ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bu bölüm, bazı zamanlarda kendisinden duyulup müşahede edilen
nasihat dolu söz, keramet ve haller beyanındadır.
NASİHATLERİ, KERAMETLERİ
ve HALLERİ
NASİHATLERİ
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ne mutlu o kimseye ki sıkıntısı tek bir sıkıntıdır. Onun kalbi, iki gözünün gördüğü ve iki kulağının duyduğu şeylerle oyalanmaz.”
Beyit
İki elinle yapış aşkın eteğine
Şehvet şeytanının başını tekmele!
Ey ekmeği olmayan dervişler! Ve ey görünen âlemin kendilerine yöneldiği zenginler! Yüce Allah’ı unutmayınız ve gönlünüzde O’ndan başka hiçbir şeyi üstün tutmayınız. Zira böyleleri, gönlün suç ve hıyaneti sebebiyle cezalandırıldı.
Beyit
Dostla ne kadar meşgul olursan,
Gönlün de o denli huzurlu demektir
İyiliğe Yaklaşıp Kötülükten Uzak Durmak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Muhakkak ki Allah Teâlâ kullarına iyiliği ve kötülükten uzak durmayı buyurmuştur. O’nun emir ve yasaklarına uydukları için onlara mertebe (hiTat) verdi. Onlar, O’nun verdiği mertebeyle oyalandılar. Ben yüce Allah’tan, kendisiyle olmaktan başka makam ve mertebe istemem.”
Beyit
Sen benimle ol, mertebe eksik değil
Baş olduktan sonra külah eksik değil
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî, “İlâhî! Bana nazar et” diyen bir adam gördü. Ulu şeyh vecde gelerek, “İyi bir baş ve yüze (amel ve davranışa) sahip olasın ki Allah da sana nazar etsin” dedi. Adam, “Ey şeyh! Bana bakmasını başımın ve yüzümün iyiliği için istiyorum” dedi. Şeyhin çok hoşuna gitti. “Doğru söylüyorsun” dedi.
Beyit
Dostun bir nazarı, yüz bin mutluluk demek
O nazarın geleceği vakti gözlüyorum
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Havada uçan ve su üzerinde yürüyen bir adam görürseniz onu sorgulamadan, şeriatın sınırları, emir ve yasaklarının korunması hususunda denemeden ona inanmayın. Âriflerin sultanının sözünden anlaşılan şudur: “Sakın Hz.
Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi ve sellem] şeriatı ve kanunundan ayrılmayınız.”
Mısra
La‘l senin elindedir, daima rahat ol!
Heves ve bid‘ata kapılmış bir topluluk vardı. Kâinatın efendisine şöyle buyruldu: “Git ve bu cahillere heves dükkânından hidayet avlusuna gelmelerini söyle.”
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz, hevâsı/arzusu benim getirdiğime tâbi olmadıkça (kâmilmanada) iman etmiş olmaz.” Hevesi ayağının altına almadıkça; Kitap, Sünnet, şeriat ve tarikata dair getirdiğim her şeyi başının üzerinde tutmazsan senden hiçbir şey gelmez. Yüce Allah, oyun oynayıcı ve münafıkların bozgunculuğu ile ikiyüzlüler ve dine bid‘at sokanların hilesinin kendi dininden uzak olacağını temin etmiştir.
“Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız” (Hicr15/9).
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Günahtan tövbe bir, taatten tövbe bindir. Yani taat görmekten tövbe bindir. Sâlik kimse, ih- lâs ve doğruluk bahçesine ulaşmak için, ikiyüzlülük yaygısını katlamalı ve şaşkınlık perdelerini kaldırmalıdır.”
“Ihlâslı olan kimsede riya yoktur. Sadık kimsede de kendini beğenmişlik hali (ucb) yoktur.” İhlâs, taat ve ibadet ederken halkı aradan kaldırmaktır. Doğruluk, kendini aradan kaldırmaktır. Bu makama ulaşıp şeriat ve İlâhî rıza göğünde mücâhede kanadıyla uçtuğunda dergâhta senin için perde yoktur. Bu nimetin şükrü için, “Allah’a hamdolsun” demek gerekir.
Cafer-i Sâdık’a [rahmetuiı.ahi aleyh], “Hangi günah kulu Allah’a yakınlaştırır ve hangi ibadet kulu Allah’tan uzaklaştırır?” diye sordular. Dedi ki: “Huzurla başlayıp gururla biten her ibadet kulu yüce Allah’tan uzaklaştırır. Korkuyla başlayıp tövbeyle biten her günah da kulu Allah’a yakınlaştırır.”
İtaat eden kul, gururlanırsa âsidir. Âsi de tövbeyle itaatkârdır. Nitekim Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi ve sellem] şöyle buyurmuştur:
“Üç şey helâk edicidir: Cimrilik, tâbi olunan nefsî arzular ve kişinin kendini beğenmesi. ”
Marifetullah Lezzeti
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “O’nun marifet lezzetinden gönülde bir zerre olması, cennetin en üst tabakasında bin köşk olmasından daha İyidir.”
Beyit
Kendi lutuf şerbetinle hoşnut kıl
En sonunda âşığın muradı sensin
Kendi kavuşma şarabından doldur
En sonunda âşığın kadehi sensin.
Tahkik ehli, marifeti şöyle tarif eder: Marifet, kalpte şimşek gibi çakan nurlardır; onunla kalpteki hastalıklar gider. Bu kalbin bilinmesini istemediler. Zira bu kalp halk âlemindendir. Kalbin evlâsı, emir âleminden olandır.
Bu tariflerden anlaşılır ki sâlik her zaman,
.. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa erişesiniz” (Enfâi 8/45) âyetini iş edinir ve şu hadisi zikretmeye gayret eder:
Bir gün Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem],
“Müferridûn geçmiştir” buyurdu. Ashap, “Müferridûn nedir yâ Resûlallah?” diye sorunca şöyle buyurdular: delili
“Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlardır.”38
Ondan sonra birçok zikirlerin nurları ve yüce yaratıcının,
"Ben, beni zikredenle beraberim” * kelâmının sırları onun gönlünü kaplar. Orada, yaratıcının huzurunda olmanın tadıyla lezzet almak varken, cennetin en yüksek tabakasındaki bir köşkte bulunmanın yaratılmış nazarında ne kıymeti vardır?
Beyit
Hûriler, köşkler, sekiz cennetin nimetleri...
Hiçbiri işe yaramaz, bana sen gereksin!
Güzele Yönelmek
Ebû Musa Hâdim’in şöyle dediği nakledilir: “Bir gün Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in huzurundan çıkıyordum, dedi ki: Ey salih kimse! Feraset ilminin, bütün peygamberlere verildiği gibi sana da verilmesiyle gururlanmayasın! Seni isterim ve senden başkasını istemem de. es-S/hâh adlı eserde şöyle dendi:
el-Kurrâ: Dindar adam. Çoğulu kurrâûne gelir. Çoğulu bazan da kârî gelir.
Yani, eğer bir kimsenin işinde olacaksan, bari kınanmamak için güzel bir işte ol. “Çirkinlerin aşkı gevşeklik (hızlan), güzellerin aşkı haraplıktır” demişler. Bir can vardır ve bir de amaç vardır. “Amacıma ulaşmak için canımı bile veririm” diyebilen adam gibi adam gerektir.
"Allah güzel işleri (güzel ahlâkı) sever, kötü, çirkin işlere (kötü ahlâka) ise buğzeder.”7'
Bu hadis geceyi aydınlatan bir incidir. İncinin itibarı, dalga tarafından korunmasından ileri gelir. O incinin, onun için can feda edecek ve baş aşağı denizin dibine dalacak yüz bin tâlibi vardır. On dördüncü gecenin ayı olan dolunayın güzelliğine bakma, onun düşüşünü (güzelliğini kaybedişini) gör, zira kimse bu açıdan bakmaz. Yeni ayın eksikliğine bakma, onun değerine bak; çünkü gözler onu seyretme arzusundadır. Dostluktan çare yoksa, bari yüce Allah’ı dost tut. Böylece Allah da seni sevecek, rahmetinden mahrum bırakmayacaktır. Allah’ı sevmenin işareti şudur: Devamlı O’nu zikredecek ve hiçbir zaman zikrinden vazgeçmeyeceksin. Şiblî şöyle dedi: “Seven susarsa helak olur, ârif susmazsa helak olur.”
Yüce Allah’ın adını anmayan bir Mecûsî, bir hayvanın boğazına bıçak çalarsa o hayvan murdar olur derler. Çünkü diliyle Allah’ın adı arasında yakınlık olmayan birinin elinden çıkmıştır.
"... iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır?” (En'âm6/81).
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Er kişi, huzurda namaz kılarken kendisini belinden zünnarı çözüp müslüman olan bir Mecûsî gibi düşünmelidir.” Yani,
“Şüphesiz namaz kılan kimse, Rabb’ine münâcâtta bulunur” makamı ndayken, İstiğfar, inkisar, alçak gönüllülük ve kalbî itaatin son noktasında olmalıdır.
Beyit
Bir buluttan bir damla yağmur damladı
Denizin enginliğini görünce utandı
Denizin olduğu yerde ben kim oluyorum Eğer var olan o ise demek ki ben yokum
Kendisine hakaret nazarıyla bakınca
Hemen can attı bir istiridye kucağına
Gurur Perdesi ve Gaflet
Şöyle nakledilir: Bistâm’ın soylularından bir adam sürekli Bayezid hazretlerine yardımcı olur, onun sözlerini dinlerdi. Bir gün şeyhe şöyle dedi: “Ben otuz yıldır gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılarım. Dünya lezzet ve şehvetlerinden vazgeçmişim. Sen ne söylüyorsan yapıyorum, ancak gönlümde hiçbir hidayet belirtisi görmüyorum.” Bâyezid-i Bistâmî şöyle dedi: “Eğer üç yüz yıl ömre sahip olup yine bu şekilde bir yol takip etsen, bu yoldan sana bir zerre nasip olmaz.” Adam, “Neden?” dedi. Bâyezid-i Bistâmî, “Çünkü sen gurur perdesinin arkasındasın” dedi. Adam, “Bunun çaresi nedir?” diye sorunca şeyh, “Gururu bırakmaktır, ancak sen bunu yapamazsın” cevabını verdi. Bunun üzerine adam, “Şeyhim her ne buyurursa yerine getiririm” dedi. Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Hacamatçının yanına git, yanında bulun ve bu kibir elbisesini üzerinden çıkar. Hırka giy, cevizle dolu bir torbayı boynuna tak, yaşadığın mahallenin çocuklarını topla ve, ‘Kim bana tokat atarsa ona ceviz vereceğim’ de. Hatta kim sana taş atarsa onun ağzına şeker koy ve kim sana kötü söz söylerse onun için dua et.” Adam, “Sübhânallah, ben bunu yapamam” deyince şeyh, “Ben sana, ‘Sen bunu yapamazsın’ demiştim” dedi.
Beyit
Günde yüz kere de olsan din yolunda şehid
Kendini beğenirsen olursun ateşperest
Şöyle naklederler: Bir gün adamın biri Bâyezid-i Bistâmî’ye “Allah” dedi. Şeyh ona bağırdı ve öğüt verdi, yani niçin gafletle yüce Allah’ın adını ağzına aldın diye.
“... Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ...” (Kehf 18/24) âyetindeki İçin müfessir, “İnşallah kelimesini unutup daha sonra aklına geldiğinde onu zikrederek telafi et” anlamını verir. Bir muvahhid de şöyle der: Âyetin anlamı, “Yüce Allah’ı, Allah’tan başka her şeyi unutup giderek tasavvur ettiğin bir zamanda zikret.” Bazı sûfîler şöyle der: “Kim kalbi Allah’tan gafil olduğu halde Allah derse, Allah iki dünyada da onun düşmanıdır.”
Tevhid ile Tefrit
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Teferrüd evine ulaşmak için tevhid meydanında yürü. Sonra, tefrîd evine öyle bir uç ki devam vadisine ulaşasın. Ondan sonra susuz olursan, yüce Allah sana öyle bir şarap verir ki artık zikretmeye susamazsın. Yürümekle uçmak arasındaki fark bellidir. Tevhid ile tefrîd arasındaki fark görmeye muhtaçtır ve şöyledir: Vahdetin ispatı, tevhidin abartısızlığı ve tefrîdin abartısıyla olur. Çünkü vâhid, benzerlerinden; ferd, sıfatlarından soyutlanmıştır.
O halde vâhid, benzeri olmayan, kemal sıfatlarıyla vasfedilen bir varlıktır. Ferd ise benzeri olmayan, sıfatlardan münezzeh bir varlıktır. Deymûmet (daimlik), ezel ile ebede İşarettir. Zira dâim, ezelî ve ebedî olmayı işaret eder.”
Bu kâse, cennetten bir şaraba işaret eder. Şöyle ki kullar üç kısım olduğu gibi cennet şarabı da üç türdür.
“(Bu), Allah’ın has kullarının içtikleri... bir pınardır" (İnsan 76/6) ki onların sâkîsi meleklerdir. Bunlar tâliplerdir; bu çeşmeden kendi kendilerine şarap içerler.
“Kendilerine mühürlü hâlis bir içki sunulur” (Mutaffifîn 83/25). Bunlar tutumlu kimselerdir, onların sâkîsi meleklerdir.
"... Rab’leri onlara tertemiz bir içki içirir” (İnsan 76/21). Bunlar da sabıklardır, yüce Allah onlara perdesizlik şarabını keramet verir.
Bir gün bir adam Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Benim için bir hesap yap” dedi. Bâyezid-i Bistâmî, “Söyle” dedi. Adam sayılar verdi, “Kaç?” diye sordu. Şeyh “bir” cevabını verdi. Adam, “Sen ne söylüyorsun?” deyince şeyh, “Bir, başkasını bilmem” cevabını verdi.
Şiblî de bir gün güzel giysilerle geçiyordu. Bir tüccar, onu da kendileri gibi zannetti. Ona, “Ayrıntılı bir biçimde şu hesabı yapabilir misin?” diyerek uzun bir hesap verdi, öyle ki yüz binden fazla idi. Sonunda, “Kaçtır?” diye sordu. Şiblî yüksek sesle “bir” dedi. Tüccar, “Deli misin, sana verdiğim hesap yüz binden fazla tutar, sen bir diyorsun” dedi. Şiblî dedi ki: “Deli sensin. Zira gerçek olan birdir, gerisi mecazdır. Âlemdeki herkes bir verip,on almak ister ama er kişiler on verip bir almak isterler.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Tevhidin ilk makamı, söylediğini bilerek söylemek, duyduğunu bilerek duymaktır.”
Şeyhler şöyle dediler: “Tevhid, kulun yüce Allah’ın bir olduğunu bilip söylemesidir. Bilmek, yüce Allah’ın, kullarının kalbine kendi dileğine verdiği bir nurdur.”
Bütün hayvanlar şehvet, öfke ve beş duyuda insanoğlu ile ortaktır. İnsan kalbinin asıl cevheri, ilim (bilmek) ve marifettir. Bu, duyularla ulaşılan mertebenin ötesindedir. Yüce Allah’ın kitabında bu sırra işaret vardır. Bunun kalp olduğunu belirttiler. O halde, böylesi bir nur Bâyezid-i Bistâmî’nin bahsettiği şeye uygun olsa gerektir.
Namazda Huşû ve Gerçek Aşk
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî bir adamı mescidde namaz kılarken gördü. “Eğer bu kıldığın namazın kavuşma sebebi olacağını düşünüyorsan yanılıyorsun” dedi.
Efendide vardır gerekeni yaptığı zannı
Oysa değil elde ettiği zandan başkası
Namazda huşû ve huzû olmadıkça, (o namaz) kurtuluş ve mutluluk sebebi olmaz.
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; onlar ki namazlarında huşû içindedirler” (Mü’minûn 23/1 -2).
Mansûr-ı Ammâr dedi ki: “Bir gün bir harabeye gittim. Namaz kılan bir delikanlı gördüm. Sanki cehennem yanındaymış ve kıyamet kopmak üzereymişçesine korku, dikkat, hüzün ve endişe içerisindeydi. Selâm verene kadar bekledim. Ondan sonra kendisine selâm vererek dedim ki: Ey delikanlı! Cehennem bir kayadır. O kayanın üzerinde, “lazî’ adıyla bilinen bir vadi vardır. Âsilerin zindanı ve zalimlerin hapsidir. Bu sözü işitince bir nâra atıp kendinden geçti. Kendine gelince, ‘Ey üstat! Bana başka bir şerbet verebilir misin?’ dedi. Şu âyeti okudum:
. yakıtı insan ve taş olan (Bakara 2/24). Başka bir nâra attı. Kendinden geçti, düştü ve öldü. Gasilhaneye koyduklarında göğsünde,
(artık o cennette) hoşnut kalacağı bir hayat içindedir’ (Hâkka 69/21) ve'iki kaşının arasında,
‘Ona rahatlık, güzel nzık ve naîm cenneti vardır’ (Vâkıa 56/89) yazılı olduğunu gördüler. Toprağa verdiklerinin gecesi onu rüyamda, itibar tacı başında, cennette beyaz elbiseler giymiş ve nurdan bir binitin üzerinde oturmuş bir vaziyette gördüm. ‘Yüce Allah sana ne yaptı?’ dedim. Dedi ki: ‘Bedir şehidlerine yaptığını, ancak onlar kâfirlerin kılıcıyla öldürüldü, ben ise Gaffâr’ın kılıcıyla öldürüldüm.’”
Beyit
Gazi şehidlik peşinde koşturur
Ârif ölüm istemede ondan olgundur
Bu ölü o ölüye benzemez çünkü Öldüren gaziyi düşman, arifi dosttur
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği rivayet edilir: Kimi muhabbeti öldürürse onun diyeti sevdiğini görmesidir. Kimi aşkı öldürürse onun diyeti de pişmanlıktır. Zira aşk (muhabbet), kutsal bir haldir. Çünkü hem yüce Allah hem de kul,
“...(Allah) onları sever onlar da Allah'ı sever ..." (Mâide 5/54) hükmünce onunla vasfedilir. Derler ki: “Aşk, görünen ve görünmeyen her durumda sevilene uymaktır. Aşk, sevilenin isteği dışındaki her şeyi yakarak kalbi aydınlatır.” Aşk, coşkun bir sevgidir. Şüphesiz aşkın eli, sevginin elinden daha özeldir.
Beyit
Yanağının hayalini başucuma koymuşum
Bak, ne hoş bir teklifim/başucum var
Şöyle nakledilir: Bir gün halk, şehirde bayram namazını kılmak üzere toplanmıştı.
Celâl sahibi yüce Allah’a âşık bir delikanlı, yüksek bir yerden aşağıdaki insanlara bakıyor ve şöyle diyordu:
Aşk yüzünden ölen kişi ölmüş olur
Aşk içinde ölmeksizin hayır yoktur
Hakikat Ehli ve Haya Perdesi
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Miskin dindar, dikenli görüp ulaşamadığı hurma ağacının altında sabredip beklemez, gider kolayca uzanabildiği iğde ağacının altında bekler, bunun sonu- cunda kolayca meyvesini alır.”
Bu yüzden hakikat ehli kimse, miskin dindar gibi olmamalıdır. Miskin dindarlıktan bir şey elde edilmez. Er kişi, ikiyüzlülük etmedikçe bu durum onda görülmeyecektir. Dindar adam, bir gece iki rekât namaz kılıp sonra sırf bu yüzden âlemin dolup taşmasını bekleyen kimsedir. Lâkin hakikat ehli, doğudan batıya her yeri ihlâs secdesiyle doldurup, daha sonra muhtaç olmama kapısında bekleyen kimsedir.
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle dedi: “Allah bir müridin hayrını dilediğinde onu sûfîlerle bir arada bulunmakla rızıklandırır, cahillerle bir arada bulunmaktan alıkoyar.”
Ali b. Ebû Tâlib [radıyallahu anh] şöyle dedi: “Yüce Allah bu ikiyüzlü dindarlara kıyamet gününde der ki: Dünyada insanlar sizin ibadetinize bakarak ucuza mal mı verdiler? Size daha çok selâm mı verdiler? Sizin işlerinizi daha acele mi yaptılar? Siz dünyada ibadet ve taat, gece kalk- ma ve Kur’an okumakla nasiplendiniz, zevk aldınız. Siz dünyada kendi nasibinizi buldunuz. (İnsanlar desin diye bir şeyler yaptığınızdan) sizin kesinlikle ahiretten nasibiniz yoktur.”
“Rabb’inin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır” (En'âm 6/115).
“Zâhid, bâki olan nimetler için fâni olan nimetleri terkedendir” hükmünce zâhidin bir ümidi vardır. Ancak,
“Cennet, hoşa gitmeyen şeylerle sarılmıştır” hadisinin varlığı sebebiyle ümit tohumu riyaya dönüşür. Zâhid yüce Allah’tan,
“Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır” (Yunus 10/26} vaadiyle cennet ve cemâlullah nimetini diler. Ârif ise ne dünyaya ne de ahirete iltifat eder. Onun istediği ve sevdiği Allah’ın sıfatlarının tâ kendisidir.
Beyit
Kalp, senin lütfün olmadan can bulmaz
Can, sen olmadıkça dünyaya bakmaz
Aşk âleminde hani bir bahar yeli?
Senin saçından can kokusu taşımaz
Güneş köyünün toprağını görünce
Artık gökyüzünün zirvesinde olmaz
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “İki utanmaya (hayâ) şaşarım: Birincisi, günahkârın isyanından utanması ve diğeri yüce Allah’ın günahkârın günahından utanması.” Denilmiştir ki: “Hayâ, Allah’ın büyüklüğü karşısında kulun (günahlardan) kendisini tutmasıdır.”
Süleyman ed-Dârânî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yüce Allah şöyle buyurur:
“(Ey kulum!) Sen benden hayâ ettiğin sürece ben senin ayıplarını (insanlara) unuttururum. Günahlarını yeryüzüne unuttururum. Kitabındaki) hatalarını siler ve kıyamet gününde seni hesaba çekmem.”
Kulun utanması tıpkı buğday tanesine el uzatınca taç ve elbisesi uçup giden Hz. Âdem’in [aieyhîsseiâm] utanması gibidir. Hz. Âdem utancından köşe bucak saklanırken hâtiften bir ses geldi: “Bizden mi kaçıyorsun?” “Hayır, senden değil, utancımdan kaçıyorum” dedi. Yüce Allah buyuruyor: “Ey kulum! Sen utanma elbisesini giyinip vefa bineğine bindikçe sahip olduğun her ayıbı halkın gözünden saklarım ve o günahı işlerken meydana gelenleri onlara unuttururum. Böylece yarın senin günahının tanığı olmazlar. Levh-i mahfûzdan da senin günahkârlığını siler, yarın hesap gününde sana kolaylık ve hoşgörü gösteririm.” Yüce Allah’ın hayâsına örnek ise şudur:
“Sıratı geçen kula mühürlü bir mektup verilir, kul açar bakar ki içinde, ‘Sen yapacağını (ve yapmak istediğini) yaptın, fakat ben yaptıklarını sana izhar etmekten hayâ ettim, haydi (cennete) git, atfıma mazhar oldun’ ibaresinin yazılı olduğunu görür.” ,
Şiir
Sapkınlığı kınamak ayıp değildir.
Şöyle nakledilir: Ârifler Sultanı Bayezid, yanında bulunanlara öğüt verirken şöyle derdi: “İki azık torbasına sahipsiniz. Birini sırtınıza atıp 1 amellerinizi ona koyarsınız. Diğerini de önünüze atıp insanların amellerini ona koyar, ona göz kulak olursunuz. Kendi azığınızı kollamanız gerekir, zira,
‘Ne mutlu o kimseye ki kendi kusuru başkasının kusurlarıyla uğraşmaktan onu alıkoyan ’
Başkalarının azığına da,
‘Sizden biriniz, kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki kütüğü (merteği) unutur (görmez)’ hükmünce bakmalısınız.”
Halkla Birlikte Olup Hakk’a Yönelmek
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kim ki Kur’an okur, cemaate yardımcı olmaz, Allah’tan hakkıyla korkmaz, müslümanların cenazesinde hazır bulunmaz, hastaların halini hatırını sormaz ve bu yolun davasını ederse o müddeî demektir.
Bu söz şuna dayanır: Şeyhler der ki: Halkla bir arada olmadan gönlünü yüce Allah’a bağlayan kimse, halkla bir arada bulunup gönlünü Ğenâb-ı Hakk’a bağlayan gibi değildir. Gönül mescidinde Allah Teâlâ ile olan kimse, gönül pazarında yüce Mevlâ ile olan kimse gibi olmaz. Sağlam mümin, halkla zaman geçiren, halkın güvenini kazanan, Allah’la beraber olup halkla görüşmeyi de kesmeyen kimsedir.
Şöyle rivayet ederler: Dünyadan el etek çekenlerden biri çölden dönüyor, avladığı bir aslanın üzerine oturmuş, elinde tuttuğu bir engereği de kamçı edinmiş bir şekilde şehre giriyordu. Bir fırıncı dükkânının kapısına vardı. Fırıncı ona dedi ki: “Ey er kişi! Bir terazinin iki kefesi arasına oturup gönlü yüce Allah’la bir tutmak er kişi kârıdır! Zira yüce Allah sağlam mümini sever.
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Dünya, dünya ehli için gurur içinde gururdur. Ahiret, ahiret ehli için sevinç içinde sevinçtir. Yüce Allah’ın dostluğu, aşk ehli için nur üstüne nurdur.”
Beyit
Eğer olmasa Rabbim’in cemali
Hiç dilemezdim cennete girmeyi
Nefse Karşı Gelmek
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın rızasını, kendi nefsinin hevesi aksince iste. O’nun dostluğunu kendi nefsine düşmanlıkta ara. Zira, hevesi terkettiğini söyleyen kimse Allah’a ulaşır. Yani böyle yapan kimse, kıdemin lutuf meydanı dışında bir yere ayak basmaz ve dost dışında herhangi bir şey için boş yere nefes harcamaz. Bu taife, Allah Teâlâ’ya uymanın nefse karşı gelmek olduğunu bilmiştir. Yarın lutuf bahçelerine varmak için bugün riyazet şarttır. Şahini, ağacın başından alıp padişahın eline götürürler. O, devleti, kendi isteklerinden vazgeçmek suretiyle bulmuştur. O şahin, hal diliyle şöyle der: “Sîzler bugün görüyorsunuz ki bizim çıngırağımızın sesini duyan bütün kuşlar çerçöpün arkasına gizleniyorlar. Kahır iğnesiyle gözleri diktikleri günü görmezler. Muradımız gerçekleşene değin biz o yaraya sabrettik. Kuşkusuz bugüne değin o sabır meyvesini verir ve sen şahinin gerçeğine ulaşırsın. Bugün yüzü gözü ve ayağı bağlanmış bir vaziyettedir.
Beyit
Heves firavununun büyüsünü yok et Musa’ysan eğer Başkalarının kıskançlığını kır İbrahim’sen eğer
Dostluk için mücadele et, al nefsini emrin altına Ihtiyaçsızlık istiyorsan artık put peşinde koşma
İnsana iki dünyada da yüce bir himmet gerek Suretler harabesini sağlam bir köşk yapmak gerek
Şahin yüce bir himmetle yer edinir padişahlar elini Baykuş alçak yaratılışından mesken edinir harabeyi
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in mübarek dilinden şöyle bir öğüt geldi: “Ftiyâzet içinde olmak kalbini arındırır ve yüce Allah’ın kabulü devletine zemin hazırlar.”
Beyit
Daima doğru ve temiz söz söylemek iyi
Gönül eteğinden heves tozunu gidermek iyi
Akıllı kimsenin dünyada seçtiği şeylerden Az yemek, az uyumak ve az konuşmak iyi
Bayezid’in Üç Öğüdü
Şöyle nakledilir: Arifler sultanının bir müridi yolculuğa çıkıyordu. Şeyhten kendisine bir öğüt vermesini istedi. Şeyh şu üç hasleti korumasını buyurdu:
Birincisi, kötü huylularla bir arada bulunursan, canını sıkmamak için kendi güzel huyunu o kötü huylularla karıştırma.
İkincisi, bir kimse sana iyilikte bulunursa öncelikle yüce Allah’a şükret. Ondan sonra da iyilikte bulunana,
“Şüphesiz bütün âdemoğullannın kalpleri tek bir kalp gibi Rahman olan Allah'ın kudret parmaklarından iki parmak arasındadır. Onlan dilediği yere çevirir” hükmünce teşekkür et. Zira yüce Allah onun gönlünü sana karşı merhametli kılmıştır.
Üçüncüsü, Allah Teâlâ sana bir bela verdiğinde ve sen o belayı sa- vuşturamadığında, acizlik ve çaresizlik içinde yine Cenâb-ı Hakk’a yönel. Yani o belayı gidermeyi yüce Allah’tan iste. Zira Hak Teâlâ sıkıntıda olanların kendisine yalvarmasını sever. Tıpkı Hz. Eyyûb [aieyhîsseiâm] gibi ki,
"... Başıma bu dert geldi...” (Enbiyâ21/83) dedi. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] ömrünün sonunda baş ağrısına tutulmuş ve başı sarılı bir halde Hz. Âişe’nin [radıyallahu anhâ] evine geliyordu.
Eve girerken “âh başım, âh başım” diyor ve ihtiyacını ihtiyaçsız olanın sarayına bildiriyordu. Zira icabet kapıları açık, isteklerin yerine getirilmesi de yakındı. Aziz bir kimse şöyle dedi: “Sakın ola ki ayağına bir diken battığında hiç kimsenin dergâhından yardım isteme. Çünkü bu işe yaramayacağı gibi bir de seninle eğlenirler. Yüce Allah’ın dergâhına yönel ve tıpkı çocuğun annesine ağlaması gibi O’na ağlayarak yalvar. Böylece gönlünün dilediği gibi isteğine kavuşursun.”
Allah İçin Sevmek
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Uzak olan bize çok yakın ve yakın olan bize çok uzaktır.” Birinci söz, şeyhin hizmetindeki dindarlar, gece kalkanlar ve zâhidlere bir uyarıdır. İkinci söz ise yüce Allah’ın âşıklarına ve -doğuda olsun batıda olsun- Şeyh Bayezid’in bütün müridlerine bir uyarıdır. Öyle ki Bilâl-i Habeşî ve Selmân-ı Fârisî ve Su- heyb-i Rûmî sürekli olarak Hz. Peygamber’in özlemi ateşiyle yanarlardı.
“Şevk, kalplere sevgiliye kavuşma hasreti çektirir.” Bu açıklamadan anlaşılıyor ki kim Sultanü’l-ârifîn Bayezid’i can u gönülden sevmezse, yanında olsa dahi ondan uzaktır. Kim Sultanü’l-ârifîn Bayezid yanındaymışçasına onun hizmetine niyetlenip onu gönülden severse, uzakta olsa bile kendisine yakındır.
Beyit
Her ne kadar uzakta da olsam, sırlarım ulaşır size
Korumak için bedenim değil ruhum gerektir size
Beyit
Dedin ki bizim saçımızın ucudur senin gönlünün yeri
Bizim gönlümüz ne demek, orası bütün gönüllerin yeri
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Beni Türkistan’da Şûristan’daki gibi tanırlar." Evvela bilinmesi gerekir ki bu Şûristan, Bistâm şehrinin mahallelerinden Şeyh Bayezid’in mahallesinin bitişiğinde bir mahalledir. Ancak daha sonra şu bilinmelidir ki Bistâmlılar’la Bayezid’in durumu Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] Mekkeli- ler’le olan durumuna benzer. Himmet dalı,
“...O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu” (Necm 53/9) meyvesini veren bir adamı deli (mecnun) diye çağırdılar. Faziletlerinden biri
“Ben diğer peygamberler üzerine altı şeyle faziletli kılındım” olan yüce kimsenin kafasına katır işkembesini geçirdiler. Bu neden böyle- dir? Onların, sıdk tûtiyâsını bulmamış, celâl sahibi Allah’ın ikbal sürmesi çekilmemiş gözleri vardır. Aynı gözle Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali [radıyallahu anhüm] bakarken; Ebû Cehil, Utbe, Şeybe ve Ukbe de bakarlar. Lâkin Ebû Cehil’in gözü kördü, inkâr ederdi. Hz. Ebû Bekir’in gözü istiğfarla temizlenmişti. Utbe’nin gözüne, ezelî reddedişle perde çekilmişti. Hz. Ömer’in gözü, başlangıcı olmayanın sürmesiyle aydınlıktı. Şeybe’nin gözü bağlanmış, ayıpla reddedilmişti. Hz. Osman’ın gözü gayb devletine bakıyordu. Ukbe’nin gözü Allah’ın ilmiyle kör edilmişti. Hz. Ali’nin gözüne, Allah’ın hükmü sürmesi çekilmişti. Bâyezid-i Bistâmî’ye de Türkistanlılar şöyle derler: “Gözün idrak edemediği kalp.”
Beyit
Ey sevgilil Göz seninle aydındır, asla seni görmemiş
Âşık maşuktan ne ister bir ad dışında duyulmamış
Onların her biri, her toplantıda,
“Ben Yemen tarafından Rahmân’ın kokusunu alıyorum” hadisini açık ederler. Şûristanlılar putlar gibi,
"... Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezle?’ (A*râf 7/198) ile musahiptirler, ezelden kördürler.
Beyit
İlmin varsa hizmet et, çirkinlik ilimsizlerden olur
Çinliler ihram giyerken Mekkeli Mekke’de uyur.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî’nin marifet ve müşahede mertebesi ortaya çıkınca Bistâm’ın dindarlarından bir topluluk ona düşmanlık gösterdiler. Onun sözünü anlamadıkları için kendisini kınadılar. Öyle ki onu yedi kez Bistâm’dan kovdukları anlatılır. Bir seferinde, “Benim bu şehirden kovulma sebebim nedir?” diye sordu. “Sen kötü bir adamsın” dediler. Şeyh şöyle buyurdu: “Ne mutlu kötüsü Bayezid olan o şehre!”
Beyit
İhtiyaç kapısında değilsen hüccet peşinde koşma!
Meydan başında değilsen, er kişileri kınama!
Zühd, İbadet, İlim
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bu yolda üç kimseye üç şeyden daha kuvvetli perde yoktur: Zâhidlerin perdesi zühddür. Dindarların perdesi ibadettir. Âlimlerin perdesi ilimdir. Şöyle ki zâhid eğer zühdü yüce Allah’a kavuşmak için tercih ediyor ve isteğine aracı kılıyorsa bu zühd perde olmaz. Ancak onun zühdden amacı zühdün kendisiyse, Bâyezid-i Bistâmî bunun perde olduğunu bildirmektedir. Bu zühdü dile getirmek kolaydır, ancak zühdü layıkıyla uygulamak er kişilerin kârıdır.
Şeyhler, “Zühd, yüce Allah dışındaki meşguliyetleri terketmektir” buyuruyor. O halde zâhid, tamamen Allah’la meşgul olmalı, gizli ya da açıktan kendi nasibine öncelik vermemelidir. Bunların hepsini yapınca • kendini aciz ve günahkâr bilir. İbadet ve ilim de buna benzer. Allah’a hamdolsun ki tevfik, geçiş için köprü görevindeki bu işlerde Allah vergisidir, sonradan kazanılmaz. İlâhî yardımla olur, ibadetle değil.
Beyit
Senden bir hizmet vücuda gelince
Hem şükret hem de günah olduğunu düşün
Tarikatta şu ikisini dilden düşürmemek gerek
Önce “elhamdülillâh” sonra “estağfirullah”
Tefekkür ve Sabır
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ey yola tâlip kimse!
Yüce Allah’ın zatını düşünme. Zira bu hususta şöyle bir hadis vardır:
‘Mahlûkat hakkında tefekkür edin, Allah’ın zatını tefekkür etmeyin’ Yani, âlâda ve na‘mâda yüce Allah’ı düşününüz. Âlâ, zâhirî nimetler ve na‘mâ, bâtınî nimetlerdir. Mesela el, zâhirî nimetlerden, Allah’ın verdiği kuvvet yetisi ise batınî nimetlerdendir. Aynı şekilde insanın yüzü zâhirî nimet, yüz güzelliği bâtınî nimettir. Yine yemeklerden tat almak bâtınî bir nimettir.
'Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız (Nahl 16/18). Hadiste,
‘Tefekkür gibi ibadet yoktur’ buyrulmuşsa da yüce Allah’ın zatını tefekkür etmeye izin yoktur.
Bast üzerinde dur, fakat o hal içinde gevşeyip rahat davranmaktan sakın. Kulun, Allah’ın zatı hakkında hiçbir fikri olamaz. Allah’ın zatı hakkında tefekkür, sahili olmayan deniz, seheri olmayan gece, ilacı olmayan hasta gibidir. Çünkü Allah’a ne mekân ne de sınırlandırılmış bir mülk vardır.”
Ebü’l-Hasan Nûrî şöyle dedi: “Otuz yılı onu aramakla geçirip dert koruğunu sıktım (sıkıntı çektim). Otuz yıldan sonra şöyle bir ses geldi: ‘Ey Ebü’l-Hasan! Senin olduğun yer bizim yerimiz değildir. Bizim ferdâ- niyyetimizin olduğu yere de senin gelmenin yolu yoktur.’”
Beyit
Sana söyledim asla denize gitmemeni
Yine de gidersen tufana hazırla bedenini
Ey sadık derviş! Yüce Allah şöyle sesleniyor: “Ey kulum! Büyüklük görmek için arşa bak! Genişlik görmek için kürsîye bak! Yazı görmek için levhe bak! Yükseklik görmek için gökyüzüne bak! Marifet görmek için gönüle bak! Aşk görmek için marifete bak, sevdiğini görmek için aşka bak! Zatın etrafında dolaşma, zira yokluktan başka bir şey göremezsin.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârifin gönlü asla yüce Allah’a şikâyette bulunmaz. Her gün bin yara alsa bile Rabb’in- den umudunu kesmez. Ona marifet hissesini verseler, yine de hileden emin olmaz.” Şiblî [rahmetullahi aleyh] şöyle buyuruyor: “Ârif şikâyet etmez, köle davada bulunmaz, korkakta karar olmaz ve hiç kimse için Allah’tan kaçış yoktur.”
Zavallı top, meydanda çevgânın kıvrımından, koşturan atlıların el ve ayağından yara almaktadır. Ona, çevgân yarasına değil sultanın nazarına bakmasını şart koşarlar. Âriflerin halleri de topun haline benzer. Zira böylesi bir halin zâhiri sem‘, bâtını cem' olsa gerektir. Bu sebeple Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Bildiklerini bize anlat” dediler. Şöyle dedi:
“Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler...” (Nemi 27/34).
Dostun, Dostu Seçmesi
Beyit
Dost, dost edineceği kimseyi
Dilediğİnce seçse gerektir
Adamın biri, bir süre İbrahim b. Edhem ile beraber bulunmuştu. Ayrılık vakti gelince, yanlışlarından ötürü özür diledi. İbrahim b. Edhem dedi ki: “Gönlünü rahat tut. Zira biz seninle beraber olmaktan hoşnut kaldık. Dost, dosttan kötülük görmez.”
Serî-i Sakatî [rahmetullahi aleyh] şöyle diyor: “Ârif eğer çok ağaçh bir bahçeye gider, her ağaçta bir kuş olur ve bu kuşlar güzel seslerle, ‘Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Allah’ın velisi’ derse bu ârif hileden emin olmayıp gururlanmasa gerektir.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Senin bineğin nefsindir. İzin verirsen kendi dilediği gibi yer, uyur, kalkar. Yolda kalıp dostlarınla münasebeti kesersin, menzile ulaşamazsın.” Yani, bir an bile boş bırakmamalısın. Zira Allah, sıhhatli olup da boş duranı sevmez. Bu, yanmış (âşık)ların sözüdür, uydurmacıların değil. Bu gerçek cesurların sözüdür, sözde cesurların değil.
Beyit
Vadide uyumuş ve kervan gitmiş
Korkarım rüyadan başka bir durak görmeyecek
Sürekli örs üzerinde halka döven kişiye
Bir gün ansızın bütün kapılar açılacak
Allah İçin Yolculuğa Çıkmak
Kişi, Hz. İsa [aleyhisselâm] gibi hiçbir yerde durmayıp, âlemi dolaşsa gerektir. “Bunun sebebi nedir?” dediler. “Ola ki bir sıddîk bir zaman ayağını bir yere basmıştır, o toprak bize de şefaatçi olur” dedi.
Beyit
Susuz kimse nasıl suya susamışsa
Can da o denli susamıştır canana
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: "Gönlüne süvari, bedenine piyade ol. Yani sürekli başın secdede olsun ve Hak Teâlâ gönlünde hazır olsun. Garip bir iştir, oturmuş ve ayağını eteğine çekmiş adam, içten içe Kâbe’yi tavaf eder.” Bu şuna dayanır: “Lâ ilâhe illallah” dünyada bir Kabe’dir. “Lâ ilahe illallah”ın sûreti o Kâbe’nin dengidir. Aynı şekilde bu âlemin sûreti tavaf edilen sırlar Kabe’sinin dengidir, (bu yüzden) etrafını tavaf ederler. Âlemin sırrı Harem’in sûretidir. Mekke’deki Harem’in sırrı, Mekke’deki Kâbe’nin sırrı ve hakikat âleminin sırrı Kur’an’dır. Kur’an’ın sırrı kelime-i şehadet, kelime-i şehadetin de sırrı Allah’tır.
Beyit
O, canı göstermeye muktedir olur
Kur’an harfleri örtüsü olmaksızın
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Halkın yok oluşu iki şeyledir: Yaratılmışa saygının kalmaması ve yüce Allah’tan minnet olmaması.” Öyle ki halk, Allah Teâlâ’yı ulularlar, oysaki yüce Allah her gece, “İsteyen var mı, dua eden var mı, istiğfar eden var mı, tövbe eden var mı?” diye seslenir. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:
“Allah’ın yarattıklarına şefkatli olmak, Allah’ın emirlerine tazim göstermektir. ”
Şeyhlerden bazıları şöyle diyor: “Hayırların tamamı iki işle çevrilidir: Halka güvenmek ve halkla halk olmak.” Bir nimet eriştiğinde onun Allah’tan geldiğini bilmek gerekir. Değerli ömrü Allah’ın celâl ve cemalini seyretmek peşinde geçirmelidir. Bir sıkıntı ulaştığında, onu da Allah’ın takdiri bilmek gerekir.
Ancak bu, cahillerin, “Her şeyi O’na havale etmeyiz; kötülük bizden, hayır Allah’tandır” demesi yahut Mecûsîler’in, “Hayır Allah’tan ve kötülük şeytandan” dediği gibi değil.
“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a gelecektir” (Meryem 19/93) âyeti her iki fırkaya da cevaptır.
Bir vakit bir Kaderiyye mensubu bir Mecûsî’ye müslüman olmasını söyledi. Mecûsî, “Allah dilediği zaman” dedi. Kaderî şöyle dedi: “Allah ister ancak şeytan istemez.” Mecûsî de şöyle dedi: “Ben, düşmanla daha güçlüyüm, zayıfları ne yapayım.”
Bu hikâye şuna uygundur: Kadı Abdülcebbâr Mu'tezilî vardı. Bir derviş ona türlü türlü yemekler hazırlayıp bir ziyafet verdi. Kadı sofraya oturunca, “Ev sahibi nerede?” dedi. “Hazır değil” dediler. “Biz onu görmeden yemeğe el sürmeyiz” dedi. Derviş geldi ve dedi ki: “Ey kadı! Bugün benim evimde beni görmeden ekmek yemiyorsun, yarın kıyamet gününde cennet evinde yüce Allah’ın yüzünü görmeden cennet nimetlerini nasıl yiyeceksin?”
İnsanın Şerefi
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “İnsanın şerefi on şeydir. İlim, yumuşak huyluluk (hüim), utanma (hayâ), vera* (dindarlık), takva (Allah korkusu), iyi huy, kanaat, halka soru sormayı bırakmak, Allah’ı anmak (zikir) ve kendisini edeple süslemek.
On şey de bedeni harap eder: İyilerden uzak olmak, kötülere yakın olmak, nefsine uymak, cemaate muhalif hareket etmek, bid’at ehliyle karışmak, gıybet, zararlı bir şeyi istemek, dünya gamı çekmek, günah işleyerek halkın rızasını kazanmaya çalışmak ve yüksek makam istemek.
On şey bedeni korur: Gözü sakınmak, dili zikre alıştırmak, nefse karşı koymak, ilmiyle âmil olmak, edebe uymak, bedeni dünya işlerinden uzak tutmak, insanlardan uzak durmak, nefsi zorlamak, çok ibadet etmek ve sünnete uymak.
On şey kalbi öldürür: Tarikat pîrlerine saygısızlık etmek, cehalet, şehvet, gaflet, makamı sevmek, haram yemek, çok uyumak, çok konuşmak, çok gülmek, gereksiz konuşmak.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: Akıllı mümin, Allah Teâlâ’nın, ameline ihtiyacı olmadığını bilen kimsedir. Şöyle ki yüce Allah’ın,
"... Allah zengindir, siz ise fakirsiniz ..." (Muhammed 47/38) âyeti bu manayı bildirmektedir. Semavî kitaplarda şöyle bir ibare geçmektedir: “Ey âdemoğlu, ben sizi sizden faydalanayım diye yaratmadım, ancak sizi benden kazanç (sevap) elde edesiniz diye yarattım.” Aynı şekilde hadis-i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden (mağfiretimi) ümit ettiğin sürece senin hatalarını bağışlarım ve onları hiç önemsemem. Ey âdemoğlu! Günahların göklere erişse bile benden bağışlanma dilediğinde seni bağışlarım ve onları önemsemem. Ey âdemoğlu! Bana dünya dolusu kadar hatayla gelip, bana hiçbir şeyi ortak koşmamış isen şüphesiz seni dünya dolusu bağışlanma ile karşılarım. ”
Kuşkusuz bu şunu bildirir ki O kulunun ibadetine de muhtaç değildir, ameline de. Bunun delili günahların bağışlanmasıdır. Zira Kur’an buyuruyor:
“(Resûlüm!) Kullanma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver” (Hîcr 15/49).
Eğer Allah katında affetmek, her şeyden daha sevimli olmasaydı, Allah Teâlâ Hz. Âdem’i kendisine itaatkâr olduğu ve ibadet ettiği halde o zelle ile imtihan etmezdi. İtaatkâr kimse, kendisine engel olan gurur perdelerini ve görüş (nazar) tehlikesini ortadan kaldırmak için amele günahla başladı. Sonra o günah sebebiyle Allah kulu affeder, böylece kul, yüce Allah’ın lutfunu ve kendi kerametinin derecesini huzurda görmüş olur. Muhtaç olduğunu bilmesi için ilk önce onu belaya atar, sonra da efendilerin baş tacı olduğunu bilsin diye affeder.
Beyit
Af ve cömertlik günah aradığına göre
Günah ve kusurdan başkasına sığmaz
Kullarımdan günah işleyenler ve divanımızı isyan dumanıyla karartanlardan biri kendine gelip de pişmanlık âhı çekerse ben onların (tamamının) günahını, o âh sebebiyle bağışlarım.
Zavallı ve aciz kul günah işler
Rabb’inin affedeceğini ümit eder
Kul günah işlemek istemezse, bu elinde değildir. Çünkü yüce Allah merhamet etmeden bu mümkün olmaz. Her neye su versen ıslanır, zira su yaratılışı sebebiyle ıslatır. Her neye ateş versen yanar, çünkü ateş yaratılışı sebebiyle yakar. Güneş ve ay seni incitmeden sana ışık verirler, onların işi budur. Cenâb-ı Hak da günahkârı bağışlar, zira O’nun sıfatı budur. Miske, “Senin tek kusurun kiminle olursan ol, herkese.aynı kokuyu vermendir” dediler. Dedi ki: “Çünkü ben kiminle olduğuma bakmam, ne olduğuma bakarım.”
Ârifler Sultanı Bayezid’in bu nasihati beyinsiz dindarlaradır. Kırk rekât namaz kılarlar, sonra başka bir gün kibir ve bencillik düğümüne bağlanırlar. Kendi varlıklarını gökyüzü ve yeryüzünün üzerinde tutarlar ve aşağıdaki beyti kendi kendilerine yinelemezler:
Beyit
Amelimizin yüzünden perdeyi kaldırsalar
Bizi (bu halde) meyhaneye dahi almazlar
Allah’ın Kudreti
Bâyezid-i Bistâmî’nin vaaz esnasında şöyle dediği nakledilir: “Ey her şeyi satıp hiç satın alan ve ey hiçi satıp her şeyi satın alan!” Yani Allah’ı bırakıp O’ndan başka her şeyi seçen. Allah’tan başka her şeyi “hiçbir şey” olarak nitelemesinin nedeni şudur ki Allah zatıyla birden çok değildir, O’nun dışındaki varlıklar imkân dahilinde değildir, O’nun zatıyla vardır. O’nun zatıyla var olan her şey esasında yok hükmündedir. Bu bakımdan yüce Allah buyuruyor:
. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır... ” (Kasas 28/88). Ârifler der ki: “Gerçekte Allah’tan başka varlık yoktur.”
Beyit
Bir şey satın almak için iyidir altın
Aşk ve sevgiden daha iyi ne satın aldın?
Şiblî şöyle dedi: “Bir olan her şeye yeterli gelir, her şey bir olana yeterli gelmez.”
İlâhî Sarhoşluk
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: Bir adam ziyaretime gelir, elde ettiği lânet olur. Bir başkası gelir ve kazancı rahmet olur. Bu nedenle, bu adamlara iki göz verdiler ki biriyle İlâhî kerametlerin vasıflarını, diğeriyle de nefsanî âfetlerin vasıflarını görsünler. Yüce Allah’ın fazilet, lutuf, cömertlik ve kıdemini görünce övünç duyup gururlanırlar. Daha sonra, “Cübbemin içindeki Allah’tan başkası değildir”, “Rabbim beni yaratmakla büyük oldu” ve “Ben Hakk’ım” derler. Bu nedenle onların halleri sarhoşluk halidir, bu hal içinde kaybolurlar. Ebû Zer el-Gıfârî [radıyallahu anh] ŞU hadisi nakleder: Ben Resûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem], “Ey Allah’ın resûlü, Hz. İbrahim’e gelen suhufta ne vardı?” diye sordum. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
“Tamamı şunun gibi misaller içeriyordu: Ey saltanat sahibi ve aldanış içerisinde bulunan kral! Ben seni dünyayı üst üste yığman için göndermedim. Fakat ben seni mazlumun bana dua'etmesine gerek bırakmayasın (onun hitiyaçlarını karşılayasın) diye gönderdim. Çünkü ben bir kâfirin ağzından dahi çıksa mazlumun duasını geri çevirmem. Yine o sahifelerde ibretli örnekler vardı: Akıllı bir kimsenin zamanını üç bölüme ayırması gerekir. Bir bölümünde Rabb’ine sestensin, O’nunla baş başa kalsın. Bir bölümünde kendisini hesaba çeksin. Yüce Allah’ın ona yaptıkları üzerinde ve O’nun sanatında tefekkür etsin. Bir bölümünde de yiyecek ve içecek gibi ihtiyaçlarını karşılasın. Akıllı olan bir kimsenin ancak şu üç işle uğraşması gerekir: Ya ölümden sonra diriliş için azık, ya yaşamak için bir şeyler kazanmak, yahut da haram olmayan bir lezzetle uğraşmak. Yine akıllı bir kimsenin zamanını basiretle değerlendirmesi, işine yönelmesi, dilini muhafaza etmesi gerekir. Konuştuklarını ameli cümlesinden sayan bir kimse ise kendisini ilgilendiren az miktardaki hususlar dışında konuşmaz. ”
Onlardan bu sözü duyanlar, sarhoşluk halinde olduklarını bilmezlerse onları lanetler. Onlar da lânetlenmiş olurlar, zira,
"Babasına lanet eden kimseye, Allah lanet eder” buyrulmuştur. Kendi acizlik, kusur ve zaafını görünce muhtaçlık duyup yalvarmaya başlar. Her kim o kutlu halde onlarla görüşme bereketiyle bereketlenirse,
"Yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin”9' hadisi onun alâmet-i fârikası olur.
Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî [kuddisesırruhû] ara ara şöyle derdi: “Melekût melekleri ve cennet sakinleri neredeler? Gelip bizim itibar yaygımız ve devlet tahtımızın önünde saf tutsunlar.” Bazan da şöyle derdi: “Keşke külhan alevi olsaydım da bu yolu bilmeseydim.”
Beyit
Bazan ayrılık yarasıylayım bazan kavuşma bağında
Kimi zaman inişteyim kimi zaman çıkışta
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bir gece rüyamda şöyle gördüm: Gökyüzündeki melekler evvela yanıma gelerek dediler ki: Kalk! Yüce Allah’ı analım. ‘Bende O’nu anacak dil yoktur’ dedim. Gökyüzündeki melekler ikinci kez geldiler ve ben yine aynı cevabı verdim. 0 zaman dediler ki: ‘Kendine gel, O’nu ne zaman anacaksın?’ Dedim ki: ‘Cehennemlikler cehenneme, cennetlikler cennete girdiği ve kıyamet koptuğu zaman.’ Bayezid o vakit arşın etrafında dolanıp şöyle diyordu: ‘Allah Allah.’”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın şöyle dediğini işittim: Her kim ki halkla münasebeti keser ve bana bağlanırsa, ona ölüm olmayan bir yaşam, sonu olmayan bir mülk veririm. Onun dilediğini ben de dilerim.”
Beyit
Seni senden temiz alıyorlarsa
Devlet o devlet, amel o amel
Bu manada bir hadis, ikinci bölümde Ebû İshak Herevî bahsinde geçmişti.
Hz. Davud’a [aleyhisselâm] şöyle vahiy geldi: “Ey Davud! Beni kullarımın kalbinde sev.” Hz. Davud şöyle dedi: “Bu nasıl olur?” Yüce Allah buyurdu: “Benim nimetlerimi onlara hatırlat ve söyle. Muhtaç olduğun bir vakitte ben sana nimet vermedim mi? Senin gönlünün içine mum gibi parlayan marifeti emaneten yerleştirmedim mi?” Bu Cenâb-ı Hak’tan gelen, bir türlü yerinde durmayan parlak bir cezbedir. Eğer insan iyi düşünürse yüce Allah’ın, kullarının cezbe isteğine karşılık verdiğini bilir. O lütfün arkasında yaratılmışların isteği vardır. Çünkü evvela seni sana verdi ve saniyen seni senden geri aldı.
Beyit
Dünyada dünyadan kurtulmuşsan
Kalbini halktan kendine bağlamışsın
Yüzünü Allah'a kulluktan geri çevirme
Rahat ol, zira hilkati hiçe almazlar
Günahsız olanlar birlikte otururlar
Zira bu kuru zühddür, diğeri ekmek tuzağı
İki kimse bir söze kulak verir
Biri şeytan diğeri melek tabiatlı
Yüce Allah, İlâhî yardımıyla sana, “Nefsini çağır ve buraya gel” diyerek hitap edip seni senden alınca av olur ve aczden dönersin. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü her sebep ve nesep bağı kopacak, silinip gidecektir. Ancak benim sebep ve nesep bağlarım baki kalacaktır. ”
Bir nesep ebedî yaşam bağışladı. Biz gündüzleri sultan, geceleri kardeşiz. Memleket otağı genişledi, o vakit sen,
"... Bana dua edin, kabul edeyim ...” (Mü’min 40/60) hükmünce o saraydan ne dilersen dile. Gazneli Mahmud, saltanat tahtına oturduğunda, veziri Ayaz tahtının kenarında, ellerini birbirine kavuşturmuş biçimde ayakta beklerdi. Gece olunca Ayaz, Mahmud olurdu ve Mahmud, Ayaz. Bugün, amellerin kaynağı,
"Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” (A'râf 7/172) âyetidir. Yarın amellerin kararı,
“...(Allah) onları sever onlar da Allah’ı sever...” (Mâide 5/54) âyetidir.
Dünya ve Ahiret
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Zamane insanı üç şeyden tat alır: Müşfik dostla bir arada olmak, âlimlerle oturmak ve sultanların âdil olması.” Dolayısıyla Sultanü’l-ârifîn Bayezid, “Bellidir ki ahiret ehlinin tatları, dünya ehlinin tatlarından başkadır” buyuruyor.
Şeyh Şiblî [rahmetullahi aleyh] bir vakit vecde gelerek şöyle dedi: “Cennetin en yüksek makamını süsleyip önüme serseler, ‘O cenneti kim istiyorsa ona verin’ derim. Beni yüce Allah dışında hiçbir şeyle meşgul etmeyin. Ne mutlu o göze ki O’ndan başkasını görmez, ne mutlu o kulağa ki O’ndan başkasını duymaz ve ne mutlu o dile ki O’ndan başkasını söylemez.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Dünya avamın, ahiret seçkinlerindir. Yüce Allah, âriflerin ve seçkin kullarındır.”
Allah’ın seçkin kullarından biri de Yakub-ı Nehrecûrî [kuddise sırruhû] idi. Otuz yıl Mekke’de ibadete çekilmiş ve orada asla konuşmamıştı. Ölünce ona, “Eşhedü en lâ ilahe illallah de” şeklinde telkin verdiler. Dedi ki: “Bunu söylemeye ne gerek var. Benimle O’nun arasında büyüklük sıfatı dışında hiçbir perde kalmadı.” Bu büyüklük sıfatı eskidir, olmazsa olmaz. Yarın cennet ehline cemalullahı görme izni verilince gözlerini açarlar ve perdeler kalkar. Bütün gözler O’nu görür, lâkin büyüklük perdeleri kalkmaz. O gözlerin görmesi, gönüllerin ev sahipliği aracılığıyladır. Gönüllere, “Siz daima huzurdasınız ve yüce Allah’ı görüyorsunuz, Allah da size bakıyor. İmdi gözlere ev sahipliği yapınız ki onlar da görsünler” buyrulur.
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kendisine yardım edenin, Allah Teâlâ’dan başkası olmadığını, kısmetini koruyanın yüce Allah’tan başkası olmadığını ve kendi ameline bekçi olanın Cenâb-ı Hak’tan başkası olmadığını bilmesi kâfidir.”
Bedenin Cezası
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bedenin en büyük cezası, cehennem ateşinden gaflette olmasıdır. Er kişi, bir zerre gaflette olmaz.”
Ebû Bekir Vâsıtî’ye [kuddise sırruhû] “zikr”i sordular. “Gaflet meydanından müşahede ortamına çıkmaktır” dedi.
Rivayet ederler ki Şiblî, gençlik yıllarında her gün soğuk su başına gider ve beraberinde bir demet sopa getirirdi. Ne zaman ki kalbine gaflet düşse kendisine sopayla vururdu. O sopa kırıldığında bir diğerini alır ve böylece her gün kendi nefsini terbiye ederdi. Her an,
“Beni anın, sizi anayım” (Bakara 2/152) âyetinin teşrifiyle şeref bulurdu.
. Bir sûfîye, “Ormanda vâsıl ve zâkir bir adam var” dediler. Sûfî yola koyuldu. Dedi ki: Bir süre onun yanında oturdum. Ansızın büyük bir ejderha belirdi, onu ısırdı ve ondan bir parça kopardı. Hem o hem ben kendimizden geçtik. Kendimize geldiğimizde, “Bu nedir?” dedim. “Şudur ki yüce Allah, her ne zaman bende bir gaflet meydana gelse onu üzerime salar. Böylelikle, bu tür bir azapla beni uyarır” dedi. Ey delikanlı! Aslan anne şefkatine sahiptir ama keskin tırnakları vardır. Karınca, aslanın pençesine düşünce aslan, anne şefkati gereğince karıncayı pençesinden bırakmak ister. Ancak keskin tırnaklarına ne yapabilir? Keskin tırnakları olmasaydı aslan olmazdı. Şefkati olmasaydı anne olmazdı. Hâsılı yüce Allah, cömertlerin en cömerdi, lâkin Cebbâr ve Kahhâr’dır.
Şöyle nakledilir: Bir gece Bâyezid-i Bistâmî tekkeden dışarı çıktı. Yüksek sesle teşbih ve tehlîl (Allah’ı ululama) eden bekçinin sesini işitti. Ebû Musa’ya dedi ki: “Bekçiye de ki: Bizden iki gecelik ücret al ve sevdiğimizin adını gafletle ağzına alma.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kul, halk arasında kendisinden kötülerin olduğu düşüncesindedir ve büyüklenmekte- dir. Yüce Allah hadis-i kudsîde buyuruyor:
“Kibriya (büyüklük) benim ridâm, azamet (ululuk) ise benim izânmdır. ”
Kul bu sözü işitince şunu bilmelidir: Büyüklenmek Allah’ın sıfatıdır. Sürekli alçak gönüllülük ve tevazu elbisesini giymek gerekir. Zira kul için tevazu ve alçak gönüllülük süsünden daha güzel bir süs yoktur.
Beyit
Allah seni temiz topraktan yarattı ey kul!
O halde sen de toprak gibi mütevazi ol!
Hırslı, dünya düşkünü ve âsi olma Topraktan yaratıldın, ateş gibi olma!
Ateşin sıfatı kibirdir. Kibir, âsilerin sermayesidir. Toprağın sıfatı tevazudur ve tevazu, itaat edenlerin sermayesidir. Hâsılı, ateşi kıdem sıfatıyla kahretti. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
‘‘Nihayet izzet sahibi olan Rab (kudret) ayağını onun üzerine koyacak. Bu sefer cehennem, ‘Yeter, yeter!’ diyecektir.”
Toprağa el sıfatıyla ikramda bulundu ki bu da şu âyette ifade edilmiştir:
“(Ey İblîs!) İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir?" (Sâd 38/75). Bu sebeple ateş kendi sıfatıyla yükseldi, yüce Allah’ın sıfatıyla alçaldı. Toprak kendi sıfatıyla alçaldı, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatıyla yükseldi. Tarikat ehlinin icmâıdır: Kendisini (nefsini) Firavun’dan zerre kadar üstün gören kimse Firavun’dan beterdir.
Şehveti Terketmek
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın doğru ve düzgün bildiği kimse, şehvetle hareket etmeyen kimsedir.” Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:
“İman iki parçadır. Yarısı sabırda, yarısı da şükürdedir.
Heves ve şehvete karşı gelmek suretiyle gerçek sabır ve kararlılık göstermek, dinin gereğidir. Şöyle ki şehvetini bastıramayan kişide ilk önce iman aranmalıdır, daha sonra irfan. Bazı ârifler şöyle demiştir: “Yüce Allah’ı bilen kimse, O’nun dışındaki hiçbir şeye ilgi duymaz.”
Padişahlardan biri bir ârife, “Benden bir şey dile” dedi. Ârif, “Sen bana böyle diyorsun ama benim iki kölem var ki senin padişahındır.” Padişah, “Bu iki köle kimlerdir?” diye sordu. Ârif, “Şehvet ve öfkedir. Ben onlara galip gelerek kendi emrim altına aldım. Oysaki onlar sana galip gelmiş ve seni emri altına almışlar” cevabını verdi.
Açlık ve Tokluk
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Açlık hikmet yağmuru yağdıran bir buluttur. En uğursuz haslet, tok adamın açlığı hatırına getirmemesidir. Er kişinin arkadaşı açken tok olması uğursuzluktur.”
Sehl b. Abdullah’tan [rahmetullahi aleyh] şöyle rivayet edilir: “Yüce Allah dünyayı yaratınca günah ve cehaleti tokluk haline, ilim ve hikmeti de açlık haline verdi.” Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:
“Rabbim Mekke vadisini benim için altına çevirmeyi teklif buyurdu da ben, ‘Hayır yâ Rabbi! Bir gün doyup, bir gün aç kalayım. Aç kaldığımda sana yalvarır yakarır ve seni hatırlarım, doyduğum zaman da sana şükreder ve hamdederim’ dedim.”37
Hâsılı bu açlığın meyvesi,
"Ben hikmet eviyim. Ali de bu evin kapısıdır” hadisi olur.
Hakk’ı Anmak
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bîstâmî bir gün dışarı çıkıp ashabına dedi ki: Dün bütün gece yüce Allah’ı anmak istedim, yapamadım. Zira dün gece, çocukken dilime düşen bir sayıklamayı hatırladım. O kelimenin korkusu bana hal diliyle şöyle diyordu: Böylesi bir kelimenin geldiği dil yüce Allah’ı nasıl anabilir?”
Bâyezid-i Bîstâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Otuz yıldır, ne zaman ki Allah’ı anmak istesem, saygıda kusur etmemek için ağzımı ve dilimi üç kere yıkarım.”
Beyit
Dilimi bin kere yıkadım misk ve gül suyuyla
Ancak adını söylemek yakışmaz hâlâ bana '
Şöyle nakledilir: Şeyhler şeyhi şöyle dedi: “Sultanü’l-ârifîn Bayezid şöyle demiştir: Yüce Allah’ın sözü yaz mevsimindeki kar gibidir. Yağması ve bulunması gariptir, kalması ve erimemesi daha da gariptir. Yani Allah Teâlâ’nın sözü değerlidir.” Hâsılı şöyle nakledilir: Su ve çamurun Allah’ın sözüyle ne ilgisi vardır? Zira Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
“Din (İslâm) garip bir halde başladı ve yine garip bir hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere ki benden sonra insanların sünnetimden bozdukları şeyleri düzeltirler”^ buyuruyor. Yani, “Muhakkak ki din garip doğdu ve garip gidecektir. O halde ne mutlu o gariplere ki benden sonra sünnetimi bozan kötülük ehlini iyilikle yola getirirler.” Ayrıca İslâm dininin itibarı için gerekli olan bu amacın zor olduğunu da buyurdu.
Gerçek Teslimiyet
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ı rüyada gördüm. Bana dedi ki: ‘Ey Bayezid! Ne dilersin?’ Dedim ki: Senin dilediğinden başkasını dilememeyi dilerim. Dedi ki: ‘Ben seninleyim, sen de benimle ol.’”
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Pîr, müridine iş buyurur, mürid de mescidin kapısında ezan okunduğunu görür ve şeyhinin buyurduğu işi bırakıp önce namaza durursa dibi olmayan bir kuyuya düşer.” Bâyezid-i Bistâmî’nin bu öğüdü şu sebepledir: Mürid, kendi pîrinin hizmetine kendi isteğiyle soyunursa, şeyhinin rızası dışında ne kendisi ne malı ne de ahvaline dair hiçbir tasarrufu olamaz. Şeyhinin yaptıklarından kendisine bir zorluk gelirse inkâr etmeyip, Hz. Musa’nın Hz. Hızır [aieyhimesseiâm] ile olan kıssasını hatırlamalıdır. Öyle ki Hz. Musa, evvela Hızır’ın yaptıklarını hoş karşılamamış, Hızır ona işin sırrını anlatınca inkârından vazgeçmişti.
Ebû Süleyman Dârânî ve Ahmed b. Ebü’l-Havârî arasında öyle bir anlaşma vardı ki Ahmed b. Ebü’l-Havârî hiçbir işte pîrine karşı gelmezdi. Bir gün Ebû Süleyman, bütün müridleriyle sohbet ediyordu. Ahmed b. Ebü’l-Havvârî dedi ki: “Ey şeyhi Tennur kızıştırıldı, ne buyurursun?” Ebû Süleyman cevap vermedi. Üç kez aynı şekilde sordu. Ebû Süleyman dedi ki: “Git ve oraya otur.” Bir saat sonra, “Ahmed’i çağırın” dedi. Aradılar, bulamadılar. Daha önce ona tennura oturmasını söylediğini hatırladı, “Tennura bakın” dedi. Gördüler ki Ahmed b. Ebü’l-Havârî kızgın tennurdaydı ve kıl ucu kadar yanmamıştı. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor:
“Akşam yemeği hazırlanmış ve namaz için de kalkılmışsa önce yemek yiyiniz” Yani akşam namazı ve akşam yemeği vaktiyse namaz vakti de dar değilse evvela yemek yiyiniz.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî yolda gidiyordu. Üzerinde,
"... Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir... ” (Bakara 2/18) yazan bir kafatası buldu. Şeyh, “Bu, yüce Allah’ta fâni olan bir sûfînin kafatasıdır” dedi.
Şeyh Şiblî’ye, “Ariflerin vasfı nedir?” diye sordular. Dedi ki: “Onlar sağır, dilsiz ve kördür.” “Bunlar kâfirlerin vasfıdır” dediler. Dedi ki: “Kâfirler Allah’ı işitmede sağır, Allah demede dilsiz, Allah’ı görmede körlerdir. Ârifler ise Allah’tan başkasını duymada sağır, Allah’tan başkasını söylemede dilsiz ve Allah’tan başkasını görmede körlerdir.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Bu yolun yolcuları üç kısımdır: Sıradan kimseler (avam), seçkinler (has) ve seçkinlerin seçkini (hâssü’l-has). Her kısmın tövbesi diğer kısımdan üstündür. Sıradan kimselerin tövbesi günah ve kusurlaradır. Seçkin kimselerin tövbesi, ibadetlerin kusurlarına ve itaatsizliğedir. Seçkinlerin seçkini olanların tövbesi, kötülerin itaati ve sevap kazanmasıyla ilgilenip onlara iltifat etmektir.”
100 Müslim, Mesâcid, 16; Tirmizî, Salât, 146; Nesâî, Imâmet, 51; İbn Mâce, ikâme, 34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/110; Taberânî, el-Mu‘cemü‘l-Kebîr, 7/20.
Gayret ve Lutuf
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ben namazda kıyamdan başka bir şey görmedim. Oruçta açlıktan başka bir şey görmedim. Elde ettiğim fayda, yüce Allah’ın mutlak feyziyledir, amel ve davranışlarımla değildir.” Sonra şöyle dedi: “Çabayla hiçbir şey elde edilemez. Ancak bahtlı kul, yürürken ayağı bir hâzineye batıp zengin olandır. Hâsıl-ı kelâm, bu yol arayarak bulunmaz. Ancak arayanlardan başkası da bulamaz.” Arifler Sultanı Bayezid bu sözü bildiği için Ehl-i sünnet ve’l-cemâat mezhebine uygun davranmıştır.
Basra Mutezilesi şöyle derler: “İbadet, sevabı hak etmek içindir. Günah, cezayı hak etmek içindir. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’in mezhebi şudur: Kulun ibadeti yüce Allah’ın rızasını elde etmek için değildir; günah, O’nun gazabına uğramak için değildir. Üstelik itaatkâr kulun ibadetine rıza gösterebilir ve günahkârın günahına öfkelenebilir.” Bu manada Vâsıtî [rahmetullahi aleyh] şöyle dedi: “Yüce Allah’a O’nu hoşnut edecek şekilde ibadet etmedim, O’nu öfkelendirecek günah işlemedim.. Kim ki yüce Allah’ın bir şey için iş yaptığını söylerse, O’nun ilâhlığını “sebep” (illet) göstermek suretiyle lekeler. Allah Teâlâ’nın sıfatı değişmediği ve sabit kalmadığı için ezelî yaratıcılığı, sonradan ortaya çıkan illetle ma’lûl kılmak uygun değildir. Nitekim sevabın sebebi O’nun fazlı ve günahın sebebi O’nun adaletidir.” Cenâb-ı Hak zalimlerin söylediklerinden münezzehtir. Muhakkak ki O, düşmanlarından intikam alıcı ve dostlarına ikram edicidir. Bir kavim, “Bü O’nun adaletidir” derken başka bir kavim, “Bu O’nun faziletidir” der. Sebebe ihtiyaç duymayanın iradesi eliyle bütün gönüller kebap ve bütün safralar su oldu.
Beyit
Günahsız bir kalp almak İster bizden
Kolayca can alma düşüncesinde bizden
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Elle yapılan birikim, tarla ve köyle biriktirilmez.”
Beyit
Mumsuz davetin hiç cazibesi olmaz
Sevgilisiz meclisin hiç düzeni olmaz
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Allah’ı bilen kimsenin dili, O’nu anmaktan başka bir söz için kımıldamaz.”
Beyit
Ey can! Hoştur bütün zamanım seni anmakla
İster ayrılık göster bana ister kavuşma
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Cennetin, dostlar katında çok tehlikesi yoktur.”
Şeyh Ebû Bekir-i Kirmânî [kuddise sırruhû] der ki: Mekke’de mevsim günlerinde, aşk hakkında bir tartışma açtılar. Birçok şeyh oradaydı, her biri birer cevap buyurdu. En küçükleri Cüneyd’di. Ona dediler ki: “Ey Iraklı! Sen ne dersin?” Başını öne eğip ağlamaya başladı. Sonra dedi ki: “Nefsini terketmiş, Allah’ı anarak huzur bulmuş, Allah’ın hukukunu eda etmiş, gönlüyle Allah’a bakan ve bu bakan gönlü Allah’ın nuruyla yakan, cennet ve cehenneme ilgi göstermeyen kul konuştuğunda ‘Allah’ der, başını konuşmak için kaldırması Allah içindir, hareket etmesi Allah’ın emriyle, durması Allah’ladır. İşte o kimse Allah’ladır, Allah için yaşar.” Sonra, bu cevabı duyan şeyhler ağlayıp dediler ki: “Bu sözün üzerine fazlasını söylemeye gerek yok. Ey ariflerin tacı! Allah seni merhem kıldı.”
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’tan başkasını görmeyeceğin bir anı elde etmeye uğraş. Böylece o an sayesinde bütün ömrünce mutlu olursun. Hâsılı bu mana, yüce himmet- lilerden ortaya çıkar. Yüce himmetli ol ve ayağını varlık âleminin tepesine koy. Geriye dönüp hiçbir şeye bakma, zira nereye.bakarsan oraya düştün demektir.”
Bir kimse, bir pîrin yanına gelerek “Bana bir öğüt ver” dedi. Pîr, “Garetini bir olan Allah’a yönelt” dedi. Orada bulunan biri, “Ey pîr! Onu uzağa attın” deyince pîr, “Ölçüldüğüm gibi ölçerim” dedi.
Beyit
Sen, dostla bir ol, aynı sözü söyle
Düşmanın kökü ortadan kalksın böylece
Dosttan ayrı kalmayı da uygun gör
Zira düşman, birlikte olmayı seçer
Hiç kimsenin yanında bulamazsın huzuru
Allah’a yönel, kendini sakın, yeterlidir bu
Geç kaldıysan acele et, çabuk ol!
Geç kalıp sıkıntı çekmek doğru değil
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Allah’ı bilenler cennetin sevabı, cennet ise onların vebalidir.” Bu söz şu teşrife işarettir: Yüce Allah buyuruyor: ‘Biz cenneti dervişlerle, dostları gönülle ve gönlü kendi cemalimizle süsleriz.’ O halde, marifet erbabı arasında epey şöhreti olan cennet, Allah’ın cemalini arayanlar için bir engeldir.”
Doğruluğu Seçmek
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Firavunluğu seçen kimse, onu kendisini incitmek üzere üstüne almış olur. Yani, tıpkı Hz. Zekeriyya’nın [aleyhisselâm] başını testereyle kesen ve Hz.Yahya’nın [aleyhisselâm] kılıçla boynunu vuran düşmanlar gibi. Dahası İbrahim Halil’i [aleyhisseiâm] mancınığa koyup ateşe atan Nemrud ve Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek dişini kırıp yüzünü kan içinde bırakan Mekkeli müşrikler gibi.”
Ahmed b. Hanbel’i [rahmetullahi aleyh], Halife Mütevekkil zamanında, “Kur’an mahlûktur” demesi için çokça darbedip eziyet ettiler, yine de söylemedi.
Ebû Hüreyre’nin [radıyallahu anh] damadı ve İbn Abbas’m [radıyallahu anh] ilim öğrettiği talebesi Said b. Müseyyeb [radıyallahu anh] otuz yıl Medine’de Hz. Peygamber’in mescidinde cemaatle namaz kılmıştı. Ona çok eziyet ettiler. Sebebi şuydu: Kendisinin saliha ve itaatkâr bir kızı vardı. O dönemde hutbe Abdülmelik b. Mervân adına okutuluyordu. Abdülmelik b. Mervân, Said’in kızını nikâhla kendi oğluna almak istedi. Said’e bunu söylediklerinde kabul etmedi. Israr ettiler; fayda vermedi, dinlemedi. Abdülmelik öfkelendi. Emir verdi ve Said’i şehrin meydanına getirip yerde sürüklediler ve ona yüz sopa vurdular, öyle ki baştan ayağa simsiyah oldu. O bu azap esnasında, “Kızımı, Hz. Peygamber’in mescidinde namaz kılan kimse dışında kimseyle evlendirmem” diyordu. Namaz vakti geçtikten sonra bıraktılar. Mescid-i Nebevî’de namazın cemaatle kılınıp kılınmadığını sordu. Kılındığını söylediler. Âdetini hatırladı ve cemaatle namazı kaçırmanın kendisine vurulan yüz sopadan daha acı verdiğini söyledi.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
"Mümin fare deliğinde de olsa yüce Allah, kendisine eziyet edecek birini ona musallat eder” buyuruyor.
Hakk’ın Yolu
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Halk, yüce Allah’a giden yolun güneşten daha aydınlık olduğunu sanır. Ben nice yıldır bu yolun iğne ucu kadar bana açılmasını arzuluyorum, hâlâ açılmadı.” Ey derviş! Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in sözü bir düsturdur. Yüce Allah’ı bilmek yolunda bütün âlemi kaplayan bir şimşek olan bu söz, yüz binlerce çaresiz gönüllüyü yakmıştır. Şimşek, gayb âlemine geri döndü ve arkasında bu bir avuç zavallı âşığı bıraktı.
Beyit
Sanma ki bu kapıdan melâmetle giderim
Gönlüm orada, ver ki selâmetle gideyim
Eğer ezel talebi şahnesinin külahı ucu köşesi cömertliğin seçkin odasından başgöstermezse...
Mısra
Hiçim, hiçim; senin yolunda bir hiçim.
“Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur" (Nûr 24/40).
Beyit
Şarap vermezler kötülerle geldiğim için
Demek ki ben gelmişim dünyaya bakmak için
Akıllar, O’nun celâline hayran, ilimler O’nun mükemmel cemaline susamış. Anlayışlar O’nun sırlarını idrak etmekte aciz, gönüller O’nun bağışlarını bilmede erimiş.
Beyit
Kişi, toprak döşenmedikçe başına aşkla
Âşıklarının arasında olmaz asla
Kişinin ilgisi yoksa işiyle
İşinin de ilgisi olmaz onunla
Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimiz, yüce Rabb’ini medh ü senâ- daki acziyetini ifade ederken,
“(Allahım!) Seni layık olduğun şekilde medh ü senadan acizim! Sen kendini nasıl medh ü sena etmişsen öylesin” diyerek hayret ve acizlik yolunu hızla geçiyor.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Zühd için durak yoktur.” “Niçin?” dediler. Dedi ki: “Çünkü ben üç gün zühdde idim. Dördüncü gün zühdden çıktım. İlk gün dünyayı ve ona ait her şeyi terkettim. İkinci gün ahireti ve ona ait her şeyi terkettim. Üçüncü gün de Allah’tan başka her şeyi terkettim. Dördüncü gün benim için yüce Allah’tan başkası kalmadı. Sonra hâtiften bir ses duydum, şöyle diyordu: ‘Ey Bayezid! Sen kenara çekilemezsin.’ Ben de, ‘Ben olmamayı ve yapamamayı dilerim’ dedim. Bunun üzerine, ‘Buldun, buldun’ sesini işittim.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ı tanıyan kimseye soru sormak mubah değildir.” Bu şuna dayanır: Ârif (bilen) mârufta (bilinen) yok olmuştur. İftikâr ve istiğna ayıklık belirti- lerindendir, bekâ ise bilinen bir kaidedir.
Kıdem şehrine doğru adımını at
Kemik kulübesini köpeklere bırak
Beyit
Ahiret (dönüş) yolunu tutmak gerek Zira asıl yaşamı ahirette bulacaksın
Bir hakimin eteğine yapış
Her aşağılığın kafasına bas
Bu yeme ve uykudan elini çek
Adımını at, yolu usulünce git
Ârif Kimdir?
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârif, hiçbir şeyin lekelemediği ve kendisine gelen her lekenin aklandığı kimsedir.” Yani ârif, deniz gibidir. Güneş gibi demek de uygundur.
Şiir
Tevazuyla yakınlaşıp yücelikle yükseldin
O halde yücelik de tevazu da şendedir
Tıpkı güneş gibi,
Beraber olduklarından çok uzak
Uzakta olsa da ışığı çok yakın
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârif, kavuşma (visal) dışında hiçbir şeyle mutlu olmaz.”
Şiir
Allah yarattığına lütfederse eğer
Lutfu, anne ve babanın lutfunu geçer
Şeyh Ebû Said Harrâz’a [rahmetullahi aleyh], “Ârife hüzün ve ağlamanın üstün geldiği bir hal var mıdır?” diye sordular. Dedi ki: “Evet. Ancak hüzün ve ağlayışları Allah yolunda ilerledikleri sıradadır. Kurb haline inip kavuşma lezzetini tattıklarında o hal onlardan gider.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ariflerin riyası müridlerin ihlâsından daha üstündür.” “Cennet, tâliplerin gayesidir” denilmiştir. Bu taliplerden kasıt, ariflerin aksine, amacı cennet olan ve cennetle yetinen müridlerdir. Zira cennet, ariflerin yoldaşı ve durağıdır; lâkin onların niyeti ve amacı cennet değildir. Yüce Allah onların hakkında açıkça şöyle buyuruyor:
“Takva sahiplen cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve yüce Allah ’ın huzurunda hak meclisindedirler” (Kamer 54/54-55).
Yine aynı şekilde,
‘Ve şüphesiz en son varış Rabb’inedir’ (Necm 53/42) buyuruyor. Sid- retü’l-müntehâ , bir bölüğün makamı ve, ‘Ve şüphesiz en son varış Rabb’inedir” (Necm 53/42) âyeti de diğer bir bölüğün makamıdır.
Şehvet ve Nefis
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Her kim aşırı şehvetle kalbini öldürürse, onu lânet kefenine sarıp melâmet toprağına gömerler. Kim şehvetten uzak durup nefsini öldürürse, onu rahmet kefenine sarıp selâmet toprağına gömerler.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Gönüllerin kabzı nefislerin bastıyla, gönüllerin bastı, nefislerin kabzıyla olur. Ey derviş! Bil ki gerçekte dert sahibi kimsenin şartı, kabz elinde ve bast yaygısında terbiye edilmiş olmaktır. Kabz haline itiraz etmez, bast haline yönelmez.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in sözü şunu gösterir: Gönül bir ülkeye benzer derler. O ülkenin sultanı ruh ve o sultanın düşmanı nefistir. Ruh ile nefis arasında sürekli bir savaş vardır. Yüce melekler bölüğü ruha yardım ederler. Şeytanlar ise bölük bölük nefse yardım ederler. Eğer dalâlet karanlığı, İlâhî kahır mağribinden çöker ve nefis ruhu istila ederse, orada gönül kabz ve nefis bast halinde demektir. Şayet hidayet yeli, İlâhî yardım meşriğinden eser ve ruh sultanı nefsi istila edip onu kahrederse, orada gönül bast ve nefis kabz halinde demektir.
Beyit
Bazan avucum gümüşle dolu, bazan dervişim
Bazan sevinç içinde gönlüm, bazan yara dolu
Bazan halkın gerisinde, bazan en ön saftayım
Hâsılı, benim kendi zamanımın bukalemunu
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Marifet, halkın hareketi ve duruşunun yüce Allah’la olduğunu bilmektir.” Bu söz, Allah’ın Kayyûm sıfatına işarettir. Yani ârif, Kayyûm’u bilmelidir, bu kâfidir. Yüce Allah;
“Allah, O’ndan başka ilâh yoktur; O Hay’dır Kayyûm’dur..." (Bakara 2/255) buyuruyor. Kayyûm, mâsivanın kendisiyle ayakta kaldığı bir varlıktır.
İbn Abbas [radıyallahu anh] diyor ki: “Bedir Gazvesi günü bir süre savaştım. Sonra kendi kendime, ‘Acaba Allah’ın resûlü ne yapıyor?’ dedim. O secdeye kapanmış bir halde, ‘Yâ Hay yâ Kayyûm!’ diyordu. Sonra tekrar savaşmaya gittim. Bir süre sonra tekrar geldiğimde onu, aynı şekilde secdede buldum. Şöyle diyordu: ‘Yâ Hay, yâ Kayyûm!’ Bundan fazlasını yapmıyordu. Allah zafer verene kadar böyle söylemeye devam etti.”
Levâmiu’l-Beyyinât adlı kitabın “Kayyûm” bahsinde şöyle geçer: Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Tevekkülün son noktası, Allah Teâlâ’dan başka kendisine yardım edenin olmadığını bilmek, rızkını verip gözetenin,
kendisine delil olanın yüce Allah’tan başkası olmadığını bilmek ve kendi ameline delil ü hâzırın Cenâb-ı Hak’tan başkası olmadığını bilmektir.”
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Çokça zikretmek sayıyla değildir; ancak huzurladır, gafletle değil.”
Yine onun şöyle dediği nakledilir: “Dostluk, kendi çoğunu az ve dostunun azını çok saymaktır.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârifin gönlü billur ve saf camlı bir kandilin fitili gibidir. Onun ışığı, etrafı aydınlatırken, ona karanlıktan ne korku var?”
Bayezid’in Nasihati
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ey yobaz! Bütün sevaplarını bir yere koy ve günahlarının tamamını onun üstüne koy. Oraya ne zaman bakarsan hep günah görürsün, sevapların aklına bile gelmez.”
Şöyle nakledilir: Biri Bâyezid-i Bistâmî’nin yanına gelip, “Bana bir öğüt ver” dedi. Şeyh, “Nereden geliyorsun?” diye sordu. Adam, “Horasan’dan” dedi. Şeyh, “Horasan’da öğüt verecek adam kalmadı mı?” deyince adam, "Kaldı, ancak ben şeyhten duymak isterim” cevabını verdi. Şeyh dedi ki: “Horasan’a gittiğinde Horasan pîrlerine de ki: ‘Siz gaybda yüce Allah’laydınız. Sizi gaybdan çıkardı ve size iman ile marifet verdi. Aynı şekilde O’nun huzuruna geri dönmeniz gerekir, yoksa sizin iyi insanlığınız hızla esip geçen şiddetli bir rüzgâr gibi olur. Başınız, çok kibirlendiğiniz için gider.” Horasan pîrleri bu sözü duyunca şöyle dediler:
Beyit
Onurumuz, ay yüzlüden ayrılığı hatırladı
Onun güzelliği bizi aşk tuzağından kurtardı
O al yanaklının peşindeyiz, bela için
Onun hatırı, talih minderimizi hatırladı
O ay yüzlü gurur ve kibir kandilini taşa çaldı
Canımızı akılla, anadan doğma irfan eyledi
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Biri, bir iki yıl yüce Allah’ın kapısını çalar. Açmadıkları için geri dönüp kendi evine gider. Ey yobaz! Bir kapıyı otuz yıl çalsan bile geri dönmek için erkendir.”
Beyit
Huzurunda serili büyüklük, ululuk, ihtiyaçsızlık yaygısı
Yüzbinlerce kervan bu yolda kaybetti yolunu
Çünkü gece yürüyüşü her alçağın işi değildir. Bu yol, çok istekli baht sahiplerinin yoludur.
Ey derviş! Galiba,
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun ...” (En‘âm 6/153) âyetini okumadın ve, “Kim bir kapıyı ısrarla çalarsa o kapı kendisinde açılır” manasındaki hadisi işitmedin mi ki yürüyüşünden geri dönüyorsun. Seni, bulanıklık (küdûret) sıfatından saflık ve temizlik (saf- vet) sıfatına ulaşman için talep sahibi yapmışlardır.
O delili dalgıç ve bu itibarı inci olarak gör. Dalgıç, talep paletini çıkarmış ve istiridye başı üzerindedir. Kendi itibarına dayanarak, “Kim bize gerek duyarsa, kendisi bize gelmelidir” der. Dalgıç, selâmete veda edip melâmet talep ederek inciyi seçmiş ve ağzında sürekli,
Mısra
Talep ey iyi yürüyüşlü âşıklar!
mısraı vardır.
Bir gün dervişin biri bir tekkeye geldi. Tekke sorumlusu (hadim) geldi ve dervişin ayakkabılarını çıkardı. O esnada dervişe “selâmette olasın” dedi. Derviş dedi ki: “Çabuk ayakkabılarımı geri ver ve boş konuşma. Zira biz bu yolun talep asâsını elimize aldığımız ve selâmet seccadesini ateş denizine attığımız gün bütün âlemin kınamasını gönlümüze yerleştirdik.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ey yobaz! Tutalım ki her şeye ilimle yönelirsin, gönlünün iradesini ne yapacaksın? Gönül yüce Allah’la olmayınca fayda gelmez.”
Şöyle nakledilir: Bir gün Bâyezid-i Bistâmî yürüyor ve bir genç de arkasından yürüyordu. Genç adam adımını, Bistâmî hazretlerinin adım attığı yere basıyordu. Şeyh, “Pîrlerin adımına böyle ayak basmazlar” dedi.
Beyit
Talep sahibi er kişilerden biri
Uzun süre dolaştı er kişi türbelerini
Bir gece dolaşıyordu güzel güzel
Erişti kulağına bir temiz ses
Ne zamana değin dolaşacaksın er kişi mezarlarını
Kurtulayım dersen, yönel onların ameli etrafına
Şöyle nakledilir: Biri Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Ey şeyh! Kendi hırkandan bana bir parça ver, böylece senin bereketin bana da ulaşsın” dedi. Şeyh, “Bayezid’in amelini işlemediğin sürece Bayezid’in hırkasını giy- sen de sana fayda etmez” dedi.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Zannın alameti beştir. Yüce Allah’ı andığında övünür, nefsi andığında üzülür, günahı andığında istiğfar eder, dünyayı andığında güven duyar, ahireti andığında sevinir.”
Şöyle nakledilir: Bir gün adamın biri Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna gelerek, “Ey şeyh! Bana bir öğüt ver” dedi. Ansızın kırık bir değirmen taşı oraya düştü. Şeyh dedi ki: “Şu taştan öğüt al. Öyle ki tamdı, baş aşağı oldu. Kendisinden bir parça ayrılınca huzura erdi.”
KERAMETLERİ
Mecûsî’nin Müslüman Oluşu
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî hazretlerinin Mecûsî bir komşusu hastalandı. Şeyh onu ziyarete gitti. Mecûsî, şeyhi görünce başını yastıktan kaldırdı ve saygıyla şeyhin huzurunda yüzünü toprağa koydu. Şeyh bu tevazuyu görünce gönlünden, “Keşke bu Mecûsî hidayet bulsaydı” diye geçirdi. Dışarı çıkmak için kalkınca, Mecûsî, “Şeyhi çağırın, geri dönsün, bana İslâm’ı anlatsın, çünkü vakti gelmiştir” diye seslendi. Şeyh geri dönüp ona İslâm’ı anlattı. Mecûsî müslüman oldu ve o an vefat etti. Şeyh onu yıkayıp kefenlemekle meşgul oldu, namazını kıldı. Halk, onun müslüman olmasını şeyhe olan hürmeti bereketine bağladılar.”
Biz Neredeyiz?
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî hacca gidiyordu. Bistâmlı- lar’dan biri de yanındaydı. Hacılar çölden geçecekleri için şeyh bir hayli malzeme alıp mahmili taşıyan deveye yükledi. Bistâmlı kendi kendine, “Bu deve bu yükü çekemez, şeyhte hiç merhamet yok” diye söylendi. Yükü koyduktan sonra mahmili bağlayıp oturduklarında Bistâmlı’ya, “Bak bakalım biz neredeyiz?” dedi. Bakınca deveyi bomboş yürür hai- de ve oturdukları mahmili de havada gördü. Bunun şeyhin kerameti olduğunu anladı.
Şöyle nakledilir: Cuma günü hatip hutbe okuyordu. Dilinde,
“Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler...” (En'âm 6/91) âyeti vardı. Şeyh bu âyeti işitince yüce Allah’ın büyüklüğü ona galebe çalmaya başladı, gözlerinden yaş aktı, hatta minbere damladı.
Mescide Hürmeti
Şöyle nakledilir: Şeyh Bayezid hazretleri, kırk yıl boyunca mescid- de giydiği elbiseyi ayrı tutardı. Evini ayrı, abdest aldığı yeri ayrı ve ayakkabısını ayrı tutardı.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî’nin eviyle mescid arası kırk adımdan fazla değildi. Şeyh, mescide olan hürmeti sebebiyle asla yere tükürmezdi.
Beyit
Bu zamanda sâlik odur
Bu diyarda gören göz odur
Yağmur Duası
Şöyle nakledilir: Bir adam Bayezid hazretlerine gelerek, “Dağ ve çöl kurudu, halk yağmura muhtaç kaldı. Bir dua et de yüce Allah rahmet kapısını açsın” dedi. Şeyh, “Halka söyle, olukları sağlamlaştırsınlar” dedi. Nitekim o an yağmur yağmaya başladı ve bütün her yer suyla doldu. Bu garip değildir, zira Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] bu hale şöyle işaret eder:
“Kapılardan geri çevrilmiş saçı başı dağınık nice pejmürde insan vardır ki Allah ’a yemin etse Allah onu yemininde sadık çıkarır. ”
Şöyle nakledilir: Bir cemaat Basra’ya yağmur yağması için dua etmeye çıktılar. İçlerinden biri başını dua etmek üzere göğe kaldırarak dedi ki: “Ey Rabbim! Bu baş ve ondan olanlar hakkı için bize yağmur gönder.” O anda yağmur yağdı. Ona bu durumun sırrını sordular. Dedi ki: “Ben bu başta Bâyezid-i Bistâmî’yi sevmek sevdasını taşıyorum. Bu gözlerle onun mübarek yüzünü gördüm. Allah dostlarını görmüş gözün sahipsiz olmayacağını bilirim.”
Cenaze Namazı
Şöyle nakledilir: Bir kimse Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Taberistan’da bir aziz vefat etmişti. Ben seni ve Hızır’ı o cenazede birlikte namaz kılarken gördüm. Halk dağıldıktan sonra da seni havada yürürken gördüm” dedi. Şeyh cevaben, “Aynen senin söylediğin gibi oldu” dedi.
Beyit
İnsanoğlu, himmeti sebebiyle değerini artırır
Himmeti ne kadar düşünürse o kadar var oiur
Şöyle nakledilir: Şeyh kırk yıl boyunca sırtını, belki mescid duvarıdır diye hiçbir duvara yaslamadı. “Bu tedbirin sebebi nedir?” diye sordular. “Yüce Allah zerre kadar haksızlığının hakkını soracağı için” dedi.
Veli Kimdir?
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî hac vazifesini bitirince Ebûku- beys dağına çıktı. Orada bir saat tefekkür ederek oturdu. Üç kişi gelip imtihan için yanına oturdu. Onlardan biri diğerine “Veli kimdir?” dedi. “Allah’tan kendisine bela yahut lutuf her ne gelirse gelsin rıza makamında olan kimsedir” dedi. Diğeri de, “Veli, yüce Allah gökyüzünü tunca çevirip demirden başka bir şey yağdırmasa yine de O’ndan asla yüz çe- virmeyip O’nun vaatlerine olan itimadında hiçbir şüphe ve bozulma olmayan kimsedir” dedi. Üçüncüsü de şöyle dedi: “Veli, bir gün kendisine bela ulaşmazsa yüce Allah’a yalvarıp bela isteyen kimsedir.” Şeyh Ba- yezid’e, “Sen ne dersin?” dediler. Dedi ki: “Veli, bu dağa git derse giden kimsedir.” O anda Ebûkubeys dağı hareket etti. Şeyh, “Ey dağ! Benim sırrımı açığa çıkarmak mı istiyorsun, yerinde kal!” deyince dağ durdu.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî başlangıçta bir keramet görse yüce Allah’tan onu doğrulamasını isterdi. “Lâ ilâhe illallah Muhamme- dün resûlullah” görünümünde bir nur ortaya çıkar, ondan sonra öylesine bir görüş (yakîn) meydana gelirdi ki delile gerek bile kalmazdı.
Şöyle nakledilir: Ârifler Sultanı Bayezid sonunda öyle bir makama ulaştı ki gönlünden ne geçirse o an önünde hazır olurdu.
Beyit
Çaba meydanında uğraş verir her kimse
Ancak bahşiş topunu çeldirmezler herkese
Çölde Yolculuk
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî öyle bir zamanda hacca gitti ki on iki yıl çölde yol alması gerekti. Yol aldığı mesafede seccadesini serer, iki rekât namaz kılardı. Derdi ki: “Bu çöl, bir seferde yanına gidilebilen mecazi padişahın değil, hakiki padişahın mahremine bir kapıdır.” Kâbe’ye vardığı yıl Medine’ye gitmedi. Dedi ki: “Hz. Peygamber’in ziyaretini daha sonraya bırakmak edebe yakışmaz.” Geri döndü ve sadece Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] kabrini ziyaret için ihram bağladı.
Bayezid’in Takvası
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid zamanında bir Mecûsî vardı. Ona, “Müslüman ol” dediler. Dedi ki: Müslümanlık Bayezid’in tâbi olduğu ve yaşadığı gibi bir dinse ben bunu yapamam. Yok eğer sizin tâbi olup yaşadığınız gibi bir dinse müslüman olmayı istemem.”
Şöyle nakledilir: Bir gün Bâyezid-i Bistâmî hazretleri ayağını uzatmış oturuyordu. Köylünün biri yoluna gitmek için şeyhin ayağı üzerinden atlayıp geçti. Ona, “Neden böyle yaptın?” dediklerinde “Bunda ne var ki saçma sözleri kendine aittir. İyi ettim” dedi. O adamın ayağı kurudu.
Beyit
Bayezid’in canının yandığı bir menzile
Her yezid adım atamaz, orada adım sağlam gerek
Derler ki köylünün ayağı cüzzamlı oldu ve hastalık birkaç oğluna da bulaştı. Ortada edep terki söz konusu olduğu için bu olay sınırı aşmıştı. Bu iş hamların işi değildir, mertlerin işidir. Kadınlarla yaşamaya başlayan kimse, er kişilerin sohbeti ve hizmetine yakışmaz. Tıpkı gelinlerin kınalı parmaklarının ok atmaya yakışmayacağı gibi.
Şöyle nakledilir: Bir gün Bayezid hazretleri ayağını uzatmıştı. Müridin biri de ayağını uzatmıştı. Şeyh ayağını topladı, mürit ayağını toplamadı ve ömrünün sonuna kadar öyle kaldı.
Yere Düşen Asâ
Şöyle nakledilir: Bir gün Bâyezid-i Bistâmî’nin asası caminin bir köşesinde duruyordu. Bir yaşlının asası şeyhin asâsına çarptı ve yaşlının asâsı elinden düştü. O yaşlı adam eğilip asasını yerden aldı. Bayezid hazretleri namazdan sonra yaşlı adamın evine giderek, yaşlı adama o kadarcık zahmet verdiği için helâllik diledi.
Şöyle nakledilir: Bir zaman Anadolu ülkesinde İslâm askeri zayıflamış ve dağılması yaklaşmıştı. “Ey Bayezid, teslim al!” şeklinde bir ses duydular. O anda Horasan tarafından bir ateş geldi, öyle ki kâfir askerleri o ateşle yenilgiye uğrayıp İslâm askeri zafer kazandı.
Bayezid’in Sofrası
Şöyle nakledilir: Bir zaman Bâyezid-i Bistâmî hacdan döndü. Büyük bir kitle etrafına toplandı. Şeyh kendi kendine, “Beni tanımayacakları bir yere gideyim” dedi. Onlardan ayrılıp çöle doğru yola koyuldu.
Büyük bir dağa rastladı. O dağın tepesine çıktı. Namaz ezanı kulağına erişti. Sesin geldiği tarafa gitti. Adamın birinin bir mağaraya girdiğini gördü. O da arkasından aynı mağaraya girdi. Orada yedi adam vardı. Ezan okuyan adam hepsine imamlık etti. Selâm verdikten sonra aynı adam dışarı çıkarak süslenmiş bir sofra getirip onların önüne koydu. O sofrada yemek yediler. Beş vakit namazda hep aynı adam imamlık etti. İkinci gün bir başkası ezan okuyup namaz kıldırdı, sofra düzenledi. Sekizinci güne kadar bu şekilde sırayla devam etti. Bâyezid-i Bistâmî’ye dediler ki: “Ey aziz! Ezanı sen oku ve imam ol, sofra getir.” Şeyh ezan okudu, imamlık etti ve dışarı çıkıp önlerine iki sofra getirdi. Onlar şaşırıp, “Biz bu yemeği, ne tür bir dua edip de böylesine tertip edilmiş iki sofra getirebildiğini bize anlatırsan yeriz” dediler. Şeyh, “Ben dedim ki: Ey yüce Allahım! Şu azizlerin sana ettiği ve senin de kabul ettiğin dua adına bana da güzel bir sofra gönder ki onlara karşı mahcup düşmeyeyim. İmdi siz söyleyiniz nasıl dua etmiştiniz?” Onlar dediler ki: “Bizim duamız şöyleydi: Ey yüce Allahım! Bâyezid-i Bistâmî’nin duası hürmetine bize bir sofra gönder.” Şeyh derin düşünceye daldı. Onlar ferasetle kendisinin Bayezid olduğunu anladılar. Onunla bereketlenip yakınlığını elde etmeye çalıştılar. Şeyh oradan ayrıldı.
Arifler Sultanı
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî kırk kere hacca gitmişti. İlk hacca gittiğinde Bistâm’a geri geldi ve Bistâm’da Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] ziyareti için ihram giyerek Medine’ye gitti. Kavzanın kapısına varınca, “Selâmün aleyküm ey peygamberlerin efendisi!” dedi. Ravzadan, “Aleyküm selâm ey ârifler sultam” cevabı geldi.
Şöyle nakledilir: İmam Ebü’l-Kasım Kuşeyrî’nin huzurunda şöyle dediler: “Bayezid bir gün dedi ki: ‘Dün gece cömert Rabbim, affetme rakamını önceki ve sonraki bütün yaratılmışların günahı üstüne çeksin istedim. Ancak bu niyetle cömert Rabbim’e yönelmeye ve Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] şefaatini kendi tasarrufuma getirmeye niyetlenmiştim ki edebi gözettim.’ İmam Kuşeyrî dedi ki: ‘İşte bu himmeti yüzünden ona ârifler sultanı denildi.’”
HALLERİ
Merhameti
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî, Ebûkubeys dağının tepesine bir sofra kurmuş ve erenlere yemek veriyordu. Sofrayı toplayınca oradaki küçük bir karınca sofranın ortasında kaldı. Bistâm’a varıp da sofrayı tekrar açtıklarında şeyh o küçük karıncayı gördü. Ebûkubeys’ten geldiğini anladı. Sofrayı toplayıp yine Ebûkubeys’e götürdü. Üzerindeki ekmek parçalarını küçük karıncayla beraber oraya bıraktı ve Bistâm’a geldi. İşte onun yaratılmışa şefkati böyledir.
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid bir vakit hacdan dönmüştü. Hemedan’da yalancı safran tohumu satın aldı ve fıstık yerine Bistâm’a getirdi. Tohumların arasında iki küçük karınca vardı. Tekrar Hemedan’a döndü ve o küçük karıncaları aynı yere bıraktı.
Şöyle nakledilir: Bir zaman Ârifler Sultanı Bayezid, kendi hırkasını yıkamaya karar vermişti. Hırkasını yıkadıktan sonra bir ağaca asıp kurutmak istedi. Güneş ve ağaç arasında engel olup ağaca zarar vereceğini ve bunun câiz olmayacağını düşündü. İzin almaksızın bir duvara çivi çakıp assa duvar sahibine uygun gelmeyecekti. Hırkayı giydi ve sırtını güneşe tuttu, böylece hırkanın bir tarafı kurudu. Sonra bir yanını, daha sonra diğer yanını güneşe tuttu. Bu şekilde hırkanın tamamını kuruttu. Ondan sonra gitti.
Gerçek Amel
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kırk yıl amel denizinde dalgıçlık ettim. Sudan başımı kaldırınca belimde bir zünnar gördüm.” Yani bu yolda ibadeti kurtuluş vesilesi saymak şirktir. Hâsılı, yüce Allah’a andolsun ki senin gözün, senden ve amelinden ayrılmadığı sürece, asla hiçbir aydınlık göremez.
Beyit
Acaba ne zaman kaldırırlar da bu örtüyü
Tatlı ve acı lokmanın bilirsin ne olduğunu
Kurt gıdalansın ve bulsun diye kuvveti
Zamane Yusuflarının yedirirler ciğerini
Muvahhidlikte, muvahhidin yakını olmamalı. O yalnız başına bîr muvahhid olmalı. Müridlerden bazısı muhtemelen bu sözü anlamazlar. Dükkanında tuz olmayan kimseye sen şeker sunuyorsun. Nasıl olduğunu sen bilirsin. Derviş kendi iflasını dile getirip itiraf etmedikçe işi hamdır. Bu yolda bin yıl yürüse ve sonra kendi amelleri, halleri ve davranışlarından zerre miktarını görse bin zünnarı dört düğümle beline bağlamış olur.
Beyit
Bu boğucu denizde kulaç atmak gerek
İkiyüzlülük, hırka veya peştamal tuzağı değil
Saman çöpü misali deniz üstünde edersin tavafı
Lâkin bir dalgıç misali bilmezsin birkaç lafı
Nefsin Bağı
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Belimden yetmiş bin zünnar çözdüm, sadece bir tane kaldı. Ne kadar uğraştıysam çözemedim. Derman ver, bunu da çözeyim diye yalvardım. ‘Onu çözmek senin kârın değildir’ diye bir ses duydum.”
Mâlumdur ki Kâbe’de üç yüz altmış put vardı. Âlemdeki hesap ehli senin kalbindeki putların sayısını hesaplamak isteseler bunu başaramazlar. Günümüzde öyle bir heykeltraş gerekir ki put yontsun, zira bu âlemin her yerinde yıkanmamış yüzler vardır. Senin gönlün o heykelt- raşın putlarından biridir. Nitekim, “En büyük put nefistir” denilmiştir.
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Bütün yaratılmışlar amel denizinde boğuldular, bense fazilet denizinde boğuldum.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Sevgilisiz gönül viran evin üzerindeki sağlam çatı gibidir.” Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in kastettikleri ikiyüzlüler ve şaşkınlardır.
Beyit
Kendilerine bağladılar afiyet için
Ödünç verilen süslerin tamamını
İki sevgiliyle iftihar ettiler
İki kıbleye yönelip kıldılar namazı
Gönüllerinin dileğince gitti tamamı
Hepsi kendinin mâşuğu kendinin âşığı
Öyle ki her nereye bakacak olsalar
Görmezler kendi yüzlerinden başkasını
Dünyayı Boşamak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Dünyaya üç talâk verdim (dünyayı boşadım). Sadece yüce Allah’ın hizmetine durdum ve, ‘Ey Rabbim! Senden başka kimsem yok ve mademki sen varsın, her şeyim var demektir’ dedim. Benim sadakatim doğrulanınca bana edilen ilk İlâhî yardım nefsimin dileğine göre hareket etmemek oldu.
Beni kendimle tanıştırdı, halkı bana gönderdi, beni onlara terketmedi. Görünüşte halkla birlikteydim, ve onlara Allah yolunu gösteriyordum, gönülde Allah’la beraberdim.”
Rivayet ederler ki Allah Teâlâ’ya bir hayli yakın olan bir delikanlı vardı. Bir gün, bir ağaç tepesinden bir kuşun güzel sesini işitti. O ağacın altına giderek sesi tekrar duymak için beklemeye başladı. Hatiften
şöyle bir ses geldi: “Allah’la olan ahdin bozuldu. Allah’la olan ahdin kilidini kırdın, zira bizden başkasıyla yakınlık eyledin.”
Hakk’ı Aramak
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Otuz yıl yüce Allah’ı aradım. İyi bakınca O’nun benim arayışımda olduğunu gördüm. O istediği için biz istedik.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Gönlümüze şöyle bir ses geldi; Ey Bayezid! Bizim hâzinemiz kabul edilmiş taat ve beğenilmiş ibadetle doludur. Bizi istiyorsan dua (niyaz) etmelisin. Öyle ki bu yolun ilk menzili dua talebidir. Din büyükleri şöyle dediler: Peygamberler kul için dua edegelmişlerdir. Zira dua tohumunu kulun kalbine saçınca onun dizginini yüce Allah’la çekerler.”
Şeyh Şiblî dedi ki: “Benim elimde tuttuğum, bu yolda ortaya koyduğum bir duam var. ‘Senin bu duan nedir?’ dediler. ‘Öyle bir dua ki sekiz cenneti bir lokma yapıp bu duaya attılar, yine de görünmedi’ dedi.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Hatiften bir sesin şöyle dediğini işittim: Halk hep benden ister, Bayezid böyle değildir. O sadece beni ister ve benimle yetinir.”
Şeyh Cüneyd’in şöyle dediği nakledilir: “Bana Bistâm âlimlerinden bir âlim geldi. Bayezid’in hizmetçilerindendi. Birçok gece uyanık kalırdı, bir gece uyuyakaldı. Rüyasında Allah’ı kendisine şöyle derken gördü: ‘Halk hep benden ister, Bayezid böyle değildir. O sadece beni ister.’ Bazıları bu hikâyeyi şu ibareyle anlatırlar: ‘Bütün halk benim ku- lumdur, Bayezid müstesna. O velilerimden bir velidir.’”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “On iki yıl kendi nefsimin demircisi ve beş yıl kendi nefsimin aynasıydım. Bundan sonra bir yıl her iki sanatı izledim ve aralarında bir perde belirdiğini gördüm. On iki yıl mücâhede çekmek suretiyle o perdeyi kestim. Sonra karnıma baktım, bir perde gördüm. Beş yıl boyunca da onu nasıl keseceğimi düşündüm. Bunu da keşfettim. Sonra baktığımda bütün halkı ölü gördüm. Onlar için dört kez tekbir getirdim.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Hakk’ın dergâhına gittim, bir kalabalık görmedim. Zira dünya ehli dünyaya aldanmış ve ahiret ehli ahiretle meşguldü. Dava ehli mutasavvıflardan bir topluluk gördüm, yeme, içme ve bağış istemeyle meşgullerdi. Bunlardan bazıları içinse hiçbir perde yoktu. Onlar hayret makamında ve aşk sarhoşu olan kimselerdir.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah der ki: Ne zaman ki kulum vaktinin çoğunu benimle geçirirse onun dilediklerini gözetirim. Daima beni anarak kalkıp oturması, benden başkasını görmemesi için onunla aramdaki perdeyi kaldırırım.”
Beyit
Sır incisini bilenler, istiridye gibi
İnciden başkası için ağız açmazlar
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Kırk yıl insanların yediği yemekten yemedim.” Bu söz şunu gösterir: Yüce Allah’ın sevdiklerine hitabı şöyledir: Kendinizi görmeyi terkederek söyleyiniz. Buna göre, bütün yiyecek ve içeceklere Allah rızası için bakmazsan, sana o rızadan bir mükâfat vermezler.
Şiir
“Mâşuğun, âşığın yüzüne tebessümle bakmasından daha lezzetli hiçbir şarap yoktur.”
Kavuşma ve Ayrılık
Âşıkları, bugün bâtınen acele ettirip yarın zâhiren ertelerler. Bugün böylesine bir kavuşma ve yarın böylesine bir ayrılık. Bugün böylesine bir irfan ve yarın böylesine bir rıza. Allah hakkı için gönül ve canların kuvveti O’nun varlığıyladır. Yarın bütün âlem bekâ sarayında olacaktır, ancak kendi kuvvetleriyle değil O’nun varlığının kuvvetiyle. Eğer bir kimse bu sarayda O’nun varlığı ve kuvvetini müşahede derecesine erişirse ölüm ona haram olur.
Şiir
Doyurduktan sonra terkedersen nefsini
Doyurduğun nefis, ne kadar bekler seni
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Sûfîler hakikatin çocuklarıdır. Yüce Allah onları kendi kerameti tasarrufunda yetiştirir.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Halkın gözü bizi, görünüşte kendisi gibi görür. Zahiri gören göz,
‘... İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir... ’ (Hac 22/2) uyarınca hem dünyada hem de ahirette yanlışa düşer. Dünyada da bunun örneği şöyledir: Göz, güneşe bir dereceye kadar bakabilir. Güneş, yeryüzünden defalarca büyüktür ve o bîr anda o kadar çok hareket eder ki o hareketi takip edebilecek göz yoktur.”
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] Cebrail’e,
“‘Güneş zail oldu mu?’ dedi. Cebrâil, ‘Hayır’ dedi, hemen ardından da, ‘Evet’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah, ‘Nasıl hem hayır, hem evet?’ dedi. Cebrâil de, ‘Hayır dememle evet demem arasında güneş beş yüz senelik bir mesafe katetti’” diye cevap verdi. Bunun örneklerini idrak eden akıldır. Eğer benim sıfatım gaybda görülseydi herkes kendinden geçer ve korkardı. Ey derviş! Ârif katında bu yaşam açık bir perdedir. Onlar bu yolda bu canı terketmedikçe onlara hesap sorulamaz.”
Şiir
Dikkat ölüm satılıyor, gel satın al
Bu yaşamda hiçbir hayır yoktur.
Bu can insanın yok oluş sebebidir. Eğer bu cana sahip olmamayı takdir edersen ölüm meleğinin sana hükmü yoktur. Can vasıtasıyla kirlenmeyecek bir yaşam dilemeli. O hayatın hâsılı şudur: “Marifet, kalbin Allah ile hayat bulmasıdır.”
Nefisten ve Dünyadan Sıyrılmak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bundan önce Allah benim aynamdı. Bugün ben kendimin aynasıyım.” Bu, Sultanü’l-ârifîn Bayezid’den rivayet edilen şu hale işarettir ki o şöyle demiştir: Kendi nefsimden, tıpkı yılanın postundan sıyrılması gibi sıyrıldım. Kendi nefsimden sıyrılınca ben, O oldum.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârif marifetten o kadar bahseder ve marifet köyüne varmak için o denli koşar ki oraya varıp Allah’ın varlığında yok olur. O halde marifet ârifin vekilidir ve ârif, ‘bilinen’e ulaştığında marifeti aklına bile getirmez.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “İlk kez hacca gittiğimde evi gördüm. İkinci kez hacca gittiğimde ev sahibini gördüm. Üçüncü kez gittiğimde ne evi ne de ev sahibini gördüm. Yani yüce Allah’ın varlığında yok oldum.” Abdal makamında olmak istiyorsan halini yani ahlâkını değiştir. Görmüyor musun, dut yaprağı kendinden ayrılıp sûretini değiştirdi, sıfatını değiştirmek suretiyle padişahların kaftanı ve hükümdarların elbisesi oldu.
Beyit
Gayret edersen bürünürsün evsaf-ı melâikeye
Dut yaprağı kademe kademe dönüşür ipeğe
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Öyle isterim ki dünya baştan başa bir lokma olsun ve yüce Allah onu bana versin de yemesi için bir köpeğin önüne atayım. Böylece insanoğlu onunla gururlanıp ona aldanmasın.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Eğer bütün halkın yerine beni ateşte yaksalar ve ben sabretsem, benim davam Allah aşkı olduğu için yine de hiçbir şey yapmamış olurum. Şayet benim ve bütün halkın günahını bağışlasa, affedip bağışlama O’nun sıfatı olduğu için yine de yeterli olmaz ve buna şaşılmaz.”
Hayret Sahipleri
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yücelerin hassası dört makamdır: Bir kısmı tahayyür makamındadır. Öyle ki hayret bütün makamların ötesindedir. ‘Ey hayrette kalanların rehberi! Hayretimi arttır.’”
Beyit
Oranın koşturan sakinlerini gördüm
“Ey Rabbim! Hayretimi arttır” diyerek
Hepsi O’nun varlığında yok olmuştu
Ellerinde tutarak ihtiyaçsızlık sancağını
“Biz senin kulunuz” hepsinin içtihadı
“Biz seni bildik” hepsinin İtikadı
Sır sarayında ibadete çekilmişti hepsi İhtiyacı olmayana ihtiyaç bildirirdi hepsi
Şeyh Şiblî [rahmetullahi aleyh] şöyle der: “Bu söz, kafesteki bir kuş gibidir. Başını hangi delikten çıkarırsa çıkarsın yol bulamaz. Hayret sahipleri, gayret otağında olanlardır. Bir nefes Allah’tan halka gelmeyi dileseler yapamazlar. Perde dışında olan hertahayyür, yolunu kaybetmek demektir. Perde içinde olan her tahayyür İse Allah’ın celâl sıfatının kemâl-i eseridir. Halktan Allah’a ulaşamayan kimse yolunu kaybetmiş demektir. Allah’tan halka gelemeyen kimse ise hayrette kalmış demektir. Hayrette kalmışlar ne zaman giderlerse gitsinler O’ndan başkasına geri dönmezler. Tıpkı Tih çölünde kalmış Musa ve kavmi gibi. Her ne kadar Tih’i dolaştılarsa da hep ilk adımda oldular.”
Bir kısmı marifet, bir kısmı muhabbet, bir kısmı da rıza makamındadır.
Ey dost! Yüce Allah, “Nedensiz ve nasılsız bir zata sahibim. Sahip olduğum temiz sıfatlar için bir ‘tâlip’ gerekir, keyfiyetsiz cemalim için bir ‘ârif’ gerekir, kahır darbelerim ve zehir şerbetlerim için bir ‘seven’ gerekir ve bütün bunlara mazhar olmak için bir ‘rıza sahibi’ gerekir” der.
Beyit
Senin gamlarını sevinç saymışlarız biz
Sitemlerini lutuf saymışlarız biz
Benlikten Sıyrılıp O’na Bağlanmak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bütün hayatım boyunca, benden insanlık lekesi olmaksızın bir teşbih ve tehlîl (ululama) gelip tertemiz bir şekilde yüce Allah’a ulaşsaydı artık hiçbir korkum kalmazdı.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Dünyayı düşman ve Allah’ı dost bildim. Ne zaman ki yüce Allah’ın sevgisi beni sardı, kendi vücudumu düşman bildim. Yüce Allah’ın huzuruna yakınlaşıp halkı terkettiğimi söyleyerek O’na bağlandım. O vakit bütün halkı benim hizmetimle uğraşırken gördüm.”
Beyit
Ey uçmakta olan, yükseklere uç!
Kendini bağlarından kurtulmuş say
Tasması olanlar kanatlandı şevkle
Bütün tasmaların üstünde “leke’l-hamd”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Hacca giderken yolda bir siyahî gördüm. Bana ‘Ey Bayezid! Senin Mekke’de aradığın varlık Bistâm’da yok mu? Zira O,
‘... ve biz ona şah damarından daha yakınız’ (Kât 50/16) buyuruyor’ dedi.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Cenâb-ı Hakk’ın öyle kulları vardır ki yüce cennetle aralarında bir an bir perde oluşsa, o denli feryat ederler ki cehennem ehli onlara acır.”
Beyit
Rıdvan, cennet, hûriler ve sonsuzluk
Senin cemalin yoksa ne yapayım bunları
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah birçok nimeti cömertçe bana sundu. Bu nimetlerin tamamından yüz çevirdim. Sonra sonsuz bir istiğna sundu, ona yöneldim. İlâhî lutfunu bana yeniden gösterdi. Çünkü Allah’la olursan her şey (sana) gelir ve Allah’la olmazsan hiçbir şey sana gelmez. Dedi ki: Eğer sen benimley- sen ben de seninleyim. Bil ki keremle bakmasının sebebi O’nun zengin benimse dilenci olmamdır.”
Allah’ın Rahmeti
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Şöyle söyleyen bir adam gördüm: Allah’ı bilip de O’na itaat etmeyen kimseye hayret ederim.” Şeyh dedi ki: “Ben O’nu bilip de ahkâm kesen kimseye hayret ederim.”
Bu münazara önemli bir hususa dayanır. Şöyle ki yüce Allah’ın rahmeti ezelîdir, kulun günahı ise zamanlıdır. Elbette zamanlı ezelîye değil, ezelî zamanlıya galip gelir. O halde her kim kıyamet gününe inanırsa,
“Kullarımızdan, takva sahibi kimselere vereceğimiz cennet işte bu- dur” (Meryem 19/63) âyetini, kim âsi ve müflis olursa,
“De ki: Ancak Allah’ın lutfu ve rahmetiyle...” (Yunus 10/58) âyetini ve,
”... Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” (Zümer 39/53) âyetini düstur edinsin.
Rivayet ederler ki Cebrail ve Mîkâil [aieyhimesseiâm] birlikte sohbet ediyordu. Cebrâil dedi ki: “Yüce Allah insanoğlunu en güzel bir şekilde yarattı, gökyüzü ve yeryüzü ve bu ikisi arasında her ne varsa insanın hizmetine verdi, ona itaat edilmesini buyurdu. O ise günah işlemekle meşgul oldu. Eğer Allah insanı bağışlarsa buna şaşılır.” Mîkâil dedi ki: “Eğer bağışlamazsa şaşılır, zira (bağışlamakla) O’nun padişahlığına bir eksiklik gelmez.” Mîkâil’in bu sözü üzerine şöyle bir ses geldi:
"... Allah, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir” (Bakara 2/143).
Mâsivayı Kalpten Atmak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah, yarattıklarını emir ve yasaklarla meşgul kıldı. İtaat edenlere kendi fazlından bir kaftan verdi. Onlar sadece kaftanla meşgul olup O’ndan geri kaldılar. Ben O’ndan, kendisinden başka bir şey istemem.” Şöyle denir: “Kim ki dünyayı ister, ahireti kaybeder. Kim ki ahireti ister, dünyayı kaybeder. Kim Allah’ı isterse dünya ve ahiret onun olur.” Bu şuna dayanır: “Her kim Allah’tan başka bir şeye yönelirse hep başlangıçta kalır.”
Rivayet edilir ki vaktiyle halifelerden bir halife, bir süreliğine kendisine altın yapmaları için kuyumcuları topladı. Çok altın yapılınca câriye- lerini çağırdı ve altınları onların başına saçtı. Her bir câriye bir parçasını aldı. Onların arasında daha akıllı olan biri vardı, hiçbir altına el sürmedi. Kalktı, halifenin ayağını öptü. Halife, “Neden sen de diğerleri gibi bir şey almıyorsun?” diye sorunca, câriye, “Ben istediğimi aidim” dedi.
Beyit
Gönülden çık ey dünya ve ahiret gamı!
Ev ya azık kileri olacak ya sevgilinin mekânı
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Bir gün hatırıma, bugün zamanın pîri ve kendi asrımın büyüğü olduğum geldi. Dördüncü gün, tek gözünü kapatmış ve bir katırın üzerinde oturmuş vaziyette gelen bir adam gördüm. İyice bakınca onda bir uyanıklık belirtisi gördüm. O da bana baktı. Dedi ki: ‘Olmaya ki kapalı olan gözümü açayım ve Bistâm’ı, Bistâm halkını ve Bayezid’i boğayım.’ ‘Nereden geliyorsun?’ dedim. ‘Senin hatırına gelen o zamandan geliyorum. Üç bin fersah yol katetmişim.’ Sonra, ‘Ey Bayezid! Gönlüne iyi baki’ diyerek arkasını dönüp gitti.”
Rivayet ederler ki rüzgâr, bir gün Hz. Süleyman’ın [aleyhisselâm] tahtını havada taşıyordu. Süleyman peygamber, içten içe bu duruma seviniyordu. Henüz böyle düşünürken rüzgâr, onun tahtını alaşağı etti. Süleyman dedi ki: “Ey rüzgâr! Doğru ol!” Rüzgâr dedi ki: “Sen kalbini doğru tut ki ben de doğru olayım.”
Ebû Musa Hâdim’in şöyle dediği nakledilir: Hem zâhir hem de bâtın gözüne sahip olup her ikisiyle de gören bir adam gördüm. Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna gelerek dedi ki: Ey Bayezid! Göz ucuyla da olsa öfkeyle sana bakarsam, seninle birlikte bu Bistâm’da olan herkesi yok ederim.” Şeyh, “Taberistan’a varmış, o ırmakları görmüşsün?” dedi. Adam “evet” deyince Bayezid, “Bütün o ırmak ve çaylar bir denize ulaşınca, ulaştığı an yok olur” dedi.
Cennet ve Cehennem
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Cennet iki tanedir: Biri marifet cenneti, diğeriyse rahatlık ve nimet cenneti. Birincisinin lezzeti sonsuz, diğerininki ise sınırlıdır.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Azap ateşi Allah’ı tanımayan kimseyedir. Ancak Allah’ı bilenler de azap ateşindedir.” Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] hadiste kıyamet sonrası cehennem ateşinin mümine şöyle hitap ettiğini buyuruyor:
"Geç ey mümin! Zira senin nurun benim alevimi söndürdü.”
Bayezid’in Sözü ve Hali
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bistâm’ın yobazları, bu Bistâm’ı harabeye çevirdiler. Yobazlara de ki: Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün.”
Beyit
Ey rıza tâlibi! Doldur istekle keseni
İbadetleri arttır, azalt günahlarını
Ya dışın kirli kalsın için gibi
Ya içini de süsle dışın gibi
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Öldükten sonra kendimi Kubbe-i Hadrâ’ya asayım istedim. Yobazların, ‘Bayezid yine kendini gösteriyor’ diye kınamasından çekindiğim için vazgeçtim.”
Şöyle nakledilir: Biri, Bâyezid-i Bistâmî’nin seher vaktinde ne zikir çekeceğini duymak için kendisini dinlemeye koyuldu. Bir kez “Allah” diyerek düştü ve kendinden geçti. Dediler ki: “Bu nasıl bir haldir?” “Sen kimsin ki bizden bahsediyorsun, diye bir ses geldi” dedi.
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Ârif, Allah’ın fazlından haberdardır. Yobaz, ârifin kendini övdüğünü zanneder.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kalbimi bir bakır parçası olarak görebilmek için çok zahmet çektim.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Eğer *lâ ilahe illallah’ marifetinin sonunda yüzünü halka döndürürsen bütün dertlerine tam anlamıyla şifa bulursun.” Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in bu sözü şu beyti hatıra getirir:
Ben gönülsüz bir şekilde razı oldum.
Yalancı vaatler ile ikna oldum.
Yüce Allah kendisini sevenleri bir kokuyla hoşnut kılıp bir yola razı etti. Hakikati kimseye vermedi. Ne gerçek belayı ne de gerçek lutfu kimseye verdi.
Hâsılı, Hz. Eyyûb’un [aleyhisselâm] hikâyesi ve belasını işitmişsindir, bela suretindeydi. Öyle ki, “Eyyûb’a bizden selâm söyle” diyerek her gün Cebrâil’i gönderirdi. Orada bela kalmadı.
Hz. Musa’nın [aleyhisselâm] makamı da böyledir. Lâkin söz söylemek isteyince, “Musa kendi makamına geri dön. Söz makamından müşahedeye varmak istersin” dediler. Hiç kimse Allah yolunda yanış bakımından Musa’ya erişemez ve aşk yolunda Yakub’a ulaşamaz. Ey Musa! Şimdi zorluktasın ve Yakub’un işi de kezâ zorluk.
Yakınlık Denizi
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın dostları O’nun aşk kâsesinden şarap içince sonsuza kadar sarhoş olup üns (yakınlık) denizine düşerler. O’na gizliden gizliye yalvarmaktan zevk alırlar ve sona gelince hayran kalırlar.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kul Allah’ı bilince esir olur ve esir olunca emîr olur.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Halkın imanı ibadet ve itaatle artar, günahla azalır.” Sultan, bu noktada şu âyete işaret eder:
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yüreklen titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rab’terine dayanıp güvenen kimselerdir” (Enfâi 8/2).
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kim yüce Allah’a bağlanırsa mülk ondan esirgenmez ve o kimsenin her iki âlemde de başı öne eğilmez.”
Allah’ın FazI u Keremi
Şöyle nakledilir: Bayezid hazretlerinin yanında oturan bir şahıs,
“Şüphesiz Rabb’inin yakalaması çok şiddetlidir (Burûc 85/12) âyetini okudu. Şeyh, “Benim yakalamam, O’nun yakalamasından daha şiddetlidir” buyurdu. Yani yüce Allah ihtiyaç duymaksızın yakalar, bense ihtiyaç duyarak. Kendi kendimize şöyle deriz: Eğer bir zalim isyanını artırır ve, “O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı” (En'âm 6/12) âyetinin ve, “Muhakkak ki rahmetim gazabımı geçti” İlâhî kelâmının hükmünce hemen arkasından yakalanırsa, kendisine övülmüş bir af erişir. Bu, Kerîm Allah’ın rahmetine layıktır, basit bir kulun mansıbı ve makamı değildir. Görmüyor musun, kadı içki içen birinin şer'î sınırları aştığına karar verirse, şeriatta o günahı affetmek için izin yoktur. Şeyh ile müridin durumu da aynı şekildedir.
Büyüklerden bazıları şöyle derler: “Bâyezid-i Bistâmî, Allah’ın kereminin ferahlatmasından, kulları üzerine olan rahmetinden ve,
“Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar” (Zümer 39/53) âyeti ile;
“Çünkü insan zayıf yaratılmıştır1’ (Nisâ 4/28)
âyetinin mucibince kendi insanlığının eksikliği ve darlığından haberdardır. Dahası yüce Allah’ın, ârifin hakkını kendi hakkından daha fazla gözetmesi garip değildir. Allah tecelli etmek d i leşe lutufla eder. Ârife tecelli etmek istese kahırla eder. “Benim dostlarımdan birini hor gören kimse, muhakkak ki savaş ve düşmanlığı göze almış demektir”in sırrı budur.
Şükür ve İdrak
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Müminlerin emîri Ebû Bekir-i Sıddîk [radıyallahu anh], ‘Ariflerin kendisini tanımaktan acizliğini marifet saydığı gibi, hamdedenlerin kendisine hamdetmekten acizliğini hamd sayan Allah’a hamdolsun’ demiştir. Yani gücü yettiğince hamdetmek gerekir. Çünkü acizlik ortaya çıkınca bütün işler sana sırtını döner. Zira idrakin idrakinden acziyete düşmek idrakin kendisidir. Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk ‘doğruluk kaynağı’ (çeşme-i sıddîk) dairesine ulaşmak için her şeyini ortaya koydu. Öyle ki yüz yirmi bin küsur ismet noktası ve melekût meleği, doğruluk kaynağının Ebû Bekir olduğuna tanıklık ettiler.”
Şöyle nakledilir: Bayezid hazretlerinin huzurunda,
“Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah’ın huzurunda topladığımız gün...” (Meryem 19/85) âyetini okudular. Şeyhin hoşuna gitti. Nâra atarak, “(Zaten) O’nunla olanın dirilip toplanmaya ihtiyacı yoktur” dedi.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Elli yıl halkı Allah’a davet ettim, icabet görmedim. Onları terkedip Allah’a yöneldim. Herkesi, benden önce oraya varmış gördüm.” Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in sözü,
“(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir” (Kasas 28/56) âyet-i kerimesine ve,
“Ben (Hakk’a) davet edici ve (Allah’ın emirlerini insanlara) ulaştırıcı olarak gönderildim. Hidayet verme konusunda elimde hiçbir şey yoktur. Şeytan da Allah’ın yasak kıldığı şeyleri süslü göstermek için gönderilmiştir. Saptırma konusunda onun da elinde hiçbir şey yoktur” ha- dis-i şerifine işaret eder. Yani yüce Allah hidayet verdi, böylece onlar (O’nu) bildiler; tevfîk verdi, böylece kulluk ettiler; telkin verdi, böylece dilediler; gönüllerini aydınlık kıldı, böylece sevdiler.
Ömer b. Hattâb [radıyallahu anh], düşmanlık yolunu doğru bilip öfke kılıcını çekmiş bir şekilde, gönlünde barış düşüncesi olmaksızın geliyordu. Doğu ve batının önderi, cinlerin ve insanların efendisi Hz. Muhammed’in [sallallahu aleyhi vesellem] başını kesip onu öldürmek üzere geliyordu. Lâkin asla evdeki hesap çarşıya uymaz. “İş, ne insanın önlem almasıyla ne de kolaylıkla olur” derler. “Biz, İslâm beldelerinin senin önlemlerinle mamur, Hz. Peygamber ordusunun senin sancağınla mansur ve iman odasının senin rükû ve secdelerinle pür-nur olmasını hükmetmişiz.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bir kimsenin yüce Allah’ı bilip de sevmemesi mümkün değildir.”
Beyit
Sevgilinin , cemalini seyretmekle mübarektir bir sabah
Umut ağacından kavuşma yemekle mübarektir bir sabah
Gönülden çıkarayım dünya ve ahiret gamını
Ev ya azık kileri olacak ya sevgilinin mekânı
Beyit
Ağlayacak yer kalmadı gülecek yer yok
Dostun yâdı olmasa dağılmışlığımızı toplayacak yok
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârif, Allah dışında hiçbir şeyle mutlu olmaz ve Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaz.”
Dünyayı Terketmek ve Hakk’a Tevekkül
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Bu yolda en büyük perde cennettir.” Bu çıkarım şuna dayanır: Bu yolun sermayesi, her iki dünyayı terketmektir.
Beyit
Ey âşık! Madem gönü! verdin, sevdiğinin peşinde o!
Onun eteğine yapış, her iki cihandan umudunu kes!
Onun gamında uyanık ol, böylece sana
Gönlünü uyandır diyebileyim gönlün yoksa
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bir keresinde hacca gidiyordum. Yolda biri yanıma geldi. Bana, ‘Hacca mı gidiyorsun?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Ne kadar yol harcın var?’ dedi. ‘İki yüz dirhem’ dedim. Dedi ki: ‘Ben çoluk çocuk sahibi yoksul bir adamım. O dirhemleri bana verirsen hiç şüphe yok kİ yine hac sevabı kazanırsın.’ Dirhemleri ona verdim ve o an tevekkül ederek bir hac tamamlamış oldum.”
Feth-i Mevsılî [rahmetullahi aleyh] şöyle der: Bir vakit Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlendim. Çölün ortasına varınca küçük bir çocuk gördüm. Ona selâm verdim, selâmımı aldı. “Nereden geliyorsun?” dedim. “Efendimin evinden” dedi. “Sen çocuksun, sana hac vâcip değil, neden kendini zahmete koyuyorsun?” dedim. Dedi ki: “Ey ihtiyar! Böyle sözleri bırak. Ben Azrail’in benden küçüklerin canını aldığını gördüm.” “Bu nasıl işi? Yanında yol azığı ve binek görmüyorum” dedim. “Benim azığım nefis, bineğim ayaktır. Beni taşıyan şevk, bineğim aşktır” dedi. “Bunları sormuyorum, ekmek ve sudan bahsediyorum” deyince, “Ey Fethi Senin dünya ehli dostlarından biri seni kendi evinde ağırlaşa, eşiğine ekmek bırakman yakışır mı?” diye sordu. “Hayır” dedim. Dedi ki: “Ey bilişi (yakîni) zayıf! Beni evine davet eden efendimdir, yiyeceğimi de içeceğimi de o verir.”
Hakk’ı ve Manayı Bilmek
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ariflerin marifeti üç kısımdır: Sıradan insanların (avam) marifeti, seçkinlerin (has) marifeti ve seçkinler seçkini olanların (hâssü’l-hâs) marifeti. Sıradan olanların marifeti Allah’ı, kulluğu, günah ve ibadeti bilmektir. Seçkinlerin marifeti Allah’ın büyüklüğünü, celâlini, lutuf ve bağışını bilmektir. Seçkinler seçkini olanların marifeti ise Allah’ın lutfunu, birliğini, sırlarını bilip müşahede etmektir.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kim Allah’ı bilirse, O’nu zikretmekten başka bir şey için ağız açmaz.”
Beyit
Halka anlatmam gönül macerasını
Göz yaşım yapar tercümanlığı
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ı, bana yol göstermesiyle tanıdım. O’nun dışındaki her şey kendi nurudur.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Hakk’ın ârife verdiği ödül yine Hak’tır.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârif söylediğinden daha fazla olandır. Âlim ise söylediğinden daha az olandır. Şöyle ki ârif, öyle yüce bir makama ulaşır ki o makamı açıklayabilecek hiçbir söz bulamazlar {kelimeler kifayet etmez).”
Hz. Peygamber’! [sallallahu aleyhi vesellem] Mirac’a götürdüler. Sözle anlatılabilecek bazı sırlar olduğu gibi sözle anlatılamayacak bazı sırlar da vardı. Bitişik olmayan harflerle (hurûf-ı mukattaa) anlattılar. Bazı sırlar da harfle dahi anlatılamazdı. Cebrâil’in daha fazla söz söylemesine izin yoktu. Ona dediler ki: “Ey meleklerin tavusu! İş söz kabına girmeyen, ancak rikabdârların erişebileceği sırlara eriştiğinden, makamının elverdiği ölçüde şeriat sarayının hümâsı ve tarikat bağının bülbülü olan o öndere hizmet et! O, senin makamından ayrılınca, gayb sırrı tahtında Allah’a ulaşana değin hayrette olman gerekir. Orası, insan ve meleğin ulaşamayacağı, akılların idraki ve zihinlerin kuşatıcılığının aciz kaldığı bir makamdır. Böylece biz O’na söz kalıbına sığmayan, kelimeyle sınırlandırılamayan sırları söyleriz. Âlim, peygamber ve velilerin mertebesinden haber verir, ancak O, bu mertebeden soyutlanmıştır. Müminlerin emîri Hz. Ali’nin [kerremaiiahu vechehû] dediği gibi: “Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem], ilmin bin kapısını bana öğretti ve her bir kapıda bin yeni kapı bana açıldı.”
İmam Beyhakî, Fezâilü’s-Sahâbe adlı eserinde Hz. Peygamber’den şöyle naklediyor:
“Âdem’i ilmiyle, Nuh’u anlayışı ve zekâsıyla, İbrahim’i hilmiyle, Yahya b. Zekeriyya’yı zühdüyle, Musa b. İmrân’ı cesaretiyle görmek isteyen Ali b. Ebû Tâlib’e baksın. ”
Hz. İsa [aleyhisselâm] beşikte şöyle dedi:
“Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti’’ (Meryem 19/30-31).
Hz. Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] dünyaya geldiği gece yüzünü ve başını iki saat boyunca yere koyup secde etti. Sonra yüzünü göğe dönerek fasih bir dille, “Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun elçisidir” dedi.
Ârifin Alameti ve Kulluk
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârifin alameti beştir: Birincisi yaratılmıştan yaratana sığınmasıdır. İkincisi umut eliyle Allah’ın cömertlik eteğine yapışmasıdır. Üçüncüsü daima Allah’a bakması, yüce himmetli olmanın son noktasında her iki âlemde de başını kaldırmamasıdır. Dördüncüsü Allah’a gizlice yalvarma dışında huzur bulamamasıdır. Beşincisi bütün sebeplerden yüz çevirip Allah’ın iradesine yönelmesidir.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kırk yıl gönlümü gözledim. Dikkatle bakınca kulluğu da efendiliği de Allah’ta gördüm. Yani Rab olmanın sırrı nasıl bize gizliyse kulluk sırrı da aynen bize gizlidir. Âlimlerin söylediği her şey haber, şeyhlerin söylediği her şey rivayetti. ‘Gerçek, haber ve rivayetten üstündür.’ Âlem halkının önüne bir meydan koyarlar, ‘Ayağınızı bu meydana koyunuz, perdenin üzerine ayak basınız, perdeleri gideriniz ve nereye gittiğinizi nereden geldiğinizi biliniz. Bizim ilim dergâhımızdan kalkıp hüküm sarayına ininiz’ diye seslenirler. Yâ Rabbi! Bundaki hikmet nedir? Rubûbiyyette bizimle ortak olduğunuzu bilseniz ne yaparsınız? Bizim hizmetimize kemer bağlayınız, bizim irademize yöneliniz, bizim gücümüze uyunuz. Ya af ve mağfiret ya da kahır ve ceza olur. Siz Allah’ı kendi aklınızla arayınız. O’nun fazlını aramalısınız.
‘Eğer sizin üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz’" (Bakara 2/64).
Şöyle denilir: “Ey kazâlarımızın sahibi! Âlemin etrafında belir. Ey gücümüzün sultanı! Sebepsiz (illetsiz) irade kılıcını çek, fazilet sahibi aklı, iradenin dört tarafıyla ikiye ayır.”
Yükü Ortadan Kaldırmak
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kırk yıllık riyazetten sonra, ‘Bana yol veriniz’ diye yalvardım. Şöyle bir ses geldi: ‘Ey Bayezid! Sende olan kırık testi ve eskimiş hırka yük değil mi?’ Testi ve hırkayı attım. Şöyle bir ses işittim: ‘Ey Bayezid! O müddeîlere de ki: Bayezid kırk yıllık riyazetten sonra kırık testi ve parçalanmış hırkasını bırakmadığı için yol bulamazken, siz bu denli alaka ve bağlılıkla asla yol bulamazsınız. Boşa hayal kurmayınız.’”
Beyit
Bağlılık ve alakalan terketmedikçe
Kabul görmüş tek secdeye layık olamazsın
Vallahi kendini ve halkı terketmedikçe
Lât ve Uzzâ’nın elinden kurtulamazsın
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Sadık dindarı görmeyince ondan korkarsın, ayrı kalırsan onu düşünmezsin. Ârif ise varken de yokken de tam bir heybet sahibidir. Her kim onu görür ya da bilirse ondan çekinir.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Yaratılmışlardan Allah’a en yakın olanı, halkın yükünü çokça çeken güzel huylu kimsedir.”
Aşk Ehli
İsa Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ben on üç yıl Sultanü’l-ârifîn Bayezid’le bir arada bulundum, ondan bir söz işitmedim. Onun âdeti öyleydi ki başını dizine eğer, başını kaldırınca âh eder, tekrar başını dizine eğerdi.”
Ariflerin imamı, şeyhler şeyhi der ki: “Bu kabz halinde olmuştur. Ancak bast zamanında herkes şeyhten çokça öğüt işitmiştir.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Hacılar Kabe’nin sûretini tavaf edip bekâ isterler. Aşk ehli ise arşın etrafını kalple tavaf edip, cemali görmek isterler.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Nefis dünyaya, ruh ahirete ve gönül Allah’a bakar.”
Şöyle nakledilir: Bayezid hazretleri öylesine bir istiğrak halindeydi ki yirmi yıl hizmetinde bulunan bir müridi vardı, onu ne zaman yanına çağırsa kendisine, “Senin adın ne?” diye sorardı. Bir gün o mürid dedi ki: “Ben yirmi yıldır senin hizmetindeyim. Her ne vakit beni görsen bana adımı sorarsın. Bunun sebebi nedir?” Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Ey oğul! O’nun elinin bütün elleri bağlaması gibi O’nun adı gönlüme geldiğinde de diğer bütün adlar dışarı çıkar.”
Beyit
Kulağıma takıldığından beri kulluk küpesi
Hatırımdan çıktı senin adın dışındaki adların hepsi
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ömrüm boyunca yüce Allah’a layık bir namaz kılmayı diledim, ancak kılamadım. Bir gece yatsı namazıyla sabah namazı arasında dört rekât namaz kıldım. Her selâm verdiğimde, ‘Bir dahaki bundan daha iyi olmalı’ diyordum. Bir başka sefer yine kılıyordum. Günün ağarması yaklaşmıştı. Yine de kılıyor ve, ‘İlâhî! Sana layık bir namaz kılmaya ahdettim, ancak mümkün olmadı. İmdi, sana bî-namaz olanlar çoktur, Bayezid’i de onlardan biri say’ diyordum.”
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî bir gece sabaha kadar ayak başparmağının ucuna basarak ayakta durdu ve inleyerek kanlı göz yaşları döktü.
Beyit
Buna bir şahit gerekiyorsa eğer
Kanlı göz yaşım delil olarak yeter
Hizmetçisi her gece o halini seyrediyordu. Ertesi gün, “Ey şeyh! Bizi de bu halden nasiplendir” dedi. Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Arşa çıktım. Arşı O’na benden daha susamış gördüm. Kulağıma,
‘Rahman, arşa istiva etmiştir' (Tâhâ 20/5) âyeti erişti. Halinin ne olduğunu anlamak için arşa doğru hamle yaptım, arşı kendimden daha susamış gördüm.”
Beyit
Aşk töhmetiyle, dik başlı atım bitkin
Saha kavuşmak müyesser olmadığı için
Halktan yakınıp durmadayım boşuna
Tıpkı karnı boş, ağzı bulaşık kurt gibi
Arş dedi ki: “Ey Bayezid! Bize de gönül perişanlığı verdiler. Ben, kalpleri benim için kırılan kırık kalplilerin yanındayım.”
Ey derviş! Dilediği gibi öncelik (sebkat) sürmesinin, bildiği üzere sonralık getirmesi garip bir iştir. Âlim, ilmi alamet arayan âşıkların gözlerinden gizlemiştir, hiçbir yerde iz yoktur. Tâlipler dedikoduda ve onlarda soğuk nefes ve sarı yüzden başka bir şey yok. Arş ve kürsînin eteğine,
“O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri içine alır ...” (Bakara 2/255) töhmeti bağlanmıştır. Yüce Allah mekândan münezzehtir. Yüz bin akıl hayret girdabına düşmüştür. “Muhakkak ki halk hayrettedir ve Allah gizlidir, yücedir.”
Beyit
Bir ay yüzlünün aşkıyla töhmete uğramışım
Susmaktan başka hiçbir şeye yoktur yüzüm
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Allah’ın kapısını bütün ellerle çaldım, bela eliyle çalmadığım sürece kapıyı bana açmadılar.”
Beyit
Kişi, aşkla başına toprak döşenmedikçe
Senin âşıklarının arasında yer almaz
Senin işinle ilgisi olmayan kişinin
İşinin de seninle bir ilgisi olmaz
Bütün ayaklarımla O’nun yolunu katettim. Gönül ayağıyla gitmedikçe itibar menziline varmadım. j
Elest Meclisinin Şevki
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah benden yetmiş yıllık zamanın hesabını sorarsa ben yetmiş bin yılın hesabını (vermek) isterim. Zira,
‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ (A'râf 7/172) denileli yetmiş bin yıldır olmuştur ve ‘belâ’ (evet, öyledir) demekle âlem halkının tamamı harekete geçmiştir. Hâsılı, gökyüzü ve yeryüzündeki hareketlenmenin tamamı, ‘elest’ meclisinin şevkiyledir.”
Beyit
Senin âşıkların “elesf’ten sarhoş gelmişler
Elest şarabından sarhoş gelmişler
Şarap içerler, öğütlere kulak asmazlar Zira onlar şaraba, “elesf’ten tapagelmişler
Sonra dedi ki: “Eğer o hitaptan sonra, ‘Dinle! Hesap günü senin bütün organlarını parça parça kılar, her zerreye layığınsa bir bakış atarız’ cevabı gelseydi, yetmiş bin yıllık hesap, tarikat pirlerinin, ‘İbrahim’in [aleyhisselâm] dostluğuna, Musa’nın [aleyhisseiâm] kelâmına ve Hz. Muhammed’in [sallallahu aleyhi vesellem] rü’yetine şaşılır mı?’ sözü olurdu.” Ona,
“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme” (Hicr 15/88) gayretinin sürmesini çekip,
“Gözü kaymadı ve sının aşmadı” (Necm 53/17) itibarının sarığını takıp, Mi‘rac gecesi O’nun huzurunda hazır kıldılar. İtibar mührünü vurdukları rü’yet (görme) şarabı kadehi, ilk önce o İbrahim celalli, Yusuf cemalli ve Süleyman faziletliye ulaştı ve (böylece) o kadehten içti. Sonra (o kadehi), fâzılların fazlı hükmünce, Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in de içinde bulunduğu iştiyak sahibi âşıklar zümresine verdiler.
Beyit
Âşıklar aşk elbisesi giymediler
Beni eskittiklerim dışında bir elbise de çıkarmadılar.
Aşktan bir kadeh acı şarap içmediler
Artığım dışında o şarabın tatlısını da içmediler
Yani, “Âşıklar, aşk ve muhabbet elbisesi giymediler ve benim eskitip yıprattığım elbiseler dışında elbise çıkarmadılar. Benim artığım dışında, acı ya da tatlı, aşktan bir kadeh dahi içmediler.”
Hz. Âişe [radıyallahu anhâ] şöyle dedi: “Her kim, ‘Muhammed Rabb’ini gözleriyle gördü’ derse, Allah’a büyük iftira etmiş olur.” Kastedilen şudur: Her kim Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem], yüce Allah’ı gözüyle gördü derse onun bütün zerreleri baştan ayağa göz olur.
Şiir
Eğer O’nu anarsam bütünüm kalptir
Eğer O’nu düşünürsem bütünüm gözdür
Seninle sırdaş olmak İçin kalp olur tüm bedenim
Gözümü her açtığımda cemalini seyrederim
Cennette cemâlullahı görmek hayal değildir. Zira Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] Rabb’ini gördü ve bu görme dünyada olmadı.
Aşk Derdi ve Seyrü Sülük
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kulübemizde sekiz cenneti açıp her iki âlemin velayetini tasarrufumuza verseler, O’nun aşkı yolunda dert ve sıkıntıyla adım attığım bir anı on sekiz bin âlemin sahipliğiyle değişmem.”
Şöyle nakledilir: Bayezid hazretleri bir kimseye, “Sen ne iş bilirsin?” diye sordu. Adam, “Eşek seyisliği” cevabını verdi. Bâyezid-i Bistâmî, “Artık Allah’ın kulu olman için eşeğin ölsün” dedi.
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Postunu bırakan yılan gibi ‘ Bayezid ’ liğ i üzerimden attım. Bakınca aşkı, âşığı ve mâşuğu ‘bir’ gördüm. Zira tevhid âleminde yalnızca ‘bir’ görülebilir.”
Bir gün Şeyh Şiblî bir sarhoşun yanından; geçiyordu. Sarhoş, “Bir olandan başka geriye ne kaldı?” diye bağırıyordu. Şiblî, sarhoşa sert bir tokat atıp, “Ey akılsız! Bir olandan başka ne var ki?” dedi.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Müride ibadet ve itaat ile lezzet vermezler. Eğer ibadet ve itaat ile mutlu olursa, onun mutluluğu sözüne perde olur.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârifin en az derecesi yüce Allah’ın sıfatlarını kendisinde bulundurmaktır.” Öyle ki Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
“Allah’ın ahlâkıyla ah taklanın”' ve aynı şekilde,
“Allah Teâlâhın yüz on yedi ahlâkı vardır; kim Allah Teâlâ'nın huzuruna bunlardan biri ile gelirse cennete girer”'26 buyuruyor.
Şeyh Ebû Ali Fârmedî [kuddise sırruhû], kendi şeyhi Ebü’l-Kasım el-Cürcânî’den [kuddise sırruhû] şöyle rivayet ediyor: “Sâlik, doksan dokuz adı kendisine sıfat edinse gerektir ve o (böyle olsa bile) hâlâ sülüktedir, kavuşmaya nail olmamıştır.” Eğer bu makamda sâlik ve vâsıl arasında bir fark ararsan, “Sülük, ahlâk ve amellerin düzeltilmesidir” deriz. Ve bu, vüsûle istidat kazanmak için zâhir ve bâtının düzeltilmesine çabalamakla olur. Ve muhakkak ki vüsûl, sâlike Hakk’ın açılması ve sâlikin ona gark olmasıdır. Bundan sonra artık sâlik tamamen onunla meşgul olur.” Bu vüsûl, ârifin kemal derecesidir.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bazı vakitler nehirlerden ses duyarım, denize ulaştıkları zaman durulurlar.”
Beyit
Sel taşı yuvarlayıp sürüklese de
Denize ulaşınca arkasında bırakır
Bayezid hazretleri şöyle dediği nakledilir: “Yıllardan beri namaz kılarım. Her namazımda kendimi bir Mecûsî sayar, bir zünnar çözeceğim inancını taşırım.”
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Kıyamet günü iyi bir insan mezardan kalkar, halkın nicesi onun nuruyla mezardan kalkar.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” Yani kim Allah yoluna yönelme ihtiyacı duyarsa öncelikle yolun gereklerini yerine getirmelidir. Öyle ki Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, Davud'a [aleyhisselâm] vahyederek şöyle buyurmuştur:
‘Yâ Davudi Beni arayan birini görürsen onun hizmetkârı ol. ”
Üstat Ebû Ali Dekkâk [rahmetullahi aleyh], “Ağaç büyüyüp de kimse onu budamazsa meyve vermez. Aynı şekilde müridin de şeyhi olmazsa ondan bir iş gelmez ve o, bir yere ulaşamaz” demiştir. “Pîr, kendi kav- mi içinde, ümmeti içindeki peygamber gibidir” derler.
Kendi kendine ilerleyemez hiç kimse
Yolda kalır yalnız başına giden kimse
Ârifin Kalbi
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Ârifin kalbi güler, gözü ağlar.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın peygamberlere bilgi olarak verdiği şey, balla dolu misk gibidir. Velilere verdiği şey ise kendisinden misk damlayan bir damla gibidir. Geriye kalan ise Hz. Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem] aittir.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Rüyamda hûri- leri gördüm, elim ayağım birbirine dolaştı (aklım başımdan gitti). Daha sonra gözümün önüne geldiklerinde onlara dönüp bakmadım bile.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid şöyle dediği nakledilir: “Allah’ın velileri, Allah’ın gelinleridir.” Yani herhangi bir nâmahrem onlar hakkında bilgi, sahibi olmamalıdır. Çünkü onlar hakkında başkasının bilgi ve nazar sahibi olması yüce Allah’ın gücüne gider.”
Şöyle nakledilir: Şeyhler şeyhi dedi ki: Davud Zâhid-i Bistâmî, Bistâm’da Bayezid hazretleriyle çekişme halindeydi. Şeyhe şöyle dediler: Davud diyor ki: “Şeyh hacca gittiyse ben de gittim, Dihistan’ı ziyaret ettiyse ben de ettim, mücâhede çektiyse ben daha beterlerini çektim.” Şeyh buyurdu: “Her asırda biri müminlerin emîri olur. Nigâr- minûye köyünden bir kimse çıkıp da hüküm sürse onu hemen öldürürler.” Birkaç zaman sonra o köyün reisi Bistâm’da hüküm sürmeye heveslendi. Çok geçmeden öldürüldü.
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid, Bistâm’ın bazı mescid- lerinde imama uyarak namaz kılardı. Dışarı çıkmak için kapıya yöneldiğinde imam, "Ey Tayfûr! Sen rızkını (yiyeceğini içeceğini) nereden temin ediyorsun?” dedi. Bayezid hazretleri, “Dur namazı baştan kılıp kazâ edeyim. Zira rızkının kaynağını tanımayan kimsenin arkasında namaz kılmak doğru olmaz” dedi.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî’nin öylesine mübarek bir nefesi vardı ki günün birinde bir Mecûsî, bir derviş eliyle selâmlarını sunup şeyhe bir şey göndermişti. Şeyh, dervişin ve Mecûsî’nin selâmını aldı. O selâmın bereketiyle Mecûsî müslüman oldu. Mecûsî ile dervişin her ikisi de hal ve vecd sahibi oldular. Şeyh bu iki yeni müslümanı ziyaret ederek zamanlarını bereketlendirdi.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî’nin bir komşusu, küçük bir çocuk sahibi olan bir Mecûsî’ydi. Gecelerden bir gece o çocuk ağlıyordu, evlerinde ise kandil yoktu. Şeyh bu durumdan haberdar oldu. Evlerinin penceresi önüne bir kandil koyunca çocuk ağlamayı kesti. Şeyhin bu alçak gönüllülüğü bereketiyle o Mecûsî ve eşi müslüman oldular.
Şöyle nakledilir: Bir gün Sultanü’l-ârifîn Bayezid bir yolda gidiyordu. Bir topluluğun sesini işitti. Durumun ne olduğunu bilmek istedi, ilerledi. Kara balçığa bulanmış kara bir çocuk ve ayakta onu seyreden insanlar gördü. Ansızın o çocuğun annesi bir köşeden koşageldi ve kendisini o siyah balçığın ortasına attı. Çocuğu kaptı ve gitti. Bayezid hazretleri bunu görünce mutluluk duydu, bir çığlık atarak ayağa kalkıp, “Şefkat gelince kirlilik ortadan kalkar. Günahı ortadan kaldırmak için aşk gerek” dedi.
Şiir
Sınırsız bir özre sahipsin yanımda
Önemsizdir senin gibisinden gelen hata
Beyit
Kişinin yaptıkları makbul değildir
O yaptıkları kİ hepsi çirkindir
Doğruluk ve Samimiyet
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî cuma namazına gidiyordu. Yolunda büyük bir çamur birikintisi vardı. Şeyh elini bir duvara dayayıp duvardan bir parça kopardı. Şeyh, “Bu duvarın sahibinin kim olduğunu bilseydim ondan helâllik isterdim” diye düşündü. Daha sonra, “Falanca Mecûsî’nin duvarıdır” dediler. Şeyh o Mecûsî’nin kapısına gitti ve özür dileyerek helâllik diledi. Mecûsî, “Sizin dininizin bu kadar ince olduğuna and iç” dedi. And içince Mecûsî ve ailesi hep beraber Bayezid hazretlerine uyarak iman getirdiler.
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Bir seferinde hacca gidiyordum, Dicle nehrinin kıyısına vardım. Bir gemiyle geçmek istedim, Dicle bir araya toplandı (geçmem için bana yol verdi). Dedim ki: Ben bununla gururlanmam. Çünkü beni az bir ücret ile zaten geçiriyorlar, ben ömrümün otuz yılını az bir ücret yüzünden ziyan etmem. Ben Kerîm’in talibiyim, kerametin değil.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Allah’ın sıfatları hakkında söz söylerken sakin ve kararlı olursun, ancak zatı hakkında söz söylerken epey zahmet çeker, bir hayli terlersin.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârif nasıl mutlu olmasın!? Yakîn ile Allah’ın kemalini tanımaktadır. Hâsılı, kendi kalbi ve bedenini O’nun kuvvetinden bilmektedir. Oturursa O’nun iradesiyle oturur, kalkarsa O’nun iradesiyle kalkar.” Nitekim bu durum bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir:
“Kulum bana nâfilelerie yaklaşmayı sürdürür, nihayet ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isteğinde kendisine veririm ve bana sığındığında mutlaka onu korurum.”
Sultan ü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ârifin susmaktaki amacı kendi bildikleri dışında söz söylememektir. Gözlerini kapamaktaki niyeti gözünü açtığı vakit Allah’ı görmektir. Başını dizine koymasındaki amacı, İsrâfil sûru üfleyene kadar başını kaldırmamaktır.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ın marifeti, kişinin marifetiyle bir araya gelmez. Öyle ki kendini görmemen ve hep Allah’ı görmen gerekir. Gönlünden geçmen, sevdiğinle oturman ve Allah’ın dışındaki şeylerle (dünya İle) gururlanmaman gerekir.”
Şöyle nakledilir: Bir topluluk Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in huzurun- daydı. O, bir an başını öne eğdi. Bir müddet sonra başını kaldırdı ve, “Çok uzak mesafeden size vermek üzere, çürümüş bir dane arıyordum. Ona ya güç yetirir ya yetiremezsiniz, ancak bulamadım” dedi.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Seni sevmeme şaşılmaz. Zira son derece güzellik sahibi olana seven eksik olmaz. Şaşılacak şey şu ki sen beni seversin ve ben baştan ayağa zayıflık, acizlik, zavallılık, düşkünlük ve bulaşmışlık içindeyim. Ay yüzlü Yusuf’un âşığı eksik olmaz. Ancak kara tenli Bilâl’in fakr u zarureti için bir er kişi gerekir ki onun sevgisine meyletsin. Ey civanmerdi Sen hem dostsun hem de kulsun. Bir kulsun, çünkü zâhiren bir buyruğa bağlısın. Dostsun, çünkü bâtınen iyilerin lutfuna mazhar olmuşsun. Senin kalp toprağında aşk çiçeğinin yeşermesi uygundur. Fakat yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de lutuf sâkîsinin eline,
“...(Allah) onları sever onlar da Allah’ı sever...” (Mâide 5/54) talihi kadehini gönderince, zavallı âşık ne yapsın? Zira çokça sabır gösterme kalemini kıramaz ve aşk sevdasını gönül süveydasının üzerine yazamaz.
Beyit
Senin yolunda ben kimim ki benim menzilimde
Çamurumun üstünde senin cemalinden bir gül bitsin
Senin sevginle elde ettiğim yeterli değil tek başına
Gönlüm senin aşkınla süslü olsa baştan başa
Aşk Seli
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Aşk-seli geldi ve O’nun dışındaki her şeyi sildi süpürdü. Mâsivadan hiçbir İz kalmadı. O ‘tek’ olduğu için, aşk da ‘tek’ kaldı.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Halkın tamamı yüce Allah’ın sözlerini söylerler, ben ise hep O’nu söylerim.”
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid bir gece bir mezarlıktan geçiyordu, önüne bir genç çıktı. Kopuz çalıyordu. Şeyh dedi ki: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.” Genç, kopuzu şeyhin başına vurdu, öyle ki şeyhin başı ve kopuz her ikisi birden yarıldı. Şeyh tekkeye geldi. Sabahleyin kopuzun parasını bir tabak tatlıyla birlikte o gencin hizmetçisine gönderdi ve dedi ki: “Ona de ki: Bayezid diyor ki dün gece o kopuzu bizim başımızda parçalamıştın. Bu akçeyi al ve başka bir kopuz satın al. Bu tatlıyı ye, böylece o kaybının acılığı damağından gitmiş olsun.” Genç bu iyi huyu görünce şeyhin hizmetine koştu, tövbe etti ve çokça ağladı. Birkaç başka genç de tövbe ederek ona uydular.
Beyit
Sarhoşun biri koltuğu altında bir kopuz taşırdı
Bir gece bir dindarın başında parçaladı
Gündüz olunca o iyi huylu temiz kimse
Taş kalpli adama bir avuç gümüş götürdü
Dün gece çaresiz, sarhoş bir haldeydin
Senin kopuzun benim de başım parçalandı
Benim yaram iyileşti, kalmadı korkum
Sen iyileşmezsin gümüş olmadıkça dostum
Allah dostlarının baş üzerinde yer etme sebebi
Baş üzerinde taşımalarıdır halkın nicesini
Şöyle nakledilir: Bir gün Sultanü’l-ârifîn Bayezid ashabıyla yürüyordu. Bir köpek geldi ve yolu daralttı. Şeyh kenara çekilip köpeğin yolunu açtı. Müridlerinden biri kendi kendine, “Yüce Allah insanoğlunu,
'Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada .ve denizde taşıdık’ (Isrâ 17/70) hükmüyle değerlendirirken acaba şeyh, bir köpeğe neden bu denli itibar edip yol vererek müridlerini zahmete sokuyor?” diye düşündü. Şeyh dedi ki: “Ey azizler! Köpek hal diliyle bana, ‘Ezelde bende ne kusur ve sende ne bereket vardı da beni köpek derisine bürüyüp sana arifler sultanı kaftanını giydirdiler?’ deyince ben de bu sebeple ona yol verdim.”
Şöyle nakledilir: Bir gün Suitanü’l-ârifîn Bayezid, bir yolda, yanında bir köpekle birlikte yürüyordu. Şeyh ondan eteğini çekiyordu. Köpek dedi ki: “Eğer ben kuruysam seninle benim aramda barış var demektir, zira elbisen bana değmekle kirlenmez. Şayet ıslaksam yedi su ve toprakla, seninle aramızda barış oluşur. Ancak eğer sen eteğini kendine çekersen, yedi denizle gusül abdesti de alsan temiz olmazsın.” Bayezid hazretleri dedi ki: “Sen açık bir kirlilik içindesin, ben ise gizli bir kirlilikteyim. Gel her ikisini de toplayalım ki aramızda ‘temizlik’ baş göstersin.” Köpek dedi ki: “Sen beni yol arkadaşlığına layık görmüyorsun. Zira ben halkın reddettiğiyim, sense halkın kabul ettiği. Kim bana rastlarsa sırtıma bir taş atar, kim sana rastlarsa ‘selâmüri aleyküm ey arifler sultam’ diyerek selâm verir. Ben asla kemiği yarın için azık olarak saklamam, sense buğday tanesini azık edersin.” Bâyezid-i Bistâmî bunu duyunca feryat ederek ağlamaya başladı ve dedi ki: “Ben bir köpekle bir arada bulunmaya layık değilken, sonsuz ve ezelî olan Allah’la bir arada bulunmaya nasıl layık olayım!”
Allah Sevgisi
Şöyle rivayet ederler: Bir adam, “Ey yüce Allahım! Beni dostluğuna kabul et. Beni dostluğuna kabul etmiyorsan kulluğuna kabul et. Kulluğuna kabul etmiyorsan köpekliğine kabul et” dedi. Yolda yürüyordu, bir köpek onunla konuşmaya başladı ve dedi ki: “Kendini yüce bir makama koydun. Çünkü üstümüzdeki bir tüy bile asla O’nun rızası dışında hareket etmez. Sana bizim makamımız gerekir.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yaratılmışa yürüyerek ulaşırlar, yaratana ise sabırla ulaşırlar. Allah dışındakilerden vazgeçince yücelik tahtına oturmuşsun demektir.”
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah kâfire ‘iman getir’ der. Münafıka ‘ihlâs getir’ der. Günahkâra ‘tövbe getir ey günahkâr’ der. Kendisini sevene ‘saf gönül getir’ der. Arife ise ‘gözünü benim celâlim ve cemâlimden ayırma’ der.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah’ı tanımanın İşareti halktan uzaklaşmaktır.”
Yine onun şöyle dediği nakledilir: “Kimin imanı daha fazlaysa Allah’a olan aşkı da daha fazladır.” Yüce Allah,
"... iman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır...” (Bakara 2/165) buyuruyor.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ezel kandili ezel sözünü söyleyene gerekir. Ebedîlik nuru da dilini hüviyete açmak isteyene gerekir. Zira sermayesiz kazanç elde edilmez.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Allah Teâlâ beni kendi aşkı tahtına çağırdı. Gönlümde mâsivadan izler görünce, ‘Varlığım tehlikededir, zira gönlümde Allah’tan başka bir şey olmamalıdır’ dedim.”
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah kendi velilerinin gönlünden haberdardır. Bazı gönüller marifet yükünü çekemeyince onları ibadetle meşgul kıldılar. Burada kastedilen iman ve ibadet ehlinin sıradan olanlarıdır (avam). Çünkü avamın, bu dünyada, marifet gerçeklerine kabiliyeti yoktur. Haslar (seçkin kullar) ise marifet madenleridir, zira Allah,
‘Rahmetini dilediğine ayırır’ (Âi-i Imrân 3/74). Bu, peygamberler ve veliler taifesidir. Kullar arasında ledünnî ilme mahsus olan Hızır’a [aieyhis- selâm] bak.”
Ârifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Allah’a en uzak kimseler, çok işaret edip çok konuşan kimselerdir. Yani marifetin galip geldiği kimseler suskun olsa gerektir.”
Kulun Hali
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] nur idi ve ashabı onun nuruyla nurdu. Kul, öylesine parlak bir incidir ki Allah’ın, nuruyla nur olur.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Âbid, Allah’ın kendisine vermiş olduğu hal ile ibadet eder. Ârif ve vâsıl olanlar ise her halde ibadet eder.” Yani âbid ibadet eder ve ibadeti haline tesir eder. Öyle ki eğer o hal olmasa kendisinden o ibadet vücuda gelmez. Ârif ve vâsılların aksine ki hal olsa da olmasa da kendilerinden ibadet vücuda gelir.
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Arifin yapması gereken en az şey bütün sahip olduklarını hibe etmesidir.” Yani ârif, tıpkı hibede bulunan gibi, amel ederken karşılık beklemez.
Şehveti Yenmek ve Marifete Ulaşmak
Yine onun şöyle dediği nakledilir: “Şehvetini arkadaş edinen kimse nefsini bilemez.” Çünkü şehvetin varlığı marifeti engeller.
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Muhabbet ehli cenneti hatırlarına getirmez. Muhabbet ehli, muhabbetleriyle örtün- müştür.” Bu şuna dayanır: Aşk, ne kadar şiddetli olursa mahcubiyet içinde gark olmak da o derece şiddetli olur. Bir şeyde boğulmayı istemek de dalgınlık getirir; mâsivanın tamamından, hatta kendisi ve aşkından bile. Böyle olmazsa, aşk perde olur.
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Kim bir sözü insanlara ulaştırmak için dinlerse, öğrenirse, Allah insanlara öğretme anlayışını ona verir. Kim de Allah ile muamelesi için öğrenirse Allah ona öyle bir anlayış verir ki onunla Rabb’ine münâcât eder.” Yani kim ilmi insanlara öğretmek için öğrenirse yüce Allah onun fehmine keramet buyurur. Eğer doğrulukla amel eyleyip Allah’a itaat etmek için ilim öğrenirse, Cenâb-ı Hak ona ilmiyle kendisine münâcât etme kerametini verir.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Senden korktuğum halde seninle mutluyken, senden emin olduğum zaman nasıl mutlu olmayayım.” Yani, senden korktuğum halde seninle mutluyum. Eğer senden eminsem o mutluluğun sonu yoktur.
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Himmet ehlinin küfrü, minnet ehlinin imanından daha sağlamdır.” “Himmet ehli”, Zü- mer sûresinin başında geçen,
"... Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz ...” (Zümer39/3) diye işaret edilen taife olsa gerektir. Minnet ehli ise, Hu- curât sûresinin sonunda,
“Onlar İslâm'a girdikleri İçin seni minnet altına sokuyorlar (Hucurât 49/17) şeklinde işaret edilen taifedir.
Ârifin Gayesi
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ârifin gayesi ulaşacağı şeydir. Zâhidin gayesi ise yediği şeydir.” Yani, ârifin niyeti sadece Allah’tır. Zâhidin niyeti ise bâki nimetlerdir. Kendisine fâni nimetlere karşılık olarak bâki nimetler verilecektir.”
Yine onun şöyle dediği nakledilir: “Her kim Allah’ı bilirse, O’ndan menedecek her şeyden kendisini çeker.”
Bu birbirini takip eden Arapça ibareli dokuz nakil, Şeyh Ebû Ab- durrahman es-Sülemî’nin Tabakât kitabından yazılmıştır.
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Gecelerden bir gece gönlümü aradım, bulamadım. Seher vakti gelince bir ses işittim. Biri şöyle diyordu: Ey Bayezid! Bizden başkasını arıyorsun. Senin gönülle ne işin var? Bazan gönül kulağı kıskanır, bazan da can hayret denizini kıskanır.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “İnsanlar günaha tövbe ederler, bense ‘lâ ilahe illallah’ sözüne tövbe ederim. Çünkü (kalben tam anlamıyla söylemeye güç yetiremeyip) harf vasıtasıyla söylerim, Allah ise harf ve vasıtadan münezzehtir.”
Şöyle nakledilir: Bir gün Bayezid hazretlerinin yanında müminlerin nefsinden bahsettiler. Bâyezid-i .Bistâmî şöyle buyurdu: “Muhakkak ki müminin nefsi olmaz.” Ondan sonra,
“Allah müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır” (Tevbe 9/111) âyetini okudu. Daha sonra, “Nefsini satmış olanın nasıl nefsi olabilir ki?” dedi.
Şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî halvete gittiğinde halvethanenin bütün deliklerini sıkıca kapatırdı. Öyle ki hiç ses gelmezdi. “İnsanların sesi Allah’la olmaktan alıkoyar” derdi.
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid kendi nefsine vaaz veriyordu. Diyordu ki: “Kadın hayız gördüğünde üç ya da on günde temizlendi. Ey nefis! Sen yirmi otuz yıldır gayret ediyorsun ve hâlâ temizlenmedin. Ne zaman temizleneceksin? Ne zaman temiz birinin yanında durursan o zaman temizlenmiş olursun.”
Şöyle nakledilir: Bir adam Bâyezid hazretlerinin yanına geldi ve, “Her iki âlem mülkünü bana verdiler” dedi. Şeyh, “Bu ne kadara denk gelir? Dünya ve ahiret, müddeîlerin zannettiğinin aksine, yüce Allah’ı bir zerre kadar tanımaktan çok daha aşağılardadır” dedi.
Şöyle nakledilir: Bir kimse Bayezid-i Bistâmî’nin yanına gelerek, “Ey şeyh! Ben menzile ulaştım ve kemal dereceyi buldum” dedi. Şeyh, “Bir işaret ver” deyince, “Yüce Allah beni öyle bir makama ulaştırdı ki istesem havada, istesem suda uçarım” dedi. Şeyh dedi ki: “Bu bağış yeterli değildir. Zayıf ve küçük bir kuş havada uçabilir ve yeterince gücü yoktur. Balık suda gider ve Allah dostlarının yanında olamaz. Makama ulaşmış kimse, bir anda bütün âlemi ayağının altına getiren ve gözü de yüce Allah’ı müşahede etmekle meşgul olan kimsedir.”
Şöyle nakledilir: Bir gün ikinci babda zikri geçen Sehlû, kendi evinde oturmuş Arifler Sultanı Bayezid’in söz ve kerametlerinden bahsediyordu. Sehlû’nun yanında oturan zevcesi “Ne zamana kadar Bayezid’in sözlerini söyleyeceksin? Bayezid’in yalan söylemeyeceğini mi sanıyorsun?” dedi. Kadının önünde bir tas vardı, o anda toz toprak oldu. Evin duvarında asılı duran bir orak da o kadının başına düştü. Büyük bir kesik meydana geldi, öyle ki kadın oracıkta helak oldu.
Şöyle nakledilir: İki adam Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in yanına geldi. Biri dedi ki: “Ben bir saatte yedi denizi aşarak yanına geldim.” Şeyh öfkeyle ona bakarak dedi ki: “Bu çok zor bir iş değil. Sana bir kuşun kuvvetini vermişler.” Diğeri de dedi ki: “Ben göz açıp kapayıncaya kadar meşrikten mağribe geldim.” Şeyh dedi ki: “Yaratıkların çoğu havada uçar ve suda yüzer, yine de yüce Allah’a ulaşamaz.” Bunda şaşılacak bir şey yoktur, şaşılacak şey evliyanın sırlarındaki gidişattadır. Bunu ne melekler bilebilir ne de tendeki kan bunun farkına varabilir.
Arifler Sultanı Bayezid’in şöyle dediği nakledilir: “Ben kıyısı olmayan bir deniz gibiyim.”
Yine onun şöyle dediği nakledilir: “Zâhidlerin rağbetine, recâ ehlinin şevkine, âriflerin neşesine, mukarreblerin zenginliğine, muhiblerin münâcâtına, ünsiyet sahiplerinin güvenirliliğine, Allah’a vâsıl olanların sevgisine, Allah’a ulaşma yolundakilerin o tatlı hallerine ve Allah’ın ün- siyetine gidiniz.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ev sahibine duyulan korku ve şevkten dolayı kapıda bir kargaşa ve bağırış vardır. Evin içinde ise ev sahibini tanımaktan dolayı meydana gelen bir sükût ve edep vardır.” Yani dergâhın kapısının dışında kargaşa olması mümkündür. Perdenin içinde ise tamamen suskunluk ve edep vardır.
Bayezid hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Ârif makasla kesilse bile kalbi şikâyetçi olmaz.”
Şiir
Senin aşkın için bütün mahlûkatı terkettim
Seni görmek için çoluk çocuğumu yetim bıraktım.
Beni aşkından parça parça kessen bile
Gönlüm senden başkasına meyletmez
Şöyle nakledilir: Ahmed b. Hadraveyh, Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Muhakkak ki ben sana iyice bağlanmadım” dedi. Bunun üzerine Bayezid hazretleri dedi ki: “İtibar Allah’ındır ve sen itibar arıyorsun, asla bulamazsın.” En iyisini Allah bilir.