Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

HALLÂCÎ TASAVVUF GELENEĞİNİN İBLİS ANLAYIŞI




Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK*

ÖZET

İblis’i tevhit, bağlılık, sebat, atılganlık, ıstırabı göğüsleme, aşk ve sevgide vefa gibi üstün değer­lerin sembolü olarak ilk kez gündeme getiren Müslüman düşünür Hallâc’dır. Hallâc, oluş gerçeğini açık­lamak için İblis'i kullanıyor ve Tanrı’nın ona verdiği emri, yerine getirilmesi gereken bir emir değil, İblis’e yönelik bir imtihan olarak sunuyor. Hallâc’a göre, Allah’ın emri ayrı, iradesi ayrıdır. Tartışmasız olan şudur: Sonuçta, Tanrısal plandan baktığımızda bir düalite (ikilik, iki ilahlılık) yoktur. Tek ilah, tek Yaratıcı esastır. Işık ve karanlık kuvvetleri O’nun emrinde, onun planına uygun olarak hareket etmekte­dirler. İnsanın farkı, kendisine ışık veya karanlık kutupta yer alma karakteri verilmek yerine, seçim ka­rakteri verilmiş olmasıdır. İnsanı sorumlu kılan ondaki özgürlük, serbest seçim fıtratıdır.

Hallâc: Nûr ve Nâr'ın Birlikteliği

 

Yaratıcı isyanın en büyük temsilcileri olarak İblis ile Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ’i (Çünkü o, isyanın öncüsü Âdem’in en değerli evlatlarından biridir) gören ve ay­nı zamanda tarihin en büyük isyancılarından biri olan sûfî şehit Hallâc-ı Mansûr (ölm. 309/921), İblis’in hem isyanına hem de gayret ve heyecanına ışık tut­tuğu eseri Tâvâsîn’in "Ezel ve İltibas Tâsînî" bölümünde şöyle konuşuyor : [1] [2]

"Ahmed (Muhammed) ile İblisten başka hiç kimseye iddiacı olmak yaraşmamıştır. Şu var ki İblisin gözden düşmesine karşın Ahmed için gözün gözü açıldı."

"İblise: ‘Secde et!’ dendi; Ahmed’e: "Bak!" İblis secde etmedi, Ah­med de sağa-sola bakmadı." (Yani ikisi de isyan etti).

"İblis önce yakarmış, Hakk’m yoluna çağırmıştı. Ama sonunda ken­di kuvvetine sığındı. Ahmed ise önce iddiada bulunmuştu, fakat sonunda kendi gücüne bel bağlamaktan vazgeçti."

"Ahmed şöyle diyordu: Ancak senin yardımınla hareket eder, yalnız senin yardımınla yükselirim."

"Ey kalplerimizi çekip çeviren

Seni yeterince övemem ki ben!"

"Gök sakinleri içinde İblis gibi bir tevhit eri yoktu. Fakat gözden düş­tü; sonsuzluk yolculuğunda lütuftan uzaklaştırıldı."

"Tanrı’ya, hiç kimseyi işe katmamak üzere ibadet etmişti. Ve tam bi­reyciliğe varınca lanetlendi. Ve daha fazlasını isteyince de huzurdan kovu­lup uzaklaştırıldı."

"Hak ona: ‘Secde et!’ demişti. ‘Senden gayrıya secde etmem!’ diye karşılık verdi."

"Hak dedi: ‘O halde, lanetim üzerine dökülecek.’ O yine: ‘Senden başkasına secde etmem!’ diye tekrarladı."

"İnkârlarım seni takdîs

Akhm, Önünde tehvîs (şaşırma)

Senden ayrı bir şey mi ki Adem?

Orta yerde kimmiş İblis?

Senden başkasına yok benim yolum,

Seni seven boynu bükük bir kulum."

"Hak, İblis’e sordu: ‘Kibirlendin mi?’ Cevap verdi: ‘Seninle sadece bir lahzalık beraberliğim bulunsaydı bile kibirlenmek ve cebbarlık (ezip horlama, kırıp geçirme) bana yakışırdı. Oysaki ben ezelden beri seni tanı­yan biriyim."

"Adem’den üstünüm ben:

Hizmetim ondan kıdemli,

Şu âlemlerde seni benden iyi tanıyan var mı ki?

Benim sende muradım, senin de bende muradın var.

Ve senin beni isteyişin daha eski.

Ya senden başkasına secde etseydim!"

"Secde etmeyince aslıma dönmem gerekti. Çünkü sen beni ateşten ya­ratmışsın. Bu bir gerçek. Ve ateş ateşe dönecek. Sonuç olarak, takdir edip seçme senin elinde."

"Ne kaldı kopacak, ne var korkacak!

Nasıl olsa uzak düşmüşüm sana.

Anladım, bir bana, yakınla uzak,

Sevgiyle ayrılık olur mu yoldaş?

Ayrıldım; ayrılık oldu arkadaş.

Ey tevfiki veren, sana hamd, sena

Seçkin bir kul eğilmez başkasına!"

"İblis ile Hz. Mûsa Tur Dağı’nın yamacında karşılaştılar. Mûsa sor­du: ‘Ey İblis, Adem’e secde etmekten seni alıkoyan neydi?’ İblis cevap ver­di: ‘Tek Tanrı davası! Eğer Adem’e secde etseydim senin gibi olurdum. Bi­liyorsun, sana bir kerecik ‘Bak şu dağa!’ dendi de (Kur’an, A’raf, 143) he­men bakıverdin. Oysaki bana bin kere secde etmem emredildiği halde, inancıma olan sımsıkı bağlılığım yüzünden Adem’e secde etmedim."

"Mûsa dedi: ‘Fakat emre karşı gelmiş oldun!’ Cevap verdi İblis: ‘ O bir imtihandı, emir değil!’ Mûsa dedi: ‘Ne olursa olsun, sûretini değiştirdi­ğinde kuşku yok!.."

İblis konusunu bu anlayışla yani İblis’i tevhit, bağlılık, sebat, atılganlık, ıstırabı göğüsleme, aşk ve sevgide vefa gibi üstün değerlerin sembolü olarak ilk kez gündeme getiren Müslüman düşünür Hallâc’dır. Daha sonra onun bu yakla­şımı, Ahmed Gazâlî (ölm. 520/1126)’de yankılanacak, Aynulkudat’la derinle­şecek, Attâr, Mevlâna, İkbal gibi anıt şair-düşünürlerin şiirinde yeni söylemle­re vücut verecektir.

İblis ile Mûsa’ya yaptırılan konuşmada hem şeytan meselesine, hem hayır ve şerrin kaynağı problemine hem isyana hem de diyalektik ve düalitenin yarat­tığı temel soruya el atılıyor: Kötülük, ikinci bir ilah tarafından yaratılmıyor, onu da tek olan Tanrı, bir takım hikmetlere bağh olarak kendi iradesiyle varlık alanı­na sürüyor. Bunun için, şer ve kötünün başı sayılan İblis’e, yerine getirilmeye­ceği bilinen bir emir veriliyor, emre karşı çıkılınca da diyalektiğin "antitez", polaritenin "negatif" kutbu vücut buluyor, İkbal bu negatif gücü, "varlığın di­şi prensibi olan karanlık" diye tanıtıyor[3], Hallâc, bu oluş gerçeğini açıklamak için İblis’i kullanıyor ve Tanrı’nın ona verdiği emri, yerine getirilmesi gereken bir emir değil, İblis’e yönelik bir imtihan olarak sunuyor.

Şeytanı yapıcı, yüceltici bir güç olarak ilk kez sahneye çıkaran Hallâc bu­rada özgün düşüncelerinden birini sergilemektedir. Hallâc konusunun aşılmamış otoritesi Massignon (öbn.1962), emir ve irade ayrımına dayandırılan bu düşün­ceyi Hallâc’ın dört büyük orijinalitesinden biri saymaktadır.

Hallâc’a göre, Allah’ın emri ayrı, iradesi ayrıdır. Allah bir şeyi emre­dince onu istemiştir denemez. Nitekim, İblis’e: "Secde et!" emrini yöneltmiştir ama iradesi (içsel isteği) kendisinden başkasına secde edilmemesi yönündedir. İblis bunu bildiği ve tevhite aykırı bulduğu için Adem’e secde etmeyi reddetmiş­tir.

İblis’in büyük ıstırabının arkasında da bu emir-irade farkı yatmaktadır. Hallâc, emir ile irade arasında kalmaktan doğan bu ıstıraba işaret ederken şu ün­lü beyti önümüze koyuyor:

"Onu suya fırlattı, elleri başı üstünde bağlı

Ve seslendi ona: ‘Dikkat et, sakın ıslanma!"

İblis’in, bu paradokstan doğan ıstırabı, Hallâc sonrası şairlerce de dile ge­tirilmiştir. Bu noktada, ünlü sufı şair Senai (ölm. 545/1150)nin "İblisin Ferya­dı" şiirinin altım çizmek gerekir[4] [5].

Hallâc’ın bu kıyamet koparan yaklaşımı, İslam düşünce tarihinde derin iz­ler bırakmış ve art arda bir yığm yeni yaklaşıma vücut vermiştir. Örneğin, Ah­med Bin Yahya el-Murtazâ (Ölm. 840/1337), bu Hallâcî İblis görüşünü pey­gamberler konusunda şu soruyla yeniliyor: "Resuller Ölüme yenik düşürülürken İblis’in kıyamete kadar bâkî tutulmasının hikmeti nedir?" Cevap şu ol­du: "Kendisinden müstağni kalamayacağımız tek varlık Allah’tır. Nebilere gelince, Allah art arda nebi göndererek insanları tek peygambere bağlı kal­maktan kurtarmıştır. İblis’e gelince, Allah onun yok edilmesinde yarar gör­seydi elbette onu yok ederdi. Onun kıyamete değin yaşatılmasında bir zarar görseydi elbette onu yaşatmazdı. Demek oluyor ki İblis’in ölümüyle doğa­cak zarar, yaşamasıyla vucut bulan zarardan daha buyuktur."4

"Mûsa, İblis’e sordu: ‘O’nu hâlâ hatırlar, anar mısın?’ İblis cevap verdi: ‘Ey Mûsa, oluşturduğu olayla birlikte yaratılan düşünce hatırlan­maz, hatırlanamaz. Aynı anda hem ben anılıyorum, hem O!”

Şeytan, kendisinden Allah’a sığınmayı ifade eden istiâze cümlesi (Kovul­muş şeytandan Allah’a sığınırım) her okundukça Allah ile birlikte anılmaktadır. Şeytan bunu, bir seçkinlik olarak görmektedir. Ve bu seçkinliğini ifadeye koy­maya şu sözlerle devam etmektedir:

"Zikri zikrim, zikrim zikri, aynıyız,

Birbirini anan beraberleriz."

"Hizmetim şimdi daha arı, vaktim daha bol, zikrim daha parlak. Çünkü eskiden O’na kendi zevkim için hizmet etmekteydim, şimdiyse O’nun arzusu uğruna didiniyorum. Biz, engelleme, savunma, zarar ve kâr arzusundan arınmışız."

Şeytan bu sözleriyle göstermek istemektedir ki, Allah’ın emir gibi görü­len o imtihanıyla başlayan devre, aslında benim O’na karşı çalışma devrem gibi görülür ama işin esası öyle değildir. Bu imtihan, onun gizli arzusuna uygun ola­rak beni onun çizdiği yönde faaliyetin tam içine sokmuştur. Övünmeye devam ediyor, daha doğrusu Hallâc, şeytanın konumunu övmeye devam ediyor:

"Biricik yaptı beni, vecde getirdi. Şaşkınlığa itti beni ve kovdu: Ki ka­rışmayayım ihlas sahipleriyle. Ağyardan uzak tuttu beni, gayretim yüzün­den, değiştirip yeniledi beni, hayretim yüzünden, hayretlere attı beni gurbe­tim yüzünden. Mahrem tuttu beni sohbetim yüzünden, çirkinleştirdi beni midhatim (övülmem) yüzünden. Dokunulmaz kıldı beni hicretim yüzünden. Gönül gözüyle görmem yüzünden küstü bana. Vuslatım yüzünden gönül gö­züyle görme imkânı lütfetti bana."

"Ayrılığım yüzünden vasletti (kavuşturdu) beni, arzu ve isteklerimin güçlülüğüyle çetinliği yüzünden fasletti (ayrılığa mahkûm etti) beni." -

"O’nun hakikati üzerine yemin olsun ki ne tedbirde hata ettim ne de takdiri reddettim. Tasviri değiştirmeye kalkışmış da değilim."

"Bu oluşlarda benim kudretimin de etkisi vardır."

"Bana ebedler boyu ateşiyle azap etse de O’ndan gayrısına eğilmem. Ne bir kişi önünde secde ederim ne de bir ceset huzurunda diz çökerim. Ne oğul tanırım ne karşıt; davam sadıklar davasıdır."

"Aşk konusunda gerçek bağlılardanım ben!"

"Bir adı da Azâzîl olan şeytan hakkında çok şey söylenmiştir. İşte on­lardan biri: ‘O, hem göklerde hem yerde daı (çağırıcı) idi. Gökte, meleklere daîlik yapmaktaydı; onlara iyilikleri, güzellikleri gösteriyordu. Ve yerde, insanların dâîsidir; ama onlara çirkinlikleri, kötülükleri gösteriyor..."

"Çirkini tanımayan, güzeli hiç tanıyamaz."

"İblis ve Firavun’la fütüvvet (gençlik, atılganlık, asalet, sadakat ve fe­dakârlık) konusunda tartıştım. İblis şöyle dedi: ‘Eğer secde etseydim fütüv­vet benden uzaklaşırdı.’ Firavun da şöyle konuştu: ‘Ben O’nun resulüne inansaydım fütüvvet makamından düşerdim.’ Ben de şöyle dedim: ‘Sözüm­den ve davamdan dönseydim fütüvvet yaygısından dışarı atılırdım."

İblis, kendisinden başkasını ‘gayr’ görmeyince, ‘Ben ondan üstü­nüm!’ dedi.

Ve Firavun, toplumu içinde hakla bâtılı ayıracak olanı tanımayınca: ‘Sizin için benden başka herhangi bir ilah tanımıyorum!’ (Kur’an; Kasas, 38; Zühruf, 51) dedi."

"Ben dedim ki: ‘Eğer O’nu tanımıyorsanız eserlerini tanıyın. İşte o eser benim! Ben, hakkım, hakla hak olarak ebediyen devam edeceğim!"

"Dostum ve üstadım, İblis ile Firavun’dur!"

Hallâc, sözüne bağlılık ve davasında atılganlık sembolü olarak İblis ile Fi­ravun’u görüyor ve bu açıdan onları üstat ve dost kabul ediyor. Bunu ne için yap­tığını da şöyle açıklıyor:

"İblis, ateşle tehdit edildiği halde davasından dönmedi. Firavun da öyle. Denizde boğuldu da iddiasından yine vazgeçmedi. Ve asla aracı kabul etmedi."

Hallâc'ın bu tezi, İblis için geçerlidir ama Firavun için geçerli değildir. Çünkü, Yunus Suresi 90-92. ayetlerin açıkça bildirdiğine göre, Firavun deniz su­ları üstüne çullandığında tövbe etmiş ve: ‘Mûsa’nın Rabbi’ne inandun!’ demiş­tir. Yani önceden reddettiği o aracıyı, Musa’yı kabul etmiş, onun gösterdiği Tanrı’ya imanını dile getirmiştir. Ama İblis, ebedî lanet ve acı bir azapla tehdit edil­diği halde Allah’a secdeyi bir başka varlıkla paylaşmayı asla kabul etmemiş, ya­ni davasına gölge düşürmemiş, böylece saf ve katıksız tevhidin tek temsilcisi ol­duğunu kanıtlamıştır, Hallâc, imanını lekelememe konusunda İblis’in işte bu ka­rarlılığını izlediğini şu sözlerle ifadeye koyuyor:

"Ve ben, öldürülsem, asılsam, elim-ayağım doğransa yine dönmem sözümden.!"

Ve aynen öyle olmuştur. Eli-ayağı doğrandığı, kafası kesilip cesedi yakıl­dığı halde ‘Ben hakkım’ (Ben yaratıcı gerçeğin bir tecellisiyim) sözünden dön­memiştir.

"İblis’in adı, Tanrı’nın adından türemişti; sonradan, Azazîl şeklinde değiştirildi."

"Azâzîl kelimesindeki ‘Ayn’ İblis’in gayesinin ululuğuna, ‘Zâ’ gayre­tindeki değerin artışının fazlalığına, ‘Elif’ ülfetinin büyüklüğüne, ikinci ‘Zâ’ makamı için gösterdiği zühde, ‘Ya’ kendi ululuk ve yüksekliğine sığın­masına, ‘Lam’ ıstırap ve imtihandaki mücadelesine işarettir."

Hallâc’m Azâzîl sözcüğünün harflerinin, sırasıyla şu kelimelerin baş harf­leri olduğunu düşünüyor: "Ulüvv" (yücelik), "ziyade" (fazlalık, artış) ve "zühd" (iğreti-ölümlü şeylere değer vermeme), "ülfet" (dostluk, sıcaklık, ve­fa), öz benliğe âidiyet (Ya-i nisbenin yorumu), "cedel" (diyalektik, tartışma ve mücadele).

Azâzîl’in etimolojik yapısı konusunda neler söylenebilir?

Yahudi-Hıristiyan kaynaklarda azazei, azael, hazazel şekillerinden biriy­le geçen ve Arapça’ya azâzîl şeklinde yerleşen bu sözcük "Tanrı’nın kuvvet­lendirdiği" anlamındadır. Bundan da anlaşılır ki İbranî gelenek de İblis’i, Tanrı’ya karşı bir kuvvet olarak değil, Tanrı’nın belirli hikmetler yüzünden ortaya sürdüğü bir kuvvet olarak görmektedir. İbranî gelenekteki İblis-azâzîl anlayışı­nın ayrıntılı tanıtımı, Yahudilerin ünlü Enoch (Hanuk: İdris) kitabında yer al­maktadır. Burada Azazîl ve iblis sözcükleri aynı kötülük prensinin değişik adla­rıdır. Sonuçta her ikisi de şeytandır.[6]

İbranî-Eski Ahit İblis anlayışı, aynen İslam’daki gibi, hayır ve şer için iki ilah düşünmeyi engellemek üzere, İblis’i Tanrı’mn bir emir eri gibi tasavvur et­mektedir. Yani İblis meselesinde bir düalite değil, Tanrısal plan söz konusudur. Russell’ın "İbranî şeytan kavramı düaliznıe yaklaşır" (Russell; Şeytan, 257) sözünü ihtiyatla karşılamak gerekir. Bana göre, durum bunun tam tersidir: Azâzîl-İblis, tanrısal planın bir enstrümanı, Tanrı’mn bir piyonudur. İki kutup­tan oluşan varlık ve oluş gerçeğinin hayır ve şer kutbu aynı kuvvette geçerli ve anlamlıdır. Ancak insandan istenen, hayır kutupta yer almasıdır. Bu gerçek, ün­lü Türk sûfî düşünürü, Ahmed Amîş el-Halvetî (ölm. 1920) tarafından şöyle ifa­de edilmiştir: "Rabbim, hayrın da haktır, şerrin de ama bu kulundan şerrin zuhûr etmesin!"

Mevcut Tevrat, biri Tanrı’ya, Ötekisi Azâzîle sunulacak iki kurban keçi­den söz etmektedir. (Levililer, 16/8-10) Kurban keçilerden İkincisi yani azâzîie sunulanı İsrail oğullarının günahlarını çöle taşıyan bir araçtır. Günah keçisi de­yimi de buradan gelmektedir, Tam bu noktada, modem satanizmde keçinin tut­tuğu yeri ve oynadığı rolü hatırlamamız gerekir.

Azazil sözcüğünü tahlilinden hareketle, Hallâc’ın gözünde İblis’in, şu de­ğerlerin temsilcisi ve kararlı bir savunucusu olduğunu söyleyebiliriz:

1.    Gayelerin, ideallerin yüksekliği,

2.    Dürtü ve heveslerin yüksek düzeyli oluşu,

3.     Kuvvetli, vefalı dostluk,

4.     Zühd, fedakarlık, cömertlik,

5.    Kendi imkânlarıyla iş görme, başkalarının himmet ve desteğine sı­ğınmama,

6. Istırap, mücadele.

"Tanrı, İblis’e sordu: ‘Secde etmiyor musun ey boynu bükük pejmür­de?" Cevap verdi İblis: ‘Ben, aşıkım, aşık her zaman boynu bükük ve pej­mürdedir. Bak, böyle olduğunu sen de söylüyorsun. Oysaki o apaçık konu­şan kitapta okuduğuma göre, benim aleyhime iş yapılamaz. Bu nasıl oluyor, ey Zü’l-Kuvvetil-Metîn? (Ey sarsılmaz gücün sahibi)."

"Sen beni ateşten yaratmışken nasıl eğilirdim dem’e? O ki yaratıldı­ğı şey, çamurdur. Uyuşmayan iki şey ateşle çamur!"

"Ben hizmette ondan eskiyim,

Kıymette ondan ulviyim, İlimce daha bilgiliyim, Ömrü uzun olan da benim."

"Hak ona şöyle dedi: ‘Seçme yetkisi bende, sende değil!’ Cevap verdi İblis: ‘Seçmelerin, takdir etmelerin tümü senin! Benim seçimim de senin. Evet, benim için de sen seçtin, ey her şeyi Yaratan-Yapıp eden! Adem’e sec­de etmemi emrettiğin halde irade etmemekle beni engelleyen de sensin!"

"Sözlerimde hata ettimse uzaklaştırma beni senden! Çünkü yakarış­ları işiten sensin! Ona secde etmemi dileseydin elbette ki bu emre itaat eder­dim."

“Arifler İçinde seni benim gibi iyi tanıyan birini bilmiyorum."

"Ey dostum! Ona Azâzîl denmiştir. Çünkü o azledildi. Daha doğrusu o, öz saltanatı içinde azledilen biriydi. Başlangıcından sonuna varamadı; çünkü nihayetinden çıkamadı mülk ve saltanatının."

Ünlü sahabi müfessir Abdullah İbn Abbas (ölm. 68/687) şu kanıdadır: Azâzîl, İblis’in, melekler arasından kovulmadan önceki adıdır. O zamanlarda İb­lis yeryüzünde bulunuyordu ve meleklerin ilimde en yükseği idi. Kibirlenmesi bu yüzdendir. Yine İbn Abbas’a göre, İblis, meleklerin yeryüzünü imarla görev­li olan cin takımmdandrr,[7] [8]

Anlaşılan o ki, İbn Abbas, yani Asrısaadet’in en büyük Kur’an yo­rumcusu sayılan hir şahabı bile, İblis’in son tahlilde, yeryüzünde yapıp edi­ci, değer üretici bir güç olduğunu kabul ediyor. Hallâc’dan, yaklaşık üç yüz yıl önce...Hallâc’ın İblis görüşü, İbn Abbas’ın birkaç cümle ile ifade edilen görüşünün, şairane bir açılımı olarak görülebilir. Bununla beraber Hallâc, İblis’e şu ithamı yöneltmekten geri kalmıyor:

"Onun ortaya çıkışı, fesat ve fitnesinin şaşmazlığında ters dönmüş, heyecanının ve yanarcasına kızgınlığının ateşiyle şûlelenmiştir,"

Ünlü Hallâc yorumcusu Ruzbihan Baklî (Ölm. 606/1209) İblis ile ilgili bu paragrafı şöyle yorumluyor: "İblis, başlangıçta nardan (ateşten) nura (ışı­ğa) geçmişti; ancak nuru ödünç idi. Bu yüzden ters dönüp yeniden nara geç­ti..."’

"Onun sert ve katı toprağı, kısırlaştırıcı ve ayıklayıp soyucudur. Onun gafil yakaladığı elden gitmiş, onun eline düşenin işi bitmiştir."

"Tevhit yolunun en seçkin sözcüleri onun kapısında dilsiz düştüler; ârifler öğrendiklerinden ve öğrettiklerinden utandılar. Onlar içinde secdeyi en iyi bilen yalnız oydu. Varlıkların, gerçek varlığa en çok yaklaşanı, en çok gayret göstereni o, ahdine en vefalısı, Tanrı’ya en yakın olanı oydu."

"Melekler Adem’e secde ettiler, müsaade üzerine. Ve İblis secde etme­mekte direndi: Uzun bir zaman geçirmişti müşahede (Tanrı’yı görme) üzeri­ne."

Hallâc’ın bu son cümlesi, büyük yorumcusu Baklî tarafından şöyle açık­lanmıştır: "İblis’in bu müşahedesi, melekut alemini (ruhsal âlemi) müşahede idi; Tanrı’yı müşahede değil. Eğer Tanrı’yı müşahede olsaydı, onun için ‘Kâfirlerden oldu’ (Bakara, 34) denmezdi."[9]

Ne ilginçtir ki, Hallâc’ın, hamle, kararlılık ve yaratıcılığın bir tür sembo­lü gibi gösterdiği İblis hakkındaki son sözleri, onu kibir ve inadına yenik düşen bir sapık olarak göstermektedir. Şöyle diyor:

"Nihayet işleri karmakarışık hale geldi. Kötü zanlara kapılmıştı. ‘Ben ondan üstünüm!’ diye tutturdu. Örtüler arkasında kaldı; toprakta kıvranıp durdu. Azap gerekli olmuştu artık. Ebedler boyu azap..."

Bu sürpriz bitiş, Baklî tarafından şöyle değerlendiriliyor: "İblis, görü­nüşte davasına sadakatinden öyle davranmıştı. Ama durum bunun aksine­dir: Onun böyle davranması iç aleminin tevhidin aksine seyretmesindendîr. Ortada Adem-İblis diye bir ayrım yoktu kL.’Orta’ diye bir şey yoktu ki". Eğer gerçek tevhit ehli isen Allah’a kafa tutmak da ne demek oluyor?! Gerçek tevhit ehli, kafa tutmak şurada kalsın, Hakk’ın kudretinden başka bir şey göremez.”[10]

Ahmed Gazâlî: Aşk Üstadına Saygı

Tam adı Mecdüddin Ebu’l-Fütûh Ahmed b. Muhammed el-Gazâlî olan Ahmed el-Gazâlî (öhn.520/1126)nin ana eseri "Sevânihu’l-Uşşak" , İblis ve aşk meselesinde onun en sadık ve seçkin öğrencisi olan şehit veli Aynulkudat Hemedânî (525/1131) tarafından "Lavâih" adıyla Farsça’ya çevrildi. Ah­med Gazâlî’nin İblis Te ilgili düşüncesinin kısa özeti şudur:

"Tevhidi Iblis’ten öğrenmeyen zındıktır."[11]

Gazâlî için İblis, aşk ve sebatın elle tutulur tek örneğidir. Allah’ın “Adem’e secde et!" emrine karşı çıkışı da Allah’a olan bağlılık ve aşkınm bir zorlamasıdır. Böyle bir olgu, İblis’i ne tevhit dışma çıkarır ne de ondan tevhit dersi alınmasına engel olur. Tam aksine, bu olgu İblis’i tevhit meselesinde esas öğretici ve örnek konumuna yükseltir,

Gazâlî’nin, İblis’i aşk üstadı olarak öne çıkaran görüşü, kendisinin en seç­kin öğrencisi olan Aynulkudat Hemedânî tarafından çok daha ileri boyutlara götürülerek temsil edilmiştir. Aynulkudat’m, üstadı Gazâlî'den bir farkı da şiir­deki derinliğinin ve felsefî konuları şiir yoluyla ifade edişteki üstünlüğüdür.[12]

Aynulkudat Hemedânî: İblis ve Mustafa Sırrı



Gazâlî’nin en seçkin öğrencisi olan Aynulkudat Hemedânî, üstadı Ahmed’i "Efendim, rehberim ve sultanım" diye anmaktadır. O, İblis’le ilgili dü­şüncelerini daha ilerleterek ve daha açık bir dille ifade ederek topladığı husumet yüzünden 33 yaş gibi genç bir çağında, Hemedân’da derisi yüzülerek katle­dildi. Cesedi, ders verdiği medresenin girişinde bir süre asılı tutulduktan sonra üzerine yağ dökülerek yakıldı.

Aynulkudat, İblis’le ilgili düşüncelerini Temhîdât adlı Farsça eserinde sergiler. Bu eserin özellikle onuncu bölümü, göklerin ve yerin esasını Muhammed Mustafa ile İblis ışığının oluşturduğunu anlatır. Temel fikir şöyle ifade edilmiştir: "Göklerin ve yerin esası ve bunların dayandıkları gerçek iki ışık­tan ibarettir: Muhammed Mustafa’nın ışığı, İblis’in ışığı..."[13]

Aynulkudat’a göre, aşk, iddia ve erdiriciliğin iki temel temsilcisi vardır: Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] , İblis. Gerçeğe varmak için bu ikisini rehber edinmek gerekir. Rehber edinmek, mutlaka uymayı gerektirmez. Kendisine uyulmaması gerekti­ğini bize anlatan kişi veya güç de bir rehberdir. Tabiî ki birincisi keyifli bir reh­ber olurken İkincisi zorluklara, sıkıntılara, keyifsizliklere dayanmayı gerektiren bir rehberdir. Şeytanın böyle sine suçlanmasının sebebi belki de budur.

Yeni Ahit’te ve buna bağlı olarak Hristiyan teolojide İblis, İsa’nın karşı­tını, daha doğrusu karşıt ilkesini sembolize eder. Hallâc-Gazâlî-Hemedânî siste­minde de İblis, Muhammed’in karşıtı olan ilkenin sembolüdür.

Gerçeğin, cemal (güzellik, mutluluk, rahatlık, rahmet) şeklinde tecellisi Muhammed Mustafa’dadır ki o "Biz seni âlemlere rahmet olman dışında bir şey için yaratmadık." (Enbiya, 107) ayetinde ortaya konmuştur. Aynı gerçeğin celal (çirkinlik, kahır, ıstırap ve mutsuzluk) tecellisi iblis’te vücut bulmaktadır ki o, "Lanetim kıyamet gününe değin senin üstündedir." ayetinde ifadeye kon­muştur [14]

Aynı gerçek İblis’te dalâlet, Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ’de rahmet ve hidayet şeklinde tecelli etmektedir. Bu ikisi gerçeğin varlığı ve fonksiyonel olması için kaçınılmazdır. Bunların birini iyi, ötekini kötü ilan etmek bizim kısır bakışımızın bir sonucudur. Esasta bu ayrımlar mecâzîdir; gerçeğin özüneruhuna ilişik değillerdir.

Tanrısal aşkın bütünlüğü, Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]  ile İblis’in birlikte düşünülme­si ve yüce İtilme siyle ele geçer. Onlar, çift kutuplu gerçeğin karşılıklı uçlarıdır; biri ötekisiz düşünülemez. Ezelden ebede, tüm oluş ve erişler iki nurun aydınlı­ğıyla gerçekleşir: Muhammed Mustafa'nın nuru, İblis 'in nuru...[15]

İblis-Muhammed ilişkisi dertle deva ilişkisine benzer. Tekamül için bu ikisi de gereklidir. İblis’ten dertlenen Mustafa’dan deva bulur. Bu, bu şekilde de­vam edip gider.

İblis küfrü, Mustafa imanı sembolize eder. Küfür ile iman da birbirine muhtaçtır. Küfür fenayı (ölümlülüğü) iman bekayı (sonsuzluğu) temsil eder. Ve fena olmadan beka anlaşılmaz.[16]

Yaratıcı tek olduğuna göre ışık ve iman gibi karanlık ve sapıklık da Tanrı’nın mahlûkudur. Bu mahlûklardan biri (hidayet) Muhammed’e, ötekisi (dalâ­let) İblis’e havale edilmiştir. Yani Muhammed de İblis de Tanrı’nın verdiği gö­revi yapmaktadır.

Aynulkudat’ın hareket noktası şudur: Tanrı’nın isimleri zıtlık ilkesine gö­re düzenlenmiş isimlerdir. Bu isimlerin her biri kendisinin zıddıyla bilinir. Bu isimlerin, varlık ve oluşta cemal ve lütuf ifade edenlerini Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] , celal ve kahır ifade edenlerini İblis temsil etmektedir. O halde İblis de Muhammed ka­dar gereklidir.[17] [18]

Bu noktada insanın durumu da diğer varlıklardan çok farklıdır. Diğer var­lıkların her biri tek görev yapmak üzere şartlanmıştır. İnsan ise özgürlüğü kul­lanmak üzere şartlanmıştır. Onun için seçme imkân ve yetisi insanın bir tür mecburiyetidir. Her varlık bir şeye müsahhardır, yani yaratılıştan mecbur ve mahkûm edilmiştir; insan da özgür seçme imkanını kullanmaya müsahhardır. Su için söndürmek, ateş için yakmak nasıl onların doğası ise insanın do­ğası da özgürlüktür. İnsan bunun için sorumludur; ürettiği işleri kendisi yarattı­ğı için değil.

O halde İblis de, tıpkı Mustafa gibi Tanrı’nın iradesine uygun olarak gö­revini yapıyor. Bu görevin dalâlet (karanlık ve sapıklık) kutbunda olması İblis'i görev yapmayan varlık durumuna düşürüp Tanrı’nın iradesi dışına çıkarmaz.1?

Tam bu noktada bir Kur'ansal gerçeği ifadeye koyalım: Kur’an’da, Al­lah’ın yani göklerin ve yerin nuru olan (Nur Suresi,) ışığın isim-sıfatları yani Esmâü’l-Hüsna (eğer tamlama şeklindekileri de sayarsak) 99’dur, Kur’an’da, göklerin ve yerin karanlığı, karanlık ilkesinin kotarıcısı olan şeytanın adı da tam 99 kez geçiyor: 88 yerde şeytan kelimesiyle, 11 yerde İblis kelimesiyle.

Bir başka ürpertici gerçek de şudur: Kur’an’da melek kelimesi de tam 88 yerde geçmektedir. Melekler, "Allah’ın kendilerine emrettiği konularda asla isyana gitmezler, kendilerine emredileni yerine getirirler." (Tahrim, 6) Yani onlar Rahman’m ışık ilkesini işletmede görev yapan emir erleridir. Şeytan ise, yine aynı Rahman’m karanlık ilkesini işletmede görev yapan emir eridir. Ve Kur’an, bu iki prensip arasında 88’e 88 bir eşitlik olduğuna dikkat çekmiştir. Ya­ni, yaratılışı özgürlükle eşitlenmiş insan, eşit güçte iki merkezin ortasındadır. Kendi seçimiyle bu yana veya öteki yana gidecektir.

Tartışmasız olan şudur: Sonuçta, Tanrısal plandan baktığımızda bir düalite (ikilik, iki ilahlılık) yoktur. Tek ilah, tek Yaratıcı esastır. Işık ve karanlık kuv­vetleri O’nun emrinde, onun planına uygun olarak hareket etmektedirler.

İnsanın farkı, kendisine ışık veya karanlık kutupta yer alma karakteri ve­rilmek yerine, seçim karakteri verilmiş olmasıdır, inşam sorumlu kılan ondaki özgürlük, serbest seçim fıtratıdır.

Tanrı, İblis’e verdiği laneti de tıpkı Âdem’e verdiği ruh gibi kendine nis­pet etmiştir, dem için ""Ona ruhumdan üfürdüm" demiş, İblis için de "Lanetim üzerine olacak" buyurmuştur. Gerçek olan şu ki Âdem’de de İblis’te de Tanrı’dan bir şey vardır. Birinde celal, birinde cemal...[19] [20]

Mustafa da Tanrı’dan bir ışıktır, İblis de. Fark şu ki, Mustafa Tanrı’nın nurundan bir ışık, İblis ise Tanrı’nın narından (ateşinden) bir ışıktır. Nitekim Cenabı Muhammed Mustafa şöyle buyurmuştur: "Allah benim ışığımı kendi izzetinin nurundan, İblis’in ışığını ise yine kendi izzetinin narından yarat­mıştır." i»

Tanrımıı Rahman ve Rahim (seven, esirgeyen, bağışlayan) sıfatlan ol­duğu gibi Cebbâr (zorlu, dilediğinde ezen) ve Mütekebbir (yüceliğin mutlak sahibi) sıfatları da vardır. Muhammed bu sıfatların Rahman ve Rahim olanına, İblis ise Cebbâr ve Mütekebbir sıfatlarına mazhar kılındı. Yani Mustafa’da rahmaniyet, İblis’te cebbariyet tecelli etti. Unutulmaması geren şu ki bu tecel­lilerin ikisi de haktır.[21]

Tanrı, melekler âlemine açık bir biçimde "Âdem’e secde edin!" em­rini verirken, görünmeyen âlemin derinlerinden İblis’e: "Benden başkasına secde etmeyin!" diye seslendi.[22]

Bu anlayış daha da ileri götürülmüştür: 17.yüzyılm başlarında yaşayan bir Bengalli şair, Seyyid Sultan, kaleme aldığı İblisnâme’de şunu savunuyor: Allah, şeytanı lanetledikten sonra bile, meleklere, üstadları olan İblis’i takdis etme em­rini vermiştir. O gerçi bizatihi melek değildi ama meleklere hocalık yapmıştı. Melekler üstadlarına saygıda kusur etmemelidirler.

Seyyid Sultan’nın bu tezi desteklemek için yaptığı şu benzetme ise ger­çekten şaşırtıcıdır. Ona göre, meleklerin lanetlenmiş İblis’i takdis emri almaları, bir müridin kötülükler sergileyen şeyhini yüce bilmek zorunda olmasına benzer. Mürit, şeyhi gerçek bir İblis de olsa ona itaat ve sadakat zorundadır.[23]

Tıpkı İblis gibi, Mustafa’nın da günahı vardır. Eğer olmasaydı Tanrı onun için "Allah senin geçmiş ve gelecek günahını affetsin..." (Fetih Suresi, 2) şek­linde hitap gelir miydi? Fark şuradadır: İblis’in günahı İblis’in Tanrı’ya aşkıdır; Mustafa'nın günahı ise Tanrı’nın ona aşkıdır.[24]

Fütüvvet ve aşk yolunun en büyük iki yolcusu Mustafa ile İblis'tir. Diğer­leri bu yolun sadece tıfıllarıdır. Oluş ve erişin tüm iniş-çıkışları, tüm dava ve kavga Mustafa ile İblis arasında dönüp duruyor...[25]

Tanrı’ya ancak aşk sayesinde ulaşılır. Ve İblis’i dışlayarak ne aşkı, ne Tanrı’yı ne de hayatı ve gerçeği tanıyabiliriz. Tanrı’ya aşk iki parçaya bölünüp biri bir ere, diğeri bir başka ere verildi. Birinci er Mustafa, İkincisi İblis’tir. Mustafa’ya verilen aşktan bir zerreye sahip olan mümin hale gelir. İblis’e verilen aşktan bir zerreye sahip olan ise ya kafir, ya mecusi, yahut da putperest hale geliverir...Müslümanlıktan putperestliğe kadar bütün yollar Tanrı yolunun değişik konak yerleri, değişik menzilleridir.[26]

Muhammed İkbal: Yaratıcı Benlik Ateşi

 

Son birkaç yüzyılın en büyük Müslüman düşünürü sayılan Muhammed İkbal (ölm.l938)’in şeytan anlayışında, diğer konularda olduğu gibi, Mevlâna’nın rolü belirleyicidir.

Mevlâna’ya göre, İblis takdis edilecek bir varlık değil, acınacak bir varlık olarak öne çıkarılmalıdır. O, tek gözlüdür. Adem’in içindeki hâzineyi göre­memesi de bundandır. Aslında o aşkı bilmemekte, tek gözünün saplandığı zekayı, aklı her şey sanmaktadır.

İblis kurnazdır ama, aşktan yoksun olduğu için hem kendine hem de baş­kalarına acı vermektedir. O, umutsuz, çaresiz, yalnız, ayrılık derdiyle melan­kolik hale gelmiş bir bahtsızdır.

İblis’in İkbal’de büründüğü renk ve desenler, kendinden öncekilerden büyük ölçüde farklıdır. O bir yerde İblis anlayışının omurgasını veren şu Farsça mısraı önümüze koymaktadır:

"Zîrekî’z İblis o ışk ez dem est:"

"Akıl İblis’ten, aşk dem’dendir."

İkbal, aşkla Adem’i, akılla İblis’i eşitleyen bu yaklaşımını garip bir yolculuğa çıkarır ve şu noktaya vardırır: Akıl Batı’nın karakteristiğidir, aşk Doğu’nun.[27] Çünkü İkbal şöyle düşünüyor: Allah dünyanın Batı’sını İblis’e verdi, Doğu’yu kendine ayırdı.

İkbal’in, bütün dehasına rağmen, burada, Batılı sömürgecilere duyduğu öfkeden evrensel ilkeler çıkarmaya kalkarak yanıldığım ve bütün ruhuyla bağlı olduğu Kur’an’ın onaylamayacağı bir tespit yaptığını söylemek zorundayız.

İkbal’in İblis anlayışı üzerinde bir hayli yazılmıştır. Biz onun İblis an­layışı hakkındaki değerlendirmemizi, "Hallâc-ı Mansûr ve Eseri" adlı çalış­mamızın "Hallâc’ın Etkileri ve İkbal" bölümünde ayrıntıladık, Burada tekrara gitmeyeceğiz.

İkbal’in İblis anlayışını merak edenlere, anılan eserimizin o bölümüyle İk­bal’in ana eseri "Câvidnâme"nin en hayatî bölümü saydığımız "Müşteri Feleği" bölümünü okumalarını önereceğiz.

İkbal’in İblis anlayışı ile ilgili Batı dillerindeki çalışmaları tanımak bakımından Schimmel’in değerli eseri "Gabriel’s Wing" özel bir önem taşımaktadır.



* İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

[2]  Hallâc’dan alınan parçalar ve açıklamaları için bk. Öztürk, Yaşar Nuri, Hailâc-t Mansûr ve Eseri, (3. baskı) İst., (Yeni Boyut Yay.), s. 333-345.                                                                          '

[3]    Bk. İkbal, The Developmenl of Metaphysics in Peısia, Lahor 1964, s. 13

[4]    Bu konuda bk. Schimmel, Mystical Dimensions of İslam, Chapel Hill, 1975, s, 194-195.

[5]    Ahmed b. Yahya b. el-Murtazâ (pim. 840/1337), el-Munye ve’l-Emel, s. 2.

[6]  Bk. Jeffrey Burton Russell, Şeytan (çeviri), İstanbul (Kabalcı yay.), 1999, s. 240.

[7]    Bk. Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. eJ-Cerir Tal'ihu'l-Umemi ve’l-Mulıik, Beyrut 1967, 1/86.

[8]    Baklî, Ruzbihan eş-Şirazî, Şeıhu’ş-Şath;yyat, Tavâsîn, Ezel ve İltibas bolümü, Tahran Paris (H. Corbin nşr.) 1966,

[9]    Baklî, Şathıyyat, aynı bölüm

[10] Aynı eser, aynı bölüm.

[11]  Massignon Louis, Recueii de TextesİneditsInedits Conceıman l'Hisloire, de la Mystique en Pays d’Islam, s. 96.

[12]  Bu konuda bk, Schimmel, The Myslical Dimensions of Islâm, s. 196,

[13]   Aynulkudat, Temhîdât, Tahran 1341, s. 258.

[14]   Aynı eser, s. 73.

[15]   Aynı eser, s. 30.

[16]   Aynı eser, s. 232-233.

[17]   Bk. Hamit Algar, "Ebl is", Encyclopaedia Iranica, 7/656-661.

[18]   Aynı eser, s. 189-190.

[19]   Aynı eser, s. 225-226.

[20]   Aynı eser, s. 267.

[21]   Aynı eser, s. 227.

[22]   Aynı yer.

[23]   Bk. Schimmel, The Mystical Dimensions of İslam, s. İ93; Gabriel’s Wing, s. 208.

[24]    Aynı eser, s. 229.

[25]   Aynı eser, s. 223.

[26]    Aynı eser, s. 284-285

[27]   Bk. Schimmel, Gabriel’s Wing. Leiden 1963, s. 136.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to