Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

300’LER KOMİTESİ “Komplocular Hiyerarşisi” 2

 

BÖLÜM 16

Soyarıtımı Cemiyeti “Kaşık düşmanlarından” kurtuluş

300’ler Komitesi her zaman gelecekte çıkabilecek kötü durumları hesap edemez. Averill Harriman’ın sağ kolu Prescott Bush ve Harriman’ın annesi Mrs. E.H. Harriman vakalarında da durum böyledir. Komplocuların büyük planını neredeyse tamamen suya düşüren Prescott Bush’un düşmanlarının Soyarıtımı Cemiyeti hikâyelerini kamuoyuna duyurmaları olmuştur. Dedikoduların önüne geçmek için New York Post Soyarıtımı Cemiyeti’nin amaçları konusunda bir makale yayımlamıştır. “Nüfus kontrolü” isimli aristokrat gelenek Amerika’da 1904 yılında kurulan “Deneysel Evrim İstasyonu” ile başlamıştır.

Irklar arası farklılıklar olduğunu iddia eden kurum Andrew Carnegie (Malthus’un nüfus kontrol politikalarını benimsediğini kamuoyuna açıklamıştır.) Cornelius Vanderbilt, J.P. Morgan ve John D. Rockefeller tarafından finanse edilmiştir. Kurumun bir amacı zenciler ve diğer renkli ırklarda görülen hızlı üreme oranının düşürülmesi yöntemlerinin bulunmasıdır. Şimdi kulağa tuhaf gelse de bu hedef aslında Doğu Liberal Oluşumu’na aittir. Bu İngilizlerin yönetmekte olan kolonilerinde siyahların ezici çoğunluğu oluşturmasından hep korkusundan kaynaklanmaktadır.

1910 yılında Mrs E. H. Harriman Cold Spring Harbor, Long Island’da 80 dönüm arazi ve 300.000 doları Deneysel Evrim İstasyonuna “Soyarıtım Kayıt Merkezi” oluşturması için hibe etmiştir. Amerika’nın ilk demiryolu zengininin dul eşinin tahmini serveti o zaman yarım milyar dolar civarındadır.

Gazetelerin dünyanın en zengin kadını olarak takdim ettiği bu hanım Amerika’daki soyarıtım araştırmalarının arkasındaki büyük güçtür. (Soyarıtımı genetik kontrol ile insan soyunun geliştirilmesine verilen isimdir.) Cold Spring Harbor’da yapılan araştırmalar aslında beyaz ırkın üstünlüğünü arttırmayı amaçlamaktadır. Mrs Harriman dünyada sakat ve kusurluların kısırlaştırılarak insan ırkının mükemmel hale getirilmesini amaçlamaktadır. Yani kendisi Hitler’e yanlışlıkla ait olduğu düşünülen “Üstün Irk” kavramının mucididir. O zamanlardan şimdiye kalan verilere göre bu görüş o zamanlar zenginler arasında sosyal kabul görmektedir. Bu gruplar Afrika ve Amerika’daki zenci, Kızılderili ve sarı ırka mensup halkların nüfus artışını durdurmayı planlamaktadırlar. Bu grubun görüşlerini yansıtan aşağıdaki sözler İltica Kısıtlaması Yanlıları Cemiyeti Başkanı, Doğa Tarihi Müzesi finansörü ve Başkan Teddy Roosevelt’in yakın arkadaşı Madison Grant’a aittirler:

“Avrupa’da bugün her millette bulunan Kuzeyli kanı medeniyet seviyeleri ve savaştaki başarılarıyla açıkça görülmektedir. Bu gün New York ve diğer şehirlerde düşük ırklardan gelen mültecilerden oluşmuş bir aristokrasi vardır. (...) İngilizce öğrenmenin, güzel elbiseler giymenin, okul ve kiliseye gitmenin bir zenciyi beyaz haline getirmediğini öğrenmemiz 50 yılımızı almıştır. Amerikalılar benzer deneyimi cüce vücudu, tuhaf düşünce tarzı ve bencil yapısıyla ırkının özelliklerini taşıyan Polonyalı Yahudilerle de yaşayacaklardır. Düşük ırkların bebeklerini korumak ve kurtarmak çabaları genelde ırkımıza zarar vermektedir. ”

Grant Thomas Malthus geleneğinin önemli bir mirasçısıydı ve Cold Spring Harbor araştırma merkezini destekleyenlerin geçmiş ve gelecek ile ilgili görüşlerini dünyaya aktarmaktaydı. 1915 yılından II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar Olimpos Kurulu üyeleri Cold Spring Harbor tesislerini önde gelen Alman genetikçilere açmışlardır. Bu kişiler değişik ırkların kökenleri hakkında geniş araştırmalar yapmışlar ve kendilerinin “istenmeyenler” veya “sakatlar” olarak nitelendirdikleri mental retardasyon hastalarını yok etme deneylerinde bulunmuşlardır. Cold Spring Harbor tesisleri dünyanın soyarıtım bilimi merkezi haline gelmiştir. Harriman ailesi gibi Amerika’nın en saygın aileleri AIDS virüsünün icat edildiği bu araştırma kurumunu bugüne kadar finanse etmişlerdir. Cold Spring Harbor projesi başlangıcında destekçiler kendileri saklamamaktadırlar. Amerika’daki yedi süper zengin aile Tanrı’nın takdiri ile bir gün tüm Amerika’ya sahip olacaklarından emindirler. Soyarıtım

Kayıt Ofisinin fikir ve görüşleri feodalite ötesi değillerdir. Ancak düşüncelerinin doğruluklarından o kadar eminlerdir ki ne planladıklarını açıkça medya ile paylaşırlar. Medya da saygı hatta hayranlık duyarak bu planları yayımlar. Aşağıda 4 Eylül 1915 New York World gazetesindeki gerçek manşetleri vermekteyim:

“Mrs E. H. Harriman yıllar içinde yüzlerce hatta binlerce sakatı ortadan kaldıracak soyarıtım projesine destek sağlamaktadır. İnsan ırkını mükemmel hale getirmek için Rockefeller ve Carnegie dünya çapında bir kampanya arzu etmektedirler. ”

Makale şöyle başlar:

“Cold Spring Harbor, Long Island merkezli Soyarıtım Cemiyeti raporuna göre sakatların kısırlaştırılmaları için dünya çapında bir kampanya gereklidir. Cemiyet Mrs E. H. Harriman, John D. Rockefeller ve Andrew Carnegie tarafından finanse edilmektedir. ”

Soyarıtım Merkezi başlangıçtan itibaren uygulamalarında acımazsızdır. Merkezdeki bilim adamları 1915 yılı başlarında yaptıkları araştırmalar sonucu hâlâ ölümlere neden olan Pellagra hastalığının “niyasin” eksikliğinden ortaya çıktığını tespit ederler. Tedavi basit bir beslenme değişikliği gerektirmesine rağmen bu bilgi kamuoyuyla paylaşılmaz. Tam tersine Soyarıtım Merkezi içinde niyasin bulunmayan mısır diyeti propagandası yapılır ve niyasinin Pellagrayı önlediğini bildiren bilim adamlarına savaş açılır. Mrs. Harriman Soyarıtım Merkezi direktörü William Davenport’a “Niyasin Teorisini” çürütmesini emreder. Mrs Harriman’ın bu adamı işe almasının başlıca nedeni Davenport’un zamanında yazdığı ve “İrlandalıların genetik bozuklukları nedeni ile tüberkülozu yenemediklerini” gösterir makalesidir. Dolayısı ile bu ahlaki ve insani standartlara sahip birinin Mrs Harriman’ın emrine hayır demesi düşünülemezdir.

Mrs Harriman’ın finansmanıyla Davenport niyasin teorisini çürüten binlerce sayfa araştırma yazısı yazar. Soyarıtım Kayıt Merkezinin tıp dünyasındaki önemi nedeni ile 1935 yılına kadar niyasin teorisi geçerlilik kazanıp, Cold Spring Harbor mısır diyetine karşı çıkılamamıştır. Ama Davenport’un yalanı işe yarar ve 1915 - 1935 döneminde milyonlarca Güneyli gereksiz fakir beyaz ve zenci Pellagra hastalığından ölürler. Aynı şey Güney Afrika’nın kuzey sınırında yaşayarak mısır diyetiyle beslenen zenci kabilelerinde de gerçekleşir.

1932 yılında Üçüncü Uluslararası Soyarıtım Konferansı New York Doğa Tarihi Müzesi’nde yapıldı. Delaware’den ünlü duPont ailesine mensup Mrs H. R. duPont tarafından finanse edilen konferansa Amerika’nın en zengin aileleri katıldılar. Çevreci ve soyarıtımcı olarak tanınan ünlülerden bazıları şunlardır: Mrs Mary Averill Harriman, Charles Darwin’in oğlu Yüzbaşı Leonard Darwin, Mrs. John T. Pratt, Mrs. Walter Jennings, Dr. J. Harvey Kellogg, Henry Fairchild Osborn, Albay William Draper, Mr ve Mrs Cleveland H. Dodge.

Standard Oil sermayedarlarından Mrs. Pratt eşi mısırı gevreği işinden milyarder olmuş Mrs. Jennings Kellogg gibi eski kuşak zenginlerdendi. Albay Draper Draper Vakfı kurucusu olup daha sonra Robert Strange McNamara, Maxwell Taylor ve Mc George Bundy’i ırkçı-çevreci politikaları doğrultusunda kullanmıştır. Cleveland Dodge ise 1913 yılındaki kampanyasında çevrecilik yapıp yumuşak huylu bir başkan adayı portresi çizen ancak %87 Amerikalının karşı çıkmasına rağmen Amerika’yı bir anda I. Dünya Savaşı’na sokan Woodrow Wilson’un arkasındaki finansal beyin olarak bilinmektedir. Kendilerini elit Amerikalılar olarak gören bu aileler dünyadaki tüm doğal kaynakların kendileri ve dostları için kullanılmalarını arzu etmektedirler. Bu ailelerin Lord Russell deyimiyle “dünyadaki kaşık düşmanlarına” hiç ihtiyaçları yoktur. Açıkça söylemek gerekirse bu aileler zenci ve diğer renkli ırklara mensup kişilerden nefret ederler.

Bugün çevreci hareketlerin sponsorları arasında büyük petrol ve ilaç firmaları mirasçılarının oluşu tesadüf değildir. Bu adamlar doğal kaynaklara insanlardan daha fazla önem verirler. Bu adamlar için dünyadaki milyonlarca fakirin hatta bunlardan daha aşağı olan fakir zencilerin üremek için hiçbir nedenleri yoktur. Konferansta oybirliği ile Dr. Ernst Rudin Uluslararası Soyarıtım Örgütleri Federasyonu Başkanı seçildi. Daha sonra Hitler’in “Alman Kan ve Gururunun Korunması” kanunun yazarlarından biri olarak Rudin selektif üreme camiasında kendine önemli bir yer edinmiştir. (1921 yılında Cold Spring Harbor’da geliştirilen “Soyarıtımı için kısırlaştırma Modeli” daha sonra tesadüfen Hitler’in ırkçı kanunlarına temel teşkil etmiştir.)

J. P. Morgan’ın yeğeni olan Henry Fairchild Osborn konferansta başkan yardımcısı seçilmiştir. İlk tanınmış “ırkçı- çevreci” olan Osborn “çevrecilik” kavramını (Bu terim Teddy Roosevelt’in yakın arkadaşı Glifford Pinchot tarafından icat edilmiştir.) “nüfus kontrol” planlarıyla bir araya getirmiştir. İki yıl sonra Osborn Hitler tarafından Altın Goethe nişanıyla ödüllendirilmiştir.

35 yıldır başımıza bela olan AIDS salgınını değerlendirirken 1932 yılında Osborn tarafından yapılan açış konuşmasını dikkatle okumalıyız:

“Dünya seyahatimin özeti altı “aşırı” başlık altında toplanabilir. Doğal kaynakların aşırı tüketimi, yaşamda insan ve hayvan gücüne olan ihtiyacı azaltan aşırı makineleşme, doğal kaynak tüketimini arttıran aşırı gıda ve makine üretimi, gelecekte arz ve talebe aşırı güven ve dünyanın topraklarının kaldıramayacağı aşırı nüfus.

Ben aşırı nüfus ve işsizliği ikiz kardeşler olarak görmekteyim. Bu açıdan baktığımda Amerika’nın da aşırı nüfus problemi olduğunu düşünmekteyim. Doğada zayıflar zaman içinde yok olmaktadırlar ancak biz uygarlığımız içinde bu zayıfları belki bir gün iş bulurlar umuduyla beslemekteyiz. Bu insan uygarlığının doğa kanunları aksine harcadığı bir çabadır ve zayıfların yaşamasını teşvik etmektedir. ”

Daha önce belirttiğim gibi 1932 yılında Cold Spring Harbor tesisleri Hitler’in ırk tezleri üzerine çalışan Alman bilim adamlarına açılmıştır.

1935 yılında Soyarıtım Kayıt Merkezi daha önce isimlerini verdiğim Amerikalı ailelerin destekleriyle Berlin’de Dünya Nüfusu Konferansı düzenlemiştir. Konferansın onur konuğu Alman İçişleri Bakanı Wilhelm Frick’tir. Dr. Clarence G. Campbell açılış konuşmasında şunları söylemektedir:

“Alman halkı lideri Adolph Hitler, Dr. Frick, Alman antropologlar ve sosyal felsefecilerinin desteği ile ırk tarihinde ilk defa kapsamlı bir nüfus planlaması planı ortaya koymuştur. Bu plan diğer ülkelerin de uygar ülkelerden geri kalmamak ve yok olup gitmemek için takip etmeleri gerekli bir yol haritasıdır”

Cold Spring Harbor tesislerinde II. Dünya Savaşı başlayana kadar

araştırmalarını devam ettiren Alman Nazi bilim adamları daha sonra ülkelerine dönerek “Üstün Irk” yaratma projesini ortaya çıkartmışlardır. Elde ettiğim belgelere göre Soyarıtım Kayıt Merkezi Nazilerce insanlar üzerinde yapılan deneylere büyük katkı sağlamıştır. Hatta Mareşal Goering’in 400.000 akıl hastası ve mental retardın yok edilmesine neden olan T4 projesine model olmuştur.

AIDS salgınının kökleri, amacı zenci, Yahudi, sakat, mental retard gruplar gibi düşük ırkların nüfus artışlarını düşürmek olan Cold Spring Harbor Soyarıtım Kayıt Merkezine uzanmaktadır. Cold Spring Harbor bilim adamları bu düşük ırkların nüfusu artışlarını azaltmanın ötesinde Lord Russell’ın deyimiyle milyonlarca “gereksiz kaşık düşmanını” yok etmenin yöntemlerini de keşfetmişlerdir. Aşağıda Cold Springs Harbor tesisleri iç yazışmaları ve istihbarat raporlarından bazı alıntıları vermekteyim.

İlk belge âdeta gruba yeni katılan bir bilim adamına verilen ön bilgilere benzeyen bir giriş kısmını kapsamaktadır Bu yazıları ilk kerede anlamak virolog veya mikrobiyolog olmayan bir kişi için zor olabilir ancak hemen pes etmeyiniz. Okumaya devam ettikçe detayların kafanızda anlam ifade etmeye başladıklarını göreceksiniz. Bu deneyim eski Poloraid fotoğrafları incelemek gibidir. İlk başta fotoğraf kâğıdı bembeyazdır, sonra dış hatlar belirmeye başlarlar ve en sonunda net fotoğrafı görürsünüz. İkinci belge Bölüm 13’te alıntı yapılan istihbarat raporudur. Bunları okuyun ve ağlayın. II. Dünya Savaşı öncesi Cold Spring Harbor tesislerinde işte bunlar yazılmaktadır:

“Bang ve Koprowski,nin fare makrofajları üzerine yaptığı araştırmada kendini kopyalayabilen ve yetişkin bir fareyi öldürebilecek hepatit virüsünün üremesini destekleyen faktörler araştırılmıştır. Ölü fareden alınan peritonal makrofajlar virüsün üremesine destek olurken bağışıklık sistemi kuvvetli fareden alınan makrofajlar aynı özelliği göstermemektedirler. Bu kapsamda bağışıklığı kuvvetli genlerin F2 ve ileri jenerasyonları takip ettiği söylenebilir. Yani virüsten etkilenme kapasitesi makrofajda görülen virüsün üremesini destekleyen unsurlarla paraleldir. Eklem bacaklılarca taşınan virüsler, Batı Nil ve Sarı Humma virüsleri de aynı özellikleri taşımaktadırlar. Bu noktada bağışıklık gücü yüksek hücrelerin genetik özellikleri önem taşımaktadır. Yani bağışıklık sistemi kuvvetli hücrelerin enfeksiyonlara reaksiyon gösterme, yayılmalarını ve tümör gelişimini önleyen faktörlerin neler olduğu araştırılmalıdır. Başka gruplarca bu konuda yapılan araştırmalar vardır ve A. F. Murat’ın ‘İnsan Kanının Dağılımı ve Diğer Polimorfizmler’ isimli makalesi bunlara bir örnektir.

Bu makalede coğrafi olarak görülen bazı bağışıklık mekanizmalarının olduğu açıktır. Örneğin zencilerde sıtma oluşumuna uygun Duffy kan grubu çok sık görülmektedir.

Askeri araştırma kurumlarımız dünyanın her yerindeki mikrobiyolojik ortamı gözlemlemektedirler. Bu kurumların depolarında her tür virüs ve bakteri mevcuttur. Bu araştırma merkezlerinde hastalıkların ortaya çıkışları ve yayılmaları üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Tabii ki bu gizli yapılması gerekli bir araştırmadır. Örneğin 1917’den beri görülmeyen büyük grip salgının bir anda 1951 yılında tekrar patlak vermesi bu tip askeri araştırma merkezlerinin deneylerine bağlanabilir. Dünya Sağlık Teşkilatı ve Uluslararası İmmünoloji Cemiyetleri Birliği altında çalışan Doku Uyuşmazlığı Çalışma Grubu çalışmalarında MHC’nun pek çok genetik varyasyonlarını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmalar sonucu bazı virüslerin sadece bazı MHC (MHC T hücreleri olarak bilinen bağışıklık sistemi hücrelerinin yüzeylerinde bulunan ve genetik olarak kodlanmış glikoprotein moleküllerine verilen isimdir.) tipleri taşıyan insanları etkiledikleri tespit edilmiştir. Cold Spring Harbor tesislerinde glikoprotein tiplerini araştırarak bunların bağışıklık uyarı sistemi ve vücuda giren yabancı bir maddeye karşı reaksiyonlarda nasıl bir görev üstlendiklerini araştırmaktayız. Sınırlı sayıda olsa bile bu konuda mikrobiyolog ve araştırmacıların dünyanın her yerinde ortaya koydukları sonuçlar ırk, coğrafi bölge ve lenfosit reaksiyonlarının farklı olduğunu göstermektedir. ”

Hatırladığım kadarıyla 1917 İspanyol Gribi salgını ulusal medyada yer alacak kadar önemli bir durumdu. Acaba bu grip virüsü Milli Kimyasal ve Biyolojik Savaş Laboratuvarlarımızda mı geliştirilmişti?

“Artık bu çalışmaları önümüzdeki 10-12 yıl içinde dünya çapına taşıma planları yapmaktayız. Bu çalışmalarda öncülüğü Paris Üniversitesi’nden J. Dausset gibi bilim adamları yapmaktadırlar. 1972 Fransa Evian Konferansı ’nda gördüğümüz gibi değişik ırklarda çok farklı HLA antijenleri bulunmaktadır. ”

On yıl önce istihbarat servislerimizin bildirdikleri de aşağıdaki gibidir:

“Tüm dünyada şu anda geniş kapsamlı bir MHC araştırması devam etmektedir. Bu çalışmada özellikle makrofajların enfeksiyonların önlenmesindeki rolleri ve bazı virüslerin makrofajlar tarafından kolaylıkla absorbe edilmelerinin nedenleri araştırılmaktadır. Cold Spring Harbor tesislerinde araştırmanın odak konusu makrofajların AIDS virüsü tarafından kullanımları ve vücudun diğer kısımlarına enfeksiyon yayılımı gibi noktalardır.

Geniş çaplı MHC-HLS araştırmalarının finansmanı 1904 yılından beri Soyarıtım Kayıt Merkezini destekleyen ailelerce yapılmaktadır.

Bu finansör gruplar için moleküler biyoloji 1904 yılında başlayan soyarıtım çalışmalarının devamıdır. Cold Spring Harbor tesislerinde kesintisiz yapılan sofistike çalışmalar virüslere karşı ırklarda görülen farklı reaksiyonları kanıtlamaktadırlar.

Cold Spring Harbor tesislerinde 1986 yılında Kraliyet Kanser Enstitüsü’nden dünyaca ünlü Oxford genetikçisi Professor W. Bodmer Homo Sapienlerin Moleküler Biyolojisi üzerine bir konferans vermiştir. Kapalı kapılar ardında pek çok bilim adamı nüfus patlamasının dünyanın istikrarını tehdit eden en büyük düşman olduğunu belirtmişlerdir. 1982 yılında yine bir Cold Springs Harbor Konferansı ’nda Sir Julian Huxley şöyle demektedir, ‘Dünyada nüfus artışı çok önemli bir problem olup, genetik kalitenin düzeltilmesi gereklidir.’”

Profesör Bodmer konuşmasına şöyle başlar:

“Yüz hatları, karakter ve zekâ kapasiteleri üzerine yapılacak analizler günümüz genetik bilimi için çok önem taşımaktadır. Günümüzdeki Polimorfik DNA işaretleyicileri sayesinde artık iyi tanımlanmış bir yöntem bulunmaktadır. Bu gün elimizde olan DNA teknolojisi yakın gelecekte yüz hatlarını kontrol eden genlerin insan davranışlarını da kontrol edip etmediklerini bulacak düzeye ulaşacaktır...

Tüm insan genomu dizimi hakkındaki bilgiler sadece hastalıkların analiz ve yayılmalarını önlemeye değil toplumdaki bazı diğer önemli problemlerin çözümüne de katkıda bulunacaktır. ”

Kapalı kapılar arkasında Bodmer toplumdaki en önemli diğer problemin dünyada “gereksiz kaşık düşmanı” ve zenci nüfuslarının artışı olduğunu belirterek bu grupların nüfusların derhal kontrol altına alınarak azaltılmaya gidilmesini tavsiye etmiştir. Bodmer’in konuşması sonrası dinleyiciler dünyada mutlu yaşam hedefine ulaşmanın tek yolunun genetik olarak değiştirilen virüsler olduğu ortak noktasında birleşmişlerdir.”

Spring Cold Harbor kayıtları Yale Üniversitesi’ne taşınmış ve Soyarıtım Cemiyeti Prescott Bush sponsorluğuna geçmiştir. Doğal olarak Prescott Bush’un başarılarını engellemek isteyen biri Yale Soyarıtım Merkezi ve Hitler’in ırkçı deneyleri bağlantılarını kamuoyuna sızdırmıştır.

Yale Soyarıtım Cemiyeti için zorunlu kısırlaştırma gayet kabul edilebilir bir yöntemdir. Yale/New Haven Hastaneleri ve Tıp Fakülteleri beyin ameliyatları ve doğum kontrol yöntemleri üzerine çok geniş bir araştırma yapmışlardır. Araştırmalar sonucu Soyarıtım Cemiyeti’nce “aşağı” ırklar olarak görülen halk topluluklarında zorunlu kısırlaştırmanın gereği ortaya çıkmıştır.

1950 Yale’de dedikodular yayıldığında Yale Soyarıtım Hareketi ve Prescott Bush fazlasıyla etkilenmişlerdir. Bush başkanlık planlarını bir kenara iterek arkadaşı Dwight D. Eisenhower’ın kampanyasına destek olmaya karar vermiştir. Kampanya planına göre Eisenhower “Halkın Adayı” sloganıyla yarışacaktır. Eisenhower çok sonra çelişkiye düşeceği dış siyaset ya da daha sonraları kendi deyimiyle “askeri endüstriyel kompleks” diye isimlendirdiği komploya kadar uyumlu ve 300’ler Komitesi’nin gizli hükümetinin emirlerini kolayca yerine getiren bir başkan imajı yaratmıştır. İşte o kritik noktada Eisenhower kırgın ve öfkeli olmasına karşın Amerikan halkına ölümcül etkileri olacak bir plana karşı çıkamamıştır. 1951 Eylül ayında Harriman’ın adamlarından Forrestal cinayetiyle bağlantılı Robert Lovett Savunma Bakanlığı’na getirildiğinde artık Averill Harriman Amerika Birleşik Devletleri’nin gizli başkanı olmuştur. Harriman’ın bu pozisyona gelmesinde Allen ve John Foster Dulles kardeşlerin rolleri büyüktür.

BÖLÜM 17

Bush Ailesi

1948 yılında Yale Üniversitesi’ni bitirip Dresser isimli petrol endüstrisi bağlantılı aile şirketinde işe başladığında George Herbert Walker Bush kendisinin kaderinde yüksek mevkiler olduğuna inanmıştı. Şimdi bu filmi hızla ileri saralım ve 1988 yılındaki başkanlık seçime gelelim. Bu kampanyada Bush kendini taşralı biri olarak Washington’a talip olan bir aday olarak göstermektedir. BCCI skandalı patlayana dek 300’ler Komitesi’nin önde gelen avukatlarından Clark Clifford bir mektubunda Bush hakkında aşağıdaki gibi bahsetmektedir:

“1950’li yıllarda Prescott Bush benim sık sık golf oynadığım bir arkadaşımdı, kendisini hem sever hem de sayardım. Fakat oğlu George’u hiçbir zaman güçlü bir kişilik olarak görmedim. Geçmişinde Connecticut eyaleti, Yale, Texas petrol endüstrisi, CIA ve Başkan Yardımcılığı olan bu adamın kendini Washington’daki bir taşralı gibi tanıtmaya çalışması tam bir üçkâğıtçılıktır. ”

Düşmanın kim olduğunu bilmek artık kaçınılmaz bir durum olmuştur. Kimse tanımadığı veya tarif edemediği bir düşmanla savaşamaz. Dolayısı ile geçmişleri ve kimlere hizmet ettiklerini bilmeden kimse Harriman ve Bush gibi adamlarla mücadele edemez. Bu kitabın bir askeri el kitabı olarak kullanılacağını umuyorum. Kitabı okuyunuz ve içindeki isimleri ezberleyiniz. Kendi profilinizin çıkarılması yerine siz onların profillerini çıkartınız. Bu kitapta profilleme tekniklerinde sıkça söz ettik. Kişiler, gruplar, politik teşkilatlar vs. profilleme çalışmasında sıralandıklarında ortaya çok önemli bir resim çıkacaktır. Ne kadar basit olduğunu gördüğümüzde komplo artık büyük olmaktan çıkacaktır.

Yani böyle bir çalışma sonrası Başkan Kennedy suikastı, Başkan Reagan’a suikast girişimi, Pearl Harbor, Irak, Yugoslavya, halk tarafından tanınmayan kişilerin bir anda yükselişleri ve Madeline Albright’ın Dışişleri Bakanlığına atanışı kolaylıkla anlaşılır olacaklardır. Pek çok kişi Amerika’da gizli bir hükümet olduğunu kabul etmez çünkü onlar doğrusal düşünme tarzına koşullanmışlardır. Amerika’nın nasıl gizlice yönetildiğini anlamamızı engelleyen faktörlerden en önemlisi çoğunluk vatandaşın büyüklüğü nedeni ile Amerika’da hiçbir şeyin gizli kalmayacağına inanmalarıdır.

Amerikan halkı böyle düşünmeye Tavistock Enstitüsü’nün uzaktan nüfus eden içsel yönelim koşullama teknikleriyle şartlandırılmıştır. Örneğin Pearl Harbor vakasında Amerikan halkı bunun 300’ler Komitesi hizmetkârı Franklin D. Roosevelt’in komplosu olduğunu hiç öğrenmemiştir.

Bundan daha kötüsü ise Amerikan halkının küçük bir azınlık dışında hâlâ Pearl Harbor gerçeğini bilmemesidir. Pearl Harbor baskını yüzünden savaşa girdiğimizi bilen herhangi bir vatandaşa suçlu kimdi diye sorun, yanıtı “Japonlar” olacaktır. Başkan John F. Kennedy suikastının arkasındaki gerçek ise belki de halka hiçbir zaman açılmayacak olan arşivlerde kalacaktır.

Roosevelt 7 Aralık 1941 tarihini “korkunç gün” olarak nitelemiştir. Halbuki gerçek açıklansa o tarihten aylar öncesinden korkunç bir hıyanetin başkan ve kabinesince işlendiği görülebilir. Başkan Roosevelt, Donanama Bakanı Stimson ve Dışişleri Bakanı Knox olacakları üç ay öncesinden bilmektedirler. Ve Japon baskınının olmasını istediklerini halka ve komuta kademesine hiçbir zaman anlatmamışlardır. Bu ihanet 2.500 Amerikan askerinin Japon uçakları ile kurban edilmesini içermektedir. Başkan gelmekte olan saldırı hakkında tek söz eden kişinin sonsuza kadar susturulması konusunda emir vermiştir. Kara Kuvvetleri İstihbarat Subayı Gerald Mason Van Dyke’in ifadesine göre Roosevelt Pearl Harbor’da en güvendiği subaylardan olan Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisinden Teğmen Clifford M. Andrews’a aşağıda bir bölümü verilen telgrafı göndermiştir:

“Japonlar saldıracak, savunma hazırlığı yapmayınız, bu savaşta Amerikan halkının tam desteğine ihtiyacımız vardır. ”

Van Dyke’ın ifadesine göre yapılan şey “İnsanlık tarihinde bir kral veya başkanca yapılan en alçakça davranıştır. Ve bunun tekrarlanmasını önlemeye imkân yoktur.” Belki de Gerald Van Dyke gelecekte masum Amerikalılara oynanacak oyunları görmektedir.

Van Dyke’ın bilmediği bu korkunç tezgâhın bakanlar Knox ve Stimson tarafından hazırlandığıdır. Gizli günlüklerinde Knox Başkan Roosevelt ile konuşmalarında Japonların ilk ateşi açmaya zorlanarak Amerika’nın Avrupa’daki savaşa doğudan girişinin kararlaştırıldığını yazmıştır. Bu tezgâhı açığa vurmaya çalışanlardan biri James Forrestal’dur. Daha önce Averill Harriman’a tehdit oluşturan Forrestal’ın ensülin enjeksiyonlarıyla uyuşturularak Bethesda, Maryland’de bulunan Walter Reed Askeri Hastanesi’nin on altıncı katından nasıl aşağıya atıldığını anlatmıştık.

(Kaynak: John Toland: Living History

Roger A. Stolley: Pearl Harbor Attack No Surprise, Hartford Van Dyke:

Silent Weapons Quieter Wars.)

Pearl Harbor Vakası Tavistock tekniğinin etkisini ve kaç kişi gerçeği bilirse bilsin tehdit ve saldırganlıkla her şeyin gizli kalabileceğini göstermektedir. Tavistock’un “profil tekniği” 1922 yılında Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün (RIIA) emriyle geliştirilmeye başlanmıştır. Psikiyatr Yüzbaşı John Rawlings Reese Susex Üniversitesi içinde bulunan Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nde beyin yıkama bölümü açmakla görevlendirilmiştir. Diğer bir beyin yıkama ünitesi ise Londra dışında Tavistock ismiyle açılmıştır. Bu iki tesis gelişerek İngiltere’nin Psikolojik Savaş Bürosu’nun merkezi haline gelmişlerdir. Ben Reese ve Tavistock’tan 1970 yılında ilk defa bahsettiğimde pek ilgi görmemişlerdir. Yıllar içinde Tavistock ve Tek Dünya Devleti kurumuna hizmetleri konusunda ben halka daha fazla bilgi sunduğumda pek çok uyduruk yazar sanki bunları önceden biliyormuş gibi ortaya fırlamışlardır.

İngiliz Psikolojik Savaş Bürosu Reese’in 80.000 İngiliz askerini kobay olarak kullandığı deneylerin sonuçlarını çok etkin şekilde kullanmıştır. Tavistock tasarımı yöntemler II. Dünya Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilmişlerdir. Dr. Kurt Lewin yönetiminde Tavistock CIA’nin atası kabul edilen OSS kurmuştur. Lewin Stratejik Bombalama Girişimi diye bilinen ve mühimmat fabrikalarına dokunmayıp sadece Alman işçi konutlarının bombalanmalarını hedefleyen Kraliyet Hava Kuvvetleri bölümünün başına getirilmiştir. İki taraftaki mühimmat fabrikaları tabii ki uluslararası bankerlere aittirler ve bunların zarar görmesini bankerler göze alamamışlardır. 1950 yılında Harriman, Dulles kardeşler ve Robert Lovett Amerikan halkının gizlice toptan dinlenmesiyle ilgilenmeye başlamışlardır. Harriman ve Dulles kardeşler hükümetle temas ederek “halkın dinlenmesi” projesinin istihbarat örgütlerince yapılmasını tavsiye etmişlerdir.

Dulles kardeşlerin yardımıyla Harriman “Psikolojik Strateji Kurulunu” oluşturarak başına Gordon Gray’i getirmiştir. NATO ise Sussex Üniversitesi’ni İngiliz Psikolojik Savaş Bürosu’nun parçası olacak olan çok gizli bir merkezi kurmakla görevlendirmiştir. Bu çok gizli merkeze Bilim Siyaseti Araştırma Enstitüsü (SPRU) ismi verilir. Okurlara bunları anlatmamın nedeni 300’ler Komitesi’nin Amerika’da Yeni Dünya Düzeni’ne muhalefet önemli ölçüde azalana kadar halkı karmaşık bilgilerle bombardıman etme yöntemlerini uzun süredir uyguladığını göstermek içindir.

Bu konsept Amerika’da yeni olmakla beraber Tavistock Enstitüsü için yeni değildir. Bu yöntemin arkasındaki fikir II. Dünya Savaşı’nda Alman işçi moralini sıfırlamak için işçi konutlarına yapılan sürekli bombardıman sırasında ortaya çıkmıştır.

Bu bombardımanlar Alman savaş sanayi alt yapısını hedef almamaktadırlar. Çünkü Alman savaş sanayi alt yapısında uluslararası bankerlerin sermayeleri yatmaktadır. Tavistock’tan Kurt Lewin ve Prudential Sigorta Firması’ndan bir grup sigorta aktüeri Alman işçi konutlarından %65’nin her gece bombalanması halinde sivil moralin çok yakında sıfırlanacağı kararına varmışlardır. Bu konuda Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne verilen rapor Prudential Reasürans firmasınca hazırlanmıştır. Aynı yöntem 1946 yılında Amerikan işçi kesimine uygulanacaktır.

BÖLÜM 18

Müttefiklerin Sivilleri Hedef Alan Bombardıman Planı

Siviller yönelik bombardımanın rolüne değinmek gerekmektedir. Ben “sivilleri hedef alan bombardıman” terimini “Prudential Reasürans Stratejik Bombardıman Araştırması” yerine kullanmayı tercih ederim çünkü bu terim bir stratejik çalışmanın içeriğini kapsamaktadır. Eski Jüpiter Adası sakini, Brown Brothers, Harriman firması ortağı Robert A. Lovett sivillerin havadan terör amaçlı bombalanmaları taraftarıdır. Lovett ayrıca MI6 firmalarından Prudential Reasürans Şirketinin Tavistock Enstitüsü’ne kapsamlı bir sivil hedefleri içeren bombardıman planı yaptırmasında anahtar rol oynamaktadır.

Lovett, Stratejik Bombardıman Araştırması’nın oluşumunda büyük rol oynamıştır. Ancak Almanya ve Japonya’da sivil hedefler yapılan uzun süreli bombardımanın bir savaş tekniği olarak sınırlı etkisi olduğu görülmüştür. Bu hayal kırıklığı içinde Lovett Harriman’ a savunmasız olan Dresden şehrinin bombalanması gereğinden bahsetmiştir. Harriman psikolojik savaşın etki sınırları bilinmesine rağmen sivillere yönelik bombardıman şeklinde devam etmesinden yanadır. Bu ikilinin Dresden’e düzenletecekleri korkunç saldırı güya sivil hedeflere saldırılara karşı muhalefeti susturacaktır.

“Bombacı” Harris kumandasındaki Kraliyet Hava Kuvvetleri Dresden’e yıldırım hava saldırısı yaparak çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan 125.000 Almanı öldürdüler. “Bombacı” Harris ve saldırıların arkasındaki vahşet II. Dünya Savaşı’nın bitiminden uzun yıllar sonra bile sır olarak saklandı. Lovett aynı stratejiyi Vietnam’da uygulaması için başkan Lyndon Johnson’a baskı yaptı. Başkan George Herbert Walker Bush bu tekniği Panama işgalinde kullandı. Başkan Clinton Madeline Albright’ın ısrarıyla Sırbistan’daki sivillerin havadan bombalanmalarının yolunu açtı. Bu yöntem Bağdat’ta bile kullanıldı

ancak sonuçta bize pek fazla bir şey kazandırmadı.

Büyüklüğü ve kapsamı açısından CIA’yi çok aşan Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisi Tavistock’un yaptığı kapsamlı bir araştırma sonucu kurulmuştur. Amerikan hükümetlerince ödenen milyarlarca dolar karşılığı Tavistock stratejik planlamacıları bugün Pentagon’un kullandığı tüm savunma sistemlerini kurmuşlardır. Bu gün devam eden bu durum 300’ler Komitesi’nin Amerika ve Amerikan kurumları üzerindeki kontrolünü göstermektedir. Tavistock bugün çoğu bu kitapta adı geçen 30 araştırma kurumunu Amerika’da yönetmektedir.

Tavistock-Amerikan ortaklığı pek çok kere toplumumuzu ve devlet kurumlarımızı derinden etkileyen canavar projelere imza atmıştır. Amerikan yaşamını çökerten Tavistock yöneticilerinden biri Komitenin gözdelerinden, NATO kurucu üyesi ve Roma Kulübü liderlerinden Dr. Alexander King’dir. King Roma Kulübü’nce Amerikan eğitim sisteminin düzeyinin düşürülmesi konusunda görevlendirilmiştir ve Ulusal Öğretmenler Birliği’nin başına geçirilmiştir.

1993 yılı itibarıyla Ulusal Öğretmenler Birliği çocuklarımızın beyinlerini ele geçirmeye çalışan sosyalist bir araca dönüşmüştür. Sonuç Odaklı Eğitim Amerikan okul çocuklarını toptan sosyalistleştirme projesidir. Sonuç Odaklı Eğitimin bir başka özelliği de ilk ve ortaokul düzeyindeki çocukların beyinlerine “cinsel eğitim” adı altında homoseksüelliği sokmaktır. Bu çaba aynen Martin Luther King’in azınlıklar hareketi tarzında ilerlemektedir. 300’ler Komitesi’nin fütursuzluğunu göstermek açısından burada Federal Acil Durum Yönetimi Ajansı hakkında birkaç cümle söylemek istemekteyim. Bir Roma Kulübü ürünü olan FEMA Three Mile Island (TMI) nükleer santralinde denenmiş bir kurumdur. Histerik medyaca nükleer kaza olarak nitelendirilen bu vaka kaza değil nükleer santrallerdeki elektrik üretimine karşı kamuoyu görüşünü değiştirmeye yönelik bir komplodur. TMI vakası âdeta FEMA için yapılmış bir tatbikattır.

Bu vakanın bir başka getirisi de hiçbir tehlike olmadığı halde halkı bölgeden kaçmaya zorlayan korku ortamının medya tarafından yaratılmış olmasıdır. Medyanın da panik yaratma kapasitesi böylece ölçülmüştür. Bu kazada kimse ölmemiştir ve ciddi bir yaralanma yoktur. Sahnelenen komedi Orson Wells’in radyo programında Mars’tan gelenlerce işgale uğradığımız yalanını 1 Nisan şakası olarak yapması ve bu şaka karşısında New York ve New Jersey halkının paniğe kapılmalarıyla aynıdır. TMI başarısı anti-nükleer ya da Aspen Enstitüsü’nce kontrol edilen Atlantic Richfield ve diğer büyük petrol firmaları tarafından Roma Kulübü adına fonlanan “çevreciler” tarafından çok kullanılmıştır. Büyük “kaza” eski İngiliz istihbarat servisi çalışanı ve CBS televizyonu başkanı William Paley tarafından geniş kapsamlı olarak görsel medyaya taşınmıştır. FEMA II. Dünya Savaşı’ndaki Stratejik Bombardıman Girişiminin devamıdır. Tavistock teorisyenlerinden Dr. Kurt Lewin yeni oluşumun amacını “Kriz yönetimi” olarak adlandırmıştır. Lewin ile Tavistock arasındaki ilişki 37 yıldan daha uzun süredir devam etmektedir. Lewin Stratejik Bombardıman Girişimi yapısını birkaç ufak değişiklikle FEMA’ya taşımıştır. FEMA’da doğal olarak düşman artık Almanya değil Amerika’dır. II. Dünya Savaşı’ndan atmış iki yıl sonra silah yine Tavistock’un elindedir ve Amerika’yı hedeflemektedir.

Margaret Meade Prudential Bombardıman projesi kapsamında Japon ve Alman nüfusların sürekli hava bombardımanına gösterdikleri stres belirtilerini tespit etmek için görevlendirilmiştir. Doçent Dr. Irving Janus da bu proje için John Rawlings Reese tarafından işe alınmış ve daha sonra Tuğ. General rütbesiyle İngiliz Silahlı Kuvvetleri’ne katılmış olup Tavistock Enstitüsü’nün psikiyatri bölümü başkanlığını üstlenmiştir. The Meade-Janus test sonuçları bunları FEMA isimli devlet kurumunun oluşumunda kullanacak olan Amerikan hükümetine verilmiştir. Janus Air War and Stress isimli kitabında “suni krizler” için gerekli koşulları formüle etmiştir. Meade-Janus formülleri son harflerine kadar Three Mile Island krizinde FEMA tarafından takip edilmişlerdir. Aslında Janus çok basit bir prensip kullanmaktadır:

“Seri halinde krizler yaratarak nüfusu Lewin terör taktiklerine göre yönlendirmeye çalışın. Hedef grubun beklendiği gibi hareket ettiğini göreceksiniz. ”

Çalışmalarında Lewin özellikle televizyon olmak üzere medya araçlarının geniş halk kitleleri üzerindeki sosyal kontrolü kolaylaştırdığını keşfetmiştir. Nükleer felaketler sonrası yanmış cesetler, Vietnam Savaşında ölen askerlerin görüntüleri vs. sosyal yönetimi kolaylaştıran faktörler olup hatta savaşları bitirecek güce sahiptirler.

Lewin ayrıca kadın dergilerinin nükleer savaş korkusunu arttırmakta çok etkin olduklarını fark etmiştir. Bu teorisini denemek için Janus Arkansas senatörü Dale Bumpers’ın eşi Betty Bumpers’ı McCall’s Magazin’de işe sokmuştur. Lewin halkın kriz anlarında kadınların yalan söylemediklerine dair bir inanca sahip olduğunu tespit etmiştir. Betty Bumpers’ın makalesi McCall’s Magazini Ocak 1983 sayısında yayımlanmıştır. Tabii ki makaleyi Mrs. Bumpers yazmamıştır. Tavistock’taki bir grup uzman yalan, dolan, uyduruk bilgilerle bu makaleyi hazırlayarak Mrs Bumpers’a vermişlerdir. Bumper’ın makalesi Tavistock’un çok başarılı olduğu psikolojik manipülasyonun güzel bir örneğidir. Dergiyi okuyan her kadın nükleer savaşın korkunç sonuçları hakkında fikir birliği içindedir.

Kadınların belli bir fikrin propagandasında ön plana çıkarılması tekniği gerçek yaşam maceraları James Bond’u solda sıfır olarak bırakacak ünlü istihbaratçı Willi Munzenberg tarafından keşfedilmiştir. Munzenberg halkın kadınları sürekli yalan söyleyen bir grup olarak görmemesinden hareketle propaganda çalışmalarında kadınların rolünün önemli olduğunu savunmaktadır. Bu teknik doğal olarak CBS, ABC ve NBC gibi propaganda kanallarında kullanılmaktadır. Yakında haber spikerlerinin tamamen kadın olmaları da olasıdır. 300’ler Komitesi yüzlerce “think-tank”i bünyesinde bulundurduğu gibi hükümet ve iş dünyasını etkileyebilecek pek çok “uzman” yazarı da beslemektedir. Bu organizasyonlara bir örnek Alman Marshall Fonudur. Bu örgütün NATO ve Roma Kulübü üyeleri olan üst kademesinde Chase Manhattan Bank’tan David Rockefeller, Manufactures Hanover Trust and Finance Corporation’dan, Gabriel Hague, Ford Vakfından Milton Katz, Birleşik Otomotif Sendikası Başkanı Irving Bluestone, Roma Kulübü’nün Amerikan Başkanı ve Prens Philip Dünya Doğal Yaşam Vakfı üyesi Russell Train, CBS program yapımcısı Elizabeth Midgely, Russel Sage Vakfı başkanı B.R. Gifford, Aspen Enstitüsü’nden Guido Goldman, 300’ler Komitesi üstatlarından Averill Harriman, Carnegie Endowment Fund temsilcisi Thomas L. Hughes, MIT’den Dennis Meadows ve Jay Forrester bulunmaktadır. Bu kuruma 1991 sonrası katılan ünlüler arasında Silvio Berlusconi, Madeleine Albright, William Jefferson Clinton vardır.

BÖLÜM 19

300’ler Komitesi’nin Görünen Yüzleri

Yüz elli yıldan beri var olan 300’ler Komitesi bugünkü halini 1897 yılında almıştır. Avrupa’nın durumunu kontrol edecek devletler üstü bir mekanizma kurulması kararı alındığında Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Tavistock Enstitüsü’nü kurmuştur. Tavistock ise Roma Kulübü ve NATO’yu oluşturmuştur. NATO ilk beş yılında Alman Marshall Fonu tarafından finanse edilmiştir. Komitenin dış ilişkilerden sorumlu birimi Bilderberg Grubunun en önemli üyesi Cizvit rahibi ve 33. Dereceden Mason Joseph Rettinger’dir. Yıllık Bilderberg toplantıları tüm komplo teorisyenlerinin ağzını sulandırsa da 11-13 Mayıs 1973 tarihlerinde gerçekleşen en önemli toplantı hakkında pek az kişinin bilgisi vardır.

Bu toplantı İsveç’in Saltsjoebaden şehrinde gerçekleşmiş olup toplantı başkanlığını Hollanda Prensi Bernhardt üstlenmiştir. Toplantının amacı Henry Kissinger tarafından tezgâhlanan “petrol krizi”nin dünyada uygulanmasıdır. Bu toplantıya biraz sonra döneceğiz. Roma Kulübü ünlüleri arasında Colorado madenlerinden servet kazanarak Washington Post gazetesini satın alan Eugene Meyer, Phillip Graham’la evlenen ancak Washington Post’un kontrolü için kocasını öldürdüğünden şüphelenilen kızı Katherine, dünyanın en büyük sigorta firmalarından New York Life Insurance Co. yöneticisi ve Kraliçe Elizabeth ile akrabalığı bulunup Xerox firması yönetiminde de bulunandan Paul G. Hoffman, II. Dünya Savaşı’nda Almanya’yı dünya haritasından silmeye çalışan John J. McCloy bulunmaktadırlar.

Âdeta ünlüler geçidi! Bu kadar ünlüyü bir arada bulundurmasına rağmen ne tuhaf ki istihbarat örgütleri dışında bu oluşumdan haberi olan sayısı yok denecek kadar azdır.

Bu gruptaki kişiler, firmalar, televizyon istasyonları, gazeteler, sigorta şirketleri ve bankaların toplam gücü beş Avrupa ülkesinin toplan gücünden fazladır. Ve Roma Kulübü 300’ler Komitesi’nin sadece bir parçasıdır. Bilderberg grubu Komite’nin önemli bir parçası olmasına karşın Roma Kulübü Komite’nin yönetimine daha yakın bir üst kurumdur. Özellikle Amerikan ilişkileri üzerine yoğunlaşan Roma Kulübü’nün Amerikan üyeleri genelde Japonya, Almanya, Sırbistan, Irak ve Latin Amerika ülkelerinin sorunlarıyla uğraşırlar.

Komite ve Roma Kulübü’nün “görünen yüzleri” olarak işletilen bazı organizasyonlar aşağıda verilmektedir:

League of Industrial Democracy

Kurucular: Michael Novak, Jean Kirkpatrick, Eugene Rostow, Irwin Suall, Lane Kirkland ve Albert Schenker.

Amaç: İşçi sendikalarının beynini yıkamak suretiyle kabul edilemez taleplerde bulunmalarını sağlayarak özellikle çelik, otomotiv ve inşaat sektörlerinde işçi - işveren krizleri çıkartmaktır.

Freedom House

Yöneticiler: Leo Churn ve Carl Gershman.

Amaç: Amerikan mavi yakalı kitlesinde dezenformasyon teknikleriyle sosyalist fikirleri yayarak huzursuzluk ve tatminsizlik yaratmak,

Committee for a Democratic Majority

Yöneticiler: Ben Wattenburg, Jean Kirkpatrick, Elmo Zumwalt ve Midge Dector.

Amaç: Seçimlerde sol kesim adaylara blok oy potansiyeli yaratmak için eğitimli sosyalist gruplarla azınlıklar arasında sıkı ilişkiler oluşturmak. Bu kurum kuruluşundan itibaren tam bir Fabian operasyonudur.

Social Democrats U.S.A.

Yöneticiler: Bayard Rustin, Lane Kirkland, Jay Lovestone, Carl Gershman, Howard Samuel, ve Sidney Hook.

Amaç: Özellikle azınlık gruplar içinde radikal sosyalizmi yaymak ve sosyalist ülkelerle ilişkiler geliştirmek. Moskova ile direkt bağlantıları olan Lovestone yıllarca Amerikan başkanlarına Sovyet ilişkilerinde danışmanlık yapmıştır.

Institute for Social Relations

Yöneticiler: Harland Cleveland ve Willis Harmon.

Amaç: Amerikan düşünce tarzının değiştirilmesi. Cleveland üst seviye Roma Kulübü yöneticisi ve Çin uzmanıdır. Sosyalizm eğitimini 1938 yılında mezun olduğu Oxford’dan alan Cleveland Uluslararası İlişkiler Bakan Yardımcılığı yapmıştır. Çin’de UNRRA delegesi ve ECA Çin Programı direktörlüğü de yapan Cleveland Amerika’nın sosyalizm doğrultusunda ilerlemediğine inanmaktadır. Dolayısı kendisine göre Amerika’yı bu yörüngeye sokacak yöntemlerin oluşturulmaları gerekmektedir. Cleveland için Institute for Social Relations ve Roma Kulübü Amerika’nın sosyalistleştirilmesinde önemli araçlardır.

War Resisters League

Yöneticiler: Noam Chomsky ve David McReynolds.

Amaç: Sol kesim, öğrenciler ve Holywood kesimleri sayesinde Vietnam Savaşı’na karşı çıkmak. Bu örgüt Cora Weiss tarafından yönetilen Riverside Kilisesi Silahsızlanma programıyla ortak çalışmaktadır. Bu grupların propaganda amacı Amerikan halkına “Rusya silahlanma yarışı içinde yalandan bize düşman gösteriliyor.” fikrini aşılamaktır. Chomsky sosyalist amaçlara hizmet eden World Peacemakers ve American Friends Service Committee gibi barış örgütlerine de üyedir.

Anti Defamation League Fact Finding Division

Yönetici: Irwin Suall (John Graham olarak da bilinir)

Amaç: FBI - İngiliz istihbarat servisleri operasyonu olarak sağ kanat grupları ve liderlerini daha fazla güçlenmelerine izin vermeden yok etmek.

Amalgamated Clothing Workers

Yöneticiler: Murray Findley, Irwin Suall ve Jacob Scheinkman.

Amaç: Tekstil sanayi ve ticaretinde işçileri kutuplaştırmak. KGB Servis A bölümüne göre pek çok Sovyet ajanı bu grupta çalışmaktadır.

Philip Randolph Institute

Yönetici: Bayard Rustin.

Amaç: Ortak amaç güden kurumlar arası koordinasyonu sağlayarak işçi ve öğrenci kesimlerde sosyalist fikirlerin yayılmalarını sağlamak. Bu grubun Malta Şövalyeleri ve Mont Pelerin Cemiyetleriyle sıkı bağları bulunmaktadır.

Cambridge Policy Studies Institute

Yönetici: Gar Alperovitz.

Amaç: Şubat 1969 tarihinde senatör Gaylord Nelson’un eski yardımcısı enternasyonal sosyalist Gar Alperovitz tarafından kurulan Siyasi Bilimler Enstitüsü çalışmalarının kapsamını geliştirmek

Alperovitz’in “Atom Diplomasisi” isimli tartışma yaratan eseri Roma Kulübü için yazılmış ve Alman Marshall Fonu tarafından finanse edilmiştir. Bu örgüt Amerikan toplumunu temelden değiştirecek projeler üzerinde araştırmalar ve uygulamalar şeklinde çalışmaktadır.

Economic Committee of the North Atlantic Institute

Yönetici: Dr. Aurelio Peccei (Öldü)

Amaç: NATO think-tank’i olarak küresel ekonomik konularda çalışan bu kurum Von Hayek ve Ludwig Von Mises fikirlerini Clinton yönetimine kabul ettirmesiyle ünlüdür.

Center for the Study of Democratic Institutions (CSDI)

Yöneticiler: Kurucu300’ler Komitesi’nden Robert Hutchins, Harry Ashmore, Frank Kelly

Amaç: Liberal eğilimli sosyalist reformu getirecek fikirleri demokrasi yönetimi içerisinde yaymak. Grubun en önemli faaliyetlerinden biri Danimarka örneğine benzer monarşik ve sosyalist yeni bir Amerikan Anayasası’nın kaleme alınmasıdır. Bu örgüt Olimpos üyelerinin kalesidir. Santa Barbara’da Partenon diye anılan tesiste faaliyet gösterir. 1973 yılında hazırlamakta oldukları Amerikan Anayasası’nın 35. Taslağında “çevre hakları” bulunmakta olup amaçları Amerikan endüstriyel gelişimini 1969’daki seviyenin altına çekmektir.

Bu kurum Komite’ce belirlenen Roma Kulübü’nün Post Endüstriyel Sıfır Büyüme projesini uygulamayı amaçlamaktadır. Diğer amaçları arasında ekonomik döngüyü kontrol, sosyal güvence sistemi, iş dünyasının kontrolü, çevre kontrolü gibi sosyalist hedefler vardır. 300’ler Komitesi adına konuşan Ashmore aşağıdakileri söylemektedir:

“(...) CSDI’nın işlevi siyasi sistemimizi daha etkin çalışır hale getirmektir.

Eğitim sistemimizi değiştirmemiz, yeni bir Amerikan ve Dünya Anayasasını düşünmemiz gereklidir.”

Ashmore tarafından belirtilen diğer hedefler aşağıdaki gibidir:

-     Her ülke Birleşmiş Milletler Örgütü’ne katılmakla yükümlü olmalıdır.

-     Birleşmiş Milletler her bakımdan güçlendirilmelidir.

-     Güney Doğu Asya tarafsızlaştırılmalıdır.

-     Soğuk Savaş sona erdirilmelidir.

-     Irkçı ayrımcılık kaldırılmalıdır.

-     Gelişmekte olan ülkelere yardım edilmelidir.

-     Problemlerde askeri çözüm kabul edilemez.

-     Problemlerde ulusal çözümler yeterli olamazlar.

-     Ortak yaşam kaçınılmazdır. “Global Konsept” vurgulanmalıdır.

Harvard Psychological Clinic

Yöneticiler: Dr. Kurt Lewin ve 15 bilim adamı

Amaç: Komite’nin Amerika Birleşik Devletleri üzerinde sınırsız güce ulaşmasını sağlayacak iklimi oluşturmak. Kurum toplumu radikal değişikliklere hazırlamak için Harvard Siyasi Bilimler Enstitüsü’yle çalışır ve medyayı halkı kendi yetersizliklerine inandırarak değişmeye zorlamak için kullanır.

Institute for Social Research / RAND “Delphi” Project

Yöneticiler: Dr. Kurt Lewin ve 20 Yeni-Bilim uzmanı.

Amaç: Yeni sosyal projeler üreterek Amerika’yı endüstriyel temelinden uzaklaştırmak, halkı endüstriyel büyümenin kötülüğüne inandırmak ve yatırımları yüksek işçilik ödeyebilecek sektörlerden kaçırmak.

Bir “Gelecek” think-tank’i olarak Rand Delphi “Prometheus Projesi,” üzerinde çalışmış ve gelecek öngörülerini bilimsel olarak kabul ettirmiştir. Bu think-tank’te John McHale’nin “Geleceğin Geleceği” sloganı vardır. Bu çalışma Jules Verne ve H. G. Wells’in “zaman içinde seyahat” eserlerini seven sıradan kişilerin anlayacağı bir şey değildir. Bu proje kompleks öngörüm modellerinin kullanıldığı bir sistemdir ve Robert U. Ayers’in Teknolojik tahmin ve Uzun Vadeli Planlama, Dennis Gabors’un Geleceğin İcadı ve Marvin Cetrons’un Teknolojik Tahmin: Pratik Yaklaşım isimli eserlerine dayanmaktadır.

Educational Policy Center

Yönetici: Willis Harmon.

Amaç: Stanford Araştırma Enstitüsü’nün parçası olan bu kurum Amerikan Eğitim Bakanlığı’nca finanse edilmektedir. Kurum Eğitim Bakanlığı kontrolündeki 30 merkezden biridir.

Kurum 1967’den beri Komite’nin Amerikan ilk ve orta eğitimi için uygun gördüğü eğitim modelleri üzerinde çalışmaktadır.

Merkezde çalışan 20 - 25 profesörün görevi eğitimi sosyalist kapsam içinde ulusal ve uluslararası açılardan incelemektir. Merkez yöneticisi Willis Harmon görevlerinin eğitim sisteminin tüm dünyadan farklı olmadığını ispat etmek olduğunu belirtmektedir:

“Eğitimin uygun olup olmadığını görmek için tüm diğer alternatifleri değerlendirmeye karar verdik. Bizimki eğitimin ulusal ve dünyada makro düzeyde test edilebileceği bütüncül bir yaklaşımdır.”

Systems Development Corporation.

Yöneticiler: Sheldon Arenberg

Amaç: Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütlerinin koordine edilmeleri. Bu firma öncelikle ülkelerden sorumlu kurumları belirler. Örneğin İspanya Katolik Kilisesince, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterlikçe yönetileceklerdir. Bu kurumda geliştirilen “X RAY 2,” sistemi tüm think-tank personeli, askeri kurum ve tesisler ve tüm emniyet güçlerini bilgisayar teknolojisi sayesinde Pentagon’a bağlamıştır.

Kurumun misyonu en yeni teknoloji sayesinde herkesi kapsayacak bir kontrol sistemi oluşturmaktır. Arenberg fikirlerinin askeri olmadığını iddia etse de kullandığı tekniklerin silahlı kuvvetler kökenli olduğu bilinmektedir. Bu adam Amerikan Anayasası’na aykırı olarak tam “George Orwell 1984” tipli New York Eyaleti Kişi Tanıma ve İstihbarat Ağının (NYIIS) mimarıdır. NYSIIS sitemi ulusal boyutta uygulamaya geçmek üzeredir. Bu sistem Brzezinski’nin kitabında bahsettiği ve her vatandaş hakkında her bilgiye anında ulaşmayı sağlayan bir teknolojik gelişmedir.

NYSIIS verilerini emniyet güçleri ve resmi kurumlarla paylaşır. Bu sistem vatandaşlar hakkında istenildiği zaman ulaşılabilecek sosyal ve kriminal veri arşivi olarak düşünülebilir. Tipik bir 300’ler Komitesi faaliyeti olan Systems Development Corporation isimli firmanın görevi bilinmesi gereken bir nokta olmakla beraber bu kitabın konusu dışındadır. Ancak bu firmanın Amerikan Anayasası’nca tanınan vatandaşlık haklarını korumakla ilgili bir şeyler yapmadığı kesindir. Firmanın Santa Barbara’da Robert Hutchins’in “Partenon”unun yakınında oluşu da enteresandır. Bu gün kurdukları network “Internet” diye isimlendirilmektedir. Roma Kulübü yandaş kuramlarınca yapılmış olan bazı yayınlar aşağıda verilmektedir:

“Yeni Cumhuriyet”

“Yeni Toplum Çalışmaları”

“Jones Anne”

Yandaş kurumlar ileriki yıllarda Federal Hükümet içindeki Bolşevik grubun lideri Irving Kristol’ün pek çok kitabını yayımladılar. Tabii ki bu kitaplar Roma Kulübü’nce yapılan yayınların sadece bir kısmıydılar. Roma Kulübü’yle bağlantılı vakıfların sayısı düşünüldüğünde basılan kitapların sayısı binlerle ifade edilebilir. Roma Kulübü ve Tavistock bağlantılı vakıflar, kurumlar ve kuruluşların ancak birkaç tanesini bu kitapta inceleme şansımız vardır. Aşağıda bu kurumlar içinde özellikle askeri alanda faaliyet gösteren bazı vakıf ve think- tankler verilmektedir.

Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin 300’ler Komitesi think-tanklerince geliştirilen “Yeni Savaş Taktiklerini” uyguladığını sıradan bir vatandaş bilemez. Komitenin baskısıyla Roma Kulübü 1946 yılında yeni think-tankler oluşturma görevini üstlenmiştir. 1959 yılında artık bu think-tanklerin silahlı kuvvetler üzerindeki etkileri tartışılmaz hale gelmiştir. Şüphe yok ki Tek Dünya Devleti’ne katmayı planladıkları Amerika’da bu think-tanklerin gündelik yaşamımızdaki rolleri de artacaktır.

Mont Pelerin Cemiyeti

Mont Pelerin yanlış ekonomik teoriler üreterek Batılı ekonomistleri kendi modelleri üzerinde çalışmaya teşvik etmekle görevli bir vakıftır. En ünlü teorisyenleri Von Hayek, Milton Friedman ve Ludwig Von Mises’tir. Vakıf Malta Şövalyeleri, Heritage Foundation ve Alman Marshall Fonuyla yakın ilişkiler içindedir. Bazı gizli görüşmeleri Hoover Kurumunda yapılan vakfın finansmanı Rothschild ve Rockefeller ailelerince sağlanmaktadır.

Hoover Kurumu

Kuruluş amacı komünizm ile mücadele olan bu kurum zaman içinde sosyalist yönelimlere girmiştir. 300’ler Komitesi şemsiyesi altındaki kuruluşlarca finanse edilen bu kurumun yıllık bütçesi 20 milyon dolardır. Soğuk Savaş sonrası kurum “Barşçıl değişimler” üzerine yani silahsızlanma ve Amerikan iç problemleri üzerine odaklanmıştır. Medya tarafından “Muhafazakâr” kurum olarak tanıtılan ve tartışmalarda muhafazakârların görüşlerini aktarmak için başvurulan bu kurumun muhafazakârlıkla ilgisi yoktur. Kurum özellikle 1953 yılında Roma Kulübü’nce ele geçirildikten sonra Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti eksenli politikalar üretmeye başlamıştır.

Heritage Vakfı

Bira sektörü devlerinden Joseph Coors tarafından muhafazakâr bir think-tank olarak kurulan bu vakıf daha sonra Fabian Örgütü lideri Sir Peter Vickers Hall, Stuart Butler, Steven Ayzler, Robert Moss ve Frederich Von Hayek tarafından ele geçirilmiş olup Roma Kulübü politikalarını benimsemiştir. Kurum İngiliz İşçi Partisi lideri Anthony Wedgewood Benn’in emri doğrultusunda “Reagan’ın Tahatcher’laştırılması” görevini yerine getirmiştir. Zaman zaman söylemleri kulağa muhafazakâr gelmekle beraber bu kurum kesinlikle muhafazakâr değildir.

İnsan Kaynakları Araştırma Ofisi (HUMRRO)

Psiko-teknoloji alanında kurulmuş askeri bir kurumdur. Çalışanların çoğu Tavistock eğitimlidirler. Psiko-teknoloji asker moral ve motivasyonu çalışmaları ile düşman üzerinde müzik etkisini kullanmak gibi konuları içerir. George Orwell’in 1984 isimli kitabında yazdıklarının çoğu HUMRRO tarafından öğretilir. 1969 yılında 300’ler Komitesi bu büyük kurumu ele geçirerek Roma Kulübü altında çalışan bir STK haline getirmiştir. Bu kurum Amerika Birleşik Devletlerindeki en büyük davranış bilimleri araştırma tesisidir.

HUMRRO silahlı kuvvetlere askerin silahın bir parçası olduğunu vurgulayarak “silah olarak insan” ve “insan kalite kontrolü” kavramlarını öğretir. HUMRRO silahlı kuvvetlerin yönetim tarzı konusunda büyük öneme sahiptir. HUMRRO uygulamalı psikoloji derslerinde askerlerin müzikle koordine edilmeleri çalışmaları yapılmaktadır. Bunun en başarılı uygulaması Irak’ta 12.000 Irak askerinin canlı olarak toprağa gömülmesi emrine karşı gelen askerlere yapılan müdahaledir.

Bu tip beyin yıkama yöntemleri çok tehlikeli olup Irak’ta Iraklı askerlerin öldürülmeleri için askerlerimiz üzerinde denenen bu teknik ileride askerlerimiz üzerinde yeniden uygulanarak sivillerin toplu ölümlerine yol açılabilir. Zaten hali hazırda beyinsiz koyun sürüsü gibi yaşan bizler için HUMRRO’nun beyin şekillendirme ve yıkama teknikleri büyük tehlikedirler. HUMRRO Tavistock’un bir yan kuruluşu olarak Körfez Savaşı’nda büyük rol oynamıştır. Amerikan askerlerinin I. ve II. Dünya Savaşlarındaki ahlaki ve merhametli yaklaşımları bu savaşta saldırgan, vahşi ve kana susamış asker davranışlarına dönüşmüştür.

Araştırma Analizi Firması

Bu kurum HUMRRO’un kardeş kuruluşu olup 1948 yılında McLean, Virginia’da açılmıştır. 1961 yılında Komite’ce ele geçirilen firma Johns Hopkins bloğunun bir parçası haline getirilmiştir. 600’den fazla proje gerçekleştiren bu kurumun zencilerin silahlı kuvvetlere entegrasyonu, psikolojik savaş, nüfus kontrolü ve nükleer silahların taktik kullanımları gibi önemli programlarda imzası bulunur.

Bu kitapta isimlerinden bahsedeceğimiz daha pek çok think-tank bulunmaktadır. Think-tanklerle hükümet organlarının birbirlerine destek oldukları alanların başında “kamuoyu anket firmalarıdır”. Bu firmaların asıl görevi kamuoyu fikirlerini şekillendirmek ve komplocuların istekleri doğrultusunda yönlendirmektir. Kamuoyu yoklamaları genelde CBS-NBC-ABC, New York Times ve Washington Post gibi Ulusal Düşünce Araştırma Merkezince koordine edilen kurumlarca yapılır. Bu kurumda çalışmayan birinin Amerikan

halkının topyekûn düşünce yapılandırmasına tabi olduğunu anlaması zordur.

İstatistikler Gallup Poll, Yankelovich, Skalley ve White bilgisayarlarına yüklenerek karşılaştırmalı çalışmalar yapılır. Gazetelerde okuduğumuz veya televizyonlarda gördüklerimizin çoğu kamuoyu araştırma firmalarınca denetlenen haberlerdir. Aslında biz kamuoyu araştırma firmalarının bizim görmemizi istediklerini görürüz. Buna “kamu düşünce oluşumu” denmektedir. Bu kavram arkasında kamuoyunun Komite kararlarına göstereceği reaksiyonu ölçme gayreti yatmaktadır. Bu Tavistock tarafından geliştirilen düşünce oluşturma sisteminin bir parçasıdır.

Bu gün insanlar iyi bilgilendirildiklerini sansalar da aslında bilmedikleri kendi düşüncelerinin onlara ait olmadığıdır. Halkın düşünceleri bugün think-tank kuruluşları ve araştırma kurumlarınca şekillendiriliyor olup hiçbirimizin kendi düşüncelerimizi bize medya tarafından kontrollü şekilde verilen bilgilerle oluşturma şansımız yoktur. Daha enteresan olanı Tavistock bilim adamlarınca oluşturulan görüşlerin halkın çoğunluğu tarafından onaylanır hale getirilmeleridir.

Kamuoyu yoklamalarıyla düşünce oluşturma I. Dünya Savaşı öncesi ortaya çıkmıştır. Amerika I. Dünya Savaşı’na “Propagandanın kara deliği” olarak bilinen Wellington House sayesinde girmiştir ve Almanya ile savaş istemeyen halkın Woodrow Wilson’ı desteklemeleri sağlanmıştır. II. Dünya Savaşı’nda ise Amerikan halkının Almanya ve Japonya’yı Amerika’yı işgal etmeden durdurulması gerekli düşmanlar olarak görmeleri sağlanmıştır. Böyle bir işgalin lojistik olarak imkânsızlığı kamuoyunun koşullanması ile hiç tartışılmamıştır. Halka seçilerek beslenen bilgiler Amerikan halkını sonunda Alman ve Japon düşmanları haline getirmiştir.

1991 yılında Tavistock’un “uzaktan içsel yönlendirme” tekniği Amerikan halkının Irak’ı ve Saddam’ı kendilerinin bir numaralı düşmanları olarak görmesini sağlamıştır. Bu koşullama teknik olarak “İnsanların duyu organlarına ulaşan mesajlardan etkilenmesi” şeklinde tarif edilmektedir.

300’ler Komitesi’nin gözde üyelerinden Daniel Yankelovich kamuoyu araştırma firması Yankelovich Skalley ve White’ın sahibidir. Yankelovich öğrencilerine kamuoyu yoklamalarının kamuoyunun fikirlerini değiştirmekte kullanılan etkili bir araç olduğunu söylemekten gurur duymaktadır. Yankelovich mesleki ilhamını David Naisbetts’in Roma Kulübü’nce finanse edilen ürünü Trend Report”tan almıştır. Doğru konuşmak gerekirse Naisbett bilgilerini gelmiş geçmiş en büyük casus ve propaganda uzmanı olan Willi Munzenberg’den almıştır.

“Trend Report” belgelerinde Naisbett Kamuoyu düşüncelerinin 300’ler Komitesi prensiplerine uygun hale getirecek teknikleri anlatmaktadır. Kamuoyu düşüncesinin oluşturulması 300’ler Komitesi’nin en saygın üyelerinin bulunduğu Olimpos Kurulu için kraliyet mücevheri değerindedir. Emirlerinde çalışan binlerce bilim adamı ve medya kuruluşu sayesinde Olimpos Kurulu üyeleri dünyada herhangi bir konu hakkında bir saatten az sürede yeni kamuoyu düşüncesi oluşturacak güçtedir.

1991 yılında 300’ler Komitesi’ni temsilen Margret Thatcher’den aldığı emirle Irak’ı işgale kalkan Başkan George Herbert Walker Bush vakası bu konuda harika bir örnektir. İki hafta içinde sadece Amerika değil tüm dünyada kamuoyu görüşü Saddam ve Irak aleyhine dönüştürülmüştür.

Sosyal bilim adamları ve medya manipülatörleri başında İngiltere kraliçesinin bulunduğu 300’ler Komitesi’ne bağlı çalışan Roma Kulübü’ne bağlıdırlar. Majesteleri kimseye karşı sorumlu olmayan ve vergi ödemeyen ve günlük yaşamımızı tamamen kontrol eden binlerce kuruluşun başındadır.

Bu bağlantılı kurumlar ve yöneticileri Amerikan halkının günlük yaşamını kontrol eden paralel hükümeti oluştururlar. Bağlantılı kurumlar, sigorta firmaları, bankalar, finans kuruluşları, dev petrol firmaları, gazeteler, dergiler, radyo ve televizyon şirketleri dünya ve Amerika’yı yönetmektedirler. Washington DC’de bu adamlara borcu olmayan siyasi yoktur. Sol kesim bu durumu “emperyalist”, veya “Firma Faşizmi” olarak isimlendirmektedir ve bu doğrudur. I. Dünya Savaşı’nda Remington Arms ve Vickers Armstrong’a başka ne isim verilebilir? Veya Eisenhower’in hükümetin dışındaki büyük gücü ima ederek söylediği “Askeri Endüstri Kompleksi” nasıl tanımlanabilir?

Sol kesimin problemi Sağ kesimi kontrol eden adamlarca yönetilmesidir. Dolayısı ile Sol kesim Sağ kesimden daha az özgürdür. Bu kesimlerin tek farkı isim farklarıdır. Stalin Amerikan halkına isim değiştirilmek suretiyle her şeyin değiştiğini empoze etmenin kolay olduğunu belirtmiştir.

Koşullama çalışmalarında çalışan bilim adamlarına “Sosyal Mühendis” veya

“Yeni Sosyal Bilim Uzmanı” denmektedir. Bu adamlar duyduklarımız, gördüklerimiz ve okuduklarımızda söz sahibi kişilerdir. “Bizim” fikir ve görüşlerimiz onların ürettikleri materyaller üzerinden gerçekleşmektedir.

“Eski Ekol” sosyal mühendisler Dr. Kurt K. Lewin, Profesör Hadley Cantril, Margaret Meade, Profesör Derwin Cartwright, Profesör Lipssitt John Rawlings Reese ile birlikte Tavistock’taki “Yeni Sosyal Bilim Uzmanlarını” yönlendirerek “Yeni Amerikan Muhafazakârları,”, “Neo-Con’lar”, “Neo Muhafazakârlar,” “Yeni Sağ” ve “Hıristiyan Sağ” gibi sosyal illüzyonları yaratmışlardır.

Yüzden fazla araştırmacı II. Dünya Savaşı süresince Alman İstihbarat Örgütü ve Alman Gizli Servisi’nin başındaki Josepph Goebbels’in hocası Willi Munzenberg’in yöntemlerini Kurt Lewin yönetiminde kopyalamaya çalışmıştır. Elitist İngiliz OSS’si Munzenberg’in metodolojisi üstüne kuruludur. Genelde bilinmeyen İngiliz OSS’nin (CIA ve MI6’in atası) Sir William Stephenson’un zekâsıyla değil bu alanda dünyada gelmiş geçmiş en büyük usta olan Willi Munzenberg metotları üzerine kurulduğudur. 14 Ağustos 1889’da Almanya’nın Erfurt şehrinde dünyaya gelen Munzenberg dünyadaki en ünlü propaganda uzamanıdır. Kariyerine Weimar Cumhuriyeti döneminde Alman Komünist Partisinde (Kommunistische Partei Deutschland (KPD)) Komünist Gençlik Genel Sekreteri olarak başlayan Munzenberg çok zor koşullarda yaşayan fakir bir aileden gelmektedir. Bu fakir geçmiş bir taraftan onun zenginlerden nefret etmesine neden olurken diğer taraftan da zengin olma arzusunu körüklemektedir. I. Dünya Savaşı siyaseti üzerine 1914’te Komünist Partisinde bölünme yaşanır. 1914-1918 arası Munzenberg strateji yetenekleri çok yüksek bir propaganda uzmanı olarak tanınmaya başlanır. İsviçre’de Lenin ile tanışan Munzenberg, Lenin ünlü “Mühürlü trene” binerken yanındadır. Munzenberg 1921 yılında CHEKA ve OGPU’ya (Rus Gizli Polis Teşkilatları) katılır. OGPU’daki görevine 13 yıl boyunca devam eden Munzenberg 1921 Rus Kıtlığı mağdurları için toplanan yardımdaki başarısı ile 1934 yılında uluslararası dikkatleri üstüne çeker. Munzenberg Komminterm’in arkalarına saklandığı pek çok tabela organizasyonu kuran doğuştan yetenekli bir stratejisttir. Bu taktik daha sonra MI6 tarafından standart uygulama haline gelmiştir. Munzenberg ayrıca borsa, bankacılık ve finans alanlarındaki yeteneklerini sadık bir komünist olmasına karşın şahsi servetini arttırmakta kullanmıştır. 1925 yılında iki banka korumasını öldürmekle suçlanan Sacco ve Vanzetti isimli komünistlerin savunmalarını organize eden Munzenberg Komünist camiada ününe ün katmıştır. İsmi hiçbir resmi belgede geçmemesine karşın Munzenberg bu davayı 1920’lerde “Kızıl Korku” akımını yaratan siyasi sınıf çatışmasına döndürmüştür.

(Kaynak: Fildina Felicani Sacco-Venzetti Collection 1979 Boston Public Library)

Böyle yetenekli bir kişinin 300’ler Komitesi’nin dikkatini çekmemesi olanaksızdır dolayısı ile Munzenberg kısa sürede Komite’ye alınır. OGPU’da çalıştığı süreçte yani 1933-1940 döneminde Munzenberg Paris’te görev alır. Paris’te dünyanın her köşesinden gelen komünistleri Franko’ya karşı İspanya’da savaşmak üzere Uluslararası Tugay için toplamaya başlar. Bu yoğun süreçte Munzenberg çift taraflı çalışan ünlü MI6 ajanı Kim Philby’yi yanına çeker ve onun Moskova’ya kaçmasına yardım eder. MI6 hiyerarşisi Munzenberg’in kendilerini aptal pozisyonuna düşürdüğünü kabul etmek istemez. Ancak MI6 onun Komite üyesi olduğunu da bilmemektedir.

Munzenberg’in Bolşevik ve Komünistlerin Wall Street ve Londra bankerlerince desteklendiğini bildiği söylenir. Munzenberg Stalin’in “Rusya’yı Wall Street ve New York’lu kozmopolitler (Yahudiler) yönetemez” sözüne hayrandır. 1937 yılında Stalin’le eski Yahudi Bolşeviklerin uyduruk mahkemelerde yargılanarak idam edilmeleri konularında ters düşerler. 1939 Fransız hükümetinin anti-Alman radyo yayınlarını yapmak üzere tekrar Paris’e gelen Munzenberg yaklaşan Alman ordusundan kaçmak durumunda kalır. Ekim 1940 yılında ölüsü Paris yakınındaki bir ormanda bir ağaca asılı şekilde bulunur. Munzenberg’in ölümü sırrını hâlâ korumaktadır.

Hükümetlerce özellikle seçilen pek çok kişinin görevlerinden çok farklı amaçlar için çalıştıkları açıktır. Munzenberg buna en güzel örnektir. Lütfen bu kitapta 300’ler Komitesi’nce kullanılan insanların listesini iyi inceleyiniz. 1946 yılından bu yana gördüğü çok az direnç karşısında Komite’nin gücü artarak büyümektedir. Her yıl daha rafine, daha güçlü katmanların eklenmesiyle üst düzey gizli yapı Amerika Birleşik Devletlerini ele geçirmiştir. Dünya tarihindeki en büyük kontrol mekanizmalarını ve networkunu oluşturan güç 300’ler Komitesi’dir. Amerikan halkını tutsak etmek için zincir veya halatlara gerek yoktur. İnsanlarda yaratılan “neyin olacağını bilmemek ve kestirememek duygusu” insanları fiziksel yöntemlerden çok daha etkin olarak kontrol altına almaktadır.

“Terörizmle mücadele” adı altında Amerikalıların anayasal silah taşıma haklarını bırakmaları, Kongre’ye karşı sorumlu olmayan gizli kurumlara yetki verilmesi ve “Kurucu İdeolojiye” karşı olarak başkanların yetkilerinin arttırılması konularında beyinleri yıkanmaktadır.

Tüm bunlar kansız bir devrim ile gerçekleştirildiler. Amerikan halkı anayasalarının çiğnenmesine, Birleşmiş Milletler’in Amerikan dış siyasetini kontrolüne, IMF’nin mali politikaları yönetmesine ve başkanlarının başkanlık yeminini ihlal etmesine razı oldu.

Cumhuriyetçi Savaş Partisi başkanın anayasamızda olmayan yetkileri kullanmasına izin verdi. Başkana yabancı ülkeleri geçerli bir neden olmadan işgal izni verildi. Kısacası Tavistock’un uzaktan içsel yönlendirme yöntemlerini Amerikan günlük yaşamını kontrol etmede kullanması sayesinde millet olarak hükümetçe gerçekleştirilen her illegal faaliyeti sorgulamadan veya protesto etmeden kabul eder hale geldik. Beyin yıkama operasyonları sonucu Amerikan halkı çaresiz ve iktidarsız bir topluluk haline gelmiştir.

Halkın bir an önce gizli devlete karşı siyasi direnişe geçmesi ve beyinlerimizi kontrol edenlerin Amerika’yı sokmaya çalıştıkları çıkmazdan çıkartması gereklidir. Halkın karşısına Tavistock’un görünmez ordusu tarafından çıkarılan karmaşık problemler önemli konularda karar vermemizi engelleyecek savaş şoku yaratma amacı taşımaktadırlar.

Komite’nin üyelerini listelemeden önce onun kontrolündeki kurumlar, firmalar ve bankalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü bu kuruluşlar kimin yaşayıp, kimin öleceğini, Tanrı’ya nerede ibadet edeceğimizi, ne yiyip, ne giyeceğimizi kontrol eden organizasyonlardır. Brzezinski’ye göre halkın 365 gün 24 saat boyunca gözetlenerek kontrol edilmesi gerekmektedir. Bugün olan da budur.

Bugün iç düşmanlarca ihanete uğradığımızı artık daha fazla kişi bilmektedir. Bu iyidir çünkü insanlık düşmanlarını yenmenin yolu bilgiden geçmektedir. Bizler Kremlin’deki soytarılarla meşgul olurken Truva Atı Washington DC’de pozisyon almıştır. Bugün halkın karşısındaki en büyük tehlike Moskova’dan değil Washington DC’den gelmektedir. Dünya üzerindeki enternasyonal sosyalizm (komünizm) veya bağlantılı tüm “izm”leri yenmek için önce içimizdeki düşmanları yenmeliyiz.

Carter Amerikan ekonomisinin çöküşünü hızlandırmış, Roma Kulübü ve Lucius Trust üyesi Robert Strange McNamara yönlendirmesiyle silahlanmamızı arttırmıştır. Reagan tüm sözlerine rağmen endüstriyel temelimizi yıkmaya devam etmiş ve Carter’in izini takip etmiştir. Savunmamızı güçlü tutmamız gereken şu günlerde zayıf endüstriyel taban büyük bir dezavantajdır. Dünyada hiçbir ordu silah arzını sağlıklı olarak sağlayan bir endüstriyel temelden yoksun olarak savaş kazanamaz.

Ancak sağlam bir silahlı kuvvetlerin kişisel özgürlüklerimizi sınırlamasını da kabul edemeyiz.

Roma Kulübü sayesinde bugün Amerika’nın teknolojik potansiyeli II. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Almanya ve Japonya’nın gerisinde kalmıştır. Bu Dr. Alexander King gibi adamlar ve yıkanmış beyinlerimiz sayesinde eğitim sistemimizin çöküşünü görmediğimiz için gerçekleşmiştir. Amerika batan eğitim sistemi sayesinde dünyadaki teknolojik liderler arasında yer almasını sağlayacak sayıda mühendis ve bilim adamı yetiştirmekten yoksundur. Amerika’da pek az insanın tanıdığı King sayesinde Amerikan eğitim sistemi en alt düzeye inmiştir. Yüksek Öğrenim Enstitüsü istatistiklerine göre bugün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki lise öğrencilerin okuma ve yazma kapasiteleri 1786 yılından geride kalmaktadır.

Bu gün sadece özgürlüklerimiz ve sosyal dokumuzu değil ruhlarımızı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Amerikan devletinin kurulduğu sağlam cumhuriyetçi temellerden uzaklaşıldıkça ortaya çıkan boşluk “demokrasi” yalanı altında Satanist ve kültist gruplarca doldurulmaktadır.

Burada Hıristiyanlık ve Hz. İsa’ya karşı saldırıların 1950’li yıllarda başladığını söylemek isterim. İlk saldırı Kutsal Kan, Kutsal Kâse isimli kitabın yayımlanmasıyla başlamıştır. Kitapta çarmıha gerilen Hz. İsa’nın ölmediği daha sonra Maria Magdalena ile evlenip üç çocuk sahibi olduğu gibi safsatalar vardır. Burada bu çirkin kitaptan daha fazla bahsederek onun reklamını yapmak istemesem de bu kitabın Gnostik temellere dayandığını belirtmek isterim. Gnostikler Hz. İsa ile aynı süreçte ortaya çıkmışlardır.

2005 yılında Hz. İsa’ya bir başka utanç verici saldırı Da Vinci Şifresi isimli kitabın yayımlanmasıyla yaşanmıştır. Görüşüme göre Kutsal Kan, Kutsal Kâse isimli eserin değişik bir yazımı olan bu kitap Dan Brown tarafından yazıldığı söylense de büyük ihtimalle Kova Burcu Komplosu ve Harry Potter gibi eserlerde olduğu gibi yine Tavistock sosyal bilimciler tarafından kaleme alınmıştır. Bunları söylememin nedeni bu üç kitabın isimleri daha önce duyulmamış ve edebiyat kapasiteleri kısıtlı yazarlarca kaleme alınarak “yeni kültür” akımının başlangıcı olarak bir anda ortaya çıkarak tüm dünyayı saran bir çılgınlık haline gelmeleridir. Mesela kitap ismi olarak Da Vinci Şifresi’nin kullanılması tam Tavistock tarzı bir yaklaşımdır. Bu kitap ismi Willi Munzenberg veya Kurt Lewin gibi ustaların ürünü olabilecek düzeyde zekâ gerektirmektedir. Leonardo Da Vinci ve en önemli eseri “Mona Lisa” gibi akıllarda kalabilecek isimlerin seçilerek bu kitaba verilmesi Brown gibi yazarın becereceği iş değildir.

Tabii ki kitabın içeriğinin sanatçı Da Vinci ile ilgisi yoktur, burada sadece içsel yönlendirim koşullaması yapılmaktadır. Örneğin bu kitabın ismi “Üçkâğıtçı Hz. İsa” olsaydı (ki kitapta bu anlatılmaktadır) dünyada kabul görmesine imkân yoktu. Görüşüme göre “Da Vinci Şifresi” 1899 yılında Fabian sosyalistlerince başlatılan “tedrici değişim” akımının devamıdır. Bu kitaptaki Tavistock bağlantısı kitabı destekleyen firmalarda yatmaktadır. Bu firmaların tümü 300’ler Komitesi bağlantılıdırlar.

Hz. İsa’ya yapılan utanmazca saldırı yani Da Vinci Şifresi isimli kitap vakasında sancaktarlığı Sony firması yapmaktadır. 1980’lerde Sony Metro Goldwyn Meyer, United Artists ve Columbia Pictures firmalarını satın almıştır. Eski CBS yöneticisi Howard Stringer Sony International isimli firmada ikinci adamlığa gelirken Amerika Sony’nin CEO’su olmuştur. Phil Weiser ve Michael Fideler Jr. kıdemli başkan yardımcılarıdırlar. Gretchen Griswold kurumsal iletişimi yönetirken Columbia Pictures isimli firmanın başkanı Emily Suskind, başkan yardımcısı ise Nicole Seligman’dır. Bir Sony firması olan Columbia Pictures Da Vinci Şifresi’ni Akiva Goldsman’ın senaristliğinde filme çeken kuruluştur. Sony Da Vinci Şifresi isimli filmin promosyonunda NBC ile güç birliği yapmıştır. NBC programcısı Jeff Zukor bu işbirliğini yöneten kişidir. Bir Japon firması olan Sony’nin uluslararası operasyonlarında tek bir Japon isminin geçmemesi şaşırtıcıdır. Sony 2006 yılında NBC ve Universal ile ortak Hz. İsa ve Hıristiyan aile yapısına karşıt yayınlarına Daniel’in Kitabı isimli yapım ile devam etti. Projenin başında yine Jeff Zukor vardı.

Zamanında bir aile dergisi olan The National Geographic (NGS) Gospel of Judas isimli utanç verici diziyi yayına koydu. National Geographic’in CODEX Danışma Kurulu, Hz. İsa karşıtı bir kahramanın yaratılması ve İncil’in tarihi bir olaymış gibi incelemesindeki planlayıcı güçtür. Mel Gibson’s Passion of Christ isimli filmine karşı çıkarak onu Yahudi karşıtı olmakla suçlayan kurum ve kuruluşların Hz. İsa’yı yalanlar ve uydurmalarla küçük düşürüp takipçilerini rencide eden bir kitaba karşı çıkmamaları sizce tuhaf değil midir? Neden bu kurum ve kuruluşların Da Vinci Şifresi Hz. İsa karşıtıdır dediklerini hiç duymadık?

ABC’den Michael Eisner, CBS’den Sumner Redstone ve NBC’den Jeff Zukor Da Vinci Şifresi isimli eserin dünyada bir çılgınlık halinde gelmesinde işbirliği yapmışlardır. CBS daha da ileri giderek 2005 yılı Aralık ayında ana teması Hz. İsa’nın piç olabilme olasılığı olan The Mystery of Christmas isimli yayını yapmıştır. (Random House Sözlüğü’ne göre “piç” evlilik dışı doğan çocuklara verilen isimdir.)

Diğer taraftan korkunç kâr pastasından payını almak için dünyanın en büyük yayıncısı Alman Bertelsmann, A. G.’de devreye girmiştir. Bu kurumun Amerika’daki ayağını Joel Klein yönetmektedir. Random House firması Bertelsmann’ın iştiraki olup bu firmanın bir parçası olan Doubleday sayesinde “Da Vinci” pastasından pay alan kuramlardandır. Kitabın promosyonunu yapan diğer kurumlar Norman Pearlstein tarafından yönetilen Time/Warner firması yayınları TIME, PEOPLE ve LIFE dergileridir. Hz. İsa’nın Da Vinci Şifresi kapsamındaki kimliğinden nasiplenen diğer bir çakal Washington Post’un sahip olduğu Newsweek dergisidir.

Hz. İsa’nın kimliğine karşı yürütülen bu kirli savaşta çok enteresan olan, sayıları dünyada milyonları bulan Hıristiyan Evangelistlerden Da Vinci Şifresine karşı hiçbir tepki veya tekzip gelmeyişidir.

2006 yılında İngiliz Yüksek Mahkemesi’nden bir hâkim Kutsal Kan, Kutsal Kâse yazarlarını Da Vinci Şifresi isimli kitap için açtıkları intihal davasında haksız bulmuştur. Enteresan olan davanın bir jüri tarafından değil tek bir hâkim tarafından görülmesidir. Neden böyle olmuştur? Gerçeğin kabul edilmesi zordur ancak bu gelişmeler bir anda olmamaktadırlar. Apatiden kurtulmamız için dini veya milli bir şok yaşamamız gereklidir. Sosyalizmin en önemli özelliği “tedrici değişim” yöntemini kullanmasıdır. Fabian sosyalizminin başa gelişinde hiçbir uyarı sistemi işe yaramaz. Tedricen olan değişimi fark etmeyen dolayısı ile de kabul etmeyen Amerikalılar onları uyardığınızda size genelde “Neden bize böyle bir şey yapsınlar ki?” diye soracaklardır. Her gün yüzlerce problemle uğraşmak durumunda kalan ve bu yapay kaos içinde koşullanan vatandaş bilgi edinmeyi refüze etmektedir.

Bu komplo zincirindeki hem güçlü hem de zayıf halkadır. Tam anlayamadığı bilgileri bir kenara iten sıradan vatandaş komplocuların halkı uyaran kişileri “paranoyak” olarak niteleyerek küçük düşürülmelerini sağlar. Ancak doğruyu gören insan sayısı arttıkça komplocular kenara itilmeye başlayacaklardır ve insanlara yapay bir güven vermek için icat edilmiş olan “Bunlar Amerika’da olamaz” yalanının ipliği pazara çıkacaktır.

Komite halkın problemli reaksiyon tarzını yarattığı suni olaylardaki tepkimizi yönetmek için kullanmaktadır. Tavistock tarafından bizlere empoze edilen bu problemli reaksiyon tarzından kurtulmadıkça komplocularla baş etmemiz imkânsızdır. Bizim Komitece yaratılan krizlerde oyuncuları ve planlarını tanıyarak duruma uygun reaksiyon vermemiz gereklidir. Gizli hükümet gün yüzüne çıkarılmalıdır. Roma Kulübü zaten artık barbarlık sürecine girmiş durumdadır. Amerikalıların derhal bizi geri götüren Roma Kulübü uygulamalarına karşı çıkmaları gereklidir. Bizi karanlık çağlardaki feodal toplum haline getirme planını gerçekleştirmeden Komiteyle yüzleşmemiz gerekmektedir. Bu işi Tanrı’ya bırakamayız çünkü bu bizim görevimizdir.

Bu kitapta verilen bilgiler kırk yıllık bir araştırmanın sonucudur ve güvenilir kaynaklarca doğrulanmıştır. Bu kitapta hiçbir şey abartılmamaktadır. Her yazılan gerçek ve kesin olup sakın düşmanın bu bilgilerin “abartılı” oldukları iddialarına inanmayınız. Kırk yıl boyunca halka karmaşık olayları açıklayıcı bilgiler veremeye çalıştım. Bu kitabın halkımıza bize yönelmiş olan karanlık güçleri daha net görme şansı vereceğini umuyorum.

İnsanlar hainlerin gerçek kişiler olup onlarda olduğunu belirttiğim güçlere sahip olduklarına inanmakta zorluk çekiyorlar. Bazı okurlar bana yazarak şöyle soruyorlar, “Hükümetimiz medeniyeti tehdit eden bu gizli paralel yapı için neden bir şeyler yapamıyor?” Hükümetimiz de bu ihanetin içinde olduğu için hiçbir şey yapmıyor. Bush ailesinin Samuel Bush ile başlayan yükselişi hükümetin ne kadar ihanetin içinde olduğunun net örneğidir. Tabii ki Başkan George Herbert Walker Bush 300’ler Komitesi’nin bize ne yaptığını bilmektedir. Çünkü kendisi de Komite için çalışmaktadır. Bu kitabın 1991 yılındaki ilk basımından sonra pek çok vatandaş bana “Biz hükümetle mücadele ediyoruz sanmıştık.” diye yazmışlardır. Tabii ki hükümetle mücadele ediyoruz ancak hükümetin arkasında en sıkı istihbarat servislerinin bile adını ağzına almaktan korktukları “Olimpos” Kurulu bulunmaktadır. Woodrow Wilson ve Başkan Johnson bu kuruldan korkularını dile getirmiş siyasetçilerdirler. Daha önce belirttiğim üzere Walter Rathenau ve Dr. Jacob de Hass dünyayı yöneten gizli örgütü açığa vurdukları için öldürülmüşlerdir. Rathenau ve de Haas 300’ler Komitesi’nin varlığını ilk söyleyen kişilerdir. Şimdi de ben bu misyonu devam ettirmekteyim.

Baba Bush, Clinton ve George Bush’un başkanlık süreçleri incelendiğinde milletimiz üstüne oynanan oyunun arkasındaki büyük güç görülecektir. Başkanımızın ne yapması gerektiği konusunda bile algımız o kadar değiştirilmiştir ki Başkan Bush silahlı kuvvetleri kendi özel güçleri gibi kullanarak Panama’yı işgal ettiğinde kendisini koltuğundan indirmemişizdir. Anayasamız kesinlikle böyle bir yetkiyi başkana vermez. Bu süreçte Clinton’ın aktif cinsel yaşamı ve pek çok konu üzerine söylediği yalanlar insanları biraz uyandırmıştır. Başkan Bush ve Clinton’un yaptıkları eski zamanda gerçekleşmiş olsa bu başkanlar derhal mevkilerini terk etmek zorunda kalırlardı. Anayasamızı yapan kurucularımız böyle bir durumda sadece Bush’u başkanlıktan indirmekle kalmaz onu cinayetten bile daha kötü gördükleri başkanlık andını ihlal etmek suçunda ölümle yargılarlardı.

Pek çok kere 300’ler Komitesi’nin varlığını kanıtlamak durumunda kalmışımdır. Burada problem Komite gibi bir örgütün ardında fazla kanıt bırakmaması ve istihbarat belgelerini edinmenin suç olmalarıdır. Ancak yine de kanıt vardır. Daha önce belirttiğim üzere Walter Rathenau dev AEG firmasının başkanı, sosyalist bir siyasetçi ve Rothschild’lerin finansal danışmanıdır. Daha önce verdiğim ancak burada tekrar vermek istediğim makaleyi yazabilen Rathenau’nun ne kadar güçlü olduğu açıktır:

“Birbirini tanıyan sadece üç yüz kişi Avrupa'nın kaderini yönetmektedirler. Bunlar haleflerini dostlarının arasından seçerler. Bu adamların ellerinde beğenmedikleri herhangi bir devleti yıkma gücü vardır. ”

Bu makalenin yayımlanışından tam altı ay sonra 24 Haziran 1922’de Rathenau öldürülmüştür. Komite’nin varlığı ile ilgili başka kanıt bağlantılı kurum ve firmaların varlıklarıdır. Aşağıda “Tüm Think-Tanklerin Anası” sayılan Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’ne bağlı çalışan birkaç tane kurumu vermekteyim.

Stanford Araştırma Merkezi

Stanford Araştırma Merkezi 1946 yılında Tavistock tarafından kurulmuştur. Stanford Alaska North Slope petrol rezervleri hakkını 300’ler Komitesi adına edinmiş olan Robert O. Anderson ve firması ARCO Oil Co.’ya yardım için kurulmuştur. Bu iş Andersen’nin Aspen Enstitüsü’nü aşmaktadır ve bu nedenle Stanford kurulur. Alaska eyaleti haklarını 300’ler Komitesi için komik bir rakam olan peşin 900 milyon dolara satmıştır. Alaska valisi danışmanlık hizmetleri alması için Stanford Araştırma Merkezi’ne yönlendirilmiştir.

Valinin daveti üzerine üç Stanford uzmanı kapağı Alaska’ya atarlar. Burada Alaska Dışişleri Bakanı ve Eyalet Planlama Ofisi’yle görüşmede bulunurlar. Stanford ekibinin başında bulunan Francis Greehan eyalet valisine zengin petrol yataklarının işletilmesi konusunda Stanford’a güvenmesini tavsiye eder. Tabii ki Greehan 300’ler Komitesi veya Roma Kulübü’nden bahsetmez. Bir ay içinde Greehan yüzlerce ekonomist, petrol mühendisi ve yeni sosyal bilim uzmanını toplar. Alaska valisine Stanford’un verdiği rapor 88 sayfadır.

1970 yılında Alaska Meclisi Stanford raporunu değiştirmeden uygulamaya koyar. Greehan Komite için büyük iş becermiştir. Bu başlangıçtan sonra Stanford yıllık 160 milyon doları aşan bütçesi ve 4.000 fazla çalışanıyla bir deve dönüşecektir. Başkan Charles A. Anderson bu gelişmenin büyük kısmına tanık olmuştur. Prof. Willis Harmon pek çok uzmanını Tavistock Londra’dan transfer etmiş olan Stanford Sosyal Politikalar Araştırma Merkezi’nin başkanlığını yapmıştır. Bunlardan biri eski İngiliz istihbaratçı ve RCA Yönetim Kurulu Başkanı David Sarnoff olup Harmon ve ekibiyle 25 yıl çalışmıştır. Sarnoff Sussex’deki ana firma adına gözetmenlik görevini yerine getirmiştir.

Stanford İsrail, Irak, Güney Afrika, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerden proje kabul ettiğini ve hiçbir ülkeye karşı önyargılı olmadığını vurgulamaktadır. Tabii bu yaklaşım sayesinde bu ülke hükümetleri içine sızarak CIA’e en uygun adamları bulma şansı da yakalamış olmaktadır.

Jim Ridgeway kitabı The Closed Corporation ’da Stanford sözcüsü Hudson ve Rand enstitülerini defalarca geri bırakarak dünyanın en büyük askeri think-tanki olmakla övünmektedir. Stanford’un en tehlikeli faaliyetleri içinde sivil halkı hedef alan iç karışıklık ve ayaklanmalar üzerine yaptığı çalışmalardır. Amerikan vatandaşlarından topladığı vergilerle devlet Stanford’un ahlak dışı araştırmalarını her yıl milyonlarca dolar desteklemektedir. Stanford tesislerinde yapılan kimyasal savaş deneylerine karşı çıkan öğrenci protestoları sonrası Stanford özel bir kuruluşa 25 milyon dolara satılmıştır. Bu küçük satış fiyatı bu satışın kâğıt üzerinde yapılmış bir tezgâh olduğu şüphelerini doğurmuştur. Kozmetik operasyonlarla bazı şeyleri örtmeye çalışsalar da Stanford 300’ler Komitesi’nce sahip olunan Tavistock Enstitüsü’nün malıdır.

1958 yılında şaşırtıcı bir gelişme yaşanır. Savunma Bakanlığı yüklenicilerinden İleri Savunma Araştırma Ürünleri Ajansı (D ARPA) Stanford’la çok gizli bir proje için temas eder. Pentagon’dan John Foster Dulles Stanford’a Amerika Birleşik Devletleri’ni “teknolojik sürprizlere” karşı korumanın en öncelikli durum olduğunu bildirir. Dulles tabii ki CIA tarafından Sovyetlerin iklim koşullarını değiştirme çalışmaları ve çok düşük düzeyli radyasyon silahlarının geliştirilme programları konularında bilgilendirilmiştir. Dulles çevrenin özel bombalarla deprem ve volkan patlamalarına neden olacak şekilde kullanılması, olası düşmanlar üzerine davranışsal çalışmalar, metal ve minerallerle yeni tür silahların yapımını kapsayan bir proje istemektedir. Stanford tarafından kabul edilen bu projeye “SHAKY” kod ismi verilir.

Binlerce emri hızla gerçekleştirebilecek bilgisayar yani SHAKY’nin beyni IBM tarafından geliştirilir. Yirmi sekiz bilim adamı “İnsan Takviyesi” adı verilen alt projede çalışırlar. “SHAKY” bilgisayarı kendisiyle çalışan bilim adamlarını tanıma ve analoji ile problem çözme kapasitesine sahiptir. Brzezinski İki Çağ Arasında isimli kitabında neden bahsettiğini iyi bilmektedir. Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri Sovyetlerin çok düşük frekanslı radyasyon silahları ve iklim değiştirme tekniklerinin düzeyinden on beş yıl geri durumdadır. Stanford Araştırma Merkezi pek çok sivil kurum ile askeri teknolojinin sivil uygulamaları üzerine işbirliği yapmaktadır. Bu adaptasyonlar her zaman başarılı olmamakla beraber Brzezinski tarafından bahsedilen halkın sürekli gözetimi neredeyse gerçekleşmiş durumdadır. Şu anda kullanılan bu gözetleme ve dinleme sistemi zaman zaman ufak tefek kusurlar olsa bile işletimdedir. Stanford’un ortak çalıştığı sivil kurumlardan biri McLean Virginia’da Kurulu Schriever McKee Associates firmasıdır. Bu firmanın başında Titan, Thor, Atlas ve Minuteman roketlerini geliştiren emekli General Bernard A. Schriever vardır.

Schriever oluşturduğu Urban Systems Associates In. Konsorsiyumuna Lockheed, Emerson Electric, Northrop, Control Data, Raytheon ve TRW’yi katmıştır. Bu konsorsiyumun amacı nedir? Deniz Kuvvetleri İstihbarat Ofisi’ne (ONI) göre konsorsiyum ileri düzey elektronik sistemleri içeren askeri tekniklerin kullanımıyla kentsel psikolojik ve sosyal problemleri çözmeyi hedeflemektedir. Bu konsorsiyumdaki yeri ve katkıları nedeni ile TRW dünyadaki en büyük kredi bilgileri veritabanı haline gelmiştir. Bu bize 300’ler Komitesi’nin ilk şartı olan halkın kontrol altına alınması gereğini göstermektedir. Küresel boyutta hiçbir diktatörlük herkesi kontrol edemediği sürece başarılı olamaz. 1975 yılında artık Stanford 300’ler Komitesi’nin en önemli araştırma kurumu olma yolundadır.

1980 yılında Stanford’un aldığı ihalelerin %60’ı “geleceğin tasarımı” konusundadır. Kurumun en önemli müşterileri Amerikan Savunma Bakanlığı, Savunma Araştırmaları Müsteşarlığı, Uzay bilimleri Araştırma Ofisi, Başkanlık Ofisi, Bilim ve Teknoloji Ofisi ve Amerikan Sağlık Bakanlığıdır. Sağlık Bakanlığı için yapılan çalışma “ESDEA Biçimleri, Okuma Becerileri Testi” geliştirilmesidir. Diğer müşteriler arasında Enerji Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve Ulusal Bilim Vakfı(NSF) vardır. NSF için hazırlanan proje Geleceğin ve Uluslararası Problemlerin Değerlendirilmesi ismini taşımaktadır.

Stanford Araştırma Merkezi Londra Tavistock yönetiminde çok kapsamlı ve heyecan yaratan “İş Dünyası Bilişim Programı” isimli projeye de imza atmıştır. 600’den fazla yerli ve yabancı firmanın katıldığı bu program şu konularda yapılan araştırmaları kapsamaktadır: Japon iş dünyasının dış ilişkileri, değişim sürecinde tüketici odaklı pazarlama, uluslararası terörizmin yükselişi, Elektronik Fon Transfer Sistemi (EFT), Opto-Elektrik duyumlama, araştırma planlama yöntemleri, Amerikan savunma sistemi ve sermaye arzı. Bu projeye katılan 300’ler Komitesi firmaları Bechtel Corporation, Hewlett Packard, TRW, Bank of America, Shell Company, RCA, Blythe, Eastman Dillon, Saga Foods Corporation, Archer Daniels Midland, McDonnell Douglas, Crown Zeilerbach, Wells Fargo Bank ve Kaiser Industries gibidirler.

1991 yılında Amerikan yaşamını dini, sosyal ve ahlaki yönlerden çökertmeyi amaçlayan ve belki de Stanford Araştırma Merkezi’nin en korkunç projelerinden olan “İnsanın Değişen İmajı” isimli çalışmayı halka duyurdum. Stanford’a bağlı Charles F. Kettering Vakfı tarafından hazırlanan bu projenin resmi yüklenim referans numaraları URH (489)-2150 Policy Research Report Number 4/ 4/74’dir. Bu proje şimdiye kadar dünyada insan davranışlarının değiştirilmesi konusunda yapılan en kapsamlı çalışmadır.

319 sayfalık proje raporu 14 yeni sosyal bilim uzmanı tarafından ve içlerinde B.F. Skinner, Margaret Meade, Ervin Lazlo ve Sir Geoffrey Vickers’ın bulunduğu Tavistock üst düzey yöneticileri gözetiminde yazılmıştır. Hatırlanacağı gibi Sir Geoffrey Vickers’in damadı Sir Peter Vickers Hall Heritage Vakfı’nın kurucularındandır. Başkan Reagan yönetimine 1981 yılında verilen 3.000 sayfalık tavsiye paketi tamamen Willis Harmon’s “İnsanın Değişen İmajı” çalışmasından üretilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri hükümetince kabulünden beş gün sonra “İnsanın Değişen İmajı” isimli çalışmayı bir istihbaratçı dostum kanalıyla edindim. Okuduklarım beni üzdü ve şoka soktu. Elimde olan rapor Amerika’nın geleceğe giden yol haritasıydı. Rapora göre halk değişime programlanacak ve kendisini ilgilendiren en büyük değişikliklere karşı bile duyarsız olmayı öğrenecekti. Amerika Birleşik Devletleri Kova Burcu Komplosu’ndan sonra tümüyle yani 50 eyaletiyle düşüşe geçmişti. Örneğin bugün yüksek boşanma oranının önemi kalmamıştır, daha önce dile getirilmelerinden bile utanılan sosyal norm ve cinsel tercih ihlalleri artık sıradan kimselerin protesto etmediği durumlar olarak kabul edilmektedir ve uyuşturucuların sosyal kullanımları Amerika ile Avrupa’da endemik haline gelmişlerdir.

Millet olarak Tavistock beyin yıkama yöntemleri sayesinde “İnsanın Değişen İmajı” programının yaşamımızı nasıl radikal biçimde değiştirdiğini fark edemedik. Ulusumuz hâlâ Watergate Sendromu etkisindedir. Yani planlandığı gibi halen şok yaşamaktayız. Amerikalılar Nixon’un ucuz bir üçkâğıtçı olarak Earl Warren’nin mafyacı arkadaşlarıyla iç içe olduğunu duyduklarında hayal kırıklığı ve üzüntü yaşadılar. Pek çok yaşanan şok ve her gün bomba gibi patlayan gazete manşetleri içinde yolumuzu kaybettik. Ya da bizlere olaylar karşısında sunulan yüzlerce alternatif karşısında doğru karar verme yeteneğimiz köreldi. Yüksek mevkilerde işlenen suçlar, Vietnam Savaşı travması, Panama, Irak ve Sırbistan saldırıları sonrası Amerikan halkı artık gerçeği görme isteğinden vazgeçti. Bu reaksiyon Willis Harmon’un teknik raporunda tanımlanmaktadır. Kısacası Amerikan halkı artık programlandığı üzere reaksiyon vermektedir. Gerçeği görmek istemediğimiz gibi hükümetlerden de gerçeği bizden saklamalarını ister hale geldik. Reagan-Bush-Clinton-Bush yönetimlerinin ahlaksızlıklarını görmektense mezara gömülmelerini tercih ettik. Örneğin “Irak’a demokrasi götürme” amaçlı işlenen suçları öğrenmek istemedik. Halbuki Irak’ta işlenen suçlar Nixon’un suçundan kat ve kat büyüktüler. Acaba millet olarak önemli bazı noktaları mı kaçırdık? Yokuş aşağı frensiz gittiğimizi fark ettik mi? Duyarsızlaştırılıp daha büyük felaketlere hazırlandığımızı gördük mü?

Tabii ki hayır! İşleri herkesi hedef alan ve çok büyük suçlar işleyen devlet içindeki gizli hükümeti halka duyurmak olanlara, halkı böyle şeylerle rahatsız etmemeleri gerektiğini söyledik.

“Tüm bu spekülasyonları duymak istemiyorum.” standart bir reaksiyon haline geldi. Özel yetkili savcı Lawrence Walsh Reagan ve Bush tarafından işlenen suçları ortaya çıkartmaya çalıştığında büyük bir nefretle karşılandı, kendisine her türlü zorluk çıkarıldı. Aynı şeyler özel yetkili savcı Fitzgerald Federal Kanunlara aykırı olarak Valerie Plame ismini sızdıranları yakalamaya çalışırken tekrar yaşandı. Amerika’daki en üst düzey seçilmiş insan Birleşmiş Milletler Kanunları’nı Anayasamızın üstüne yerleştirirken halk bunu normal karşıladı. Yine Amerika’daki seçilmiş en üst düzey kişi Kongre kararı olmaksızın ülkemizi savaşa soktuğunda bunu normal kabul ettik ve gerçeği görmek istemedik.

BÖLÜM 20

1991 Körfez Savaşı ve Sonrası

1991 Körfez Savaşı uzun bir planlama süreci sonrası başladığında 300’ler Komitesi ve bağlantılı petrol endüstrisi adına hareket eden George Herbert Walker Bush Irak konusundaki haberlere sansür getirdi. En pervasız şekilde uygulanan sansüre duyarsız kalan halk bunun savaşın iyi gitmesi için önemli bir önlem olduğunu düşündü. Halbuki Başkan, April Glaspie, Dışişleri Bakanlığı ve General Schwarzkopf yalan söylüyorlardı. Özellikle April Glaspie’nin suçu yargılanması halinde müebbet hapis gerektirecek kadar büyüktü.

Amerikan Anayasası’na göre tek hâkim olan halk, Bush ve arkadaşlarının savaş ve anayasal suçlarına göz yumduk. Bush yönetimi savaşın gerekli olduğunu çünkü Kuveyt’i rahat bırakması için uyarılan Saddam Hüseyin’in uyarılarımızı dinlemediğini söylemekteydiler. Glaspie’nin Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mesajlar kamuoyuna açıklanınca pek çok senatör âdeta Lady Glaspie’nin karalanan namusunu kurtarmaya kalkıştı. Her iki partiden senatörler Glaspie’yi korumaya kalkışmışlardı.

Biz, Amerikan halkı, yüz binlerce insanın ölümüne ve belki de yüzyıllarca sürecek savaşların başlamasına entrikalarıyla neden olan insanların suçlarından kurtulmalarına ortaklık dük. Saddam Hüseyin şeytani bir entrikayla Kuveyt’e saldırmaya teşvik edilerek 300’ler Komitesi hizmetkârı George Herbert Walker Bush’un Irak’ı işgali için neden yaratıldığı aşağıdaki raporda verilmektedir. Bu kapsamda Glaspie Saddam ile ilk görüşmesini yapmıştır.

Unutmayınız ki görüşme talebi Glaspie’den gelmiştir. Glaspie denilen bayan büyükelçi Başkan George H.W. Bush’tan Saddam Hüseyin’e acil nitelikli bir mesaj ileteceğini söyleyerek görüşme talep etmiştir. Irak’taki büyükelçilik görevini iki yıldır yürüten Glaspie ilk defa Saddam Hüseyin ile özel görüşecektir. Bu onun son görüşmesi olacaktır ancak Saddam bunu bilmemektedir.

April Catherine Glaspie 26 Nisan 1942’de Vancouver, Kanada’da doğmuştur. Glaspie 1963 yılında Oakland, Kaliforniya Mills College’i bitirmiş 1965 yılında ise John Hopkins University’den mezun olmuştur. 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı’na giren Glaspie Ortadoğu üzerine uzmanlaşmıştır. Glaspie Kuveyt, Suriye ve Mısır’daki görevlerinden sonra Nisan 1989’da Irak’a büyükelçi olarak atanmıştır. İngiliz gazeteciler 25 Temmuz 1990 tarihli Hüseyin-Glaspie görüşmesi kayıtlarını ele geçirmişlerdir.

Glaspie’nin görüşmesi hakkında hiçbir Amerikalı gazeteci bilgi istememiş veya almamıştır. Bu korkunç bilgileri doğrulamak için İngiliz gazeteciler Bağdat’taki Büyükelçilikten ayrılmak üzereyken Glaspie ile yüzleşirler. İngiliz gazeteciler konuşma tutanaklarını iyice okumuşlardır ve Glaspie’nin Saddam’a yalan söylediğini hatta onu Kuveyt’i işgale teşvik ettiğini düşünmektedirler. Gazeteciler İngiltere’nin (ve Amerika) yanıltılarak savaşa sokulmasından öfkelidirler ve Glaspie’ye yaptıklarından dolayı sert çıkmak istemektedirler. Konuşma tutanaklarından bir bölüm aşağıda verilmektedir:

Büyükelçi Glaspie: Irak ile olan ilişkilerimizi geliştirmek üzere Başkan Bush’tan talimat almış durumdayım. Daha yükselmesini istediğiniz petrol fiyatlarının sizin Kuveyt ile olan anlaşmazlığınızın nedeni olduğunu anlayışla karşılamaktayız. (Sessizlik) Bildiğiniz gibi yıllardır burada yaşıyorum ve sizin ülkenizi İran-Irak Savaşı sonrası tekrardan inşa etme çabalarınızı hayranlıkla izliyorum. Paraya ihtiyacınız olduğunu biliyoruz. Ülkenizi yeniden inşa etme şansına sahip olmak istemenizi kabul ediyoruz. (Sessizlik) Güneye çok fazla sayıda asker sevkiyatı yaptığınızı görmekteyiz. Normalde bu bizi ilgilendirmese de Kuveyt’e yaptığınız tehditler göz önünde alındığında endişelenmekteyiz. Bu nedenle size karşı çıkmak için değil dostluk çerçevesinde gerçek niyetinizi sorma talimatı aldım. Neden Kuveyt sınırınızda büyük bir asker yığılmasına gidiyorsunuz?

Saddam Hüseyin: Bildiğiniz gibi Kuveyt ile olan anlaşmazlığımızın çözümü için yıllarca çabaladım. İki gün içinde yeni bir toplantımız olacak. Bu görüşmelere bir şans daha vermek istiyorum. (Sessizlik) Eğer biz (İraklılar) onlarla (Kuveytliler) ile görüşmemizde bir ümit görürsek hiçbir şey olmayacaktır. Ama bir çözüme ulaşamazsak Irak ölmeyi kabul etmeyecektir.

Büyükelçi Glaspie: Hangi çözüm kabul edilebilir?

Saddam Hüseyin: Eğer İran savaşındaki stratejik hedefimiz olan Şat tül Arap bize verilirse Kuveytlilerle anlaşırız. Ancak eğer bizden Şat tül Arap’ın yarısı ve Irak’ın tümü arasında (Irak görüşüne göre Kuveyt Irak’ın parçasıdır.) seçim yapmamız istenirse, Şat tül Arap’ın tümünü bırakır Kuveyt üzerindeki haklarımızı savunur ve Irak’ın olması gerekli bütünlüğünü sağlarız. (Sessizlik) Amerika bu konuda ne düşünmektedir?

Büyükelçi Glaspie: Bizim Kuveyt ile aranızda olduğu gibi Araplar arası sürtüşmelerde görüşümüz yoktur. Dışişleri Bakanı (James Baker) benden 1960’larda ilk başta Irak’a verilen ancak şimdi sürtüşmeye dönüşen Kuveyt konusu ile Amerika’nın bir ilgisi olmadığını vurgulamamı talep etmiştir.

(Saddam gülümser)

Bir gün sonra Washington’daki basın toplantısında ( 26 Temmuz 1990) Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Margaret Tutweiler’a şu sorulur:

“Amerika Birleşik Devletleri Kuveyt sınırına 30.000 asker yığan Irak hükümetine bir mesaj gönderdi mi? Bu asker yığımına karşı Amerika’nın resmi bir protestosu sözkonusu mudur?”

Tutweiler yanıtlar; “Böyle bir resmi protestodan haberim yok. ”

31 Temmuz 1990 tarihinde yani Irak’ın Kuveyt’i işgalinden iki gün önce Yakın Doğu İlişkilerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı John Kelly, Kongreye şu ifadeyi verir: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuveyt’i savunma yükümlülüğü yoktur ve Amerika Birleşik Devleti Irak saldırısı olması halinde Kuveyt’i savunmayı amaçlamamaktadır. ”

Glaspie tarafından başlatılan tuzak Tutweiler ve Kelly’nin konuşmalarıyla desteklenmiş olup kanımca planlı bu yalanları söyleyen kişilerin Kongre’ye yalan söylemekten yargılanmaları gerekmektedir. Saddam Hüseyin daha önce pek çok kişinin yaptığı gibi Glaspie’nin tuzağına düşmüştür. Saddam o anda kadınların yalan söylemeyeceklerine ve Kuveyt’i işgal etmesi halinde Amerika’nın bir şey yapmayacağına inanmaktadır. 2 Ağustos 1990 yani Glaspie’nin Saddam’ı ziyaretinden sekiz gün sonra Irak zırhlı güçleri ve piyadeleri Kuveyt’e girerler. Glaspie’nin Bağdat’a atanması 1980-1988 İran-Irak Savaşı sürecinde Amerika’nın Irak’a yaptığı büyük gizli yardımdan sonra gerçekleşmiştir. Gördüğünüz gibi bu yardım süreci de Saddam’ın güvenini kazanmak için yapılmış stratejik bir harekettir. İran-Irak Savaşı sonrası (Savaş süresince Kuveyt, Irak’a 14 milyar dolar borç vermiştir.) Irak ve Kuveyt Irak sınırlarının belirlenmesi, suyollarının kullanımı ve Kuveyt petrolünün fiyatı konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Irak Kuveyt’in yatay sondaj yaparak kendisine ait Rumeli petrol yataklarından milyonlarca varil petrol çaldığını tespit etmiştir. Saddam bu toptan hırsızlığı önlemek için Kuveyt’e girer. Ve bir gün tarihin yazacağı şekilde Hüseyin devletinin haklarını koruma konusunda kesinlikle haklıdır.

Gazeteci 1: Bu konuşma tutanakları (Tutanakları elinde tutmaktadır.) doğru mudur Sayın Madam Büyükelçi?

(Büyükelçi Glaspie yanıt vermez.)

Gazeteci 2: Saddam’ın Kuveyt’i işgal edeceğini biliyordunuz ancak onu durması için uyarmadınız. Amerika’nın Kuveyt’i savunacağını ona söylemediniz. Ona tam tersini yani Amerika’nın Kuveyt ile ilgisi olmadığını bildirdiniz.

Gazeteci 1: Siz onun saldırganlığını ve Kuveyt’in işgalini teşvik ettiniz. O zaman ne düşünüyordunuz?

Büyükelçi Glaspie: Tabii ki ne ben ne kimse Irak’ın Kuveyt’in tamamını alacağını düşünmemiştik.

Gazeteci 1: Yani siz onun Kuveyt’in sadece bir kısmını alacağını düşündünüz? Bunu NASIL DÜŞÜNÜRSÜNÜZ? Saddam size “eğer görüşmeler başarısız olursa Şat tül Arap hedefini bırakacağını ve Irak’ın olması gerekli bütünlüğünü sağlayacağını” söylemiştir. Siz bunun yani İraklıların her zaman ülkelerinin tarihi bir parçası olduğuna inandıkları Kuveyt’i kapsadığını bilirsiniz!

(Büyükelçi Glaspie hiçbir şey söylemez ve iki gazetecinin gitmesini ister.)

Gazeteci 2: Amerika işgale yeşil ışık yakmıştır. Siz en azından Saddam’a bir miktar saldırganlığın kabul edilebilir olduğunu yani Amerika’nın Rumeli petrol yataklarının, tartışma konusu sınırların ve Körfez Adaları ’nın alınmalarına ses çıkartmayacağını ima ettiniz.

Büyükelçi Glaspie yine bir şey söylemez limuzine binerek kapısını kapatır ve uzaklaşır. İki yıl sonra Amerikan televizyonu NEC News Decision 1992 Başkanlık Seçimi Üçüncü Tur Tartışmasında Ross Perot şöyle demiştir: ”Biz ona (Saddam) Kuzey Kuveyt’i alabileceğini söylemiştik. Ancak o tüm Kuveyt’i aldığında çıldırdık. Ona bunu söylememiş olsak ne diye Büyükelçilik yazışmalarını Senato Dışişleri Komitesi ve Senato İstihbarat Komitesi’ne gösterelim ki?”

Bu noktada Perot’un sözü başkan baba Bush tarafından bağırarak kesilir: “Sana bu konuda yanıt vermem gerekli çünkü artık milli gururumuza dokunmaya başladın... Söylediklerin tamamen absürddür!”

Absürd veya değil gerçek şu ki April Glaspie Bağdat’ı Ağustos 1990’da terk etti ve Washington’a yani Dışişleri Bakanlığı’nca sekiz ay boyunca korunacağı yere geldi. Bu süreçte medya ile hiç görüşmedi ve 11 Nisan 1991 tarihindeki savaşın resmen sona ermesinden kısa bir süre önce Saddam ile yaptığı görüşme hakkında Senato Dış İlişkiler Komitesi’ne ifade vermek üzere ortalığa çıktı. İfadesinde Glaspie “büyük bir kandırmacanın kurbanı olduğunu” görüşme tutanaklarının kendi pozisyonunu yanlış yansıtır uyduruk belgeler olduklarını ancak bu uyduruk belgelerde anlatılanların çoğunun doğru olduğunu bildirdi. Bu kıdemli diplomat Birleşmiş Milletler’de düşük profilli bir görev alarak yeni atamasını bekledi. Sonradan da Güney Afrika Cumhuriyeti Cape Town’a Baş Konsolos olarak atandı. 2002’deki emekliliği sonrası bu hanımdan haber alınamadı. Âdeta ortalıktan silinmişti. Acaba bir gün vicdanı ile baş başa kaldığında dünyaya baba Bush hakkındaki tüm doğruları anlatmaya karar verdiği için başına kötü bir şey mi gelmişti?

Neden Amerikan Senatosu görevini yapmak için biraz cesaret gösteremedi? Neden Amerikan Dışişleri Bakanlığı Amerikan halkının öğrenmeye hakkı olan belge ve bilgileri hiçbir ceza almaksızın sakladı? Burada sadece tüm Amerikan yönetiminin 300’ler Komitesi’nden gelen emirleri yerine getirdiğini varsayabiliriz. Margaret Thatcher Komite’nin Amerika’daki merkezi Aspen’e yaptığı gezi sırasında başkan Bush’u çağırır. Hatta Thatcher’in kayıta alınan telefon konuşmasında Bush’a hiç diplomatik olmayan bir dille Aspen’e gelmesini ve kendisine iletmesi gereken bazı emirler olduğunu söylediği görülür. Amerikan halkının düşünme yeteneğini kaybettiği bir iklimde Willis Harmon ve adamları gerçeğe dönüşürler. Tavistock’un zamanında büyük bir halk olan bu milletin kendine olan güven ve saygıyı kaybetmesindeki başarısı büyüktür. Bize Irak’taki savaşı kazandığımız ve artık dünyadaki tek süper güç olarak gurur duymamız söylendi. Bize söylenmeyen ise bu savaşı kazanırken Amerika’nın şimdi Iraklı ölü askerlerle beraber çöllerde yan yana yatan Anayasası ve milli gururunu kaybettiğidir. Biz George Herbert Walker Bush ve Norman Schwarzkopf tarafından saldırmayacağımız konusunda verdiğimiz sözlerden döndük. Biz Cenevre Konvansiyonu’na uyacağımız konusunda söz verdik. Protestolar yükselince bizi kontrol edenler zafer veya kendimize saygı arasında bir seçim yapmamız gerektiğini bildirdiler. İkisi birden olmayacağına göre biz “zaferi” seçtik. Yüz yıl önce bu gerçekleşemezdi ama şimdi gerçekleşti ve pek fazla kişiyi de rahatsız etmedi. Bizler Tavistock Enstitüsü’nün uzun menzilli psikolojik savaşı karşısında çöpe döndürüldük. Aynı Almanlara uygulanan “Sivil Bombardıman” projesi gibi bizlerde beyinlerimizin bombalanmasına izin vererek sadece muz cumhuriyetlerinde görülebilir bir totaliter rejime evet diyecek hale geldik.

Bir zamanlar gururlu olan Amerika Birleşik Devletleri tarihin her dönemindeki totaliter rejimlerin başlangıcında olduğu gibi birçok suç örgütünün birleşimi haline dönüşmüştür. Şu anda Amerika’daki kalıcı değişim safhasındayız. Yaşadığımız “Kullan-At” devrinde direnmeye yer yoktur. 4 milyon evsiz sokakta yaşayan, 40 milyon işsiz ve 25 milyon kürtajla öldürülen bebek karşısında bile kılımız kıpırdamıyor. Çünkü bunlar Kova Burcu Komplosu devrinin “Kullan-At” ürünleridirler. Bu komplo o kadar korkunçtur ki insanlar bunu ya “zaman değişiyor” şeklinde rasyonalize ederler veya “komplo teorisyenlerinin saçmalıkları” olarak kabul ederler. Amerikan halkını Tavistock ve Willis Harmon böyle programlamıştır. Alman işçi yerleşim birimlerinin her gece bombalanması sonrası sonuçtan deneyim kazanan Tavistock artık bizleri her gece evlerimizin oturma odalarında bombalamaktadır. Tavistock hiçbir protestoyla karşılaşmaksızın tüm ideallerimizi yok etmektedir. Halkımızın entelektüel ve manevi güçleri sıfırlanmaktadırlar.

27 Mayıs 1991 tarihinde Başkan Bush pek çok siyasi gözlemcinin gözünden kaçan ancak çok açıklayıcı olan aşağıdaki sözleri sarf etmiştir:

“Amerikan siyasi ahlak rotamızı ehveni şer doğrultusunda çizmemiz gerekmektedir. Bu gerçek dünyadır ve burada tam siyah - beyaz ayrımı olamaz. Bu dünyada mutlak ahlaki doğrular pek azdır.”

Dedesi Samuel Bush’tan başlamak üzere 300’ler Komitesi hizmetkârlığı ve satanist Kafatası ve Kemikler Organizasyonu geçmişinden gelen bir başkandan daha fazlası zaten beklenemez. Bu adam Beyaz Saray’a nasıl seçilmiştir? Bu adamın sözlerini General Schwarzkopf’a 12.000 Irak askerini canlı olarak kuma gömme emri veren bir kişinin sözleri olarak analiz edin. Bu adamın sözlerini Saddam Hüseyin’e “Günümüzün Hitleri” diyen adamın Irak’ta yaptığı soykırım ışığında değerlendirin.

Saddam karşıtı iddialarının hiçbirini kanıtlamaya çalışmayan Bush’un böyle bir şeye ihtiyacı da yoktur. Programlanmış ve içsel yönelim tekniğiyle koşullanmış Amerikan halkı Bush’un sözlerini İncil’den alıntılar gibi sorgulamadan kabul etmiştir. Bu adamın her şeyi Amerikan halkı adına yaparken 300’ler Komitesi’nden emir aldığını düşünün. Artık bu adam ve onu yönetenler Amerikan halkı üzerindeki kontrollerini inkâr etmemektedirler. Yukarıdaki sözlerinden anlaşılacağı gibi Amerikan halkının lideri doğruluk, dürüstlük ve sağduyu konularında onu yönetenlerin gerekli gördükleri hallerde taviz vermeye hazırdır. Aslında Amerikan Başkanı 27 Mayıs 1991 tarihinde anayasal her prensibi çöpe attığını ve Amerika’daki en üst yasanın kendisini bağlamadığını söylemektedir. Bu 1941-1945 sürecinde Alman işçi yerleşim birimlerinin sürekli bombardımanı olan hedefini 1946’dan günümüze Amerikan halkının ruhuna çeviren Tavistock Enstitüsü ve Prudential Bombardıman Girişiminin büyük zaferidir. 300’ler Komitesi’nin Polonya aristokrasisinden gelen üyesi Zbigniew Brzezinski’nin jeopolitik doktrinleri onun Kriz Taktı Büyük Satranç Tahtası isimli eserlerinde açıktır. Ve bu doktrinlerin gerçekleşmesinde ilk adım Irak’ın işgali olarak tanımlanmıştır. Bazıları bu yol haritasını başlatanın Başkan Carter olduğunu söyleseler de Başkan savaşı gerektirecek nedenlerin oluşturulmalarını Ulusal Savunma Danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye bırakmıştır.

Brzezinski’nin öğrencileri içinden Madeleine Albright başarılı bir öğrenci olduğunu uzun yıllar sonra Amerika’yı sonu henüz gelmeyen belaya sokarak ispatlamıştır. Joseph Korbell’ın kızı Albright Komite’nin her zaman gözdesi olmuştur. Millet üstüne uygulanan değişim baskısı 1960’lı yılların başında Stanford Araştırma Merkezi’nce (SRC) başlatılmıştır. SRC’in etkisi, gücü ve ileri görüşü Sovyetlerin çöküşü sonrası talep görmüştür. Stanford’taki bir ekol Amerika’nın Sovyetlerin ani yıkılışı sonrası Brzezinski’nin deyimiyle “kara deliği” doldurmak mecburiyeti olduğuna inanır. Bu ekol Avrasya’daki doğal kaynakların Cecil John Rhodes’in Güney Afrika’da 1899’da yaptığı utanmaz ve vahşi şekilde Amerika’ca yağmalanmasını öngörmektedir. Brzezinski Sovyetlerin çöküşü Kraliçe Viktorya’nın Güney Afrika’daki Boer’lere yaptığını Amerika’nın Avrasya’da yapmasına olanak sağlayacak bir şans olarak görmektedir.

“Amerika için Soğuk Savaş sonrası ödül Avrasya’dır.” diyen Brzesinski sonraki yazılarında Avrasya’nın yanına Ortadoğu petrol ülkelerini de eklemiştir.

Aslında Brzezinski’nin görüşleri daha önceden “Yuvarlak Masa” organizasyonunda Henry Kissinger’in hocası olan William Yandall Elliot tarafından dile getirilmiştir. Ancak Brzezinski Amerika açısından bazı önemli eklemeler yapmıştır:

“Çin ve Rusya’nın bir araya gelmelerine ve işbirliği yapmalarına izin verilmemelidir. Bu şekilde oluşacak bir kara köprüsü Amerika’nın tek süper güç olmasını zora sokacaktır.”

Başkan G. H. W. Bush’un “Kriz Taktı” konseptinden ne anladığı şüpheli olsa da aldığı eğitim sayesinde üstlerinden emir almayı iyi bildiği bir gerçektir.

Amerika’nın Irak’a müdahale durumu ortaya çıktığında başkan tüm uluslararası yasaları ve Amerikan Anayasası’nı bir kenara itmeye gönüllü olmuştur. Başkanlık yemini bozan bu adam yargılanmamıştır. Biz halk olarak bu adamı makamından indirip, Anayasa yapıcılarımızın böyle bir vatan hainliği için isteyecekleri ceza ile yargıladık mı?

Tam tersine Amerikan halkı Başkan Bush’un makamını korumasına ve İngiltere Kraliçesince Irak’ta gösterdiği başarı nedeni ile şövalye ilan edilmesine razı olmuştur. Şunu belirtmek isterim ki kanımca Başkan Bush makamından uzaklaştırılsaydı Amerika kendini toparlar ve kurucularımızın Amerika’sı haline gelebilirdi. Televizyonunuzu açın ve kanalları dolaşın, bu kanallarda Amerikan halkının şok içinde, yarı ölü, çözüm bulamayacak halde olduğunu göreceksiniz. Bu arada Bush Beyaz Saray’da kaldı ve hizmetleri karşılığı 300’ler Komitesi’nce fazlasıyla ödüllendirildi.

BÖLÜM 21

Tavistock Enstitüsü’nün İğrenç Planları

Şimdi Tavistock Enstitüsü’nün cinsellik içerikli talk şovlar, sapıklık ve uyuşturucu özentisi dolu özel kanallar sayesinde Amerika Birleşik Devletleri’ni gözlerimizin önünde yok edişinden bahsetmek istiyorum.

John Wayne’nin zamanında kral olduğu yerde insan müsveddesi, her tarafı oynayan, apış arasını avuçlayıp çığlıklar atan Michael “Jacko” Jackson denilen adamı (Adam mı acaba?) kahraman yaptık. Jackson aslında evlerimizin oturma odalarında sahne alacak yüz binlerce “kreasyonun” prototipidir.

Artık defalarca evlenip boşanmış bir kadın ulusal kanallara konu olabilmekte, uyuşturucu kullanmaktan yarı ölü vaziyette pislik içindeki rock grupları saatlerce dejenere konuşma, giyim tarzı ve kulak tırmalayan müziğe ev sahipliği yapan televizyonlarda sahne alabilmektedirler. Küfür, ahlaksız ilişkiler ve pornografi dolu pembe diziler tepki almamaktadırlar.

1960’ların başında kabul edilemeyecek olan şeyler artık toplumda normal hale gelmişlerdir. Amerikan halkı Tavistock tarafından “Gelecek Şokları” teknikleriyle duyarsız hale getirilmiştir. Bu kültürel şoklarla o kadar duyarsız hale getirildik ki artık kimse protestonun bir işe yarayacağını düşünmemektedir. Gelecek Şoku diye nitelendirilebilecek bir durum Ulusal Kimlik Kartı uygulamasıdır. Amerikan halkının merkezi bir kayıt sisteminde kayıt altına alınması Amerikan Anayasası’na aykırıdır.

Amerika Birleşik Devletleri tek bir devlet olmayıp 50 devletten oluşan bir federe devlettir. Merkezileşme kurucularımız tarafından sadece lanetlenen değil yasaklanan bir kavramdır. Kurucularımız merkezi hükümet uygulamasında bireysel özgürlüklerin zarar alacağını öngörmüşlerdir. Dolayısı ile Merkez Bankası, Merkezi Polis Teşkilatı ve Merkezi Nüfus Kayıt Sistemi Anayasamızca yasaklanmışlardır. Ancak özgürlük düşmanları Merkez Bankası ve Merkezi Polis Gücü uygulamalarını yalan dolanla ülkemize sokmuşlardır. Şimdi ise Merkezi Nüfus Kayıt Sistemi peşindedirler. Bu merkezi kayıt sistemi arkasındaki amaç insanları daha iyi kontrol edebilmek ve İnsan Hakları Beyannamesi ile garanti altına alınan hakları azaltmaktır. Amerikan halkının boynuna takacağı kimlik kartıyla kölelik kaosuna sürüklenmesi halinde İnsan Hakları Beyannamesi ile bu halka tanınan özgürlükler Amerikan yaşamından kalkacaklardır.

1986 yılında 300’ler Komitesi halk üstündeki baskının arttırılması kararını vermiştir. Amerika’nın yeterince hızlı çökmemesi karşısında yüzlerce yeni “Gelecek Şoku” uygulanmaya konmuştur. Bunlardan biri Kamboçya kasabı yani 2 milyon zavallı Kamboçyalıyı öldüren Pol Pot yönetiminin resmen tanınmasıdır.

1991 yılında şok gemisi tam yol gitmeye başladı. Amerika Washington’un kendisinin dostu olduğuna inandırılan Irak ile savaşa girdi. Bush yönetimi Irak devleti başkanı Saddam Hüseyin’i hiçbiri doğru olmayan her türlü kötülükle suçladı. Onları öldürüp çocuklarını yetim ve öksüz bıraktık ve geride kalanları açlık ve hastalıklardan ölüme terk ettik. Irak’ı tank, kamyon kadavraları, düşük uranyum içeren ve 1991’den beri radyasyon yayan top mermisi kovanları ile kirlenmiş hale getirdik.

1995 yılında “radyasyon hastalığı” Iraklı siviller arasında yüz bin insanı sardı. Benzer şekilde savaştan dönen binlerce askerimizde uzun süre radyasyona maruz kalmaktan “Körfez Savaşı Sendromu” ortaya çıktı. Aynı günlerde 2 milyon Kamboçyalıyı “Şehirlerin nüfussuzlaştırılması” isimli 300’ler Komitesi projesi kapsamında öldürülen Kamboçya devleti ile Başkan Bush sayesinde diplomatik ilişki kuruldu. Büyük Amerikan kentleri de pek yakında aynı proje kapsamına gireceklerdir. 1991 yılında Başkan Bush mealen şöyle demekteydi,”Vatandaşlarım! Benden daha ne istiyorsunuz? Size gerekli gördüğüm halde prensiplerimizden taviz vereceğimi yani gerektiğinde Pol Pot kasapları ile bile yatağa gireceğimi söylememiş miydim?”

Bush’un siyaseti ile halka verdiği mesaj bana “Her Devrin Adamı” isimli piyesi anımsattı. Bu eserin bir bölümünde Sir Thomas More ve William Roper adalet karşısında eşitlik ilkesini tartışırlar. Sir Thomas adaletin herkesi koruyuculuğu ilkesini Şeytan’a bile uygulanması gerektiğini savunur. Roper buna karşılık şöyle der “Şeytan’ı yakalamak için İngiltere’deki tüm kanunları yok edebilirim.” Sir Thomas’ın buna karşılığı şudur: “O zaman yani tüm kanunları yıktığında ve Şeytan’la karşılaştığında hangi kanunun arkasına saklanacaksın? Ben kendi varlığımı korumak için Şeytan’a bile adalet vermek taraftarıyım.”

Sir Thomas More’un söylemi 200 yıldan uzun süredir Amerikan adalet sistemine temel teşkil etmiştir. Amerika “herkese eşitlik ve adalet” ilkesi üzerine kuruludur. Herkesin adaletçe savunulması sayesinde suçlu cezasını görür ve masum korunur. Bush bu dönemin bittiğini söylemektedir. Yani kanunlar Amerikan halkını teröristlerden korumak için ihlal edileceklerdir. Kongre’nin teröristleri ele geçirmek için 200 yıldır hepimizi koruyan tüm kanunların ihlal edilebilirliğini onaylaması Bush’u haklı kılmıştır. Anayasamıza yapılan bu ölümcül saldırı 1895 yılında Fabian Örgütü’nden Ramsey McDonald tarafından başlatılmıştır.

1995 yılında değişim baskısı daha da artmış Amerikan halkı hayal bile edemeyeceği şeylere tanık olmaya başlamıştır. Abandone haldeki Amerikalılar reaksiyon verse bile bu reaksiyonlar çok düşük düzeydedirler. Amerika “Cambaza bak” stratejisi ile yani “Hollywood” ve “Spor” ile uyuşturulmaktadır. İngiliz istihbarat kaynakları Kimlik Kartı uygulamasının İngiliz Merkez Ofis tarafından Şubat 1995 tarihinde geliştirildiğini belirtmektedirler. Bu uygulama halka ulusal bir kriz ortaya çıkana kadar duyurulmayacaktır (Reichstag Yangını veya Pearl Harbor gibi bir durum.) Her despot kanun sisteminde olduğu gibi bu uygulama da “İngiliz halkının güvenliğini arttırmak” gibi bir yalanla başlatılacaktır. Kimlik Kartları İngiltere’de uygulanmaya başladıktan sonra Amerika Birleşik Devletlerinde “Amerikan halkını terörizm ve terör faaliyetlerinden koruma” adına uygulamaya konacaklardır. Amerika Birleşik Devletleri’nin hızla Komünist Yeni Dünya Düzeni-Tek Dünya Devleti batağına sürüklendiğinin hâlâ farkında olmayanların aşağıdaki satırları dikkatle okumalarını tavsiye ederim:

Amerika’da “Kimlik Kartı” uygulaması olağanüstü bir tedbir olarak ortaya çıkacaktır. Kanunlaşırken “gönüllü” alınacağı şerhi olmasına rağmen kimlik kartı almak için başvurmamanın cezası çok ağır olacaktır. Kişinin kimlik kartı olmadığı hallerde kendisine sürücü ehliyeti veya pasaport verilmeyecektir. Kimlik kartı diye isimlendirilen bu biyometrik kartlardaki bilgiler merkezi bir veri tabanında her an yetkililerce ulaşılabilir şekilde saklanacaktır. Bu uygulama aynen Brzezinski’nin Technetronik Çağ isimli kitabındaki gibi parmak izi, göz izi, isim, ana-baba isimleri, doğum yeri ve tarihi, boy, kilo, göz rengi, kredi ve kriminal kayıtlar, gidilen okullar, çalışılan işyerleri, askerlik durumu, yakın arkadaşlar, okuma alışkanlıkları, din, tarikat, gidilen ibadet yerleri, son 20 yıldaki adresler, kardeş bilgileri, medeni durum ve son 10 yılda gidilen doktor ve dişçi isimleri gibi kişisel bilgileri içerecektir. Pasaport gibi Kimlik Kartı da kişiye ait olmayıp gerekli durumlarda iptal edilerek kişi “Kanundışı” ilan edilebilecektir. Böylece devlet vatandaşa bazı hizmetleri vermekten imtina edebilecektir. Örneğin hastane veya sağlık hizmetleri sadece kimlik kartı karşılığında verilecektir. Cenaze işleri yetkilileri defin öncesi ölenin kimlik kartını alarak merkezi kimlik ofisine geri vermekle sorumlu olacaklardır.

Şimdi bu bilgiler ışığında George Orwell’in tahmin edip Brzezinski gerçekleşeceğini söylediği olayları tekrar gözden geçirin. Unutmayın ki “Bu gün İngiltere’de olan yarın Amerika’da olur.” Kimlik Kartı uygulaması Amerikan vatandaşının özel hayatının gizliliğinin ihlali olup Amerikan Anayasası 10. Ek Maddesine göre özel yaşamın korunması ilkesine aykırıdır. Bu kart uygulaması ayrıca kurucularımız tarafından cumhuriyet yönetimi adına eyaletlere verilen hakları da ortadan kaldırmaktadır. Bu federal sistemin çözülmesi demek olmakla birlikte bunu dile getirecek bir lider yoktur. Tüm bu anayasal ihlaller “Amerikalıları terörist saldırılara karşı korumak” yalanı arkasına sığınılarak yapılacaktır. İleride göreceğimiz gibi “çevre” dünyada genel anlamda kullanıldığından çok daha geniş bir kapsama sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri yoğun travmaların olduğu bir dönemden geçmiştir ancak Amerikan halkının reaksiyonlarına bakarsanız bu halkın “yürüyen ölüler” haline geldiği ortadadır. Daha kötüsü de gelmek üzeredir. Aramızdan ortaya çıkarak halkı bu Kimlik Kartı uygulamasına karşı yönetecek bir lider olacak mıdır?

Her şey Tavistock planı ve onun Stanford’daki sosyal bilim uzmanlarının yazdıklarına uygun gitmektedir. Zaman kendi başına değişmez ve ancak birileri tarafından değiştirilir. Tüm değişiklikler önceden planlanarak ve detaylı çalışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Fabian Tedrici Değişim prensibi kapsamında önce yaşamımızdaki değişiklikler yavaş olmasına karşın artık hız arttırılmış durumdadır. Amerika Birleşik Devletleri “Tanrı’nın emrindeki bir millet” olmaktan çıkarılarak pek çok Tanrı’nın emrindeki pek çok devletten biri olma durumuna sokulmaktadır. Anayasamızı yaparak devletimizi kuranlar savaşı kaybetmek üzeredirler. Amerika’nın çok kültürlü bir mozaik olduğu savı bize sürekli beslenir. Halbuki hiçbir millet çok kültürlü bir mozaik olarak var olamaz. Ya kurucularımızın oluşturduğu kültür içinde büyük bir millete olacağız veya yönetilemez parçalanmış bir topluma dönüşeceğiz.

Çok kültürlü mozaik saçmalığının zararları tüm dünya tarihinde görülebilir. Pek çok büyük millet bu saçmalık ile beraber bir daha ortaya çıkmamak üzere yok olmuşlardır. İşte bu Amerika’nın 2006 yılında bulunduğu durumdur. Los Angeles, San Francisco, New York, Chicago, Boston ve Sacramento gibi büyük şehirlere bakınız ve çok kültürlülük adına ortaya çıkan rezaleti görünüz. Tüm bunlara rağmen çok kültürlü mozaik yalanı ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin beyinlerine sokulmaktadır. Hatta sanki duygular öğretilebilir veya yasalaştırılabilir gibi bazı okullarda çok kültürlü yaşama hassasiyet dersleri verilmektedir. Halkın doğuştan olan duygularına karşı hareket etmesini sağlamak amacıyla yasalar çıkarılmaktadır. Nerdeyse artık nasıl düşünmemiz gerektiğini de yasalaştıracaklar. George Orwell’in “düşünce polisi” artık pek uzaklarda değildir.

Kurucularımız ortak ideallere, ortak dile ve ortak dine yani Hıristiyanlığa sahiptiler. Eskiden aramızda yabancılık kavramı yoktu. Bu kavram planlanarak inanç, kültür ve milliyet bazında parçalanmış bir Amerika için uygulamaya konmuştur. Bundan şüphesi olan birinin bir Cumartesi günü Doğu New York veya Batı Los Angeles’e giderek etrafını incelemesini tavsiye ederim.

Amerika şu anda ortak bir hükümet kapsamında birlikte yaşamaya çalışan mini devletler topluluğu haline gelmiştir. Kuzeni 300’ler Komitesi Başkanı olan Franklin D. Roosevelt muhaceret yolunu açtığında gelenlerle beraber büyük bir kültür şoku karmaşa yaşanmıştır. Roma Kulübü ve NATO durumu daha da kötüleştirmişlerdir. Yani Rothschild’lerin İç Savaş ile bölemedikleri ülkemizi perişan etmeyi başarmışlardır.

“Komşunu sev” prensibi çok kültürlü bir toplumda komşunuz sizin gibi biri değilse işleyemez. Amerikan Anayasası düşmanlarının gelecek nesiller için planladıkları açıktır ancak bu planları şimdilik sadece onlar bilmektedirler. Gelecek nesiller için yaptıkları planların açık olmasına rağmen anlaşılmama riskine karşılık bu hainler artık bunları açıklamaktadırlar. Yani artık açıklama zamanı gelmiştir. Ve Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü bunu sağlamaya çalışmaktadır. Artık 300’ler Komitesi hizmetkârı Bush’un tüm kontrolü ele alıp Kongre’yi bir noter haline getirme zamanı gelmiştir. Arık yüce başkanın kendisine anayasa tarafından verilmeyen yetkileri kendi üstünde toplama zamanı gelmiştir. Anti-terör Yasalarının yürürlüğe girmesiyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kral III. George’da olmayan monarşik yetkilerle donatılmıştır.

Bu Prof. Willis Harmon ve Roma Kulübü öngörülerince büyük travma ve baskılar sonucu ortaya çıkacak sosyal değişimin bir parçasıdır. Tavistock’ça uygulanan sosyal değişim, Roma Kulübü ve NATO baskıları, yasamanın yetkilerinin alınması, “Emperyal Başkanlık” sistemi Amerika’da sindirim limiti elverdiğince devam edecektir. Milletler insanlardan oluşurlar ve tıpkı insanlar gibi ne kadar güçlü ve büyük olurlarsa olsunlar bir sindirme limitleri vardır.

300’ler Komitesi yörüngesindeki medya her gün Amerika’nın çok kültürlü bir mozaik olduğunu ve aynı bir mozaik tablo gibi tüm farklı kültürlerin bir arada olduğu bir ulusal bütünlük ortaya koyduğunu duyurmaktadır. Bu tarihi bir hatadır. Dünya tarihinde karşıt kültürlerin bir arada olduğu milli bir bütünlük sözkonusu olmamıştır. Kurucularımız tarafından hayal edilen Amerikan kültürü nedir? Bu yeni bir toprağa kavuşan Avrupalı göçmenlerin Hıristiyan ahlakı ve dini çerçevesinde oluşturdukları bir kültürdür.

Amerikan anayasasına ihanet eden 55 kişinin 52 tanesi Hıristiyan’dır. Çok kültürlülük kavramı Amerika Birleşik Devletlerini parçalamayı amaçlayan ve gizli hükümetçe desteklenen bir düşüncedir. Psikolojik gerçek Prudential Sigorta Stratejik Bombardıman girişiminin II. Dünya Savaşı’nda Alman işçi yerleşim birimlerini hedef alan saldırıları sonucu ortaya çıkan sindirim limiti meselesidir. Almanya’nın bu stratejik bombardımandan büyük zarar gördüğü açıktır. Ancak bu projenin bir noktadan sonra işe yaramadığı da görülmüştür. O projeyi gerçekleştiren bilim adamlarının devamı şimdi Amerika’yı bombardıman etmekle meşguldürler. Sonuçta halkımız tam olarak yolunu kaybetmese de kurucu ideolojinin tersi yönünde ilerlemeye sürüklenmiştir. Kısacası tarihsel genlerimizle, inanç temelimizle, kurucularımızın felsefesiyle olan bağlarımızı kaybettik. 1787 Konvansiyonu’na katılan delegeler Plato, Aristo, Hume, Locke, Montesquieu, Blackstone, Bolingbroke gibi filozofları iyi anlayarak birliğimizi oluşturmuşlardır. Bu delegeler Stuart Hanedanlığı’nın Magna Carta’yı yok etmeye kalkıştığını bilmekteydiler. Bu gün de 300’ler Komitesi ve tetikçileri Eyalet ve Federal Anayasalarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Şimdi burada durarak anayasanın ötesinde evlatları için daha fazla çalışması gerektiğini düşünen John Adam’ın yazdıklarını okuyalım ve şimdiki durumumuzu düşünelim:

“Evlatlarımdan gelecek ayıplamalara ve kınamalara dayanamam. Onlara güven içinde yaşayabilecekleri bir Anayasa yapmak için çalıştığımı bildirmek isterim. Onların kendilerine tanınan rahatlık ve huzur içinde yaşayacakları bu şansı kullanmamaları halinde artık onlar benim evlatlarım değildirler ve onlara bu durumda ne olacağı beni ilgilendirmez. ”

(Kaynak: Quoted in Philip Greven: The Protestant Temperament, New York

1977)

Bu gün yaşasaydı John, Bush ve adamlarını oldukları makamları hak etmeyen yalancılar, şerefsizler ve değersizler olarak azarlardı. Anayasamızı yazan kişiler Amerikan halkının Anayasamız ve Bağımsızlık Deklarasyonumuz doğrultusunda ortak dil konuşarak ilerlemesine ilham verdiler. Ancak Amerikan halkının artık ona yol gösteren bir feneri kalmamıştır. Üzücü olmasına rağmen gerçek budur.

Dümeninde “ahlaki mutlakları bulunmayan” eski Başkan G. H. W. Bush olan Amerika tam yol kaybolan milletler grubuna katılmak üzeredir. Biz kendimizi köleleştirmek ve ülkemizi çökertmek için 300’ler Komitesi’yle işbirliği yaptık. Bu durumu bazı fark edenler alışık oldukları komplo teorilerinin bunu açıklamaya yetmediğini bilmektedirler. Çünkü onlar Komplo hiyerarşisinin başında olan 300’ler Komitesi’ni bilmemektedirler. Bir şeylerin korkunç şekilde yanlış gittiğini hisseden ancak kolektif olarak hataya parmak basamayan bu insanlar karanlıkta yol almaktadırlar. Onlar ellerinden giden geleceklerini seyretmektedirler.

Amerikan rüyası seraba dönüşmüştür. İnsanlar dine iman etmekle beraber inançlarını harekete dönüştürememektedirler. Amerikalılar, AvrupalIların karanlık ortaçağda kararlılıkla çabalayarak ortaya çıkardıkları Rönesans hareketi gibi bir devrime kalkışmadıkları halde kurtuluşları yoktur. Düşman 1980’lerden başlayarak Amerika’da Rönesans hareketini mümkün kılmayacak girişimlerde bulunmaktadır.

Düşman kimdir? Düşman görünmeyen bir varlık değildir.

Düşman açık olarak 300’ler Komitesi, Roma Kulübü, NATO, Kara Asalet, Tavistock Enstitüsü, CFR ve bağlantılı kurumları, Stanford tarafından yönetilen think-tankler ve araştırma kurumları ile silahlı kuvvetlerdir.

Bu bilinen gruplara “düşman” veya “onlar” diye hitap etmek sadece not alırken kısa yazmak için gerekir. Yoksa biz düşmanın kim olduğunu iyi bilmekteyiz. 300’ler Komitesi ve onun Doğu Liberal Oluşumunun aristokrasisi, bankaları, sigorta şirketleri, holdingleri, petrol kartelleri, vakıfları, iletişim ağı, televizyon ve radyo istasyonları, film ve yayıncılık endüstrileri bu düşmanlardır. Dolayısı ile Rusya’yı düşman olarak görmekten vazgeçin. Düşman hiçbir zaman Moskova’da değildi, o her zaman bizim arka bahçemizdeydi.

Amerika’yı yöneten güç, Fransız ve Bolşevik Devrimlerini yapan, I. ve II. Dünya Savaşlarını çıkaran, Kore ve Vietnam Savaşlarının sorumlusu, Rodezya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Nikaragua, Filipinler, Sırbistan ve Irak devletlerinin yıkıcısı güçle aynıdır. O güç bir zamanlar endüstriyel süper güç olan Amerika’yı endüstrisini ve ekonomisini yok ederek dize getiren gizli hükümetten başkası değildir.

BÖLÜM 22

Savaş Stresi Yaşayan Amerika Uyuşturucu, Rock, Müzik, Seks ve
Hedonizm Bataklığında

Modern Amerika savaşın en korkunç olduğu anda daha önce karşılaştığı pek çok ölümcül durum nedeniyle “Savaş Stresi” yaşayan ve uykuya dalan bir askere benzemektedir.

Biz Amerikalılar karşımıza konan ve kafamızı karıştıran pek çok alternatif karşısında apatiye teslim olduk. Bunlar yani çevremizi farklılaştıran değişiklikler, değişime karşı duruşumuzu kıran faktörler bizi savaşın en hararetli döneminde uykuya ve apatiye sevk eden unsurlardır.

Bu duruma teknik olarak “Uzun menzilli saptırma” denmektedir. Büyük bir grubu uzun menzilli saptırma ile yönlendirme sanatı Tavistok İnsan İlişkileri Enstitüsü sosyal bilim uzmanları, bağlantılı Stanford Araştırma Merkezi, Rand Corporation ve benzer 150 araştırma kurumunca geliştirilmiştir.

Dr Kurt Lewin isimli bilim adamı bulduğu bu şeytani teknik sayesinde sıradan bir Amerikan vatanseverinin kafasını komplo teorileriyle darmadağın etmektedir. Bu vatansever “İnsanın Değişen İmajı” kavramını anlamaya ve ona karşı teknikler bulmaya çalıştıkça belirsizlik, güvensizlik, yalnızlık hatta korku içine düşmektedir. Bugün olmasını istemediğimiz sosyal, ahlaki, ekonomik ve siyasi değişiklikleri tanımlamak ve onlarla savaşmak yeteneğimizi yitirmiş durumdayız. Biz böyleyken bu değişiklikler artan yoğunlukta devam etmektedirler. Lewin ismi hiçbir tarih kitabımızda bulunmadığından bu adamın maskesini indirmek için bu kitapta okurlara bu kişiyi afişe etmekteyim. Daha önce belirttiğim gibi Lewin Tavistok himayesinde Harvard Psikoloji Kliniğini ve Sosyal Araştırma Enstitüsü’nü kuran kişidir.

Bu iki organizasyonun isimlerinden amaçlarını anlamak veya 1890 Temmuzunda geçen ünlü Sherman Gümüş Alım Kanunu hatırlamak olanaksızdır. Kanunun ismi de destekleyenlerin istediği şekilde kulağa zararsız gelmektedir. Bu kanun sayesinde milleti uluslararası bankerlerin kucağına düşüren senatör John Sherman vatana ihanet etmiştir. Görünüşe göre Sherman kanun tasarısını okumadan sunmuştur. Kanunun asıl amacı gümüşü para karşılığı olmaktan çıkararak hırsız bankerlere milleti soyma imkânı sağlamaktır. Bu durum kesinlikle Amerikan Anayasası’na aykırıdır.

Tavistock Enstitüsü’nün kıdemli teorisyeni Dr. Kurt Lewin’nin Roma Kulübü ve NATO’ya Amerika üstünde verdiği güç şimdiye kadar hiçbir kurum ve organizasyona verilmemiştir. Bu kurumlar ellerindeki limitsiz gücü kullanarak halkın Amerikan Devrimi ile olan kazanımlarını talan edenlere karşı olan direncini kırmıştır. Komplocular Amerika’yı karanlık çağların feodal yapısına benzer Tek Dünya Devleti’ne götürmektedirler. Rusya değil Amerika dünyayı insan ruhunun tutsak edileceği ve köleliğin hüküm süreceği bir döneme çekmektedir. Amerikan halkını tutsak etme planının başında Kurt Lewin meslektaşları Richard Crossman, O. Anderson, Garner Lindsay, Richard Price ve W. R. Bion ile bir araya gelmiştir. Tekrar ediyorum: Bu isimler hiçbir zaman “Akşam Haberlerinde” görülmezler. Bunlar sadece çok özel bilim dergilerinde bulunan ve dolayısı ile kimlikleri ve Amerika’ya yaptıkları bilinmeyen kişilerdir. Amerikalıların bu kişileri ve niyetlerini bilmesi durumunda devrim başlayacaktır. Başkan Jefferson bir keresinde gazeteleri okuyarak neler olduğunu bildiklerini sanan insanlara acıdığını söylemiştir. İngiliz Başbakanı Disraeli’nin de aynı mealde sözleri vardır.

Gerçekten de çağlar boyunca yöneticiler milletleri görünen olayların arkasından idare etmekten zevk almışlardır. İnsanın yönetme hırsı modern çağda dünya tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar artmıştır.

Bu zaten doğru olmasa gizli örgüt ve cemiyetlere gerek kalır mıydı? Eğer demokratik ortamda seçilmiş kişilerce şeffaf bir sistemle yönetilsek Amerika’nın köylerinde bile gizli Mason örgütlenmesine gerek kalır mıydı? Farmasonlar bu kadar açıkça faaliyet gösterirlerken neden halen sırları vardır? Dokuz Kız Kardeşler Paris Locasında Dokuz Bilinmez Adamı araştıramazsınız. Bu Dokuz Bilinmez Adamı Londra Quator Coronati Locasında da araştıramazsınız. Ancak bu adamlar çok gizli bir hükümetin, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün ve Roma Kulübü’nün üyeleridirler. Bu adamlar Warren Komitesi’nde iyi temsil edildikleri gibi Dış İlişkiler Kurulu’nun (CFR) da belkemiğini oluşturmaktadırlar.

Farmasonların İskoçya grubu John Hinckley’in beynini Başkan Reagan’ı vurmak için nasıl yıkamıştır? Neden Malta Şövalyeleri, Kudüs’ün St John Örgütü, Yuvarlak Masa, Milner Grup, Süreç Kilisesi gibi çok katmanlı örgütlere neden sahibiz? Çünkü bunlar 300’ler Komitesi’ne uzanan emir komuta zincirinin halkalarıdırlar. Bu karanlık amaçlı adamları kötü niyetlerini saklayacakları gizli örgütlere gereksinimleri vardır. Kötülük iyilik ışığında yaşayamaz.

Kova Burcu Komplosu deneyi bu şekilde hazırlandı ve Amerika, İngiltere, Avrupa’da uygulamaya kondu. Bu projenin başarısı başladığı 1980 yılından itibaren özel ve ulusal yaşamımızdaki her alanda görülebilir. Toplumda görülen yükselen şiddet trendi, seri katiller, ergen intiharları, toplumsal uyuşukluk soluduğumuz zehirli havadan daha da tehlikeli hale geldiler. Okullarda gördüğümüz katliamlar ancak beyin kontrol teknolojisi ile açıklanabilir türden şeylerdir.

Bana göre okul katliamları silahlara karşı korku ve şok geliştirmede kullanılmaktadırlar. İngiliz medyası gelişmeleri “Amerika’nın silah aşkı artık sona ermelidir.” şeklinde açıklamaktadır.

Kova Burcu Çağı Amerika’yı tamamen hazırlıksız yakalamıştır. Millet olarak empoze edilen değişime hazır değildik.

Kim Tavistock, Kurt Lewin, Willis Harmon ve John Rawlings Reese isimlerini daha önceden duymuştur? Bunlar Amerikan siyaset sahnesinde bile gözükmemişlerdir. Eğer bunları inceleyebilseydik gelecekteki şoklara direnme kabiliyetimizi yitirdiğimizi, tam bir psikolojik şok içine girdiğimizi ve uzun menzilli psikolojik savaş teknikleriyle geniş tabanlı bir apati içinde olduğumuzu görürdük. Kova Burcu Çağı Tavistock tarafından sosyal çalkantı yaratma aracı olarak tanımlanmaktadır:

“Büyük toplulukların strese karşı gösterdiği tepki ve reaksiyon üç ayrı fazı içerir. İlk fazda belirsizlik hâkimdir. Saldırı altındaki nüfus kendini sloganlarla korumaya çalışır. Bu krizin kökenini tanımlayamayan dolayısı ile yönü olmayan bir reaksiyon sürecidir. Dolayısı ile kriz devam eder. İkinci fazda parçalanma başlar ve sosyal düzen bozulur. Üçüncü fazda toplum “kendini realize etme” sürecine girer ve çıkarılan krizden kaçmaya başlar. Bu fazda hatalı reaksiyonlar ve gerçeklerden kopmalar görülür. ”

Taş olarak bilinen “crack” kokain gibi narkotiklerin anormal artışları içinde kim binlerce kişinin her gün bağımlı olmadığını iddia edebilir? Bu gün günlük kürtajlarda yaşamını kaybeden bebeklerin sayısı silahlı kuvvetlerin I. ve II. Dünya Savaşları, Kore ve Vietnam Savaşlarında kaybettiği askerlerin tümünden daha fazladır. Homoseksüelliğin açıkça kabul edilmesi ve homoseksüel gruplara anayasal temeli olmaksızın tanınan yasal haklar, AIDS salgınının tüm ülkeyi kapsar hale gelmesi, eğitim sisteminin çöküşü, boşanma oranlarındaki korkunç artış, satanist cinayetler, dünyayı ürküten cinayet oranları, kayıp çocuklar problemi, neredeyse pornografik yayınların ulusal kanallarda yer almaları göz önüne alındıklarında kim bizim kriz içinde yönünü kaybetmiş ve hatalı reaksiyon göstererek krizden kaçan bir toplum olmadığımızı söyleyebilir?

Neden Başkan Bush tarafından başlatılan, pek çok hayatın yitirilmesine ve uyuşturucu trafiğinin artışına neden olan Panama işgaline karşı çıkamadık? Bu konularda uzman kişiler sorunları eğitim sistemine ve bu eğitim sistemini yasalaştıran kişilere bağlamaktadırlar. Kriminal yaş aralığı bugün 9-15 arasına kadar düşmüştür. Tecavüzcülerin ortalama yaşı 14’tür. Sosyal hizmet uzmanlarımız, öğretmen sendikaları ve kiliseler hep eğitim sistemini suçlamaktadırlar. Ulusal Test sonuçları ortalamasındaki düşüşe bakın zaten bunu görürsünüz. Amerika Birleşik Devletleri bugün dünya eğitim listesinde 39.’dur. Bilinen bir şey için bu kadar üzülmenin ne gereği vardır? Eğitim sistemimiz kendisini yok etmek üzere programlanmıştır. Bu nedenle Alexander King NATO tarafından Amerika’ya gönderilmiş ve Justice Hugo Black’in bunu ayarlaması emredilmiştir. Gerçek 300’ler Komitesi’nin gençlerimizin doğru eğitilmelerini istememesi ve bunu hükümetimiz kanalıyla gerçekleştirmesinden ibarettir.

Bugün standart altı eğitim Sonuç Odaklı Eğitim Sistemi sayesinde garanti altına alınmıştır. Mason Justice Hugo Black, Alexander King, Gunnar Myrdal ve eşinin çocuklarımızı bizden kopartmak için planladıkları eğitim suç işlemenin kazanımları, paranın her şey olduğu, ergen cinselliğinin kabul edilebilirliği ve ebeveynlere isyan etmenin bazen gerekli olduğu gibi prensipleri vurgulayan bir sistemdir. Bu adamlar çocuklarımıza kanunların eşit uygulanmadıklarını dolayısı ile kendi hakkımızı kendi yöntemlerimizle almamızı öğretmişlerdir. Çocuklarımız onlarca yıldır yanlış eğitilmektedirler. Örneğin Ronald Reagan ve George Bush tamamen açgözlülükle hareket eden ve tamamen yozlaşmış kişilerdir. Eğitim istemimiz aslında başarısız değildir. King, Black, Myrdal ve yönetimindeki sistemin başarısı nereden baktığınıza bağlıdır. Örneğin 300’ler Komitesi eğitim sistemimizden memnundur ve hiçbir şeyin değişmesini istememektedir. Eğitim sistemimizin bir parçası olduğu uzun menzilli içsel yönelim projesini götüren Stanford Araştırma Merkezi ve Willis Harmon’a göre yaşadığımız travma en az 47 yıldır sürmektedir.

Bunlara karşın kaç Amerikalı toplumuza uygulanan baskı ve içsel yönelim koşullamasının farkındadır? 1950’lerde aniden ortaya çıkan New York’taki çete savaşları vatan hainlerinin nasıl istedikleri zaman rahatsızlık verici olayları ortaya çıkardıklarının kanıtıdır. Bu çetelerin nereden geldiklerini 1980’lerde araştırmacılar bu “sosyal fenomeni” kimin yönettiğini bulana kadar bilemedik.

Çete savaşları Stanford’da planlanarak toplumda şok ve endişe yaratmayı amaçlayan olaylardır.1958 yılında 200’den fazla çete bulunmaktadır. Bu çeteler Batı Yakasının Hikâyesi isimli film ve müzikal ile Hollywood tarafından meşhur edilmişlerdir. 10 yıldır haberlerde başköşeyi kapan çeteler 1966 yılında aniden New York, Los Angeles, Newark, New Jersey, Philadelphia ve Chicago’da ortadan kalkmışlardır. 2006 yılında çeteler çok büyük boyutlarda yeniden ortaya çıkarak büyük şehirlerdeki halka 1850’lerdeki gibi rahatsızlık vermeye başlamışlardır. Çete savaşlarına rap müzik ve crack kokain yeni iki element olarak dahil olmuştur. Rap aslında gerçekte müzik olmayıp insanları trans haline sokmayı beceren bir iki nota ve bir iki sözün tekrarından ibarettir.

Müziğin etkisi grup ve dinleyicilerin kullandıkları maddelerle güçlenmektedir. Bu etki kokainin seks üzerinde yaptığı etkiye benzemekte olup duyumsamayı arttırmaktadır. Dionysos Kültü ve Afrika voodoo ritimleri içeren bu müzikle beraber dinleyiciler katatonik trans haline geçmektedirler. Bu ritüelin “kudurma seanslarında” “Ekstasy” isimli tehlikeli madde özgürce kullanılmaktadır.

Çete savaşlarının devam ettiği dönemde halk Stanford’un tahmin ettiği üzere davrandı. Çete savaşlarını anlayamayan toplum planlandığı şekilde yanlış ya da hatalı reaksiyonlar gösterdi. Çete savaşlarının Stanford sosyal mühendislik ve beyin yıkama deneyleri olduğunu kavrayacak kişiler olsa bu komplo ortaya çıkardı. Bu konuda uzmanların olmaması düşünülemez, tahminen durumu fark eden uzmanlar bazı güçlerce tehdit edilerek susturuldular. Medyanın Stanford ile işbirliği sonucu manevi dünyamız ve ruh sağlığımıza yönelik “New Age” isimli saldırı eğlence ve şov dünyası trendi olarak yaşamımıza Tavistock ve onun sosyal bilim uzmanlarının tasarımı olarak girdi. Bu vaka karşısında da toplumun gösterdiği hatalı reaksiyon ulusumuzu derinden sarsan değişikliklerinin nedenlerinin araştırılmalarını önledi.

1989 yılında değişimi amaçlayan sosyal koşullama çerçevesinde çete savaşları tekrar Los Angeles’te görülmeye başladılar. Savaşların başlamasını takip eden birkaç ay içinde doğu Los Angeles sokakları yüzlerce çeteyle doldu. Caddeleri uyuşturucu çeteleri yönetirlerken fahişelik çığ gibi büyüdü. Bu çeteler önlerine kim çıkarsa yok ettiler. Medyada konuyla ilgili pek çok şikâyetler dile getirilmekteydi. Stanford’un hedeflediği büyük halk grubu kendini sloganlarla korumaya çalışmaktaydı. Bu Tavistock’un beklediği ve hedef toplumun krizin kaynağını belirlemekten uzak olduğu birinci fazı teşkil etmekteydi.

Çete savaşlarında ikinci faz “parçalanmayı” gerektirmekteydi. Çete savaşlarından uzak bölgelerde yaşayanlar “Tanrı’ya şükür bizim bölgede böyle şeyler olmuyor.” diyorlardı. Bu davranış ve düşünce tarzı Los Angeles’te sosyal düzenin yıkılmakta olduğunu göz ardı etmekteydi. Tavistock tarafından istendiği şekilde çete savaşından etkilenmeyenler diğer mağdurlardan kendilerini farklılaştırarak kendilerini korumak istemekteydiler. Krizin nedeni hâlâ bilinmediğinden bu hatalı reaksiyon süreci aslında sosyal bir kopuşu göstermekteydi.

Uyuşturucu satışları dışında çete savaşlarının nedenleri nelerdir? Bunlardan ilki hedefteki topluma güvende olmadıklarını göstermektir. İkinci olarak çete savaşları organize sivil toplumun böyle bir saldırganlık karşısında çaresiz olduğunu göstermektir. Son olarak da çete savaşları sosyal düzenimizin yıkıldığını bizlere göstermeyi hedeflemektedir. Stanford programının üç fazının da tamamlanmasından sonra çete savaşları bir anda ortadan kalkacaktır.

Tavistock Beatles grubunu Amerika’ya getirdiğinde kimse başımıza gelecek sosyal felaketin farkında değildi. “Beatles” aslında “Değişen İnsan İmajı” projesi kapsamındaki Kova Burcu Komplosunun bir parçasıydı.

Bu gençliğin eski sosyal sisteme içten gelerek aniden gösterdiği bir isyan değildir. Bu detaylı şekilde planlanarak kendini göstermek istemeyen büyük bir gücün büyük bir toplumu isteği dışında değiştirmeye yönelik komplosudur.

Beatles müziği yanında Tavistock uzmanları yeni deyim ve kelimeleri de Amerikan kültürüne soktular. “Rock”, “yeniyetme”, “cool”, “keşfetmek” ve “pop müzik” uyuşturucu kültürünü gizleyen kod isimleri olarak dilimize girdiler. Bu “CODEX” şarkılarında belli uyuşturucuları çağrıştırmak için kullanıldı; “Lucy in the Sky with Diamonds” (LSD).

Tuhaf şekilde “yeniyetme” kelimesi Beatles Tavistock tarafından üne kavuşturulmadan önce bilinmeyen bir sözcüktür. Çete savaşlarında olduğu gibi hiçbir şey medya, özellikle de elektronik medyanın yardımı olmadan gerçekleştirilemez. Princeton Üniversitesi Radyo projesi uzmanlarınca yönlendirilen Ed Sullivan, bu grubu Amerikan seyircisine tanıtan kişidir. Bu yönlendirme olmasa kimsenin Ed Sullivan, “Beatles” veya Liverpool müziğinin farkına varacağı yoktur. Çoğu Amerikalı Liverpool’un haritada yerini gösteremez. Zaten Liverpool müziği çalan başka grup da yoktur.

Beatles ortaya çıkana kadar Amerika’daki en beğenilen grup “Beach Boys”dur. Ancak Tavistock’un Amerikan medyası üzerindeki kontrolü ve Beatles’ın bu şekilde her gün haberlerde yer alması sayesinde Liverpool müziği Amerika’da başı çekmeyi başarmıştır. Beatles müziği 12 atonal sistemi Dionysos ve Baal kült müziklerinden kopyalanarak Afrika voodoo davul ritmiyle desteklenen ve Theodor Adorno tarafından modern hale getirilen, bir tür olarak yaratılmıştır.

Tavistock ve Stanford Araştırma Enstitüsü daha sonra rock müzik hayranlarınca sıkça kullanılacak “anahtar” kelimeler de icat etmişlerdir. Anahtar kelimeler sosyal toplum mühendislerince Beatles’in favori müzik grubu olduğuna inan genç kesimde büyük kabul görmüşlerdir. Halbuki rock müzik içindeki tüm anahtar kelimeler Amerikan gençliğini kontrol altına almak için icat edilmişlerdir.

Beatles mükemmel iş başarmıştır. Aslında mükemmel başarı Tavistock ve Stanford’a aittir demek daha doğru olacaktır. Beatles grubu üyeleri şarkı sözlerinden anlaşıldığı gibi “arkadaşların biraz yardımıyla” uyuşturucu kullanımını eğitilmiş robotlar gibi toplumda “cool” hale getirmişlerdir. Beatles Amerika’daki gençliğin giyimini, saç stillerini ve konuşma şeklini değiştirerek eski nesli planlandığı üzere gücendirmiştir. Bu “parçalanma fazının” Willis Harmon, sosyal mühendisler ve genetik düşünürlerce mükemmelleştirilerek uygulamaya konmuş halidir. Tüm bu gelişmeler içinde kimse Beatles’in nota okumaktan aciz gençlerden oluştuğunu fark edememiştir. Toplumumuzda yazılı ve görsel basının beyin yıkama projelerindeki önemi çok büyüktür. Rock müzik amacına ulaştıktan sonra bu müziğe olan medya ilgisi kaybolacaktır.

Tavistock tarafından oluşturulan Beatles grubu sonrası Theodor Adorno tarafından sözleri yazılıp müzikleri bestelenen pek çok İngiliz yapımı grup dünya sahnesinde yerlerini almışlardır. “Beatles Çılgınlığı” içinde aşk sözcüğü müptezelce kullanılmış, rock müzik hakaret aracı olmuştur. Bunları söyledikten sonra Adorno’nun yaşlı nesli de etkisine alacak söz ve beste değişikliklerine gitmiştir.

Voodoo genelde şeytana tapma olarak anlaşılsa da her zaman bu doğru olmayabilir. Voodoo seremonilerinde genelde Afrika davulları kullanılırlar. Bu davul tınısı oldukça kompleks bir yapıya sahip olup ritim ve hızda yapılan değişikliklerle uzun süre dinlendiğinde uyuşturucu etkisi yaratmaktadır. Latin Amerika kökenli “Santaria” ayinlerini seyretmiş olanlar katılımcıların voodoo davul müziği sonrası nasıl transa geçtiklerini bilirler. Adorno bu etkiyi Beatles ve onu takip eden gruplara bestelediği eserlerde kullanmıştır. Tavistock ve Stanford Araştırma Enstitüsü’nün başlattığı ikinci fazla birlikte Amerika’daki sosyal değişim hızlanmıştır. Beatles’in Amerika sahnesinde yer alması sonucu anahtar kelimeler toplumu ayrıştırmak için kullanılmaya başlanmışlardır.

Medyanın “Beatles Çılgınlığına” odaklanması sonucu “Hippiler”, “Çiçek Çocuklar” gibi nereden çıktığı belli olmayan ve Tavistock tarafından icat edilen sözcükler artık sözlüklere girmeye başlamışlardır. Bu dönemde okuldan ayrılmak, leş gibi kirli uzun saçlara sahip olmak ve rengi kaçmış blue jean giymek moda haline gelmiştir. Ortaya yeni çıkan nesil eski nesille bağlarını tamamen kopartmıştır.

Milyonlarca Amerikan gencini etkisine alan yeni yaşam tarzı antik Mısır “İsis” kültü prensiplerine dayanmaktadır. Paul McCartney’in söyledikleri artık gençler için ebeveynlerin söylediklerinden daha önemli hale gelmiştir. Amerikan gençliği farkında olmadan radikal bir değişimden geçerken eski nesil krizin

kökenini bilmeksizin çaresizlik içinde olan biteni seyretmektedir.

Amerikalılar marihuana ve Lysergic acid (“LSD”) gibi narkotiklere karşı hatalı davranış tarzına girmişlerdir. Bu maddeler Albert Hoffman isimli kimyagerin sentetik erotamini icadıyla büyüyen İsviçreli Hoffman La Roche firmasınca sağlanmışlardır. 300’ler Komitesi kontrolündeki bankalardan biri olan S. G. Warburg bu projeyi finanse etmiştir ve maddeler Amerika’ya felsefeci Aldous Huxley tarafından getirilmişlerdir. Bu “harika madde” deneme paketleri içinde Amerika’daki tüm üniversite yerleşkeleri ve rock müzik konserlerinde ücretsiz dağıtılmıştır. Burada önemli soru tüm bunlar olurken Ulusal Narkotik Bürosu’nun (NNB) ne yapıyor olduğudur?

Amerika’ya düzenli olarak gelmeye başlayan yeni İngiliz müzik gruplarıyla beraber rock müzik konserleri Amerikan gençliğinin ajandasında değişmez bir sosyal faaliyet haline gelmişlerdir. Bu konserlerin sayısının artışıyla beraber gençler arasında uyuşturucu kullanımı da artmıştır. Beyinleri uyuşturan korkunç ritimle beraber gençlerin “zaten herkes kullanıyor” telkini altına girerek madde kullanımına geçmeleri kolaylaşmıştır. Akran baskısı çok güçlü bir sosyal silahtır. Medya tarafından gündemde başköşeye oturtulan “Yeni Kültür”ün komploculara maliyeti sıfırdır.

Sivil kanaat önderleri ve kilise mensupları bu yeni külte karşı öfke duymakla beraber enerjilerini problemin bilmedikleri kökenine değil gördükleri sosyal belirtilere yoğunlaştırmışlardır. Rock müziği eleştirenler de aynen içki yasağında olduğu gibi kendileri dışında herkesi suçlama yanlışlığına düşmüşlerdir. Amerikan caddelerinde dolaşan en önemli uyuşturucu müptelası kişilerden biri Alan Ginsberg’dir. Bu adam normalde milyonlarca dolar tutacak bir reklam kampanyasını LSD için tek kuruş ödemeden gerçekleştirmiştir.

Medya sayesinde bedavaya yapılan uyuşturucu reklamları özellikle de LSD promosyonları 1960’larda zirveye ulaşmıştır. Ginsenberg’in reklam kampanyasının sonuçları korkunç olmuş Amerikan halkı bir kültürel şoktan diğerine sürüklenmiştir. Amerikalılar şoklara aşırı maruz bırakılmış ve daha sonra aşırı uyarıma tabii tutulmuşlardır. Ginsberg kendini şair olarak nitelese bile bugüne kadar kendini şair kabul eden hiç kimse onun yazdığı yanıltıcı bilgileri vermemiştir. Ginsberg’e verilen görev şair olmanın ötesindedir. Onun amacı bir alt kültürün promosyonunu yaparak kabul edilmesini sağlamaktır.

Ginsenberg’e yardımcı olarak yaşamının bir bölümünü ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde geçirmiş olan yazar Norman Mailer atanır. Mailer sol kesim Hollywood toplumunda sevilen bir insandır ve Ginsberg’e televizyon programları ayarlamakta zorluk çekmez. Tabii ki Mailer’ın Ginsenberg’i çıkarttığı televizyon programlarında konuşabileceği bir şey yoktur. Dolayısı bir tezgâh kurularak Mailer’ın Ginsenberg ile edebiyat ve şiir dünyası hakkında ciddi konuşmalar yapması sağlanır.

Ginsenberg’in bedavaya televizyon reklamı yapma yöntemi pek çok rock müzik grubu ve müzik yapımcısı tarafından benimsenmiştir. Televizyon yapımcılarının uyuşturucu kültürü liderleri, onların ürün ve fikirlerine ayıracakları ücretsiz program saatleri gayet boldur. Basılı ve görsel medyanın yardımı olmaksızın uyuşturucu kültürünün 1960-1970 döneminde yaptığı sıçrama mümkün değildir. Ginsberg müzik ve sanatta “yeni fikirler” ve “yeni kültürler” isimleri altında pek çok ulusal televizyon kanalında LSD ve marihuana reklamı yapmıştır. Amerika’nın en ünlü gazete ve dergilerinde Ginsenberg hayranları bu adamın ne kadar renkli bir kişilik olduğunu övüp durmuşlardır. Gazete, radyo ve televizyon tarihinde bu denli geniş bir reklam kampanyası hiç olmadığı gibi bu kampanyanın Kova Burcu Komplosu, NATO ve Roma Kulübüne hiçbir maliyeti olmamıştır. Tüm bu kampanya sanat ve kültür isimleri arkasına saklı LSD promosyonudur.

Ginsberg’in yakın arkadaşlarından Kenny Love, New York Times Gazetesine beş sayfalık bir makale yazmıştır. Bu makale “Eğer bir toplum bir konuyu kabul etme konusunda henüz tam olarak beyin yıkama yöntemi sonuçlarını vermiyorsa, bu konu hakkında birisinin her yönü kapsayan bir makale yazmasını sağlayın.” şeklindeki Tavistock ve Stanford prensiplerine uymaktadır. Diğer bir yöntem ise televizyon programlarında “tartışma” programı adı altında yandaş uzmanların bir araya getirilerek telkin yönteminin işletilmesidir. Bu programlarda lehte ve aleyhte görüşler sunulurlar. Program bittiğinde konu halkın beynine işlenmiş olur 1970’lerde yeni olan bu yöntem artık tartışma programlarının rutini haline gelmiştir. Ginsberg New York Times gazetesinde beş sayfalık bir reklam vermeye kalksa o günlerde bunun maliyeti sayfa başına en az 50.000 dolar olurdu. Ama Ginsberg’in üzüleceği bir şey yoktu çünkü sevgili arkadaşı Kenny Love bu işi bedavaya bitirmişti. 300’ler Komitesi kontrolünde olan New York Times ve Washington Post gibi gazetelerde yozlaşmış yaşam tarzları, uyuşturucu, hedonizm ve Amerikan halkının kafasını karıştıracak her türlü yayına bedava verilecek sayfalar mevcuttur. Ginsberg’in LSD promosyonu sonrası 300’ler Komitesi kendi fikir ve görüşlerinin promosyonlarının yapılması amacıyla Amerika’daki büyük gazeteleri kullanmayı adet haline getirmiştir.

Daha kötüsü United Press’in (UPI) Kenny Love’un Ginsenberg ve LSD lehinde yaptığı reklamları haber olarak ülkedeki tüm gazete ve dergilere duyurmasıdır. Bundan dolayı “Harpers”, “Bazaar” ve “TIME” gibi güvenilir yayınlar bile Ginsenberg’i saygın gösterecek haberler yayımlamışlardır. Böyle bir reklam kampanyasının 1970 fiyatlarıyla Ginsenberg ve arkadaşlarına maliyeti en az 1 milyon dolardır. Bu gün bu fiyat en az 15-16 milyon dolar civarında olacaktır.

Zamanında Federal Rezerv Bank Yönetim Kurulu ve bu kurum hakkındaki raporu yani dünyadaki büyük vurgunu Los Angeles bölgesindeki tüm gazeteler, radyo ve televizyon istasyonları ile dergilere yansıtacak bir haber ajansı aradım. Temas ettiğim ajanslardan bir kaçı “Bize bir hafta verin, size geri döneceğiz.” dediler. Ancak hiçbir ajans geri dönmediği gibi ilgili rapor da gazete, dergi, radyo ve televizyonda haber olamadı. Sanki tüm araştırmalarımı örten bir battaniye vardı. Ulusal medya ve gece gündüz atılan manşetler olmasa Beatles Kültürü veya Uyuşturucu Kültü hiçbir şekilde yaygınlaşamazlardı. Giyim tarzları, aptalca davranışları ve uyuşturucuları çağrıştıran şarkı sözleriyle Beatles grubunun medya desteksiz bir halt olamayacağı kesindir. Ancak medya kaynaklarının Beatles grubunun reklamı adına sonuna kadar kullanılmaları yüzünden Amerika Birleşik Devletleri uzun süre büyük sosyal şoklar yaşamıştır. Think tank ve araştırma kurumlarında gizlenen sosyal bilimciler ve toplum mühendisleri bu projede medyanın rolünü iyi oynamasını sağlamışlardır. Ayrıca medyanın yaşanan sosyal ve kültürel şokun arkasındaki gerçeği sansürlemesi kriz nedenini saklamaya yaramıştır. Dolayısı ile toplumumuz psikolojik savaş ile delirtilmiştir. “Delirtilmek” Tavistok uygulama kitabından alınmış bir terimdir.1921 yılında kurulan Tavistock 1966 yılında Amerika’da geri dönülmesi imkânsız bir devrim başlatmış olup 58 yıldır bu sosyal devrimin etkileri toplumumuzda hissedilmektedir. Müzikteki devrimin parçası olduğu Kova Burcu Komplosunda Tavistock ve Stanford büyük başarı elde etmişlerdir.

Bu komplonun bir parçası olarak uyuşturucuların legalize edilmeleri de Amerika’da “içki yasağı” projesi sonrası olduğu gibi gerçekleşecektir çünkü bu işte korkunç kazançlar yatmaktadır. Tavistock’un Sussex Üniversitesindeki Bilim Siyaseti Araştırma Biriminde uyuşturucu kullanımının artışı ve sonuçları uzun süredir analiz edilmektedir. Bu birim “Gelecek Şok” merkezi olarak tanınır ve görevi “Gelecek Şoku” ile halkı manipüle etmektir. Bu birim Tavistock tarafından Rand ve Stanford Araştırma merkezleri bünyesinde oluşturduğu pek çok kuruluştan biridir. “Gelecekteki Şoklar” Tavistock tarafından insan beyninin absorbe edemeyeceği miktarda ve hızda ortaya çıkacak olan olaylar olarak tanımlanmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi bilim adamları insan beyninin değişim karşısında limiti olduğunu bilmektedirler. Sürekli değişimin yaşandığı hedefteki halk bir noktadan sonra seçim yapma kapasitesini kaybedecektir. Bundan sonra topluma apati hâkim olmakta hatta bazen anlamsız saldırganlıklar görülmektedir.

1990 yılından itibaren bu şekilde işlenen pek çok anlamsız suça tanıklık etmekteyiz. Topluluklar üzerine ateş açılması, seri cinayetler, çocuk istismarı ve kaçırılmaları bu yıldan itibaren büyük artış göstermektedirler. Şüphe yok ki tüm bunlar “Gelecek Şoku” projesinin parçalarıdırlar. Şoklarla koşullanan bir grubun kontrol edilmesi, hiçbir emre isyan etmemesi çok kolaydır. Bilim Siyaseti Araştırma Birimi “Gelecek Şoku”nu insan beyninin karar verme kapasitesi üzerindeki aşırı yük sonrası ortaya çıkan fizyolojik ve psikolojik stres olarak tanımlamaktadır. Bu tanım da olduğu gibi Tavistock bilim adamlarının yazılarından alınmıştır.

Aşırı yük karşısında elektrik sigortasının atmasına benzer şekilde insanlarda da benzer tepkilerin olduğu bugün tıp bilimi tarafından anlaşılmaya başlanmıştır. Gerçi bu çalışmaların başlangıcı John Rawlings Reese’in 1920’lerde başlattığı deneylere dayanmaktadır. Anlaşılacağı gibi hedefte bulunan halkın sigortaları attırılarak bu baskıdan kaçışı uyuşturucularda araması amaçlanmıştır. Bu mekanizma sayesinde Amerika’da uyuşturucu kullanımı inanılmaz ölçülerde arttırılmıştır. Beatles ve ücretsiz LSD dağıtımı ile başlayan furya bugün Amerika’da zevk için madde kullanımı çılgınlığına dönüşmüştür. Amerika’daki uyuşturucu trafiği Çin’e yapılan afyon ticaretiyle başlamıştır. Bu ticaret önce East India Co. sonra da British East India Co. isimli iki 300’ler Komitesi firma tarafından yapılmaktaydı.

Çin’deki afyon kullanımı halka zevk için afyon içme tekniklerini öğreten misyonerlerce başlatılmıştır. Tam Adam Smith tarzında önce ekonomik talep yaratılmış sonra da sermayedarlarına büyük servetler kazandıran East India Co. tarafından bu talep karşılanmıştır. İşin enteresan tarafı ekonomist Adam Smith’in East India Co. çalışanı olmasıdır. Bir köy vaizinin oğlu olan Smith’in ekonomi teorileri İngiliz resmi politikaları haline gelmiştir.

Komite benzer şekilde Amerikan gençliği ve Hollywood toplumuna zevk için uyuşturucu kullanımını Beatles grubunu kullanarak öğretmiştir. Bu grubu pazarlarken televizyon, radyo ve basılı medyada kullanacağı teknikleri Ed Sullivan Tavistock’tan kendine verilen strateji belgelerinden öğrenmiştir. “Beatles Çılgınlığı” ile ulusal yaşamımız, ahlaki davranışlarımız, kıyafetlerimiz, müzik zevkimiz, aile disiplinimiz ve sosyal geleneklerimiz sonsuza kadar değişmiştir. Şimdi artık Amerikan halkına Prudential Sigorta Bombardıman Girişimi metodolojisi içinde 1946’dan beri psikolojik savaş uygulandığını bilmekteyiz. Beatles şarkı sözleri ve bestelerinin Theodor Adorno tarafından yazıldığı, grup üyelerinin nota okumayı bilmedikleri de artık bildiklerimiz arasındadırlar. Beatles grubunun temel fonksiyonu “yeniyetmeler” tarafından “keşfedilmeleri” ve gençlerin Beatles müziği ile bombardıman edilerek bu müziği ve barındırdığı sapkınlıkları sevdiklerine inandırılmalarıdır. Sınırlı kapasitede gitar çalabilen Liverpoollu grup “arkadaşlarının biraz yardımıyla” Tavistock Enstitüsü’nün istediği Amerikan gençliğini şekillendirmiştir.

Tavistock uyuşturucu dağıtıcılarında da “yeni nesli” başlatmıştır. Çünkü Çin’de uygulanan misyoner modeli “1960 Amerikası”na uymamaktadır. “yeni Nesil” bir Tavistock jargonudur. “Yeni nesil” ile Beatles grubunun yarattığı yeni sosyal trend, uyuşturucuların popüler hale getirilmeleri, saç ve giyim tarzlarının zevksiz şekilde “eski nesilden” farklılaştırılmaları kast edilmektedir. O zamandan beri uyuşturuculara olan talepte medyanın rolü çok büyüktür. Sokak çetelerinin medya tarafından “demode” hale getirilmeleri sonucu bu sosyal fenomen önemini yitirdi ve yeni nesil narkotikler ortaya çıktılar. Medya yeni amaçların ortaya sürülmelerinde her zaman katalizatör rolü oynamış olup bugün odak noktası Tavistock tarafından kararlaştırıldığı üzere narkotik kullanımı ve destekçilerinin arttırılmalarıdır. Madde kullanımı Amerikan günlük yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Tavistock tasarımı bu program milyonlarca gencimizi zehirlerken yaşlı nesil Amerika’nın doğal bir sosyal değişimden geçtiğine inandırılmaktadır. Halbuki olan doğal bir gelişim değil Amerika’nın sosyal ve siyasi yaşamını yeniden tasarlamayı amaçlayan bir projedir.

British East India Co.’nun torunları uyuşturucu programlarının başarısından herhalde memnundurlar. İsviçreli ünlü ilaç firması Aldous Huxley’in üretimi ve Warburg bankacılık hanedanının finansmanı sayesinde LSD kullanımı çok hızlı ve kolay şekilde yaygınlaşmıştır. 1985 yılı sonunda Beatles grubunun amacı artık iyice ortaya çıkmıştır. Bir Adorno müzik tasarımı olan “rock” ile sosyal uyuşturucu kullanımı özellikle de marihuana artmıştır. Tüm uyuşturucu ticareti Bilim Siyaseti Araştırmaları Birimince kontrol edilmektedir. Bu kurum Leiland Bradford, Kenneth Damm ve Ronald Lippert tarafından yönetilmekte olup alt kadrolardaki sosyal bilim uzmanları yeni “Gelecek Şoku” uygulamaları üzerine çalışmaktadırlar. Bu şoklardan biri de ergenlerde görülen uyuşturucu kullanım oranlarının artışıdır. Bu birimin yazdığı raporlar pek çok devlet kurumunca kullanılmakta ve skandal olarak görülen “uyuşturucu ile mücadele” (Reagan ve Bush yönetimlerince başlatılmıştır.) planları bu raporlara göre hazırlanmaktadır.

BÖLÜM 23

Amerikan Yönetimi Komiteye Göre Nasıl Olmalıdır?

Reagan ve Bush yönetimleri Amerika Birleşik Devletleri’nin önümüzdeki yirmi beş yıl içinde nasıl yönetileceğine öncülük etmişlerdir. Tavistock planlarıyla hareket eden gizli hükümetin kararlarını bu başkanlar kendi düşünceleri olarak kabul etmişlerdir.

Bu bilinmez kişilerin aldıkları kararlar kurucu ideolojiyi yıkarak Amerikan yaşamını sonsuza kadar değiştirmektedirler. Burada amaç eyaletlerin haklarını 1895 tarihli Fabian Örgütü manifestosu uyarınca ellerinden alarak eyaletleri merkezi hükümetin merhametine muhtaç hale getirmektir. Bu şekilde toplum bir diktatörlükçe yönetilen feodal yapıya geçmektedir. “Krize Uyum” teknikleri sayesinde artık bugünkü durumumuzu 1950’li yılların Amerikası ile karşılaştıramaz hale geldik.

Bugünlerde konuştuğumuz “çevre” konsepti genelde ağaçlar, temiz hava ve suların korunması anlamına gelse de bir de anayasal ve hukuki çevre vardır. Toplumumuzdaki her tektonik hareket bir yalanla örtülmektedir. Pearl Harbor, Kennedy suikastı, “Watergate” skandalı gibi olaylar anayasamızın ihlali için neden sayılmışlar, Beatles fenomeni ise uyuşturucudan arınmış çevremizi yok etmiştir. Bugün yaşam tarzımız ve düşüncelerimiz kirletilmiştir. Ahlakımız kirletilmiştir. Kaderimizi belirleme kapasitemiz yok edilmiştir. Düşünce tarzımızı kirleten saldırılar sayesinde artık ne düşüneceğimizi bilmez hale gelmişizdir.

“Çevresel Değişim” ulusumuzu yok etmektedir. Haklarımız elimizden alındıkça içine düştüğümüz endişe, korku ve karmaşa sayesinde artık yaşamlarımızı kontrol edemez hale gelmiş durumdayız. Artık bireysel çözümler yerine toplumsal çözüm peşinde koşmaktayız. Amerikalılar kurucularımız ve anayasamızı yapan atalarımızın bireyselci yaklaşımını terk etmiş durumdadırlar. Artık problemlerimizi çözmek için kendi kaynaklarımızı kullanmamaktayız. Tabii bunda uyuşturucu kullanımı artışının payı çok büyüktür. Sosyal bilim uzmanları, toplum mühendisleri ve akıl okuma uzmanlarınca geliştirilen strateji kendimizi nasıl algıladığımız gibi çok hassas bir alana müdahale etmektedir. Bu strateji sonucu halk mezbahaya giden koyunlar gibi davranmaya başlamıştır. Yapmak zorunda olduğumuz seçimlerin fazlalığı karmaşası içinde apatik ve seçim yapamaz hale gelmişizdir.

Farkında bile olmadan korkunç kişilerce manipüle edilmekteyiz. Bu durum uyuşturucu ticaretinde çok açıktır ve bugün Bush yönetimi içinde artık anayasal devlet sisteminden vazgeçmek durumuna gelmişizdir. Tüm kanıtlara rağmen hâlâ bazı kişiler “Bunlar Amerika’da olamaz!” demekte ısrar etmektedirler. Ancak gerçek şudur: “Bunlar Amerika’da çoktan olmuştur.” Sevmediğimiz şeylere karşı direnme gücümüz kırılmıştır. Bazıları hâlâ zamanı gelince direneceğimizi söyleseler de direnme zamanı aslında çoktan gelmiştir.

Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Devleti amaçlarına hizmet eden Kova Burcu Komplosu ile birlikte karanlık dikta günleri başlamıştır. Uyuşturucu ticareti yaşantımızı değiştirmiştir. Uyuşturucu ile mücadele programı tam bir fiyasko olup bu mücadelenin British East India Co. mirasçılarına etkisi yoktur. Bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasıyla zoraki değişime direnme kabiliyetimiz ortadan kaldırılmıştır. Artık insanların özel kimlik bilgileriyle kontrol edilmesi fazına gelmiş durumdayız. Biz halk olarak devletin hakkımızda neler bilip, dosyaladığının farkında değiliz. Hükümet veri tabanı halka veya Kongreye açık değildir. Hâlâ kişisel özel bilgilerin kutsal olduklarından emin misiniz?

Unutmayalım ki her toplumda emniyet güçlerine sözü geçen zengin ve güçlü aileler vardır. Bunların varlıklarını daha önce yazmıştım. Bu ailelerin hakkımızda istedikleri her bilgiyi emniyet güçlerinden alamayacaklarını mı sanıyorsunuz? Bu ailelerin pek çoğu 300’ler Komitesi üyesi veya Prescott Bush veya Henry Kissenger gibi Komite yöneticisi bireylere sahiptirler. Bugün toplumu çürüten uyuşturucuların Avrupa rotası Monako Prensliği’nden başlamaktadır. Eroin veya afyon Korsika ve Monte Carlo arası sefer yapan feribotlarca taşınmaktadır. Bu tekneler hiçbir şekilde aranmadıkları gibi Fransa ile Monako arasında sınır da bulunmamaktadır. İşlenmiş olan eroin buradan dağıtıcılara iletilirken, işlenmemiş afyon Fransa’daki laboratuvarlara aktarılmaktadır.

Grimaldi ailesi yüzyıllardır uyuşturucu işindedir. Monako Prensi Rainier kendisine yapılan uyarıya rağmen açgözlü davranarak gelirin büyük kısmına el koyması sonucu eşi Prenses Grace bir trafik kazasında öldürülmüştür. Rainier üyesi olduğu 300’ler Komitesi’ni hafife almıştır. Grace Kelly’nin kullandığı Rover marka aracın hidrolik fren sistemi her frene basıldığında bir kısım hidrolik yağını dışarı atacak şekilde tahrip edilmiştir. Bu tahribat öyle ince bir ayarla yapılmıştır ki araç en tehlikeli viraja girdiğinde tükenen hidrolik yağı nedeniyle frenler tamamen boşalmış, Prenses Kelly çarptığı duvar üstünden 65 metre yüksekliğindeki uçuruma düşerek ölmüştür. Bu cinayeti gizlemek için 300’ler Komitesi adamları her şeyi yapmışlardır. Halen kazalı araç Fransız polisinin elinde olup Monte Carlo Polis Merkezinin bahçesindeki bir treylerin üstünde örtülü olarak durmaktadır. Bu polis merkezine girmek yasak olup aracı incelemek imkânsızdır. Prenses Grace’in ölüm emrini içeren telefon görüşmesi Kıbrıs’ta bulunan İngiliz Kara Kuvvetleri GCHQ dinleme istasyonuna takılmıştır. Emrin Henry Kissenger’in de aralarında bulunduğu 300’ler Komitesi yan kuruluşu Monte Carlo P2 Mason Locası tarafından verildiği tahmin edilmektedir. Yine de bu konu hakkında kesin kanıt yoktur.

Komite tarafınca kontrol edilen uyuşturucu ticareti insanlık suçu olsa da yıllar içinde Tavistock bombardımanı altında kalan sıradan insanlar bu ticaretin “önlenmesi imkânsız” bir iş olduğuna inandırılmışlardır. Durum aslında öyle değildir. Eğer Amerika Birleşik Devletleri iki kere Avrupa’daki dünya savaşlarına yüz binlerce asker gönderip Almanya gibi bir gücü yenebiliyorsa, herhangi bir güçlü ülke uyuşturucu ticaretinin kökünü kazıyabilir.

Bugünkü silah teknolojisi ve izleme sistemleri kapsamında uyuşturucu ticareti yapan organizasyonlar kolaylıkla yok edilebilirler. Uyuşturucu trafiğinin önlenememesinin nedeni bu para makinesinin gelirlerinin dünyadaki tüm güçlü ailelerce koordinasyon içinde paylaşılmasıdır.

1930 yılında İngiltere’nin Güney Amerika ülkelerine yaptığı sermaye yatırımları tüm kolonilerine yaptığı yatırımlardan fazladır. İngiliz dış yatırımları konusunda uzman olan Lord Graham Güney Amerika ülkelerindeki İngiliz sermaye yatırımlarının “Bir trilyon sterlinden fazladır.” demektedir. 1930 yılındaki bir trilyon sterlin korkunç bir miktardır. Güney Amerika ülkelerine yapılan bu büyük yatırımların nedeni nedir? Bu sorunun yanıtı tek kelimeyle “uyuşturucudur”.

BÖLÜM 24

Uyuşturucu Ticareti

İngiliz bankalarını yöneten plütokrasi East India Co. zamanında şimdi olduğu gibi yaptıkları işleri örtmeyi bilir hatta uyuşturucu baronlarından kabul ettikleri paraları saygınlık maskesiyle örter. Bu adamları iş üstünde kimse yakalayamamıştır. Bu kişilerin yanında işler kötü gittiğinde suçu üstüne alacak adamları vardır. Bu bankacıların eskiden de şimdiki gibi uyuşturucu ticaretiyle bağlantıları kuvvetliydi. Üyeleri 300’ler Komitesi’nden olan veya onlar için çalışan bu saygın Venedik, Cenova, Londra ve New York bankacılık aileleri kimse şimdiye kadar suçlayamamıştır.

British East India Co. zamanında içlerinde Sir Charles Barry ve Chamberlain aileleri üyelerinden oluşan sadece on beş Parlamento üyesi tüm imparatorluğun mali kontrolörlüğünü üstlenmiştir. Bu finans patronları para aklama işinde kullandıkları Arjantin, Jamaika ve Trinidad gibi yerlerle fazlasıyla ilgilidirler.

Bu ülkelerde İngiliz plutokratlar yerli halkı nerdeyse kölelik seviyesinde tutarken Karayip bölgesinden elde edilen uyuşturucu geliri korkunçtur. Kısa süre önceye kadar çok iyi saklanan British East India Co. ve Çin afyon ticaretinin gerçek yüzü bilinmemekteydi. Seminerlerime katılan bazı kişiler Çinlilerin neden bu kadar afyon düşünü olduklarını merak ederler. Çin’de afyon bağımlılığı sürecinde geçen olaylar hakkında pek çok insanın hâlâ kafaları karışıktır.

Pek çok kişi Çinli işçilerin afyonu sokaktan satın aldığını veya afyonkeşlerin takıldıkları yerlerde içtiklerini düşünür.

Gerçekte Çin’e yapılan Hint afyonu ticaretinde East India Co. tekeldir ve bu resmi İngiliz devleti politikasıdır. Çin’e yapılan Hint-İngiliz afyon ticareti dünyada çok iyi saklanan sırlardan biri olup Rudyag Kipling’in romanlarında aktarıldığı gibi imparatorluk için Hindistan’da gösterilen kahramanlıklar veya Çin çayını Viktoryan İngiltere’ye ulaştırmaya çalışan denizcilerin hikâyeleri gibi yalanlarla örtülmüştür. Gerçekte Hindistan’ın İngilizlerce işgal tarihi aslında afyon tarihidir. İngiltere’nin Çin’e karşı verdiği “Afyon Savaşları” Batı medeniyetinin yüz karasıdır.

İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ın yıllık gelirinin yaklaşık %13’ü Çin’deki afyon dağıtıcılarına satılan yüksek kaliteli Bengal afyonundan kazanılmıştır. Bu günkü Beatles grubu benzeri olan Çin misyonunda çalışan misyonerler zavallı Çinli işçi nüfusu içinde afyon kullanımını yaygınlaştıran dağıtım şebekesini oluşturmuşlardır. Çinli bağımlılar Amerika’daki genç uyuşturucu müptelaları gibi kendi başlarına ortaya çıkmamışlardır. Gerek Çin gerekse Amerika uyuşturucu pazarları oluşturulmuş marketlerdir. Çin’de önce afyon talebi ve pazarı yaratılmış sonra da Hindistan’dan gelen afyonla bu talep karşılanmıştır. Amerikan eroin, marihuana ve LSD pazarlarındaki talep de aynı şekilde yaratılarak bu talep İngiliz plutokratlar, onların Amerikalı kuzenleri ve tabii ki İngiliz bankacıların yardımıyla karşılanmıştır. Kârlı uyuşturucu işi aslında insanlık için en utanç verici işlerden biridir. Diğeri ise Amerika’da Rockefeller, İsviçre, Fransa ve İngiltere’de ise pek çok farmasötik firmasınca üretilip Amerikan Tığ Derneğince yasal kabul edilen ilaçların ticaretidir.

Kirli uyuşturucu ticareti ve bundan gelen kazanç Londra, Hong Kong, Dubai, Lübnan, Karayip Adaları ve Panama işgali sonrası orada açılan bankalarca temizlenip aklanmaktadır. Bu iddiama karşı çıkacak pek çok kişi:

“Financial Times’daki sayfalara bak! Bu sayfalardaki tüm işlerin uyuşturucu ticareti ile ilgili olduğunu nasıl söyleyebilirsin?” diye sorabilir. Tabii ki bu işler uyuşturucu ticaretiyle ilgilidirler ancak İngiliz lord ve leydilerinin bunu gazete sayfalarında kabul etmelerini beklemek çok yanlıştır.

Eğer British East India Co.’yu hatırlarsanız bu firmanın resmi işi çay ticareti olarak gözükmektedir. Ancak Lord Palmerston bu firma için İngiliz devletince desteklenen afyon ticareti politikası belirlemiştir. London Times İngiliz halkına böyle bir zenginliğin çay ticaretinden kazanılamayacağını söyleme cesareti olmamıştır. Bu gazete ayrıca afyon ticaretinden kazanılan milyonların Londra’nın şık kulüplerine giden veya Royal Windsor Club’ta polo oynayan adamlarca istiflendiğini de yazmamıştır. İmparatorluğa hizmet için Hindistan’a giden centilmen subayların maaşlarının da aslında milyonlarca zavallı afyon bağımlısı Çinli işçi tarafından ödendiği de hiçbir yerde yazılmamıştır.

Afyon ticareti tekeli olarak çalışan ünlü British East India Co.’nun Amerika’daki siyasi, dini ve ekonomik olaylara müdahil olması Amerika Birleşik Devletleri’ne en az 200 yıla mal olmuştur. Tabii ki 300’ler Komitesi üyeleri dokunulmazdırlar. Onlar öyle güçlüdürler ki bir keresinde Lord Bertrand Russell’ın söylediği gibi “Onlar cennette Tanrı’nın problemi varsa ona bile tavsiye verecek kadar güçlüdürler.” Yıllar içinde bu düşüncenin değiştiğini sanmayınız. Onlar hâlâ Olimpos Kurulu yani 300’ler Komitesi’nin en önde gelenleridirler. Daha sonraları İngiliz Kraliyet Ailesi East India Co.’ya savaş açma ve dış politika yetkisi vererek Komiteye katılmıştır. Daha sonra British East India Co. olacak East India Co. bu verilen imtiyazı Bengal ve diğer bölgelerde yetiştirilen afyonun ticaretinde kullanmıştır. Kraliyet Ailesi ise Hindistan’dan Çin’e gönderilen afyon üzerinden gümrük vergisi alarak servetini arttırmıştır.

Tabii ki The Times gazetesinin ekonomi sayfalarında bu bilgiler yoktur.

Afyon ticaretinin yasak olduğu 1896 yılına kadar bu ticareti durduracak hiçbir girişim olmadığı gibi bu işi yapanlar Hindistan’dan Çin’e ve oradan İngiltere’ye çay ticareti yapan tüccarlar olarak isimlendirilmişlerdir. İyice pervasızlaşan British East India Company lordları İç Savaş sırasında Güney ve Kuzey ordularında savaşan askerlere bu zehri ağrı kesici olarak satmaya bile kalkmışlardır. Bu proje başarılı olsaydı olabilecekleri düşünmek bile istemezdim. Yüz binlerce asker, bu proje tutsaydı savaş sonrası evlerine afyon bağımlıları olarak dönecek ve ahlaksızlara çok büyük bir pazar açılacaktı. Gerçi yıllar sonra Beatles grubu on binlerce genci madde bağımlısı yaparak çok daha iyi iş başarmıştır.

Bengalli tüccarlar, onların İngiliz kontrolörleri ve bankacılar Çin afyon ticaretinden gelen inanılmaz gelirler sayesinde iyice semirmiş ve azmışlardır. British East India Co. afyon ticareti gelirleri o tarihte bugünkü General Motors, Ford ve Chrysler firmalarının toplam gelirlerinin üstündedir. Madde satışlarından edinilen büyük kâr marjı 1960’lı yıllarda Sandoz ve Valium isimli ilacın üreticisi Hoffman La Roche gibi firmalarca “yasal” ilaç ticaretinden kazanılmaya başlanmıştır. O günlerde Valium isimli ilacın hammadde ve üretim giderleri Hoffman La Roche’a 3 dolar/kg’dir. Bu ilaç dağıtım firmalarına kilosu 20.000 dolardan satılmakta ve tüketiciye ulaştığında ilacın fiyatı 50.000 dolar/kg’ye ulaşmaktadır. Valium Avrupa ve Amerika’da değişik isimler altında çok büyük miktarlarda tüketilen bir ilaçtır. Tahminen Valium kendi sınıfı içinde dünyada en fazla kullanılan ilaçtır. Hoffman La Roche aynı şeyi kendisine kilosu 1 cent’e mal olan C Vitamini ilaçlarını % 10.000 kâr marjı ile satarak başka ürünlerde de sürdürmektedir.

Stanley Adams isimli arkadaşım AB Kanunlarına aykırı şekilde tekel haline gelen bu firma hakkında bilgileri kamuoyuna duyurmaya başladığında ortalık karıştı. Adams ailesi ile birlikte gittiği seyahatten dönerken İsviçre-İtalya sınırında İsviçre polisince tutuklanarak hapse atıldı, polisin ağır baskısına dayanamayan eşi intihar etti. İngiliz vatandaşı olan Adams İngiltere’nin Bern Büyükelçiliğince kurtarıldı ve derhal İngiltere’ye gönderildi Stanley Adams Hoffman La Rouche sırlarını açıkladığı için eşini, işini ve emekliliğini kaybetti.

İsviçre Endüstriyel casusluk kanunlarını ciddiye alan bir ülkedir. Bir daha İsviçre Alpleri, çikolatası ve saatleri ile ilgili reklamları gördüğünüzde bunu hatırlayın. İsviçre barışçıl çikolata ve saat üreticisi bir ülke değildir. O, off-shore şubeleri kanalıyla gelen milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasını dev bankalarıyla aklayan bir ülkedir. Bu ülke Komitenin “yasal” ilaç üreticilerine ev sahipliği yapılan yerdir. İsviçre küresel felaketlerde 300’ler Komitesi’nin para ve üyelerine koruyuculuk yapan bir ülkedir. Birinin bu iğrenç faaliyetler hakkında halkı bilgilendirmesi İsviçre kanunlarınca “Endüstriyel Casusluk” kabul edildiğinden kendisine beş yıl hapis cezası verilmektedir. Dolayısı ile İsviçre bankalarının kirli çamaşırlarını ortaya dökmek yerine bu ülkeyi temiz ve güvenli bir yer olarak kabul etmek daha iyidir.

1931 yılında “Büyük Beşler” diye bilinen İngiliz firmaları uyuşturucu parasını aklamadan gösterdikleri başarıdan dolayı kraliyet tarafından “yüksek hizmet” unvanı kazanmışlardır. Böyle unvanların verilmesine kim karar vermektedir? Bu unvanlara adayları İngiltere Başbakanı belirler ve Kraliyet Ailesi onaylar. Pek çok İngiliz bankası uyuşturucu parası aklama operasyonlarına katılmıştır. Bunlardan belli başlıları aşağıda verilmektedir:

- The British Bank of the Middle East

-     Midland Bank National and Westminster Bank

-     Barclays Bank

-     Royal Bank of Canada

-     Hong Kong and Shanghai Bank

-     Baring Brothers Bank

-     Schroeder Bank

-     Lloyds Bank

Bunların dışında Sir Jocelyn Hambro tarafından yönetilen Hambro Bank gibi pek çok dış ticaret bankası da uyuşturucu gelirleriyle zengin olmuşlardır. Çin afyon ticaretini gerçekten öğrenmek isteyenlerin India House arşivlerine ulaşabilmeleri gerekir. Ben gerek istihbarat bağlantılarım gerekse rahmetli Prof. Frederick Wells Williamson’ın yasal mirasçıları tarafından desteklenerek 18. ve 19. yüzyıllarda British East India Company tarafından yönetilen Çin afyon ticareti hakkında detaylı belgelere ulaştım. Bu ulaştığım belgelerden sadece bir tanesi halka açıklansa Avrupa kraliyet ailelerinin tüm yüzleri ortaya çıkacaktır.

Bugünlerde Kuzey Amerika uyuşturucu ticareti göreceli olarak daha ucuz olan kokain üzerinde yoğunlaşmaktadır. 1960’lı yıllarda eroin Hong Kong, Lübnan Afganistan, Pakistan ve Dubai üzerinden yapılan kaçakçılıkla Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerini tehdit eder düzeye gelmiştir. Bu yıllarda talebin arzın çok üstünde oluşu kokaine geçişi hızlandırmıştır. 1991 yılı sonunda kokain gelir düzeyi düşük kesimlerde hâlâ popüler olmakla beraber eroin yeniden moda haline gelmiştir. Anlatıldığı kadarıyla eroin kokainden çok daha fazla tatmin kapasitesine sahip bir maddedir ve eroin üreticileri Kolombiyalı kokain üreticilerinden daha az uluslararası tepki almaktadırlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin silahlı kuvvetlerince kontrol edilen “Altın Üçgen”deki afyon üretimini durdurmasını beklemek hayalciliktir. Bu ticareti durdurmaya kalkmak Çin ile savaşa girmek anlamına gelir. Afyon üretici ülkelerden bir diğer önemli olanı Afganistan’dır. Taliban güçlerinin afyon üretimini kısması üzerine bu grubu Afganistan’a yerleştiren CIA onları neredeyse yok etmiştir. Taliban sonrası afyon üretimi Uyuşturucu ile Mücadele Ajansı (DEA)’ya göre on kat artmıştır.

İngilizler bu işin uzmanları olarak Çin ile hiçbir sürtüşmeye girmezler. Zaman zaman çıkan problemler ise kimin daha fazla pay alacağı konusunda ortaya çıkmaktadır. İngiltere, Çin afyon ticaretine 200 yıldır bulaşmış bir ülkedir. Kimse İngiliz oligarşisine akan milyarlarca afyon dolarını ve Hong Kong’a akan altın miktarını kaybetmek istememektedir. Hong Kong’a gelen altın miktarı New York ve Paris borsalarındaki altın ticareti toplamından fazladır. Altın Üçgen’in dağlarındaki birkaç Burmalı ve Çinli uyuşturucu baronunu yok ederek narkotik kaçakçılığını önleyeceğini sanan kişiler aslında neyle karşı karşıya olduklarını bilmemektedirler. Bu tip çabalar aslında Çin afyon ticareti konusundaki cehaleti göstermekten başka bir şeyi göstermezler.

İngiliz plütogratlar, CIA, ve Amerikan bankerleri aslında Çin ile ortaklık içindedirler. Her hangi bir lider bu ticarete en ufak bir zarar verebilir mi? Buna inanmak bile saçmalıktır. Eroin nedir ve neden kokainden daha popülerdir? Konu üzerine uzman Prof. Vasili Galen eroinin bir afyon türevi olduğunu, bu maddenin insan duyularını uyuşturarak uzun süreli uyku haline soktuğunu belirtmektedir. Afyon tarihte bağımlılık yaratan ilk maddedir. Pek çok günümüzün ilacı belli oranlarda afyon içermektedir hatta bağımlılık yaratmayı kolaylaştırmak için sigara kâğıtlarının bile üreticiler tarafından afyon içerecek şekilde üretildikleri iddia edilmektedir.

Afyon tohumları Hindistan Moğol-Türk Hanedanlığı’nca bilinmekteydi. Hanedan zor rakiplerini ikna etmek için görüşmelerde onlara afyon tohumu karıştırılmış çay ikram etmekteydi. Afyon ayrıca kloroform öncesi anestezi ve ağrı kontrolü için ilaç olarak da kullanılmaktaydı. Afyon Vitoryan Londra’daki kulüplerde popüler bir maddeydi. Örneğin ünlü Aldous ve Julian Huxley kardeşlerin sıkı afyon içicilikleri bilinmekteydi. Bu kardeşlerin Oxford’taki hocaları MI6 ajanı H. G. Wells’tir. Willis Harmon “MK Ultra” deneyi için H. G. Wells’in çalışmalarından yararlanmıştır. Önceleri meskalin kullanan Aldous Huxley daha sonra yani Boston’daki Massachusetts Institute of Technology (MIT)’ye 300’ler Komitesi’nce ziyaretçi profesör olarak atandıktan sonra öğrencileri arasında yaymaya başlayacağı LSD’ye geçmiştir. Huxley burada âdeta İsis Kültüne benzer bir çember yaratmıştır. Müritleri arasında Gregory Bateson (OSS üyesi antropolog ve Margaret Meade’nin kocası), Alan Watts, Richard Alpert, Timothy Leary. Dionysos Kültü üyeleri İsis-Orsirus-Horus kült üyeleri vardır. 1903 yılında St Ermins Hotel’de bir araya gelen bu adamlar gelecekte nasıl bir dünyaya sahip olacağımıza karar vermişlerdir.

St Ermin Hotel toplantısında bulunanların mirasçıları şimdi 300’ler Komitesi’ndedirler. Dünya liderleri diye bilinen bu adamlar yaşamımızdaki değişiklikleri gerçekleştirmek için savaşmışlar ve bu değişiklikler sayesinde uyuşturucu kullanımını sıradan emniyet güçleri taktik ve stratejileriyle durdurulamaz hale getirmişlerdir. Özellikle büyük şehirlerde uyuşturucu kullanımı kolaylıkla saklanabildiğinden yaygınlaşması çok kolay olmuştur. Pek çok kraliyet ailesi üyesi de afyon bağımlısıdır.

Bu adamların favorilerinden biri 1932 yılında Teknoloji ile Devrim isimli eserinde ortaçağa dönüş planlarını açıklayan yazar Richard Coudenhove- Kalergi’dir. Bu kitap Komite için bir yol haritası olmuştur. Bu kitapta nüfus artışından doğan büyük problemlerden söz edilmektedir. Kalergi buna karşılık olarak “açık havaya” dönülmesi taraftarıdır. Aşağıda Kelgri’nin kitabından bir bölüm yer almaktadır:

“Geleceğin şehirleri ortaçağ şehirlerine benzeyeceklerdir. (...) şehirde yaşamaya mahkûm olmayan kişi kırsalda yaşayacaktır. Medeniyetimiz büyük kent medeniyeti olduğundan hastalıklı ve dejenere insanlar kent denilen bataklığa mahkûm edileceklerdir. ”

Bu sözler “Angor Wat”in Phnom Penh’i nüfusundan arındırırken açıkladığı nedenlere benzemektedirler. Kamboçya dünyayı olabildiğince ilkel şartlardaki feodal düzene döndürme deneylerinden ilkidir. British East India Co.’nun sözde çay tüccarlarınca afyon İngiltere’ye ilk kez 1683 yılında gelmiştir. Afyon İngiltere’ye hizmetkârlar ve alt sınıflar üzerinde denenmek üzere getirilmiş olup bu gruplarca beğenilmemiştir. Yani düşük sınıf halk Bengal afyonu kullanmayı reddetmiştir. Bu durumda İngiliz plütogratlar ve Londra yüksek sosyetesi bu ürüne direnç göstermeden kullanacak bir pazar arayışına girmişlerdir. Bu pazar Çin’de bulunmuştur. Araştırmalarımı yaptığım India House arşivlerinde “Diğer Eski Kayıtlar” bölümünde bulduğum belgelerde British East India Co.’nun Çin’de afyon kullanımını arttırmak için kurduğu Hıristiyan Misyonu sonrası satışların patladığını gördüm.

Bulgularım Sir George Birdwood’un India House arşivlerindeki belgeleri için aldığım izin esnasında teyit edildiler. Misyonerlerin Çin halkına bedava dağıtıp kullanmayı öğrettikleri deneme dönemi sonrası Çin’e büyük miktarda afyon gelmeye başladı. Milyonlarca zavallı Çinli günlük yaşamlarındaki acıları afyona sarılarak unutmaya çalışırken Çin’in her yerinde afyon evleri açılmaya başlandı. Yani İngiltere’de British East India Co.’nun yaratamadığı afyon pazarı Çin’de başarıya ulaşmıştır. Çin’deki Şangay ve Kanton gibi büyük şehirlerdeki afyon evleri yüz binlerce umutsuz Çinliye yaşamı afyon tüttürerek katlanma şansı tanımaktaydılar. Çin hükümeti duruma müdahale edene kadar ki 100 yıl boyunca British East India Co. hiçbir engel olmaksızın Çin afyon pazarını sömürdü. 1729 yılında Çin’de afyon kullanımını engelleyen yasalar ilk defa yürürlüğe girdiler.

British East India agronomistleri tamamen kontrollerinde olan Hindistan’ın Ganj yatağında bulunan Benares ve Bihar bölgelerindeki afyonun kalitesini yükselten yeni tohum türleri ürettiler. Bu şekilde üretilen Benares ve Bihar afyonun satış fiyatları yükseldi. Yapılan bu ticareti tasvip etmeyen Çin otoriteleri British East India Co. faaliyetlerine engel çıkartmaya başladılar. Bu kârlı pazarı kaybetmek istemeyen İngiliz Kraliyeti Çin ile savaşa girerek onları yendi. Benzer şekilde Amerikan devleti de bugünkü uyuşturucu baronlarıyla olan savaşını kaybetmektedir. Ancak arada büyük bir fark vardır: Çin devleti savaşı kazanmak için tüm gayretiyle uğraşırken Amerikan devletinin böyle bir niyeti yoktur. Nitekim Uyuşturucu ile Mücadele Ajansı (DEA)’da görülen yüksek orandaki işten ayrılmalar bunun göstergesidir.

Yakınlarda yüksek kaliteli Afgan afyonu Pakistan’ın küçük sahil kenti Maccra’dan Arap takacılar tarafından Dubai’ye altın karşılığı taşınmak suretiyle pazara sevkiyat yolu bulmuştur Eroin ticareti kokaine göre “üst kalite” olup Kolombiya’da her gün görülen cinayetler eroin işinde olmamaktadır.

Pakistan afyon üretimi devlet kontrolünde yapılmakla beraber Afgan, Altın Üçgen veya Altın Hilal (İran) afyonu kadar popüler değildir. Çok kazançlı afyon ticareti üst düzey İngiliz sosyal kesiminde “imparatorluğun ganimeti” olarak isimlendirilir.

Hayber Geçidi hakkında yazılan kahramanlık hikâyeleri aslında afyon ticareti ile bağlantılıdır. Hayber Geçidinde konuşlanmış İngiliz birlikleri aslında Afganistan’dan kabile kervanlarınca getirilen afyonu korumaktadırlar. İngiliz Kraliyet Ailesi’nin bundan haberi var mıdır? Tabii ki vardır. Yoksa Kraliyet Ailesi’nin afyon ticareti dışında hiçbir önemi olmayan bu topraklarda asker tutmasının nedeni ne olabilir? British East India Co. rekabetten hiç hoşlanmamaktadır. 1791 yılında görülen bir davada Warren Hastings bir arkadaşını afyon ticaretine sokmaktan yargılanmıştır. India House arşivlerinde bu dava hakkında bulduğum belgelerden bir alıntı aşağıda verilmektedir:

“Hastings Stephen Sullivan ’a, bu kişiyi haksız yollardan çabuk zengin etmek amacıyla dört yıllık afyon imtiyazı vermiştir. ”

British East India Co. ve İngiliz hükümeti tekelinde olan afyon ticaretinde çabuk zengin olan kişiler şimdilerde 300’ler Komitesi üyeliklerinde oturan asilzadeler, aristokratlar, plutokratlar ve İngiltere’nin oligarşik ailelerinin üyeleridirler. Milyarlarca sterlinlik afyon ticaretine dışarıdan Mr Sullivan gibi katılmak isteyenler kendilerini kısa sürede Kraliyet mahkemelerinde bulmuşlardır.

British East India Co. saygın üst düzey yöneticileri ve 300’ler Komitesi üyeleri Londra’daki ünlü centilmen kulüplerinin üyeleridir ve çoğu parlamento üyesidirler. Hindistan ve İngiltere’deki diğer üyeler ise üst düzey resmi görevlerde bulunmaktadırlar. Çin’e girebilmek için firma pasaportu taşıma şartı bulunmaktadır. Firmadan bazı kişiler İngiliz Kraliyet Ailesi’nin Çin’deki kirli işlerini araştırma yapmaya niyetlendiklerinde pasaportları iptal edilerek ülkeye girişleri yasaklanmıştır.

1729 yılında Çinliler afyon ithalini yasaklayan Yung Cheng yasasını çıkarırlar. Ancak British East India Co. 1753 yılına kadar Çin gümrük tarifelerinde afyonun ithal maddesi olarak kalmasını sağlar. Bu süreçte her afyon sandığı için üç Tael (o zamanki Çin para birimi) gümrük ödenmektedir. Daha o zamanlar İngiliz Gizli Servis üyeleri zorluk çıkaran Çinli yöneticileri rüşvetle ikna etmek veya rüşvet almayıp direnenleri öldürmek gibi yöntemler kullanmaktadır. 1729 yılından bugüne İngiliz monarşisi uyuşturucu ticaretinden büyük servet kazanmaktadır. Kraliyet bakanları ve üst düzey yöneticiler de hanedanın kasasına uyuşturucu ticareti kârlarının girmesi için ellerlinden geleni yapmışlardır. Bu adamlardan biri Kraliçe Viktorya’nın bakanlarından Lord Palmerston’dur. Palmerston İngiliz afyon ticaretini hiçbir şeyin durdurmaması gereğine inanmıştır. Lord Palmerstone’nun planına göre Çin hükümetindeki kişilere yeterli miktarda afyon verilerek bu kişiler açgözlü olmaya alıştırılacaklar ve sonra da İngiltere afyon ihracını durdurarak Çinlileri daha pahalıya afyon ithal etmeye boyun eğdirecektir. Ancak bu plan tutmaz. Çin hükümeti Şangay ve Kanton’daki depolarda tutulan büyük afyon stoklarını yakar ve İngiliz tüccarlara bir daha Kanton’a afyon getirmeyeceklerine dair taahhütname imzalatır.

Bu harekete karşılık British East India Co. ağızlarına kadar afyon yüklü gemileri Macao’ya gönderir. Şahıslarca değil bizzat British East India Co. tarafından direkt sahip olunan bazı firmalar bu afyonu Hankow’daki İngiliz firmalara satarlar. Çinli Müfettiş Lin durum için şöyle demektedir:

“Macao’daki İngiliz gemilerinde çok fazla afyon yükü bulunmakta olup bu kargonun geldiği ülkeye gitmeyeceği açıktır. Yakında Amerikan bayrağı altında afyon kaçakçılığı yapıldığını duymamız şaşırtıcı olmayacaktır. ”

Lin’in kehaneti doğru çıkar.

Lord Palmerstone’nun dediği gibi Çin Afyon Savaşları Çin’e haddini bildirmek için yapılmıştır. İngiliz feodal lordlarına milyarlar kazandırıp Çin’de milyonlarca bağımlı yaratan bu kârlı ticaretin durdurulması imkânsızdır. Sonraki yıllarda Çin başındaki bu bela için İngiltere’den yardım isteyecek ve gerekli yardımı alacaktır.

O günden sonra Mao Tse Tung’un kanlı dönemi dahil olmak üzere Çin hükümetleri İngiltere ile savaşmak yerine ortaklık kurmayı yeğlemişlerdir. Daha önce belirttiğim üzere bugün iki ülke arası uyuşturucu üzerinden çıkan itilaflar sadece kârın paylaşımı konusundadır. Modern tarihe gelince Çin-İngiliz birlikteliği Hong Kong anlaşmasıyla afyon ticaretinde eşit ortaklık statüsüne geçmiştir. Zaman zaman sürtüşmeler olsa bile bu ortaklık şimdiye kadar problemsiz yürümüştür. Kolombiya kokain ticaretinde görülen şiddet, soygun ve cinayetlere hiçbir zaman eroin ticaretinde rastlanmamıştır.

Çin-İngiliz ilişkilerinde son 60 yılda ortaya çıkan en büyük problem Çin’in eroin pastasından daha büyük bir dilim talep etmesinden dolayıdır. Eroin 1874 yılında İngiliz kimyager C. R. Wright’ın morfini kaynatması sonucu eroin (diacetylmorphine) sentezlemesiyle ortaya çıkmıştır. 1895 yılında Bayer’in Eberfeld fabrikasında çalışan Heinrich Dresser isimli araştırmacı morfinin asetillerle sulandırılması sonucu ortaya çıkan maddenin morfinin kötü yan etkilerini taşımadığını keşfetmiştir. Aspirini ile ünlü Bayer bu gelişme sonrası diacetylmorphine üretimine başlamış ve ilacın ismini “Eroin” koymuştur. Bayer’in “Eroin” isimli ilacı pazarlamasına kadar üç yıl geçmiştir. 1842 yılında Çin’in Hong Kong’u, Nanking anlaşmasıyla İngiltere’ye bırakmasıyla Çin- İngiliz ilişkileri düzelmiştir. Fakat 1995 yılında Çin’in, İngiltere’yi 1997 yılında Hong Kong’u terk etmeye zorlamasıyla külahlar değişmiştir.

Bunun dışında Çin ve İngiltere Hong Kong afyon ticaretinde eşit ortaklıklarını devam ettirmişlerdir. 300’ler Komitesi üyeleri olan ve Kanton’daki afyon ticaretinde yer alan Yüzbaşı Charles Elliott, Lancelot Dent, Jardine Matheson ve Lord Napier gibi İngiliz aristokratlar mirasçılarını ticareti devam ettirmek üzere aynı pozisyonlarda bırakmışlardır. Kanton Ticaret Odası 1834’den beri İngiliz aristokratlarca yönetilmiştir. Çin’de yerleşik İngiliz vatandaşlarının isimlerini incelediğinizde pek çoğunun 300’ler Komitesi üyeleri listesinde olduğunu görebilirsiniz. Bunlar dünyayı eski feodal düzene sokmaya çalışan plutokratlardır. Rothschild ailesi vasıtasıyla 300’ler Komitesi afyon karşılığı altın piyasasının merkezi olan Hong Kong’u kontrolünde tutmaktadır. Burma ve Çin’deki afyon üreticileri Amerikan dolarına güvenmediklerinden ticarette altın kullanırlar. Hong Kong borsasındaki altın ticaretinin Londra ve New York borsaları toplamından büyük olmasının nedeni de budur.

Altın Üçgen artık en büyük afyon üreticisi değildir. En büyük üretici unvanı 1987’den beri Afganistan, Pakistan, İran ve Lübnan’ca paylaşılmaktadır. Bu arada küçük miktar afyon Türkiye’den gelmektedir. Meksika “Kahverengi Eroin” üretmeye başlamış olup birkaç yıl içinde önemli bir yere gelecektir.

Madde ya da uyuşturucu ticareti bankaların yardımı olmaksızın var olamaz. Tüm saygın pozisyonlarına rağmen bankalar nasıl bu iğrenç ticaret içinde yer alırlar? Bu başka bir kitaba konu olacak uzun ve kompleks bir konudur. Bankaların uyuşturucu ticaretindeki bir görevi bazı firmalara afyondan eroin üretmek için gerekli kimyasalların finansmanı için kredi vermektir. HSBC bankasının Londra şubesi bu tip bir ilişkiye Tejapaibul isimli firmaya fonlama sağlayarak bulaşmıştır. Peki, bu firma ne iş yapar? Bu firma eroini rafine etme sürecinde gerekli olan asit anhidriti Hong Kong’a satmaktadır. Bu firma ayrıca Altın Hilal, Altın Üçgen, Pakistan, Lübnan ve Türk eroin üreticilerinin baş asit anhidrit sağlayıcısıdır. Afyon ticareti dışında eroin üretimi ile ilgili diğer faaliyetler de bankalara gelir sağlamaktadırlar. Ancak HSBC ve diğer bölgesel bankaların ana gelir kaynağı afyon ticaretidir.

Altın fiyatları ile afyon ticareti arasındaki bağlantıyı bulmam uzun yıllarımı aldı. Eskiden dinleyicilere “Altın fiyatını öğrenmek istiyorsanız Hong Kong’da bir kilo afyon fiyatına bakın!” derdim.

1977 yılı altın için çok kritik bir yıldır. Bank of China o yıl Amerika’da bol bulunan altın uzmanlarını bir anda ve kimseye haber vermeden piyasaya 80 ton altın sürerek şoka sokmuştur. Arzdaki bu artış altın fiyatlarının düşmesine neden olurken altın uzmanları “Çin’de bu kadar altın olduğunu bilmiyorduk, bu altın nereden geldi?” diye sormaktadırlar.

Bu altın Çin’e, Hong Kong piyasasına sattığı yüklü miktar afyondan gelmiştir. Çin devletinin İngiliz siyaseti, 18. ve 19. yüzyıllarda olduğu gibi devam etmektedir. Çin ekonomisi Hong Kong ekonomisine bağımlıdır. Bu ekonomik bağımlılık televizyon setleri, elektronik eşyalar, tekstil, radyo ve saatler gibi ürünlere değil afyon/eroin ticaretinedir. İngiltere ile paylaştığı afyon ticareti olmasa Hong Kong ekonomisi batar. British East India Co. ortadan kalkmış olsa da mirasçıları aynı rolü 300’ler Komitesi’nde devam ettirmektedirler. 200 yıldır afyon ticaretinde lider olan köklü İngiliz aileler hâlâ aynı işi yapmaktadırlar. Örneğin Jardine Matheson. Bu asil aile Kanton merkezli afyon ticaretinin temel unsurlarındandır. Birkaç yıl önce işler biraz bozulunca Jardine Matheson devreye girerek Çin’e 300 milyon dolarlık emlak yatırımı kredisi açmıştır. Bu tezgâh Çin Halk Cumhuriyeti ile Matheson Bank joint venture yatırımı diye lanse edilmiştir.

1700’lere ait India House belgelerini incelerken Matheson ismine rast geldim. Bu isim daha sonra Londra, Pekin, Dubai, Hong Kong ve afyon ticaretinin her geçtiği yerde karşıma çıktı. Uyuşturucu ticareti artık milli egemenlikleri tehdit eder durumdadır. Venezüella’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi şöyle demektedir:

“Uyuşturucu problemi artık sosyal veya sağlık problemi olmaktan çıkmıştır. Bu problem ulusal egemenliğimizi tehdit edecek hale gelmiştir. Bu bir ulusal güvenlik sorunudur çünkü ülkelerin bağımsızlıkları tehdit altındadır.

Uyuşturucuların üretimi, pazarlaması ve tüketimi bizlerin ahlaki, dini ve siyasi yaşamlarımızı, tarihi, ekonomik ve cumhuriyetçi değerlerimizi olumsuz etkilemektedirler. ”

Bu tam da Uluslararası Takas Bankası (BIS) ve IMF’nin çalışma tarzıdır. Bu iki kurum uyuşturucu parasının aklandığı kabadayı kuruluşlardır. Uluslararası Takas Bankası IMF’nin batırmak istediği her ülkedeki sıcak paraya kaçış sağlayarak ona yardımcı olur. BIS için yasal sıcak para ile uyuşturucu fonlarının birbirinden farkları yoktur. Bir ülkenin IMF’nin soygununa teslim olmak istememesi halinde o ülkenin yöneticilerine “Peki öyleyse seni elimizdeki narko dolarlarla yola getirmesini biliriz.” denmektedir. Şimdi altının neden para basımı karşılığı rezerv olmaktan çıkarıldığını daha iyi anlamaktayız. Artık dünyanın ortak parası arkasında altın rezervi olmayan “kâğıt” Amerikan doları olmuştur. Elinde altın rezervleri olan bir ülkeyi tehdit etmek elinde kâğıt dolar tutan bir ülkeden çok daha zordur. IMF’nin birkaç yıl önce Hong Kong’daki toplantısına katılan bir meslektaşım aynı konunun orada gündeme geldiğini belirtmiştir. Toplantıdaki bir seminerde IMF yetkilileri ellerindeki narko-dolarlar ile bugün istedikleri ülkeden sıcak para kaçışını arttırarak bu ülkeyi ekonomik olarak çökertebileceklerine işaret etmişlerdir. Credit Suisse delegesi ve Komite üyesi Rainer-Gut yüzyılın sonunda ulusal kredi ve finans işlemlerinin büyük bir şemsiye kurum altında yapılacağını düşündüğünü seminerde belirtmektedir. Rainer-Gut açıkça bu kurumun ismini söylemese de tüm katılımcılar kimden bahsedildiğini iyi bilmektedirler. Kolombiya’dan Miami’ye, Altın Üçgen’den Los Angeles’e, Hong Kong’tan New York’a, Bogata’dan Frankfurt’a uyuşturucu trafiği özellikle de eroin ticareti dünyadaki çok güçlü bazı “dokunulmaz” ailelerin kontrolü altındadır. Bu ailelerin en az bir bireyi 300’ler Komitesi üyesidirler. Uyuşturucu ticareti cadde köşelerinde yapılan bir işten çok öte uzmanlık ve büyük sermaye isteyen bir iştir. Komite’’nin yönetimindeki bu mekanizma bunu sağlamaktadır. Böyle yetenekli uzmanlar New York metro istasyonları veya cadde köşelerinde bulunmazlar. Torbacılar bu işin tabii ki doğal üyeleridir ancak onlar part time çalışan kişilerdir. Bunlara part time denmesinin nedeni çoğunun zaman içinde yakalanmaları veya rakipleri tarafından öldürülmeleridir. Yakalanma veya öldürülmenin bu işte hiçbir önemi yoktur çünkü sırada onların yerine geçecek pek çok yedek bulunmaktadır.

KOBİ Merkezinin ilgileneceği tarz bir iş değildir bu ticaret. Bu ticaret başlıca ürünleri eroin ve kokain olan bir imparatorluktur ve her ülkede yukarıdan aşağıya doğru faaliyet göstermektedir. Bu dünyadaki en büyük firmadır. Bu firma uluslararası terörist gruplar gibi yukarıdan aşağıya organize olarak yaşamını sürdürmektedir. Yani dünyadaki kraliyet aileleri, oligarşi ve plütokrasi üyeleri bu işi aracılar kanalıyla yönetmektedirler. Afyon üreten belli başlı ülkeler Afganistan, Burma, Türkiye, Kuzey Çin, İran, Pakistan ve Lübnanken, Peru ve Ekvator Bolivya ve Kolombiya’ya kokainin hammaddesi koka yapraklarını sağlamaktadırlar.

Bolivya’nın yanındaki Kolombiya önemli bir kokain üreticisidir. Panama ise Amerika’nın General Manüel Noriega’yı kaçırarak Miami’deki göstermelik mahkemede hapse mahkûm etmesi sonrası kokain ticaretinin finans merkezi haline gelmiştir. Bir daha ki sefere bir havaalanında bavula saklanmış vaziyette uyuşturucu yakalandığını ve küçük bir “katır’ın (taşıyıcı)”nın hapse atıldığını gazetelerde okursanız bunu hatırlayınız. Bu tip göstermelik yakalamalar halka hükümetin uyuşturucu ile savaşta bazı şeyler yaptığını göstermek için duyurulan göz boyayıcı haberlerdir.

Örneğin 300’ler Komitesi’nin izni alınmadan Nixon tarafından gerçekleştirilen “Fransız Bağlantısı” isimli büyük operasyonda aslında bir konteynerin sadece dörtte birini dolduracak kadar eroin yakalanmıştır. Bu konuda Komite yaptığı hata nedeniyle Nixon’un cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararda yakalanan miktarın öneminden çok 300’ler Komitesi’nin yardımıyla Beyaz Saray’a gelen Nixon’un itaatsizliği rol oynamıştır. Eroin ticaretinin mekaniği aşağıdaki şekilde gerçekleşir:

      Tayland ve Burma’daki vahşi kabileler afyon yetiştirirler. Bunu ayrıca Afganistan’da Peştunlar küçük tarlalarda yapmaktadırlar. Tohum zamanı afyon çiçeğini kabuğu bıçak veya jiletle yarılır ve kesiklerden akan kahverengi sıvıya afyon sakızı denir.

      Afyon sakızı yuvarlak ve yapışkan top haline getirilir. Bu haldeki afyon satışında kabile şeflerine Credit Suisse tarafından üretilen ve 4/10 ismi verilen 250 gr.’lık külçe altınla ödeme yapılır. Hindistan’daki Türk-

Moğol devrinden itibaren bu ticarette sadece altın kullanılır. “Uyuşturucu Sezonunda” Hong Hong borsasında altın ticareti tavan yapar. Standart bir kiloluk külçe altın Hong Kong borsasında büyük afyon tüccarlarınca alınır.

Daha önce bahsettiğim üzere Meksika yakın zamanda “Meksika Kahvesi” isimli eroin üretimine geçmiştir. Yüksek gücü nedeni ile Hollywood çevresinde yoğun talep gören bu eroin türünü seyreltmeyi bilmeyen Hollywood ünlüleri arasında pek çok uyuşturucu ölüme rastlanmıştır. Meksika’daki uyuşturucu ticareti de yukarıdan aşağıya bir organizasyon yapısına sahip olup arkalarında silahlı kuvvetler olan hükümet üyelerince yapılmaktadır. “Meksika Kahvesi” üreticileri aylık milyonlarca dolarlık ciroya sahiptirler. Bu üreticilere karşı Meksika polisinin yapmaya çalıştığı operasyonlar derhal ve en önemli anda Meksika ordusu tarafından durdurulmaktadır. Kasım 1991 tarihinde Meksika’daki gizli saklı bir sivil havaalanında Federal Narkotik Bürosu ajanları kaçakçılar uçaklara eroin yüklerken bir operasyon başlatırlar. Tam tutuklama anında Federal ajanların etrafı orduya bağlı güçlerce çevrilir ve ajanlar öldürülürler. Bu durum doğal olarak Meksika Cumhurbaşkanı Salinas de Goltari’yi zora sokar. Halktan gelen suçluların bulunmaları baskısı bir taraftan, 300’ler Komitesi ve silahlı kuvvetlerini gücendirme riski diğer taraftan Goltari’yi çıkmaza sokmuştur. Bu olay Meksika’da ucu 300’ler Komitesi’ne uzanan ilk büyük operasyondur. Gerçi sonuçta hiçbir şey olmaz ve Goltari cumhurbaşkanlığı dönemi sonrası milyarlarca dolarla beraber Meksika’yı terk eder.

Altın Üçgen’den gelen afyon sakızı Sicilya ve Fransız mafyaları kanalıyla işlenmek üzere Marsilya’dan Monte Carlo’ya kadar uzanan bölgede bulunan eroin laboratuvarlarına taşınır. Son zamanlarda yani son dört yıl içinde Türkiye ve Lübnan’da eroin laboratuvarları sayısı büyük ölçüde artmıştır. Pakistan’da da eroin üretimi yapılmakta beraber kalitesi diğer ülkeler kadar yüksek değildir. Afganistan’dan gelen afyon sakızı Pakistan’da işlenmek yerine transit olarak Dubai’ye geçer. Altın Hilal içindeki afyon rotası İran, Türkiye ve Lübnan’ı kapsar. İran Şahı bu trafiği belli bir süre durdurmayı başarmışsa da sonunda 300’ler Komitesi’nin gazabına uğramıştır. Türkiye ve Lübnan’dan afyon sakızı önce Korsika’ya oradan da Monte Carlo’ya gönderilir. “Askeri Savunma Laboratuvarlarında” Pakistan devleti son 10 yılda Afganistan’dan gelen afyon sakızı miktarındaki artış doğrultusunda eroin üretimini arttırmıştır.

Şu anda en büyük eroin üretim tesisleri Fransa’nın Akdeniz kıyıları ve Türkiye’de bulunmaktadır.

Bu üretim bir çocuğun bile yakalayabileceği kadar açık yapılmaktadır. Bu tesisleri bulmak için eroin yapımında ihtiyaç duyulan asit anhidrit üreticilerinin satışlarına bakmak yeterlidir. Böyle bir operasyonu Pembe Panter serisinden görmeye alıştığımız Müfettiş Clouseau bile gerçekleştirebilir.

Hükümetlerin asit anhidrit üreticilerine uygulayacağı müşteri ve satın alım nedeninin açıklanması kuralı bu işi çözer gibi gözükse de iş bu kadar kolay değildir. Unutmayalım ki uyuşturucu ticareti “büyük iştir” ve “büyük işler” Avrupa’nın saygın aileleri ve Amerikan Doğu Liberal Oluşumu’na aittirler. Uyuşturucu ticareti mafya veya Kolombiya baronlarına bırakılmayacak kadar büyüktür. Ancak İngiltere ve Amerika’daki asil aileler kendilerinin reklamını yapmazlar ve pis işlerde her zaman başkalarını kullanırlar.

İngiliz ve Amerikan aristokrasisi Çin afyon ticaretinde de ellerini kirletmemiştir. Bu işten servet edinen İngiliz lord ve leydileri Amerikan Delano, Forbes, Appleton, Bacon Boyleston, Perkins, Russell, Cunningham, Shaw, Coolidge, Parkman, Runnewell, Cabot ve Codman aileleri gibi akıllıdırlar.

Bu kitap uyuşturucu ticaretiyle ilgili olmasa da Amerika’da 300’ler Komitesi’nce yürütülen uyuşturucu ticaretinin vurgulanması gereklidir. Amerika 60 aile tarafından değil 300’ler Komitesi’nce, İngiltere ise bu Komite’ye bağlı 100 ailece yönetilmektedir.

Bu aileler evlilikler, banka ve firma ortaklıkları, Kara Asalet, Masonluk, Kudüs St John Şövalyelikleri gibi pek çok yerde birbirleriyle karışmışlardır. İşte bu ailelere mensup kişiler ve yardakçıları Hong Kong, Türkiye, İran ve Pakistan’dan yapılan eroin nakliyesini, eroinin Avrupa ve Amerika pazarlarına en ucuza sağlanmasını garanti altına almışlardır. Bazen kokain nakliyatlarında göz boyama amacıyla yakalamalar olmaktadır. Zaten çoğu zaman yakalanan kokain pazara yeni girmeye çalışan bir rakibin malı olmaktadır. Bu işte rekabete yer yoktur. Yeni rakiplerin sevkiyatları malın sahibi ve Amerika’daki varış noktasına kadar derhal yetkililere bildirilirler. Eroin zaten çok pahalı olduğu için “dokunulamaz” bir maddedir ve pek az eroin sevkiyatında başarı sağlanmaktadır. Bilinmesi gereken bir husus Amerikan Narkotik Ajans yetkililerinin Hong Kong’a giriş yasaklarıdır. Bu yetkililer Hong Kong limanındaki gemilerin kargo manifestosunu gemi limanı terk etmeden inceleyemezler. Uyuşturucu ile mücadele sözde bu kadar yoğunken, bunun nedenini merak etmek gerekir.

Açıkçası eroin ticaret rotası büyük bir otorite tarafından korunmaktadır. Meksika harici Latin Amerika’da kokain “Kral” madde özelliğini taşımaktadır. Kokain üretimi eroinden çok daha basit olup “yükseklerdeki” kişiler adına risk alabilecek insanlara büyük servet kazandırmaktadır. Eroin ticaretinde olduğu gibi kokain trafiğinde de sonradan çıkan rakiplere tolerans gösterilmez.

Kolombiya’da uyuşturucu mafyası yakın ailelerden oluşmaktadır. Mafya ve paralı askerleri yani MI9, Bogota’daki Adalet Sarayı’na yaptıkları saldırı ve hâkim Rodrigo Lara Bonilla’yı öldürmeleriyle ünlenmişlerdir. İç Savaş esnasında Güney eyaletlerinde başlayan Amerika’nın Çin afyon ticareti araştırmaya değer bir konudur. Çin afyon ticaretiyle Güney eyaletlerindeki büyük pamuk tarlaları nasıl ilişkilendirebilir? Bunun için önce en iyi afyonu üreten Hindistan’daki Bengal bölgesinden başlamak gerekir. Pamuk İngiltere’de British East India Co. tarafından ticareti yapılan ikinci önemli maddedir. Afyon İngiltere için o kadar önemlidir ki Çin’de satış hakkı elde etmek için Kral III. George Lord McCartney’i Çin İmparatoru Ch’ien-lung ile diplomatik görüşmeye göndermiştir.1793 yılında imparatorun huzuruna kabul edilen McCartney “serbest ticaret” masalını anlatmaktadır. Buna karşılık ketum imparator Çin’in kendine yettiğini ama İngiltere’nin afyon, çay ve biraz da ipek ticaretine ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır. McCartney Arap tüccarlarca Çin’e daha önce afyon getirildiğinin farkında değildir. Elçi Çinlilerin afyonu farklı amaçlar için kullandıklarını ve bu maddeyi içmediklerini fark etmiştir. McCartney’in ziyareti tam bir fiyaskodur. Ancak 300’ler Komitesi bu konuda ısrarcıdır ve sonuçta büyük kazançlar elde edecektir.

1795 yılında İngiliz kontrolündeki Hindistan’da en az 50 milyon dolarlık afyon geliri East India Co. tarafından kazanılmaktadır. Bu maddenin Çin’e satılmaya başlanmasıyla beraber firma yıllık 200-300 milyon dolar kâr etmeye başlamıştır. İngiliz kontrolündeki Mihrace afyona yabancı olmayıp günde 30 pipo afyon içmektedir. 1840’tan itibaren İngiltere’de yutma yöntemiyle bir kişi ayda 200-250 gr. afyon tüketmektedir. İngiltere’de doktorlar ağrı kesici, grip, kolera, histeri, uykusuzluk, saman nezlesi ve sindirim sistemi bozukluklarında afyon vermektedirler. Kral III. George ise “akşamdan kalmalık” belirtilerine karşı afyon içmektedir. Kuzey İngiltere’deki Sheffield, Nottingham ve Lancashire tekstil dokuma işletmelerinin korkunç şartlarında günde 16 saat çalışan kadın ve çocuk işçiler de acılarından kurtulmak için afyon içmektedirler.

Tekstil işletmeleri aralarında Baring, Palmerston, Keswick ve Matheson gibi 300’ler Komitesi üyesi Londra yüksek sosyetesinden ailelere aittir. Matheson ailesi ayrıca tekstil ürünlerini Hindistan’a taşıyan Blue Star deniz taşımacılığı firmasının da sahibidir. Bu adamların korkunç şartlarda çalıştırdıkları kadın ve çocuklara karşı acıma duyguları yoktur. Bu kadın ve çocuklar sonuçta imparatorluk için uzaklarda dövüşen ve afyon savaşları ya da Boer savaşlarında ölecek insanların akrabalarıdırlar. Bu bir İngiliz geleneğidir!

Çin muhalefeti kırıldıktan sonra ilk afyon evleri Formoza’da açılır. Çinlilere yutmak yerine afyonu duman halinde içmek öğretilir ve günde ortalama 30 pipo içmeleri sağlanır. Hindistan’dan gelen afyon dış ticarete açık tek liman olan Kanton’a getirilmektedir. İngilizlerden yüzyıl önce Arap tacirler tarafından Çin’e getirilen afyon bağımlılık yaratmamıştır çünkü dumanı içilmemiş sadece yutulmak suretiyle kullanılmıştır. Kanton limanlarındaki East India Co. depoları afyonla dolarken afyon dolu İngiliz gemileri yüklerini boşaltmak için beklemektedir. Arada birkaç Fransız ve Hollanda gemisi bulunsa da bunlar hiçbir zaman çoğunluk oluşturmamıştır. Kanton limanına yük getiren Amerikan denizcileri sayesinde Amerikalılar da karlı afyon ticaretini fark etmiş ve izin alan birkaç “Boston” elit ailesi de bu ticarete katılmıştır. Hindistan’da afyon yetiştirme East India Co. tekelinde büyük bir iş haline gelmiştir. Ganj Vadisi’ndeki Benares ve Bihar bölgeleri afyon üretiminde başı çekerken afyon ekimi East India Co. izniyle yapılmaktadır.1800 yılından 1837 yılına kadar afyon ekimi yapılan araziler 21.740 dönümden 40.165 dönüme çıkmıştır. East India Co.’nun ürün üzerinden elde ettiği kâr %465-480’dir.

Kuzey İngiltere’deki Lancashire’dan ucuza getirilen tekstil ürünleri Hindistan’ın yüzyıllara dayanan tekstil endüstrisini batırmıştır. Ucuz İngiliz tekstil ürünleri nedeni ile yüz binlerce Hintli işsiz kalmıştır. İşte bu Adam Smith’in “Serbest Ticaret” konseptidir. Hindistan inşa edilen demiryolları ve ithal tekstil ürünleri için yeterli parayı bulmakta İngiltere’ye bağımlı hale gelmiştir. Bu ülke için tek ekonomik çözüm daha fazla afyon üreterek East India Co.’ya ucuza satmaktan geçmektedir. İngiliz ticaretinin büyümesi bu temeller üzerine kurulmuştur. Afyon ticareti olmasa İngiltere Hindistan’dan daha perişan ve iflas etmiş bir ülke haline gelecektir.

East India ve British East India Co.’nin dünya tarihindeki en büyük suç teşkilatı olduğundan kuşku yoktur. East India ve British East India ile kıyaslandıklarında günümüzdeki uyuşturucu kartelleri devede kulak kalmaktadır. İngiltere’de tıbbi kullanım hariç afyon yasak maddedir. Kanton’daki İmparatorluk Müfettişi İngiltere’de yasak bir maddenin neden Çin’e satıldığını merak etmektedir. 1839 Mart’ında imparator zorlama afyon ticaretinin 40 milyon Çinliyi bağımlı hale getirip ülke ekonomisini zora sokmasından dolayı İngilizlerle ters düşmeye başlar. East India ve British East India Co. afyon ticaretine karşılık olarak gümüş, çay ve ipekle ödeme yapılır. Bu nedenle Çin’den çıkan gümüş miktarı bu ülkenin her zaman fazla veren ticaret dengesini bozmuştur.

Amerikalılar Boston ve New York’taki elit grubun nasıl büyük servetler edindiklerini biliyorlar mıdır? Güneydeki pamuk çiftçileri afyon karşılığı pamuklu dokuma ürün tezgâhından haberdar mıdırlar? Belki birkaç tanesi bunu bilmektedir. Örneğin Sutherland ailesi Güneydeki en büyük pamuk üreticilerinden biridir. Sutherland ailesi İngiltere’nin en büyük denizcilik firması olan Peninsular & Orient Navigation Line (P&O)’nın sahibi Baring Brothers ile ortak olan Matheson ailesine çok yakındır.

Baring ailesi Güneyde büyük pamuk üretimi yaptığı gibi ayrıca Çin ile Doğu Amerikan şehirleri arasında deniz taşımacılığı yapan pek çok geminin de sahibidir. Bu gün Baring ailesi Amerika’daki pek çok finansal operasyonu yönetmektedir. Baring ailesi ve şimdiki torunları 300’ler Komitesi üyeleridirler. Doğu Liberal Oluşumu’nu yaratacak zengin ailelerin çoğu servetlerini pamuk veya afyon ticaretinden kazanmışlardır. Bunlar içinde Lehman ailesi çok önemlidir. Bu aile servetini Çin afyon ticaretinden yapmıştır. Bu aileden çıkan isimler içinde Astor ve Delano vardır. (Başkan Franklin D. Roosevelt’in karısı Delano ailesinden gelmektedir.)

John Jacob Astor büyük servetini Çin afyon ticaretinden yaptıktan sonra saygın bir işadamı olmak için kara parasıyla Manhattan emlak işine girmiştir. Yaşamı boyunca Astor Komite Kararları’nda önemli rol oynamıştır. Amerikalı hangi ailelerin Çin afyon ticaretine gireceklerine Komite karar vermiştir. Bu ticarete bulaşan Amerikan aileleri her zaman 300’ler Komitesi’ne bağlı kalmışlardır.

Bu nedenle Astor zamanından beri Manhattan emlak pazarı 300’ler Komitesi’nin elindedir. İngiliz istihbaratçıların yardımıyla ulaştığım gizli dosyalarda Astor’un Amerika’da bir MI6 ajanı olarak çalıştığını tespit ettim. Astor’un Alexander Hamilton’un katili Aaron Burr’u maddi olarak desteklemiş olması kendisinin gizli ajan olduğunu kanıtlamaktadır.

John Jacob Astor’un oğlu Waldorf Astor ayrıca Komite’nin günlük Amerikan yaşamını kontrolde kullandığı Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (RIIA)’ya atanma onurunu taşır. James Warburg tavsiyesi üzerine Astor ailesi afyon işini kendileri adına götürmek üzere Owen Lattimore’u seçer. Owen bu işi Laura Spellman’ın sponsorluğunda çalışan Pasifik İlişkileri Enstitüsü (IPR) ile yapar. New York bankaları Pasifik İlişkileri Enstitüsü’nü desteklemek için milyonlarca dolar harcamışlardır. James Warburg Pasifik İlişkileri Enstitüsü’ndeki yatırımlarını korumak için John Jacob Astor tarafından görevlendirilir. Marcus Raskin görünürde Pasifik İlişkileri Enstitüsü’nü kuran kişidir. Çin’in afyon ticaretine eşit ortak olarak katılmasını sağlayan Pasifik İlişkileri Enstitüsü’dür. Pasifik İlişkileri Enstitüsü Japonlara Pearl Harbor saldırısı yolunu açmış ancak Japonları afyon bağımlısı etmekte başarılı olamamıştır. Yüzyılın başında İngiliz plutokratlar Serengeti Savanasındaki akbabalar gibidirler. Bu adamların Çin afyon ticaretinden kazandıkları para John D. Rockefeller’in servetinin birkaç milyar üstündedir. Londra British Museum’da bana açılan belgeler bunun kanıtlarıdır.

Afyon bağımlılarının çok büyük sayılara ulaşması sonucu 1905 yılında Çin hükümeti uluslararası yardım talep eder. İngiltere yardım etmeye talip olur ancak 1905’te imzalanan protokollere uygun hiçbir şey yapmaz. Zaten daha sonra majestelerinin hükümeti, Çinlilere, İngilizlerle ortak olmanın, onlara karşı gelmekten daha iyi olacağını öğreteceklerdir.

Protokol kurallarının en yüksek derecede tutulduğu Lahey Konvansiyonu’nda bile İngiliz delegasyonu Çinli üyeleri aşağılar ve alay eder. Diğer delegeler İngiltere’nin imzaladığı protokoller uyarınca Çin ve diğer ülkelere sattığı afyon miktarını düşürmesini isterler. Bu baskıya laf olsun diye boyun eğen İngilizlerin insan acısı üzerine kurdukları ticaret türlerinden vazgeçmeye niyetleri yoktur. Bu ticaret içinde “domuz ihracatı” diye bilinen zavallı Çinli işçilerin Amerika ve Karayip Adaları’na getirilmeleri de vardır. Bu ucuz işçilik sayesinde Harriman demiryolu imparatorluğu kurulmuştur. İki yıl sonra yapılan Lahey toplantısında Japon delege afyon satışlarının arttığını gösterir belgeler sunar. Buna karşılık olarak majestelerinin delegesi tam ters sonuçlar içeren bir raporu savunur.

İngiliz delegesi afyonun yasallaştırılması yoluyla karaborsaya mani olunmasını ve bu şekilde Japon devletinin afyon ticaretinde tekel olmasını teklif eder. Bu teklif Kongre’de Bronfman gibi uyuşturucu tüccarlarını temsil eden temsilcilerinkiyle aynıdır. Bizim parlamenterlerimiz de Amerikan devletinin uyuşturucu ticaretinde tekelleşerek uyuşturucu ile mücadeleye harcanan milyarlarca dolardan tasarruf yapılmasını teklif etmektedirler. İçki yasağı döneminde Bronfmanlar Kanada’dan kaçak içki getirerek servet yapmış, şimdilerde ise aynı tip örgütlenme ile eroin, kokain ve marihuana kaçakçılığı yapan bir ailedir.

1791- 1894 döneminde Şangay Uluslararası yerleşim bölgesinde açılan lisanslı afyon evi sayısı 87’den 663’e yükselmiştir. Kanton’da 3.000 afyon evi olduğu tahmin edilmektedir. Her zavallı Çinli günde 30 pipo afyon içmeye alıştırılmıştır. East India ve British East India Co. gelmeden önce afyon tıbbi nedenlerle kullanılmaktadır. Afyon dumanını içmeyi bilmeyen Çinlilere ilk ders John Jacob Astor tarafından verilir. Astor ayrıca ilk afyon pipolarını da sağlayan kişidir. Çin afyon ticareti konusunda dünya kamuoyunda dikkatleri üstlerine çektiklerini gören St John birliği ve Diz Bağı nişanı plutokratları dikkatlerini İran’a çevirirler.

Peninsula & Orient Steam Navigation Co. ismindeki dünyanın en büyük istimli gemi firmasını 19. yüzyılda kuran Lord Inchcape halen kontrol dışı afyon ticareti işi içinde lider olan HSBC Bank’ın kurucularındandır. Lord ayrıca Amerika’ya “domuz ihracatı” denen ucuz Çinli işçi nakliyatı yapmaktadır.

İngilizler Amerika’ya gönderilecek Çinli “coolies” adı verilen zavallılar için bir sistem geliştirmişlerdir. Bu işçiler Amerika’ya borçlandırılarak gönderilmektedirler. Harriman ailesinin demiryollarını Kaliforniya’ya uzatmak için “coolies” ihtiyacı vardır. Enteresan şekilde demiryolları fiziksel gücü daha yüksek zenci işçileri hiç kullanmamıştır. “Coolie” Çince bir kelime değildir ancak Hindistan’da en düşük sınıf işçilere verilen isimdir. Çin’de “coolie” “koltuk coolie’si” diye geçer ve bu adamlar aylık beş veya altı dolara sizi sırtlarındaki koltukla istediğiniz yere taşırlar. Bu terim Amerika’da “borçlu işçi” statüsündeki Çinlilere verilen isimdir.

Zencilere demiryollarında iş verilmemesinin bir başka nedeni de zencilerin afyon pazarı olmayışlarıdır. Ayrıca Lord Inchcape’nin Kuzey Amerika’ya binlerce kilo afyon kaçıracak “coolies” ihtiyacı bulunmaktadır.

Aynı Lord Inchcape 1923 yılında Bengal afyon üretiminin durmaması konusunda uyarıda bulunmuştur. Hindistan’daki afyon sakızı üretimini araştıran komisyona Lord bu en kıymetli gelir kaynağının korunması gerektiğini söylemiştir.

1860 yılında Çin ve İngiltere arasındaki ikinci büyük sürtüşme sona erer. Çin Amerika’ya zavallı vatandaşlarını ihraç etme durumda kalarak iyice aşağılanmıştır. 1846 yılında 120.000 “coolies” Harriman’ın demiryollarını batıya taşımak üzere Amerika’ya gelir. Bu sayının 115.000’i resmi kayıtlara göre afyon bağımlısıdır. Demiryolu tamamlandıktan sonra Çinliler geri dönmezler ve San Francisco, Los Angeles, Vancouver ve Portland’a yerleşirler.

300’ler Komitesi’nin üyesi olarak Rothschild’leri Güney Afrika’da temsil eden Cecil John Rhodes Inchcape taktiğini kullanarak yüz binlerce Hintli “dokunulmazlar” kastı üyesini bu ülkedeki Natal eyaletine şeker kamışı tarlalarında çalışmaya getirir. Bu gruptan Güney Afrika’ya yerleşenlerin torunlarından biri de Mahatma Gandi’dir.

Çinli “coolies”ler gibi Hintliler de işleri bittikten sonra ülkelerine geri dönmemişlerdir. Bu adamların torunları avukat ve yasadışı Güney Afrika Komünist Partisi’nin liderleri olmuşlar ve yıllar sonra Güney Afrika’daki rejimi Afrika Ulusal Kongresi adına devirmeye çalışmışlardır.

1875 yılında San Fransisco’da faaliyet gösteren Çinli “coolies”ler 129.000 Amerikalı afyon bağımlısına afyon sağlar duruma gelmişlerdir. Bu sayıya 115.000 Çinli bağımlı eklenince eroin için yüksek kârlı “yeni” bir pazar oluşturulmuştur diyebiliriz. Kayıtlara göre Lord Inchcape ve ailesi sadece bu işten o yıllarda yüz binlerce dolar kazanmaktadırlar. Bugünkü parayla bu rakamlar aşağı yukarı yıllık 100 milyon doları bulmaktadır. Hindistan tekstil endüstrisini afyon ticareti için yok eden, Çinli, Hintli ve Afrikalı köleleri Amerika ve Güney Afrika’ya satanlar aynı İngiliz ve Amerikan ailelerdir. Bu aileler güç birliği yaparak 1864 yılında eyaletler arası Amerikan İç Savaşı’nı başlatmışlardır.

Bu iğrenç ittifakta buluşan ve afyon parasıyla zenginleşen kokuşmuş Amerikan aileleri Doğu Liberal Oluşumunu ortaya çıkaranlardır. Üyeleri İngiliz Kraliyeti ve onun dış siyaset aracı RIIA rehberliğinde çalışan bu örgüt Amerika’yı yukarıdan aşağıya gizli paralel bir hükümet gibi yönetmektedir ve kesinlikle mutlak güç 300’ler Komitesi’nin emri altındadır. Bu gizli teşkilat Amerika’yı 2006 yılında daha önce hiç olmadığı kadar kontrolü altına almıştır.

Amerika’ya yapılan afyon sevkiyatı üzerine sesler 1923 yılında yükselmeye başlar. Amerika’nın bağımsız ve özgür bir devlet olduğuna inanan Kongre üyesi ve Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komite Başkanı Stephen Porter ülke bazında İngiltere’nin afyon satışlarını kontrole yarayan bir kanun teklifi sunar. Teklife göre her ülkeye bir kota verilecek ve kotaların takibi halinde afyon ticareti %10 azaltılacaktır. Taslak kanunlaşır ve Amerika Birleşik Devletleri Kongresince kabul edilir. Ancak Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün (RIIA) başka fikirleri vardır.

1919 yılında Versay’da yapılan Paris Barış Konferansı öncesi 300’ler Komitesi’nin dış siyaset aracı olarak kurulan RIIA Amerikan iç ve dış siyasetinin kontrolörü haline gelmiştir. Kongre kayıtlarında yaptığım araştırmalara göre Porter karşısına hangi güçleri aldığını bilmemektedir. Hatta Porter’in RIIA’nın varlığından haberi yoktur. Bilindiği kadarıyla Porter Wall Street Bankası J. P. Morgan’dan bu meselenin peşini bırakması konusunda uyarı almıştır. Bu uyarıya kızan Porter konuyu Milletler Cemiyeti Afyon Komitesi’ne taşır. Porter’in neyle karşılaştığının farkında olmadığı Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesi’ndeki arkadaşlarına yazdığı mektuplarda görülmektedir.

“Majestelerinin Milletler Cemiyetindeki delegesi” Porter’i azarlar ve yaramaz oğluyla konuşan bir baba edasıyla, “İngiliz İmparatorluğu tıbbi nedenlerle afyon kullanımı arttığından kotaların arttırılmasını talep etmektedir.” der.

Laheyde bulduğum belgelere göre bu sözler sonrası Porter’in önce kafası karışır sonra çok öfkelenir. Öfkeli Porter Çinli delege ile birlikte Komite toplantısını terk ederek sahayı İngilizlere bırakmış olur. Porter’in yokluğunda İngiliz delegesi, Cemiyeti, Majesteleri Hükümeti’nin bilgi toplamakla yükümlü, Merkezi Narkotik Kurumu kurulması teklifini kabul etmeye ikna eder. Bu kurumun toplayacağı “bilginin” kapsamı her zaman muğlâk kalacaktır. Porter Amerika’ya sarsılmış, üzgün ve daha deneyimli olarak döner.

Amerika’da faaliyet gösteren bir İngiliz ajanı da ünlü zengin William Bingham’dır. Bingham ailesinin damatlarından biri de Baring ailesinden gelmektedir. India House’da gördüğüm belgelere göre Baring Brothers firması dini Philadelphia Quakers teşkilatını yönetmektedir ve Çin afyon ticaretinden kazandığı paralarla Philadelphia şehrinin yarısına sahip olmuştur. Baring Brothers Çin afyon ticaretindeki en zengin ve güçlü oyunculardandır. British East India Co. mirasçılarından bir diğeri de Girard Bank & Trust kurucusu Stephen Girard’dır.

Yolları Boston’da kesişip sıradan insanlara gün yüzü göstermeyen ailelerin hepsi British East India Co. bağlantılıdırlar ve Çin afyon ticaretine bulaşmışlardır. Bu Bostonlu ailelerin pek çoğu daha sonra korkunç HSBC Bank kurucuları olmuşlardır. Bu banka hâlâ dünya afyon ticaretinden elde edilen milyarlarca doları aklayan kurumdur.

Forbes, Perkins, Russell ve Hathaway British East India Company kayıtlarında yer almaktadırlar. Bu Amerikan “Mavi Kanlılar (soylular)” başlıca faaliyeti afyon ticareti olan ancak Çin ile Güney Amerika arası çalışan deniz taşımacılığı da yapan Russell ve Co.’yu kurmuşlardır. British East India Co. ve İngiliz Kraliyeti’ne sadakatlerini gösteren Amerikan ailelere 1883 yılında köle ticareti tekel hakkı verilmiştir. Boston şehri zengin aileleri ve elit yapısını pamuk-afyon-köle ticaretine borçludur. Londra’da incelediğim belgelerde Boston’daki tüccar ailelerin İngiliz Kraliyetinin Amerika’daki destekçileri olduklarını tespit ettim. John Murray Forbes’dan India House arşivleri ve Hong Kong banka kayıtlarında “Boston Mavi Kanlılarının” kâhyası olarak bahsedilmektedir.

Forbes’un oğlu 300’ler Komitesi ve HSBC Bank yönetim kuruluna giren ilk Amerikalıdır. 1960’lı yılların başında Hong Kong’da British East India Co. üzerine araştırma yapan bir tarihçi olarak çalışırken kötü üne sahip uyuşturucu bankası HSBC Bank’ın eski yönetim kurulu listelerini inceledim. Ve tam beklediğim gibi Forbes bu isimlerden biriydi. İsmi hâlâ fısıldanan ünlü Perkins ailesi insanlık ayıbı Çin afyon ticaretine dibine kadar bulaşmıştır. Hatta dede Perkins 300’ler Komitesi’ne ilk giren Amerikalılardandır. Oğul Thomas Nelson Perkins ise J. P. Morgan’ın Boston’daki adamı olup İngiliz ajanıdır. Tabii ki Harvard’a finansal destek veren böyle önemli kişilerin karanlık geçmişleri fazla sorgulanamaz. Zaten Boston’dan binlerce kilometre uzakta olan Kanton ve Tientsin’de olanlardan kime ne?

Morgan Komite üyesi olduğundan Perkins ailesi çok desteklenmiş ve böylece Thomas N. Perkins Çin afyon ticaretinde hızla yükselmiştir. Morgan ve Perkins aileleri Masonluk üyelikleri dolayısı ile de yakındırlar. Ancak en üst düzey Masonların 300’ler Komitesi’ne girebilme umutları vardır. 33. Derece Mason olan Sir Robert Hart Morgan Guarantee Bank Uzak Doğu Bölümü yönetim kuruluna girmeden otuz yıl önce Emperyal Çin Gümrük Müdürlüğü Başkanlığı yapmıştır. Londra ve Hong Kong’da yaptığım araştırmalarda Sir Robert’ın Morgan’ın Amerika Birleşik Devletleri operasyonlarında da yer aldığını gördüm. Morgan’ın eroin/afyon ticareti kesintisiz olarak devam etmiştir. Örneğin David Newbigging’nin Hong Kong operasyonlarında Jardine Matheson ile ortak Morgan’ın danışma kurulu üyeliğine bakalım.

Hong Kong’u bilenler Newbigging isminin Hong Kong’daki gücünü iyi bilirler. Morgan’ın elit bankasındaki görevi dışında Newbigging Çin hükümetine danışmanlıkta yapmıştır. Roket karşılığı afyon, altın karşılığı afyon veya ileri teknoloji karşılığı afyon ticareti Newbigging için aynı anlama gelir. Bu banka, finans kurumları, ticaret şirketleri, bunların sahipleri ve yöneticileri arasında öyle karmaşık ilişkiler vardır ki Sherlock Holmes bile bunları zor çözer. Ancak uyuşturucu ticareti ve 300’ler Komitesi bağlantılarını anlamamız için bu karmaşık ilişkileri çözmemiz gerekmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki uyuşturucu ve alkol pazarları aynı güçlerce kontrol edilir. Bu maddeler önce Amerika’da yasak ilan edilir. Bu Çin misyonerlik faaliyetlerinde deneyim kazanmış British East India Company mirasçıları tarafından Amerika’da Alkole Karşı Hıristiyan Kadınlar Birliği (WCTU) kurularak başlatılır.

Tarihin tekerrür ettiği doğrudur ancak bu tekrar yukarıya doğru genişleyen bir spiral içinde olur. Bu gün çevreyi kirleten en büyük firmaların aynı zamanda çevre hareketinin en büyük destekçileri olduklarını görmekteyiz. Örneğin Prens Philip büyük bir “çevreci” olarak tanınır ancak oğlu Prens Charles kerestecilik yapılan Galler’deki yüz binlerce dönüm orman arazisi ve çevre kirliliğinin en yoğun olduğu Londra gecekondu bölgesi sahibidir. “İçki karşıtı” kesimin finansörlerine bakınca bunların arasında Astor, Rockefeller, Spellman, Vanderbilt ve Warburg gibi içki kaçakçılığına büyük para yatıran aileler olduklarını görebiliriz. Kraliyet emri üstüne Lord Beaverbrook İngiltere’den gelerek bu zengin ailelere Alkole Karşı Hıristiyan Kadınlar Birliği’ne (WCTU) katılmalarını söylemiştir.

1940 yılında aynı Lord Beaverbrook Washington’a gelerek Roosevelt’e Amerika’nın İngiltere’nin yanında Almanya ile savaşa girmesi emrini bildirmiştir. Roosevelt de bu emre uymuştur. Pearl Harbor’dan dokuz ay önce Roosevelt Amerikan Donanması’na Grönland’da konuşlanarak Alman U-Boat denizaltılarına saldırmaları emrini vermiştir. Halefi George H. W. Bush, gibi Roosevelt’te Kongrenin gereksiz bir detay olduğuna inanan ve kral gibi hareket eden bir başkandır. (Kral rolünü oynamaktan hoşlanmasının bir nedeni de İngiliz Kraliyet ailesi ile olan kan bağıdır.) F. D. Roosevelt illegal faaliyetlerinde hiçbir zaman Kongre onayı almamıştır. İşte bu İngilizlerin bahsettikleri “Amerika ile özel ilişki”ye tam bir örnektir. Roosevelt ile başlayan yozlaşma John F. Kennedy dışında tüm başkanların döneminde artarak devam etmiştir.

Bahamalar’daki Cennet Adası’nda Lansky-MI6 ortaklığı tabela firması olan Mary Carter Boya Firması Kennedy suikastında büyük rol oynamıştır. Bu firma Lord Sassoon’un para sızdırdığı için hayatından olduğu şirkettir. Meyer Lansky’den daha iyi bir yönetici olan Ray Wolfe Kanadalı Bronfman ailesini temsil etmektedir. Bronfman ailesi Winston Churchill’in büyük Nova Scotia Projesine ortak olmamakla beraber alkol ve uyuşturucu kaçakçılığı konularında İngiliz Kraliyet Ailesi için çalışmaktadır.

Resorts International ve diğer uyuşturucu organizasyonlarının II. Dünya

Savaşı’nı takiben geliştirdikleri para aklama yöntemi kara paranın kurye vasıtasıyla aklayıcı bankaya teslimi şeklindedir. Artık bu riskli yöntemi sadece küçük oyuncular kullanmaktadırlar. Büyükler ise New York Takas Evinde bulunan ve Burroughs bilgi işlem merkezince yönetilen Uluslararası Ödemeler Takas Evi Sistemi’ni (CHIPS) kullanmaktadırlar. Dünyanın en büyük 12 bankası bu sistemi kullanır ve bunlardan biri de HSBC’dir.

Diğeri ise ahlak abidesi Credite Suisse bankasıdır. Virginia merkezli SWIFT sistemi de devreye sokulunca uyuşturucu parası iki sistem arasında görünmez hale gelmektedir. Bazen şaibeli işlemleri saklamada yapılan hatalar FBI’ın dikkatini çekse de kendisine derhal başka tarafa yönelmesi emri verilir.

Sadece alt düzey uyuşturucu tüccarları kara parayla yakalanırlar. Elit Drexel Burnham, Credite Suisse ve HSBC her zaman temiz kalmışlardır. Bank of Commerce and Credit International (BCCI)’ın çöküşü bankacılık ve uyuşturucu trafiği arasındaki ilişkileri belli ölçülerde açığa çıkarmışsa da kovuşturma yeterince yapılmamıştır. 300’ler Komitesi portföyündeki en büyük bankalardan biri American Express (Amex)’tir. Bu kurumun başkanları her zaman Komite görevlerinde yer alırlar. Amex ile ilk defa ilgilenmem uyuşturucu parası izlerini sürerken Cenevre’deki Trade Development Bank’e ulaştığımda başladı.

Burada altın karşılığı afyon işinin önemli oyuncusu Edmund Safra isimli kişinin Trade Development Bank aracılığı ile Hong Kong borsasına tonlarca altın soktuğunu gördüm. “Altın izini takip et” ilkesi uyarınca İsviçre’ye gitmeden önce Güney Afrika Cumhuriyetindeki Pretoria’ya gittim. Orada Güney Afrika toptan altın ticaretinin başında olan Güney Afrika Rezerv Bankası Genel Müdür yardımcısı Dr. Chris Stals ile sanki Lihtenştayn’daki bazı alıcı firmaları temsil ediyor gibi görüştüm. Bir hafta içinde yaptığımız birkaç görüşme sonrası banka bana temsil ettiğim müşteriler adına 10 ton altın satamayacağını bildirdi. Dr. Stals beni bir İsviçre firmasına yönlendirdi ve bu firma da bana Cenevre’deki Trade Development Bank temas bilgilerini verdi. Pretoria’dan sonra Cenevre’ye giderek Dubai’deki British Bank of the Middle East’e nasıl altın transfer edildiği konusunda araştırma yapmaya başladım. Trade Development Bank’ta önce gayet nezaketle karşılandım ancak konuşmalar ilerledikçe banka yöneticilerindeki davranış değişiklikleri bende kuşku ve korku yarattı. Kimseye bildirmeden Cenevre’den ayrıldım. Cenevre’den sonra Paris ve Londra’ya gittim ve oradan da Dubai’ye uçtum. British Bank of the Middle East ziyaretim işe yaradı. Burada bankanın iç operasyonlarını görme şansım oldu. Banka Cenevre Trade Development Bank’tan gelen altınları işleyerek Bank of England veya Fort Knox’taki kasalar kadar büyük kasalarda saklamaktaydı. Ziyaretim sırasında Avrupa, Pakistan, Iran ve Hong Kong’tan gelen müşterileri gözlemleme şansım oldu. Bu müşterilerin bankayla ne yaptıklarını bilmesem de bankanın çok yoğun çalışan bir takas evi olduğu ortadaydı. Ben takasa konu maddenin altın olduğunu düşünmekteydim ama elimde kanıt yoktu. Dubai’den ayrılırken buradaki altın ticaretinin afyon karşılığı yapıldığından emindim.

Sonradan Trade Development Bank American Express’e satıldı. American Express daha önce Başsavcı Edwin Meese tarafından kısa süre incelenmiş bir kurumdu. Bu inceleme sonrası Meese “rüşvet” suçuyla makamından atıldı. Trade Development Bank uyuşturucu paralarını aklamada mı kullanılıyordu? Şu ana kadar özel bir firmanın nasıl dolar basma imtiyazına sahip olduğu kimse tarafından açıklanamamıştır. Bildiğiniz gibi American Express Seyahat Çekleri dolar yerine geçmektedirler. Daha önce açıkladığımız Safra-AMEX uyuşturucu bağlantısı pek çok kişiyi üzdü. Her ne kadar British Bank of the Middle East ve HSBC Hong Kong arasında bir uyuşturucu bağlantısı bulamasam da Dubai’de pek çok Kara Asalet ailesinin ismi gündeme geldi. Bunlardan en önemlisi Venedik Kara Asaletine mensup Japheth ailesidir ki bu ailenin bir üyesi 300’ler Komitesi’ndedir. Japheth ailesi Charterhouse Japheth firmasında büyük sermayedar olup bu kurum Hong Kong afyon ticaretiyle direkt bağlantılı Jardine Matheson’u kontrol etmektedir. Pek çok Venedik bankerin yaptığı gibi Japheth ailesi de İngiliz Quakers cemaatine katılmıştır. 300’ler Komitesi’nde üyesi bulunan Matheson ailesi en azından 1993 yılına kadar Çin afyon ticaretinde başı çekenlerdendir. 19. yüzyılın başlarında Matheson ismi İngiliz Monarşisi Onur Listelerinde görünmeye başlar. 300’ler Komitesi’ndeki uyuşturucu tacirlerinin her yıl mahvettikleri milyonlarca kişinin hayatına karşı hissettikleri üzüntü yoktur. Komite üyeleri Gnostik, Catharist Dionysos Kültü veya Cehennem Ateşi Kulübü Osiris üyeleridir. Onlar için sıradan bir kişi sömürülmek için vardır. Bu adamların büyük üstatları Bulwer Lytton ve Aldous Huxley uyuşturucunun yararlı bir madde olduğu konusunda vaaz vermektedirler. Huxley şöyle demektedir:

“Günlük kullanılan pek çok kimyasal zehir her zaman olmuştur. Sebzelerdeki sakinleştiriciler ve narkotikler, ağaçlarda yetişen uyarıcılar, çileklerde bulunan halüsinatörler insanoğlunun ilk ortaya çıkışından itibaren kullanılmışlardır. Tüm bu doğal narkotiklere bilim sentetik olanları da eklemiştir. Batıda sadece alkol ve tütüne izin olup tüm diğer kimyasal maddeler narkotik olarak nitelendirilmektedir. ”

300’ler Komitesi’ndeki plutokratlar ve oligarşi üyeleri için uyuşturucular iyi bir gelir kapısı oldukları kadar insanları bağımlı zombiler haline getirerek kontrol edilmelerini kolaylaştıran maddelerdir. Gelmekte olan Tek Dünya Devleti’ne karşı çıkanlara ceza onları eroin, kokain ve marihuanadan mahrum bırakmak olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tahminlerine göre 2006 yılında dünyada eroin, kokain ve marijuana bağımlısı 55 milyon insan bulunmaktadır.

Komite’ye göre uyuşturucu akışını düzenlemek için bunları yasallaştırarak devlet tekeline sokmak gerekmektedir. Beklentiye göre ciddi ekonomik krizler uyuşturucu kullanımını artıracaktır. Komite yüz binlerce işsizin huzur bulmak için uyuşturucu kullanımına yönelmesini beklemektedir. Roma Kulübü toplantı tutanaklarından birinde bu durum aşağıdaki gibi açıklanmaktadır:

“(...)Hıristiyanlıktan ümidini kesen ve beş yıldan fazladır işsiz olan kişiler kiliseden koparak huzuru uyuşturucularda arayacaklardır. Bu durumda kontrolümüz altındaki tüm dünya devletlerinin uyuşturucuları yasallaştırarak tekel haline gelmeleri ve uyuşturucu arzını düzenlemeleri gereklidir. Uyuşturucu barları sistemden hoşnut olmayan veya ona başkaldıranların hakkından gelecektir. Devrimciler böylece zararsız uyuşturucu bağımlıları haline geleceklerdir. ”

CIA ve İngiliz gizli servisi MI6’in bu konuda on yıldır çalıştıkları kanıtlanmıştır. Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (RIIA) Aldous Huxley ve Bulwer Lytton teorilerinin yol haritasındaki feodal sistemin geçerli olacağı Tek Dünya Devleti’nde halkın kendi iradesini uyuşturucularla elinden almayı planlamaktadır. Tekrar Aldous Huxley’in dediklerine bakalım:

“Değişik medeniyet seviyesindeki pek çok toplumda uyuşturucu bağımlılığı din bağımlılığı ile birleştirilmiştir. Antik Yunan’da örneğin etil alkolün dinde yeri vardır. Kimyasal madde kullanımının tamamen yasaklanması yasal olarak mümkünse de uygulanması imkânsızdır.

Şimdi henüz keşfedilmemiş ancak her an ortaya çıkabilecek olan ve normalde insana acı veren yaşam koşulları içinde onu mutlu edecek bir maddeyi düşünelim. (Beş yıl boyunca iş arayıp bulamayan bir kişi kadar mutsuz biri olabilir mi?) Böyle bir madde kutsal bir nimet olacaktır. Ancak bu nimet sosyal ve siyasi tehlikeler içermektedir. Halkına kimyasal öforiyi bedavaya sunan bir diktatör kendine saygısı olan hiçbir insanın kabul edemeyeceği yönetim şekli hakkında toplumsal desteği sağlayabilir. ”

Ne diyalektik şaheser! Huxley’in savunduğu (ve Komite’nin resmi politikası olan) toplu beyin kontrolüdür. Sıkça söylediğim gibi tüm savaşlar insan ruhu içindir. Henüz biz uyuşturucu ticaretinin özgür insanlara karşı açılmış düşük yoğunlukta bir savaş olduğunu fark edemedik. Düzensiz savaş en zor savaş şeklidir ve sonu belli değildir. Bazıları İngiliz Kraliyet Ailesi’nin uyuşturucu trafiğine bulaşmış olmasını sorgulamaktadırlar. Bunu basılı medyada görmeyi istemek aslında akıl dışı olsa da pek çok kere bu akıl dışılık ortaya çıkmıştır. İstihbarat işindeki en eski prensiplerden biri zaten “Bir şeyi saklamak istiyorsan herkesin görebileceği bir yere koy!” kuralıdır.

1876 yılında basılan F. S. Turner’in İngiliz Afyon Siyaseti isimli kitabı İngiliz monarşisi ve yakınlarının afyon ticaretine nasıl bulaştıklarını gözler önüne sermektedir. Turner, Afyon Ticaretine Karşı İngiliz Doğu Derneği’nin genel sekreteridir ve Kraliyet Sözcüsü Sir Richard Temple tarafından susturulmayı kabul etmemiştir. Turner hükümetin dolayısı ile Kraliyet Ailesi’nin afyon tekelinden çekilmesini savunmakta ve şöyle demektedir: “Eğer maddi kaybımız olacaksa kaçakçılığı önlemek için topladığımız vergilerden vazgeçelim.” Turner’a yanıt monarşi sözcüsü ve British East India Co. savunucusu Lord John Laird Lawrence’dan gelir:

“Tekelin yıkılması arzu edilen bir şeydir ancak ben bu değişimi yapan kişi olmak istemem. Eğer kaybedeceğimiz maddi gelir kaldıramayacağımız bir miktarsa bunu yapmaktan kaçınmamız gerekir. ”

(The Calcutta Papers 1870)

(Life of Lord Lawrence, R. Bosworth-Smith)

Lord Lawrence konuşmasında East India Co.’nun Bihar ve Bengal afyon üretimi ve afyonun Kalküta’dan Kanton’a nakliyatını kontrol ettiğinden bahsetmemektedir. Halbuki bu ticari süreçte İngiliz kraliyeti milyonlarca dolar kazanmaktadır. Bu 300’ler Komitesi üyeleri veya onların torunlarının büyük bir savaş vermeden bırakacakları bir iş değildir. (India Office Records 1870)

1874 yılında Çin afyon ticareti konusunda İngiliz monarşisi ve aristokrasisine açılacak savaş söylemleri yaygınlaşmıştır. Uyuşturucu Ticaretine Karşı İngiliz Doğu Derneği Çin’i büyük miktarda afyon almaya zorlayan Tientsin Anlaşması’nın Çin halkına karşı işlenmiş bir insanlık suçu olduğunu söylemektedir. Benzer insanlık suçu İngiltere’ye Karayipler ve Amerika’ya köle işçi “coolies” götürmek konusunda imtiyaz sağlayan ve Çin’e zorla imzalatılan 1842 Nanking Anlaşması için de geçerlidir. Ayrıca Hong Kong İngiltere’ye verilmiş olup Çin East India Co. tarafından pasaport verilen tüm yabancıları ülkesine almaya zorlanmıştır.

1866 yılında avukat Joseph Grundy Alexander isimli kahraman ortaya çıkarak İngiltere’nin Çin’e yaptığı afyon ticaretine savaş açmış ve bu ticarette monarşi ve aristokrasiyi sorumlu tutmuştur. Alexander “Tahtın İncisi” Hindistan’ı ilk defa bu işin içine çeken adamdır. Alexander suçu ait olduğu yere yani İngiliz monarşisi, aristokrasisi ve hükümet yetkililerine yüklemektedir.

Alexander yönetimindeki dernek afyon ekiminin derhal durdurulması ve Bengal afyon tarlalarının imhası konularında baskılarını arttır. Alexander güçlü bir rakip çıkmıştır. Liderliği sayesinde uyuşturucu aristokrasisi zemin kaybetmiş, Alexander’in monarşiyi açıkça suçlaması üzerine Parlamento üyeleri, muhafazakârlar, sendikacılar ve işçi grupları yanına geçmeye başlamışlardır. Alexander uyuşturucu ticaretinin partiler üstü bir problem olduğunu ve bu kötülüğün ortadan kalkması için tüm partilerin işbirliği yapmalarını söylemektedir.

Kimberly Kontu, Hindistan Bakanı ve Kraliyet Ailesi Sözcüsü John Wodehouse “Ülkenin ticaretine karışanlar hükümetten sert tepki göreceklerdir!” diye tehditte bulunmaktadır. Alexander ve derneği pek çok tehdit aldıktan sonra Parlamento afyon ticareti hakkında Kimberly Kontu Başkanlığında Kraliyet

Komisyonu kurulmasını kabul etmiştir.

Bu komisyon için Kimberly Lordundan daha uygunsuz bir başkan olamazdı. Aynen Dulles’in Warren Komisyonu’na atanması gibi. İlk beyanatında Kimberly Lordu Hindistan afyon gelirlerinin durdurulması kararına katılmaktansa görevinden istifa edeceğini açıklamıştır. Burada sanki halkla paylaşılıyormuş gibi söylenen “Hindistan afyon gelirleri” lafına dikkat etmek gereklidir. Nasıl ki Güney Afrika Cumhuriyeti vatandaşları altın ve elmas satış kârlarından bir şey elde etmiyorlarsa burada da durum aynıdır. Hindistan afyon gelirleri Kraliyet Ailesi’ne, asillere ve plutokratlara gitmektedir.

İngiltere ve Hindistan’daki sıradan insanların afyon gelirlerinden aldıkları pay yoktur. Hatta bunlar afyon bile alamazlar. Benzer şekilde zenci veya beyaz hiçbir Güney Afrika Cumhuriyeti vatandaşı Londra bankalarına akan altın madeni gelirlerinden kuruş kazanmamışlardır.

Emperyal Uyuşturucu Ticareti isimli kitabında Joshua Rowntree Başbakan Gladstone ve plutokratlarının İngiliz monarşisinin uyuşturucu trafiği içindeki rolünü kapatmak için nasıl yalan söyledikleri, halkı kandırdıkları ve doğruları çarptırdıklarını harika şekilde anlatmaktadır. Rowntree’nin kitabı İngiliz monarşisi, lord ve leydilerin Çin afyon ticareti ilişkileri ve bundan elde ettikleri servetler üzerine bir bilgi hazinesidir.

Kimberly Lordu ve aynı zamanda komisyon başkanı afyon ticaretinin Hindistan ayağında işin içinde olduğundan soruşturmayı kapatmak için var gücüyle mücadele etmiştir. Halktan gelen yoğun baskı üstüne Kraliyet Komisyonu soruşturmada belli bir aşama kaydederek ülkedeki en yüksek kişilerin afyon ticareti yaparak büyük servetler kazandıklarını gözler önüne sermiştir. Fakat ortaya çıkan bu gerçekleri bir an önce sümen altı etmek için soruşturmada hiçbir uzman tanık dinlenmemiştir.

Dolayısı ile Komisyon’un faaliyeti bizim de 20. yüzyıldaki Amerika’da binlerce kez gördüğümüz üzere tam bir örtbas operasyonu olarak kalmıştır. Amerika’daki Doğu Liberal Oluşumu üyesi aileler Çin afyon ticaretine en az İngiliz ortakları kadar bulaşmışlardır ve halen işin içindedirler. Yakın tarihe bakarsak eski başkanlardan Carter’in İran Şahı’ndan nasıl kurtulduğunu görebiliriz? İran Şahı neden Amerika Birleşik Devletleri’nce devrilip sonra da öldürülmüştür? Bunun yanıtı “Uyuşturucu ve Petrol”dür.

Şah İran’dan İngiltere tarafından yapılan afyon ticaretini sonlandırmıştır. Şah başa geçtiğinde İran’da 1 milyon afyon/eroin bağımlısı bulunmaktadır. Şah ayrıca İran petrol politikasını da değiştirmek istemekteydi. Bu durumda küplere binen İngilizler Şah’ı yapmaya planladıklarına tolerans göstermeyeceklerini bildirdiler. Aralarındaki “özel ilişkiye” binaen Amerikalılar İngilizlerin yardımına yetiştiler.

(Kaynak: What Really Happened in Iran, John Coleman 1974)

İki kere tahttan olan İran Şahı’na son darbe yine Batılılardan geldi. Humeyni’nin öğrencileri Tahran’daki Amerikan Büyük Elçiliği’ni işgal ettiklerinde Şah zamanında yapılan İran’a silah satış anlaşması devam etmektedir. Peki neden? Çünkü Amerika eğer silah satışını durdursa Humeyni misilleme olarak İngilizlerin İran’daki afyon tekelini yasaklayabilirdi.

1984 yılından sonra Humeyni’nin afyona gösterdiği liberal yaklaşım sonucu ülkedeki bağımlı sayısı Birileşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre 2 milyonu bulmuştur. Bu da yukarıdaki tespitimi doğrulamaktadır.

Carter ve halefi Ronald Reagan Amerikan rehine krizi sürerken risklerini bilerek İran’a silah satmaya devam etmişlerdir. Silah satışı anlaşması 300’ler Komitesi üyesi Cyrus Vance ve Dr. Haşemi arasında imzalanmış ve silah sevkiyatı Amerikan Hava Kuvvetleri kargo uçaklarınca yapılmıştır. Silahların büyük kısmı Almanya’daki Amerikan silah stoklarından yapılırken bir kısmı da Amerika Birleşik Devletleri’nden direkt nakliyat şeklinde gerçekleşmiştir. Amerika’dan kalkan kargo uçakları Azor Adaları’nda yakıt ikmali yapmışlardır. Humeyni 300’ler Komitesi tarafından seçilmiş bir lider olup Afganistan’da doğup büyümüştür. Babası İngiliz MI6 ajanı olan Humeyni Tahran’da gücü ele geçirdikten sonra afyon üretimi patlamıştır.

1984 yılında İran afyon üretimi yıllık 650 tonu geçmiştir. Carter ve Reagan afyon ticaretini garanti altına almıştır. Ancak görüldüğü kadarıyla Başkan Reagan CIA’yi bu durumdan haberdar etmemiştir. CIA Beyrut şefi William Buckley afyon ticaretinin arkasında kimlerin olduğunu bilmeden İran, Lübnan ve Pakistan arasındaki kaçakçılığı incelemektedir. İslamabad’dan Buckley Altın Hilal denilen bölgede yapılan afyon ticareti hakkındaki raporlarını CIA’n Langley’deki merkezine göndermeye başlar. Buckley’in bu davranışları sonucu İslamabat Amerikan Büyükelçiliği bombalı saldırıya uğrar ancak Buckley bu saldırıdan kurtularak Washington’a döner. Artık Buckley’in gizliliği kalmamıştır, buna rağmen ve CIA kurallarına aykırı olarak Buckley tekrar Beyrut’ta görevlendirilir. Aslında bu görevlendirme Buckley için CIA’nin verdiği ölüm emridir. Buckley SAVAK ajanlarınca kaçırılır. Suriye Muhaberatı’nca işkenceden geçirilen Buckley vahşice öldürülür. Buckley’in Afganistan, Pakistan, İran ve Lübnan’da olan afyon kaçakçılığına açtığı cesurca ancak yanlış savaş onun yaşamına mal olmuştur. Buckley gibi uyuşturucu kaçakçılığını tek başına veya küçük müdahale gruplarınca durdurulabileceğini sananlar yanlış yapmaktadırlar. Onların yaptığı ahtapotun kollarının bazılarını kesmek gibidir çünkü hiçbir zaman başına dokunamazlar. Avrupa monarşileri ve Doğu Liberal Oluşumu ahtapotun başını kimseye ezdirmez.

Bush yönetiminin güya politikası olan “uyuşturucu ile mücadelenin” asıl amacı tüm uyuşturucuların yasallaştırılmalarıdır. Bu uyuşturucuların kullanımını yasallaştırmak sadece sosyal bir değişim değil Amerikan halkının beyinlerinin kontrolü anlamına gelmektedir. “Kova Burcu Komplosu” teorisyenlerine göre bu: “Amerika’da radikal değişimi başlatmaktır.”

Bu en gizli örgütün yani 300’ler Komitesi’nin ana hedefidir. Afyon-eroin ticaretinde hiçbir şey değişmemiştir. Bu ticaret hâlâ İngiltere ve Amerika’nın elit ailelerince yürütülmektedir. Bu ticaret halen dünya tarihindeki en kârlı iş olma özelliğini taşımaktadır. Zaman zaman yakalanan küçük miktar uyuşturucular aslında New York, Hong Kong ve Londra’da konuşlanmış büyük tacirlere değil yeni rakiplere aittirler. Aslında bu yakalamalar rekabeti savuşturduğundan büyük tacirlerin lehine işleyen operasyonlardır.

BÖLÜM 25

300’ler Komitesi’nin Güney Afrika Savaşı

İngiliz sömürge kapitalizmi her zaman olduğu gibi şimdi de feodal sistemin ana besin kaynağıdır. Güney Afrika’da Boer’ler olarak bilinen fakir, cahil kırsal kesim grup 1899 yılında İngiliz aristokrasisinin kanlı ellerine düştüğünde Kraliçe Viktorya tarafından yürütülen kanlı savaşın aslında British East India Co.’nun Çin afyon ticaretinden kazandığı paralarla finanse edilmektedir.

Anglo-Boer savaşı olarak bilenen bu vahşeti planlayarak başlatanlar 300’ler Komitesi üyeleri Cecil John Rhodes, Barney Barnato ve Alfred Beit’tir. Rhodes bankaları afyon gelirleriyle dolu Rothschild’lerin baş temsilcisidir. 300’ler Komitesi’nin hırsız temsilcileri Rhodes, Barnato, Oppenheimer, Joel ve Beit Boer’lerin doğal hakkı olan altın ve elmas kaynaklarına el koymuşlardır. Boer’ler kendi topraklarından çıkarılan altın ve elmasların satışından elde edilen milyarlarca doların sadece çok azından faydalanabilmişlerdir.

Komite altın ve elmas madenlerine Rothschild’ler kanalıyla el koymuştur ve halen de kendine bağlı Anglo American Corporation isimli firma ile kontrol etmektedir. Güney Afrika’da İngilizlerin yaptıkları insanlık tarihinde işlenmiş en büyük soygun ve soykırım suçudur.

Burada şunu belirtmek gerekir ki 1899-1902 döneminde olan zulümlerin Komünistlerle hiçbir alakası olmayıp bunlar İngiliz gizli paralel devleti olan RIIA’nın işleridir.

Arthur Edward Jay Epstein 300’ler Komitesi’nin doğal kaynaklara nasıl el koyduğunu aşağıda anlatmaktadır:

“British East India Company kayıtlarına göre 18. yüzyılın sonunda dünya elmas piyasası tamamen Yahudilerin elindedir. Brezilya elmas madenlerinde verimlilik düşmüş olup Hindistan’da artık elmas çıkartılmamaktadır. Tam dünya elmas kaynakları tükeniyor diye düşünülürken Güney Afrika elmas madenleri 1860’larda keşfedilmiştir.

Pazarın yeni kaynaklardan çıkan elmaslarla dolacağından korkan on Londralı Yahudi tüccar Güney Afrika’da çıkan tüm elmasları alacak bir sendikasyon oluşturmuşlardır. Bu sendikasyondaki bazı tüccarlar ayrıca De Beers tekelinin büyük miktar hissesini almışlardır. Cecil Rhodes ile bu işi kotaran tüccarlardan biri Dunkelsbuhler’dir. Dunkelsbuhler Londra’daki firmasına Almanya Friedberg’den gelen on altı yaşında bir çırak almıştır. ”

Bir puro tüccarının oğlu olan Ernest Oppenheimer 1901 yılında Anton Dunkelsbuhler’in Güney Afrika’ya gönderdiği delikanlıdır. Almanya doğumlu, İngiliz uyruklu, dinen Yahudi ve Güney Afrika’da yerleşik Oppenheimer tam çok uluslu iş adamı portresi çizmektedir.

Oppenheimer 1917 yılında önce Londra’da Anglo-American Corporation’ı kardeşleri ve House of Morgan yardımıyla kurdu daha sonra da Güney Batı Afrika Konsolide Elmas Madenleri (CDM) firmasını oluşturdu. Oppenheimer her büyük Alman yatırımcıya Namibya’daki yasaklı bölgedeki yatırımları karşılığı Anglo-American firması hisseleri vermeyi taahhüt etti. Elindeki bu güçle Oppenheimer De Beers firmasından hisse ve yönetim kurulu üyeliği kaptı.

1929 Ernest Oppenheimer ve kuzenleri elmas tekelinde önemli bir pozisyona gelmişlerdi. Bankası De Beers hissedarı olan Lord Rothschild sayesinde Oppenheimer DeBeers’i kendi Anglo-American Company’e kattı ve başına geçti. Depresyon esnasında elmas talebinin sıfırlanmasıyla Oppenheimer madenlerini kapattı ancak yeni madenler almaya devam etti.

1937 yılında De Beers’in stoklarında 40 milyon kırat yani 20 yıllık elmas bulunmaktaydı. İflas tehlikesi yaşayan firma kendi talebini kendi yaratmaya karar verdi. Oppenheimer oğlunu New York Madison Avenue’daki stratejistlere göndererek yeni bir kampanya oluşturdu. Bu kampanyada elmasın kesimi, rengi, saydamlığı ve kıratı vurgulanmaktaydı. Yeni bir gelenek icat edilerek tek taş nişan yüzükleri piyasaya sürüldü ve “Pırlanta Ölümsüzdür” sloganı üretildi. Kampanya iki yıl içinde satışları %50 arttırdı.

İngiliz kraliyet ajanları Boer Savaşı gibi büyük bir problemi nasıl çıkartmayı başardılar? Bu büyük işi başarmak için iyi bir organizasyon ve hiyerarşik emirleri derhal yerine getirecek ajanlara gereksinim vardır. İlk başta Boer’leri İngiliz vatandaşlarının Boer Transvaal ve Portakal Nehri Cumhuriyetlerinde oy kullanmalarına izin vermeyen barbarlar olarak gösteren basın kampanyası başlatıldı.

Bundan sonra Boer’lerden karşılayamayacakları taleplerde bulunuldu. Başlıca talep zenci ve yabancılara oy hakkı verilmesiydi. Paul Kruger bu kabul edilemez talebi reddettiğinde İngiliz medyası kendisini kalpsiz bir diktatör olarak etiketledi. Transvaal Cumhuriyeti Başkanı’nın zenciler ve yabancılara oy hakkı vermesi imkânsızdı çünkü bu gruplar Boer’lerin üç katı nüfusa sahiptiler. Daha sonra Boer’leri misillemeye zorlayacak bazı provokatif eylemler yaratıldıysa da bunlar işe yaramadı. En sonunda ünlü Jameson Taarruzu Dr. Starr Jameson liderliğindeki birkaç yüz adamının Transvaal Cumhuriyeti’ne saldırısı şeklinde gerçekleştirildi. İngiliz hükümetinin planladığı gibi savaş bundan sonra başladı.

Kraliçe Viktorya o zaman dünyanın gördüğü en büyük ve en iyi donanımlı orduyu hazırlattı. Boer’lerin düzenli orduları ve eğitimli milis güçleri bulunmadığından Viktorya’nın 400.000 kişilik eğitimli ve kurmaylarca yönetilen ordusuna fazla direnmeleri beklenmemekteydi. İngiliz medyası savaşın kısa sürede biteceğini bildiriyordu. Rudyard Kipling de savaşın bir veya iki hafta içinde biteceğinden emindi. 80.000 kişiden fazla olmayan Boer çiftçilerine şans tanıyan yoktu. Ama sadece tüfekleri bulunan Boer’ler İngilizlerle üç yıl savaştılar. Kipling: “Güney Afrika’ya bir haftada bitecek savaş için gittik ancak Boer’ler bize dersimizi verdiler.” diyordu.

Biz de 300’ler Komitesi’ne aynı dersi bu milleti Amerikan Anayasası’nın verdiği tüm nimetlerden mahrum bırakmayı amaçlayan bu korkunç savaşta iyi ve doğru liderler bulursak verebiliriz.

1902’de savaşın sona ermesinden sonra İngiliz Kraliyeti Boer topraklarının altında bulunan altın ve elmas madenleri üzerindeki tam hâkimiyetini sağladı. Bu ismini Kral Arthur ve şövalyelerinden alan Yuvarlak Masa organizasyonu sağladı. Yuvarlak Masa İngiliz istihbarat servisi MI6 ile 300’ler Komitesi’nin kurdurduğu Rhodes Burs Programı isimli Güney Afrika’nın bağrına saplanmış hançer ile ortak yürüttüğü bir operasyondur. Güney Afrika’da Yuvarlak Masa Rothschild temsilcisi Cecil Rhodes tarafından kurulmuş ve Rothschild ailesinin İngiltere kanadı tarafından finanse edilmiştir. Amacı İngiliz monarşisine sadık kalarak altın ve elmas madenlerini kontrol edecek iş adamlarını eğitmektir. Güney Afrikalıların elinden doğal kaynakları en acımasız ve pervasız biçimde alınırken bunu yapacak organizasyonun merkezi bir emir-komuta zinciri içeren güç olduğu bellidir. Bu emir-komuta zinciri içinde çalışan merkezi güç tartışmasız 300’ler Komitesi’dir. 1920’li yılların başında Komite Rothschild’ler vasıtasıyla dünyadaki en büyük elmas ve altın madenlerine sahiptir. Uyuşturucu ticaretinden gelen paralara artık altın ve elmas madenlerinden akan paralar katılmıştır. Yani dünyanın finansal kontrolü tamamlanmış gibidir.

Bu olayda Yuvarlak Masa organizasyonu büyük rol oynamıştır. Güney Afrika’yı yuttuktan sonra Yuvarlak Masa Bağımsızlık Savaşı sonrası özgürlüğünü kazanan Amerika’yı tekrar İngiltere’ye bağlama hedefine yönelmiştir. Bu operasyonda önemli olan organizasyon Londra Rothschild’lerin çırağı Lord Alfred Milner tarafından sağlanacaktır. İskoç Mason Locası prensiplerine göre seçilen Yuvarlak Masa üyeleri önce Cambridge ve Oxford Üniversitelerinde kendisini “eski tüfek Komünist” sayan John Ruskin ve MI6 ajanı T. H. Green gözetiminde yoğun bir eğitimden geçerler. Babası eski bir Evangelist papaz olan Green Rhodes, Milner, John Wheeler Bennett, A.D. Lindsay, George Bernard Shaw ve Hitler’in Maliye Bakanı Hjalmar Schacht’ı eğiten kişidir.

Burada Yuvarlak Masa’nın 300’ler Komitesi’ne bağlı pek çok kurumdan biri olduğunu hatırlatmak isterim. Buna karşın Yuvarlak Masa’nın kendine bağlı pek çok firması, bankası, okulları ve kurumları vardır.

Yuvarlak Masa üyeleri tüm dünyaya yayılarak bulundukları ülkelerin ekonomi siyasetini ve siyasi liderliğini kontrol almaya çalışırlar. Örneğin Boer Savaşında İngilizlere karşı savaşan General Jan Smuts devşirilerek İngiliz monarşisine bağlı önemli askeri, siyasi ve haber lama pozisyonlarına getirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’ni içeriden ele geçirme işinde ise Henry Kissinger’in hocası onu zirveye taşıyan William Yandell Elliot vardır.

William Yandell Elliot “Oxford’da bir Amerikalıdır” ve hiyerarşi içinde yükselişini Komite’ye iyi hizmet vererek sağlamıştır. 1917 yılında Vanderbilt Üniversitesi mezuniyeti sonrası Elliott Rothschild-Warburg bankacılık sisteme katılmıştır. San Francisco Federal Rezerv Bankası’nda çalışan Elliot burada direktörlüğe kadar yükselmiştir. Bu kurumda Warburg-Rothschild istihbarat ajanı olarak çalışan Elliot Masonlar tarafından Rhodes bursuna aday gösterilir. Elliot 1923 yılında özellikle batıda ajanlık yapacak sosyalist görüşlü öğrencilerin okuduğu Oxford Balliol Koleji’ne girer.

Balliol Koleji, Yuvarlak Masa’ya adam toplama merkezi gibidir. Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü temsilcisi A.D. Lindsay’in beyin yıkama seanslarından sonra Elliott Yuvarlak Masa’ya kabul edilir ve kendisine verilecek görev için Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ne gönderilir. Burada Elliot’a verilen görev Amerika’ya dönerek akademik dünyada sosyalist bir lider olmaktır.

Yuvarlak Masa’nın felsefesi üyelerinin sosyal kurumlar vasıtasıyla sosyal siyaset üretip uygulamalarıdır. Üyeler bankacılıktaki en yüksek görevlere Susex Üniversitesi’nde Tavistock Enstitüsü’nden eğitim alarak getirilmektedirler. Bu eğitim programı İngiliz Kraliyet Ailesi’nin dostu Lord Beaconsfield tarafından yönetilmiş daha sonra başına İngiltere’nin en ünlü finans kuramlarından Lazard Freres’e başkan olan Robert Brand geçmiştir. Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü İngiliz monarşisi ile her zaman iç içe olmuştur.

Bilderberg Grubu politikacı ve Winston Churchill’in damadı Duncan Sandy tarafından organize edilmiştir. Ditchley Vakfı, 1983 yılında basılan kitabım International Banker’s Conspiracy: The Ditchley Foundation’da ifşa ettiğim gizli bankacılık kulübüdür. Üçlü Komisyon, Amerika Birleşik Devletleri Atlantik Kurulu ve gizli kurucusu Lord Bullock olan Aspen Beşeri Bilimler Enstitüsü hep RIIA bağlantılı kuramlardır. Bilderberg Grubu’nun ana görevi RIIA tarafından geleceğin liderleri seçilen kimselere sosyalizmi aşılamaktır.

Zamanında RIIA’nın Amerika’daki gözbebeği olan Henry Kissinger’ın yükselişi İngiliz monarşisinin Amerika Birleşik Devletleri üzerinde kazandığı büyük bir zafer ve bir korku hikâyesidir. Burada Kissinger’in güç, servet ve üne yükselişine biraz değinmemiz gerekmektedir. Yenilmiş Almanya’da bulunan Amerikan işgal kuvvetlerinde askeri danışman Fritz Kraemer’in şoförlüğünü yapan er Kissenger Oppenheimer ailesi sayesinde İngiltere’deki Wilton Park’a eğitim için gönderilir. Buraya geldiğinde rütbesi baş çavuş olmuştur.

1952’de Kissinger Tavistock Enstitüsü’ne gönderilir burada kendisini R.V. Dicks yeniden yaratacaktır. Bu noktadan sonra Henry Kissinger’in yükselişini durdurmak imkânsızdır. Kissinger buradan sonra CFR New York ofisinde George Franklin ve Hamilton fish’in yönetiminde çalışmaya başlar. Tavistock’tayken Kissinger’e Amerika Birleşik Devletleri resmi nükleer enerji politikasının verildiği bu politikanın daha sonra katıldığı Yuvarlak Masa “Nükleer Silahlar ve Dış Siyaset” sempozyumunda rafine edildiği söylenmektedir. Sempozyum sonunda tamamen irrasyonel “esnek yanıt” doktrini ortaya çıkmıştır.

Yuvarlak Masa istihbarat direktörü ve MI6 Amerika operasyonu şefi John Wheeler Bennett eğitim sonrası Kissenger’ın, Siyasette Pragmatik İsyan kitabında bahsettiği Elliot’un “manevi oğlu” haline gelir. Kissinger Harvard’da Elliot’un öğrettiği para politikalarını Yuvarlak Masa toplantılarında savunmaktadır. O artık Fritz Kraemer dediği gibi “Küçük Yahudi Şoför” değildir. Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden MI6 istihbarat şefi Toynbee’nin felsefesini Kissinger doktora tezini yazarken kullanır.

1960’ların ortasında Kissinger artık değerini Yuvarlak Masa, RIIA ve dolayısı ile de İngiliz monarşisine kanıtlamış durumdadır. Buna karşılık bir ödül ve öğrendikleri konusunda bir sınav olarak Kissinger James Schlesinger, Alexander Haig ve Daniel Ellsberg’un bulundukları ve Yuvarlak Masaca deneyden geçirilen bir grubun başına getirilir. Bu gruba Siyasi Bilimler Enstitüsü baş teorisyeni Noam Chomsky danışmanlık vermektedir.

Nixon’un emir dinlemezliği yüzünden Laurence Rockefeller ve Vietnamlı lider Ho Chi Minh arasındaki özel anlaşma tehlikeye girmiştir. Bu anlaşmaya göre iyi bir ödeme karşılığı Fransızlar Kuzey Vietnam’dan atılacaklardır. Ve Standard Oil Rockefeller firması, Amerikan ordusu 55.000 evladını kaybettikten sonra rahatça Vietnam petrolü çıkartmaya başlayacaktır.

Haig şoför olarak olmasa da Kissinger gibi General Kramer için çalışmıştır ve general kendisine Savunma Bakanlığı’nda pek çok pozisyon bulmuştur. Kissinger Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atandıktan sonra Kraemer Haig’i Kissinger’in yardımcısı yapmıştır. Ellsberg, Haig ve Kissinger Komite’nin Kamboçya’nın işgali ve Honoi’nin bombalanması emirlerini yerine getirmeyen Nixon’u devirmek için RIIA’nın Watergate planını devreye sokarlar. Haig Başkan Nixon’un kafasının karıştırılması ve beyninin yıkanması rolünü üstlenirken Beyaz Saray’ı teknik olarak Kissenger yönetmektedir. 1984 yılında Haig’in Oval Ofis’te olanları Washington Post’tan Woodward ve Bernsteine’e anlatan “Derin Gırtlak” olduğu anlaşılmıştır.

Nixon’un devrilmesi RIIA’nın bir kolu olan Yuvarlak Masa’nın becerdiği en büyük darbedir. Bu darbedeki tüm ipuçları önce Yuvarlak Masa’yı sonra RIIA’yı ve en sonunda Kraliçe II. Elizabeth’i işaret etmektedirler. Nixon’un aşağılanması Komite kararlarına karşı çıkacak sonraki Amerikan başkanlarına emsal teşkil etmek için verilen bir derstir. Daha sonra göreceğimiz gibi Kennedy vatandaşların gözleri önünde aynı nedenle katledilmiştir. Nixon’un suikasta kurban gitmemesinin nedeni John F. Kennedy kadar önemli görülmemesidir. Nixon için Beyaz Saray’dan kovularak aşağılanmak yeterli bir ceza olarak görülmüştür. Hangi yöntemi kullanırsa kullansın 300’ler Komitesi Beyaz Saray’a çıkmak isteyen herkese “Elim yakanda” mesajını verir.

Bu mesajın geçerliliği Nixon’un makamından indirilmesi ve Kennedy suikastında olduğu kadar şimdiki Başkan George Bush’un efendilerini memnun etmek için Amerika Birleşik Devletleri’nin geleceğini tehlikeye atmasından bellidir.

Schlesinger’in Nixon yönetimindeki görevi savunma siyasetimizi çökertmek ve atom enerjisi karşıtı olmaktır. Schlesinger Atom Enerjisi Komisyonundaki yeri sayesinde görevlerini yerine getirmiştir.

Bu başarı Amerika Birleşik Devletleri’nde Kont Etienne Davignon’un “Post Endüstriyel Sıfır Büyüme” prensibi yani Roma Kulübü stratejilerinin uygulanmasını başlatmıştır. İşte bu tarihte 1991 yılında ortaya çıkarak 40 milyon eğitilmiş Amerikan işçiyi işsiz bırakacak ekonomik krizin tohumları atılmıştır. Eskiden kadrolu olarak iyi koşullarda çalışanlar kriz sonrası işsiz kalmaktansa hakları belli olmayan taşeron işlere girmek zorunda kalmışlardır.

300’ler Komitesi ve oligarşik ailelere sızmak neredeyse imkânsızdır. Bunların kullandıkları kamuflajı yırtmak çok zordur. Tüm bunlara rağmen her ülkesini seven Amerikalının 150 yıldır Amerikan iç ve dış siyasetinin 300’ler Komitesi’nce belirlendiğini bilmesi gerekir.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to