İKİNCİ BÖLÜM
HOCALARI ve TALEBELERİ
Bu bölüm, İmam Cafer-i Sâdık (Allah ondan razı olsun) gibi şeyhin hizmet ettiği bazı hocalar, kendisini anlayan bazı büyükler, kendisinden faydalananlar, rivayet edenler, onu anlamayan bir topluluk, ona mürid olan ve kendisinden birtakım fevâid rivayet edenler hakkındadır.
İmam Sehlegî, Kitâbü’n-Nûr adlı eserinde şöyle yazar: “Kendi şeyhlerimin şöyle dediğini işittim: Sultanü’l-ârifîn Bayezid 313 hocaya hizmet etmiştir. Onların sonuncusu Cafer-i Sâdık’tır.”
Cafer’in iki olduğunu söyleyen kimse muhakkak surette yanılgıya düşmüştür, bu doğru değildir.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid, gençliğinde doğruluk ve hakikat ehlinden kimselerin çokça hizmetinde bulunmuş,
. ve seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler (içindir)” (âi-î İmrân 3/17) âyetinin öncüsü olan kutubların gönüllerini ziyaret edip bütün kutlu dindarlar ve hayırlı sâliklerin tarikatları imarında tam bir gayret göstermiştir.
Şiir
“Yeryüzünde olduğum sürece size kavuşmaya çabalayacağım. Doğrusu siz padişahlarsınız ve maksadınız tek yönlü değildir.”
Çocukluk ve olgunlaşma dönemi, Mâlik b. Enes’in üstadı Nâfi‘, Mâlik b. Enes, Ebû Hanîfe, İbn Cüreyc, İbn Şbû Leyla, Alkame, Süfyân-ı Sevrî, Davud-i Tâî, Fudayl b. İyâz, Abdullah b. Mübârekgibi büyük zatlarla aynı çağa denk gelmektedir. Bu isimlerin bazılarından istifade etmiştir.
Ancak gaybda kendisi için hazırlanan o örtülü kadın, henüz örtüsünü açmamıştı.
Şiir
“Muhakkak ki yeni ayın artıp gelişmeye başladığını görüyorsan kısa bir sürede on dördüncü gecenin ayı (dolunay) tamam olacak demektir.”
Nitekim Hz. Peygamber de [sallallahu aleyhi vesellem] vahiyden önce Hz. Hatice’nin [radıyallahu anhâ] yanında ücretli olarak çalışmış, Şam tüccarlığıyla kanaat etmişti.
Bâyezid-i Bistâmî de herkese bir şey sorar ve,
“İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidirler” der ve onlardan na- siplenirdi.
Beyit
Her nereye gitsem dostu sorarım
Her kimi görsem bir haber sorarım
Nitekim yüce Allah âyette şöyle buyuruyor:
“De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum” (Şûra 42/23).
Hadiste de şöyle buyrulmuştur:
“Kim Muhammed’in ailesine sevgi besleyerek ölürse şehid olarak ölür. Dikkat edin! Kim Muhammed’in ailesine sevgi duyarak ölürse o kimse Eh!-i sünnet ve’l-cemâat üzere ölmüş olur. ”
Ansızın, “Muhakkak ki aşk garip bir iştir” hükmünce İmam Cafer-i Sâdık’ın [kuddise sırruhû] aşk ateşi, İlâhî iradenin lutuf ocağından Bayezid’in yanmış gönlünün ortasına düşüp oraya yerleşti.
Şiir
“Onun aşkı, bana aşkı bilmezden evvel geldi. Onun aşkı gönülden diğer her şeyi boşaltıp oraya yerleşti.”
Yakînden bir azık ve şevkten bir göç düzdü. Her âşığın emel kâbesi olan İmam Cafer-i Sâdık’a yöneldi. Bir süre hizmet makamında durdu, bir arada bulunma vergisini ödedi. Onun hakkında gereğini yerine getirdi. Öyle ki büyük âlimlerden Mevlânâ Fahreddİn-i Râzî Erbaîn Kelâm (Kırk Söz) adlı eserinde, "Şeyhlerin en faziletlisi ve onlara derece bakımından üstün olan Bâyezid-i Bistâmî’dir. (Çünkü) O Cafer-i Sâdık’ın evinde saka (sucu) idi” yazdı.
Beyit
Ey gönül! Sevgilinin tuzağına tutsaksan can sözü etme
Sultanla olmayı diliyorsan, kapıcıya hizmet etme
Bir gün İmam Cafer-İ Sâdık [kuddise sırruhû] şöyle dedi: “Ey Bayezid! Şu kitabı raftan indir”. Şeyh, “Hangi kitabı?” deyince imam, “Bir süredir benimle bir aradasın, şu rafı görmedin mi?” dedi. Şeyh, “Hayır, benim rafla işim ne? Önüne baş koydum, baş kaldırmak ne haddime! Zaten etrafı seyretmeye gelmedim ki” cevabını verdi.
Beyit
Bizim için padişahın bakmak yüzüne
Daha hoş gelir bakmaktan aya güneşe
Seni görüyorum nereye baksam
Başkasını görmem nereye baksam
İmam Cafer ona bakıp şöyle dedi: “Ben bir mücâhede ve bir müsaade görüyorum. Mücâhede, kulun yol alması; müsaade ise Allah’ın yardımıdır. O halde, mücâhede sahibi yol ala ve müsaade sahibi uçup gide. Ey Bayezid! Giden ve uçan erişir. Sen mutluluk kanadıyla uç, Bistâm tarafına git ve halkı Allah yoluna davet et.” Şeyh, “Bir elbise ve bir arkadaş ver” dedi. İmam Cafer b. Muhammed es-Sâdık kendi cübbesini ona giydirdi ve kendi öz oğlu İmam Muhammed b. Cafer’i onunla yolladı. Şeyh, İmam Muhammed’le Bistâm’a geldi. Henüz şeyh hayattayken İmam Muhammed vefat etti. Şeyh onu, günümüzde kümbeti olan makamda toprağa verdi, sürekli türbesini ziyaret etti.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şeyhlik/yaşlılık zamanında bir topluluk onu buldu ve ömrünün sonuna kadar kendisinden faydalanıp rivayet naklettiler. O günlerde, kendisiyle aynı dönemde yaşamış bir topluluk onun müridi oldular, kendisini bulamadılar. Ondan sonra gelip müridi olan bir topluluk kendisinden birtakım fevâid rivayet ettiler. Biz bu topluluklardan bazısını, yüce Allah’ın izniyle bu kitapta anacağız.
Hilyetü’l-Evliyâ sahibi Ebû Nuaym el-İsfahânî şöyle rivayet eder: Ebü’l-Hasan el-Mervezî’nin şöyle dediğini işittim: Bâyezid-i Bistâmî’nin nikâhlı eşi Harre-i Dihistaniyye’nin şöyle dediğini işittim: “Bayezid’in şöyle dediğini işittim: Nefsimi biraz ibadet etmesi için davet ettim, kabul etmedi. Onu bıraktım ve Allah’a yöneldim.”
Şeyhin annesine şöyle sorduğu nakledilir: “Benim terbiyemde ne kusur ettin ki bazı zamanlar ibadetimden zevk almıyorum?” Annesi dedi ki: “Çocukken ağlıyordun, komşunun bir parça sütlü ekmeğini izinsiz ağzına attım. Bundan başka bir kusur bilmiyorum.” Şeyh bu durumu telafi edene kadar bir hayli mücâhedeye girişti.
Beyit
Hayat suyu karanlığın içinde
İnci denizde, hazine harabede
Şöyle nakledilir: Şeyh, İmam Cafer’in [kuddise sırruhû] yanına geri döndüğünde annesinden izin isteyip hacca gitti. Hacdan sonra bir kafileye rastladı. Bistâm’a şeyhin yolda olduğu haberi ulaştı.
Beyit
Ya cennet bahçesi ya da bir haber dosttan
Ya cennet kokusu ya da bir esinti yârdan
Şehir halkı hep birlikte karşılamaya çıktı. Durum şeyhe mâlum olunca kafilesinden önce geceleyin Bistâm’a geldi. Evinin kapısına vardı. Annesi, abdest almış seccadenin başında durarak Hz. İbrahim’in [aieyhtsseiâm],
"... Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyle- dici kıl...” (İbrahim 14/3?) niyazı üzere ve Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem],
“Ey Ali! De ki: Allahım, benim için katında bir ahid kıl ve müminlerin kalbinde benim için bir sevgi yerleştir” sözü üzere şöyle diyordu: “İlâhî! O garibime göz kulak ol. Onun sevgisini tarikat şeyhlerinin ve müminlerin göğsüne sağlamca yerleştir.” Bunu işitince ağlamaya başladı. Kapıyı çaldı. Annesi, “Kimdir?” deyince, “Garibin” cevabını verdi.
Beyit
Kulağım sever senin güzel sesini
Can satmaktayım senin güzel sesine
Annesi de ağlamaya başladı. Kapıyı açtı ve, “Ey Tayfûr! Ayrılığında o denli ağladım ki gözlerim bozuldu, yokluğunda iki dizim üstüne o denli oturdum ki iki büklüm oldum. Ben yaşadığım sürece yanımda ol” dedi.
Ey can rahatı! Yaralı gönlüme kastetme!
Ondan sonra şeyh çoğu zaman Bistâm’da oturdu. Yanındakilerden bazılarının çocukları, Bistâm’ın ve Damgan gibi civar şehirlerin bazı seçkinleri yanına geldiler. Bazıları yanında kaldılar, bazıları da ziyaretten sonra geri döndüler. Şeyh Sultan Bayezid’den duydukları birtakım faydalı söz ve işleri rivayet ettiler. O hayırlı ziyaretçiler ve gezgin râvilerin dışında bin mürid de Ahmed Hadreviyye ile şu seçkin beytin mazmunu gereğince şeyhin ziyaretine geldiler:
Beyit
Sekiz cennet, yedi yıldız, altı yön ve beş duyu
Dört unsur, her üç nefs, her iki âlem ve tek Allah!
Burada zikretmek gerekir ki ikinci mukaddimenin sonunda adı geçen Ebû Musa Bayezid ismi, altıncı bölümde tekrar geçecektir.
Ebû Musa Hadim
Ebû Musa Hadim b. Âdem b. İsa b. Sürûşân b, Mûbed eİ-Bistâmî ki Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in erkek kardeşinin oğlu ve onun has hizmetkârıydı. Çokça hizmetinde bulunup mücâhede etmesi ve şeyhin terbiyesini alması sebebiyle öyle bir dereceye ulaştı ki ancak sıddıklar ve abdallar onun olgun halinin farkındaydı. Mübarek hatırından, Ebû Musa’nın bilmediği yahut ondan gizli hiçbir şey geçmezdi.
Şöyle nakledilir: Bir gün Ebû Musa’nın hatırından, “Benim şeyhin sırlarını bilmemem gerekir, zira bu hürmetsizlik olur” diye geçti. Şöyle dua etti: “Allahım! O mertebeyi benden geri al.” Bu söz şeyhlerin şeyhine ulaştı. Şöyle dedi: “Yüce Allah kendi verdiğini geri almaz.” Ancak bu mana gizli kaldı. Şeyhin vefatından sonra bu sır yayıldı. Ebû Musa hayırlılar ve kutlular (evtâd u ahyâr) sayesinde önceki karardan haberdar oldu.
“Âlemden yüksek perdeler ve o perdelerde ehil olmayanların gözüne gizli olan sırlar vardır.”
Şöyle nakledilir: Ebû Musa Hadim, başlangıçta kadınlardan öylesine sakınırdı ki yolda giderken karşıdan gelen, bir kadın görse yolunu değiştirirdi.
Bu nedenle şeyh bir gün kendisine, “Ey Ebû Musa! Seni iki beşiğin arasında görüyorum” dedi. Öyle ki Allah, Ebû Musa’ya ikiz oğul verdi. Bir gün kısa bir süreliğine anneleri evden çıkmıştı, çocuklar beşikte ağlamaya başladılar. Ebû Musa iki beşiğin arasında oturmuş bir vaziyette beşikleri sallıyordu. Şeyhin kerametini hatırladı, kabri başına giderek feryat etti.
Şöyle nakledilir: Ebû Musa mutlu olduğu vakitlerde şu rubâîyi okurdu:
Rubâî
Senin gibi alımlı sevdiği olanın
Mutluluk dalı daima meyveyle dolu
Bu yolda hizmeti layıkıyla yaparsan
Ayağını bastığın yerdedir başım benim
Şöyle nakledilir: Ebû Musa, ölümcül bir hastalığa tutulunca mezarcıya şöyle vasiyet etti: “Eğer ölürsem mezarımı şeyhin mezarının dibine kazın. Yeryüzünde şeyhle aynı seviyede ya da o benden daha aşağıda uyumasam gerektir. Böyle yapmazsan edepsizlik olur.” Mezarı kazdıklarında Şeyhin kabrinden bir tuğla düşüp mübarek ayağına geldi. Ebû Musa’nın başını şeyhin ayağı tarafına koydular.
Beyit
Elimizi tut, Allah Allah, aman!
Çünkü senin ayağına baş koyduk.
Şiir
Bir gün can benden ayrılır
Defterimde kalmaz senin adından başkası
Efendim! Sen benim tutmasan da başımı
Senin avucunun toprağıdır bana baş tacı
Bin can, ilk olarak putları kıran, boynuna put asılı bir şekilde ölüp mezara indirilmekten rahatsız olan kimseye feda olsun.
Efendiler Efendisi’ne denildi ki: “Halkın yanına giderken velayet sancağı ve peygamberlik alametiyle git. Tekrar bizim yanımıza gelirken kulluk elbisesi ve dervişlik hırkasıyla gelirsin.”
Şöyle nakledilir: Ebû Musa dedi ki: “Şeyhin sırlarından dört yüz sözü mezara götüreceğim. Çünkü onları söyleyebileceğim ehil kimse hiç bulamadım.”
Yine Ebû Musa şöyle dedi: Keşke şeyhin ona hizmet edecek benden daha iyi bir hizmetçisi olsaydı diye düşündüm. Şeyhin sır incilerine, tıpkı gönlü gibi, inci kutusu olurdu. Daha düşüncemi bitirmemiştim ki şeyh sırren durumu anlayıp, “Ey Ebû Musa! Bize hizmetçi olarak sen yetersin” dedi.
Şöyle nakledilir: Şeyh bekâ âlemine gidince Esterâbâd’da Musa adında dindar bir adam vardı, şeyhi rüyasında görünce şöyle sordu: “Ey Sultanü’l-ârifîn Bayezid! Ziyaretine gelen insanlar var ve sen bu dünyadan gittin. Sana iyilik yapmak isteyen insanlar var, yapamadılar. Senden marifet sözünü dinlemek isterlerdi, dinleyemediler.” Şeyh şöyle dedi: “Benim ziyaretime gelmek isteyen, bana iyilik yapmak isteyen ve benden marifet sözleri işitmek isteyen kimseye söyle Ebû Musa’yı ziyaret etsin, ona iyilik yapsın ve ondan marifet sözü dinlesin. Böylelikle yetmiş kez beni ziyaret etmiş, bana iyilik yapmış,ve benden marifet sözü dinlemiş olur.”
Bu yetmiş sayısı mübalağa yoluyladır. Tevbe sûresinde,
“(Ey Muhammed)! Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek” (Tevbe 9/80) şeklinde geçtiği üzere Araplar’da “seb'ûne” (yetmiş) sayısı, sayı olarak en son noktanın ifadesidir. O halde mana, “Onlar bağışlanmayacak, mübalağayla tövbe etseler dahi” olur.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in bu sözü, Ebû Musa için oldukça şeref vericidir. Yani o, sürekli,
“Yalnız sana kulluk ederiz...” (Fatiha 1/5) âyetinden mücâhede kemerini kuşanmış ve Yalnız senden medet uma
rız” (Fatiha 1/5) âyetinden müşahede tacını takmış olduğu için, elbette ona yapılmış iyilik bana yapılmış iyilik demektir.
Şöyle nakledilir: Arifler Sultanı Bayezid birine, “Mümin mi yoksa müminsever mi daha iyidir?” dedi. O kimse, “Şeyh daha iyi bilir” dedi. Şeyh (Allah ruhunu kutsasın) şöyle dedi: “Bir kimse hem mümin hem de müminsever olmalıdır. Bu Ebû Musa, hem mümin hem de müminsever olan kimselerdendir.” Ebû Musa şöyle dedi: “İnsan ölmeden evvel yüce Allah’ın huzuruna çıkmaz, derler. Ben derim ki Allah’ın huzurunda olmayan kimsenin yaşamında ne lezzet vardır ki!”
Beyit
Kendinden daha temiz bir topluluk görünce
Seninle yeryüzünde ancak, göklerden de yüce
Yüce Allah'ın huzuruna el açmışken
Ondan başkası değil dünyayı hor gören
Ahmed-i Hâdim’in şöyle dediği nakledilir: Bir gün adamın biri Ebû Musa’yı kınadı. O adamla tartışmaya başladım. Ebû Musa’ya söyledim ve, “Yüce Allah onu taş etsin” dedim. Ebû Musa, “Neden bir mümin için böyle bir dua ediyorsun? Şu an mademki bana söyledin, yaşadığım sürece onun için hayır duada bulunmam şarttır” dedi.
Beyit
Elini kesene altın bağışla
Ayağını kıran için başını ver
Sana zehir verene şeker ikram et
Senden soğuyana sen yakınlaş
Böylece ayrılık ve kavuşmadan bir habere,
Güzel ahlâktan sahip ol bir deftere!
Şeyhin şöyle dediği nakledilir: “Bir kalp, Ebû Musa’nın kalbi gibi olsa gerektir, zira ondan bir kötülük gelmez.” Şeyhlerin şeyhi şöyle dedi: “İşte o kalp gerçek bir kalptir, çamur parçası değildir.”
Beyit
Bir gönül çamurdan arınmış olmalı ki layık olsun Allah’a
Zira her külhandan yüz kirlilikle beraber gelir bir gül bahçesi
Ebû Musa’dan şöyle nakledilir: Kıyametin ertesi günü bir adamı,
"O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür” (Zümer39/71) hükmünce alçaklığı ve ihaneti yüzünden cehenneme ve bir adamı da,
“Rab’lerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkedilir...” (Zümer39/73) hükmünce, ağırlayıp ikramda bulunmak üzere cennete götürürler. Cehennemlik adam, “Böylesine ağırlayıp ikramda bulunarak cennete götürdükleri o şahıs kimdir?” der. “Falancadır” derler. Der ki: “Ben dünyada onun adını işitmiştim.” Yüce Allah bu sesi cennetlik olanın kulağına ulaştırınca cennetlik olan duraksar. Der ki: “Ey Rabbim! Dünyada benim adımı işitenleri bana vermezsen ben gitmiyorum.” Ona şöyle seslenilir: “Onu sana bağışladım, elini tut ve kendinle beraber cennete yükselt.”
Mısra
Ey can! Cennet, sevdiklerinle bir arada olmaktır.
Said-i Râî
Bu Said’in türbesi Bistâm şehrindedir. O, Bistâm vilayetinde, İstâ- dec köyü civarında bir kabiledendi. Çok koyunu vardı. Tövbe etmesinin sebebi şöyledir: Bir kadına âşıktı. Karlı bir gecede kadın onunla birlikte olmaya söz verdi. O gece, kadının evinin kapısında sabaha kadar kaldı.
Üzerine kar yağıyordu. Amacına ulaşmadı. Seher vakti ezelî irade kutusundaki yüce cezbelerden bir cezbe onun kalp gözüne ulaştı ve av oldu.
Beyit
Beni o sarhoş bakışın oku öldürmekte
O halde ne gerek var kılıç çekmeye?
Sevgilim başkalarını çağırdığından beri
Artık yakın bilmem dünyadaki kimseyi
Üzerine, Allah’ın lutuf rüzgârı esti, pişmanlık yağmuru yağdı. Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in hal diliyle şöyle seslendiğini işitti: "Ey Said! Bu makamda, bir cezbeyle bir Mecûsî’yi kıymet sahibi ederler, Fudayl gibi bir eşkıyayı yola getirirler, Şiblî gibi bir görev adamını tarikat pîri ve gerçeğin öncüsü yaparlar. Bu yolda artık oyalanma.”
Beyit
An olur er kişilerle Allah yoluna koşarız Eşikten bir adım atar, Keyvan’149 aşarız.
Yol alırız, Allah'ın huzurudur kastımız
Evi terkeder, Allah’ın Kabe’sine koşarız.
İtaat edenin ibadeti varsa, günahkârın da tövbe ve pişmanlığı vardır. İbadetin karşılığı cennetse, tövbenin karşılığı da İlâhî aşktır ki,
“... Allah, tövbe edenleri de sever...” (Bakara 2/222) hükmünce Bayezid’in dergâhına yöneldi. Mescidin kapısına geldiğinde Sultan Bayezid tekkeye gitmişti. Başını mescidin eşiğine koydu, uyku kendisine galip geldi. Sultan Bayezid gelip onu uyandırana kadar uyuyakaldı. Bundan önce hatırına gelen şeyi düşündü. Öyle ki gaflet insanoğlunu kuşatmıştır. Ulu kimselerden biri bizimle olsaydı bir arada olmaklığımız kendisine faydalı olur, diye düşünmüştü. Bu düşüncesi etkisini gösterdi. Sultan onu yetiştirdi. Böylece o, yüksek mertebelere ve yüce makamlara ulaştı. Birçok müridi oldu.
Ammî Haşan Direzcî-i Bistâmî
Onlardan biri Ammî Haşan Direzcî-i Bistâmî idi ki şeyhler şeyhi Ebû Abdullah-ı Dâstânî’nin [kuddise sırruhû] hırka pîriydi.
Said-i Mencûrânî
Bu Said, çoğu zaman Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in hizmetinde olmuştu. Onun sözlerini kaleme alırdı. Said, günlerden bir gün, bir keramet diledi. Şeyh, Said’e bir çobanı göstererek, “Senin oraya gitmen gerekir, zira o misafirsever bir ev sahibidir” dedi. Mencûrânî oraya ulaştığında, çoban namaz kılıyor ve kurt, onun koyunlarını koruyordu. Namazını bitirince, yanında bir kilim olduğu halde gelerek kilimi ırmağın kıyısına serdi. Oturdular ve yemek hazırladılar.
Said-i Mencûrânî denemek için ondan bir salkım üzüm istedi. Çobanın elinde bir değnek vardı. Onu ikiye ayırıp yarısını ırmağın kıyısındaki Mencûrânî’nin tarafına ve diğer yarısını kendi tarafına batırdı. O anda değnek yeşillenip yüce Allah’ın izniyle üzüm verdi.
Mencûrânî’nin tarafındaki üzüm siyah ve acı, çobanın tarafındaki üzüm ise beyaz ve tatlıydı. Mencûrânî, “Bu ayrımın sebebi nedir?” diye sordu. Çoban, “Sen istediğin, bense istemediğim için” cevabını verdi. Bize istemediğimizi verdiler, sana ise istediğini. Bizimki Allah vergisi, seninkisi ise sonradan kazanmadır. Kökü âlemlerin Rabb’inin aşkıyla beslenen ağacın meyvesi böyle tatlı olur. Kökü, arzu ve heves toprağıyla imtihan edilmiş ağacın meyvesi de böyle acı olur.
Mencûrânî, ayrılırken çobandan kilimi istedi. Çoban şöyle dedi: “Kilimi, onu iyi koruman şartıyla veririm, onu kaybetmeyeceksin.” Mencûrânî, “Mümkündür” dedi. Kilimi kendisine verdi. Bir süre sonra denk düştü, Hicaz yolculuğuna çıktı. Bir süre Mekke’de kaldı. Bir gün, bir iş sebebiyle Arafat’a gitti. Geri döndüğünde kilimi bulamadı. “Âh hırsız, kilimi götürdü” dedi. Bistâm’a dönüp çobanın yanına varınca kilimin orada olduğunu gördü.
Said-i Sincinî
Sincin, Gürcan’a bağlı bir ırmağın sınırındadır. Onun türbesi aynı yerdedir.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid [kuddise sırruhû] Said’e, “Kendisinden demir elde edilen taş nasıl olur?” diye sordu. Said, kendi köyünden Şeyh’in hizmetine geldiği zaman büyük bir taşı cübbesinin yenine koymuş ve
şeyhin huzuruna getirmişti. Kırmızı bir taştı, günümüzde şeyhin mezarının di bindedir. Kabrini ziyaret edenler kendisiyle bereket ararlar.
Muhammed-i Râî
Muhammed, Şeyh Bayezid’in güzel terbiyesiyle büyük mertebeye ulaşmıştı. Daima şeyhin keramet ve makamlarını anar, devamlı onları söylerdi.
Beyit
Seni anmanın hoşluğudur bize hayat veren
Yoksa aşkınla hem can yandı hem de ten
Halkın bakış açısı ve inançları farklı olduğu için, bazıları o sözleri inkâr ettiler. İnsanların inkârı şeyhe ulaştı. Şeyh şöyle buyurdu: “Eğer sırları yayarsan bir dahaki sefer develere söyle. Zira onlar, Jn kâr edenlerden daha ehillerdir.”
Şöyle nakledilir: O bir vakit öylesine vecde gelmişti ki develeri etrafına toplamıştı.
Derler ki: Bir vakit o mutlu bir şekilde “celle Allah” (yüce Allah) diyordu. Develer de onun etrafında bağırmaya başlayarak “celle Allah, celle Allah” dediler.
Mahmud-ı Kûhyânî
Kûhyân, Harakân’a 1 fersah, Bistâm’a 4 fersahlık yolda bir köydür. Mahmud, ibadet ve takva ehli bir zattı. Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin has müridlerinden, sohbet arkadaşlarındandı. Vaktinin çoğunda şeyhin hizmetinde bulunurdu. Şeyhin ona çok ilgisi vardı.
Şöyle nakledilir: Bir gün Mahmud evden çıktı. Şeytanı evinin etrafında dolanırken gördü. Eve geldi ve, “Evimizde ne oldu da şeytan etrafında dolanıyor?” dedi. Dediler ki: “Reisin evinden buraya birazcık
süt getirdiler.” Mahmud o sütü dışarı döktü. Dışarı çıktığında şeytan kaçmıştı.
Kerametlerinden biri de şudur: Bir vakit kıtlık olmuştu. Köy sakinleri, “Dua et de yüce Allah yağmur göndersin” dediler. Okuma yazma bilmeyen bir adam olduğu için şöyle dedi: “Yağmur yağdırmak için ne söylemek gerektiğini bilmiyorum”. Ona, “Buraya yağmur getir” demesini öğrettiler. Bu sözü söylediği an yağmur yağmaya başladı. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurur:
“Kapılardan geri çevrilmiş saçı başı dağınık nice pejmürde insan vardır ki Allah adına yemin etse Allah onu yemininde sadık kılar. "5Q
Yani, nice cübbe ve şalvar sahibi olmayan, saçı başı darmadağın olmuş, toza bulanmış insan vardır ki kimse ondan korkmaz, kendisine itibar etmez. O ise Allah nazarında öyle bir makamdadır ki Allah adına yemin etse taşı altına çevirir.
Bu tip dervişler şunlardır: Hz. Davud’a [aleyhisselâm] şöyle bir vahiy geldi: “Ey Davud! Nerede bizi isteyen bir tâlip görürsen, onu görebilmek için yere bak.”
Ebû Yakub Yusuf b. Muhammed Bendâr
el-Ma‘rûf bi-Ammi’l-Velâyî
Ammî’nin türbesi Velây köyündedir. Velây, Harakân’a 5 fersah uzaklıktaki Cüheyne ırmağı köylerinden biridir. Amm’ın zikri ve Sultan Bâyezid-i Bistâmî’yle ilgili rivayeti üçüncü mukaddimede geçmişti. Uzun bir ömür sürmüştü. Öyle ki rivayetlere göre 103 yıl yaşamıştır.
Ammî şöyle anlatıyor: “Sultanü’l-ârifîn Bayezid’i rüyamda gördüm ve, ‘Bana bir öğüt ver’ dedim. Dedi ki: ‘Halk uçsuz bucaksız bir denizdir; onlardan uzak durmak da bir gemidir. Gemide oturmaya ve miskin bedenini denizden kurtarmaya gayret et.”’
Ebû Mansûr-ı Ceynûyî
Ceynû da Cüheyne ırmağı köylerindendir. Ebû Mansûr’un kabri de Ceynû’dadır. Ebû Musa, Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin hizmetine niyetlendiğinde, köyü Bistâm’a 5-6 fersahtan fazla mesafede değildi. Kırk günde şeyhin hizmetine ulaştı. Her vakit namazında gusledip, geceleri gizli gizli çokça nâfile ibadet ederek, Bâyezid-i Bistâmî’nin tekkesi kapısına ulaştı. Gelip selâm verince Sultanü’l-ârifîn, “Ve aleyküm selâm ey berber Ebû Mansur” dedi. Oradakiler, “Ne sanat bilirsin?” diye sordular. Sultanü’l-ârifîn, “Berber ustalığıyla gelmiştir” diye buyurdu. Şeyhin nazarını bulup terbiyesini alınca kısa zamanda vuslata erişti.
Ebû Mansûr’un Cürcân bölgesinden Cafer-i Haddâd adlı bir müridi vardı. Yirmi bir yıldır kendisinin hizmetine gelirdi. Her yıl o gelince, Ebû Mansûr tarafından kırmızı bir güneş doğardı. Bir süre sonra Ebû Mansur kendisini yanına çağırıp nefes etti. Cafer onun hizmetinden ayrılıp veliliğe yöneldi. Bağırıp çığlık atarak şöyle diyordu: “Ebû Mansûr bana nefes etti, artık benim gibi kim var!”
Şöyle nakledilmektedir: O nefesin bereketiyle bin kişi Cafer-i Had- dâd’ın elinde tövbe edip onun terbiyesiyle veliliğe ulaşmıştır.
Ebû Umrân-ı Lerze
Lerze de Cüheyne ırmağı köylerindendir. Ebû Umrân da Lerze köyünde medfundur. Bazan Sultanü’l-ârifîn Bayezid Dihistan ziyaretinden döner, Cürcân Camii’nde namaz kılar, Bistâm’a gitmek üzere yola koyulurdu. 5 fersaha yakın yol katettiler. Sofra başındayken hizmetlilerden biri, şeyhin seccadesini Cürcân Camii’nde bıraktığını hatırladı. Şeyh, “Dostlardan biri gidip seccadeyi getirsin” buyurdu.
Beyit
Her kimi ki Allah seçer
Zamane, ona uysa değer
Ebû Umrân hemen yerinden sıçrayıp yola koyuldu. Henüz herkes sofra başındayken geri döndü ve seccadeyi geri getirdi. Şeyh kendisini “Bereketli Ebû Umrân” diye çağırdı.
Hüseyin b. İsa Bistâmî
Hüseyin’in zikri üçüncü mukaddimede geçmişti.
Hattâb-ı Tazerî
Hattâb-ı Tazerî, ârifler sultanının mürid ve sevenlerindendi. Şeyhin terbiyesi sebebiyle yüce Allah ona bir kabul ve güven içinde,' kendi cömertliğine mahrem bir gönül vermişti. Bu münasebetle kendi köyünde bir ziyafet düzenlemişti. Yoksulları korurdu. Allah’ın nazarı bir bağış olarak kalbine yerleşmişti. Dolayısıyla birçok zengin ve sayısız tâlip onun terbiyesi ve yol göstericiliğiyle hidayete erdiler.
Akrabalarından biri olan Ammî İsmail onun ihsanı ve yol göstericiliğiyle öyle bir dereceye ulaşmıştı ki zamanın ârifleri şöyle derlerdi: “Eğer Ammî İsmail’in amelinin yetmiş yılını bir tabağa koyup huzura sunsalar, o ameller içinde Allah’tan utanmasını gerektirecek hiçbir şey bulunmaz.”
Sehlû-yı Nomerî
Sehlû, şeyhin mürid ve yakınlarından, makbul gördüklerinden biriydi. Ariflerin efendisi Şeyh Ebü’l-Hasan el-Harakânî [kuddise sırruhû] dedi ki: “Sultan Bâyezid-i Bistâmî, kendi ashabıyla birlikte, şehid kabirlerinin olduğu Dihistan tekkelerini ziyarete gitti. Bir ara Sehlû-yı Nomerî ve Musa Hattâbân-ı Tazerî bir iş için geride kaldılar. Daha sonra izin isteyip ziyarete gittiler. Kum başında bir tekkeye ulaştıklarında yetmiş Mecûsî köylü gördüler. Köylüler canlarına kastetmek üzere harekete geçtiler. Musa korktu. Sehlû, Musa’ya, “Sen namaz kıl ve bana onlarla savaşırken yardımcı ol” dedi. Sehlû savaşmaya ve Musa namaz kılmaya başladı. Musa dedi ki: “Ne zaman Sehlû’nun koluna baksam onun kolunda bir nur görürdüm.” Sehlû dedi ki: “Ne zaman Musa’ya baksam onun ağzından çıkan bir nur görürdüm.” Her ikisi göz ucuyla söyleştiler. Öyle ki Musa,
“Yalnız sana kulluk ederiz” (Fâtiha 1/5) ve Sehlû,
“Yalnız senden yardım dileriz” (Fatiha 1/5) makamındaydı.
Allah’a kulluğun ve p’ndan yardım istemenin tamamlanması, Allah’ı görmekle olur. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi:
“(İhsan), sanki görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.”
Her ikisi de Allah’a nazar ettiğinden hep nur görüyorlardı. Sehlû yetmiş kâfiri öldürene kadar savaştı.
Nûh-ı Bedeşî
Nûh-ı Bedeşî’nin zikri, üçüncü mukaddime dördüncü hikâyede geçmişti.
Abdullah-ı Pûnâbâdî 1
Abdullah ilim ve yumuşak huy sahibiydi. Her zaman ve her halde Arifler Sultanı Bayezid’in sevgisi gönlünde, hayali gözündeydi.
Bir gün Abdullah, şeyhin hizmetinde şöyle dedi: “Senin sevgin, benimle Ebû Musa arasında farklı olmaz.” Şeyh şöyle buyurdu: “Her ikiniz de beni seversiniz. Ancak Ebû Musa bendendir, sen benim dışımda birinden.” Bu sözümüz şuna dayanır: Sultanın oğlu ve veziri emir günü onun huzurunda hazır bulunsalar, oğul tahtın kenarında ve vezir devlet ileri gelenleriyle tahtın etrafında dururlar. Lâkin oğulun uzaklığıyla yakınlık sırrı ve vezirin yakınlığıyla uzaklık sırrı söz konusudur.
Beyit
Sen kulsun ve kulluk etmen gerekir
Kulun efendilik etmesi iyi değildir
Şöyle nakledilir: Abdullah, şeyhin ziyaretine gelmişti. Geri dönmek için izin istedi.
Şeyh, “Sabaha kadar bekle ki cenaze namazı kılasın” dedi. Bunun hangi cenaze olacağını kimse bilmiyordu. O gece bekledi. Sabah kalktığında şeyh vefat etmişti. Cenaze, şeyhin cenazesiydi (Allah’ın rahmeti üzerine olsun).
Derler ki Abdullah, Sehlû-yı Nomerî ile kardeşti. Her ikisi birlikte şeyhin hizmetine gelmişlerdi. Sehlû ve Abdullah’ın köyleri arasında 3 fersah mesafe vardı. Sehlû ne zaman şeyhi ziyaret etmek üzere köyünden ayrılsa Abdullah’a seslenirdi. Abdullah 3 fersah öteden duyar ve cevap verip yolda beklerdi. Bistâm’ın yukarı kısımlarında birbirleriyle buluşurlar ve birlikte şeyhin hizmetine gelirlerdi. Onların bu sözleşmesi kesintisiz sürdü.
Cafer-i Hayyât
Cafer, Bistâmlıydı. Şeyhin hizmetinde görevliydi. Bir gün şeyhin hırkasını dikmişti. Giymesi için şeyhe getirdi. O gece rüyasında, onu mezara koyduklarını, Münker ve Nekir’in gelip ona soru sorduklarını gördü. Şeyh cevap verir, bana söylemezler; ben Bayezid’in hırkasını dikmekteyken, ondan kaçarlardı.
Şeyhin şöyle dediği nakledilir: “Bu şehirden her bir sanatkâr bizim yanımızda bulunup sohbetimize dahil olsa gerektir. Böylece kıyamet sonrası birbirlerine şefaatçi olurlar.”
Ebû Musa ed-Debîlî
Ebû Musa der ki: Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin huzurundaydım. Şeyhe, “Tevekkül nedir?” diye sordum. Bana, “Sen ne diyorsun?” dedi. Ben de, “Sağında ve solunda yılanlar ve yırtıcılar olsa bile içinde bulunduğun durumdan şikâyetçi olmazsan işte tevekkül budur” dedim. Bâyezid-i Bistâmî, “evet” dedi. “Bu tevekküle yakındır, lâkin cennet ehli cennette nimetlenir ve cehennem ehli cehenemde azap çekerken ve sen onların arasında seçim yaparsan tevekkülden ayrılmış olursun” diye ekledi.
Şöyle nakledilir: Ebû Musa İrmîniye beldesindendi. Uzun süre şeyh hazretlerinin hizmetinde bulundu. Dönüş zamanı şeyh ona dedi ki: “İrmîniye’ye varıp hakikat yanlısı er kişilerin sözünü söylediğinde onları inkâr eden birileri olduğu gibi, onların sözlerine inanan birileri de olur. Sen inananlara söyle, senin için hayır duada bulunsunlar. Çünkü onların duası kabul olunur.”
İbrahim b. Yahya et-Tebrîzî
Bu İbrahim, Ebû Musa Debîlî’nin ashabındandı. Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in hizmetine gelip hizmette bulunmayı görev bildi. Bir gün şeyh kendisine, “Gel İbrahim, annen ölmek üzere ve seni görmek istiyor” dedi. Dedi ki: “Ey şeyh! Tebriz’e kadar mesafe uzak. Bu konuşma geçerken ansızın oraya bir taş düştü. Şeyh, İbrahim’e, "O taşın üzerine otur” dedi. İbrahim taşa oturur oturmaz taş hareketlenerek İbrahim’i annesinin yanına götürdü.
Abdurrahman-ı Vâiz
Abdurrahman da Ebû Musa-i Debîlî’nin ashabındandı. Şeyhin hizmetine gelirdi, lâkin şeyhin hizmetinde söz söyleyici değil söz dinleyici oldu. Şeyhin hizmetinde, fırsatı olsa bile konuşmak küstahlığını göstermedi.
Beyit
Sen tevazu sayesinde bu cihandasın
Yoksa gökyüzünden dışarıdasın
Şeyh, Ebû Musa'dan onun sözlerinin iç yüzünü öğrenirdi. Bir gün, “Abdurrahman ne tür söz söyler?” diye sordu. Ebû Musa dedi ki: “Dünya halkında zühd arar.” Şeyh, “Dünya, bir kimsenin terketmeyi iş edineceği kadar değerli bir yer değildir” dedi.
Beyit
Dünya kıskanacak denli değildir değerli
Yokluğu ya varlığından boşa gam çekmemeli
İbrahim Muâzân (Bistâm)
İbrahim, Bistâm’ın zenginlerindendi. Çok büyük serveti vardı. Canı gönülden Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin müridiydi, ona sevgi duyardı. Her gün yüz konuğun ağırlama bedelini şeyhin tekkesine getirir ve Ebû Musa Hâdim’e teslim ederdi. Şöyle derdi: “Daha fazlası gerekirse getireyim.” Zamanını şeyhin hizmetinde geçirmek suretiyle keramet ve makam sahibi oldu.
Beyit
Seninle velayet sahibi (veli) oldum
Senin kabulünden bir delil oldum
Şeyh dedi ki: “Yüce Aliah’ın İbrahim adlı bir dostu vardır. Bizim de dostumuz İbrahim’dir. “Sonra ekledi: “Yanımıza gelen kimse, ya ayakla ya kalple ya da halle gelir. İbrahim ise bu üçüyle gelmiştir.”
Şiir
Sizden gelen nimetlere üç uzvumla karşılık verdim
Elim, dilim ve gizli olan kalbimle
Bekir-i Dâmegânî
Bir gün Bekir komşusunu bir yere giderken gördü. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Komşusu, “Bistâm’a Sultan Bâyezid-i Bistâmî’yi ziyaret etmeye” dedi. Bekir, “Benim selâmımı da söyle” dedi.
Beyit
O ülkede sıralı sadakattir selâm
O âlemde gizli bir şevktir selâm
O adam şeyhin huzuruna gelince, şeyh hazretlerinin heybetinden Bekir’in sözünü unuttu. Şeyhe selâm verince şeyh şöyle buyurdu: “Bekir’e ve sana selâm olsun.”
Şeyhin cevabının bereketiyle Bekir’in işi şu noktaya ulaştı:
Şehadet ve marifetin tacıyla taçlandı. İhmalin bataklığından çıkarak kâinat güzelliklerinin zirvesine ulaştı.
Bu ibareyle kastedilen şudur: Bekir, şeyhin cevabının bereketiyle şühûd ve marifet makamına ulaştı. İhmal ve gafletten sıyrılıp ezelî sınırsız lutfa layık oldu. Şeyhle görüşmenin bereketiyle, selâmı getiren de kemale ulaştı. Şeyh, bir ara, Bekir’i görmek için Dâmegân’a gitti.
Hüseyin b. Aluviyye ed-Dâmegânî
Hüseyin Aluviyye şöyle diyor: “Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in şöyle dediğini işittim: Bir gece mihrapta ayağımı uzatmış bir vaziyette oturuyordum. Hatiften bir ses geldi: ‘Sultanlarla oturanların onların yanında güzel edeple oturmaları gerekir.’”
Beyit
Kim ki aramaz edep incisini
Şeref döşeğinde yoktur eğlencesi
Hüseyin Celîmânî
Hüseyin, şeyhin hizmetinde büyük yakınlık elde etti. Bir gün şeyhin yanına oturmuştu. Dedi ki: “Haddâde köyünde bir bahçedeydim, ağaçların dallarını kıran bir fırtına koptu.
Beyit
Bahçemize öyle bir dolu yağdı ki
Kalmadı gül dalımızda bir yaprak
Bahçenin sahibi, ‘Bu yaptığından başka ne yapabilirdin?’ dedi. Sultan Bâyezid-i Bistâmî, “Çok geç söyledi, çok geç söyledi’ dedi.”
Ebû Musa dedi ki:
Şeyhin henüz orucunu açmadığı, bütün gün ağlayıp feryat ettiği bir gün, demircinin biri küstahlık edip Hüseyin Celîmânî’nin haberini getirmiş, şeyhin gönlünü hüzünlendirmişti.
Beyit
Allah’ın cömertlik ve lutfuna bak!
Günahı kul işler, O utanır
Ey aziz! Sen şunu iyi bil ki,
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûra 42/11) hükmünde olduğu gibi O’nun eşi ve benzeri yoktur. Kimse yaratmakta O’na benzemediği gibi O da yaratmakta kimseye benzemez. Dünya sultanları kendi hizmetçilerini külah, kaftan ve mal mülk vererek koruyup gözetirler. Yine O, bir kimseyi koruyup gözetmezse, giysi ve külah alır, aç ve çıplak kor. Allah Resûlü’nün dediği gibi:
“Allah bir kulu sevdiğinde ona musibet verir. Onu daha çok sevdiğinde ise onu kendine (dost) edinir. Ona ne aile efradı ne de mal bırakır.’"
Ey beni kınayan kimse! Selîm olanın gecesi, sâlim olanın gecesinden farklıdır. Yani, aşkta selâmet zor elde edilir.
Beyit
Birileri Allah yolunun erleri olmuşlar
Ki bela okunun hedefi olmuşlar
İraden yoksa, mutluluk arama
Top, gelinebilir hizmet sopasıyla
Ebû Alî Sindî
Ebû Ali Sindî’den, üçüncü mukaddime yedinci hikâyede söz edilmiştir. Şeyhin sohbetinde bulunan büyüklerdendi. Bir gün şeyhin hizmetine geldi. Elinde bir azık torbası vardı, yere bıraktı. İçinde hep kıymetli inciler vardı. Şeyh, “Bunu nereden getirdin?” diye sordu. Dedi ki: “Bunun gibi parlak incilerin parladığı bir vadi gördüm. Oraya gidip bu kadarını aidim.” Şeyh, “Oraya varınca nasıl bir zamandaydın?” deyince, “Senin daima içinde olduğun bir zaman ve mekândaydım” cevabını verdi.
Beyit
Bir buluttan bir damla yağmur damladı
Denizin enginliğini görünce utandı
Kendisine hakaret nazarıyla bakınca
Hemen can attı bir istiridye kucağına
Ebû Salih el-Hazzâ
Ebû Salih, Ârifler Sultanı Bayezid’in mescidinde müezzinlik etmiştir. Sultanın hizmetinden şöyle rivayet eder: “Bayezid dedi ki: Halkın yok oluşu iki şeyledir: Saygının terkedilmesi ve minnetin unutulması.” Sürekli şu iki âyeti zikretmek gerekir:
“Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor...” (Yunus 10/25) ve,
“... Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik...” (A‘râf7/43). Zira bu, yüce Rahmân’a uymak, O’nun davetine icabet etmek, hidayet nimetine şükretmek ve Mennân’ın minnetini hatırlamaktır.
Beyit
Bundan daha güzel hangi işi yaparız
Kendimizi senin kulun diye anarız
Bu inci için senden kıymet dilemem ben
Zira bu incilerin hepsi gelmiştir o denizden
Ebû Salih Ali b. Muhammed b. Salih b. Sehl el-Kûmeşî
Ali b. Muhammed, şeyhin sohbet arkadaşlarındandı. Onun önemli işlerini yerine getirmeye gayret gösterirdi. Rivayetlerinden biri şudur: “Bâyezid-i Bistâmî şöyle dedi: On şey beden üzerine farzdır. İlki farzların edası, İkincisi haramlardan kaçınma, üçüncüsü yüce Allah (rızası) için alçak gönüllülük göstermek (tevazu), dördüncüsü mümin kardeşlerin sıkıntılarını gidermek, beşincisi doğru olsun kötü olsun bütün müminlere öğüt vermek, altıncısı yüce Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dilemek, yedincisi her işinde Allah rızasını dilemek, sekizincisi öfke ve kibirden kaçınmak, dokuzuncusu insanlara sataşmaktan, onlarla kavga etmekten kaçınmak, onuncusu ölüme hazırlıklı olmaktır. Bu yolda sermaye gönlü uyanık ve kıymetbilir olmaktır, böylece hastalığının şifası nerede ve derdinin ilacı kimdedir bilmiş olursun.”
Beyit
Hizmeti yerine getirme ayağın yoksa
Çaresizler gibi yakarışa elin de yoktur
Ebü’l-Hasan eş-Şakîkî
Ebü’l-Hasan şöyle dedi: “Bir gece Sultanü’l-ârifîn Bayezid karanlık bir evde namaz kılıyordu. Ev gündüz vakti gibi aydınlanmıştı. Şeyh dedi ki: Eğer bu durum şeytanî ise ben onu beni cezbetmekten alıkoyan m. Şayet rahmânî ise ben yüce Allah’tan onu hizmet (dünya) evinden keramet (ahiret) evine tehir etmesini dilerim.”
Beyit
Sana budur himmet, ahlâk, talih ve baht
Her neye çalışırsan talihin yaver gider
Velî-yi Hânî
Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin İzzülazîz adındaki annesinin zikri birinci bölümde geçmişti. Onun yakınlarından biri bu Velî’nin kız kardeşidir. Velî, hem Allah katında hem de insanlar arasında yüksek bir makamdaydı. Öyle ki Bâyezid-i Bistâmî hal diliyle kendisini,
Beyit
Bizim soyumuz tertemizdir, bir bulanıklık yoktur
Aşıtlarımız temiz-güzel anne ve babalara aittir
Beyit
Bizi bellerin en hayırlısında yükselttiler
Ordan da, o malum vakitte indirilmek üzere, en hayırlı ana rahimlerine gönderdiler beyitleriyle övmüştür.
Havâss-ı Râzî
Havâss-ı Râzî, Ârifler Sultanı Bayezid ile görüşmek istiyordu, ancak bu bir türlü gerçekleşmedi. Bir süre köylerde, konak ve şehirlerde bekledi ve bu niyeti aziz kalbinde taşıdı. Ondan sonra, “Az olur, yavaş olur, ağır ağır ilerler (ama) istediğine kavuşursun” hükmünce tam istediği gibi olmasa da karanlık bir gecede, bir çölün ortasında görüşmek nasip oldu. Onlardan biri ıraktan dönüyor, diğeri ise oraya gidiyordu. Şeyh Bâyezid, “Ey Ebû İshak, sence salihleri anmak nasıl olur?” dedi.
Havâs, “Rahmet yağarak” dedi. Ondan sonra şeyh, “Sence Allah’ı anmak nasıl olur?” dedi. Havâs derhal bir nâra atarak yere düştü, kendinden geçti. Şeyhin amacı Havâss’ın gitmesi ve böylece yüzünü gün aydınlığında görmekti. Sonra şeyh onun evine geldi, yüzünü gördü ve gitti.
Öyle denk düştü ki her ikisi de yollarını şaşırıp bir pınar başına vardılar. Her ikisi de abdest alıp namaz kıldılar ve üç gün üç gece yan yana bulundular. Bu süre zarfında birbirleriyle asla konuşmadılar. Dördüncü gün Havâs şöyle dedi: “Ey Bayezid! Birbirimizle konuşup kaynaşma, böylece birbirimizi tanıma vakti gelmedi mi?”. Şeyh, “Eğer Allah’ı anmakla meşgul olsaydın O’nu tanımaktan başka bir şey istemezdin” buyurarak gitti ve Havâss’ı terketti.
Beyit
Sen kendinle tanışık olduktan sonra
Nereden bizim sırrımıza mahrem olursun?
Benim dışımdaki her şeyden kesildiğinde
İşte o vakit beni de tanıdın demektir
Ebû İshak İbrahim Setenbe-i Herevî
Ebû İshak, şeyhin hizmetine gelip yanına varınca şeyh ashabına, “Allah’ın velilerinden bir veü geliyor. Kalkın onu karşılayalım” dedi. Kendisini karşılamak için Bistâm’a 1 fersah uzaklıktaki Bânyân’a kadar gittiler. Yanına vardıklarında şeyh dedi ki: “Biz, seni kendi hakkımızda şefaatçi kılmak üzere geldik.” İbrahim dedi ki: “Yüce Allah bütün yaratılmışı sana bağışlarsa sadece bir avuç toprak bağışlamış olur.”
Şöyle nakledilir: Ebû İshak İbrahim-i Herevî, şeyhin tekkesine gelince sofra hazırladılar. Orada lezzetli yemekler vardı. İbrahim kendi kendine, “Şeyhin yedikleri her gün böyle olsa gerek. Böyle yemekler yemek velilere yakışmaz” diye düşündü. Kutluların sırrına vâkıf olan şeyh, ferasetle durumu anladı. Dedi ki: “Ey İbrahim! Söyle dervişler senin ekmek dağarcığını getirsinler.” O da söyledi ve getirdiler.
Şeyh, “Bu ekmeğin yapıldığı arpayı nereden getirdiniz?” diye sordu. “Falanca yolun kenarına dökülmüştü, topladık ve kuşkulu bir durum olmasın diye bu yemeği yaptık” dediler. Şeyh buyurdu: “Orada bir kervan konakladı. O buğdayı hayvanlar bir kez yiyip artık ettiler. İkinci kez siz toplayıp ekmek yaptınız, dolayısıyla yemek İçin uygun değildir.” Emretti ve döktüler. İbrahim bu durumdan utandı.
Bu, şuna dayanır ki Sultan Bâyezid-i Bistâmî kendi içini hakikat lütuflarıyla ve dışını da şeriat vazifeleriyle süslemişti. Şeriatta, imana zarar gelmemesi için, helâli helâl bilmek gerekliydi. Mâide sûresindeki oldukça faydalı şu âyete, ikinci âyetin sonundaki kısmına kadar bakmak gerekir:
“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın...” (Mâide5/87). “”nun manası, “kendinize haram kılmayın”dır.
Rivayet ederler ki bir gün Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] ashabına etkileyici bir biçimde kıyameti anlatıyordu. Sahabe bir hayli içlendi. Osman b. Maz'ûn’un evinde toplandılar. Gündüzleri oruç tutmayı, geceleri namaz kılmayı, et ve çorba yememeyi ve kadınlarıyla beraber yatmamayı; üstelik kendilerini mahbûb tutmayı, dünyayı ter- ketmeyi, yamalı elbiseler giyip âlemi dolaşmayı kararlaştırdılar.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] onların bu toplantısını duydu.
Ben sizin seçtiğinize memur değilim, buyurdu.
“Muhakkak ki nefislerinizin üzerinizde hakkı vardır. Öyle ise bazı günler oruç tutunuz, bazı günler iftar ediniz; gecenin bir kısmında ibadet ediniz, bir kısmında uyuyunuz. Ben, gecenin bir kısmında ibadet eder hem de uyurum. Bazı günler oruç tutar, bazı günler iftar ederim. Et ve iç yağı yerim. Evlenir, hanımlarımla birlikte olurum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. ”
“(Allah Resûlü) tavuk ve fâlûzec (yağ ve balın karışımıyla yapılan) tatlısı yerdi. Tatlı ve baldan hoşlanırdı. ‘Mümin tatlıdır, tatlıyı sever’ derdi.”
Bir gün Şeyh Hasan-ı Basrî’yî [rahmetullahi aleyh] bir davete çağırdılar. Ferkad-i Sincî de onunla beraberdi. Hasan-ı Basrî ve ashabının oturduğu sofrada, türlü türlü yemekler, semiz tavuk, fâlûzec tatlısı ve başka bazı yiyecekler vardı. Ferkad, kenarda durdu, sofraya oturmadı. Ha- san-ı Basrî, “Oruçlu musun?” diye sordu. “Hayır, ancak bu kadar çeşit yemek fazladır” dedi. Hasan-ı Basrî dedi ki: “Ey Ferkad! Bal, buğday içi ve yağdan hazırlanmış bir yemeği müslümanların ayıplayacağını mı düşünüyorsun?”
Yine Hasan-ı Basrî’den şöyle rivayet edilir: Onun yanında, “Falanca şahıs bu nimetin şükrü eda edilemez diyerek fâlûzec yemiyor” dediler. “Soğuk su içer mi?” diye sordu. “Evet” dediler. “O cahildir, zira yüce Allah’ın ona verdiği soğuk su nimetinin hakkı, fâlûzecdeki nimet hakkından daha çoktur” dedi.
Bîlâl-i Belhî
Bilâl, şeyh hazretlerinin yakınlarındandı. Bütün zamanını şeyhe hizmet etmekle geçirirdi. Bir gün şeyhin huzuruna geldiğinde, şeyhin yanında kız kardeşi vardı. Hizmetçi, “Şeyhin kız kardeşi buradayken neden geldin?” dedi. Şeyh, “Bilâl bizim sevgimizle o denli kendinden geçmiştir kİ bizden başkasını görmez” buyurdu.
Beyit
Getirseler cennet kapılarının bütün anahtarlarını
Âşığın canı gitmez yine de rıdvan seyrine
Şakîk-ı Belhî ve Ebû Türâb-ı Nahşebî
Şakîk-ı Belhî ismi, birinci bölümde geçmişti. Ancak tekrar zikredilmesinde yarar görüldü. Şöyle ki bir zaman Şakîk-ı Belhî ve Ebû Türâb her ikisi birden şeyhi ziyaret ettiler. Şeyh, yemek hazırlanmasını ve mü- ridlerinden birinin konuklara hizmet etmek üzere orada bulunmasını buyurdu. Ebû Türâb, “Otur ve bizimle yemek ye” dedi. Mürid, “Ben oruçluyum” dedi. Ebû Türâb, “Bizimle bu yemeği ye ve bir aylık oruç sevabı al” deyince mürid, “Oruç açmam” cevabını verdi. Şakîk dedi ki: “Otur ve bize katıl, bir yıllık oruç sevabı al.” Mürid, “olmaz” dedi. Sultan buyurdu: “Yüce Allah’ın huzurundan sürülen kimseyi siz de bırakınız.” Şeyhler şeyhi dedi ki: “Çok geçmedi ki o adamı hırsızlıktan yakalayıp elini kestiler.”
Beyit
Canım kardeşim! Kibirlenme, olmaya ki azl ile
Zamane, kalbimdeki sıkıntı yüzünden seni yola getire
Ahmed b. Hadraveyh-i Belhî
Ahmed b. Hadraveyh ilk defa Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in ziyaretine geldiğinde yanında bin mürid vardı. Tamamı görkemli, keramet sahibi, saygın, güvenilir ve ibadet ehli kimselerdi. Şeyhin mahallesi başına vardıklarında Ahmed b. Hadraveyh, “İçinizden hanginiz şeyhi görmeye güç yetirebilirse gelsin, kim bu mertebede değilse geride dursun” dedi. Bin adamın hepsi, biri hariç gittiler. Her biri elindeki asâyı o evin günümüzde “Beytü’l-asâ” diye anılan giriş kapısına koydular. Onlardan biri, “Bende Bayezid’i görmeye güç yoktur. Ben burada olayım ve asaları koruyayım” dedi. Bu topluluğun tamamı gittiğinde Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Sizin en önemlinizi de getiriniz.” O da geldi. O vakit Bâyezid-i Bistâmî, Ahmed b. Hadraveyh’e, “Bu âlemi dolaşmak yolculuğu ne zamana kadar sürecek?” dedi. Ahmed b. Hadraveyh dedi ki: “Su çok olursa, o su durunca ondan pis kokular yayılır.” Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Ey Ahmed! Deniz ol, böylece değişmeyesin.” Ondan sonra şeyh marifet sözleri söylemeye başladı. Ahmed b. Hadraveyh, anlamaları için daha yavaş ve basit bir şekilde söylemesini rica etti. Aynı şekilde yedi kere söyledi, o zaman Bâyezid-i Bistâmî’nin sözünü anladılar. İmam Şâfiî [rahmetullahi aleyh] buyurdu: “Mısır ehli, Mısır’da sözümü anlamadılar. Sonra biraz daha basitleştirdim, yine anlamadılar. Biraz daha basitleştirdim, yine anlamadılar.” Bâyezid-i Bistâmî susunca Ahmed b. Hadraveyh dedi ki: “Ey şeyh! Şeytanı senin mahallenin başında asılmış olarak gördüm.” Bâyezid-i Bistâmî, “Sultanların dergâhında günahkârları asarlar” buyurdu.
Beyit
Kim onunlaysa, mahremimizdir o
Kim bizimleyse, mahremimiz değil o
Ey! Rabb’in seni din için yetiştirdi ezelde
Baht ve talih ağır gelmez yetiştirüene ezelde
Herkimde iyi huy varsa hep o sırdan bil!
O sırdan iyilik çıkar, bilmiyorsan bil!
Bu beytin söylemek istediği şudur: Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Bu yolda ne daha iyidir?” diye sordular. “Anadan doğma bahtlı olmak” dedi. “Olmazsa” dediler. “Kâmil bir mürşid” dedi. “Bulunmazsa” dediler. “Bilen gönül” dedi. “Olmazsa” dediler. “Gören göz” dedi. “Olmazsa” dediler. “İşiten kulak” dedi. “Olmazsa” dediler. “Âni ölüm” dedi.
Hâtim-i Esam
Hâtim-i Esam, şeyhi ziyaret ettiğinde şöyle dedi: “Sahip olduğum her mürid kıyamet gününde cehennem ehline şefaatçi olmazsa, o benim öğrencilerimden değildir.”
Aynı mecliste Sultan Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Benim her müridim kıyamet ertesi arasatta durur ve elinden tutarak cehennem yolundan cennet yoluna götürmedikleri hiçbir tevhid ehli bırakmazlar.” Bâyezid-i Bistâmî’nin bu muarazayı yapma nedeni müridlerinin onlara benzemesiydi.
Beyit
Herkes başıboş bir sesten sarhoş
Herkes zevalsizlik şarabıyla sarhoş
Sevgiliyi kıskanmak etmiş herkesi
Zamanenin kabulünden sakınan biri
Kendi içinde dost kılmış her biri
“(Resulüm) sen ‘Allah' de, sonra onları bırak..." (En‘âm 6/9i)’tan bir pîri
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’i Görmeyip Onu Âlem Halkından
Dinleyen Büyükler
Cüneyd-i Bağdadî
Cüneyd-i Bağdâdî [kuddise sırruhû] dedi ki: “Cebrâil, melekler arasında nasılsa Bayezid, Allah’ın velileri arasında öyledir.” Sultan Bâyezid-i Bistâmî’nin hal yüzünün yaydığı ışıklar, Şeyh Cüneyd’in nurdan gönlünde parlamış, böylece onu bu teşbih ve tavsifle süslemiştir.
Cebrail ile Bayezid arasında isimlerindeki harfler yönünden bîr benzerlik vardır. Öyle ki Kur’an’daki bir okunuşu Cebrâîl vezninde Cebrail’dir. İsmin bu okunuşu yedi harftir ve Ebû Yezîd de yedi harftir. Bu ortaklık sabittir. Geldik isim benzerliğine. Cebrâîl, meleklerin en şereflisi olup, bu itibarla geçmiş ve şimdiki kuralların tamamını bildiği gibi, meleklerin şeriatları, sorumlulukları ve işlerinin hakikatlerine vâkıftır.
“Çünkü onu güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılıştı biri (Cebrail) öğretti” (Necm53/5) hükmünce Hz. Peygamber’în [sallallahu aleyhi vesellem] akıl sahibi öğretmenidir.
"... asıl şekliyle doğruldu” (Necm 53/6) hükmünce Ölçülüdür. Bu itibarla,
“O (Kur’an) şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi (Allah’ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür. O orada sayılan, güvenilen (birelçi)dir (Tekvîr 81 /19-21) âyetindeki altı sıfatla nitelenmiştir.
Birincisi, Allah katında, Allah ile bütün peygamberler arasında elçi yani aracıdır.
İkincisi, Allah adına cömerttir.
Üçüncüsü, Allah katında güç sahibidir. Bilinir ki ibadet olmaksızın Allah katında kuvvetli olunmaz. Anlaşılan o ki bu, onun kuvvetinden başkası değildir.
Dördüncüsü, Allah katında yakınlık ve mertebe sahibidir.
Beşincisi, kendisine itaat edilir. Yani büyük (mukarrebîn) melekler kendisine uyarlar.
Altıncısı, güvenilirdir (emîn). Yani bütün emirleri yerine getirip Allah’ın vahyini peygamberlere bildirmede, sırlarını onların ve velilerin kalbine ilham etmede güvenilirdir.
Tarikat şeyhlerinden birine yüce Allah’ın büyüklüğünü sordular. Dedi ki: “Allah hakkında ne söylenir ki? Onun altı yüz kanada sahip Cebrâil adında bir kulu vardır. Kanatlarından birini yaysa yeryüzündeki kara ve denizleri kaplar.”
Bâyezid-i Bistâmî de velilerin en muteberlerindendi. Zira o,
nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran ...” (Nâziât 79/40) âyeti hükmünce istiva makamında sabit durur, emrin dışında hareket etmez, yasaklanan şeye adımını atmazdı. Bâtınî ve zâhirî ilimleri elde etmiş, diğer velileri ve sefa ehlini eğitmiş, olgun bir akla sahipti. O, Allah ile talebeleri ve ondan istifade edenler arasında hayırlı bir aracıydı. Allah’ın kullarını ve O’na kulluk edenleri sevmesi sebebiyle Allah katında şerefliydi.
Ebû İdris-i Havlânî
Ebû İdrîs-i Havlânî, Yahya Muâz-ı Râzî’ye [rahmetullahi aleyh], “Muhakkak ki seni Allah (rızası) için severim” dedi. Muâz ona dedi ki: “Sana müjde olsun. Müjde ey Ebû İdris ki ben Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle dediğini işittim:
‘Kıyamet gününde yüzleri ayın on dördü gibi parlayan birtakım insanlar için arşın etrafında kürsüler konulur. O gün insanlar endişe içindedir, onlar ise endişelenmezler; insanlar korkar, onlar ise korkmazlar. Onlar Allah Teâlâ’nın kendileri için korku ve üzüntü olmayan veli kullandır. Allah Resûlü’ne, ‘Ey Allah’ın resûlü! Bunlar kimlerdir?’ diye sorulunca, şöyle buyurdu: ‘Birbirini Allah (rızası) için seven kimselerdir. ”’
İbadeti kuvvetliydi. Çünkü rivayet ederler ki Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Din yolunda nefsine vurduğun en büyük yaraya örnek verir misin?” dediler. “Açıklamak mümkün değil, zira siz onu duymaya dayanamazsınız. Ancak nefsime vurduğum en basit yarayı söyleyeyim” dedi. “Söyle” dediler. Dedi ki: “Nefsimi birazcık nâfile ibadet etmek üzere davet ettim, bana icabet etmedi. Ben de bunun üzerine ona bir müddet su vermedim.”
Allah katında mertebe (menzil) sahibiydi. Hangi mertebe ona ulaşabilir ki! Yüce Allah buyuruyor:
“Dikkat edin! Sadık kullarımın bana kavuşma arzulan çoğaldı. Benim onlara kavuşma arzum ise daha fazladır.”
Sâliklerin uyduğu, İlâhî sırların emini, havf (korku) ve recâ (ümit) sahibiydi.
Bu havf ve recâ bir kuşun iki kanadı gibidirler. Kuşun iki kanadı eşit olursa hem kuş hem de uçuş düzgün olur.
Cüneyd-i Bağdadî, Bâyezid-i Bistâmî’deki bu on bir hasleti bil meşeydi kendisinden böyle söz etmezdi.
Ayrıca Cüneyd-i Bağdâdî dedi ki: “Tevhide gelenlerin son noktası, Bayezid’in başlangıç yeridir. Ey aziz! Bu yolda durmak bilmeyen bir istek, yük taşıyıcı bir beden gereklidir. Bayezid’de her ikisi de kemal derecesindeydi. Yani yaratılış bakımından çok istekliydi, ayağını varlık âleminin tepesine koyardı. Allah’tan başkasına iltifat etmezdi. “Ayağı toprakta ve himmeti gökte bir er kişiydi.”
Ebû Said-i Ebü’l-Hayr
Şeyh Ebû Said-i Ebü’l-Hayr [kuddise sırruhû] dedi ki: “On sekiz bin âlemi Bayezid’le dolu görüyorum ve Bayezid aralarında değil.” Yani Bâyezid-i Bistâmî, Allah’ın varlığında yok olmuştur.
Mısra
Ben onu seven kimseyim, sevdiğim kimse benim
Ayrıca Ebû Said-i Ebü’l-Hayr, Sultanü’l-ârifîn Bâyezid’in türbesini ziyaret ettiğinde bir müddet bekledi. Döneceği sırada, “Burası öyle bir yer ki âlemde bir şeyini kaybeden her kimse yine burada bulur” dedi.
Ebû Ali Rûzbârî
Şeyh Ebû Ali Rûzbârî [kuddise sırruhû] dedi ki: “Bayezid-i Bistâmî halkın içinde, âlemde sürekli parlayan güneş gibidir.”
Hâtim-i Esam, Kâbe’de vaaz veriyordu. Kâbe’nin oluğuna doğru baktı. Dedi ki: “Oluğun altında öyle bir adam görüyorum ki yüce Allah için yeryüzünde ondan değerli kul yoktur.” Baktılar, Sultan Bâyezid-i Bistâmî idi. Hazırda bulunanlar bölük bölük yanına gittiler, bu sayede bereketlenme (teberrük) ve yakınlaşma (takarrüb) aradılar.
Daha önce adı geçen Şeyh Ebû İshak Setenbe-i Herevî hacca giderken şeyhin ziyaretine geldi. Muradınca sır ve haberlerin inceliklerini işitti. Gideceği zaman Ebû Musa Hâdim’e dedi ki: “Yaptığım bu ziyareti, altmış yaya hacca değişmem. Çünkü haccın sevabının sonu vardır ama bu ziyaret sevabının sonu yoktur.” Ebû İshak’ın bu açıklaması şuna dayanır: Bu ziyaret esnasında Bâyezid-i Bistâmî’nin gönlünü dolaşmıştır, su ve çamuru değil.
Beyit
Doğruyu isteyip bâtıldan vazgeçiyorsan, Her iki dünya huzurunu buldun besbelli
Yapabilirsen ziyaret et sen gönülleri
Bir gönül ziyareti bin Kabe'den değerli
Şöyle rivayet ederler: Oldukça çirkin yüzlü bir adam vardı. Bir gün aynaya bakıyordu. Garipseyerek kendi kendine, “Benim yaratılışımda ne hikmet vardır?” diye düşünüyordu. Aynanın ortasından bir ses işitti: “Senin yaratılmandaki hikmet senin kalbine nakşedilmiş olan aşktır.” Bu aşk sırrı, yüce Allah insanı kendi hükmüyle yaratana dek gizliydi. Aşk sırrı ortaya çıktı ve,
“... (Allah) onları sever, onlar da Allah’ı sever..." (Mâide 5/54) âyetiyle yüz gösterdi. Allah Teâlâ şöyle der:
“Ben padişahım, sizi de padişah olmaya çağırıyorum. Ben diriyim, sizi de diri olmaya çağınyorum.” Yüce Allah, ârife padişahlık verme- şeydi, âriften tam bir marifet gelmezdi. Çünkü padişahları padişahlardan başkası bilmez.
Beyit
Sen, O olmazsın ancak gelirsen gayrete
Ulaşırsın senden senliğin kalktığı bir yere
Şöyle nakledilir: Şeyhin içinde bir sıkıntı vardı. Herkese varır, bu derdine ilaç arardı. Herkes kendi ilmi miktarınca ona, “Bunu ye ve şunu yeme” derdi. Böylece bir gün, hacdan gelen bir kafile Bistâm’a ulaştı. Şeyhin ziyaretine vardılar. Onlara bu durumdan bahsetti. Aralarından bir âlim şöyle dedi: “Ben bir kitapta şöyle gördüm: Yüce Allah kulunu severse, onu aşk ateşinin içinde yakar, onun hiçbir canlıyla yakınlık ve huzuru olmaz.” Şeyh bunu işitince mutlu oldu ve derdinin dermanını buldu.
Şiir
Onun gamını çeken âşıklara ne mutlul
Dert de görseler derman da görseler
Sâkî öyle sarhoş ki şarap dökmede
Allah'ı anarak halktan kaçmada
Vahdetin saf şarabını içen odur
Dünyayı da ahireti de unutan odur
Şöyle nakledilir: Zünnûn-i Mısrî’nin [kuddise sırruhû] müridlerinden biri Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna geldi. Zünnûn-i Mısrî dedi ki: “Bâyezid-i Bistâmî’ye ulaştığında benim bu haberimi ona ilet: ‘Kafile geçip gitti. Ne zamana kadar uyuyacak ve rahatınla meşgul olacaksın?’ O mürid gelip haberi ulaştırdı. Bâyezid-i Bistâmî, “Zünnûn’a de ki: ‘Er. kişi, bütün gece uyuyup sabah kalktığında kafileden önce menzile varan kimsedir’ dedi. Zünnûn bunu işitince ağlayarak dedi ki: “Ona mübarek olsun, bizim halimiz bu makama ulaşmamıştır.”
Şöyle nakledilir: Yusuf b. Hüseyin-i Râzî dedi ki: Ben Zünnûn’un yanında otururken bir adam geldi. Zünnûn-i Mısrî, “Bayezid’i gördün mü?” diye sordu. Adam, “Gördüm” dedi. Ona, “Sen Bayezid’sin” deyince, “Ben mİ Bayezid’im? Keşke Bayezid’i görmüş olsaydım” dedi. Zünnûn ağlayarak dedi ki: “Kardeşim Bayezid kendi nefsini yüce Allah’ın sevgisinde yok etmiştir.”
Şiblî bir gün dedi ki: “Bana Şiblî’nin olmadığı bir halvet (yalnızlık) gerekir.” Şiblî’nin aradığı şeyi Bâyezid-i Bistâmî bilfiil elde etmişti.
Şöyle nakledilir: Zünnûn-i Mısrî, şeyhe bir seccade gönderdi. Şeyh dedi ki: “Bunu ona geri götürün ve Tayfûr şöyle diyor deyin: Bize dayanmak için sırt yastığı gerekir, seccade ne işime yarar?” Bu iki müjdeye işaret eder: Birincisi, Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor:
“Yeryüzü bana mescid ve temiz (temizleyici vasfa sahip) kılındı.”
Diğeri de, onun sözünün manası şu olsa gerektir: “Zünnûn zâhiren bize baktığında bizi ameller meydanında meşgul görebilir, yoksa içimize baksa bizi Zülcelâl’in lutfu bahçesinde her şeyden el etek çekmiş görecek.”
Yani zâhiren amelde ve bâtınen ezelî lütfün seyrinde. Zünnûn-i Mısrî bunu işitince esaslı bir sırt yastığı hazırlanmasını buyurdu ve yastığı şeyhin hizmetine gönderdi. Şeyh, onu da geri göndererek dedi ki: “Ona söyleyin Allah’ın cömertliği ve lutfu onun (Bayezid’in) dayanağıdır, yaratılmışın yastığına ihtiyacı yoktur.”
Şöyle nakledilir: Ahmed Hareb, şeyhe geceleri üzerinde namaz kılması için bir hasır gönderdi. Şeyh, “Ben yerdekilerin ve göktekilerin ibadetini topladım, bir yastığa koyup başımın altına aldım” dedi.
Şeyhin, Rûzbihân-ı Baklî’ye söylediği üzere, bu söz şu manaya işaret eder: Canım suretten gerçeğe, amelden hale, ibadetten murakabeye (gözetme, kollama), murakabeden müşahedeye, müşahededen marifete, marifetten aşka, aşktan tevhide ulaştı. Soyutlanmanın sonuna ulaşınca kıdem görünümüyle yokluk göğünde yok oldu. Dünya ehlinin ibadetini, Allah’ın büyüklüğü darbelerinin etkisiyle dağılmış gördü. Kulluk görünümündeki varlığının tamamı, Rabb’ini müşahede oldu. Bedeni nâfilelerden huzur buldu.
“Tâ-hâ. Biz Kur’an’ı sana güçlük çekesin diye indirmedik" (Tâhâ 20/1 - 2) sırrını okudu.
Yahya b. Muâz-ı Râzî’nin, Bâyezid-i Bistâmî’ye, “Bir kadeh içerek ezelde ve ebette sarhoş olan kimse hakkında ne dersin?” diye soran bir mektup yazdığı nakledilir.
Şiir
Bana öyle bir şerbet içirdi ki, Ben bunu kıyamete kadar unutmam
Bâyezid-i Bistâmî, “Burada gece gündüz ezel ve ebed denizinden inci toplayıp,
‘... daha var mı?...' (Kâf 50/30) nârasını atan bir adam var” cevabını yazdı.
Şiir
Ben sevgiyi bardak bardak içtim
Ne şarap bitti ne de ben suya kandım
Yahya b. Muâz da şeyhe, “Seninle bir sırrım var. Miadımız cennette gerçekleşirse, o sır tûba ağacının gölgesinde açılır” yazmıştı. O mektupla birlikte bir parça da ekmek göndermişti. Bâyezid-i Bistâmî’nin zemzem suyuyla yoğrulmuş o ekmeği yemesini istiyordu. Bayezid cevaben o sırrı anarak, “Yüce Allah nerede anılırsa, orası hem cennet hem de tubânın gölgesi olur. Ekmeğin zemzem suyuyla yoğrulduğunu yazıp hangi tohumla ekildiğini yazmadığın için onu yemedim” yazdı.
Bazı rivayetlerde bundan daha fazlasını yazmışlar. Derler ki: Yahya b. Muâz bunları duyunca özlemi bir kat daha arttı. Şeyhin ziyaretine gitti. Yatsı namazında oraya vardı. “Şeyh mezarlığa gitti, orada ibadetle meşgul oluyor” dediler. Mezarlığa gitti, bir kenara oturup beklemeye başladı. Şeyh Bayezid her gece kıyamdaydı, ibâdetini yerine getirirdi. Sabah ağarınca şeyhin dilinden, “Yâ Rabbi! Bu makamı sana sormaktan yine sana sığınırım” geçti. Ondan sonra Yahya b. Muâz yanına gitti, selâm verdi ve şeyhe o istiâzesinin (Allah’a sığınma) sebebini sordu. Şeyh dedi ki: “Bana yirmi bin küsur soru sayıp bunlardan hangisini İstersin?” dediler. “Bunlardan hiçbirini istemem, çünkü tamamı perdedir” dedim. Yahya b. Muâz acemiydi, dedi ki: “Ey şeyh! Niçin marifet istemedin, zira yüce Allah,
'Bana dua edin, kabul edeyim3 (Mü’min 40/60) buyuruyor.”
Bâyezid-i Bistâmî bir nâra atarak dedi ki: “Sus ey Yahya! Çünkü O’nu O’ndan başkası tanımaz.” Yahya b. Muâz dedi ki: “Yüce Allah’ın büyüklüğü hakkı İçin sende meydana gelen fetihlerden beni de nasiplendir.” Şeyh dedi ki: “Eğer Cebrâil’in kutsallığı, Âdem’in saflığı, İbrahim’in dostluğu, Musa’nın şevki, İsa’nın temizliği ve Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] muhabbetini sana verseler asla razı olmayasın ve bunun da ötesini yani bu işlerin perde arkasını isteyesin. Yani o himmet sahibinin ardında ol, başını hiç eğme. Zira her neye eğersen, o yüzden mahcup olursun. Bütün âlemde bir zerre senin himmet gözüne gelirse O’nun yolunda dürüst değilsin demektir. Sen hepsinden vazgeçmedikçe Allah seni hiçbirine ulaştırmaz.”
Bir sultan, meclisindeki bir köle için şarap getirilmesini buyurdu. Evvela sâkîye, “Kadehi ona uzat” dedi, ancak köle kadehi almadı. Nedime söyledi, yine almadı. Vezire buyurdu, yine almadı. Sultan kendisi ayağa kalkıp kadehi köleye uzattı. Yine almadı.
Beyit
Dem olur dost elinden gıda yeriz
Dem olur örümcek tuzlaması yeriz
Ona, “Niçin almıyorsun?” dediler. Dedi ki: “Bizim için almak, sultanın karşımızda ayakta durmasıdır.”
Serî-i Sakatî’nin [kuddise sırruhû] şöyle dediği nakledilir: “Kardeşim Bayezid dedi ki: Her kim ki ilim ve şeriat yolundan halka bakar, onların amellerini görür, Allah’a sığınır, halka karışmaz, halkla oturup kalkmazsa sürekli onların ayıbını müşahede eder. Ne zaman ki hakikat gözüyle bakar, herkesi mazur görür, kıyamet günü onlara şefaatçi olur.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin bu sözü şuna dayanır: Başkasına memur, başkasına mahkûmdur. Ebû Cehil ve Firavun hakkında imanla memur, isyanla mahkûmdu. Kulun amelinin memura aykırı olması uygundur, ancak mahkûma aykırı olması uygun değildir. Ortaya çıkan bütün deliller emir âleminde meydana gelir. Şeytan hakkında,
“Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” ,(A'râf 7/12) buyurduğu üzere meydana gelen bütün özürler hüküm âleminde ortaya çıkar. İnsan hakkında,
“Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahid (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık” (Tâhâ20/115) buyurduğu üzere emir büsbütün bela ve şiddet, hüküm külliyen lutuf ve bağıştır.
Beyit
Ey oğul! Şükret, kazâya kanaatkar ol
Sana Allah’ın kısmetinden ne gelirse beğen
Her pirden öğüt al, akıllı olursun
Akıllılardan öğüt aldığında iyi olursun
Ebû Muhammed el-Cerîrî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bayezid dedi ki: Âlem halkının sırlarını bilen yüce Allah, onların tamamını kendisini anmaz buldu. Benim aşk dalgası vuran sırrım müstesnaydı. Hâsılı, beni yücelterek akıl kulağıma şu nidayı eriştirdi: ‘Bütün âlem benim kulla- rımdır, sen hariç. Zira sen benim dostlarımdansın ey Bayezid!’”
Şöyle nakledilir: Ebû Türâb’ın vecd ehli bir müridi vardı. Ebû Türâb sürekli, “Senin Bâyezid-i Bistâmî’yi görmen gerekir” derdi. Bir gün o mürid dedi ki: “Her gün Bayezid’in Rabb’ini yüz kere gören kimse Bayezid’i ne yapsın?” Ebû Türâb dedi ki: “Sen Allah’ı kendin görürsen, kendi miktarınca görebilirsin. Bayezid’le görürsen Bayezid’in miktarınca görürsün. Senin görmenle Bayezid’in görmesi arasında çok fark vardır.”
Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:
“Muhakkak ki yüce Allah (kıyamet günü) insanlara genel olarak tecelli eder. Ebû Bekir’e ise özel olarak tecelli eder.” Bu söz, müridi gönülden etkiledi ve, “Kalk gidelim” dedi. Her ikisi birlikte Bistâm’a kadar geldiler. Vardıklarında şeyh evde değildi. Nehir kıyısına gitmişti. Dışarı çıktılar, şeyhi sırtında kürk ve elinde testiyle gelirken gördüler. Müridin gözü şeyhin hırkası kenarına takılınca bir âh çekti, titredi, düştü ve öldü. Ebû Türâb dedi ki: “Ey şeyh! Bir nazar ve ölüm.” Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: “Ey Ebû Türâb! Bu delikanlının yaratılışında henüz keşfolma vakti gelmemiş bir sır vardı. Bayezid’in hırkası kenarına bakmasıyla o sır bir kereliğine keşfoldu. O buna dayanamadı, ruhu bedeninden ayrıldı.”
Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine dayanamayıp böyle düşmüşlerdi. Bir kerede ellerini kestiler, haberleri dahi olmadı.
Mısra
Sen sevilen ol, âşıklık senin işin değil.
Ey derviş! O gerçeğin sahibidir, sense gerçeğe tutsaksın.
Hallâc-ı Mansûr dedi ki: “Rubûbiyyet, kudretin neticesidir, kulluk ise kaderin neticesidir. Burada can vermekten başkası yakışmaz. Eğer can verirsen, ‘Bizim senin canına ihtiyacımız yok’ derler. Binlercesi bu niyetle ayaklandılar, canlarını ortaya koydular da bulmadılar. ”
Beyit
Çılgın benim ki işaretsiz arıyorum
Yakıcı ateşten kurtuluş arıyorum
Ecel çengelinden can kurtuluşu arıyorum
Sîmurgun evinden bir işaret arıyorum
Şöyle nakledilir: Ariflerin efendilerinden, Şeyh-i Rabbânî, kutb-i hak- kânî Ebü’l-Hasan Harakânî’ye [kuddise sırruhû], “Ey şeyh! Ne daha iyidir?” diye sordular. “Dünyanın Bâyezid-i Bistâmî gibi mertlerle dolması” cevabını verdi. Bu cevap, Ebü’l-Hasan’ın Sultanü’l-ârifîn Bayezid aşkıyla dolu olduğunun bir delilidir.
Rivayet ederler ki bir çocuğa, “Dünyada mutluluk nedir?” diye sordular. “Evin ekmek ve yiyecekle dolu bir şekilde süslenmesi ve kapıcının uyuyor olması” cevabını verdi.
Savaşçının birine, “Mutluluk nedir?” diye sordular. Savaşçı, “Elinde kanlı bir kılıçla geri dönmek ve düşmanın ölmüş olması” cevabını verdi.
Konuğun birine, “Mutluluk nedir?” diye sordular. “Eve varıp dinlenmek” cevabını verdi.
Âşığa, “Mutluluk nedir?” diye sordular. “Sevgiliye kavuşmak ve rakibin bundan habersiz olması” cevabını verdi.
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Cuma günü öğle vakti gökyüzü kapısını açarlar. Melekler, Bayezid Mescidi’ne gelerek cennet kapısını açarlar. Hûriler Bayezid Mescidi’ne inerek bölük bölük onun türbesini tavaf ederler.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği rivayet olunur: Sultanü’l-ârifîn Bayezid şöyle demiştir: “Sıkıntıyı gözetiniz ki Allah dostları sıkıntının bereketiyle (istediklerine) kavuşurlar.”
“Muhakkak ki Allah hüzünlü kalbi sever." Ârifler, sıkıntı sahibi dervişi padişah olarak anarlar, sıkıntısı olmayanı makbul tutmazlar.
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: Söze icabet etmeyi bilin. Her kim söze icabet etmezse her ne söylerse söylesin çekincesi olmaz. Kıyamet gününü hatırlayınız. Her kim kıyamet gününü hatırlamazsa her nereden mal toplarsa toplasın çekincesi olmaz. İyi arkadaşınızın değerini biliniz. Kim ki iyi arkadaşının değerini bilmezse kiminle bir arada olursa olsun çekincesi olmaz.”
Yine Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bir zaman yüce Allah’la aramdaki bir meselede çaresiz kalmıştım. Kendi kendime, ‘Bu sorunun çözüleceği bir gün olmasa gerek’ diye söyleniyordum. .Bir gece rüyamda şöyle gördüm: Yüce Allah’ın huzurunda ayakta duruyordum. Bayezid öne çıktı ve bu meseleyi Allah’a sordu. İcabet vaktinde geldi. Gidecekken bana dönerek güldü ve dedi ki: ‘Ey Ebü’l-Hasan! Kim ki yüce Allah’tan Allah’ı isterse duası kabul olur.’ Hâsılı yüce Allah, Ebü’l-Hasan’a yardım etti, meseleyi sorup dileğinin gerçekleşmesi için Bayezid’i oraya getirdi.”
Dolayısıyla yüce Allah buyuruyor: “Ey kulum! İbadet edersen kabulüm var, soru sorarsan ihsanım var, günah işlersen atfım var. Su benim ırmağımda, rahat benim yöremde, neşe beni aramakta, ünsiyet cemalimde, sevinç bekamda, mutluluk beni görmektedir.” Dostlarımızın arkasından birkaç adım atan o köpek, sonra ön ayaklarını kapının eşiğine yaydı. O yayış, boşa olmaz. Kıyamete değin,
. “Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi” (Kehf 18/18) derler. Bir müslüman, sadık bir âşık, yanış ve iman cihetinden yetmiş yıl Allah’ın velileriyle beraber olur, gençlik karalığı yaşlılık aklığına erişir. Eller kaldırır, ümitler taşır; o el kaldırmanın boşa olmayacağı zannını taşır. Asla da olmaz.
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: Yüce Allah’ın sevgisi geldiğinde her şeye galip gelir. Ne dünya lezzeti ne de ahiret lezzeti kalıcı değildir. Rahmân’ın aşkından başkası kalıcı değildir.”
Beyit
Senin saçın yanında ahunun gözü ve göbeği kim?
Senin terinin yanında kötü huylu rüzgâr kim?
Senin ayva tüyün olan yerde kâkül kim?
Musa asâsını attığında büyücü kim?
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: ‘Yâ Rabbi! Senin bana olan bu sevgine dair arştan yere değin herkesi haberdar kıl.’ Yeryüzü o anda büyük bir güç ve gösterişle sarsıldı. Bir kimse Bayezid’in yanına gidip, ‘Yer sarsıldı, haberin olsun’ deyince, ‘Evet, yeri haberdar kıldılar, bu sarsıntının sebebi odur’ dedi.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bayezid’in evde olduğu bir gün biri ona bir tabak armut göndermişti. ‘Kim gönderdi?’ diye sordular. Söylediler. Dedi ki: ‘Alınız ve ona götürünüz, kendin ye ve dilinde hû olsun’ deyiniz.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bilâl-i Belhî, Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna geldi. Dedi ki: ‘Ey Bayezid! Ben seni dün Mekke’de gördüm’. Bayezid, ‘O ben değildim’ dedi. ‘Şendin’ dedi. Üç kere böyle dedi. Duyanlar, ‘Biz Bilâl’i doğru sözlü biliriz. Seni beş vakit namazda görmüşüz’ dediler. Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: ‘Şaşırmamak gerekir, zira öyle değildi. İbadet ehlinin yaptığı görünüşteki gibi olmamalıdır. Yüce Allah mümine, perşembe burada ve cuma Mekke’de olması imkânını vermemiştir. Lâkin mümin, yüce Allah’ın katında güneşten daha değerlidir. Güneşin yuvarlağı bir yerdedir, ancak her yerde sürekli parlamaktadır. Kendisi götürür ve kendisi getirir. Bu getirip götürme Cenâb-ı Hakk’ın kendisine aittir, kulun bunda bir payı yoktur. Bu, sultandan rivayet edilen şu söze uygundur: Her kim Allah’a yakın olur, her şey ve her yer onun olur. Zira yüce Allah (ilmiyle) her yerdedir ve her şey Allah’ındır.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: Olmaya ki eğer sünnetten geri kalırsam, İşte o zaman bu sahip olduklarımın benden alındığını düşünürüm.” Ey temiz kimse!
"... dünyadan da nasibini unutma” (Kasas 28/77) âyetinden kuşkuya düşmeyesin. Bu nasip, faydalanma ve tat almadır. Hatta bu nasip, ibadetin sermayesi ve içtihadın azığıdır.
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Ebû Nasr-ı Belhî Mekke’ye gidecekti. Kervan Denuş’a gelmişti, Cafer-i Hayyât da oradaydı. Ona, 'Bâyezid-i Bistâmî’ye benim selâmımı ilet ve niyetimin oraya gelip kendisini görmek olduğunu, ancak kafilenin acele ettiğini söyle’ dedi. Cafer-i Hayyât bu haberi ulaştırdı. Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: 'Ona şöyle söylemeliydin: Bütün dünya gülle dolu olsa, sen güneş yükselirken oradan bir adım atıp güneşin battığı yere bir gül koysan, yine de hâlâ er kişilerin mertebesine ulaşman gerekir. Sürekli Mekke’de olsan ve Mekke seninle beraber geri gelse yine de hâlâ er kişilerin mertebesine ulaşman gerekir. Ve öyle ki Hızır seni ziyarete gelse ve yeryüzünün direği olan er kişi olma vasıfları sana âşikâr olsa yine de hâlâ er kişilerin mertebesine ulaşman gerekir.” Ebû Nasr, hacdan geri dönünce Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna gelerek. dedi ki: ‘Ey Bayezid! Çölde bir olay gerçekleşti ve halkın çoğu susuzluktan helâk oldu. Benim de dişlerimi bıçakla birbirinden ayırmak suretiyle ağzıma su döktüler.’ Bayezid dedi ki: 'Bir kez Mekke’ye gittin, ikinci kez ve üçüncü kez. Eğer bu ibadetin Allah rızası için olsaydı yüce Allah bu insanları helâk etmez ve sana bağışlardı.’”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî şöyle dedi: Kul elmas gibi keskin olursa her iki eli sağ (doğru) olur. Yani sol el melekleri ona hiçbir kusur yazmazlar.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî, ‘Kulun ameli üç şeyle yükselir’ dedi: Yüce Allah’ın emrine saygı göstermek, Hz. Peygamber’in emrine saygı göstermek ve belirli bir mertebeye ulaşmış kullara hürmet etmek. Resûlullah’ın söylediği gibi:
‘Kavminin içindeki şeyh (ilim ehli), ümmetinin içindeki nebîgibidir. ”’
Şiir
Alçak kişi böylece buldu yükselmeyi
Var olana değin çaldı yokluk kapısını
Büyüklük için gerek tevazuun seçkini
O çatıya çıkmanın yok başka merdiveni
Tepetaklak olur söz dinlemez aceleci
Yükselmek istiyorsan, arama yükselmeyi
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] bir nur idi ve ashabı da onun nuruyla nurlanmışlardı. Kul da Allah’ın nuruyla nurlanmış keskin bir elmas gibidir.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Ebû Musa Hadim dedi ki: Bir gün Hâtim’in öğrencilerinden biri Bayezid’in huzuruna gelerek, ‘Hâtim mertliğe ulaştı’ dedi. Bâyezid-i Bistâmî, ‘Nasıl ulaştı?’ diye sordu. Adam, ‘Bedeni ve gönlü, yüce Allah’ın sevgisiyle tamamen dolarak’ dedi. Şeyh, ‘Beden ve gönlün aslı yoktur’ dedi. Adam, ‘Öyle değil, aslolan daima gönüldür derler’ dedi. Şeyh dedi ki: ‘Ey miskin! Yüce Allah’ı seven biri nasıl gönlün ve bedenin tutsağı olur. Kul öyle bir elmas olmalı ki Hak Teâlâ onu sevsin ve kendi süsüyle süslesin.
Öyle bir süsle süsler ki yaratılmış onu dile getiremez. O, sürekli olarak süslemeye devam eder.’”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî adına bir Mecûsî’den buğday satın aldılar. Şeyh, ‘Geri götürün, zira bu buğday Allah'ı tanımayan bir kimsenin malıdır' buyurdu.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bir adam, elinde teşbih Bâyezid-i Bistâmî’nin huzuruna geldi. Şeyh, ‘Ey oğul! İki teşbih taşı. Böylece biriyle iyiliği sayarsın’ diğeriyle de kötülüğü’ dedi.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî ara ara kalkıp namaza durur ve, ‘Şu saatte Allah dostlarından bir veli namaza durmuş ve üzerine rahmet yağıyor olabilir. Böylece onun bereketinden biz de nasiplenelim’ derdi.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî bir adama ‘Adın nedir?’ diye sordu. Adam, ‘Halil’ dedi. Şeyh, ‘Halil, Halil’e aykırı düşmeyen kimsedir’ dedi.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Ahmed-i Hareb, Bâyezid-i Bistâmî’ye şöyle bir mektup yazdı: ‘Otuz yıldır şevkimi kaybettim. Hacca gittim yine gelmedi. Faziletli kimselerin topraklarını ziyaret ettim, yine gelmedi. Ümitliyim ki senin duanla tekrar gelsin.’ Bâyezid-i Bistâmî de şöyle cevap yazdı: ‘Otuz yıldır melekler benim için hiç günah yazmadılar, velâkin ben de şevkimi kaybettim ve geri gelmiyor.’”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî dedi ki: Bir gece kendi tekkemden dışarı çıktım. Daha adım atmadan boğazıma kadar aşka battım.”
Beyit
Gayb pususundan bir aşk ne hoş sultan gibi Hamle eder bana tıpkı neydeki ateş gibi
Hz. Peygamber [salla'llâhü aleyhi ve sellem], bir kudsî hadiste yüce Allah’ın şöyle dediğini naklediyor:
“Kuluma benimle (zikrimle) meşgul olma galip gelince, onun bütün himmet ve lezzetini zikrimde yaparım, benimle onun arasında bulunan perdeyi kaldırırım. İnsanlar hataya düştüğü zaman o yanılmaz. Onların sözleri, peygamberlerin sözleri gibi haktır. Onlar benim gerçek bahadır kullanırıdır. Onlar öyle kimselerdir ki ben yeryüzündekilere bir azap göndermeyi murat edince, onları zikrederim ve onların hatırına diğerlerine azap etmekten vazgeçerim.”
Beyit
Eğer âşıksan tut onun eteğini
Eğer sana can ver derse, yap dediğini
Tarikat pirlerinden bir pîr şöyle rivayet eder: “Görünmeyen âlemden (gayb) dünyaya (sahra) bir zerre aşk gelmedi. (Zira) bütün dünyayı dolaştı, kimseyi kendisine ehil görmedi, bir başka zaman görünmeyen âleme geri döndü. Birincisi ne idi, İkincisi ne idi? Birincisi, Bayezid’de görülen yücelik cemaliydi. İkincisi ise bu pîr üzerinde görünür kılınan celâl dergâhıydı.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bâyezid-i Bistâmî kendi müridlerine şöyle dedi: Yüce Allah, ‘Beni dileyenin, kerametini artırırım. Seni dileyeni -ki Bayezid’sin- yok ederim, öyle ki hiçbir şekilde onu anmam’ der. İmdi siz ne dersiniz.’ ‘Yok etse de etmese de, biz seni isteriz* dediler.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Eğer öyle olmasa hürmetsizlik olurdu. İnsanlar, ‘Ebü’l-Hasan Bayezid’in mertebesine ulaşmıştır. Bayezid’in gerçekte düşündüğü her şeyi Ebü’l-Hasan size söyler’ derlerdi.”
Şeyh Ebü’l-Hasan’ın şöyle dediği nakledilir: “Bizim âlemimizi bir diri gördü, o Bâyezid-i Bistâmî idi.” Ebü’l-Hasan’ın bu sözü şu durumu işaret etmektedir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid her yıl şehidlerin kabri olan Dihistan’a giderdi. Her yıl oradan geçerdi. Bir keresinde aynı niyetle Bistâm’dan yola çıktı. Harakân civarına ulaşınca bir saat bekledi ve havayı kokladı. Halk, ‘Ey şeyh! Biz hiçbir koku duymuyoruz, sen koku alıyorsun’ deyince, ‘Evet, zira ben bu eşkıyalar köyünden bir Allah dostunun kokusu alıyorum’ dedi.”
Beyit
Ey henüz korkusuz olan taze gül dalı!
Ey henüz rengini nakkaşın karıştırmadığı!
Dünya senin kokunu yaymamış henüz
Sabah yeli sana doğru esmekte henüz
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Hz. Yakub [aleyhisselâm],
“İnanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” (Yusuf 12/94) dedi. Başkaları o kokuyu duyamaz. Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] Cibrîl’in sesini işitti. Etrafındakiler ise işitemediler. Bayezid’e, “O Allah dostunun adı sanı nedir?” dediler. “Onun adı Ali ve künyesi Ebü’l-Hasan’dır” dedi.
Ona özgü üç derece vardır:
Birincisi, ahlâksız kadının dil uzatması ve eziyet etmesine dayanır.
İkincisi, çiftçilik yapar.
Üçüncüsü, kendisini konuk ve fakirleri ağırlamaya adamıştır. Bizde bu dereceler yoktur.
Ammâr b. Yâsir [radıyallahu anh], Hz. Peygamberden [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle nakleder:
“Cebrail bana geldi. Ben, ‘Yâ Cebrail! Ömer’in semadaki faziletlerinden anlat’ dedim. O da dedi ki: Nuh’un kavmi arasında durduğu kadar (yani 950 yıl) Ömer’in faziletlerinden bahsedecek olsam bitiremem; fakat o Ebû Bekir’in iyiliklerinden bir iyiliktir.” Şöyle ki Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk [radıyallahu anh] ölüm döşeğinde kendisinden sonra halifenin Hz. Ömer olmasını vasiyet etmiştir. Böylelikle Cebrail [aleyhisselâm] Ömer’in halife olacağını haber vermiştir.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid de Ebü’l-Hasan’ın veliliğini haber vermiştir. Zira, sultanın vefatından 171 yıl geçtikten sonra Ebü’l-Hasan dünyaya geldi. Akıl bâliğ olduğu yaştan itibaren Bâyezid-i Bistâmî’ye her şeyden daha çok önem verdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in göğsünün, “Gökyüzüne ya da denize komşu ol” hükmünce sır incileri denizi olduğunu biliyor ve, “Keşke Ebû Bekir’in göğsünde bir kıl olsaydım” diyordu. Ancak Ebü’l-Hasan, “Benim için Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in bir müridi demeleri bana yeter” diyordu.
On iki yaşının başlarında Harakân’da cemaatle yatsı namazı kılardı. Türbeyi ziyarete giderdi. Bâyezid-i Bistâmî’nin türbesi başında durup, “Yâ Rabbi! Bayezid’e verdiğin bu elbiseden bir parçacık da Ebü’l-Ha- san’a ver” derdi. Ondan sonra geri dönerdi. Sabah vakti Harakân’a vardığında, yatsı namazının abdestiyle sabah namazını da cemaatle birlikte kılardı. Geri dönerken yüzünü Bayezid’in türbesine döner ve Harakân’a kadar bu şekilde yürüyerek giderdi.
On iki yaşından sonra Bâyezid-i Bistâmî’nin türbesinden şöyle bir ses geldi: “Ey Ebü’l-Hasan! Zamanı geldi, oturuyorsun.” Dedi ki: “Ey Bayezid! Bana himmet et. Zira okuma yazma bilmeyen (ümmî), Kur’an’ı öğrenmemiş ve şeriattan hiçbir şey bilmeyen bir adamım.” Ses geldi: “Ey Ebü’l-Hasan! Bize verdikleri şeyi senin bereketinle verdiler.” Ebü’l-Hasan, “Siz benden çok önce vardınız” dedi. Bâyezid-i Bistâmî, “Evet. Lâkin Dihistan civarına gittiğim zaman Harakân’a varınca, Ha- rakân’dan gökyüzünün ortasına doğru bir ışık yükseliyordu. Otuz yıl şevkimden geri kaldığımda, gaibden şöyle bir ses işittim: ‘Ey Bayezid! Bu ışığı şefaatçi kıl, böylece şevkin geri gelsin.’ ‘Ey Rabbim! Bu ışık nedir?’ dedim. Gaibden şöyle cevap geldi: ‘O ışık, yaratacağım seçkin bir kuldur. Künyesi Ebü’l-Hasan’dır.’ ‘O ışığı şefaatçi kıldım, dileğime kavuştum’ dedi.” Şeyh Ebü’l-Hasan dedi ki: “Harakân’a varınca yirmi yedi günde Kur’an’ın tamamını öğrendim.”
Ebü’l-Alâ Ahmed Şâburâbâdî’nin şöyle dediği nakledilir: “Bir gün Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in kabrini ziyarete gittim. Bayezid’in kabrinin karşısında oturuyordum. Ansızın bir hayvanı avlamak üzere olan bir kuş gördüm. O hayvan, kaçarak Bayezid’in kabrinin önüne geldi. Avcı kuş, o kabre saygısından avlanmayı bırakıp geri çekildi.”
"Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir (koruyucusudur). Zayıf kimseler ona sığınırlar ve mazlumlar onunla yardım olunurlar.H64
Yusuf Hüseyin-i Râzî’nin şöyle dediği nakledilir: Ebû İshak Seten- be-i Herevî’nin şöyle dediğini işittim: “Bâyezid-i Bistâmî’nin meclisinde hazırdım. İnsanlar, ‘Falanca kişi ilmi filancadan aldı ve falanca kişi filancadan yazdı’ diyordu. Şeyh, ‘Miskinler ilmi ölülerden alırlar. Biz asla ölmeyen, bâki olan Allah’tan alırız’ dedi.”
Beyit
Okyanustaysan akarsu peşine düşme
Suyun varsa eğer teyemmüm etme