Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

KADİR MISIROĞLU Tarihten Günümüze TAHRİF HAREKETLERİ

 

 


Meâli: “Her kim de İslâm’ın gayrı bir din ararsa, artık

ondan, ihtimali yok, kabul olunmaz ve âhirette o
hüsran çekenlerden olur."
(Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 85)

ÖNSÖZ

Cenâb-ı Hakk’ın -sıfat itibariyle- câmiü’l-ezdâd olma­sının bir neticesi olarak âlem zıtlıklarla kaimdir. Bunlar ara­sındaki mücadele ise, ebedî olup bir “yok etme” değil, sadece bir “galebe sağlama” kavgasıdır. Bunun en şiddetli tezâhür sahası ise, “hak-bâtıl mücadelesidir. Allah -beşerî istihkak ve liyakatlere nazaran- bazen “cemâl” ve bazen de “celâl” tecellisine revaç vererek, mâsivaullâhın mahkûm bulunduğu “fânilik”in icâbı olarak âlemin ebedî olan tebeddülât ve ta- havvülâtını (değişikliklerini) gerçekleştirir. Kâh “kemalden zevâle”, kâh da “zevâlden kemale” doğru tedricen ve daimî bir sûrette vâki olan bu değişikliğin sonunda, bunlardan biri­nin galebesine şâhid olunur. Lâkin Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, gazabına gâlip  olduğundan celâl tecellîsinin hâkimiyeti, ce­mal tecellîsinin hâkimiyetine nazaran pek kısa sürmektedir. Alem, zıtların bu galebe nöbetleşmesi sebebiyle âdeta bir dönme dolap  gibidir.

Kâinât’a hâkim olan bu ebedî ve İlâhî kanunun icâ­bı olarak daima müşâhede edilegelmiş olan “Hak-Bâtıl Mücadelesi”nin en kesif bir sûrette cereyan ettiği saha ise.

TAHRİF HAREKETLERİ -I-

-hiç şüphesiz- bizim millî ve dînî tarihimizdir. Bununsa, biri “siyasî” ve “askerî” olmak üzere hâriçten; diğeri ise “fit­ne” ve “fesat” çıkarmak şeklinde dâhilden icra edilmiş ol­duğu çok bilinen bir gerçektir. Ancak unutmamak gerektir ki, İslâm’ın vahdetini bozarak O’nun kuvvet ve kudretini zaafa uğratmak yönünden iç bünyede zuhûr eden birtakım dâhilî fitne veya tahrif hareketleri, askerî ve siyasî karşı koymalar ve bunun îcabı olan harp ve darplerden daha müessir olmuş­tur.

“Tarihten Günümüze TAHRİF HAREKETLERİ” adıyla kaleme alınmış olan işbu eser, zikredilen şu ehem­miyetine binâen, İslâm'ın sâfiyetine karşı gerçek bir ihânet hareketi olan dâhilî fitnelerin teşhiri maksadıyla yazılmıştır. Zira İslâm'ın yeniden bir silkiniş ve diriliş mevsimini idrak etmekte olmasından dolayı, bu gelişme karşısında aczi sâbit olan yarasa güruhu birtakım insanlar -belki de devletler- gü­nümüzde fitne silâhına revaç vererek canhıraş bir mücâdele hâlindedirler. Böylelerinin, İslâm’ın bu önlenemez yükselişi karşısında kapıldıkları dehşet ve paniği setrederek hâriçten ve dâhilden mesâilerini tevhidle, İslâm Tarihi’nin en kesif fit­nesini tezgâhladıkları görülmektedir.

Gerçekten bütün Dünya’da “Soğuk Savaş”ın sona ermesiyle ortaya atılan İslâm karşıtlığı fikri, önce “Yeşil Tehlike” adıyla anılmışken, son zamanlarda “Dinlerarası Diyalog” olarak isimlendirilmiş bulunmaktadır. Böylece bu düşmanlığın -daha îlân olunan ismiyle- doğurması muhtemel olan aksülamellerin (reaksiyonların) azaltılmasına çalışılmak istendiği anlaşılmaktadır.

Bu menhus (uğursuz) hareketin dâhil ve hâriçteki ak­törleri, başlangıçta “Abant Toplantıları” ile “Kemalist in­kılâpların İslâm’ın özüne zarar vermemiş olduğu” gibi kararlarla sırf mahallî bir tavır sergilemekte iken, şimdi “Ka­hire Toplantısı” ve benzeri içtimâlarla faaliyet sahalarını şumüllendirmiş bulunmaktadırlar. Hıristiyan ve hattâ Yahudi destekli bu yeni tahrif hareketi, tarih boyunca karşı karşıya kalınan benzerleri arasında -hiç şüphesiz- en tehlikeli olanı­dır. Her gün televizyon ve gazetelerde şâhid olageldiğimiz “İslâm’ın özüne” vâkî tecâvüzler karşısında dehşetli bir öfkeye kapılmamak, hiçbir gerçek müslüman için mümkün değildir. Hz. Peygamber’in yüce risâletini tasdik keyfiyetini bile hafife almaya kadar varan bu küstahlıklar, üstelik birta­kım -Unvanlı, Unvansız- hoca kılıklı insanlardan sâdır olunca, bu safsatalara gerekli muknî cevaplar verilmeyerek bir kısım mü’minlerin idlâline seyirci kalınması şüphesiz ağır bir ve­bali mûciptir.

İşte bu eser, böyle bir vebalden kurtulmak maksadıyla yazılmıştır. Ancak hemen şunu ifade etmeliyiz ki, o, bu sa­hada kaleme alınmış ne bir ilktir ve ne de bir son olacaktır. Zira “iman-küfür” veya “hak-bâtıl” mücadelesi, Kâinât’ta ebedî olan zıtlar arası kavganın en ehemmiyetli bir cüz’üdür ve kıyâmete kadar da devam edecektir.

Şunu da söyleyelim ki, başlangıçta sırf günümüzdeki tahrif hareketlerini ele alıp cevaplandırmayı düşündüğümüz hâlde, daha sonra bunun tarihçe kısmını -evveliyetle- nak­letmenin daha doğru olacağını düşünerek eserin iki ayrı cilt hâlinde tanzimi yoluna gittik. Zira bu eser, baştan sona okun­duğunda ibretle görülecektir ki, bugünkü safsataların her biri, tarih boyunca birçok kereler ortaya atılmış benzer sapıklıkla­rın bir başka biçimde, bazen de aynen tekrarından ibârettir.

Hattâ bu mevzuları daha önce te’lif ettiğimiz “İslâm Dünya Görüşü”  isimli eser, doğrular ve yanlışlar bir arada olmak üzere plânlanmış ve O’nu başlangıçta o plân dâhilinde yazmışken, sonradan hacmcn vâki olacak anormalliği dikka­te alarak bundan vazgeçtik. Hattâ aynı mülâhazalarla “Tah­rif Hareketleri”nin bile “Tarihçe” ve “Günümüz Tahrif Hareketleri” olarak iki ayrı cilt hâlinde umûmî efkâra arzı­nın daha doğru olacağı düşüncesi ile bu yolda hareket ettik. Ancak bu eserde, adının sınırlamasına riâyetle fâsid düşün­celerin sadece İslâm'ı tahrif gâyesi güdenleri ele alınmıştır. Gulât-ı Şia’da olduğu gibi, başlangıçta tahrif mâhiyetinde olduğu hâlde bilâhare red ve inkâra müncer olanlar, bu tah­didin istisnâlarını teşkil etmiştir. Binâenaleyh fâil ve âmilleri müslümanlar arasından zuhûr etmiş olsa bile İslâm’ı red veya inkâr maksadıyla vârid olan fiil ve hareketler hâriçte bıra­kılmıştır. Zira bu eserin gâyesi, İslâm’ı değil, Ehl-i Sünnet itikadını müdafaadan ibârettir. Diğer taraftan bu birinci cildi 1950’li yıllara kadar olan vukuât ile tahdid edip sonrasının -zamanımız tahrif hareketleri olarak- ikinci cilde bırakılmış olduğunu da belirtmeliyiz.

Bir de şunu söyleyelim ki;

Tecellî-i ilâhiyenin -mü’minlere teveccühü itibariyle- celâlden cemale doğru hızla dönmekte olduğu bir mevsimde bulunduğundan dolayı -her gün- biraz daha gelişmekte olan münâkale (ulaşım) ve muhâbere (haberleşme) imkânları se­bebiyle dehşet verici bir çapa ulaşan bugünkü tahrif hareket­lerinden kâmil bir netice hâsıl olması mümkün değildir. Zira murâd-ı İlâhîye ters düşmenin neticesi, -her ahvâlde- mut­lak bir hüsrandır. Murad-ı İlâhî ise, beşerî irâdelerin üstünde olup her şeyle birlikte İslâm’ı tahrif maksadı güdenleri de ihâta hâlindedir. Bu sebeple murad-ı İlâhîye mugâyir olarak her ne tedbir alınırsa alınsın, o tedbirin karşısına daha büyük bir mânia çıkacaktır. Zira esbâba tevessül ile vâkî olan bütün faaliyetlerden, ancak onların murad-ı İlâhîye tevâfuku nispe­tinde bir netice elde edilebilir. Beşerî faaliyetler sonucu olan “bereket” veya “bereketsizlik”in temel sâiki budur. Zira bu âlemde esbâbın gerçekleşmesi, “murad-ı ilâhî”ye tâbidir.

Bu durumda, tahrif hareketi içinde yer alanların hâli, “yıkılması mukadder bir duvar altında sığınmaya çalış­mak” kabilinden bir ahmaklık ve kendi helâkine koşmaktan başka bir şey değildir. Vukuâtın seyrine dikkat edildiğinde sezilmesi mümkün olan murad-ı İlâhî veya kaderi fark et­meyerek, O’na karşı bir faaliyette bulunmak, Donkişot’un yel değirmenleri ile savaşmasından daha sefil bir hamâkattır. Bu hacâlete sürüklenmekten kurtulmanın yegâne çaresi ise, hâdisâtı îmân ferâseti ile tahlil edebilme kabiliyetine sahip olmaktır.  

Bir oluşun, sapıklık ve azgınlıkta had safhaya intika­li, onun sona yaklaştığına kat’î bir delildir. Bu hüküm, -hiç şüphesiz- tahrif hareketleri kahramanları (!) için de doğrudur. İhtimal bu sebepledir ki, günümüz sapıklıklarında -âdeta- bir tuğyan hâli müşahede edilmektedir. Bu hâlin, -aynı zamanda- İslâm’ın bütün Dünya'da önlenemeyen yükselişinden doğan bir telâş ve endişenin eseri olduğu da söylenebilir.

Cenab-ı Hakk’ın izni ile İslâm’ın tarihteki en parlak devrini idrak etmeye doğru ilerleyişi karşısında, bu gibi gay­retlerin “dağın fare doğurması” kabilinden en asgarî bir neticeye müncer olacağı muhakkaktır. Murad-ı İlâhîye ters düşmenin bir neticesi olan bu gerçeğe rağmen, biz "es-Sâkitü ani 'l-hakkı e’l-şeytamı’l-ahres " hitâb-ı peygamberîsine muhatab olmamak maksadıyla, kaleme aldığımız bu eseri, siz değerli okuyucularımıza sunarken, Cenab-ı Hak’tan onun husûle getireceği tesire büyük bir bereket ihsan etmesini ni­yaz ediyoruz.

Ve minallâhi tevfik.

30 Ekim 2009
Üsküdar-İstanbul





Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to