Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Ebu Said Ebu’l-Hayr ve Aşkın Yüzü

 


Hazırlayan: Fatemeh NAJAFI

Ebu Said, Horasan eyaletinin Meyhene  şehrinde 967 yılında doğdu. Ebu Said’in babası aktar idi ve kendisi tasavvufu severdi. Ebu Said de babasının meclisinde bulunmuş ve bu şekilde tasavvufa aşina olmuştur. Babası Ebü’l-Hayr Ahmed sûfilerin dostu olan ve semâ meclislerine devam eden bir attardı. Çocukluğunu Meyhene’de geçiren Ebû Saîd babasıyla birlikte gittiği semâ meclislerinde tasavvufu tanıdı. Mutasavvıf şair Ebü’l-Kâsım Bişr-i Yâsîn’in derslerine devam edip dil ve edebiyat ilimlerinde ondan faydalandı, şiir ve tasavvuf anlayışından da etkilendi. Ondan öğrendiği şiirleri çeşitli sohbet meclislerinde okudu ve bu şiirler onun için ilham kaynağı oldu. Bir rivayete göre 30.000 beyit ezberlemişti.

Yıllar Meyhane’de, ulûm-ı zahiri (fikih, felsefe, edebiyat ve ilahiyat)’ı Serahs’te Ebulfazl Muhammad bin Hasan’dan, daha sonra Nişabur’da Ebu Ali Ebu’r-Rahman-i Selemî’den, ardından Horasan’da Ebu Abbas-i Kassâb’dan süluk ve riyazet eğitimine devam ederek sonunda tam bir arif oldu. Meyhene’deki kendi tekkesinde, ardından Nişabur’da eğitim vermeye devam ederek halkın teveccühünü kazanmıştır. Fars edebiyatının önemli ve büyük ariflerinden biri sayılmasının yanında tasavvuf alanında da büyük iz bıraktığı kabul edilmektedir.

Tasavvufu, Ebul Fazıl-ı Serahsî ve Ebu Abdurrahman-i Selemî’den  öğrenmiştir. Tasavvuf görüşü Beyazıt-i Bestâmî mektebine yakındır ve vaaz meclislerinde vaazın yanında Farsça şiirler de okumuştur. Semâ’, kavl ve gazel türlerini tercih etmiştir. Tasavvuf terimlerini Fars edebiyatına getiren ilk şairlerdendir. Tasavvufî şiire aşkı katması bakımından Sânâyî’ye benzer. Esraru’t- Tevhid Fî-Makâmati’ş-Şeyh Ebî Said kitabında Ebu Said’in sözlerinden bahsedilmiştir.

Ebu Said’in Gençliği

Ebu Said yedi sene boyunca bir dağda inzivaya çekilmiş, orada ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Örnek olarak kendini kuyuya asıp tersten Kur’ân-ı Kerim okumuştur. Fakat daha sonra yaşamdan ayrı kalmamış ve hayatın tadını çıkarmıştır.

İbn Hazm-i Endülüsî (14. yüzyıl) kitabında onun hakkında şöyle demektedir: “Ebu Said, bazen çok zor şartlar altında yaşayan bazen de ipek kumaşlı bir hırka ile gezen bir sufi idi.”  

Rivayete göre bir gün Serser’in müridlerinden biri, Ebu Said’e kavunu bölüp verir. Sonra şeyhe “Bu bal gibi kavunu yemek ne demek? Yedi sene çölde yaşamak ve diken yemek ne demektir? Hangisi daha hoş gelir size?” diye sorar. Ebu Said “İkisinin de zamana göre tadı var. Yani eğer ‘bast’ haletin varsa diken tatlı gelir, eğer ‘ğabz’ haletin varsa şeker bile sana hoş gelmez.”  

‘Gabz’ın anlamı salikin iç haletidir. Eğer mutlu ve neşeli ise ‘bast'tır ve eğer daralmış ise ‘ğabz’dır. Tasavvufta zaman, eşyayı ikiye bölen bir kılıca benzetilir. Kılıcın eşyayı ikiye bölmesi gibi zaman da hayatımızı geçmiş ve gelecek olarak ikiye böler. Bu ikilik arasında insan anı yaşarken mutlu ise diken bile ona tatlı gelir fakat mutsuz ise kavun bile acıdır.

Şeyhin Şeriat, Tarikat ve Hakikat Terimleri Hakkındaki Görüşü

Şeyhe şeriat, tarikat ve hakikat hakkında soru sormuşlar. Şeyh ise “Bunlar insaniyet durakları ve hanlarıdır; şeriat ispattan, tarikat yoldan ve hakikat hayranlıktan ibarettir.” diye cevap vermiştir.

Mevlânâ da bu konuda şöyle demektedir: “Şeriat, cisim ile gerekli şeyleri ve gerekli olmayan şeyleri; tarikat, davranışın nefsini tezkiyesidir. Hakikat ise hayrettir, hayret!”  

Mevlânâ’nın dediği gibi dinin işi, yani dinin en derin tecrübesi hayret yani hem güzellik açısından hem sanat açısından “bilmiyorum”a ulaşırız. Daha buna varmadan bazen güzellikten anlarım diyebilirken şu noktaya varınca artık hiçbir şeyi aslında bilmediğimizi anlarız ve işte o an bütün sufilerin amaç noktasıdır

(Rebe zednîtehayuren=Allah’ım bizim ruhani tecrübelerimizi arttır! )

Ebu Said ve Şiir

Muhammed bin Münevver, Esrârü’t-Tevhîd kitabında şöyle der:

“Şeyh şiir söylemezdi ve hayatında sadece bir rubai yazdı. Onu da Dervîş-i Nişâbûrî’ye sundu.” Bu sebeple Jan Rypka gibi bazı araştırmacılar, Ebu Said’i şairden çok mutasavvıf olarak değerlendirmişlerdir.

Öte yandan şeyhin şiire ilgi gösterdiği de görülmektedir. Ama Esrârü’t- Tevhîd’in yazarına göre, Ebu Said'in şiir yazmamasının sebebi, o dönemde şairliğin mutasavvıflar ve şeyhler için kötü bir uğraş olarak görülmesidir.

Keşfü’l-Mahcûb kitabında ona isnat edilen Arapça bir kıta vardır.  Bu kıta onun rubai yazdığının kanıtlarından biri kabul edilebilir.

Ebu Said’den iki yüzyıl sonra yaşamış olan Necmeddîn-i Râzî,

Mermûzât adlı eserinde şöyle söyler:

“Ebu Said’in dediğine göre:

mâ râ be coz în zebân,

zebân-i dîgerîst

coz dûzeh u firdevs

mekân-i dîgerîst

“Bizim bu dilden başka dilimiz var.

Cehennemden cennetten başka yerimiz var. ”

Bazı kaynaklarda bu rubainin Mevlânâ’ya ait olduğu söylense de Dr. Riyazî aynı kitaptaki dipnotlarda onun bu rubaisinin çok meşhur olduğunu söyler. Necmeddîn-i Râzî’nin Mermûzât’ında ve Esrârü’t-Tevhîd’de bu rubainin Ebu Said’e ait olduğu belirtilir. Öte yandan Aynu’l-Guzzat Temhîdât  (1.C, s. 237) ve Zübdetü’l-Hakayık’ında  aslında bunun iki rubai olduğunu ve bazen birbirine  karıştırıldığını söyler. Mevlânâ’nın Divan-ı Kebîr’inde (8. c., s. 39), Mevlânâ’ya ait olarak geçmektedir.

Said Nefısi’nin Sühenân-i Menzûm-i Ebu Said  726 rubai mevcuttur. Hayyam (55 rubai), Baba Efzel (40 rubai), Mevlânâ (30 rubai), Evhadüddîn-i Kirmânî (35 rubai), Bahrezî (23 rubai) zikredilmiş, kalan 500 rubai için belli bir şair ismi verilmemiştir. Dolayısıyla hangi rubainin şeyhe ait olduğunu bilmiyoruz.

Kitapta  Ebu Said’e isnat edilen rubailer, Sebk-i Horâsânî  olarak söylenmiştir. Bu rubailerin içeriği tasavvuf ve aşktır. Ebu Said’e kadar hiçbir şair tarafından bu kadar güzel ve latif rubailer söylenmemiştir:

bâzâ bâzâ her ân-çe hestî bâzâ

ger kâfir ü ger to bot-perestî bâzâ

în dergeh-i mâ dergeh-i nomîdî nîst

şad bâr eger tövbe şekestî, bâzâ

“Geri gel, geri gel, ne olursan geri gel. Kâfir de putperest de olsan geri gel! Bu dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da geri gel!”  

Örnekten de anlaşılacağı üzere Ebu Said’in rubailerinde katı irfan terimleri görülmekle beraber daha nazik, tatlı bir aşk dili kullanılmıştır.

Ebu Said’in Şiirinde Tema

Ebu Said Ebu’l-Hayr, en önemli sufilerden sayılmaktadır. Tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat alanlarında derin bilgiye sahiptir. Tatlı söyleyiş tarzıyla etrafındaki insanları kısa sürede cezbetmiştir. Semâ’ ve kavl meclislerinde de kendi döneminin şair ve mutasavvıflarının gazel ve rubailerinden seçtiklerini okuyarak herkesi neşelendirirdi. Bazen kendi şiirlerini de bu meclislerde okur, vaazlarında düşüncelerini beyitleriyle ifade ederdi. Bu bakımdan Attar ve Sanâyî'nin öncüsü sayılmıştır. Ebu Said'e atfedilen bin beş yüze yakın Arapça ve Farsça rubai ve kıta mevcut ise de daha sonra bunların başka şairlere ait olduğu tespit edilmiştir. Bununla beraber Esrârü’t-Tevhîdde bazı rubailerin doğrudan onun olduğu belirtilmiştir.

Ebu Said'in dinleyicisi daha ziyade tekke ve dergâhlardaki halk olduğu için şiirlerinde günlük halk dilini kullanmış, saray edebiyatından uzak durmuş, gazel ve rubailerinde halka hitap etmeyi amaçlamıştır.

Ebu Said’in babası, Ebu Said küçükken semayla meşgul olduğunda ona şu beyti söyler:

în ’ışk belî ’atâ-i dervîşân est

hod râ kösten velâyet îşân est

dînâr ü derhem ne zînet-i merdân est

cân kerde neşâr kâr-i ân merdân est

(Bu aşk, evet dervişlerin hediyesidir. Kendini öldürmek de onların velayetidir. Ancak dinar da dirhem de onların süsü değildir, (çünkü) onlar her şeyden geçip canlarını feda eden yiğitlerdir.

Kavvâl bunu söyleyince dervişler bir hale girdiler ve şeyh de onları izleyerek sûfîyâne hallerine tanık oldu.

Mevlana ve Ebu Said gibi sufiler, aynı zamanda şairdir. Bununla birlikte söyledikleri rubailer genelde aşk temasını içermektedir ve didaktiklikten uzaktır:

“Evet, onun aşıkâne şiiri meclisleri daha zengin edip renklendirdi.”

Ebu Said ve Semâ’

Özel bir musiki eşliğindeki sufiyane raksa semâ denir. Nereden, nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı hakkında belli bir bilgi mevcut değildir. Ancak Ebu Said’den önceki nesillerden geldiği ve şeyhin küçük yaşda hânkâhlara (tekke) gidip semâ öğrendiği muhtemeldir. Şeyh’ten önce gelen şairler Ebu Abbas Kassâb-i Amoli, Ebu Ali Dekkâk ve Ebu’l-Kasim, Beşer-i Yâsîn ve Ebu’r-Rahman-i Sulemi ve Ebu Said’den önce gelen şairlerin hiçbiri semaya bu kadar ilgi göstermediler. Kâşirî semânın asalete karşı olduğunu düşünürdü.

Ebu Said’den yaklaşık bir yüzyıl sonra gelen ünlü şair, Attâr-ı Nişâbûrî de Ebu Said’in en büyük takipçilerindendir. Attar, bütün eserlerinde Ebu Said’in ismini zikreder:

sühen beşnev ze sultân-i tarîket

sipeh-sâlâr-i dîn, şah-i tarîket

suleymân-i şühen der mentikut-tayr

ki în kes bu said est bin bu’l-hayr

“Din öncüsü, Mantıku’t-Tayr’daki söz padişahı, tarikat şahı! Sultanının sözünü dinle. Çünkü bu kişi işte Ebu Said-i Ebu’l-Hayr’dır.”

Başka bir yerde :

ez dem-i bu said mîdânem

devlet-i kîn-i zamân hemîn yâbem

ez mededhâ-yi o be her nefesî

devletî bî-kerân hemî yâbem

“Bu kindar devranda, Ebu Said’in nefesinin yardımı ve onun sözleri ile sonsuz bir saadeti bulacağımı biliyorum.”

Ebu Said’in Şair Olup Olmadığı Meselesi

Bu meselede iki görüş mevcuttur. İlk grup Ebu Said’in şair olduğunu kabul ederken öteki grup onun sadece bir şeyh ve vâ’iz olduğunu kabul eder.

Ebu Said’in şair olduğunu savunanların görüşü

Fars edebiyatının çağdaş şair ve yazarı Said Nefisi, Ebu Said’in şair olduğunu belirtir. Said Nefisi Suhenân-i Manzûm-i Ebu Said adlı kitabında 726 rubai, 88 kıta ve müfret beyitlerin şeyhe ait olduğunu söyler.  Ayrıca Alman oryantalist, Herman Ethe, Ebu Said’i sufi şiirin öncüsü ve kurucusu olarak kabul eder.  

Şiirlerinin muhtevası genelde tasavvufidir. İnsan, mecazî aşktan başlayarak ilahî aşka kavuşur. İlahî aşkı temsil eden mum, ateşi ve ateşin etrafında dönen pervanelere benzetilen dervişler şiirlerinde sık sık geçmektedir.

Ebu Said’in şiirinde mecazî aşk ile ilahî aşk birlikte bulunur. Şarabın sarhoşluğu ve Allah aşkının sarhoşluğu beraber zikredilir. Yani Hafız gibi yalnız mecazî aşk veya Mevlana ve Attar gibi yalnız ilahî aşk söz konusu değildir. Şeyhe göre bütün dinler ve mektepler, Allah yolunda olmak bakımından eşittir. Kâbe ve tapınaklar aslında birdir. Maksat Allah’ın ta kendisidir ve ayrım da kesret de yoktur.

Ebu Said’in şiirleri Darî lehçesiyle yazılmıştır.

Ebu Said’in sadece şeyh ve vâiz olduğunu savunanların görüşü

Bu teoriyi savunanlar iki kaynağa dayanarak görüşlerini savunurlar:

Hamze El-Turâb adlı bir dervîş, Ebu Said’e mektubunda başlık olarak şöyle yazmıştı:

çün hâk şodî, hâk-i torâ hâk şodem

çün hâk-i torâ hâk şodem pâk şodem

“Sen toprak olduğunda ben de senin toprağından toprak oldum. İşte senin toprağından toprak olduğum için tertemiz oldum.”

Ebu Said mektubu okuduktan sonra meclise dönüp şöyle der:

“Biz hiçbir zaman şiir söylemedik. Dilimize gelenler aslında gönlümüzden geçen sözlerdir ve onların çoğunun ilham kaynağı Ebu’l-Kasım’dır.”  Bu grup, Ebu Said’in bu sözüne dayanarak onun şair olmadığını belirtirler. Ama Esrârü’t- Tevhîd’de başka bir hikâye mevcuttur.

Şeyh, mecliste sülûka girince istiğrara girer ve Hamze’ye ( Ebu Said’in öğrencisi) şöyle bir şiir yazar:

cânâ be zemîn hâverân hârî nîst

keş bâ men ü rüzgâr-i men kârî nîst

ba lütf ü nivâziş cemâl-i to merâ

der dâden-i şad-hezâr cân ’ârî nîst

“Ey sevgili! Doğu ülkesinde diken yoktur. Hiçbir güzel yüzlü de benim ile uğraşmaz. Senin güzel yüzünün lutfu ile (o kadar mutluyum ki) yüz kere canımı versem de değer. ”

Ebu Said’in Şiirinde Kadın

Ebu Said, kadınlara çok saygı gösterir ve diğer sufilerin aksine kadınlara eğitim verirdi. Örnek olarak Ebu’l-Kâsim-i Kâşirî’nin eşinin Ebu Said’in meclislerinde bulunması ve Ebu Said’in vaazlarını dinlemesi kayıtlarda mevcuttur.

Ebu Said’in Nişabur’a yolculuk ederken eşinin de onunla beraber olması kadınlara da erkekler kadar değer verdiğini göstermektedir. O meclislerinde kadınların çatıda oturmalarına ve vaazlarını dinlemelerine izin verirdi.  İlk başta aslında sufi olmayan ve Ebu Said ile tanıştıktan sonra tasavvufa rağbet gösteren, İşi Nili adlı sufi bir kadına da kaynaklarda rastlanmaktadır.

Ebu Said’in kadınlara eğitim vermesinden ve onlara sufi hırkasını giydirmesinden Esrârü’t-Tevhîd de hikâye olarak söz edilmektedir. Şeyh eğitim verdikten sonra müridlerine hırka-yi irâdet (saygı hırkası) giydirmektedir.

‘Attâr-i Nişâbûrî, İlâhînâme’sinde Ebu Said ve Rabia arasındaki aşktan şöyle söz eder:

ez lefz-i bu said mehne dîdem

bepürsîdem ze hâl-i dohter-i k’ab

ki û güfte est men âncâ resîdem

ki ’âref geşte bûd û ’ârefî ş’ab

çenîn güft ü ki malûmem çenân şod

ki ân ma’nî ki ber lefzeş revân şod

ze sûz-i ’ışk meşuk-i mecâzî

bengûşâd çenîn şiiri be bâzî

nedânest ân şiir bâ mehlûk kârî

ki û râ bûd bâ hak rüzgârî

kemâlî bûd der ma’nî temâmeş

behâne âmed der reh-i gülâmeş

“Ebu Said’e Rabia hakkında sorduğumda konuşmaya başladı. Onun hakkında öyle güzel bahsederdi ki tıpkı bir âşığın maşuktan bahsettiği gibi. ”  

Şeyh, anne makamını da yüceltirdi. Bir gün mecliste müridlerinden biri hasta annesinden bahseder ve bir an önce ona kavuşmak istediğini söyler. Bunun üzerine Ebu Said’in bu şiiri meclisi coşkulandırır:

lete’cel ele ûm ’aleyk-i hefîye

tenuhu ü tebekî men ferakeke dâ’imâ

Mürid bu Arapça beyti duyar duymaz annesine koşar. Hasta olan annesi ile beraber bir gün geçirir. Ne yazık ki ertesi gün annesi vefat eder. Mürid Ebu Said’e dönüp olayı anlatır. Ebu Said de “lete ’cel (onun nedeni acele idi) ” diye cevap verir.  Bununla beraber diğer sufiler Ebu Said gibi düşünmüyorlardı. Örneğin

Selemî, tasavvufun önemli şartlarından birinin kadınlardan sakınmak olduğunu söyler: “Ve ’t-tesevvuf selâse makâmât: âdâb ve ahlâk ve ahvâl, fe ’l-edeb ektesâb.” “Ve el-ahlâk kedûhe ve ahvâli müvhebe fe-men âdâbe... Terk-i şehebehu’l-ehdâs ve ’l-teba ’ed men efrâki’l-nevsân. (Sufinin adablarından biri de kadınlardan sakınmasıdır.) ”

Bu sûfîlere göre, kadınlardan sakınmanın birkaç nedeni vardır:

Allah’tan başka bir aşk ile meşgul olmak tam bir şirk demektir. Bazı sufiler çocuklarını bile öpmezlerdi. Aile kurmaktan da kaçınıyorlardı. Böyle yapmazlarsa yaşama bağlanıp aileye ekmek getirme peşine düşüp Allah’tan uzaklaşabileceklerini düşünüyorlardı. Hatta Şebelî arkadaşına tövbe için eşinden ayrılmasını ve çocuklarından uzaklaşmasını öğüt vermektedir.

Bazı sûfîlere neden evlenmedikleri sorulduğunda “Ve lehûn mesel ellezî ’aleyhen be ma’rûf (Bakara/228)(Kadın hakkının gerçekleşmemesinden korkulur)” diye cevap veriyorlardı.

İbrahim Edhem de evlenmeyince ona neden evlenmediği sorulduğunda “Benim ihtiyacım yok” diye cevap vermiştir.

Ebu Said’in Rubailerinde Aşk

1.                                         

vâ feryâd ez ışk vâ feryâdâ

kârem be yekî torfe negârâ oftâdâ

ger dâd men-i şikeste dâdâ dâdâ

verne men o ’ışk her çe bâdâ bâdâ

“Aşktan figân ve feryat olsun. Gönlümü güzel Nigâr’a verdim (işim güzel sevgiliye düştü). Benim kırık gönlüme yetiş, yardım et bana! Yoksa bana da, aşkımın başına da ne gelirse artık gelsin (İş işten geçer çünkü).”

2.                                         

der dîde be cay-i hâb âb est

merâ zîrâ ki be dîdenet şitâb est

merâ güyend behâb tâ be-hâbeş bînî

ey bî-haberân çe cay-i hâb est merâ

“Seni görmekte sabırsızlandığım için gözlerimde uyku yerine gözyaşı var. Bana uyu belki rüyanda göreceksin diyorlar. Ey habersizler, uyku bana yakışmaz ki! ”

3.                                         

ey dilber-i mâ mebâş bî dil, ber-i mâ

yek dilber-i mâ beh ki do şad dil, ber-i mâ

ne dil ber-i mâ ne dilber ender ber-i mâ

ya dil ber-i mâ firest ya dilber-i mâ

“Ey sevgilim, gönlümüzü almadan yanımızda olma. Çünkü bir dilber, yüz gönülden daha iyi. Ne gönül yanımızda ne de dilber aramızdadır. Ya gönülü ya da dilberi yanımıza gönder.”

4.                                         

mecnûn-i to kûh râ ez şahrâ neşnâht

 dîvâne-yi ’ışk-i to ser ez pâ neşnâht

herkes be to reh yâft reh-i hod gom gerdîd

ânkes ki to râ şinâht hod râ şinâht

“Sana aşık olan dağı çölden tanıyamaz (Çünkü o avare oldu artık.). Senin aşkının delisi neşeden ayakta duramadı. Senin yoluna gelen kendi yolunu kaybetti. Seni tanıyan kimse de kendini artık tanımaz haline geldi.”

5.                                        

tîrî ze kemânhâne-yi ebrû-yi to cest

dil pertev-i vaşl râ hîyalî best

Hoş ze dilem güzeşt ü mîgüft be nâz

mâ pehlû-yi çün toyi nehâhim nişest  

“Senin yay gibi kaşından bir ok sapladı. Gönlüm gerçekleşmeyen bir kavuşmaya umutlandı. Ne hoş naz ile gönlüme kondu. Biz senin gibi birinin yanına oturmayız dedi.”

6.                                        

mâ koşte-yi ’ışkım u cihân mesleh-i mâst

mâ bî-hor ü hâbim ü cihân metbeh-i mâst

mâ-râ nebüved hevâ-yi ferdevs ez ânek

Sad mertebe bâlâter ez ân dûzeh-i mâst

“Biz, aşk şehidiyiz, dünya da bizim mezbahadır. Biz yeme içmekten vazgeçtik de dünya bizim mutfağımızdır. Bizde cennet havası yok. Hatta ondan yüz kere daha iyi olan asıl bizim cehennemimizdir.”

7.                                        

‘ışkem ki be-her regem ğami peyvend est

derdem ki dilem be-derd hâcetmend est

Şabrem ki be kâm pence-yi şîrem hest

şükrem ki müdâm hâheşem hürsend est

“Her damarına acı ile bağlanan aşkım ben. Yüreğinde derde muhtaç olan derdim ben. Avını yakalamak için aslanpençesini ağzına alan ve onu yenen bekleyişim ben. istekleri ile sürekli mutlu olan şükrüm ben”

8.                                        

bâ dil goftem ey dil ehvâl-i to çîst

dil dîde pür-âb kerd ü besîyâr gerîst

güftâ ki çegûne bâşed ehvâl-i kesî

kû râ-be-mürâd-i dîgerî bâyed zîst

“Yüreğe, ahvalinin nasıl olduğunu sordum. Gözleri dolup ağlamaya başladı. Başka birinin arzusuyla yaşamak, acaba nasıl olabilir ki diye cevap verdi. ”

9.                                        

efsûs ke kes bâ-haber ez derdem nîst

 âgâh ze hâl-ı çehre-i zerdem nîst

ey dûst berây-i dûstî-hâ ke merâst

 deryâb ke tâ der-nigerî gerdem nîst

 “Ah! Kimsenin benim derdimden, sapsarı hasta yüzünden haberim yok. Ey sevgili, Allah rizası için hemen beni bul (çünkü) belki bulamazsan benden haberi olmayabilir (ölürüm).”

10.                                     

ân dîl ki to dîdeh-yi ze gam hûn şod ü reft

 vez dîde-yi hûn girifte bîrûn şod ü reft

rûzî be hevâ-yi ’ışk sîrî mîkerd

leylâ şıfatî bedîd ü mecnûn şod ü reft  

“Senin gördüğün o gönül, kederden kanayıp öldü. O kan ile kaplanan gözden de aktı. Eskiden aşka rağbet göstermeyen kalp, Leylâ gibi bir sevgili gördü, Mecnûn olup gitti.”

11.                                     

goftem çeşmet goft ber mest mepîç

goftem dehenet goft meneh dil be hiç

 goftem zolfet goft perâkende megûy

bâz âverdî hikâyet pîç-a-pîç

“Gözün dedim, sarhoş ile uğraşma dedi. Ağzın dedim, hiçe gönlünü verme dedi. Saçın dedim, çok uzaklaşma konudan, yine kıvrık kıvrık hikâyeden mi söz ettin dedi.”

12.                                     

ez çehre-i ’âşıkâne-em zer bâred

vez çeşm-i terem hemîşe âzer bâred

er âteş-i ’ışk-i to cenân benşînem

kez ebr-i muhebbetem semender bâred

“Âşık olan yüzümden altın yağmakta (yüzüm sarardı). Islak gözümden de her zaman ateş yağmakta. Senin aşk ateşinde öyle otururum ki, benim sevgi bulutumdan Semender yağmakta. (Semender: Farsçada ateşte yanmadığına inanılan ve ağızdan alevler saçan büyük kertenkele şeklinde tasavvur edilen masal hayvanıdır.) ”

Ebu Said’in Rubailerinde Dünya, Ölüm, Ahiret ve Allah

1.

(Dünya)

der âlem eger felek eger mâh u hor est

ez bade-i mestî-i peymâne-hor est

fâreğ ze cihânî u cihân ğeyr-i to nîst

bîrûn ze mekânî u mekân ez to pür est

“Dünyaya ait olan ister gök, ay ya da güneş olsa, hepsi senin sarhoşluğundan artık meye düşkün oldular. Dünyadan ayrısın ve aslında dünya senden ibaret, mekândan ayrısın da mekân senden dolu.”

2.

(Dünya)

dünyâ be-misâl, çûn kûze-i zerrin est

geh âb-i derû telh ü geh şîrîn est

to ğare meşu ki ömr-i men çendîn est

kîn esb-i ’amel müdâm zîr-i zîn est

“Dünya altın renkli bir testiye benzer. Bazen içindeki su, tatlı da olabilir acı da olabilir. Benim ömrüm öyle ya da böyle demekle kibre düşme. Çünkü bu yarışmanın atı, daima yarıştadır.”

3.

(Allah)

’âlem be hürûş-i lâ ilâhe-i ilâ hüst

’âkil be gümân ki düşmen est în yâ dost

deryâ be vucüd-i hîş mevcî dared

hes peendâred ki în keşmekeş bâ ûst

“Bütün dünya lâ ilâhe illâ hû coşkusu içinde. Zeki, bu dost mu düşman mı diye sorusunda, deniz kendi vücudunda dalgalara sahip, saman ise bütün bu çatışmaların onun için olduğu düşüncesinde.”

4.

(Ölüm)

efsûs ki eyyâm-i civânî begzeşt

devrân-i neşât ü kâmrânî begzeşt

teşne be kenâr-i cûy çendân hoftem

kez cûy-i men âb-i zendegânî begzeşt

“Gençlik dönemi ne yazık ki geçti. Mutluluk ve coşkunluk dönemi geçti. Nehrin kenarında öyle uyumuşum ki, kendi nehrimden yaşam suyu geçip gitti.”

5.

(Ölüm - Dünya)

ey der to ’eyyân-hâ ü nehân-hâ heme hîç

pendâr ü yakîn-hâ ü gümân-hâ heme hîç

ez zât-i to mutlak nîşân netvân dâd

kâncâ ki to-yi bûd nîşân-hâ heme hîç

“Ey bütün görünen ve görünmeyen şeyler, sende hiç. Düşünce, imanlar ve şüpheler sende hiç. Senin fitretinden hiçbir şey görünmez. Çünkü senin bulunduğun yerde, her şey hiç! ”

6.

(Allah)

ey bâ reht-i envâr-i meh ü hûr heme hîç

bâ la’l-i to selsebîl-ü kevser heme hîç

bûdem heme bîn çü tîz-bîn şod çeşmem

dîdem ki heme toyî ü diger heme hîç

“Ey sevgilim, güneşin ve ayın ışıkları senin yanında hiçtir. Senin dudağın ile cennetteki kevser nehri de hiçtir. Herkesi görürdüm ancak gözüm çok zarif bakmaya başladığında, baktım bir tek sen varsın. Senden başka her şey hiç! ”

7.

(Ölüm - Allah - Âb-ı hayat)

del ez neder-i to câvîdânî gerded

gam ba elem-i to şâdmânî gerded

ger bâd be dûzeh bord ez kûy-i to hâk

âteş heme âb-i zendegânî gerded

“Gönül senin sayende sonsuzluğa erer, keder senin acınla mutlu olur. Eğer rüzgâr, toprağı senin sokağından cehenneme götürürse, cehennemde olan bütün ateşler âb-ı hayata dönüşür.”

8.

(Hayat/yaşam)

în ömr be ebr-i nevbehârân mâned

în dîde be seyl-i kûhsârân mâned

ey dost çenân bezî ki be’d ez morden

engoşt-gezîdenî be yârân mâned

“Bu ömür tıpkı bir bahar bulutuna benzer. Bu göz ise tıpkı bir dağlık sele benzer. Ey sevgili, öyle yaşa ki sen öldükten sonra, arkadaşların için sadece bir parmak ısırması kalsın. (hasret çeksinler) ”

9.

(Allah)

reftem be kelîsâ-yi tersâ ü yehûd

dîdem heme bâ yâd-i to der goft o şenûd

bâ yâd-i veşâl-i to be bot-hâne şodem

tesbîh-i botân zemzeme-i zekr-i to bûd

“Yahudilerin ve Hristiyanların kilisesine girdim, herkesin senin yâdın ile konuşmasını gördüm. Senin kavuşma yâdınla puthâneye girdim, putların hepsinde senin zikrinin fısıltıları vardı. ”

10.

(Allah)

ey çeşm-i to çeşm-i çeşme-yi her çeşm-i heme

bî çeşm-i to nûr nîst ber çeşm-i heme

çeşm-i heme râ nazar be sûy-i to buved

ez çeşm-i to çeşme-hâst der çeşm-i heme

“Ey senin gözün herkesin gözünün çeşmesi, senin gözün olmadan hiç kimsenin gözünde ışık yok. Herkesin gözünün bakışı sana doğrudur. Ey senin gözün, herkesin gözünün çeşmesi olan sevgili! ”

Ebu Said’in Rubailerinde Şarap

1.

der deyr şodem mâhezerî âverdend

ya’nî ze şerâb sâğerî âverdend

keyfîyet-i o merâ ez hod bî hod kerd

bordend merâ ü digerî âverdend

“Tapınağa girdim, hazır olan bir şey getirdiler, yani şarap kadehi getirdiler. O şarabın etkisi beni benden aldı. Beni götürdüler de başka birini getirdiler.”

2.

sâkî egerem mey nedehî mîmîrem

ver sâğer mey ze kef nehî mîmîrem

peymâne-yî her ki pür şeved mîmîred

peymâne-i men çü şod tohî mîmîred  

“Ey şarap sunan, eğer bana şarap vermezsen ölürüm ve elime bir kadeh vermezsen ölürüm. Herkesin kadehi dolsa ölür (ölüm zamanı gelse ölür), benim kadehim ise boşaldığı zaman ölürüm.”

3.

heyhât ki bâz bûy-i mey mîşenevem

âvâze-yi hây ü hûy ü hey mîşenevem

ez gûşe-yi dilem sıır-ı ilâhî her dem

 Hakk mîgûyed velî ez ney mîşeneved

“Eyvah ki gene şarap kokusunu alıyorum. Hay hüy hey seslerini duyuyorum. Gönlümün bir köşesindeki ilahî sır “hak” der de ama sanki onu neyden duyuyorum.”

4.

mâ bâ mey ü mestî ser-i takvâ dârîm

dînî tâlebîm ü meyl-i ’ukbâ dârîm

key dünyâ ü dîn hem do be hem âyed

în est ki mâ ne dîn ü ne dünya dârîm

“Biz şarap ve sarhoşluk ile takva yapıyoruz. Biz dünyayı isteriz, ahirete istekli değiliz. Dünya ile din ne zaman rast geldi ki? İşte bu yüzden bizim ne dinimiz ne de dünyamız var.”

5.

ey dil ze şarab-i cehl mestî tâ key

vey nîst şevende-yi lâf-i hestî tâ key

ger gerkke-yi behr-i gaflet ü âz

ne-yi ter-dâmenî ü hevâ-perestî tâ key

“Ey gönül, cehalet şarabından sarhoşluk ne zamana kadar? Varlığın yok edici cümlesinin (ben varım) söylenmesi ne zamana kadar? Eğer ki gaflet ve hırs denizinde boğulmuş halde değilsen, o zaman bu kadar hevesli ve suçlu olman ne zamana kadar?”

Ebu Said’in Rubailerinde Tasavvuf

1.

bâzâ bâzâ her ânçe hestî bâzâ

ger to kâfir u ger to bot-perestî bâzâ

în dergeh-i mâ dergeh-i novmîdî nîst

Şed bâr eger tövbe şekestî bâzâ

“Geri dön, geri dön, ne olursan ol geri dön! Kâfir, putperest, Mecûsî olsan da geri dön. Bu dergâhımız, umutsuzluk dergâhı değil, yüz kere tövbeni bozsan da geri dön.”

2.

menşur-i helâc, ân neheng-i deryâ

kez pence-i ten dâne-i cân kerd cudâ

ruzî ki enel hak be zebân mîâverd

menşur kocâ bûd ? hodâ bûd hodâ  

“Hallac-ı Mansûr o denizin balinası. O vücudundan pençesi ile alan canını, Ene ’l-hak dile getirdiği gün, Mansûr nerede idi? Allah vardı Allah!”

3.

mâ koşte-yi ’ışkım u cihan mesleh-i mâst

 mâ bî hor ü hâbim ü cihân metbeh-i mâst

mâ râ neboved hevâ-yi ferdus ez ânek

Şed mertebe bâlâter ez ân duzeh-i mâst

 “Biz, aşkın şehidiyiz, dünya da bizim mezbahadır. Biz yeme içmekten vazgeçtik de dünya bizim mutfağımızdır. Bizde cennet havası yok, hatta ondan yüz kere daha iyi olan asıl bizim cehennemimizdir.”

4.

mâ ’âşık ü ehl-i cân-i mâ müştâkî est

mâyîm be derd-i ’ışk tâ cân bâkî est

gam nükl ü nedîm derd ü mutreb nâle

mey hûn-i ciger merdûm-i çeşmem sâkî est

“Biz aşığız ve bizim canımızın tutuğu söz coşkunluğudur. Biz yaşadığımız süreçte aşkın müptelası olduk. Keder tatlı da, dert kölede inleyiş çalgısıdır. Şarap, ciğer kanı da gözbebeğim ise şarap sunan kimsedir.”

5.

ger dervîşî mekon teşerrüf der hîç

ne şâdî kon be hîç ü ne gam hor hîç

horsend bedân bâş ki der mülk-i hodâyî

der dînî ü âheret nebâşî ber hîç  

“Eğer dervişsen sadece hiçle yetinme. Ne hiçe sevinme ne de hiç için kederlenme. Mutlu ol ve bununla yetin. Çünkü Allah ’ın mülkünde hem dünyada hem ahirette hiçten ibaretsin.”

6.

Allâh toyî vez dilem âgâh toyî

dermânde menem delîl her râh toyî

ger mûrçe-yî dem zened ender teh-i çâh

ageh ze dem-i mûrçe der çâh toyî  

“Sen Allah ’sın ve gönlümden haberdarsın. Çaresiz olan benim, her yolun sebebi sensin. Eğer karınca kuyunun ta dibinden bağırırsa, sen o kuyudaki karıncanın nefesinden haberdarsın.”

Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın sanem motifi barındıran rubai örneği:

goftem şenemâ lâle ruhâ deldârâ

der hâb nemây çehre bârî yârâ

goftâ ki ruy be hâb bî mâ vângeh

hâhî ki deger be hâb bînî mâ râ

“Ey sanema, lale yüzlü sevgiliye, ‘Bari rüyamda yüzünü göster’ dedim. ‘Zinhar uykuya dalma sakın, yoksa o zaman sadece rüyanda beni göreceksin’ dedi”

dârem sanemî çehre ber-efrûhte-yî

vez hermen-i dehr dîde ber-dûhte-yî

û ’âşk-i dîgerî ü men âşık-i û

 pervâne-sıfat sûhte-yî sûhte-yî

“Yüzü (aşktan) kırmızı, devranın hâsılından gözü kapalı bir sanemim var. Bir pervane gibi yanan, o başka birine âşık ben de ona âşığım.”

Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın nigâr motifi barındıran rubai örneği:

vâ feryâd ez ışk vâ feryâdâ

kârem be yekî torfe nigârâ

oftâdâ ger dâd men-i şikeste dâdâ dâdâ

verne men o ışk her çe bâdâ bâdâ

“Aşktan figan ve feryat olsun. Gönlümü güzel nigara verdim(işim güzel sevgiliye düştü). Benim kırık gönlüme ulaş, yardım et bana. Yoksa bana da aşkımın başına da ne gelirse artık gelsin (iş işten geçer çünkü).”

ey dilber-i mâ mebâş bî del, ber-i mâ

yek dilber-i mâ beh ki do şed dil, ber-i mâ

ne dil ber-i mâ ne dilber ender ber-i mâ

ya dil ber-i mâ ferest ya dilber-i mâ

“Gönlümüzü almadan ey sevgilim yanımızda olma. Çünkü bir dilber yüz gönülden daha iyidir. Ne gönül yanımızda ne de dilber aramızda. Ya gönlünü ya da dilberi yanımıza gönder.

ân yâr ki ’ahd-i dûst-dârî beşkest

mîreft ü meneş gerefte dâmen der dest

mîgüft değer bâre be-hâbem bînî

pendâşt ki ba’d ez-û merâ hâbî hest

“O sevgi sözünü bozan sevgili gittiğinde ben de onunla giderdim. Bana bundan sonra anca rüyanda beni görürsün derdi ama benim ondan sonra uyuyacağımı zannederdi.”

kerdim her ân hîle ki ’akl ân dânest

tâ bû ki tevân râh be cânân dânest

reh-i mîneberîm ü hem teme’ mîneberîm

netvân dânest bû ki netvân dânest

“Sevgilinin gönlüne girebilmek için akla gelen bütün hileleri yaptım. Sevgilinin yoluna (kalbine) giremem, çünkü insan aklının dışındaki şeyleri zor idrak eder.”

der derd şekki nîst ki dermânî hest

bâ ’ışk yakîn est ki cânânı hest

ehvâl-i cihân çü dem be dem mîgerded

şekk nîst der-în ki hâl-gerdânâ nîst

“Şüphesiz derde dermanı var, aşk ile de bir sevgili var. Dünya sürekli değiştiği için şüphesiz bu âşıklık için de derman vardır.”

ey dûst ey dûst ey dûst ey dûst

cûr-ı tü ez-ân keşem ki rûy-ı tü nîkûst

merdüm gûyend beheşt hâhî yâ dûst

ey bî-hâberân beheşt bâ dûst nîkûst

“Ey sevgili, ey sevgili, ey sevgili! Yüzün güzel olduğu için acı çekerim. Herkes bana cennet mi istiyorsun yoksa sevgili mi diye soruyorlar ama cennetin sevgili olduğu zaman güzel olduğunu bilmezler.”

çeşmî dârem heme pür-ez dîden-i dûst

bâ dîde merâ hoş est çün dûst

der-ûst ez-dîde ü dûst fark kerden netvân

ya ûst derûn-i dîde ya dîde hod-i ûst

Sevgilinin görmesinin hevesi ile dolan bir gözüm var. Çünkü bu göz sevgiliden dolu olduğu zaman değer. Gözü de sevgiliden ayırt edemem, ya sevgili gözümde ya da göz sevgilinin ta kendisidir.”

mîgüftem yâr ü mînemîdânestem kîst

mîgüftem ’ışk ü mînemîdânestem çîst

ger yâr în est çün tevân-ı bî-û büved

ver ’ışk în est çün tevân-ı bî-û zîst

Sevgili deyip kimin olduğunu bilmezdim. Aşk deyip de ne olduğunu bilmezdim. Sevgili bu ise o zaman onsuz var olmak imkânsızdır, aşk bu ise onsuz yaşanmaz.”

cânâ be-zemîn-ı hâverân hârî nîst

keş bâ men ü rüzgâr-ı men kârî nîst

bâ lütf ü nevâziş-i cemâl to merâ

der-dâden-i şed-hezâr cân ’ârî nîst

“ey sevgili, şark diyarında yaramazlık yoktur, kimsenin de benimle işi yoktur, senin lütfun ve inayetin ile benim gibi binlerce can vermekte dert yoktur”

evvel ki merâ ’ışk-i nigârem berbûd

hemsâye-yi men ze-nâle-yi men negnûd

ve eknûn kem şod nâle çü derdem bîyefzûd

âteş çü heme gereft kem gerded dûd

“başta sevgilin aşkı varken kimse benim inlemelerinden uyuyamıyordu, acılarım artınca figanım kaybolup dert ateşi her yerimi sardı ve ben de kül oldum”

rûzî ki cemâl-i dilberem dîde şeved

ez-ferk-i serem tâ be kaddem dîde şeved

tâ men be-hezâr dîde rûyeş negerem

ârî be dü-dîde dûst kem dîde şeved

“sevgilimin yüzünü gördüğümde, baştan ayağa kadar göz olurum, Evet, çünkü sevgilin yüzünü görebilmek için iki göz değil binlerce göz olmalı! ”

begşûd nigâr-i men nikâb ez-tarafî

berdâşt sepîde-dem hicâb ez-tarafî

ger nîst kıyâmet ze-çe-rû geşt pedîd

mâh ez-tarafî ü âfitâb ez-tarafî

“sevgili bir yandan yüz örtüsünü açınca, sanki geceyi bitiriverdi ve sabah oldu, eğer bu kıyamet değil ise, hem ay hem de güneşin aynı anda ortaya çıkışın nedeni nedir?( sevgilinin yüzü aya benzetildi)

ey dûst tavâf-ı hâne-et mîhâhem

bûsîden âstâne-et mîhâhem

bî-minnet halk tûşe-yi în reh-râ

mîhâhem ü hazâne-et mîhâhem

“ey sevgilim senin etrafına tavaf etmek isterim, senin dergâhını öpmek isterim, bu yolu kimsenin övmesine beklemeden, seni ve senin hazneni isterim”

ez hecr-i to ey nigâr ender nârem

mîsûzem ez-în derd ü dem ender nârem

tâ dest be-gerden-i to ender nârem

âğişte be hûn çü dâne ender nârem

“senin hicranından ey sevgilim ateşin içindeyim, yanarak bu aşk acının ateşindeyim, senin kucağına gelmeyene kadar, kan içinde ateşte yanarım”

Ebu’l Said Ebu’l Hayrı n “Allah ve gerçek aşk” ‘a hitap eden rubaileri:

yâ-reb ze-kerem derî be rûyem begüşâ

râhî ki derü necât bâşed benemâ

müstağnîyem ez her dü cihân kün be kerem

cüz yâd-ı tü her çe hest ber dil-i mâ

“Allahım lüftünden bana bir kapı göster, kurtuluş yolu bana göster, gönlüm zikrinden dolu ve senin lütfün sayesinde iki cihandan minnetsizim”

mensûr-ı Halac ân neheng-i deryâ

kez penbe-i ten dâne kerd cüdâ

rûzî ki enel-hak be zebân mî-âverd

mensûr kücâ bûd hodâ bûd hodâ

“ tasavvuf deryanın balina ve teninden göç eden Mensur, enel-hak dediği günde, artık Mensur değil de Allah idi (burada son mısrada Fenâ fi Allah ’tan bahsetmektedir, Sûfî sülükte öyle bir seviyeye oluşır ki artık Allahtan başka bir şey görmez ve kendinden geçmektedir önce yanar sonra da Allaha kavuşur aslında tasavvufun üst seviyesi her şeyin hiçten ibaret olmasını fark edip kendisinden geçmek demek) ”

Buna benzer Mevlana’nın rubaisi şöyledir:

Nî men menem nî tü tüyî nî tü menî

Hem men menem hem tü tüyî hem tü menî

Men bâ tü çenânem ey nigâr-i hütenî

Kender ğeletem ki men menem yâ tü meni

“ne ben benim ne de sen sensin, hayır! hem ben benim hem sen sensin, ben öyle sana hayranım ki artık bilmiyorum ben ben miyim ya da sen gerçekten sen misin? (ben ve sen bir olduk) ”

Bazâ bazâ her ançe hestî bazâ

Ger kâfir ü ger tü büt-perestî bazâ

În dergeh-i mâ dergeh-i nüvmîdî nîst

Sed bâr eger tövbe şikestî bazâ

“yine gel, yine gel; ne olursan ol, yine gel, kâfir, ateşperest putperest olsan da yine gel, bizim dergâhımız değildir ümitsizlik dergâhı. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.

‘âlem be hürûş-i lâ ilah-i ila hûst

‘akl be gümân ki düşmen est în yâ dûst

deryâ be vucûd-i hîş mevcî dâred

hes pendâred ki în keşâkeş bâ ûst

“Tüm dünya lâ ilah-i ila Allah ’ın zikririni coşarak söylemekte, akil acaba bu heyecan ve coşku dost mu yoksa düşman mı yapılır diye kendisine sormakta, deniz o coşku ve Allahın sevgisinden coşarken dalgalanırken, saman tanesi havaya uçup bu hemheme ve bu gürütü ondan olduğunu zanneder.”

 

 


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to