulmuşken
Absâl'ın bu durumu fırsat bilerek bir hırsız gibi Salâmân'ın odasına girmesi ve
sabaha kadar birbirlerine sevgilerini gösterip, muratlarına ermeleri.
911.
Salâmân, Absâl’a meyledince;
gününü hafta, ayını yıl eyledi.
912.
Mum gibi yanıp, yakılarak; gönül
kederinden sırlar keşfetti.
913.
Absâl’m o ay yüzlü (Salâmân)nün
de kendi aşkı ile yandığına şüphesi kalmadı.
914.
Eski sevgisi ay gibi tazelendi.
“Bana ikbal ve devlet yâr oldu” dedi.
915.0 ay yüzlü ile yalnız kalmanın yolunu bulmak için
fırsat kolluyordu.
916.
Gönül, dudaklarından nasip almak
ve canım muradına kavuşturmak istiyordu.
917.
Kadir gecesine denk öylesine
mutlu bir geceydi ki; Dolunay, yıldızlar içinde sanki saadet sahibi bir
sadrazamdı.
918.
Şeref vasıtaları, mutluluk
eyvanım feth ederek, bir araya toplamıştı.
919.
Ok keder yayında dertsiz, yazdığı
yıldız ilmi ve büyüydü.
920.
Zühre, elinde çeng ve kanun ile
durmaksızın işretin devamını sağlıyordu.
921.
Güneş, saklandığı yerden ufaklara
yükselip, aydınlık ve parlaklık vermek için izin isterdi.
922.
Kahraman Merih (gezegeni) kılıcına dayanmış, savaş için hazır
bekliyordu.
923.
Talih, uğursuzluktan annmış;
Müşteri, istekle hararetli bir pazarhk içindeydi.
924.
Zühal Yıldızı, kavuşmak için gece
miskinden tütsü yaparak nurdan tılsım okurdu.
925.0 gece akl-ı selim sahibi Salâmân, dostlarıyla
saraym damında çok fazla yiyip içip, eğlendi.
926.
Bade, gül renkli yüzüne aydınlık
vermiş, nergis gözlerini uyku sarhoşluğu sarmıştı.
927.
Gönül, Absâl’a kavuşma hayahyle
ve bu durumdan habersizce tek başma yatarak...
928.
Can, şaşkınlıktan ne yapacağım
bilmeyip, gözlerini gaflet uykusu almıştı.
929.
Absâl fırsatı yakaladığını
görünce ayağa kalkıp, gönlündeki niyeti uygulamaya koydu.
930.
Hırsız gibi Salâmân’m odasına
girip, yüzünü ayağına rindâne bir eda ile sürdü.
931.
Murad okunu yayma yerleştirirken,
o servinin ayağına gölge gibi düştü.
932.
Gam dikeninden bülbül gibi
inleyip, gül ayağım öpücüklerle ıslattı.
933.
Gözyaşını ırmak edip, coştu ve
kollarım açıp ayaklama sanldı.
934.
Nergis gibi gözlerinden kanlı
gözyaşları döktü ve servinin altmda lâleler bitirdi.
935.
Salâmân şeh, bu sırdan haberdar
olup, merhamet elini ona uzattı.
936.
Gönül sevgisi, kam gibi coştu ve
onu cam gibi bağnna çekti.
937.
Kolunu halka, ayak baldırım kemer
yapıp; istekle birbirlerini kucakladılar.
938.
Her ikisi de coşku ve istekle can
çeşmesinden bade içtiler.
939.
Öpücük kucaklaşmanın kılavuzu olduğu
için, işe öpüşmeyle başladılar.
940.
Dudaklarım birbirlerine o kadar
dokundurdular ki mutluluk kadehleri dopdolu oldu.
941.
Birbiri ardınca içilen badeyle
hararetleri artınca, aradaki utanma perdesini kaldırdılar.
942.
Gizlilik düğümü çözüldüğü için,
en kıymetli şey olan can nakdi ayan beyan ortaya çıktı.
943.0 iki dal (beden)
lâm ve elif harfi gibi birbirlerine sarılıp, birleşme anma örnek oldular.
944.
Sütle şeker birbirine karışıp, ta
seher vaktine kadar tatlı bir uykuya daldılar.
Gönül
sevindiren kutlu ve mübarek vuslat gecesinin sabahında; Salâmân'ın tatlı
uykudan güneş gibi başını yukarı kaldırması ve yine Absâl ile yalnız başına
eğlence meclisine oturması.
945.
Misk örtülü gece güzeli, seher
vakti yıldızlan gözüne uyanıklık sürmesi çekince...
946.
Dünyanın yüzünü nur ve aydınlıkla
yıkadı. Bu su ile âlemin gözünü açtı.
947.
Salâmân geceki uykusuzluğundan
gözleri mahmur bir halde, muradına ermiş olarak yerinden kalktı.
948.
Gözü, şarabm lezzetinden sarhoş
ve sersem; gönlü, gül sohbetinden diken diken -dili, gül sohbetinden parça
parça- olduğu halde...
949.0 mahmurluğu giderip ferahlamak için; sevgilinin
la’l gibi dudağından şarap içmek istedi.
950.
Bazan öpücüklerle yanağından gül
topladı; bazan kibar bir şekilde dudağından şarap içti...
951.
Bazan sine gül bağım dolaştı,
bazan can çadrunı kendine yatak edindi...
952.
Bazan saf dudağın billur
kadehinden içip göbek sahnesini dolaştı...
953.
Bazan kavuşma dalma uçtu, bazan
aşağıdaki bağı seyretti.
954.
Cana kavuşma iksiri yol bulup
altın gibi değerli nice su döktü.
955.
îki vücut bir yakadan baş
çıkarınca gömlek sanki iki yüz burcu idi.
956.
Sevgilinin kırmızı dudağından her
zaman murad alıp, bu âleme gece-gündüz durmaksızın devam etti.
957.
Ayrılık arımda kendinden geçmiş
olmasaydı, sevgilinin dudak şarabı canının gıdasıydı.
958.
Gündüz oluşturulub, akşam
karanlığı bastırınca dağılan nice geceler!
959.
Akşam vaktinde çalınan nice
devlet davulu sabah olmadan susar.
960.
Dünya fırsatının nadir olarak
yakalanması şaşılacak şeydir. Yaşamak, adeta uyku ve hayalden ibarettir.
Bir gün
Halife'nin davetine gidip, sofrasında hazır bulunan Arab'ın: "Ne güzel bir
sofra, ben bundan sonra her gün buraya geleyim" sözü üzerine Halife:
"Ya kapıcılar sana müsaade etmezlerse ve sofraya oturamazsan" diye
cevap verince Arab'ın: "Ben mutlaka gelirim, fakat siz müsaade vermezseniz
kabahat bende değil sizde olur" demesi.
961.
Şehre gitmeye niyetlenen bir
köylü, bir dergâhta çok sayıda eğlence ve meclisin olduğunu gördü.
962.
Sofraların ortasında çeşit çeşit
yemekleri orada bulunan alt tabakadan, üst tabakadan herkes yağma sofrası gibi
yerler.
963. Sofrada
kuzu ve sülün kebaplan; bal, gül suyu, tatlı ve şarap vardı.
964. Yığın
yığın daneler (pilav) harman (gibi) olmuş; kadehler, sağdan soldan gelip
gitmekte!
965. Parmak
gibi çörekler ellerini süslemiş; şeker gibi tatlı börekler avcunu yummuştu.
966. Memuniyye
tathlar yumruğunu döğmüş; zülbiyye (çörekler korkudan siper tutmuşlardı.
967. Levzine
(badem ezmesi), gizlice zerdeye göz kırparak; şekeri perverde’yi ayıplardı.
968. Paluzelerin
üzeri çok parlak ve yağh olduğundan; dişlerin çiğnemesine bile gerek
kalmadan...
969. Aniden
dilden bir tokat yetişir ve menzili göbek evi (mide) olurdu.
970.0 zavalh, garip köylü; nimetlerin gerçekten her
tarafa saçılmış olduğunu gördü.
971. Ve bir sinek gibi iradesini yitirip, hiç kimseye
aldırmadan sofraya oturarak..
972.0 yemeklerden yemeğe başladığım, bildiğin gibi söylemeye
gerek bile yok.
973. “Bu
makam ne hoş bir misafirhanedir? Ben burayı her sabah ve akşam kendime menzil
edineyim” dedi.
974. Sofra
amiri ona güzellikle: “Talih her gün bu mertebeye klavuz olmaz.
975. Şans
bir daha senden yana olmaz, yann tekrar geldiğinde, belki sana müsaade
etmeyecekler...
976. Onun
için şimdi bu nimetleri bulmuşken hepsinden bol bol ye. Yoksa buraya gelip boş
yere zahmet etme, emeğine yazık olur” dedi.
977. Köylü:
“Ey cömert insan! Bu Cennet bağına yann geldiğimde...
978. Girmemi
yasaklayıp bana izin vermezsen; o zaman kabahat senden olur.
979. Sen
ister reddet, ister kabul et! Ben gönlü bezginde kabahat olmayacaktır” dedi.
Bilge Kişi ve
Padişah'ın Salâmân ile Absâl'ın
hallerinden haberdar olup, Salâmân'a nasihat
etmeye ve tedbir almaya karar vermeleri.
980. Salâmân
Absâl ile dost olduktan sonra, işleri gece gündüz eğlenmek oldu.
981. Elbette
ki Şehzâde hem hizmetten uzaklaştı, hem de Bilgin’in sohbetinden huzursuz oldu.
982. Padişahla
Bilgin Onu bir iki gün göremeyince; üzüntüsünden kalpleri kırıldı.
983. Sonunda
bulunan ipuçları, Şehzade’nin gönlünü Absâl’a kaptırdığım gösterdi.
984. Mumlu
fitilin yanıp yakılması fitneci olduğundan; mahremiyetlerinden sırlar
keşfettiler.
985. İkisi
de hayret içerisinde kalıp parmaklarım ısırdılar ve O’nu ıslah etmeyi düşünüp,
tedbir aldılar.
986. Sonunda
O’na öğüt vermeye karar verdiler. Çünki öğütten daha iyi bir şey yoktur.
987. Bilgili
insanın öğütleri; eksiği tam, düşkünü de mutlu eder.
988. Bilgili
insanın öğütleri; her gönlü canlandım, her zorluğu da çözümler.
989. îş
pergeli öğüt noktası üzerindedir. Bilgin için nasihat ve insanlarla iyi
geçinmek hareket noktasıdır.
990. Öğüt
binasının miman peygamberler olduğu için din sarayı yücelmiştir.
991.
Kim o tören ve dinden bahsetse,
Hak yoluna öğütle ayak basar.
İyiliksever
padişahın Salâmân'a güzel muamele,
mertlik, (cömertlik, soy temizliği) ve baba (ata)
sevgisi hakkında nasihatta bulunması.
992. Padişah’ın
üzüntüden canına ateş düştüğü için, oğlunu yalnız olarak yanına çağırdı.
993. Yüreği
yanarak: “Ey babasının cam! Sen babanın eyvanında ışık saçan meclis mumusun.
994. Ömrümün
en değerli varlığı senin cevherindir. Başıma Hak gölgesi senin zatındır.
995. İkbal
gözümün meşalesi, istek arsamın gül bahçesisin.
996.
Gönül bülbülü, sen gibi bir gülü
buluncaya kadar, gam dikeninden gonca gibi kanlarla yıkandı.
997. Gözlerim,
sen gibi bir cevheri ortaya çıkarana dek nisan bulutu gibi yaşlar döktü.
998. Senin
sevginle tacım felek gibi devamlıdır. Senin derdin ayakta kalmama dayanaktır.
999. Öğüncüm
(şerefim) iken canıma utanç ateşini koyma. Lutf et de yüz suyumu (şerefimi)
yerle bir etme.”
1000.
Devlet tacından başını çevirme,
çektiğim sıkıntıları hiçe sayma.
1001.
Servi gibi her arzun için yanş
etme. Gül misali yüz suyunu boş yere dökme.
1002.
Nergis gibi gözünü uykudan aç,
canım çalı çırpı gibi ateşte yakma.
1003.
İzzetinin tahtına tekme vurma ki
sonra parmak ısıranlardan olmayasm.
1004.
Vefasız sevgiliyle olan ilgini
kes ve gönül bağlayan güzelini Allah sevgisi eyle.
1005. Her
hilâl kaşlıya gönlünü kaptırma, pazıma kuvvet verip yay gibi tut.
1006.
Her büyücü gözlüden sıkıntı
çekme. Sen erkek aslansın, ceylan avla.
1007.
Gamzesinin okundan bir köşeye
çekilme! İşte kılıç ve ok hazır, onunla savaş.
1008.
O zülüf ve çene çukuruna âşık
olma. Var git devletle guy u çevgan (oynunu) oyna.
1009.
Gönlün neden ağzından dar olsun?
Bülbülün goncasını söyletmek gerekir.
1010.
La‘l gibi kırmızı dudağı senin
bağnm niçin kan eyler?
Hızır gönüllüsün,
ab-ı hayat çeşmesi şenindir.
1011. Kırıntıların
o diş araşma geçmesine ne gerek var? Nazım, yaratılış denizine iş olsun.
1012.
Gözün kararınca (iradeni
yitirince) o misk kokulu bene tutulma; Hüma gibi yükseklerde uçan zaten o bene
inmez.
1013.
Gönle ferahlık sunan yanak canını
yakmasın. Dünya yakan güneş gibi olman gerekir.
1014.
Hile yapıp o sevgilinin gönlünü
kapmak neden? Sen güneşken o aya tapmak neden?
1015.
Su gibi ayağa düşüp yüz sürme. O
taze fidan ise sen de gönül çeken servisin.
1016.
Yiğit olan kişi, kadına karşı
asla zayıf olmaz. Bilgin olan kişi hiç yelkesene uyar mı?
1017.
Her güçsüz avcıya av olma! Canın
azat iken köle etme.
1018.
Eğer sen bu arzudan vaz
geçmezsen; ben bu elemden ciğeri kanlı olurum.
1019.
Senin derdinle incinmeyi bana
reva görme; feryat figanlarımdan sana hayır gelmez.”
Meyve toplamak
ve nefsinin arzularını karşılamak için bağa girip bir meyve ağacına çıkarak bir
miktar meyve toplayan aç gözlü sefihin, bu işin çok zahmetli olduğunu görünce,
ağacı baltayla gövdesinden kesip dalları başaşağı getirmesi ve bağrının mevye
gibi kan dolması.
1020.
Maymun iştahlı birisi, bağı
seyrederken bağda meyve yüklü bir ağaç gördü.
1021.
Cam yiyecek ve azık istediği
için; o ağaca merdiven kurup üstüne çıktı.
1022. Tüm
gayretine rağmen meyvelere ulaşamayınca, dalı kesmek için keskin kılıcım çekti.
1023. Dalların
üzerine çıkıp, balta salladı ve sonra o serseri kişi ağacı gövdesinden kesti.
1024.
O dal ile başaşağı düşüp, gam
çubuğunu yiyerek, bağrım kan doldurdu.
1025.
Kim o dalı ağaç üzerinde görürse,
şüphesiz bu meyveden vazgeçer.
Salâmân'ın Padişah'a
isteği dışında, mecburiyetten
özür dileyerek cevap vermesi.
1026.
Salâmân Padişah’ın öğütlerini
dinlediği için; yaratılışındaki inci doğuran deniz coştu.
1027.
“Ey Şah! İşlediğim suç ile
huzurunda baş eğen utangaç bir köleyim.
1028.
Yüksekteki felek bile ayağına baş
indirir. Dünyayı süsleyen fikirlerini takdir ediyorum.
1029.
Himmetin, fikirlerin gibi
yücedir. Her ne söylersen canla başla hizmetindeyim.
1030. Her
ne emrettinse candan kabul ettim, fakat gönlüm sabırsızlıktan bezgin bir
halde...
1031. Bu
hâk birçok kez düşündüm ve bu isteklerden tamamıyla vaz geçtim.
1032. Fakat
o gül yanaklıyı hatırladığımda yine bülbül gibi feryat ediyorum.
1033. Güzel
yüzüne bir kez baktığımda , tüm düşüncelerim alt üst oluyor.
1034. O
gönlün beğendiği güzelin yüzüne öylesine dalmışım ki; kulağıma ne nasihat, ne
de öğüt girer.
1035. İşim
gücüm, tilki yavrusunun hâli gibi dert çekmek ve ah etmektir” dedi.
Bir tilkinin
yavrusuna hoş bir hitab ile nasihat etmesi ve onun da özür dileyip, dürüstçe
cevap vermesi
1036. Ana
tilki bir gün yavrusuna nasihat ederek: “Ey gönlümün beğendiği! Bağa girdiğin
zaman...
1037. Meyve
hırsından şuurunu kaybetme. Köpeğin hayalini sakın aklından çıkarma.
1038. Bağda
çok meyve yeme, aksi takdirde kaçma anında köpeğin pençesi kuyruğuna yetişir”
dedi.
1039. Yavru
tilki: “Anneciğim! Meyveleri görünce bu endişeyi bana kim hatırlatır?
1040. Üzüm
fikri beni öylesine kendimden geçiriyor ki gönlüme erkek aslanın korkusu bile
düşmez” dedi.
Akıllı Bilgin'in
Salâmân'a önce insan yaratılışından bahsederek, ibret dolu hikmetli sözlerle
nasihat etmesi
1041. Padişah,
Salâmân’a öğüt verip susunca; keskin zekâlı Bilgin, hoş bir şekilde coştu:
1042. “Ey
eski bağın yeni yetişmiş meyvesi! ‘Kün’ Kalemi’nin yaptığı benzersiz nakış!
1043.
Yedi yıldızla, dört unsurun
defterinin harf okuyanı sensin! Gece ve gündüz sahifesinin hatlarını bilen
sensin!
1044.
Senin yüzün, âlem mecmuasının bir
nüshası; özün de insanlık hâzinesinin bekçisidir!
1045.
Kıymetli incini katır boncuğu
gibi kırma. Tek incinin yeri, sultanın baştacıdır.
1046.
Mizacındaki hikmet incisi
yaratılıştandır. Yüzünün güzelliği Cennet bağının parlaklığı gibidir.
1047.
Gönül aynam, suret nakışlarından
temizleyerek göğsünü manaların parladığı çıkış yeri yap.
1048. Bağnn
Hakk’ın nuruyla dolsun, can kutun marifetten inci dolsun.
1049. Can
yakasım nefs eline vererek; yüreğini şehvet ateşiyle niçin yakmaktasın?
1050.
Suret güzeli nedir ki? Utançla,
ayıpla dopdolu bir tasvir. Şehvet alçaklığı ona etek, hile de ceptir.
1051.
Temiz olan eteğini kirletme; adın
mert iken, alçağa çevirme.
1052.
Vücuttaki meni, cana can katan
maya; canının can binicisine hızlı bir attır.
1053.
Onu gam yolunda kör ve topal
yürütme, çünkü bineğin olmadan bir yola giremezsin.
1054.
Sen mekânsız bir doğan kuşusun,
gözünü aç! Ne yazık ki kendini anlayamamışsın.
1055. Hakk’ın
pençesi, tacının kubbesidir; miracının en aşağı rütbesi arştır.
1056. Senin
gezinmen yanında feleğin rüzgâr ayağı topal kalır. Uçuşun gökteki kuşlan
şaşırtır.
1057. Sevginle
gönül kuşunun kanadı yanmış; aşkın ile can habercisi yola düşmüştür.
1058. Sen
Hüma kuşu gibi Hakk’ın gölgesisin. Bu sebeple kutsal kuşlarla dostluk kur.
1059. Boz
güvercin gibi kümes hayvanı olma. Menzilini anka kuşu gibi Kaf Dağı eyle.
1060. Akbaba
gibi her mundara heves etme; ibibik gibi pis, kirli yuvalı olma.
1061. Kaknus
gibi şehvet ateşine yatma; Tavus gibi süs, nakış esiri olma.
1062. Karga
gibi leşi kendine yar edinme. Zira güneş, bulut olmadan gölgelenmez.
1063. Boy
bosunu, kanadım kendine himmet merdiveni yap ve başlangıç ve son hâlini idrak eyle.
1064. Nefs
arzusuyla yanan ateşini parlatmak için karıştırıp; nefis düşüncesiyle su ve
toprağa (çamura) düşme.
1065. Aşağılık
olanı bir tarafa bırak; yüce olana doğru uç; can perdesini yeni baştan aç”
dedi.
Bir Hüma Kuşu'nun
Horoz'a haklı itirazı ve
Horoz'un geçerli özürü.
1066. Mutlu
bir hüma, etrafi seyrederken; küllük içinde ağlayıp sızlamakta olan bir horoz
gördü.”
1067. Cübbe,
taç, hırka sahibi ve gürültü yapmakla, lâkin kendisi gübre içindeydi ve bir
şeyler araştırmaktaydı.
1068. Hüma:
“Ey gece gündüz namaz vaktinden haberdar olan taç sahibi mağrur (horoz)!
1069. Sen
ki bu sebeple namaz vakitlerini haber vermeklesin. Sana lâyık mekân Sidre Ağacı
gibi yüce olmalıdır.
1070. Senin
tekbirin ufaklan uyanr. Bu sebeple yerin feleğin en üstü olması gerekir.
1071. Gırtlağından
çıkan ses çinkodan ney gibi inlemekledir. Kanatlarındaki tüyler musikâr kuşuna
benzemekledir.
1072. Melek
teşbih (sübhanallah) ve tehlilini (la ila-he illallah) tekrar edince, dokuz
felek gülbang ile dolup taşar.
1073. Şimdi
bunca lutf ve kazanç içinde olmana rağ-men neden pençe ve gaganla yerleri
kazmaktasın?
1074. Etrafına
bir bölük kadın (tavuk) toplamışsın, her zaman çöplüklerde dolaşıyorsun.”
1075.
Horoz: “Evvelden benim mertebem
felek gibi yüceydi. Göğün kubbesini yuva edinmiş şehbaz (doğan) idim...
1076.
Benim göründüğüm yer Cennet idi.
Yiyecek (dan)im Cennet incirindendi...
1077.
Arkadaşım gece gündüz arş
horozuydu. Sinemin tombulluğu sanki feleğin büyük davulu (gibi) idi...
1078.
Ah! Dert ve ızdırabım anlatmakla
bitmez. Nefse ve şehvete düşkünlüğüm yerimi çöplük etti” dedi.
1079.
Nefsine esir olanın yeri hapisane
olur; aklına uyan ise Cennet ehli olur.
Salâmân'ın
Bilgin'e "Bir işi yapan, gücü nisbetinde
onu yapmıştır; gücü yeten ise (o işi) yapmadan
yapmış gibidir" diye cevap vermesi.
1080.
Salâmân bu sözleri dinleyince,
aslını hatırlayıp ney gibi inledi.
1081.
“Ey ilim sahibi bilgin! Senin
görüşlerin hikmet erbabına kılavuzdur.
1082.
Eflâtun gibi yüzlercesi senin sözlerini tekrar edip;
nefesin, binlerce Aristo’yu sana talebe yapsm.
1083.
“Ey vefalı insan! Sen bugünün
İbn-i Sinâ’sısın. Bütün işaretlerin şifa kanunu dolu.”
1084.
Senin fikirlerin her yerde yapıcı
olur. Akl-ı evvel huzurunda
ancak ikinci olur.
1085.
Akıllar, zatının nuru ile
çoğalmış, sinenin mahzeninde hüzünlenmiştir.
1086.
Beyanların her zaman irfan
gibidir, sözlerin şüphesiz hikmet simdir.
1087.
Bu hal senin makamına güneş gibi
aydınlık verir. İnsan, bir işi gücünün yettiği nisbette yapar.
1088.
Ben ki bu dergâhta; gönülsüz,
akılsız, ayaksız ve başsız hakir bir köleyim.
1089.
Zoraki düşünceler canıma galip
gelip, aşk yolunda sabır ayağı kırılmaktadır.
1090.
Çünkü kabiliyet meydana çıkmamış
olur. O halde benim sabnm ne zaman makbul olur.
1091.
Aşk ipiyle canın eli kolu
bağlanmış hayret vadisinde gönül ayağı kırılmıştır.
1092.
Ey hoş fikirli (insan)! Bana bu
denizden elsiz ve ayaksız bir halde yüzerek geç dersin.” dedi.
El ve ayağı;
çolaklık, zayıflık ve eziyetten çalışmaz
durumda olan bir ihtiyar, kendini sele kaptırınca; "Ey
ihtiyar elini bana uzat" diyen şahsa cevabı
1093.
Çolak bir ihtiyar; dert ve
sıkıntı içerisinde su kenarında işsiz güçsüz yatarken...
1094.
Canı gaflet uykusuna aldanıp,
belâ selinin girdabına kendini kaptırır.
1095.
Oradan geçmekte olan bir yiğit
onu görünce: “Ey gönlü yarah! Elini bana uzat” diye seslenir.
1096.
İhtiyar: “Eğer benim elimde güç
kuvvet ol-saydı; böyle suya baüp çıkan güçsüz bir ihtiyar olmazdım.”
1097.
Çünkü el ve ayağımda güç kuvvet
yoktur. Can ve bedenim elbette bu yüzden şaşkındır” dedi.
Salâmân'ın Şah
ile Bilgin'in kınamasından bıkıp,
Absâl ile birlikte ülkeden kaçması ve gurbeti tercih
etmesi
1098.
Aşkla gönlü bağlanmış her hangi
bir canın el ve ayağı zorla kırılmıştır.
1099.
Ona ermişlerin nasihati fayda
etmez; akıl ve bilgi de engel olmaz.
1100.
Binlerce kınamadan ona usanç
gelmez. Belki de günden güne daha perişan bir hâle düşer.
1101.
Aşk nerde olursa kınama ve
ayıplama da orada yardır. Selâmet yılan, aşk da panzehirdir.
1102.
Aşk, dünyayı aydınlatan bir
güneştir. Onun nuru ateş, ateşi de felek yakandır.
1103.
Aşk, uçsuz bucaksız bir kan
denizidir. Şiddetli çekiştirme rüzgârı onu dalgalandırır.
1104.
Aşk, ateştir; kınama ise ona
rüzgârdır. “Kimde bu ateş yoksa o kişi yok olsun.”
1105.
O her zaman sert (soğuk) rüzgâr
(nefes)la ısınır, gam ve dert ile sineleri yakar.
1106.
O bir ejderhadır, tahrik etmeye
çahşma. Onu kim kımıldatırsa o istek daha da şiddetlenir.
1107.
Salâmân’ın hâli tüm dünyada
duyulduğu için, yürek parçalayan bu nasihat gönlünü kararttı.
1108.
Selâmet şişesi taşa çarpıp
kırıldı, melâmet sanalı canda okundu.
1109.
Duyduğu acı sözler feryatlarım
artırdı, ölçüsüzce yap- lığı her sövme bağnm kan eyledi.
1110.
Gam, tatlılık meşrebini
acılaştırdı, elem, yaşam parlaklığını soldurdu.
1111.
Gönül melâmet okuna hedef oldu,
can da selâmet okunu zar gibi kapladı.
1112.
Dert ve belâ birken bin oldu.
Dert ve gamın bulanıklığı gönül kadehini kapladı.
1113.
Gerçi sevgisi sona ermedi ancak
mihnet, dolunayım hilâle çevirdi.
1114.
Kötü bakıştan ay gibi cam
eksilir; sevgisini gam bulutu edip nurunu tüketir.
1115.
Gönlünü bu gamın düşüncesi
kapladı; İşi gücü, gece gündüz bunu düşünmek ve şaşkınlık oldu.
1116.
Mum gibi halini bu gazel ile dile
getirip; candan yanık yanık ağlardı.
1117.
1 Gam, yakamı tutar; bir yandan
zülfiinü ayağıma dolar.
Dünya
bir yana olsa, eteğini (asla) elden bırakmam.
1118.
2 Gözyaşından mahvolsam da, kurtulsam
da razıydım.
Yazık
ki bu deniz beni ahp bir kenara çıkarmadı.
1119.
3 Zülfiinün karışıklığını mı,
dudağının açışım mı söyle-
yim.
Canda safra bir yana, başımda sevda bir yana.
1120.
4 Orta yerde hayret çarmıhı olup
kalmışım. Düşmanın
ayıplaması
bir yana, dostların çekiştirmesi bir yana.
1121.
5 Düşmanlar bir yana, fırsat el
uzatıp bir sevgilim ol
saydı;
saçm bin ayağa dolaşsa, gamım başa ulaştırırdım.
1122.
6 Ey güzel selvi! Eğer bülbülün
nevasını gül gibi din
lemek
istersen gel seninle birlikte o yana gidelim.
1123.
7 Gam okun canımı almak için
mübaşirliğe yeterlidir.
(Bu
durumda) sıkışıp söz söyleyen ecel ne yapabilir?
1124.
Gönlünü bu şiirle tamamen
inletip; sabah akşam bu işin sonunun ne olacağım düşünürdü.
1125.
Sevdiğinin derdiyle ne yapacağım
bilmez bir halde gönlüne ağyann sıkıntısı dolmuştu.
1126.
Bu işi nasıl halledeceğini her
türlü düşündü ve sonunda firar etmeğe karar verdi.
1127.
Absâl ile gönülden sözleşerek;
aralarının açıl-masına fırsat vermeden, kaçmak için elverişli zamanı
beklediler.
Salâmân ve
Absâl'ın ay ve güneş misali süslü parlak
bir mahfeyi kendilerine menzil eyleyerek; felek
benzeri yüksek bir deveye Ülker Yıldızı gibi oturak
bağlayıp, karanlık bir gecede yola koyulmaları.
1128.
Felek, bir gün gecenin miskten
çadırından mahfe misali kara bir şal örtündü.
1129.
Ülker Yıldızı’nı felek devesine
zil gibi aslı ve derhal sıkıntılı yola koyuldu.
1130.
Karanlık şeytanı nurların yolunu
kesti; ay gibi parlak gönlü bu elemden kapkara oldu.
1131.
İnsanlık aleminden ses seda
kesildi. Çıngırak buna hayran olup feryat etmekten vazgeçti..
1132.
Gece, tuzak kurup yıldızlan tane
gibi döktü; kuş ve balıkların hepsi istirahata çekildi.
1133.
Kervanlar yolunu kaybetti;
çaresizler gam vadisine düştü.
1134.
Felekler ejderhası ateş ile
savaşıp; felek aslanı yıldızlardan panter oldu.
1135.
Koyun ve kurt ormanlarda gizlenip
kaldı; gece şeytanı ufuklara diş saydırmadı.
1136.
O iki sevgili, işte böyle bir
gecede ve kararsız bir halde memleketi terk edip...
1137.
Öğütçülerin sözlerine rağmen
kendilerine bir mahfeyi dinlenme yeri yaparak, yola çıktılar.
1138.
Onları yanyana uyurken gören; bir
kap içerisinde iki badem zannederdi.
1139.
Sevgiliyi arada bir rakip olmadan
kucakladığında; ev ne kadar dar olursa o kadar iyi olur.
1140.
Belki de gönül alan sevgiliyle,
kannca ve yılan gözü; Cennet bağı gibi sevinç yeri olur.
1141.
Ey şirin sözler söyleyen tulü Gül
bahçesi için-deki saray, bülbül için dikenden bir duvar olur.
Yusuf'un
güzelliğini görmesiyle, dar ve karanlık
zindanın Züleyha'ya cennet misali parlak, ferah bir
köşk ve gülbahçesi sahnesi olarak görünmesi.
1142.
Yusuf un yeri hapishane
olduğunda; Züleyha’nın ahın- dan dünya simsiyah oldu.
1143.
Alem Züleyha’nın gözüne dar ve
karanlık göründü ve elinde olmadan zindana gitmeğe karar verdi.
1144.
Sevgilinin yüzünden sevinç
mutluluk temin etti ve o gam yeri, bir huzur sahnesi oldu.
1145.
Züleyha’ya, “Senin gibi cilveli
narin birisinin suçlular gibi zindanda oturması uygun mudur?” dediler.
1146.
Züleyha: “O gül yüzlü sevgili
bana burada misafir olduğundan; bu zindan benim için bir gülbahçesidir.”
1147.
O sevgilinin bulunduğu bu zindan,
benim için Cennet bahçesindeki saray gibidir” dedi.
1148.
Gülsüz bahçe, bülbülün zindanıdır;
sevgilinin derdi, canların dermanıdır.
1149.
Aynlık günü, ay ve güneş gönüle
bir yaradır fakat sevgiliye kavuşunca, yaranın üstü iyileşir.
1150.
Yar olmayınca âşığa gülbahçesi
gam dikenidir; sevgilinin yüzü olmayınca Cennet cehennem ateşidir.
Salâmân ile Absâl'ın
gam bulutu gibi çok yüksek
bir dağa ulaşıp, binlerce dert ve sıkıntıyla dağın
tepesine çıkmaları.
1151.
O iki sevgili, ay ve güneş gibi
olduklarından; bir hafta gece gündüz yol aldılar.
1152.
Ansızın karşılarına, feleğin
yüceliklerine merdiven olmuş bir dağ çıktı.
1153.
Düşünce gözü gibi yolu daralırken
vehmin ayağı geçit yerinde topal kalır.
1154.
Öyle bir dağ ki ejderha gibi
feleğe baş uzatmış! Çehresi dev misali nursuz ve mat!
1155.
Başı üzerindeki siyah buluttan
çadır, ejder yelesi ya da gecelik külah gibi!
1156.
Her taş kule, dağ tepesi sanki
şeytan başı! Yaklaştıkça daha da büyüyüp, felekle savaşmakta!
1157.
Kim onun tepesine çıkmak isterse;
yılan gibi kamım ayak etmek zorundadır!
1158.
Kim tepesinden aşağı inmeğe
kalkışırsa; o, sel gibi yüzü üstüne yere) iner!
1159.
Sözün kısası başlarım yukan kaldıran
o iki sevgili; dağa doğru büyük bir istekle yöneldiler.
1160.
El ve ayaklan kan, ter içinde
kalarak, binlerce güçlük ve sıkıntıyla, dağın tepesine çıktılar.
1161.
îkisi de birbirlerinin aşkından
öylesine sarhoş olmuşlardı ki, Kaf Dağı’na dahi erişseler bizden aşağıda
derlerdi.
1162.
Dağın tepesine güneş gibi bir
sancak diktikleri için, orda elemden uzak yaşadılar.
1163.
Gönülleri tüm kaygı ve tasadan
uzak ferahlık bulup, ya- şantılanyla dağın üstünü bağ yaptılar.
1164. O
yeri feleğe arkadaş gördüklerinden, ay ve güneş gibi yaşamlarına esas tuttular.
1165. Dağın
tepesinden alemi seyrettiler. Yani yiyip, içip keyfetmeğe baştan başladılar.
1166. Kavuşma
vakti geldiğinde can ve gönlü bir ettiler. O gün orda gece uyumayıp eğlendiler.
1167. Mutluluk
menzilinde mehtab sefası yapıp, sabaha dek uyku sarhoşu oldular.
Salâmân ile
Absâl'ın rehbersiz olarak bir vadiye inip; yüzlerce sıkıntı ve dehşet, binlerce
gam ve vahşet ile karşılaşmaları.
1168. Güneş
Kaf Dağı’ndan kaş gösterdiği için, karanlık devi yakasıyla başım örttü.
1169. Sabah,
Cebrai1 gibi nefesini üfledi. Sonra gece Meryem’inden Mesiha doğdu.
1170. Alemin
yüzü aydınlanarak gülümsedi. Her sevgili etrafı sevgilisiyle birlikle seyretti.
1171. O
iki sevgili, kavuşma badesinden başlan sarhoş ve sersem bir halde uykudan
uyandı.
1172. Can
ve gönül, meşakkatli yoldan hasta (bir halde), o dağın tepesinden aşağı inmeğe
başladılar.
1173. Her
taş bir hançer, her diken bir ok gibi; el ve ayaklarım gül bahçesi misali kan
içinde bıraktı.
1174. Öylesine
dar ve karanlık bir vadiye geldiler ki çöl şeytanı görse, dehşete kapılır!
1175.
Bu vadi sanki Mahşer Günü Hakk’m
gazabına uğramış ve yeryüzü katlarının derinlerine geçmiş!
1176.
Ancak, Cenâb-ı Allah Ukab ehli
için oradan cehenneme yol ve kapı açmış!
1177.
Taşların sıcaklığı, çeliği mum
gibi yapar! Ağaçların zab- tettiği rüzgân ateş gibi ısıtır!
1178.
Otlan o kadar öldürücü ve zehirliydi
ki onlann yanında yılan zehirinin bir an bile sözü edilemez!
1179.
Güllerinin bağn lâle gibi yarah!
Dumanı, cehennem ateşinden mum yakar!
1180.
Vadideki ırmağın yolu bağırsak
misali kıvnm kıvnm! Rüzgâr bir delik bulamaymca, ıztırab çeker.
1181.
Sözün kısası, birçok emek ve çaba
gösterdikten sonra o yerden geçtiler.
1182.
O gam yerinden kurtulduklan
zaman, sakin bir köşe bulup seçkin bir meclis kurdular.
1183.
Eğer insanın sevdiği yanındaysa,
“güçlük”ten sonra gelen “kolaylık” çok hoştur."
1184.
Ay gibi menzilden menzile
dolaşıp, her gün bir yerde içki içen olasm.
Salâmân ile Absâl'ın okyanusa ulaşıp, ay gibi
parıldayan sayısız balıkları ve ölçüsüz bir âhenkle
dönen vahşi timsahları seyretmeleri.
1185. Seher
yeli geriye doğru estiğinde, altın gemi gümüşten yelkenlerini açtı.
1186. Dünya
baştan sona dalgalarla dolup, felek timsahı Nil Nehri’nden söz etti.
1187. Nur
denizi çalkalanmağa başladı ve yıldız gibi parlak balıklar arasında gürültü
başladı.
1188. O
iki ay (gibi sevgili) yerlerinden kalkarak; yine seher vaktinde yola düştüler.
1189. Dünyayı
su dalgalarının kapladığım gördüler ve deniz gibi ıztırapla dolup çırpınmağa
başladılar.
1190. Öyle
bir deniz ki gök misali ucu bucağı yok! Yüzeyi güneş gibi parlak ve dalgah!
1191. Felek,
yıllarca dönse; çevresini göremez! Güneş, aylarca üzerine düşse dibine
ulaşamaz!
1192. Onun
köpük saçan dalgalarım gören: “Ağızlan köpük içinde kendini kaybetmiş develer
birbiri ardınca sıralanmış...”
1193. Dağ
gibi hörgücü feleğe dokunmuş, kahn yeryüzü filini alaşağı etmiş!” der.
1194. Gönlündeki
coşku, gam selinden zaman zaman âşığın sinesi gibi coşar!
1195. Yaratılışındaki
tuzluluk damağı acıtır ve dudağı susatır! Hararet ve sıkıntıyla dolu gönlü
güneş gibi titrer!
1196.
Denizin içindeki bütün
balıklar tanıdık birer yüz! Hiçbiri gümüş vücutlu ay’ı aratmaz!
1197.
Yanakları, denizi aydınlatan
birer meşale! Su içerisinde oldukları halde susuzluktan yürekleri yanmış!
1198.
Belki de denizin yüzeyi, içi Hıta
nakışlarıyla dolu Çin dibasıdır.
1199.
O balıklar deniz içerisinde
besbellidir. Sanırsın ki her biri elmaslarla süslü ve cilalı bir kılıç!
1200.
Su yüzeyini öylesine ikiye
ayırırlar ki sincap rengindeki atlası gümüşten bir makas kesiyor zannedersin!
1201.
Suda sıçrayıp, dünyaya parlaklık
verdiklerinde, sanki gökten ok gibi göktaşı geldi.
1202.
Eşi bulunmaz olmasalar da insan,
mavi bulutun içine hilâlin gizlendiğini hayal eder!
1203.
Her timsahı gemi avlar, deniz
yüzeyini de bıçkı gibi ikiye ayınr.
1204.
Gezintide ay ve güneş gibi
çeviktir! Sırtı dünyaya feleklerin kubbesidir!
1205.
Su yüzeyinde köprü gibi görünür.
Dünyanın dönüşü gibi zincirleme dönüş gösterir.
1206.
Nefesiyle âlemi yıldızlarla
doldurur. Onun gamından insanlık, canım kurtaramaz.
Salâmân ile
Absâl'ın hilâle benzeyen bir kayık bulup,
"Onun akıp gitmesi Allah'ın adıyladır" diyerek denize
açılmaları.100
1207.
Salâmân bu tuzlu denizin karşı
tarafa geçiş yolunu kesen bir tahra olduğunu anladığı zaman...
1208.
Deniz kenarında her tarafa
koşuşturup, candan gayret göstererek onu aşmak için çare aramaya başladı.
1209.
Nihayet felek gibi süratli
gidebilen ve gayretinden yeni ay gibi ateşe yanmış bir kayık buldu.
1210.
Bu kayı, ok tutan bir yay
şeklindeydi ama gidiş anında bir ok gibi hızlıydı.
1211.
Kayığın, “Nun ortasında kalem”
misali görünüşü çok güzeldi. Denizin yüzeyi (levhi) onun hareketiyle
şekillenmekteydi.101
1212.
Erkek arslan gibi zencide bağlı
ve bir ejderha gibi göğsü üzerinde yürümekte!
1213.
Her zaman dünyayı ayaksız olarak
dolaşır, sı kınlı anında Hızır gibi imdada yetişir!
1214.
Velhasıl çaresizlik içindeki o
iki âşık, ister istemez kayığa bindiler.
1215.
Bahr-ı Ahdar (Hint Okyanusu)
üzerinde yol almak için, ay ve güneş yay burcunu konak yeri etti.
99
“O’nun akıp gitmesi
de durması da Allah'ın adıyladır.” Hûd Sûresi (11), 41. Âyet’ten.
100
Nûn. Kaleme ve
(kalemle) yazdıklarına andolsun.” Kalem Sûresi (68), 1. Âyet’ten
1216.
Ya da her an memleketi seyretmek
için, Süleyman ile Belkıs gibi dost oldu.
1217.
Yel, Onun tahtına ferman kölesi
olarak; Kaftan Kafa götürür. Bunu bil.
1218.
Bir iki gün seyahat ettikleri
zaman içinde, ay ve güneşi kendilerine hayran bıraktılar.
1219.
Dümen kuyruğunu zemin çukuruna
indirip, seren başım yüce çarha ulaştırıp....
1220.
Birlikle her anlarım hoş bir
şekilde geçirip, öküz ve balıkla dost oldular.
1221.
Aşkın coşkusu, inşam gemici
yapar. Bazan gezici bazan da yüzücü yapar..
Salâmân ile Absâl'ın
Cennet gibi güzel bir adaya ve
gönül çekici bir bahçeye çıkmaları.
1222.
Nihayet uzaklan insanın gönlünü
açan Cennet misali yemyeşil bir yer gördüler.
1223.
Eteğinde kuzu, oğlak merası
bulunan hoş bir dağ; Cennet bahçesine karşılık bir ova ve kır!
1224.
Bu yer sanki denizin yüzeyinde
anberden kara bir ben, felek yüzüğüne de yüzük taşı gibiydi!
1225.
Dünyanın “göz nuru”, devrin süsü,
bezeği! Kâinat (buranın) güzelliğinden yeni bir yüz, yani yemyeşildi.102
101
Kurretü’l-ayn: “Göz
bebeği, göz sevinci (gönül açan).” Furkan Sûresi (25), 74. Âyet; Kasas Sûresi
(28), 9. Âyet; Secde Sûresi (32), 17 Âyetlerden.
1226.
Adadaki dağın eteği öd ağacı ve
kırmızı boya ağacı denilen bakkam dolu bir ormanlık. Her düşünce yeri, güzelliği
niteliğinde!
1227.
Suyu ten besleyici; poyrazı gönle
ferahlık verici! Toprağı anber kokulu, güzelliği iç açıcı!
1228.
Adanın her taralında gül
seyretmek için dolaşsan; baştan başa Cennet gülbahçesi zannedersin.
1229.
Her taralı çiğdem, nesrin, gül ve
yaban gülü; dağ servisi, şimşir, servi ve karaağaçla dolu!
1230.
Akarsular derelerde coşarak,
gönül alan sesle nağmeler çıkarmakta!
1231.
Her ağacın altında çok güzel bir
pmar! Feyz veren güneş ışıklan ve gölgelikler!
1232.
Ceylan gözlü güzelleri
kendilerinden geçmiş halde salınır, çil kuşlan neşeyle koşuşur!
1233.
Sanki bütün âlemin kuşları
dünyanın keyfini çıkarmak için orada toplanmışlar!
1234.
Bir tarafta evin sahanlığındaki
bahçede kuşlar kanatlarım düdük (musikar), gagalarım ney etmişler!
1235.
Bir tarafta cilveyle dolaşan
tavus kuşlan, bir tarafta naz eden papağanlar topluluğu!
1236.
Onlann kuyruğundan gül dalı
süslenmiş! Bu gonca baş açıp, özelliğini söylemiş!
1237.
Dağ keklikleri, güzel sesleriyle
öyle güzel öterler ki taze güller hayadan terlerler!
1238.
Bir yanda inci kutusu gibi ağzını
açıp söze başlayan çil kuşu; tutiye gonca gibi ağız yumdurmuş...
1239.
Kaknus gibi aşk ateşine yanarak;
kilise çanı gibi, çok yanık nağmeler söyler!
1240.
Taze yapraklar el çırpar, söğüt
oynar! Goncalar tık nefes, güller kana boyanmış!
1241.
Nergisin elinde altından
kadehler, bademlerin gülü ona göz kırpar!
1242.
Lâlenin başındaki Erdebil103
tacı, Câmi’nin sünbül saçım fitil kılmış!
1243.
Menekşe buhurdanı tütsüyle
doldurmuş ve feleklerin nilüferini utandırmış!
1244.
Başta nar çiçeği olmak üzere
çemenler; hokkabazlık yaparak yazlık cübbeler giymişler!
1245.
Saba rüzgân, yaseminin tacını
kapmış! Susamın üstünde hünnap (çiğde) renginde bir kaftan!
1246.
Gül dalı, bülbülünü ney gibi
inletmek için; karanfil gibi kolunu yakmış!
1247.
Papatyayı gören her kişi: “Siyah
sanklı, mızraklı bir binici!” der.
1248.
O ada, sanki bütün
yaratılmışların toplandığı mahşer yeri gibi kalabalıktı.
1249.
Sanırsın ki selvi Âd104
Kavmi; Güller Semûd105 (Kavmi)! Her menekşe Ermeni; Çiğdem de
Yahudi!
1250.
Elma, ayva, portakal, limon ve
nar; yere gökten yıldız gibi serpilmiş!
1251.
Burası Hıta değil dedim.
Nigâristan idi. Cennet gibi görünümü olan bir bahçeydi.
1252.
Burada bütün meyveler her daldan
yüzlerce şive göstererek orada baştanbaşa adeta bir resm olmuş!
1253.
încir, ağzını bal doldurmuş;
fiştik, içini şeker gibi tatlandırmış!
1254.
Üzüm, Pervin106 gibi
salkımlarını dala asmış; hurma, la‘li andıran kırmızı çubuğu yaprağa sarmış!
1255.
Nar, yakut gibi kırmızı tanelerle
dolmuş! Testiye benzeyen armudun yuvarlaklığı, sanki altınla işlenmiş bir
kutu!
1256.
Kiraz, kıymetli taşlardan
düğmeler düzmüş! Vişneler Onun gamından eli çabuk hokkabaz olmuş!
1257.
Sanki İrem bağı kaybolduğu
zamanda tereddütsüz orada yanağım sunmuş.
1258.
Salâmân o gönül çekici güzel yeri
görünce; lengeri, sabn gibi suya attı, (demir attı.)
1259.
Derhal yolculuk fikrinden
vazgeçip, bir müddet orada ikamet etmeğe karar verdi.
1260.
Mutluluk içinde Absâl ile o kayıktan
çıkıp; ay misali her menzili gezdiler.
1261.
Can ve ten gibi bir yerde
birleşip, gül ve susam gibi yaşadılar.
1262.
İki sevgili sohbet dostundan
ağyar gamından; gülbahçesi eğlencesinden ve diken korkusundan uzak idi.!
102
Pervin: Ülker
yıldızı, Süreyya. 8. Felekte Sevr veya Hamel burcunda öküz şeklinin hörgücünde
kümelenen yıldız topluluğudur. Ayın menzillerinden biri olduğu için,
edebiyatımızda sık sık kullanılarak sevgilinin ben ve gözyaşlarına benzetilir.
Sevgilinin yüzü ay olunca, benleri de Pervin olur. Yine aşığın gözyaşları da
Pervin’e benzer. Şair sevgilisinin âsumân olan eşiğini gözyaşı pervinleriyle
süsler; kendi şiirinden bahsederken de onu ıkd-ı Süreyya, silk-i cevher ve
rişte olarak düşünür. Pervin aynı zamanda ayın küpesi olarak düşünülür.
1263.
Her kıskancın nazarından uzak;
her alçağın kendilerini ayıplama korkusundan kurtulmuş idiler.
1264.
Can ve gönüllerinin ferahla
dolması için; birbirlerine lâle gibi gül renkli kadeh sundular.
1265.
Salâmân’m başı, içkiden sarhoş
olunca; orada bu taze şiiri söyledi.
1266.
1 O gümüş göğüslü ne zaman eline
altına benzer bir ka
deh
alsa; kırmızı kadeh la’l gibi dudağının aksinden yakuta benzer.
1267.
2 Herhalde kadehteki cevher
saadet iksiridir. Dikeni gül,
mermeri
la’l gibi değerli taş ve toprağı altın eder.
1268.
3 Cana yarin la‘le benzeyen kırmızı
dudağı gibi daima
can
bahşeder. Doğrusu işte bu kadeh hakikaten insanın gölünü açan ab-ı hayat
çeşmesidir.
1269.
4 Dudak ve dişlerinin aksini
canına nakş ettiğinden beri,
kadeh
felek gibi cevherle çok süslendi.
1270.
5 Ona bakan, güneş gibi cihanı
seyreder. O kadeh ya
hikmet
usturlabı, ya da İskender’in kadehidir.
1271.
6 Ne yazık ki devran eh aynhk
kadehi sunsun diye; her
kadehin
gönlü felek kasesi gibi kanla doludur.
1272.
7 Senin gibi bir huri bana gam
zehiri sunarsa, o benim
için
can içkisidir. Bana afiyet olsun. (Bunun yanında) gayr elinden sunulacak
kevser107 dolu kadehin bile kıymeti yoktur.
107
Kevser: Cennette bir
ırmak yahud havuzdur. Çok lezzetli olan suyu, mahşerde inananlara dağıtması
için Hz. Muhammed’in emrine verilmiştir. Kevser suyu; sütten beyaz, baldan
tatlı, kardan
1273.
Absâl bu inci gibi sözleri
dinlediğinde, can ve gönülden deniz misali coştu.
1274.
Sevgilinin aşkı ve şarap
kadehinin neşesi; o anda Salâmân’m şiirine cevap verdi.
1275.
1 O ay gibi güzel yüzlü sevgili
ne zaman meclis düzen
leyip
kadeh tutsa; o kadeh yanağının aksiyle güneş gibi parlak olur.
1276.
2 Kadeh boşalınca boş durmaz
dolar. İki anın daimiliği
yoktur.Öyle
görünüyor ki bade araz ve kadeh cevherdir.
1277.
3 Bu dert sahibinin her nefeste
gördüğü ölülerdir; gö
nül
açıcı kadeh, îsa gibi devrinde dirilir der.
1278.
4 Damla damla renkli gözyaşlan
gözümün nakşıdır. Bu
nakış
kadehi lal ve yakutla süslemiştir.
1279.
5 O kadeh, can ülkesini gam
Ye’cûc’ünden korumak
için;
altın ve gümüşten demir gibi sağlam, güzel bir İskender şeddi yaptırmış.
1280. 6
Ey saki! arükaynhk kadehinin dönüşünden bana gam ulaşmaz. Çünkü Şimdi yar
elinden sunulan her kadeh bana can içkisidir.
1281.7 Ey saki!
Fırsat vaktidir. Gel içip eğlenelim. Meclis Cennet, sevgili Rıdvan ve kadeh de
kevser kâsesidir.
1282. Absâl
şiirini tamamlayınca, Şah’m aşkına kadeh kaldırıp, şarap içti.
1283. Şah
ona, O Şah’a la‘l gibi kırmızı dudaklarım sunarak; gözleri gibi sarhoş ve harab
olup...
1284.
Bir vesileyle yiyip içmeğe
başladılar, kendilerine Zühre’yi hayran ve arkadaş ettiler.
1285.
Sözün kısası daima eğlendiler ve
gece gündüz birlikte mutlu oldular.
1286.
Bazan o çimenlikte uyudular,
bazan bu mutluluk nehrinden su içtiler.
1287.
Bazan ceylanlarla dolaştılar,
bazan çil kuşlarıyla beraber uçtular.
1288. Bazan
güller ile elde verip arkadaş oldular, bazan bülbüllerle birlikte sarhoş
oldular.
1289. Bazan
tavus kuşuyla cilve ettiler, bazan kaknusa eşlik edip nağme söylediler.
1290. Alemde
mutluluk dolu kazanç budur. Ama ne yazık ki dönen felek vefasızdır.
1291. Hâzinesi
yılan eziyetiyle daima biraradadır. Gülün gönlü diken derdiyle hastadır.
1292. Önce
bade verip yanağım gül renkli eder; sonra bağrım lâle gibi kan içinde bırakır.
1293. Akıllı
kimse, gönül kadehini tiıtiıp;yaptiğı işlerin sonucunu bir bir görebilendir.
1294. Her
an sevgiliyle elele olan kimsenin gönlü birlik kadehinden sarhoş olur.
1295. Her
zaman sevgiliden isteği sevgili olan, sarhoş ve baygın olarak gözünü
başkalarından çevirsin.
Vamık'a
"âlemi dolaşan dünya ve yerde dolaşan
şiddetli rüzgâr gibi gece gündüz bu arayıp sormadan
ve öteye beriye koşuşturmaktan muradın nedir"
diye sordukları zaman; "Gül yanaklı Azra ile bir çölde
bulut gibi bir çadır tutup, zahmetsizce yar ve ağyar
ile yiyip içip eğlenmektir" diye cevap vermesi.
1296. Kederli
biri Vamık’a sordu: “Ey özür derdiyle hâli perişan olan!
1297. Gönlün,
gece gündüz mihnetle kan doldu. Biraz da canının istediğinden bahsetsen.”
1298. Vamık:
“Bu inleyen gönlümle isteğim şudur; sevgilimle birlikte sahraya gideyim...
1299. Çeşmesi
bol olan bir yeri vatan edinip, nisan bulutu gibi çadır kurayım...
1300. Sevgiliyle
başbaşa özel bir meclis kurup; Zühre’yi çalgıcı (mutnb), ay’ı da rakkas
edeyim...
1301. Orada
dosttan ve düşmandan eser olmasm. Gönlüm, halkın hayır ve şerrinden uzak olsun
1302. Nergis
ve gül gibi yalnız can ve ten olup, yarin güzel yüzüne göz kulak olayım.
1303. Hatta
can ve gönülden geçip, her nefes O’na baygın bakışlarla bakayım.
1304. İhtimal
ki bu bakıştan rahatsız olarak, ikilikten kurtulup, tamamiyle o sevgili
olayım” dedi.
1305. Eğer
ikilikten kurtulmazsan, birlik sırından haber alamazsın.
1306. İkilikten
vazgeç ki birlik bulasm. Ebedî âlemde dirlik bulasın.
Eski büyük bir evde başbaşa kalan sevenle sevilen; gece sohbeti ederlerken,
âşığın Barik ismindeki bir kölesi kapıyı çalıp. Âşık: "Kimsin?"
dediğinde; "Kulun
Barik"
diye cevap alması üzerine Âşığın: "Yürü var
git! Eğer sen incelikte kıl gibi bile olsan bu meclise
sığamazsın" diye cevap vermesi.
1307. Bir
aşığın, güzel huylu ve iyi namh Barik isminde bir kölesi vardı.
1308. Talih
bir gün âşığa sevdiğini nasip eyleyip, bir kere başbaşa kalma fırsatı verir.
1309.
Sevdiğiyle gizlice yiyip içerken;
aniden kapı davul gibi çalınır.
1310.
Âşık kulağını kapıya doğru halka
gibi tutarak: “Kimsin, isteğin nedir, söyle” der.
1311.
Kapıyı çalan: “Hayırlı bir iş
için gelen ve hem de iyi bir haber getiren, kulun Barik’dir” diye cevap verir.
1312.
Âşık: “Bariklik (incelik,
naziklik) seni kıl gibi incelişe bile, bu meclise karanlık verirsin. Yürü...
1313.
Sana burada kıl ucu kadar yer
yok, güçlük çıkarma. Çünkü buraya hiç bir yabancı sığamaz. Çek git” der.
Padişah'ın
Salâmân'ın kaçtığından haberdar olup,
dünyayı gösteren aynada Onun sığındığı yeri
görmesi ve O'nun ayrılığına üzülüp, gurbetteki
haline merhamet ederek, yaşamlarını temin için
gerekli şeyleri göndermesi.
1314.
Ey tath sözlü tuh! Beri gel.
Yerin Sükkeristan’dır, feleğe kanat aç.
1315.
Can ve gönülden fanus gibi
yanarak, şu an kaknus gibi nağmeler söyle.
1316.
Gülleri kan ağlatan senin
gözyaşlanndır. Gam çekmede bülbüller ders arkadaşındır.
1317.
Güvercin gibi sözde taleben olan
bülbül; çil kuşunun gönlü gibi nağmelerini inleyerek söyler.
1318.
Senin nağmenden kıraat okuyan
kumru; beyanından doğru yolu gösteren Hüdhüd (ibibik) utanır.
1319.
Nazmını öyle tertiple ki fahte
(üveyik kuşu), kumrunun ötmesini unutsun.
1320.
Zaman zamana uymaz ney gibi nefes
çek. Cana hiddet gösterme, fırsat bu fırsat diyerek...
1321.
Bize can ve gönül kaygısını
açıklayıp, Salâmân ve Absâl Kıssası’nı anlat.
1322.
O iki ay ve güneş gibi sevgili,
yola çıktıktan hayli gün sonra, Şah bu olaydan haberdar oldu.
1323.
Ah ve feryatları göğe kadar
yükseldi. Gözyaşları yıldızların pazarım bozdu.
1324. Ağlayarak,
su gibi yere yüz vurdu. Her taralı didik didik aramaları için adamlarına
emretti.
1325.
Onlan bulmak isteğiyle canla
başla uğraştılar fakat hiç kimse onlardan bir haber vermedi.
1326.
Şahın yarımda gönül aydınlatıcı,
dünyayı gösteren şaşırtıcı bir ayna vardı.
1327.
Bu aynanın içi de, dışı da ârifin
gönlü gibi saftı. Parlaklığı, ay ve güneşe laf vururdu.
1328.
Onda, dünyanın her hâli
anlaşılmış, gizli saklı sırlar gün gibi belliydi.
1329.
Şah o aynayı hâzineden isteyip,
âlemin her köşesini seyretti.
1330.
İstediğini denizin içinde
aradıktan sonra, kıyıya baktı ve o iki sevgilinin eğlendiklerini gördü.
1331. Bir
ormanı kendilerine sığmak ve yurt edinip; gam, keder ve endişeyi denize
atmışlar.
1332. Başlanırda
padişah olma fikri, gönüllerinde etkili bir zikr ediş yok.
1333. Dünyanın
iyi ve kötü hallerinden el çekip, can sıkıntısını asla hatırlarına bile
getirmezler!
1334. Şah,
bu topluluğu görünce, gönlündeki niyeti perişan oldu.
1335. Onlann
haline acıdı ve geçimleri için ne lâzımsa temin etti.
1336. Yük
yük elbiseler, sayısız kemerler! Sıra sıra katırlarda kantarlara sığmaz altın
ve gümüşler!
1337. însanlann
ve cinlerin seyrine doyamadığı; gümüş eyerli, altm dizginli, güzel atlar!
1338. Meydana
toplandıkları vakit, peri gölgesini göremez. Her biri ay ve güneşten ödül
alırlar!
1339. Karışık
mücevherler, dolu şaraplar; sayısız şekerler, çerezler ve cevâriş denilen
helvalar!
1340. Sayısız
mum yarımca, yıldızlar ve güneşi bir yerde toplayıp sanki ışıklan gönderilir.
1341. Yüzlerce
Rumi köle ve güzel yüzlüler! Ay onlann eline su dökmek için can atar.
1342. Can
belâsı ve dünya ülkesini yağmalayan; gamze ve kaşlan, ok ve yay gibi olan
güzeller!
1343. Sadakatli,
narin yapıh, cilveli bakire kızların her biri sanki salman uzun boylu birer
selvi!
1344. Baygın
gözleri zâhidleri sarhoş; zünnar gibi zülfü de putperest eyler.
1345. Padişah
namı kutlu Şehzâde’nin mutluluğu için gerekli olan her şeyi eksiksiz tamamladı.
1346. O
adalet, doğruluk ve cömertlik ocağı olan hoş kişi, cömertlik ve kerem elini
açınca...
1347. Her
esiri gamdan kurtarsın, her garibin gönlünü sevinçle doldursun.
1348. Bir
yerde dünyanın işinden, gücünden kurtulmuş iki âşığı görse...
1349. Kınama
taşını kadehine vurmayıp, onların geçimlerine ve mutluluklarına yardım etsin.
1350. Ey
kötülük sahibi! Sonunu düşün! lütuf ve ihsan ile hayır etmeyi kendine meslek
edin.
1351. Sanma
ki yaptığın iyi işe mükâfat olmaz. Hayra iyilik, şerre belâ bulursun.
Yaratılıştan
üzgün Ferhad'ın ah nefesi ve temiz
kanının, kan dökücü Perviz'i tutması ve Şirûye'nin
zehirli hançeriyle kin ve kahır ateşinden kan
yutması.
1352. Güzel
Şirin, Ferhad’a kadeh sunduğunda, kıskançlık Perviz’in damağım acıttı.
1353.
Dünya Zâlın hilesiyle (Destanı)
içki içip o aşk sarhoşuna zehirli içki verdi.
1354.
Ardından, Şiruye zehirli kılıcı
çekip, ölüm kadehini esirgemeden ona sundu.
1355.
Sonunda Şirin acı içinde kaldı.
Bu kuvvet, o inleyişten ne kazanç sağladı gör.
Padişah'ın,
Salâmân'ın Absâl'la sürüp giden sohbet
ve yiyip içmesinden kederlenip, kıskançlık kuvveti
ve iyilik cezbesiyle; Salâmân'ın hezimet dizginini ve
gidiş yelkenini kendisine döndermesi.
1356.
Padişah, her ne kadar oğlunun
ihtiyaçlarını temin ettiyse de, can ve gönülden ah çekiyordu.
1357.
“Ay ve yıl geçip, gitmesine
rağmen, Onun (Salâmân) perişan hâli sona ermedi.
1358.
Her an elinde lâle gibi bir şarap
kadehiyle ömür geçti ve gençlik elden gitti.
1359.
Salâmân’m akimda padişahlık
tacının sıkıntısı olmadan, dünyadan habersiz gece gündüz işret ediyor.
1360.
O ay gibi Absâl, gözüne bir nur
iken; ondan uzak kalıp, dünyası kararsın.
1361.
Sevgiliye kavuşması mümkün, yeri
belli olsun fakat sohbetinden gece gündüz mahrum kalsm.
1362.
Sıkıntıyla yetiştirdiğin bağına
acele yeller dolsun; meyvesini sana karşı eller toplasın.”
1363.
Bu düşüncelerle Padişah’ın gönlü
yaralandı ve gece gündüz bu işin tedbirini düşündü.
1364.
Zaman zaman kıyafetini (biçim)
değiştirerek, gizlice O’nun yanına gider ve O’na bakardı.
1365.
O ay’ı görüp güneş olurdu; yani
ıztırabı ortaya çıkardı.
1366.
Hasret ve derdiyle göğsü
yaralanıp; şaşkınlığından elini ısırarak...
1367.
Gönülde gül derdi, ciğerde diken
yarası olup bazan kan ağlar, bazan inlerdi.
1368. Bülbül
gibi dertli dertli ahlar çekip, elbisesini gül gibi yırtardı.
1369.
Yanıbaşındaki hâzinesi içi boş
kese olan züğürt kişi, nasıl güler yüzlü olabilir?
1370.
Susamışa ebedî işkence, çeşme
karşısmda susuzluktan can vermesidir.
1371.
Karşısmda Cennet kavminin su
içmesi bile cehennemlik birine işkence olarak yeterlidir.
1372.
İktidarsız, güçsüz kişinin
elinden bir şey gelmeyeceği için; kucağında sevdiği olsa bile neye yarar.
1373.
Çünkü istek eteği fırsat vermez.
Farzet ki ayağın kırıldı ya da elin çolak oldu.
1374.
Nursuz ve fersiz göz çıksa daha
iyidir. O tacı terk et ki başına dert olmasm.
Salâmân'ın
ahvalinden pişman, yaptığı işlerden
perişan olup; tövbe, kanaat, yardım ve razılık
sebebiyle babasına geri dönmesi.
1375.
O iki sevgilinin zevk, safa dolu
hallerinin üzerinden hayli zaman geçti.
1376.
Sonunda Vehhab’dan yardan ulaştı
ve Salâmân can gözünü uykudan açlı.
1377.
Nihayet sohbetin sonu göründü,
rahatlık düşüncesi yiyip içmenin aynısı oldu.
1378.
Şarap kadehi canım ateş eyledi;
kebap kokusu gönlünü dumana boğdu.
1379.
Ney sesleri boyunu çeng gibi
büktü. Ah, vay sesleri onun için güzel kuş sesi gibi oldu.
1380.
Gönlünü babasının ettiği
nasihatlar kapladı ve gurbet, işini alt üst etti.
1381.
Ağlama vücudunu kıl, inleme de
ney edince Salâmân bu hâlin duadan olduğunu anladı.
1382.
Sonunda “Canımın şaşkınlığı ve
inlemesi onun tedbi- riyledir.
1383.
Şu halde; tövbekâr, pişman ve af
diler bir halde babanım yanma gideyim.
1384.
Kara gönüllü iken, bu toprak
belki onun lütf iksirinden parlak güneş olur” dedi.
1385.
Yani kavgacı ve yüzü kara sel
denize erişmeden iyi huylu olmaz.
1386. Güneş
ışığı, taşı cevher eder; dane topraktan yakut gibi parlaklık kazanır.
1387. Talihli
kuş, kayıp olsa bile dert değil. Yol hazırlığı sonunda onu asıl yuvaya
götürür.
1388.
Eğer istersen felek sana yar
olur. İstersen asli yerin, dönüp dolaşıp geleceğin yer olur.
Bir erkek çocuğun
babasına: "Helâl süt emmiş ve
haram süt emmiş (piç) kimdir?" diye soru sorması.
1389.
Bir erkek çocuk babasına:
“İnsanlar için helâl süt emmiş evlât kimdir?” diye sordu.
1390.
O bilgin baba lütfedip cevap
verdi: “Ey talihli çocuk!
Helâl
süt emmiş evlât...”
1391.
Babası, akıllı ya da akılsız
olsun; ona benzeyen evlattır” dedi.
1392.
Bir kişide insanlık olmadıktan
sonra, o kendini bilmez insan oğluyum diye geçinmesin.
1393.
Gerçi dane (tohum) toprağa düşüp
altta kalır, fakat sonra tekrar yükselir.
1394. Ekin
içerisindeki her yabancı ot, öncelikle kendisine buğday süsü verir.
1395. Fakat
mahsûl yukan doğru boy atınca, o yabancı ot tüyü yolunup, kanatsız kuş misali
olur.
1396. Ey
arkadaş! Gerçi bir işe başlamak esastır, fakat sonucun itibarlı olmalıdır.
Salâmân'ın karanlık
bir gecede Zengibar Kavmi'nin
kötüleriyle savaşması.
1397.
Salâmân, meclisi darmadağın
ettiği zaman; Absâl ile memleketine gitmek üzere yola çıktı.
1398.
Yiyip içme kadehini taşa vurup
kırdı; tüm hizmetkarlarım da beraberinde götürdü.
1399.
Kayıkla denizi geçtiler ve gönül
açıcı bir yerde konakladılar.
1400.
O ana dek görünmeyen akşam
padişahı ortaya çıktı ve nur sancaklarım kırıp başaşağı etti.
1401.
Rûm yani aydınlık üzerine
Zengibar karanlık askerini çekti. Bunun üzerine doğu padişahı firar etti.
1402.
Karanlık devi ağzım açıp ateş
saçtı, ufaklan bulut gibi duman kapladı.
1403.
Gökyüzünden garb kargası kanat
açtı. Evini şark şahini mesken etti.
1404.
Salâmân ve Absâl da o çimen
sahnesinde berrak kadeh tutup uyudular.
1405.
O yerde, felek kalesi gibi
sağlam, yüce bir hisar vardı.
1406.
Ejderha gibi feleğe baş çekmiş bu
kale, sanki Kaf Dağı’nın tepesindeki ankadır.
1407.
Yolu, güzellerin saçı gibi kıvnm
kıvnm! Eteklerine hiç rüzgâr eh değmemiş!
1408.
Ay, feleğin kubbesinden eğilip
ona baksa; hayretinden başındaki tacım düşürür!
1409.
Dışı beyaz mermerden ancak gönlü
(içi) siyah! Zira Zen- giler içini kendilerine yer edinmiş!
1410.
Zengilerin her biri, burnu
ejderha yuvası, ağzı mağara gibi olan; insan yiyen birer yamyam idi.
1411.
Her biri; köpek yaratıhşh, domuz
dişli, fil kulaklı, dev görünüşlü hortlak tabiatlı ve ejderha gibi
gürültülüydü!
1412.
Yellerinden ay’m mumu söner,
nefeslerinden feleğin gönlü karamdı.
1413.
Cinler kayası, yüzlerinden kuruntulara
kapılır, can ahcı gözlerinden dehşete kapılır.
1414. Bu
sebepten, aslan ve kaplan yola sed çekip; o yerden sonsuza dek kuş
uçurtmazlardı.
1415. Salâmân’dan
haber aldıkları zaman; kaleden çıkıp gece baskım yapülar.
1416.
Salâmân mahmur bir halde uykudan
kalkıp, haykırarak çabucak kılıcına el atü.
1417.
O pehlivan kimseye göz
açtırmadığı için; önüne geleni derhal ikiye biçti.
1418.
Bazan yay burcundan oka yol
verip, gözlerine âlemi kapkara etti.
1419.
O gece Gasak (zenci) Kavmi için
ıztırab gecesiydi. Gönülleri şafak misali kanla doldu.
1420.
Ya da şeytanlar hücum etmiş,
yıldızlar gökten ateş yağdırıp her yeri yakmıştı.
1421. Dünya
çıkan bu savaşla öyle kanştı ki; tozu toprağı göklere kadar çıktı.
1422. Bazan
gönder (kargı, mızrak), bazan kılıç, bazan ok ile; aşk kuvveti ve sevilenin
gayreti ile...
1423. O padişah,
Rüstem ve İsfendiyar’m dahi görmediği garip bir savaşa girişti.
1424. Her
baş, üzerinde saplanmış birçok okla yuvarlanıp gider. Sanırsın her biri kirpi
misali dans eder!
1425. Dev
vücutlan yüreklerinden yaralanmıştı. Bu yaralar için cehennem çukuru ya da mezar
gibi desek yeridir!
1426.
Yerdeki bağırsaklar, etrafı
dolaşmak niyetinde olan atlara kemend gibi ayakbağı olmuştu!
1427.
Ölü vücutlar kan selinde
yüzmeseydi; dünya cesetlerden oluşan yığınlarla dolardı.
1428.
Sözün kısası, öylesine bir savaş
oldu ki; ufukların içi feryat ve çığlıklarla doldu.
1429.
Şah’ın ay yüzlü kullannın tamamı
bir bir savaşıp toprağa yüz vurdu.
1430.
Evet! Sonbahar geldiğinde
şiddetli rüzgârlar esip dallardaki asma yapraklar gül misali yere dökülür.
1431.
Şüphesiz onlar yıldız, güneş de
şah olduğundan; Şehzâde ay gibi yalnız kaldı.
1432.
Bir müddet onlarla tek başına
savaştı. Ancak binlerce domuza karşı bir tek panter ne yapsm?
1433.
O fitne yağdıran kavmin ardı
arkası kesilmeyerek; kaleden sel gibi coşup aktı.
1434.
Halbuki O ay yüzlü yiğit, gün
gibi parlak kılıcını sallıyordu ama neylesin ki dünyanın yüzünü kapkara bir
bulut kaplamıştı.
1435.
Bedeninde ferman, canında kuvvet
kalmadı ancak o köpeklerin kırılmakla tükenmediğini gördü.
1436.
Kendisi tek onlar ise sayısızdı.
(Bu durumda) ellerini yukan kaldırıp Cenâb-ı Hak’dan yardım istedi.
Şehzade Salâmân'ın, o
siyahî kavmin şerrinden
kurtulmak için İlâhîDergâhı sığınak eyleyerek,
ağlayıp yalvarması ve Cenâb-ı Hak'dan yardımcı
istemesi.
1437. Salâmân,
Allah’a el açarak: “Ey kudret sahibi padişah Allahım! Senin kapın, yer ve gök
ehli için bir sığınaktır.
1438. Sen,
güneş meşalesine ateşi verip; gündüzü ge-cenin kahrından kurtarırsın.
1439. Sivrisineğe
fil hortumu bağışlayıp; Nemrûd’un askerini aşağılarsın.
1440. Senin
yardımının eriştiği kannca, aslanı tutacak kadar kuvvetli olur. Emrin
sivrisineği bile yüreklendirir.
1441. Bütün
çaresizlerin dertlerine çare bulucusun. Gönlü parça parça olanın merhemisin.
1442. Her
işim huzuruna gün gibi aydınlıktır. Ah ve feryat ederek kapma geldim.
1443. Bir
bölük kâfir yaratılışlı yolumu kesti. Kudret ayağım kırıldı, elim kolum
bağlandı.
1444.
Ben bülbül gibi canımı versem gam
değil. Yeter ki o gülün eteğine diken değmesin.
1445.
Başım ve ayağım dahi kırılsa
korkum yok. Ancak sevdiğime düşman eh değer diye korku-yorum.
1446.
Yıldızımı bu uğursuzluktan
kurtar. Gecemi sabah güneşinle aydınlat.
1447.
İnayet mumunu gün gibi yakarak;
bu azgın topluluğu perişan et.
1448.
Burada takdirin eğer canımı
almaksa, razıyım; ancak sevdiğimi sana emanet ediyorum.
1449.
Benim canımın değeri yoktur,
canımın cam O’dur. Dert sahibi ve hastayım dermanım odur.
1450.
Eğer ecelden bir anlık müsaade
varsa senden son isteğim sana her müşkil iş kolaydır, Ona lutf et.
1451.
Her şey senin ilmine açık olduğu
için ben daha ne söyle- yim. Kahrının ateşinden merhametine sığınırım” dedi.
Hazret-i
Hızır'ın şiddetli rüzgâr ve göz kamaştıran
şimşek gibi yetişip, Zengibar Kavmi'ni bir anda
perişan etmesi ve Salâmân'ın selâmetle kurtulması
ve ölmüşken hayata dönmesi.
1452.
Uzun sözün kısası, henüz bu
yakarış tamamlanmadan kıbleden bembeyaz bir nur çıktı.
1453.
Parlaklığıyla âlemi aydınlattı ve
gam bulutunu gün gibi giderdi.
1454.
O nur, ay gibi ortadan ikiye
aynldı ve gün gibi bir Hak yiğidi meydana çrktı.
1455.
Gökyüzü gibi baştanbaşa, yeşil
bir elbise giyinmiş; cam, Bahr-ı ahdar (Hint Okyanusu) gibi coşkuyla dolu!
1456.
Göğün güneşi, yüzünün parlaklığı
yaranda, ateş közü gibiydi! Ağzı tan yerinin ağarması gibi mis koku dağıtıyordu!
1457.
Ejderha çehreli acaip bir ata
binmekte ve atın sürati felek şahım da geçmekteydi!
1458. Nur
saçan bir şimşek ya da uğurlu bir yıldızdır! Öyle naralar atar ki gök gürlüyor
zannedersin!
1459.
Sağ elinde alemin güneşi gibi
parlak nurlara gark olmuş; şimşek benzeri bir kılıç!
1460.
Kendi nur, ah nur, kılıcı nur!
Baştan ayağa güneş gibi nurlanmış!
1461.
O ilâh bürhanı nur yetişip; o
kavmi bir saatte mahvetti.
1462.
Güneş gibi dünyaya yüz gösterdiği
için Zengilerin hepsi gece gibi mahvoldu.
1463.
Doğan kuşu gibi kanat açıp
yetişti ve kargaların toplandığı yeri darmadağın etti.
1464.
Hepsini toprakla bir etti ve kan
buharından dünya tufana benzedi.
1465.
Dünya Şahı henüz kendini
toparlayamadan o güneş yüzlü yiğit yine su oldu.
1466. Bu,
nergis gibi göz yumup açınca; O, sabah olmadan gül gibi açıldı.
1467.
Salâmân, gayibden aslan gibi
yetişen o yiğidin Hızır olduğunu anladı.
1468.
Hızır, Haydar gibi mahveden kılıcım çekerek, o domuzlardan
dünyayı temizledi.
1469.
Şimşek gibi bir an görünüp, sonra
yine gaybi âlemi karargâh edindi.
1470.
Salâmân şükrederek yere yüz sürdü
ve mutluluktan göz yaşlarım nehir etti.
1471.
Daha başını secdeden kaldırmadan,
gökyüzünden gündüz alâmetleri belirdi.
Salâmân'ın
devlet ve saadetle Zengibar Kalesi'ni
yağmalayıp; çeşitli ganimetlerle babasına dönmesi
ve onunla görüşmesi. Babasının da ona yine nasihat
amacıyla hikmetli sözler söylemesi.
1472.
Felek ankası altın kanadım
açlığında: ihtiyar Zâl Kaf Dağı’nı yuva edindi.
1473. Güneş
tavusu, gece kargasını kaçırıp, gökyüzü sahnesini kendine dolaşma yeri edindi.
1474. Alem
bahçıvanı, diken yakınca, gün bahçesi gül gibi yeniden gülümsedi.
1475. Daha
sonra Şehzâde Salâmân, Absâl ile gönlü sevinçli ve rahat bir halde...
1476. Ay
ve güneş gibi dönen feleğe binici olup, sabah vakti kaleden aynldılar.
1477. O
karanlıktan kurtulup elemden uzaklaştıklarında dağ üzerine sabah gibi aydınlık
bir sancak diktiler.
1478. Etrafi
dolaşıp, sayısız hazineler ve Karun mah gibi defineler buldular.
1479. O
kara yer, misk ve anber kokusuyla dolmuş; altın ve gümüşler kum, çakıl gibi
yerlere dökülmüştü.
1480. Yıldızlarla
dolu gökyüzü gibi küplerin hepsi la’l, yakut ve zeberced benzeri değerli
taşlarla dolmuştu.
1481. Sayısız
ok, yay, kılıç ve siper (kalkan)! Üzerleri altın yazıyla işlenmiş tuhaf
hediyeler!
1482.
Elbise dolapları, değerli taşlar
ve altından işlemeli kemerler arasında ipek ve nakışlı çin ipekleriyle dolu!
1483.
Onlardan bir iki hatıra alıp,
memleketlerine gitmek için o kaleden yola çıktılar.
1484.
Yunan toprağına kavuşmak için can
atarak, seher yek gibi süratle yol aldılar.
1485.
Yunan Padişahı’na haber verdiler:
“Ey hizmetçileri yıldızlar olan ve güneş gibi parlak Şah!
1486.
Devlet mumun sonsuza dek nurla
dolu olsun; gözün aydın, gönlün sevinçle dolsun.
1487. İşte,
göz nurun sevinç içinde, devlet ve bahtla Absâl ile birlikte geldi.”
1488. Padişah
mutluluğundan hemen sema ederek sağ cömertlik elini açıp, dünyayı zengin etti.
1489.
Cam sevinçten ne yapacağını bilmez
bir halde; göz nurunu karşılamaya çıktı.
1490.
Oğlunun yüzünü görünce coştu ve
öpücüklerle onu kucakladı.
1491.
Salâmân da saygıyla eğilerek,
ayağını öptü ve yayım padişahın lütuf eline sundu.
1492.
“Padişah, sevgi eliyle oğlunun
başım kaldırıp; güneş misali altından bir külah taktı ve ona şunları söyledi:
1493.
Ey vücud bağıran hediyesi!
Ayrılığınla göz yaşımı ırmak ettiğin yeter.
1494.
Senin boyun, ömür bahçemin taze
Iklan ıdır. benim için Sidre’den daha değerli ve yücedir.
1495.
Yücelik ve saadet bahçesinin gülü
sensin. Dilin âşıklar meclisinin bülbülüdür.
1496.
Yüzünün güzelliği âlemin gözüne
nurdur. Can ve gönül güzelliğinden sevinç bulur.
1497.
Merhaba ey parlak ay merhaba!
Merhaba ey Allah’ın nuru merhaba!
1498.
Sözün ihsan sofrasına lezzet
katar, yüzün insan gözüne gözbebeğidir.
1499.
Fil dişi taht, felek mertebesine
ulaştığında; makamla tacın başının yukarda olması gerekir.
1500.
Tacım terk edip, her alçağa
bırakma. Tahtım aşağılık kimselerin ayak altına almasma izin verme.
1501.
Her alçağın memleketine padişah
olmasını lâyık görme ki siret ve aynamız yolunu şaşırmasın.
1502.
Senin gibi inciye devlet ipinin
uzak olması; bu nazmın alt üst olması gerekmez.
1503.
Değerinin yüceliğini toprakla
aşağı düşürme. Dünya padişahı ol, güzele tapan olma.”
Saltanatın esası ve
devletin binası olan dört haslet.
1504.
Saltanat sarayı felek gibidir.
Esası, maddenin sınırı gibi dörttür.
1505.
Kulak ver! Sana o dört esası bir
bir sayayım: Hikmet, iffet, yiğitlik ve de cömertlik.
1506. Ey
cömert yiğit! Erkeği kadın gibi yapan bu alçak nefis hikmetten uzaktır.
1507. Ey
candan dost! Er kişinin gül misali eteğini iffetsiz bir kadına bulaştırması da
iffet değildir.
1508. Ya
mert birinin şehvet yüzünden kadının elinin altında olması yiğitlik midir?
1509. Gönül
ehli, bir kadınla sözleşip, görüşmek için can atan birine cömert adım vermez.
1510. Bu
hasletler ile kim yar olursa; O, saltanat bahçesinde mesut olan kişidir.
1511. Bu
esaslardan birini eksik bırakırsan, devlet eyvanım kara yer edersin.
1512. Sözün
özü, hikmet kitabının hepsini aktarıp; hükümet faslım tamamladım.
Salâmân'ın
babasının kınamasından yüreğinin
daralıp müteessir olması; çaresiz ve şaşkın bir halde
çöle gitmesi ve yanan yüreği ile parlak bir ateş
yakıp, Absâl ile birlikte kendini o ateşe atması; Absâl
tamamen yandığı halde Salâmân'ın sağlam kalması.
1513. Cihanda
âşıktan daha zavalh kim olabilir? Dünya elinden gece gündüz deli gibidir.
1514. Her
nefeste sabırsız ve rahatsız, her zaman verimsiz ve keyifsiz olur.
1515. Bazan
düşman elinden gönlü hastadır, bazan dostun dilinden tık nefestir.
1516.
Ne bunun belâsmdan kurtulabilir,
ne onun cefasmdan gönlü hoş olur.
1517.
Şaşkınlığı her an daha da
artmaktadır, bağn gam kılıcıyla kan dolmaktadır.
1518.
Daima sevgili için canım feda
etmek ister; iş güç ve kazancını darmadağın etmek ister.
1519.
Sıkıntı, dert ve belâdan zevk
alır; ney gibi ağlayıp inlemekten şevk alır.
1520.
Aşk kavgası gibi belâ olmaz. Aşk
sevdası gibi mutluluk yoktur.
1521.
Onun ateşi, gül; dumanı,
sümbüldür. Onun acısı, döner dolaşır yine aynı yere gelir.
1522.
Bu davanın açık delilini dinle!
Salâmân’ın hâlinden bahsetmeye devam edeyim.
1523.
Salâmân, Şah’ın öğütlerini
dinleyince; yine içindeki deniz coştu.
1524.
Eteğe yapışan akıl, gel bu yana
der. Aşk, yakasım tutup; bana uy der.
1525.
Hayat elbisesi vücuduna dar
geldi. Üzerinde iğreti duran bu elbiseyi kendine utanç addetti.
1526.
Gam kadehinden içmektense kanlı
gönül daha makbuldür. Mutsuz yaşamaktansa ölmek daha iyidir.
1527.
Daha sonra Salâmân bu halet-i
ruhiye içinde canına kıymaya karar verip, Absâl ile birlikte çöle gitti.
1528.
Yüreği fanus gibi yanarak,
odunları kaknus gibi bira- raya toplayıp...
1529. Dağ
gibi odun tepelerini oluşturup, ateşledi. Ateşin alevleri feleğin
yüceliklerine kadar ulaştı!
1530. Aşk
uğruna yanmak için kendini hazırladı ve bu şiiri söyleyerek haline ağladı.
1531. Aşkın
ateşine teni atıp yanayım, Sen güzelliğini göster ben yanayım.
1532. Düşmanı
müteessir etmek üzere yar için yanayım, Yanayım ey parlak mum yanayım.
II
1533.
Aşık yanmayınca hoş nefesli
olmaz,
Öd
ağacı yanmaktan gönül çekici nefes olur,
1534. Micmer
yandı nefes anber gibi oldu, Yanayım ey parlak mum yanayım.
III
1535.
Akıl evi aşkın ateşiyle nur
dolar,
Parlaklığından
can yüzü sevinçli olur,
1536. Ten
yanınca gönül ülkesi şen olur, Yanayım ey parlak mum yanayım.
IV
1537.
Ancak her ateşe yanmak caiz
olmaz,
Her
cevher ateşe layık olmaz,
1538. Altın
ateşe girmeyince saf olmaz, Yanayım ey parlak mum yanayım.
1539.
Ney, yandığı için şekerden nefes
oldu, Gamdan annıp ferahlık doldu,
1540.
Can ülkesine sözle yol buldu,
Yanayım ey parlak mum yanayım.
VI
1541.
Mertçe aşk ateşiyle tutuşup,
Sarhoş
gibi ayağına baş koyup,
1542.
Kanatlarım terk edip pervane
gibi, Yanayım ey parlak mum yanayım.
VII
1543.
Tavus kuşu gibi gece gündüz
gezinip, Kaknus kuşu gibi ıztırap odunlarım yakıp,
1544.
Fanus gibi her nefeste can ve
gönülden... Yanayım ey parlak mum yanayım.
1545.
Bağnmı kadeh gibi kan doldurup,
Canımı ateşe anber gibi atayım.
1546.
Meclisinde her nefeste micmer
gibi... Yanayım ey parlak mum yanayım.
IX
1547.
Ahimin ateşini başta sancak edip,
Baştan
ayağa kanlı göz yaşlarına gark olup,
1548. Dertsiz
ve gamsız bir kadeh üzre durup,
Yanayım ey parlak mum yanayım.
1549.
Yüreğimin yarasını âşıklara
sunup,
Bağrımın
mumunu fitille doldurup,
1550. Sinemin
dert ile yağım sızdırıp, Yanayım ey parlak mum yanayım.
XI
1551.
Senin sevgin canımda ateş yaktığı
için,
Gönül
fitili tutuştu, durmaz yanar,
1552.
Karşına kandil gibi asılarak...
Yanayım
ey parlak mum yanayım.
XII
1553. Güzelliğinden
gönül şehrine ateş düştü, Felek, âhımın dumanından mavi renk;
1554.
Vücut, ateş gibi tamamen toprak
olunca...
Yanayım
ey parlak mum yanayım.
1555. Aşk
ateşiyle yanan kişi mis kokulu duman olur,
Gönül
çekici, parlak ve övgüye lâyık olur,
1556. Demir
ateşte bir an dursa ateş olur, Yanayım ey parlak mum yanayım.
1557. Can
ve gönül kavuşmana istekli olduğundan, Ey gönül! Yanmak senin için zorunludur.
1558. Yanmak
isteklinin alışkanlığı olduğu için, Yanayım ey parlak mum yanayım.
1559. Salâmân
şiirini tamamladığı zaman, sözü dünyayı hayrette bırakıp, inletti.
1560. Derhal
Absâl’ı bağnna basarak; Hintliler gibi o ateşe canım attı.
1561. Denir
ki: “Ateş içinde ham öd ağacı ne hoştur. Burun can kokusunu ondan alsın!”
1562. Aşk
acısıyla ateş içinde, ay ve güneş gibi bir müddet hoş sema ettiler.
1563. Şah
bu durumu gizlice seyrediyordu ve şaşkınlık ateşi ciğerini yakmıştı.
1564. Kanlı
gözyaşını sel gibi akıtıp, rüzgâr misali her yana koşan biri olmuştu.
1565. Hak’dan
yana ellerini açıp, yanıp yakılarak şöyle derdi:
1566. “Benim
deniz gibi coşmama şaşılmaz. Çünkü benim oğlum ateşe düşmüştür.
1567. Ey
bütün yaratılmışların Rabbi! Sen O dosta (Hz. İbrahim) ateşi, ‘serinlik ve
esenlik’ yeri yaptın...
1568. Bu
an rahmetinin bolluğuyla oğlumu bağışla. O Şah’ın bir kılına dahi zarar verme”
1569. Padişah
gönlünün içinden inlediği için; o anda Alemlerin Rabbi’nin lütfiı yetişti.
1570. Cenâb-ı
Hak o gönül vermiş Padişah’ın gözyaşlarına merhamet etti ve o ateş; Şehzâde’nin
bir kılını dahi yakmadı.
1571. Ancak,
o ateş; Absâl’ı gül dalı misali baştan ayağa kadar yakıp kül etti.
1572. Evet!
Bunun kararlaştırılmış olduğuna şüphe yoktur. Zira saf altın ateşten zarar
görmez.
1573. Salâmân
saf altın, Absâl sahte altın olduğu için; elbette ki bu Absâl yandı, o Salâmân
sağlam kaldı.
1574. Buna
Padişah’ın himmeti yardımcı olmuştu. Himmetin damlayı “akar su” yaptığı
söylenmiştir.
1575. Mert
insanlara Allah’tan nasip böyledir. Öyle ise mert insanların bu kazancma
şaşırmamak gerekir.
1576. Himmet
sahibi olan için bu durum apaçık ortadadır. Himmet sahibi olmayan kişi
imansızdır.
Ridâsım
münafıkın ridâsı üzerine sarıp, ocaktaki
ateşe atan müminin kendi ridasına hiç bir şey
olmazken, münafığın ridasının tamamen yanması.
1577. Dindar
bir adam ateş ocağını yakıp, sıcaklığı ile yalnızlık anlarım sürdürürken...
1578. İki
yüzlü bir münafık, onunla din konusunda kavgaya başladı.
1579. Sonunda
münafık dindara: “Ey din eri! Benimle kavga etmeyi bırak. Bu konuda sağlam bir
delilin var mı?” dedi.
1580.
O Mümin: “Ridam bana ver” dedi ve
kendi ridasını onun ridasına doladı.
1581.
Birbirine sanlı iki ridayı
çabucak o ateşin içine attı ve o ridalar ateşten iki renk oldu.
1582.
Yine o an elini uzatıp ridalan
ateşten aldı. Açtığında Allah’ın kudretini gördü.
1583.
Kâfirin ridası kara toprak olmuş;
kendisinin ki ise sapasağlam ve tertemiz idi.
1584.
İçindeki rida çer çöp gibi
yanarak, dışındaki rida felekler misali hiç bir zarar görmemişti.
1585.
Kim din mertliğine niyet ederse;
Yakin nurunun tesiri böyle olur.
1586.
Aşk iksiri şaşırtıcı bir
iksirdir. Zahir (dış) ve bâtın (iç) da çok tesirlidir.
Salâmân'ın,
Absâl'ın ayrılığına dayanamayıp
gözünden kanlı yaş akıtması ve can u gönülden
inleyip, feryat etmesi.
1587.
Bu âlemde derdi olmayan kim
vardır? Ne yazık ki her anda bir dert eksik olmaz.
1588.
Gam okundan kim kurtulabilmiştir?
Ya da dertsiz kedersiz seçkin bir meclisi kim kurabilmiştir?
1589.
Bir dert bitmeden, bini yüz
gösterir. Kahır zamanı gelince gece gündüz demez kendini gösterir.
1590.
Arada musibete uğrayan çaresiz
âşık ne yapsın? Kahır taşlığı mihnet felâketine uğratır..
1591.
Eğer dost, sevgili cefa etmekten
el çekse, bu kez de düşmanın taşından başı yarılır.
1592.
Eğer rakibin taşı başa dert
açmazsa, bu sefer ayrplayı- cılann kötülemelerinden nasibini alır.
1593.
Yazık! Kişi bütün bunlardan
kurtulsa bile aynlık gecesi muhafızı öldürmek için kılıç çeker.
1594.
Nitekim Salâmân kendini ve
Absâl’ı o ateşe atmca;
Absâl yandı fakat
Salâmân’a zarar gelmedi.
1595.
Yar gitti, tek başına cansız bir
vücut gibi kaldı. İnleyen bülbül gibi feryat etti.
1596. O’nun
âhının dumanından felek, mavi renk oldu. Yanıp tutuşması, ay ve güneşe ateş
vurdu.
1597.
Acısından sabah gibi yakasını
yırttı. Canına kasdedip, öldürücü kılıcı çekti.
1598.
Tırnaklan gün gibi parlak yüzüne
hilâl gibi yara bere açtı. Ay parlaklığındaki yüzünü sıkıntı bulutu kapladı.
1599.
Sonunda kendine sövmeğe ve su
gibi taşlarla başım dövmeye başladı.
1600.
Safa harfini gönülden kazıdığında
bu taş vefakârlığına mihenk taşı oldu.
1601.
O taş ile gönlünün derdini
ayarlayıp, elinde olmadan yar için can tartardı.
1602.
Gam taşından gözünü Nil nehri
gibi ettikçe; gözyaşı çağlayıp nice mil giderdi.
1603.
Zayıf, dermansız göğsünü taşlarla
döğüp şöyle derdi: “Bu taşlar bana mezar taşının okudur.
1604.
Cevhersiz kaldım yerim taş olsa,
ağlamaktan gözlerim yaşla dolsa daha iyidir.
1605.
Oysa ki feryadımı bu âhenk
artırır, âşığm değerini o taş artınr.
1606.
Bu taş, bedenimi kandan la’le
çevirir. Şimdi kanlı yaşlarımdan bedenim la’l olsun.
1607.
Dert ve gam beni taşlığa
çevirdiği için; canım taştan bir kale olsa şaşılır mı?
1608. Demirden
can ve ten ile taştan bir yürek gereken bu gam için ne yapmalıyım?
1609.
İçimdeki derdin taş taşa olduğunu
gören, bu taş dağına dokunsa bu dağ dağılıp yıkılır.
1610.
Yürek yarin cefa taşma doymazdı.
Şimdi ayrılık kılıcıyla ne yapmam gerekir?
1611.
Ey gam! Kendi elimle yare ne
yaptığımı görüp, it gibi bana taşlar at.
1612.
Yazık! Beni yardan cahillik
ayırdı. Her sert taş bana kılıç gibi vursa yeridir?
1613.
Bu işi düşüncesizlikten yaptığım
için, her değerli kişi (bana) taş vursa yeridir.
1614.
Hayret! ‘Kendi düşen ağlamaz’
derler. Ancak benim gece gündüz ağlamaktan gözlerim çıktı.”
1615.
Sözün kısası, bu dert ve yanıp
tutuşmayla, gam besleyen canın feryat figânı ile...
1616.
Can ve gönülden feryatlar edip,
keyif sürdüğü bahçeleri seyrederek...
1617.
Bazan üzüntüsünden bülbüle
ağlardı, bazan güle kardı yaşlarım sunardı.
1618.
O şeker dudaklıdan hiç bir iz
görmediği için, şeker kamışı ellerinin çeyiziydi.
1619.
Baktığında O’nu (Absâl’ı) yanında
göremeyince, canım yakarak inlerdi.
1620.
La‘l gibi kırmızı dudağının
sözlerini düşünür, çarha feryadım iletip kan yutardı.
1621.
Naz ile yürüyüşünü hatırladıkça
ah eder; üzüntüden gölge gibi yol toprağı olurdu.
1622.
O an yaptığı hokkabazlıkları
düşünerek, pazularmı ısırıp kanatırdı.
1623.
Aniden gece vakti olsaydı, yatağı
içinde Absâl’ı isterdi.
1624.
Fakat bulamaymca üzüntüden
elbisesini yırtar, dert ve zamanını yenilerdi.
1625.
Bu şiiri gam nağmelerine uydurup,
feryatlarına ferman eylerdi.
Salâmân'ın,
Absâl'ın kederinden mersiye söylemesi
ve üzüntüsünden ağıt yakarak yüksek sesle
ağlaması.
1626.
1 Gönül,
gam dikeninden yüzlerce, binlerce ah çekse şa
şılır
mı? Yazık! O sevgili gül dalı iken yanıp kül oldu.
1627.
2 Ansızın, nar çiçeğine benzeyen
yüzü hazan yaprağı
gibi
rüzgâra kapıhp, bir anda perişan oldu.
1628.
3 Yazık!
O ırmak kesilip bedenimi kuruttu. Şimdi ben
başımı
su gibi taşlara vursam yeridir.
1629.
4 Felek,
gam tabancasını tokadını ay gibi yüzüme vurdu.
Ah!
Yürek, güneş gibi ateşle dolsa şaşılır mı?
1630.
5 Ey
ilkbahar! Bu ayak toprağı su gibi senin meyvene
kavuşayım
derdi. Ne yazık ki sen sam yeline rastladın.
1631.
6 Can ve gönül, ayak ve baş gam
taşıyla kınldı. Sevdi
ğim
elimden cahilliğimle çıktı. Yazık!
1632.
7 Ey gül yanaklı! Ateşe lâyık
olan diken taze kalsın da
gam
rüzgârı seni toprak eylesin. Yazık!
1633.
8 Dünyayı ateşe verip sabah gibi
yaksam: geceler, yıl
dızlar
gibi kan ağlasa şaşılır mı?
1634.
9 Bu
kahır ateşi müşteri pazarlığı gibi olur mu? Aniden
sabrımın
sermayesini avladı. Yazık!
1635.
10 Sana kavuşmanın mutluluğu el
verdiyse de, bu mut
luluk
anı devamh olmadı. Yazık!
1636.
11 Gönül gemisini gamdan kenara
çekmiştim. Ne ya
zık
ki ansızın rüzgar yetişip bir taşa çaldı.
1637.
12 Can bu âlemde seni seçmişti.
Şimdi elinde olmadan
ah
etse, buna şaşılır mı?
1638.
13 Ecel düğümü, sen gibi ay yüzlü
güzeli karmakarışık
etti.
Felek bugün ağlayıp, inleyerek ah çekse yeridir.
1639.
14 Ah! Tatar miskinin kokusu boşa
gittiği için bu ke
der,
mis kokulu menekşenin de boynunu büksün.
1640.
15 Kadehin içi dert ile acılaşıp,
kan dolsun. Nerde o lez
zetli
içki, o zevk ve mutluluk? Yazık!
1641.
16 Ah! O zülüf ve yanak, ateş ve
dumanla dolduğun
dan;
sümbül saçım yolsun ve gül yüzünü yırtsın.
1642.
17 O selvi boylu güzel, ecel
rüzgârından toprağa düş
tüğü
için; sular yere geçsin, çınar ateşte yansm.
1643.
18 Yabanî hayvanlar toprağa
düşsün, kuşlar havada tüy
lerini
yolsun; felekler ateşe yansın, bahar solsun.
1644.
19 Güneş gibi tutuldu ve ay
misali battı. Bu derde gece
gündüz
ah etmeyen kimdir?
1645.
20 O ceylan gözlerinin
güzelliğini hatırlayarak değil in
san,
taş yürekli dağ dahi ah edip yansm.
Salâmân'ın, Absâl'ı
hatırlayıp, inleyerek feryad
etmesinden geriye kalan...
1646. Salâmân
şiirini tamamlayıp, yine şaşkın ve ağlayıp, inleyen olurdu.
1647. Bir
an yarin hayali ile eğlenip, gönülden ağlayıp inleyerek söylerdi:
1648.
“Ey aynhk ateşi beni toprak;
ıztırap kılıcı bağrımı parça parça eyleyen...
1649.
Selvi boylu, lâle yanaklı, gümüş
göğüslü; söz4eri bal, dudağı taze hurma...
1650.
Elma gerdanh, nar memeli, fiştik
dudaklı; la‘l (renkli dudağı) çiğde ve saçı üzüm renkli...
1651.
Güzelliğinin bahçesi, vefa
çeşmesinin başı; lütfiınun gül- bahçesi iyilik kuyusu...
1652.
Gamzesi büyücü cadı beni, Efintli
güzel; boyu uzun, burnu küçücük...
1653.
Ömrünün parası, can ve gönül
sermayesi; tath sohbeti, izzet mertebesi...
1654.
Lütuf denizi, güzellik madeni;
işve dükkanı zarafet mahzeni...
1655.
Naz yükü, cefa madeni olan gönül
aldatıcı; civa gibi beyaz göğsü şive ehli âşıkların gönlünü yaralayan sevgili!
1656.
Turna boyunlu, hüma yüzlü; bahtı
açık kuş ve Cennet tavusu olan can gibi sevgili!
1657.
Kolu billur (gibi), bacağı
fildişinden; kavuşma mertebesi yüce miracdan!
1658.
Kaşları Çaç şehri yapımı iri yay,
kirpikleri ok; gözleri avcı gibi pusuya yatmış olan sevgili!
1659.
Gönül dostu olduğun, ağlayan
gözlerime nur bahşettiğin o anlar nerede?
1660.
Güzelliğin işret bahçesinde
gülümdü. Yatağm sinem, yastığın da kolumdu.
1661.
Feleğin zulüm eh bize
yetişmiyordu. Ayağına ay ve güneş doruk arkadaşı idi.
1662.
Geceleri mum gibi gülümsüyordun;
sabah vakitlerinde şaşkın ve hayran bir haldeydin.
1663.
Aydınlık günde işimiz gül
gezintisiydi. Keklik misali dağ ve çölü dolaşmaktı.
1664.
Bazan nergisin altın ve gümüşünü
kapardık, bazan peşinden yaseminin tacım koşardık.
1665. Şimşir
ağacı ile boy ölçüşmeğe kalkışır; rüzgârla ırmaklardan sıçrardık.
1666.
Bazan taze yapraklar ile def
tutardık, bazan temiz sularla el çırpardık.
1667.
Bazan gülün başına ateş yakar,
bazan bülbülün ıslığını dindirirdik.
1668.
Bazan neyleri ciğerden inletir,
bazan şarapları yürekten kaynatırdık.
1669.
Bazan ateşe öd ağacı ve öd
ağacına ateş atardık; bazan şarkı söyler, bazan dans ederdik.
1670.
Gönlümüz endişeden kurtulmuş,
meclisimiz yabancılardan uzaktı.
1671.
Bu nasıl bir ateştir ki, canıma
vurdum, şaşkınlık ve cehalet ile kanıma girdim.
1672. Keşke
sen yandığında ben de yanaydım ya da vücudun yatımca can vereydim.
1673. Bir
anda can bedeni terk edip, ebedî yeme içme ve neşeye kavuşaydım.”
Devesini
kaybeden bir Arabın: "Keşke ben de
devemle birlikte kaybolsaydım ve onu bulan beni de
bulaydı" demesi.
1674. Bir
Arap ansızın devesini kaybetti. Her ne kadar bulmak istediyse de bulamadı.
1675. Kederlenip
her yana koşuşturarak; üzüntü ve hayret içinde devamh şunları söylerdi:
1676. “Keşke
devemle birlikle ben de kaybolsaydım da bu sıkıntılar bana ulaşmasaydı.
1677. Boynumda
hurma lifinden örülmüş bir ip olarak, onunla iyi yada kötü halde bulunaydım.
1678. Onu
bulan beni de bulaydı ki gam beni böyle şaşkın yapmayaydı.”
Padişah'ın,
Salâmân'ın perişan hâlinden haberdar
olup, Bilgin'den bir çare bulmasını istemesi ve
Bilgin'in gönül okşayıp, çare bulması.
1679. Dönen
mavi kubbe acaba tasa yeri midir? Onda mutlu olmak bir efsane midir?
1680. însan
çamuru ezelden yoğrulduğundan, hal ve akd usulüyle vücut buldu.
1681.
Onu baştan ayağa suya gark etmek
için, kırk sabah belâ bulutundan gam yağdı.
1682.
Kırk gam günü tamamlandığı zaman,
mihnet tozu dağıldı, bulut açıldı.
1683.
Ondan sonra sevinç güneşi ortaya
çıkıp, o gün akşama kadar ona nur bereketi verdi.
1684.
İnsanın gamdan az kurtulması
gerekir. Zira kırk gam ardından bir kez sevinç olur.
1685.
Gam bulutunu dağıtmak için rüzgâr
gereklidir ki sevgilinin güneşi yakından doğsun.
1686. Ey
gece gündüz dert ve belâ çeken! Gönlünü hoş tut, sonunda sevineceksin.
1687.
Lâkin, Ey aydın gönüllü ve temiz
fikirli! O işret sarayının bunda olduğunu sanma.
1688.
Bu gam vadisinden geçip gitmeden,
o mutluluk meydanında sevinç süremezsin.
1689.
Bu beyanı belli etmek istersen,
bir an can kulağını benden yana tut.
1690.
Salâmân, şaşkınlık içinde
ağlayıp, inlediğinden; Padişah onun halinden haberdar oldu.
1691.
Can ipliğine kıvnm (ıztırap) ve
endişe düştü. Bir süre bu ateşe hiç bir çare bulamadı.
1692.
Bilgin’i huzuruna davet edip sımm
ona açtı: “Can derdine çare bulucusun.
1693.
Her düğümü çözen senin aydın
gönlündür. Her zorluğun anahtarım açan kilit şendedir.
1694.
Hayır ve şer, zâtma malum
olduğundan; Salâmân ve Absâl’ın halinden haber ver.
1695.
Gerçi Salâmân gül gibi sağdır,
fakat bağn lâle gibi yanıkla doludur.
1696.
Absâl’ın ayrılığından keder
içinde kaldı. Kendini O’nun acı ve mâtemine adadı.
1697.
Absâl’ı tekrar hayata döndürmek
mümkün olmadığından, daha sonra ister istemez Salâmân’m hayatı da mahvolur.
1698.
Ey Bilge Kişi! îşte sana yüz
vurdum. Yüzünün güzelliği ümit ve korku kıblesidir.
1699.
Derdimi öğrendin, çaresini söyle.
Bu dertten âciz, şaşkın, inleyen ve çaresiz biriyim.
1700.
Sen can doktorusun, derdime çare
bul. Bu gam besleyen canıma merhamet et” dedi.
1701.
Bilge Kişi başım kaldırıp, cevap
verdi: “Şahım! Doğru yol aydınlıktır.
1702.
Eğer Salâmân verdiğim emirleri
yerine getirir ise; O dilbere derhal kavuşur.
1703.
Yani, çevgânıma candan top olup;
ferman kemendime boyun eğerse...
1704.
Sihir yaparak akıl sahiplerini
deh edeyim, Absâl’ı yine ona göstereyim.
1705. Hikmet
dağıtıp, tuhaf bir hâle getireyim; O’na daima Absâl’ı takdim edeyim” dedi.
1706. Salâmân
bu sözleri dinlediğinde, kendinden geçerek yürekten inledi.
1707. Bilgin’in
ayağına kapanıp yüz sürdü. Can ve gönülden O’nun fikir ve görüşlerine uydu.
1708. Eğer
izzet, kadr ve celâl sahibi olmak istersen; gece gündüz kemal ehlinin kölesi
ol.
1709. Bir
kişi ya gönül ve akla sahip olmalı; ya da kâmil birine köle olmalıdır.
1710. Ey
çok belâ çeken kişi! Eğer bunlardan biri olmazsa belâdan kurtulamazsın, derdine
ancak âni bir ölüm deva olur.
Salâmân'ın kendini Bilgin'e teslim etmesi ve Bilgin'in de O'nun derdine
çare bulması.
1711. Salâmân
Bilgin’e itaat ettiğinde, bu teslimiyet onun kendisini selâmete çıkardı.
1712. Şahlık
tacını başından indirdi; horluk ve hizmet eteğini sıkı tuttu.
1713. Daha
sonra Bilgin onun teslimiyetine bakıp, can ve gönülden eğitimine başladı.
1714. Önce
ona irfan kadehini sundu, sonra hikmet bahyla damağım tatlandırdı.
1715. Onu
tadıyla öylesine sarhoş etti ki dünyanın tüm lezzetlerinden el çekti.
1716. Ancak
Absâl’ı hatırladıkça, ahvali yine değişir idi.
1717. Bilgin,
sevgilinin aşkının hücumunun zaman zaman Onun canım incittiğini gördü.
1718. Ona
da görülmemiş bir çare buldu ve Absâl’m suretini tasvir etti.
1719. Sanki
Absâl’ın şeklini resmederek canlandırdı. Öyle ki insanlar ve cinler o resme
bakıp, hayran kalırdı.
1720. Salâmân
ne vakit Absâl’ı hatırlasa, o suretle gönlünü sevinç doldururdu.
1721. Yine
bir yüzden meclis hazırlayıp, can nağmesini meclis sazı eylerdi.
1722. Derhal
o resmi rindçe gizleyip, mana yüzünden açıklamalar yapardı.
1723. O
mananın suretine tuzak kurarak; yaratılışının dikbaşlı atım, akla itaat
ettirirdi.
1724. Onu
bir müddet surete tapan eyleyip, mana kadehinden içirerek yine sarhoş ederdi.
1725. Bazan
ilaçla aklını alır, bazan renk ve kokuyla gönlünü anlardı.
1726. Ona
her yönden dostluk gösterip, feleğe kukla oy Halıcılık öğretirdi.
1727. O
suret yaratan, o nakşı hemen aradığı gibi aklı yine çalardı.
1728. Bu
yüzden doğru yolu ona göstererek; her sözden bir nükte sunardı.
1729.
Her gün ona şefkatin tamamını
gösterip, dünyanın boş işlerinden söz ederek...
1730.
Bazan sarhoş etmeyen şaraptan
içirir, bazan lezzetli yemeklerden yedirirdi.
1731.
O kemal sahibi olgun insan, gece
dahi olsa, ay gibi yine bir yüzden hâlini arz ederdi.
1732.
Toprak fikrinden uzaklaştırıp,
O’na feleklerin hâlini uzun uzadıya anlatırdı.
1733.
“Gerçi felek renksizdir, fakat
ona hükmeden ‘Heft Ev- reng’ (yedi yıldız)dır.
1734. Her
birinin işi şaşkınlık vericidir, ancak Zühre gibi eğlence sahibi olam yoktur.
1735. Felek,
çenginin namesiyle döner; güneş ve ay da onun âhengine def tutar.
1736.
Yıldızlar içinde meclis mumu;
minnet duyulacak güzellik nurunun parlaklığı odur.
1737.
Ne zaman güzelliğini ortaya
çıkartsa; ay ve güneşi âşık edip çıldırtır.”
1738.
Çarhın Behram’ı (Merih Yıldızı)
ayağına baş indirir. Felek kadehi ayıplama taşından kınhr.
1739.
Zühal gezegeni onun sarayının
bekçidir. Bu dokuz eyvan (felek) da onun gömleğidir.
1740.
Utarit, gece gündüz beyan
kalemini elde tutarak; O’nun güzellik levhasmdan nüktedan olur.
1741.
Yanağının nurlarım arz ederek;
Müşteri’- (Jüpiter)nin alışverişini
kızıştırır.
1742.
Ülker Yıldızı onun harmanında
başak toplayıcıdır. Şeref dolu nurlarıyla en kutsal tabaka onundur.
1743.
Devrin bazı bilginleri de
Zühre’nin güzelliğini tarif edip anlattığı için...
1744.
Sonunda o ay yüzlünün güzelliğine
şaşıran Salâmân’dan O’na can meyli koptu.
1745.
Bilgin Salâmân’ın meylini
anlayıp, Zühre vasfında çok çalışan oldu.
1746.
Bu sihirler ona kazanç olana dek
akima düştükçe zikrini tekrar etti.
1747.
Gerçi göz hak olsa, kulak
bâtıldır. Ancak gözden önce âşığa kulak âşık olur.
1748. Şimdi
o büyük bilgini dinle! Cevherden hoş bir sürme hazırladı.
1749. Onu
Şehzâde’nin gözüne çekti ve o âşığa can nurunu verdi.
1750. Gözü
candan parlaklık bulduğu için, gönlü nur denizine tamdık oldu.
1751. Feleklerin
yüzünden perde gitti. Zühre ’nin yüz güzelliğini peçesiz gördü.
1752. Gönlünden
Absâl’ın nakşını tamamen temizledi, Zühre’nin sevgisine gönlünü esir etti.
1753. Fani
olandan vazgeçip daimi güzelliği buldu. Periden kurtulup, hurinin arkadaşı
oldu.
Padişah'ın,
devlet ileri gelenlerini Salâmân'a
tâbi etdirip, yüce tahtını, kemerini ve tacını ona
bırakması.
1754. Padişahlık
tacı ne hoş sermaye, sultanlık tahtı ne yüce makamdır.
1755. Her
baş o zenginliğe ve her ayak o mevkiye lâyık olamaz.
1756. O
süslü tacı sahipsiz ve değersiz bilmeyin; o mücevher gibi değerli, yüce tahtı
da tahta sanmayın.
1757. Ancak
Hüma kuşu gibi göklere gölge salabilen insan bu zenginliğe ve devlete
kavuşabilir.
1758. Ayağı,
güneş gibi felekte olması için, bu yüce mertebe, o yüksek ikbale yerdir.
1759. O
insanın yakası gül yapraklan gibi yüz parça ve gömleği de toprağa bulaşmış
olmamalıdır.
1760. Hiç
bir zaman nefsin isteklerine uymamalı ve başkaları gibi nefs ayağına yüz
sürmemelidir.
1761. Salâmân,
Zühre’den nur elde edince, cam sevinç denizine gömüldü.
1762. Salâmân’ın
çatımdan yüz yıllık kederi gitdi ve kutlu geleceğinin sevgilisine gönül
bağladı.
1763. Etekleri
kirden temizlendi, Zühre’nin sevgisi onun canım aydınlattı.
1764. Saltanat
tacı başma gün gibi doğsun diye, Umman ve Bedehşân’dan haraç aldı.
1765. Altm
taht, onun ayağım öpmek için avucunu, sedef gibi inci ile doldurdu.
1766. Bunun
üzerine Yunan Şahı beylerini çağırıp, askerini ve bütün şehir halkım topladı.
1767. Şahlara
lâyık ve görülmemiş bir meclis düzenleyerek, cömertliğini olduğu gibi gösterdi.
1768. Dünyanın
her taralına o kadar bereketli sofralar yaydı ki yiyeceklerinden İrem Bağı dahi
utandı.
1769. O
meclisin zenginliğini kim anlatabilir? Beyler ve yoksullar nimetlere gark
oldu.
1770. Sivrisinekten
file kadar her canlının nasibi o sofradan oldu. Bulunmayan karıncaya bir sığır
bağışlandı.
1771. Daha
sonra Şah Salâmân’ı yanına ahp, başına güneş gibi parlayan altm bir külâh
geçirdi.
1772. Derhal
bütün halkı ona itaat etdirip, yürüyen tahtım ona hemen teslim etti.
1773. “Bundan
sonra ülkede şah sensin, Allah’ın lutf gölgesi ülkenin üzerinden eksik olmasın”
dedi.
1774. Böylece
sözlerini tamamladı ve vasiyet mektubunu onun eline tutuşturdu.
Padişah'ın Salâmân'a
öğüt ve hikmet sebebinden
vasiyeti.
1775. Padişah
vasiyetinde şunları söylemiş: “Ey oğul! Dünya gelip geçicidir. Hak ülkesinden
başka ebedî mülk yoktur.”
1776. Dünya
sahnesi ıztırab dolu bir ekin tarlasıdır. Ahiret gül bahçesi ise daima şen ve
sevinçlidir.
1777. Burada
o ümid için gayretin olsun, ebedî devlet için tohumunu şimdiden ek.”
1778. Esvap
kolu ki onda cömertlik eli yoktur. O ıztırap ocağı fil hortumu gibidir.
1779. Her
ne iş yaparsan yap sonucunu iyi düşün. Mutluluk yolunda akıl arkadaşı ol
1780.
îsterse kazancmda kusur olmasın!
Sen yine de ilimsiz bir iş yapma.
1781.
Vereceğin her cevabı tekrar
düşün. Bilmediğin şeyleri bilgi sahiplerinden taleb et.
1782.
İşin, din ve din kaideleriyle beğenilen
güzel ahlâkla ve güzel bir şekilde olsun.
1783.
Mazlumun kesesini boşaltıp,
zalimin değerini yüceltme.
1784.
Şahım! Halk da asker de senin
hazinendir. Bu sermayeyi harab etme.
1785.
Adalet töresini her zaman taze
tut ve din kurallarına sana tâbi olanların sana ölçü olmasın
1786.
Halkını gözle, tasaya
düşmesinler, dağılarak gurbete rağbet etmesinler.
1787.
Şah olan çoban, halk ise sürüdür.
Sakın ha onlan gam çölüne sürme.
1788.
Susuzluktan gönül kam içmesinler,
hastalıktan çamur ve diken yemesinler.
1789.
Her inatçı köpek güvenilir olmadığından;
mihnet kurdu tuzak kurmasın. Sakın!
1790.
Kalbi kırık, gizli bir hazine
olan garip, ülkeye misafirdir. Onu hoş tut.
1791.
O garip sayende dertsiz, tasasız
olacağından; seni sevgiyle hatırlayıp övecektir.
1792.
Gurbete düşen insan sultandan
sıkıntı çekse; o ülke sonsuza dek rahat yüzü görmez.
1793.
Onun gurbet elde olduğunu
hatırlayıp, merhamet et. Ülkende ona sıkıntıyı, eziyeti lâyık görme.
1794.
Tüm memleketlerin tüccarlarını
kendine çekerek; yüklerini kendi ülkende çözmelerini sağlamak için gayret et.
1795.
Bu tüccarlar ülkende yüksüz
olacakları (eşyalarım satacakları) için, gece gündüz canla başla işte olurlar.
1796.
O ameller, ülke işini bitirip;
memleket yücelsin, vilayet şen olsun.
1797. Padişahın
meşveretten dolayı danışmana ihtiyacı olunca; saltanat emrine bir vezir
lazımdır.
1798. Ancak
(vezirin) gayet akıllı ve bilgili; dine hizmet eden, ileri görüşlü ve olgun
biri olması gerekir
1799.
Ağır başlı, haşmetli ve
yaratılışı iyi; mal, mülkde güvenilir dürüst bir adam olmalı.
1800.
Memleketin her hâline kefil ve
yeterli olmalı; hâzinede adaletli olmaya gayret etmeli.
1801.
Şahı daima hayırlı işler yapmaya
teşvik etmeli; memleketin ıslahı için isabetli fikirler söylemeli.
1802.
Döğüş ve savaş hallerini iyi
bilmeli; ileri görüşleri ve fikirleriyle dünyayı gülbahçesine çevirmeli.
1803.
Zavalh fakirlere merhamet etmeli;
zor duruma düşenlere gece gündüz çare arayıp bulmalı.
1804. Fazilet
ve ilim sahiplerini kendine dost et; Zira eski sultanların adetleri böyledir.
1805. Soysuzu
hiç bir zaman ülkene baş yapma çünkü selvi gibi başı dik olur ve meyva vermez.
1806. Baykuşu
ululamak; uğursuzluk ve nefret yaratır. Çorak toprak, sümbül ve reyhan
yetiştirmez.
1807. Ülkeye
fitne fesat düşmesini istemiyorsan; ülkeni bilgin olana emanet et.
1808. Ey
insanların hayırlısı! Kim Hak Teâlâ’dan korkmazsa; o kişi halkın koruyucusu
olamaz.
1809. Zulüm
edeni dünyaya sultan etme, kurdu koyuna çoban etme.
1810. Telef
ehli ve fesatçı kimseler; din, ülke ve mal için kaygı duymadıklarından
güvenilir olmazlar.
1811. Binde
bir kişiye mal için güvenilir. Dünya halkı, mal için ayak altında kalır.
1812. Doğruluk
ehli son derece azdır, halkı değiştiren de, doğru yoldan çıkaran da bu hırs ve
açgözlülüktür.
1813. Kim
zulüm edip, iktidar olursa, cehennem ateşinden belirtiler gösterir.
1814. Zulüm,
Nemrud’un yerini ateş etti; Dahhâk’ın boynunu yılanlarla doldurdu.
1815. Eğer
dünya ateş ve yılanla dolmasın dersen; zulüm edenin bulunduğu yeri darmadağın
et.
1816. Bahçıvan
daima bağı korumazsa; incirin yuvarlağı karganın yiyeceği olur.
1817. Diken
olan kahırla yanmak içindir, gülbahçesi olanın lütuf suyunu içmek gerekir.
1818. Bağın
dikenlik olmasın dersen, kötü tabiatlıların kökünü diken gibi kes.
1819. Ancak
kahr olmak için geçerli sebepler gerekir ki ona gazab ateşi sebep olmasın.
1820.
Öfke ve kin, akıl gözünü hasta;
olgun ve bilgin inşam da akılsız eder.
1821.
Sıcak bulut, ekin tarlasının
ateşidir; oysa hafif hafif yağan yağmur daima tazelik ve yeşillik verir.
1822.
Ona yaratılışındaki yumuşaklık,
gemi; ğazab tufan; yumuşaklık ehli dost da gemi kaptanıdır.
1823.
Korkunç dalgalar ondan feleğe
kadar yükselip; sakın bu gemiyi mahvetmesin.
1824.
Gönül, öfkelenmeyle kötü ferman
olur; can, gazaptan şeytanın maskarası olur.
1825.
Dünya devletinin sonu kötüdür;
insana daimi kalacak olan iyi bir addır.
1826. Ey
iyi adh oğul! İbret gözüyle etrafına iyice bak. Feleğin dönmesinden ne Cem ne
de cam (kadeh) kaldı.
1827.
Ömrünün ipliği, ıztırab ve
sıkıntıyla dolar; sonun mum gibi eriyip bir hiç olmaktır.
1828.
Ey bilgili ve ileri görüşlü
insan! Ancak sen yanm saatlik bir adaleti bin yıllık ömre say.
1829.
Senden önceki şahlan düşün;
yollarım şaşırmaları ve doğruyu bulmalan hep dillerde söylenip durur.
1830.
Memleket işlerinde kendi
bildiğinden şaşmayan biri ve halka karşı da kendini süsleyen bir tavus gibi
olma.
1831.
Hikmetli nasihat parlak bir
incidir; bu nadir inciye sa- def gibi kulak ver.
1832.
Bunun için şah bahçede gül
olmuştur. Ancak baştan ayağa kulaktır dil değil.”
1833. Tüm
bu anlatılanlardan maksat inşam ikaz etmek olduğundan amaca ulaşıldı. Sözün
kısası, âlemin hâli insan için bir nasihattir.
Bu dirayetli
hikâyenin manası ve bu hisse dolu
kıssanın genel görünüşü.
1834. Bu
şiir görünüşte bir efsanedir. Meselâ anlamda tuzak ve tanedir.
1835. Görünüşü
renk ve koku dolu bir kıssadır. Ancak içi hikmet yönünden hisse doludur.
1836. Yaratılış
hâlidir, boş sözlerle dolu değildir. Kavgasız ve çekişmesiz olmuş bir iştir.
1837. Ey
akıllı kişi! Eğer benim sözlerime sadef gibi kulak verirsen, sana bu incileri
anlatayım.
1838. Hak
Teâlâ, iki cihanın temelini attığında; önce bir cevher icad etti.
1839. O
yüce yaratılışlı kişi varlıkların en şereflisidir. Hikmet ehli olan ona “Akl-ı
küll” adını vermiştir.
1840. Bu
İlâhî mektuba kalem odur. Hatta başlangıç, çokluk ve karışıklığa da kalem odur.
1841. Ondan
bir inci ortaya çıktı ve söz ehli ona “Nefs-i küll” adım verdi.
1842. İşte
bu düzen ile on cevher oluştu, birbirlerinden nur ve fer türedi.
1843. Dünya
işi onuncuda tamamlandı ve ona “Akl-ı fa‘âl” ismini vermek gerekli oldu.
1844.
îki cihana hayr ve şerr ondan
feyiz verdi, şüphesiz menfaat ve zarann kefili de odur.
1845.
Onun ne cisimle ne de cismaniyle
alâkası vardır. O cevher lılsımsız manalar hâzinesidir.
1846. Bütün
âlem onun fermanlı kölesidir. İnsanoğlu onun ihsanına gark olmuştur.
1847. însan
ruhu onun tesiri çocuğudur. Hayvan nefsi onun tedbirinin maskarasıdır.
1848. Alem
halktır, o ise ferman veren şahtır. Feyzinden dünyaya uğurlu nefesi erişir.
1849. O
yüce yaradılışlı, ferman veren olduğundan bil ki Yunan Şahı’yla anlatılmak
istenen odur.
1850. O
da her emri yukarıdan; feyiz nurunu yüce akıldan alır.
1851. Şüphesiz
o feyzin adı Hakim kondu ki onu bu Şah kendine nedim edinmiştir.
1852. O
Şah her ne kadar yaratılıştan yüce ise de hayır ve şerri bereketlendiren ihsan
denizidir.
1853. Fakat
gece gündüz Rabbin nurlarına nail olması için büyük bir inci istedi.”
1854. İlâhî
nisan ayının bereketi, sadef olmaksızın ona isteği olan şerefli bir inci verdi.
1855. Yani
ondan cisimle hiç ilgisi olmadan tılsımlı nurlu bir mum, güneş gibi doğdu.
1856. Gönül
ehli, o manevi nura Ruh-ı İnsanî (insana ait ruh) ve Nefs-i nâtıka (insan ruhu) dedi.
1857. Hasılı,
Salâmân işte bu sultanın oğludur. Selvi gibi hür ve sevinçlidir.
1858. Absâl’ı,
tabiat hükümlerinin alçatüğı şehvete tapan bir beden olarak bil.
1859. Bu
beden daima o can ile dirilir. Ay ve güneş gibi gece gündüz parlamaktadır.
1860. Bil
ki can da gözle görünür şeyleri idrak eder; gönül bedenden kazanç elde edip
parlak olur.
1861. Bundan
dolayı o buna, bu da ona âşık oldu ve biraraya gelerek bir çok heveslerini
giderdiler.
1862. Eğlenceye,
yiyip içmeye dalıp akıldan uzaklaştıkları için, bir çok dağ ve vadiden
geçtiler.
1863. Suyu
cehennem ateşi gibi dalgalı, ucu bucağı olmayan bir denize düştüler.
1864. O
su hayvani şehvetlerin ve nefsanî lezzetlerin denizidir.
1865. Zevk
ve safarim bahçesi ve nefis için sevinç alam or- dadır.
1866.
Ruh, ondan nefret ettiğinden
dolayı hidayet âleminden ona beklenmedik gerçekler ulaştı.
1867.
Yine mana aleminden koku aldı,
yine mülk âlemi akla (doğru) yöneldi.
1868.
Zengilerin yol kesmesi benliği
kötü ahlâklı kılması demektir.
1869.
Daha sonra düşüncelerle zengi
misali savaşır iken; Cenab-ı zü’l-celâl’in yardımı yetişti.
1870.
O kavmi bir anda yok etti ve can,
fitne fesattan temizlendi.
1871. O
ateşin görünüşü sağlam bir riyazettir. Bu sebepten can evi gün gibi
aydınlıktır.
1872. Huyun
yol gereçlerini ve nefsi yakıp kül eder; ateşini gül, dumanım sümbül eder.
1873.
Can dostu ondan dert ve gam
çekmez. Zira elemsizlik ona yaşama gülbahçesidir.
1874.
Ancak can, tabiatıyla o ateşe
alışık olduğu için; onda şaşkınlık ve cesaret yapmıştır.
1875. Elbette
Absâl’ı hatırlayıp, hasret ve acıyla gönülden ah çeker.
1876. Bilgin,
Salâmân’ın hâlini düzeltemek için gece gündüz sihirlerle ilaç yapar.
1877. Onun
canını Zühre’ye meylettirip, gönlünü Zühre’ye kaptırmasını sağlar.
1878. Zühre,
yüce olgunlukların nurudur ki can bu olgunlukları elde ederse şeref, haysiyet
kazanır.
1879. Can,
bu değeri ve itibarı bulduğunda, taç ve tahta lâyık olur.
1880. Bilginin
dürüstlükle te’vil ettiği bu kitabın özetle hikâyesi budur. Doğrusunu Allah
bilir.
Bu kitabın
sonu, isteğine kavuşmuş kalemin tarifini
ve misk örtülü mektubun vasıflarını anlatmakta ve
dünyanın kutlu hükümdarı, devrin Süleymanı ve âhir
zaman Mehdisi cömert
padişahın duasına sebep
teşkil etmektedir.
1881. Çok
şükür ki düşünmeden, birdenbire gereğine göre bu taze ve miskli yazı sona erdi.
1882.
Sanki, divit yeşil bir papağan;
ağzındaki dil de kalemden bitki dalıydı.
1883.
Tatlı ve taze sözlerini
söyledikçe dürülmüş eteği şekerle doldu.
1884.
Mis kokulu bir bulut ya da siyah
bir çadırdı; cam, deniz gibi İlâhî feyiz ile doluydu.
1885.
Etrafa rahmet eserlerinden
dağıtıp, yapraklanıl yüzeyini yeşil etti.
1886.
Ancak kalem öylesine la‘lden
yapılmış bir kilit idi ki; onunla bu ümit hâzinesi zapt olup...
1887.
Baştan sona mücevherlere gark
edip, mektubun yüzünü aydınlattı.
1888.
Bu lütuflar cam kayıp ettiği
için; yüreklen “Rableri onlara tertemiz bir içki içilmiştir” denildi.
1889.
Eğer iddia eden laf ederse, gam
değil. Çünkü bu şiirleri görse insafa gelir.
1890.
Sabah gibi nurların doğuşu
(Matla-ı Envar)dır ; felek gibi sırlar mahzeni (Mahzen-i Esrar)dir.
1891. İnci
gibi sözleri, hayır sahiplerinin teşbih tanesi (Sübhatü’l- Ebrar)132;
Şekerleri, hür insanların hediyesi (Tuhfetü’l Ahrar)dir.
1892.
Kin ve hileden su gibi temiz,
hâlini ayna gibi anlatandır.
1893.
Ay gibi temiz yüzlü Rumi güzelidir;
zülüf ve beni, renk ve koku dolu Hintlidir.
1894.
Çadırdaki huriler gibi nükteler
içinde kalmış parlak sözleri, mis renkli örtüyle kaplıdır.
1895.
Eşi benzeri olmayan el değmemiş
manalardır. Ay gibi güzel yüzlülerin çılgını çoktur.
1896.
Ey Lami-î! Lafla tecavüz etmekten
gayet sakın. Zira dünya halkı bir sarraftır.
1897.
Altın ve gümüş mutlulukla dolu
olmadığından, bu dava ile değerli incini kırma.
1898.
Özellikle şah meclisi olduğunu
bilip utan. Bu şiirler hoş rüzgârdır, meşgul olma.
1899.
Senin maksadın şaha dua etmek
olduğundan, her bakımdan dergâhına hizmet etmelisin.
1900.
Ağzım tövbe suyuyla yıkayıp,
kutlu padişahın medhini yap ve dua et.
1901.
Nitekim alem onun cömertliğiyle
tazelendi. Adalet nöbeti yüksek sesle haykırmaktadır.
1902.
Cenâb-ı Hak yüzünün güzelliğini
sonsuza dek taze tutsun, ikbal müddeti sınırsız olsun.
1903.
Alemlerin Rabbi, yüz yıllar
boyunca azmine her nefeste bir fethi yakın etsin.
Ey Allahım!
Dualarımızı kabul et.